En büyük istikrar istikrarsızlık olacakµ - İletişim Fakültesi

Transkript

En büyük istikrar istikrarsızlık olacakµ - İletişim Fakültesi
/!"
:;$###
Dekanlarımız, öğrencilerimiz, mezunlarımız 10. yıla
girerken üniversitemiz ile ilgili
görüşlerini Ünivers ekibiyle
paylaştı.
='>#/
?
@
“Her yıl üniversiteye giren 50 milyon dolar son
kuruşuna kadar eğitime harcanıyor.”
/!A&
'B
$?
$C@
“Türkiye’de Avrupa Komisyonu’nun verdiği ‘diploma
eki etiketi’ni alan üç üniversiteden biriyiz.”
<!
"*'":;$#&"#"#
2011322
Ünivers
01)12%1+314#
$%
!&'
3
Türkiye’de kadınların,
sadece fiziki şiddete maruz kalmadığını ifade eden Ege Üniversitesi Yrd.Doç.Dr. Sıdıka
Yılmaz’a göre medyanın erkek
egemen yapısı, haber diline de
yansıyor.
> <-
78
038
Fukuşima felaketinin
ardından Almanya, nükleer
santraller için kapatma kararı
alırken; Türkiye Mersin Akkuyu Santrali’nin yapımına
başlıyor.
> 9-
#&
:
!
"
#
$
%""
&''%
#
(
""
###&
''$)"
(#*+
*
"
'#'
#+
(''*
("&
*###
&*
,".$
E
@?(
()*+
/
İzmir, Şubat ayından bu yana 50 noktada 100 kamerayla izleniyor.
MOBESE uygulamasının başlamasıyla birlikte olumlu ve olumsuz
yanları tartışılmaya başlandı. İzmir’de kurulan sistem İstanbul’daki
mevcut sistemden daha ileri bir teknolojiye sahip. Projenin toplam
bedeli 22 milyon 218 bin TL. İstanbul’daki güvenlik kameralarının
sayısı 100 bini aşıyor. Dünya genelinde ise 45 milyon adet güvenlik
kamerası bulunuyor.
> ,-
“Basit Bir Ev Kazası” adlı tek kişilik oyunuyla Afife
Jale, Muhsin Ertuğrul ve Sadri Alışık ödüllerini
kazanan Günay Karacağlu, “Bir daha ömrüm
boyunca tek kişilik oyun sergilemem. Dünyanın
en büyük yalnızlığı sahnede tek olmak, tutunacak
en ufak dalın yok” diyerek bir rolü kabul etmesinin
tek koşulunun sadece senaryo olduğunu belirtti.
> .-
» 2-3 ]
4-5 ] !6-7 ]"8-9]#!10-11
İzmir diziler için bu ara çok
popüler oldu. Bunun nedenini
İzmir Çetesi’nin ilk yönetmeni
Murat Şeker’e sorduk.
> ;-
+4
3
2009 Avrupa Şampiyonu
olan Arkas Voleybol Takımı,
bu yıl da aynı kupada ikincilik
elde etti. Ünivers Spor Servisi
Arkas Spor Kulübü’nün hikayesini yazdı.
> 56-
o.org
adyoek
www.r
Üniversite
radyomuzun
yayın akışı.
> ,-
2
'
2011 3 22
=
*#
"
"#"#+""
$)'
"
#%#
"
#:;;
#''$
F#
)'
>(
C
"
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan (TAPDK)
alınan verilere göre, 2005 yılında
106 milyar 717 milyon adet olan
sigara miktarı, 2006 yılında 107
milyar 908 milyon adede yükseldi.
Söz konusu rakam, 2007 yılında
ise 107 milyar 455 milyon adet
olarak belirlendi. Kapalı alanlarda
sigara içme yasağının 19 Mayıs’ta
uygulamaya girdiği 2008 yılında
ise, iç piyasada 107 milyar 859 milyon adet sigara satıldı. 2009 yılının
Temmuz ayında kapalı alanlardaki
sigara yasağının kapsamı genişletildi ve kahvehane, bar, kafe
ve restoranlarda da sigara içmek
yasaklandı. 2009 yılında, ülkemizde içilen sigara miktarı, yasağın
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK)
verilerine göre, 2005-2010
döneminde Türkiye’de satılan
sigara miktarları adet olarak
şöyle:
genişlemesine paralel olarak 107
milyar 555 milyon adede geriledi.
Tüketim %13 düştü
Geride bıraktığımız yıl, 2009
yılına göre tiryakiler 14 milyar 201
milyon adet daha az sigara içti.
2009 yılında 5 milyar 377 milyon
750 bin paket olan sigara tüketimi,
2010 yılında 4 milyar 667 milyon
pakete indi. Buna göre, sigara satışlarında geçen yıl 710 milyon 50
bin paket azalma meydana geldi.
Uzmanlar, sigara satışlarındaki bu
düşüşte kapalı alanlardaki sigara
içme yasağının yanı sıra, dumansız
hava sahası ve sigaranın zararlarına
ilişkin kampanyaların etkili olduğunu belirtiyor ve sigara fiyatların2005
106.717.000.000
2006
107.908.000.000
2007
107.455.000.000
2008
107.859.000.000
2009
107.555.000.000
2010
93.354.000.000
daki artış sonrası gündeme gelen
sigara kaçakçılığının da mevcut
tabloda payı bulunabileceğine
dikkat çekiyor.
Öte yandan 2006-2010 döneminde, Türkiye’de 524 milyar 131
milyon adet sigara satıldı. Bu şekilde beş yılda, tiryakiler 26 milyar
206 milyon 550 bin paket sigara
içti. Bu rakamlara göre, Türkiye’de
kişi başına yılda ortalama 7 bin
731 adet sigara tüketildi. Paket
hesabıyla da yılda ortalama 387
paket sigara içildi. Beş yıllık süreçte sigara içen tiryakilerin cebinden
her yıl ortalama 18 milyar çıktı.
Bu rakamlara göre ülkemizde her
ay 1,5 milyar liralık, her gün de 50
milyon liralık sigara tüketildi.
Türk halkının büyük çoğunluğu da sigara yasağını ve cezalarını olumlu buluyor. Özellikle
kapalı mekanlara daha çok
giden kesim bu karardan oldukça memnun. Türkiye’de halkın
sigara yasağına olan desteği her
geçen gün artıyor.
/"%3
C#
'
""#
##
"#
#(
'
"
#$
#FG(##(
+#$
=+/
)'
>(
C
"
1981
’de YÖK
kurulduğunda Türkiye’deki üniversite sayısı 19’du.
Şu andaysa 102’si devlet ve 54’ü
vakıf olmak üzere 156 üniversite
bulunuyor. Birkaç sene içinde bu
sayının 200’ü bulacağı tahmin
ediliyor. Ancak görünen o ki,
üniversite sayılarının giderek
artması her ne kadar olumlu
olarak görülse de beraberinde nitelikli öğretim üyesi ve elemanı
bulma sorunu, ara elemanı ve
yardımcı hizmetler sınıf sorunu,
kalite sorunu, teknik eleman
yetersizliği gibi bir takım
sorunlar getiriyor. Akla gelen
bir soru, üniversite sayılarındaki
artışın istihdama katkısının olup
olmadığı. Her yıl üniversitelerden 230 bin civarında öğrenci
mezun oluyor. Ancak üniversiteyi bitirmek bir iş sahibi olmaya
yetmiyor. İşsizler ordusuna her
yıl on binlerce üniversite mezunu ekleniyor. Dört yıllık bir
üniversite mezununun ailesine
maliyeti 28 bin lira. Oysa, devletin resmi rakamlarına göre her
üç üniversite mezunundan biri
işsiz. Üstelik, Türkiye’nin en iyi
üniversitelerinden ODTÜ bile
“İki mezunumuzdan biri işsiz”
diyor. Türkiye’de 10 bin doktor,
30 bin hemşire, 35 bin ziraat
mühendisi, 50 bin mimar ve
mühendis, 3 bin veteriner işsiz.
Buna rağmen üniversite sayıları gittikçe artış gösteriyor. Bu
durum üniversite okuyan öğrencilerde gelecek kaygısı yaratıyor.
Üniversite
mezunlarının yüzde
40’ı atıl
"#33-
#!!( !1! !1
3-%=1
>??=%1%
:%?&=%%@@ =
A((
!0(>:
%=!?
3
%=?+>
%1%
>%
%== !1
%:
&>==1%>%=>
Genç nüfusunu büyük
ölçüde atıl bırakan Türkiye,
az sayıdaki yüksek eğitimli
gencinden de yeterince yararlanamıyor. Atıllık oranı yüksek
eğitimli gençlerde lise ve dengi
okul mezunlarının üzerine çıkıyor. 691 bin üniversite mezunu
gencin 333 bini bir işte çalışırken, 83 bini yüksek lisans veya
öğrenimlerini destekleyecek dil
ve diğer özel kurslar şeklinde
eğitimlerine devam ediyor. 275
bin üniversite mezunu genç ise
ne iş, ne de eğitim alanında
kendine bir yer bulabiliyor.
Diğer bir ifadeyle üniversite
mezunu gençlerin yüzde 40’ı
“atıl” durumda. Ayrıca (OECD)
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün yapmış olduğu
araştırmada en fazla üniversite
mezunu işsiz Türkiye`de.
Kaç üniversite
öğrencisi var?
Türkiye’de üniversiteye
giden öğrenci sayısı, üniversite
sayısının ve dolayısıyla kontenjanların yükselmesi nedeniyle
arttı. Yükseköğretimde okullaşma oranı lisansüstü eğitim hariç
geçen yıl yüzde 38.18 olarak
gerçekleşti. Bu oran, bir önceki
yıl yüzde 36 olmuştu.
ÖSYM’nin verilerine göre,
Türkiye’deki tüm yükseköğretim kurumlarında 2007-2008
akademik yılında 1 milyon
90 bin 900’ü kız olmak üzere
toplam 2 milyon 532 bin 622
olan üniversite öğrencisi sayısı
2008-2009 akademik yılında 1
milyon 274 bin 618’i kız toplam
2 milyon 924 bin 281’e yükseldi.
2008-2009 akademik yılında
önlisans programlarında 352 bin
60, lisans programlarında 839
bin 391,ikinci öğretimde 397
bin 841, lisansüstü eğitimde 144
bin 950 öğrenci öğrenim gördü.
Açıköğretimden ise önlisansta 306 bin 770, lisansta 835 bin
766 öğrenci yararlanıyor.
Üniversitelerde görev yapan
öğretim elemanı sayısı da bir
önceki akademik yıla göre yüzde
1,7 artarak 2008-2009 akademik yılında 100 bin 504 oldu.
Profesör sayısı 13 bin 494’den
13 bin 662’ye,doçent sayısı 6 bin
867’den 7 bin 360’a, yardımcı
doçent sayısı 18 bin 74’den 18
bin 538’e, öğretim görevlisi
15 bin 292’den 15 bin 752’ye,
okutman 7 bin 92’den 7 bin
320’ye, araştırma görevlisi 34
bin 784’den 34 bin 792’ye yükseldi. Üniversitelerde öğretim
elemanlarında artış kadınlarda
daha fazla oldu. Kadın öğretim
elemanı sayısı bir önceki akademik yıla göre 1009 kişi (yüzde
2,5) artarken, bu yılki toplam
öğretim elemanı artışı içinde
kadınların oranı yüzde 58 olarak
belirlendi.
'
2011 3 22
3
/
"
İllüstrasyon: Caner Dolgun
C"H
%I("J"#"
#
$
/$=KC
)'
>(
C
"
A
ile içi şiddet savaşın en
az bilinen ve en vahim
yüzü. Çünkü 100
metrekarelik alanda
yaşanıyor. Bazen psikolojik bazen
cinsel bazen de fiziksel. Medyada
karşılaştığımız olaylardaki kişilerin isimleri farklı olsa da hepsi
aynı başlıkta toplanıyor, “Şiddete
maruz kalan kadınlar”. Son yedi
yılda kadına şiddet yüzde 1400
arttı. Bu artışın sebepleri arasında
çoğunlukla ataerkil toplum gösteriliyor, bununla beraber medyanın
kadına şiddeti önemli ölçüde
tetiklediği vurgulanıyor.
Şiddeti Yaşayan Kadın
“Evlendiğimde 26 yaşındaydım ve üniversitede okuyordum.
Severek evlenmiştim. Evlendiğimiz günden itibaren sorunlarımız
başladı. Düğünümde gecenin
prensesi olsam da düğün bitip eve
gelince artık o evin kadınıydım.
Okulumla ev hayatını kocama
göre beraber yürütmeye çalışsam
da olmadı, bir seçim yapmam gerekiyordu ya evim ya da okulum
olmalıydı. Kadın dediğin evde
otururdu. Önceleri şiddetin boyutu psikolojik olsa da sonraları
fiziksele dönüştü.” Bu sözler maalesef günümüz dizilerinden alıntı
değil. Şiddetin çeşitli boyutlarını
anlatan belki her gün gördüğümüz ama tanımadığımız bir
kadının sözleri. A.S. için psikolojik şiddetle başlamıştı her şey ama
o direndi. Okulunu bitirmeliydi.
Bazı zaman kocasının baskısından
okula gidemedi. Mezun olduğunda her şey daha zordu. “Kadın
kısmı çalışmazdı”. Bu arada şidde-
tin boyutu arttı ve dayak seansları başladı. Evden çıkamıyordu
çünkü kocasının bıraktığı izlerden
utanıyordu. “Vücudumdaki izleri
gördüklerinde yalan söylüyordum.
Bir gün eşimle yine kavga ediyorduk. Beni sekizinci kattan atmaya
çalışıyordu. Sesimizi duyan
komşular polis çağırmış. Polisler
kurtardı kocamın elinden.” A.S.
baba evine dönemiyordu. Çünkü
bir kadın baba evinden gelinlikle
çıkar kefenle girerdi. Bir gün artık
dayanamayacağını anlayınca A.S.
evden ayrıldı. Kadın sığınma
evine yerleşti. Tüm hayatını değiştiren bu kararı zor da olsa aldı.
A.S. ile bu konuşmayı iş yerinde
yaptık. Şu anda kendi ayakları
üzerinde duran güçlü bir kadın.
Artık o etrafındaki şiddet gören
kadınlara güç veriyor. Başarabileceklerini anlatıyor. “Ataerkil bir
toplumda yaşamanın en acı sonucuna kadınlar katlanıyor. Çoğu
insan eğitimli kadınların şiddete
maruz kalmadığını düşünür. Bu
çok büyük bir yalan. Eğitimli
veya eğitimsiz kadınlar bu ülkede
şiddete maruz kalıyor. “
Medyada Kadına
Şiddet
Kadına şiddete medya açısından baktığımızda kadının basında
ya çok zengin ve ünlü kadın
profiliyle ya da şiddete uğrayan
kadın profiliyle karşılaşıyoruz.
Yazılı basındaki kadına şiddet
haberlerini incelediğimizde kadın
ya suçlu olarak gösteriliyor ya da
kadından bir erkeğin üzerinden
bahsediliyor. Kadına şiddetin
medyadaki yansımasını Yrd. Doç.
Dr. Sıdıka Yılmaz ile konuştuk.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğretim Üyesi Yılmaz şiddet al-
gımızın genellikle fiziksel şiddete
yönelik olduğunu söylüyor. “Oysa
hayatın içinde etnik kökenli,
cinsiyet ayrımına bağlı, ya da
ekonomik nedenli şiddeti uyguluyoruz, gereksiz yere söylenmiş
bir iltifat bile bir kadın tarafından
şiddet olarak algılanılanabilir”
dedi. Medyanın erkek egemen
bir yapısı olduğunu atlamayan
Yılmaz basının bir “erkek kulübü”
olduğunu vurguluyor. Bu kulübün çalışma koşullarının, haber
dilinin, erkeğe bağlı olduğunu
savunan Yılmaz, kadınların medyada veya her hangi bir iş yerinde
daha fazla yer almasının bir şeyi
değiştirmeyeceğini ifade etmekten
kaçınmıyor. “Önemli olan kadın
bakış açısıyla bakabilen kadınların
yer alması, kadınlar, iş yaşamında
erkek diliyle konuşuyor, erkek gibi
çalışıyorlar” dedi. Ayrıca zihinlerimizin kirlendiğini ve bu yüzden
kadının çokluğunun bir anlam
ifade etmeyeceğini söyleyen Yılmaz, gazetecilik mesleğinin haber
değeri üzerine kurulu olduğunu
ve kadının medyada iki yerde
durduğunu ifade ediyor. Medyada karşımıza öncelikle “başarılı
kadın” profilinin çıkarıldığını;
başarılı kadın imajının “bakın
kadınlar nasıl yapabilir” imajını
yansıtmak için yazıldığının altını
çiziyor. Ayrıca ikinci konumda yer
alan “şiddet gören kadın” imajının
ise genellikle cinsellik içeren haberler olduğunu; kocasını aldatan
ya da kocası tarafından aldatılan
kadınların verilmesinin ise şiddeti
meşrulaştırmak amacıyla yapıldığını belirtiyor. Günümüzde kadına yönelik şiddet haberlerinin pornografisinin yapıldığını düşünen
Yılmaz, haberlerin başlıklarına ve
içeriklerine bakıldığında kadının
suçlu hale getirildiğini söylüyor.
Kadına yönelik şiddetin gündelik
hayatta varolduğunu; komşunun
kızına davranışının, komşunun
kocasının davranışı, işe gelen
kadının mini eteği veya biraz
fazla makyajlı halinin etraftaki
insanlarca kötü karşılanması gündelik hayattaki şiddetin boyutunu
gözler önüne serdiğini belirtiyor.
Toplumumuzda 50 yaşına gelmiş
bir kadının bile evleneceği insana
kendinin karar verememesi veya
günlük hayatında giyeceği kıyafete kendinin karar verememesi
şiddetin boyutlarını gösterdiğini
ifade ediyor. Ayrıca kadının
bireysel zaafları ve suçu nedeniyle
o şiddeti hak etmiş gibi gösterildiğini vurguluyor.
Medeni Kanunda
Kadına Şiddet
A
vukat Fatma Çakmak,
Medeni kanunun kadını ne kadar koruduğunu incelediğimizde
4320 sayılı “ailenin korunması”na
dair kanunun yeterli olduğunu
ancak uygulanmasından aksaklıklar olduğunu vurguluyor. Aksaklıkların giderilmesi durumunda
kadının korunmasında önemli
bir adım atılacağının altını çizen
Çakmak kadınları mağdur durumdan çıkarmanın çeşitli yolları
olabileceğini belirtiyor. “Kolluk
kuvvetlerinin daha etkili olması kadının mağduriyetini azaltır,
ayrıca sığınma evlerinin arttırılmasıyla beraber hem kadınların,
hem de erkeklerin bilinçlendirilmesinin kadına şiddeti azaltacağını düşünüyorum” dedi. Şu anda
İzmir Barosu’nda görev yapan
Çakmak, şiddete uğrayan bir müvekkilinin dava sürecinde yaşadık-
larını bizimle paylaştı. Müvekkili
Fatma Çakmak’a başvurduğunda
şiddet gördüğünü belirttmiş. İlk
olarak boşanma davası açmadan
önce aile mahkemesine başvurduklarını ve şiddet uygulayan eşin
altı ay boyunca evden uzaklaştırılması için tedbir kararı çıkarttıklarını anlatıyor. Bu konuda İzmir
Barosunun kadınları ve çocukları şiddetten korumak adına
“Aile İçi Şiddete Karşı Çalışma
Grubu”nun olduğunu belirten
Çakmak şiddete uğrayan kadınların baroya başvurmaları halinde
en iyi şekilde yönlendirildiklerini
ayrıca avukat tutacak gücü yoksa
avukat tayin ettiklerini belirtiyor.
Şiddete uğrayan kadınların ilk
olarak karakollara başvurduğunu, karakollarda işlemlerin uygulanması sürecinde şiddete uğrayan
kadınlara defalarca aynı olayların
anlattırılması masadan masaya
gönderilmesinin kadınları daha
fazla yıktığını vurgulayan Çakmak şiddete uğrayan kadınlarla
aynı dilde konuştukları kadın
polislerin yardımcı olmasının
gerekliliğini ifade ediyor. Ayrıca
medyanın şiddeti tetiklediğini
söyleyen Çakmak medyada erkek
dili kullanılmasının şiddeti baskın
hale getirdiğini belirtiyor.
Aile yaşantımızda, iş yaşantımızda sosyal çevremizde şiddetle
karşılaşıyoruz ve tüm kadınların
tek bir dileği var şiddet görmeden
yaşayabilmek.
Kadınların şiddete maruz
kaldıklarında başvurabilecekleri
merkezler:
Bornova Kadınlar Sosyal-Kültürel Dayanışma Derneği, Çağdaş
Kadın Derneği, Kadın Haklarını
Koruma Derneği İzmir Şubesi.
4
'
2011 3 22
$4%%>?
?
!((
C(+"
#
%NO;P;Q?
?')'
N(
"&
$
>(
=
Nur Batur’un ‘’Dünyamızda
neler oldu, neler olacak ve 20 yıl
içerisinde bizi nasıl bir gelecek
bekliyor ?’’ konuşması, tarihten
bugüne doğru, katılımcıları kısa
bir yolculuğa çıkardı.Konuşmasına ‘’Bütün dünya son dönemde
bir çalkantı ve kaos içerisinde’’
diyerek başlayan Nur Batur; ilk
olarak Birinci Dünya Savaşı’nın
dünya devletlerini nasıl etkilediğini anlattı. Batur; bütün dünyanın
yeniden şekillendiğini şu sözleriyle
söyledi; ‘’Birinci Dünya Savaşı
döneminde 10 milyon insan öldü,
imparatorluklar çöküş dönemine
girdi. Sanayileşmeyi sağlayacak
petrol bulundu. Avrupa yeniden
şekillenmeye başladı’’dedi. İkinci
Dünya Savaşı’nda ise ideolojilerin
ortaya çıktığını, Amerika’nın giderek Avrupa’da önemli bir noktaya
geldiğini belirtti. Konuşmanın
en dikkat çekici yeri ise; yazarın,
günümüz Amerikasının artık eski
gücüne sahip olmamasını söylemesiydi. Şu an bütün dünyada
istikrarsızlığın olduğunu söyleyen
Nur Batur, ‘’Bu bir tsunami gibi,
Avrupa duraklama sürecine girdi
ve korkuyor. Amerika, dünya
üzerindeki etkisini kaybediyor.
Obama çarkları döndürmekte zorlanıyor. Amerika’nın olmadığı yerde Avrupa kendini gösteremiyor’’
dedi. Avrupa Birliği’nin dağılabileğine dikkat çeken Batur; mekanizmayı değiştirecek farklı bir yapının
olacağına ve Avrupa’nın değişmek zorunda olduğuna değindi.
Önümüzdeki dönemde de Çin,
Rusya ve Hindistan’ın ön planda
olacağını söyledi. Türkiye’nin
Dünya üzerindeki durumundan
da bahseden yazar, Türk ekonomisinin dünyanın en büyük 10
ekonomisi arasında olacağını ve
2030’a kadar Avrupa Birliği’ne üye
olacağını söyledi. Türkiye’nin konum itibariyle çok önemli bir yerde
olduğunu ve bütün iç sorunlarına
rağmen yükseldiğini, arayış içinde
olduğunu belirtti. Önümüzdeki
seçimlerde sandıkta değişimin
olması gerektiğini ve esas şekillendirenin bizler olduğunu da
sözlerine ekledi. ‘’Ben siyasette
türbanı, türbanlı milletvekilini ve
Cumhurbaşkanı eşinin türbanını
içime sindiremiyorum’’ sözleriyle
‘’dinle siyaseti ayrı tuttuğunu, tür-
banın siyasi bir simge olduğunu’’
da ekledi.
Konuşmanın ardından katılımcıların sorularına yanıt veren
Nur Batur, son dönemdeki medyanın durumuna ilişkin soruya
şöyle yanıt verdi, ‘’Medya çok kötü
durumda, daha fazla otosansür
yapıyor. Türkiye’de basın hiçbir
zaman tam anlamıyla özgür olmadı, çelişkiler yumağı içerisindeyiz.
Yazı yazarken tüm gazeteciler
rahatsız. Çok yönlü bir reforma
ihtiyacımız var. Medya neden bu
duruma geldi, bunun özeleştirisini yapmak lazım. Doğan medya
grubu sendikayı ortadan kaldırdı
ve sonuçları ortada, çok acı. Devlet
radyo ve televizyonu diğerlerinden daha iyi yayınlar yapıyor.’’
Siyaseti değiştirseydiniz nereden
başlardınız sorusuna ise, ‘’Gençleri ve kadınları siyasete getirerek
başlardım. Ez azından 400 kişisini
25-35 yaş arasındaki gençlerden
oluşmasını sağlardım, kadınların
yönetime girmediği alanda başarı
yoktur’’ diyerek cevapladı. Nur Batur söyleşinin sonunda ise; gençlere
duyduğu güvenini dile getirerek,
‘’Dünyayı artık sizler yakalayacaksınız, sizin sırtınızda yükselecek’’
dedi.
İEÜ Uluslararası İlişkiler Ofisi
önderliğinde başlatılan Challenge: Future Chapters, beş kıta, 17
ülkede yürütülmektedir. Gençler
tarafından başlatılan ağın amacı,
“Sürdürülebilir ve herkes için
eşit koşullar sağlayan daha iyi bir
gelecek yaratmak.”
$*%* !=&>?!'
"
(
L?
"
(
LC&("
?(
*
(*
#
"
#%M"
"#
#?"
G'''"+(K
"
$
R
"S
?#>(
C
"
2011 yılında Tunus’tan başlayarak
Libya, Mısır, Bahreyn, Şam ve diğer
Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerine
sıçrayan bir değişim arzusuyla başladı.
Sizce bu arzu nereye kadar gidebilir.
Bu arzuyu taşıyan halklar demokrasi
hakkında ne kadar bilinçli? Bu arzu
sömürülebilir mi ?
Arap dünyasında başlayan
bu depremi bence soğuk savaşın
getirdiği ikinci deprem olarak
nitelendirmek lazım. Soğuk savaşın
bittiği 1990 yılından yani Berlin
duvarının yıkıldığı 89’dan alırsak
ve bakarsak dünyaya ilk büyük
deprem Sovyet imparatorluğunun
yıkılması oldu. Demokrasi ve
insan hakları idealleri bir anda
halkların gündemine oturdu. Yani
despot yönetimlerin artık ayakta
kalamayacağı anlaşıldı. 89’dan
2001’e kadar geçen sürede Doğu
Avrupa’da büyük bir değişim yaşandı. Avrupa yeniden şekillenmeye başladı. Avrupa 27 ülkeli, daha
demokratik yeni bir Avrupa kıtası
ortaya çıktı. Bu dalgadan etkilenen
en son Arap dünyası oldu. Soğuk
savaş döneminde Arap dünyasında
iki büyük oyuncunun olduğunu
görüyoruz. Bir iki süper güç.
Birisi Amerika’ydı diğeri Sovyetler
Birliği’ydi. Sovyetlerin çöküşüyle
birlikte Orta Doğu’da ve bütün
Arap dünyasında Sovyetlerin etkisi
ortadan kalktı, Amerika ağırlıklı
oldu. Yaşanan olay soğuk savaş
sonrası kurulmaya başlanan yeni
dünya düzeninde de Arap dünyasının da değişim süreci başladı. Bu
değişim demokrasiyi getirecek mi ?
İnsan haklarını daha fazla ön plana
çıkaracak mı? Kuşkusuz insan
haklarına daha fazla ön plana
çıkaracak ama demokrasiyi kısa
sürede getirebileceği kanaatinde
değilim. Bu deprem, ilk Tunus’ta
başladı. Mısır ve diğerlerine sirayet
etti. Sadece Türkiye’ye bakarsak,
Türkiye’nin demokrasi tecrübesi
1946’dan başlıyor ve bugüne geliyor. Aradan geçmiş bu kadar yıl.
Buna rağmen Türkiye’de demokrasi sancısını yaşıyoruz. O bakımdan
20, 30, 40 yıllık diktatörlerlüklerin tek parti yönetimlerin olduğu
aşiretlerin hakim olduğu bir Arap
dünyasında bugünden yarına bir
demokrasi getirip yerleştireceğini
düşünmek biraz fazla iyimserlik
olur. Herhalde önümüzdeki 20, 30
yıllık dönemde ancak Arap dünyasında ciddi bir demokratikleşme
döneminin yaşanacağını tahmin
etmek gerekiyor.
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, Tunus’taki ayaklanmalarda
Wikileaks’in büyük bir payı olduğunu
söylemişti. Sizce de Wikileaks ve alternatif medyanın büyük bir payı var mı ?
sürecini ve önümüzdeki 20 yıla
bakarsak, üç milattan söz etmek
mümkün. Bir tanesi Berlin duvarının yıkılışıydı ki soğuk savaşın
bitiş tarihi. İkincisi 11 Eylül
2001, Amerika ilk kez kendi topraklarında fiziki saldırıya uğradı.
Üçüncüsü de Wikileaks olayıydı.
Wikileaks olayı, bir süper gücün
tüm güvenlik sisteminin çökmesi
anlamına geliyordu aslında. Bu
teknolojinin hangi boyutlara
geldiğini ve bu kadar güvenlikli
olduğu düşünülen süpergücün
çalınabileceğine ve dünyanın
bile gizli odalarına girilip her
türlü bilginin çalınabileceğini ve
dünyanın her tarafına paylaşılabileceğini gördük. Bu büyük
bir deprem ve tabii Arap dünyası teknolojiyle birlikte iletişim
dünyasıyla, internetle birlikte
bunların hepsini gençlerin
okumasını sağlayan bir sistem
ortaya koyacaktı. Bence, Arap
dünyasında başlayan ve altyapısı
zaten varolan olaylar Wikileaks,
Facebook, Twitter üstünden
yayılan bir olay oldu. Altyapı
olmayasaydı hala Wikileaks bu
kadar etkili olurmuydu? Olmayabilirdi.Yoksulluk ve diktatörlüklere artık halk isyan etti. Ancak
bu dediğim gibi demokrasiyi
getirecek mi? O henüz erken diye
düşünüyorum.
Bence var. Şu nedenle;
dünyanın son 20 yıllık değişim
Özellikle Amerika ve Avrupalı liderler,
ayaklanmalar sırasında hep halkın
isteklerinin dinlenmelisi gerektiğini
söylemişlerdi. Kuzey Afrika ve Orta
Doğu’daki bu değişimlerden Avrupa ve
Amerika nasıl etkilenebilir?
Avrupa ve Amerika...
Amerika’nın bu olaylardan çok
ciddi etkileneceğini düşünüyorum.
Şimdiye kadar son 40, 50 yıla
bakarsak, geriye doğru Amerika
kendi istediği liderlerin ve yönetimlerin başında kalarak, belirli
kontrolü elinde tutmayı tercih etti.
Amerika açısından ve Batı dünyası
açısından iki önemli faktör vardı
korunması gereken. Bir tanesi petroller, petrol yataklarıydı. Diğeri
ise İsrail’in güvenliğiydi. Yani 2.
Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa
kendi vicdanını temizleyebilmek
için Orta Doğu’da İsrail’i kurdu.
Bu Yahudilerin gözünde Kutsal
topraklardı, dönmek istiyorlardı,
bunlar doğru topraklardı belki
kendi açısından. Eğer ki Almanya
bu Yahudileri toplama kamplarında öldürmeseydi, fırınlarda
yakmasaydı, İsrail devletini bu
kadar korumak, kollamak mümkün olmayabilirdi. Batı ve Amerika
için bu iki faktörü korumak çok
önemli. İsrail’in güvenliği ve
petrol. Önümüzdeki dönemde
Arap dünyasındaki bu deprem
Amerika’nın bu bölgeye olan hakimiyetini sarsacak gelişmeler olacağını gösteriyor. İsrail açısından
da güvenliğin giderek daha riskli
bir noktaya geleceğini gösteriyor.
Ve israil yaşayabilmek için mutlaka
uzlaşmak durumunda kalacak.
Aksi takdirde karşısına yeniden
bir farklı ve giderek fanatikleşen
bir Arap dünyası çıkabilir diyerek
düşünüyorum.
Sizce petrol piyasası bu durumdan nasıl
etkilenir ?
Öyle görünüyor ki şimdiye
kadar ki ekonomik değerler altüstü
oldu. Kimse üstüne konuşamıyor,
görünüyor ki önümüzdeki dönemde istikrarsızlık en büyük istikrar
olacak gibi. Tek görebildiğimiz şey
istikrarsızlık. Çünkü kitleler harekete geçti ve bir siyasetçinin deyimi
vardır, kitleleri sokağa dökmek
kolaydır. Bir defa döküldükten
sonra bir daha içeriye giremezler
ve kontrolleri olmalı. O yüzden
kitleler şuan da başıboş gözüküyor.
Sistemler çöktü yerine konulacak
sistemler bir defa yok. Amerika
giderek bölgedeki kontrolünü
kaybediyor. Giderek kontrolünü
kaybetmesindeki en önemli faktör
Irak’taki Bush yönetimindeki işgal
oldu. Obama’nın seçilmesinin
prestijini arttırmış gibi görünse
de Obama siyahi başkan olarak
beyazların kurduğu sisteme hakim
olamadı. Orta Doğu sürecini
çözemiyor Orta Doğu’da 50 yıldır
kanayan yarayı çözecek bir ağırlığı
yok Amerika’nın ve Orta Doğu
daha büyük depremlere gebe gibi.
'
2011 3 22
5
Nükleer konusunda hükümete zaten kızgın olan Almanlar, Fukuşima’daki patlamaların hemen ardından kitlesel protestolar için meydanlardaydı. (Fotoğraf: Simon Engel)
!
?'T**
"
"#E*
'
,
"
(#$
+K=
>(
=
J
aponya’da meydana gelen
8.9 şiddetindeki deprem ve
tsunaminin ardından nükleer santrallerde meydana
gelen hasar ve patlamalar, nükleer politikaların gözden geçirilmesine neden oldu. Türkiye’de
konu, hararetli tartışmalara sahne oluyor. Fukuşima’daki nükleer sızıntıların yarattığı tehlike,
Sinop ve Mersin’de yapılması
planlanan nükleer santrallerle
ilgili tartışmaları beraberinde
getirdi. Mersin Akkuyu’daki
santral yapımı için geçen yıl
Rusya ile
anlaşma
yapılmıştı.
Sinop’taki
santral için
ise bugünlerde Japonya
ile görüşülüyor.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan da konu
ile ilgili olarak “Riski olmayan
hiçbir yatırım yoktur. Yani eve
Aygaz tüpü de koymamak gerekir” dedi.
Geçtiğimiz günlerde CHP
Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk, “Mahkeme kararıyla
Rusya’da kurdurulmayan VVER
tipi nükleer santral teknolojisinin, Mersin Akkuyu’da uygulanmak istendiğini” belirtti ve
hükümeti bu kararından vazgeçmeye çağırdı. Japonya’daki
felaketin Akkuyu’da kurulması
düşünülen nükleer santral için
uyarı niteliği taşıdığını belirten Öztürk, santralın Ecemiş
Fay Hattı’na 25-30 kilometre,
Doğu Anadolu Fay Hattı’na
150 kilometre ve Kaş-Adana
arasında denizin içinden geçen
dalma-batma kuşağına 30 kilometre uzaklıkta olduğunu ifade
etti. Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği Başkanı Mehmet
Soğancı, Elektrik Mühendisleri
Odası Başkanı Cengiz Göltaş
ve Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir,
Japonya’da yaşanan felaketin
Akkuyu Nükleer Santralı’nin
çok tehlikeli bir proje olduğunu
söylediler. Açıklamalarında hükümetin Akkuyu’daki santralın
yapımından derhal vazgeçmesi
de dünya ikincisi olan ve toplam
enerji ihtiyacının yüzde 80’ini
de bu santrallerden karşılayan
ülkede, nükleer enerji santrali
inşasına karşı eleştiriler arttı.
“Ekoloji ve Yeşil Hareketi”,
gelecek yıl yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında bu konuyu gündeme
getireceklerini açıkladı. Avrupa
Parlementosu Yeşiller Grubu
Eşbaşkanı Daniel Cohn-Bendit,
nükleer enerji santrallerinin
inşası konusunda bir referandum
yapılmasını istedi.
Almanya’da da nükleer enerji
santralleriyle ilgili tartışmalar
yaşandı. Konu hakkında bir kriz
toplantısı
yapan
Başbakan
Angela
Merkel,
reaktörlerdeki
nükleer
erimenin
olağanüstü ciddi bir durum olduğunu
belirterek Almanya’nın nükleer
santrallerdeki güvenlik standartlarının gözden geçirileceğini
açıkladı. Merkel, “Japonya gibi
yüksek güvenlik standartlarının
geçerli olduğu bir ülkede bile bir
deprem ve su baskınının nükleer
etkileri önlenemiyorsa, yüksek
standartlara sahip Almanya
gibi bir ülke de konuya tepkisiz
kalamaz” dedi. Ayrıca Merkel,
kapatılma zamanı gelmiş olan
santrallerin yöneticileri ile
görüşüleceğini ve santrallerin
kapatılacağını söyledi. Muhalefet liderleri ise Merkel’i seçime
yatırım yapmakla ve Almanya’da
!#
B<;CBD
!D6>D96
3&
gerektiği ifade edildi. Türkiye
Atom Enerjisi Kurumu’ndan yapılan açıklamada ise, Türkiye’de
99 noktada kurulu istasyonlar
vasıtasıyla sürekli olarak radyasyon doz hızı ölçümleri yapıldığı ve artışların anında tespit
edilebildiği belirtilerek, “Ülke
sınırları içerisinde radyasyon
doz hızı açısından herhangi bir
olağandışı durum gözlenmemektedir” denildi.
Diğer ülkelerde durum
58 reaktörle Avrupa’nın bir
numarası olan Fransa’da nükleer
enerji tartışılmaya başlandı.
Nükleer enerji santrali üretimin-
nükleer enerji konusunda
demokratik bir tartışma yürütmemekle suçladı. Bunun
yanında Merkel’in lideri olduğu
Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi, Wuerttemberg eyaletinde
1953’den bu yana ilk kez seçimi
kaybetti. Yeşiller, nükleer enerji
karşıtı yürüttükleri seçim kampanyasıyla, Hıristiyan Demokrat
Birlik Partisi’ni geride bıraktı.
Ülkedeki nükleer enerjinin geleceğiyle ilgili tartışmalar, seçim
sonuçları üzerinde etkili oluyor.
F
ukuşima nükleer
reaktöründen havaya
karışan radyoaktif
maddelerin, Çin’in
kuzeydoğusundaki Heylongciang eyaletine ulaşması üzerine
açıklama yapan Çinli yetkililer,
bölgede bu durumun herhangi
bir kargaşaya neden olmadığını
ve verilerin internet üzerinden
halka açık olacağını söylediler.
Fukuşima Nükleer Güç
Santrali sahasında doz değerleri
düşme eğilimi göstermesine
rağmen durum ciddiyetini
koruyor. Sızıntının meydana
geldiği Fukushima’dan kaçanları ise otellerin kabul etmediği
söyleniyor.
İsviçre, yeni nükleer santral
planlarını askıya aldığını açıkladı. ABD’li senatör Joe Liebermann da tüm dünyada nükleer
kalkınmaya mola verilmesi
gerektiğini söyledi. Hindistan
Başbakanı Manmohan Singh ise
nükleer santrallerinin güvenliğinin denetleneceğini açıkladı.
Avusturya ise Avrupa’ daki tüm
nükleer reaktörlere dayanıklılık
testi yapılmasını istedi.
T*#
#
+
*
')
?#>(
C
"
. 1 Eylül 1923 tarihinde meydana gelen, 7.9 büyüklüğündeki “Büyük Kanto Depremi”
ve depremden sonra meydana
gelen büyük Tokyo yangınında 143.000 insan hayatını
kaybetti.
1964 Haziran’ında meydana gelen 7.5 büyüklüğündeki
depremde, 37 kişi hayatını
kaybetti.
1995 Nisan’ında meydana
gelen 5.4 büyüklüğündeki depremde, yaklaşık 39 kişi hayatını
kaybetti.
16 Ocak 1995 tarihinde meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki
deprem, batıdaki liman kenti
Kobe’yi vurdu ve depremde
yaklaşık 5.500 kişi hayatını
kaybetti.
23 Ekim 2004 tarihinde
meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki deprem, Niigata bölgesini vurdu ve 67 kişi hayatını
kaybederken, yaklaşık 4.800
kişi yaralandı.
Mart 2006 tarihinde
Tokyo’da meydana gelen 7.3
büyüklüğündeki depremde,
5.600den fazla insan hayatını
kaybetti ve yaklaşık 160.000
kişi yaralandı.
25 Mart 2007 tarihinde meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki
deprem, Ishikawa bölgesindeki
Noto yarımadasını vurdu.
Bir kişi hayatını kaybetti ve
200’den fazla insan yaralandı.
.
.
.
.
.
.
6
'
o.org
adyoek
www.r
www.radyoeko.org
RadyoEko
Nisan2011
13.00 ve 17.00
11.30-12.30 - Okul Saati ©
12.30-13.30 - Okul Saati ©
13.30-14.30 – Okul Saati ©
15.30-16.30 - Vizyondakiler ©
!"#$
20.00-21.00 – Spora Dair ©
22.00-23.00 - Vizyondakiler (Tekrar)
%&!"#'
*+
SALI
10.30-11.00 - Okul Saati ©
11.30-12.30 – Okul Saati ©
15.00-17.00 – Hamam (Tekrar)
18.30-19.30 – Spora Dair (Tekrar)
20.00-21.00- Sokak Futbolu
%%%,/:;*:<=*":$
00.00 -02.00 – XYZ
/;
09.30-10.30 - Sokak Futbolu (Tekrar)
%<=>?>@"#B<:>:C*@G$
12.30-13.00 - Okul Saati ©
13.30-14.00 – Okul Saati ©
J&K&M"#M"@#N=*CPPQP*$
16.30–17.30 – Okul Saati ©
&<=>?>@"#B<:>:C*@G
(Tekrar)
%%%&M"#M"@#N=*CPPQP*
(Tekrar)
22.00–24.00 – Kritik ©
00.00-02.00 – XYZ (Tekrar)
/;
11.30-12.30 – Okul Saati ©
12.30-13.00 – Okul Saati ©
,K&/:;*:<=*":'
*+
17.00-19.00 – Kritik (Tekrar)
%:C
%%&WC=?#[#$
23.00-24.00 - Nena
00.00-01.00- Distortion
M];
09.30-10.00 – Okul Saati ©
10.45-12.00 – ASOP ©
12.30-13.30 – Okul Saati ©
%&#"_=`"#
%%&c*
@#
%%%,&WC=?#[#'
*+
%/:;*:<=*":$
M];
JK:C'
*+
fc*
@#'
*+
19.00-20.00 - One
%%%&M"#M"@#N=*CPPQP*
%%%*<_=#;*<='
*+
2011 3 22
&
'
###("#(
(
%#
"
"
&+
##+
'
%/"
C%
(/
"'%/?
V+
K)*C
"
İ
l Özel İdaresi ve Emniyet Genel
Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttüğü Kent Güvenlik Yönetim
Sistemi (KGYS) projesi , İzmir’de
40 adet kamerayla test çalışmalarına
başladı. İzmir’de kullanılacak sistem Türkiye’de bir ilk. Bu sistem
İstanbul’un MOBESE’sinin daha
geliştirilmiş bir versiyonu.
İzmir’de birkaç ay içerisinde hırsızlık
oranları düşecek. Trafik kuralları daha
az ihlal edilecek. Yankesicilik, kapkaç
sorunu belki de son bulacak. Bunlar
bir gecede olmayacak ama; İzmir Özel
İl Yönetimi ve Emniyet Genel Müdürlüğü İzmir halkına çözüm yolu için
çalışmalara başladı bile. Nasıl mı?
MOBESE (Mobil Elektronik Sistem
Entegrasyonu), Türkiye’nin en modern
güvenlik yönetim sistemi, İzmir’deki
adıyla KGYS, test çalışmalarına başladı. İlk etapta 40 kamera ile deneme
sürecine başlanan projenin, haziran
ayına kadar 100’e yakın kameraya
ulaşması planlanıyor. Siemens, 20’den
fazla ülkede geliştirdiği Kent Güvenlik Yönetim Sistemi’ni İzmir’de de
uyguladı.
Sistem, tüm çağrı merkezlerinin
ortaklaşa yönlendirildiği bir komuta
merkezine bağlı olarak işleyecek.
Örneğin; 155’e gelen aramalar sırasında, sistem sağlıkla ilgili bir problem
algılarsa, otomatik olarak 112 ve diğer
çağrı merkezleri de alarma geçecek.
Çağrı operatörü, görüntü operatörü
ve kameralar hepsi aynı siteme bağlı
olarak çalışıyor. 155’i aradığınızda
adres verilmese bile, sistem adresi tespit
edebiliyor.
Bu sistem neden
Türkiye’de bir ilk?
İlk olarak bu teknolojiye yakın bir sistem 2005 yılında, İstanbul’da kuruldu.
Aradan geçen zaman, gelişen teknoloji
kullanılan bu sistemi daha geri planda bıraktı. İzmir’de kurulan sistem bu
nedenle Türkiye’de bir ilk olma özelliğini taşıyor. Kurulan komuta kontrol
yazılımı, 155 acil çağrı sistemine gelen
talepleri en kısa zamanda değerlendirme, sorumlu ekipleri olay yerine
yönlendirme işlevlerini kullanıcıya
sunmaktadır.
Sistem iki aşama olarak projelendirildi. Şubat ayında test çalışmalarına
başlanan birinci aşamada ana merkez
tam fonksiyonel olarak çalışmakta ve
50 noktada 100 adet kameradan kent
izlenmekte. İkinci aşamada çalıştırılmaya başladıktan sonra İzmir,
Türkiye’de en modern MOBESE‘e
sistemine sahip olacak. İkinci aşamada
yedek merkez ve tüm izleme, yönetim
merkezi tam fonksiyonel olarak çalıştırılacak. Ana merkez ve yedek merkez
birebir ve gerçek zamanlı olarak çalışır
hale getirilecek. Projenin toplam bedeli
22 milyon 218 bin lira. İki yıllık bir
süreç sonunda oluşturulan proje, 911’in
bir alt vesiyonu olarak çalışıyor.
Dünyada 911 nasıl çalışır?
A
cil bir durumda telefonla yardım istemeye
kalktığımızda içinde
bulunduğunuz ülkeye
göre farklı numaralar, farklı organizasyonlarla karşılaşırız. Amerika’da
911, Almanya’da 112 İngiltere’de 999,
Fransa’da 15, Japonya’da 119, İsrail’de
101, bunlara birkaç örnek. Ayrıca
birçok Avrupa ülkesinde bunların
yanında polis, yerel ambulans organizasyonlarının ayrı numaraları da
mevcut. Ancak bu sistem tek telefon
numarasından acil yardım hizmetlerine ulaşılabilme kolaylığı sunuyor.
911 Acil Çağrı numarası, Amerika
ve Kanada gibi ülkelerde her türlü
acil çağrı ( sağlık, güvenlik, yangın,
patlama, saldırı vb.) için kullanılan ve
güvenlik teşkilatının daha ön planda
olduğu bir sistem. Bu organizasyonda
o bölge veya şehirde görev yapan polis,
itfaiye ve ambulans ekiplerinin tek bir
kişiye bağlı olmasının getirdiği bir
kolaylık var.
“Önce kamu Güvenliği”
“Önce Kamu Güvenliği” diyen
Emniyet Teşkilatı ve İl Özel İdaresi,
hukuksal altyapıyı oluşturabilmek için
çalıştay kararının çıkmasını bekliyor.
MOBESE kullanımı hakkında hukuksal bir altyapı oluşturulduktan sonra,
bireysel alanlarla ilgili sınırlar belirlenecek. MOBESE görüntülerinin kayıt
altında tutulması hakkında herhangi
bir süre tespitinin bulunmamasına
karşın, normal, doğal bir akış sürecinde iki ay sonunda kayıtlar siliniyor.
Herhangi şüpheli durumda ise, kayıtlar
süresiz olarak arşivleniyor.
M
OBESE kameralarının
şehrin belirli noktalarına yerleştirilmesi ile
birlikte, farklı yorumlar da yükselmeye başladı. Bir taraf
kameraları güvenliği arttırıcı bir tedbir
olarak görürken, diğer taraf MOBESE
kameralarını özel hayatın gizliliğine
ihlal olarak görüyor. Emniyet, özel
hayatın ihlalinin sınırları hakkındaki
soruyu, “Sizin özel hayatınız benim
güvenliğimi tehdit ediyorsa sorun var”
diyerek cevaplıyor.
Güvenlik
kameralarının kullanımı
Özellikle 11 Eylül olayları sonrası, batılı ülkelerde oluşan güvenlik endişesi
güvenlik kameralarının kullanım sayısını arttırdı. Dünyada güvenlik kamerasının kullanım sayısı 45 milyon adet.
Sadece Dubai Havalimanı’nda 3.000
güvenlik kamerası 24 saat çalışıyor.
Bu sayı dünyanın en büyük metropollerinden biri sayılan İstanbul’da 100 bini aşıyor. İngiltere’de kurulu
4.2 milyon adet kamera bulunmakta.
L
ondra’da bir İngiliz sokağa
çıktığında gün boyunca
300 kez, yani 4.8 dakikada bir güvenlik kameralarına yakalanıyor. Her 14 İngiliz
vatandaşına bir kamera düşüyor.
FC(
*
,
U&
''
####*%""'
""
UG
#
"'
(
U=(&
''
""
(
U
#"**%"#"##
U
(
##&(
PAZAR
%*<_=#;*<=
14.00-15.00 – Nena (Tekrar)
16.00-17.00 – One (Tekrar)
20.00-22.00 Hamam
22.30-23.30 – Distortion (Tekrar)
00.00 -02.00 –Kritik (Tekrar)
U
(
U
*
+#
(
Kolaj: Art Crimes, Flickr
#"
(
$=/C/
####'
#
(
L
Güvenlik kameralarının suçluluların
tespitinde ve güvenlik tedbirlerini
artırma konusundaki rolü tartışılamaz
ama tersi görüşlere sahip kişilerin
bireysel hayata tehdit endişesi de yersiz
değil.
T
ürkiye’de güvenlik kameralarının kullanımı 10-15
yıllık geçmişe sahip. Bu
kameraların özellikle son
beş yılda kullanımı artınca, her
yıl yüzde 20 büyüyen güvenlik
kamerası pazarının boyutu da
500 milyon doları (770 milyon TL) buldu. İngiltere’de
geçen sene Megan Franklin isimli kadın CCTV
kameralarının yatak
odasını gözetlediğini
öne sürmüştü. Surrey
kentinde yaşayan
kadın, internette
gezinirken yatak
odasının görüntüsünü gördüğünü söyleyerek güvenlik
kameralarından
rahatsız
olduğunu
basına
du-
Fotoğraf: Dominik Starosz, Flickr
yurmuş ve haklı çıkmıştı. Bu vakalar
göz önünde bulundurulduğunda George Orwell’in 1984 adlı kitabındaki
“Big brother is watching you’ ütopyasını akıllara getiriyor.
Var olup olmadığı bile bilinmeyen ama
aslında iktidardaki tek
partiyi sembolize
eden Big Brother (Büyük Birader)
insanları, evlerinin içine kadar, 24 saat
boyunca izler. Toplumun üzerinde bu
baskıyı hissettirmek için de, her yere
‘Big Brother is watching you!’ yani ‘Büyük Birader sizi izliyor” diyen afişler
asılmıştır. Özellikle 11 Eylül olaylarıın
ardından Avrupa’nın güvenlik endişesi
ile yaygınlaşan kameralar, “Big Brother
is watching you” endişesini doğuruyor.
Bütün gün çarşıda, markette, alışveriş
merkezlerinde, bankada... Yani tüm
kamusal alanlarda izleniyoruz. Tüm
bu güvenlik tedbirleri bizi güvenlik kaygısı ve mahremiyet endişesi
arasında bırakıyor. Peki güvenlik
tedbirleri alınırken, özel hayatımız nelerle sınırlandırılıyor? Bu
sorunun cevabını öğrenmek için
çalıştay kararını bekleyeceğiz.
8
''
"
2011 3 22
"#"
>*
R
0E 111
"!1A!
?EF3GH&
?3E65D655
!" #$! 0E 111>
?E 4-!
?3E65D655
%%
0E 1A!1"!
?EI2+!!
?3E65D655
&'(!
0E 11>
?E+
?3E65D655
C!
3
Yönetmen Murat Şeker (Fotoğraf: Dilan Gılıç)
S""&=
V
%
#&"#
**'
#$
=
''
CC
"
Son zamanlarda dizilerin yeni
gözdesi İzmir. Peki ne oldu da
İzmir keşfedildi? Şu an ekranlarda İzmir’de çekimlerine devam
edilen İzmir Çetesi, Derin Sular
ve Cennetin Sırları adlı üç dizi yer
alıyor. Ne oldu da birden yayına
yeni giren üç dizinin de çekimi
İzmir’de yapılıyor? Bu soruların
cevaplarını İzmir’de çekimlerine
devam edilen İzmir Çetesi adlı
dizinin ilk yönetmeni Murat
Şeker’den aldık.
Murat Şeker, İzmir’de çekilen
dizi sayısının artmasıyla ilgili,
¨ İzmir biraz da geç bir şekilde
sinemacılar tarafından yeniden
keşfedildi. Aslında daha önce
keşfedilmeliydi. Çünkü İzmir özel
bir şehir, hem coğrafi yapısıyla
hem kentsel özelliğiyle zaten
filmciler için bir cennet. Şehir
merkezindeki yaşam biçimi,
mimari tarzı çekim yapmak için
çok uygun. Kuşadası, Çeşme,
Alaçatı, Efes gibi yerlere ulaşım
çok rahat ve İzmir yılın 10 ayı
güneşli. Amerika da New York ve Los Angeles film merkezidir.
Los Angeles’in özelliği güneşli ve
100
!"#$%&
'()#**++(()
#,,+'(
(.//!
0
.11 )
1( ('//(
.//!'2
11
22
67
ılıman bir iklime sahip olmasıdır.
Bu o şehri genç kılar. İzmir’in keşfine ek olarak, AK Parti iktidarıyla beraber İzmir’in net tavır, duruş
sergilemesi ve modern yaşam
figürlerinin daha belirgin olmasıdır¨ dedi. İzmir’de olmaktan
mutlu olduğunu belirten Şeker,
mümkün mertebe çekimleri şehir
merkezinde yapmaya çalıştıklarını, çünkü İzmir’in dokusunu
ve ruhunu arka plana yansıtmaya
çalıştığını söyledi. Şeker, ¨ Yapmaya çalıştığım şey İzmir’i bütün
özellikleriyle yansıtmak, mesela
şu an röportajı Kordon boyunda
yapıyoruz, şehrin kalbinin attığı
yerde. Aslında bu tarz yerlerde
çekim yapmak çok zordur ama en
azından hayatın içinden bir şeyler
yapmaya çalışıyorum¨ dedi.
Murat Şeker dizi süreleriyle
ilgili, ¨İnsan haklarına aykırı,
utanç verici bir durum. Dünyanın
her yerinde drama 45-50 dakika,
komedi 25-30 dakikadır. Bizde
sırf kapitalizmin uşağı olunduğu
için televizyonculuk anlayışı itibariyle dizi süreleri 90 dakika. Ben
şöyle açıklıyorum; futbolda çok
seviliyor Fenerbahçe-Galatasaray
maçının inanılmaz bir reytingi
var ama maç 90 dakika oynanıyor
150 dakika değil. Her şeyin bir
kuralı var. Günde ortalama 15
saat çalışıyoruz. İyi para kazanıyoruz ama ben bu durumu pahalı ve
modern kölelik olarak tanımlıyorum, bu böyle gitmez¨dedi.
İzmir Çetesi’ne adı nedeniyle
EXPO 2020’de İzmir’in şansını
düşürdüğü gerekçesiyle dava açıldı
ve bunu Murat Şeker şizofrenik
bir düşünce tarzı olarak yorumladı. Dünyanın her tarafında
filmciler aykırılıklarıyla ve sıradışı
düşünceleriyle para kazanırlar,
ekmek yerler, İzmir’in içinde böyle
düşüncelere sahip olan insanlar
olabilir diyen ama genelinin böyle
bir şeye takılmadığını düşündüğünü belirten Şeker sözlerine şöyle
devam etti, ¨Dünyanın her şehriyle ilgili her ülkesinde inanılmaz
senaryolar yazılıyor ve yapılıyor,
hem o zaman İstanbul’un yüzüne
kimse bakmamalı. Biz İzmir’i
Türkiye tarafından sevilip sempati
duyulabileceği bir kent olarak gösteriyoruz¨ dedi. Murat Şeker dizinin adının değişmesinin mümkün
olmayacağını belirtti. Bakalım
İzmir’i ekranlarda ne kadar daha
göreceğiz? İstanbul’dan sonra ışığı
parlayan şehir İzmir’de daha kaç
dizi çekilecek?
)
0E4!1 1"!1
C!
?E*=>
?3E65D655
* +,
0E11"!
?E)+J!
?3E6;D655
-(*.
0E4!1+"1 1
1)&
?E &I!
?3E6;D655
Last Night
0E 1A!
?E)07
?3E6;D655
,
0E<%!1 1)
?EI#
?3E5<D655
# 0
0E11"!
?ELF
?3E59D655
Water For Elephants
0E 1A!
?E&2H&
?3E59D655
Blue Valentine
0E 1A!
?E F-&
?3E59D655
Rabbit Hole
0E ?EI!3F!
)&3
?3EDDD655
#!
0E 1"!
?E4=14%3
M!=
?3EDDD655
*
F069N6ON5DP
*#!
CC+6.N5<ND<
P 34>>
")
*!5,N5;!#P4
)
&5O!#P*#
!
E"
<6%DN5O
D4>*DN<
"
435P*!Q
-DP4
;P*!Q
M%3.P4
459P*!Q
0!D5P*!Q
4D.P4
*E
#(#
>*
''
CC
"
İ
zmir Kitap Fuarı bu sene
onaltıncı kez 16-24 Nisan
2011 tarihleri arasında
Uluslararası İzmir Fuar
Alanı’nda okurlarla buluşmaya hazırlanıyor. TÜYAP Tüm
Fuarcılık Yapım AŞ ve Türkiye
Yayıncılar Birliği ile düzenlenen
16. İzmir Kitap Fuarı, 16-24
Nisan 2011 tarihleri arasında
Uluslararası İzmir Fuar Alanı’nda
gerçekleştirilecek. Yaklaşık 300
yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenecek
16. İzmir Kitap Fuarı’nda söyleşi,
şiir dinletisi, panel ve çocuk
etkinlikleri gibi 120 etkinlik gerçekleştirilecektir. Girişin ücretsiz
olduğu fuar 16-23 Nisan 2011
tarihleri arasında 11.00-20.00,
kapanış günü olan 24 Nisan 2011
tarihinde ise 11.00-19.00 saatleri
arasında ziyaret edilebilir.
W?K
N@
(
+)#""*
"
=
K>*
''
CC
"
İbrahim Tatlıses’in aşkları: mikrofon, Urfaspor ve çiğköfte
I
rak’ın Erbil kentinde konut
inşaatı işine başladığında İbrahim Tatlıses, eski
günlerine dönüp bu kez
kameralar karşısında işe koyulmuştu. Yaklaşık otuz yıl önce
inşaatlarda işçilik yapan İbrahim
Tatlıses, hem müzik hem de
iş dünyasında hatırı sayılır bir
yere sahip. Müzik, televizyon
ve sinemanın yanında İbrahim
Tatlıses’in gıda, turizm, inşaat,
iletişim (TV kanalı, radyo istasyonu), ulaşım gibi birçok alanda
yatırımı bulunuyor. Müzik
ve ticaret dışında, siyasetle de
dirsek teması içinde olan Tatlıses
siyaset sahnesine Cem Uzan ile
çıktı. Genç Parti’den aday olan
Tatlıses “Şarkı söylerken mesleğini, meclisteyken de millet
için çalışacağını” belirtmişti.
Hizmet sektörüne giren Tatlıses,
sektörde varlığını sürdürebilmek
için halkın görüşüyle paralel
gitti. Son dönemde AK Parti’den
aday olmayı düşünen İbrahim
Tatlıses, bunun nedenini ise şöyle
açıklamıştı, “Hayatım boyunca
muhalefet olmayı sevmedim,
muhalefeti hiç sevmem. İktidar
partisi olursa, onun yanında
yürümek isterim.” 9 Mart tarihinde bu sözleri söyleyen İbrahim
Tatlıses, bundan birkaç gün sonra
silahlı saldırıya uğradı. İbo Şov
çekimini tamamladıktan sonra
çıkıp, arabasına binerken, silahlı
saldırıya uğrayan Tatlıses, başından vuruldu. Hastanede yapılan
müdahaleden sonra ölüm tehlikesini atlatan İbrahim Tatlıses’in
durumu iyiye gidiyor. Ülkemizde
ve dünya basınında büyük ses
getiren silahlı saldırının ardından
azmettirici olduğu şüphesiyle
Abdullah Uçmak ile beraber
toplam üç kişi tutuklandı. İbrahim Tatlıses’in doktoru, yoğun
bakımdan çıkan sanatçının iyi
olduğunu, fakat henüz ayağa
kalkabilicek durumda olmadığını açıkladı. Tatlıses sevenlerine
“Süperim, süper!” dedi.
''
"
2011 3 22
9
$G%'
F
#/#"#%F*"(G'
"#
'"#
&''#
##$
televizyonda sizin belli bir kalıbınız var. Örneğin Hürrem Sultan
ya da kocasını aldatıp diğer
adamla fingirdeyen kadın rolü
bana hiçbir zaman gelmeyecek.
Bana kendi kalıplarını ve kendi işlerini kolaylaştıran roller gelecek. Onlar da Yarım Elma’nın
“Goncası”, Gönülçelen’in “Gülnazı”.. Kendi aralarında benim
kendi kendime eğleneceğim farklar yaratmaya çalışıyorum, ama
televizyon karşısında seyreden
hep aynı gibi seyrediyor beni, o
aradaki çizgiyi anlayacaklarını
sanmıyorum. Çünkü seyirciler
o kadar da kafa patlatmıyorlar
televizyon karşısında, ama şimdi
Adile Naşit’e benzetseler ve Adile
Naşit yaşıyor olsaydı ve bütün
rollerinde hep aynı karakteri
oynuyor olsalardı; Türkiye’nin ya
da dünyanın sayılı kötü oyuncuları arasına girerlerdi çünkü
değişmelerine izin vermediler.
Eleştirdikleri şey bu ya. Allahtan
zamanında ölmüşlerde kaliteli
bir yerde duruyorlar. Benim
Adile Naşit’e benzemek benzememek gibi bir derdim yok. Ne
güzel keşke benzeyebilsem, onlar
gibi olabilsem.
Size göre bir insan sadece tiyatronun
eğitimini alarak, okuluna giderek
tiyatrocu olabilir mi? Yetenek ne
kadar önemli?
Günay Karacaoğlu “Basit Bir Ev Kazası” adlı oyunuyla İzmr’deydi (Fotoğraf: Varsan Çekiç)
$''*
''
CC
"
2008 yılından bu yana “Basit
Bir Ev Kazası” adlı tek kişilik
oyunuyla ve bu oyunda aldığı
ödüllerle adından söz ettiren
Karacaoğlu’yla erkek egemen komedi dünyasından İzmir’in tiyatro seyircisine, tek kişilik oyunun
zorluklarından yeni projelerine
kadar birçok konuyla ilgili keyifli
bir sohbet gerçekleştirdik.
Basit Bir Ev Kazası adlı oyununuzun dizi olarak çekileceği doğru
mu?
Evet yapılacaktı ama yapamadık, senaryolaştırılamadı.
Yarım Elma dizisinin tekrar
çekileceği haberleri doğru mu?
Evet doğru. Yonca karakterini
Burcu Esmersoy oynayacak.
Aynı zamanda bir dizi oyuncusu
olarak çalışma saatleri ve koşulları
hakkında ne düşünüyorsunuz?
90 dakika olmasın eylemi
yaptık en son, bu da galiba ses
getirdi. Dizilerin süreleri seneye
60 dakikaya inecek inşallah.
Dizilerde ve tiyatroda bir rolü kabul
etmek için bir sıralama yapsanız ilk
önce hangisi gelir?
Senaryo, senaryo, senaryo.
Yönetmen kreatif anlamda tabii
ki çok manidar biri ama iyi bir
zemin olmayan yerde kimse
kayamaz. O yüzden senaryo her
zaman birinci sıradadır, sonra
yönetmendir, oyunculuk çok
önemli değil. İyi bir senaryoda
herkes çok güzel dans edebilir.
Türkiye’de herşeyde olduğu gibi
komedi dünyasında da erkeklerin
egemen olduğunu söyleyebiliriz. Hem
kadın hem komedyen olmak çok mu
zor, sizce neden kadın komedyen
sayımız yok denecek kadar?
Komedyen sayısı çok az bir
kere Türkiye’de. Erkeklerin ön
planda olmasının da mizahi
açıdan onların daha rahat, daha
elini kolunu sallayarak hareket
etmeleri büyük bir avantaj, ama
aslında Türkiye’de komedyen
yok ki kadın komedyen eksiği
olsun. Toplamda ancak beş-altı
komedyen var. Mizaha açık bir
ülke değiliz öyle gibi görünsek
de pornografiyi çok seven bir
ülkeyiz.
Tek kişilik bir gösteri yapıyorsunuz.
Tüm gözler sizin üzerinizde, sahnede
tek başına olmak sizi zorluyor mu?
Çok zor tabii, çok zor hem de.
Öyle böyle değil. Sahne üstünde olmak zaten zor bir de tek
başına olmak daha da bir zor. Bir
daha ömrüm boyunca yapmam.
Dünyanın en büyük yalnızlığı
sahnede tek olmak, tutunacak en
ufak dalın yok yani.
Sanatçıların üzücü bir olay
karşısında dahi sahneye çıkmaları
sizce normal mi? Sizce de “Show must
go on” mu?
Evet öyle. Ben geçenlerde yaşadım bunu. Eşim ameliyat oldu.
(Aşırı kortizona bağlı kemik
ölümü.) Saat 18.00’de odaya
getirdiler ve ben saat 18.10’da
yola çıktım ve saat 20.00’de
Bakırköy’de oyun oynadım.
Yani her şeyde olduğu gibi hayat
devam ediyor.
Komik ve gülünç olmak arasındaki
dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Karakter yaratarak.
Ekşi sözlükte sizin için günümüzün
Adile Naşit’i deniyor. Sizce birine
benzetilmek oyuncuya daha çok
sorumluluk yükler mi?
Güzel birine benzetilmek iyi
bir şey. Kendi sorumluluğumuz
zaten bize yetiyor. Adile Naşit
ya da Kemal Sunal şimdi yaşıyor
olsalardı, hep aynı rolleri oynuyor olsalardı tek tip oyuncu diye
onları çok fena karalarlardı. O
kadar tehlikeli bir dönemdeyiz ki
Yetenek yüzde yüz gerekli bir
şey. Teknik bilgi besleyen ve
kaliteli hale getiren bir durum.
Ben oyuncu olucam diye karar
verilecek bir şey değil. Ben üç
çocuklu bir ailenin son çocuğuyum, oyun kurmayı, oynamayı,
oyunun içinde kendime değişik
bir karakter yaratmayı çocuk yaşımdan beri seviyorum. Aslında
biz oyun oynuyoruz, çok eğlenceli bir şey yapıyoruz olmayan
bir şey yaratıyoruz, buna seni
inandırıyoruz, kendimi inandırıyorum deli saçması çok şizofren
bir durum yani. Bu da içten
gelen bir şey işte buna yetenek
diyoruz. Yetenek allah vergisi bir
şey, kişide varsa üstüne de akademik eğitimi ve kariyeri koyarsak çok şahane bir şey olur ama hiç
yeteneği olmayan bir insan Sheakspeare sonelerini ezbere bilsin
manalı olmaz.
"
/"#
Sonbahar sokak, Solmaz apartmanı sakini Songül... Günay Karacaoğlu “Basit Bir Ev Kazası”
adlı tek kişilik oyunuyla 15 yıllık evliliği boyunca
mutsuz olmuş, birçok intihar girişiminden başarısızlıkla çıkmış ancak yine de hayal dünyasında
mutluluğu arayan Songül karakteriyle izleyenlere
kahkaha dolu dakikalar yaşatıyor. Bugüne kadar
“Basit Bir Ev Kazası” adlı oyunuyla komedi dalında en iyi kadın oyuncu kategorisinde Sadri Alışık,
Muhsin Ertuğrul ve Afife Jale ödüllerini kazanan
Günay Karacaoğlu, Songül karakteriyle aslında
bize hiç de yabancı olmayan bir kadın portresi çiziyor. Songül, gerçekle hayalleri arasında gelgitler
yaşayan ve asıl mutluluğu hayallerinde bulmaya
çalışan, yarattığı hayaller uğruna evini ve kocasını
terk eden ancak sonunda kocası tarafından terk
edilen bir kadın. Ailesi tarafından kız evlat olması
nedeniyle hep hor görülen Songül “Annem ağabeyimi hep daha çok sevdi.. Çünkü onun çükü(!)
vardı” diyerek toplumdaki ataerkil yapıya da şaka
yollu eleştiri getiriyor. Aynı zamanda yarattığı
kurmaca dünyasında “Hayri” karakteriyle mutluluğu ararken kimi zaman Merzifon saat kulesinin
altında flemonka yapacak kadar da hayalperest.
Günay Karacaoğlu’nun, oyun boyunca bitmeyen enerjisi, seyirciyle sürekli iletişim halinde
olması, seyircinin oyuna dahil olmasını sağlıyor.
Karacaoğlu’nun performansı kadar, senaryosu ve
sahne tasarımıyla da dikkatleri çeken “Basit Bir
Ev Kazası” her tiyatro seyircisinin izlemesi gereken
içten bir oyun.
$''*
10 "*
2011 3 22
+%
4(
"*
'#
""*
%O;;Z##
*X+*"###
"
(##*
(
#"##*
$
MO;
(
)
E#
V'
C*
C
"
Futbolda 2013 yılında düzenlenecek Erkekler 20 Yaş Altı
Dünya Şampiyonasına Türkiye ev sahipliği yapacak.
FIFA Yönetim Kurulu,
İsviçre’nin Zürih kentinde
düzenlediği toplantıda son
elemeye kalan Özbekistan ve
Birleşik Arap Emirlikleri’ni
geride bırakan Türkiye’nin
kupaya ev sahipliği yapmasına
oy birliğiyle karar verdi.
10 Şehir, 13 Stad
Arkas Challenge Kupası’nı alırken(Fotoğraf: Murat Şeker)
/
&'K="Y
B
C*
C
"
“Duerden, maç sayısı için servis
kullanıyor. Duerden, Duerden ve
Şampiyon Arkas... Arkas Avrupa
Şampiyonu.” Bu sözlerle 2009
yılında Avrupa Voleybolu yepyeni
bir takımla tanıştı. Arkasspor,
İzmir’in ev sahipliği yaptığı dörtlü finallerde Avrupa Challenge
Kupası’nı müzesine götürerek o
dönem için erkek voleybolunda
tekrarlanması zor bir başarıya
imza attı.
Bu kupa bir daha zor gelir
dediler, tıpkı 2000 yılında
Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğuna yaptıkları gibi ama bu
ezberi de yine Arkasspor bozdu.
Bu kez yıl 2011… Arkasspor yine
Avrupa Challenge Kupası’nda,
yine finaldeydi. Rakip İtalyan
Lube Banca Marche . Çizmenin
voleyboldaki “Milanı”.
Hüzün ve gurur bir
arada
Daha önce kupayı dört kez
kazanan rakibine karşı ilk maçı
(
/
&'
C*
C
"
deplasmanda oynamanın dezavantajını sonuna kadar yaşadı
mavi–beyazlılar, ama ilk randevuda alınan 3-0’lık mağlubiyet
hiç kimsenin boynunu bükmedi.
Bunun İzmir’i de var dediler. Kendi evinde Arkas’a destek vermek
için binlerce İzmirli Atatürk Spor
Salonu’na akın etti. Genellikle
Türkiye’de futbol müsabakalarında görmeye alışkın olduğumuz
izdiham manzaraları bu kez bir
voleybol maçı öncesinde yaşandı.
Maç sanki maraton yarışında son
düzlükte yalnız kalan iki atletin
mücadelesini anımsattı. Bir seti
Arkas, bir seti Lube Banca kazanıyordu. Sonra uzatma setine geçildi. Tüm bir sezon verilen mücadele 15 sayı üzerinden oynanacak
sete kaldı. İtalyan temsilcisi Lube
Banca Marche dört kez şampiyon
olmanın verdiği tecrübeyi kullanarak temsilcimizi 3-2 mağlup
etti. Bu sonuç Arkas’ı Avrupa’nın
en iyi ikinci voleybol takımı yaptı.
Ancak maçtan sonra salonda öyle
bir hava vardı ki, üç sene içinde
ikinci kez finale çıkıp şampiyonluğu burun farkıyla kaybetmenin
üzüntüsü, Avrupa ikinciliğinin
gururuyla karıştı.
Bir “Efe’nin Doğuşu”
Altı yılda iki Türkiye,
bir Avrupa Şampiyonluğu
Şimdi sıra biraz da işin mutfağında. Bizlere bu gururu yaşatan,
İzmir’i Avrupa ve Türkiye’de
başarılı bir şekilde temsil eden
Arkasspor Kulübü bu günlere
nasıl geldi?
1999 – 2000 sezonu yeni
filizlenen bir takımın ortaya
çıktığı yıldır. Voleybol 2. Ligi’nde
toy bir delikanlı edasıyla Körfez
Spor olarak başladı Arkasspor’un
yolculuğu. Ancak hiç kimse bilmezdi bu toy delikanlının 12 yıl
içinde voleybolun “İzmirli Efesi”
olacağını. 2001 yılında Saint Joseph, 2003
yılında ise Arkas Saint Joseph
ismiyle mücadele veren mavi–beyazlılar son olarak 2005 Mayıs’ta
yapılan genel kurulda Arkas Spor
Kulübü ismini aldı.
Yelken ve briçte de faaliyet gösteren Arkasspor’un başkanlığını
Lucien Arkas, voleybol şubesinde
ise oğul Bernard Arkas görev
yapıyor.
2005 yılında gelişimini tamamlayan Arkasspor, Türkiye Voleybol
1. Ligi’ndeki şampiyonluğuna
2005-2006 sezonunda ulaştı.
Hemen ardından 2006-2007
sezonunda da aynı başarıyı tekrarlayarak gözünü Avrupa’ya dikti.
Başarı zincirinin üçüncü halkası
2008–2009 sezonunda elde edilen
Avrupa Şampiyonluğu’yla tamamlandı. Arkasspor Kulübü’nün
Türkiye 1. Ligi’nde mücadele eden
erkek takımının yanı sıra Türkiye
3. Ligi’nde mücadele veren kadın
ve yine Türkiye 2. Ligi’nde mücadele eden diğer bir erkek voleybol
takımı bulunuyor. Maçlarını 3000
kişilik Atatürk Spor Salonu’nda
oynayan Arkasspor, kısa zamanda
elde ettiği bu başarılarla taraflı
tarafsız kamuoyunun beğenisini
kazandı. Az zamanda çok iş yapan
voleybolun “İzmirli Efeleri” gerek
istikrarlı yönetimi, gerekse kalite
kadrosuyla gelecekteki başarıların
sinyalini veriyor.
Türkiye’nin dünya futbol
sahnesindeki yerini sağlamlaştıracak FIFA 20 Yaş Altı
Dünya Kupası ev sahipliği
için hazırlanan adaylık
dosyasında 10 şehir ve 13
stada yer verildi. Türkiye’nin
adaylık dosyasında Antalya,
Bursa, Gaziantep, İstanbul,
İzmir, Kayseri, Manisa, Rize,
Şanlıurfa ve Trabzon şehirleri
yer alıyor. Turnuvanın hangi
şehirlerde düzenleneceği FIFA heyetinin Türkiye’de
yapacağı incelemeler sonucunda belli olacak.
Ekonomiye katkısı
300 milyon dolar
Bir ay sürecek turnuvanın
Türkiye’ye ekonomik girdisinin yaklaşık olarak 300
milyon doları bulacağı tahmin ediliyor. Ayrıca turnuva
süresince ülkemizde bir ay
boyunca önemli bir istihdam
ortamı oluşması bekleniyor.
Kral Arjantin
20 Yaş Altı Dünya Futbol
Şampiyonası’nda en başarılı
ülke olarak Arjantin ön plana
çıkıyor. İlki 1977 yılında
Tunus’ta gerçekleştirilen ve
bugüne dek 17 kez düzenlenen şampiyonada Arjantin
altı kez mutlu sona ulaştı.
Arjantin’in ardından kupayı
en çok kazanan takım kupayı
dört kez kaldıran Brezilya
oldu. 2009 yılında Mısır’da
düzenlenen son organizasyonda Gana kupayı müzesine
götürmeyi başardı.
I)F
MXCBA
GY)/B/
AVHF
İzmir’in siyah –beyazlı ekibi
istikrarsız bir dönem yaşıyor. Ligde oynadığı 26 maçta
6 galibiyet, 11 mağlubiyet ve
9 beraberlik ile düşme hattında yer alan Altay geçtiğimiz
yılları mumla arıyor. Miladını
doldurmuş futbolcu transferleri ve girilen ekonomik kriz
bu sezon Altay’ın ligde alt
sıralarda olmasının en önemli
sebeplerinden. İzmir futbolunun sekiz yıl süren Süper
Lig hasretinde iki kez play off
oynayarak İzmirlilere umut
ışığı olan siyah-beyazlılar o
dönemlerden çok uzakta.
Samet Aybaba’yla değişim
yaşayan Bucaspor kendini
ateş hattından kurtarmak
için büyük çaba sarf ediyor.
Bülent Uygun’un sezon başındaki savunmacı takımından,
ligin ikinci yarısında hücum
futboluna geçiş yapan takım,
kadro kalitesi el verdiğince
futbolunu sahaya yansıtıyor.
Gaziantepspor maçında oynanan istekli, futbol umutları
yeşertse de, Sivasspor maçındaki 4 -0’ lık ağır mağlubiyet hırslı futbol Bucaspor’un ligde
kalma umudunu son haftalara
kadar taşıyacağını gösterdi.
Bucaspor’u Süper Lig’e taşıyan
Özcan Kızıltan ve eski BJK’li
Ali Gültiken’i sportif direktör
olarak atayan Göztepe, birinci
lig umuduyla sezona başladı.
Bu sezon 23 golle takımı
sırtlayan Tayfun Özkan ve
Türker gibi tecrübeli oyuncularla, Schalke alt yapıdan
yetişen Emin Yalın gibi gençleri harmanlayan Göz-Göz
Spor Toto 2. Lig’de Marmara
temsilcisi Bandırmaspor’la
kıyasıya bir şampiyonluk mücadelesi veriyor. Düğüm ligin
son haftasında Bandırmaspor
maçında çözülecek.
Bu sezon üç teknik adam
değiştirerek ligde kırılması
güç bir rekora imza atan Karşıyaka, son olarak umutlarını
Reha Kapsal’a bağladı. Puan
cetveli Karşıyaka’nın durumunu gözler önüne seriyor.
Bir sezon içinde dört teknik
adamla çalışan bir kulübün
başarılı olma şansı zaten çok
düşük. Play off şansını mucizelere bırakan İzmir temsilcisinde bu sezonun tek tesellisi
genç takımından iki oyuncunun A takıma çıkarılıp
gelecek sezon planlamasının
şimdiden başlaması.
11
"*
2011 3 22
M#!Q-%00
“
R(
#
*#
('''(
)'
##
”
$
Vakıfbank GSTT, kadınlarda Avrrupa şampiyonu
="Y
B
C*
C
"
Vakıfbank Güneş Sigorta Türk
Telekom ülkemize büyük bir
gurur yaşatarak kadınlarda
Avrupa’nın en büyük kupasını
müzesine götürdü. İstanbul’da
düzenlenen Voleybol Kadınlar
Avrupa Şampiyonlar Ligi dörtlü
finali maçında, Azerbaycan’ın
Rabita Bakü takımını 3-0 yendi.
Yenilgisiz Vakıfbank, finale
Fenerbahçe Acıbadem’i eleyerek
gelmişti. Vakıfbank Güneş Sigorta
Türk Telekom bu başarısıyla
Türkiye’de bir ilkin de sahibi oldu.
Rabita Bakü’de Mammadova
ile Starovic’in çabalarına karşın,
Glinka, Nikolic ve Poljak ile
etkili bir oyun çıkaran Vakıfbank
Güneş Sigorta, ilk seti rahat bir
şekilde 25-13 aldı. İkinci sette
Rabita Bakü, savunmasını biraz
daha düzeltmesine karşın, bu performans Vakıfbank Güneş Sigorta
Türk Telekom’u durdurabilmeleri için yeterli olmadı. Başarılı
bir savunma yapan ve Poljak ile
Nikolic’in sayılarıyla üstünlüğünü
devam ettiren Vakıfbank Güneş
Sigorta, bu seti de 25-20 kaza-
narak 2-0 öne geçti. Vakıfbank
Güneş Sigorta Türk Telekom, son
sette de rakibine şans tanımazken, bu bölümü 25-18 kazanarak
mücadeleden 3-0 galip ayrıldı ve
şampiyonluğa ulaştı.
#
##KF(
#
>
""
%("("#(
(
%#"##('
#
*
'("
(
#"#((
###L
)
E#
V'
C*
C
"
S
orunun cevabını sahada oyuncular gösterdikleri
takım ruhu, hırsları ve arzularıyla veriyorlar.
Beko Basketbol Ligi’nde yıllardır İzmir’i başarıyla
temsil eden ve bu yıl en iyi sezonlarından birini
geçiren Pınar Karşıyaka, hem Türkiye’yi Euro Challange
kupasında başarıyla temsil ediyor, hem de ligde iddialı
bir konumda play-offlara kalma mücadelesini başarıyla
sürdürüyor. Bu sezon Avrupa kupalarında Türkiye basketbolunu temsil eden tek takım olan Karşıyaka verdiği
mücadeleyle herkesin takdirini toplamayı başardı. Dokuz
yıldır Avrupa kupalarına katılamayan Pınar Karşıyaka
tarihinde de ilk kez Avrupa kupalarında çeyrek finale
yükselmeyi başardı.
Sezona iyi bir başlangıç yapan ve evinde kolay kolay
maç kaybetmeyen Kaf-Kaf, seyircisinin desteğini de arka-
sına alarak şu anda ligde bulunduğu konuma geldi. Genç
kadro yapısı ve kısıtlı bütçe imkanları ile bu sezon evinde
lig lideri Fenerbahçe Ülker’i yenerek sarı-lacivertlilere
ligdeki ilk yenilgisini tattıran Pınar Karşıyaka evinde ne
kadar güçlü bir takım olduğunu herkese gösterdi. Pınar
Karşıyaka, bu sezon şu ana kadar ligde oynadığı 20 maçın 13’ünü kazanarak ligin altıncı sırasındaki yerini aldı.
Avrupa kupalarında ise gruplarda iyi performans sergileyerek rakiplerine gücünü gösteren ve kolay kolay evinde
de deplasmanda da maç kaybetmeyen Pınar Karşıyaka
adım adım çeyrek finale çıkmayı başardı.
Pınar Karşıyaka sezon içerisinde bazı olumsuzluklar
da yaşadı. Bunların en önemlilerinden ilki Furkan
Aldemir’in sakatlanması ve takımdan ayrı kalması oldu.
Pota altında etkili oyunuyla herkesin beğenisini toplayan
Furkan’ın oynayamadığı maçlarda eksikliğini hisseden
Karşıyaka genç oyuncunun eksikliğini diğer pota altı
oyuncularıyla kapatmaya çalıştı. Diğer üzücü bir olay ise,
Kıbrıs Rum temsilcisi APOEL ile Kıbrıs’ta oynanan
mücadelede Rum takımının taraftarlarının saldırısına
uğramasıydı. APOEL taraftarlarının taşlı, sopalı ve gaz
bombalı saldırılara maruz kalan Karşıyaka takımı zorlu
bir yolculuk sonunda İzmir’e döndü.
Kıbrıs’ta hırpalanan ve psikolojik anlamda kötü bir
yara alan Karşıyaka, oynayacağı Beşiktaş Kola Turka
maçının ertelenmesini talep etti. Olumsuz yanıt alan
İzmir temsilcisi maça genç takım oyuncularıyla çıkarak
Türkiye Basketbol Federasyonu’nu protesto etti. Bu durumdan zarar gördü, bekli de kazanacağı maçı kaybetti.
Bu olumsuzluklara rağmen şuan ki başarıya ulaşan
Pınar Karşıyaka’da hedeflerin artık büyüdüğünün de
altı çizildi. Pınar Karşıyaka genel menajeri Nihat Mala,
önce çeyrek finaldeki rakipleri Saint Petersburg’u eleyerek
dörtlü finale kalmak istediklerini daha sonra ise final oynamak istediklerini vurguladı. Takımın sınıf atladığını
ve gelecekte de bu başarılarının devam edeceğini belirtti.
-?&8
C*
)O$I
*
""&*O[*##\]*"+
$
=
V
C*
C
"
G
öztepe, geçen sezon
Ali Gültiken’i sportif
direktörü olarak
göreve getirdikten
sonra yeni sezona Bucaspor’u
Süper Lig’e taşıyan teknik direktör
Özcan Kızıltan ile sözleşme
imzalayarak başladı.
Flaş transferler
Teknik kadro ilk iş olarak
Göztepe’yi bu sene zirveye oynatacak bir kadro kurmanın peşine
düştü. Bu uğurda Bucaspor’u
Süper Lig’e taşıyan kadronun is-
keletini oluşturan Yılmaz Özlem,
Türker Demirhan ve İzzet Kaya’yı
kadrosuna kattı. Bu oyuncuların
yanına da Akın Sinan Dağdelen,
Tayfun Özkan, Serdar Samatyalı,
Orhan Terzi, İlhan Şahin, Abdulvahit Karacabey gibi tecrübeli
oyuncuların yanı sıra Emin Yalın,
Uğur Kıllı, Raşit Sevindir gibi
gelecek vaad eden isimleri de
monte etti.
Yapılan transferlere rağmen sezona iyi başlayamayan Göztepe ilk
4 haftada 1 galibiyet, 2 beraberlik
ve 1 mağlubiyet aldı. İlerleyen
haftalarda toparlanan İzmir’in sarı
kırmızılı ekibi Spor Toto 2. Lig
Beyaz Grup’ta devreyi 37 puanla
Bandırmaspor’un önünde lider tamamladı. İlk devrede 11 galibiyet,
4 beraberlik ve 2 mağlubiyet alan
Göz-Göz bu performansıyla ilk
yarının İzmir takımları içinde en
başarılısı olmayı başardı.
lubiyeti ve 22. haftada İzmir’de
oynadığı Yeni Malatyaspor maçında kaybedilen 2 puandan sonra
homurdanmaya başlayan taraftarlar ardı ardına gelen galibiyetlerle
rahatlamış görünüyor.
D
Yarış kızıştı
evre arasında Yılmaz
Özlem’le yollarını
ayıran Göztepe,
kadrosunu Hakan
Hacıbektaşoğlu, Halil Zeybek,
Ramazan Kahya ile güçlendirdi..
Göztepe, ikinci devrede oynadığı
10 maçta 6 galibiyet, 3 beraberlik
ve 1 mağlubiyet alarak puanını
58’e çıkardı. 21. haftada alınan
İskenderun Demir Çelik mağ-
Sarı-kırmızılıların en yakın
rakibi olan Bandırmaspor, bir maç
eksiğine rağmen 54 puanla yakın
takibini sürdürüyor. Üçüncü
sırada bir maç eksiği bulunan
Bugsaşspor da 51 puanla ilk 2
sıradaki takımların puan kaybetmesi için pusuda bekliyor. İkinci
devrede puan farkını açıp ligin
son haftalarında korkulu rüya
görmek istemeyen Göztepe bunu
şu ana kadar başaramadı.
Kritik haftalar
27 maçta 58 puan toplayan Göztepe, son 8 haftada Bugsaşspor(D), Sarıyer,
Hacettepe(D), Körfez Spor,
Adıyaman(D), Çankırı Belediye,
Bandırmaspor(D) ile karşılaşacak.
Göztepe son haftalardaki
yükselen performansını 3-4 hafta
daha sürdürdüğü takdirde zirvedeki yerini sağlamlaştıracaktır.
Aksi durumda sarı kırmızılılar
son hafta gideceği Bandırmaspor deplasmanında ecel terleri
dökebilir.
12 "
2011 3 22
-%?=
+#"##
WN$"
(%
(
$$$B
&'(
(L
'
K/?K/"
C
V+
K)*C
"
Y
üzyıllardır İzmir ve
çevresinde tüketilen
boyoz aslında bir
Musevi yiyeceğidir.
Zaten artık kullanılmasa da
geçmişte boyozun adı “Yahudi Böreği” olarak da geçer.
Araştırmalar bu yiyeceğin
kökeninin Sefarad kültürüne dayandığını gösteriyor.
Sefarad kökenli Musevilerin
İspanya’dan gelirken yanlarında getirdikleri bir ürün
olan boyoz, doğal olarak
yalnızca Ege bölgesine has bir
ürün değildir. 1942 yılında
İspanya’dan kaçan Sefarad Yahudilerin, beraberinde getirip,
kültürümüze kazandırdıkları
lezzetli bir yiyecektir. Asıl adı
Yahudi Böreği olup; İspanya
kültürünün uzantıları olan,
Arjantin, Şili, Peru ve Meksika gibi, Seferad kültürünün
yaygın olduğu bölgelerde de
rastlanan bir hamur işidir.
İzmir’e ait olmayan bu yiyecek,
zamanla İzmir damak tadı
ile özdeşleştiğinden dolayı,
İzmir’e özgü bir lezzet olarak benimsenmiştir. Boyoz
kelimesi, İspanyolca “bollos”
(bohça), kelimesinden türetilip,
okunuşundan dolayı “boyos/
boyoz” dilimize de bu şekilde
yerleşmiştir. Seferad Yahudileri, Ege bölgesi başta olmak
üzere İstanbul ve Anadolu’nun
pek çok yerine dağıldıklarında
da boyozu Anadolu halkına
tanıttılar. Ancak sadece İzmir
ve çevresinde beğenilip, ticari
bir ürün haline geldi. Rivayete
göre İzmir’in en güzel boyozunu “ Boyozcu Avram Usta”
yaparmış. Kemeraltı’nda bulunan fırınında yaptığı boyozlar
çok büyük bir üne sahipmiş.
Şimdilerde ise pek çok fırın
onun ününe sahip çıkıyor.
Daha sonra elle tabak genişliğinde açılıp bir süre daha dinlendirilen hamur, daha sonra
yine elle sallanır ve tekrar açılır
ve rulo yapılıp 1-2 saat daha
dinlendirilir. Kulak memesi
kıvamında kopma noktasına
geldiğinde tavalara sıralanır ve
küçük toplar halinde kesilerek
yarım saat ile bir saat arasında
nebati yağ içinde bekletilir.
Çok yüksek ateşte tepsi ile
fırınlanmadan önce kat kat,
ipince açılmış olan milföy
yufkanın arasına içlik malzemesi (peynir, ıspanak vs.) de
konulabilirse de, hakiki boyoz
sade olur.
Sefarad
Boyoz tarifi
2 su bardağı un
1 su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı ılık su
1 tatlı kaşığı sirke
1 tatlı kaşığı şeker
1/2 tatlı kaşığı tuz
Hamur yoğrulup top şeklinde
2-3 saat tavada dinlendirilir.
“Sefarad” ifadesi, günümüz
Yahudi dünyasında Aşkenaz
kökeninin dışında kalan tüm
Yahudileri tanımlamak için
kullanılmaktadır. Brani dilinde “Sfarat”, İspanya anlamına
gelmektedir.
İspanya dışında Portekiz,
İtalya, Kuzey Afrika, İstanbul,
Anadolu, Ege Adaları ve Bizans
İmparatorluğu’ndan kalan
Musevilerin de hepsi bu adla
anılır. 1492’de İspanya’dan
atılan Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine
“Sefarad” adını koymuşlardır.
=&(%=
>$*K
=
''
CC
"
Eğer rakıyı kendiniz için içiyorsanız, rakıyla eşlik edilmemiş
bir balığın ağlayacağına inananlardansanız doğru yerdesiniz.
Mekanımız Seferihisar Teos
Marina’da. Denize sıfır, turistik
bir yer. İzmir’e yaklaşık 45 dakikalık mesafede.
İtalyanca da ‘sığınak’ anlamına
gelen “Riparo” Teos Marina’nın
en büyük balık restaurantı olarak
balık severlere eşsiz lezzetler
sunuyor. Izgara balık çeşitlerinin
yanı sıra tuzda balık, levrek buğlama, fırında ahtapot gibi farklı
lezzetleri de tadabilir ve daha
önce denemediğiniz birçok tadı
Riparo’da bulabilirsiniz. Balık
sevmeyenler içinde alternatif sunan Riparo’ da ızgara et çeşitleri
de bulunuyor.
Menüde bulunan ve sizin için
seçtiğimiz bazı spesiyaller; portakallı balık buğlama, kestirmeli
enignarlı levrek, arasıcak olarak;
patlıcanlı deniz mahsüllü sarma,
bonbon balık, karides cheezing
ve deniz mahsüllü İspanyol böreği. Tatlı olarak da her damak
tadına uyan italyan sufle ve
dondurmalı irmik helvası.
80’i aşkın çeşitle açık büfe kahvaltı her pazar Riparo Balık’ta.
Riparo’nun kendi fırınında kahvaltı süresince çıkan, taze ekmek
çeşitleri büfede sıcak sıcak yerini
alırken, hepsi o sabah yapılmış
olan tatlı ve tuzlu kurabiyeler de
açık büfede yer buluyor kendilerine.
Seferihisar bölgesinin zeytinyağının içinde kendini bulan çeşit
çeşit zeytinler, her çeşit peynir,
börekler, menemen, reçel çeşitleri, mevsimin taze ve en güzel
meyveleri açık büfede yerini buluyor. Üstelik kahvaltı boyunca
sınırsız portakal suyu hizmeti de
sunuluyor.
Tüm bunları ve daha fazlasını
denizin hemen kıyısında, güneşin batışını ve ardından gelen
renk cümbüşünü izlemek ve leziz
yemeklerden tatmak istiyorsanız, Riparo sizleri Teos Marina
içerisinde bekliyor.
>(
/("
Ünivers
!!
C+(
C!- 4
C
F#
=''
'
C!- 4
F#
=''
'
"#!=
>(
=''
'
0M
/&
V+
)*-"
)'
)"!
?#+(
Q+
R>
!
"M3
''
CG+
"#
C*
?
E
/&
')M
)"
#
Q+
R>
G?!
F
!!1+>!
Fotoğraf: Felat Atan
1
D655
"#F
GAA0)40+44S
9965!E,"E5
0)3R%PT)A
0EU6D<DVB<9,.,.C%W
EU6D<DVB,D<5,D
E3%
X3%&!
HHH3%&!
Ü
nivers’in bu sayısı yeni bir ekip tarafından hazırlandı: Biz,
İzmir Ekonomi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü
“Habercilik” opsiyonu öğrencileriyiz. Kendimize Haber Ekibi
diyoruz. Bu ekip gerçek bir haber merkezinde çalışıyor, RadyoEko’nun
haber bültenlerini, Haber Ekibi sitesini (çok yakında göreceksiniz)
ve şimdi de Ünivers gazetesini hazırlıyor. Bir süre sonra, televizyon
haberlerimizi de izleyeceksiniz.
Şehir-toplum, dış haberler, Türkiye, kültür sanat, üniversite ve spor
olmak üzere toplam altı servisten oluşan haber merkezimiz, hocalarımız
Tuğrul Eryılmaz, Hakan Tuncel ve Burak Doğu’nun danışmanlığında
çalışıyor.
Bu gazete, günler ve geceler (gerçekten) boyunca süren bir çalışmanın
ürünü; yine de ilk sayımızda hatalar görebilirsiniz. Ama biliyoruz ki, bu
ekip, aldığı eğitimdeki farklılığı, yaptığı farklı gazetecilikle gösterecek.

Benzer belgeler