Full Text
Transkript
Full Text
Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 Sinan ÇAYA1 HAK EDEN MAHKÛMA, DIŞARIDA ISLAH ŞANSI BAHŞETMEK Özet Türkiye; denetimli serbestlik uygulamasında on yıl kat’etmiş bulunmaktadır. Bu uygulamanın katı hapisçi anlayışa göre üstün hususiyetleri söz konusudur. Bu mefhum sayesinde hapishanelerde yoğunluk azalır. Hapisteki insanların sayısı ufalınca, toplumun geri kalanı için onların hâlinden ibret almak daha fazla bir anlam yüklenir; aksi halde “suçlu” sayısı büyük rakamlara ulaşarak, felsefî bir bağlamda; sanki asıl ve doğru olanı temsil eden bir referans izlenimi verecektir! Ayrıca; bir yandan; hapis hayatı bireyin topluma yönelik hınç duygularını bileyebilir ve öte yandan; eski suçlular acemilere daha beter suçlu yol yordamlar öğretebilir ve / veya telkin edebilirler. Halbuki; denetimli serbestliğin öznesi, hem muhtemel suç ortaklarından soyut kalır hem de içsel bir minnet duygusu geliştirip topluma kazanım istikametinde sahiden mesafe alabilir. Zaten modern toplum felsefesinde cezandan maksat intikam değil, ıslahtan ibarettir. Bu süreçte bizzat çevreye düşen roller de vardır. Denetimli serbestlik öznesinin sabrı sınanmamalıdır. Yetkililer ise onu etrafa karşı mümkün mertebe “görünmez” kılmalıdırlar. Anahtar kelimeler: Ceza; hapis; hükümlü; denetimli serbestlik, ıslah. GRANTING A REFORM-CHANCE OUTDOORS, TO THE WORTHY CONVICT Abstract Turkey has now elapsed a decade with the application of restricted liberty. One can talk about superior sides of this application with respect to a rigid understanding of confinement. Thanks to this concept the crowded density of the jail population gets reduced. When the number of jailed people is low, it becomes more meaningful to take lessons from their situation, for the rest of the society; 1 Dr.,Istanbul Üniversitesi. Deniz İşletmeciliği Enstitüsü., [email protected] Sinan Çaya otherwise; when the numbers of “criminals” achieve great numbers; in philosophical terms; their appearing as a reference group representing the mainstream and right ways, is indeed facilitated. Moreover; on one hand; life in imprisonment may sharpen vindictive feelings of the individual while on the other hand; seasoned criminals may teach and / or suggest worse criminal ways and means to the new-comers. However; the subject of the constricted liberty will be isolated from probable culprits and proceed along the direction of being regained by the society, thanks to development of internal feelings of gratitude. As a matter of fact; within the modern-society-philosophy, the aim of penalty is not revenge but rather it is reform. During this process, there are duties incumbent upon the environment. One should not test the patience of the subject of restricted liberty. As for the authorities; they’d beter render them as “invisible” as possible towards the surrounding human environment. Keywords: Punishment; prison; convict; restricted liberty; reformation. GİRİŞ Türkiye’de Denetimli Serbestlik Uygulamasına Doğru Denetimli serbestlik uygulaması Türkiye’de onuncu yılını doldurmuş olup giderek yerine oturmakta ve daha fazla uygulanma temayülü göstermektedir. (Bilindiği gibi muayyen bir kanunun kâğıt üzerinde yer alması ile hâkimler zümresi tarafından içselleştirilip yaygın şekilde tatbik edilir olması, birbirinden farklı oluşumlardır). Amerika’da “parole” kelimesi, iyi hâli görülmüş bir mahkûmun şartlı salıverilmesini târif eder. Anılan şahıs, belirtilen zaman aralığında yeniden bir suç işlerse, geri kalan cezası da hapiste geçecektir. “Cezası ertelenmiştir” (the sentence is probated) ifadesi ise, belli bir süre hürriyeti tahdit cezası yediği halde şahsın daha işin başında hapisten muaf tutulup, onun yerine bir başka çeşit müeyyide veya emniyet tedbirine tâbi tutulmasını târif eder. Birçok eyalette “parole & probation” birlikte mütalâa edilir. İlgili görevliler de bu bileşik başlık altında icraatta bulunurlar. Türkiye’deki denetimli serbestlik uygulaması her iki usûlü ihtiva edecek surette gerçekleşebilmektedir. Denetimli serbestlik tatbikatları, önceki tarihlerde bazı yabancı ülkelerde gazete haberleri üzerinden Türk okurunun dikkatine gelmekteydi. Meselâ Almanya’da; Türkler’e karsı işlemiş olduğu kabahatlerden dolayı bir Alman genci bir müddet “döner kebabı yeme güvenlik önlemine” (*) tâbi tutmuştu ki, haber gazetede “Döner Yeme Cezası” başlığı altında işlenmişti. Böyle bir tedbir, o kabahatlinin “hasmını” anlamasına yardım etmek gibi didaktik (öğretici / eğitici) bir unsur içerir. Bir yazarın ifade ettiği gibi “anlamak [ise bir noktada] bağışlamak demektir” (Çaya 2013: 156). 2000’li yılların başında; uzaktan tanıdığım bir askerî kişi, hafta sonunda tabiat yürüyüşü yaparken ıssız bir mekânda kendisini dövmeye kalkışan iki gence yanında bulunan zâtî tabancasını çekmiş idi. Bu vukuat sonradan mahkemelik olduğunda; bu orantısız tepkisinden Daha yakın tarihli bir gazete haberine göre; Bad Gottleuba kentinde Alman bir yargıç; etrafa, sığınmacılara karşı ifadeler içeren gamalı haçlı el ilanları dağıtan ve bir molotof atma vukuatı işleyen üç neo-Nazi özentisi gence şartlı tahliye verirken; onları ayrıca Nazi Partisi’nin suçlarını araştırarak bu konuda 20 sayfalık bir ödev hazırlamaya “mahkûm etmiştir“ (Yıldırım, 09 Eylül 2015). * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 156 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek dolayı; tabancasını bundan böyle sivil giyindiği vakitlerde üzerinde taşıyamama yasağı verilmiş idi. O günler için bu uygulama tanıdık çevrelerde bir yenilik olarak görülmüştü. İnsan Tabiatı Üzerine Bir Takım Önermeler İnsan suç işleme ihtimalinden mutlak surette uzak ve âzâde sayılamaz. Belli şartlar altında bir suç olgusunun mağduru veya faili olmak her insanın başına gelebilecek bir durumdur. Anılan durumların yaygın bir çeşidi; taşkın bir insan kalabalığı içinde ve onların duyguları öncülüğünde tahripkârlığa yönelmektir ki bir çok kuramcılar tarafından böyle toplu davranışlar yoğun bir ilgi ile tetkik edilmiştir. Böyle bir güruhun duygu ve düşüncesinin, bireye göre çok daha alt seviyelerde teşekkül ettiği ve topluca çok kötü eylemler işleyebilecekleri, arada kalan “aklı başında” bireylerin de bu dalga içinde kolayca eyleme sürüklenebilecekleri çok yazılıp çizilmiştir. İtalyan suç kuramcısı Scipio Sighele (1868-1913) konuya önemle eğilmiş sosyal bilimcilerden yalnızca bir tanesidir. Çok enteresan bir tespit ile Sighele; topluca ve sensasyonal tabiatlı bir suçun yargılanmasında bizzat hâkimler heyetinin dahi taşkın kalabalığa hass bazı hususiyetler sergileyebileceklerine, yani bu gibi duygulara karşı koyamayabileceklerine değinmiştir (Selçuk 1988: 226). Birçok yazar; insanın derin iç tabiatında gizil bir vahşilik nüvesinin mevcudiyetine inanmışlardır. Sighele, âdemoğlunun fıtratından ileri gelen bir cinayet yatkınlığına inanır. Thomas Carlyle’ın (1795-1881), medeniyetin sadece bir dış kabuk teşkil ettiği ve bunun altında insanın vahşi tutkularının cehennemî bir alev misâli için için közlenmekte olduğu yolundaki beyanına hak verir (a.g.e.). Ancak [Sighele ile benzer görüşlere yer vermesine rağmen] Fransız düşünür JeanGabriel de Tarde (1843-1904); o nefret kalabalıklarının yanı sıra ‘sevgi kalabalıkları’nın ve ‘festival kutlayıcıları’nın da olabileceğine parmak basar. Kalabalıkların önceden değinilen barbarca ve iptidaî veçhesinin dışında; beşerî anlamda birleştirici bağların örülmesine ve güçlenmesine sundukları katkılardan da dem vurur (a.g.e.). Eşref-i mahlûkat addedilmiş olan insanoğlu; kimi zaman nefsine / egosuna uyup basit hesaplar uyarınca alçalsa dahi; özünde taşıdığı cevher, ona, her vakit pişmanlık yolunu açık tutar. Böylelikle insanın manevî kurtuluş ümitleri asla ve kat’a kapanmaz. En katı yürekli ve türlü suçlara ve günahlara batmış fert; yerine göre küçük bir vesileyle, birden insanlığını hatırlayabilir; umulmadık surette en asil ve fedakâr davranış örnekleri sergileyebilir. Birçok insan, suça çâresizlikten itilmiştir. (Son senelerin ileri anlayışı özellikle çocuklar için bu vurguya yer vermekte; “suçlu çocuk” yerine “suça sürüklenmiş çocuk” kavramını işlemektedir). Hapishane erbâbının evrensel ortak özellikleri içinde cehalet ve yoksulluk çok çarpıcı gözükmektedir. Foucault’un (1975: 281) Ch. Lucas’ın 1838 tarihli tespitine atıf ile belirttiği gibi; savcı ve yargıç sıralarında yer alanlar ile karşılarında itham edilen şahıs sıfatıyla yer alanlar arasındaki tenakuz; ikinci gruptakilerin esasen eğitimsizlik ve maddî imkânlardan mahrumiyet yüzünden meşruluk hudutlarını aşmışlığıdır. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 157 Sinan Çaya Orhan Elmas’ın yönettiği 1964 yapımı Duvarların Ötesi filminde (Tanju Gürsu’nun canlandırdığı) esas çocuk, bir hükümlüdür. Ancak (Erol Taş ve diğer aktörlerin oynadığı) diğer hükümlüler gibi cahil değildir. Biraz mürekkep yalamışlığı vardır ve lâkabı Mekteplidir. Hapisten kaçan grup, bir tiyatro aktrisini (Belgin Doruk) rehin alıp yanlarında götürürler. Filmin sonunda Mektepli, şahsî gayretleri sayesinde hepsinin teslim olmasını sağlar. Şekil 1. Anılan filmin afişi (internet). Amerikalı bir yazar da yukarıdaki tespiti teyid eder: Çok az istisnalar dışında hükümlüler fakir, eğitimsiz, işsiz ve azınlıkta kalan etnik grupların mensuplarıdır. Bu örgütsüz ve dağınık insan kümesi âdetâ en aşağı sınıfın tâ kendisidir (Irwin 1985: 1). Çankırı (E) tipi cezaevi’nde yüksek lisansımızı hazırlamak üzere yöneticilerle görüşüyor iken bir tanesi insanın ne denli anlaşılmaz bir varlık olduğundan dem vurarak eski bir gözlemini nakletmişti: Bir gün bir idam mahkûmunun iç avluda yarı donmuş bir kuşu himayesine aldığına şahit olmuş. O kuşu ekmek kırıntılarıyla besliyor; göğsüne bastırarak ısıtıyormuş. Bir idamlık insan, bir kuşun ölüp gitmesine tahammül gösteremiyormuş! (Çaya 1992: 11-12). Ceza Hususunda Bildik Eskimiş Tavırlar Muhakkak ki medeniyet, merhâleler kaydettikçe; cemiyete karşı gelen fertlere bizzat cemiyet adına öngörülen cezalar; intikamcı ve dehşetli sıfatlardan arınıp bunun yerine eğitici, düzeltici, yola getirici amaçlar ve anlamlar yüklenmiştir. Yirminci asrın ilk çeyreğinin aşıldığı günlerde; MacCormick & Garrett (1926: 25) Colorado dışındaki eyaletlerde kamçılama cezasının uygulamasının son bulduğunu belirtmekte; tecrit cezasına tâbi hükümlülerin Ohio eyaletinde günde sekiz saat süreyle yarım daire biçimli dar bir kafeste bırakıldıklarını bildirmektedir. Günümüz dünyasında; (belli çifte standartları ve kusurlarına rağmen); son tahlilde yine de her hâlükârda, ileri bir uygarlık ve insan hakları ve haysiyeti noktasında örnek bir anlayış TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 158 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek sahibi ve temsilcisi olduğunu herkesin teslim etmesi gereken Avrupa Birliği’nde; idam cezası (*) çoktan tarihe karışmıştır. Birleşik Amerika’da kimi eyaletlerde suçlunun infazı kalkmış, kimilerinde korunmuştur. Texas’ta önce kaldırılmış, seneler sonra geri getirilmiştir. Ancak eski dönemlerdeki asılma yoluyla infaz yerine; elektrikli sandalye, damara zehir zerki, gaz odasına alınma ya da (kalp nahiyesinde nişangah işareti çizili bir gömlek giydirerek) kurşuna dizilme gibi usûller bulunmuştur. Aslında Amerika; kendi tarihsel ve sosyolojik gerekçeleri istikametinde genelde ceza konusunda katı görüş sahibi bir çoğunluğun ülkesi izlenimini (**) uyandırır. Çankırı (E) tipi cezaevi’nde görüşmelerde; ikinci müdürlerden birisi, o günkü tarih itibarıyla 15 sene önceki bir anısını biraz da iftihar ederek anlatmıştı. Kendisi o zaman da ikinci müdürmüş. Bir ölüm cezası infaz edileceği (*) zaman aslî müdür bir hekim raporu alarak ayrılmış. O dehşet manzaraya müdür vekili olarak şahit olmak formalitesi de ona düşmüş. Türkiye’de eskiden âmiyane kahvehane sohbetlerinde idam cezasının ibret verici tarafını tasvip eden kişiler çok söz alırlardı. Tezlerini; bilgiç bir edâ içinde “sallandır bir iki tanesini de bak! Bir daha yapacaklar mı?” mealinde bir cümleyle tamamlamak ise âdettendi. Ortalama tahsili ve görgüsü o günlere göre şimdi çok gelişmiş Türkiye toplumunda, bu gibi sözler artık işitilmez olmuştur. Ceza konusunda katı olmanın, en azından gayri-kabil-i rücu yanlışlara sebep olabileceği hususu hiç unutulmamalıdır. Modern DNA tekniğinin gelişmesiyle Birleşik Amerika hapishanelerine haksız yere girmiş nice hükümlünün temize çıktığı bilinmektedir. Türkiye’de bazı kişilerin çeşitli sebeplerle başkalarının işlediği suçları üstlenerek hapse girdikleri (*) dahi bir gerçektir. Yetmişli yıllarda oynatılan bir Fransız filminde müdafaa avukatı ülkesinin giyotin denen aracını kıya sıya lânetliyor; onu millî bir ayıp addediyordu. ** Yıllar önce Texas’ta bir lisan tekâmül kursunda ders öğreticilerimizden birisi bir vesileyle (kendi tahayyül ettiği kadarıyla) İslâm Şeriatı’nda geçen cezalara hayranlığını bildirmişti. * Yukarida bahsi geçen kurşuna dizerek infaz yöntemi; Oklahoma ve Utah eyaletlerinde halk içinden belli sayıda kişinin kur’a ile seçilmesi yoluyla gerçekleşiyordu. Anlaşılması güç olan husus, bu idam mangasına katılmak için çok sayıda şehir sâkininin başvuruda bulunmasıydı. Vakıa tüfeklerden bir tanesi boş olarak veriliyor; böylece gûya manga elemanlarının vicdan azabı biraz hafifletiliyordu. Henri Gougaud imzalı, “Comes Silence” başlıklı Fransız yetişkin çizgi romanınn bir karesinde (2005: 23) ise; kötü kalpli patron; yanında çalıştırdığı köyün saf dilsizini karnı açken mutfakta bir et parçasına izinsiz el uzattığını görür. Hemen av çiftesini alıp zavallıya doğrultur ve ona “bazı memleketlerde yaptıkları gibi şimdi senin elini keseyim mi?” diye gözdağı verir. 1960’a kadar idamlar vilâyet meydanlarında sehpalar kurularak alenen gerçekleştirilirdi. Sonradan bu gibi infazlar cezaevlerinin içinde yapılmaya başlandı. Böylece olayın seyircisi sadece belli bazı resmî kişilere inhisar ediyordu. TBMM, 12 Eylül 1980 ihtilâlinden hemen sonra uygulanan bir takım idam cezalarının ardından daha sonraki idamları fiilen görüşmez oldu. İdam yasa ile kaldırılana kadar bu durum böylece devam etti. * Yılmaz Güney’in 1971 yapımı Baba filmi bu konuyu işlemiştir. Filmde, Almanya’ya gidiş muayenesini bozuk dişleri yüzünden kazanamayan genç baba, bir zengininin hayırsız oğlunun işlediği suçu para karşılığı yüklenerek hapse gider. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 159 Sinan Çaya Şekil 2. Bir hapishane avlusu (Milliyet Gazetesi, 10 Eylül 2014). Dört Duvar Arası Çözüm müdür? Çankırı (E) tipi cezaevi’nde görüşmelerde; bizzat müdür ve ikinci müdürler; cezaevinin ıslah ediciliği noktasında oldukça kinik ve şüpheci bir düşünce içinde olduklarını pek gizlememişlerdi bile! Anlaşıldığı üzere hapis yatan insan, genellikle topluma öncekinden daha fazla hınç beslemekte ve gönlünü öc alma hisleriyle doldurmaktadır. Bir Alman yazar, bir romanında, 1960’lardaki bir genç kızlar ıslahevini anlatır. Kuruluşun müdürü; insancıl görüşlü ve yenilikçi bir hukukçudur. Anlayışlı ve yumuşak bir yönetim sayesinde elindeki kızların ıslah olacaklarına inanmış, örnek kuruluşunun daha da yaygınlaştırılmasına kendisini adamıştır. Kızlar dış ortamda tarla, bağ bahçe işlerinde komşu köylülere yardım ederler. (Etrafı çevreleyen bataklık, olası bir firarı zaten fiziksel anlamda men etmektedir). Kimi zaman hayal kırıklığı getirici vukuatlar çıksa bile müdür iyimserliğini sürdürür durur (Konsalik, 1993 passim / bütüne atıf). Bir Amerikan romanında tâlî kişilerden biri olan bir seri tecavüzcü; kendisine yardıma yeltenen bir rahibe, hapis hayatının hele gençlerde kötü eğilimleri, ancak ve ancak beslediği gerçeğini izah ederken; şöyle konuşur: Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti başlıklı romanında kasabanın demircisi öldürülür. Onun en iyi arkadaşı olan belediye tellâlı ─ki Davudî sesine rağmen kamburlukla malûl bir adamdır─ sırf yiğitliğini göstermek üzere bu cinayeti üstlenir. Etrafa, onu kendisinin öldürdüğünü ikrar eder durur. Üstelik merhum demirci onun en iyi arkadaşı olduğu halde! Sonradan durum anlaşılınca serbest bırakılır. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 160 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek ──Gençleri ıslah sistemimiz sadece suçlunun önde gidenini yetiştirmeye yarar. Örneğin beni ele al! On üçümde içeri düştüğümde öyle umutsuz bir vak’a değildim ben. Amma şiddet, nefret, dayak, istismar derken; on beşimde çıktığımda toplum için bir sorun olmuştum bile! Cezaevi bir nefret üretim fabrikasıdır. Ben böyle doğmadım. DNA yapımda bir b*kluk yok amma toplumun benden taleplerinde var! Kilit altına al, hapset, iflâhını kes! Böylelikle canavarlar üretirsin! (Grisham 2010: 184-185). Şüphesiz birçok yıllanmış hükümlü; kendilerini oraya tıkan yetkili mercilerin dünya görüşü ve amacıyla hiç de uyumlu olmayan bir düşünceye sahiptirler Belki bazıları kendilerini bir nev’i kahraman saydıkları birer zıt-kahraman (anti-hero) olarak görürler. Nitekim Fransız yazar Jean Genet, güçlü otobiyografik izler taşıyan eserlerinde 1930’lu senelerde yattığı Fransız hapishanelerinde tam da böylesi bir ruh hâlini tasvir eder. Giyotin adayı Harcamone karakteri, onun bir romanında diğer mahkûmlarca âdetâ kutsanmakta ve ululanmaktadır! Islahat noktasında en önemli bir gelişim doğru numune-i imtisal (rol modeli) figürlerin ortaya konulmasıdır. Halbuki; öteden beri; meselâ sınıfın haylazı olan yaramaz (schelmisch, mischievous) çocuk, diğer öğrencilerin bir anlamda hayranlığını (*) celbetmiştir maalesef. Eski siyah-beyaz yerli filmlerde bile esas çocuk tahliye olurken kamera “Toptaşı Ceza ve Tevkif Evi” tabelâsına odaklandığında içimiz bir hoş olurdu. (O bina şimdi onarılmış yeni hâliyle, bir vakıf üniversitesinin bir fakültesini barındırmaktadır). Angels with Dirty Faces başlıklı 1938 yapımı bir Amerikan filminde bu konu işlenmiştir. Filmde (unutulmaz aktör James Cagney’nin canlandırdığı) Rocky bir gangster elebaşısıdır ama bir yetimler yurduna para yardımında bulunmaktadır; zira orada görevli rahip çocukluk arkadaşıdır. Yetimler bu cömert gangstere hayrandırlar ve onun gibi olmak hülyaları kurarlar. Filmin sonunda Rocky adaletin pençesine düşüp idam cezasına çarptırılır. Rahip dostu ondan bir ricada bulunur. Son ânında sert adamı oynamaktan vazgeçip elektrikli sandalyeye korku ve pişmanlık içinde gitmeli ve çocuklara bu yolun kötü olduğunu böylelikle telkin etmelidir. İdamın ertesi günü çocuklar, gazete manşetlerinde, ünlü çete reisinin korkakça öldüğünü okurlar. Rahmetli annem sınıf öğretmeni idi ve kendisine göre çok güzel bir sınıf disiplini tesis yolu bulmuştu. Sınıfın biraz “haydut” ama güçlü kuvvetli oğlan çocuğunu “sınıf başkanı” yaparak onu resmî bir yetkiyle donatıyor; bir anlamda okul idaresine kazandırıyordu. Bu; psikolojideki yüceltme (sublimation) mekanizmasını uygulamaya geçirmesiydi. Cüceloğlu’nun (1999: 303) belirttiği gibi bu yolla toplumun makbul görmediği saldırgan dürtüler kabul edilir bir mecraya geçirilmiş olur. Meselâ kavgaya ve etrafa “posta koymaya” meraklı kişi, hasbel kader bir emniyet bekçisi olabilirse, bu gibi davranışlar onun görevinin bir parçası addedilip kendisine yakışacak hâle gelir. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 161 Sinan Çaya Şekil 3. Anılan ecnebi filmin afişi (internet). Denetimli Serbestlik Ne Getirir? Psikoloji biliminin temel ilkelerinden birisi mütekabiliyet (reciprocity) (*) olarak saptanmıştır. İnsan iyi ya da kötü muameleye benzer şekilde karşılık vermeye yatkındır. Bu itibarla; suçu içerde ömür tüketmek yerine dışarıya denetimli serbestlik şekline dönüştürülmüş bir insan; şimdi bu şansı kendisine bahşeden yetkililere ve onların nezdinde giderek bütün topluma karşı kendisini borçlu hissedebilir. Bu itibarla ıslah yolunda içselleştirilmiş bir adım atabilir ki bu müspet tavrın devamının gelmesi, zorlayıcı şartlara nispeten çok daha muhtemel ve kolaydır. Mütekabiliyet ilkesi bazen düşman taraflar arasında bile karşılıklı bir saygı ve hattâ sevgi oluşumuna imkân verir. Safa Önal’ın senaryosunu yazıp Sırrı Gültekin’in yönettiği 1966 yapımı “Çavdarlı Murat” başlıklı filmde böyle bir yan-tema izlenmiştir. Sevdiği kız olan Elif’i (Figen Say) kendisine kalsın diye dere kenarında zorla kirleten Murat (Ekrem Bora), güçlü ağa ile baş etmek üzere mecburen dağa çıkar. Kanun dışı bir adam olur. Baskınlar yaparak nâm salar. Etrafına kızanlar edinip meşhur Çavdarlı Murat Efe’ye dönüşür. Günün birinde bu şöhretle Elif’in kırgınlığını giderip tekrar kalbini kazanır. Evlenirler. Zeybek reisi eşkıyalığı bırakır. Tam çocuğu doğduğu gün ise zaptiyeler bağ evini kuşatırlar. Çavdarlı, zaptiye başına seslenir: ──Ben he’ bi’ şeyi unuttum gaari [Filmde otantik Ege şivesi korunmuştur]. Albert Camus, L'Hôte başlıklı varoluşçu felsefeye bezenmiş öyküsünde ilgili bir temayı işler. Olay Fransız yönetimindeki Cezayir’de geçer. Jandarma, suç işlemiş bir yerliyi köy öğretmenine emanet edip şehre götürmesini ister. Fransız öğretmen bir süre Arap’a nezaret eder ve sonra bir yol ayrımında, muhtemel bir cezayı göze alarak önemli bir karar verir. Arap’ı serbest bırakır. Ona nereye gideceğine kendi kararını vermesini söyler. Arap kendisine bu derece güvenen bu insandan bir anlamda nefret eder amma kerhen şehrin yoluna düzülür. Dağlara ve hürriyete yönelmez. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 162 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek ──Amma kanun unutmaz Çavdarlı! Derken kısa bir pazarlık yapılır. Direnmeden teslim olursa gelecek cezaî indirimler anlatılır ve Çavdarlı’nın mütereddid sesi yine duyulur: ──Osmanlı’ya güven olmaaaz! ──Öyleyse; bana güven Çavdarlı! Şimdi Murat yavaş yavaş ortaya çıkıp ellerini kaldırırır: ──Ben zaten dağdayken de he’ bi’ vakit sana güvendiydim, gumandan! 163 Şekil 4. Anılan filmin çekimlerinde kulis arkası bir sahne (internet). Örnek Olay: Seneler önce bendeniz fakir, Havacı Asteğmen üniformam içinde Topkapı semtinde bir akrabama uğramış, onları evde bulamamıştım. Sonra onlara götürdüğüm bir kese kâğıdı dolusu nefîs Rezzaki üzümlerini bir tarihî caminin şadırvanında güzelce sudan geçirmiştim. Yatsı namazı çoktan bitmişti. Şadırvanın oturaklarında tek bir kişi kalmıştı: Kırklı yaşlarda, sâde giyimli, avurtları çökük ve belirgin bir “kulağı-kesik” (*) izlenimi veren bir adam! “Kulağı kesik” tâbirinin Osmanlı döneminden gelme farklı açıklamaları vardır. Kimi dergâhlarda yeni müridlerin kulağına küpe takılırmış. Öğretiler kulağına küpe olsun diye. Eğer mürit yoldan çıkıp vukuat işlerse, o küpe çekerek sökülür ve kulak memesi yırtık kalırmış. Diğer bir varyant: Dürüst olmadığı ispatlanan esnaf, ayak uçlarında dikilip kulak kepçesinden kapıya çivilenirmidi. Bu cezayı zaptiyeler uygulardı. Ayaklar yorulup topuklar zemine basınca kulak kepçesinin üstü yarılırdı. Lisans öğrenciliğimde, bir seçmeli hukuk dersinde Prof. Dr. Vakur Versan’a belediyeciliğin tarihi ile ilgili bir sözlü sunuş yapmıştım. Kaynaklardan en önemlisi, adını unuttuğum ama unvanını “vilâyet mektupçusu” diye hatırladığım bir yazarın eseriydi ki bir sayfasında yazdığına göre; çarşıyı teftişe çıkan kadı; dirhemi noksan ekmek çıkartan fırıncıyı bir kulağından tezgâha çiviletirdi. Bu malûmatı naklederken hocamız sınıfa dönüp şöyle konuşmuştur: ──Lâf aramızda, ben böylesi bir cezaya şahsen taraftarım! * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 Sinan Çaya Bendeniz onu üzüm ziyafetine ortak olmaya dâvet ettim. Galiba bir resmî kişinin kendisine güvenmesinden hoşnut oldu. Bir bankın üzerinde beraberce üzümlere giriştik. Arada sohbet koyulaştı. Bir yoldaşlık hissi sarıp sarmaladı bizi. Tabiî ki kodes görüp çıkmıştı. Amma önemsiz fiillerdi yaptıkları. Bekârdı. Ana-oğul yaşıyorlardı. Kiradan kurtulmak için surların dibinde bir mekân bulup ıslah etmişler; hattâ dayayıp döşemişlerdi. Anacığı becerikli kadındı. Bir güzel temizlemiş ve döşemişti yuvayı ki “bakmaya kıyılmazdı!”. Tabiî etraftan onların anaoğul saadetine haset edenler de vardı. Dünyanın halleriydi işte… Her bürokrasi (genörgüt) uyumlu ve geçimli mürettebat ister. (Askerî İç Hizmet Kanunu’nda bu “geçimli” sıfatı zikredilir de). İştigal ettiği bütün paydaşlarının (orman idaresi için orman köylüleri, bir okul için veliler topluluğu, cezaevi için hükümlü ve tutuklular vs.) emir ve talimatlara karşı kıvrak ve itaatkâr olmalarını temenni eder. Yapıcı tavır sergileyenler; ilgili idarelerden ona göre belli bazı imtiyazlar edinirler. Örnek Olay: Yedek subay okulunda (temel askerlik eğitimi) bir Cuma günü bölük komutanımız yüzbaşı çok asabî görünüyordu. Besbelli ki iyi bir gününde değildi. Bakım saatinde tüfeklerimizi, harbilerin uçlarına taktığımız bezlerle ─ ki eski bir nevresimden yırtılan o bez parçaları bile herkese gıdım gıdım verilirdi; bollukta değildi─ temizledik; yağladık. Sonra namlular öne gelecek şekilde omuzlarımıza kaldırıp denetim vaziyeti aldık. Yüzbaşımız tek tek namlulardan içeri doğru baktı. Bendeniz fakir dahil bir düzine arkadaşın temizliğini beğenmedi. Şöyle buyruk verdi: ──Bu on iki arkadaşta namlular Haliç misâli ─Haliç’in o yıllardaki hâli─ kirli! Onlara bu hafta sonu çarşı izni yok! Derken spor saati geldi. Bölük, üsteğmenimizin nezaretinde süklüm püklüm uzun koşuya başladı. Bir grubun ceza yemesi herkesin moralini bozmuştu. Birkaç dakika sonra bendeniz fakir, sıramdan ayrılıp üsteğmenin hizasına koşar adım ulaştım. Bir teklif götürdüm: ──Komutanım, müsaade ederseniz bölüğe türkü (*) söyletebilir miyim? Üsteğmen bu hevesin bir cezalıdan gelmesine şaşırdı ama olur verdi. Bölüğün sağ yanında yerimi alıp bir Malatya türküsüne başladım. Her mısra benden sonra bölük tarafından tekrarlıyordu: Armudun altı kuyu Uyu sevdiğim uyu. Bana sarhoş diyorlar. İçtiğim üzüm suyu hey! *** Hoppala yavrum, yaz geldi Askerde koşuları bir türkü refakatinde yapmak, motivasyon açısından bir teamül (alışı) olagelmiştir. Elbette bunun için bir bozlak ya da uzun hava uygun düşmez. Şen şakrak ve hızlı tempolu türküler seçilir: “Mardin Kapısı”, “Yaylâlar” gibi türküler yaygın olarak okunur. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 164 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek Çarşıya kiraz geldi. Aldım beş okka kiraz O da yâre az geldi. Koşu parkurunun en uç noktasını teşkil eden eski Abdüsselâm çiftliği’ne ulaşınca, nağmeyi, bir Sivas-Ulaş türküsüne çevirdim: Kerpiç kerpiç üstüne Bu kerpicin aslı ne? O yâr beni seviyor Üç kumanın üstüne! *** Oy Nazife Nazife Yâr Nazife Nazife! Nazife benim yârim; Nazife’den kime ne? Turu tamamlayıp bölük mıntıkasına döndüğümüzde; üsteğmen, yüzbaşıya gidip kısık sesle bir şeyler konuştu. Sonra içtimada bize bir müjde geldi: Deminki cezalar kaldırılmıştı. İçtima dağılır dağılmaz ben tükürük okkasına döndüm. Cezası af olanlar yanağımı öpüyor, “senin sayende oldu bu” diyorlardı. Etiketleme kuramı (labeling theory) uyarınca bazı oluşumlara kötü bir sıfat takmak, onların kötülük özelliğini pekiştirebilir ve birincil sapkınlığı (*) giderek ikincil sapkınlığa çevirmeye sebebiyet verebilir. (Başka bir ifadeyle; bu ara sıra yalpalanan makbul olmadık haller yerine; olumsuz doğrultuda bütün bir hayat tarzı ortaya çıkartabilir). Bir örnek: Ara sıra içen bir adama etraftan alkolik yaftası vurulunca, o adam artık devamlı bir içici oluverir. Türkçe’de “bazı şeylerin şüyuu, vukuundan beterdir” diyen atasözü bu fikri çok isabetli şekilde özetler. Denetimli serbestliğin öznesi, en bunalımlı saatinde bu hâlinin alternatifi olan o kapalı hacmi aklına getirerek şimdiki şartlarından dolayı Yaradan’a şükredebilir. Bir daha duvarların arasına girmemek için en keskin irade savaşlarına girişebilir. Denetimli serbestliğin önemli bir olumlu yan-etkisi de, cezaevlerinde hafifleme sağlamasıdır. Böylece hem orada kalanlar daha rahat bir hayat sürerler. Hem de kilit altındaki hükümlü sayısının azalması başka bakımlardan önemli bir gelişmedir. Bir toplumda anormal veya mahzurlu veya aykırı damgasına müstahak görülenlerin sayısı eğer ki büyük rakamlara ulaşmış ise; orada köklü bir mesele, bir temel bozukluk hüküm fermâ olmuş addedilemez mi? Yani; “ana bulvarı” temsil eden çoğunluktur ve eksantrik (uçrak) veya acayip unsurlar; az sayıda olmakla kaimdirler bir bakıma. Bütün o norm-dışı olanlar; bir noktada çoğunluğa nispet ile ve çoğunluk üzerinden tanımlanarak o garip konumlarına veya kategorilere Sosyolojide toplum dışı ve topluma karşı bireyler; ekseriya sapkın (deviant) kapsamında ele alınırlar. Suç da bir sapkınlıktır, ayyaşlık da, yakın çevresine borç takmak da. Ancak sapıklık kavramı günlük hayatta daha ziyade cinsel sapıklık şeklinde anlaşılmaktadır. Anılan kelime; Tanrıtanımaz, yani zındık anlamında da kullanılabilir ki; din âlimi Ahmet Mahmut Ünlü, yine cinsî sapık çağrışımı yüzünden bu kelimeye rağbet etmediğini, bir ekran sohbetinde belirtmişti. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 165 Sinan Çaya “yakıştırılmış” olurlar. Menfi anlamda sıra dışı kişilerin nûfusu, tabiî kabûl edilenlerin nûfusuna yaklaşırsa (*); o zaman işler karışmış; bir anlamda tanımlayıcı veya kategorilere ayırıcı temelkuramca (paradigma) sorgu sual götürür duruma gelmiş olur. Absürd tiyatronun önemli ismi Eugène Ionesco’nun gergedanlar adlı piyesi benzer bir izlek üzerine kurgulanmıştır: Bir kasabada birden gergedanlar görülmeye başlar. İnsanlar birer ikişer bu iri ve çirkin hayvana dönüşmektedir. “off, hava çok sıcak!” gibi şikâyetler ve burun bölgesinde kaşınma belirtileriyle, giderek daha fazla insan bu cereyana veya “modaya” kapılır giderler. Sonunda kendi özünü ve kimliğini koruyan son insan azınlıkta kalır ve onlara göre asıl kendisini çirkin ve tuhaf bir vaziyete indirgenmiş bulur. Denetimli Serbestlik Öznesini İstismardan Kollamak Görevlilere düşen önemli bir nokta; denetimli serbestlik öznesinin bu durumunu mümkün mertebe mahfuz tutmak olmalıdır. Bu sayede olur olmaz kimselerin onu rahatsız etmesi veya tahrik etmesi tehlikesi önlenir. Denetimli serbestlik verilmiş bireyin hakiki tarihçesini etrafta ne kadar az kişi bilirse o kadar iyidir. Denetimli serbestlik öznesinin sırrını bilen yakın muhite de önemli bir insanlık görevi düşer: Bu da onun sınamalı durumunu kötüye kullanmak veya sömürmekten kaçınmadır. Bayağı seviyede provokasyonlar yoluyla onun sabrını zorlamak (**) ya da sınamak gibi eğinimlere (temptation / Versuchung) tevessül etmemektir. Örnek Olay: Yıllar önce bir Anadolu şehrinde bir millî bayram kutlanıyor. Protokol sırasında yer alan devlet ricali arasında yan yana durmuş iki üniformalı var: Bir kurmay albay ile bir jandarma albay. Arada birbirleriyle kısık sesle konuşuyorlar. Jandarma albayın tavırları rahat; hattâ bir elini arada (belli ki mahsuscuktan) pantolon cebine ─ ki asker kişi için başlı başına bir disiplinsiz hareket tarzıdır─ sokup duruyor. Kurmay albay, o hitap edince hemen esas duruşuna geçiyor. Rahatsız bir görünüşü var. Bendeniz seyirciler arasında onlara yakın bir konumdan, bir sosyolog sıfatıyla gözlemimi yapıyor ve fenomolojik yorumlar çıkartıyorum. İkisinin arasında yakın tarihte bir çatışma / sürtüşme yaşanmış olduğuna; üst düzey bürokrat olan apartman komşumuzun bir sohbetinden muttali olmuşum, ki tecessüsüm bu yüzden bilenmiş. İkisinin “hükümranlık” alanları farklı: Jandarma albay garnizon komutanı, yani o vilâyetin hudutları içindeki en kıdemli subay. Kurmay albay ise bir askerî okulun komutanı. Emrinde çok daha fazla personel, daha büyük imkân ve kabiliyetler var. Ancak; ikisi arasında bir sıcak vukuat durumunda; birincisinin kaybedecek pek fazla şeyi yok. O, albaylık süresi bittiğinde kadrosuzluktan emekliliğe yürüyecek. Kurmay ise yakında generalliğe mütalâa edilecek. 12 Eylül darbesinden sonraki zamanlarda “sakıncalı” sayıları muazzam çoğalmış ve Türkiye toplumu için yukarıdaki felsefî tonlar içeren imgesel örnek, bir realite olarak yaşanmıştır. * Yıllar önce bir ekran programında bazı fırsatçıların, şartlı salıverilmiş kişileri sefil bir hedonist (hazcı) anlayışla nasıl tâciz ve tahrik ettikleri anlatılmıştı. Fırsatçılar, onların eli kolu bağlı durmak mecburiyetlerini ballandırarak vurguluyorlar, tahrikten zevk alıyorlardı. Bazı görüşmelere de yer verilmişti. Mağdurlar bu gibi insanlardan epeyce yakınmışlardı. ** TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 166 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek Bir olaya karışsa, ihtimal ki Askerî Şûra, haklı haksız demeden ve sırf böyle bir tatsızlığa bir şekilde mahal verdiği için dahi onun “üzerini çizebilir”. Dahası; birincinin güçlü bir kozu daha var: Jandarma sınıfından olmak sıfatıyla, onun hukukî mevzuata âşinâlığı söz konusu. İcabında üst komutalara gönderilecek bir tutanağı veya şikâyet dilekçesini çok daha mâhirâne düzenleyebilir. Kurmay bütün bunları bildiğinden pisi gibi alttan alıyor. Kitâbî anlamda astlığını gösteriyor. Oysa olağan şartlarda herhangi bir kıt’a subayı aynı rütbedeki kurmaya, kendisinden kıdemsiz bile olsa saygı duyar ve hattâ ondan çekinir. İşte yukarıdaki sahnede, bir sabır sınaması nokta-i nazarından bakıldıkta bir nev’i “denetimli serbestlik” çeşnisi gözlemlemek kâbildir.(Teşbihte hatâ olmazmış). Amerikan Edebiyatı’ndan Bir Islah Öyküsü Sonları sürprizle biten hikâyeleriyle ünlü O. Henry (1862-1910); A Retrieved Reformation başlıklı eserinde, içsel anlamda ıslah olan bir eski kasa soyguncusunu anlatır. Öykünün başında, Jimmy Valentine bir cezaevinin iş ocaklarında, eski kunduralar onarmaktayken tahliye emri kendisine bildirilir. Dışarıdaki nûfuzlu dostları onu buradan kurtaracak düzenekleri işletmişlerdir. Jimmy serbest kaldıktan sonra bir kasabadaki dostuna uğrar. Evinin gizli bölmesinde bir torba içinde sakladığı özel kasa kırma araç ve gereçlerini alır. Para kasaların duayeni; bu pahalı ve çok özel donanımın çoğunu, tanıdığı bir zanaatkâra ısmarlamak (*) suretiyle edinmiştir. Derken birbirlerinden uzak bazı şehirlerde kasa hırsızlıkları vuku bulur. Ben Price isimli dedektif bu suçlar zincirini aydınlatmaya memur edilir ki şüphelendiği isim Jimmy’den başkası değildir. İz sürmeye başlar. Bu esnada Jimmy Valentine, torbasını taşıyarak Elmore isimli kasabaya gelir. Orada Annabel isimli genç kızı uzaktan beğenir. Bankerin kızı olduğunu öğrenir. Hapiste öğrendiği işe şimdi atılmayı planlar. Ralph Spencer adı altında bir otele yerleşir. Bir kundura imalâthanesi açar. Giderek işlerini ilerletir. Genç, yakışıklı ve hoşsohbet bir adam sıfatıyla, çevresinde itibar ve muhit edinir. Annabel ile nişanlanır. Günün birinde bir eski arkadaşına mektup yazarak bir buluşma ayarlamak ve ihtisas âletlerini ona devretmek ister. Artık eski “mesleğini” kesinlikle terk etmiştir. O buluşmanın sabahında Jimmy değerli torbasıyla birlikte nişanlısına uğrar. Bütün aile bankada buluşurlar. Müstakbel baldızı da iki küçük kızıyla oradadır. Aile, yaklaşan izdivaç arifesinde mutlu ve coşkuludur. Bu arada küçük kızlardan birisi bankanın yeni kasasına girmiş iken ablası onu, oyun olsun diye içeriye kapatıverir!. Zaman ayarlı bu yeni kasaya dışarıdan müdahale yapılamaz. Küçük kız karanlık ortamda korkudan perişan olur. Annesi, banker dedeye, mutlaka bir şeyler yapmasını söyler. Heyecan doruğa tırmanır! İlginçtir. Yıllar önce bir televizyon programında, Türkiye’yi dışarıda başarıyla temsil etmiş ünlü beyin cerrahı Dr. Gâzi Yaşargil’in, kullandığı bazı ameliyat âletlerini bizzat tasarlayarak ve çizimlerini yaparak bir kesici araçlar firmasına ısmarladığı, söz konusu edilmiştir. * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 167 Sinan Çaya Şimdi Ralph torbasına el atar. Bir dakika içinde yine Jimmy Valentine oluverir. On dakika sonra küçük kız kasadan kurtulmuştur. Dedektif Ben tam bu esnada bankanın içine kadar gelmiş ve olup bitene vâkıf olmuştur. Jimmy onu tanır ve kuzu bir edâyla bileklerini ona uzatır; ancak sivil polis bir garip lâflar eder: ─ “Mr. Spencer, yanlışınız var. Sizi önceden tanıdığımı sanmıyorum” der ve dönüp aksi (!) istikamette yürür. SONUÇ Suç işlemiş fertler için ıslah mümkündür. Asıl olan iyimser bir bakışa şans tanımaktır. Elverişli koşullarda topluma kazanılma süreci elbette başarıya gidebilir; meyvesini verebilir. Kaldı ki, denetimli serbestliği hak eden kişiler nispeten daha hafif cürümler işleyenlerdir. Adaletin hafif ve ağır fiiller arasında bir fark gözetmesi makûl ve anlaşılır (*) bir tasniftir. Bu ayrımın adalet sistemine katkısı, zararından fazladır. Denetimli serbestlik uygulaması Türkiye’de onuncu yılını başarıyla idrâk etmiş olup ilgililerin dimağlarında yeni ve uygun bir zihniyet olarak giderek daha fazla yer etmektedir. Uygulamanın olumlu getirileri azımsanamaz. Yöntem; adaletin günümüz anlayışı ile çok daha bağdaşık ve hümanist bir anlayışı temsil eder ve gelişerek devamında önemli faydalar mülâhaza edilmelidir. KAYNAKLAR MacCORMIC, A.H. & GARRETT, P.W. Eds.(1926). Handbook of American Prisons, New York :G. P. Putnam’s Sons. YILDIRIM, Ahmet (2015). “Alman Yargıçtan Neonazilere ‘Ödev’ Cezası”, Dünya Gazetesi, 09 Eylül. CÜCELOĞLU, Doğan (1999). İnsan ve Davranışı, dokuzuncu basım, İstanbul: Remzi Kitabevi. GRISHAM, John (2010). The Confession, London: Arrow Books. IRWIN, John (1985). The Jail: Managing the Underclass in American Societty, Berkeley & Los Angeles: University of California Press. FOUCAULT, Michel (1975). Surveiller et punir: Naissance de la prison, Paris : Éditions Gallimard. KONSALIK, Heinz G. (1993). Mädchen im Moor, München: Heyne. SELÇUK, Sami Selçuk (1988). “L’infraction collective (approches psycho-sociocriminologiques et sa structure juridique en France)”, Ankara Üniversitesi Siyasal Suçların hepsi aynı ağırlıkta ve ciddî boyutlarda olamaz. Yaygın bir sinema veya roman mevzuudur: Cinayet masasından bir sivil polisin maksadı bir suçlular kralını ele geçirmek ise; soruşturmayı başarmak üzere yer altı dünyasının marjinal tipleriyle bir münasebet lûzum edebilir. Belki o âlemin içinden bir muhbire ihtiyaç duyulabilir. Anılan muhbirin ufak tefek kabahatlerini görmezden gelmek bile vazifeyi üstlenmiş sivil polis için elzem hâle gelebilir. Böyle bir esneme; esas olarak yalnızca ehemi mühime tercih etmek hükmündedir ve başarı istikametinde yol almayı temin eder. Zerre taviz vermemek şıkkı ideal gözükse de pratikteki işlerliği ve başarı şansı ne kadardır? Bir de bu boyutu yok mudur işin? * TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 168 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek Bilgiler Fakültesi Dergisi [Ankara University Journal of Faculty of Political Science] , Vol. XLIII, No: 1-2, Ocak-Haziran, s. 226. ÇAYA, Sinan (1992). Job Satisfaction among Prison Guards in an Anatolian City, (basılmamış Yüksek Lisans tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. ÇAYA, Sinan (2013). “Viktimoloji (Mağdurbilim) Gözlüğünden Avrupa’da Yabancı Menşeli İnsanların Dramı”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı 30, s. 156. EK: DİĞER GÖRSELLER 169 Şekil 5: Yazar (S.Ç.) tarafından; en az 30 sene önce bir çizgi romanın iç kapağında yer almış batı kaynaklı bir karikatürün Türkçe tercümesinin hâfızadan yeniden çizilmiş versiyonudur. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 Sinan Çaya 170 Şekil 6: 1991 (?) Tarihli bir yıllıkta yer almış bir yazısız karikatürün, yazar (S.Ç.) tarafından hâfızadan yeniden çizilmiş versiyonudur. EK: BİR ESKİ HÜKÜMLÜYÜ KONU ALMIŞ MANZUME Bugün Kumarbazları Sosyetesi Bozuldu! Bugün bizim kahveye Çok ilginç biri geldi. Yetmişli yaşlardaydı. Topluluğa hitâba Alışkın bir edâyla “Hapisten yeni çıktım,” diye başladı lâfa: “Kızımla ilgiliydi. Bir namus meselesi... On beş yıl hapis yattım. İkinci Cihan Harbi TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171 Hak Eden Mahkûma, Dışarıda Islah Şansı Bahşetmek Sırasında askerdim. Çok ilerledi yaşım. İşte durumum budur. Bir yardım eden yok mu?” Ben bir şeyler çıkarttım. “Kusura bakma,” dedim “Züğürt günüme geldi” “Sağ’olasın bey!” dedi. Sonra öbür masaya, Dalgın okeycilere Doğru yanaştı, durdu Ve o “akademi”den Diplomalı sesiyle “Hiç yardım eden yok mu?” Diye talepkârane(!), Eğilmeksizin sordu 171 Doğrudan doğruya o Koyu kumarbazlara Ki Garson Alâaddin Ne zaman çay götürse Biraz felsefe yapar: “Bu kumar ne berbat şey! Buradaki dört kişi Şimdi birbirlerine Düşmandırlar vallahi!...” S.Ç. Bursa, 1997 TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 5, Aralık 2015, s. 155-171