Sayı 158 / Nisan 2013 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
Sayı 158 / Nisan 2013 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Bilim ve Aklın Aydınlığında İÇİNDEKİLER Ay l ı k e - D e r g i • I S S N - 1 3 0 2 - 5 6 0 0 Yıl: 14 • Sayı: 158 • Nisan 2013 AHMED-İ CAN Sahibi NABİ AVCI Millî Eğitim Bakanı • Genel Yayın Yönetmeni YUSUF ESENER Destek Hizmetleri Genel Müdürü • Yazı İşleri Müdürü AZİZ ZEREN Eğitim Araçları ve Yayımlar Grup Başkanı • Yayın Koordinatörü ARİF BÜK ([email protected]) • Yayın Kurulu ARİF BÜK HAKKI USLU ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ • Tasarım HAKKI USLU ([email protected]) • Yönetim Merkezi MEB Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü Atatürk Bulvarı Nu: 98 Bakanlıklar/ANKARA • http://baae.meb.gov.tr • e-posta: [email protected] Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. Yayımlanan yazılar için telif ücreti ödenmez. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. ZİYA PAŞA AKYÜREK ................................................. 2 EĞİTİM Millî Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 28.03.2012 tarih ve 4309 sayılı oluru ile yayımlanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5860 Süreli Yayınlar Dizisi: 305 YURDUM NURİ PEKSÖZ . ......................................................... 4 ATTİLÂ İLHAN VE ULUSAL SENTEZ DÜŞÜNCESİ SERHAT IŞIK . ........................................................... 6 BEYBABA ÖZCAN TEMEL .........................................................14 KAÇINCI VEDA AYDIN ADNAN GÜMÜŞ ............................................21 KALABİLSEYDİK ÇOCUK BETÜL GÜNEL ÇETİN . ............................................. 25 ÇANAKKALE GEÇİLEMEZ KENAN ÇARBOĞA . ................................................. 27 GÜNDEM ............................................................... 30 AHMED-İ CAN ZİYA PAŞA AKYÜREK Fatih Has’a Bir hâlinden bin pencere açılır bu dünyanın Binden biri, birden bini görmelisin Ahmed-i Can Teveccüh edip hep Sevgiliye ona baksın her yanın Ondan özge yâr olmaz ki bilmelisin Ahmed-i Can Bir lütuf olarak bedenine fısıldanan şu canın Meyvesi olarak O’nu dermelisin Ahmed-i Can Nedir ki tatmini söyler misin bir türlü doymayanın Tefekkür sofrasından hep sormalısın Ahmed-i Can 2 • NİSAN 2013 - SAYI 158 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Aşikâr bir sona doğru götürür ki her anın Dost deyip mevtten evvel ölmelisin Ahmed-i Can Gözden düşen yaşlar ile yanıyormuş yanağın Sineyi kebap edip yanmalısın Ahmed-i Can Dünyada dertsiz yoktur faydası yok aramanın Kevserdir derdi O dostun kanmalısın Ahmed-i Can Gel bu bezmde gönlümüzü kulu edelim Rahman’ın O’nun için olmayanı silmelisin Ahmed-i Can… NİSAN 2013 - SAYI 158 • 3 YURDUM NURİ PEKSÖZ Merkez Anadolu İmam Hatip Lisesi Edebiyat Öğretmeni - Bursa Bir dağ gibi belledin mi yanmayı? Aşka mekân kılmış erenler yurdu. Öğretmişler gökler gibi dönmeyi; Özünü erliğe verenler yurdu. Keremler Aslı’yı aradığında, Gül hicaba bürünürdü bağında. “Hamdım, yandım, piştim” aşk ocağında, Edeple bezemiş yârenler yurdu. Aras’ım hazarda umman olurum, Bade içer sonra Sümman olurum, Ateşim düşmana yaman olurum, Sahipsiz mi sanır vuranlar yurdu? Edebi erkânı servet sayarım, Sevgiyi çok büyük kıymet sayarım, Bu vatanı bir emanet sayarım, Aşkı iman ile karanlar yurdu. 4 • NİSAN 2013 - SAYI 158 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Toroslar’dan duy Ağrı’nın sesini, Rüzgârlardan öğren, gülün yasını, Doldur çeşmelerden bade tasını, Gönlünü yollara serenler yurdu. Erzurum’da bir mihmansın sevdiğim, Dertler bende sen Lokman’sın sevdiğim, Bülbülü çok gülistansın sevdiğim, Nakış nakış örmüş örenler yurdu. Karacoğlan sırrın ayan edende, Mevlana aşkını beyan edende, Niyazi aczini burhan edende, Kulluk esrarına erenler yurdu. Desen desen aşka çıkar sedamız, Tarih aynı, dost eylemiş Mevla’mız, Bir dağız ki, sevda açar yaylamız, Anadolu’m Hakk’ı görenler yurdu. NİSAN 2013 - SAYI 158 • 5 ATTİLÂ İLHAN VE ULUSAL SENTEZ DÜŞÜNCESİ “…ulusal sentez bir zaruret…”* Attilâ İlhan “…ulusal bireşimden kaçan şair, kökünden kopmuş bir bitkiye benzer …”** Attilâ İlhan SERHAT IŞIK S entez, öğeleri belli bir ilişki ve kural içerisinde bir araya getirip yeni bir bütün oluşturma işidir. Ancak, sen- tezde yenilik ve özgünlük esastır. Sentez, öteden beri kültür hayatımızda karşımıza çıkan ve bu düşünceye önem veren Türk aydınları tarafından üzerinde sıkça durulan bir konudur. Özellikle Tanzimat’tan sonra başlayan Batılılaşma çabalarının istenilen sonucu vermemesinden dolayı üzerinde sıklıkla konuşulmaya başlanmıştır. 6 • NİSAN 2013 - SAYI 158 Cumhuriyet nesli aydınlarımızdan Attilâ İlhan da kültür hayatımızda sentez düşüncesi -kendi ifadesiyle bileşim düşüncesi- üzerine eğilmiş ve bu konuda özgün fikirler ileri sürmüştür. İlhan’a göre, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yeni bir kültür sentezi yaratılmaya çalışıldı. Türk Tarih ve Türk Dil Kurumunun kurulması bu yönde atılmış adımlardandır. Ancak, ardından gelen İnönü dönemi, bu çalışmaları sona erdirmiş ve Tanzimat döneminin devamı niteliğinde bir Batılılaşma çabası içine girilmiştir. Ona göre, bu yöneliş, sentez çabalarını olumsuz yönde etkilemiş ve bu çabalardan başarılı BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM bir sonuç alınamamıştır. Dikkati çeken bir yor; karşıtların birliği ilkesine uygun olarak, nokta da Attilâ İlhan’ın önerdiği ulusal sen- feodal toplum içinden! Çerçevesi feodal tez düşüncesinin, edebiyattan mimariye, toplumdur ama, muhtevası feodallere kar- müzikten sinemaya, dergiciliğe hatta kadın şı yükselen, yeni şehirli kesimin (burjuvazi) makyajına kadar uzanan farklı, kapsamlı muhtevasıdır. Bu noktaya mim koyun. Fran- ve ilgi çekici konuları içerisine almasıdır. sız burjuvazisi, laik/ulusal kültürünü, dinsel/ Ulusal sentez düşüncesine geçmeden önce konuya Attilâ İlhan’ın benimsediği kültür tanımıyla bir giriş yapmakta yarar var. Attilâ İlhan, M. Rosenthal ve P. Yudin’in Felsefe Sözlüğü’nde geçen: “Kültür, tarih boyunca toplumda yaratılan bütün maddi feodal çerçeve içinde oluşturmuş; yeni ulusal değerlerini, eski değerlerinin üzerine oturtmuştur. Başka bir deyişle, bireyselleşme, rasyonelleşme, laikleşme, yabancı bir kültürden aktarılmamış, eski çerçeve içinde yaratılarak benimsenmiştir…”5 ve manevi değerler; bu değerlerden fayda- Buradan hareketle, daha önce de be- lanılması ve bu değerlerin gelecek nesille- lirttiğimiz gibi, ulusal sentezi gerçekleştiren re iletilmesidir.” şeklindeki kültür tanımını ülkelerin bu konuda uyguladıkları yöntemi benimsemektedir. Kültürün bir tekâmül alıp rasyonel bir yaklaşımla bizde de sen- içerisinde ilerlediğini düşünen Attilâ İlhan, teze gidilebileceğini düşünür. Selçuklu/Os- bütün ulusal kültürlerin ümmet kültürü için- manlı sentezini gerçekleşmiş ve başarılı bir den filizlenerek çıkmış ve millî bir hüviyet sentez olarak gören Attilâ İlhan, amacına kazanmış olduğunu ifade eder. Ona göre ulaşan bir sentez için Cumhuriyet öncesi önemli olan, bunu başarabilmektir. Sentez Türk kültürünü çok iyi tanımamız gerektiği- kavramından söz ederken de: ni belirtir: 3 “…sentez öyle bir sonuçtur ki, içerdi- “…Cumhuriyet’in Türk kimliğini anla- ği composant’lar [bileşen] özgüllüklerini yabilmek için, önce Osmanlı’nın kimliğini (specifique) onun bütünü içinde yitirmişler- tanıyacaksın, çünkü ikincisi bunun içinden dir: Suda, hidrojeni ve oksijeni göremeyiz üretilecek, gelişmiş ülkelerde böyle ol- ama vardırlar, daha da iyisi suyu ‘yapan’ muş. Selçuklu-Osmanlı kültür sentezi, Batı onlardır.”4 Oğuzları’nın Orta Asya’daki kimliklerinden şeklinde bir açıklama yapar. Ulusal kültüre diyalektik bir yöntemle ulaşacağımızı söyleyen Attilâ İlhan, bunu şöyle açıklar: “Ulusal kültür, ümmet kültüründen doğu- farklı olarak geliştirdiği bir sentezdir; hele Osmanlı’nın geliştirdiği sentez, büyük ölçüde, yayıldığı coğrafyada yaşanan kavimlerin kültürleriyle yoğrulmuştur. Osmanlı’nın geliştirdiği müzik, Osmanlı’nın mutfağı, NİSAN 2013 - SAYI 158 • 7 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Osmanlı’nın mimarisi vs. Orta Asya’daki memeli. Dini bilmeden ümmet sentezini Türklerinkinden farklıdır. Çünkü senteze zaten anlayamayız. Dini, eski harfleri, Os- Rum, Ermeni, Boşnak, Arnavut, Çerkes, manlıcayı öğreneceksin. Osmanlıca okul- Laz, Gürcü, Arap, İranlı ve başka unsurlar larda mecburi ders olmalı. Tarihimizi bilmek yedirilmiştir; ortaya çıkan Osmanlı yaşama için bunlar zaruret. Fakat Türkiye’nin geliş- biçimi, yalnız Türklerin değil o coğrafya- mesi için yapacağı hamlelerde dayanacağı daki bütün kavimlerin yaşama biçimi hali- temeller başka bir şey.”7 ne gelmiştir ki, başarılı bir sentez olduğunun ifadesi de budur; nitekim bugün bile Boşnaklar’da ya da Irak Türkmenleri’nde ya da Arnavutlar’da hatta Yunanlılar’da Osmanlı yaşama biçiminin havasını buluyorsunuz.”6 Sentez düşüncesini çok farklı alanlara yayan Attilâ İlhan, aynı zamanda kendi şiirlerinde de bu fikri uygulama yoluna gider. Özellikle Belâ Çiçeği, Yasak Sevişmek, Tutuklunun Günlüğü gibi şiir kitaplarında yer alan şiirlerinde yoğun olmak üzere, Eğer bugün, çağdaş uygarlık seviyesine klasik Türk şiiri ile modern şiiri sentezleme ulaşmak istiyorsak, sentez yapmamızın şart denemeleri göze çarpar. Sentez düşün- olduğunu söyleyen Attilâ İlhan, bu bağlam- cesi ile ilgili yedinci şiir kitabı Tutuklunun da kendi kültürümüzün yanında, Batı kültü- Günlüğü’nde şöyle bir açıklamada bulunur rünü iyi tanımamızın, sağlıklı ve başarılı bir İlhan: sentez için şart olduğunu önemle vurgular. Kendi kültürümüzü iyi tanıyabilmek için de -bir hayli eleştiri aldığı- okullarımızda Osmanlıcanın zorunlu bir ders olmasını ister: “Baudelaire yöneliminde bir şiiri Türk şiir geleneğine bağlamak, burdan kişisel olduğu kadar ulusal bir bileşime gitmek girişimi Necip Fazıl’da belirmektedir. Necip Fazıl’ın “Şimdi ulusal sentez bir zaruret… Halen başladığı işi, kendi kişilikleri ve özellikleri dünyada ümmet sentezini aynen sürdürüp doğrultusunda geliştiren iki başka ozan, üs- de güçlü olan bir tek ülke yoktur. Hepsi tünde durulması gereken yapıtlar vermiş- ümmet sentezinin üstünde bir millî sentez lerdir: Ahmet Muhip Dranas ve Cahit Sıtkı gerçekleştirmiştir. Müspet ilimlerin gelişme- Tarancı. (……) siyle sanayi toplumu sürecine girilmiş daha sonra, sanayi sonrası toplum olmuş ve bilgi toplumuna gelinmiş. Bütün bunların kökünde rasyonalizm yatar. (……) Türkiye’de yabancı dil de öğrenilmeli, insanlar dinlerini de öğrenmeli. Ama bu bir furyaya dönüş- 8 • NİSAN 2013 - SAYI 158 27 Mayıs Devrimi, Türk şiirini, yeniden toplumsal yöntemlerle ulusal özünü işlemek, giderek hem Türk hem Batılı bir bileşim yapmak yoluna sokmuştur……”8 Yasak Sevişmek adlı şiir kitabından aldı- BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ğımız bir şiir, edebiyatta sentez çalışmasının güzel bir örneğidir: düşman fısıltıları en dost bildiğin ağızlardan gelir “bahriye kahvesi’nden ayrılış gazeli gerçi su şakırtısıdır bir uzak şadırvandan gelir kahveler zindan gibi simsiyah çaylar neredeyse kan gelir ufaldıkça ufalır aynalarda kötümser lambaların alevi duman duman ihtiyarlar çıkar yatsı namazından gelir korku o kaypak yılandır ki atlar insanın koynuna yanar harb divanlarında barut mavisi mim-mim’ciler evcil yıldırımlar saklıdır ceplerinde dumlupınar’dan gelir öyle boşaltır yanlış kılar ki istanbul’u işgâl karanlığı tek tük ayak sesleri sanki başka bir dünyadan gelir ocak sönmüş semâver paslı dağılmış hasköy bahriye kahvesi ona can vermeye bir gün elbet attilâ ilhan gelir”9 NİSAN 2013 - SAYI 158 • 9 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil özellikleri bakımından klasik Türk şiiri izlerini taşıyan şiir, modern bir insan gözüyle yazılmış ve içerik, modern bir yaşamdan alınmıştır. Sentez çalışmalarının başarılı örneklerinden olan bu şiir, İlhan’ın ulusal sentez düşüncesini şiirde yoğun olarak uygulamaya başladığı dönemin ürünüdür. Halk edebiyatı nazım şekillerinden de yararlanan İlhan, sentez fikrini bu ürünler vasıtasıyla da dile getirmiştir. Böyle Bir Sevmek’te görülen bazı nefes örnekleri bu bakımdan ilgi çekicidir: bu başarısızlığın kanıtını da şöyle açıklar: “…..Türk edebiyatı hâlâ orada değil. Çünkü Türk edebiyatında bir yazardan bahsederken ‘Canım o sağcı, o müslüman’; ötekinden bahsederken ‘o komünist, o alafranga’ deniyorsa, sentez fikri daha yerleşmemiştir.”11 Bizde şiiri yenileştirmek isteyenlerin Batı’da yazılanları taklitten öteye gidemediğini belirten Attilâ İlhan: “Gerçek Türk şiirini yazmak için ulusal “(……) demiri tavında dövmeli emekten ürünü sağmalı yarını bugünden giymeli yarı yolda durmak olmaz değiştir ki değişesin bir bireşimi bulmak gerek. Ulusal bireşimden kaçan şair, kökünden kopmuş bir bitkiye benzer…”12 şeklinde bir benzetme yaparak sentezin şair için önemine değinir. Türk gazete ve dergilerini de sentez fik- karşıtınla çelişesin rinden uzak olarak gören Attilâ İlhan, ga- bileşim yollar uğrağı zete ve dergileri, dizayn olarak da biçimsel gelişim sınır tanımaz yönden de Batı’dakilerin birer kopyası ola- (…….) rak niteler: kuş tüyü balık puludur yumurta civciv doludur tavuk civcivlerle dolu çelişme bileşim yoludur (……)”10 “…hemen hepsi ecnebi bir dergi ya da gazetenin ya tıpkıbasımı, ya benzeri; (….) koşulların gerektirdiği sentezi hiç düşünememişler; o yüzden de, yayınları Türkçeye çevrilmiş ecnebi dergisi oluyor…”13 Attilâ İlhan’ın Türk müziğine yönelmesi Şiirimizde, daha da genelleştirirsek, ede- ve bu alanda bir sentez yapma düşüncesi biyatımızda henüz modern bir sentezin ya- de Paris seyahatleri sonrasına rastlar. Bu pılamadığı düşüncesinde olan Attilâ İlhan, konu hakkında Tutuklunun Günlüğü adlı şiir 10 • NİSAN 2013 - SAYI 158 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kitabında şöyle bir açıklama yapar İlhan: “…paris yaşantısının beni ensemden tutarak getirdiği ulusal bileşim düşüncesi ve zorunluluğu, istesem de istemesem de, divan şiiriyle de, divan musikisiyle de ilgilenmemi gerektiriyordu. işe musikiyle başladım. o tarihte istanbul’da yaşıyordum, akşamları saatlerce türk musikisi dinlediğimi çok iyi hatırlıyorum. bu, şiirimde etkisini göstermekte gecikmedi. sonradan belâ çiçeği’nde yer alan emirgân’da çay saati, mahûr sevişmek gibi şiirler bu dönemin ürünüdür…” 14 Attilâ İlhan’a 1974’te TDK Şiir Ödülü’nü kazandıran yedinci şiir kitabı Tutuklunun Günlüğü’nde de -İncesaz bölümünde- Türk müziğiyle ilişkili şiirlerini görmek mümkündür. İlhan, Selçuklu-Osmanlı kültür sentezini müzik alanında başarılı bulur15 ve birçok konuda olduğu gibi, günümüz Türk müziği hakkındaki görüşlerini Tanzimat’a kadar götürür. Ona göre, Tanzimat aydınları Batı hayranı olduğu için, Batı müziğini daha modern bulur, kendi müziklerini ilkel olarak nitelerler. Türk müziğindeki teksesliliği Asya müziğine bağlayan İlhan, çağdaş müziğimizde de ulusal sentez çalışmalarının yapılması gerektiğini ve bu yönde denemelerin olduğunu belirtir: “…Büyük müzikte Hasan Ferit, Ahmet Adnan, Ulvi Cemal, saygıyla anılacak isimler. Hafif müziğimizde, Ergüder Yoldaş, Timur Selçuk, Barış Manço başka başka düzeylerde ve biçimlerde, bileşim deneyleri yapıyorlar.” der ve bir öngörüde bulunur: “Herhalde önümüzdeki yüzyıl içinde, Batı Türkleri ulusal bileşim sorununu çözecekler, geleneksel müzik zenginliklerini değerlendirmesini öğreneceklerdir.”16 Ayrıca, günümüzün önemli bir sorununa da değinir. Çağdaş Türk müziğinin arabeskin elinde olduğunu söyleyen Attilâ İlhan, halkın arabeske yönelmesinde sorumlu olarak aydınları görür.17 Mimaride ulusal sentez bakımından eksiklikler gören Attilâ İlhan, İstanbul ile Paris’i karşılaştırarak çeşitli çıkarımlarda bulunur: “…İstanbul’un siluetinden camileri ve minareleri kaldırınız, bir Türk şehri olduğunu anlayamazsınız. Oysa bütün katedrallerini ve çan kulelerini kaldırsanız da, Fransız şehirleri Fransızlıklarını, İngiliz şehirleri İngilizliklerini bağırırlar. Bu sivil mimaride, ümmet dönemi sentezinin korunması kadar, millet dönemi mimarisinin -yeni koşullara göre, elbette yeni tekniklerle- yine ondan üretilmesi değil midir?”18 Mimaride taklit düzeyinde yanlışların çok olmasına rağmen, Türk/Osmanlı mi- NİSAN 2013 - SAYI 158 • 11 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM mari geleneğinin zenginliğinin farkına varıl- sun kızım; taa ulusal kültürün, kadın este- maya başlandığını belirten İlhan, bu açıdan tiğine uygun makyaj bileşimini buluncaya gelecekten umutludur: kadar!”20 “Ulusal mimari teşebbüsü olmamış değil, Ulusal kültür sentezini çok farklı alanlara galiba yanlış olmuştur: Öncüler, dini mima- yayan Attilâ İlhan, çağdaşlığı yakalamış her riden hareket ederek, sivil yapılar düşünü- ulus-devletin bu yolu izlediğini ifade eder. yorlardı: Kubbeli banka merkezleri, borsa Mustafa Kemal Atatürk’ün -kendi ifadesiyle sarayları, bu yanlıştan doğmuştur. Tashih Gazi’nin- işaret ettiği ‘muasır medeniyetler edilemeden ‘kübiklik’ bastırmasın mı, üste- seviyesi’ne ulaşmada, kendi kültürel geç- lik Reich mimarisinden esinlenen tumturak- mişimize yönelip kendi iç dinamiklerimiz- lı bir Nazi ‘kübikliği’dir bu; ‘tahribatını’ sa- den yararlanarak yaratacağımız bir kültür vaş ertesinde anlar gibi olduksa da, güneş sentezinin son derece önemli ve gerekli ülkesi Türkiye’ye, bulut ülkelerinin sırf cam olduğunu belirtir. duvarlarını aktaran ‘ilerici’ mimarlarımız _____________________________________ hâlâ mebzuldü. Safranbolu evleri, Kula ev- * “Totaliter Laiklikten Demokratik Laikliğe” leri, Amasya evleri ‘uyanışı’, daha çok yeni: (Eyüp Can’ın Söyleşisi), Zaman, 12 Kasım Türk/Osmanlı mimari sentezinin gerçekte 1995. Söyleşi, Zeynep Ankara’nın yayıma fevkalade zengin bir composant’lar bileşke- hazırladığı Yalnız Şövalye Attilâ İlhan adlı si olduğunu nihayet anlayacak; bu anlayış- kitaptan alınmıştır. Bkz. Bilgi Yay. Ankara la, hem eski bileşkeden ölüme terk ettiği ne kalmışsa kurtaracak, hem de yeni yapacaklarını o tabana yaslanıp da yapacaktır….”19 Makyajdan çok iyi anladığını belirten Attilâ İlhan, kadın ve makyajdan bahsettiği bir yazısında ilginç bir ulusal sentez konusuna da değinir: “…yazıyı bağlarken sormadan edemeyeceğim: Türk kadınlarını iyice inceleyip, kişiliklerine uygun kaş biçimi, ne zaman araştırılacak? Al sana bir ulusal bileşim konusu daha! İster kalın kaşı, ister ince kaşı seç; bunda bile, yabancı kültürlerin estetik modellerine göre, kendine biçim veriyor- 12 • NİSAN 2013 - SAYI 158 1996, s. 114. ** “Attilâ İlhan: Türk Sanatı Kökünden Kopmadıkça Varlığını Kimse Yadsıyamaz”, Tan, 7 Aralık 1972, Bu söyleşiye Belgin Sarmaşık’ın, Attilâ İlhan’ın röportajlarını derlediği (Açtırma Kutuyu!.. (Röportajlar-1 1946-1983), Bilgi Yay. Ankara 2004, s. 106.) kitabından ulaşılmıştır 3 Attilâ İlhan; Ulusal Kültür Savaşı, Bilgi Yay., Ankara 1998, s. 15. Ayrıca bkz. Attilâ İlhan; Hangi Edebiyat, s. 403. 4 Attilâ İlhan; Ulusal Kültür Savaşı, Bilgi Yay., Ankara 1998. s. 163. 5 Attilâ İlhan; a.g.e. s. 16. 6 Zeynep Ankara (Haz.); Yalnız Şövalye Attilâ İlhan, (Nevval Çizgen’in Söyleşisi) Bilgi Yay., Ankara 1996, s. 85-86. BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 7 “Totaliter Laiklikten Demokratik Laikliğe” Attilâ İlhan’ın söyleşilerini derlediği (Açtırma (Eyüp Can’ın Söyleşisi), Zaman, 12 Kasım Kutuyu!.. (Röportajlar-1 1946-1983), Bilgi 1995. Söyleşi, Zeynep Ankara’nın yayıma Yay. Ankara 2004, ss. 104-107.) kitabından hazırladığı Yalnız Şövalye Attilâ İlhan adlı ulaşılmıştır. kitaptan alınmıştır.Bkz. Bilgi Yay. Ankara 1996, ss.106-117. 8 Attilâ İlhan; “Şiir Sanatı’nın Soruşturmasına 13Attilâ İlhan; Ulusal Kültür Savaşı, ss. 258259. 14Attilâ İlhan; Tutuklunun Günlüğü, s. 141. Cevap”, Şiir Sanatı, Mayıs 1967. Bu yazıya 15Attilâ İlhan; Hangi Edebiyat, s. 404. Tutuklunun Günlüğü’nden ulaşılmıştır. Tu- 16Attilâ İlhan; “Müzik Soruşurması”, Var- tuklunun Günlüğü, İş Bankası Kültür Yay., lık, nr.899, Ağustos 1982. Bu yazıya Bel- İstanbul 2002, ss. 149-151. gin Sarmaşık’ın, Attilâ İlhan’ın söyleşilerini 9 Attilâ İlhan; Yasak Sevişmek, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2003, s. 87. 10Attilâ İlhan; Böyle Bir Sevmek, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2004, ss. 64-69. derlediği (Açtırma Kutuyu!.. (Röportajlar-1 1946-1983), Bilgi Yay. Ankara 2004, ss. 338339.) kitabından ulaşılmıştır. 17Attilâ İlhan; Ulusal Kültür Savaşı, s. 233. 11 Zeynep Aliye; a.g.e. s. 260. 18İlhan; a.g.e. s. 255. 12“Attilâ İlhan: Türk Sanatı Kökünden Kopma- 19İlhan; a.g.e. s. 256. dıkça Varlığını Kimse Yadsıyamaz”, Tan, 7 Aralık 1972, Bu söyleşiye Belgin Sarmaşık’ın, 20Attilâ İlhan; Kadınlar Savaşı, Bilgi Yay., Ankara 1997, s. 163. NİSAN 2013 - SAYI 158 • 13 BEYBABA ÖZCAN TEMEL Âşığın muradı dolaşmak il il Çizer rotasını istemez delil Kırk sene boyunca gezdi yurdunu Dinletti sazını sözünü Cemil. D örtlük, Cemil Sabri Uzunömeroğlu’nun kaleminden çıkma. Kendini ele veriyor bir bakıma, dizelerde Uzunöme- roğlu. Görele’de yaşadığı yıllar; memurluk yaptığı yıllar; emeklilik yılları… Yakınları ve sevenlerince kendisine Beybaba denilir. Bu, kendisine değer vermek, saygı göstermek amaçlı bir hitaptır, kuşkusuz. Bu nedenle yadırgamaz, bu hitap şeklini, 14 • NİSAN 2013 - SAYI 158 Beybaba. Cumhuriyetle yaşıt dersek abartı yapmış olmayız. Cumhuriyet 1923’te kurulmuş, Beybaba 1924’te doğmuş. İyi bir okuyucudur Beybaba. Ondaki okuma, öğrenme, araştırma güdüsü, ilkokul yıllarına uzanır. Daha ilkokul yıllarında, Cumhuriyet ilkokulunda kendi çabasıyla duvar gazetesi hazırladığını, şiirler yazdığını çokça dinledim, kendisinden. İlkokul yıllarından arkadaşı Ahmet Kaçar da Merkez İlkokulunda duvar gazetesi çıkarıyormuş. Daha o yıllarda, başlamış iki kafadarın edebiyat dünyasına yolculukları… Bu güdü, giderek bir aşka, sevdaya dönüşmüş, Beybaba’da. Evindeki oturma odasının duvarlarını boydan boya kapatan kitaplıkta, yıllarca dam- BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM laya damlaya biriken onlar- yöntemleriyle ca kitap… Raflardaki her bir fakat hastalığın üzerinde bı- kitapta ellerinin, parmakları- raktığı aşırı titizliği silip ata- nın izleri sayfalarında gözle- mamış bir türlü. Bu hâliyle rinin izleri… dost, arkadaş olmuş yıllar yılı… Belli ki kendinin de Birikimli, donanımlı bir hoşnut olmadığı bu kendine adam Beybaba. İlerlemiş özgü durumundan, “hasta- yaşına rağmen onu genç lıktan kurtuldum ama üze- kılan, yaşama bağlayan bu rimde bu hal kaldı” diyerek ayrıcalığı olsa gerek. O tari- yakınır. “Kimsenin huyuna he, edebiyata, kültüre derin benzemez huyum” dizesiyle ilgi duyan, bu konuda daima kendini aşmaya çabalayan bir yolcu… Ne eline girebi, kazma yakışmış ne beline sepet ne sırtına harar… Daima uzak durmuş kırsalın yorucu, yıpratıcı işlerinden. Hiç ilgisini çekmemiş tarla, bahçe… Tek işi okumak, okumak, okumak ve düşünmek olmuş. kurtulmuş; başlayan bir dörtlüğünde anlatır kendini Beybaba: Kimsenin huyuna benzemez huyum Baştanbaşa hasret, ümit doluyum. Aşkın havuzunda biriken suyum Şimdi gürül gürül akmak isterim. Şiire ilgisi ilkokul yıllarına dayanır; o gün Düşünen, üreten, konuşan, yazan, hoş bu gündür hâlâ öz şiir yazmanın uğraşı sohbet, eskilerin ‘nevi şahsına münhasır’ içinde. Aşk, özlem, gurbet, ayrılık, güzellik, dedikleri duygulu, ince ruhlu; kızmayı, küs- ölüm temalarını yansıtan birçok şiir kaleme meyi, darılmayı beceremeyen, kendisiyle, almış. Ayrıca, tasavvuf içerikli, metafizik (fi- çevresiyle barışık, “nağmelerin göğsüne zik ötesi) konulu şiirlerle; kıtalara döktüğü baş koyan”, “gözyaşlarını okşayan” bir düşün (felsefi) ve yergi türü şiirlere de imza ozan… atmış. Hâlâ yeni yeni şiirlere imza atmak Yokluk, yoksulluk, kıtlık yıllarında geçmiş çocukluk ve gençlik dönemleri. Giresun’da okumuş ortaokulu, sonrası liseye devam etmiş bir süre Trabzon’da. Yakalandığı ince için çabalamakta… Ondaki şiir yazma isteğini, kutupta parlayan bir yıldıza benzetirim. Son nefesine kadar yüreğini aydınlatacak bir yıldıza... hastalığın pençesinden tıbbi tedavinin yanı Şiirlerinin çoğunda halk şiirimizin dörtlük sıra, kendine uyguladığı özel beslenme ve hece ölçüsü geleneğine bağlıdır. İçerik NİSAN 2013 - SAYI 158 • 15 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM olarak sembolist şiir anlayışına yakındır. Cenazemi gördüğün zaman firak, ayrılık Bunların dışında, klasik (divan) şiirin beyit deme, birimiyle ya da Batı şiirinin özgür koşuk ve Benim kavuşmam, buluşmam işte o sone tarzında da şiirler yazmıştır. Tema ve konu yönüyle renkli, ışıklı, gölgeli… Kocaman bir manzara tablosuna ustaca yerleşmiş gibidir şiirleri. Önde aşk, ölüm ve doğa güzelliğini yansıtan iri motifler; ortada özlemler, acılar, yokluklar, yoksulluklar; arkada fizik ötesi algılamalar, yergiler, övgüler… İçten dışa, önden arkaya, koyudan mata sıralanışlar… Deniz, doğa, dağ, gök; yıldızlar, yıldızlar ötesi arayışlar; bir de yüzünü ellerinin arasına almış; daima düşünen adam… Şiirlerine göz atıldığında ölüm temalı olanların sayıca ilk sırayı aldığı görülür. Bu tema, hemen hemen her şairde yer bulmuş; kimini korkutmuş, ürkütmüş; kimini hüzünlendirmiş, kimini duygulandırmış, kimini sevindirmiştir. Cahit Sıtkı’yı korkutan ölüm, kişneyen, sabırsız bir at imgesiyle dökülür dizelere... Kalmadı ümidin soluk ve cılız Işığında bereket. Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız zamandır. Şair-i âzâm (büyük şair) olarak bilinen Hamid’de soğuk, acı bir duygu fırtınasıdır ölüm. Gençken ölen eşi, onu isyan notasına getirir: “Görsem yeridir seni karanlık /Nurum benim ey İlah gitti!”. “Âsûde (dingin, huzurlu, sakin) bir bahar ülkesidir” Yahya Kemal’in duygu ikliminde, ölüm; “daha bitmeden yaşama sevinci” yitip gitmesidir bir insanın, Halide Edip’te: Yapraklar üşürken dökülür; Ağaçlar kışa soyunurken ölür. Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim. Hangi yürek dayanabilir ölüme? İçine ateş düşen susturabilir mi dilini? Avutabilir mi günlünü? Düğümleyebilir mi acılarını bağrına taş basa basa? Daha genç yaştayken ölen babası, ilk ölüm acısını yaşatır Beybaba’ya. Bunun etkisinde kalır, uzun yıllar. Ruhunda derin sızı, yüreğinde iyileşmez yaradır ölüm. Belendikleri boncuklu Bir at oldu nihayet. beşikte ölen çocuklar, zamansız ölen yakın- Mevlana için şeb-i arus’dur; yani dü- yüreğine. Dökülür duyguları, dizelere… ğün gecesidir, Tanrı’ya kavuşma zamanıdır. Sıradan, yalın bir ayrılık değildir. İşte Mevlana’nın sözleri: 16 • NİSAN 2013 - SAYI 158 lar, dostlar, arkadaşlar, tanıdıklar dokunur Beni de yakıyor çektiğin sevda Her günüm bir azap düştükçe yâda BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Ölmekte bir zevkmiş yalan dünyada dan sana akacak mıyım? / Ey deniz, şöy- Kendimi bu zevke atmak isterim le bir gün sana bakacak mıyım?” diyerek özlemini dile getirmiş... Doğası oldukça güzel ve çekicidir doğduğu, büyüdüğü yörenin. İnsanların özlem duydukları yeşiller, maviler, beyazlar… Deniz, dere, dağ, yayla, bağ, bahçe hiçbir şeyi esirgememiş her şeyi cömertçe sunmuş yüce el buralara. Güneş, sis, duman, yağmur, kar; sakin dere, dingin deniz, ulu dağlar, huzurlu yaylalar, yeşilin bin bir tonunu yansıtan ağaçlar, fındık bahçeleri, yemyeşil topraklar… İşte, buralarda arar, Beybaba; şiirin soluğunu, ışığını, sesini; söylenen türkülerin kayıp nağmelerini: “Ararım türkülerin kayıp nağmelerini / Şimal ayazı yemiş fındık bahçelerinde.”. Görele sonsuz bir esin kaynağıdır, Beybaba için; onun her görünümü, her anı, her rengi gönül tellerini titretir… Çömlekçi deresinin yazın azalan suyu Arıyor kuytularda kaybettiği uykuyu Kara su yılanları bunalmış pusularda Geziniyor balıklar yosun tutmuş sularda. Beybaba, gözlerini açtığı günden beri derenin su şırıltısını dinlemiş; denizin dalga sesini. Kıyılarda yürümüş, kumsallarda gezinmiş, derede çimmiş, denizde yüzmüş... Beyaz köpükler, mavi dalgalar, uçan martılar… Ruhuna dolmuş, esin tellerini titretmiş ve dizeler art arda dile gelmiş: Beyaz köpüklerden uçtu martılar Dalgalı ruhumda şimdi hüzün var Şimdi ufuklarda başka bir gün var Dalgalar dalgalar mavi dalgalar… Dün hazzı yaşardım kumlar yorgundu Oynaşan ışık, renk bana vurgundu Güneş sevimliydi, derya durgundu Berraktı, coşkundu mavi dalgalar… Aşkı, sevdayı, sevgiyi dile getirmede, sevgiliyi dizelerde resmetmede, betimlemede oldukça başarılıdır Beybaba. Güzelleme tadındadır, edasındadır dörtlükler. Karacaoğlan’ın, Emrah’ın, Âşık Ömer’in Enginliği, büyüklüğü, derinliği ile daima kendine çekmiştir deniz, şairleri. Daima güzellemelerindeki rahat söyleyiş, hoş koku, sıcak doku sezilir dörtlüklerinde. onlara esin kaynağı olmuştur. Kimi ona bakarak “Yürü! Hür maviliğin bittiği son Sevgilim yine kumral saçların dalgalı mı? hadde kadar! / İnsan âlemde hayal ettiği Kıvrım kıvrım mı yine alnında tokalı mı? müddetçe yaşar.” diyerek duygularını dile Ah yine sevdalı mı ince keman kaşların? getirmiş kimi “Bir gün nehirler gibi çağ- Yine ufuk rengi mi o tatlı bakışların? layarak derinden / Dağlardan, ormanlar- NİSAN 2013 - SAYI 158 • 17 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Beyit birimi ile yazdığı şiirlerinde, Arap ve Fars geleneğine bağlı klasik (divan) şiiri- Çalamazdı Görele kemençeyi üç telden nin kendine özgü ses ritmini, sanatlı söyle- Küflü çökelek ile yağlı lavaş olmasa. mini yansıtma çabasındadır. Konusu övgü ……………… ya da yergi olan kimi şiirlerinde, klasik şiiri Ağaç şüpheye düştü dalındaki filizden bicimce benimseyen Tanzimat edebiyatı Diyor ki anlamıyor kimse melalimizden… şairleri Ziya Paşa ile Namık Kemal’in dil ve söyleyiş edası sezilir yer yer . Klasik tarz denemeleri, uyak örgüsü gazel tipi olan kasidelere benzese de teknik olarak tam bir kaside sayılmaz. Beybaba, bu denemelerinde aruz yerine hece ölçüsünü yeğlemiştir. Yahya Kemal eski şiiri (klasik) yeni bir anlayışla gün yüzüne çıkarırken onun dış ve iç dokusunu, yani uyak ve ölçüsünü, dönemsel dil özelliklerini, anlatımını; konu ve temasını dikkate almıştı. Bu tarz şiirdeki başarısının özünü bunlar oluşturuyordu. Her ne kadar, Beybaba da Yahya Kemal’in izinden gitmek için yola çıkmış; onun başardıklarına yeni yeni eklemeler yapmak; yeni bir soluk katmak istemişse de bunu yaparken birkaç “kıt’a”sı dışında, aruz yerine heceyi yeğlemesi; böylece yeni bir harmanlama denemesine girişmesi her ne kadar yenilik gibi algılansa da “Bunda, ne kadar başarılı olabilmiştir?” ya da “Böyle yapması ne kadar doğru olmuştur?” sorusu Aruzun; ‘fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün’ kalıbıyla kaleme aldığı bir iki ‘kıt’a’sında, klasik şiire el atması, Beybaba’nın şiir atmosferinde ne denli geniş bir bilgi ve birikime sahip olduğunu göstermesi açısından önem taşır. İşte onlardan biri: Güle baktım yeni doğmuş güneşin dengi gibi Yine sevdâ dolu akşamların âhengi gibi Düşünür gönlümü ihyâ eden îrfanı felek Kara hülyâlara dalmış gecenin rengi gibi. Yine aruzun aynı kalıbı ile kaleme aldığı bir şarkısı “Acılar nağmelerin göğsüne koymuş başını / Akıtır gözlerimin rengine hicran yaşını” dizeleriyle başlar; “Görürüm her neye baksam o güzel sevgiliyi / Akıtır gözlerimin rengine hicran yaşını” dizeleriyle son bulur. zihinleri kurcalamaktan geri kalmayacaktır. Geniş anlamda edebiyatı, dar anlamda İşte beyit birimi ve hece ölçüsü ile oluştur- şiiri sevmesinde; şiire gönül vermesinde, il- duğu klasik tarz şiirlerinden birkaç örnek: kokul öğretmeni Rahmet Bey’in önemli katkısı olmuş Beybaba’ya. İlk kıvılcımı ondan Yıkılırdı evimiz temeli taş olmasa almış. Sonrası halk şiirimizin ünlü temsilci- Boş kalırdı midemiz sofrada aş olmasa. leri, beş hececiler, öz şiir anlayışının önem- 18 • NİSAN 2013 - SAYI 158 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM li temsilcisi Necip Fazıl, Fransız sembolik Varsa henüz nefesim şairler… Baudelaire, Mallarme, Verlaine, Bir cılız nağme sesim Rimbaud, Valery ve bizdeki temsilcileri Ha- Çırpınıyor hevesim şim, Cenap, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Limon kabuklarında Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip… Onların şiirleriyle yoğrulmuş, beslenmiş, mayalanmış… Dalınca bakışlarım Nihayet kendi kozasını örmeye başlamış. Çatılıyor kaşlarım En güzel nakışlarım Açıldı yaprak yaprak Limon kabuklarında Bende her şeyin hası Mavi gök, gülen toprak Kimsenin yok tasası. Niçin şair olduğunu, neden şiire yöneldiğini “Şiir sevgisi ağır bastığı için şairliği tercih ettim. Kardeşlerimden Turgut ressam, Bahar dallara âşık Erol Türk sanat musikisi bestekârı oldu.” Dallar karma karışık cümleleriyle anlatır. Şiir bir sevdadır, bir Penceremde sarmaşık aşktır dahası, tanıdık bir güzeldir: Ve şeytanın rüyası… Sözleri şiirleşen İlkokul yıllarından beri kalemini elden Bir güzel tanıyorum düşürmemiş yazmış, yazmış, yazmış; ken- Onu her dalgası şen di tabiriyle “türküler söylemiş” Beybaba… Bir alev sanıyorum. Bir de keman yapmış; kendi elleriyle. Özel bir sevgisi var; el emeği, göz nuru ile yaptı- Memuriyeti nedeniyle, uzun yıllar doğ- ğı kemanına karşı. Boynuna dayayıp keyif- duğu, büyüdüğü topraklardan ayrı kalan le çalıyor zaman zaman. Kemanın kendine Beybaba, kendini yabancı hissetmiş, tek benzediğini söylüyor gururla; “ bu kemanda tanıdığın olmadığı, dağları dağlarına ben- sesim, sevgim, sevdam, gönlün var” diyor. zemeyen gurbette, hep sılaya özlem duy- Bir şair, bir okur, bir düşünür, bir usta; “his- muş; kavuşma ümidi, bütün sıcaklığı ile lerini limon kabuklarında ezen” bir adam. minik bir kuş gibi çırpınmış içinde ve son dizeler dökülüvermiş ak kâğıtlara: “Ve ak- Bir inilti sezerim Limon kabuklarında Hislerimi ezerim Limon kabuklarında lıma bembeyaz saçlarıyla /Anacığım geliyor.”. Annesine aba, babaannesine nene derdi Beybaba. Anacığım dediği, nenesidir kuşkusuz. Çocukluğundan okul yılları- NİSAN 2013 - SAYI 158 • 19 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM na, delikanlılığından evlenmesine kadar den önce. Çiçekler, kuşlar, böcekler ona ve üzerinde derin etkileri, izleri olmuş nene- sevgilisine yollarda şarkı söylerken Beyba- sinin. Yoksulluk, yokluk ve kıtlık yıllarında ba suskun kalabilir mi? Beybaba’yı Giresun’da ortaokula yazdıran, kalenin eteklerinden topladığı sebzelerden Her çiçekte bir beste var, çorba yapıp Beybaba ve yakın arkadaşları- Her gagada bir ötüş. na yediren yiğit, okuma yazması olmadığı Gel sevgilim, gel güzelim hâlde ileriyi görebilen, toparlayıcı bir kadın- Artık gel. mış Zernişan (halk dilinde Zelişan) Nene. Şarkımızı söylüyorlar yollarda… Bu ince, uzun yapılı, çakır gözlü, akıllı, bilge, korumacı, çalışkan, ekmeğini taştan çı- Sabır isteyen, gönül isteyen, yürek is- karan, güler yüzlü, tatlı dilli neneyi çocukluk teyen, emek isteyen bir uğraştır şairlik, ta- yıllarımda yakından tanıyan şanslı biriyim. nımlamasını kullanmıştım, Ahmet Kaçar’la Çeşmeden doldurduğu su küpünü el doku- ilgili bir yazımda. Bu tanımda dile getir- ması odun ipiyle sırtına bağlamış durumda, diğim özelliklerin fazlası var, eksiği yok elinden düşürmediği girebisi ile patika yol- Beybaba’da. Bu bağlamda, “Doğuştan dan evine gidişi, ölümünün üzerinden uzun özgürüm, gönlümce hürüm / Kristal va- yıllar geçmesine rağmen hâlâ dün gibi canlı zoda solmak istemem.” dizeleriyle şair bende. kimliğine gönderme yapar Beybaba. İste- Hayatında daima iki güçlü, destekleyici, yapıcı, yönlendirici kadın: Biri hayatta olmayan nenesi; biri hayat arkadaşı, eşi. Huzurlu, rahat bir ortam… Her çiçekte bir güzellik bulmasının, bir beste hissetmesinin, kısacası şair ruhlu olmasının “bu iki kadınla yakın bağlantısı var mı?” sorusunun yanıtını kestirmek öyle kolay olmasa gerek. Şiir ses ve imgeden oluşan estetik kaygı taşıyan, gönle, duyguya, düşünceye yönelik bir söylem, bir anlatım biçimi, her şey- 20 • NİSAN 2013 - SAYI 158 dim ki bu yazıda son söz, onun duygulu bir dörtlüğü olsun; böylece, onun bir dörtlüğü ile başlayan yazı yine onun bir dörtlüğü ile son bulsun. Gönül çekemiyor hasretini ah Her gece hayalin bana yar olur Söyler son türküyü bahçede sabah Kırılır dallarım sonbahar olur. Ve nihayet, iki bin on ikinin bir yaz sabahı türküler sustu. KAÇINCI VEDA AYDIN ADNAN GÜMÜŞ Fethiye Anadolu İmam Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni A Neyin keşkesini yapıyorum ki? Neyin? Bir iz arıyorum mazinin içinde zihnimi kurcalayan. Sadece bir iz. Zaten benden de bu izin cevabını yazmamı istiyorlar. İtiraf edi- nılar, kiralık anlardır. Kiralık anlar yorum diye başlamalı bu yazıya. En zoru yeryüzünün bitmez tükenmez za- bu galiba, itiraf ve dört gözle beklenen söz- man dilimlerinde yer alır ve zama- cükler. na yenik düşer. Bir ses olarak o günlerden bugüne uğrar. Üç şekerli demli çayda erir. “Veda etmeseydin” sen diye sordu bir adam bana. Gözüme vedalar dokundu. Ne zor bir soru. Keşke yapmasaydım. Keşke dağları yarıp gelmeseydim. Keşke çöllerde onu aramasaydım. Keşke yolculuğa çıkmasaydım ve keşke demeseydim. İtiraf ediyorum. Sabah tıraş olmadan okula gittim. Ayakkabılarımı ilk kez boyamadım. İlk kez derse hazırlıksız girdim. İlk kez elimde kitap götürmedim, okumasam da masaya koyduğum kitabı… Hangisini yazsam. Bir türlü bilemedim. En iyisi “veda”larımı yazayım ama kaçıncı NİSAN 2013 - SAYI 158 • 21 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM vedayı? Belki de her veda içinde zihnimde bağdaş kurmuş oturan ‘an’ları… Lisesi’ne öğretmen seçimi”. Başvuruyu yapıyorum ve dönem sonu- Milenyumun ilk ayak seslerinde; öğret- nu beklemeden başka bir okula daha atanı- menliğe başladığımın ikinci yılının kasım yorum. Benden sonra yerime kadrolu Türk- ayında öğrenim özrü nedeniyle tayinim çık- çe öğretmeni uzun bir süre atanmıyor. Şiir tı. Memleketime olan bu tayini çok istemiş- dolu yürekleri geride bıraktığım “an”a şiirler tim oysa. Ama günler günleri kovaladıkça cevap vermiyor. Keşke gitmese miydim, di- ilk öğrencilerime olan özlemim arttı. Yeni bir yorum ama ben istedim. öğretmen, yeni bir anlayış onları üzmüştü. Bırakmamalıydım. En azından dönem sonuna kadar beklemeliydim. Aslında ben de öyle olacağını umuyordum. Belki özlemim az olurdu. Tayinimden sonra öğrencilerimin mektubu hâlâ zarflarında duruyor. Zorunlu hizmette; zor gelince hayat, insan öğrencilerine sarılıyor. Horlanan, dışlanan, iteklenen meslek lisesi öğrencileri arasında olsan bile. İlk duyduğumda anlamakta zorluk çektiğim “insan taklidi yap” sözü gölgesinde yaşanan anlara şiirle sarı- Elime tutuşturulan kâğıtta beklediğim an lıyorum. Ortak paydam oluyor şiir. Güvenil- vardı. “Gitmek ya da gitmemek bütün me- meyen öğrencilerle Öğretmenler Günü’nde sele bu…” Gitmek; yeni yolculuk, sevdikle- salon programında yer alıyoruz. Arkasın- rinden ayrılmak ya da yeni dostlar bulmak dan okul gecelerindeki şiir dinletileri izliyor. demekti. Kimse inanamıyor. Müdürüm teşekkür ya- İkinci okulumda; öğrencilerin sıcaklığı- zısına şöyle başlıyor: nı duyunca bir başka mevsime geçiyordu “Yaptığınız program ilde beğenildiğin- insan. Hüzün ertesine… Şiir üzerine kuru- den dolayı…” Beğenilmeseydi… İşte, orası lu bir düzene… Bedenleri ve dimağları şiir muamma! yakalıyordu. Dinletiler düzenliyoruz, şiirler okuyoruz. Şiir yolculuğu “Öğretmenler Günü” ile başlıyor. Bunu “Ve İnsan” ve arkasından “Dostluk ve Umut Küçük Şeyler de” izliyor. Yine millî eğitimde davalar açılıyor bir şeyler değişiyor ve ben Anadolu kadrosu hakkımı kaybediyorum. Sınav ve sonucunda başvuru ile bir başka okula tayin oluyorum. Biliyor musunuz? Bu okula da dönemi Ve bir yazı, “herkes kendi branşında bitiremeden, bir nisan günü, gidiyorum. Gi- çalışsın” diyor. Mezuniyetim Türk Dili ve dince bir süre dersler boş geçiyor ve ücretli Edebiyatı ve ben Türkçe öğretmenliği yapı- bir öğretmenle işler hallediliyor. yorum. Bu arada bir yazı daha “Öğretmen 22 • NİSAN 2013 - SAYI 158 Aslında her vedanın bağdaş kurup otu- BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ran ‘an’larını bulup buluşturup valizden çı- çiçek saksısını ayarlar ve muhabbetin ta- karınca bir başka ışıkla parlıyor. Duvarların dını çıkarırdım sessizce. Çay saatinin bir sessiz çığlığı örülüyor her kapının ardında. an önce gelmesini beklerdim. Çantamda Sınıfta başka, öğretmenler odasında baş- simit yalnız kalmasın diye. Çayla anlam ka- ka ve başka kapı arkalarında bambaşka zanırdı bol susamlı simit. Çay, demlenmiş ‘an’lar. demliğiyle dururdu masada. Önce çayın Buralarda sığındığım limanlardan biri kütüphane bir diğeri de öğretmenler odasıdır. Buralarda kitaplar dolaplara sevdalıdır. Ama öğretmenler odasında kitap sevda- kokusu yayılır sonra muhabbeti. Simidin de talipleri kuyruğa girer bir bir. Bir lokmadan sonra boğazımıza inen sıcaklık yüreğimizi ısıtıverirdi. sının üstünde bir sevda tüter: Çay. Orada Öğretmenler odası her teneffüste sır- geçen zaman insanı dinlendiren bir yerdi daşlarını beklerdi. Öğrenci merkezli konuş- benim için. Önce her zaman oturduğum malar sıralanırdı. koltuğa kurulur, ardından masada duran - Ya Muammer Hoca sen şu Ferrari NİSAN 2013 - SAYI 158 • 23 Hatta Kerem Bey’e tekrar baktırdık. Sonuç aynıydı. Bu çocuğun acilen donanımlı bir hastanede ameliyat olması gerekiyor. Pazar günü yola çıkacak şekilde biletlerini ve kalacak yerlerini ayarladım ama ailenin maddi desteğe ihtiyacı var. Yol paraları bile yok.” İdareci arkadaş bunu der demez daha kimseden bir talep bile gelmeden orada bulunan öğretmenler sanki ceplerindekini masaya bırakıyorlardı. Bir yandan ders zili bizi çağırıyor bir yandan da masanın yükü gittikçe artıyordu. Edip Cansever’in şiirindeki gibi Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke hikâyesini bir kez daha anlatsana. Sen anlatınca gülmekten kırılıyoruz. oldukça çıkarır ve onları yeniden düzenle- - Arkadaşlar, Ferrari eskidi artık ben size yeni bir şey buldum. Onu anlatayım. latılacak fıkranın som anını bekliyordu tebessüm dolu yürekler. Ama çayın tadı da tebessüm de birden donakaldı. bir konunun havası vardı. da şiirler ezberletsem, “veda” mısraları hiç dilime dolanmasa diyorum. Yine bir veda düştü. Uzaklardan süzülyolculuğun görünmez sıcaklığını, yollara nakşediyordu. Uzanan, uzandıkça yak- birinin acilen ameliyat olması lazım. Bugün buraya annesi geldi. Çocuğu doktorda muayene olması için gerekli girişimleri yaptık. 24 • NİSAN 2013 - SAYI 158 hep zorluyor. Yüreğime bir ok gibi saplanı- düm, bir kar tanesi gibi koynuna. Saatler Kapıdan giren idarecinin sesinde ciddi öğrencilerimizden rim. Ama valizler dolsa da bu vedalar beni yor ve hep keşke bir okulda kalsam, kalsam Dudaklarımızda çayın tadı dururken an- “Arkadaşlar Her vedayı bir valizde saklarım. Lâzım laşan veda, kar taneleri ile düştü. Şiirle örülen, sevgiyle taçlandırılan, yüzlerdeki tebessümle, gözlerdeki ışıkla, kamaşan anlara veda düştü. KALABİLSEYDİK ÇOCUK BETÜL GÜNEL ÇETİN Mümkün olabilseydi de, Kalabilseydik çocuk, hep, Masallarla uyuyup, Salıncakta sallansaydık. Özgür, mutlu, huzurlu, Kar yağınca sevinç çığlıkları atıp, Fırlayıverseydik sokağa. Gömülüverseydik içine, Aldırmadan kimseye, Fırlatsaydık kartoplarını, Bir bir rüzgâra doğru. Düşünmeden, umarsızca, neşeyle… NİSAN 2013 - SAYI 158 • 25 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Mümkün olabilseydi de, Kalabilseydik çocuk. Anında tamir edip kalplerimizi, Luna parka koşup, Pamuk helva yiyip, Avutsaydık tüm yalnızlıklarımızı. Günahlarımızı dolayıp uçurtmaya, Uçurtabilseydik rüzgârda. Aldırmadan zamana, Renk renk balonları, Savursaydık yıldızlara. Dertlerimiz de bizim gibi, Küçücük kalıp, Öyle saf, öyle haşarı, Durabilseydik hayata karşı… 26 • NİSAN 2013 - SAYI 158 ÇANAKKALE GEÇİLEMEZ KENAN ÇARBOĞA Bu ses Türk’ün gür sesidir Engel bilmez hür sesidir Bu bir bozkurt, gür sesidir Bu ses büyür, küçülemez! Çanakkale geçilemez! İngiliz, Fransız ile Anzak, Hintli, yamyam, köle Saldırdı bu kutlu ele Bu el zorla açılamaz! Çanakkale geçilemez! Yığın yığın kuduz kelpler Saldırsa da korkmaz kalpler Hak ipine bağlı alpler Tespih gibi saçılamaz! Çanakkale geçilemez! NİSAN 2013 - SAYI 158 • 27 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Güneş doğar, ay dolunur Yurda kurban koç olunur Can verilir, can alınır Bu diyardan göçülemez! Çanakkale geçilemez! Kerküklü, Batumlu erler Ocağı yetimli erler Alevi, Kırmanç neferler Birbirinden seçilemez! Çanakkale geçilemez! Yedi düvel durma, savuş! Bize düğün, bayram dövüş Sağken Seyit, Yahya Çavuş Boğazlardan kaçılamaz! Çanakkale geçilemez! 28 • NİSAN 2013 - SAYI 158 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Gölge olmaz tuğumuzda Solumuzda, sağımızda Bizden uğrun göğümüzde Kuş olunsa uçulamaz Çanakkale geçilemez Bu bedenden can çıkmadan Bu dünyadan el çekmeden Yer yarılıp gök çökmeden Türk’e kefen biçilemez! Çanakkale geçilemez! NİSAN 2013 - SAYI 158 • 29 GÜNDEM İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü Taceddin Dergahı’nda düzenlenen etkinliğe katılan Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “İstiklâl Marşımızı milyonlarca çocuğa öğreten anlatan, öğretmenlerimizin bakanı olmaktan gerçekten müftehirim” dedi. A nkara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü dolayısıyla Taceddin Dergahı’nda etkinlik düzenlendi. Etkinlikte konuşan Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, etkinliğe katılan çocukların üşüdüğünü belirterek konuşmasını uzatmak istemediğini söyledi. İstiklâl Marşı için ilk teşebbüsü başlatan Maarif Vekaleti’nin yani Millî Eğitim Bakanlığının mensubu olmaktan gurur duyduğunu ifade eden Bakan Avcı, “İstiklâl Marşımızı milyonlarca çocuğa öğreten anlatan, öğretmenlerimiz bakanı olmaktan gerçekten müftehirim. Mehmet Âkif’i, Taceddin Dergahı’nı, İstiklâl Marşı’nın yazılış hikâyesini yıllardır millî hafızamızda tazeleyen Yazarlar Birliği’nin kurucu üyelerinden olmaktan dolayı müftehirim” dedi. Ankara Valisi Yüksel de Mehmet Âkif Ersoy’un millî ve manevi anlayışı, çağdaş 30 • NİSAN 2013 - SAYI 158 düşünceyle yoğuran; toplumcu, millî ve ahlaki yeni bir çığırı Türk şiirine getiren büyük bir şair olduğunu anlattı. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Kurucu Onursal Başkanı Mehmet Doğan, 92 yıl öncesinin hafızalarda yaşatıldığını belirterek, “Biz millet olarak genelde zaferleri, savaşan kahramanlarımızı hatırlarız. Edebiyatçılarımızı, söz ustalarını hatırlamak pek alışkanlığımız değildir fakat şunu unutmamalıyız. İstiklâl Marşı’nın TBMM’de kabul edilmesi büyük zaferlerimiz kadar önemli bir yıl dönümüdür” dedi. Programa bazı milletvekilleriyle Vakıflar Ankara Bölge Müdürü Aslan Yıldız da katıldı. Bakan Avcı, programdan sonra Hamamönü’nde, vatandaşlar ve öğrencilerle sohbet etti, fotoğraf çektirdi. Bakan Avcı daha sonra Ankara Millî Eğitim Müdürlüğünün, Başkent Öğretmenevinde düzenlediği “12 Mart İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma” programına katıldı. BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Öğrencilerden Ersoy’un eserlerini mutlaka okumalarını isteyen Bakan Avcı, ayrıca Sezai Karakoç ve Nurettin Topçu’nun yazdığı “Mehmet Âkif” isimli eserleri de okumaları için tavsiyede bulundu. Bu kitapları Eskişehir’de lise öğrencisiyken okuduğunu belirten Bakan Avcı, eserlerin tekrar tekrar okunması gerektiğini söyledi. Bakan Avcı, “Mehmet Âkif’i ve onun faziletli, kahraman arkadaşlarını, birinci meclisimizin değerli üyelerinin tümünü rahmetle ve minnetle anıyorum” dedi. Bakan Avcı, Ayrancı Anadolu Lisesi öğrencilerinin, Mehmet Âkif Ersoy’un hayatını anlatan bir oratoryo da sergilediği etkinlikte, ortaokul ve liseler arasında düzenlenen “Mehmet Âkif” konulu portre yarışmasında dereceye girenlere ödüllerini verdi. Etkinliğe katılan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Konfüçyüs Merkezi Direktörü Wang Shangping de Çin’de bu tür etkinlerin çok fazla düzenlenmediğine dikkati çekti. Mehmet Âkif Ersoy gibi bir şairlerinin olmadığını da dile getiren Shangping, “Böyle millî bir şairimiz yok ama millî marşımız da bir savaş sonrasında yazıldı” diye konuştu. Bakan Avcı, Filistinli Öğrencileri Kabul Etti Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “Filistin, bir milletin onurlu, haysiyetli yaşam mücadelesinin adıdır. Bu mücadele en fazla eğitim ve kültür alanında yapılacaklarla zafere ulaşacaktır” dedi. akan Avcı, Başbakanlık Kamu Diplomasi Koordinatörlüğünce yürütülen program kapsamında çeşitli kurumları ziyaret etmek üzere Türkiye’ye gelen 35 Filistinli öğrenciyi kabul etti. B kalabalık olan sınıflar, Filistin’e uygulanan ambargolarla yapılan yardımların azalması nedeniyle daha da kalabalıklaşmış ve okulların finanse edilmesi zorlaşmıştır” diye konuştu. Bakan Avcı, 1994’te geçici olarak kurulan Filistin Ulusal Yönetimi’nin kalkınma yolunda belirli mesafe kaydettiğini ancak içinde bulunduğu işgâl, bölgesel kısıtlama, abluka ve ambargo nedeniyle ilerlemenin Filistin’in gerçek potansiyelinin altında ve sınırlı kaldığını söyledi. Filistinlilerin eğitime çok önem verdiğine işaret eden Bakan Avcı, Filistinli makamlarca hazırlanan raporlarda İsrail işgâlinin olumsuz etkilerine dikkat çekildiğini bildirdi. Doğrudan ve dolaylı baskıların en çok Filistinli gençleri, çocukları, öğretmenleri etkilediğini vurgulayan Bakan Avcı, “Zaten Bakan Avcı, raporlara göre, 29 Eylül 2000 ile Ocak 2003 arasındaki sürede 98 kız ve erkek öğrencinin işgâl güçlerinin saldırılarıyla hayatını kaybettiğini, 2 bin 780 öğrencinin de yaralandığını ifade etti. NİSAN 2013 - SAYI 158 • 31 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Filistin eğitim sisteminin, işgâl ve ablukada uğradığı maddi hasarın milyonlarca doları bulduğunu anlatan Avcı, tüm bunlara rağmen Filistinlilerin eğitime verdiği önemin takdire değer olduğunu söyledi. Bakan Avcı, “Sizler Filistin’in sadece toprak adı olmadığını en iyi bilenlerdensiniz. Filistin, aynı zamanda bir milletin onurlu, haysiyetli yaşam mücadelesinin adıdır. Bu mücadele en fazla eğitim ve kültür alanında yapılacaklarla zafere ulaşacaktır” dedi. Türkiye’de geçen yıl köklü bir değişimle zorunlu eğitimin 8 yıldan 12 yıla çıkarıldığını hatırlatan Bakan Avcı, bugün pek çok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan daha fazla öğrencinin eğitimine devam ettiğini aktardı. Bakan Avcı’nın, Filistinli öğrencilere yönelik “Türkiye’ye gittik, Millî Eğitim Bakanı dura dura yavaş yavaş konuşuyordu, anlamadık, neden diye merak ettik’ derseniz, Millî Eğitim Bakanımız arkada simültane çeviri yapanlara yardımcı olmak için dura dura konuşuyor. Yoksa ben hızlı da konuşabilirim” sözleri gülüşmelere neden oldu. Türkiye’de 12 yıllık zorunlu eğitime geçişin kolay bir hamle olmadığını dile getiren Bakan Avcı, Türk eğitim sisteminin, okulların altyapısının yeniden düzenlenmesi ve öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, eğitim çalışanlarının özverili çabalarıyla geçiş sürecinin sarsıntısız gerçekleştiğini kaydetti. Filistinli öğrencileri üniversite eğitimi için Türkiye’ye davet eden Bakan Avcı, daha sonra öğrencilerin sorularını yanıtladı. Bir öğrencinin “48 yıldır Filistinli gençlerin bilimselliği bırakıp silaha sarılarak mücadele ettiğini ayrıca yardımlarından dolayı Türk halkını sevdiklerini” söylemesinin ardından Bakan Avcı, “Arkadaşlarımıza işa- 32 • NİSAN 2013 - SAYI 158 ret verdim. O konuşmaya başladı, gayet güzel anlaşıyorduk. Yanımdaki arkadaşım Arapça dinlemekte olduğumu, Türkçe’ye çevrildiğini söyledi. Ben nece dinlediğimin de farkında olmadan söylediklerinizi anlıyordum. Muhabbet olunca anlaşmak kolay oluyor” ifadelerini kullandı. Filistinli öğrencinin “Türkiye’den mesleki eğitimle ilgili yardım istemesi” üzerine Bakan Avcı, Gazze’de mesleki eğitim konusunda neler yapılabileceklerine ilişkin bir çalışmaları bulunduğunu, Millî Eğitim ve TOBB’dakilerle projenin durumunu ve bunun daha ileriye götürülmesi için yapılması gerekenleri görüşeceğini söyledi. Bakan Avcı, “Son yıllarda Başbakan Erdoğan ile çalıştınız, aklınızda kalan önemli anekdotları paylaşır mısınız” şeklindeki sözler üzerine, şunları kaydetti: “10 yıl oldukça uzun bir süre, bunu günlerce anlatmamız gerekir. Ama Sayın Başbakan ile özellikle Ramallah’a yaptığımız geziyi, ziyaretiniz vesilesiyle bir kez daha hatırladım. Sayın Başbakanımızın orada Filistinli kardeşlerimize verdiği mesajları bir kez daha hatırladım. Ramallah’a geçmeden önce İsrailli yetkililere verdiği mesajları tekrar hatırladım. Zaman içinde bu mesajların, ikazlarımızın, özellikle İsrail’e yönelik uyarılarımızın tutulmamasının nelere mal olduğunun acı örneklerini nasıl yaşadığımızı hatırladım. Bir de Gazze’ye gitmek üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisine yapılan baskın sürecini hatırladım.” Bakan Avcı, Mavi Marmara baskınının yapıldığı gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Şili’de olduklarını, baskın haberini alınca Başbakan Erdoğan’ın heyeti toplantıya çağırarak “hemen Türkiye’ye dönmeleri gerektiğini” söylediğini bildirdi. Farklı milletlerden 600’e yakın gönül- BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM lünün, Mavi Marmara baskınından sonra İsrail’de tutulduğunu belirten Bakan Avcı, “Başbakan’ın o gece Obama ile telefon görüşmesinde 600 gönüllünün 24 saat içinde serbest bırakılmaması halinde Türkiye’nin kendisine yakışanı yapacağını söylediğini hatırladım” diye konuştu. Telefon görüşmesinin akabinde saat 05.00’te dört kişilik heyet halinde 3 uçakla Tel Aviv’e gittiklerini, 12 saat içinde gönüllüleri hastanede kalanlar da dahil olmak üzere teslim aldıklarını ifade eden Bakan Avcı, gönüllüleri Hava Kuvvetlerinin uçaklarıyla Türkiye’ye getirmelerini hatırladığını kaydetti. Türk ve Filistin üniversitelerinin kardeş olmasına önem verdiklerini vurgulayan Bakan Avcı, Anadolu Üniversitesi ve daha önce çalıştığı İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin yetkilileriyle bu konuyu görüşeceğini ifade etti. Bakan Avcı, Filistin mülteci kamplarında öğrenci, çocuk ve gençlere doğrudan değil hükümetler aracılığıyla yardım edildiğini kaydetti. Bu konuda son yıllarda Türkiye’nin tecrübe birikiminin olduğunu anlatan Bakan Avcı, Türkiye Hükümeti’nin ülkeye sığınan yüz binlerce Suriyeli için ciddi kaynak ayırdığını, eğitimleri konusunda da iyi bir organizasyon gerçekleştirdiğini söyledi. Suriye konusunda dünya kamuoyunda farkındalık olmadığına dikkati çeken Bakan Avcı, bu konuda Filistinli öğrencilerden destek istedi. Türkiye’de kamplarda barınan Suriyelilerin eğitim durumlarıyla ilgili bilgi veren Bakan Avcı, kamplarda 26 bin 693 öğrencinin eğitim gördüğünü, 1174 Arap ve Türk öğretmen bulunduğunu, 27 bin 221 yetişkine de değişik meslek alanlarında kurs verildiğini anlattı. Arap İslam Üniversitesi öğrencisi Şuheda Nisa Kaya’nın “İki ülke arasında Erasmus yöntemiyle öğrenci takası olabilir mi” sorusuna Bakan Avcı, Türkiye’nin, Erasmus benzeri yöntemler dışında hükümetten hükümete burs programını uyguladığını vurgulayarak, “Hemen hemen tüm Arap ülkeleriyle karşılıklı burs programlarımız var. Bunlar içinde de en büyük payı Filistinli kardeşlerimize ayırıyoruz” cevabını verdi. Bakan Avcı, kendisine Türkçe soru soran Şuheda Nisa Kaya’dan, Sezai Karakoç’un “Ötesini Söyleyemeyeceğim” şiirini okumasını istedi. Bakan Avcı, Filistinli öğrencilerin iş imkanlarının artırılmasına ilişkin şunları kaydetti: “Bizim Erasmus benzeri, Türk Cumhuriyetleri dahil olmak üzere tüm İslam ülkeleri arasında öğrenci ve araştırmacı değişimini içeren bir Mevlana projemiz var. Proje, inşallah en yakın zamanda hayata geçtiğinde ülkelerimiz arasındaki öğrenci, araştırmacı veya sanatçı dolaşımı artacak. Bu şüphesiz istihdam imkanlarının da genişlemesi anlamına gelecek.” Bakan Avcı, öğretmenlerin hizmet alanlarıyla ilgili sorunların bulunduğunu dile getirerek, “Bazı illerde öğretmen açıklarımız var. Çok sayıda öğretmenlik formasyonu alıp öğretmen olmak isteyen ama kadrolar yeterli olmadığı için görev veremediğimiz öğretmen adaylarımız var” dedi. İktidarları döneminde bütçeden en büyük payın eğitime ayrıldığını aktaran Bakan Avcı, altyapıya ilişkin sorunların büyük kısmının da çözüldüğünü ancak hâlâ yapılacak çok işleri bulunduğunu anlattı. Bakan Avcı, görüşmenin sonunda öğrencilere Mesnevi hediye etti. NİSAN 2013 - SAYI 158 • 33 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ‘Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti’ Etkinlikleri Başladı Etkinliklerinin başlaması dolayısıyla Atatürk Stadı’nda düzenlenen törene, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Eskişehir Valisi Kadir Koçdemir ile diğer protokol üyeleri katıldı. “E skişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti” etkinliklerinin başlaması dolayısıyla Atatürk Stadı’nda düzenlenen törene, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Eskişehir Valisi Kadir Koçdemir ile diğer protokol üyeleri katıldı. Törende konuşan Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Nasreddin Hoca’nın, “Dünyanın merkezi burası” dediğinde, dünyanın merkezinin sahiden aşağı yukarı Eskişehir ve çevresi olduğunu belirtti. O yıllarda yeryüzünde yaşayan birkaç yüz milyon insanın çoğunu birbirine bağlayan yolların da bu coğrafyada kesiştiğini dile getiren Bakan Avcı, şunları söyledi: “Dertli bir coğrafyaydı burası. Açlık, yoksulluk, güvensizlik kol geziyordu. Nasreddin Hoca’mız ve Yunus’umuz, Mevlana’mız ve Hacı Bektaşımızla birlikte sancılı bir dönemin şahidiydiler ama gülümsediler, gülümsettiler. İnsana ve hiç gelmeyecekmiş gibi görülen geleceğe güvendiler. Onların sayesinde bir medeniyetimiz oldu, 34 • NİSAN 2013 - SAYI 158 bu toprakların acılarını dindirdik. İnsanlık tarihine göz alıcı, gönül ferahlatıcı sayfalar ilave ettik. Yine yapabiliriz. Dertli coğrafyaların ortasında bir ümit adasında yaşıyoruz. Dertlerimiz yok değil. Evet, daha yapacak çok işimiz var ama unutmayalım az zamanda çok ve büyük işler de başardık. Mesela bugün Sayın Başbakanımızın teşrifiyle Mevlana’nın şehrini Yunus’un şehrine daha çok yaklaştıran seferleri başlattık. Mevlana’nın hemşehrileri artık Yunus’un hemşehrilerine daha yakın. Sadece birkaç merkeze değil, Anadolu’nun her yerine demir ağlarla hizmet götürme kararlılığımız inşallah bundan sonra da devam edecek. Bu hamlelerle ihtiyar Avrupa’nın gençliği, dağınık Ortadoğu’nun ilham kaynağı, uzak Orta Asya’nın yakını olmalıyız. Tarihin bu kırılma döneminde üzerimize düşeni, Yunus gibi tevazu içinde Nasreddin Hoca gibi mütebessim bir edayla sızlanmadan, arkaya bakmadan, bir tek gönlü kırıp dökmeden yapmamız gerekiyor.” Düne kıyasla bugün çok daha ümitli, her bakımdan daha güçlü ve zengin olduklarını ifade eden Bakan Avcı, Türkiye’nin, dünyanın her yerinde saygı gördüğünü vurguladı. Bakan Avcı, bu saygının hakkını vermek BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM için dünle beraber gidenlere hayıflanmayı bırakıp yeni şeyler söylemek gerektiğine dikkati çekerek, “Bunun için de önce kendimize, yani bizi bir millet yapan değerlerimize güvenmemiz gerekiyor. Bugün hep birlikte kendimize, Eskişehir’e, Türkiye’ye, çocuklarımıza, gençlerimize güvendiğimiz için buradayız. Tanış olmak, işi kolay kılmak, gönüller yapmak için buradayız” ifadesini kullandı. Oyuncu ve karikatürist Hasan Kaçan’ın canlandırdığı Nasreddin Hoca’nın stada girmesiyle başlayan törende ve Dede Korkut hikâyelerinden bölümler anlatıldı. Oğuz Kağan, Cengiz Han, Alparslan, Yunus Emre gibi Türk büyüklerinin yaşam öyküleri ile Türkler’in tarih sahnesine çıkışından günümüz Türkiye’sine kadar geçen süreç, görsel efekt ve müzikler eşliğinde yaklaşık 500 sanatçı tarafından danslarla sunuldu. Yunus Emre’nin ilahilerinin seslendirilmesi, sanatçı Ahmet Özhan’ın Türk Tasavvuf Musikisi’nden bazı eserleri yorumlamasıyla devam eden etkinlik, havai fişek gösterisi sunulması ve balonlardan oluşan Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti logosunun gökyüzüne salınmasıyla sona erdi. 3 Bin Öğrenci Çanakkale Şehitliği’ne Gidiyor Millî Eğitim Bakanlığı ile Ankara Ticaret Odasının öncülüğünde düzenlenen Çanakkale Şehitliği’ne 3 bin öğrencinin ilk etap uğurlama törenine, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı da katıldı. B aşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Çanakkale’ye çok önem verdiğini ve bu toplantıya katılmayı çok istediğini dile getiren Başbakan Yardımcısı Arınç, gelişen bir olay nedeniyle programa kendisinin katıldığını ifade etti ve Başbakan Erdoğan’ın selamlarını iletti. liklerde yazan isimlere ve memleketlerine dikkat etmelerini isteyen Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle devam etti: Başbakan Yardımcısı Arınç, “Çanakkale zaferdir. ‘Çanakkale geçilmez’ sözünü siz de biraz önce güçlü bir şekilde haykırdınız. Ayağının birisini boğazın bir tarafına, birisini diğer tarafına koyup 7 düvele karşı ‘Çanakkale geçilmez’ diye haykıran şanlı bir ecdadın torunlarısınız. Sizler çok mübarek, çok kutsal bir neslin çocuklarısınız” dedi. “Mesela orada Diyarbakır Lice’den şehit olmuş Mehmet’i, Bursa’dan Ahmet’i, Trabzon’dan, Çaykara’dan, Rize’den Hüseyin’i göreceksiniz. Muğla’dan bir başka ismi göreceksiniz. Lazkiye’den gelmiş, Kudüs’ten gelmiş askerlerimizi göreceksiniz. Yemen’den, Galiçya’dan, Balkanlar’dan gelenleri göreceksiniz. Osmanlı coğrafyasının her tarafından koşarak bu harpte şehit olmak için gelen, aynı ideal uğruna birbirinin kucağında şehit olmuş gençleri göreceksiniz. Öğrencilerden ziyaret edecekleri şehit- Diyarbakırlı, Liceli, Hanili, Kulplu HaNİSAN 2013 - SAYI 158 • 35 BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sanlar, Hüseyinler, Manisalı Ahmetlerin, Mehmetlerin kucağında şehit oldu. Hiç birbirlerinin ırkına, kökenine bakmadılar. Bayrakları birdi, devletleri birdi, inançları birdi, çok şükür vatanseverlikleri birdi. Bugün Türkiye, yine aynı ideal etrafında aynı birlik ve bütünlük içerisinde Çanakkale’de sahip olduğu bu güce Allah’ın izniyle yine mutlaka ve en kısa zamanda sahip olacaktır. Sizin Çanakkale’de göreceğiniz güzelliklerden biri de bu olmalı.” Bu memlekette bin yıldır aynı bayrak altında aynı idealler için yaşayan insanların fitneden, ırkçılıktan, fesattan uzak kalarak Çanakkale’ye koştuklarını vurgulayan Başbakan Yardımcısı Arınç, “Ellerinizdeki bayraklar her zaman özgür şekilde dalgalandı. Bundan sonra da özgür şekilde dalgalanacak. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacak” dedi. Savaşın muzaffer komutanlarından Büyük Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki başarılarda ne büyük payı olduğunun bilinmesi gerektiğini ifade eden Başbakan Yardımcısı Arınç, bu ülkenin insanlarının tarihe silinmeyecek bir destan yazdığını söyledi. Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı da konuşmasına başlarken, “Böyle çiçek bahçesi gibi çocukların arasında”, klasik bir konuşma yapmanın içinden gelmediğini, çok kısa ve içinden geldiği gibi konuşmak istediğini söyledi. Bunun üzerine salondakiler Bakan Avcı’yı alkışladı. Bakan Avcı, da esprili bir dille “Bu alkışlar çok kısa konuşacağım de- 36 • NİSAN 2013 - SAYI 158 diğim için mi” diye sordu. Bakan Avcı, son 10 yıldır, aşağı yukarı Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan derslik sayısı kadar derslik yapıldığını ifade ederek, “Bunların içinde bir tanesi var ki hepsi bir kenara o bir kenara. O da Çanakkale’deki şehitliklerimiz, açık hava dersliğimiz. Oraya gittiğiniz zaman siz de bugüne kadar gördüğünüz, aldığınız, izlediğiniz bütün derslerden daha farklı ve bundan sonra normal dersliklerde aldığınız, alacağınız derslerden farklı bir derse şahit olacaksınız. Onun için bu gezinizi çok ama çok önemsiyorum” dedi. Öğrencilerin öğretmenlerinden tarihle geçmişle bugünle ve gelecekle ilgili çok anlamlı sözler duyacaklarını ifade eden Bakan Avcı, öğrencilerin bu dersin kıymetini bileceklerini ve unutmayacaklarını belirtti. 1915 yılının ders yılı sonunda birçok lisede mezuniyet törenlerinin yapılmadığını ve birçok lisenin hiç mezun vermediğini hatırlatan Avcı, “Siz o kahramanları ziyaret ediyorsunuz. Çünkü onlar okullarını bıraktılar ve Çanakkale’ye gittiler. Çanakkale’de o günden bugüne hiçbir millî eğitim bakanının imzalamadığı kadar, güzel, şerefli, mübarek şahadetnamelerini kendileri aldılar. Onun için sizin bu seyahatiniz çok anlamlı bir seyahat” şeklinde konuştu. ATO Başkanı Salih Bezci de Çanakkale gezilerinin bu yıl dokuzuncusunu düzenlediklerini, bugüne kadar 15 bin öğrencinin Çanakkale’ye gönderildiğini söyledi.