Vitaminler - Egitimdunyamiz.com

Transkript

Vitaminler - Egitimdunyamiz.com
Vitaminler
Vitaminler, bazı yiyeceklerde bulunan, çoğu vücudumuzda üretilmeyen. Vücutta özel biyokimyasal reaksiyonlar için gerekli olan,
küçük miktarlarda (miligram veya mikrogram) ihtiyaç duyduğumuz organik maddelerdir.
İki tip vitamin vardır.
Yağda çözünenA, D, E, K
Suda çözünen
•B grubu ve C
•Suda çözünen vitaminler vücutta depolanmaz. Bu yüzden bu vitaminleri hergün yediğimiz yiyeceklerle almamız gereklidir. Suda
çözünen vitaminler pişirme sırasında kolaylıkla zarar görebilirler.
Yiyeceklerdeki vitaminleri korumak için
•Aşırı pişirmeyin.
•Sebzeleri haşlarken suda çözünen vitaminlerin önemli miktarı haşlama suyuna karışır. Bu suyu atmayın, çorbalarda veya
yemeklerinizde kullanın. Sebze ve meyveleri çok az suyla haşlayın.
•Kızartmak ve fırında pişirmek, vitaminlerin neredeyse tamamen yok olmasına yol açar.
•Sebze ve meyvelerin vitamin içeriğinden maksimum şekilde yararlanmak için en doğru yöntem, çiğ veya buharda az pişirerek
yemektir.
•Sebzeleri yıkadıktan sonra uzun süre suda bekletmeyin.
•Sebzeleri, meyveleri çok küçük parçalar halinde doğramayın.
•Keskin bıçak kullanın.
•Yemekleri pişirdikten sonra hemen tüketmeye çalışın. Uzun süre bekletmeyin.
•Meyve ve sebzelerinizi satın alırken taze olmalarına dikkat edin.
•Meyve sebze alışverişinizi küçük miktarda yapın. Haftalık alışveriş yerine iki-üç günde bir almayı yeğleyin.
•Meyveleri kabuklarını soymadan yiyin.(tarım ilaçları kullanılmadığından eminseniz!)
•Meyve suyunu kutuyu açtıktan sonra hemen için. Dolapta bekletmeyin.
A vitamini
İki şekli vardır: hayvansal gıdalar da bulunan retinol ve bitkilerde bulunan Beta-karoten vücutta retinole çevrilebilir. Ancak retinol
kalitesinde A vitamini alabilmek için 6 kat fazla Beta-karoten içeren besin yememiz gerekir.
Ne işe yarıyor?
Cilt ve vücut dokularının sağlıklı olmasını, bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar.
Birçok kanser türüne karşi koruyucudur, antioksidandır ve karanlıkta görmeyi sağlar.
Nerede bulunuyor?
Karaciğer, böbrek, yumurta, buğday, mantar, baklagiller, fasülye, domates, kereviz, fıstık, ceviz, cashew(maun fıstığı), avokado.
Eksikliğinde ne görülür?
Sık sık hastalanma, karanlıkta iyi görememe, ağızda yaralari sivilce, cilt kuruluğu, saçlarda kepek.
B grubu vitaminler
B1(thiamine)
B2(riboflavin)
B3(niacin)
B5(panthothenic asit)
B6(pyridoxine)
B12(cyanocobalamin)
B1 (thiamine)
Ne işe yarıyor?
Karbonhidratlardan enerji üretimi, beyin fonksiyonları ve sindirim sistemi için gerekli. Vücudun proteinleri kullanabilmesini
sağlar.
Nerede bulunuyor?
Buğday, baklagiller -özellikle börülce-, karaciğer, ıspanak, brüksel lahanası, bamya, fasülye, pancar, badem, ceviz, fındık, esmer
pirinç, yulaf, mısır.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kaslarda hassasiyet, kas güçsüzlüğü, konsantrasyon güçlüğü, çabuk kızma, hafıza zayıflığı, ayaklarda karıncalanma, kabızlık,
çarpıntı, mide ağrıları.
B2 (Riboflavin)
Ne işe yarıyor?
Karbonhidrat, protein ve yağlardan enerji üretimi için gerekli. Cilt sağlığı, saç, tırnak ve gözler için önemli. Vücuttaki asit oranını
düzenler.
Nerede bulunuyor?
Süt ve süt ürünleri, karaciğer, böbrek, mantar, elenmemiş undan yapılmış ekmek, cerealler, badem, yeşil sebzeler.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Gözlerde yanma ve bulanıklık, parlak ışıklara karşı hassasiyet, katarakt, mat ve yağlı saçlar, cilt sorunları, tırnakların çabuk
kırılması, dudaklarda çatlaklar.
B3(Niacin)
Ne işe yarıyor?
Enerji üretimi, beyin fonksiyonları ve cilt sağlığı için gerekli. Kan şekerini dengeler ve kolesterol seviyesini düşürür. Sindirim
sistemi üzerinde de etkileri var.
Nerede bulunuyor?
Karaciğer, böbrek, balık, tavuk, hindi, ekmek, cerealler, mantar, baklagiller, fıstık, fıstık yağı, ceviz, fındık, badem, bira mayası,
esmer pirinç, esmer makarna.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Enerji azlığı, ishal, uyku sorunları, baş ağrısı, bellek zayıflığı, gerginlik, anksiyete, çabuk kızma, depresyon, dişeti kanamaları
veya hassasiyeti, sivilce, egzama ve çeşitli cilt sorunları.
B5(Panthothenic asit)
Ne işe yarıyor?
Enerji üretimi ve yağ metabolizmasında gerekli. Beyin ve sinirler için önemli. Strese karşı hormonların yapımında görevli. Cilt ve
saç sağlığında etkisi var.
Nerede bulunuyor?
Karaciğer, böbrek, yumurta, buğday, mantar, baklagiller, fasülye, domates, kereviz, fıstık, ceviz, cashew, avokado.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kas seğirmeleri veya kramplar, ayaklarda yanma hissi veya topuklarda hassasiyet, konsantrasyon zayıflığı, dişleri gıcırdatma,
mide bulantısı-kusma, çabuk yorulma, enerji azlığı, anksiyete, gerginlik.
B6 (pyridoxine)
Ne işe yarıyor?
Protein sindirimi, beyin fonksiyonları, hormonların üretimi için gerekli. Seks hormonlarını dengeler. Deprosyana karşı etkili.
Alerjik reaksiyonları engeller
Nerede bulunuyor?
Buğday, baklagiller -özellikle börülce- , karaciğer, ıspanak, brüksel lahanası, bamya, fasülye, pancar, badem, ceviz, fındık, esmer
pirinç, yulaf, mısır.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kaslarda hassasiyet, kas güçsüzlüğü, konsantrasyon güçlüğü, çabuk kızma, hafıza zayıflığı, ayaklarda karıncalanma, kabızlık,
çarpıntı, mide ağrıları.
B12 (cyanocobalamin)
Ne işe yarıyor?
Protein kullanımı, dna sentezi, enerji üretimi ve sinirler için gerekli. Kanda oksijenin taşınmasına yardımcı. Sigara dumanı ve
diğer zehirlerle savaşta rolü var.
Nerede bulunuyor?
Karaciğer, böbrek, tavşan ve koyun eti, hindi, sardalya, ançuez, somon, ton, uskumru gibi yağlı balıklar, yumurta, peynir.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Saç sağlığının bozulması, cilt sorunları, ağzın sıcak vaya soğuğa aşırı duyarlılığı, çabuk kızma, anksiyete, gerginlik, enerji azlığı,
kabızlık, kaslarda hassasiyet, soluk cilt.
Folik asit
Ne işe yarıyor?
Hamilelikte bebeğin betin ve sinir sistemi gelişimi için hayati önem taşır. Yetişkinlerde beyin ve sinir sistemi fonksiyonları,
protein kullanımı ve kan hücreleri yapımı için gerekli.
Nerede bulunuyor?
Buğday, baklagiller -özellikle börülce-, karaciğer, ıspanak, brüksel lahanası, bamya, fasülye, pancar, badem, ceviz, fındık, esmer
pirinç, yulaf, mısır.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kansızlık, egzema, dudaklarda çatlaklar, saçlarım erken beyazlaşması, bellek zayıflığı, depresyon, anksiyete, gerginlik, enerji
azlıgı, iştahın kaybolması, mide ağrıları.
Biotin
Ne işe yarıyor?
Vücudun temel yağları kullanmasını sağlar; sağlıklı cilt, saç ve sinirler için gerekli.
Nerede bulunuyor?
Yumurta, süt,istiridye, bezelye, domates, marul, karnı bahar, greyfurt, badem, mısır, karpuz, lahana, ringa balığı.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kuru cilt, sağlıksız saçlar, saçların erken beyazlaşması, kaslarda hassasiyet, iştahsızlık, cilt sorunları, egzemalar.
C Vitamini (askorbik asit)
Ne işe yarıyor?
Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hastalıklara karşı savaşta etkili. Strese karşı hormonların yapımında, enerji üretiminde, vücudun
destek dokusu olan kollagen yapımında görevli. Kemikleri, cildi, eklemleri güçlendiriyor. Kanser ve kalp hastalıklarına karşı
koruyucu etkisi var.
Nerede bulunuyor?
Yeşil ve kırmızı biber, maydonoz, kivi, yeşil yapraklı sebzeler, domates, portakal, greyfurt, kavun, brokoli, karnıbahar, lahana,
brüksel lahanası, çilek, limon, bezelye, soğan.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Sık hastalanma, sık nezle-grip olam, enerji azlığı, dişeti kanama-ları, vücudun kolay morarması, yaraların geç iyileşmesi, ciltte
döküntüler, burun kanamaları.
D Vitamini(Ergocalciferol, cholecalciferol)
Ne işe yarıyor?
Vücutta kalsiyumu tutarak kemiklerin güçlenmesini sağlar.
Nerede bulunur?
Balık yağı, somon, ton, uskumru gibi yavru balıklar, peynir,yumurta, istiridye, karaciğer, tereyağı.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Eklem ağrıları, eklem hareketlerinde zorluk, el ağrısı, diş çürümeleri, kaslarda kramp
E Vitamini
Ne işe yarıyor?
En güçlü antioksidandır. Serbest radikallere bağlanıp vücuttan atılmalarını sağlar. Hücre yapısının bozulmasını engeller. Kansere
karşı koruyucu. Vücudun oksijeni kullanmasına yardın eder. Yaraların iyileşmesini hızlandırır. Kanın damar içinde pıhtılaşmasını
önler, böylece damar sertliğini ve tıkanmalarını engeller. Cildi güzelleştirir.
Nerede bulunur?
İşlemden geçmemiş yağlar, buğday, mısır, ayçiçeği, fıstık, susam, soya yağları, zeytin yağı, balık yağı, fındık, badem, ton balığı,
sardalya, somon, patates, yumurta sarısı, domates, koyu yeşil renkli sebzeler.
Eksikliğinde ne görülür?
Seks isteğinde azalma, çabuk yorulma, kolay morarmalar, yaraların geç iyileşmesi, varisler, gevşek kaslar, kısırlık.
K Vitamini
K vitamini vücutta, kalın bağırsaktaki yararlı bakteriler tarafından üretilir.
Ne işe yarıyor?
Kanın pıhtılaşmasını sağlar
Nerede bulunuyor?
Karnıbahar, yeşil sebzeler, brüksel lahanası, marul, lahana, fasülye, bezelye, su teresi, kuşkonmaz, yoğurt, yumurta sarısı, balık
yağı, patates, mısır yağı.
Eksikliğinde ne görülür?
Kanamanın durmaması, kolay kanamalar.
C Vitamini (askorbik asit)
Ne işe yarıyor?
Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hastalıklara karşı savaşta etkili. Strese karşı hormonların yapımında, enerji üretiminde, vücudun
destek dokusu olan kollagen yapımında görevli. Kemikleri, cildi, eklemleri güçlendiriyor. Kanser ve kalp hastalıklarına karşı
koruyucu etkisi var.
Nerede bulunuyor?
Yeşil ve kırmızı biber, maydonoz, kivi, yeşil yapraklı sebzeler, domates, portakal, greyfurt, kavun, brokoli, karnıbahar, lahana,
brüksel lahanası, çilek, limon, bezelye, soğan.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Sık hastalanma, sık nezle-grip olam, enerji azlığı, dişeti kanama-ları, vücudun kolay morarması, yaraların geç iyileşmesi, ciltte
döküntüler, burun kanamaları.
D Vitamini(Ergocalciferol, cholecalciferol)
Ne işe yarıyor?
Vücutta kalsiyumu tutarak kemiklerin güçlenmesini sağlar.
Nerede bulunur?
Balık yağı, somon, ton, uskumru gibi yavru balıklar, peynir,yumurta, istiridye, karaciğer, tereyağı.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Eklem ağrıları, eklem hareketlerinde zorluk, el ağrısı, diş çürümeleri, kaslarda kramp
E Vitamini
Ne işe yarıyor?
En güçlü antioksidandır. Serbest radikallere bağlanıp vücuttan atılmalarını sağlar. Hücre yapısının bozulmasını engeller. Kansere
karşı koruyucu. Vücudun oksijeni kullanmasına yardın eder. Yaraların iyileşmesini hızlandırır. Kanın damar içinde pıhtılaşmasını
önler, böylece damar sertliğini ve tıkanmalarını engeller. Cildi güzelleştirir.
Nerede bulunur?
İşlemden geçmemiş yağlar, buğday, mısır, ayçiçeği, fıstık, susam, soya yağları, zeytin yağı, balık yağı, fındık, badem, ton balığı,
sardalya, somon, patates, yumurta sarısı, domates, koyu yeşil renkli sebzeler.
Eksikliğinde ne görülür?
Seks isteğinde azalma, çabuk yorulma, kolay morarmalar, yaraların geç iyileşmesi, varisler, gevşek kaslar, kısırlık.
K Vitamini
K vitamini vücutta, kalın bağırsaktaki yararlı bakteriler tarafından üretilir.
Ne işe yarıyor?
Kanın pıhtılaşmasını sağlar
Nerede bulunuyor?
Karnıbahar, yeşil sebzeler, brüksel lahanası, marul, lahana, fasülye, bezelye, su teresi, kuşkonmaz, yoğurt, yumurta sarısı, balık
yağı, patates, mısır yağı.
Eksikliğinde ne görülür?
Kanamanın durmaması, kolay kanamalar
Mineraller
Mineraller sağlığımız için gerekli olan inorganik maddelerdir. İkiye ayrılırlar;
1.makro mineraller
2.mikro mineraller.
Makro mineraller
Kalsiyum, magnezyum, demir, fosfor, sodyum ve potasyumdur. Vücudun bu minerallere ihtiyacı
daha büyük (gran veya miligram) miktarlardadır.
Kalsiyum
Ne işe yarıyor?
Kemik ve diş sağlığı, kalp kaslarıda dahil kasların kasılması, vücutta asit-alkali dengesinin
sağlanması, cilt sağlığı, kanın pıhtılaşması.
Nerede bulunur?
Süt, peynir, yoğurt, küçük kılçıklı balıklar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, midye, istiridye, karides
gibi kabuklu deniz ürünleri, deniz bitkileri, soya fasülyesi, tofu, badem, kuru incir, su teresi.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kas krampları veya seğirmeleri, uykusuzluk, sinirlilik, eklem ağrısı, artrit, diş çürümeleri,
osteoporoz, yüksek tansiyon.
Magnezyum
Ne işe yarıyor?
Kemik ve dişleri güçlendirir, kasların gevşemesini sağlar, adet öncesi sendromu belirtilerini
hafifletir, kalp kasları ve sinir sistemi için çok önemli. Enerji üretiminde görevli. Vücuttaki
birçok işlemde yan görevleri var.
Nerede bulunuyor?
Tüm yeşil sebzeler, elenmemiş undan yapılmış ekmek, kakao, buğday kepeği, cereallar, badem,
fıstık, susam, cazhew, bakalgiller, bulgur, esmer pirinç, kuru incir ve kayısı.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kas seğirmeleri vetya kasılmaları, kas zayıflığı, konfüzyon, iştahın azalması. Uykusuzluk,
sinirlilik, yüksek tansiyon, kalbin düzensiz atması, kabızlık, hiperaktiflik, depresyon, böbrek ve
safra kesesi taşları.
Demir
Ne işe yarar?
Kana kırmızı rengini veren hemoglobin için gerekli, oksijen ve karbondioksiti hücre içi ve dışına
taşır. Vücutta birçok enzimin yapısında bulunur, enerji üretimi için gereklidir.
Nerede bulunur?
Et, sakatat, kuru meyveler-özellikle kuru üzüm ve erik-, kuru baklagiller, cerealler, bal kabağı
çekirdeği, meydonoz, badem, fıstık. Et ve sakatattaki demir vücutta en iyi emilebilen demir
şeklidir.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kansızlık, soluk cilt, halsizlik, kayıtsızlık, iştahsızlık, mide bulantısı, soğuğu dayanıksızlık.
Fosfor
Ne işe yarıyor?
Kemik ve diş yapısında bulunur, onların sertliğini sağlar.Hücrelerin yapısındada bulunur. Enerji
üretiminde rolü vardır.
Nerelerde bulunur?
Tüm bitkisel ve hayvansal gıdalar. Genelde hayvansal gıdalarda daha fazla.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kas zayıflığı, iştahsızlık, kemik ağrıları. Eksikliği nasir görülür.
Potasyum
Ne işe yarıyor?
Besinleri hücre içine alınıp, artık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılmasını, kas ve sinirlerin
sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlar. Kalbin çalışmasında etkilidir. Bağırsak hareketlerini artırır.
Vücutta sıvı dengesini ayarlar. İnsülin salınımında etkilidir.
Nerede bulunur?
Muz, kuru meyveler(kayısı, incir, üzüm), hurma, baklagiller, yeşil sebzeler, susam, avokado,
ceviz, deniz sebzeleri, yağlı balıklar, mantar, domates, patates, meyve suları.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kalbin düzensiz atması, kas güsüzlüğü, karıncalanmalar, mide bulantısı, kusma, ishal, selülit,
karın şişkinliği, çabuk kızma, dikkati toplayamama, sodyum-potasyum dengesinin bozulmasına
bağlı tansiyon düşüklüğü.
Sodyum
Ne işe yarıyor?
Vücutta su dengesini sağlar. Vücuttaki tüm sıvılarda, kanda bulunur. Kas ve sinir sisteminin
çalışmasında etkilidir. Kalp kasının kasılmasında görevlidir. Besinlerin hücre içine alınmasını
sağlar.
Nerede bulunur?
Sofra tuzu, konserveler, zeytin, peynir, kereviz, lahana, işlemden geçmiş hemen hemen tüm
yiyecekler, cipsler, tuzlu çerezler.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Baş dönmesi, düşük tansiyon, çarpıntı, iştehsızlık, dikkati topşlayamama, kas krampları, mide
bulantısı, kusma, kilo kaybı, baş ağrısı, sıcağa dayanıksızlık.
Mikromineraller
Başlıcaları, krom, çi,nko, selenyum, manganez, iyot ve flordur. Vücudun bunlara ihtiyacı daha
küçük(mikrogram) miktarlardadır.
Çinko
Ne işe yarar?
Antioksidan, birçok enzimin yapısında bulunur. Yaraların iyileşmesi, büyüme ve gelişme, testis
ve yumurtalıklardan salınan hormonların kontrolü, stresle savaş, kemik ve diş sağlığı, saç ve
kılların uzamasında rolu var.
Nerede bulunuyor?
İstiridye, elenmemiş undan yapılmış ekmek, et-özellikle koyun ve dana eti-, peynir, yumurta
sarısı, zencefil kökü, buğday ürünleri, karaciğer, susam, ayçiçeği çekirdekleri, fıstık ve fıstık
yağı, kakao, esmer pirinç, bedem, bezelye, turp.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Tat ve koku alma duygularının zayıflaması, tırnaklarda beyaz çizgiler, sık hastalanma, sivilce,
yağlı cilt, doğurganlığın azalması, erkeklerde döllenme yeteneğinin azalması, depresyon, iştah
azalması, hamilelik çizgileri.
Krom
Kan şekerinin dengelenmesini, açlık duygusunun bastırılmasını, yiyeceklere duyulan aşırı isteğin
törpülenmesini, hücre yapısının korunmasını sağlar, ayrıca kalbin çalışmasında görevli.
Nerede bulunuyor?
Karaciğer,bira mayası, istiridye,i patates kabuğu, elenmemiş undan yapılmış ekmek, çavdar
ekmeği, yeşil biber, yumurta, elma, tereyağ, tavuk, koyun eti.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Aşırı veya soğuk terleme, açlığa dayanıksızlık, sık yeme ihtiyacı, soğuk eller, uyuklama, aşırı
susama, tatlıya düşkünlük.
Manganez
Ne işe yarıyor?
Vücuttaki birçok enzimin yapısında bulunur, birçok enzimi de aktif hale getirir. Kan şekerini
ayarlar, üreme ve kırmızı kan hücrelerinin yapımı, beynin çalışması için gereklidir. Hücre
yapısını korur.
Nerede bulunuyor?
Ananas, bamya, marul, çilek, yulaf, su teresi, baharatlar, cerealler, çay, kereviz, üzüm.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kas seğirmeleri, ergenlikte büyüme ağrıları, baş dönmesi, dengeyi sağlamada güçlük, kasılmalar,
eklem ağrısı, dizlerse acı.
Selenyum
Ne işe yarıyor?
Antioksidan, kansere karşı koruyucu, erken yaşlanmayı önler, bağışıklık sistemini güçlendirir,
kalp sağlığında etkili, vücut metabolizması için gerekli, E vitamininin çalışmasına yardıncı, erkek
üreme sistemi üzerinde etkili.
Nerede bulunuyor?
Deniz ürünleri, susam, mantar, lahana, tavuk, karaciğer, kabak.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Ailede birkaç kuşak boyunca kanser görülmesi, erken yaşlanma, katarakt, yüksek tansiyon, sık
hastalanma.
İyot
Ne işe yarar?
Troit hormonlarının yapısında bulunur. Enerji metabolizması üzerinde etkili.
Nerede bulunuyor?
Deniz ürünleri, süt ve süt ürünleri, iyotlu tuz.
Eksikliğinde ne görülür? Kronik yorgunluk, kilo alma, guatr.
Flor
Ne işe yarıyor?
Kemik ve diş sağlığı için gerekli.
Nerede bulunuyor?
Deniz ürünleri ve çay.
Eksikliğinde ne görülüyor?
Kemik ve diş sorunları.
RDA (Recommended Daily Allowance) nedir ?
Vitamin ve minerallerin erişkinler için önerilen günlük miktarlarına denir.
VİTAM 600 mcg
İN A
VİTAM
60 mg
İN C
VİTAM
3-4 mg
İN E
VİTAM
1 mg
İN B1
VİTAM
1.6 mg
İN B2
VİTAM
18 mg
İN B3
VİTAM
6 mg
İN B5
VİTAM
1.4 mg
İN B6
VİTAM
1.5 mcg
İN B12
FOLİK
200 mcg
ASİT
BİOTİN 200 mcg
VİTAM
10 mcg
İN D
VİTAM
Bağırsaklarda yararlı bakteriler tarafından üretildiği için RDA belirlenmemiş.
İN K
Ca-Kals
800 mg
iyum
KPotasyu 2000 mg
m
Fe-Dem
10-14 mg
ir
Mg-Ma
gnezyu 300 mg
m
Na-Sod
2400 mg
yum
PFosfor
800 mg
ZnÇinko
15 mg
Se-Sele
70 mcg
nyum
CrKrom
Belirlenmemiş
CuBakır
2 mg
Mn-Ma
3.5 mg
nganez
Bu miktarlar sağlık otoriteleri tarafından uzun araştırmalar sonucu saptanmıştır. Belirtilen
vitamin veya mineralin eksikliğinde görülebilecek hastalıklara karşı, vücudu koruyabileceği
düşünülen miktardır
MİTOZ VE MAYOZ BÖLÜNME VE ARASIDAKİ FARK
Hücre bölünmesi nedir ? Ana hücreden yavru hücreye genetik şifre nasıl
taşınmaktadır ? Canlılar türlerini devam ettirebilmek veya hasara uğramış
bölümlerini tamir edebilmek için hücresel seviyede bölünmeye gereksinim
duyarlar. Bunun için genetik şifrenin aynısının yavru hücrelere aktarılması
gerekir. Örneğin hormon yapımını da artırmak için bir tiroit hücresinin
bölünmesi gereksin. Bu gereksinim ortaya çıkınca büyüme faktörlerinden
bir kısmı ve TSH hormonu tiroit hücre zarına yapışır ve çekirdeğe çeşitli
proteinler aracılığıyla bölünme işleminin başlatılması için sinyal gönderir.
Bu sinyali alan özel bir gen aktive olarak protein üretir ve bu protein başka
bir geni uyararak bölünme işlemini başlatır. Bunun için önce çekirdekteki
şifreleri taşıyan DNA nın bir eşinin yapılması gerekir. Enzim adı verilen özel
proteinler daha önce DNA nın yapısında olduğu belirtilen şeker,baz ve
fosfat birimlerini kopyalama adı verilen bir işlemle orijinal DNA daki sıraya
göre dizmeye başlar ve işlem bittikten sonra birbirinin tamamen benzeri
iki ayrı DNA ortaya çıkar . Eğer kopyalama sırasında yanlış bir dizilim
olursa başka bir gen devreye girerek bunu düzeltmeye çalışır, düzeltmezse
başka bir gen devreye girerek bölünme işlemini durdurur böylece yanlış
genetik şifrenin yeni oluşacak hücrelere geçmesi önlenir. Şimdi kopyalama
işleminin doğru yapıldığını varsayalım ve gelişmeleri izleyelim. Artık
çekirdekte birbirinin tamamen benzeri olan iki DNA vardır ve bölünme
işlemini durduracak bir emir gelmemişse DNA lar daha öncede değinildiği
gibi paketlenerek 46 çift kromozom haline döner. Diğer bir deyişle
birbirinin aynısı olan 23 çift iki takım kromozom ortaya çıkar. Bu devreden
itibaren 23 çift kromozom hücrenin bir ucuna doğru giderken diğer 23 çift
kromozom diğer ucu gitmeye başlar ve hücre ortadan boğumlanıp her
birini çevreleyen yeni zarla birlikte özellikleri tamamen aynı olan iki ayrı
hücre ortaya çıkar.
MİTOZ BÖLÜNME Mitoz bölünmenin başlangıcını saptamak
olanaksızdır. Fakat hücrede bazı değişiklikler olur; hücre içeriği jel haline
geçer, metabolizma durur, çekirdeğin hacmi hızla büyür. Kromatid iplikleri
belirginleşir ve boyanmaya başlar. G2 evresinin tamamlanması,
kromozomların türlere özgü şekil ve sayıyı kazanmasıyla mitoz bölünmeye
geçilir. Işık mikroskobunda kromozomlar artık rahatlıkla görülebilir. Bu
süre yaklaşık bir saat sürer. Bu evredeki hücreler küre şeklindedir ve
etrafındaki cisimlere kuvvetle bağlanmamıştır. Mitoz bölünme; profaz,
metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evreye ayrılır. PROFAZ Başlangıcında
çekirdek içinde ince uzun kromatid iplikleri halinde görünen kromozomlar,
yavaş yavaş helozon şeklinde kıvrılarak kalınlaşmaya başlar ve görülebilir
duruma geçer. kalınlaşma ve kısalma anafaza kadar devam edebilir. Bu
arada eş kromozomlar birbirlerinden fark edilemeycek kadar sıkıca
bağlıdırlar. Bu evrede birbirine sentromerlerle bağlanmış olarak duran
kromozomların her birine kromatid denir. Sentrozomlar ayrılarak her biri
bir kutba gitmeye başlar ve aralarında iğ iplikleri oluşur. Profazın sonuna
doğru iğ iplikleri ile kromozomlar arasında bağlantı kurulurken,
sentrozomlardan hücre zarına uzanan iğ iplikleri de oluşur ve çekirdek zarı
eriyerek kaybolur, kromozomlar sitoplazma içerisine dağılır. METAFAZ
Kromozomlar çok kere bir çember gibi, bazen de karışık olarak ekvatoral
düzlem üzerinde dizilirler. Genellikle küçük kromozomlar merkezde,
büyükler çevrededir. Diziliş türlere özgü bir özellik gösterir. Kromozomlar
eşit olarak kutuplara çekileceğinden, ortada belirli bir denge kurulana
kadar beklenilir. Profaz 30-60 dakika sürmesine karşılık, metefaz ancak 26 dakika sürer. her bir kromozomun sentromeri belirgin olarak ikiye
bölünür ve kromatidler tam olarak birbirinden ayrılır. ANAFAZ Ekvatoral
düzlemdeki kardeş kromozomlar kutuplara bu evrede taşınırlar. Kasılma
özelliği olan sentrozomların iğ iplikleri sayesinde kromozomların yarısı bir
kutba, diğer yarısı öbür kutba gider. Kromozomların kutuplara ulaşmasıyla
bu evre sona erer. Bitki hücrelerinde sentrozom bulunmadığı için
kromozomların taşınması sitoplazma hareketleriyle ve sitoplazma kökenli
iğ ipliklerinin yardımıyla olur. Bu evre de yaklaşık olarak 3-15 dakika
sürer. TELOFAZ Kromozomlar daha az boyanmaya başlar. Çekirdek zarı
yavaş yavaş oluşur. Kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Bölünme
açısından çekirdek dinlenmeye geçerken, hücre metabolizması aktif hale
geçer. Bu evrenin oluşumu sürerken bir yandan da sitoplazma boğum
yapmaya başlar. İğ ipliklerine dik olarak boğumlanan sitoplazmanın o
bölgede jel hale geçerek iki oğul hücrenin stoplazmasını ayırdığını ileri
süren görüşlerde vardır. Stoplazmanın boğumlanarak ayrılması sürecine
sitokinez denir. Telofazın başlangıcından iki yeni hücrenin oluştuğu ana
kadar geçen süre 30-60 dakikadır.
MAYOZ BÖLÜNME Bütün döllerde kromozom sayısının değişmez
kalabilmesi için (sperm ve yumurtanın birleşmesinden kromozom sayısı iki
katına çıkacağından dolayı) farklı bir hücre bölünmesi gelişmiştir. Mayoz
bölünme ismini alan bu tip bölünmede, kromozom sayısı yarıya indirgenir.
Mayoz bölünmenin sonunda meydana gelen gametler diğer vücut
hücrelerinin aksine n sayıda kromozom taşır (bazı bitkilerde ve bir
hücrelilerde bireyin kendisi yaşantısı boyunca haploid kromozomlu
olduğundan mayoz bölünmeye gerek kalmaz). Normal olarak soma
hücrelerinde 2n kromozomlardan homolog olanlar, boyuna, sinaps
dediğimiz aralıklarla birbirinin yakınında uzanırlar. Bu homolog
kromozomların her biri ayrı bir kutba giderek, yalnız bir tanesinin bir
gamete verilmesi sağlanır. Homolog kromozomlar aynı büyüklüğe ve
şekle, keza benzer kalıtsal faktörlere sahiptir. Gerek yumurta gerekse
sperm oluşumu son iki hücre bölünmesine kadar aynı kurallara göre
yürütülür. Daha sonra spermatogenezis (sperm oluşumu) ve oogenesiz
(yumurta oluşumu) farklı şekilde meydana gelir. Mayozda da mitoz gibi
profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evre vardır. Bu evreler arada
interfaz olmaksızın peş peşe iki kez gerçekleşir ve sonuçta dört yavru
hücre meydana gelir. Mayoz bölünme ile mitoz bölünme arasındaki en
büyük farka profazda rastlanır. İNTERFAZ Bölünmeye hazırlık evresidir.
Mitozdaki interfaza benzemekle birlikte hücrelerin mitozdaki gibi
büyüklüklerinin ve hacimlerinin artması gerçekleşmez.
17. YÜZYIL (DURAKLAMA DÖNEMİ) ISLAHATLARI
Bu dönemde yapılan ıslahatların amacı yükseliş dönemindeki parlak günlere geri
dönmektir .
Islahatçılar sorunların nedenlerinden çok sonuçları üzerinde durmuşlardır. Islahatlar,
sonuçları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Islahatçılar kurumlardaki bozulmayı kanunlara
uymamakta gördüklerinden dolayı toplumda otoriteyi sağlamak için şiddet kullanarak
kanunları uygulatma yoluna gitmişlerdir. Islahatlar, ıslahat yapanlardan sonra devam
ettirilemediği için sürekli olmamışlardır. Bu dönemin ıslahatçıları :
a) Kuyucu Murat Paşa :

Ahmet zamanında yaygınlaşan Celali İsyanlarını şiddetle bastırdı
b) II. (Genç ) Osman :

Yeniçeri Ocağını kaldırıp yerine düzenli bir ordu kurmak istedi.

Saray dışından evlenme geleneğini yeniden canlandırdı.

İlmiye sınıfının nüfuzunu (etkisini) kırıp devlet yönetiminden uzaklaştırdı.

Saray masraflarını azalttı.
c) IV. Murat:
Devlet otoritesini sağladı. İçki, tütün ve sokağa çıkma yasağı gibi önlemlerle devlete
eski gücünü kazandırmaya çalıştı.
d) Tarhuncu Ahmet Paşa :
Ekonomi alanında ıslahata girişen ilk ıslahatçıdır. Bütçeyi denkleştirmek için saray
harcamalarını kıstı. Osmanlılarda bilinen ilk devlet bütçesini hazırladı.
e ) Köprülüler dönemi :
Köprülüler dönemi Köprülü Mehmet Paşa ' nın sadrazamlığa getirilmesi ile başlar.
Köprülü Mehmet Paşa, sadrazam olmak için Türk tarihinde ilk ve son kez padişaha koşullar
ileri sürdü. Bunlar;
1. Saray, devlet işlerine karışmayacak.
2. Padişah’a sunacağı teklifler kabul edilecek.
3. Her türlü göreve getirme ve görevden alma işini kendisi yapacak.
4. Hakkında şikayet olursa yargılanmadan cezalandırılmayacak.
Çanakkale Boğazı’nı Venediklilerden kurtaran Köprülü Mehmet Paşa isyanları
bastırdı. Devlet otoritesini yeniden sağladı. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa döneminde de otorite
devam ettirildi.
1
18. YÜZYIL ISLAHATLARI VE ÖZELLİKLERİ
Lale Devri

İlk kez Avrupa’nın önemli merkezlerinde geçici elçilikler açıldı (Paris, Viyana,
Moskova ve Lehistan). Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa’daki teknik,
bilimsel ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politikalarını
öğrenmeyi amaçlamıştır.

Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kuruldu (1727).
İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulan bu ilk Osmanlı matbaasında dini kitaplar
hariç tarih, coğrafya ve edebiyata ait bazı kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk
eser Vankulu Lügati adlı sözlüktür.
Osmanlı Devleti’nde binlerce insan hattatlık yaparak geçimlerini sağlıyordu. Bu
insanları mağdur etmemek amacıyla devlet önceleri matbaada dini kitapların basımını
yasaklamıştır.

Yeniçerilerden oluşturulan bir itfaiye örgütü kurulmuştur (Tulumbacılar).

Yalova’da bir kağıt imalathanesi kurulmuştur.

İstanbul’da bir kumaş ve çini imalathanesi açılmıştır.

İlk defa çiçek hastalığı için aşı bulunmuştur.

Kütüphaneler açılmıştır (En önemlileri Enderun ve Yeni Cami kütüphaneleridir).

Askeri alanda esaslı bir ıslahat görülmemiş, sınırlarda bazı kaleler ve istihkamlar
yaptırılmıştır. Ayrıca İstanbul surları onarılmıştır.

Doğu klâsiklerinden bazı eserler Türkçeye tercüme edilmiştir.

Resim, minyatür, edebiyat ve az da olsa bilim alanında gelişmeler gözlenmiştir.

Avrupa’dan Rokoko ve Barok tarzı mimari örnek alınarak çeşitli eserler yapılmıştır.

Osmanlı mimarisinin Avrupa mimarisinin etkisinde kalması sonucunda sivil mimari
ön plana çıkmıştır.

Osmanlı Devleti bu dönemde sadece Doğu’da İran’la savaşmıştır.

Lâle Devri Patrona Halil İsyanı ile sona ermiştir.
I. Mahmut
l. Mahmut orduya düzen vermenin ve Avrupa orduları gibi savaşa hazırlanmanın
lüzumunu anlamış ve bu işi Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa’ya (Kont dö Boneval)
vermiştir.
Ahmet Paşa;
2

Osmanlı ordusundaki Humbaracı ve Topçu sınıfını ıslah etmiştir.

Ordunun ıslahı için raporlar hazırlamıştır.

Subay yetiştirmek amacıyla Kara Mühendishanesi’ni kurmuştur (1734). Böylece
Avrupa tarzında ilk teknik okul açılmıştır.

Emrindeki kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre örgütlemiş, bölük, tabur ve alay
örgütlerini oluşturmuştur.
III. Mustafa
Bu dönemin ıslahatlarını Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron dö Tot yapmıştır:

III. Mustafa lüzumsuz masrafları keserek maliyede ıslahat yaptı. İlk defa bu dönemde
iç borçlanma sistemi (esham) uygulanmıştır.

Fransızca’dan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edilmiştir.

Fransa’dan getirilen Baron dö Tot topçu ve istihkam askerlerini ıslah etmiştir.

Sürat Topçu Ocağı kuruldu. Bu ocak Avrupa tarzında yetiştirilmiştir.

Tophane ıslah edilmiştir.

Deniz subayı yetiştirmek amacıyla Deniz Mühendishanesi kurulmuştur.

Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kurulmuştur.
I. Abdülhamit
Devrin ileri gelen ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa’dır.

Halil Hamit Paşa, Sürat Topçu Ocağı’nı genişleterek mevcudunu artırmıştır.

İstihkam Okulu açıldı. Lağımcı ve Humbaracı ocaklarının gelişmesi sağlandı. Kara ve
deniz kuvvetlerini ıslah etmek için Avrupa’dan çok sayıda mühendis ve uzman
getirilmiştir.

Yeniçerilerin sayımı yapıldı. Tımar sisteminde düzenlemeye gidildi. Ulufe alım satımı
yasaklandı. Halil Hamit Paşa maliyeyi düzeltmek için çalışmalar yaptı. Ancak başarılı
olamadı.
III. Selim
III. Selim döneminde yapılan ıslahatlara Nizam-ı Cedit adı verilmiştir. Bu dönem
ıslahatlarının ağırlık merkezini askeri ıslahatlar oluşturmuştur.

Nizam-ı Cedit Ordusu kuruldu. Bu ordu yeniçerilerden seçilen ve Anadolu’dan
getirilen askerlerden kurulmuştur. Avrupa tarzında eğitilen bu ordu ilk askeri
başarısını Akka’da Fransızlara karşı kazanmıştır. Ordunun giderleri yeni kurulan İrad-ı
Cedit hazinesi tarafından karşılanmıştır.

III. Selim donanmaya önem vermiş ve tersaneyi ıslah etmiştir.
3

Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ve Mühendishane-i Bahr-i
Hümayun (Deniz Mühendishanesi) adıyla okullar genişletilmiştir.

Avrupa’daki gelişmeleri takip etmek ve Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini
öğrenmek amacıyla Avrupa’nın önemli merkezlerinde sürekli elçilikler kurulmuş,
Paris, Londra, Viyana ve Berlin’e elçiler gönderilmiştir.

Ülke parasının değerini korumak için yerli malı özendirilmiştir.

Resmi devlet matbaası kurulmuştur.

İlmiye sınıfının ıslahı için çalışıldı. Yeni kitaplar tercüme edilmiş ve Fransızca
devletin ilk resmi yabancı dili haline getirilmiştir.

III. Selim tarafından yapılmak istenen ıslahatlar; yeniçerilerin tepkisi, devlet
adamlarının lüks ve israfa dalmaları, İrad-ı Cedit hazinesi için konulan vergilerin
toplumda meydana getirdiği huzursuzluk ve yabancı elçilerin aleyhte propaganda
yapmaları
gibi
nedenlerden
dolayı
başarılı
olamamıştır.
Kabakçı Mustafa İsyanı’yla III. Selim öldürülmüş (1807) ve Nizam-ı Cedit ıslahatları
ortada kalmıştır.
18. Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri

Osmanlı Devleti, Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış ve Avrupa’yı örnek alarak
yenilikler yapmıştır.

Islahatlar padişah ve devlet adamları tarafından yapılmış, halkın ıslahatlar konusunda
bir isteği ve desteği olmamıştır.

Savaşların yenilgiyle sonuçlanması ve toprak kayıplarının devam etmesi, ıslahatların
askeri alanda yapılmasına neden olmuştur.

Islahatlar, gösterilen tepkiler yüzünden (özellikle yeniçerilerin) devamlı olmamıştır.

XVII. yüzyıl ıslahatlarına göre daha esaslı ıslahatlar yapılmıştır. Ancak, ıslahatlarla
amaçlanan hedefler gerçekleştirilememiş ve devlet çöküntüden kurtarılamamıştır.
4
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Diş ve diş eti hastalıkları ülkemizde ve dünyada en önemli sağlık sorunları arasındadır. Ancak
hayatı doğrudan tehdit etmediği için gereken önem verilmemektedir.
Ağız sindirim kanalının girişidir. Ağızdaki olumsuzluklar diş sağlığının bozulmasına, sindirimin
olumsuz etkilenmesine yol açar. Ağızla aldığımız yiyecekler çiğnenip, tükürükle karıştırılarak
yutulmaya ve sindirime hazır hale getirilirler. Ağız aynı zamanda konuşmaya yardım eder. Tat alma
organı olan dilin; çiğneme, yutma, konuşma gibi çok önemli yan görevleri de bulunmaktadır.
Dişlerin besinlerin parçalanması, öğütülmesi görevlerinin yanı sıra konuşmada ve görünümümüzde
önemli etkileri vardır. Dişleri eksilmiş kişilerin bazı sesleri çıkarabilmeleri zorlaşır, çiğnemede
ve/veya ısırmada da zorluk olur. Dişlerin gelişim süreci içerisinde ilk çıkan süt dişleri, daha sonra
yerlerini kalıcı dişlere bırakır.
Ağız ve diş sağlığında en önemli iki hastalık diş çürükleri ve diş eti iltihaplanmalarıdır. Diş eti
hastalıkları kimi zaman diş yuvasının bulunduğu çene kemiğinin erimesine kadar ilerleyen bir etki
yapabilir. Diş sağlığının bozulması vücuttaki diğer organları da etkileyebilir. Dişler neredeyse bütün
sistemleri olumsuz etkileyen sürekli enfeksiyon odağı haline gelebilir ve kalp, böbrek, eklemler vb.
yapılarda önemli sağlık sorunlarına yol açabilen enfeksiyonlara kaynaklık edebilir.
Ağızda ve dişlerde yapısal ve işlevsel herhangi bir bozukluğun olmaması, ağız ve dişlerin
görevlerini tam olarak yapabilmeleri durumu “ağız ve diş sağlığı”nın varlığını gösterir.
1. Diş Çürümesi
Diş çürüklerinin oluşmasında üç temel etmen bulunmaktadır: Duyarlı bir diş yüzeyi,
mikroorganizmalar için elverişli yiyecek artıkları, bunların parçalanmasına ve asit oluşumuna yol
açacak mikroorganizmaların varlığı. Besinler içinde diş çürümesine en çok neden olanlar
karbonhidratlar, yani kabaca, şekerli gıdalardır.
Dişler düzenli olarak fırçalanır ve bakımlarına özen gösterilirse, mikroplar onlara zarar veremezler.
Diş çürüğü, dişte oyuklar yaparak dişin yapısını bozan ve kendi kendine iyileşmeyen bir hastalıktır.
Dişler iyi temizlenmeyecek olursa, üzerinde besin artıkları ve mikroplar birikir. Ağız içerisindeki
bakteriler yiyecek artıklarındaki şekerli maddeleri kullanarak onu saydam, yapışkan bir madde
haline getirir ve dişler üzerine yapışmasını sağlar. Bu birikintilere plak denir. Bu plaklar bakterilerin
diş üzerinde tutunmalarını da kolaylaştırırlar. Besinlerin tatlandırılması için kullanılan şekerli
maddelerin içinde bulunan asit, dişlere zarar verebilir, ancak bakterilerin kendileri de asit
oluşturabilmektedir. Asit diş minesinin erimesine neden olur. Böylece oluşan erime bölgelerinden
giren mikroplar kolayca alttaki yumuşak dokuya ulaşabilirler.
Asitler dişin koruyucu tabakası olan diş minesi üzerinde küçük delikçikler oluşturur. Bu delikler
giderek genişler ve küçük oyuklar haline gelir. Diş minesinin erimesinden sonra çürük hızla ilerler,
alttaki tabakada geniş ve derin bir oyuk meydana getirir. Diş çürüğü diş özüne doğru ilerledikçe
dişler ağrımaya başlar. Çürük daha da ilerlerse diş özü bölgesinde ve çene kemiği içerisinde
cerahat oluşmaya ve birikmeye başlar. Buna diş apsesi denir. Eğer diş hekimi tarafından daha
başlangıcında tedavi edilmeyecek olursa çürük diş için daha zor, karmaşık ve pahalı tedaviler
gerekebilir. Diş plağı, diş etlerinin önemli hastalık nedenlerinden biridir. Yemeklerden sonra dişlerin
fırçalanması ve diş ipi kullanarak yemek artıklarının çıkarılması dişlerin çürümesini, diş eti
hastalıklarının oluşumunu ve ilerlemesini önler.
Dişlerin ağrımaması sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Diş ağrısının olması için diş çürüğünün çok
ilerlemiş olması gerekir. Diş çürüklerinin tedavi edilebilir dönemde belirlenmesi için ağrı oluşmasını
beklemeden senede en az iki kez diş hekimine giderek dişlerin muayene ettirilmesi gerekir. Diş
hekimleri gerektiğinde dişlerin filmini çekerek gözle görünmeyen diş oyuklarını da belirleyebilirler.
Diş çürüklerinin erken dönemde tanınması dişlerin kaybedilmesini engelleyebilir veya en azından
geciktirebilir. Bu hem sağlık açısından, hem de sosyal ve ekonomik açıdan önemli katkılar sağlar.
Ağza takma diş takılmasına olan ihtiyacı azaltır. Hiçbir şey kendi doğal dişlerimizin yerini tutamaz.
Kalıcı dişlerin erken dökülmesi beslenme sorunlarına neden olur. Doğal dişlerin uzun süre
dayanmasında ağız ve diş bakımının önemi çok büyüktür.
Diş sağlığı açısından sularla aldığımız flor da çok önemlidir. Sularında flor eksikliği olan yerleşim
yerlerinde diş çürüklerinin oranı çok artar. Bu nedenle florla ilgili olarak sağlık kuruluşlarının
önerilerine uyulmalıdır.
2. Diş Eti Hastalıkları
Dişin diş eti dışında görünen bölümü diş minesi denilen sert bir tabaka ile kaplanmıştır. Bunun
altında daha yumuşak bir yapı vardır. En içte ise diş özü vardır. Burada bol miktarda damar ve sinir
bulunur. Diş gövdesi diş etine ve onun altındaki kemiğe girdiği bölümde daralır. Bu bölüme dişin
boyun bölümü denir. Çene kemiği içinde kalan bölümüne ise dişin kök bölümü adı verilir. Diş kökü
diş yuvasında çene kemiğine özel doku uzantıları ile sıkıca bağlanmıştır. Diş eti hastalıkları, diş
çürükleri ağız kokusuna neden olabilir. Ağız kokusu olduğunda nedeni araştırılmalıdır.
Diş eti hastalıkları en önemli diş sağlığı sorunları arasındadır. Ağız hijyeninin bozukluğu ile
yakından ilişkilidir. Başlangıç döneminden itibaren diş etleri kolay kanar. Diş eti kanamalarında diş
hekimi muayenesi zorunludur. Diş etleri, diş yuvaları ve ağız tabanındaki iltihaplanmalar genel
olarak diş eti hastalığı olarak bilinmektedir. Diş üzerindeki plaklar bunun en önemli nedenidir.
Tedavi edilmeyen diş eti iltihapları çene kemiğinin de iltihaplanmasına ve zarar görmesine yol
açabilir.
Diş çürüğü, diş eti hastalıkları, sinüzit, bademcik iltihabı, solunum sistemi hastalıkları, sindirim
sorunları, ağız bakım yetersizliği ağız kokusuna neden olabilir. Bu hal, sosyal ilişkileri de etkiler.
Bazı metabolizma hastalıkları da ağızda kendine özgü kokular yapabilir.
3. Dişlerin Gelişim Bozuklukları
Ağızda kapanma bozukluklarına neden olan diş düzensizlikleri dişlerin çürümesini kolaylaştırır ve
daha erken dönemde dökülmesine yol açar. Düzensiz dişler, alt ve üst çene arasındaki ilişkinin
bozulmasına neden olabilir. Çiğneme ve temizleme güçlüğü yaratırlar, kötü ağız kokusuna yol
açarlar.
Düzensiz dişlerin en önemli nedeni süt dişlerinin zamanından önce yitirilmesi olabilir. Bunun
sonucunda çıkan kalıcı dişler birbiri üzerine gelecek biçimde yerleşebilirler. Düzensiz dişler
konuşma bozukluklarına ve görünüm bozukluklarına neden olabilir.
Sigara dişlerde renk değişikliği yapar. Sigara içenlerin dişleri kahverengimsi bir renk alır. Canlılığını
kaybetmiş olan dişler gri renkte görünür. Çocuklarda hatalı olarak kullanılan bazı ilaçlar da dişlerde
renk değişikliğine neden olabilir. Aşırı derecede flor dişlerin sararmasına neden olabilir.
Hamilelikte ve süt çocukluğu döneminde kullanılan antibiyotik vb. bazı ilaçlar dişlerde kalıcı renk
değişikliklerine neden olabilir. Bu nedenle hekim önerisi olmaksızın ilaç kullanılmamalıdır.
4. Ağız ve Diş Sağlığı Nasıl Korunur?
Diş hastalıkları ve diş sağlığının korunması açısından erken tanı çok önemlidir. Bu nedenle yılda en
az iki kez diş hekimine muayene olunması önerilir.
Diş çürümelerinin önlenmesinde sularda yeterli flor olması, düzenli olarak dişlerin fırçalanması, diş
ipi kullanılması, aşırı tatlı ve şekerli yiyeceklerden olabildiğince kaçınma bunlar yendiğinde mutlaka
dişlerin fırçalanması, diş hekimi kontrollerine gidilmesi temel uygulamalardır. Diş eti hastalıklarının
önlenmesinde de diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolleri önemlidir.
Dişlerde gelişim bozuklukları varsa erken dönemde özel diş hekimliği dallarında uzmanlaşmış
birimlere başvurularak gerekli tedavi sağlanmalıdır.
Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Dişler sert cisimlerle
karıştırılmamalı, fındık, ceviz vb. kabuklu yiyecekler dişlerle kırılmamalıdır. Bunlar diş minesinin
çatlamasına ve bakterilerin etkisinin artmasına neden olur. Diş minesinin koruyucu etkisi ortadan
kalkar.
5. Diş Fırçalama Tekniği
Dişlerimizi korumanın en etkili yolu düzenli olarak fırçalamaktır. Diş fırçalamanın ilk adımı doğru fırça
seçimidir. En uygun fırça naylon ve orta sertlikteki fırçalardır. Ağız içinde kolay hareket ettirilmesi ve arka
dişlere rahat ulaşabilme açısından fırçanın kafasının fazla büyük olmaması tercih edilir. Uygun fırça
seçildikten sonra dişler en az günde iki kere düzenli olarak fırçalanır. Diş macunu ağza verdiği hoşa giden
koku ve his nedeniyle diş fırçalanmasını kolaylaştırır. Diş parlatma tozları diş hekimi önerisi olmadıkça
kullanılmamalıdır. Aşırı kullanımlar diş sağlığı açısından zararlıdır.
Diş fırçalanmasında fırçanın duruşu dışındaki temel hareket aynıdır: Fırça diş eti çizgisine eğimli
olarak yerleştirilir. Bu durum bozulmadan küçük dairesel hareketlerle dişler fırçalanır. Daha sonra
fırça, bir fırça boyu kadar kaydırılarak fırçalama sürdürülür.
1. Diş fırçası 45 derecelik açı yapacak biçimde tutulur ve diş eti hizasından başlanarak ağız
boşluğuna doğru fırçalamaya başlanır. Dış yüzeylerden başlayan fırçalama sert darbeler halinde
değil, yumuşak ve daireler çizecek biçimde, ön dişlerden arka dişlere doğru yapılmalıdır.
2. Daha sonra dişlerin iç yüzeyleri aynı şekilde fırçalanır. Bu işlemde fırça eğik tutularak, diş etinden
ağız boşluğuna doğru hareket ettirilir.
3. Daha sonra dişlerin çiğneme yüzeyleri fırça düz olarak ileri geri hareket ettirilerek fırçalanır.
Fırçalama işleminin en az iki-üç dakika sürmesi gerekir. Sağlıklı diş etleri fırçalama sırasında
kanamaz.
Diş fırçası kişiye ait bir araçtır, başkalarıyla paylaşılmaz. Diş fırçaları birkaç ayda bir, en geç altı
ayda değiştirilmelidir. Gerektiğinde ara yüzlerin etkin olarak fırçalanmasını sağlamak üzere ara yüz
fırçaları kullanılır. Bunlarla ilgili önerilerini almak üzere diş hekimine başvurmak gereklidir.
6. Diş İpi Kullanımı
Diş ipi, diş aralarında kalan yiyecek artıklarının uzaklaştırılması açısından çok yararlı bir araçtır.
Çok küçük yaşlardan başlanarak uygun diş fırçalama ve diş ipi kullanma tekniklerinin öğrenilmesi
gerekmektedir.
Dişler fırçalandıktan sonra diş ve diş eti çizgisi ile dişler arasında kalan yemek artıklarının
temizlenmesi için diş ipi kullanılır. Bu artıklar en önemli çürük nedenlerindendir.
1. Otuz santimetre kadar diş ipi alınır. Diş ipinin bir bölümü bir elin orta parmağına diğer
da diğer elin orta parmağına dolanır. İpin bir bölümü ortada kalmalıdır.
2. Ortada kalan ip bölümü işaret parmağı ile geriye doğru itilir.İp, dişler arasından geçirilir.
Bu hareket sırasında sert olunmamalıdır. İp diş etine kadar indirildikten sonra ağız
boşluğuna doğru diş aralarını sıyıracak biçimde indirilir. Bu sırada diş etinin
kesilmemesine özen gösterilmelidir.
3. Aynı uygulama diğer bir parça ip alınarak alt dişler için de tekrarlanır.
ucu
a)AİDS
Hastalığın ortaya çıkmasında dünya bilim topluluğunun ocak 1983’te hastalığa yol açan LAV
virüsünün (sonradan bu virüsün adı HİV olarak değiştirildi) bulunduğunu onaylamasına kadar dört
yıl geçmiştir. İlk AİDS vakalarının ortaya çıkmasından yirmi yıl sonra, tıbbın salgın karşısındaki
tavrı, hastayı ön plana alan köklü bir değişim geçirmiştir. Bugün mucize bir ilacın hâlâ bulunmamış
olması, hastalığın yayılmasını engelleme çabalarının koruyucu önlemlerde yoğunlaşmasına neden
olmaktadır.
İlk AİDS vakaları 1979’da ABD’de Kaliforniya’da ve New York’ta kaydedildi: hastalar hep eşcinseller ve
gençlerdi. Bu ilk gözlem, hastalığın toplumsal algılanması üzerinde çok tehlikeli ve ağır bir etki yarattı. Ama çok
geçmeden hastalık eşcinsel olmayanlarda da bulundu, ama bu defa da eroinmanlar, hemofili hastaları ve kan nakli
yapılanlar çoğunluktaydı. Derken Haiti’de, sonra Afrika’nın ekvator yörelerinde de hastalığa rastlanıldı.
1981’de hastalık, AİDS harflerinden oluşan bir simgeyle adlandırıldı (İng. Acquired Immune Deficiency
Syndrome; Edinsel bağışıklık yetersizliği sendromu). 1984’te uluslararası bilim alemi, hastalık sebebinin o zamana
kadar bilinmeyen bir virüs olduğunu kabul etti. Amerikalı Prof. Gallo’nun ekibi HTLV 3 adını verdi; oysa aynı virüsü
bir yıl önce Paris’teki Pasteur Entitüsü’nden Prof. Montagnier’in ekibi de bulmuş ve bu virüse LAV virüsü adını
vermiştir.
Tartışmayı tatlıya bağlamak için virüse yeni bir ad verildi ve HİV (Human Immunodeficiency Virus; İnsandaki
bağışıklık yetersizliği virüsü) denildi. 1986’da ikinci virüs (HİV 2) bulununca, ilk bulunana HİV 1 denildi. Bu ikinci
sıfatı Batı Afrika kökenli hastalarda bulunmuştu, birincisi kadar bulaşıcı değildi ve bu nedenlede dinya çapında
yaygınlaşmamıştır.
Virüsün keşfi, bulaşmadan birkaç hafta sonra virüslü insanlarında kanında ortaya çıkan HİV karşıtı antikorların
araştırlıması için bir tekniğin gelişitirilmesini sağladı. Virüsü taşıyanlar HİV için seropozitiftir. Test, hastalık
bilinmeden çok önce seropozitifliği ortaya çıkabilmektedir.
Virolojik görünüş
HİV retrovirüs gurubundan çok küçük bir virüstür; başlıca özelliği genetik şifresinin RNA’lı olması –oysa bütün
canlıların hücrelerinde ve öteki virüsler DNA’lıdır- ve tersindirici transkriptaz denen bir enzim taşımasıdır; bu
enzim, virüsün RNA’sını virüslü hücrenin içinde DNA’ya çevirebilmektedir: Virüs genomunun hücre
kromozomlarındai DNA’yla bütünleşmesi için bu aşama kaçınılmaz bir evredir.
HİV’in içindeki RNA molekülü, onu saran protein ve protein yapısında bir kılıfla örtülüdür; bu lipit ve protein
karışımı kılıf, virüsün hedef hücreye tutunlmasını sağladığı gibi RNA’nın ve tersindirici transkriptazın da hücrelere
girmesini sağlar. Bundan dolayı tedavi edici bir aşının bulunabilmesi için bu proteinlerin inceden inceye bilinmesi
şarttır. Ama sık sık meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak virüsün yapısındaki bazı kısımların çok değişken
olması, aşı yapımı bakımından çok karışık sorular yaratmaktadır.
Virüsün RNA’sı birçok genden oluşur: bunların bazıları iç proteinlerini şifrelemeye (Gag genleri), bir kısmın
virüsü eşlenip çoğalması için gerekli enzimleri kodlamaya (Pol genleri) , bir diğer kısmı da dış proteinlerini
şifrelemeye yarar (ENR genleri) . Nef ve tat genleri gibi bazı genler özellikle incelenmiştir. Nef geni, virüslü
hücrelerin CD4 alıcılılarını yok edebilecek bir proteinin sentezlenmesini sağlar ve hastalığın ilerlemesinde önemli rol
oynar; tat geniyse virüs parçacıklarının sentezlenmesini hızlandırır. Memelilerin birçok türünde retrovirüs cinsinden
virüs enfeksiyonları olabilir (sığır lökozu, kedi «AİDS» i, vb) ; buna karşılık hayvanl virüsleri insanlar için tehlikeli
olmasına rağmen, HİV virüsü hayvanlarda hiçbir hastalığa neden olmamaktadır.
HIV özellikle savunma hücrelerine, yüzeydeki CD4 denen alıcı moleküllerin üzerine yapışır. Bunlar vücudun
çeşitli yerlerinde bulunan savunma hücreleridir: en başta bazı akvuyuvarlar (CD4+ veya T4 renfositleri,
monositleri veya makrofajlar) ve bunlardan başka karaciğer, dalakta, lenf düğümlerinde, beyinde (glia hücreleri) ,
deri ve mukozada bulunan savunma hücreleri (langerhans hücreleri) .
Virüs, hücreye yerleştiğinde onun genomu hücrenin kromozomlarıyla birleşip bütünleşir. Bu taktirde iki olasılık
söz konusudur: ya HİV eyleme geçmez, virüslü hücre çalışmaya devam eder; ya da virüs eyleme geçer ve
hücrenin içinde çoğalır, bunlar da gidip başka savunma hücrelerine yayılırlar her iki durumda da cinsel salgılarda
ve kanda virüs bulunur, dolayısıyla başka insanlara bulaşabilir: HİV, organizmanın dışında fiziksel ve kimyasal
etkilerden zarar görür: 56°C’nin üstünde ısıyla, alkolle, çamaşır suyuyla ve deterjanların çoğuyla tahrip olur: buna
karşılık soğuğa ve mor ötesi ışınlara dayanıklıdır.
HİV enfeksiyonunun fizyopatolojisi
HİV’in AİDS’e yol açan mekanizmaları henüz iyi bilinmemektedir. Kandaki CD4+ lenfositlerinin sayısının gittikçe
azaldığı görülmektedir ve hastalığın ilerlemekte olduğunun en iyi göstergesi de halen budur (bu yüzden seropozitif
olanlarda bu hücrenin miktarı düzenli olarak gözlenir) . Demek ki bu hücrelerin yalnız küçük bir miktarı virüse
yakalanmaktadır. CD4+ lenfositlerinin ölümünü açıklamak için öne sürülen varsayımlardan biri, apoptoz kavramına
dayanır; hücrenin davranışı programlı bir intihardır, program HİV enfeksiyonu yaratır: sonbaharda ağçların
yapraklarını kaybetmesi gibi organizma da kendi hücrelerini tahrip süreçleri yaratır, bu süreçler HİV’in katkısı ile
bozulup etkinleştirilebilir.
Retrovirüs enfeksiyonu sırasında virüs miktarı, virüs saldırısı kanda,özellikle lenf gangliyonlarında gittikçe artar.
Henüz inceleme aşamasında olan virüs saldırısı ölçme teknikleri, virüs ilaçlarının etkisini hızla değerlendirme
imkanı sağlayacaktır.
Bulaşma Yolları
Günlük çalışmalara esnasında HİV’in bulaşma tehlikesi yoktur. Daha önce virüs almış bir kişinin bulunduğu bir
ailede yalnız onun eşine bulaşma tehlikesi vardır; alıncaka önlem temel sağlık kurallarına uymaktır. Göz yaşında ve
tükrükte virüs bulunsa bile (virüs tutuklayıcı bir madde vardır) , miktarı tehlike yaratacak kadar çok azdır. Ayrıca
deri virüsü geçirmediğinden, bir ara kuşkulanılan sivrisinek ısırmasıyla HİV bulaşmaz.
Kan Yolu: En kestirme yoldur. Bulaşma olaylarının büyük çoğunluğu virüslü kan nakli veya seropozitif
vericilerden gelen organların nakli yüzündendir. Bu çeşit bulaşmaya bağlı riskler, kan veya organ verenlere
sistemli olarak test uygulandığından bu yanı ortadan kalkmış gibidir.
Yüzlerce veriden alınan kanların toplanıp, konsantre hale getirildikten sonra parça parça verildiği hemofili
hastalarında bulaşma riski çok yüksektir (%50) . Bugün bu konsantre parçalar ısıtılarak verilmektedir, onun için
tehlikesizdir.
Taze kan bulaşığı olan inelerin kazayla hemşire veya doktorlara bulaşma riski binde üç dolayındadır. Kamuya
açık yerlerde kazara ineyle bulaşma riski hemen hemen sıfırdır, çünkü açık havada virüs tahrip olur. Ama
uyuşturucu kullananlarda aynı şırınganının kullanılması Avrupa’nın güneyinde ve ABD’de hastalığın başlıca yayılma
etmenlerinden biridir.
Cinsel Yol: Seropozitif biriyle cinsel ilişkide bulunmak mukozalar sağlam olsa bile risk taşır: cinsel yollardaki
bir enfeksiyon veya mukozalardaki bir travma, riski arttırır. Dölyolundan girişte seropozitif bir erkekten seronegatif
bir kadına AİDS bulaşma riski, seropozitif bir kadından seronegatif bir erkeğe geçme riskinden daha yüksektir.
Kadında adet dönemi en bulaşıcı dönemdir. Ters ilişki riski üç kat arttırır.
HİV taşıyan bulaştırdığı, zamanla değişkenlik gösterir, çünkü cinsel salgınlardaki virüs miktarı onun durumuna,
yani uyur durumda olup olmamasına göre değişir. Bu demektir ki, bir virüs taşıyıcısı çok kısa bir zaman içerisinde
ilişkide bulunduğu pek çok kişiye virüsü bulaştırabileceği gibi; tersine, eşlerden biri seropozitif olduğu halde ve
aylarca, hatta yıllarca hiçbir koruyucu önlem almadan cinsel ilişkisini sürdürdüğü halde, eşine mikrop
bulaştırmayabilir de. HİV, frengi veya hepatit B mikrobuna göre daha az bulaşıcıdır.
İstatistiklere göre oral ilişkiler tam birleşmelerle karşılaştırıldığından çok az risk taşır. Öpüşmeyle hiçbir
bulaşma olayına rastlanmamıştır; yani öpüşme bu bakımdan tehlikesiz görünmektedir.
Gebelik ve emzirme: Seropozitif bir kadının virüsü çaocuğa bulaştırma riski %20 ile %50 arasındadır ve
annede hastalık ileri bir evredeyse risk artar. Bulaşma, gebeliğin son iki üç aylık döneminde olabilir. Sezeryan riski
azaltmaz. Doğum öncesi teşhis mümkün değildir. Emzirmek kesinlikle tavsiye edilmez.
AİDS: doğal öyküsü ve klinik belirtileri
Bulaşmayı izleyen haftalarda ateş, beze şişmesi, deri döküntüsü, sinir ve sindirim bozukluğu gibi belirtiler
ortaya çıkabilir (olayların %20 ila %30’u) buna ilk enfeksiyon denir. Ama, çoğu zaman hiçbir belirti görülmez. Ama
bütün olaylarda belirtiler kendiğinden kaybolur ve kişi virüsün belirtisiz taşıyıcısı olur, yalnız en azından şişlikler
(bazı gang liyonların büyümesi) olduğu gibi kalır.
Belirtisiz evre yıllarca sürer. Virüsü taşıyan kişi belki onu başkasına bulaştırabilir ama kendisinde hiçbir hastalık
belirtisi görülmez. Virüs gitgide bağışıklık sistemini bozar; bozulma hastalara göre az veya çok hızlı olabilir; bunda
virüsün payı nedir, kişinin payı nedir (genetik faktörler, başka virüs enfeksiyonu veya psikolojik faktörler)
kestirilemez. Virüsü kaptıktan on yıl sonra, hastaların yarıya yakını AİDS olacak, üçte birden fazlası biyolojik
bağışıklık yetersizliği belirtileri gösterecektir.
AİDS patlak vermeden önce enfeksiyonun küçük belirtileri ot-rtaya çıkabilir. Bunlar ARC (AİDS Related
Complex) veya AİDS öncesi adı altında toplanır. Bunlar başka hastalıklarda da görülebilen genel belirtilerdir: ateş,
sürekli ve şiddetli isal, 10 kg’dan fazla sebepsiz kilo kaybı ağızda pamukçuk, vb. Bu belirtiler bağışıklık sisteminde
büyük bir bozulma olduğunun ve retrovirüs enfeksiyonunun AİDS’e doğru bir hayli ilerlediğinin işaretleridir.
Bağışıklık sistemi tümüyle iflas ettiğinde AİDS ortaya çıkar. Doktor, seropozitif bir kişide fırsatçı bir enfeksiyon, bir
kanser (Kaposi sarkomu, lenfoma) veya sinir sisteminde ağır bir bozukluk, yahut şiddetli bir zayıflama belirtisi
(slim disease denen bu durum, Batı’dan çok Afrika’da yaygındır) bulursa AİDS teşhisi koyar.
Normal insanda hastalığa yol açmıyan veya tehlikesiz bir hastalık yapan ve mikroplardan ileri gelen ağır
enfeksiyonlara, fırsatçı enfeksiyon denir. Fırsatçı mikroplar bulaşıcı değildir; yani bağışıklık sistemi normal çalışan
insanları hasta etmezler. Bu olgu çok önemlidir ve her türlü hasta tecridinin faydasız olduğunu gösterir. Bunun tek
istisnası vardır: verem. Verem, seropozitif olsun olmasın, her AİDS’linin tedavisi ilk günlerinde tecrid edilmesini
gerektirir.
TEDAVİ
Bugünkü gerilimi, enfeksiyonun ilerleme gücünün iyi değerlendirme imkanı vermektedir. Bazı insanlarda HİV
bağışıklık sistemini iki veya 3 yıl içinde tam anlmıyla bozarak AİDS denen büyük enfeksiyonlara yol açmakta;
sayıca çok olan bazı insalarda ise virüs, on yıl, hatta daha fazla, gizli veya uyur durumda kalmaktadır. Enfeksiyon
sırasında değişik düzeyda oldukça etkili sonuç veren birçok tedavi yolu vardır: yani ilaçlarla tahrip edilebilen
fırsatçı enfeksiyonları tedavi etmek doğrudan doğruya anti-HİV ilaçları geliştirmek (Bunlar virüsü tahrip etmez,
ama organizmada çoğalmasını engeller). AZT (Zidovudin), DDİ, DDC bu ilaçlardan birkaçıdır. Bunların hepsi
tersindirici transkriptaz tutuklayıcı ilaçlardır. Bu ilaçlarla önleyici tedavi yapılabilir: bağışıklık yetersizliğinin biyolojik
belirtileri ortaya çıkar çıkmaz buna bağlanır; enfeksiyonların patlak verme olasılığını kestirmek için başlıca ölçüt T4
lenfositlerinin miktarıdır.
Amaç, yalnız AİDS’i tedavi etmek değil aynı zamanda onun ortaya çıkmasını engellemek veya geçiktirmekdir.
Seropozitifliği hedef alarak düzeltmeye çalışan bu yeni stratejiler, retrovirüs enfeksiyonun erken teşhisini teşvik
etmekte çok haklıdırlar.
Virüsteki antijen değişimleri, virüsün organizmada gizli kalma yeteneği ve hayvan modelinden yoksulluk gibi
karmaşık nedenler, bir aşının bulunmasını güçleştirmektedir; ama çalışmalar hiç değilse belirleyici gelişmeleri
tanımakta yararlı olmaktadır.
Önleyici tedbirler: başarıları, güçlükleri
AİDS’e ilişkin rakamlar, salgının çeşitli nüfus grupları arasındaki gelişimini göstermektedir, ama AİDS’in
bildirimi, bulaşmadan yıllar sonra yapıldığından gecikmeli olarak göstermektedir. AİDS’in özel durumları olan
kişilerde ortaya çıkıvermesi, hastalığa ilişkin uydurmalardan ilkinin, yani riskli grup masalının doğmasına sebep
olmuştur. Halk arasında hastalığın gidişini gözetlemek için öne sürülen ve basın tarafından da yaygınlaştırılan bu
kavram, «bu hastalık ancak başkalarının başına gelebilir» duygusunu pekiştirmekten başka işe yaramamıştır.
Bazı ülkelerde önleyici tedbir olarak öne sürülen sav şu oldu: «AİDS benden geçmez»
Bulaşma yolları çok çabuk ortaya çıkarıldığı ve art arda gelen hastalık olayları, hiçbir yaş, ırk, deri, ülke ayrımı
olmaksızın herkesin virüse yakalanabileceğini gösterdiği halde, pek de yerinde olmayan «riskli grup» kavramından
daha işe yarar «riskli yaşam» kavramına geçmek için birçok yıl beklemek gerekecektir.
Önleyici tedbir almakta bir başka engel, medyanın da kuvvetle desteklediği yanlış veya çelişkili bilgilerin yayılıp
zihinleri karıştırmasıdır. Hastalığın ciddiyetine rağmen, hiçbir bilgilendirme, hatta yönlendirmeler bile davranışları
değiştirmekte etkili olamadı. Önleyici tedbir, sorumluluk duymaktan, başkasıyla ve başkalarıyla tartışmaktan geçer.
Önleyici tedbir mesajları yayımlamak yeterli değildir. Önemli olan insanlara onları benimsetmek, hatta daha iyisi
onları kendilerine buldurmaktır.
Sistematik ve zorunlu bir tarama uygulayarak salgını sona erdirmek düşünülebilir mi? Antikorların oluşup
ortaya çıkma süresi dikkate alınırsa sistematik taramanın bütün virüs taşıyıcılarını saptamaya elverişli olmadığı
anlaşılır, ama tarama yalancı bir güvenlik duygusu yaratabilir, bu da önleyici tedbirlerin gevşetilmesine yol açar.
Ayrıca yönetim örgütü çok az risk taşıyan kişilere de gereksiz yere test uygulamaya kalkışacak ve toplumun
oldukça ilgi gören marjinal kesimini bir kenara bırakacaktır. Kaldı ki böyle bir tarama çok pahalıya mal olmaktadır.
60 milyonluk bir ülkede 30 milyon kişiye uygulanacak bir test, her yıl ve her altı ayda bir yaklaşık bir milyar dolar
patlayacaktır. Ne araştırmaya, ne önleyici tedbirlere, ne de hasta tedavisine o kadar paranın ayrılması mümkün
değildir.
Art arda test uygulanması test uygulananı korumaz: yeni virüs almış iki kişiden biri daha en azından bir test
uygulanmış bir kişidir. Bu demektir ki, önemli olan testin kendisi değil, onun kişinin yaşamında yer alma biçimi ve
önceki bir girişimde oynadığı roldür: Bir kişinin aşk ilişkisine girdiği sırada yapılan bir test idari bir davet üzerine
yapılan testten oldukça farklı bir değer taşır.
AKKOYUNLULAR
I- SIYASî TARIH
a) Akkoyunlular'in mensei ve kurulusu
Akkoyunlular, 1340-1514 yillari arasinda Dogu Anadolu, Azerbaycan ve Irak'ta hüküm
sürmüs olan bir Türkmen hanedanidir. Devletin kurucusu olan Karayülük Osman Bey
Oguzlarin Bayindir boyuna mensuptur. Bu sepele Akkoyunlu Devleti'ne Bayindiriyye
Devleti de denilmektedir. Akkoyunlular'in Anadolu'ya ne zaman ve hangi yoldan
geldikleri bilinmemektedir. Ancak Mogol istilasi sonucunda Anadolu'ya gelen pek çok
Türkmen grubu arasinda Bayindir Türkmenlerinin de bulundugu tahmin edilmektedir.
Akkoyunlu oymaginin Anadolu'ya gelis tarihi hakkinda en güvenilir bilgiyi, Akkoyunlu
sülâlesinin tarihi olan Ebu Bekr-i Tihrani'nin eserinde bulmak mümkündür. Buna göre,
52. göbekte Oguz Han'a ulasan Karayülük Osman Bey'in bagli oldugu Bayindir oymagi,
ilk önce XIII. yüzyilin baslarinda Dogu Anadolu'ya gelmisler, burada Mogol istilâsina
karsi koyarak Diyarbekir bölgesine egemen olup, Trabzon-Rum Imparatorlugu ve
Gürcüler'le mücadele etmislerdir.
Akkoyunlular siyasî bir birlik kurmadan önce güneyde Urfa ve Mardin, kuzeyde
Bayburt olmak üzere Firat ve Dicle yöresinde yaylayip-kislamaktaydilar. Bu sirada, en
büyük düsmanlari olan Karakoyunlular ile de mücâdele ediyorlardi.
Ilhanlilar'in yikilmasindan sonra, onun hakimiyet sahasi üzerinde birbirleriyle mücâdele
eden Celayir, Çoban ve Sotay sülâlelerinin kavgalarina katilan Akkoyunlular, bu
sülâlelerden Musul ve Diyârbekir bölgelerine hakim olan Sotayogullari'nin hizmetine
girdiler. Bu ailenin Orta Anadolu'ya çekilmesinden sonra ise Artuklular'a bagli olarak
yasamaya devam ettiler. Bu sirada Diyârbekir bölgesinde bazi kent ve kaleleri eline
geçiren Akkoyunlular yavas yavas kuvvetleniyorlar, diger boy ve oymaklari kendisine
baglayarak devlet kurma yolunda ilerliyorlardi.
1- Tur Ali Bey
Diyarbekir bölgesini yurt edinen bu Akkoyunlu Türkmenlerinin basinda 1340 yillarinda
Tur Ali Bey isminde birisinin bulundugu görülmektedir. Tur Ali Bey 1340-1341 ve 1343
yillarinda olmak üzere iki kez Trabzon Rum Imparatorlugu topraklarina saldirmis, hatta
bu devletin baskentine kadar ilerlemisti. Daha sonra Bayburt ve Erzincan emirleriyle
birleserek bir kez daha Trabzon üzerine yürümüsse de bir basari elde
edememistir(1348).
Tur Ali Bey Ilhanlilar'dan Gazan Han'in maiyetinde Suriye seferine istirak etmis ve bu
sefer sirasinda büyük gayret ve kahramanlik göstererek Gazan Han'in teveccühünü
kazanmistir. Bu basaridan sonra etrafina 30.000 kisilik bir kuvvet toplayan Tur Ali Bey,
Anadolu, Suriye ve Irak taraflarina çesitli akinlar yapti. Tur Ali Bey zamaninda
Akkoyunlular'a, bu beyin söhretinden dolayi Tur Alilîler de denilmekteydi.
Tur Ali Bey'in gerek Anadolu'da ve gerekse Trabzon Rum Imparatorlugu karsisinda
kazandigi bu basarilar üzerine Imparator III. Aleksios korkuya kapilmis ve onunla
dostluk kurmak üzere kizkardesi Maria'yi Tur Ali Bey'in oglu Kutlu Bey ile
evlendirmistir (1352). Böylece imparator hem Tur Ali Bey'in yapacagi yeni akinlardan ve
hem de onun himayesi ile digerlerinin hücumlarindan kurtulacagini hesaplamistir ki bu
tesebbüsünde muvaffak olmus ve 1360 yilina kadar bu taraftan herhangi bir hücuma
maruz kalmamistir.
2- Kutlu Bey
Tur Ali Bey'in ne zaman öldügü kesin olarak bilinmemekle beraber oglu Kutlu Bey'in
1363 yilinda Akkoyunlular'in basinda bulundugu görülmektedir. Büyük bir ihtimalle
1362 yilinda babasinin yerine geçen Fahreddin Kutlu Bey, bir yil sonra karisi Despina ile
Aleksios'u ziyaret için Trabzon'a gitmis, imparator da ertesi sene iade-i ziyârette
bulunmustur.
Kutlu Bey zamaninda (1362-1388) Anadolu'nun siyasi tablosunda önemli degisikler
olmustur. Bu dönemde Bayram Hoca idaresindeki Karakoyunlular Musul'dan
Erzurum'a kadar olan bölgelerde hakimiyet kurarak güçlü bir devlet haline gelmislerdi.
Erzincan'da ise emir Pir Hüseyin'in ölümü üzerine burasi Mutahharten'in eline geçmisti
(1378). Erzincan'daki bu degisikligi kabul etmeyen Eretna devleti hükümdari Alaaddin
Ali Bey Mutahharten üzerine yürüyünce, Mutahharten zor durumda kalmis ve
Akkoyunlular ile Dulkadirogullari'ndan yardim istemisti. Bu istegi kabul eden Kutlu
Bey, ogullarindan Ahmed Bey emrinde mühim bir kuvveti Mutahharten'e yardima
gönderdi. Erzincanlilar'in yardimina kosan bu Akkoyunlu kuvvetleri ile Eretna-oglu
Alâaddin Bey kuvvetlerinin yaptiklari çarpismayi Kutlu Bey-oglu Ahmed Bey kazandi.
Eretnalilar büyük bir bozguna ugradilar.
Akkoyunlular, Kadi Burhaneddin'in Sivas'ta hükümdarligini ilân etmesinden sonra
(1381), onun hükûmdarligini tanimayarak buraya bir miktar kuvvet gönderdiler. Kutlu
Bey-oglu Ahmed Bey idaresindeki Akkoyunlu kuvvetleri Mutahharten ile birlikte Sivas
üzerine yürüyerek kenti savunmakta olan Emir Yusuf Çelebi'yi yendiler, ancak sehri ele
geçiremediler.
Akkoyunlular'la Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin arasindaki bu düsmanlik,
Burhaneddin'in Malatya yakinlarina geldigi bir sirada, Kutlu Bey ogullarinin onun
yanina giderek itaat etmeleri ile son buldu. Bu sirada Kadi Burhaneddin'in huzuruna
gelen Ahmed Bey, ondan daha önceki davranisi için özür dilemis ve affini istemistir.
Hatta ona olan bagliligini göstermek için yaninda bulunan kardesi Karayülük Osman
Bey'i rehin olarak vermistir. Baska bir rivayete göre ise, cesaret ve ününü kiskanan
kardeslerinin kendisine bir kötülük yapmalarindan çekinen Karayülük Osman onlardan
ayrilarak Kadi Burhaneddin'in hizmetine girmistir.
Kutlu Bey, 1389 yilinda vefat etmis olup, Bayburt'un Sinor köyünde defnedilmistir.
3- Ahmed Bey
Kutlu Bey'in ölümünden sonra Hüseyin, Ahmed, Pir Ali ve Karayülük adindaki ogullari
arasindan Ahmet Bey Akkoyunlular'in basina geçti. Ahmet Bey zamaninda Erzincan
emîri Mutahharten ile Akkoyunlular'in arasi açildi. Kutlu Bey'in dostu olan
Mutahharten onun ölümünden sonra Akkoyunlular'in hakimiyetindeki bir kisim
topraklara saldirararak yagma ve tahrip hareketlerine basladi. Mutahharten'in bu
tecavüz hareketleri üzerine Ahmet Bey büyük bir kuvvetle onun üzerine yürüdü.
Yapilan savasta agir bir yenilgi alan Erzincan kuvvetleri geri çekilirken Mutahharten
yarali olarak savas meydanindan güçlükle kaçabildi.
Mutahharten Akkoyunlular'in karsisinda aldigi bu agir yenilgiden sonra,
Akkoyunlular'in ezeli düsmani olan Karakoyunlu beyi Nâsireddin Kara Mehmed
Bey'den yardim isted.i Akkoyunlular'a karsi saldirmak için bir firsat bekleyen Kara
Mehmed, Mutahharten ile birleserek Akkoyunlular'a taarruz ettiler. Bu müttefik
kuvvetler karsisinda agir bir yenilgiye ugrayarak askerlerinin büyük bir kismini
kaybeden Ahmed Bey Kadi Burhaneddin'e siginmak zorunda kaldi. Kadi Burhaneddin
onu çok iyi karsilayarak ikram ve iltifatta bulunmus ve kendisine hil'at vermistir.
Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin Ahmed'in metbuu olmasina ragmen,
ülkesine döndükten sonra onun aleyhinde bir takim faaliyetlere basladi. Kardesi
Hüseyin Beyle birlikte Kadi Burhaneddin'in Amasya seferine katilan Ahmed Bey, bu
sirada bir kaç defa isyan tesebbüsünde bulundu ise de basarili olamadi. Daha sonra
Amasya emiri Ahmed ile ittifak ederek Tokat üzerine yürüme karari aldi. Fakat bunu
ögrenen Kadi Burhaneddin derhal Tokat'da bulunan Akkoyunlular üzerine yürümüs ve
onun bu anî hareketi karsisinda mukavemet edemeyecegini anlayan Ahmed Bey bir kez
daha affini isteyerek bagliligini göstermistir.
Erzincan emiri Mutahharten ile Karakoyunlu beyi Kara Yusuf (1389-1420) anlasarak
Akkoyunlular üzerine yürümek üzere hazirliklara basladilar. Mutahharten büyük bir
ordu hazirlayarak Karakoyunlu beyleri ile beraber Endris'te Akkoyunlularin karsisina
çikti. Ancak yapilan savasta müttefik kuvvetler büyük bir bozguna ugrarken Kara Yusuf
Bey esir düsmüs, Mutahharten ise güçlükle canini kurtarmistir. Mutahharten bu
yenilginin intikamani almak için kisa bir süre sonra, bu kez yalniz basina Akkoyunlular
üzerine yürüdü. Akkoyunlu hükümdari, damadi olan Mutahharten ile baris yapmak
istediyse de kardesi Karayülük Osman bunu kabul etmedi. Yapilan savasta
Mutahharten ikinci kez Akkoyunlulara yenildi.
Kadi Burhaneddin Ahmed 1394 yilinda Erzincan üzerine bir sefere çikmisti. Bu durumu
haber olan Akkoyunlu Ahmed Bey elçi ve mektuplar göndermek sureti ile kendisine
yardimci olacagini bildirdi. Erzincan sinirinda birlesen Akkoyunlu ve Sivas kuvvetleri
Erzincan içlerine kadar girerek bir ay müddetle Mutahharten'in ülkesini görülmemis bir
biçimde yagma ve tahrip ettiler. Bu sefer sirasinda Ezdebir, Sis ve Burtulus kalelerini
zapteden Kadi Burhaneddin, Sivas'a dönerken yardimlarini gördügü Ahmed Bey'e
Erzincan'dan Bayburt'a kadar olan bölgeleri dirlik olarak verdi.
Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin'in Erzincan üzerine yaptigi ikinci seferine
de istirak eti (1395). Bu olaydan sonra Akkoyunlu Devleti içerisinde iç karisikliklar
çikmis ve kendisine isyan eden Karayülük Osman Bey ile Ahmed Bey'in arasi açilmisti.
Osman Bey, Kemah kalesini ele geçirmek isteyince agabeyi Ahmed Bey onun üzerine
yürüdü. Bunun üzerine Osman Bey Kadi Burhaneddin Ahmed Bey'in yanina giderek
onun hizmetine girdi.
Bu olaydan sonra Akkoyunlu beyi Ahmed Bey ile Kadi Burhaneddin'in arasi açilmaya
basladi. Nitekim Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin'in Karaman-oglu üzerine yaptigi sefere
katilmadigi gibi, onun, isyan eden Kayseri valisi Seyh Müeyyed'e karsi giristigi harekete
de istirak etmedi. Ancak Seyh Müeyyed'in öldürülmesi ile neticelenen bu seferde Kadi
Burhaneddin, Akkoyunlu Karayülük Osman Bey'in büyük yardim ve destegini gördü.
Hatta onun bu yardimina karsilik kendisine Sarki Karahisar'i verdi. Ancak Kadi
Burhaneddin ile Karayülük Osman Bey'in arasi, Seyh Müeyyed'in öldürülmesi
yüzünden açildi. Çünkü Seyh Müeyyed, Osman Bey vasitasiyla canina
dokunulmayacagina söz verildigi için teslim olmustu. Kadi Burhaneddin ise böyle
olmasina ragmen, teminat verdigi halde Müeyyed'i öldürtünce, Karayülük Osman Bey
onun bu davranisina çok sinirlendi ve anî bir baskin düzenleyerek Kadi Burhaneddin'i
gafil avladi. Onu yakaladiktan sonra öldürttü (Temmuz 1398).
Kadi Burhaneddin'in öldürülmesinden sonra Karayülük Osman Bey Sivas'i ele geçirmek
için sehri muhasara etti. Ancak, sehirde bulunan devlet erkâni ve emirler onu sehre
sokmayarak Kadi Burhaneddin'in hayatta kalan oglu Alaaddin Ali Çelebi'yi hükümdar
ilân ettiler. Sivas'i Akkoyunlular'a teslim etmek istemeyen yeni hükümdar Osman Bey'e
mukavemet edemeyecegini anlayinca Osmanli Padisahi Yildirim Bayezid'den yardim
istedi. Bunun üzerine Sivas'a gelen Osmanli ordusu Osman Bey'i maglup etti ve böylece
Kadi Burhaneddin'in arazisinin büyük bir kismi Osmanli hakimiyetine geçti.
Osmanlilar karsisinda yenilgiye ugrayan Karayülük Osman Bey, önce ezeli düsmani
olan Mutahharten'in hizmetine girdi. Ancak burada kisa bir süre kaldiktan sonra
Memlûk sultani Berkuk'a müracaat ederek onun tabiiyetine girdi. Ancak Berkuk'un
ölümü üzerine Misir'da karisikliklarin tehlikeli bir durum arzetmesi ve Osmanlilar'in
Memlûklular elindeki Anadolu sehirlerini almasindan sonra, Memlûklular'a yaptigi
yardimi kesen Osman Bey bu sefer daha önce tabiiyetini arzetmis oldugu Timur'un
yanina gitmeyi menfaatine daha uygun buldu. Bu düsünce ile, Karabag'da kislamakta
olan Timur'un yanina giderek bütün kabilesi ile birlikte onun hizmetine girdi. Timur,
kendisine ikram ve iltifatta bulunarak ona Anadolu'da bir bölgeyi emanet olarak
verecegini vaad etti.
Karayülük Osman Bey, Timur'un 1400 yilinda Anadolu'ya yaptigi sefer sirasinda
öncülük yapti ve Sivas, Elbistan ve Malatya'nin Osmanlilar'dan alinmasinda hazir
bulundu. Timur, Osman Bey'in bu hizmetine karsilik kendisine Malatya'yi verdi. Bu
savaslarda Karayülük-oglu Ibrahim Bey de fevkalâde kahramanlik gösterdiginden
Timur ona da Diyarbekir (Amid) sehrini vermistir. Timur'un Suriye seferinde Osman
Bey ve ogullari da hazir bulunarak yararlilik gösterdiler. Bu seferden dönüsünde
Mardin'i kusatan Timur, çok geçmeden Irak üzerine yürüyünce kentin kusatilmasini
Karayülük'e birakti. Mardin'i ele geçiren Karayülük, oglu araciligiyla Hisn-Keyfa
hâkimini kendisine boyun egmeye ve vergi vermeye mecbur birakti.
Timur'un 1402'de Yildirim Bâyazid'le yaptigi Ankara Savasi'na Akkoyunlulardan
Karayülük'ün yanisira agabeyleri Ahmed ve Pir Ali Beyler de istirak ettiler. Savas
sirasinda, Osmanlilar'in sol koluna kumanda eden Süleyman Çelebi üzerine yürüyen
Karayülük Osman Bey, bu cenahi bozguna ugratmis ve Ankara Savasi'nin
kazanilmasinda önemli rol oynamistir. Kisi Anadolu'da geçiren Timur, 1403 yilinda
ülkeyi terk ederken Sivas'a geldigi zaman Osman Bey'e hil'at giydirmis ve ona
Diyarbekir ve çevresinin emirligini vermistir. Akkoyunlu Ahmed Bey ile kardesi Pir Ali
Bey ise, Timur'un dönüsü sirasinda hapsedildiklerinden Karayülük Osman Bey rahatça
ülkesine geldi ve Akkoyunlu Devleti'ni kurdu (1403).
4- Karayülük Osman Bey
Saltanatinin ilk yillarinda Timur'a tabi olan Osman Bey onun ölümünden sonra oglu
Sahruh'a bagli kaldi. Osmanli hükümdarlariyla da dost geçinmeye dikkat eden
Karayülük, bilhassa Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf ile mücadele etti. Memlûklu
sultanlari Farac ve Müeyyed Seyh ile de dostane iliskiler kurmaya çalisan Karayülük ,
bu devletin basina Sultan Barsbay'in geçisinden sonra aradaki dostluk bozulmaya
basladi.
Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf, bu sirada Azerbeycan'i ele geçirerek
Akkoyunlular'i tehdide basladi. O, 1409 yilinda Mardin'i, 1410 yilinda da Erzincan'i
ülkesine katarak Akkoyunlular'i iki taraftan çevirdi. Karayülük Osman Bey
ise,Timuru'un kumandani Semseddin'in idaresinde bulunan Kemah kalesini alarak
Karakoyunlular'a karsi durumunu kuvvetlendirmeye çalisti. Bu sirada Çagatay
hükümdari Sahruh ile Memlük Sultani da Karayülük Osman'i destekliyorlardi. Bütün
bunlara ragmen Karayülük üzerine yürüyen Kara Yusuf, Akkoyunlu beyini bozguna
ugratarak Malatya'ya kadar olan bölgeyi yagmaladi (1417).
Bu sirada Memlûk tehlikesinin görülmesi üzerine iki taraf anlasmak zorunda kaldi.
Savur kalesininin Karakoyunlular'a birakilmasi sartiyla bir baris yapildiysa da bu
anlasma pek uzun sürmedi. Kisa bir süre sonra Karayülük Osman Bey Memlûk sultani
ve Sahrah'un da tesviki ile Mardin'i kusatti ve çevresini de yagmaladi. Bu durumu haber
alan Kara Yusuf derhal Karayülük üzerine geldi ve onu iki defa maglup ederek Haleb'e
çekilmesine sebep oldu (1418).
Akkoyunlular ile Karakoyunlular arasindaki mücalede, 1420 yilinda Kara Yusuf'un
ölümünden sonra yerine geçen oglu Iskender Mirza zamaninda daha da siddetlenerek
devam etti. Bu sirada Erzincan'i Akkoyunlu topraklarina katan Karayülük Osman Bey,
Çoruh havzasinin tamamini eline geçirerek devletinin sinirlarini Trabzon Rum
Imparatorlugu arazisinden Urfa güneyine kadar genisletti. Bu sirada bir çok defa
Iskender Mirza ile karsilasan Karayülük Osman Bey, bunlarin ekserisinde bozguna
ugradi. Ancak 1434 yilinda, Diyarbekir'den büyük bir kuvvetle Erzurum önlerine gelen
Osman Bey, Duharlu Pir Ahmed Bey'in Iskender Mirza adina idare ettigi bu sehri eline
geçirdi. Buranin idaresini de oglu Seyh Hasan'a birakti.
Timur-oglu Sahruh'un Karakoyunlular üzerine yaptigi seferlerde onun yaninda
bulunan Karayülük Osman Bey, Sahruh'un üçüncü Karakoyunlu seferinde Iskender'in
Tebriz'den ayrilarak Erzurum'a dogru kaçmasi üzerine onun önünü kesti. Ancak,
Erzurum'un kuzey-bati kesiminde karsilasan Akkoyunlu ve Karakoyunlu kuvvetleri
arasinda yapilan savasta Osman Bey iki oglu ile beraber maktûl düstü (Eylül 1435).
Iskender Mirza onun kesik basini Memlûklu Sultani Barsbay'a gönderdi.
Otuz iki yil kadar Akkoyunlu Devleti'nin basinda kalan Karayülük Osman Bey
öldürüldügü zaman seksen yasindan fazlaydi. Cesur, atilgan ve yilmak bilmeyen bir
sahsiyete sahip olan Osman Bey hayatinin tamamini mücâdele içerisinde geçirdi.
Zamaninda Akkoyunlu devleti Erzincan, Harput, Kemah, Çemiskezek, Mardin,
Erzurum, Bayburt ve Çaruh havzasina hakim olmus ve bu bölgelerin Türklesmesinde
Osman Bey'in büyük yararliligi görülmüstür.
5- Ali Bey
Karayülük Osman Bey'in ölümünden sonra ogullari iktidar mücadelesine giristilerse de,
bunlardan veliaht olan Ali Bey, hem Sahruh, hem de Memlûk sultanindan beylik
mensûrunu aldi. Kisa süren beylik döneminde bir yandan Karakoyunlularin saldirilari
ile ugrasan Ali Bey, bir yandan da kardesi Mardin valisi Hamza Bey ile mücadele etti.
Ali Bey kizkardesini Sahruh'un ogluna vererek Timurlularla akrabalik tesis etti. Kardesi
Hamza Bey'in isyani ve Karakoyunlu baskisi sonucunda iki düsmana karsi
koyamayacagini anlayinca Osmanli hükümdari II. Murad ile Memlûk sultani
Çakmak'tan yardim istemek zorunda kaldi. Bir ara Memlûklular'dan gelen yardimla
kardesini bozguna ugrattiysa da, Memlûklularin çekilmesinden sonra Osmanlilar'dan
bekledigi yardimin gelmemesi üzerine ümitsizlige düserek Suriye'ye çekildi. Böylece
Akkoyunlu devleti kardesi Hamza Bey'in eline geçti (1438).
6- Hamza Bey
Akkoyunlu Devleti sehirlerinden Mardin hakimi olan Hamza Bey, Karayülük Osman
Bey'in onüç oglu arasinda en dirayetlisi idi. Mardin hakimi iken, burasini geri almak
isteyen Bagdat Hakimi Karakoyunlu Isfehan Mirza'yi 1437 yilinda agir bir maglubiyete
ugratmis ve bu zafer onun mevkini kuvvetlendirmisti. Hamza Bey, kardesi Ali Bey'in
elinden devlet idaresini aldiktan sonra diger kardesleri ve yegenlerinin muhalefeti ile
karsilasti. Ancak kisa sürede devlete hakim olan Hamza Bey, Akkoyunlu birligini
yeniden kurmaya çalisti. Memluk sultani tarafindan da taninan Hamza Bey Erzincan
hakimi Yakub Bey ile mücadeleye giristi ve onun elinden Erzincan'i aldi (1439). Daha
sonra Urfa'ya yerlesmis olan kardesi Ali Bey'in oglu Cihangir Mirza'dan burasini almak
istediyse de basarili olamadi. Cihangir Mirza, kardesi Uzun Hasan'la birlikte amcasina
muhâlefet ediyordu.
Kisa süren beylik döneminde kardesleri ve yegenlerini itaat altina almak için mücadele
eden Hamza Bey 1444 yilinda vefat etti.
7- Cihangir Mirza
Hamza Bey'in ölümü üzerine yerine kardesi Ali Bey'in oglu Cihangir Mirza geçti.
Amcasinin zamaninda Urfa hakimi olan Cihangir Mirza, Akkoyunlu devletinin basina
geçtikten sonra Karakoyunlu Cihansah ile mücadeleye giristi. Cihansah'in 1447'de
baslayan taarruzu 1453'de yapilan barisla sona erdi. Ancak Cihangir, Karakoyunlulara
tabi olmak zorunda kaldi. Bu arada amcalari Mahmud, Seyh Hasan ve Kasim Beyler ile
baska amca çocuklari ona karsi faaliyet göstermeye basladilar. Cihangir Mirza bu
ayaklanmalari bertaraf ettiyse de bu kez küçük kardesi Uzun Hasan Bey, agabeyinin
Karakoyunlu tabiiyetini tanimayarak ona karsi çikti. Bu sirada yirmisekiz yasinda
bulunan Uzun Hasan Bey, Karakoyunlu Cihansah'in Çagataylilarla ugrasmasindan
faydalanarak Erzincan'i almaya tesebbüs etti. Van gölü çevresini yagmaladi.
Çemiskezek hakimi Seyh Hasan'i itaat altina almak için o yörede bulundugu sirada
agabeyi Cihangir'in âmid (Diyarbekir)'den ayrilmasini firsat bilerek sehri ele geçirdi
(1453).
8- Uzun Hasan
Agabeyinin elinden Diyarbekir'i olan Uzun Hasan Bey, ilk is olarak kardesleri Cihangir
ve Urfa (Ruhâ) hakimi Uveys ile mücadeleye girdi ve Urfa'yi aldi. Mardin'i de ele
geçirmek istediyse de müstahkem bir kaleye sahip olan bu sehri ele geçiremedi.
Cihangir Mirza ise kardesi Üveys Bey'le beraber bir kaç kez Uzun Hasan'a karsi savasa
giristiyse de hepsinde bozguna ugradi ve sonunda Karakoyunlu Cihansah'tan yardim
istedi. Karakoyunlu hükümdari Cihansah; Piri, Savalan, Rüstem, Sah Haci, Gaverüdi ve
Ali Seker Bey emrindeki büyük bir kuvveti Cihangir'in yardimina gönderdi. Uzun
Hasan Diyârbekir yakininda bu müttefik kuvvetleri büyük bir hezimete ugratti. Savas
sonunda Cihangir ve Piri Bey canlarini güçlükle kurtararak kaçtilar. Karakoyunlu
emirlerinin pek çogunun öldürüldügü bu savastan sonra Cihangir'in emrindeki
askerlerin bir kismi Uzun Hasan Bey'in hizmetine girdi. Bunun üzerine Cihangir Mirza,
oglunu Hasan Bey'in huzuruna göndererek ona itaatini bildirdi ve bundan sonra
ölümüne kadar (1469) Hasan Bey'e bagli kaldi.
Böylece hanedan mensuplari arasinda birligi saglayan Uzun Hasan Akkoyunlu
devletinin sinirlarini genisletmeye basladi. Ilk olarak Hisnikeyfa'daki son Eyyubi
hükümdarini ortadan kaldirdi (1457). 1458 yilinda ise müttefiki olan Karamanogullari
üzerine saldiran Dulkadirli Arslan Bey'i maglûp ederek geri çekilmeye mecbur etti.
Uzun Hasan 1459 yilinda Gürcistan'da birkaç kaleyi ele geçirerek Selçuklu soyundan
geldiklerini öne süren Egil beylerinin egemenliklerine son verdi. Bu tarihten itibaren
Osmanlilarla komsu olan Akkoyunlu Hasan Bey, Fatih Sultan Mehmed ile de
mücâdeleye giristi. O, daha önce Karakoyunlular'in ele geçirdikleri yerleri geri aldigi
gibi, Sebin Karahisar ve Koyulhisar'i da ele geçirerek Osmanli topraklarina akinlar
yapmaya basladi. Osmanli hükümdari Fatih Sultan Mehmed'e karsi kendisine müttefik
arayan Uzun Hasan, Anadolu'da Karamanogullari ve Isfendiyarogullari ile anlastiktan
sonra Trabzon-Rum Imparatorlugu ve Venedik Cumhuriyeti ile de dostluk kurdu. Bu
arada Rum Imparatoru IV. Yuannis'in kizi Katherina ile evlenerek Trabzon'u Fatih'e
karsi koruyacagina dair söz verdi. Ancak 1461 yilinda Fatih'in Trabzon'u fethedip
Komnenler'in saltanatina son vermesine mani olamadi.
Uzun Hasan, Eyyubiler'in elindeki Hisnikeyfa'yi aldiktan (1462) sonra, Cihansah'in
rizasi ile Bayburt'u da ülkesine katti. Daha sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak bu
bölgeleri itaat altina aldi. Bu sirada kendisine siginmis olan Karaman-oglu Ishak Bey'e
Karaman-ili hükümdarligini kazandirdi (1464).
Bu tarihten bir yil sonra Dulkadir topraklarina girerek Harput'u ele geçiren Uzun Hasan
Bey, böylece devletini Ispir'den Urfa'ya, Sebin Karahisar'dan Siirt'e kadar genisletti. 1466
yilinda bir kez daha Gürcistan üzerine sefer yapan Uzun Hasan, ertesi sene üzerine
yürüyen ezeli düsmani Karakoyunlu Cihansah'i gafil avlayarak onu ve adamlarini
öldürdü. Böylece Karakoyunlu Devleti'ni tamamen çökerten Uzun Hasan Iran ve Irak
topraklarini ele geçirdi. Cihansah'in halefi ve oglu Hasan Ali, ise düzensiz kuvvetlerle
1368 yili baharinda Akkoyunlular üzerine yürüdüyse de basarili olamayinca
Timurlulardan Ebu Said'e müracaat ederek, onu Irak ve Iran'i ele geçirmeye tesvik etti.
Mart 1468'de Herat'tan hareket eden Ebu Said, Serahs ve Nisabur üzerinden Meshed'e
gelince, Uzun Hasan elçiler göndererek baris teklifinde bulundu. Ancak bu teklifi kabul
etmeyen Ebu Said, Karabag'da kislamakta olan Uzun Hasan'in üzerine yürüdü.
Mahmud-abad civarinda yapilan savasta Uzun Hasan Herat kuvvetlerini agir bir
yenilgiye ugratti ve Ebu Said'i de kaçtigi sirada yakalayarak öldürttü (Subat 1469).
Ebu Said'in ölümünden sonra Hemedan'a çekilen Hasan Ali Bey ise, Nisan 1469'da
Uzun Hasan'in oglu Ugurlu Mehmed tarafindan öldürüldü. Böylece Azerbaycan ve
Iran'a hakim olan Uzun Hasan Bey hükûmet merkezini Tebriz'e tasidi. Horasan'dan
Sivas'a kadar uzanan Akkoyunlu Devleti, Uzun Hasan Bey zamaninda büyük bir
imparatorluk halini aldi.
Dogu Anadolu, Iran ve Irak'i içine alan kuvvetli bir devlet kurmayi basaran Uzun Hasan
Misir ve Osmanli ülkelerini almak düsüncesiyle Venedik'e Haci Mehmed adinda bir elçi
göndererek (1472), Osmanlilara karsi bir ittifak kurma çalismalarina basladi. Venedik
Cumhuriyeti bunu kabul ederek bazi atesli silahlarla birlikte elçiyi Tebriz'e gönderdiyse
de, bu ittifakdan iki devlet de umduklarini bulamadi.
1472 yilinda üçüncü defa Gürcistan'a sefer yapan Uzun Hasan, Tiflis dahil olmak üzere
bir çok sehirleri almis ve Gürcü pernslerini itaate mecbur etmistir. Ancak ayni yil
içerisinde Suriye'ye yaptigi seferde basarisizliga ugradi.
Öte taraftan, Osmanli padisahi II. Mehmed, Uzun Hasan'in kendisine karsi yürüttügü
düsmanca davranisi karsisinda bir yandan sefer hazirligi ile ugrasirken, diger yandan
da bir Venedik saldirisini önlemek üzere onlara baris teklifinde bulundu. Ancak
Venedik Cumhuriyeti, Egriboz adasinin geri verilmesini isteyince görüsmeler kesildi.
1472 kisini hazirliklarla geçiren Fatih, Mart 1473'te Üsküdar'dan ordusuyla birlikte
doguya dogru hareket etti. Ordu Sivas'a gelinceye kadar Sehzâde Mustafa ve Bâyezid'in
katilimlariyla yüz bin kisiyi buldu. Uzun Hasan, Fatih'in Erzincan'a geldigini haber
alinca, Tebriz'den yetmisbin kisilik kuvvetle hareket etti. Öncü birliklerinin Tercan
yakinlarindaki çarpismasinda Akkoyunlular üstünlük sagladilar. Hatta Uzun Hasan'in
oglu Ugurlu Mehmed Bey, Rumeli Beylerbeyi Has Murad Pasa'yi pusuya düsürerek
askerlerinin çoguyla beraber kiliçtan geçirdi. Bunun üzerine Bayburt'a dogru çekilen
Osmanli ordusu, Tercan civarinda Otlukbeli (Üçagizli) mevkinde Uzun Hasan Bey'in
ordusu ile karsilasti (11 Agustos 1473). Ögleden aksama kadar sekiz saat süren savas
sonunda Osmanli atesli silahlarina dayanamayan Akkoyunlu ordusu bozguna ugradi.
Uzun Hasan'in kuvvetlerinden pek çogu öldürüldü, bir kismi da esir alindi. Kendisi ise
kaçmayi basardi.
Uzun Hasan Bey, Otlukbeli'nde aldigi bu yenilgiden sonra bati ile münasebetlerini kesti.
Onun, Osmanlilar karsisindaki bu yenilgisine kendisi kadar Türk'ü Türk'e kirdirmak
isteyen Papa, Macarlar, Lehler, Sicilya ve Venedik krallari da çok üzüldüler.
Otlukbeli maglubiyetinden sonra Gürcüler Uzun Hasan'i tanimamaya basladilar. Bu
sebeple Uzun Hasan, 1476 yilinda dördüncü kez Gürcistan seferine çikti. Bu sefer
sirasinda da onlari maglup ederek ayaklanmalarina mani oldu. Uzun Hasan bu sefer
dönüsünde hastalandi ve 6 Ocak 1478'de Tebriz'de vefat ederek Nasriye Medresesi'ne
gömüldü.
XV. asrin en büyük hükümdarlarindan biri olan Uzun Hasan zamaninda Akkoyunlu
Devleti Dogu Anadolu'nun yani sira Irak, Iran ve Azerbaycan'a hakim olarak büyük bir
imparatorluk halini almistir. Hükümet merkezini Diyarbekir'den Tebriz'e tasiyan Uzun
Hasan, Anadolu'daki Akkoyunlu Türkmenlerinin bir çogunu da Iran'a götürmüs ve bu
sebeple Dogu Anadolu'daki Türk irkinin azalmasina sebep olmustur. Uzun Hasan,
siyasi basarisinin yanisira ülkesinin imarina ve kültür hayatinin gelismesine de büyük
önem vermistir. Nitekim Tebriz'de muhtesem bir saray teskilati kurarak devrin ileri
gelen ulemâ ve suarâsini etrafinda toplamistir. Ilim adamlarini himaye etmesi
dolayisiyla ülkenin her tarafindan gelen ilim ve sanat adamlarinin sayisi her geçen gün
artmistir. Bunlardan meshur Celâlüddin Devvanî, Ahlâk-i Celâli adindaki ünlü eserini
Uzun Hasan Bey'e ithaf etmistir. Bunun yaninda Akkoyunlular'in tarihi olan Kitâb-i
Diyâr-i Bekriyye adli eser de onun zamaninda Ebu Bekr Tihrânî tarafindan yazilmis ve
1471 yili sonunda tamamlanmistir.
Bir çok dinî ve ilmî müesseseler de vücuda getirmis olan Uzun Hasan Bey, Osmanli
Devleti teskilâtini örnek alarak devlet islerini tanzime ve teskilatlandirmaya çalismistir.
Onun hazirlamis oldugu kanunlar Dogu Anadolu'da "Hasan Padisah Kanunlari" diye
meshur olmustur.
9- Halil Bey
Uzun Hasan'in ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina, ogullari arasindan
Halil Bey geçti (1478). Annesi Selçuk-sah Begüm'ün çabasi ile saltanati eline geçiren
Halil Sultan, hiçbir kusuru olmadigi halde kardesi Maksud Bey'i öldürtünce aleyhinde
isyanlar çikti. Bu olaydan sonra diger kardeslerinin itimatlari sarsilarak kendisinden yüz
çevirmeye basladilar. Halil Sultan her ne kadar amcasi Cihangir'in ogullari Murad ve
Ibrahim beylerin isyanlarini bastirdiysa da, Diyârbekir valisi olan kardesi Yakub Bey
tarafindan saltanatinin altinci ayinda öldürüldü. Böylece Akkoyunlu tahtina Yakub Bey
geçti.
10- Yakub Bey
Sultan Yakub, hükümdarliginin ilk yilinda kardesi Sultan Halil'in oglu Elvend Bey ile
Karayülük'ün ogullarindan Seyh Hasan'in oglu Köse Haci Bey'in Siraz ve Isfahan'da
çikarttigi isyanlari kolaylikla bastirdi. Memlûk sultani Kayitbay 1480 yilinda Emir
Yasbey kumandasinda Diyârbekir üzerine bir kuvvet sevketti. Sultan Yakub'un bu
orduya karsi Bayindir Bey, Sufi Halil Bey ve Biçenoglu Süleyman Bey idaresinde
gönderdigi Akkoyunlu kuvvetleri Urfa'yi ele geçirmek üzere olan Memlûk ordusunu
agir bir yenilgiye ugratti. Bayindir Bey bu zaferden sonra Sultan Yakub'a karsi isyan
ettiyse de, Sultan Yakub'un karsi hareketi sonucunda yenilerek öldürüldü (1481).
Sultan Yakub, iç karisikliklari bastirdiktan sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak
Ahiska basta olmak üzere birçok kaleyi ele geçirdi (1482). Bu tarihten sonra daha çok
ülkesinin bayindirligi için çaba harcayan Yakub Bey, babasi gibi ilim adamlarini ve
sanatkârlari korumus, hatta kendisi de Türkçe ve Farsça siirler yazmistir. Bu sirada, Sah
Ismail'in babasi olan Seyh Haydar, etrafina topladigi kalabalik bir mürid ile siilik
mezhebini yaymaya çalisiyor ve etrafa akinlar yapiyordu. Seyh Haydar, 1488 yilinda
Sirvan üzerine yürüyerek buranin sahi olan Ferruh Yesar'i çok zor durumda birakti.
Kalabalik ve iyi techiz edilmis ordusu olmasina ragmen, Seyh Haydar'in müridleri
karsisinda çok zor duruma düsen Sirvan sahi Ferruh Yesar, damadi olan Akkoyunlu
Yakub Bey'den yardim istemek zorunda kaldi. Bunun üzerine, kendisi sünni olan Sultan
Yakub, siilik faaliyetlerini yakindan takip ettigi Seyh Haydar üzerine yürümenin tam
zamani oldugunu düsünerek derhal harekete geçti. Süleyman Bisen emrindeki bir
orduyu Safevî Seyhi üzerine gönderdi. Seyh Haydar bu çarpismada az sayida mûridi ile
büyük bir gayret göstererek Akkoyunlu ordusunu yenmek üzere iken basindan aldigi
bir ok isabeti sonucunda öldü. Ismail disindaki ogullari da bu çarpismada katledildi.
Akkoyunlu Devleti'nin Uzun Hasan'dan sonraki bu mesud ve parlak günleri fazla
devam etmedi. 1490 yilinda Tebriz'de meydana çikan bir veba salgini önce Sultanin
annesi Selçuk-Sah Begüm'ün, sonra ogullarindan Yusuf Mirza'nin ve en sonunda da
Sultan Yakub'un ölümüne sebep oldu. Çok genç yasta iken vefat eden Sultan Yakub
Bey'in oniki yil süren hükümdarlik devri Akkoyunlu Devleti'nin parlak bir dönemini
teskil eder. Ancak öldügü zaman, çocuklari çok küçük oldugu için Akkoyunlu devleti
bir buhran dönemine girmistir.
11- Baysungur Bey
Sultan Yakub'un ölümü üzerine yerine, çocuk yasta olan üç oglundan Baysungur, devlet
ileri gelenleri ve bazi boy beyleri tarafindan hükümdar ilân edildi. Ancak ülkenin baska
taraflarinda da, diger boy beyleri baska sehzadeleri hükümdar ilân ettiler. Bu sebeple
ülke içerisinde karisikliklar basladi. Baysungur taraftarlari kisa sürede bu karisikliklari
önlediler. Bu sirada, genç hükümdarin atabegi olan Sufî Halil, kendisine rakip olan
umerânin bir kismi ile bazi sehzâdeleri öldürterek devlet idaresine hakim oldu. Ancak
bu durum fazla uzun sürmedi. Onun idaresini istemeyen emirlerin bir çogu Diyârbekir
valisi Süleyman Biçen ile anlasarak Sufi Halil'i maglûp ettiler ve onu yakalayarak
öldürdüler. Bu olaydan sonra Süleyman Biçen Bey Baysungur'a atabey oldu.
Ancak, emirlerin bir kismi, Alincak kalesinde hapis bulunan Uzun Hasan'in torunu
Rüstem Mirza etrafinda toplanarak onu hükümdar ilân ettiler. Süleyman Bey bu
kuvvetler üzerine yürüdüyse de maglup olarak Diyarbekir'e kaçti. Bu gelismeler
üzerine Sultan Baysungur, annesi tarafindan dedesi olan Sirvan Sahi Ferruh Yesar'in
yanina giderek ona sigindi (1492). Diyarbekir'e kaçmis olan Süleman Biçen ise
yakalanarak öldürüldü.
12- Rüstem Bey
Baysungur'un Sirvan Sahi'na siginmasindan sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina
Rüstem Bey geçti. Bes yil kadar devletinin basinda kalan Rüstem Bey'in hükümdarligi
dönemi karisikliklarla doludur. Öncelikle saltanati tekrar elde edebilmek ümidinde olan
Baysungur, kardesi Hasan Bey ile birlikte harekete geçti ise de yakalanarak öldürüldü.
Daha sonra Isfehan valisi ile Gilan hükümdari isyan ettiler, ancak bu isyan da kisa
sürede bastirildi.
Bu isyanlardan sonra Rüstem Bey Safevîler ile mücadeleye giristi. Sultan Yakub
zamaninda kendilerine büyük bir darbe indirilen Safevî müridleri, Ali b. Haydar'in
etrafinda toplanarak yeniden teskilâtlanmaya baslamislardi. Bir kisim Karakoyunlu
boylarini da maiyyetine katan Ali, devlet kurmak için harekete geçti. Ancak ona bu
firsati vermek istemeyen Akkoyunlular, onu agir bir yenilgiye ugratarak
öldürdüler(1493).
Rüstem Bey'in karsisina, Akkoyunlu tahtini ele geçirmek için yeni bir rakip daha çikti.
Ugurlu Mehmed'in oglu ve Fatih Sultan Mehmed'in kizindan torunu olan Ahmed Bey,
dayisi Osmanli hükümdari II. Bayezid'den aldigi yardimlarla Rüstem Bey üzerine
harekete geçti. Rüstem Bey, Ahmed Bey'e karsi çikti ise de, emirlerinden birçogunun
kendisine hiyanet etmesi sebebiyle yenilerek öldürüldü (1496).
13- Ahmed Bey
Boyunun ve kollarinin kisaligi ve sismanligi sebebiyle Göde lâkabiyla meshur olan
Ahmed Bey Akkoyunlu tahtina oturur oturmaz isyanlar bas gösterdi. Bunun üzerine
Ahmed Bey isyancilara sert davranarak onlari öldürmeye basladi. Ancak Isfehan
tarafinda çikan bir isyani bastirmak için giristigi harekâtta kendisi de öldürüldü.
Saltanati bir sene kadar sürdü. Göde Ahmed Bey'in öldürülmesinden sonra Akkoyunlu
Devleti hemen hemen parçalanma noktasina geldi. Emirlerin her biri Akkoyunlu
sehzâdelerinden birisini ayri ayri yerlerde hükümdar ilân ettiler. Böylece Akkoyunlu
Devleti içerisinde siddetli bir karisiklik basladi. Bu mücadeleler sirasinda pek çok emir
öldügü gibi, Yezid'de hükümdar ilan edilmis olan Mehmed Mirza da öldürüldü.
b- Akkoyunlular'in Parçalanmasi ve Yikilisi
Bu karisiklik içerisinde parçalanmak üzere olan Akkoyunlu Devleti Yakub Bey'in oglu
Murad ile Elvend Bey arasinda taksim edildi (1501). Bu paylasmada Irak-i Arab, Irak-i
Acem, Fars ve Kirman ülkeleri Murad'da kalirken, Azerbaycan, Erran ve Diyarbekir
bölgesi de Elvend Mirza'nin idaresine verilmisti.
Akkoyunlu Devleti'inin parçalanmaya yüz tuttugu bu dönemde Safevîler
Azerbaycan'da güçlü bir devlet olarak ortaya çikiyordu. Erdebil Seyhi'nin oglu olan ve
agabeyi Ali'nin Akkoyunlular tarafindan öldürülmesinden sonra Safevîlerin basina
geçen Ismail, babasinin müridlerini etrafina toplayarak her geçen gün biraz daha
güçlenmeye basladi. O, Akkoyunlularin dahili mücadelelerinden de istifade ederek ülke
içerisinde rahatça dolasma imkanini buldu ve Erzincan'a gelip burada teskilâtlanmaya
basladi. Bu sirada Osmanli padisahi II. Bayezid'in Modon ve Koron'un fethi ile mesgul
bulunmasi dolayisiyla Osmanli teb'asindan da binlerce kisi Erzincan'a gelerek müridleri
Ismail'e katildilar. Akkoyunlu Devleti içerisindeki Karakoyunlu cemaatleri ile
Anadolu'nun muhtelif yerlerindeki Osmanli ve Dulkadirlilara tabi boy ve oymaklarin
Erzincan'daki seyhlerinin etrafinda toplanmasi neticesinde Safeviler oldukça
güçlendiler.
Ismail, önce Sirvan Sahi Ferruh Yesar üzerine yürüyerek onu öldürdü (1501). Safevi
seyhi Ismail bundan sonra Akkoyunlu topraklarina saldirmaya basladi. Bunun üzerine
Elvend Mirza kuvvetleriyle Safevîlerin üzerine yürüdü. Nahcivan yakinlarindaki Sürûr
mevkiinde karsilasan iki ordudan Elvend Mirza'nin kuvvetleri kalabalik olmasina
ragmen Akkoyunlular yenildiler. Akkoyunlu ordusunun büyük bir kismi ile beylerden
bir çogu savas meydaninda öldürüldüler. Bu savas neticesinde Azerbaycan Safevîlerin
eline geçti. Akkoyunlular'i bozguna ugratan Sah Ismail Tebriz'de sahlik makamina
oturarak Safevî Devleti'ni resmen kurdu (1501).
Sah Ismail karsisinda agir bir yenilgiye ugrayarak kuvvetlerinin bir çogunu kaybeden
Elvend Mirza Erzincan taraflarina çekilerek asker toplamaya basladi. Ancak onun
Erzincan taraflarinda bulunmasi Sah Ismail'in pek hosuna gitmedi. Çünkü Anadolu'dan
gelen Sah Ismail taraftarlarinin yollari kesilmis oluyordu. Bu sebeple Sah Ismail,
Sarikaya mevkiinde bulunan Elvend Bey üzerine yürüdü. Elvend Mirza ve askerleri ise
mukavemete cesaret edemeyip Tebriz'e dogru çekildiler. Sah Ismail onlarin Tebriz
yönüne gittigini ögrenince geri döndü. Bunun üzerine Tebriz'e çok yaklasmis olan
Elvend Mirza, Hemedan yolu ile Bagdad'a kaçti. Bundan sonra hükümetini ele geçirmek
için mûcadeleye devam eden Elvend Mirza basarili olamadi. Yalnizca Diyarbekir
bölgesinin küçük bir kismina hakim olan Elvend Mirza 1504 yilinda vefat etti.
Elvend Bey'i bertaraf eden Sah Ismail, bu defa Akkoyunlu Sultan Murad üzerine
yürüdü. Murad, Hemedan yakininda Alma-Kulagi denilen yerde Sah Ismail
kuvvetlerini karsiladi. Ancak yapilan savasta büyük bir maglubiyete ugrayarak kendisi
güçlükle kaçti. Askerlerinin bir çogu ile emirleri ise öldürüldüler. Sah Ismail bu zafer ile
Irak-i Acem, Fars ve Kirman'i devletine katmayi basardi (1503). O, daha sonra
Diyârbekir çevresini de eline geçirerek bütün Akkoyunlu ülkesine sahip oldu.
Sah Ismail'e maglup olduktan sonra önce Suriye'ye kaçan Sultan Murad daha sonra
Dulkadir-oglu Alaüddevle Bozkurt Bey'e iltica etti. Bu sirada Alaüddevle'nin
kizlarindan birisi ile evlenen Murad, buradan Osmanli ülkesine giderek Yavuz Sultan
Selim 'in hizmetine girdi. Yavuz Sultan Selim'in Çaldiran seferine de katilan Sultan
Murad, sefer dönüsünde bir miktar kuvvetle beraber Diyârbekir'in fethi için
görevlendirildi. Ancak Sah Ismail'in Urfa valisi olan Eçe Sultan Kaçar, emrindeki az bir
kuvvetle Murad üzerine gelerek onu bozguna ugratti. Yapilan savasta Murad Bey de
öldürüldü ve kesik basi Sah Ismail'e gönderildi (1514).
Böylece son Akkoyunlu hükümdarinin da ortadan kalkmasi ile Safeviler bütün
Akkoyunlu topraklarina sahip oldular. Sah Ismail, yalniz Akkoyunlu hanedanini
ortadan kaldirmakla kalmamis, Akkoyunlulara tabi olan bütün boy ve oymaklari da
merhametsizce öldürmüstür.
Onun katliamindan kaçip kurtulabilen Akkoyunlu boylari ise Memlûk-lular'a,
Dulkadirlilar'a ve Osmanlilara' siginmislardir.
Akkoyunlu Devleti'nin yikilmasindan sonra Anadolu'da yasayan Akkoyunlu ulusu,
görünüste Osmanli Devleti'ne bagli olmakla beraber, XVI. yüzyildan baslayarak Celâli
isyanlarina genis ölçüde katilmislardir.
II- TESKILâT VE KÜLTÜR
XV. yüzyilda siyasî bir birlik kurarak Dogu Anadolu, Irak ve Iran'a hakim olan ve Uzun
Hasan'in hükümdarligi zamaninda en genis sinirlarina ulasan Akkoyunlu Devleti;
örgütlenme, yönetim, düsünce yapisi ve sosyal hayat bakimindan Anadolu ve Iran'da
kurulmus olan Müslüman-Türk devletlerinin etkisi altinda kalmistir. Bu devletin
teskilâti, esas itibariyle Karakoyunlu Devleti'nin teskilâti gibi Celâyirliler Devleti
teskilâtina ve dolayisiyla Ilhanlilarinkine dayanir. Hükümdarin seçilmesinde sülale ileri
gelenleri ile ulusun reisleri söz sahibi idiler. Hükümdar ayni zamanda ulusun da
basiydi. Akkoyunlu hükümdarlari seçimle basa gelirlerdi. Hükümdarlarin simge olarak
çetr ve beyaz renkte sancaklari vardi. Paralarinda Sultan ünvanini kullanirlardi.
Sehzâdeler, diger Türk devletlerinde oldugu gibi, gençlik çagina geldikleri zaman bir
vilâyetin idaresine tayin olunurlar ve atabeyleri ile birlikte bu bölgeyi idare ederlerdi.
Vilayetlerin idaresi validen sonra kadi ve subasilara birakilmisti. Kadilar ser'i islere
bakarlar ve kisiler arasindaki hukuki davalari hallederlerdi. Vilâyetin bütün askeri ve
inzibati islerinden ise Subasilar sorumlu idiler.
Akkoyunlu Devleti'nin saray örgütü baslangiçta Ilhanlilar ve Timurlularinkine
benzemekle beraber daha sonralari Selçuklu ve Osmanli tarzinda gelismistir. Uzun
Hasan, büyük fetihlerden sonra Istanbul'daki Osmanli sarayi ölçülerinde bir saray
yaptirmis ve çagdasi olan Fatih Sultan Mehmed gibi bir teskilât kurmustur.
Akkoyunlu sarayindaki memuriyetler Anadolu beyliklerinde görülen rikâbdar,
tesrifatçi, çasnigîr, mirahur, kusçu, muhasip, hazinedar, nekkareci, Sarabdar, Ferras gibi
ünvanlardan olusmaktaydi.
Selçuklularda oldugu gibi Akkoyunlularda da yönetim islerinin yürütüldügü makam
Büyük Divan idi. Divan reisine Sahib-i Divan denilmekte olup bir mühre sahipti ve
gereken belge ve kararlari bununla mühürlerdi. Bundan baska divanda "sahib" denilen
vezirlerle, her biri bir nezarete karsilik gelen teftis, tugra, istifa (maliye), adl ve arizî
divanlarinin nazirlari, kazasker ve pervaneci bulunurdu. Bunlardan baska bazi büyük
boy beyleri ile sülaleye mensup beyler de divanin tabii üyesi idiler. Bu beylerin en
büyügü olan Emir-i a'zam hükümdarin katilmadigi seferlerde baskomutanlik görevi
yapardi. Valilikler, sülale mensuplarina ve emirlere verilir. Bunlar da ellerinde bulunan
topragin gelirine göre asker beslerlerdi.
Akkoyunlu Devleti'nde, ordunun temeli yaya ve atli kuvvetlerden olusuyordu. Süvari
birlikleri, Bayindirlilar basta olmak üzere çesitli boylardan seçilir ve sayilari 30.000'i
bulurdu. Uzun Hasan bu birliklere, Osmanlilar'da oldugu gibi kasaba ve köylerden
alinan piyade azablarini da katti. Çerik adini tasiyan ve eyalet valilerinin emrinde
topraga bagli olan timarli sipahiler de devletin kurulmasinda ve yükselmesinde büyük
yararliliklar göstermistir. Bunlardan baska deveci, yamci, ra'denbaz, bâzbâz, kusçu ve
parsci gibi zümreler de Akkoyunlu ordusunda yer almaktaydi.
Akkoyunlu devletinde, ordu emirlerinin ilân ve duyurulmasi, askerin çagrilmasi ve
toplanma yerlerinin ilânini "Tavaci" adi verilen askeri memurlar yapardi. Bunun
yaninda tavacilar, bütün askerleri bir deftere kaydeder ve böylece asker sayisi her
zaman bilinirdi. Hassa askerleri maaslarini divandan alirlar, azablar ve çeriklere ise
yalnizca harp zamanlarinda maas ödenirdi. Uzun Hasan Bey'in toprak örgütü ve timarli
sipahiler hakkindaki yasalari "Hasan Padisah Kanunlari" olarak taninmis olup, çiftçiden,
esnaftan, san'atkârdan ve tüccardan alinan vergilerin adil bir sekilde tarh ve tahsil
edilmesi için meydana getirilmisti. Hatta Hasan Bey bütün örfi vergilerin kaldirilmasini
istemisse de mülkî ve askeri idarecilerin itirazlari ile karsilasinca bunu
gerçeklestirememistir. Hasan Bey'in kanunnâmesi Osmanlilar tarafindan bir müddet,
Safevîler tarafindan da uzun müddet kullanilmistir. Bu kanunnâme, Akkoyunlu
Türkmen Devleti'nin Islâm malî hukuk tarihine yaptigi önemli bir hizmettir.
Akkoyunlular zamaninda bilim ve fikir hayati da önemli ölçüde gelismis idi. Özellikle
Uzun Hasan Bey devrinde ilim ve fennin yayilmasina çok önem gösterilmis, bu amaçla
ülkenin her yaninda medrese, imâret ve diger hayir müesseseleri yaptirilmistir. Uzun
Hasan ve ogullari Halil ve Yakub Beyler Iran, Irak, Mavaraünnehir ve Türkistan'daki
bilgin ve san'atkârlari saraylarina davet ederek onlari himaye etmislerdir. Uzun
Hasan'in davet ettigi bilginlerin basinda gelen meshur matematikçi ve astronom Ali
Kusçu, hacca gitmek üzere Tebriz'den geçtigi sirada Uzun Hasan Bey'in rica ve israri ile
orada kalmisti. Yine uzun süre Akkoyunlularin sarayinda kalarak onlar adina kitap
yazan bilgin ve sair Celaleddin Devvanî, felsefe konularini içeren Ahlâk-i Celâlî ile
Uzun Hasan dönemindeki askeri durumu anlatan Arznâme adli eserlerini Uzun
Hasan'a ithaf etmistir. Ayrica Hasiye-i Kadîme ve Risâle-i Adâlet adli eserlerini ise
övgülerini gördügü Halil ve Yakub Beyler adina yazmistir. Uzun Hasan Bey'in
medreselerinde bu âlimlerden baska Tahranli Mevlâna Ebû Bekir, yüksek riyâziyatçi
olan Mahmud Can, alim ve edip Kadi Muslihiddin Isa ve sonradan Osmanlilarin
hizmetine geçecek olan ve mühim görevlerde bulunan Idris-i Bitlisî gibi âlimler hizmet
etmislerdir.
Akkoyunlu Devleti zamaninda imar faaliyetlerine de önem verilmis, hanedan
mensuplari ile büyük beyler çok kisa süren zamanlarinda gerek Anadolu'da ve gerekse
Iran'da cami, medrese, kervansaray, hastahane, türbe ve saray gibi pek çok eser
meydana getirmislerdir. Ancak bu eserlerin çogu günümüze ulasmamistir. Bunun
sebebi ise yalnizca zamanin tahribi degil, bilhassa Safevilerin, Akkoyunlular'in
yaptirmis oldugu ictimaî eserleri plânli bir sekilde yikmalaridir. Akkoyunlular
zamanindaki bayindirlik müesseseleri, özellikle Uzun Hasan ve onun ogullari
zamaninda basta Tebriz olmak üzere ülkenin pek çok yerinde insa edilmistir. Hükûmet
merkezinin Tebriz'e tasinmasindan sonra Sahib-abad mahallesinde büyük bir saray,
Uzun Hasan Camii, büyük bir hastahane ve Nasriye medresesi gibi eserler yapilmistir.
Bunlardan baska Uzun Hasan'in Mardin'de yaptirdigi hastahane, ashane ve
misafirhane; Tercan'daki cami ile Tebriz'deki Kayseriye Çarsisi, Bayindir Bey'in
Ahlat'taki imaret, medrese, cami ve hamami gibi eserleri sayabiliriz. Akkoyunlularin ilk
merkezi olan Diyarbakir'da da Hoca Ahmed'in 1489 yilinda yaptirdigi Ayni Minare
Camii, Cihangir'in oglu sultan Kasim'in yaptirdigi Seyh Matar Camii bulunmaktadir.
Mardin'de bulunan Sultan Kasim (Kasimiye) Medresesi de bu devrin önemli
yapilarindindir.
Akkoyunlu hükümdari Yâkub Bey devrinde onun himayesi ile minyatür sanati da
büyük bir gelisme göstermistir. Akkoyunlulardaki bu minyatür gelenegi Safevî devleti
zamanindaki minyatürler üzerinde derin tesirler birakmistir.
Kaynak: Osmanli tarihi
HAZIRLAYAN: YAKAMOZ İNTERNET CAFE
VEYSİ VE AYTAÇ (MaviSakaL)
AKRABA EVLİLİĞİ; SORUNLAR, NEDENLER VE ÇÖZÜMLER
Akraba evliliği toplumumuzda bir çok başka ülkede olduğu gibi ciddi bir tıbbi
sorundur. Genetik hastalıkların sıklığını olumsuz etkilemesi nedeniyle üzerinde
önemle durulması ve tartışılması gerekir.
Akraba evliliği sıklığı nedir?
Türkiye’de akraba evliliği sıklığı Hacettepe Nüfus Etüdleri Enstütüsünün
1983 yılında yaptığı çalışmada % 21.10 olarak bildirilmiştir. Bu sıklık yöreler arasında
ciddi farklılıklar göstermektedir ve ülkenin batısından doğusuna doğru gidildikçe
artmaktadır. Diğer bir araştırmada Doğu Anadolu’da sıklık % 30.8 olarak bulunurken
Batı Anadolu’da %12.8’ e düşmektedir. Sıklık köy ve kasaba gibi dar topluluklarda
artmaktadır. Ayrıca böyle dar topluluklar uzun süreler boyunca incelendiklerinde,
burada yaşayan halkın yakından yada uzaktan bir şekilde birbiriyle akraba oldukları
ortaya çıkar ki bu da aynı köyden iki kişinin evliliğinin bile akraba evliliği olarak kabul
edilmesi gerekliliğini doğurur.
Akraba evliliğinin sık olmasının nedenleri nelerdir?
Akraba evliliği, evliliğe aile büyükleri tarafından karar verildiği durumlarda
daha da artmaktadır. Erken yaşlardaki evliliklerde sıklığı daha fazladır. Resmi nikahlı
eşlere göre dini nikahlı eşler arasında % 50’lik bir artış izlenmektedir.
Yapılan
çalışmalar
eğitim
ile
akraba
evliliği
sıklığının
azaldığını
göstermektedir. İlkokul mezunları arasındaki sıklık yaklaşık %20 iken orta ve yüksek
öğrenimi tamamlayanlarda %10’a kadar gerilemektedir. Yine ailesinde akraba evliliği
olan kişilerde olmayanlara göre 2 kat fazla akraba evliliği bildirilmektedir.
Akraba evliliğinin bu kadar sık olmasının nedenleri sosyal, ekonomik,
psikolojik, dini ve coğrafi açıdan yapılacak incelemelerle ortaya konabilir.
Sosyal sebepler arasında en önemli etken, belirli bir sosyal sınıfta olan
kişilerin başka sosyal sınıftan kişilerle evlenmek istememesi ve kendine en yakın
özelliklerdeki kişileri en kolay akrabaları arasında bulmasıdır. Ekonomik sebeplerde
bu yaklaşıma eklendiğinde, aileler mal varlıklarının bölünmemesi için yakın akraba
evliliklerini tercih eder hale gelmektedir.
Psikolojik faktörler bazı yörelerde ağırlık kazanmaktadır. Türkiye’de bazı
yörelerde
evlenen
kızın
anne-babasıyla
görüşmesi
engellenmekte
veya
sınırlandırılmaktadır. Bu da kızını akrabaya vererek ilişkileri sürdürebilme yönüne
insanlarımızı kaydırabilmektedir.
Dini sebepler daha çok azınlıkları etkilemektedir. Başka dine mensup
ülkelerde yaşayan azınlıklar çocuklarının aynı dinden insanlarla evlenmesi isteğiyle
yakınlarındaki insanları evlilik için seçmektedir.
Yine bazı yörelerde coğrafi koşullar nedeniyle ulaşım ve iletişim güçlüğü
olması orada kapalı bir toplum oluşmasına yol açabilmektedir.
Akraba evliliklerinin dağılımına bakıldığında birinci derece ve ikinci derece
kuzen evliliklerinin tüm akraba evliliklerinin % 80-90’nını oluşturduğu gözlenmektedir.
Akraba evlilikleri ne tür risklere yol açar?
Akraba evliliğini üzerinde durulması gereken bir sorun olduğunu gösteren
bazı bulgular vardır. Akraba evliliği yapanlarda ölü doğum sıklığının normal topluma
göre yaklaşık 2 kat arttığı bildirilmiştir (Normal toplumda %1.24, akraba evliliklerinde
%2.14). Düşük ve ölü doğumlar birlikte ele alındığında aynı artış yine dikkati
çekmektedir (Normal toplumda %5.21, akraba evliliklerinde % 10.55). Yenidoğan
kayıpları açısından bakıldığında ise %50 lik bir artış söz konusudur (Normal
toplumda %10.76, akraba evliliklerinde %16.29). Ayrıca akraba evliliklerinde
doğumsal kusurların 10 kat arttığı bildirilmektedir.
Akraba evlilikleri otozomal resesif ve çok faktörlü kalıtım gösteren
hastalıkların görülme sıklığını arttırmaktadır. Genler anne babadan çocuklara
özelliklerin nakledilmesini sağlayan yapılardır. Anne babadan çocuklara aktarıldıkları
içinde aynı aile içinde genler arasında benzerlik ihtimali çok yükselmektedir. Akraba
evliliği ile görülme riski artan hastalıklarda da her iki eşte de aynı tip bozuk genin/
genlerin olması gereklidir. Akrabalar arasında genler arasında benzerlik sıklığı arttığı
için rahatsız çocuk sahibi olma ihtimali de akrabalar arasında artmaktadır.
Akraba evliği yapanların sağlıklı çocuğu olabilir mi?
Olabilir ancak akraba evliliği yapanlarda diğer evliliklere göre risk
artmaktadır. Aileleri yanıltan en önemli nokta, kendi aile ve çevrelerinde başkalarının
yaptıkları akraba evliliklerinden sağlıklı çocuklar doğmasıdır. Bu olay aileleri akraba
evliliği yapmak üzere cesaretlendirmektedir. Halbuki akraba evliliği her gebelikte
rahatsız çocuk anlamına gelmemektedir. Akraba evliliği yapan bazı aileler sağlıklı
çocuk sahibi olabilirken diğerlerinde rahatsız çocuklar olabilir. Ailenin daha önceki
gebeliklerinden sağlıklı çocukları olması daha sonraki gebeliklerdeki risk olmadığını
göstermeyeceği gibi, daha önce hasta çocukları olması sağlıklı çocuklarının
olmayacağını da göstermez.
Akraba evliliği yapmış çiftler nasıl izlenmelidir?
Öncelikle ailenin 3 kuşaklık bir aile ağacı çizilmeli ve her bir birey hakkında
bilgi alınmalıdır. Aile ağacında herhangi bir hastalığın belirtileri saptanırsa bu durumla
ilgili bilgilere ulaşılmalıdır. Ailedeki hasta bireyin tıbbi kayıtları, fotoğrafları ve ailenin
verdiği bilgiler değerlendirilmelidir. Gereği halinde ilgili branşta uzman kişilere
danışılmalıdır. Hastalığın kalıtım kalıbına göre araştırdığımız birey için risk hesabı
yapılır. Risk artışı varsa bu hastalığa yönelik testler planlanır ve test sonuçlarına göre
ailenin gebeliklerinde risk varsa prenatal tanı planlanmalıdır.
Ailede belirlenen bir risk faktörü yoksa o toplumda sık görülen resesif
hastalıklar ile ilgili taşıyıcılık testi yapılır. Bu ülkemiz için talessemi açısından
yapılmalıdır.
Bu ailelere gebeliklerinde takip altında olmaları, gebelikte biyokimyasal
tarama testi, 2. basamak USG takibi ve bebeklerinin doğduğunda değerlendirilmesi
ve işitme kayıpları ve metabolik hastalıklar açısından araştırması yapılmalıdır.
Sonuç olarak;
Akraba evliliği hala yaygın bir sorun olmakla birlikte eğitimin artması ve
sosyoekonomik koşulların düzelmesi ile giderek sıklığı azalan ancak hala üzerinde
durularak çözüm aranması gereken bir sorundur. Akraba evliliklerinden kaçınılması
gerekliliği vurgulanmalı, akraba evliliği yapmış olan bireylerin genetik danışma almak
için bir genetik uzmanı ile görüşmeleri sağlanmalı, bu gebelikler ve doğan bebekler
yakından izlenmelidir. Ayrıca toplumda sık görülen otozomal resesif hastalıkların
taşıyıcılarının belirlenmeli ve erken teşhis için uygulanan tarama programlarının
yaygınlaştırılmalıdır.
VİTAMİNLER
Vitaminler sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik bileşiklerdir. Vitamin Latince yaşam anlamına gelen "vita" sözcüğünden
kaynaklanır. Vitaminler vücut tarafından üretilemeyen, besinlerin enerjiye dönüşümüne ve vücudun normal işlevini sürdürmesine
yardımcı olan maddelerdir. Yapılan araştırmalar, minerallerin de vücut işlevleri için vitaminler kadar önemli olduğunu ve ikisinin de
vücutta belirli oranlarda bulunması gerektiğini ortaya koymuştur.
Vitamin ve mineral desteği niçin gerekir?
Özellikle hızlı ve ayaküstü yemek yeme, öğün atlama, tek tip beslenme gibi günümüzün dengesiz beslenme alışkanlıkları ve sebze,
meyve, et, süt ve yumurtanın yeterli alınmadığı beslenme durumlarında vücudumuz gereksinimi olan vitamin ve minerallerin tamamım
besinlerden alamayabilir. Özellikle yoğun fiziksel ve zihinsel aktivite, spor, sürekli ilaç kullanımı (doğum kontrol hapı, bazı antibiyotik ya
da idrar söktürücülerin kullanımı), sigara ve alkol kullanımı, stres, gebelik, emzirme, menstrüel dönem ve yaşlılıkta bazı vitamin ve
minerallere gereksinim artar. Gereksinim olan vitamin ve minerallerin dışarıdan alınması gerekir. Sigaranın özellikle C vitamininde yaptığı
hasar önemli boyuttadır. Günde ortalama bir paket sigara içen bir kişinin en az 500 mg. ekstra C vitaminine gereksinimi vardır.
Yeterince vitamin ve mineral alınmazsa ne olur?
Yetersiz alım kendini başlangıçta huzursuzluk, iştahsızlık ve yorgunluk gibi bulgularla belli eden gizli vitamin eksikliğine neden olabilir.
Kısa ya da orta dönemde genel durumun bozulmasına yol açar. Uzun dönemde ise kronik hastalık gelişimine neden olabilir.
A vitamini (Retinol)
1830 yılında havuçların sarı rengini karoten adı verilen bir maddenin verdiği belirlendi. Bundan 89 yıl sonra bilim adamları, Karoten ile A
Vitamini arasındaki bağlantıyı keşfetti. Vitamin A aktivitesi taşıyan molekülleri iki grupta toplayabiliriz; Birincisi ; Hayvansal dokularda A
vitamini aktivitesi taşıyanlar: Retinol, Hidroretinol, Retinal ve Retinoik Asit. Diğeri ; Bir çok bitki ve meyvelerde bulunan Karotenler
vücutta retinole dönüşerek A vitamini aktivitesi gösterirler. A vitamini aktivitesini taşıyan moleküller suda erimezler. Eter, Benzin ve
Kloroform gibi yağ çözücülerinde erirler. Isıya ve alkaliye dayanıklıdırlar. Aside, ultraviyole ışınlarına ve oksidasyona duyarlıdırlar. A
vitamini donuk sarı renkte ve başlıca alkol yapıda karoten türevi bir maddedir. A-vitamini , C20H300 brüto formülünü verir. Her biri beş
karbondan oluşan dört izopren kalıntısıdır. İki izopren, kalıntısından, bir beta iyonon halkası ve geri kalan iki izopren kalıntısından da bir
yan kol olur, ve bu yan kol , bir primer alkol grubu ile sonlanmıştır .
A VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
Besinlerle alınan A vitamini ; Retinol ve Karoten halinde bulunur. Ancak alınan besinlerin cinsine göre bunların oranı değişik olabilir.
Hayvansal besinleri fazla tüketen bir kişide A vitamininin çoğu Retinolden gelirken, bitkisel gıdaları fazla tüketen bir kişinin diyetindeki A
vitamininin çoğu Karotenden sağlanır. Karoten; Havuç , Karnabahar , Kabak , Ispanak , Domates, Lahana , Tatlı Patates , Hindiba ,Tere
gibi sarı ve yeşil sebzelerde, Kiraz (Mango) ,Şeftali , Kayısı , Papaya gibi meyvelerde bol bulunur .Retinol ; ot yiyen organizmalarda ; Süt
, Tereyağı , Peynir , Yumurta , Karaciğer , Böbrek , Balık, Et yağı gibi hayvani gıdalarda bol bulunur. Önerilen Tüketim Standardı ;
diyetteki Beta Karoten oranına göre verilmiştir. A vitamini gereksinmesi diyetin ortalama % Beta Karoten miktarına göre hesaplanmalıdır.
A vitamini ( Retinol , Beta Karoten ); Erkeklerde 5000 İÜ ( = 3 mg Beta Karoten ), Kadınlarda 4000 İÜ ( = 2-4 mg Beta Karoten) günlük
doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz ) Gebeler için " Retinol "önerilmez. Retinol alımının 15.000 İÜ’yi
geçmemesi gereklidir. Besinlerdeki Retinol’ü İÜ yerine, "Retinol Eşdeğer" ağırlığı ile tanımlamak önerilir. Buna göre 1 RE (Retinol
Eşdeğeri) = 1 mcg Retinol= 6 mcg Beta Karoten = 3,33 İÜ A Vitamini aktivitesi Retinol= 10 İÜ A Vitamini aktivitesi Beta Karoten =12
mcg. Diğer Karotenler Diyetin , A vitamini değeri ve günlük gereksinim buna göre hesaplanır. Ön madde ; Karotendir. Türlü Karoten
formülleriyle karşılaştırıldığında Beta Karoten’den iki mol, alfa ve gamma Karotenden birer mol A vitamini oluşumu olanaklı görülür. Beta
Karotenin izopren zincirinin ortasındaki çift bağ, dioksijenaz etkisiyle oksidasyona uğrayarak, iki aldehid (= retinal) oluşturur. Retinaller
de NADH’ya bağlı bir redüksiyonla primer alkol haline geçer. Bu, A vitamini ' dir. Bu değişme, insan da yalnız karaciğerde ve hayvanlarda
bağırsak hücrelerinde olur ve oluşan A vitamini, karaciğere, böbrek, akciğer ve yağ dokusuna, yüksek yağ asidleriyle esterleşmiş olarak,
depolanır. Kanda taşınması, özel bir protein olan Retinol Bağlayan Protein ile olur. Fakat, Karotenin taşınması, lipoproteinlerle olur. Mide
ve barsağa gelen bitkisel besinlerdeki Karotenlerin ufak bir kısmı (% 30-35 kadarı) besinle emilebilir. Ama, A vitamini ince barsaktan tam
emilir. Yağ asidi esteri halinde şilomikron tarafından lenf yoluyla karaciğere taşınır. Karaciğerden, 1 mol A vitamini , 1 mol A vitamin yani
retinol bağlayan protein ile bağlanır, bu kompleks de prealbümine bağlanır, böylece plazmada istenilen yere taşınır.
A VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
A vitamini ; D vitamini , B vitamini , E vitamini , Çinko , Kalsiyum ve Fosfor ile beraber görev yapar. A vitamini vücudun sağlıklı
olabilmek için ihtiyacı olan önemli vitaminlerdendir. Bağışıklık uyarıcıdır ; Beta Karotenden zengin yiyecekler Akciğer Kanseri ve Ağız
Boşluğu Kanserleri riskini azaltır , soğuk ve gribe karşı vücudu korur . A vitamini , büyüme ve vücut dokularının yenilenmesi için
gereklidir. Akne gibi bazı cilt problemlerinde , cildin yumuşak ve hastalıksız olmasını sağlar. Ağız, burun , boğaz ve akciğerlerde muköz
membranların enfeksiyonlara ve hava kirliliğine karşı korunmasını sağlar. Kemik ve dişlerin sağlıklı yapısını oluşturur. Aynı zamanda
görme gücünü sağlar ve gece körlüğünü önler; gece ve karanlıkta görmeyi sağlayan retinanın görme işinde anahtar rol oynayan
Rodopsin adlı maddeye yardımcıdır. Antioksidandır; A vitamini , normal hücre faaliyetleri ile oluşan serbest radikaller olarak adlandırılan
gerekli enzimleri bozan ve hücrelere zarar veren değişmeler ve hücre zararına sebep olan maddelerin temizlenmesinde kanser ve
yaşlanmanın getirebileceği hastalıkların önlenmesinde yardımcıdır . Hipertiroidi , müzmin başağrıları, böbrek , kuru , kolay kırılır saçlar
için iyileştirici özelliktedir.Hayvansal besinlerle alınan Retinol esterleri sindirim sisteminde safra ve pankreastan salgılanan lipazın etkisi ile
hidrolize edilir ve emilime uğrar. Bitki kaynaklı Beta Karotenin ikiye parçalanması sonucu, 2 retinaldehit molekülü ortaya çıkar.
Retinaldehit indirgenerek, Retinole dönüşür. Emilen Retinol yağ asitleriyle esterleşerek kana karışır. Dolaşımla karaciğere taşınan Retinol
, Retinil esterleri olarak depolanır. Gerektiğinde hidrolizlenerek ‘Retinol Bağlayan Protein” (RBP) 'e bağlanır ve dolaşıma verilerek
dokulara ulaşır. Dolaşımda Retinol, retinal ve retinoik asit şeklinde bulunur. İnsan vücudundaki A Vitamin ’in %90’ı karaciğerde
depolanmış olarak bulunur. Kandaki Retinol düzeyi; 20-60 mcg/dl, Beta Karoten düzeyi; 80-220 mcg/dl ‘ dir. Karotenler içerisinde en
yüksek A vitamini aktivitesine sahip olanı Beta Karotendir. Diğerlerinin aktivitesi daha düşüktür. Retinol, rodopsin yapısına katılarak
görmemize yardımcı olur. Gözün retina tabakasında karanlıkta görmeyi sağlayan Rodopsin pigmenti vardır. Retina üzerine gelen ışığın
etkisi ile Rodopsin, Opsin ve Trans- retinale dönüşür. Bu sırada hücrede kalsiyum kanalları aktive olarak, uyarı oluşmasını sağlar. A
vitamini yetersizliğinde rodopsin rejenerasyonu gecikeceğinden gece körlüğü olur. Retinoik asit ve metabolitleri epitel diferansiyasyonunu
sağlar ve glikoprotein sentezinde oligosakkarit taşıyıcısı olarak rol alırlar. Retinol , hücrede steroid hormon benzeri etki gösterir ve cinsel
organların gelişmesinde rol oynar. A Vitamini'nin kemiklerin büyüme ve gelişmesinde rolü vardır. Vitamin A yetersizliğinde önemli
bozukluklar olmaktadır. A vitamininin çocuk ölümlerini azalttığı gözlenmiştir. Kızamık olan çocuklarda A vitamininin hastalığın şiddetinde
azalmaya neden olduğu gözlenmiştir. A vitamini desteği ile ishallerin ciddiyetinde belirgin azalma olduğu bulunmuştur. A vitamini ,
mesane tümörlerinin önlenmesinde ve çeşitli bronşiyal displazilerin de tedavisinde önemli rol oynar.
A VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
Kandaki Retinol miktarı 20 mcg/dl altına düştüğünde depoların yetersiz olduğu, 10 mcg/dl altına düştüğünde depoların boşaldığı kabul
edilir. Belirtiler, genellikle kornea ve konjonktivada; gözde, kuruma ve ülserasyon, solunum sistemi enfeksiyonlarında artış, deride
keratinizasyon, kuruma şeklinde ortaya çıkmaktadır. En erken eksiklik belirtisi , gece körlüğüdür ( karanlığa adapte olmakda güçlük ),
kseroftalmi (korneanın lipid dejenerasyonu; kornea, mukoza ve gözyaşı bezleri epitel bozukluğu ;eksik bir beslenme ile 3-3,5 ay sonra
ortaya çıkar) başlıca körlük nedenidir. Gece körlüğü eksik diyetle 7 ay sonra görülür. Deride ter bezlerinin bozulmasına bağlı kuruluk ve
kabalaşma ve kıl foliküllerinde keratoz ; solunum yolları enfeksiyonlarının artması , böbrek epiteli bozukluğu sonucu böbrek taşı
oluşumunun artması, bütün salgı bezleri ve yollarında atrofiler ve üretim yolları atrofisi sonucu kısırlık, vajina mukozası keratinleşmesi
gelişir. Diş ve kemik üzerine de, A vitamininin etkisi vardır. Eksikliğinde, dişte ameloblast ve odontoblastların güçsüz gelişmelerinin
sonucu olarak dentinin yoksulluğu ya da anormal oluşumu meydana gelir. Yine A vitamini eksikliğinde, kemik büyümesinin duraklaması
ya da anormal oluşumları sık görülür. Safra yolları, Pankreas Hastalıkları, “sprue” ve Ülseratif Kolit, A vitamini eksikliğinin birinci ve en
çok görülen nedeni olmaktadır. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde A vitamini yetersizliği hastalıkları önemli bir sağlık sorunudur. A
Vitamininin genel metabolizmadaki başlıca fonksiyonlarından biri hücreler arası maddelerin ve kollajenin sentezini ve zarlarının (hücre
zarlarının, mitokondri, lizozom gibi hücre parçacıklarının zarlarının) dokusal bütünlüğünü ve normal geçirgenliğini korumaktır. Epitel
dokunun çalışmasındaki işlevinden dolayı; A vitamini yetersizliklerinde bir çok organda fonksiyon yetersizlikleri ortaya çıkmaktadır. A
vitamininin suda eriyen formu ; tedavide daha önem taşır. 13 .cis retinoik asit (İsotretinoin) kistik akne tedavisinde uygulanmaktadır. Bir
çok vitamin ve vitamin olmayan maddenin noksanlığında görülen büyüme bozukluğu (iskelet büyümesi durması) da A vitamini için bir
belirtidir. Önce kemik büyümesi durur. Bu durma, eğer uzun ve büyükse, kafa ve omurgayı da ilgilendirir. İçindeki beyini ve bulbusu da
zararlandırabilir. Daha sonra yumuşak doku katılır, ön sırada bağ dokusu (kollajen yapısı ve mukopolisakkarid oluşumu) bozulur.
A VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
A vitamini ( Retinol ) güvenlidir, çünkü yağda çözünen vitaminlerdendir ve karaciğerde depo edilir. Dikkatli kullanılmaz ve uzun süre çok
yüksek doz alınırsa toksik olabilir. Çok uzun süreli, çok yüksek dozlarda A vitamininin alınması toksik olabilir.Günlük dozun; 8000-10000
İÜ yi geçmemesi tavsiye edilir . Karaciğer hastasıysanız günde 10.000 İÜ üzerinde A vitamini almamanız gereklidir . Çocuklar , bir aydan
uzun süre ile günlük 18.000 İÜ’den fazla A vitamini almamalıdır. Besinlerle alınan Beta Karotenin toksik etkisi yoktur. Kısa sürede alınan
(bir kaç gün) 100.000 İÜ/gün veya daha yüksek dozdaki A vitamininin toksik etkisi vardır. Uzun zamanda (birkaç ay) 25.000 - 50.000
İÜ/gün alındığında toksik etkisi vardır. Günde 50.000 İÜ veya daha fazla A vitamini alınmasıyla ortaya çıkan ve 6 ay veya daha uzun
sürede gelişen belirtiler; sinirlilik, iştah kaybı ve cilt döküntüleri , deri kaşıntıları, kas ve kemik ağrıları, vücut kıllarında değişiklik, saç
kaybı,karaciğer ve dalak büyümesi, bulanık görme, bulantı ,kusma, baş ağrısı , diyare, anemi , gut artriti , sarılık, kadınlarda
menstrüasyon bozuklukları gibi belirtiler vitaminin kesilmesiyle düzelir. Hamile kadınlarda günlük 25.000 - 50.000 İÜ gibi yüksek dozlarla
bebekte konjenital malformasyonlar oluşur. A vitamini ile zehirlenme olabilirken , Beta Karoten ile bu çok nadirdir. Çünkü ; Beta Karoteni
vücudun A vitaminine çevirmesi gereklidir. Pek çok uzman ; A Vitamini yerine, Beta Karoten alımını daha güvenli ve etkili olarak
görmektedir. Beta Karotenden zehirlenme olmaz. Fenitoin ( etkinin azalması ) , Oral Antikoagülanlar, Nitratlar ( A vitamininin yüksek
dozlarında etki artar.)
A Vitamini İçin Miktarlar
Yiyecek
Miktar
Retinol Equivalant
Karaciğer (Dana)
6 gr
9124
Balıkyağı
1 kaşık
4080
Yumurta sarısı
1 büyük
97
Peynir
2 gr
86
Süt
1 Fincan
76
Kaymak (Krema)
1 Kaşık
63
Beta Karoten İçin Miktarlar
Yiyecek
Miktar
Retinol Equivalant
Patates
1 orta boy
2487
Havuç
1 orta boy
2025
Brokoli
1 fincan
136
Kayısı
1 tane
92
Yetişkin Erkeklerde Vitamin A ihtiyacı 1000 Retinol Equivalant
B1 vitamini (Tiamin)
Yetişkin Kadınlarda Vitamin A ihtiyacı 800 Retinol Equivalant
1926 yılında sentezle elde edilen ilk vitamindir. C vitamininden sonra , bozulmaya karşı en hassas olan kimyasal yapıya sahiptir. B1
vitamini suda kolay çözülür. Asit ortama dayanıklıdır. Isıya dayanıklıdır. Ancak, Alkali ortamda ısıya duyarlıdır. Alkali konup
yumuşatılarak pişirilen etlerde ve Sodyum Bikarbonat koyularak pişirilen pastalarda önemli ölçüde B1 vitamini kaybı olur. B1 vitamini
kükürt atomu içeren bir amindir. B1 vitamini (= Tiamin), bir metil (CH2) köprüsü ile bağlanmış bir aminometil-pirimidin ve bir
metilhidroksietil tiyazol halkalarından oluşur. Tiamin'in metabolizmada etkinlik gösteren şekli Tiamin Pirofosfat'tır. Tiamin Pirofosfat,
Tiaminin tiyazol halkasındaki alkol grubuna iki mol fosforik asit bağlanması ile meydana gelir. Tiamin Pirofosfat'a; ko-karboksilaz da
denir. Yapay olarak hazırlanan vitamin; Tiamin hidroklorid şeklindedir.
B1 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
Bitkisel besinlerde çok yaygın olarak yer alsa da miktar olarak fazla değildir. Tohumlarda toplu halde yer almakla beraber ,
yaprak,kök,dal ve meyvelerinde de bulunur.B1 vitamini en çok bitki tohumlarında bulunur.Ancak bu buğday , pirinç , arpa gibi tohumlar
terbiye edilip kabuklarından ayrılırsa B1 vitamin içeriklerini büyük ölçüde kaybederler. B1 vitamini en çok mayada bulunur.Bakla, nohut ,
fasulye gibi baklagillerde bol olarak bulunur. Ispanak, Patates , Bezelye, Soya Fasulyesi , Yerfıstığı , Portakal; B1 vitamin içeriği olarak
zengindir. Hayvansal besinler de de B1 vitamini yeterince vardır. Yumurta Sarısı , Balık , Karaciğer, Kümes hayvanlarının etinde bol
olarak vardır. Önerilen Tüketim Standardı ; 0.2 - 1.5 mg günlük doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz )
Gebeler için özellikle kullanılması gerekir. ( Gebelik ve Lohusalık dönemleri için önerilen günlük doz 3 mg'dır.) Besinlerle alınan tiamin,
incebarsaklardan emilir. Dokularda pirofosfat şekline dönüşür. Kandaki tiaminin çoğu pirofosfat şeklinde kırmızı kan hücrelerinin
içindedir. Plazmada 1 pg/100 ml ve kan hücrelerinde 6-12 mcg/100 ml düzeylerinde tiamin ve Tiamin Pirofosfat bulunur. En yoğun olarak
karaciğer, kalp ve böbreklerde yer alır. İskelet kasları ve beyinde daha az miktarda bulunur. Günlük gereksinmeyi karşılayacak kadar
alındığı zaman bunun %10'u idrarla atılır.
B1 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
Tiamin, "moral vitamini" olarak da bilinir. Çünkü ; sinir sisteminde yararlı etkilere sahiptir. Tiamin düzeyi düşük olan kişilerde
karıncalanma ve uyuşma problemleri daha çok gözlenir. Kalp hastası olan kişilerin kalp kaslarında tiamin normal seviyesinden daha
düşük olarak bulunmuştur. Tiamin , kan dolaşımının düzenlenmesinde , hidroklorik asit üretimiyle sindirimin kolaylaştırılmasına, kan
yapımına ve karbonhidratların metabolize edilmesine yardım eder. Tiamin , vücut enerji düzeyini ve öğrenme yeteneğini artırır.
Barsaklar, mide ve kalpte normal kas tonusunun korunabilmesini sağlar. İştah ve büyüme-gelişmeye uyarıcı etkiye sahiptir.
Karbonhidratlar, yağ ve alkolden enerji sağlanması zihinsel uyanıklığı sağlar. Gebelik sırasında, bebeğin büyümesini sağlar. Sindirimi
kolaylaştırır. Kaza gibi travmalar sonrası, ameliyatlarda, alkoliklerde , yaşlılarda ve hamile kişilerde ve sigara kullananlarda tiamin'in ek
olarak kullanılması şarttır. Ayrıca tiamin, tedavi amaçlı olarak; yüksek karbonhidratla beslenenler ve fizik ve zihinsel gerginliklerde
kullanılır.
B1 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
Tiamin'in idrardaki miktarının 27 mcg/g kreatininin altına düşmesi yetersizlik olarak kabul edilmektedir. Tiamin yetersizliğinde, tiamin
yardımcı enziminin rol aldığı kimyasal tepkimeler çalışamayacağı için biyokimyasal ve klinik değişiklikler görülür. Biyokimyasal
değişikliklerin başında kanda pirüvik asidin artması, idrardaki tiamin ve metabolizma ürünlerinin azalması, enzimlerinin aktivitelerindeki
değişmeler gelir. Tiamin yetersizliğindeki sindirim sistemi belirtileri; hazımsızlık, şiddetli kabızlık, mide hareketlerinde bozukluk,
hidroklorik asit sekresyonunda azalma şeklindedir. Periferik sinir sistemi tutulumu, periferik nörit olarak bilinir. Belirtileri ise ; artmış ağrı,
his kaybı, sızı veya yanma hissidir. Eklemlerde şişlikler ve ağrılar yüzünden refleks hareketinin durmasıyla denge kaybolur. İleri derecede
alkol alan bireylerde merkezi sinir sistemi tutulur.Kalp ve damar sistemi belirtileri; yeterli enerji salınamamasına bağlı kalpten
pompalanan kan miktarı artar, kılcal damarlar genişler ve kılcal damar - toplardamar arasında kan akımı hızlanır. Bütün bunlara
karbonhidrat metabolizmasının yetersizliği de eklendiğinden, solunum yetmezliği, çarpıntı hissi, artmış kalp atım hızı ve atım bozukluğu
ile seyreden kalp yetmezliği gelişir. Kalp büyür, yeterli şekilde kanı pompalayamaz hale gelir . Batı ülkelerine ciddi eksiklik durumları çok
nadirdir. Düşük Tiamin düzeyi Beriberi hastalığına yol açar. Beriberi hastalığının belirtileri , kas güçsüzlüğü , bulantı, iştah kaybı ve su
kaybı şeklindedir. Beriberi Hastalığı iki tipe ayrılmıştır ; ödemle birlikte ve ani olarak görülen tipe yaş ve ödemsiz, müzmin şekline kuru
beriberi denir. Tiamin gereksinimi metabolik hız ile ilişkili olduğundan yetersiz gıda alımı ve hipermetabolik durumlar hastalık belirtilerini
ortaya çıkarır. Alkoliklerde tiamin emilimi azalır, gereksinme artar ve karaciğerde tiamin pirofosfat şekline dönüşümü azaldığından
beriberi hastalığı görülebilir. Hafif eksikliklerde konsantrasyon güçlükleri, depresyon , hafıza kaybı gibi zihinsel problemler oluşur. Aynı
zamanda kilo kaybı olur. Tiamin eksikliğinin en erken belirtisi , mide bulantısıdır .
B1 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
Tiamin zehirlenme korkusu olmaksızın büyük dozlarda ağızdan emniyetle verilebilir. İntravenöz yolla verildiğinde, ancak çok yüksek
dozlara çıkıldığında anafilaktik şoka ait reaksiyonlar görülür.
B2 vitamini (Riboflavin)
Sarı portakal renginde kristal halde bir maddedir. Eriyik içinde yeşilimsi sarı floresans gösterir. Hidrojen eklenerek indirgenmiş şekli
renksiz, hidrojen ayrıldığında turuncu sarı renk gösterir. B2 vitamini suda kolay çözülür. Işık, karşısında dayanıksızdır.Asit ortama
dayanıklıdır. Isıya dayanıklıdır. Ancak, Alkali ortamda ısıya duyarlıdır. Riboflavin, 5 değerli bir alkol olan ribitol'ün heterosiklik dimetil
izoalloksazin; dimetil benzen + pterin halkasiyle oluşturduğu bir bileşiktir. Riboflavin, doku solunumunda elektron transfer zincirinde
koenzim olarak görev yapar. Genel olarak 'dehidrogenaz"lar olarak adlandırılan bu enzimler substrattan veya başka bir taşıyıcıdan
hidrojeni alarak sitokrom sistemine taşırlar. Bunlara genellikle "sarı enzimler" de denir. Buna göre riboflavin; protein, karbonhidrat, yağ
ve nükleik asitlerin metabolizması için gerekli bir yardımcı enzimdir.
B2 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
Hem bitkisel hem de hayvansal besinlerde çok yaygın olarak yer alsa da miktar olarak fazla değildir. En yüksek oranda maya ve
karaciğerde bulunur.B2 Vitamini ; süt ve süt ürünleri ; yoğurt, peynir, yumurta, balık, et, ıspanak , karnıbahar, Brüksel lahanası
baklagiller - bezelye,fasulye,mercimek - , avokado, yerfıstığı, şeker pekmezi , mantarda bol bulunur. Hayvansal besinlerde de B2
vitamini vardır. Yumurta beyazı , Karaciğer , böbrek , yürek , balıkta vardır. Önerilen Tüketim Standardı ; 0.5 mg/1000 kalori ( erişkinler
için ortalama 3 mg ) günlük doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz ) Büyüme, gebelik, lohusalık,
hipertiroidizm gibi vücut metabolizmasının hızlanması riboflavin ihtiyacını artırmaktadır. Diyetle alınan proteinin kalitesi de önemlidir.
Kalitesiz proteinli bir diyette karaciğerde riboflavin tutulamaz. Böyle diyetlerde riboflavine ihtiyaç artar. Yiyeceklerle alınan riboflavin,
riboflavin fosfat ve dinükleotidler ince barsaklardan emilir. Alkol, emilimini azaltır. Plazmadaki normal düzeyi 2,5 - 4,0 mcg/100 ml'dir.
Kırmızı kan hücrelerindeki riboflavin yoğunluğu 15,- 30 mcg/100 ml'dir. Diğer dokularda proteinlere bağlı olarak bulunur. En yoğun
bulunduğu organ karaciğer ve böbreklerdir. Dokuların riboflavin biriktirme yetenekleri sınırlıdır. İdrarla riboflavin atılımı alınan miktarla
orantılıdır. İdrarla atılan riboflavinin yarısı serbest, kalanı nükleotid şeklindedir. Dışkıda bulunan riboflavinin çoğunluğu barsaklarda
yapılan vitamindir. Günde ortalama dışkıdaki riboflavin miktarının 500-700 mikrogram kadar olduğu bulunmuştur.
B2 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
B2 vitamini; temel olarak bir kimyasal maddeden diğerine enerji taşıyan reaksiyonlarda görev alır. Yiyeceklerdeki protein ve yağlardan
enerji sağlanmasına yardım eder. Derinin sağlıklı olması ve dokularının tamiri için gereklidir. B2 Vitamini , kırmızı kan hücrelerinin
oluşumu ve vücudun savunma sisteminin önemli bir parçası olan antikorların üretilebilmesi için gereklidir. Karbonhidrat, protein , yağ
metabolizması , demir ve B6 vitamininin emilebilmesi için gerekli olan bir vitamindir. B2 vitamini; Triptofan'dan Nikotinik Asit oluşması
için gereklidir. A vitamini ile birlikte B2 vitamini vücudun iç yüzeylerinin ve sindirim sistemi organlarının yüzeylerinin sağlıklı olabilmesi
için şarttır. B2 vitamini oksijen kullanımını kolaylaştırarak deri, saç ve tırnakların sağlıklı olmasını sağlar. Ağız ve dilde ağrının
giderilmesini sağlar. Kepek oluşumunu önler. Göz için katarakt tedavisinde kullanılır.
B2 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
İdrardaki riboflavin miktarının; 50 mcg/24 saat, kırmızı kan hücrelerindeki miktarının 8 mcg/100 ml düzeyine düşmesi, yetersizliğine
bağlı klinik belirtilerin başlangıcı sayılmaktadır. Riboflavinsiz diyet alan bir kişide lezyonlar üç ay içinde gelişmektedir. Riboflavin
yetersizliğine bağlı dudaklarda "çeliozis', angular stomatit, papilla atrofisi, göz damarlarında genişleme (kırmızı göz), yanma, görme
zorluğu, sinir sistemi bozuklukları oluşur. B2 vitamini yetersizliğinde; antikor oluşumunda azalma olur. Riboflavin eksikliği yüksek
riboflavin içeren süt, karaciğer, et, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler gibi besin kaynaklarıyla tedavi edilebilir. Günde 10-15 mg
riboflavin verilerek deri lezyonlarının iyileştiği görülünceye kadar tedavi devam eder. Riboflavinin damar yolu ile verilmesine ancak
sindirim sisteminin ciddi hastalıklarında gerek olabilir. Riboflavin sulu çözeltilerde sınırlı çözünürlüğe sahiptir, büyük oranda
yıkılır.Riboflavin methemoglobinemi, piruvat kinaz eksikliği gibi defektlerin de olduğu, yenidoğanın metabolizma hastalıklarında yüksek
dozlarda kullanılır.İnsanda seboreik dermatit (deri iltihabı), keratokonjonktivit, atrofik dil iltihabı ve daha özel olmak üzere ağız köşesi
çatlağı (ragadlar ,çeliozis) görülür, bunlardan başka tipik olmayan vajinitler de olabilir.
B2 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
Riboflavin, zehirlenme korkusu olmaksızın 200 mg/gün gibi yüksek dozda ağızdan emniyetle verilebilir. Sindirim sistemi B2 vitaminini
ancak, belirli bir dozda sindirebilir. Bugüne kadar, riboflavinle zehirlenme vakası bildirilmemiştir.
B3 vitamini (Niasin, Nikotinik Asit, Nikotinamid, PP* Vitamini)
* PP= Pellegra Preventive
B3 Vitamini beyaz, iğne biçiminde kristaller halindedir. Aminli bir bileşiği olan nikotinamid de aynı vitamin etkiye sahiptir. B3 vitamini
suda kolay çözülür. Işığa, oksidasyona karşı dayanıklıdır. Nötral asit ve alkali çözeltilerde kaynatılınca vitamin özelliğini kaybetmez. Isıya
dayanıklıdır. Kimyasal adı piridin 3-karboksilik asit, kimyasal yapısı nikotinik asittir. Niasin ve niasinamid, karboksilli bir piridin halkası ve
bunun karboksil grubunun amidleşmesinden ibarettir. Niasinin metabolizmada etkinlik gösterebilmesi için adenin nükleotidle birleşmesi
gerekir. Bunlara nikotinamidli dehidrogenazlar denilmektedir. Biyokimyasal reaksiyonlar sırasında iki önemli dehidrogenaz sınıfı enzimin
yapısına koenzim olarak girer. Bu iki enzimden birincisi "Nikotinamid-Adenin-Dinükleotid" (NAD), ikincisi ise "Nikotinamid Adenin
Dinükleotid Fosfat" (NADP) diye sınıflandırılmaktadır.
B3 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
B3 Vitamini, insan vücudunda serbest bulunmaz. İnsan vücudunda ve barsaklarda triptofan, kinürenin ve 3-hidroksiantronulik asid
üzerinden niasin ve niasinamid haline çevirilir. Niasin ve niasinamid, vücutta birbirine dönüşür.Bağlı şekilde insan dokularında ve özellikle
bitkilerde bir hayli yaygındır. Diğer B vitaminleri gibi tahıl kabuklarında da boldur. En yüksek oranda biramayasında bulunur. Buğday,
bulgur, pirinç, nohut, fasulye, mercimek, karnabahar, havuç, yerfıstığı,ceviz ve fındık; bazı yeşil sebzeler; kahve, çavdar,
patates,domates ve mısır nişastasında B3 vitamini bol bulunur. Hayvani besinlerde de B3 vitamini vardır. Sığır ciğeri , böbrek , kalp ,
peynir, yumurta, kümes hayvanları, balık, sütte vardır. Önerilen Tüketim Standardı ; 6.6 mg/1000 kalori ( erişkinler için ortalama 35 mg
) günlük doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz ) Nikotinik asit ve nikotinamid ince barsaklardan kana
emilir. Kandaki nikotinik asid miktarı 0.6 mg/100 ml'dir. Alyuvarlarda ortalama 1.3 mg/100 ml'dir. Dokuların niasin depolama kapasitesi
çok azdır. Karaciğer, böbrek ve kas dokularındaki miktarları diğer dokulara göre daha çoktur. Normal olarak yetişkinlerin idrarında Nmetil-nikotinamid miktarı 2,4 - 6,4 mg /24 saat arasında değişmektedir.Diyetteki triptofan vücutta niasine dönüştüğü için günlük niasin
gereksinimi diyetteki triptofan miktarına bağlıdır. 60 mg triptofandan 1 mg B3 vitamini elde edilir. Niasin gereksinimi metabolizmanın
hızlandığı durumlarda ve gebelikte artmaktadır. Diyetle iyi kalitede protein alındığında niasin gereksinmesi azalır. Niasin ve niasinin ön
maddesi olan triptofan hayvansal yiyeceklerde daha çok bulunur. Bunun yanısıra niasin gereksinimi niasin eş değeri olarak
düşünülmektedir. Sütteki niasin miktarı az olmasına karşın triptofan çok olduğu için niasin değeri; sadece içeriğindeki niasin değil, ek
olarak triptofandan elde edilecek niasin değeriyle toplanıp bulunur. Hem pirinç, hem mısırda yakın miktarlarda niasin bulunmasına
rağmen pellagra yalnız mısır ve mısır unu ile beslenen halk kitlelerinde çok sık görülür; sebebi, mısırda triptofan çok azdır, bundan dolayı
tek taraflı beslenen kişilerin vücut ve barsaklarında niasin ve niasinamid oluşumu olamaz, ayrıca yalnız mısırla beslenenlere zaten fazla
niyasinamid de gereklidir.
B3 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
B3 vitamini metabolizmanın sağlıklı sürdürülebilmesi için gereklidir. Vücutta 200den fazla kimyasal reaksiyonda görev alır. Midede asit
üretimi için gerekli olmasının yanısıra karbonhidrat,yağ ve proteinlerin sindirilmesine yardım eder. Niasin kan dolaşımına yardımcı olur.
Cilt sağlığı ve sinir sisteminin işlevlerinin yapılabilmesine yardımcı olur. Beyinde yüksek fonksiyonlarda ve kavrama yeteneğinin
sağlanmasında görev alır. Alternatif Tıp Doktorları Niasini ; şizofreni, otizm, anksiyete, depresyon, hipglisemi, şeker hastalığı , eklem
romatizması için tedavi amaçlı kullanmaktadır. Ayrıca B3 vitamini İnsülin sentezinde ve seks hormonları olarak gruplandırılan Östrojen,
Testosteron ve Progesteron hormonlarının sentezinde gereklidir. Yapılan çalışmalarda yüksek dozda verilen niasinin kolesterolü düşürücü
etkisi olduğu gösterilmiştir. Kolesterol ve trigliserid düşürülmesi ve alkolizmin tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca damarlara etkisi
nedeniyle arteriyosklerozda, migren başaağrılarında ve bazı nörolojik hastalıklarda da tedavi aracı olarak kullanılır.
B3 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
Diyet, niasin ve triptofan açısından yetersiz olduğu zaman Pellegra Hastalığı görülür. Pellegra; deri, sindirim sistemi veya merkezi sinir
sistemi semptomları ile karakterize edilmektedir. Derinin güneş gören yerlerinde simetrik lezyonlar oluşur. Bu lezyonlar daha sonra siyah
renge dönüşür. Döküntü oluşur ve skar dokusu gelişir. Mukokutanöz membranlarda yaralar, dilde kabarma, bulantı ve kusma
görülür.İshal gelişir. Pellegra ; 3 D hastalığı ( dermatit , diyare, demans ) olarak da bilinir. Santral sinir sistemi semptomları olarak baş
ağrısı, uykusuzluk, depresyon, baş dönmesi, hatırlama güçlüğü ortaya çıkar. Pellegra hastalığında; hastaya nikotinik asit verildiği zaman
24 saat içinde hızla düzelme olur. Triptofanın niasine dönüşümünün bozulmasında dermatit, ışık duyarlılığı ve psikiyatrik değişikliklerle
tanımlanan Hartnup Hastalığı oluşmaktadır.
B3 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
Niasin eksikliğinde; nikotinamid hemen hemen hiç toksisite olmaksızın kullanılır. Lipid bozukluğunun tedavisinde 3 gram veya daha fazla
nikotinik asid kullanıldığında en sık görülen yan etki ; damar genişlemesine bağlı yüzde kızarmadır. Bir tablet aspirin eklemek bunu
tedavi eder. Nikotinik asidin diğer yan etkileri derinin renginde artma, kuruma ve karın ağrısıdır. Hepatotoksisite, hiperüremi ve glikoz
intoleransı görülebilir. Nikotinik asid verilmesi kesildiğinde biyokimyasal ve histolojik bulgular normale döner. Yüksek doz hatta bazen 75
mg ve üzerindeki dozlarda da B3 Vitamini ile allerjik reaksiyonlar gelişebilir. Niasin Flaşı olarak bilinen yüz, göğüs ve kollarda kaşıntı,
karıncalanma ve yanma hissi ve kızarıklığa neden olabilir. Bu durum , zararsızdır ve 20-60 dakika içinde geçer. Çok yüksek doz niasin
alınmışsa hızlı bir şekilde birkaç bardak su içilmesi reaksiyon gelişimini önler. Niasinin güvenli kullanım düzeyi kişiden kişiye farklılıklar
gösterir. Gebelerde yüksek doz B3 vitamini kullanılmamalıdır. Saf B3 vitamini ayrıca mide ülseri , gut , glokom , karaciğer hastaları için
sağlık problemlerine yol açabilir. Bazı hastalıklarda günlük 200- 1000 mg dozlarda tedavi amaçlı kullanılabilmektedir. 1000 mg/gün ve
üzeri doz niasin alınmamalıdır. Bu dozda niasin doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Genellikle günlük 150 mg'a kadar güvenli kullanılabilir.
Bazı yayınlarda 450 mg / gün doza kadar niasin güvenli kabul edilmektedir.
B5 vitamini (Pantotenik Asit)
İlk olarak 1939 yılında pirinç kabuğunda bulunmuştur. Pantotenik asit, suda çözünen bir vitamindir. Bu nedenle vücutta bir deposu
yoktur ve her gün vücuda alınması gereken vitaminlerdendir. B5 vitamini suda kolay çözülür. Pantotenik asid, bir pantoik asid (= 2,4dioksi-3,3' dimetilbütirik asid) ile Beta.alaninin amino grubu arasında bir peptid bağı oluşumu ile kurulmuştur. Pantotenik asidin insan ve
hayvan vücudundaki en büyük rolü, acil-taşınması olan Koenzim A' nın bileşimine girmesidir. Koenzim A' da pantotenik asidden başka,
adenilik asid ve sistamini (=beta.merkaptoetilamin) de kapsar. Pantotenik asid, karboksil grubu ile sistaminin amino grubu arasındaki
peptid bağı oluşumu ile pantotein maddesi oluşur. Bunun da adenilik asid ve fosfatlarla bağlanması Koenzim A'yı yapar. Bu 3'fosfoadenozin-5'difosfopantotein'dir. Bundan başka pantotenik asid, acil yüklenici protein olarak bilinen bileşiğin prostetik grubuna da
girmektedir. Bu da, yağ asidi biyosentezinde rol oynar. Koenzim A'nın metabolizmada önemli fonksiyonları vardır: Asetil-KoA, Acil-KoA,
başta valin, lösin olmak üzere aminoasidlerin KoA ları gibi aktif bileşikleri oluşturur. Bu yoldan, karbonhidrat, yağ ve protein yıkılım ve
yapım metabolizmasının işlemesini sağladığı gibi, sitrik asid siklüsü sonucu birçok madde oluşmasına ve hem grubu sentezine, kolesterol
ve steroid sentezine katılır. Ayrıca, pantotenik asidin, böbrek üstü hormonlarının asetil KoA dan ve kolesterolden oluşumları üzerine
etkilidir.
B5 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
B5 Vitamini = Pantotenik Asit ; Yunanca Pantos=heryer kelimesinden ismini almıştır. B5 vitamini insan vücudunun tüm dokularında ve
tüm bitkilerde bulunur. B5 vitamini en çok biramayası, taze sebzeler , pirinç , hububatlarda, çavdar unu ve buğdayda bulunmaktadır.
Hayvansal besinlerde de B5 vitamini vardır. Et, organ etlerinde ( karaciğer, kalp , beyin , böbrek gibi ) , balık , yumurta beyazı ve sütte
B5 vitamini boldur. Önerilen Tüketim Standardı ; ortalama 6 mg günlük doz önerilir. ( Eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz. )
B5 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
Pantotenik asidin insan vücudundaki en büyük rolü, Koenzim A nın bileşimine girmesidir. Pantotenik Asit ; protein , yağ ve karbonhidrat
metabolizmasında görev alır. Besinsel bu etkisinin yanısıra ; deri , saç ve epitel dokuların sağlıklı olması ve sağlıklı kalması için gereklidir.
B5 vitamini antistres vitamini olarak da bilinir. Çünkü ; böbreküstü bezlerinde steroid ve kortizon üretiminde önemli görevleri vardır. B5
Vitamini , stresin vücuda olan etkilerini önlemek için görev yapar. Hayati organlarda yoğunlaşarak vücuda stresli ortamlarda yardımcı
olur. Bazı uzmanlar B5 vitamininin, depresyon tedavisinde yararı olduğunu düşünmektedir.
B5 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
Tüm besin maddelerinde bulunduğu için pantotenik asit eksikliği çok nadirdir. Diğer B vitamin eksikliklerinde olduğunun aksine; eksiklik
belirtilerinin ne olduğu tam olarak tespit edilmiş değildir. Yorgunluk, halsizlik, başağrısı en belirgin bulgulardandır.
B5 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
Pantotenik asit kullanımı güvenlidir. Kolay tolere edilir. Güvenlik sınırı tanımlanmamıştır. 10 gr gibi çok yüksek dozlarında sindirim
sistemi bozuklukları , ishal , su dengesizliği gözlenir. Günlük önerilen dozu 6 mg dır. Ancak 500 mg/gün doza dek emniyetle
kullanılabilmektedir
B6 vitamini ( Piridoksin, Adermin )
Metil ( CH3 ) , Hidroksimetil ( CH2OH ) , Hidroksi ( OH ) gruplarını içeren piridin halkasına (Piridoksin) değişik takılar gelerek üç tip B6
Vitamini oluşur. B6 Vitamini etkisi gösteren üç ayrı kimyasal yapı : Piridoksin, bunun aldehid türevi Piridoksal ve Aminli bileşimi olan
Piridoksamin; hepsi aynı şekilde B6 Vitamini etkisine sahiptir. Piridoksin/Piridoksal ; 2-Metil-3-Hidroksi-4,5dihidroksimetilpirimidin'dir.B6 Vitamini, suda çözünen bir vitamindir. Bu nedenle vücutta bir deposu yoktur ve her gün vücuda alınması
gereken vitaminlerdendir. B6 vitamini suda ve alkolde kolay çözülür. B6 Vitamini Ultraviyole ışınına çok hassastır.Kristal formda asit ve
alkalilere çok dayanıklıdır. B6 Vitamini, incebarsaklardan ve % 70 kadarı emilir. Fosforile formunun emilimi yavaştır. Biyokimyasal olarak
en etkili formu ; Piridoksal Fosfat'tır. Piridoksal Fosfat; arginin,tirozin ve diğer bazı aminoasitlerin dekarboksilasyonunda görev yapan
enzimlerde prostetik grubu oluşturur. Aynı zamanda Serin ve Treonin aminoasitlerinin deaminasyonunda enzim görevi görür. Piridoksal
Fosfat'ın vücutta görev aldığı en önemli iki dekarboksilasyon reaksiyonu; Merkezi Sinir Sistemi ile ilgili olan Glutamik Asit'in
GamaAminoButirikAsit'e(GABA) ve DOPA'nın Dopamin'e dönüşmesi reaksiyonlarıdır. B6 Vitamini; hemoglobin yapısında yer alan Hem
Sentezi için de gerekli bir maddedir. Piridoksal Fosfat ; hücrelerde aminoasitlerin aktif taşınmasında görev yapar.
B6 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
B6 Vitamini ; fiziksel ve zihinsel olarak gerekli bir vitamindir. En önemli besin öğesi olmasıyla birlikte pek çok gıda maddesinde bulunması
nedeniyle kolayca elde edilebilir. B6 vitamini en çok biramayası, bezelye , ceviz , yerfıstığı , ayçekirdeği , havuç , buğday ve bulgur da
yüksek olarak hububatlarda bulunmaktadır. Daha az miktarlarda da olsa ; fasulye, karnabahar, muz , üzümde de vardır. Hayvani
besinlerde de B6 vitamini vardır. Tavuk,sığır ve dana etleri, karaciğer , böbrek , balık ( alabalık,sombalığı ), yumurta sarısında B6
vitamini boldur. Önerilen Tüketim Standardı ; ortalama 2.0 mg günlük doz önerilir. Bu, bebeklerde 0.3 - 0.6 mg ve büyüme çağındaki
çocuklarda 1.0 mg olarak önerilmektedir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz )
B6 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
Aminoasid metabolizmasında, protein metabolizmasında etkilidir. Serum Glutamik Oksalasetat ( SGOT ) ve Serum Glutamik Pirüvat (
SGPT ) enzimlerinin aktivitesinde etkilidir. Ayrıca Homosistin ve Triptofan metabolizmasında etkilidir. Aminoasidlerin sindirim sisteminden
emilimlerinde rol oynar. Hem senteziyle ilgilidir : Porfirin yapımında önemli olan süksinilglisin’in, delta aminolevülenik aside dekarboksile
olmasını katalizleyen bir koenzimdir. Eksikliğinin insanlarda hipokrom mikrositer anemiye neden olması bundandır. Bunlardan başka,
linoleik asidin araşidonik aside çevrilmesinde bir koenzim gibi etki eder. Ayrıca, hücre zarlarından sadece aminoasidlerin ve bazı metal
iyonların, birbiriyle şelat kompleksleri oluşturan şekilde geçmelerini sağlar. Bağışıklık sistemi , böbrek ve kalp fonksiyonları için
yardımcıdır. Büyüme ve hücre çoğalmasında rol oynayan nükleik asitler için gereklidir. Sinir Sistemini korur ve fonksiyonlarının düzenli
olabilmesini sağlar. Piridoksin, Premenstrüel Sendrom olarak bilinen adet (aybaşı veya mens) öncesi gerginliklerinde , mens (adet)
dönemlerinde gözlenen sivilce artışı, ruhsal gerginlikler ve migren tipi başağrılarında tedavi amacıyla kullanılması nedeniyle oldukça
popülerdir. Diyabet ( Şeker Hastalığı ) ve Kalp Hastalıklarında tedavi amacı ile kullanılmaktadır. Ayrıca ellerde sinir sıkışması ile gelişen
Karpal Tünel Sendromu'nun tedavisinde de kullanılır. Artrit ( eklem iltihabı ), eklem problemleri , Astma , Hiperaktivite Bozukluğu ,
Psikiyatrik Bozukluklarda B6 vitamini tedavide önemli görevler alır. Gebelik Toksemisi ( zehirlenmesi) , bazı tür idrar kesesi kanserleri ve
Kalsiyum oksalat tipi böbrek taşlarında koruyucu olarak kullanılır. Bazı tip Anemilerde kullanılabilir. Ayrıca Tüberküloz tedavisinde
kullanılan İzoniazid adlı ilaç, idrarla piridoksal fosfat kaybına yol açtığı için bu hastalarda tedaviye eklenir.
B6 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
B6 vitamini eksikliğinde cilt lezyonları olmasının yanısıra, ağız, burun ve göz çevresinde döküntüler, dil kızarıklığı, şişme ve yanması
meydana gelir. B6 Vitamini eksikliği arttıkça sinir sistemi ile ilgili belirtiler de olmaya başlar : sinir iltihapları gelişir. Konvülsiyonlara (
havale ) eğilim meydana gelir.B6 Vitamini eksikliği kansızlığa da neden olur. Bu anemi hipokrom mikrositer olarak tanımlanan tipte bir
anemidir. İdrarla aminoasitler kaybedilmeye başlar : Homosistinüri ve Sistationüri gelişir. Böbrek taşları oluşur . SGOT ve SGPT enzim
aktivitesi azalır.
B6 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
Günlük 500 mg doz ile uzun süreli kullanımlarında veya 2 gr ve üzeri Piridoksin alındığı durumlarda sinirsel bozukluklara yol açarak
toksisite belirtileri gözlenebilir. Piridoksine Bağımlılık Sendromu da tanımlanmıştır. Günde 200 mg'ı geçmeyen dozlarda güvenle
kullanılabileceği bildirilmektedir.
B12 vitamini ( Siyanokobalamin )
Tabii B12 Vitamini Siyanokobalamin 1948 yılında izole edilmiştir. B12 vitamini yapısında iki halka gösterir. Birincisi, büyük ve porfirini
andıran merkezsel bir halkadır. Bunun porfirinden farkı, indirgenmiş dört pirolünden ikisi birbirine köprüsüz bağlıdır. Bu halkaya Korrin
halka sistemi denir, halkanın merkezinde de bir kobalt vardır. Kobalt, bağlarla halkanın pirol azotlarına, bir siyan’a (-CN) ve ikinci
halkanın azotlu bazına (5,6-dimetilbenzimidazol) bağlıdır. İkinci halka da, azotlu bazı kobalta bağlı bir nükleotid’in (dimetilbenzimidazolriboz-fosfat’ın) fosfatını esterleştiren bir aminopropanol’ün, D.pirol halkasının propiyonik asid takısıyla bağlanması sonucu kapanır.
Siyanokobalamin; doğal B12 vitaminidir. Siyanokobalamin’den başka onun değişik şekilleri olan kobalamin’ler (kobamidler) de tarif
edilmiştir. Bunlarda, ya -CN ya da nükleotid’in bazında bir değişiklik olur. B12a, B12b, B12d deki gibi -CN yerine, -OH gelirse,
hidroksikobalamin, B12d 'deki gibi nitrit gelirse, bir nitrokobalamin ya da metil grubu gelmişse metilkobalamin oluşur. Dokularda da en
sık -CN yerine 5. dezoksiadenozin gelmiş bir kobamid-koenzim bileşiminde bulunurlar. Bütün B12 vitaminleri, peptid ve proteinlere sıkı
bağlanma etkisi gösterirler. B12 Vitamini, suda çözünen bir vitamindir. Bu nedenle vücutta tam bir deposu yoktur ( karaciğerde vb çok az
depolanır ) ve her gün vücuda alınması gereken vitaminlerdendir. B12 vitamini suda kolay çözülür. B12 Vitamini , gıdalarda pişirme
sonucu %10 ile %30 arasında kaybolur.B12 vitamininin insan vücudundaki esas kaynağı kalınbarsaklarda yer alan bakterilerdir. Tüm
sindirim sistemi kanalında mikroorganizmalar yer alsa da asıl sentez yeri kalınbarsaklardır. Vücutta B12 vitamini emilimi için aktif ve
pasif olmak üzere farklı mekanizmalar çalışmaktadır. İncebarsaklara aşırı miktarda B12 vitamini geldiği zaman herhangi bir emilime
uğramaksızın direkt olarak jejunum ve ileum bölgelerinden pasif emilim olur. Aktif emilim için midede yer alan İntrensek Faktör
gereklidir. Gıdalarda bulunan fizyolojik dozlardaki B12 vitamini bu yolla emilebilir. B12 vitamini, midedeki kimyasal ortamın etkisi ile bağlı
olduğu proteinlerinden ayrılarak midede iki ayrı bölgede yer alan Parietal Hücrelerde bulunan İntrensek Faktör ile birleşir. Birleşme
sonrası oluşan yapı incebarsaklara ilerler ve İleum bölgesine geldiğinde buradaki alıcılara bağlanır. Buradaki alıcılara bağlanma için iki
şart gereklidir; birincisi bu bölgede kalsiyum iyonları olmalıdır ve ikincisi de bu bölgenin pH değeri 6.0 olmalıdır. B12 vitamininin gıdalarla
alımından sonra kana geçmesi 12 saat kadar sürmektedir. Sindirim sistemi salgı hücrelerinde B12 vitamini için Transport Proteinleri (
Transkobalaminler ) gereklidir. Transkobalaminler üç tiptir. Transkobalamin I ve III , beyaz kan hücreleri tarafından oluşturulur ve B12
vitaminine ikinci tipten daha güçlü bağlanırlar. Ancak Transkobalamin I/III eksikliği olduğunda B12 vitamini eksikliği olmaz.
Transkobalamin II , karaciğer tarafından oluşturulur. Transkobalamin II' nin özelliği bağladığı B12 vitaminini dokulara daha çabuk
taşımasıdır. Fakat , Transkobalamin II eksikliği; B12 vitamin eksikliğine yol açar.
B12 VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
B12 Vitamini ; büyüme ve sinir sistemi fonksiyonlarındaki görevleri yanında vücutta oksijen taşıyan ve alyuvarlarda yer alan hemoglobin
için şart olan bir maddedir. B12 Vitamini , insan vücudunda başlıca karaciğerde 1500 mg civarında depolanabilmektedir. Safra ile
salgılanır, safrada yer alan B12 vitamini barsaklardan emilerek barsak-karaciğer arasında taşınır. Emilmeyen B12 vitamini daha çok
gayta ile olmak üzere idrar ile de atılır. B12 vitamini en çok hayvansal kaynaklı gıdalarda, organ etlerinde ( karaciğer, böbrek, kalp, beyin
) yüksek oranlarda yer alır. Süt ve peynir de B12 vitamininden zengindir. Balık ve yumurta da bol B12 vitamini içerir. Bitkisel besinlerde
de B12 vitamini vardır. Biramayası, soya , deniz yosunları, bazı taze yeşil bitkiler de B12 vitamini içerir. Önerilen Tüketim Standardı ;
ortalama 6.0 mcg günlük doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz )
B12 VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
B12 vitamini başlıca iki kimyasal reaksiyon için koenzim görevi görür . Birincisi ; Metilmalonil Koenzim A'nın Süksinil Koenzim A'ya
dönüşümüdür. Bu reaksiyon sinir sisteminde myelinizasyon için önemlidir. Bu reaksiyon nedeniyle B12 vitamini eksikliğinde idrarla
Metilmalonik Asit atılımı artmaktadır.( Pernisiyöz Anemi'de, Metilmalonilasidüri'de ) İkincisi ; Homosistein'in Metionin'e dönüşümü
reaksiyonudur. Bu reaksiyon Folat metabolizmasında yer alır ve B12 eksikliğinde DNA sentezi bu nedenle gerçekleştirilemez. Yağ ve
Karbonhidrat metabolizmasında görev yaparak sindirim sistemine yardımcı olur. Kanda oksijen taşınmasını sağlayan Hemoglobin
oluşumu için gereklidir. Bu görevi nedeniyle kansızlık ( makrositer anemi ) oluşumunu önler. Sinir Sistemi fonksiyonlarının sağlıklı
olabilmesi için B12 vitamini şarttır. Bellek ve öğrenme fonksiyonları için özel bir öneme sahiptir. Myelinizasyon için gereklidir. Paranoya
gibi bazı ruhsal hastalıkların tedavisinde de B12 kullanılmaktadır.
B12 VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
B12 vitamini eksikliğinde ilk gözlenen belirtiler sinirlilik, yorgunluk ve unutkanlıklardır. B12 vitamin eksikliği daha çok vejetaryenlerde (
hayvansal gıda almamaları nedeniyle ) , mide ameliyatı olanlarda ( midenin kısmen veya tamamen alınmasında emilimin yapılamaması
nedeniyle) , alkoliklerde, sigara tiryakilerinde, mide ülseri olanlara ve gebelerde gözlenebilmektedir. B12 Vitamini eksikliği kansızlığa da
neden olur. Bu anemi makrositer olarak tanımlanan tipte bir anemidir. Anemi gelişimi B12 vitamininin diyetsel alımının azlığından çok ,
B12'yi vücutta taşıması gereken proteinlerin eksikliği veya fonksiyon bozukluğu nedeniyle gelişmektedir. ( yaşlılarda sindirim bozuklukları
gibi durumlar ...) Nedeni ne olursa olsun B12 vitamin eksikliği başlıca üç belirtiyle sonuçlanır ; Makrositer Anemi , Glossit ( Dil iltihabı )
ve Nöropati ( uyuşmalar vb. ) Bu belirtiler vücuttaki tüm depolarının boşalmasından sonraki 2 - 5 yıl gibi uzun bir dönemde ortaya
çıkmaktadır.
B12 VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
B12 Vitamini güvenle kullanılabilecek bir maddedir. 500 mg dozlara dek herhangi bir toksisite oluşturmayabilir. Tek doz olarak 100 mg
alındığında herhangi bir ters etki gözlenmemiştir.
C vitamini ( Askorbik Asit )
1742 yılında İngiliz Donanma Doktoru James Lind ; dişetleri şişliği, kanaması , ciltte kanamalar ve yaralar ile seyreden Skorbüt
hastalığını limon suyu kullanarak tedavi etmişti. 1928 yılında Albert Szent tarafından sentez edilmiştir. Askorbik Asit, monosakkarit
türevidir. C Vitamini'nin asiditesi 3. karbonunda yer alan enol hidrojenine bağlıdır. Oksitlenmesinin ilk ürünü Dehidro L. Askorbik Asit
olmaktadır. İnsanlardaki değişimi de bu aşamada kalmaktadır. Canlılarda C vitamini oksitlenmiş ve indirgenmiş olarak iki şekiliyle
bulunmaktadır. Bu tepkime iki yönlüdür ve her ikisi de C vitamini aktivitesi gösterir. (Dehidro Askorbik Asit tekrar oksitlendiği zaman
vitamin aktivitesini kaybeder. ) Bitki ve hayvanlar C vitamini sentez edebildikleri halde insan L.Gulonoksidaz enzimine sahip olmadığı için
C Vitamini sentezi yapılamaz. C Vitamini, suda çözünen bir vitamindir. Bu nedenle vücutta depolanmaz ve her gün vücuda alınması
gereken vitaminlerdendir. C Vitamini suda kolay çözülür. C Vitamini beyaz kristal toz halindedir. Besin maddelerinde yer alan Askorbik
Asit hava ile teması sonucu okside olur ve vitamin etkisini kaybeder. Çiğ besin maddelerinde Askorbik Asidi okside edecek enzim yer alır
ve bu enzim besin maddesi sağlamken aktivite göstermemektedir. Kesme veya soyma gibi durumlarda enzim aktifleşerek Askorbik Asidi
okside eder. Bu enzimin aktivitesi bakır iyonu varlığında artmaktadır. C Vitamini ince bağırsaklarda emilmektedir. 100 mg'a kadar
dozlarda emilimi % 95 lere dek olabilmekteyken miktar arttıkça emilim de azalmaktadır. ( 1 gram C Vitamini alındığında emilim % 70'
lere kadar düşer. ) Bu nedenle besin maddeleri ile alınan C Vitamini , saf alınan C Vitamini'nden daha iyi emilir. Emilimle birlikte kanda
hızla gözlenir. Fazla C Vitamini idrar ile oksalat şeklinde atılır. C Vitamini oksidoredüksiyon reaksiyonları ile indirgenmiş formu olan
Dehidroaskorbik Asit olarak görev yapar.
C VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
C Vitamini ; vücudun savunma sisteminin güçlenmesini , nezle ve gripde oluşan belirtilerin hafiflemesini ve besinlerle vücuda alınan
demirin emiliminin artmasını sağlayabilen bir maddedir. C Vitamini , insan vücudunda depolanmamaktadır. ( Karaciğerde minimal
depolandığı iddia edilmektedir.) C vitamini en çok taze meyve ve sebzelerde yer alır. Kırmızı Biber, Portakal, Greyfurt, Üzüm, Kavun,
Kivi, Mandalina, Mango, Ahududu, Çilek, Armut, Karpuz, Kuşburnu, Maydanoz, Domates bol C vitamini içerir. Yeşil sebzeler, avokado,
karnabahar, lahana, patates, bezelyede de C Vitamini vardır. Hayvansal besinlerde C vitamini yer almaz. Miktar olarak ; her 100 gram
için > Kırmızı Biberde 190 mg, Karnabaharda 115 mg, Çilekte 60 mg, Portakalda 50 mg ve Greyfurtta 40 mg C Vitamini vardır. Hava ile
temasta 3 saat içinde bu değerler % 50 kadar kaybolabilmektedir. Önerilen Tüketim Standardı ; ortalama 60 mg günlük doz önerilir. (
önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz )
C VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
C Vitamini bağ dokusunda kollagen yapımı için (hidroksiprolin sentezinde koenzim olarak görev yapar.) ve kemik gelişimi için gereklidir.
Dişlerin sağlıklı gelişmesini sağlar. Kollajen , aynı zamanda kalp fonksiyonları için gereklidir. Cilt sağlığını korur. Antioksidan olarak
bilinen üç maddeden birisidir. ( E Vitamini, Beta.Karoten ve C Vitamini ) Serbest radikaller olarak bilinen zararlı maddeleri etkisiz hale
getirir. Kanser yapıcı maddelerin oluşumunu önler. C Vitamini, kanda kolesterolün normal düzeylerde bulunmasını temin eder. Vücutta
yağ asit düzeylerini düşürür. Nezle ve Gripte ortaya çıkan belirtilerin önüne geçer. Enflamasyon hallerinde oluşan hücre savunma
mekanizmalarını düzenler. Vücudun savunma sisteminin fonksiyon görmesine yardımcı olur. Savunma sisteminde ; interferon oluşumu,
kompleman aktivitesinin sağlanması ve antikor yapımını gerçekleştirir. Kılcaldamarların duvarlarının sağlıklı olması ve kıl köklerinin
sağlıklı kalabilmesi için gereklidir. Vücutta steroid sentezinde görevlidir. Diğer bazı vitamin ve minerallerin kullanılabilmelerini ( E
vitamini, A vitamini, B2 Vitamini, B5 Vitamini, Folik Asit, Demir, Kalsiyum vb) sağlar. Adrenal bez ve kadınlarda yumurtalıklarda ( overler
) C Vitamini yüksek oranlarda bulunur. C Vitamini ile ilgili gerekli bilgiler hala tam olarak tespit edilmemiştir. C Vitamini ile pek çok
çalışma devam etmektedir. Yapılan çalışmalarda Katarakt'ın tekrarlamasını % 76 gibi oranlarda azalttığı gösterilmiştir. Düşük C Vitamini
alımının kalp hastalıklarını ve kalp krizlerini 2.5 kat arttırdığı belirlenmiştir. 400 mg C Vitamini alımının tüm ölüm oranlarında % 65 kadar
azalmayı sağladığı tespit edilmiştir. Kolesterol ve diyetle alınan yağlar nedeniyle damarların zarar görmesini önlediği belirlenmiştir. Bir
hamburgerde yer alan trigliseridlerin vücuda alındığında 4 saat için vücutta % 60 oranda yüksek kaldığı saptanmış ve bunun
düşürülmesinin 1000 mg C vitamini ve 800 mg E Vitamini ile mümkün olduğu ileri sürülmüştür. C Vitamininin , Aspirinin mideye yaptığı
zararı azaltabildiği, kalp krizi sonrası kalp damarlanmasını kolaylaştırdığı belirlenmiştir. Dokuların radyasyondan gördükleri zararı azalttığı
gösterilmiştir. C Vitamininin grip ve nezlede kullanımı için yapılan çalışmaların bir bölümü hiç bir faydası olmadığını göstermekle birlikte
bazı çalışmalarda 1000 mg/gün dozda grip ve nezle belirtilerini hafifletebildiği tespit edilmiştir. Bu etkisi hala tartışmalıdır.C Vitamini ile
göz hastalıklarının önlenebildiği iddia edilmektedir. Vücutta, C Vitamini seviyeleri ne kadar yüksekse kan basıncının o kadar düşük olduğu
belirlenmiştir. Felç veya İnmeyi önleyici etkisi yapılan çalışmalarda anlamlı olarak bulunmamıştır.
C VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
C Vitamini , insan vücuduna dört gün boyunca alınmadığı zaman eksiklik belirtileri başlayabilmektedir. Sırası ile ilk önce bacaklarda
olarak cilt ve kıl değişiklikleri olur. Aşırı sinirlilik ve iştah kaybı gözlenir. Tedrici olarak eksiklik devam ederse 4 ay gibi bir sürede
Skorbüt'ün tüm belirtileri ortaya çıkar. Hızlı kemik büyümesi döneminde C Vitamini eksikliği kemiğin periost ve korteks bölümlerinde
ayrılmalara yol açar. Periostaltı kanamaları oluşur. Kemik büyümesinin yavaş olduğu yaşlarda ise ; epifiz ve diyafiz bölümleri arasında
kaynama gerçekleşmez ve kemiklerde kırıklar oluşur. Kılcal damarların duvarlarında zayıflama gözlenir. Kıl foliküllerinde kanamalar
oluşur. Büyüme duraklar, enfeksiyonlara karşı vücut direnci azalır ve sık mikrobik hastalıklar gelişmeye başlar. Dişetleri şişer ve
kanamalar olur. Dişler kaybedilebilir.
C VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
C Vitamini güvenle kullanılabilen bir maddedir. Günde 2 gram gibi yüksek dozlarda alınırsa karın ağrısı ve ishale yol açabilmektedir. Uzun
süre ile yüksek dozlarda kullanılması böbrek taşlarının oluşumuna neden olabilir. Böbrek Hastalarının, C Vitamini kullanmaması gereklidir.
Akyuvarların mikrop öldürücü etkisini azaltabilir ayrıca demir mineralinin vücutta aşırı miktarlarda birikmesine neden olabilir.
D vitamini
Kalsiyumun güçlü kemikler için temel öneme sahip olduğunu biliyorsunuz. Ancak kemiklerinize ulaşan kalsiyumun miktarını artırmak için
D vitaminine ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Bu yüzyılın başında D vitamini noksanlığının raşitizme yol açtığı keşfedildi ve bu vitaminin,
beslenmenin temel öğelerinden biri olduğu anlaşıldı. Çocukluk çağında görülen raşitizmde kemik gelişimi bozuluyor ve kemiklerde biçim
bozuklukları ortaya çıkıyordu. Bugün D vitamini desteği sayesinde, çocuklarda D vitamini noksanlığı neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı
ama yetişkinlerin de D vitamini alımına dikkat etmesi gerekiyor. Vücudumuz güneş ışınları ve besinlerden D vitamini üretir. Cildimiz
ultraviyole ışınlarına maruz kaldığında, cildimizdeki kimyasal bir madde, D vitamininin inaktif formuna dönüşür. Bazı besinlerde de D
vitamini bulunur. Tereyağ, yumurta ve yağlı balıklar doğal D vitamini kaynaklarıdır. D vitamini katkılı süt, margarin ve bazı kahvaltılık
tahıllarda D vitamini bulunur. İnaktif D vitamini, kan yoluyla karaciğere getirilir ve burada vücudun kullanabileceği aktif forma dönüşür. D
vitamininin aktif formu, ince barsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar. D
vitamini ve kalsiyumun uzun süreli eksikliği osteoporoza neden olur. Osteoporozda kemikler dayanıksız ve kırılgan bir durum alır. Daha
seyrek olarak, yetişkinlerde D vitamini eksikliği sonucunda kemiklerde yumuşama ve biçim bozukluğu ile kendini belli eden osteomalazi
ortaya çıkar.
D vitamini sentezi ile etkileşen faktörler
Vücudumuz, D vitaminini güneş ışınları yardımıyla sentezlediğinden haftada üç defa 10-15 dakika süreyle kolların, ellerin, yüzün
doğrudan güneş ışığına maruz bırakılması, D vitamini sentezini uyarır. Ancak sağlık sorunları nedeniyle kapalı mekanlarda bulunan veya
yeterli güneş görmeyen bölgelerde yaşayanlarda D vitamini eksikliği görülebilir. Kış aylarında güneşin yetersiz olması ve kalın giysiler de
D vitamini yapımının azalmasına neden olur. Yapılan bir çalışma 66 ile 99 yaşları arasındaki kişilerin kış aylarında D vitamini depolarının
azaldığını ortaya koymuşur. Yaşla birlikte vücudun UV ışınlarından D vitamini sentezleme yeteneği azalır. Böbrek veya karaciğer hastalığı
nedeniyle inaktif D vitaminin aktif forma dönüştürülme yeteneği azalır. Şipru gibi yağ emilini azaltan barsak hastalıkları D vitamini
emilimini de azaltırlar. Aritmi ve epilepside kullanılan fenitoin de D vitamini noksanlığına yol açabilir.
Yeterli D vitamini almak için ne yapmalı?
Biraz güneşe çıkın--Yaz aylarında haftada üç defa 10-15 dakika güneşlenin. Böylece kış aylarında harcayacağınız D vitaminini
karaciğerinizde depolamış olursunuz. Cildin düzenli olarak kısa sürelerle güneş ışınlarına maruz kalması, cilt kanseri riskini
artırmamaktadır. Daha sık güneşe çıkıyorsanız koruyucu filtreleri olan güneş yağları kullanın.Genel olarak ne kadar koyu tenli iseniz
yeterli D vitamini sentezi açık tenlilere göre daha fazla güneşte kalmanız gerekir. Süt için--Genç yetişkinler için günde iki bardak süt
içilmesi, günlük D vitamini ihtiyacını karşılamak için yeterlidir. Bu miktar yaşlılar için yeterli olmayabilir. Menopoz sonrasındaki kadınlar
ve 55 yaşın üzerindek erkeklerde osteoporozu önlemek için ilave kalsiyum ve D vitaminine gerek vardır. Kalsiyum ile birlikte D vitamini
alan kadınlarda kemik kırıkları riski azalmakadır. Bu nedenle bazı doktorlar orta yaşlılara günde 400 IU (uluslararası birim) D vitamini
tavsiye etmektedir. Özellikle az güneşe çıkanların D vitamini desteğine ihtiyacı vardır. Birçok multivitamin ve mineral desteği tabletinde
400 IU D vitamini vardır. Kalsiyum tableti alıyorsanız içinde D vitamini de bulunmasına dikkat edin. İçinde 200-400 IU D vitamini
bulunanları tercih edin. D vitamini ve A vitamini kombinasyonları iyi bir seçim değildir çünkü bunlarda kalsiyum yoktur. Doktorunuz
tarafından verilmemişse günde 400 IU'dan fazla D vitamini almayın. D vitamini vücutta depolandığından dolayı fazla miktarda (günde
2,000 IU) D vitamini toksik etkilere neden olabilir. D vitamini zehirlenmesinin belirtileri bulantı, kilo kaybı, sinirlilik, karaciğer, böbrekler
ve yumuşak dokularda kalsiyum birikimdir.
E vitamini
E vitamini, yapılan çalışmalarda tıp dünyasının dikkatlerini üzerine toplamaya devam ediyor. E vitamini (C vitamini ve beta karoten gibi)
"serbest radikalleri" yani bir elektronu eksik olan oksijen moleküllerini tutarak hücrelere zarar vermesini önleyen "antioksidan" özelliğe
sahip bir madde. Antioksidanlar bir elektronlarını serbest radikallere vererek bunları zararsız duruma getiriyorlar. Antioksidanlar ortamda
bulunmadığında ise serbest radikaller canlı hücrelerden elektron çalarak hücrelere zarar veriyorlar. Böylece sonu kansere kadar varabilen
hücresel değişimler meydana geliyor. Son çalışmalara göre, bir antioksidan olan E vitamininin bazı potansiyel faydaları şunlar:
E vitamini desteğinin kalp hastalığından koruyucu etkisi var.
E vitamini alınması bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltıyor.
E vitamini Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor.
E vitamininden zengin beslenmenin Parkinson hastalığından koruyucu etkisi olabilir.
E vitamini alınması yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Uzmanlar E vitaminine ilişkin umut verici haberleri değerlendirirken E vitamininin yararları için daha güçlü kanıtlar sağlayacak olan
randomize, kontrollu çalışmaların sürdüğünü belirtiyorlar.
E vitamini almanın riskleri var mıdır?
Kanın pıhtılaşmasını azaltan antikoagülan ilaçları alan kişilerin E vitamini alması önerilmiyor çünkü bu ilaçlarla birlikte alınan E vitamini
pıhtılaşma zamanını uzatabiliyor.
En uygun E vitamin dozu nedir?
E vitaminiyle ilgili çalışmalarda 50 IU (uluslararası ünite) ile 1,200 IU arasındaki dozlar kullanılmıştır. Kalp üzerinde yararlı etki için
günlük E vitamini dozunun en az 100 IU olması gerekir. Kalp hastaları için önerilen doz genellikle günde 400 IU dozudur.
E vitamini alınması tavsiye edilir mi? E vitamini doktorların en çok tavsiye ettikleri vitaminlerdendir. Bazı uzmanlar özellikle kalp
hastalarına E vitamini vermektedir.Tek başına diyetle yeterli E vitamini almak güçtür. Ama unutmamalı ki hiç birvitamin sağlıklı beslenme
ve düzenli bedensel aktivitenin yerini tutamaz.
K Vitamini
Asıl adı naftakinondur. Doğada K-1 ve K-2 olarak iki şekilde bulunur. K-1 vitamini bitkilerde olan, iki form halinde, filokinon ve
fitomenadion olarak adlandırılan cinsidir.
K-2 ise barsaklardaki bakteriler tarafından da üretilen, bir çok çeşidi bulunan bir grup menakinon denen organik bileşenlerdir. Sentetik
olarak üretilen cinsine de K-3 menadion denilir ve doğal olanlardan 2 kat daha güçlüdür. Yağda eriyen bir vitamin olması sebebi ile
barsaklardan yağlarla emilerek karaciğere gelir. Isıya dayanıklıdır. Alkali, kuvvetli asitler, radyasyon ve okside edici ajanlar tarafından
etkisizleşir. Fazla E Vitamini alınması, K Vitaminin emilimini bozar. Yoğurt, kefir asitlenmiş süt barsaklardaki bakterilerin K Vitamini
üretmesini arttırır. Barsak bakterilerinin aleyhine olan antibiyotikler K Vitamini üretimini engeller.
K Vitaminin Etkileri
Karaciğere gelen K Vitamini burada üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımında rol alır. (İnsan vücudunda kanayan bir dokudan kan
kaybının önlenmesi amacıyla pıhtılaşma mekanizması denilen bir sistem devreye girer. Pıhtılaşma olayı ise bir dizi reaksiyonlar sonucunda
oluşan ve faktör adı verilen maddeler ve hücreler aracılığı ile oluşan doğal tıkaçlar ve yamalardır. Faktörler Romen rakamları ile
numaralanırlar.)
Bu faktörler ;
II. Faktör veya protrombin
VII. Faktör
IX. Faktör
X. Faktör
Ayrıca K Vitamini Potasyum ve kalsiyum ile beraber protrombinin trombin haline dönmesine etkilidir. Bu trombin maddesi de fibrinojenden
fibrin tıkaçlarının oluşmasını sağlar. Diğer bir yönden kumarin maddesi ile rekabete girer. Çünkü bu madde de tam aksine protrombinin
aleyhine çalışarak pıhtılaşmayı önleyici özelliktedir. Aspirin gibi salisilatlar K Vitamini gereksinmesini arttırırlar.
K Vitamini Eksikliği
K Vitamini vücutta önemli miktarlarda depolanmaz. Zira günlük gereksinim diye bir miktar pek söz konusu değildir. Çünkü insan vücudu
normalde kanamaz, ancak bir neden sonucu kanama olur ve ihtiyaç miktarı o zaman ortaya çıkar. K-2 vitamini barsaklardaki bazı
bakteriler tarafından üretilebilmektedir. Ancak barsakları ilgilendiren kolit, ileit, spru, çöliak, gibi hastalıklar ve bazı ameliyatlar, genetik
ve edinsel karaciğer hastalıkları buna yol açabilir.
Bu vitaminin eksikliğinde net olarak kanamaya eğilim artmakta ve kişiler kolaylıkla kanama sorunu ile karşılaşırlar.
Pıhtılaşma süresi de doğal olarak uzamaktadır.
Yetersiz beslenme ile eksikliği nadirdir. Daha sık olarak yeni doğan bebeklerde barsakları bakteri içermediğinden ve oldukça steril besinler
aldıkları için ayrıca karaciğerlerinde de bu pıhtılaşma faktörlerinin yapımı henüz yeterli olmadığından, görülebilir.
Yeni doğan bebeklerde göbek kanaması bu nedenle oluşur. Bunun önüne geçmek için doğumdan hemen sonra
K Vitamini iğnesi yapılması gerekir. Daha sonra barsakları flora dediğimiz bakterilerine kavuşunca bu durum kendiliğinden çözümlenir.
Anne sütü K vitamini açısından fakirdir.
Antibiyotikler barsakta K Vitamini üreten bakterilerin de ölmesine yol açarlar.
Ayrıca salisilat gibi bazı ilaçlar (Çocuklarda kullanımı çok nadir, daha ziyade erişkinlerde) K vitaminin etkisinin tam tersi etki gösterirler.
Bunların etkisiyle K vitamini eksikliği oluşur.
Eksikliği göbek kanaması dışında, burun kanaması, idrar ve dışkıda kan bulunması, küçük darbelerde bile morarma ve kanamalar olması,
kanayan bir dokuda kanamanın durmaması ve kabuk oluşamaması gibi belirtilerle anlaşılır.
Ayrıca beyin ve diğer iç organ kanmaları ile rahim içi kanama sonucu düşükler de meydana gelebilir.
Doğal olarak bu belirtilerin yegane sorumlusu bu vitaminin eksikliği değildir. Başka nedenler de bu arazların oluşmasının sorumlusu
olabilirler. Yazılanlar K Vitamini eksikliğinde oluşabilecek sorunlardır ve çoğu oldukça nadir görülebilecek durumlardır.
K Vitamini Fazlalığı
Fazlalık doğal K vitamini ile oluşmaz. Yiyecekler ile alınan K-1 ve barsaklarda üretilen K-2 Vitaminlerin fazlası kolaylıkla atılabilir. Fakat
sentetik ve suda eriyen anolog (benzeri) menadion, konakion gibi K-3 tipindeki sorunlara yol açabilir.
Bu vitaminin fazlalığı da eksikliğinin tam tersi etki yapacaktır.
Aşırı pıhtılaşma ve bunun da sonucunda damarlarda tıkanmalar meydana gelir.
Karaciğer fonksiyonlarında bozulmalar oluşur.
Kandaki alyuvarların parçalanmalarına yol açılır.
Kızarma, terleme ve göğüs sıkışması meydana gelir.
Yeni doğan bebeklerde sarılık ve safra boyalarının (Pigmentlerin) beyin ve omurilikte birikmesine neden olur.
Keza fazlalık oluşması eksikliği gibi nadiren olabilecek bir durumdur.
K Vitamini Gereksinimi
Bu gün için alınması gerekli günlük miktarı ilan edilmemiştir. Ortalama bir beslenme ile günde asgari 75 - 150 mikrogram alınmaktadır.
Günlük 300 mik.gr yeterlidir. Önerilen kilo başına 2 mik.gr.dır. Yeni doğan bebeklere 10 miligr. Lık tek bir enjeksiyon, gerektiğinde kg.
başına 1 - 2 mg. la devam edilir. Bu miktarlar onların özel durumu ve ihtiyaçlarının farklı olmasındandır. Bir çok vitamin reçetesiz
satılmasına karşın yurt dışında K Vitamini reçetesiz satılmamaktadır.
K Vitaminin Doğal Kaynakları
En çok karaciğer, peynir, tereyağı, marul, lahana gibi besinlerde bulunur. En zengin yeşil çay ( 100 gr.da 700 mikrogr. ) iken siyah çayda
0 dır. Çiçek yağı, patates, ekmek gibi besinlerde yok denebilecek kadar azdır.
Vitaminler Kimyasal Özelliklerine Göre Başlıca İki Sınıfta Toplanabilir:
Yağda çözünen vitaminler (A, D, E ve K vitaminleri)
Suda çözünen vitaminler (B vitaminleri ve vitamin C)
* Suda çözünen vitaminler bağırsakta emildikten sonra
kullanılacakları dokuya kan dolaşımıyla taşınır. Her birinin suda
çözünürlük derecesi farklıdır. Bu derece vücuttaki dağılımlarını
da etkiler. Suda çözünen vitaminler gereğinden fazla alınırsa
dokularda belirli bir ölçüde depolandıktan sonra idrarla vücuttan
dışan atılır.
* B vitaminleri serbest halde etkinlik gösteremez. Vücuttaki
işlevlerini yerine getirebilmeleri için pek çok kimyasal süreçten
geçmeleri gerekir. Başka maddeler ya da molekül parçalarının
eklenmesiyle koenzim işlevlerini yerine getirebilirler.
* Vitamin C nin fizyolojik işlevleri iyi bilinirse de metabolizma
mekanizmaları çok açık değildir. Vitamin C diş ve kemiklerin
büyümesi, deri altı dokuların ve kan damarlarının bütünlüğüyle
yaraların iyileşmesi için gereklidir. Son yıllarda ortaya atılan ve
doğruluğu tartışmalı olan bir görüşe göre yüksek miktarda
Vitamin C alınması nezleyi önlediği gibi enfeksiyonlara karşı
direnci de artırır
* Yağda çözünen vitaminler bağırsaklardan safra tuzlarının
yardımıyla emildikten sonra lenf sistemiyle vücudun çeşitli
bölgelerine taşınır.
* A ve D vitaminleri öncelikle karaciğerde, E vitamini vücuttaki
yağ dokusunda ve daha az ölçüde üreme organlarında
depolanır. K vitamini vücutta göreli olarak çok az depolanır.
* Yağda çözünen vitaminlerin çok çeşitli işlevleri vardır. Vitamin
A gözde ağ tabakadaki proteinlerle birleşerek karanlıkta görmeye
yardımcı olur. Vitamin D canlının büyümesi, özellikle kemik
gelişmesi için kalsiyum metabolizmasında önem taşır. Vitamin E
de hayvanlarda büyümeyi hızlandırır, eksikliği bazı hayvan
türlerinde kısırlığa yol açar. Vitamin K kanın pıhtılaşmasında yer
alan enzim süreçlerinde gereklidir.
* Yağda eriyen vitaminlerin fazla dozda alınması, toksik etki
göstererek zehirlenmelere neden olur. Diğer vitaminlerin fazla
alınması sonucu, fazla olan miktar idrar yoluyla atılır. Normal,
sağlıklı bir birey, dengeli beslendiğinde herhangi bir vitamin
yetersizliği oluşmaz.
VİTAMİN ÇEŞİTLERİ VE BULUNDUKLARI YERLER
A Vitamini
Karaciğer, yağsız et, süt, tereyağı, yumurta, yeşil ve sarı sebzelerde.
B Vitamini
Tahıllar, yağsız et, böbrek, yürek, beyin, karaciğer, yerfıstığı, tavuk, ceviz, yumurta, kepek ekmeği ve yağlı
tohumlarda.
B1 Vitamini
Buğday, pirinç, mısır, yulaf, darı, çavdar ve bunlarla yapılan besinlerde, kepek ekmeğinde, mantar ve bira
mayasında.
B2 Vitamini
Süt, peynir, yoğurt ve koyu yeşil yapraklı sebzelerde.
B6 Vitamini
Kümes hayvanları, sığır ve koyun eti, karaciğer, yumurta ve sütte.
B12 Vitamini
Karaciğer, et ve yumurtada.
C Vitamini
Portakal, mandalina, greyfurt, limon, havuç, çilek, kavun, taze kırmızı ve yeşil biber, lahana, maydanoz,
kuşburnu ve yeşil sebzelerde.
D Vitamini
Balıkyağı, süt ve tereyağında.
E Vitamini
Buğdayda, pirinç, mısır, çavdar, marul, yerfıstığı, badem, susam, ceviz, zeytinyağı, ay çiçek yağı, mısırözü
yağı, pamukyağı ve yeşil sebzelerde.
K Vitamini
Et, karaciğer, domates, kabak, karnabahar, ıspanak ve diğer yeşil yapraklı sebzelerde.
ALKOL BAĞIMLILIĞI
Son yıllarda hızlı bir artış görülen alkol tüketimi giderek bir sosyal sorun olma özelliği kazanmaktadır. Alkol
,insanlarda fiziksel ve psikolojik bağımlılık yapar. Bu nedenle bir defa denemek için de olsa kesinlikle alkollü
içkiler kullanılmamalı.
a) ALKOL ve ETKİLERİ
Oldukça fazla çeşitlilik gösteren alkollü içeceklerin dünyada yaklaşık 800 çeşidi bulunmaktadır. Alkol sadece
içki olarak kullanılmaz. Alkol, tıpta dezenfeksiyon amaçlı ve donmayı önleyici özelliğinden dolayı araçlarda
kullanılan antifriz yapımda da kullanılır. Tıpta ve sanayide kullanılan alkol zehirli olduğundan içilemez.
İnsanların içki olarak kullandığı alkol, etil alkoldür. Etil alkol buğday, arpa, üzümdeki karbonhidratlara
mayaların etkisi ile oluşur. Odun ve şeker pancarından ise metil alkol veya ispirto elde edilir. Oldukça tehlikeli
olmasına rağmen metil alkol veya ispirtoyu da içen vardır. Metil alkol veya ispirtonun içilmesi sonucunda kısa
sürede körlük meydana gelir. Metil alkol veya ispirto, ucuz olmasına nedeni ile kaçak içki yapanlar tarafından
tercih edilir. Alkollü içeceklerde kullanılan etil alkol de körlük yapar. Ancak metil alkol veya ispirto göre daha
uzun zaman dilimi içerisinde görülür.
Şaraplar : Bazı mayaların meyve sularına olan etkileri sonucunda oluşur. Şaraplar da alkol oranı %10-%20
arasıdır.
Biralar : Biralar şaraplara göre daha az alkol içerir. Bira mayalarının malt ve tahıllar üzerindeki etkisi
sonucunda oluşur.
Rakı, votka, viski, cin ve likör gibi alkollü içecekler damıtık içki grubuna girer. Likör hariç olmak üzere alkol
oranı %40-%65 arasıdır.
Etkileri :
Alkol ilk alındığında ve uzun süre kullanıldığında organlara zarar verir metil alkolün, etil alkole göre daha hızlı
ve kalıcıdır.
1) Alkol, alındıktan hemen sonra hiçbir sindirime uğramadan midede emilerek kana geçer. Kana geçen alkol
bütün öncelikle beyin, karaciğer ve kaslar olmak üzere vücuttaki bütün organları dolaşır. Doku ve organlara
gelen alkolün buralarda işlenmesi sonucunda çok fazla miktarda ısı oluşur. Oluşan bu ısı biyolojik olaylarda
kullanılmaz. Alkol kılcal kan damarlarınının genişlemesine neden olarak kanın buralara hücum etmesine yol
acar. Böylece alkolün işlenmesiyle oluşan yarasız ısı dışarıya verilir dolayısıyla soğukta alkol alınması
yanlıştır. Soğukta sıcak hissi kazandırmak için alınan alkol aldatıcı olup donmayı kolaylaştırır.
2) Vücutta içlenmeyerek sadece oksitlenip ısıya çevrilen alkolün bir kısmı akciğerlerde buharlaşarak dışarı
verilir. Dolayısıyla alkol kullananların nefesi alkol kokar.
3) Alkolün bir kısmı ise ter ve idrar yolu ile atılır.
4) Alkol, vücuttaki vitamin kaynaklarının tüketilmesine neden olarak vücudun diğer fonksiyonları için gerekli
olan vitamin kalmaz. Özellikle b1(ti amin) vitamini eksikliği neden ile pellegra hastalığı oluşur. Sinir
sistemi,bozulur, el ve ayak felç olur.
5) Sinirlerin iltihaplanmasına neden olduğundan reflekslerde azalma görülür. Görme bulanıklaşır çift görme
meydana gelebilir. Derinlik ve mesafe duygusu azalır. Görüş azalır buna bağlı olarak azalır buna bağlı
olarak alkollü sürücülerde kaza riski artar. Alkol alındığında duyma problemleri oluşur. bundan dolayı
alkollü kişiler bağırarak konuşur. Alkol bilinç üzerindeki etkisinden dolayı hafıza kaybı ve derin uyku
görülür.
6) Alkolden etkilenen organların başında beyincik gelir. Beyincik vücudun dengesinde göreli olduğundan alkol
alanlarda bu görev yeterince yapılamaz. Dolayısıyla alkol alanlar dengesiz yürür.
7) Alkolün en önemli etkilerinden birisi ise kişiyi ruhsal ve fiziksel olarak çöküntüye sürüklemesidir. Alkol,
kişileri kendisine bağımlı yapar bu kişiler kendisini yorgun, karamsar ve yalnız hisseder. Alkole bağımlı
kişi ailesini ihmal eder. Ekonomik yönden çöküntüye sürükler.
8) Alkol beyni etkilediğinden karar verme yeteneği azalır. Dolayısıyla kişi kendisini kontrol edemez duruma
gelir. Bu kişiler aşırı sinirli olup ,olayları büyütür , sağlıklı düşünemez ve dolayısıyla kişi suç içleme eğilimi
arter.
9) Alkol kas kontrolünün azalmasına neden olarak tepki süresi azalır. Diğer bir ifadele alkol merkezi sinir
sistemini etkileyerek tepki süresi azalır. Kas kontrolü bozulur. Buna bağlı olarak konuşma bozulur, dil
ağırlaşır ve pelteleşir. Ellerde titreme ve seğirmeler görülür.
10) Vücut işlevlerinin yavaşlamasına da yol açar. Alkol kalp atış hızında düzensizliğe neden olur. Kan basıncı
ve metabolizma hızı ile vücut ısısını düşürür. Alkol, kan damarlarının genişlemesine neden olur. Bunun
sonucunda ise daha fazla kan kılcal damarına yayılır. Buna bağlı olarak kan ısısı daha da düşer. Alkol alan
kişi yüzünde ve derisinde sıcaklık hissi almasına rağmen, gerçekte daha fazla orandaısı kaybeder.
11) Alkolün etkilerinden bir diğeri de solunum hızını düşürmesidir.
12) Beslenme üzerine de etkisi de olumsuz etkileri vardır. Genel olarak alkolün iştahı artırdığı sanılır. Oysa
alkol alanlar miktar olarak çok yerler, ancak yediklerinin niteliği bozulduğundan önemli beslenme
sorunlarıyla karşılaşırlar. Alkol mide mukozasını olumsuz etkilediğinden kişinin doyma duygu azalır. Bu
durumda ise sağlığı olumsuz etkiler. Alkolün beyin zerine yaptığı olumsuz etki nedeni ile besin değeri
olmayan yiyeceklere eğilimi artar. Bütün bunlar vücutta temel besinlere olan ihtiyacı arttır.
13) Alkolün etkilediği en önemli organlardan birisi karaciğerdir. Karaciğer alınan alkolü işlemek ve alkolün
işlenmesi sonucu çıkan zararlı artık ürünleri vücuttan uzaklaştırmak için bütün kaynaklarını kullanılır.
Karaciğer bu yoğun çalışma sonucunda yorulur ve görev yapamaz duruma gelir. Karaciğerin bu duruma
gelmesine siroz hastalığı denir.
14) Alkol, anne karnındaki bebeğin gelişimine de zarar verir. Bu nedenle gebe annelerin alkolden uzak durması
gerekir. Alkol alan annelerin bebekleri normalden küçük doğar , kalp bozuklukları ve zekâ gerili gide
görülür.
b) Alkol Bağımlılığı
Alkol bağımlılığı, kişinin alkolün kendisine olan zararlarını bildiği hâlde alkol olmadan duramaması halidir.
Kişide fiziksel ve psikolojik bağımlılık oluşturan alkole başlama nedeni oldukça fazladır.
Sebepleri :
Alkol bağımlılığı kişisel ve sosyal etkenlerden kaynaklanır. Alkole alışan kişilerin çoğu arkadaşlarından görerek
alkole başlar. Bu nedenle alkole başlamada önemli etkenlerden birisi kötü arkadaşlardır. Sağlıklı düşünen kişiler
öncelikle arkadaşlarını iyi seçmelidir. Alkole alışanların yani alkoliklerin alkolü alma nedenlerinden birisi de
içki içmekle toplumda saygınlıklarının artacağını kabul etmeleridir. Örneğin;çeşitli toplantı ve panellerde alkolü
içkiler ikram edilir ikram edilen içkiyi içmenin, kişiye bulunduğu toplumda daha saygınlık kazandıracağına gibi
yanlış inanış alışma nedenlerindendir. Alkole başlama nedenlerinden bazıları yalnızlık, üzüntü ve neşeli
durumda alkol kullanmalarıdır. Alkol bağımlılığının oluşmasında hafif alkollü önemli yer tutar. Bira gibi hafif
alkollü içkiler daha az zarar verdiği gibi yanlış bir düşünce ile de alkole başlanılabilir. Alkol bağımlılığının
oluşması, alınan alkol miktarına ve süresine bağlı değildir. Örneğin bira ve şampanya gibi gazlı ve köpüklü
içkilerdeki alkol mideden daha çabuk emilerek kana karışır. Alkole başlamanın bira ile olduğu unutulmamalıdır.
Sonuçları :
Hafif alkollü içkilerle başlatan alkol kullanımı alkolizm ile sonuçlanır. Alkolizm kişi alkol almadan duramaz.







Alkol, sinir sistemi üzeride olumsuz etki yaptığından kişinin davranışları bozulur. Alkole bağımlı olan kişi
alkol temini için her türlü yasa dışı yola başvurur.
Kişiler, problemleriyle baş etmede alkolü çözüm yolu olarak görürler. Oysa alkol bir çözüm olmayıp aksıne
yeni problemler oluşturur.
Alkollü kişiler sağlıklı düşünemediklerinden ve çabuk sinirlendiklerinden suç işleme oranları daha fazadır.
Cinayet, hırsızlık, gasp, tecavüz vb. suçların temelinde alkol yatmaktadır.
Alkolizm ağır ruhsal bozukluklara yani akıl hastalıklarına yol açar.
Ekonomik gelirinin büyük bir kısmını alkole harcadığından ailesi ekonomik yönden zor duruma düşer.
Alkolik kişi ailesini ihmal eder ve zaman zaman aile fertlerine karşı şiddete baş vurur. Ailede sevgi saygı ve
hoşgörü kaybolur. Bu ortamda yetişen çocukları ruh sağlığı da bozulur.
Alkol bağımlılığı toplum hayatını olumsuz etkiler, alkol bağımlısı kişilerin iş verimliliği düşer, bu durum
ülke ekonomisini olumsuz etkiler.
Alkolün önemli etkilerinden bir diğeri ise daha önce açıkladığım gibi sağlık sorunlarıdır.
ESMÂÜL HÜSNA ALFABETİK LİSTESİ
Kuddûs : Tüm kutsallıkların kutsadığı tüm varlığın
Allah : Yaratan, yapıp-eden, ezeli, ebedi olan,
varlığında başkasına muhtaç olmayan, eşsiz, ortaksız tesbih edip yücelttiği. Tüm noksanlıklardan arınmış,
tüm yüceliklerle donanmış olan.
kudret.
Afüvv : Affeden, hataları, günahları bağışlayan.
Lâtif : Gözle görülmeyen. Lütfu ve bağışı çok olan.
Ahad : Zatında, varlığında tek olan
Malik : Sahip olan.
Âhir : Sonu olmayan.
Mecid : Cömertlik ve ululuğun kaynağı, cömert ve ulu.
A'lâ : En yüce
Melik : Güç, saltanat ve yönetimin en yüce sahibi.
A'lem : En iyi bilen
Melîk : Mülk ve saltanatı dilediği gibi dağıtan.
Âlim : Tüm bilgilerin kaynağı olan, her şeyi gereğince Metin : Her hal ve tavır karşısında sebat ve
dayanıklılığını koruyan. Güçlü, zorlu.
bilen.
Alim : Her şeyi bilen, bilgi bakımından eşi benzeri
olmayan.
Mevlâ : Koruyup gözeten, destek veren. Sevdiklerinin
her hal ve şartta yanında bulunan.
Aliyy : Yüceliğin kaynağı ve sahibi. Ulu
Mucîb : En iyi şekilde, en kısa zamanda cevap veren.
Kullarının istek ve yakarışlarına aracısız cevap veren.
Azim : Ululuğun kaynağı ve sahibi, çok yüce
Muhît : Her şeyi çepeçevre kuşatan.
Aziz : Kudret ve onurun kaynağı ve sahibi. Çok güçlü,
Muhyî : Yaratan, hayat veren. ölüleri dirilten.
çok onurlu
Bâri : Var eden, varoluşu kotarıp yöneten
Mukît : Yarattıklarının gıda sistemlerini, beslenme
tarzlarını belirleyen ve her birinin gıdalanmasını yerli
Basir : Görme gücünün kaynağı, en iyi şekilde gören. yerince düzenleyen.
Her şeyi gören.
Muktedir : Gücünü, kendisi tarafından belirlenen
Bâtın : Gözle görülemeyen, her şeyde kendinden bir ölçüler ve planlar dahilinde görünür hale getiren.
Gücünden, yarattıklarına belli oranlarda nasip veren.
güç bulunan.
Bedi' : Var eden, yarattıklarını ahenk ve güzellikle
donatan.
Musavvir : Şekil, renk ve desen veren. Görünüş
kazandıran, görünüşü ahenkli kılan.
Berr : İyilik ve lütfu sonsuz olan. Eşsiz cömert.
Müheymin : Hükmü altında tutan. Yarattıklarının,
kendisi tarafından belirlenen ölçülere uygunluğunu
denetleyen.
Câmi : Toplayan, bir araya getiren. Mahşer günü tüm
insanları, hesap vermek üzere huzuruna toplayan.
Mümin : İnanan, güvenen. İnsana bir takım emanetler
bırakan. Güven ve iman sunan. Kendisine iman
Cabbâr : Yapılmasına karar verdiği şeyi, dilediğinde edenlerle yakın ilişkiler içinde olan.
zorla yaptıran.
Ekrem : Cömertlerin cömerdi, cömertliği sonsuz.
Evvel : İlk. Başlangıcına zaman belirlemek söz
konusu olmayan.
Müsteân : Darda ve zorda kalanın başvurduğu,
yardım dilediği kudret. Kendisinden yardım ve destek
istenen.
Müteâl : Aşkın, yüce. Akıl ve bakış ölçülerinin
ulaşamayacağı boyutlarda olan.
Fâlık : Yarıp parçalayarak ortaya yeni bir şey çıkaran;
tohumun ve dânelerin içinden yeni bir şey çıkaran.
Mütekebbir : Ululuk ve yüceliğin kaynağı olan. Kibre,
böbürlenmeye sapanları hizaya getiren.
Fâtır (Fâlık) : Yaratan. Birtakım varlıkları yarıp
parçalayarak yeni varlıklara ve oluşlara vücut veren. Nasir : Yardım eden. Yardım etmede yer, zaman ve
Fettâh : Açan. Fetih ve zafer lütfeden. Kolaylık
sağlayan.
sınırı kendisi belirleyen.
Nûr : Işık. Işığın aydınlığın, yol gösterişin, erdirişin
Gaffâr : Dilediğinden, günahları beklenmedik şekilde kaynağı ve yöneticisi olan.
affeden.
Gâfir : Bağışlayıcı, affedici.
Rab : Besleyip, terbiye edip eğiten. Yarattıklarını
belirlediği bir programa uygun olarak, birtakım
hedeflere götüren. Tekâmülü programlayıp yöneten.
Gafür : Sürekli bir biçimde günahları affeden.
Galib : Her hal ve şartta galip gelen.
Gani : Zengin. Zenginliği sınırsız olan. Yanında
herkesin yoksul kaldığı kudret.
Haalik : Yaratan, var eden.
Habir : Her şeyden en iyi biçimde haberdar olan.
Hâdi : Hidayet veren. Doğruya, iyiye ve güzele
kılavuzlamada en yüce kudret.
Hafiy : Lütufkâr.
Hâfız : Koruyan, her şeyi ezberinde tutan.
Râhim : Rahmet ve merhameti sınırsız olan. Dünya
hayatını buyruklarına uygun biçimde yaşayanlara,
ölüm sonrasında özel rahmet sunan.
Rahman : Rahmeti sonsuz olan. kendisine inananinanmayan herkese rahmet ve merhametinin tüm
nimetlerini ayrım yapmaksızın sunan.
Rakîb : Kontrol eden, gözleyip gözetleyen.
Raûf : Acıma, şefkat ve esirgemesi sınırsız olan.
Refi' : Yüceliğin sahibi ve tüm yüceliklerin dağıtıcısı
olan. Dilediğini, dilediği makam ve yüceliğe çıkaran.
Rezzâk : Yarattığı tüm varlıkların rızıklarını bol bol
veren.
Hafiz : Koruyup gözeten. Her şeyi kontrol ve gözetimi Samed : Tüm ihtiyaçların, niyetlerin, övgülerin,
altında tutan.
yakarışların yöneldiği eşsiz kudret.
Hakim : Tüm hikmetlerin kaynağı. Her yaptığında
mutlaka bir hikmet bulunan.
Selâm : Esenlik, barış ve mutluluğun kaynağı.
Esenlik, barış ve mutluluğun nasıl sağlanacağını
gösteren.
Hakk : Gerçeğin kaynağı ve belirleyicisi. Her yaptığı
ve emri gerçeğe en uygun olan. Hakkın ve hukukun Semî' : En iyi şekilde işiten, duyan. Her şeyi işitip
kaynağı kaynağı ve belirleyicisi.
duyan.
Halim : Davranışlarında yumuşak ve şefkatli. Sertlik Şâkir : Şükredenleri duyup ödüllendiren. Kendisine
ve katılıktan uzak olan.
şükredenlere teşekkür eden.
Hallâk : Yaratışı sürekli olan. Yarattıklarında sürekli
yeni boyutlar ve türler oluşturan. Yaratışındaki
yoğunluk ve çeşitliliği izlemek mümkün olmayan.
Şehîd : En yüce tanık. Her şeyi görüp gözetleyen.
İnsana, görüp gözetleme, tanıklık etme gücü veren.
Şekûr : Bütün şükürlerin yöneldiği kudret.
Hâmid : Her türlü övgünün sahibi ve muhatabı olan. Şükredenlere daha fazlasını veren. Şükredenlere
Dilediğini, dilediği şekilde öven.
teşekkür eden.
Hasib : En iyi ve en hassas biçimde hesap soran.
Tüm yarattıklarını ince bir hesaba uygun olarak var
eden.
Tevvâb : Tövbeleri çok kabul eden. Tövbe nasip
eden. Kendisine yönelenlerin, bu yönelişlerini
karşılıksız bırakmayan.
Hayy : Sürekli diri. hayatın kaynağı. Kendisi için ölüm Vehhâb : Bağışı sınırsız olan. sürekli ve sınırsız bir
sözkonusu edilemeyen.
biçimde bağışta bulunan.
İlah : Tapılmaya layık tek kudret. Yüce, eşsiz.
Kaadir : Kudretin kaynağı ve sahibi.
Kaahir : Yarattıkları üzerinde hüküm ve egemenlik
Vâhid : Sıfatlarında, özelliklerinde tek ve biricik olan.
Kullarının, ibadet ve yönelişlerinde kendisine herhangi
bir varlığı eş ve aracı tutmamalarını isteyen.
Vâris : Bütün mülk ve saltanatların, sonunda kendine
teslim edildiği kudret. Dilediğini, dilediğine mirasçı
kılan. barış severleri mülk ve yönetime sahip kılmayı
kuran. dilediğinde kahır ve baskıyla sindiren.
esas alan.
Kadir : Gücü her şeye ulaşan, her şeyde hissedilen. Vâsi : Kudret ve belirişi süreçle açılıp saçılan. Varlığı
sürekli genişleten. Yaratışı ve yarattıklarını dilediği
şekilde artırıp genişleten.
Kâfi : Hem kendisine hem de yarattıklarına yeten.
Kullarının her türlü istek ve ihtiyaçlarına, araya
başkası girmeksizin cevap veren.
Kahhâr : Gerçeği örtüp, buyruklarına karşı çıkan
inkarcıları kahrı altında ezen.
Vedûd : Sevginin kaynağı olan. Seven. Sevdiren.
Sevme-sevilme ilişkisini kotaran. Tüm sevgilerin en
son ve en yüce gayesi olan.
Vekîl : Gücü ve yönetimi kullanan. Kendisine teslim
Karib : Çok yakında olan. Kullarına şah damarından olanlara vekalet eden. Son söz ve yetkiyi elinde
daha yakın olan. Yakarış ve çağrıları duymada hiçbir bulunduran.
aracıya, alete gerek bırakmayan.
Velî : Dost, yardımcı, destek veren. Kendisine
inananların dostluğunu kabul eden. Kendisine
Kavi : Gücü bizzat kendinden olan. Gücünü
kullanmada hiçbir buyruğa ve yönlendirmeye muhtaç inananların en güvenilir dost olarak yalnız kendisini
kabul etmelerini isteyen.
olmayan.
Kayyûm : Kudretin kaynağı. Kudretiyle her şeyi
kıvamında tutan.
Kebir : Tüm büyüklük ölçülerinin kavrayamayacağı
şekilde büyük olan.
Kerim : Lütfu hep işleyen, cömert.
Zâhir : Her şeyde tecelli eden. Tüm yarattıklarında
kendisinden görünebilir izler, işaretler bulunan.
ALMANYA
I. ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ ÜLKE PROFİLİ
Genel Bilgiler
Resmi Adı
Yönetim Biçimi
Resmi Dili
Başkenti
Yüzölçümü
Nüfusu (1999)
Para Birimi
Para Birimi Paritesi (1999)
İşsizlik Oranı (%, 1999)
Cari İşlemler Dengesi (Milyar USD,
1999)
Üyesi Olduğu Uluslararası Kuruluşlar
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
Almanya Federal Cumhuriyeti
Federal Cumhuriyet
Almanca
Berlin
356.910 km2
82,5 milyon
Alman Markı (DM)
1 USD = 1,65 DM
8,2
- 16,5
: AfDB, AsDB, Australia Group, BDEAC, BIS, CBSS,
CCC, CDB, CE, CERN, EAPC, EBRD, ECE, EIB, EMU,
ESA, EU, FAO, G-5, G-7, G-10, IADB, IAEA, IBRD,
ICAO, ICC, ICFTU, ICRM, IDA, IEA, IFAD, IFC,
IFRCS, IHO, ILO, IMF, IMO, Inmarsat, Intelsat,
Interpol, IOC, IOM, ISO, ITU, MTCR, NAM
(misafir), NATO, NEA, NSG, OAS (gözlemci),
OECD, OPCW, OSCE, PCA, UN, UNCTAD, UNESCO,
UNHCR, UNIDO, UNIKOM, UNMIBH, UNOMIG,
UPU, WEU, WHO, WIPO, WMO, WtoO, WtrO, ZC
ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ
Yüzölçümü: 357.042 km2
Nüfusu: 81,8 Milyon
Başkenti: Berlin
Anayasal düzeni: Almanya Federal Cumhuriyeti'nin (AFC) 23 Mayıs 1949 tarihinde
yürürlüğe giren Federal Anayasa (Grundgesetz) tarafından belirlenmektedir. AFC 5 Mayıs
1955 tarihinden bu yana bağımsız devlet statüsünü taşımaktadır. İkinci Dünya Savaşını
kazanan İttifak Kuvvetlerinin yaptırımları 3 Ekim 1990 tarihinde geri alınmıştır. AFC, Baden
- Württemberg, Bavyera, Berlin, Brandenburg, Bremen, Hamburg, Hessen, Mecklenburg Vorpommern, Aşağı Saksonya, Kuzeyren - Wesfalya, Rheinland - Pfalz, Saarland,
Saksonya, Saksonya - Anhalt, Schleswig - Holstein ve Thüringen olmak üzere 16 eyaletin
ait olduğu demokratik, sosyal ve fedaratif bir devlettir. Eyaletler, anayasal düzenlemeler
çerçevesinde devlet görevlerini yerine getirirler. Devlet Başkanı, Federal Şura tarafından 5
yıllığına seçilen Federal Cumhurbaşkanıdır. Eyaletler, Eyalet Şurası (Bundesrat) kanalıyla
federal yasaların ve federal idarenin düzenlenmesinde söz sahibidirler.
Yasama: Federal Devlet sadece dışişleri, savunma, para politikası, gümrükler, sınır
koruma, hava yolları, posta, telekomünikasyon ve Federal Memur Yasası gibi bütün
Federasyonu ilgilendiren konularda mutlak yasama yetkisine sahiptir. Federal Devlet
Medeni Kanun, Ceza yasası, Muhakeme Hukuku ve Karayolları gibi konularda, Federasyonu
ilgilendirmesi durumunda eyaletlerin yasama hakkını aşabilir.
İdare: Federal Devletin ve Eyaletlerin idari sorumlulukları birbirlerinden ayrıdır. Eyaletler
genel idare, adalet, iç güvenlik (polis teşkilatı), eğitim ve öğretim, kültür, sağlık ve kısmen
ekonomi ve vergiler gibi konularda idari sorumluluk taşırlar. Yerel yönetimlerin özerk
yönetim hakkı garanti altına alınmıştır.
Para birimi: 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren Euro'dur.
Savunma: AFC 1954 yılından bu yana NATO üyesidir. Federal Savunma Ordusu
(Bundeswehr) 1955 yılında kurulmuştur.
Nüfus yapısı: İkinci Dünya Savaşının ardından eski Doğu bölgelerinden gelen 9,7 milyon
Alman göçmenin katılımı, Almanya'nın nüfus yapısını önemli derece etkiledi. Aynı şekilde
13 Ağustos 1961 tarihinde Berlin Duvarı yapılana dek Batı'ya geçen 3 milyon Alman ve
1960'lı yıllardan itibaren Almanya'ya gelen yabancı işçiler nüfus yapısını önemli ölçüde
değiştirdiler. Sadece 1988 ile 1997 yılları arasında yaklaşık 1,7 milyon "Rusya Almanı"
AFC'ne göç etti. 1999 yılı sonunda AFC'nde toplam 7,3 milyon yabancı ülke vatandaşı
yaşıyordu. Bu da toplam nüfusun % 8,9'una eşittir.
Din: AFC Anayasa'sı devleti bütün dinlere ve dini topluluklara hoşgörülü, tarafsız ve eşit
davranmaya yükümlü kılmakta ve, genel yasalar çerçevesinde din özgürlüğünü garanti
altına almaktadır. 2000 yılında Protestan Kiliselerinin 26,9 milyon, Katolik Kilisesinin 27
milyon, çeşitli Ortodoks Kiliselerinin 1,1 milyon ve Özgür Protestan Kiliselerinin yaklaşık
370 bin üyesi vardı. AFC'nde yaşayan yaklaşık 2,8 milyon Müslüman ise toplam 2.200
camii ve ibadet evlerine gitmekte. Yahudi Cemaatinin yaklaşık 83 bin üyesi var ve yaklaşık
800 bin insan değişik dini cemaatlere üye.
Ekonomi: AFC dünyanın önde gelen sanayi ülkelerinden birisidir. GSMH'sı ele alındığında,
yüksek yaşam düzeyi olan ülkelerin başında gelmektedir. Batı Eyaletlerindeki bölgesel ve
sektörel gelişme büyük farklılıklar göstermekte. Başlangıçta maden ve ağır sanayinin
geleneksel merkezleri olan Ruhr Havzası ve Hannover-Braunschweig-Salzgitter-Peine
bölgesi ile Hamburg ve Bremen etkin bir büyüme göstermişlerdi. 1960'lı yıllardan bu yana
ise nüfus yoğunluğu yüksek olan Rhein-Main, Rhein-Neckar, Münih, Nürnberg-Erlangen, ve
Stuttgart bölgeleri, genellikle gelişmeye açık olan sanayi dallarının (Kimya, Elektroteknik
ve Elektronik, Makina ve Otomotiv sanayileri gibi) merkezleri olarak çok hızlı büyüme
gösterdiler. Doğu Eyaletlerinde ise 1989 yılına kadar devlet ve kooperatif mülkiyeti ile
merkezi planlama ve yönetimi altındaki bir ekonomi hakimdi. Planlı ekonominin yetersiz
efektivitesi 1980'li yılların başından itibaren ağır ekonomik krizlere yol açtı. İki Almanya'nın
birleşmesinden sonra sayısız fabrika kapandı. Kapanan fabrikaların bulundukları bölgelerde
ise güçlü sanayi şirketleri kuruldu (Leuna, Schkopau, Eisenach, Zwickau-Mosel, Dresden
gibi bölgelerde). 1998 yılı sonunda Doğu Eyaletlerindeki Ülke İçi GSH, Batı'dakinin %60'ına
ulaştı.
1999 yılında Ülke İçi GSH'nın oluşumuna ziraatçılık ve balıkçılığın katkısı sadece % 1,2'dir.
1999 yılında AFC'nin yiyecek madde ihtiyacının % 89'u ülke içi üretimden karşılandı
(Hububatta bu oran % 122'dir). Ekilen ana ürünler: Hububat, Şekerpancarı, Patates,
Şerbetçi Otu, çeşitli sebzeler, meyve ve şarap üzümüdür. AFC, Avrupa Birliği'ne üye olan
ülkeler arasında et ve süt üretiminde birinci sırayı almaktadır. 1999 yılında Ülke İçi GSH'nın
% 30,3'ü maden, enerji, sanayi ve inşaat sektörlerinden, % 68,5'i ise hizmet sektöründen
karşılandı. AFC Linyit, Taş Kömürü, Barit (Barium Sülfat), Kayatuzu ve Potastuzu
madenlerine sahiptir. Uran ihtiyacı ABD, Rusya ve Fransa'dan sağlanmaktadır. Cam (Jena),
Keramik (Meissen), Oyuncak (Erzgebirge, Thüringer Wald bölgeleri) ve Tütün (Leipzig)
sanayilerinin geleneksel önemi bulunmaktadır. Sanayilerin toplam ciroları göz önüne
alındığında şu sıralama ortaya çıkmaktadır: Makina sanayii (Otomotiv dahil), Yiyecekİçecek ve Tütün sanayii, Kimya, Elektroteknik sanayii, Madeni Yağ üretimi, Tekstil ve Giyim
sanayii. Atom enerjisi, enerji üretiminin % 29'unu karşılamaktadır. Önemli ihracat ürünleri
şunlardır: Elektriksiz makinalar, Otomotiv, kimyasal ürünler, elektrikli makinalar, demir ve
çelik, tekstil, giyim, plastik ve suni reçine.
AFC 1999 yılında (19.000 kilometresi elektrikli olmak üzere) toplam 45.150 km
demiryoluna ve (11.427 kilometresi otoban olmak üzere) toplam 230.665 km şehirlerarası
karayoluna sahiptir. En önemli nehir yolu Ren nehridir. Önemli iç limanları ise Duisburg,
Köln, Hamburg, Mannheim ve Ludwigshafen'dedir.
Uluslararası limanları: Brake, Bremen, Bremerhaven, Cuxhaven, Emden, Flensburg,
Hamburg, Kiel, Lübeck, Nordenham, Rostock, Sassnitz, Stralsund, Wilhelmshaven ve
Wismar.
Uluslararası (Gümrük) havalimanları ise: Berlin-Tegel, Berlin-Schönefeld, Bremen-Neuland,
Dresden, Düsseldorf-Lohausen, Frankfurt a.M., Hamburg-Fuhlsbüttel, HannoverLangenhagen, Köln-Bonn, Leipzig, Münih-Erding, Nürnberg, Saarbrücken-Ensheim ve
Stuttgart-Echerdingen'dedir.
YİNE BEKLERİM :)))
www.gencbilim.com Bu Ödevin Size Hayırlı Olmasını Diler...
Sorularınız İçin "[email protected]" adresine e-mail Atabilirsiniz...
ALMANYA’NIN SİYASİ BİRLİĞİNİ TAMAMLAMASI VE ALMANYA’NIN
SANAYİLEŞME SÜRECİ
17.ve 18. Yüzyıllarda Almanya’nın Ekonomik Durumu:
30 yıl savaşlarından sonra Almanya ekonomik hayatı, modern anlamda ,tek bir halk iktisadı
değildi. Parçalanma ve zayıflık, kolonilerin kazanılmasını imkansız kıldı.Deniz ticareti sınıralıydı.Hamburg Borsası 1568’de,Hamburg Bankası ise 1619’da kuruldu.Alman ihracatının
ağırlık noktasını,tarım ve maden ürünleri oluşturuyordu.İthalat fazlaydı ve bilhassa ülkede
çeşitli değerde paralar bulunduğu için para krizleri görüldü ve ekonomiyi sarstı.
Yeniçağda Almanya Hürriyet ve Birlik için çabalıyordu:
Almanya 1815’de iktisadi bakımdan diğer ülkelerden çok geride bulunuyordu ve uzun savaşlardan çok zarar görmüştü.Hala ortaçağ şehir ekonomisi hakimdi.Nüfus 25 milyondu ve büyük kısmı tarımla uğraşıyordu.(Yaklaşık %80) Almanya her şeyden evvel,bir tarım devletidir.
Köylülerin mevkii önemli şekilde iyileştirildi. Fakat Doğu Almanya da oldukça
güçlüklerle karşılaştı. Mülk sahipleri, ucuz iş gücünü kaybetmek istemiyorlardı. Bizzat
mülk sahibi serbest köylülerin sayısı sabit kaldı
Tarımda teknik yenilikler ve ürün artışı yavaş yavaş görüldü. Alman Birliğinin 38
gümrük sınırının varlığı, değişik ölçü, ağırlık ve paraları sebebiyle, ticaret ve ulaşım
durumu elverişli değildi.1816/17 de meydana gelen açlık nedeniyle, birçok Alman, daha
iyi yaşam koşulları elde edebilmek üzere Amerika’ ya göç etti
Ekonomik Birlikte ilk cesur adımı, Tübingen’de profesör olan Friedrich List, 1819’ da
“Verein Zur Beförderung Des Deutschen Handels Und Gewerbes” adlı eserini
yayımlayarak, attı. Eserinde, Almanya’da dahili gümrüklerin kaldırılmasını ve tekbir
gümrük oluşturulması gerektiğini ileri sürdü. Fakat kendisi demogog olarak suçlandı,
ülkeyi terkezorlandı ve Amerika’ya göç etti. Fakat fikirleri etkilioldu,1819’da Prusya Dahili
Gümrükleri kaldırıldı ve tekbir iktisadi saha oluşturuldu. Kanlı savaşlardan sonra (1828
-1834) Alman Gümrük Birliği ortaya çıktı:1 Ocak 1934’de,ekseri Alman dahili gümrükleri
kalktı ve sadece sınırlarda,birleşik gümrük alanının gümrük resimleri geçerli oldu.
Fr. List,Almanya2da merkezi Leipzig olmak üzere tekbir demiryolu-ulaşım şebekesinin
gerçekleştirilmesinin lüzum ve önemine inanarak Almanya’ya bir plan yolluyor.Almanya’da
ilk demiryolu Nürnberg’den Fürth’e inşa olunuyor. Buharlı gemi nakliyatı ise,1825’te
Rhein’de faaliyete geçiyor ve gelişiyor.
Almanya’nın endüstri mallarından kurtulması için,endüstrileşmesi gerekiyordu.Yiyecek
maddeleri,tarımsal maddelerin ihtiyaca cevap vermesi ve iç pazarda yer bulması
gerekiyordu.Fr. List’in,1841’de yazdığı “Das Nationale System Der Politischen Ökonomic
adlı kitabında endüstrinin gerçekleşmesi için çare olarak himayeli gümrük tavsiye ediyordu.
Fakat”Bir ulus için egemenlik,zenginlikten daha önemlidir.” Düşüncesi o zamanlar
anlaşılamamıştı.
Asrın 30.-40. yıllarından sonra Almanya’da teşebbüs fikri uyandı.Büyük bir endüstri oluştu ve
halkın hayat seviyesinin yükselmesinde yeni bir kaynak oldu.Dış ülkeye bağlılığı ortadan
kaldırdığı gibi,dünya pazarında söz sahibi oldular
Yeni keşifler ve zengin kömür yatakları Alman endüstri,ticaret ve ulaşımında çok yararlı
oldu.Böylece Almanya’da “Kömür ve Demir Asrı” başladı.
Almanya’da kimyager Justus Liebig tarafından önemi keşfedilen suni gübrenin tarımda
kullanılmasıyla ürürn miktarının arttırılmasına çalışılıyor.Almanya hala tahıl ihraç
edebiliyor ve köylünün durumu önemli bir kalkınma gösteriyor.Bilhassa Revolüsyondan
sonra küçük köylüler şahsi toprak sahibi oluyorlar. 1811’desan’at alanındaki hürriyetten
itibaren,san’at serbestçe gelişiyor.Bu alandaki en mühim düşmanı buhar makinaları
oluyor.Birçok sanatkar fabrikalarda iş bulmak zorunda kalıtor.Tekniğin ilerlemesi ile yeni
san‘at dalları ortaya çıkıyor.Makine yapımcıları,Mekanikler,Elektronikler.... gibi
Aynı zamanda Almanya’nın endüstri devleti olarak gelişmesi başlıyor. Büyük
teşebbüsler,büyük kapitale ihtiyaç gösteriyor ve artan kapital ihtiyaçları nedeniyle Bankacılık
gelişti ve Anonim Şirketler kuruldu. İlk defa Kartel’ler meydana getirildi.Modern büyük
bankaların esas faaliyetleri olarak değerli kağıt,yahut Effektenhaldel 8tahvil alım-satımı) ve
Kreditgeschaefte (kredi) ortaya çıktı.
Endüstriel gelişme ile birlikte ticaret ve ulaşımda kuvvetle kalkındı.Deniz aşırı faaliyetler
gelişti;yeni demiryolları dahili nakliyatı sağladı.Fransa ile 1862,Belçika ile 1863’de,İngiltere
ve İtalya ile de 1869’da ticaret anlişmaları imzalandı.Werner von Siemens tarafından
1847’de telgraf kablosu ve 1857’de de dinamo makinası bulundu.Philip Reiss tarafından
1860’da telefon bulundu.Robert Mayer Helmholtz enerjjinin muhafazası kanunu
buldu.1848’de Siemens tarafından ilk defa Berlin’den Frankfurt’a telgraf hattı çekildi
1871’de Prusya Kralı 1.Wilhelm ,Versay’da Alman Kayzeri olarak imparatorluk tacını
giydikten sonra Almanya’nın siyasi birliği ile birlikte iktisadi birliğinin de tam manasıyla
oluşması için çalıştı.Ölçü,ağırlık,para birliğini sağladı,ve o zamana kadar gümüş esası
yürütülürken,imparatorlık altın esasını benimsedi.Prusya Bankasının yerini Reichs Bankası
aldı.1851’de Diskonto:Gesellischaft ,1854’de Darmstadtler,1870’de Deutschen ve 1872’de
Dresdner Bank kuruldu.
1890’da 50 milyon olan Almanya ,1914’de 68 milyonu buldu.Milli gelir tahminleri 1895’te
25 milyardan1913’de 40 milyar marka yükseldi.Milli servet ise aynı zaman içinde 200’den
300 milyara yükseldi.
Artan ihtiyaçlar,ham maddeler,yiyecek ve keyif maddeleri ithalat ile karşılanabildi.Alman
üretiminde artan ihracatı ve halkekonomisini büyük ölçüde etkiledi.Böylece Almanya
içinde,devlet iktisadiyatından dünya iktisadiyatına geçiş (yükselen hayat seviyesi) ve ondan
pay alma ve rekabet kendini gösterdi.
Bismarck’ın vaadettiği gümrük kanunları himayesinde ,tarımda önemli gelişmeler
sağladı.Tarım alanı genişledi.Tarımsal ürün miktarı ve sığır mevcudu arttı.Fakat dünya
pazarının baskısı altında ,düşen tahıl fiyatları,daha sonraları tarımı yeniden güç
duruma düşürdü.Nihayet,1902’de gümrük tarifesi sayesinde en önemli tahıl türlerinin
gümrükleri yeniden yükseltildi.Fakat Almanya’nın tarım alanı fazla nüfusun beslenmesi için
yetmiyordu.Bundan dolayı,daha iyi yaşama koşulları bulmak amacıyla,birçok köylü şehirlere
akın etti.Böylece tarımda iş gücü azalması oldu,ve yabancı işçiler ve tarım makineleri
kullanıldı.1895’de bütün nüfusun %35.8’i tarımla ilgilenirken,bu oran 1907’de %28.6 ‘yı
buldu.Artan nüfusun talep ettiği iş ve ekmeğin her ikisini de endüstri sağladı.
Endüstrinin gelişmesi,insanın gittikçe daha fazla miktarda tabiat kuvvetlerini yenmesini
mümkün kıldı.İnsan ve onun çalışma gücünün yanı başında onun bilimsel düşüncesi ,yer altı
zenginliklerinden faydalanması,kuvvetli bir endüstriel gelişme için ikinci bir ön şart olarak
görüldü.Kömür ve demir, makine hayatı için en önemli ham maddeyi teşkil ediyordu.Bunlar
ise Almanya’da büyük ölçüde mevcuttu.
Savaştan önce Almanya ,İngiltere ile eşit miktarda kömüre ve hemen hemen 2 katı ham demir
miktarına sahip bulunuyordu.Essen ‘de Krupp firması en büyük dökümhaneyi kurmuştu ve
burada yaklaşık 70.000 işçi çalışıyordu.
Makine endüstrisinde Almanya 1. sırada yer alıyordu.Savaştan önce bunların ihracatı
ithalatından 8 misli fazlaydı.Bunları dokuma endüstrisi izliyordu.3. sırada kimyevi
maddeler,boya endüstrisi geliyordu.Dünya ihtiyacının 4/5 ‘ünü karşılıyordu.
Buharın yanısıra ,elektrik,gittikçe artan miktarda iş ve ulaşım makinelerinde
kullanılıyordu.Dinamo makineleriyle elde edilen elektrik, uzak mesafelere gönderilmekte,su
kuvvetinden elektrik üretiminde faydalanılmakta,daha sonra ışık kaynağı olarakta (1879’da
Edison’un lambası) kullanılmaktaydı.Elektrik endüstrisi,Alman Ekonomisinde önemli yer
tutmaktaydı.
Yaklaşık ,fabrikaların üreettiği malların 4/5’ü Almanya’da sürüm sağlıyordu,geri kalanın dış
pazarda satılması gerekiyordu.Aynı zamanda dış pazarın ham madde ve besin maddesine
duyulan ihtiyaçta artıyordu.Alman tüccarları dünya pazarlarında o güne kadar yalnız kalmış
olan İngiliz satıcıların kuvvetli rekabeti ile karşılaşıyordu.İngiliz idaresinin Alman malları
için koyduğu “Made in Germany” mecburiyetine rağmen,bizzat İngiltere!de bile Alman
malları Pazar buluyordu.Ucuz ve iyi olan Alman malları iyi itibar görüyordu.Savaştan önce
Alman genel ticareti (ithalat-ihracat) dünyada ikinci sırada yer alıyordu,ve hemen hemen
İngiltereye yaklaşıyordu.Buna karşılık,ticari bilanço pasiftir.Yani,ithalat ihracattan fazladır.
Ulaşımda da gelişmeler oldu.Birçok yeni yol ve kanallar inşa edildi.Duisburg,Avrupanın en
büyük iç limanı olarak gelişti. Su yollarının yanısıra ,Almanya kıtanın en büyük
demiryolu,posta,telgraf şebekesine de sahip oldu.
Patlarlı motorların keşfi (1883’de Daimler) önemli degişikliklere neden oldu.Sonra benzin
motorları geliştirildi.Otomobiller,uçaklar,hava gemileri,motorbotlar....bulundu ve
kullanılmaya başlandı.
Deniz ulaşımında Almanya 1890’dan beri kendi şahsi ticaret gemilerini inşa etmekte ve
savaştan önce büyük gemi şirketlerine sahip bulunmaktadır.Yolcu nakliyatı için gemi inşa
etmekte ve dünyanın ikinci büyük ticaret filosuna sahip bulunmaktadır.Hamburg Limanı
Avrupanın en büyük deniz limanı;Broven’de Almanya’nın en önemli ithalat limanı oldu.
Deniz ulaşımını sadece Almanya limanları arasında değil,aynı zamanda yabancı limanlar
arasında da gelişti.
Almanya’da 1873-79 döneminin karakteristiği ,fazla üretim,düşen fiyatlar,karın azalması ve
işsizliktir.Ekonomik krizlerin meydana getirdiğibu kötü duruma çare bulmak üzere,Bismarck
tedbir almış ve koruma gümrükleri kurmuştur.Demir,odun,tahıl,sığır,kahve,çay,şarap ve
tütüne yüksek vergi uygulamıştır.Böylace Bismarck,tarım ve endüstrinin lehine ulusal
ekonomi politikası uygulamış olmaktadır.
Böylece devletin kuruluşundan beri en mükemmel şekilde tarım devletinden endüstri
devletine doğru geçiş gerçekleştiriliyor ve sanayi malları ve kapital ihracatına karşılık, ham
madde ve besin ithalatı yapılıyor.Hamburg ve Bremen dış ticarette rol oynayan en önemli iki
liman haline geliyor.
Alman kolonileri ,anavatandan 5 kat daha büyüktür ve 11 milyon
nüfusludur.Yün,pamuk,kahve ve yağlar ....gibi koloni ürünleri elde edilmektedir.Aynı
zamanda Alman mallarına Pazar sahası olarak önem taşımaktadır.Almanya’nın 19.
yüzyıldaki en büyük devlet adamı olan Bismarck’ın 1898’de 83 yaşında ölümü ile Alman
halkı,devletinin kurucusunu ve führerini kaybetmiştir.
Napolyon savaşlarından sonra Almanya’da 1833’de Gümrük Birliği’ni kurmak
suretiyle,Prusya ,iktisadi bakımdan öncülüğü ele alıyor.
İKTİSADİ EMPERYALİZM:
Hohenzollern imparatorların hakimiyeti altında Almanya’nın ilk devrinde, liberal ekonomi
politikası uygulandı.1878’den beri ise Bismarck,iktisadi politikasını,Alman çalışma ve sosyal
gayelerinin korunması sayesinde yönetti.Almanya 1895’den beri İngiltere ile kuvvetli ticari
rekabet mücadelesine girişti.Alman kalkınması dışarıda tehlike ve hücum olarak kabul
edildi.Alman endüstrisi”Dumping” metodu uyguladı ve dış ülkelere,üretim fiyatlarından
aşağıya verdi.Alman Bankası Türkiye üzerinden geçen bir “Bağdat Hattı” projesini finanse
etti.
ALMAN SAVAŞ EKONOMİSİ:
Birinci Dünya Savaşı Almanya’yı ,iktisadi bakımdan tamamen hazırlıksız yakaladı.1915
Şubatı’ndan itibaren Ekmek vesikaya tabi tutuldu.Diğer yiyecek maddeleri de aynı surette
işlem gördü.
Silahlar için gerekli ham maddeler ve hemen diğer endüstri mamülleri ,devlet tarafından
kurulan savaş şirketleri tarafından temin olundu.
Açlıktan yarım milyondan fazla insan telef oldu.Fiyatlar mütemadiyen yükseldi.Kara borsa
aldı yürüdü.Savaş sırasında Alman markının dış ülkelerdeki değeri düşmeye başladı.
Mine KALAY
20111451 - İktisat 01

Benzer belgeler