mart - nisan 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği

Transkript

mart - nisan 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği
e-mail: [email protected]
web sitemiz: http://ankaraagindernegi.org
MART - NİSAN 2013
ağın
DÜȘÜN VE SANAT DERGİSİ
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır
Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256
Baskı Tarihi: 15/05/2013
***
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Adına
Sahibi
Ahmet ÇETİN
***
Genel Yayın Yönetmeni
Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR
***
Yazı İșleri Müdürü
Mustafa Kamil ATEȘ
***
Yazı Kurulu
Mevlüt ÖKSÜZOĞLU-Samettin AKBAȘ Alper BİLGİN - Ahmet DEMİRKOL-Mehmet UĞUR
İletișim: Ömer ÖZTÜRK
***
Yönetim Merkezi:
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği
Hoșdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A
Y.Ayrancı / ANKARA Tel: 0 312 426 75 90
Faks: 0 312 438 41 96
***
Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği,
PTT 101843 no.lu Çek Hesabı
T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb.
IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06
Hesap No: 39775168-5006
Yukarıayrancı- ANKARA
***
İzin alınarak alıntı yapılabilir.
Gönderilen yazılar yayımlansın,
yayımlanmasın
iade edilmez ve telif ücreti ödenmez.
Dergide yazının yayımlanması yazarın
görüșünün
paylașıldığı anlamına gelmez.
Yazılardaki fikirler yazarlarına aittir.
***
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın
***
Grafik-Tasarım
A. Fuat ATEȘCİ
Armonia Reklam Ajansı
0 312 221 06 38
***
Baskı
HAS-SOY Matbaacılık Bas. Tas. Tan. Ltd. Ști.
İvedik O.S.B. Matbaacılar Sanayi Sitesi 1515.
Sok. E Blok No: 26 Yenimahalle - ANKARA
Tel: 0 312 341 59 94 / 384 03 04
***
Ağın Düșün ve Sanat Dergisi muhabirleri
Ağın - Suat UYANIK • İstanbul - Ahmet SAMUR
İzmir - Akın ERGÜL • Malatya - Sait YALÇIN
***
Ön Kapak
Güncel Konular
***
Arka Kapak
Ağın’dan Manzaralar
İ Çİ N D EK İ L ER
Dünya Kadınlar Günü .......................................3
Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR
İçimizden Biri (Bülent UĞUR).............................5
Rüștü KÖPRÜLÜ
Yöremiz Sanatkarları (Mustafa ÖLMEZ).............8
Doç. Dr. İbrahim ÜNAL
Çevre Sağlığı.....................................................9
Mehmet SELÇUK
Nihat İSPİR ....................................................10
Necati KAHYAOĞLU
Mehmet ÖZ’ün ev sırları .................................11
Çiçekten Harman Olmaz ...............................12
Șerif AYDEMİR
Ağın’da Müzik ................................................13
İsmail Nazım BEYDEMİR
Kendimi Arıyorum ..........................................16
Mehmet ERGÖNÜL
Çocukluğumun Ağın’ı......................................17
Özgün ERDOĞAN
Ağın Leblebisi..................................................18
Așık Veysel......................................................19
Ömer YORULMAZ’dan Hatıralar....................20
Ömer YORULMAZ
Lastiklerinizin Ömrünü Uzatmak için................21
Fıkralar............................................................22
Mehmet ORHAN
Kadınlar Kolu’nun Gezisi.................................23
Özlüsözler.......................................................23
Yargıtay Lokal’indeki Yemeğimiz.....................24
Mutluluk...........................................................25
Hüseyin BAȘDOĞAN
Șiir..................................................................28
Ali SEYHUN
Kısa Kısa Haberler..........................................28
Evlenmeler, Doğumlar.....................................30
Doğumlar, Ölümler..........................................31
Dünya Kadınlar
Günü
Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR
Her sene 8 Mart’ta kutlanan Dünya Kadınlar
Günü, genelde “Hak verilmez alınır” diye kabul gören
özdeyişin somut uygulamalarından birisi olarak
kabul gören bir gündür. Günümüzün erkek egemen
toplumlarında işi daha da zor olan kadınlar bu günlere
kolay gelmemişlerdir…
Kayıtlara göre; 8 Mart 1857 de, ABD’nin New
York kentinde bir grup tekstil işçisi kadın, emeklerinin
karşılığını almak ve daha iyi koşullarda çalışmak
amacıyla greve gitmiş, fabrikanın sahibi ise onların
bu haklı isteklerine karşı direnerek greve giden işçi
kadınları fabrikaya kilitleyerek kanunsuz bir şekilde
direnişi kırmaya çalışmış, ancak fabrikanın kadınların
kilitli olduğu bu bölümde çıkan yangın sonucunda grev
yapan işçi kadınlar maalesef yanarak can vermişlerdir.
Bu olay, çalışan kadınları etkilemiş ve o günden
sonra dünyanın birçok ülkesinde kadınlar benzeri hak
arayışı uygulamalarını başlatmışlardır.
İlk olarak 1857 yılında New York’ta günde 12
saat çalışma ve düşük ücrete karşı yürüyüş yapan,1908
yılında ise New York’ta “Ekmek ve Gül” sloganıyla daha
iyi gelir, oy hakkı ve doğum izni isteyen ve bu amaçla
yürüyen 15.000 civarındaki kadın,1909 yılının 28 Şubat
gününde Avrupa’da ki kadınlar olarak ilk kadın gününü
kutlamış, 1910 yılında Clara Zetkin adındaki bir Alman
Sosyalist kadın ise, Dünya kadınlar günü önerisini kadın
Enternasyonal’ine götürerek önerinin kabul edilmesini
sağlamıştır...1911 Kopenhag kararından sonra 19
Mart’ta Almanya, İsviçre, Danimarka ve Avusturya’ da ilk
kez kutlanan kadınlar gününde yüz binlerce kadın çeşitli
aktiviteler yaparak oy verme, seçme, seçilme ve meslek
edinme haklarını istemişler,1917 yılının 8 Mart’ın da da
Rus kadınlar, yaşam koşullarının kötülüğünü protesto
ederek “ekmek ve barış” için grev yapmış,1977 yılında
ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kadın Hakları ve
Dünya Barış günü olarak 8 Mart’ı kabul etmiştir...
Dünyada, kadın haklarının kazanılması zorlu
ve adeta dikenli yollardan geçerken bizde bu ve
benzeri uygulamalar görülmemiş, özellikle, laik Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal
ATATÜRK, her platformda kadına hak ettiği önemi vermiş
ve bunu söylev ve uygulamalarıyla da göstermiştir.
”Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa
ve zafere götürmekte, Anadolu Kadınından daha fazla
çalıştım diyemez.”
”Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye
değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”
Mart
Nisan
: 2013
diyerek Türk kadınına bakışını ifade eden büyük
önderimiz ATATÜRK, kadın hakkındaki düşüncelerini
yürürlüğe konulan kanunlarda da göstermiştir.
Türk kadını, o tarihlerde pek çok uygar
Avrupa ülkesinde bulunmayan;1930 yılında belediye
seçimlerinde seçme,1933 yılında Köy Yasası ile muhtar
seçme ve köy kuruluna seçilme,5 Aralık 1934 tarihinde
Anayasa’da yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme
ve seçilme, haklarına kavuşmuştur. Oysa uygar ülkeler
arasında gösterilen Fransa ve İtalya 1946 da, İsviçre
1971’de ancak kadına seçme ve seçilme hakkını
verebilmişlerdir.
Dünya 8 mart kadınlar günü’nü kutlarken
maalesef ülkemizde şiddet gören ve öldürülen kadınlar
gündemde yer alıyor ve sayısı giderek daha da artmaya
devam ediyor…
Adana Kadın Danışma Merkezi Sığınmaevi
(AKDAM) Başkanı Münire Dağ, “2005-2011 Yılları
arasında toplam 4 bin 90 kadının erkekler tarafından
öldürüldüğünü, aynı sürede 3 bin 320 kadının tacize
uğradığını, tecavüz mağdurlarının yüzde 62’sinin 18
yaşından küçük olduğunu. Türkiye’de hâlâ her gün
5 kadının öldürüldüğünü” düzenlenen bir panelde
açıklıyor. Aynı panelde konuşmacı olarak yer alan
Ç.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neslihan Önenli Mungan ise;
Danimarka’da kadınların çalışma oranının yüzde 71,
bu oranın Türkiye’de yüzde 20’lerde olduğunu ifade
ettikten sonra. Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir çalışmada
kadının topluma katılım endeksinde Türkiye’nin 70
ülke arasında 66. durumunda olduğunu vurgulayarak,
“Kadınlarımız nüfuslarına orantısız bir şekilde toplumsal
ve ekonomik yaşama katılmıyor. Yani kadın kenarda
dursun, ev işlerinde, bağda, bahçede lazım olur deyip
ikinci iş gücü olarak adlandırılıyorlar. Nedeni erkek
egemen kültür, ataerkil düşünce kadınların eğitim ve
mesleki eğitimlerinin kısıtlı olması, kadının fizyolojik
farklılıkları, yasalardaki yetersizlikler ve yanlışlıklar.
Kadın her işi yapamaz diyorlar. Kadın sağlık sektöründe,
dokumada, hizmette, eğitimde çalışsın. Eğitimde de
özellikle okul öncesi veya ilkokul döneminde çalışılsın
deniliyor. Kadın kariyerinin önüne ket vuruluyor. Yani
“sen yöneten, karar alan olma… Sen yönetilen ve
kararlara uyan ol deniliyor.” şeklinde görüşlerini ifade
ediyor..
TÜİK 2012 verilerine göre ise, kadın nüfusu,
Türkiye nüfusunun yüzde 49,8’ini oluşturuyor. Türkiye
75 milyon 627 bin 384 olan nüfusunda kadınların sayısı
3
37 milyon 671 bin 216’ya karşılık geliyor.
• Kadın nüfusun yüzde 24,4’nü 0-14, yüzde 16,3’ünü
15-24, yüzde 31’ini 25-44, yüzde 19,8’ini 45-64,
yüzde 8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş grubundakiler
oluşturuyor.
• Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 sonuçlarına
göre, Türkiye’de 30,1 olan ortanca yaş, kadınlar için
30,6, erkekler için 29,5 seviyesinde yer alıyor.
• Kadın nüfusun doğuşta beklenen yaşam süresi erkek
nüfustan daha yüksek düzeyde bulunuyor.
• Doğuşta beklenen yaşam süresinin 2013 yılında
kadınlar için 79,2, erkekler için 74,7 yıl olması tahmin
ediliyor. Düzenli olarak artan doğuşta beklenen yaşam
süresinin 2023 yılında, kadınlar için 80,2, erkekler için
ise 75,8 çıkması öngörülüyor.
• Kadınlar daha küçük yaşta evleniyor
• İlk evliliğini 2011 yılında yapmış kadınların ortalama
ilk evlenme yaşı 23,3 iken, bu yaş erkeklerde 26,6’ya
çıkıyor.
• Boşanma verilerine bakıldığında 2011 yılında 120 bin
117 çiftin boşandığı görülüyor. Boşanma nedenlerine
bakıldığında, eşlerin sorumsuz ve ilgisiz davranması
yüzde 26,6’lık oranla ilk sırada geliyor. Bu nedeni
sırasıyla yüzde 23,4’le diğer nedenler, yüzde 20,8’le
şiddet ve yüzde 16,8’le aldatma izliyor.
• Evli çiftlerin ilk evlilikleri göz önüne alındığında,
çiftlerin yüzde 93,7’sinin hem resmi hem de dini
nikahla, yüzde 3’ünün ise sadece dini nikahla evlendiği
görülüyor. Akraba evliliği yapanların oranı yüzde 23,3,
görücü usulüyle, kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla
evlenenlerin oranı ise yüzde 9,4 seviyesinde bulunuyor.
• Eğitim seviyelerine göre okullaşma oranlarında kadın
ve erkekler arasında önemli bir fark gözlenmiyor.
• Okuryazarlık oranı kadınlarda yüzde 92,2 iken,
erkeklerde yüzde 98,3’ü buluyor. 2011-2012 öğretim
yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde
98,6, erkeklerde yüzde 98,8, ortaöğretimde okullaşma
oranı kadınlarda yüzde 66,1, erkeklerde yüzde 68,5,
yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda yüzde
35,4, erkeklerde yüzde 35,6 seviyesinde yer alıyor.
• Kadınlar tütün ve tütün mamulünü bırakmayı
erkeklerden daha fazla deniyor.
• Tütün ve tütün mamulü kullananlar içinde bunları
bırakmayı deneyen kadınların oranı yüzde 44,9’a
çıkarken, erkeklerde bu oran yüzde 41,8’de kalıyor.
• Memnuniyet oranı yüzde 70
• Araştırmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık üçte biri
ücretsiz aile işçisi durumunda bulunuyor.
• İşgücüne katılım oranı, 2012 yılında kadınlarda
yüzde 29,5 iken, erkeklerde bu oran yüzde 71’e
çıkıyor. İstihdam edilen kadın nüfus oranı yüzde 26,3’te
kalırken, erkek nüfus oranı ise yüzde 65’e çıkıyor.
• Ücretli veya yevmiyeli olarak çalışan kadınların oranı
yüzde 54,3 iken, kendi hesabına çalışan kadınların
oranı yüzde 10,8 seviyesinde bulunuyor. Ücretli veya
yevmiyeli olarak çalışan erkeklerin oranı yüzde 66,5,
kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise yüzde 22,3
ile kadınları geride bırakıyor.
• İşsizlik oranı, kadınlarda yüzde 10,8, erkeklerde ise
yüzde 8,5 seviyesinde yer alıyor. 15-24 yaş grubundaki
4
genç nüfusta işsizlik oranı ise kadınlar için yüzde 19,9’a,
erkeklerde ise yüzde 16,3’e yükseliyor.
• Çalışan kadınların yüzde 70,1’i, erkeklerin ise yüzde
71,2’si çalıştığı işten memnun olduğunu belirtiyor.
0-5 yaş grubunda çocukların yaşadığı hanelerde çocuk
bakımını yüzde 89,6 oranında anneler, yüzde 1,5’ini
babalar üstleniyor. Çocukların yüzde 2,4’ünün bakımı
kreşler tarafından sağlanıyor.
• Kadınlar siyasette geride
• Kadınlar siyasi alana erkeklere göre çok daha az
katılım sağlıyor.
• Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili
oranı 1935 yılında yüzde 4,5 iken, 2012 yılında bu oran
yüzde 14,4’e yükseldi. Kadın bakan sayısı ise 1.
İşte bugün memleketimizin içinde bulunduğu
durum bu…
Türk kadınının haklar açısından ileriye mi, geriye
mi gittiği kuşkusuz sizlerin takdirindedir, ama emek
sarf edilmeden elde edilen kazanımların da kıymetinin
yeterince bilinmediği de tecrübelerle sabit…
İşte biz bu duygu ve düşüncelerle yalnızca
Dünya Kadınlar Günü’ nü değil, geçmişte Mart ve Nisan
aylarında yer alan ve hepimizi derinden etkileyen, 3
Mart Hilafet’in kaldırılması(1924). 3 Mart Tevhid-i
Tedrisat Kanununun kabul edilmesi(1924). 3 Mart
Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması(1924). 3 Mart
Vakıflar Genel Müdürlüğünün kurulması (1924). 4 Mart
Ankara Radyosu’nun yayına başlaması (1934),8 Mart
Antep’e TBMM’ce “GAZİ” unvanının verilişi (1921).
12 Mart Mehmet Akif (Ersoy)’in şiirinin, TBMM’de
İstiklâl Marşı olarak kabul edilmesi (1921).16 Mart
İstanbul’un İtilaf Devletleri ordularınca işgali (1920). 16
Mart Öğretmen Okullarının kuruluşu (1948). 18 Mart
Çanakkale Zaferi(1915).21 Mart Aşık Veysel`in ölümü
(1973). 3 Nisan Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın açılışı
(1937). 4 Nisan Washington’da ABD, Kanada, Norveç,
Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İngiltere,
Fransa, Portekiz, İzlanda ve İtalya arasında imzalanan bir
anlaşmayla, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’ nun kurulması
(1949).8 Nisan Şer’iye Mahkemeleri’nin lağvedilmesi
(1924). 10 Nisan Emniyet Teşkilatı’nın kuruluşu
(1845).15 Nisan Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu
(1931) 20 Nisan 1924 Anayasası kabulü(1924).
23 Nisan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
açılışı (1920)’ nın yıldönümlerini de bu vesileyle
hatırlıyor, hatırlatıyor, kutluyor, emeği geçenleri saygı
ile anıyor,şehitlerimizin, gazilerimizin önünde saygı ile
eğiliyor hepinize saygılar sunuyorum.
Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim
Kurulu Üyesi, Dergimiz’in yazı işleri Müdürü ve Yazarı
M. Kamil - Gülay ATEŞ ve Raşit - Müjgan ÖZMEN’in
Torunu Fatma Hande - Miraç ÖZMEN’in oğlu Kutay
ÖZMEN TOBB Üniversitesi hastanesinde 16.04.2013
tarihinde dünya’ya geldi. Kutay ÖZMEN’e sağlıklı
uzun ömürler dileriz.
2013 :
Mart
Nisan
İçimizden biri...
Bülent UĞUR
TIRNAKLA KAZINAN YOLLAR
- Ağınlılığınız nereden geliyor?
- Annem ve babam Ağın’lı. Aslında ne Ağın’da doğdum,
ne de yaşadım. Ama çocukluğumdan beri yaz tatillerimde
hep Ağın’a gittim. Ağın’a gitmediğim yazları hep bir
eksiklik hissettim. Hangi şehirde yaşarsam yaşayayım,
nüfusumu hep Ağın’da tuttum. Nüfus cüzdanımda Ağın
yazması bana hep gurur verdi.
- Biraz ailenizden söz eder misiniz?
- Babam Mehmet Uğur’un anne tarafı da (Emine UğurÖZDEM “KAHYAGİL”), baba tarafı da (İzzet Uğur
“TATARGİL”) Apuşmalı (Balcılar), annem Sabiha Uğur’un
anne tarafı (Fatma Sucu-BİLGİN “HACIÖMERGİL”) Aliuşağı
Mahallesi’nden, baba tarafı (Osman Sucu “SAKAGİL”)
Kuzgeçe Mahallesi’nden. Annem babam hayatta, ama
maalesef ki anneanemi, babaannemi, büyükbabamı ve
dedemi kaybettim. Bir de, Neşe Uğur-Yaparel isimli bir
kız kardeşim var. O da evli (Serdar Yaparel) ve 1 çocuk
sahibi (Alp Yaparel). Hayatta olan bir amcam (Ethem
Uğur), bir halam (Ayşe Uğur-Çağlı) ve bir de teyzem var
(Jale Sucu-Aygül). 2 amcamı maalesef kaybettik (Ahmet
Uğur, Mustafa Uğur). Eşim Nuray Uğur’un baba tarafı
Samsun’lu, anne tarafı Balıkesir’li. 1991 doğumlu Yıldız
Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü son sınıf öğrencisi Selena Uğur isimli bir kızım var.
- İş hayatına kadar geçen yaşamınızdan bahseder
misiniz?
- Astsubay olan babamın görevi icabı bulunduğu
Malatya’da 1961 yılında doğmuşum. 1964 yılında
babamla birlikte, tayin olduğu ve emekli olana kadar
çalıştığı ve halen yaşadığı Ankara’ya taşınmışız. Tüm
eğitimimi Ankara’da tamamladım. Son olarak 1982 yılında
Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Basın ve Halkla
İlişkiler Bölümünü (4 yıllık) bitirdim. 1983-1984 yıllarında
askerliğimi ulaştırma sınıfında yedeksubay olarak yaptım
(öğrenciliği İzmir’de, kıtayı Ankara’da).
- Peki şimdi de iş hayatınızı öğrenelim lütfen.
- İş hayatımı 3 bölüme ayırabilirim. Birincisi devlet
Mart
Nisan
: 2013
Rüştü Köprülü
kuruluşlarına girmeden önceki arayışlarımdır. Ortaokul
yıllarımda bir ayakkabıcıda çırak olarak çalıştım.
Lise’de okurken Makine Teknik Resim Kursu’na gittim.
Üniversite’de okurken bu kurstan öğrendiklerimle bir
mühendislik şirketinde çalıştım. Ayrıca bir kitap pazarlama
şirketinde de çalıştım. Bu arada Daktilografi Kursu ile
Bilgisayar Programcılığı Kurslarını bitirdim. Daha sonra
da Barış Gazetesi ve Türk Haberler Ajansı’nda (THA)
mesleğe ilk adımlarımı attım. Okuyarak çalışmanın
zorlukları ve hazzını birlikte yaşıyordum. Bu devlette
çalıştığım ilk 2 yıla da yansıyacaktı. İş hayatımın ikinci
bölümünü ise Devlet Kuruluşlarındaki ilk dönemimdir.
İlk olarak 1981 yılında Devlet Opera ve Balesi ve Genel
Müdürlüğü’nde daktilograf olarak işe başladım (gittiğim
kursların yararını görüyordum). Bir yıl sonra da emekli
olana kadar çalışacağım Başbakanlığa bağlı Basın Yayın
ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (BYEGM) naklen
geçtim. Bu kurumun çeşitli birimlerinde çalıştım (BasınHalkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Anadolu Basını Şube
Müdürlüğü’nde, “Anadolu’ya Haberler”, “Anadolu Basını
Ne Diyor” bültenlerinin çıkartılması ve “Anadolu Basını
Bölge Toplantıları”nın organize edilmesi ile “Yerel Basın
Yarışmaları”nın düzenlenmesi, Basın-Halkla İlişkiler
Dairesi Başkanlığı, Basın Merkezi Şube Müdürlüğü’nde,
“Bugünkü Basın”, “Yarınki Basın” bültenlerinin çıkartılması
ve geçici basın merkezlerinin kurulması, Enformasyon
Dairesi Başkanlığı, Dışilişkiler Şube Müdürlüğü’nde,
yabancı basın mensuplarına mihmandarlık hizmeti
verilmesi ve uluslararası organizasyonlarda kurulan
basın merkezlerinde yerli ve yabancı basın mensuplarına
yardımcı olunması). Bu arada BYEGM’de çalışırken 6
aylığına İngiltere’ye giderek İngilizce öğrendim.
- İş hayatınızın 3. Bölümünü merakla bekliyorum.
- Aslında bu bölümü ayırmamın gerekçesi gençlere örnek
teşkil etmesidir. Çünkü yılların çabası, didinmesinin sonu
gelmiş ve artık yönetici olmuştum. Kurslar, gece-gündüz
demeksizin çalışmalar nihayet semeresini verecekti. 1996
yılında BYEGM’nün İstanbul İl Müdürü oldum. Torpille
veya siyasi yolla gelmemem neticesinde 9 yıl bu Makamda
kaldım (burada 5 Başbakan 7 Bakan ile çalıştım). Yani
merdivenleri tek tek tırmanarak ve adeta tırnaklarımla
kazıyarak geldiğim Makamdan üst Makamların teklifi
ve kendi rızamla 2005 yılında Azerbaycan’daki Bakü
Büyükelçiliğimize Basın Müşaviri olarak gittim. Hızlı gelip
hızlı gitmemiştim. Alnımın akı ile bürokratlık görevimi
tamamlamıştım. Mesleğimde siyaset yapmak yerine,
mesleki konulara ağırlık verdim, mesleğimde hizmet
verilen insanlara asla siyasi ayırım yapmadım, sadece
meslekten olmaları (gazeteci) ve bu mesleği kötüye
kullanmamaları idi benim kriterlerim. 2005 yılında gittiğim
Bakü’de Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakü Büyükelçiliği Basın
Müşaviri olarak 5 yıl diplomat olarak görev yaptım.
Buradan da görev süremin dolması üzerine 2010 yılında
Ankara’ya Genel Müdürlüğe geri dönüş yaptım. Devlette
30 yılımın dolmasını müteakip 2011 yılında emekli oldum.
5
Bu 30 yıl içerisinde, özellikle de yöneticilik yaptığım 15
yılda, medya konusunda üniversite ve akademilerde
dersler vermenin yanı sıra yine medya ve görev yaptığım
kurum ve konumlarla ilgili olarak çok sayıda konferans ve
seminerler verdim. Kurumsal fuarlara iştirak etmenin yanı
sıra, çok sayıda (100’ü aşan) organizasyonun başında
bulundum. Sıra gelmişti özel sektöre. 2012-2013 yıllarında
da Türk Müzik Birliği (TMB) isimli Televizyon Kanalı’nın
başına CEO olarak geçtim. Televizyon, Türkiye’nin ve
Türk Cumhuriyetlerinin popüler müziklerinin kliplerini
yayınlayan bir müzik kanalıydı.
- Meslekte en çok gururlandığınız anlar hangileriydi.
- Bu sorunuza cevap vermeden önce mesleğimizin en
büyük kuruluşu olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC)
üyesi olduğumu ve Sürekli Basın Kartı taşıdığımı da ifade
işlerimizi hallediyoruz. Biz sana torpil yapman için telefon
etmesek de, İl Müdürlüğümüze gelmeden işlerimizi halletsek
de, emeklerini, hizmetlerini, yeniliklerini unutmayacağız
dostum Bülent Uğur, lütfen sahneye buyurur musun”. Bu
nokta, da sahneye plaketimi almak için çıkarken, “demek
ki kendi satışını yapmaya çalışmadan, sessizce, düzgünce,
dürüstçe ve hakkaniyetle işini yapan da görülebiliyor ve
değerlendirilebiliyormuş” diye içimden geçiriyordum.
İkincisi de, Azerbaycan da, oranın tüm basın kuruluşları
ve basın mensuplarının üye olduğu en büyük basın meslek
örgütü olan Metbuat Şurası’ndan aldığım, sergilenebilir
nitelikteki bir mektuptur. Bu mektubu Bakü’deki
diplomatlık sürem bittiğinde, bana Şura olarak verdikleri
bir veda toplantısında sundular. Şura Başkanı Eflatun
Amaşov tarafından kaleme alınan mektubun Azerbaycan
Türkçesi’nden, Türkiye Türkçesi’ne çevrilmiş halinden bir
etmemde sanırım yarar var. Evet, mesleki alanda birçok
plaket ve ödül aldım. Ancak bunlardan 2’si bana çok
anlamlı gelmiştir. Birincisi TGC’nde aldığım bir plaket.
Bu plaket meslekte üstün hizmeti geçenlere verilir. Her
yıl 3-5 arası meslektaşımız alır. Yani tamamen içe dönük
bir faaliyet. Genelde de yaşı ilerlemiş meslektaşlarımız
alır. İl Müdürlüğümün sanırım 7. yılıydı. Beni bu sefer ki
organizasyona ısrarla davet ediyorlar. Aslında görevim
gereği birçok davet alırdım, ama bunlardan sadece
mesleki olanlara gitmek konusunda titizlik gösterirdim.
Bu çerçevede zaten gideceğimi ifade etsem de, bana
mutlaka gitmem gerektiğini söylediler. Lafı uzatmayayım,
gittim, salona girdiğimde bir pano ve üzerinde 5 büyük
fotoğraf dikkatimi çekti. Fotoğraflarda biri bana, 4’ü de
meslek büyüklerimize aitti (hatırladığım kadarıyla Halit
Kıvanç ve Necati Zincirkıran’ın fotoğrafları da vardı).
Sahnede o dönemin TGC Yönetim Kurulu üyesi ve
aynı zamanda Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD)
Başkanı dostum Onur Belge. Belge başladı konuşmaya,
“Gitmesek de gelmesek de, orda bir İl Müdürlüğü var
uzakta. O İl Müdürlüğü bizim İl Müdürlüğüdür. Evet
sevgili meslektaşlarım, hepimiz, mesleğimizin zorluklarını
ve kendimize ayıracak zamanımızın dahi olmadığını çok
iyi biliyoruz. Hatta basın kartlarımızı, onların takibini,
devletteki basınla ilgili işlerimizi yapacak kadar dahi zaman
fukarasıyız. Ama bir İl Müdürümüz var ki tüm işlerimizi
ayağına gitmeden faksla telefonla hallediyor, hatta
gitmemiz gerektiğinde de bir taraftan çayımızı içerken bir
taraftan işlerimizi hallediyor. O kadar gitmemeye başladık
ki, İl Müdürlüğümüzün yolunu unuttuk. Eskiden torpille
işlerimizi yaptırmaya çalışırken bugün telefonla faksla
bölümünde şunlar yazıyordu, “Aziz ve Değerli dostumuz
Bülent Bey! Sizden önce de Türkiye Cumhuriyeti Bakü
Büyükelçiliği’nde Basın Müşaviri olarak görev yapanlar,
profesyonelliği ve entelektüel özellikleriyle dikkati çektiler.
Fakat medya temsilcilerimiz ve kamuoyumuz, Bülent
Uğur nezdinde, bu tür ilişkilerin resmiyetten dostluğa,
kardeşliğe ve derin bir anlaşmaya geçiş misyonunun daha
büyük başarılara imza attığı eşsiz örneği ile karşılaştılar.
Bu, bir taraftan öğrenilmesi ve kabul edilmesi gereken,
yüzyıllara dayanan geleneğe sahip Türk diplomasisine has
özelliklerden kaynaklanırken, diğer taraftan Türkçülüğe
ve insani değerlere sadakatin bir göstergesi olarak dikkati
çekiyor. Hiç şüphesiz, Azerbaycan’da görev yaptığınız
süre zarfında medyamızın sorunlarının çözümüne yönelik
girişimlere özel desteğiniz ve her iki ülke gazetecilerinin
daha da yakınlaşması yönündeki hizmetleriniz daha
geniş yazıların konusudur. Tüm bunlardan dolayı size bir
kez daha Metbuat Şurası ve Azerbaycan gazetecilerinin
derin minnettarlığını ve iyi dileklerini sunuyoruz. Elveda
demiyoruz, değerli Dostumuz! Tekrar görüşmek üzere!”
- Çok etkileyici. Peki bu kadar işi yapan bir hemşerimiz
var da, bizim neden haberimiz yok?
- Neden yok ki. İşte haberiniz var ki benimle röportaj
yapıyorsunuz. Ayrıca biraz önce de bahsettim ya, reklamı
çok sevmem işimi yaparım.
- O zaman söyleyin bakalım, Ağın için bugüne kadar
ne yaptınız ve ne yapacaksınız?
- Güzel bir soru. “Aslında Ağın için ne yapsak
azdır” şeklinde bir kaçamak cümle ile bu sorunuzu
cevaplandırmaya başlayayım. Ağın için herkes kendine
6
2013 :
Mart
Nisan
göre bir şeyler yapabilir. Kimi parasıyla, kimi hizmetiyle,
kimi fikirleriyle, kimi imkanlarıyla, kimi tanıtımıyla.
Benimki de bu çerçeve içerisinde yer alıyor. İstanbul’daki
Ağın Derneği ile İstanbul İl Müdürlüğüm sırasında çok
yakın ilişkilerim oldu, birçok etkinliğinde yer aldım.
Hatta Bakü’ye tayinim çıktığında da sağolsunlar güzel
bir plaketle de ayrıca onurlandırdılar. İl Müdürlüğünün
içerisinde yer aldığı Sepetçiler Kasrı’nda, eski müstecire
ait kullanılabilir durumdaki 2 kamyon malzemeyi Ağın
Belediyesi’ne hibe ettik. Ama en önemli hizmetimin Ağın’ın
tanıtımı konusunda olduğunu düşünüyorum. Çevremdeki
tüm insanlar Ağın’a gitmeden Ağın’ı tanıdılar. Hatta öyle
bir boyuta ulaşmış ki, dostlarımdan biri nüfusumuzu
öğrendiğinde şoke oldu. Bizi 40-50 bin nüfuslu büyük bir
ilçe sanıyormuş. Şimdi yeni bir proje üzerinde çalışıyorum.
Ağın’ımızın bir belgeseli yok. Ağın ile ilgili bir belgesel
hazırlatmak istiyorum. TRT Avaz’da şu anda Karadeniz
şehirlerimizi tanıtıcı belgeseller hazırlayan yönetmen bir
dostum (Hüseyin Özden) ile konuştum, bu bahar ve yaz
aylarında Ağın’a giderek bu belgeseli yapmayı planlıyoruz.
Bu çerçevede Kaymakamımız Nedim Akmeşe ile de
görüştüm, o da Kaymakamlık olarak bize gerekli desteği
verecek. Bazı maddi durumu iyi hemşerilerimizden de
alacağımız minumum destek ile maksimum boyutta bir
“Ağın Belgeseli”ni inşallah bu yıl sonuna kadar çıkaracağız.
Böylelikle eksik bir yönümüz daha tamamlanmış olacak.
- Ağın ile ilgili bir anınız var mı?
- Çoook. Çocukluğumda büyükbabamın bakkal
dükkanının yanındaki benzin bidonlarının yanında ateş
yakıp, Ağın’ı havaya uçurma tehlikesi yarattığımdan
mı bahsedeyim, yoksa Kuzgeçe yolunda köprü altında
saklanıp, tüm mahallenin arayışını korku ile izlediğimden
mi, veya lise yıllarında gece zifiri karanlıkta yazılarda
bostan talanımız sırasında çıkan Panik’li komşudan sağ ve
yaralanmadan kurtulmamdan mı, hele caminin arkasındaki
Kahveci Ali’nin işlettiği kahve ile çınar altındaki kahve
muhabbetlerinin tadı. Ama en çok hoşuma gidenlerden
biri Osman Tepesi’nden Ağın’ın kuşbakışı fotoğrafını
çekmeye çalışırken, “imkanım olsa da helikopter kiralayıp
daha güzel fotoğraflar çeksem” diye içimden geçirdikten
sonra, aynı yıl bir görev icabı Ankara’dan Van’a uçakla
giderken ve de fotoğraf makinem yanımdayken uçağın
tam Ağın’ın üzerinden geçmesi ve havanın açık olması
sebebiyle çekebildiğim fotoğraflardır.
- Ağın’da yaşamadan, bu kadar Ağın sevgisi nereden
geliyor?
- Tabi ki başta babamdan, daha sonra Ağın’da yaşadıklarım
ve orada yaşayanlardan. Ama en önemlilerinden birisi
rahmetli Ahmet Amcamdan gördüklerimden.
- Babanız Ağın’da yaşamış, ondan dinledikleriniz
nelerdi?
- En önemlisi o dönemin yaşam zorlukları. Babam
Apuşma’da yaşarken, diz boyunu aşan karda Ağın’da
okula gittiğini anlatırdı. Bu arada babasının, onun okuluna
değil de, bağdaki, bahçedeki, tarladaki işi bitirmesine
öncelik verdiğini anlatırdı. Bu zor şartlarda güçlükle
ortaokulu bitirip, Astsubay Okulu’nu kazanıp, hem kendi
hayatını kurtarmış, hem de ailesine destek olmuş. Aslında
babamın yaşam şartlarını düşündüğümde kendimi çok
şanslı hissediyorum. Ankara’da Balgat’da annem, babam,
dedem, anneannem, teyzem, kardeşimle birlikte çok mutlu
bir çocukluk geçirdim. Teyzemden kalma bir oyuncak
Mart
Nisan
: 2013
tren (daha sonra da benden kardeşime kaldı) ve bir
kamyonla çocukluğum geçti. Mahallede hangi sahada top
oynayalımın tartışmasını yapardık. Okul yarım gündü, kalan
zamanda oyunumuzu da oynardık, dersimizi de çalışırdık,
bilgisayarımız televizyonumuz yoktu, ama komşuluklar
vardı. Kendi kızımın çocukluğunu düşünüyorum da,
dışarıda oynayacak bir metre kare toprak bulamadı,
arkadaşlık yaşayamadı, şimdi de bilgisayar, internet…
Objektif olmaya çalışıyorum da, sanırım bu 3 jenerasyon
arasında babamın ve kızımın jenerasyonundan daha şanslı
bir jenerasyonuz.
- Gezmeyi çok sevdiğinizi biliyorum. Bundan da biraz
bahseder misiniz?
- Tabi ki. “Çok yaşayan mı, çok gezen mi daha çok şey
bilir?” düsturundan yola çıktım. Önce kendi ülkemi çok
iyi tanıdım, boydan boya tüm sahillerimizi (Karadeniz,
Marmara, Ege ve Akdeniz) gezdim, 81 ilimizi tamamladım,
ama özellikle bir boşluk bıraktım, Gökçeada. Neden
diye sormayın, nedenini bende bilmiyorum. Daha sonra
yurtdışına açıldım. 70 ülke ve 200’ü aşkın şehri gezdim.
Burada özellikle belirtmek isterim ki, İngiltere’de bursiyer
olarak bulunduğum süre hiçbirinde devlet imkanını
kullanmadım, hepsine de kendi imkanlarımla gittim.
Yani diplomatlık görevimi sadece Azerbaycan’da yerine
getirdim. Herkese de imkanları çerçevesinde gezmeyi
tavsiye ederim. Benim bu kadar çok yeri gezebilmemdeki
en büyük etken, bir gittiğim yere bir daha gitmememdir.
- Bir gittiğiniz yere daha gitmediğinizi söylüyorsunuz
da imkan olsa gitmek isteyeceğiniz yer içlerinde hiç
yok mu?
- Var tabi ki. Ancak ülke sayısını da Allah nasip, kısmet
ederse öncelikle 81’e çıkarmayı hedefliyorum. Sonra
kendimi yeni coğrafyaların keşfi için fazla zorlamayacağım,
çünkü önemli ve temel ülkeleri görmüş olacağım. O zaman
sizin dediğinize sıra gelecek. Yani beğendiğim ve yeniden
gideceklerime. Bunların başında bana göre yeryüzündeki
cennet diye nitelendirdiğim Koh Tao (Taylan’da bir ada) ve
Rio de Jenerio (Brezilya) geliyor.
- “Rio” dediniz de aklıma geldi. Karnavala katıldınız
mı?
- Evet şansımıza denk geldi. Herhalde dünyanın en büyük
şenliği. Anlatılmaz, yaşanır diyeceğim sadece.
- Bu gezilerinizi yazmayı düşünüyor musunuz?
- Aslında çok haklısınız, sadece bunu değil, bürokratlık ve
diplomatlık yaşantımdaki olayları da yazmak istiyorum.
Özellikle, Azerbaycan uzmanı oldum sayılır. Azerbaycan
hakkında da bir kitap neden olmasın. Ama bunların
hepsini yapabilmek için tabi ki zamana ihtiyacım var.
Bana 24 saat yetmiyor. Rahmetli Sabancı demiş ya
“Zaman fukarasıyım”, ben de öyle… Belki de tamamen iş
hayatından çekildiğimde bunları kaleme alabilirim. İşlerin
azalması da başlamam için neden olabilir gibi geliyor bana.
- Güzel bir sohbet oldu, teşekkür ediyorum. Son
olarak söyleyeceğiniz bir şeyler var mı?
- Tüm Ağınlı hemşerilerimize sağlık ve mutluluklar
diliyorum. Ayrıca binbir güçlükle Ağın Dergisini
çıkaran değerli hemşerilerimizi hem kutluyor, hem de
çalışmalarında başarılar diliyorum.
Rüştü KÖPRÜLÜ
Samançayı(Küzne)köyünden
Avukat
İstanbul
7
Yöreye Damgasını
Vurmuş Sanatkarlar:
Mustafa ÖLMEZ
Değerli okurlar, bu sayıda yöreye hizmet etmiş
sanatkârlardan Mustafa ÖLMEZ’i tanıtmaya çalışacağım.
Mustafa ÖLMEZ, 1944 yılında Arapgir’in Koru (Tepte)
Köyünde doğdu. Ünlü yöre sanatçısı Gani ÖLMEZ’in
(Nam-ı diğer Gani DAYI) oğludur. İlkokulu bu köyde
okudu. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimine devam
edememiş, askerlik çağı geldiğinde ÇanakkaleGelibolu’da askerlik görevini yapmıştır. Askerdeyken
bando bölüğüne girmiş ve klarinet çalmaya burada
başlamıştır. Klarinete hevesi aileden gelmekteydi. O
yıllarda babası ve amcası oğlu Burhan ÖLMEZ klarinet
çalmaktaydı. Askerlik görevi bittikten sonra köyüne
dönmüş ve 1966 yılından itibaren ailedeki diğer
müzisyenlerle (Babası Gani ÖLMEZ, amcası oğlu Burhan
ÖLMEZ, amcası oğlu Mehmet ÖLMEZ) yöre düğünlerine
Doç. Dr. İbrahim ÜNAL
devam ettirdikten sonra yöreye tekrar dönmüş, yılın
ortalama 8 ayını köyünde diğer zamanlarını İstanbul’da
geçirmektedir. Keklik beslemektedir. Edip ve Ecevit
isminde iki çocuk babasıdır.
1970’li yıllarda köyünde kekliği ile beraberken.
1970’li yıllarda bir düğünden: Burhan ÖLMEZ, Mustafa
ÖLMEZ, Mehmet ÖLMEZ ve Davulda Hüseyin İŞCAN
gitmeye başlamıştır. Düğünlerde çalınan müziğin kalitesi
solo klarnetçinin yeteneği ile ölçülür. Bu bakımdan
yöre düğünlerinde aranılan isimlerden biri olmuş, yöre
havalarını iyi icra etmeye başlamıştır. Bu yıllarda Burhan
ÖLMEZ’den Türk Müziği makam bilgilerini ve icrasını
da öğrenerek sanatında çok iyi duruma gelerek ailesinin
diğer müzisyenleri gibi yörede marka olmuştur. Yaklaşık
13 yıl bu şekilde devam ettikten sonra, 1979 yılında
İstanbul’da ikamet etmeye başlamıştır. İstanbul’da
bulunduğu yıllarda sanatını yöresel düğünlerde icra
etmenin yanında restoranlarda, fasıl heyetlerinde ve
gazinolarda da sahne almış, Yaşar ÖZEL, Müzeyyen
SENAR ve daha birçok tanınmış sanatçıların arkasında
sazını icra etmiştir. Yaklaşık 30 yıl hayatını bu şekilde
8
Sanatsal Özellikleri
Duyduğunu icra eden çok iyi müzik kulağına sahiptir.
Yöre tavrını ve yöre havalarını eksiksiz icra etmektedir.
Eskiden icra edilmiş fakat bugün unutulmuş birçok
eseri Mustafa ÖLMEZ’den derlemekteyiz. Gazinolardaki
icra yılları, çok iyi bir repertuara sahip olmasına sebep
olmuştur. Sazına hakim, detone üflemeyen perde
baskıları çok iyi olan yörenin ender sanatçılarından
biridir. Çok sağlam güçlü bir tekniği vardır. Klarinetten
kulağı okşayan çok güzel sesler çıkarır. Her zaman
sazına daha iyi hâkim olmak ve sazını daha iyi icra etmek
istemiş ve bu yolda çaba sarf etmiştir. Makam bilen, her
makamda ve her sesten (transpoze) icra yapabilme
özelliğine sahiptir. Taksim ve klasik oyun havalarındaki
ustalığı tartışılmaz ve bu özeliğinden dolayı yöredeki
ender sanatçılarımızdan biridir.
Yukarıda saydığım birçok sanatsal özelliklerinden dolayı
büyük sanatçılarla birçok sahne almıştır.
Kişiliği ve Yöreye Katkıları
Yörenin farklı bir özelliği olan “sanatçıya
gösterilen saygı” konusunda ailesinin diğer üyeleri gibi
Mustafa ÖLMEZ’inde büyük katkıları olmuştur. Sanatını
icra ederken yöre insanına karşı gösterdiği son derece
hümanist tavrı ile yörede sanata ve sanatçıya gösterilen
ilgi ve saygıya katkı sağlamıştır.
Kendi söylemiyle “biz bu yöreden çok ekmek
2013 :
Mart
Nisan
müziğinin ve yöre tavrının
kalıcılığı açısından büyük
öneme sahiptir.
Kedisine Allahtan uzun
ömürler
diliyor,
tüm
sanatsal
katkılarından
dolayı
şükranlarımı
sunuyorum.
yedik” sözünün gereğini yerine getirmiş, toplumun
sevgi ve saygısını kazanmıştır. Bu gün herkes onu ya
şahsen ya da gıyabında iyi bir insan ve iyi bir icracı
olarak tanımaktadır.
Yöre insanının düğün ve eğlencelerinde kaliteli
müzik dinlemelerini sağlamıştır. Zaman zaman maddi
imkânları olmayan insanların düğünlerini karşılık
beklemeden yapmışlardır.
Bugün bile kendilerinden sonra yöre tavrının yaşaması
ve iyi icracıların olabilmesi için bildiklerini aktarma ve
adam yetiştirme peşindedir. Yaptığı ses kasetleri yöre
ÇEVRENİN SAĞLIĞI
ÖNEMLİDİR
Yazıma başlamadan önce Ağın Düşün ve Sanat
Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Dr. Ahmet Nihat
DÜNDAR’a sevgi ve saygılarımı sunarım. Kendisiyle uzun
yıllardır görüşememekteydik. Geçen hafta rahatsızlığım
nedeniyle geçmiş olsun telefonu beni çok mutlu etmiştir.
Kendisine çok teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.
Kardeşime hayat boyu sağlık mutluluk dilerim.
Çevre Sağlığı “İnsanların fizik,ruh ve sosyal
durumları üzerine etki yapan zararlı çevre faktörlerinin
ortadan kaldırılmasına” denir.
Yıllar akıp gidiyor. Zaman hızla tükeniyor.
Üzerinde yaşadığımız dünyayı, çevreyi akıl almaz bir
duyarsızlıkla yok ediyoruz. Dünyanın ekolojik dengesi
bozuldu. Bozulan ekolojik dengenin canlılar üzerindeki
olumsuz etkileri gün geçtikçe ağırlığını arttırmakta ve
doğal kaynaklar hızla tükenmektedir. Hızlı sanayileşme.
acımasız kapitalizm, rant ekonomisi ileri demokratik
ülkelerde ve ülkemizde çevre bilincini yok etmiştir.
Denizler, göller, yeraltı suları, akarsular
kirlenmiştir. Yurdumuz ormanlarının büyük bölümü
yakıldı veya yandı. Bitki örtümüz fakirleşti.Toprak
erezyonunun boyutları korkunç bir hal aldı.Bu
olumsuzlukların ardı arkası kesilmemekte, olumsuzluklar
devam etmektedir.
Her yıl 5 Haziran’da Dünya Çevre Günü
kutlanmakta bu göstermelik kutlamalar yürüyüşler,
Mart
Nisan
: 2013
Sanatçının son yıllardaki görüntüsü.
Beyelması(Hozakpur) Köyünden Malatya
İnönü Üniversitesi öğretim üyesi,Dergimiz abonesi
ve yazarı Sayın Yrd.Doç.Dr.İbrahim ÜNAL,Y.Ö.K
Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı’nın yaptığı
sınavda başarılı olarak Doçent ünvanını almıştır.
Hemşerimizi kutlar,profösürlük haberini
dergimizden duyurmak dileği ile başarılar dileriz.
Yaşar ÖZEL ile aldığı bir sahne.
Mehmet SELÇUK
popülist söylemlerin ardı arkası kesilmemektedir.
Bu popülist söylemlerin ardı arkası kesilmemekte
toplum, toplum yetkililerce uyutulmaktadır. Doğal
çevre, doğal hayatı korumak bir insanlık borcu olduğu
her toplumda,okullarda,işyerlerinde anlatılmalıdır Daha
doğrusu çevre bilinci yerleştirilmelidir.Çevre ile ilgili
gerçekçi olmayan popülist politikalardan vazgeçilmeli,bu
güzel yurdumuzun güzel insanlarına ve geleceğine güzel
yaşanılır bir çevre bırakılmalı ki üstünde yaşadığımız
yurt parçası yaşanılır hale gelsin, sağlıklı nesiller yetişsin.
Bu kısa yazıma son verirken butun çevre
dostlarına sevgi ve saygılarımı sunarım.
İSTANBUL 12.01.2013
Mehmet SELÇUK
Akpınar(Andiri Köyü) Mahallesinden
İstanbul Şişli Belediyesi
Ruhsatlar Şubesi Emekli Müdürü
9
Nihat İSPİR’ de
ölürmüş...
Necati KAHYAOĞLU
buluşurduk. Son buluşmamız senin mekânda olmuştu.
Akşam mütevazı bir çilingir sofrası hazırladın. Yemek
sırasında hem şakalaşıp gülüşüyor, hem de eski anılarımızı
tazeliyorduk.
Son zamanlarda Türk Sanat Müziğine
tutkunluğunun olduğunu bilmiyordum, önce yavaş yavaş
mırıldanmaya, sonra söylemeye başlamıştın.
(1935 - 2012)
Çeşitli dergilerle haşır neşir olmama rağmen
benim için en önemli ve kıymetli olan AĞIN DERGlSİ’dir.
Nedenine gelince; genelde konu yazarlarının
Ağın’lı ve tanıdık şahıslar olması, gerek Ağın’ın geçmişini
anlatması, gerekse uzaklarda olmamıza rağmen Ağın’daki
olayları bir mektup sadeliği ile bizlere ulaştırması beni
kendisi ile içselleştiriyor.
Onun için uzun yıllardan beri derginin yaşaması
için özveri ile emek verenlerin hepsine saygı ve şükranlarımı
sunarım.
Her sayının gelişinde öncelikle son sayfadaki
ölüm haberlerine göz atıyorum. Acaba tanıdıklardan ölen
var mı diye. Gerçi hiçbir ölüm acısız olmaz ama, tanıdıkların
ölümü daha çok acı veriyor insana.
Son gelen sayıda okuduğum ölüm haberi bana
acıların da acısını çektirdi. Çünkü yakınlıktan da öte
bir kardeş gibi birbirimize bağlılığımız olan Nihat İspir’i
kaybetmiştik.
İnanmak istemezcesine satırları tekrar tekrar
okudumsa da, ne çare ki inanmamak boş bir hayalden
başka birşey değilmiş.
O an başımı ellerimin arasına alarak “Neylersin
ölüm herkesin başında” demekten başka diyecek bir söz
kalmadı.
Nihat, seninle olan arkadaşlığımız ilkokul
sıralarında okuduğumuz yıllarda mayalanmıştı.
Üstelik yedek subay okulunu beraber okuduk.
Kıt’a hizmeti olan askerliğimizi de Erzurum’da birlikte
yaptık. O günlere ait ortak anılarımız kalbimin bir köşesinde
hâla saklı duruyor.
Ayrıca aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
birbirimizle olan irtibatı kesmedik.
Hayatı pek ciddiye almazdın, maddiyata
önem vermezdin. Gönül kırdığına hiç şahit olmadım.
Arkadaşlığına, esprili konuşmalarına her an için tebessümlü
yüzüne bakmaya doyum olmazdı.
“Meslek ne olursa olsun birinci derecede olan
insanlıktır” derdin. Bu cümle benim için büyük bir anlam
ifade etmiştir.
Zaman zaman Ankara’ya geldiğimde ya
rahmetli Vakıfın muayenehanesinde, ya da senin mekânda
10
Gönül yarasından acı duyanlar,
Feleğin kahrına boyun eğermiş.
Sonra:
Yüreğim yaralı gözümde yaşlar,
Yıldızlar doğarken acılar başlar.
Devam ederdin. Her nedense söylediklerin de
hep hüzünlü şarkılardı.
Ayrıca hayran olduğum taraf, şarkıların hem
bestekârını, hem de güfte yazarını ve makamını da
söyleyişindi.
Bu arada ikimiz de efkârlanmıştık. Daha sonra
V.Mahir Kocatürk’ten iki dörtlük okudun.
Yaylanın gölünde uçan ördekler,
Ördek olup orda uçmak isterim.
Gün bitip de avcı dağdan inince,
Vurulup o göle düşmek isterim.
O dem gönlüm düşer bir garip yasa,
O zaman kendimden geçmek isterim.
Akşamla birlikte elimde olsa,
Başka dünyalara geçmek isterim.
Diye bitirdiğin mısralar sonunda hüzünlenmiştin.
Gözlerinden iki damla yaş geldiğini farkettim. Ben de aynı
durumdaydım. Sana göstermemek için yüzümü dönerek
yaşları sildim.
Sanki söylediğin şiir ve şarkılarda kendi yazgını
anlatır gibiymişsin.
En sonunda “Mevla görelim neyler, neylerse
güzel eyler” cümlesiyle sohbetimizi bitirdik. Vakit gece
yarısını çoktan geçmişti.
Başka bir zaman buluşmak için telefonlaşıp gene
görüşecektik. Fakat kısmet olmadı. Belki de gecenin bir
karanlığında habersizce sonsuzluğa uçup gittin.
Sevdiklerim: Ahmet Kabasakal, Mehmet Alp,
Nihat Asyalı, Kemal Niksar, Vakıf özkul ve daha niceleri aynı
yolun yolcusu oldular. Sen ise bu kervana katılan zincirin
son halkası oldun.
Her halinle bu dünyada hoş bir seda bıraktın.
Kabrinde rahat uyu. Unutulmayacaksın ve ebediyen
sevenlerinin gönlünde yaşayacaksın.
2013 :
Mart
Nisan
Mehmet Öz’ün ev sırları
Mutfağımı, ecza dolabımı ve hatta yatak
odamı ziyaret ederek her gün ben ve ailemin sağlığımızı
korumak ve daha uzun yaşamak için uyguladığımız
küçük sırları ve sürprizleri öğreneceksiniz. Siz de
evinizde aynı şeyleri yapmak için okumaya devam edin.
MUTFAĞIM:
Mutfak bana göre, evimin kalbi ve ruhudur. İşte
sağlığınızı korumak için öğrenmeniz gereken mutfak
sırları...
Mutfak sırrı 1: Kuru vişne
Mutfak dolabımda bulacağınız ilk şey kurutulmuş
vişnedir. Hem de fazlasıyla! Kiraz da sağlık için oldukça
yararlıdır ancak vişne anti inflamatuar özellikleri
sayesinde kas ağrısını azalttığı ve kalp hastalığıyla
savaştığı kanıtlanan antioksidan bakımından oldukça
zengindir. Beynin salgıladığı, uyku döngümüzü
düzenleyen bir hormon olan melatonin içerdiğinden
geceleri daha rahat uyumanıza bile yardımcı olabilir.
Her gün, özellikle akşam yemeğinden sonra, düşük
kalorili bir atıştırmalık olarak bir avuç kuru vişne tüketin.
Mutfak sırrı 2: Soğan
Kırmızı soğan, koroner arter hastalığının inflamatuar
etkilerini azaltan antioksidanlar olan polifenoller
bakımından zengin olduğundan kalp hastalığı riskinizi
azaltabilir. Gerçek şu ki, soğandaki toplam polifenol
içeriği domates, havuç ve kırmızı dolmalık biberdekinden
daha fazladır. Soğanın faydalarını çoğaltmak için serin
ve kuru ortamda saklayın. Soyarken de sadece ince,
‘kağıdımsı’ dış yüzeyini soymaya dikkat edin. Geriye
kalan dış katmanlar öğünlerinize mutlaka dahil etmek
isteyeceğiniz kalp dostu flavanoid zenginidir.
Mutfak sırrı 3: Bulgur
Pirinç veya kuskusa benzer tadı ama onlardan daha
yüksek besin değerine sahip olan bulgurdan harika
yemekler yapabilirsiniz. Sadece 180 gram bulgur,
ihtiyacınız olan günlük lif ihtiyacınızın yüzde 33’üne ve
6 gram proteine sahiptir. Doymuş yağ, kolesterol ve
sodyum oranı düşüktür ve kemik sağlığı için gereken
bir mineral olan manganez bakımından zengindir.
Ayrıca, pirinç ve patates gibi glisemik indeksi yüksek
besinlere oranla, kan şekeri ve insülin seviyesinde büyük
iniş çıkışlara yol açmayan, glisemik indeksi düşük bir
besindir. Yararlarını görmek istiyorsanız, bulguru
yemeklerin yanında haftada iki veya üç kere tüketin.
Mutfak sırrı 4: Bira mayası
Margarini bir kenara bırakıp, aynı Öz Ailesi gibi patlamış
mısırınızın üzerine bira mayası (bazen besleyici maya
da denir) serpmeyi deneyin. Ekmeğinizi kabartmak
için kullandığınız diğer maya çeşitlerini iyi biliyor
olabilirsiniz ama bira mayasının (evet birayı mayalamak
için de kullanılan maya) besinsel değerinin çok yüksek
olduğunu biliyor muydunuz? Besleyici mayanın, iyi
kolesterol (HDL) seviyesini yükseltirken, kötü kolesterol
Mart
Nisan
: 2013
seviyesini (LDL) düşürdüğü, kalp hastalığını önlediği,
kan şekerini kontrol altına almaya yardımcı olduğu,
karaciğer kanserine karşı koruduğu ve hatta akneleri
azaltmaya yardımcı olduğu kanıtlanmıştır. Doğal gıda
ürünleri satan marketlerin çoğunda bulabilirsiniz.
Mutfak sırrı 5: Kestane
Mutfak dolabım bütün doğal kuruyemişlerle dolu
olsa da, en önemlilerinden ve yeterince yemiyor
olabileceklerinizden biri kestanedir. Yalnızca 1 gram yağ
ve 28 gramında 70’den biraz daha düşük kalori içeren
kestane, düşük yağ oranına sahip tek kuruyemiştir.
Ayrıca kestane C vitamini içeren tek kuruyemiştir.
Yalnızca 85 gram kestane, bu önemli antioksidan
besin maddesi için günlük önerilen miktarın yaklaşık
olarak yüzde 45’ini karşılar. Kestane aynı zamanda
kandaki kolesterol seviyesini düşürmeye yardımcı diyet
lif bakımından zengindir. Kestane mevsimi geldiğinde,
fırında kavurabilirsiniz. Eğer pişirmeye vaktiniz yoksa
hazır, paketlenmiş halde satın alıp her mevsimde
tüketebilirsiniz. Faydalarını maksimum düzeye çıkarmak
için günde yaklaşık 85 gram kestane tüketmelisiniz.
ECZA DOLABIM :
Ecza dolabımda demirbaş ilaçlardan sadece aspirin
ve ibuprofen bulabilirsiniz (çünkü ilaçlar serin ve
kuru yerlerde muhafaza edilmelidir ve banyodaki ecza
dolabınız genelde bu koşulları sağlamaz).
Ecza dolabı Sırrı 1: Aftlar
Acı ve büyük rahatsızlık veren ağız yaraları için önerilen
birçok tedavi yöntemi vardır ama benim ve eşimin sırrı
mürsafi. 5 damla mürsafi yağını biraz suyla karıştırın
ve her tür aftı önlemek için ağzınızı günde iki kere
çalkalayın. Mürsafi, Çinliler’e ait geleneksel bir bitkisel
ilaçtır ve anlık rahatlama sağlayan anti inflamatuar ve
anestezik özelliklere sahiptir.
Ecza dolabı sırrı 2: Kulak ağrıları
Bir dahaki sefer kulağınız ağrıdığında, bir parça
pamuğa zeytinyağı ve sarımsak sürün. Sarımsak,
enfeksiyonla savaşan anti inflamatuar ve antimikrobik
özelliklere sahiptir. İki diş sarımsağı ezin ve yarım bardak
zeytinyağının içine ekleyin. Yağı bir tavada birazcık ısıtın
ve karışımı 1 saatliğine dinlenmeye bırakın. Bir parça
pamuğa 2-4 damla zeytinyağı karışımını dökün ve
pamuğu ağrıyan kulağa koyun. Etkili bir çözüm için 10
dakika kulağınız tavan doğrultusunda uzanın.
Ecza dolabı sırrı 3: Aloe vera jel
Aloe vera jeli kesikler, yara ve yanıklar için kullanıyor
olabilirsiniz ama aloe veranın aynı zamanda kötü nefes
kokusu için de harika bir çözüm olduğunu biliyor
muydunuz? Aloe vera, nefes kokusunun yaygın bir
nedeni olan mide yanmasını rahatlatan B-Sitoserol isimli
anti inflamatuar maddeyi içerir. Yarım bardak suyun
içine 1/4 bardak saf aloe vera jeli karıştırın ve için!
Yalnızca nefes kokusunun semptomlarını tedavi eden
11
nanenin aksine aloe vera tedavisi kötü nefes kokusunun
nedeni olan mide asidini önler.
Ecza dolabı sırrı 4: Ayak tırnağı mantarı
Vicks VapoRub gibi mentollü kremler genellikle öksürük
için kullanılır ama bunun aynı zamanda tırnak mantarıyla
savaşmanın harika bir yolu olduğunu keşfettim. Kremin
içeriğinde, mantar önleyici özellikleri bulunan mentol,
kafur ve okaliptüs bulunuyor. Kremi sorunlu bölgeye
günde iki kere, bir defa sabah çorabınızı giymeden
önce, bir defa da gece sürün. Sürdükten sonra temiz
bir çift çorap giymeye veya çıplak ayak durmaya dikkat
edin.
YATAK ODAM:
Yatak odası, yoğun bir günün ardından stres atmak için
mükemmel bir yerdir. Gerçek şu ki, stres vücudunuzu
yaşlandıran en büyük faktördür bu yüzden etkilerini
azaltmak herkesin önceliği olmalıdır. İşte, rahatlamak
ve stresin zararlı etkileriyle başa çıkmaya yardımcı olan
kaliteli uyku uyuyabilmek için yaptığım şeyler...
Yatak odası sırrı 1: Rahatlatan çorap
Aromaterapi, stresle savaşmak için harika bir yöntem
olabilir. Ben de kendi ‘rahatlatan çorap’ yöntemimi
kullanarak koku terapisinin yararlarını çoğaltıyorum. Siz
de aynısını temiz bir çorap alıp içini anksiyete seviyesini
düşürdüğü kanıtlanmış kuru lavanta, tarçın ve biberiye
ile doldurarak yapabilirsiniz. Bir domates büyüklüğüne
ulaşıncaya kadar doldurun ve bağlayın. Sonra gerilimi
azaltmak için tekrar tekrar sıkın ve stresi bastıran
kokulardan bir esintiye hazır olun. Ayrıca işiniz bitince
çorabı çorap çekmecenize koyup tasarruf yapabilir ve
kıyafetlerinizin güzel kokmasını sağlayabilirsiniz.
Yatak odası sırrı 2: İyi geceler
Uykunun faydalarını maksimuma çıkarmaya yardımcı
olabilecek ürün yeni yüksek performanslı pijama
‘goodnighties’den başkası değil. Vücudumuzun ürettiği
stresi etkisiz hale getirmek için özel olarak tasarlanmış
bu pijamalar akıllı kumaşla üretiliyor. Bu pijamalar
kan akışını negatif iyonlarla yoğrulmuş kaslara doğru
harekete geçirerek vücudumuzun ürettiği stresi
azaltıyor. Kumaş nemi süzerek gece boyu rahat bir uyku
uyumak üzere sakinleştiriyor.
Yatak odası sırrı 3: Okyanus sesi
Yoğun iş yüzünden tatil yapmaya vaktiniz kalmıyorsa
okyanusun rahatlatıcı sesini yatak odanıza getirin.
Rahatlatıcı bir okyanus sesini internetten online olarak
indirebilirsiniz. Yapılan yeni araştırmalar, okyanus sesinin
nefes alıp verişinizi yavaşlatarak ve kalp atış hızınızı
düşürerek vücudunuz bu ritimlere ayak uydururken
siz uyumaya hazırlandığınız sırada stresinizi azalttığını
gösterdi.
Yatak odası sırrı 4: Dört köşe nefes tekniği
4 köşe nefes alma tekniğini her gece uyumadan önce
uygulayın. Bu tekniği uygulamak için ayna, resim veya
çerçeve gibi 4 köşesi olan bir şeye bakarak başlayın.
Önce sağ üst köşeye bakın ve 4’e kadar sayarak nefes
alın ve yine 4’e kadarsaydığınız süre içinde nefes verin.
Sonra saat yönünde hareket edin ve aynı nefes alma
eylemini sağ alt köşede tekrar edin. Sonra sol alta geçin
ve en son sol üstte bitirin. Bu tekniği uygulamak hem
kolay hem de vücut üzerinde harika bir rahatlatıcı etki
bırakıyor.
Yatak odası sırrı 5: Şakaklara portakallı Hindistan
cevizi yağı masajı
Bu son öneri sadece harika kokmakla kalmıyor
aynı zamanda uzun bir günün ardından tamamen
rahatlamanızı sağlıyor. Önce 1 portakalın kabuklarını
bir şişe Hindistan cevizi yağı şişesine koyun ve 12 saat
bekletin. Hazır olduğunda şakaklarınıza hafifçe masaj
yapın. Partnerinizden de size masaj yapmasını rica
ederek daha fazla rahatlık sağlayabilirsiniz. Portakal
kokusunun yüksek tansiyonu düşürdüğü kanıtlanmıştır
ve Hindistan cevizi ise yoğun bir günün ardından kalan
stresi azaltmaya yardımcı olur.
Çiçekten Harman Olmaz...
Şerif AYDEMİR
Dergimiz abonesi ve yazarlarımızdan
hemşerimiz Sayın Şerif AYDEMİR’in Ötüken
Neşriyat’tan ‘’Çiçekten Harman Olmaz ‘’
isimli hikaye kitabı Mart-2013 tarihinde çıkmıştır.Şerif
Aydemir’i kutlar,çalışmalarında başarılar dileriz.
Şerif AYDEMİR;1950 Yılında Kemaliye’de
doğdu. İlköğrenimini memleketi Elazığ-Ağın’da,Liseyi
Malatya’da okudu. Adalet Yüksek Okulunu bitirdi.Türk
Edebiyatı,Yeni Asya,Sur,Sanat Alemi,Bizim Küllüye,
Ağın Düşün ve Sanat Dergisi,Ağın Haber Gazetesi,
Harput Çırası’nda yazıları ve şiirleri yayımlandı.
Yazarın,Ruhuma Saplanan Şehir (2005) ve Yazık
Olmuş Yarsız Ömrü Geçene (2009) adlı kitapları
Ağın Haber Yayınları’ndan, Mendilim Sende Kalsın
(2011) adlı hikaye kitabı da Ötüken Neşriyat’tan
çıktı.
İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Şerif
AYDEMİR , ESKADER ( Edebiyat Sanat ve Kültür
Araştırmaları Derneği ) kurucuları arasında yeraldı.
12
2013 :
Mart
Nisan
Ağın’da Müzik ve
Çalgının Geçmişi
İsmail Nazım BEYDEMİR
(Kendi kaleminden özgeçmişi:)
Ağın’daki
şimdi
oturduğum
evimizde
doğmuşum. 9,5 yıllık askerliğinin 3,5 yılını Çanakkale’nin
Anadolu yakası savaşlarında geçirip,başından ayağına
dek yüze yakın kurşun ve şarapnel yarası alan babam,
benim de askerliğimi kendisi gibi yapacağım korkusu
ile,16 ay sonra 05/03/1927 de nüfus kaydımı yaptırmış.
Beş yaşında iken, babam ve emimden okuma ve yazmayı
öğrenmiştim. 1931 yılında İdris emimizin oğlu rahmetlik
Mehmet’le okula gittiğimde, okul başöğretmeni Reşat
Delikanlı, benim okur yazar olduğumu görünce,yaş
durumumu önemsemeden okula kaydımı yaptı.1935/36
öğrenim yılında beşinci sınıfa geçtim ama, 11 yaşını
tamamlamamış öğrencilere diploma verilmediği için,iki
yıl bitirme sınavına girmedim. 1938 yılında İlkokulu
bitirerek, 1938/39 öğrenim yılında Arapyer (Yazarın
kendi tabiridir-karahan) ortaokuluna başladım ve
1940/41 öğrenim yılında Ortaokulu bitirdim. Bu
dönemde Matematik-Fizik-Kimya derslerinden Pekiyi
alarak Ortaokulu bitirenler, İstanbul Yıldız Teknik
Okuluna sınavla alınarak, mühendislik ünvanı ile
diploma veriliyordu. Bu okula başvurarak sınav gününü
beklerken, Ağın Halk Odasına gelen gazetede sınavın
ertesi günü yapılacağı duyurusunu aldık,üç günden
erken gidilemeyen İstanbul’a gidemedim,böylece de
okula alınamadım.
1942 yılında Ankara Devlet Konservatuarı
sınavına girerek kazandım. Nefesli ve vurmalı sazlar
bölümüne benimle birlikte 8 öğrenci kazanmıştık.
İlkokul öğrenimlilerin alındığı bu bölüme beni torpilleyen
yandaşım olmadığından, beni kadro fazlası çıkararak
yedi ilkokul bitirimlileri aldılar.Ulus gazetesi yazarı olan
Kemal Zeki Gençosman rahmetli beni Hava Dikimevine
aldırdı ve 6 ay kadar çalışıp, Devlet Konservatuarı
Kalorifer yardımcılığına geçtim. Muzaffer Sarısözen
Konservatuarın Müdür Yardımcısı idi. Ben kendime
geldiğimde evde babamın askerken aldığı klarneti
bularak,çalışmaya başlamıştım, Ortaokul birinci sınıfta
bile Elazığ’lı bir öğretmen klarnet getirerek bana
çaldırmıştı.Muzaffer Sarısözen’e de çalarak yöremiz
ezgilerinden bazılarını notalandırmıştı.Hozakpur’lu
Hasan Ateş ile birlikte çalıştığımız bu okulda,Hasan’ı
görevden çıkardıkları için ben de ayrılmıştım.Sayın
Sarısözen beni almaya söz vermişti ama, benim bu
ayrılmamla ilişkimiz kesilmişti.
1941-1952 yılları arasında rahmetli Gani Dayı
ile bir çok düğün, eğlencelere ve törenlere katılmıştım.
Nota öğrenmenin tek yeri, askerliğin Bandoda
yapılmasıydı. Askerlik Şubelerinde bu kadrolarla
Mart
Nisan
: 2013
sınıfsallaştırma yapılmakta olduğundan, Keban As.
Şb. böyle bir kadro gelmediğinden D.Bakır’a giderek,
bandocu olarak son yoklamamı yaptırdım ve 1946
kasım ayında Van 10.Tümen bandosuna gittim.Bir yılda
D.Bakır Kolordu bandosunda kaldığım bu dönemde,
Cumhurbaşkanı sayın Rahmetli İsmet İnönü D.Bakır’a
geldiğinde, orduevinde yemek töreninde O’na da müzik
yaptım. Bandodaki arkadaşım Kayserili A.Sami Yalçın
adlı çok iyi müzisyen bir arkadaşımdan da geniş bilgi
aldım.Bando Batı Müziği-Osmanlı Divan Müziği gibi her
tür müzikte de çalıştım. T.C.D.D.’den 1979’da emekli
oldum.
(Bu yazı İsmail Nazım Beydemir’in YÖRESİYLE AĞIN
isimli eserinden alınmıştır)
Ağın, Eğin (Kemaliye), Arapgir, Keban ve
Çemişkezek yöresi insanlarının ortak kültürleri ve bu
ortak kültürlerinin kaynağı olan ortak bir müzikleri
vardır. Özellikle Ermenilerin yoğun olduğu Eğin,
Arapgir, Çemişkezek ve Ağın yörelerinde, bir çok
türkü ve oyun havalarındaki dokuz sekizlik vurgunun
2+3+2+2 ve 2+2+3+2 türleri yaygındır. Anadolu
ve Ortaasya yöresi müziklerinde bu tür dokuz sekizlik
vurgunun bulunmaması, bu vurguların Ermeni’lerden
kaldığı kanısını uyandırmaktadır.
1940’lı ve 1950’li yıllarda, o gün 70 yaşının
üstünde olan Vahşen’li Cancik Dayı ile düğünlere
giderdik. Ermeni’ler döneminde de davul çalan Cancik
Dayı, Ermeni müzisyenlerinin bizim havalarımızı
çaldıklarını, Ermeni’lerin de bizim havalarımızla
oynadıklarını söylerdi. Oyunlar, müzik vurgularının ayak
ve kol devinimlerine uygulanmasıdır. Ortak müzikleri
olan yöremizin Ağın, Eğin ve Arapgir yörelerinde,
oyunlar da ortak niteliktedir. Bu üç yerleşim yerinin
doğusunun Fırat ve Murat nehirleri ile kesilmiş olması
nedeniyle, eskiden insanlar aracılığıyla taşınan müzik
ve oyunlar, bu iki ırmaktan doğuya ve batıya bağlantı
kuramamıştır. İletişim araçlarının gelişmesinden sonra,
yöremiz dışındaki müzik ve oyunlara özenen yöre
insanları, kendi müzik ve oyunlarını unutur duruma
gelmişlerdir. Bu özentiye neden olan en büyük etken
de, özenilen bölgelerin ekip çalışmaları ile oluşturulan
düzenlemeden doğan beğenidir. Yöremizde böyle bir
düzenleme çalışması yapılmadığından, bu yitirimin
sürmesi kaçınılmaz olacaktır.
Halk müziği derlemelerinde temel kural,
parçanın alındığı yerin adıyla kayda geçmesidir. Derlemecinin eline geçen bir parçanın, derlenen yere çok
13
uzaklardan gelen biri aracılığıyla taşınması olasılığı da
vardır. Biz kendi yaşantılarımızda bu savımızı kanıtlar
nitelikte kimi olaylar gördük. En belirgin örneğimiz,
“Arapgir Gelin Ağlatması” olarak TRT repertuarına
geçen türküdür.
1938 yılından bu yana yöre müziğiyle ilgiliyim.
Rahmetli Gani Dayı ile birçok düğün ve eğlencelerde
bulundum. 1942 yılına dek, yöremizde Gelin Ağlatma
havasını, Gani Dayı da içinde olmak üzere, bilen yoktu.
1940’lı yıllarda Ağın Halk Odası yönetiminde bulunan
aydın öğretmen büyüklerimiz her yaz en az iki gösteri
düzenlerlerdi. 1942 yılındaki bir gösteri için çalıştığımız
müzik içine, rahmetli Nuri Onat ağabeyimiz, Gelin
Ağlatma türküsünü de koyarak, bizlere öğretti. Bizler
de düğün ve eğlencelerde bu havayı çalmaya başladık.
Gani Dayı da bizlerden öğrenip yöre düğünlerinde
çalarak bu havanın yayılmasını sağladı. Arapgir’e de
ulaşan bu türküyü, Muzaffer Sarısözen Arapgir’den
derledi ve adını da “Arapgir Gelin Ağlatması” koydu.
Bu konuda ikinci bir örneği de, 1950 yılında
Gani Dayı ile düğüne gittiğimiz Aşuvan Köyü’nde
gördük. Bulgaristan göçmenlerinin yaşadığı bir köy
olan Aşuvan’a, kendi yöremizde düğün yerine geliş
sırasında çaldığımız “Sabahın Seher Vaktinde” ezgisi
ile girdik. Hoşbeşten sonra, köyün yaşlıları bize ileri
derecede yakınlık göstererek nerenin göçmenleri
olduğumuzu sordular. Biz, göçmen olmadığımızı
söylediğimizde, “Göçmen değilsiniz de bu havaları
nereden biliyorsunuz?” dediler. “Sabahın Seher
Vaktinde” gibi havaların, Bulgaristan’da kendi havaları
olduğunu söylediler. O zaman, bu havalarımızın Osmanlı
döneminde Anadolu’dan oraya götürülüp yaşatıldıklarını
bilmediklerini anladım. Göçmenlikle adlandırmaya kızan
Gani Dayı’yı kaş göz imleriyle yatıştırdım. Şimdi, diyelim
ki, bir araştırmacı Bulgaristan’da bu göçmenlerin
yanına gelip “Sabahın Seher Vaktinde” türküsünü orada
derleseydi, bu türkü Bulgaristan’ın hangi yöresinde
derlenmişse oranın adıyla anılacak; “Anadolu’dan
gitmiştir” diyenin savlaması geçersiz olacaktı.
Üçüncü bir örneği ise, Ağın Karaağaç’da
yaşadık. Elazığ’dan gezmeye gelen Eczacı Aydın
Temizer, yanında bir mühendis arkadaş da getirmişti.
Yöremiz havalarını çalıp söylerken mühendis arkadaş
ağlamaya başladı. Nedenini sorduğumuzda, Elazığ’ın bu
havasını, Kars’lılar bir gösterilerinde Kars türküsü diye
söyledikleri için çok üzüldüğünü bildirdi. Ben gene bu
olayı insan taşımacılığına yorumlayıp Kars’ta Elazığ’dan
giden kimsenin olup olmadığını sordum. Var olduğunu,
bunlardan tanıdıklarının da bulunduğunu söyleyince, bu
türküyü oraya bu tanıdıklarının götürdüğünü anlattım,
rahatladı.
Bu konuyla ilgili bir başka anımız da şöyledir:
Rahmetli Sabri Baykut ağabeyimiz askerliğini Bartın’da
yapmıştı. Orada öğrendiği “Bartın Yolu Düzdedir”
türküsünü bizlere öğretti, bizler de çalıp söyledik.
Ağın’da askerlik görevini ifa eden jandarmalar
düğünlere gelir, kendi yörelerinden türküler söylerler;
14
bizler de çalar, onları oynatırdık. “Oy Gumrihğa
Gumrihğa, Tahir Allah Gumrihğa”, “Ah Vele Yumma”,
“Tombulum” gibi havalardan, yöremizde unutulmayıp
yaşatılan “Tombulum” oyun havası da bunlardandır.
Halkbilimde özellikle oyun ve türkülerin
adlandırılmasını ben şöyle görüyorum: Büyük yerleşim
yerleri göl; küçük yerleşim yerleri de çay, dere, pahar
gibi su kaynaklarıdır. Halk türküsü ve oyunlar bu
kaynakların çıktığı kırsal kesimlerde oluşur. Büyük
yerleşim yerleri kalabalık ve sanayi üretimi yapılan
yerler olduğundan, türkü ve oyun yaratımına katkıları
azdır. Kırsal kesimden buralara gelen ve bu değerlerin
birikiminden oluşan göle bakan birileri, suyun bu kesimi
falan çayın, şurası filan derenin, aha bura da şu paharın
diye bir ayırım yapabilir mi? Bu adlandırma, hem bu
birikim, hem de yönetimsel bağlılık nedeniyle küçük
yerleşim yerlerinin tanınmamasından ötürüdür. Bir kez
de sahiplenildikten sonra, bir oyun ve türkünün asıl
yerine dönmesi olanaksızdır.
Elazığ’ın en meşhur oyunu olan “Çayda
Çıra” için de Diyarbakır’lılar şöyle söylerler: Bizim de
tanık olduğumuz gibi, Diyarbakır’da Dicle nehrine
“Çay” derler. Karpuzculuğu ile tanınmış Diyarbakır’da,
eğlenenler, çay kıyısındaki karpuz tarlalarında su üzerine
kazıklar çakarak oturma yeri yaparlarmış. İçini boşaltıp
yedikleri karpuz kabuklarının içine kül doldurur, gaz
dökerek yakar, sonra da bunu çay suyuna bırakırlarmış.
Yukarıdan beri suya bırakılıp yanan bu şeylere “çıra”
der; şehrin önündeki durgun yerde toplanan bu
çıralara bakarak da “Çayda Çıra Yaniyi” diye söyleyip
oynarlarmış.
Akçadağ
Köy
Enstitüsü’nde
okuyan
arkadaşlarımız, 1942 yılında, Van dolaylarındaki
arkadaşlardan öğrendikleri “Keçiğe” adlı oyun havasını
yöremizde de oynamaya başladılar. Kürtçe “kız”
anlamına gelen bu türkülü oyun havası, “Hara valla
keçiğe…” diye Kürtçe sözlerle oynanırdı.
İşte bu göllere tapulanmamak için, yöremizden
derlediğimiz ve Eğin, Elazığ, Arapgir göllerine ulaşmamış
oyun ve türkülerimizi yayınlamadan, kimsenin ellerine
geçmemesine özellikle özen gösterdik. Bu konuda bir
atasözümüzün kullanıldığını belirtelim: “Erken kalkan
yol alır, er evlenen döl alır” denir ve bu konuyla geniş
ilgisi vardır. Elazığ, yöremizde “erken kalkmış ve er
evlenmiştir.”
Yöremiz çalgıları konusuna gelince; tüm
Anadolu’da olduğu gibi, yöremizde de çalgı, davul
zurna imiş. Tanzimatla mehterin yerini bando alınca,
zurnanın yerini de klarnet almış. Müslümanların müzikle
uğraşmasının günah sayıldığı dönemlerde, müzik
yapanlar Ermeni’lermiş. Vahşen’li Cancik Dayı, 18901905 yıllarında Vahşen’de (fienpınar) Armen ve Arakel
adlarında iki kardeşten birinin klarnet, diğerinin de
keman çaldığını, kendisinin de bunlarla düğüne gittiğini
söylerdi. 1880’li yıllarda Amerika’dan yöremize bulgur
çekme ve harman makinelerini getiren Ermeni’ler, bu iki
Avrupa sazını da yöremize ilk getiren hemşerilerimizdir.
2013 :
Mart
Nisan
Bu dönemde İn’li Kuas adında bir Ermeni zurna çalar, çok
büyük bir davulla düğünlere gelirmiş. Bu büyük davul
yörede öyle ün yapmış ki, büyük bir şeyi anlatmak için
“İn’in davulu gibi” diye bir benzeti deyimi günümüze dek
gelmiştir. Cancik Dayı Ermeni’lerin kendi düğünlerinde
de bizim oyunlarımızı çalıp oynadıklarını söylerdi. 1895
doğumlu olan babam Adıgüzel Beydemir, Vahşen’deki
Armen ve Arakel kardeşler ile İn’li Kuas’ı kendisinin de
bildiğini söylerdi. Askerlik görevlerini bandocu olarak
yapan Müslümanlardan klarnet çalanlar, askerlikten
sonra da çalmayı sürdürmüşlerdir.
Babamın bildiği ilk Müslüman klarnetçi,
Arapgir’li Mahmut Çavuş adında birisiymiş. 1910
yıllannda Mahmut Çavuş, Ağın’da Kepekçigilin Ziya
yahut İbrahim’in düğününe gelmiş ve babamın dediğine
göre, Ağın, klarnet çalan ilk Müslümanı böyle görmüş.
Vahşen’li Veysel Yalçın Dayı, Küşne’de 30-35 evlik,
Vahşen’in içinde 40 evlik Ermeni olduğunu, Vahşen’li
Agopcan’ın zurna ve klarnet, Bağdik’in keman, Aram’ın
da davul çaldığını söylerdi. Yöre düğünlerini bu üç
Ermeni hemşerimiz yaparmış. Babam da bunları bildiğini
söylerdi. Salim Gençosman Amca’nın klarnet öğrenmek
için çalıştığını, öğretmen okuluna gidince bıraktığını
gene babam söylerdi. 1910-1920 yılları arasında İn’li
Fazlı ile Cüjügen’li İhsan klarnet çalar olmuşlar. İhsan
tuluat kumpanyalarıyla gezer, düğünlere gitmezmiş.
1938-1941 yıllarında Arapgir’de ortaokulu okurken,
Cüjügen’li İhsan Dayı’yı tanıdık. Hancılık yapan,
akşamcılığı ve dünyaya boş vermişliğiyle ün salmış bir
kimse olarak tanınırdı, klarnet çaldığını görmemişizdir.
1930’lu yıllarda Cüjügen’li Fazlı Dayı, oğlu Sabri
ile, Ağın’da Fahrettin Tüzün’ün kayınbabası Mustafa
Dayı’nın düğününe gelmişti. Oğlu Sabri çok küçüktü;
yürüyerek çaldığı si bemol klarnetin kalağı neredeyse
yere değecekti. Fazlı Dayı, Sabri’ye çok sert davranır,
klarneti iyi çalması için dövermiş. Babamın asker
arkadaşı olan Fazlı Dayı’nın oğlu Sabri, 1930’lu yıllarda
bir gün bize gelip bir gece kaldı; damda otururken
klarnet de çalıp ertesi gün gitti. Sonradan öğrendik ki,
babasının baskısından kaçmış ve bir daha da yöreye
gelmedi. Sabri, Türkiye’de tanınmış bir klarnet ve alto
saksafon ustası oldu. Sümerbank Malatya Fabrikası
bandosun’da, Adana ve İstanbul piyasalarında yaşamı
boyunca saygın bir müzisyen olarak çalıştı.
Bu dönemde, İn’li Gıldo adında tanınmış bir
zurnacı da varmış ama, babam bunun Ağın’a hiç düğüne
gelmediğini söylerdi. Cüjügen’li Şükrü ile İn’li Kuas
zurnacıları babam da bilirdi. Kurtuluş Savaşı yıllarında,
Dersim üzerinde jandarma görevlisi olarak askerlik
yapan babam, İn’li Fazlı ve Cüjügen’li İhsan Dayı ile
birliktelermiş. Klarnet çalan bu iki arkadaşına heveslenen
babam da klarnet almış. Ben babamın klarnet çaldığını
çok az anımsıyorum, ama evde bulduğum klarnete ben
de heveslenerek çalmaya başladım. Ortaokulun birinci
sınıfında iken sınıfa klarnet getiren öğretmenimiz bana
çaldırırdı.
Hörenekli İbrahim Avlar Amca, 1910’lu
Mart
Nisan
: 2013
yıllarda, Gırani’de Şerif Dayı’nın kardeşi Şakir’in zurna
çaldığını, ilk klarneti İn’li Fazlı’da gördüğünü, Onarlı
Çete’nin zurna ile düğünlere gittiğini söylerdi.
1930’lu yıllarda, Ağın’da Bekir Karagülle
keman çalardı. Babamdan sonra müzikle uğraşan ikinci
Ağın’lı olan Bekir Amca, kemanı, kemençe gibi sol
elinde asarak çalardı. Bekir Karagülle Amca’nın nota
bildiği, bestelerinin olduğu söylenirse de kanıt getirecek
bir belge yoktur. Bu dönemin çalgıcılarını bizler de
biliyoruz. 1938-1941 yılları arasında Arapgir’de Onarlı
Çete’nin zurna çaldığını, Şehir Pağnikli Ali’nin klarnet
çaldığını, Ermeni’lerden keman ve klarnet çalanları
görmüştük.
Gene bu yıllarda Tepde’li Gani Dayımızın
ağabeyi Mustafa Dayı Diyarbakır’da askerliğini
yaparken, Elazığ’lı Hüseyin Çavuş’tan klarnet öğrenip
gelmiş, yöremizde de çalmaya başlamıştı. Hüseyin
Çavuş’u ben de tanıdım; 1948 yılında Diyarbakır’da
askerliğimi yaparken, ondan 110 liraya bir sol klarnet
almıştım. O döneme göre iyi bir klarnetçi idi. Mustafa
Dayı, Gani Dayı’ya da klarnet çalmayı öğretti; ölene dek
de birlikte düğünlere giderlerdi. Uzungil Mahallesi’nde
Reşit Bey’in düğününe birlikte gelmişlerdi ve Gani
Dayı’nın üstünde asker giysisi vardı. Genç yaşta ölen
Mustafa Dayı’nın yerini tutan Gani Dayı’mız, yöremiz
müziğinin en büyük ustası, halkla ilişkisi çok derin
olan bir müzisyen, zurnanın kökünü yöremizden
kazıyan bir devrimci olarak 1980 yılının sonlarına dek
yaşadı. Traktörle bir köye giderlerken, bir kadına yer
vermek için ayağa kalkınca traktörden düşerek beyin
kanamasından öldü. Unutulmaz anılar bırakan büyük
sanatçı ve değerli insan Gani Dayı’mızı rahmet ve saygı
ile anmayı bir insanlık borcu sayarız.
1940-1950 dönemlerinde klarnet çalan,
Arapgir Pağnik’inden Ali ve Veysel vardı. Horoç’tan
Tahsin klarnet, kardeşi Veysel keman (kemençe gibi
asarak), küçük kardeşleri de davul çalarlardı. Gene
Horoç’tan, babamın teyzesi torunu, Kurdikgil’in Hasan
davul çalardı. Gücü’lü Mehmet Dayı kemanı kemençe
gibi asarak çalardı. Vahşen’de Cancik Dayı ve oğlu Ali
davul çalarlardı. Keban’lı Kadir Usta klarnet çalardı ve
oğulları Mehmet ile Ali’ye de klarnet öğretti. Ağın’da ben
klarnet, Kemal Alp bağlama ve cümbüş, Sadettin Koçer
keman, Hacı Bekir Dayı’nın kaynı Lütfü darbuka ve
davul, Hüseyin Çelenk davul, Kemal Niksarlı keman ve
mandolin çalardık. Yöremizde davulcu adı söz konusu
olunca, Gani Dayı’nın adını “Çavuş” koyduğu Hüseyin
îşcan anımsanmadan geçilmez. Ecüzlü’de oturan
Çavuş, günümüze dek gelmiş geçmiş davulcuların en
ustasıydı. Çalınan havanın ezgisine göre, her ölçüyü
değişik vurgularla çalar, tokmak ve çubukla mızraplı
sazlardaki mızrap vurguları gibi vurgular yapardı.
1950 sonrası, Gani Dayı’mız, yeğenleri
Burhan’ı klarnetçi, Mehmet’i de cümbüşçü olarak
yetiştirdi. Daha sonra da oğlu Mustafa Ölmez klarnet
çalmaya başladı ve İstanbul alanında müzik yapabilecek
ölçüde gelişti. Cücügen’li Fazlı Dayı’mızın oğlu Emin
15
klarnet çalmaya başladı ve yöremiz müziğini iyi çalan
belirgin bir klarnet sanatçısı oldu. Onar’da İbrahim,
yöre düğünlerinin tanınmış klarnetçisi oldu. Peküsü’lü
Ahmet de dönemin tanınmış klarnetçilerinden iken,
1995’te öldü. Oğlu Ali Kemal İstanbul’da yöremiz
müziğini yapan klarnetçi oldu. Ocaklı Güzel, yöremizin
tanınmış kemancılarındandı. “Dılo” diye tanınan Turan
Gezer, yöremiz düğünlerinin baş çalgıcısı olarak, keman
çalardı. Hem sazı, hem de oyun ve öykünmeleri ile
toplumu neşelendirir, bulunduğu düğüne başka bir renk
katardı. Arapgir’in Amberge’den yöremize en iyi klarnet
çalıcısı İbrahim çıkmıştır.
Günümüzde, Vahşen’li Ahmet Yalçın klarnet,
Sonay Yay davul çalan gençlerimizdendir. Hozakpur’da
klarnet çalmaya özenen birçok genç varsa da bunlardan
İbrahim gencimiz Elazığ yerel müziği çalışan bir
klarnetçi oldu. Ağın’da Erol Yazıcı cümbüş çalmaktadır.
Kardeşim emekli öğretmen Şakir Beydemir, özençli
(amatör) olarak klarnet çalar, Öğretmen, Amcagilin
Ahmet bağlama çalmaktadır.
Buraya dek adını verdiğimiz müzisyenler,
eskilerin deyimi ile, “çantadan yetişme”dir. Bilimsel
olarak öğrenimle müzik yapan Hüseyin ve Tahsin
Gençosmanoğlu ağabeylerimiz, yöremizden çıkan,
Ankara Devlet Konservatuvarı öğrenimini görmüş ilk
sanatçılardır. İbrahim Amca’mızın kızı İfagat Ertaş’ın
oğlu Tangör Ertaş, konservatuvar öğrenimli olup
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman
sanatçısı olarak çalışmaktadır. Burhan İlter ağabeyimizin
oğlu Süleyman Nazif, TRT İstanbul Radyosu’nda
tonmayster olarak çalışmakta ve eşi Çimen İlter de Halk
Müziği okuyucusu olarak aynı yerde görev yapmaktadır.
Kemal Alp’ın rahmetli oğlu Rahmi de İstanbul ortamında
kanun çalan müzisyenlerdendi. Hörenek’li Bülent
Serttaş, Türkiye’de tanınmış bir okuyucu sanatçımızdır.
Arapgir ve Eğin yörelerinde yerel müzik yapan çalgıcılar
varsa da, Ağın’da tanınmamaktadırlar.
Böylece, Ağın ve yöresinde yetişen müzik
sanatçılarını anmış, yöresellik geleneğimizi yerine
getirmiş oluyoruz. Bu yazımızda, bizden eskilerden
aldığımız bilgilere kendi yaşam dönemimizde
gördüklerimizi de ekledik. Yaşam sürdükçe insanların
doğa ilgili gelişmeleri de sürecektir. Bunun için gerekli
olan yaşam kuralı, batılılıktan uzak, laik Cumhuriyet
ilkelerinin geçerli olmasıdır. Yüz yıllık bir geçmişi kayda
almakla, müzik tarihi konusunda geleceğe belge
sunmayı amaçladığımızı bildiririz
Kendimi Arıyorum...
Mehmet ERGÖNÜL
Bu, yıllar önceki
Ben değilim artık!
Çekilmez bu denizlerdeki kan
Bu ağlayarak
Dünya’ya bakan yıldız.
O yıldız değil...
Ben değilim artık.
Gökyüzünde aydınlığa koşan.
Çiçeğe vurgun arı.
Güldeki koku.
Dağdaki mor...
Buluttaki nem.
Eskisi gibi değil durum.
Gene yanımda yöremde
Gölgem.
Ama ben. gölgemden korkuyorum.
Boynumun borcu değil yaşamak
Bu ağaçlar, bu kuşlar
Bu kadar yalnız değildi
Çocuklar.
Bu kadar ağlamaklı değildi insan
Bu kadar suskun değildi ırmak.
Şafaklar daha güzeldi günbatımından.
Üsküdar türkü söylerdi
İnsanları severdi İstanbul...
Böylesine sancılı değildi yüreği.
Geceler böyle karanlık değildi
Böyle aşikâr değildi sır.
Ben, ben değilim artık
Kendimi arıyorum.
Getirdiğim bu değildi uzaktan
Bu değildi gözlerimdeki umut
Yüreğimdeki ses.
16
2013 :
Mart
Nisan
ÇOCUKLUĞUMUN AĞIN’I
Özgün ERDOĞAN
Bembeyaz pamuk toprakların üzerinde Keban
Baraj Gölü kenarında konuşlanmıştır Ağın. Yeşili koyu
yeşil, toprağı bembeyaz, insanı öyle içten öyle candandır
ki. Kasabanın girişinde karşılaştığınız asma, sarmaşıklı
çıkmalı ev sizi hoş geldin der gibi selamlarken evinize
döndüğünüzü hissedersiniz. Küçücük bir çocuk parkı
vardır sağda, salıncağı bir leblebi festivali gecesi sol
gözümün kenarına çarparak hayatımda bir iz bırakmıştır.
Hemen yanı başında Aşağı Cami, öyle sessiz ve sakin
huzurlu bir dinlenişteymiş izlenimi bırakır. Özellikle de
çocuksanız ve yazları hafta sonlarınız Ağın’da geçiyorsa,
Cuma akşamları saat 6.30 feribotuna yetişmiş 7 civarı
hava, çok güzel bir akşamüstü güneşiyle serinlemeye
yüz tutmuşken, bu camiyi görmek için sabırsızlandığınız
zamanlardır. Sizin gibi birçok Ağın’lı, köyüne gidip de
ailesiyle akşam yemeğine oturmak için aynı feribotu
yakalamak için yollara düşmüştür, Birçok çocuk
feribottan düşecek korkusuyla aileleri tarafından arabaya
veya arabaların bulunduğu alana hapsedilmiş,üst kattan
göl manzarasından mahrum bırakılmıştır. Ağın’lı çocuk
olmak demek hep o üst katı, o bankları özlemle izleyip
bir türlü büyüyememek bir türlü üst kata çıkamamak
demektir.
Masmavidir baraj gölü, feribotla karşıya geçmek
ise vazife gibi bir ritüel. Sanki Ağın’a feribotla gidilmese
aynı zevki vermeyecekmiş gibi müthiş bir gururla binilir
o feribota, akrabalarla, tanıdıklarla selamlaşılır, çocuklar
birbirleriyle karşılaşmaktan memnun hop oraya hop
buraya zıplarken anne babalar kaş göz yaparak
yaramazlıkları önlemeye çalışırlar. Genç delikanlılar balık
oltalarını çıkarırlar, belki bir ihtimal bu vesileyle ekmeği
yumuşatıp top haline getirip ucuna sardıkları oltalarına
bir balık düşer diye göle salıverirler. İlla ki bir dayı vardır
o feribotu kullanan kaptan, herkesi tanır, herkese selam
verir; çocuklara akıllı olun uyarısı yapar, büyüklerin
araçlarının plakasını alıp feribot makbuzu verir. Ve o
dayıdır her seferinde görmeyi beklediğiniz, her seferinde
en önce sizi hoşgeldinleriyle saran sarmalayan…
Gölün yosunlu kokusu burnunuzu yakarken motorun
gürültüsünden bir şey duyamamaya başladığınız an
birden yola çıkar feribot. Bir de bakarsınız, bir beyaz
araba, daha yeni yokuştan inip feribot alanına inmek
üzere; o ki iki dakikayla feribotu kaçırmış. Herkeste
bir telaş başlar, kaptan geri dönsün müdür dönmesin
midir, ama daha tam manevra da yapmamıştır; yazık bir
araba dolusu insan bir saat boyunca beklemesinler, en
iyisi geri dönüp alsın onları. Döner feribot, alır o beyaz
arabayı, araba zorla sığar feribotun ucundaki aşağı
yukarı kalkabilen kapağına, sanki itsen düşecek gibi
durduğundan tekerlerinin önüne takoz konur. Büyükler
işlerini biliyordur, feribotun en tehlikeli yeri olan uç
Mart
Nisan
: 2013
kısmındaki takozlar çok önemlidir. Herkes mutludur
artık, yola çıkılmış, feribotun hızıyla artan hava akımı
herkese bir akşamüstü ürpermesi getirmiştir. Amcalar
yol boyu içemedikleri sigaralarını yakmışlar, çocuklar
feribot yolculuğundan aldıkları hazla sessizleşmişler ve
oltalarını göle atan delikanlılar oltalarını çıkardıklarında
ucunda ekmeği bile bulamamışlardır. Feribottan iner
inmez sizi karşılayan bembeyaz dağlar, tepeler size o
belli belirsiz tuhaf hissi verirler. Memleket hissi…
Meydanda sizi karşılayan bir market, bir
kaç yan yana küçük dükkân, bir de büyük kahvesi
vazgeçilmezlerindendir Ağın’ın. Önce Saim Amca’ya
uğranılır, her türlü şeyi satar Saim Amca. Dükkânında
öyle güzel şeyler vardır ki, musluklar, vanalar,
çaydanlıklar, bardaklar, ipler, vantilatörler… Oyuncak
bir dükkân gibi gelir çocuk aklınızla size orası, Saim
Amca’nın güler yüzü ve o sevgi dolu bakışlarıyla
dünyanın en uçuk masalında bir karakter gibi
hissedersiniz kendinizi. Saim Amca şimdi sizi masal
dünyasına alacak, çaydanlıklarla çay pişirecek, iplerle
oyunlar yapacak, birden bütün dükkânı dökecek
sanki önünüze… Saim Amca meğer akrabamızmış
bizim, ben bilmezdim, belki de anlamazdım; ama
dedim ya masal diyarında hissederdim ben kendimi
Saim Amca’nın dükkânında. Oraya uğramadan Ağın’a
varmış gibi hissedemezdik ve gene ona uğramadan
Elazığ’a dönmek imkânsızdı. Saim Amca’dan çıkınca
babam kahveden insanlarla selamlaşarak yeniden şoför
koltuğuna geçerdi, ikinci durak babamın teyzesinin evi.
Ağın’ın o kerpiç evleri de toprağı gibi bembeyazdır,
sağlı sollu değişik tarzda bembeyaz evlerle çevrili bir
yol, ardarda birkaç çeşme ve nihayet teyzenin evi vardır.
Teyzenin görkemli bir bahçesi var, içinden geçerek evine
varırız. O bahçe öyle büyük gelirdi ki benim gözüme, git
git eve varamayacakmışım gibi hissederdim; yıllar sonra
22 yaşımda aynı yere uğradığımda ne kadar hayal
kırıklığına uğradığımı anlatamam. Bahçe küçülmüş,
minicik kalmıştı; ben mi çok büyümüştüm acaba… Teyze
bizi ikramlara boğmadan eve göndermezdi, ya yoğurtlu
buğdaylı yaz çorbası yapmıştır soğuk soğuk ikram eder,
ya poğaçası vardır yapmış hazırlamıştır cuma günü Ağın
yoluna dökülenler için. Biz babaanneme gitmek için
sabırsızlandığımızdan yola koyuluruz yeniden, artık hava
kararmaya yüz tutmuştur; babaannem Andiri’de aşağı
mahallenin en aşağısındaki evde oturduğundan, daha
biz arabayı park edip eşyaları taşıyacak olduğumuzdan
bir an gözümüzde büyüyüverir. Andiri’nin taştan yapılma
okulu var yukarıda, o okulun alt tarafında bir tarlaya
bırakırız arabayı, eve yürürüz küçük patikalardan.
Sinekler uçuşur akşam saati, babaannenin balkonunda
yemek pişmektedir, sobanın dumanı tüter. O soba güz
17
sonunda balkondan içeriye alınır ve odaya kurulur. O
akşam saati o eve yürümenin heyecanı ve huzuru başka
hiçbir şeyde yoktur. Babaannemin beyaz tülbentli kafası
uzar damdan aşağı, kimler gelmiş kimler gelmiş…
Her seferinde çok büyük sürpriz olmuş, çok
şaşırmış gibi davranma oyununu oynar; bizse bunun
oyun olduğunu anlamayız hiç, meğer biz sevindirdiğimize
sevinelim diye yaparmış onu. Babaannem çok büyük
kadındır, büyük derken aslında ufak tefek, ama çok
büyüktür gözümüzde; herkesten başkadır babaannem,
özgür bırakır bizi. Özgürlüğümüze düşkün büyümemiz
bundandır, insanlara olan sevgi dolu özverili bakış açısı
bizi de sarmış sarmalamıştır; hayatımızdaki ilk dersleri
hep babaanneden almışızdır biz bütün torunlar. İlk
duamız subhaneke’yi ondan öğrenmişizdir, ilk örgü
ilmeğini o attırmıştır bize, ilk namaz kılma tecrübemiz
onu izleyerek ve taklit ederek gerçekleşmiştir, ilk ev
ekmeğimizi onunla pişirmişizdir, ilk pekmez yapmayı
onunla öğrenmişizdir, ilk keçi otlatmamız da onunla
Pıldırik’te olmuştur. Babaannem çok büyük kadındır,
dünyanın en sevgi dolu, en medeni, en özgürlükçü ve
de en akıllı babaannesidir. Babaannem öyle başkalarının
babaannesi gibi değildir; okur, yazar, matematik sorusu
çözer. Yaş problemlerini benden önce bilir, çok güzel şiir
okur, öyle zamanlarda öyle şiirler ve sözler söyler ki hep
hayran kalırız; benim babaannem ne çok şey bilir.
Ağın demek babaannem demektir benim
için. Bembeyaz toprakları, beyaz tülbentli çalışkan
kadınları demektir. Verimlilik demektir, cevizdir,
duttur Ağın benim için; pekmezdir, tarhanadır. Cevizli
sucuğun ipe dizilip üzüm şerbetine batırılmasıdır. Ağın
benim için, damda yıldızları izleyerek akşam çayı
içmektir, televizyon nedir bilmemektir, çerez olarak
ev kabağının çekirdeğini yemektir. Ağın kayısıyı değil
mişmişi sevmektir, arının üstüne oturunca poponu
arının sokmasıdır, başparmakları iri olmaktır benim
için. Musa’gilin Zeynep abladır Ağın, onun cenazesi
sonrası mevlit için ilk kez camiye gitmektir mesela.
Ya da ayağında siğil çıkınca hocaya okutmaktır Ağın.
Bembeyaz tertemizdir Ağın, her bahar yarpuz yemektir,
her hazan mevsimi üzüm toplamaktır. Yazın ortasında
leblebi festivalidir, Ağın leblebisine öyle alışmaktır ki
hayat boyu bir daha başka leblebi yiyememektir Ağın.
Ve her hafta sonu, çocukluğunuzun en hüzünlü yanıdır
Ağın. Yine o feribota yetişilecek ve Elazığ’a dönülecektir.
İşte o an; masallardan, hayallerden, doğadan uzaklaşıp
beton binalara döneceğiniz an, o hüznü yaşamaktır.
Tadını kumdan
alan lezzet: Ağın Leblebisi
Elazığ’ın Ağın ilçesinde
evlerde meşe külüyle kaynatılıp,
odun ateşinde sıcak kumla
kavrularak imal edilen leblebi,
yoğun talep görüyor. Ağın
Belediye Meclis Üyesi Mustafa
Ağın,
yaptığı
açıklamada,
ilçede hemen hemen her
evde kış mevsimi için yıllardır
leblebi
yapıldığını
söyledi.
İlçede önceden sadece hane
halkı için üretilen leblebinin,
zamanla başka yerlerden gelen
siparişe göre yoğun şekilde imal
edildiğini aktaran Ağın, “Geçen
yıllara kadar ortalama yıllık 15
ton üretilen leblebi, bu yıl 30 ton
üretildi” dedi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yayın
organlarından ‘’Tarm Bülteni’’Şubat-2013 sayısında
Ağın Leblebi’sinin tanıtım yazısından alınmıştır.
Evlerde meşe külüyle kaynatılıp, odun ateşinde
kumla kavrularak imal edilen leblebi, yoğun talep
görüyor
18
MEŞE KÜLÜ VE KUM
Leblebi üreticilerinden Hasan Aktaş ise “Leblebinin
yapımında sadece biz meşe külü kullanıyoruz.
Kullandığımız meşe külü ve kum, leblebiye tadını
veriyor. Bu leblebinin sadece burada yapılmasının ve bu
tadı almasının nedeni, ilçeye bağlı Bademli köyünden
aldığımız kum. Başka kum bu tadı vermiyor. Meşe külü
ve kavrulduğu kum nedeniyle leblebi uzun süre de kalsa
bayatlamıyor” diye konuştu.
2013 :
Mart
Nisan
“Dünyaya gelmemde maksat ne idi :bir
sadık dost.” diyen Veysel’i aramızdan
ayrılışının 40. yılında saygıyla anıyoruz.
25 Ekim 1894 tarihinde Sivas’ın Şarkışla
ilçesinde dünyaya gelen Aşık Veysel herkes gibi olmayan
hayatını şu sözlerle dile getiriyor:
“Hayatım, herkes gibi değil. Hayatım, öyle bir
doğuş ki, annem koyun sağmadan gelirken yol üzerinde
dünyaya gelmişim. Orada kadınlar çarşafla, şununla,
bununla sarmış, eve getirmişler beni.”
Türk tarihinin en büyük ozanlarından olan
Aşık Veysel çiftçi bir ailenin ferdi olarak dünyaya geldi.
Dünyanın tüm gerçeğini kalbiyle gören Aşık Veysel, 7
yaşında gözlerini kaybedişini ise şu sözlerle ifade ediyor:
“7 yaşıma kadar ben de herkes gibi koştum, seğirttim,
güldüm, oynadım. 7 yaşımda, 12. ayın içiydi, anam
bana bir entari dikmişti giydirdi. Beni çok seven bir
kadın vardı, Muhsine. Annemin emmisinin karısıydı,
ona sevinerek göstermeye gittim. Kadıncağız beni
sevdi, okşadı. Akşamüzeri namazdan evvel döndüm
geliyordum, yağmurlu bir gündü. Ayaklarım kaydı,
çamurun içine düştüm. O sevinerek giyindiğim entari
boydan boya çamur oldu. İşte o akşam geldim, çiçek
hastalığına yakalanmışım, sabahleyin kalkmadım,
dünyayı son görüşüm o oldu. Ondan sonra da babam
rahmetlik, başka şeyden ümidi kesince bir saz bulmuş
getirdi, onu çalmaya devam ettim. 10-12 yaşıma kadar
çaldım. Sağ gözüm ziyai görüyordu, sol gözüm o çiçek
hastalığından akmış gitmişti. Doktorlar bana baktılar, sağ
gözüm biraz gördüğü için pus var açılır dediler, bir gün
tayin ettiler, Akdağ madenine getir dediler babama. O
arada, ineklere saman dökerken inek kafasını sallayınca
tam sağ gözüme vurdu boynuzunu, o da aktı gitti.”
Arkadaşları ve abisi gibi seferberliğe gitmesine izin
vermedi gözleri. Aşık Veysel ise onun için zorlu olan bu
imtihanı şöyle anlatmış:
“Bütün
komşular
oğullarından
haber
beklerken, benim annem babam yanlarında olduğum
için rahattı, bu da beni çok üzüyordu.”
Hayatında önem verdiği herkesi kaybeden
Aşık Veysel, can yoldaşı İbrahim’in yol arkadaşlığı ile
düğünlerde, törenlerde sazını çalıp geçim kaynağını
elde etti. İşte bu süreç onun Türk Tarihi’nin en büyük
ozanlarından biri olmasının ‘uzun ince bir yolu’ oldu.
Gözlerini kaybedişiyle aldığı can yoldaşını
çalmaya başlayan Aşık Veysel, 1933 yılında tanıştığı
Ahmet Kutsi Tecer’in teşvikiyle kendi sözlerini duyurmaya
başladı.
Televizyonun olmadığı zamanlarda sesini ılgıt
ılgıt memleketin her köşesine yayan Aşık Veysel’i İstanbul
Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey, radyoya davet etmişti.
Radyoda Veysel’i dinleyen Atatürk kendisiyle tanışmak
istedi. Ancak Aşık Veysel bulunamadı. Aşık Veysel haberi
aldığında Dolmabahçe’ ye gitmesine rağmen aksilikler
peşini bırakmadı ve Atatürk ile tanışamadı. Aşık Veysel,
Ata’sına özlemi içinde yıllar boyu sazına söz katarak
nesilden nesile türkülerini aktardı.
Türkiye’nin en önemli ozanı olan Aşık Veysel
21 Mart 1973 tarihinde ise aramızdan ayrıldı.
Aramızdan ayrılışının 40. yılında bu büyük
ozanı saygı ve özlemle anıyoruz.
Teşekkür...
İzmir 9. Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastahanesinde tedavi görmekte iken vefat eden
Yıldız ÖZTÜRK’ün gerek tedavi esnasında gerekse
ölümü nedeniyle ilgilerini esirgemiyerek bizzat
cenazesinde katılanlara/telefon ve sair iletişim
araçlarıyla başsağlığı temenlisinde bulunan tüm
Mart
Nisan
: 2013
eş, dost ve akrabalara canıgönülden teşekkür
eder saygılar sunarız.
Mesut Tahsin ÖZTÜRK
Çocukları ve ÖZTÜRK ailesi
19
Ömer Yorulmaz’dan
Hatıralar
Yaralı yürek nazlıdır,
Aslımı sorsan ELAZIĞ’dır.
ELAZIĞ dedikleri düz ova, çöldür
Havası hoştur ama kışı boldur.
HARPUT dedikleri bir dağın başı
Orda yatıyor evliyalar başı
Yanına almış yedi kardeşi.
Beş yaşında BEYELMASI’ndan ayrıldım
KAŞPINAR’da durdum
20 yaşında bir yuva kurdum,
Eker biçerim çeliktendir orağım
Şimdi ise GÜNGÖREN oldu sonki durağım.
GÜNGÖRENE’e yaptılar ecel harmanı,
Kimsenin konuşmaya kalmamış mecal
dermanı
bize de böyleymiş feleğin fermanı.
GÜNGÖREN’in üstü bağlar
Gelin söyler, kızlar ağlar
Bağımızı dolu vurdu,
Meyve verecek çağlar.
Of dedim, of dediler
Ne derdi çok dediler
Şu dünyada bir gün güldüm
Hiç derdi yok dediler.
Baba der, naçar ağlama
Gündür geçer ağlama
Bu kapıyı kapayan hüda
Birgün açar ağlama.
Gökte yıldız üç gider
Kervan kalkar göç gider
Bu dertlere düşenin,
Yazı bile kış gider.
Cennet bağının gülü solmaz,
ALLAH diyen mahrum kalmaz,
ALLAH adın uludur
Emrin tutan kulundur,
ALLAH adın dillerde
Sevgisi gönüllerde
Şol karanlık yerlerde
ALLAH diyelim ALLAH.
Kocayıp ben göçmeden
Melül mahsun bakmadan
20
Ömer YORULMAZ
Teneşire yatmadan
ALLAH diyelim ALLAH.
Deli ÖMER ölünce,
Varıp kabre girince,
Rabbin kimdir deyince,
ALLAH diyelim ALLAH.
Bu dünya bir gemidir,
Akıl yelkeni, fikir dümeni
Ey insanoğlu kullan aklını göreyim seni.
15 inde delikanlılık bağıdır,
20 sinde askerliğin çağıdır,
30 unda zannedersin eritilmiş bir tereyağıdır,
40 ında aklı gelir başına,
50 sinde yağı katar aşına,
60 ında sızı iner dizine,
70 inde perde gelir gözüne,
80 inde beli buhu bükülür,
90 ında toprak gel gel diye çağırır,
100 ünde savrulmuş bir harmana benzer.
VAHŞEN’liye teblis ettiresin,
HOZAKPUR’luya nohut ektiresin,
EKİREK’liyi katil ettiresin,
ANDİRİ’liye kavun ektiresin,
AĞIN’lıya tıraş ettiresin,
APUŞMA’lıya taş kırdırasın,
SARACIK’lıya üzüm sattırasın,
HÖRENEK’liye yemin ettiresin,
KOPİNİK’liye çeşme yaptırasın,
MINEYİK’liye odun kırdırasın,
HIDIROZ’lüye saman sattırasın,
PULUR’lıya tırpan attırasın
SÜDEREK’üye çalım sattırasın,
PANİK’liye gemicilik yaptırasın,
ÖZER’le FAHRİ’ye de laf attırasın
Anadan öksüzüm, babadan yetim,
Bir derde düştüm bilmedi hekim,
Suya gidenin elinde olur testi
Yüce dağ başında bir rüzgar esti
Ümidimi sıladan kesti
Bizede böyleymiş feleğin kastı.
GETİR TESTİYİ SULAR DOLSUN,
BAĞIN BAHÇENİN GÜLLERİ SOLSUN,
BU SÖZLERİM SİZE YADİGAR OLSUN,
SOYLİYECEK SÖZÜM ÇOKTUR AMA
ÖLSEM AĞLAYACAK KİMSEM YOKTUR.
2013 :
Mart
Nisan
Lastiklerinizin ömrünüzü
uzatmak için...
Derleme
Kimse lastiklerini gerektiğinden daha sık değiştirmek
istemez. Lastiklerinizin daha uzun süre dayanmasını
sağlayabilecek bir şey yapabilseydiniz. muhteşem
olmaz mıydı? Daha uzun ömürlü lastiklere ilişkin 8 sırrı
öğrenmek için okumaya devam edin.
1.İPUCU
Basıncı koruyun
Lastik basıncınızı düzenli olarak kontrol edin. Lastiklerde
düşük basınç, sadece hızlı aşınmaya sebep olmakla
kalmaz, aynı zamanda yakıt tüketiminizi de artırır.
2.İPUCU
Lastiklerinizin balans ayarını yaptırın
Balans ayarı lastiklerde dengesiz aşınmadan
kaynaklanan erken bozulmayı önler. Lastiklerin balans
ayarının bozulması tekerlekte zorlanmaya yol açar. Eğer
arabanız hız arttıkça titriyorsa, örneğin otobandayken,
bu balans sorununun bir işaretidir.
3.İPUCU
Hafifletin
Arabanızda fazladan yük taşımak, üç katı sorun
demektir, çünkü lastikleriniz daha hızlı aşınır, arabanız
daha çok yakıt kullanır ve bu da daha fazla kirliliğe
neden olur.
4.İPUCU
Lastiklerin yerini değiştirin
Çoğu arabada, lastiklerin bir çifti diğerinden daha
hızlı aşınır. Bunun klasik örneği ise. işin çoğunu
ön iki tekerleğin yaptığı önden çekişli arabalardır.
Lastiklerinizin düzenli olarak yerini değiştirirseniz, daha
eşit şekilde aşınır ve daha uzun dayanırlar.
5.İPUCU
Ön düzen ayarını yaptırın
Sadece daha düzgün bir sürüş için değil, aynı zamanda
aracınızın ön düzen ayarının bozuk olması lastiklerinizin
düzensiz aşınmasına yol açacağı için. ön düzen ayarını
yaptırın.
6.İPUCU
Süspansiyona öncelik verin
Süspansiyonunuzu kontrol edin. Eski amortisörler,
erken lastik aşınmasına neden olarak güvenliğinizi
tehlikeye atabilir. Eğer aracınızı kullanırken sarsıntısallantı oluyorsa, süspansiyonla ilgilenilmesi gerekiyor
demektir.
7.İPUCU
Diş derinliğini kontrol edin.
Lastiğinizdeki aşınma düzeyini kontrol etmek hayati
öneme sahiptir ve her lastik üreticisi, bunu kolaylaştırmak
adına, dişe birtakım özellikler eklemektedir. Mesela.
MICHELIN lastiklerinde, diş derinliği göstergesi, lastik
omzunda yer alan MICHELIN’in lastik adamıdır. Eğer
dişin yüzeyi göstergeye yakın veya aynıysa. lastiklerinizi
değiştirme zamanı gelmiş demektir.
8.İPUCU
Daha uzun ömürlü olmak üzere tasarlanmış bir lastikle
başlayın
Lastik üreticileri, lastik tasarımının sınırlarını heyecan
verici yeni alanlara kaydırmakta olup günümüzde bazı
modeller 10.000 km daha fazla ömür sunmaktadır.
Daha uzun ömürlü lastikler ile bütçeniz de daha uzun
süre dayanır...
İşte şimdi hem lastiklerinizin ömrünü uzatacak hem
de daha güvenli araba kullanmanızı, yakıttan tasarruf
etmenizi ve çevreye dost olmanızı sağlayacak 8
sırra sahipsiniz. Tek yapmanız gereken, arabanıza
ve lastiklerinize biraz ilgi göstermek... Göreceksiniz
ki arabanız daha düzgün bir sürüşle ve lastikleriniz
de daha uzun bir ömürle bunu size geri ödeyecektir.
Lastiklerinizi değiştirmeniz söz konusu olduğundaysa.
daha uzun mesafe kat etmenizi sağlamak üzere
tasarlanmış markalara yönelmeye özen gösterin.
Michelin TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
Derneğimizin Yeni Banka Hesap Numaraları
Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği,
PTT 101843 no.lu Çek Hesabı
Mart
Nisan
: 2013
T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Şb.
IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06
Hesap No: 39775168-5006
Yukarıayrancı- ANKARA
21
Fıkralar...
Mehmet ORHAN
Ağın ve çevresinden derlediğimiz fıkralardan seçtiğimiz
örnekleri, ilgili oldukları yerleri ve kişileri de belirtmek
suretiyle aşağıda sunuyoruz.
AĞIN’DAN:
Allah’la Gonuşirler!
Ağın’da bir düğün esnasında, düğün evinde
oyun oynayan genç kızlar, ayrı düştükleri nişanlılarıyla
sözlüleri için türkü yakmış söylüyorlar.
Bu türkülerden birinde de Mevla’ya şöyle
sesleniyorlar:
Mevla’ya sordum ki vuslat ne zaman?
Dedi: Kısmetse kavuşursun bir gün.
Türküyü işiten bir nine hemen başlıyor tövbeye:
- Tövbe, tövbe!... Anaaa! Uşah nolir, ne günlere kaldık?
Kızlar Allah’la gonuşirler.
Bildik de mi Parayınan?
Ağın’da sebze ve meyvenin para ile satılmaya
başlanmasından önceki yıllarda bir teyze, İstanbul’a
oğlunun yanına gidiyor.
Oğul, her sabah işe gidip akşam geç döndüğü
için anne evde yalnız, bir süre temizlikle, yemekle
uğraşıyor, sonra pencere önünden sokağı izliyor.
Bir gün bakıyor ki yakınındaki köşe başında
bir el arabası üzerine yerleştirilen tezgâhta sebze meyve
dolu. Komşu kadınlar gelip gelip alıyorlar.
Teyzenin gözüne domates ilişiyor. Ben de
onlardan alayım diye evden bohça yapacak bir bez alıp
iniyor. Bir miktar domates dolduruyor, bezin uçlarını
toplayıp elinde eve yollanıyor.
Satıcı hemen arkasından sesleniyor:
- Hanım teyze! Parasını vermedin. Teyze dönüyor,
önemsemeden azarlar gibi yanıtlıyor:
- Anaa anam!... Bıldık de mi parayınan?
Bağında Tut da Öyle Gonuş:
Palaz, Ağın’da bekçilik yaptığı yıllarda bir gün
akşam üzeri, yorgun argın görevden evine dönmektedir.
Kavuncugil’in bağın önünden geçerken, teveklerde
olgun üzümler gözüne ilişir. Birden iştahı kabarır, zaten
acıkmıştır da.
Duvardan tutunarak bağa çıkar ve hemen
oracıkta başlar üzümleri yemeye. Kavuncu’nun karısı
bağda, az ötededir. Palaz’ın bağa girip üzüm atıştırdığını
görür. Ona görünmeden sessizce yanına yaklaşır:
-Zıkkım yiyesice! Diyerek var gücüyle adamı
duvarın başından iter. Palaz aşağı yola yuvarlanır. Neye
uğradığını şaşırır. Güçlükle toparlanıp kendine gelir.
Duvarın başında kadın hâlâ söylenmektedir.
Palaz: - Gâvurun karısı, der, ne bağırıp
duruyorsun? Bağında tut da öyle gonuş.
22
BEYELMASI’NDAN
Ağın Kaymakamı Beyelması’nda:
Ağın kaymakamı bir gün Beyelması’na geliyor.
Kaymakam karşılanıp konuk ediliyor.
O, köyün sorunlarıyla içerde uğraşadursun,
dışarda köyün çocukları, kaymakamın otomobilinin
çevresinde toplanıyor, merakla ötesini berisini elliyorlar.
Çocuklar giderek kalabalık oluşturunca bekçi Hüseyin
onları çevreden uzaklaştırmak istiyor.
Safça konuşmaları olan Hüseyin yine aynı
saflıkla çocukları azarlıyor:
- Haydin, çekilin surdan. Goymiysiz ki köye bir poh gele.
Ne Yararı Olacak?
Kemal
Emi
(Cumurcu)
köyde
ilk
eğitmenlerdendi. Daha sonra imamlık kadrosu boşalınca
oraya geçti. Hoşsohbet, nükteli konuşmalar yapan,
sanat ve edebiyatla ilgilenen bir kişiliğe sahipti.
İmam olalı birkaç yıl geçmesine karşın, hiç
yıllık izin kullanmıyordu. Nedenini soranlara da şu yanıtı
veriyordu:
- İzinde de namaz kıldıracak değil miyim, ne yararı
olacak bana?
Git İşine Be Kadın!
İmmik Bacı henüz bir haftalık gelin. Koca
evinde herkes namaz kıldığı için o da kılmaya başlıyor.
Ama bir müşkülü var; bir yere birşeyler danışması
gerek. Elinin kınasıyla kalkıyor, en yerinde davranış
olarak gördüğü köyün imamına akıl danışmaya gidiyor.
- Hoca Efendi diyor, kaynanamdan namaz dualarını
öğrendim, ama ne zaman ki namaz kılmaya başlıyorum,
aklıma hiç bir dua gelmiyor da onların yerine:
Ali Beyin tarlasında kum kaynar,
Ali Beyin gelinleri çift oynar
geliyor. Bununla namaz kılsam kabul olur mu?
Hoca: - Git be kadın, git işine! diyor.
Yiğit İseler İçeri Girsinler:
1940’lı yıllarda Beyelması’nda bir evde yangın
çıktı. Alevler kısa sürede tüm evi sardı. Köy halkı, birlik
halinde yangın yerine koştu, canla-başla söndürmeye
çalıştı.
O sırada, köyün imamı İsmail Hoca da geldi ve cebinden
çıkardığı bir kâğıda Arap harfleriyle birşeyler yazıp
alevlerin arasına fırlatıp attı:
- Melekler yangının çevresinde dolaşır, yayılmasını
önlenniş, dedi. Hocanın bu sözleri üzerine Şakir Oğuz:
- Yangının çevresinde biz de dolaşıyoruz, dedi, yiğitseler
içine girip söndürsünler.
Bu yangında ev tamamen yandı.
Not: Dünden Bugüne Ağın kitabından alınmıştır.
2013 :
Mart
Nisan
Kadın’lar Kolunun Gezisi...
Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneğinin
Kadınlar Kolu, 20-21 Nisan 2013
tarihleri arasında Afyonkarahisar-Kütahya illerine gezi
düzenlemişlerdir.
Aşağıda isimler yazılı katılımcılar, otobüsle
yapılan gezi süresince fıkralar
anlatılmış, şarkı ve türküler söylenerek gerçekleşen
gezide tarihi mekanlar, müzeler
ve ören yerleri ziyaret edilerek Ankara’ya dönülmüştür.
Geziyi organize edenler ve
katılımcılara teşekkür ederiz.
Geziye Katılanlar
Nihal Gençaydın, Nihal Özmen ve komşusu, Kadriye Kanar, Cevriye Akbaş, Lütfiye Urhan, Ecmel Özkeskin, Aysel
Aslan ve dünürü, Handan Ozan, Fethiye Şengör, Nezahat Aksanı, Melahat Gül, Melahat Öztürk, Melek Aksoy,
Güler Akdemir, Nuran İnan, Nuriye Söylemez, Saliha Nergis, Mebrure Ertürk, Fatma Bilgin, Hacer Hanım, Sündüs
Hanım, Saime Hanım ve gelini, Cüneyt Özkul, Gülsüm Özkul, Oya Aksoy, Güler Gençer, Nadide Hanım, Aysel
Gençosman, Meftune Gençosman, Memnine Güzel, Solmaz Hanım, Suna Hanım, Müzeher Samur.
Özlüsözler...
* Dünya güzeldir, ama bir şairin gözüyle daha da güzel
olur. (Goethe)
* İnsanlar hatalarını mutluyken değil ancak
mutsuzken anlar. (Daniel Defoe)
* Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir
şeyin değerini bilmeyen kimsedir. (Oscar Wilde)
* Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır:
Ya kendi aklından faydalanmak, yahut da
başkalarının akılsızlığından faydalanmaktır.
(La Bruyere)
Mart
Nisan
: 2013
* Hayat merdivenlerini çıkarken, insanlara iyi
davranalım. Çünkü inerken gene aynı insanlara
rastlayacağız. (Cenap Şahabettin)
* Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir.
(Tolstoy)
* Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.
(Balzac)
* Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada
yaptığı iyiliklerdir. (HZ.MUHAMMED (s.a.v)
23
YARGITAY LOKAL’İNDEKİ
2. YEMEĞİMİZ.
Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği,
Kızılay’da bulunan Yargıtay Lokal’inde hemşerilerimizin
yoğun istekleri üzerine 2. defa yöresel müzik eşliğinde
yemekli bir gece düzenlendi. Açılış konuşmasında Dernek
Başkanı Ahmet Çetin,’’ Yılda bir defa yapılan gecelerin yeterli
olmadığı, daha sık birlikte olmak, aramızdaki dayanışmayı
artırmak, sorunlarımızı konuşarak gidermek için bu
gecelere önem vermekteyiz. Katıldığınız için teşekkür eder,
iyi eğlenceler dilerim.’’ diyerek, geceyi başlattılar. Klarnet’te
hemşerimiz Nuri Yılmaz ,Kanun’da Oğuzhan Akkuş,
Ritim Sazda Turgut Fırtına, Bağlama-Cümbüş vede solist
Hasan Demirkıran’dan oluşan ekip yöresel türküler eşliğinde
oyun havaları çalarak katılanlara güzel bir gece
yaşattılar.
YARGITAY LOKALİNDEKİ GECEYE KATILALAR
Serap DURU, Ahmet DURU, Naciye GÜLER, Ahmet Zeki GÜLER ,Figen FIRAT, Ömer FIRAT,Güler DOĞAN, Ömer Nurettin
DOĞAN, Ünal DÜNDAR, Dr. Ahmet Nihat DÜNDAR, Necla KARATAŞ, Bahri KARATAŞ, Süheyla ÖZTÜRK, Mesut ÖZTÜRK,
Ömer (Hikmet)ÖZTÜRK, Mehmet BALTACI, M. Salim ÖZER, Melahat ÖZTÜRK, Osman ÖZTÜRK, Reha İLTER,Altan İLTER,
Prof. Dr. Yurdanur TOLUNAY, Prof. Dr. Ersin TOLUNAY, Semiha TAŞBAŞI, İbrahim TAŞBAŞI, Mustafa GÜZEL, Selma
ÇETİN,Ahmet ÇETİN,Elçin ÖZTÜRK,Zafer GENÇAYDIN,Nuran GENÇOSMANOĞLU,Ahmet GENÇOSMANOĞLU,Emine
BİLGİN,Alper BİLGİN, Fatma BİLGİN, Soner BİLGİN, Gül DEVİREN, Ahmet DEVİREN, Gülseren ÖZ, Osman ÖZ, Hatice
Filiz( Serpil) SAMUR, Müzehher FIRAT, Mustafa FIRAT, Zafer FIRAT, Hacer KARATEPE, Hüseyin KARATEPE, Sibel
KARATEPE,Hasan KARATEPE,Ceyda TAŞOĞLU,Ayhan TAŞOĞLU,Makbule YILMAZ,Niyazi YILMAZ,Züleyha PAK,Mehmet
PAK,Mehtap TAŞOĞLU,Hasan TAŞOĞLU,Cevriye AKBAŞ,Samettin AKBAŞ,M. Kamil ATEŞ,Raşit ÖZMEN,Ayşe ŞAHİN,Kubilay
ŞAHİN, Hayrunnisa HAYTA,İhsan HAYTA,Oktay YILMAZ.
24
2013 :
Mart
Nisan
Mutluluk
Hüseyin BAŞDOĞAN
‘Mutluluk nedir, bilen var mı ?’ diyor, ’Sis’
romanının yazarı. Mutluluğun adı var, kendi yok.
Öylesine yüceltilmiş bir duygu, öylesine övülmüş,
benzersiz bir güzellik,bir üstünlük sayılmış ki ne olduğu,
nerede olduğu,tadı,biçimi anlaşılmaz olmuş! Bilen yok
gerçek anlamıyla mutluluğu.”(Oktay Akbal, Mutluluk
Nedir?) Tanımı güç bir kavramdır mutluluk. Soyuttur,
mutluluğu duyu organlarımızla algılayamayız. Ancak,
mutluluk, kişinin kimliğine sinmişse gözlerinin içi güler,
coşkuludur. ”Dünyada tanımı en güç olan en öznel, en
görece değerlerden biri de mutluluktur. Böyle olunca
belirlenmesi, tanımlanması da elbette ki olanaksızdır…
Mutluluk vardır var olmasına da,belki herkesin mutluluğu
başka başkadır.”(Mehmet Salihoğlu, ”Mutluluk Üstüne”
Kavramlar ve Boyutları,s.354) Türkçe sözlükte genel bir
tanımlaması yapılmış. ”Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli
olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç dururumu, ongunluk,
saadet, bahtiyarlık.
Cengiz
Sezer, düşünürlerin sözlerinden,
atasözlerinden bir seçki oluşturmuş; bunlardan kitap
yapmış, elime geç geçti.Kitabının adı,”düşündüren
bilge sözler” kitabın kapak, iç tasarımı ilginç. Kapaktaki
istiridye kabuğunun açılmasıyla içinden bir dünya çıkmış.
Bu dünyada içeriği değişik özlü sözler sıralanmış:,ızdıra
p,ahlak,hayal,sevgi,yalnızlık,hastalık,dostluk,kitap,zam
an mutluluk… Mutlulukla ilgili ilk söz de Türkiye’nin çöl
olmaması için canla başla çalışan Hayrettin Karaca’nın.
Ben, acıyı da mutluluğu da kabulleniyorum; ama acılar
hafızadan hiç çıkmaz” diyor,Karaca. “Mutluluğu” herkes
canla başla kabullenir de “acıyı” kabullenmemek elimizde
mi? Acı, hiç beklemediğimiz bir anda – ister taşıyalım,
ister taşımayalım - omuzlarımıza yükleniyor.Taşıyıp
taşıyamayacağımıza bakmadan tüm benliğimizi sarıp
sarmalıyor. İnsanı, kıpırdayamayacak, yaşamdan zevk
alamayacak duruma sokuyor; karamsar içedönük yapıyor.
Bundan sonra insan, umutsuzluğun girdaplarında dönüp
duruyor. Güçlüler, bu girdaplardan yol bulup kurtuluyor,
zayıflar eziliyor.
Mutlulukla ilgili seçtiği diğer sözler de
şunlar:”Mutluluğu tatmanın tek çaresi onu paylaşmaktır.
(Byron) “Mutluluğun değerini, onu kaybettikten sonra
anlarız.”(Plautus)”Mutluluğun en güzel ölçüsü,sahip
olduklarımızla,ne
istediğimizi
ayırt
edebilmektir.
(Dr.R.Carlson) “Mutlu olmak istiyorsanız başkalarının da
mutluluğuna saygı göstermelisiniz.” (B.Russell)
Mutlulukla ilgili söylenmiş sözlerin birkaçını daha
sıralayalım: “Başkalarına mutluluk sağlayabilen mutludur.
Diderot .”“Bu ölümlü dünyada mutlak bir mutluluk yoktur.
Her mutluluk kendi içinde bir zehir taşır, yahut, dışarıdan
gelen bir zehirle zehirlenir. Cheov.” “Bütün mutsuzluklar
kardeştir; aynı dili konuşurlar. Balzac.”“Dünyadaki
mutsuzlukların yarısı gerçekleri saklamaktan ve yalan
söylemekten kaynaklanır. Arthur Collon.” “Eğer bir kişi,
milyonlarca yıldızda sadece bir tane bulunan bir çiçeği
seviyorsa, o yıldızlara baktığında mutlu olmasına yeter
Mart
Nisan
: 2013
bu.Exupery.” “En büyük mutluluk, hür düşünceli olmaktır.
Anatole France.” “Hırsını yenebilen, mutsuzluğunu da
yener. Richard Baker.”İnsan, hiç bir zaman tamamıyla
mutsuz olmaz. Albert Camus.” “İnsanlar hatalarını
mutluyken değil, ancak mutsuzken anlar. Daniel Defoe.”
1685’te İngiltere kralı II. James’e karşı başlatılan
ayaklanmaya katıldı. Yaşamının çeşitli dönemlerinde
tüccarlık, fabrikatörlük, devlet memurluğu ve hatta
casusluk yaptı. 40 yaşında gazetecilikte karar kıldı, bundan
birkaç yıl sonra da roman yazmaya başladı. Yayımladığı
siyasal yergi kitapçıklarındaki sert tutumu yüzünden birçok
kez hapse girdi. 1731 yılında doğduğu yerde, Londra’da
öldü.)Her yazar kendine göre yorumlamış mutluluğu.Kimisi
paylaşmada,saygıda; kimisi de hırsını yenmede ,özgür
düşüncede görmüş. Cheov, gerçek mutluluk yoktur;her
mutlulukta bir acı vardır ,diyor.Demek ki Cheov, mutlulukla
acıyı iç içe yaşamış. Albert Camus, yaşama, iyimser bir
gözle bakıyor. Özgeçmişini,kısaca ayraç içinde verdiğim
Daniel Defoe’nin sıkıntılı, inişli çıkışlı bir yaşamı olduğu için
“mutsuzken” hatalarını anlıyor.Bizim için de öyle değil mi?..
Ben de kendimce soruyorum:
Mutluluk nerede?... Kuşun kanadında mı,
bülbülün ötüşünde mi? Denizin maviliğinde mi? Dostlukta
mı, sevgide mi , aşkta mı? …Felsefede,bilimde mi?...Yoksa
gelen baharda, açan çiçekte, çiçeklere konan bal arılarında
mı?... Nemrut’ta güneşin doğuşunda, Göl Dağı’nın
doruklarında, Peri’nin suyunda…, Kozluk Çayı’nın akışında
mı?...
İnsanoğlu, varoluşundan günümüze değin
mutluluğun peşinden koşmuş. Kimisi, parada pulda aramış
mutluluğu.Kimisi de sazda sözde, Kimisi şiirde…Kimisi
yazarlıkta…
Kitaptaki sözler için Kamuran Sezer şöyle diyor:
“Çalışmalarınızda veya günlük hayatınızda bunlardan birini
kullanmanız da bizi mutlu edecektir.”Sezerler,1Haziran
1954’ten beri Arapgir’in gözü,kulağı,sesi …Kamuran
Sezer de tümcesini,”mutlu edecektir ”le noktalamış.
Mutluluğun peşinden koşmayan var mı?
Kim koşmuyorsa yaşamla bağlarını koparmış,kendini
karamsarlığın girdaplarına bırakmış, demektir. Mutluluğu,
her gün birkaç kez kullanıyoruz.Böyle cana yakın , çok
boyutlu sözcük üzerinde düşünüp yazmak istedim.
Konuyu,araştırıp incelediğimde “mutluluğun” ilkçağlardan
bu yana üzerinde söz söylenen; yazılan,tartışılan bir
konu olduğunu gördüm. Batılı,doğulu düşünürler ,bilim
adamları,yazarlar, sanatkârlar, şairler… mutluluğun
peşinden koşmuşlar.Bir bakıma tüm çalışmalar, mutluluk
amacı taşımaktadır.İnsanlar,ilkçağlardan beri
çeşitli
öğretilerle, mutluluğa erişmenin yollarını araştırmışlar.
Mutluluk, tüm öğretilerde “iyi, huzurlu” yaşama
anlamındadır. Gönenmek, halk deyişiyle abat olmaktır
mutluluk.
Montaigne (Montanyi), ”İnsanın sağlığı ve
düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan bir
25
şey anlamaz. Talih insana bütün nimetleri verse onları
tadabilecek bir ruh gerekir. Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi
olmak değil, tadına varmaktır.”diyor. Çok doğru söylemiş
Montaigne (Montanyi), insanın beden ve ruh sağlığı
yerinde değilse nasıl mutlu olsun. O halde mutluluğun
başat koşulu sağlık. İnsan, sağlıklı olmazsa hiçbir şeyden
zevk almaz. Bu kişi, istediği gönence (bolluk, rahatlık ve
varlık içinde yaşama) de ulaşsa gene de mutlu olmaz.
Bu yönde bir ahlak felsefesi geliştirmiş olan Epikuros,
tek amaç olarak mutluluğa ulaşmayı hedeflemesine bağlı
olarak, istenç özgürlüğü fikrinin de savunucusu olmuştur.
İnsan mutlak ve kaçınılmaz bir zorunluluğun kölesi olamaz,
o kendi kaderini belirleyebilir ve felsefenin görevi, insana
bunun kanıtlanmasıdır. Elbette insan iradesi bir çok içsel
ve dışsal koşul tarafından belirlenmektedir; ancak insan
bunlara rağmen kendi kararını verebilmekte, hatta içinde
bulunduğu koşullar hakkında da kararlar alabilmektedir
ve bu anlamda koşullarına mutlak anlamda bağlı değildir.
Koşulları, kararların korunması ve mutluluğa ulaşması
bakımından önemser. Epikurosçu felsefede asıl önemli olan
kavram dostluk kavramıdır. Ona göre bilgeliğe yaraşan
insani ilişki biçimi dostluktur. (9 Şubat 2012 Vikipedi)
Descartes (Dekart) kendi kendine şöyle
düşünüyor:” Evet, insanın amacı mutluluğa erişmektir.
Mutluluğumuzu sağlamamız içinse aklımızı kullanmamız
gerekir.”Descartes devam ediyor ve şöyle diyor: Varlığımızın
amacı ne? ...Mutluluk. Mutluluğu elde etmek için iyi
yaşamamız gerek. Şu halde iyi yaşamanın bilgilerini elde
etmeliyiz.”(Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s.108)
“Ben şuna inanıyorum ki, mutluluğa açılan bir
kapı gören insanların pek azı, bile bile mutsuz kalmak
ister… Bir noktaya kadar paranın da, mutluğu artırmada
çok etkili olduğunu inkâr etmemeliyim; ama, o noktadan
sonra artıracağını sanmıyorum. Benim iddiam şu ki,
başarı mutluluğun sadece bir unsurudur ve eğer bütün
öbür unsurların feda edilmesi pahasına elde edilmişse,çok
pahalıya mal olmuş demektir…Evet, bir insanın mesleği
ne olursa olsun, başarıda bir rekabet unsuru bulunduğu
doğrudur; yalnız saygı gösterilen şey de sadece başarı
değil; başarıyı sağlayan, şu ya da bu şekildeki kusursuzluk
ve mükemmelliktir.”(Bertdrand Russell)(Bertdrand Rasıl),
Saadet Yolu,s.15-34)
Sait
Faik
Abasıyanık, yazarak mutlu
olmuş.”Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılınca
küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı
çıkardım.Kalemi yonttum.Yonttuktan sonra tuttum,öptüm.
Yazmasam deli olacaktım. (Son Kuşlar,s.57) Aşık Veysel’i,
Şarkışla’nın Sivrialan Köyü’ den çıkararak tüm Türkiye’ye
tanıtan,gönül gözüyle görmesine yardımcı olan Ahmet
Kutsi Tecer de mutluluğu şiirde tadıyor. Sevgilisinin sesinin
peşinden koşarak şöyle diyor:
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki,ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Yüzyılların ardından seslenen Fuzuli’nin aşk derdiyle başı
hoştur:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
Kılma dermanım helâkim zehri dermanımdadır.
Fuzuli, mutluluğu aşkta bulur.Sevgilisinden ve
26
sevgisi yüzünden çektiği ıstıraplardan o kadar mutludur
ki, sevgilisinin bu ıstırabı vermekten vazgeçeceğinden
korkuyor
Lale Devri’nin şairi Nedim mutluluğu ,devrin simgesi
lalelerle bezenmiş Sa’dâbâd’da arıyor:
Bir safâ bahş-edelim gel şu dil-i nâşâda
Gidelim serv-i revânım yürü Sâ’dâbâd’a
(Gel şu neşesiz gönüle bir safa verelim;
selvi boylum.Yürü,Sâdâb’a gidelim.)
Zevk ve eğlence devrinin adamı olan Nedim eğlenmiş,
eğlendirmiş; mutluluğu yakalamış mı,bilmiyoruz.Bu devri
sona erdiren Patrona Halil ayaklanması sırasında ölmüştür
(1730) Moğolların, eşkıyanın baskısından ezilen,ıstırap
ve yokluk içinde kıvranan, yarınına güvenle bakamayan
Anadolu insanı, mistik inançlarda;Yunus’un sazında,
sözünde teselli bulmuş. Yunus da,o ilahî aşka, ulaşmak için
günlerce,aylarca,yıllarca yürümüş. Şöyle diyor:
Ben yürürüm yana yana,aşk boyadı beni kana,
Ne âkılim, ne divane,gel gör beni aşk neyledi.
Aşk,Yunus’un aklını başından almış.Deli mi,akıllı
mı olduğunun bilincinde değil. Bu öylesine yüce,insanı
kendinden geçirecek kadar güçlü bir aşk.Öyle ki Yunus,
yıllarca bu aşk uğruna diyar diyar gezmiş; gittiği yerlere
sevgi,umut taşımış. Sazıyla, sözüyle Anadolu’nun ufkunu
karartan Moğol, eşkiya baskısının izlerini silmeye, umut
aşılamaya çalışmış. Onun için Anadolu halkı,Yunus’u
sevmiş,bağrına basmış, onu sahiplenmiş. Birçok belde,
köy Yunus’un mezarının kendi topraklarında olduğunu
kanıtlamaya çalışmış. ”Yunus’un mezarını, en eski
kaynaklar, Sarıköy’ de gösterirler. Daha birçok yerlerde
Yunus’a ait mezarlar varsa da, bunların bir kısmı,Yunus’un
makamlarıdır, bir kısmı da diğer Yunus’lara ait mezarlar.
(Abdülbaki Gölpınarlı,Yunus Emre,s.8)
İlhan Selçuk,”Mutluluğun Ölçüleri” başlığı altında
mutluluğu işlemiş. Somut örneklerle konuya girmiş.”Balkon
penceresinde minik bir kedi var. Miyavlayıp duruyor.Besbelli
aç ve üşümüş.İçeri alın. okşayın, ısıtın, süt verin.Az sonra
pembe diliyle yalanıp mırıldanmaya başlayacak.
Kaldırım bir ihtiyar kimsesiz. Paçavralara
sarmış bedenini. Dileniyor,titriyor,midesi boş,gözleri
anlamsız.Sertleşmiş damarları doğaya uymakta zorluk
çekiyor,kanı çekilmiş gibi vücudundan.
İhtiyar adamı alın,soba başına götürün, bir kâse sıcak çorba
verin, o saat canlanacak gözleri;bir nefes alacak insanca
(İlhan Selçuk,“Mutluluğun Ölçüleri,” Cumhuriyet, 9 Aralık
1973) Günümüz şairlerinden de mutluluğu arayanlar yok
değil. Ona şiirleriyle ulaşmak isteyenlerden biri de “Ağlatan
Mutluluk”şiiriyle Adnan Yücel:
Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne
Dolaşsam
Görsem bütün tanrısal sevgileri
Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam
Ve anlatsam
Anlatsam o ağlatan mutluluğu
Bilmem inanır mı bana mavilikler
2013 :
Mart
Nisan
Şair;gökyüzünde
dolaşmak,
bilinçaltında
yücelttiği sevgilere kavuşup her insan gibi ölümsüzleşmek
istiyor. Bütün çabalar-ölümlü olduğumuzu bildiğimiz haldeölümsüzleşmek için değil midir? Ölümsüzlüğün peşinden
koşan,mutluluktan ağlayan Adnan Yücel,ellisine varmadan
aramızdan ayrıldı.
Mutluluğun şiirinin şairi Uğur Demircan da şöyle diyor:
anılarımızı anlattık. Toplantıda 86 yaşında tümümüzün ortak
öğretmeni Mehmet Akkaya da vardı. Sert bir öğretmen
olduğundan söz ettik;ama alınmadı. O yıllarda-doğru
olmasa da-sert ve disiplinli öğretmen olmak bir özellikti.
Eğitim-öğretimin öğrenci odaklı olmasını- çağdaş eğitimin
olmazsa olmazlarından olduğunu- zamanla öğrendik.
Toplantıda kimler mi vardı?
Mutluluğun Şiiri
Bir şiir yaz bana.
Uzun olmalı, saçların gibi.
Kafiye şart değil ama
düzgün olmalı Türkçesi
ve bana seni anlatmalı
derinden derine.
Ankara’dan Suphi,Sadi Şenyurt
kardeşler,Turgut
Kotan ve ben,Düzce’den Necmi Kıvılcım; İstanbul’dan
Mehmet Akkaya,Metin Bölükbaşı, Hayati Özer, Vural
Kömürcü,Şemsettin Postaoğlu,Yusuf Uludağ,Metin
Fadıllıoğlu,Kazar Nalbantoğlu,Kemal Akgün,Hamit
Yaman…Birlikte olmanın, anılarımızı paylaşmanın
mutluluğunu yaşadık.
Arapgir’i Kalkındırma Derneği’nin açılışı, özellikle
Ankara’da yaşayan Arapgir’li lileri mutlu etti. Nevar ki
dik merdivenleri tırmanarak apartmanın en üst katına
çıkmak zor olsada (asansörün yapılacağı söyleniyor)
yer düzenlenmiş, ışıklandırılmış; oturulacak, dinlenecek
Arapgir’i Kalkındarmı Dernek Başkanı Ferit Kotan’ın büyük
çalışmaları ile alınmış ve dekorasyonu yapılmış olan mülkün
açılışı 27 Mart 2012 de gerçekleştirildi.
21 Mart Çarşamba 19.30 da Toros
Sokak No:29/21 Sıhhıye adresinde yapılan açılışa çok
sayıda Malatya’lı hemşehrimiz katıldı. Açılış kurdalesini;
vekilimiz Mevlüt Aslanoğlu, Veli Ağbaba, Özgür Özel,
Kadir Gökmen Öğüt, Emekli Vali Yılmaz Ergun, Hidromek
A.Ş. sahiplerinden Bediatül Bozkurt ve Dernek Başkanları
Ferit Kotan birlikte kestiler. Açılışa katılamayan vekillerimiz
telgraf ile tebriklerini bildirdiler. Ankara’da bulunan Malatya
Dernekleri Başkanlarımız da açılışa katıldılar.
Bu mülk alımında emeği geçen kişilere ödüller verildi.
Kalkındırma Derneği’ne yer alınması için
geçmişteki yöneticilerin,Ankara’da yaşayan Arapgirli’lerin
de katkısı yadsınamaz.Temeli,onlar atmışlardır.
Son söz.
Kedi karnı doyduğu; ihtiyar ısındığı karnı doyduğu
için mutludur.Hasta sağlığına kavuştuğunda mutlu olur.
Yazar, yazdıkça mutluluğa kavuşur. Aşık,sevgilisine
kavuşunca mutludur. Ailede; saygı, sevgi varsa anne,
baba, çocuklar mutludur. Sınavı kazanan öğrenci mutludur
,diyebiliriz. Her varlığın, her kesimin yaşamdan bekledikleri
farklıdır. İnsan, yaşamdan beklentileri gerçekleştiği,
özlemlerine kavuştuğu derecede mutlu olur
Bir şarkı söyle bana.
Sesinde okyanusların fısıltısı…
Notaların arasında bulmalıyım seni
ve bir ‘gam, içinde,
bin gam eritilmeli
Sevgilisinden uzun şiir isteyen şair, uyaksız kısa bir şiir
yazmış.İyi,düzgün Türkçenin,hepimiz gibi, özlemini çekiyor.
Sevgilisinden bir şarkı duyarsa üzüntüsü kalmayacak,mutlu
olacak..
Şeref Coşkun,”mutluğun sırrı”nı bulmuş ki “Mutluluğun
Sırrı” şiirini yazmış.Şöyle diyor:
Mutluluğun Sırrı
Mutluluğun sırrını bulmaya çalışana,
Kendiyle çevresiyle durmadan boğuşana,
Mutluluğun sırrını açıklasam burada.
Ararken dere,tepe,Kaf Dağı’nı aşana:
Mutluluk; gülümsemek, selam vermek, gezinmek,
Sevmek bir de sevilmek, kordondan kuma inmek.
Ormanda kuş sesini,rüzgâr uğultusunu,
Uzun uzun dinlemek, sonra kalkıp gerinmek.
Çocukların saçını elin sürüp tararsan,
Babana “Alo”deyip hal hatırın sorarsan,
Annenin sağlığında köşesine uğrayıp
Komşun hastalanınca,sen ziline basarsan,
Eşin,çocuklarınla,çık kırlara neşelen.
Piknik yap,oyun oyna, toprakta da eşelen.
Haziranda, temmuzda, ağustosta,eylülde,
Denize gir,dal,çık,yüz,yorulunca güneşlen.
Ayağını sıcak tut,başın güneşte tutma.
Vara yoğa üzülme,kimseye kin de tutma.
Az yemek ye,az uyu, güzel şeyler için sen,
Vakit bulursun.İnan.Bunu sakın unutma!
Bizler, Arapgir’li olarak 70’likler, 75’likler
ortaokul, lise, öğretmen okulu arkadaşları, İstanbul
Beyoğlu Öğretmenevi’ de 31 Mart 2012’de toplandık.
Hepimizin saçlarına ak düşmüş. 50-55 yıldır görmediğimiz
okul arkadaşlarımız vardı, içlerinde.Uzun yıllar birbirimizi
görmediğimiz için birbirimizi tanımakta zorlandık. Yemekli
toplantıyı, Naci Şener’le Niyazi Önel düzenlemiş. Yedik,içtik
Mart
Nisan
: 2013
KAYNAKÇA
Oktay Akbal,”Mutluluk Nedir?”
Mehmet Salihoğlu,”Mutluluk Üstüne”Kavramlar ve
Boyutları, s.354
Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre,s.8)
İlhan Selçuk, Mutluluğun Ölçüleri,” Cumhuriyet,
(9 Aralık 1973)
Sait Faik Abasıyanık,Son Kuşlar, s. 57.
Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s.108
(Bertdrand Russell)(Bertdrand Rasıl), Saadet Yolu,
s.15-3-34) 9 Şubat 2012 Vikipedi
Hüseyin BAŞDOĞAN
Arapgir’li hemşerimiz
Emekli Türkçe Öğretmeni
27
Şiir
ANAM...
Anam,
Elazığ
Ağın
Pul Köyü
halkından
Bekir Çavuşun kızı
Gülüzar
Gül i zar
tevellüdü,
meçhul
Anam,
varlık görmedi
kör etti gözünü yokluğun
kendi göz gibi
aç kalmadı
şiv yedi kıtlıkta
“Hamdü senaya şükürler olsun” dedi
Anam,
Alman harbinin gümbürtüsünde doğurmuş beni
“Urus’u ve Emerika’yı” bilirdi
zarar gördü Marşal yardımından
Tanrıdan bildi
Anam,
kara
kuru
zayıf
ince yürekli
ince hastalıklı,
miras kalmıştı anasından
bir teneke tohumluk buğday karşılığı,
girmiş Baba’mın koynuna
tohumlanmak için
Anam,
Anam,
garip Anam
Künyemi nere yazam
yoksun
derdimi kime yazam
Ali SEYHUN
Berlin
Anam,
altı kez yatmış doğuma
ikisini geri almış Tanrısı
dördü yaşıyor hâlâ, çok şükür
Kısa...Kısa...Kısa...HABERLER
ERGONOMİK ARI KOVANI PROJESİNDE BAŞARI
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
tarafından yürürlüğe konulan ergonomik arı kovanı
projesinde istenilen başarıya ulaşıldı.
Konu ile ilgili bir açıklama yapan ilçe
Kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE;
“İlçemiz için yeni istihdam imkânları
oluşturmak, hem işsizliğin önlenmesi, hem
köylerden kentlere göçün engellenmesi hem
de milli ekonomi açısından, bu proje dar gelirli
çiftçilerimizin ergonomik kovanlarla organik arı
yetiştiriciliği için var olan doğal kaynakların ve
mevcut bitki varlığının değerlendirilmesiyle gelir ve
refah seviyesinin yükseltilmesine katkı sağlamak
amacıyla hazırlanmış olup, Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma vakfından 6 aileye 30.000,00TL
bedelli, 300 ergonomik kovan kredisi verilmesi,
geçim kaynağı kısıtlı olan arı üreticilerimiz için yeni
kaynaklar oluşturmak ayrıca, son yıllarda tüketiciler
arasında arı sütü ve polene karşı büyük bir talebin
28
oluşması daha karlı bir arıcılık için uygun bir ortam
oluşturması, kısaca arıcılıkta üretim çeşitliliği ve
bu ürünlerin kaliteli üretimleri hem üretici hem
de tüketici yönünden önem arz ederken, Dünya
genelinde en çok üretilen ve ticareti yapılan temel
arı ürünü baldır. Bunun yanında bal mumu, polen,
arı sütü ve propolis arı ürünleri olarak Dünya
ticaretinde önemli yer almaktadır. Geçen yıl 3 aile ile
başladığımız projede polen üretiminin iyi seviyede
olması ve Pazar sorunu olmaması nedeni ile bu
yılda 3 ailemizle polen üretimini geliştirmek için bu
projeyi uygulamaya koyuyoruz, yörede özellikle
dar gelirli arı üreticilerinin sosyal yaşantılarının ve
gelir seviyelerinin yükseltilmesine katkı sağlayacağı
gerçeği ile projemiz bol kazanç getirsin” dedi.
SODES BENİ DE FARKETTİLER PROJESİ
BAŞLADI
Kalkınma Bakanlığı Sosyal Destek Programı
kapsamında Elazığ Valiliği koordinasyonunda, Ağın
2013 :
Mart
Nisan
Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliğince?
Sodes Beni de Fark ettiler dershane projesi başladı.
Konu hakkında bir açıklama yapan İlçemiz
kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE “İlçede dershane
olmaması ve Elazığ merkeze uzaklık nedeni ile
dezavantajlı olan öğrencilerimizin, eğitimde fırsat
eşitliğini için 105.000,00TL değerindeki projeyi
yürürlüğe koyarak, toplam 33 öğrencimizin SBS
ve LYS sınavlarına hazırlanmaları için, Cuma akşam
okul çıkışı alınarak dershanelere götürüldüğünü ve
Pazar akşam geri getirildiğini, bu proje ile ilçemizin
eğitimdeki çıtasının yükseltilmesi hedefinin
yanında, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması,
öğrencilerimizin kendilerine olan öz güvenlerinin
dershane ve üniversite gezileri ile arttırılması
planlanmıştır” dedi.
AĞIN HÜKÜMET KONAĞI ONARILDI
Yıllar önce yapılan ve tamamen harap halde
olan Ağın Hükümet Konağı özürlü kullanımına da
uygun şekilde onarıldı.
Konu hakkında bir açıklama yapan
İlçe Kaymakamı Sayın Nedim AKMEŞE “Yıllar
içerisinde harap hale gelen Ağın Hükümet Konağı
çatısı da dahil olmak üzere tümden 200.000,00TL
karşılığında yeniden onarılarak hizmete açıldı diyen
Sayın AKMEŞE, onarımda en çok dikkat ettiğimiz
konu, özürlü vatandaşlarımızın hükümet konağına
rahat girişlerini sağlamak için, özürlü rampası,
özürlü WC si ve katlara rahat ulaşımlarının
sağlanması için özürlü kullanımına uygun
asansörün tesis edilmesi ile onarım tamamlanarak,
modern bir görüntüye kavuşturuldu” dedi.
BADEM ADASINA 1100 ADET BADEM FİDANI
DİKİLDİ
Baharın gelmesi ile birlikte Ağın
Kaymakamlığı Badem adasına, Kaymakam Nedim
AKMEŞE ve Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
yöneticileri ile birlikte, 1100 adet badem fidanı
dikimi yapıldı.
Konu hakkında bir açıklama yapan
Kaymakam Sayın Nedim AKMEŞE,
“Badem
adasında baharın gelmesi ile birlikte mevcutta
bulanan 14000 bin badem fidanının budama,
gübreleme bakım işlerinin başlatıldığını, bunun
yanında ek olarak 1100 adet 2 yaşında aşılı badem
fidanının dikilerek, bademciliğin önemine dikkat
çekilmesinin sağlandığını, özel sektörle birlikte
son iki yılda ilçede 150 bin civarında badem fidanı
dikimi ile modern bahçelerin oluşmaya başladığını,
birkaç yıl içerisinde ilçemizin bademcilikle
anılacağının kaçınılmaz olduğunu ve ilçemizin
geleceğinin mutlaka badem, üzüm, arıcılık ve Ağın
Leblebisi sektöründe olduğunun unutulmaması
gerektiğini” dedi.
Kaymakamlık resmi internet sitesinden
alınmıştır.
---------------------------------------------------------Mart
Nisan
: 2013
* Ağın Armutlu (Ecüzlü) Köyünden olup, Ankara
Batıkent’de esnaflık yapan, Efkan, Erkan,
Müjgan ve Nihal TÜRKER’lerin kıymetli babaları,
Fatma Türker’in değerli eşi, Arda, Sıla, Asena,
Gökberk, Özge, Merve ve Beyza’nın sevgili
dedeleri Ferit TÜRKER. 10-03-2013 tarihinde
vefat etmiş,ertesi gün Karşıyaka Mezarlığında
toprağa verilmiştir.
Kendisine tanrıdan rahmet,eş,dost ve
ailesine başsağlığı dileriz.
* Ağın Kuzgeçe mahallesin’den Hattımgil’in Mesut
Tahsin ÖZTÜRK’ün değerli eşi, Demet KESKİN,
Levent ÖZTÜRK, Buket GÖK’ün kıymetli anneleri,
Arda ve Meriç KESKİN’in Anneannesi, Berk ve Kaan
ÖZTÜRK’ün Babaannesi, Yücel KESKİN,Coşkun
GÖK ve Hatice ÖZTÜRK’ün Kayınvalidesi,Yılmaz
YORULMAZ’ın biricik kardeşi Yıldız ÖZTÜRK,
tedavi gördüğü İzmir 9.Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastahanesinde 10.03.2013 tarihinde
vefat etmiş,ertesi günü Manisa ili Turgutlu ilçe
mezarlığında defnedilmiştir.
Kendisine Tanrıdan rahmet,ailesine,
dost ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
* Dergimiz Abonesı ve Yazarı 1.Sınıf Eminiyet
Müdürü,İ şletmeci, Eğitimci, Hukukcu,Kamu
Yönetimi ve İdari Bilim Uzmanı Sayın Feyzullah
ASLAN, Hasan, Hamit, Halil, Salih, Döndü ve
Sebiha’nın babaları, Mehmet, Emine,Yüksel, Serpil,
Neşe ve Türkay’nı kayınpederleri Sivas Gürün
eşrafından H.Mehmet Rıza ARSLAN, 31.03.2013
tarihinde Ankara’da vefat etmiş,02.04.2013
tarihinde Karşıyaka Mezarlığında toprağa
verilmiştir.
Kendisine rahmet,yakınlarına başsağlığı
dileriz.
* Ağın Akpınar(Aşağı Andiri) Mahallesinden
Hasan Ağa’gilin rahmetli Zeynep-Ali Küçük’ün
oğlu, Fatma Tezer Küçük’ün değerli eşi, Zühal
ile Serkan’ın kıymetli babaları Abidin KÜÇÜK
01.04.2013 tarihinde vefat etmiş, cenazesi ertesi
gün Ankara Karşıyaka Mezarlığında toprağa
verilmiştir.
Kendisine Tanrıdan rahmet, Ailesine ve
yakınlarına başsağlığı dileriz
* Ağın Kaşpınar (Paynik) Köy’ünden, Şemsettin,
Selahattin ve Ruşen’in kıymetli babaları, Nadi Bahalı,
Saltanat ve Neşe Özdil’in değerli kayınbabaları,
Umut , Savaş, Burçin ve Burak’ın sevgili dedesi
Mehmet ÖZDİL 17.04.2013 tarihinde vefat
etmiş, ertesi gün Karşıyaka Mezarlığında toprağa
verilmiştir.
Kendisine Tanrıdan Rahmet, yakınlarına
baş sağlı dileriz.
29
EVLENENLER (MART - NİSAN 2013)
MAHALLE- KÖY ADI SOYADI
EVL. ADI SOYADI
EVL. YERİ
EVL. TARİHİ
Aşağıyabanlı Köyü Duygu CAVLI
Çağrı Ali GÜLSEREN
Şişli
03.03.2013
Bahadırlar Köyü
Numan DÖNMEZ
Zeytinburnu
03.03.2013
Aşağıyabanlı Köyü Tolga DEMİREL
Gönül SIRMA
Malatya
04.03.2013
Dibekli Köyü
Gülay AKARSU
Hüseyin CANLI
Esenler
08.03.2013
Dibekli Köyü
Gülcan KILIÇ
Serkan TUNCER
Bayrampaşa
12.03.2013
Dibekli Köyü
Şehnaz AKARSU
Kamil Özcan DEMİREL
Sultangazi
17.03.2013
Müd. Hüs. Ef. Mah.Cihat ÇAKAR
Lale AKIN
Elazığ
21.03.2013
Saraycık Köyü
Kürşat ÇEVİK
Sibel KÜPELİ
Çukurova
22.03.2013
Bademli Köyü
Melike ÖZDEN
Muzaffer GÜRSEL
Malatya
29.03.2013
Tatarağası Mah.
Yalçın GENCOSMANOĞLU Sedef ERÇETİN
Bergama
06.04.2013
Hacıyusuf Mah.
Duygu BAYTAŞ
Oral TUNÇ
Bahçelievler
06.04.2013
Şenpınar Mah.
Fatma AVLAR
Ayhan YILDIRIM
Altındağ
06.04.2013
Balcılar Mah.
Zuhal Senem ÖZDEM
İbrahim ALTINTAŞLI
Mezitli
08.04.2013
Saraycık Köyü
Sevgi KOPMAZ
Esenler
10.04.2013
Hatice ATEŞ
Etimesgut
14.04.2013
Bademli Köyü
Mustafa İKİNCİ
Gökalp
GENCOSMANOĞLU
Zeliha Şeyda ÖZDEM
Samet GÜL
Altındağ
19.04.2013
Yenipayam Köyü
Serhat TEKİN
Merve TOKATLIOĞLU
Beyoğlu
21.04.2013
Tatarağası Mah.
Emine KARAAĞAÇ
DOĞUMLAR (MART - NİSAN 2013)
MAHALLE- KÖY
Uzungil Mah.
Saraycık Köyü
Pul Köyü
Saraycık Köyü
Saraycık Köyü
Saraycık Köyü
Müd. Hüs. Ef. Mah.
Demirçarık Köyü
Modanlı Köyü
Aşağıyabanlı Köyü
Beyelması Köyü
Akpınar Mah.
Öğrendik Köyü
Bademli Köyü
Altınayva Köyü
Tatarağası Mah.
30
ÇOCUĞUN ADI SOYADI
Ayşe Defne ŞEN
Kerem KARAOĞLU
Cemre PARLAK
Berat Duha AYHAN
Esin Bera AYHAN
Mert İKİNCİ
Ali YÜKSEL
Ahmet Çağrı ÖZTÜRK
Aysima KARAGÖZ
Beril GENÇ
Aylin ÜNAL
Çınar UZUNOĞLU
Ömer Mert YILDIRIM
Almina YILMAZ
Yüsra ÇOŞAR
Ali Eren SARIOĞLU
BABA ADI
Mustafa Alpay
Avni
Aydın
Osman
Osman
Hakan
Hasan
Serhat
Mustafa
Hakan
İsmayil
Engin
Efgan
Şaban
Mesut
Mehmet Emre
DOĞUM YERİ
Altındağ
Malatya
Osmangazi
Malatya
Malatya
Malatya
Elazığ
Beylikdüzü
Gaziosmanpaşa
Pendik
Aydın
Şahinbey
Yenimahalle
Mamak
Bakırköy
Elazığ
DOĞUM TARİHİ
01.03.2013
03.03.2013
04.03.2013
07.03.2013
07.03.2013
08.03.2013
08.03.2013
09.03.2013
11.03.2013
14.03.2013
14.03.2013
17.03.2013
17.03.2013
20.03.2013
20.03.2013
22.03.2013
2013 :
Mart
Nisan
DOĞUMLAR (MART - NİSAN 2013)
MAHALLE- KÖY
ÇOCUĞUN ADI SOYADI
BABA ADI
DOĞUM YERİ
DOĞUM TARİHİ
Bademli Köyü
Beyelması Köyü
Müd. Hüs. Ef. Mah.
Altınayva Köyü
Başpınar Mah.
Dibekli Köyü
Kaşpınar Köyü
Pul Köyü
Hacıyusuf Mah.
Yenipayam Köyü
Samançay Köyü
Müd. Hüs. Ef. Mah.
Demirçarık Köyü
Akpınar Mah.
Modanlı Köyü
Elif Naz YILMAZ
Ela Zehra ÜNAL
Ilgın TÖZÜN
Yağmur KAYA
Aras ERTUĞRUL
Ali Nuri YILDIZ
Mehmet Akif ALİŞ
Miraç KARAKAŞ
Kutay ÖZMEN
Deniz DOĞAN
Eymen KÖPRÜLÜ
Umut ÖZTÜRK
Umut Sefa KAYA
Cem ÖZER
Hattap Emir AYDEMİR
Mete
Mehmet Akif
Vural
Osman Kadir
Aras Taylan
Vahap
Engin
Uğur
Miraç
Mehmet Özgür
Yusuf
Abidin Gültekin
Süleyman
Özhan
Ahmet
Altındağ
Çankaya
Malatya
Küçükçekmece
Çankaya
Bahçelievler
Kepez
Sultangazi
Yenimahalle
Yenişehir/Mersin
Sultanbeyli
Elazığ
Elazığ
Çankaya
Güngören
24.03.2013
24.03.2013
26.03.2013
04.04.2013
05.04.2013
10.04.2013
10.04.2013
16.04.2013
16.04.2013
18.04.2013
19.04.2013
20.04.2013
20.04.2013
24.04.2013
26.04.2013
ÖLÜMLER (MART - NİSAN 2013)
MAHALLE -KÖY
ADI SOYADI
DOĞUM TARİHİ
ÖLÜM YERİ
ÖLÜM TARİHİ
Kuzgeçe Mah.
Müd. Hüs. Ef. Mah.
Samançay Köyü
Demirçarık Köyü
Bademli Köyü
Akpınar Mah.
Saraycık Köyü
Uzungil Mah.
Modanlı Köyü
Akpınar Mah.
Dibekli Köyü
Şenpınar Mah.
Dibekli Köyü
Modanlı Köyü
Kaşpınar Köyü
Beyelması Köyü
Demirçarık Köyü
Beyelması Köyü
Kıymet İSPANAKCI
Nadide Nihan YORKOŞ
Ferit TÜRKER
Zeynep ÖZTÜRK
Hasan GÜNDÜZ
Ümmügülsüm ÖZDİL
Mükerrem ŞAHİN
Saliha MURAT
Hüseyin Orhan YILMAZ
Abidin KÜÇÜK
Kazim YILDIZ
Doğan ALER
Güvher GÜNEY
Fatma ACAR
Mehmet ÖZDİL
Adil KARADAĞ
Müşerref METİN
Mehmet ŞAHİN
09.07.1942
16.02.1965
21.12.1945
23.02.1917
01.07.1935
15.04.1929
01.07.1937
12.01.1928
22.01.1948
22.01.1948
01.10.1973
09.01.1933
03.03.1969
04.08.1947
15.02.1923
05.06.1926
01.07.1926
02.03.1944
Bahçelievler
Şişli
Yenimahalle
Ağın
Kırıkkale
Şehitkamil
Malatya
Karabağlar
Karabağlar
Konyaaltı
Esenler
Malatya
Beşiktaş
Konak
Mamak
Kadıköy
Güngören
Malatya
04.03.2013
08.03.2013
10.03.2013
11.03.2013
23.03.2013
23.03.2013
26.03.2013
28.03.2013
01.04.2013
01.04.2013
02.04.2013
05.04.2013
11.04.2013
12.04.2013
17.04.2013
19.04.2013
20.04.2013
21.04.2013
Mart
Nisan
: 2013
31
Fotoğraflar: Gökhan GÜZEL

Benzer belgeler

sayı: 213-214 - kasım-aralık 2009

sayı: 213-214 - kasım-aralık 2009 Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256 Baskı Tarihi: 15/05/2013

Detaylı

sayı: 225-226 - eylül-ekim 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma

sayı: 225-226 - eylül-ekim 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Mevlüt ÖKSÜZO⁄LU Mehmet ERGÖNÜL Teknik Yönetmen Ömer ÖZTÜRK Yönetim Adresi: Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Hoşdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A Y.Ayrancı / ANKARA Tel: 0 312 426 75 90 Faks: 0 ...

Detaylı

mart-nisan 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği

mart-nisan 2010 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği Yayınıdır Mart-Nisan 2013 Yıl:27 Sayı: 255-256 Baskı Tarihi: 15/05/2013

Detaylı

kasım - aralık 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği

kasım - aralık 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği, PTT 101843 no.lu Çek Hesabı T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb. IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06 Hesap No: 39775168-5006 Yukarıayrancı- ANKARA

Detaylı

mayıs-haziran 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği

mayıs-haziran 2013 - Ankara Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Ağın Kültür ve Dayanıșma Derneği, PTT 101843 no.lu Çek Hesabı T.C. Ziraat Bankası Ankara Yukarıayrancı Șb. IBAN No: TR26 0001 0008 3239 7751 6850 06 Hesap No: 39775168-5006 Yukarıayrancı- ANKARA

Detaylı

sayı: 227-228 - kasım -aralık 2010

sayı: 227-228 - kasım -aralık 2010 Mevlüt ÖKSÜZO⁄LU Mehmet ERGÖNÜL Teknik Yönetmen Ömer ÖZTÜRK Yönetim Adresi: Ağın Kültür ve Dayanışma Derneği Hoşdere Caddesi, Akasya Apt. No: 41-2 A Y.Ayrancı / ANKARA Tel: 0 312 426 75 90 Faks: 0 ...

Detaylı