Zambak Abla İle Uğur Abi
Transkript
Zambak Abla İle Uğur Abi
Zambak & Uğur TÜRE Zambak Abla İle Uğur Abi 208 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 209 ZAMBAK ABLA İLE UĞUR ABİ O yılların en önemli meydanıydı. Büyük toplantıların, mitinglerin hepsi Kuruköprü’de yapılırdı. Meydanın tam ortasında bir çeşme vardı. Bahripaşa Çeşmesi diye anılırdı. 1900 yılında dönemin Adana Valisi padişahın tahta çıkışı onuruna yaptırmıştı çeşmeyi. Şu an Seyhan KaymaKURUKÖPRÜ iSMİ NEREDEN GELİYOR: Eskiden Adana’nın ortasından akan Seyhan Nehri sık taşarmış. 1832-41 yılları arasında Adana’yı işgal eden Halil İbrahim Paşa döneminde bu taşkınları önlemek için, suyu şehrin kenarından bypass edecek kanallar açılmış. Kentin batısında bulunan kanalın üstüne de Tarsus yolunun geçeceği bir köprü yapılmış. Açılan bu kanallar sadece sel olduğunda dolduğu için, yılın bir çok gününde kuru bir şekilde dururmuş. Bu yüzden Tarsus yolu üzerinde bulunan köprüye halk Kuruköprü ismini vermiş. Daha sonra bu kanallar kapatılmış. Köprü de yok olmuş. Ancak köprünün bulunduğu bölgeye Kuruköprü denilmeye devam edilmiş. 210 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II kamlığı olan eski Vilayet Binası da, Sanayi Mektebi olarak temeli atılan İnkilap İlkokulu da o yıl aynı onur adına inşa edilmişti. Barok mimarinin ışıkla gölgeyi dans ettirecek kıvrımlarını taşırdı Bahripaşa Çeşmesi. Maalesef 1956 yılında sözde imar uygulamalarına kurban giderek yıkılıverdi. Meydanın batı kenarında Tarsus’a doğru uzanan yolun yanında birkaç merdivenle çıkılan ve etrafı camla kaplı yüksek bir kahvehane vardı. Aslında oraya kahvehane deyip geçmeyi haksızlık kabul ediyorum. Orası sıradan bir kahvehane olmaktan öte, dönemin mürekkep yalamış, ağzı laf yapan, eli kalem tutan, müziğin ritmini hisseden kişilerinin toplandığı bir yerdi. 211 Ah Hacıbayram ahhh! Ne özel bir mahalleydi orası. Hani nev-i şahsına münhasır denilen bir kelime var ya sanki Hacıbayram’ı anlatmak için kullanılmış. Muzaffer İzgü’nün Adana’yı anlattığı kitaplarında bahsettiği “Allah’ın horozuna kravat takılan” yer. O sıralarda Zambaklar da Hacıbayram’da oturur, ablalarım vasıtasıyla bizim eve gelirdi. Onların bir komşusu Ablam Nezahat ve Jale ile sınıf arkadaşı olduğu için Zambak da onların peşine takılarak bize misafir olurdu. *** Üstat herhalde “horoz” kelimesiyle kabadayıları sembolize etmiş. Çünkü Adana’da horozlanmak; diklenmek, karşı durmak anlamına da gelir aynı zamanda… Horozun kravat takması ise kabadayının insansı değerlerle eğitilmiş olması demek olsa gerek. Çünkü Adana’da kabadayı denilince asla şimdiki mafya benzeri, topluma zarar verecek yasadışı şeyler yapan insanlar anlaşılmazdı. Adaletsizliklere karşı çıkan, mazlumun hakkını zalimden alarak sahibine veren ve sadece bilek gücüne Birkaç merdivenle çıkıldığı için mi, güvenen insanlar anlaşılırdı. Aslında her yoksa bu yüksek eşrafın takılıyor olmasın- Adanalı biraz kravatlı horoz sayılır ya... dan mıdır bilmem, bu kahvehaneye ‘Yükİşte Hacıbayram kravatlı horozların sek Kahve’ derlerdi o zamanlar. mahallesi olarak bilinirdi Adana’da… MaMeydanın bir kenarında ise ismi Cum- hallenin ortasında, meşhur Hacıbayram huriyet olan bir ilkokul, bir de benzin is- karakolu civarında, Hacıbayram Kuyusu denilen yerin kenarında otururduk biz. tasyonu bulunurdu. Tarsus yolundan gayri Kuruköprü Meydanı’na 4 yol daha açılırdı. Biri daha önceki ismi Ters veya Tarsus Kapı olan Küçüksaat Meydanı’ndan gelen yol… Diğeri şimdiki ismiyle İnönü Caddesi… Ve Çınarlı Mahallesi’ne giden yol… Son olarak Hacıbayram’a giden cadde. 212 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Babam da annem de öğretmendi benim. Annem kız öğretmen okulundan mezun olmuştu ve çok iyi keman çalardı. Hatta kemanını sık sık okula götürür, küçük konserler verirdi. Zambak’ın babası da öğretmendi ama ayrılıp yün satan bir dükkan açarak ticarete atılmıştı. Uğur Türe bizlere yaşam öyküsünü anlatırken Zambak Hanım ile tanıştığı günlere gelince, sohbetimizi dinleyen Zambak Türe, çekincesini belirterek sözü eşinden aldı; Şimdi siz bizim evliliğimizin bir çocukluk aşkı olduğunu zannedeceksiniz. Halbuki ben çocukken onunla hiç yakınlaşamadım bile… Pek bir mahcup çocuktu. Biz onlara gittiğimizde dama çıkar kuş uçururdu. O zamanlar biz uçurtmalara “kuş” derdik. Bir kasnaklı kuşlar vardı ki kargıdan iskeletleri olurdu, bir de avganlı dediğimiz sadece kağıttan olanlar vardı... Ablaları gel Zambak’la oyna derlerdi Uğur ise gelmem derdi. Gelsin diye kısır yaparlar ve yemeye çağırırlardı ama yine gelmezdi. Yani çocukken suyumuz aynı yere akmadı hiç bir zaman. Bir arkadaş olarak değil, bir aile dostu olarak tanıştık biz. Daha sonra onlar Çınarlı Mahallesi’ne, biz de Karasoku’ya taşındık ve böylece ayrılmış olduk. Ben ilkokula yeni başladığıma göre yıl 1944 olmalı. karşılaşmaz birbirini etkileyen insanlar öyküsü yok aramızda. Hatta ben ilk karşılaştığımızda gıcık aldım bile diyebilirim. Durun siz sormadan anlatayım o günleri de hikaye tamam olsun; Yıllar sonra, 1974 yılında eczacı Mahmut Akan vasıtasıyla tanıştığım bir grupla sanat müziği çalışmaya başladık. KISIR YEMEĞİ NEDİR? Kısır Adana’ya özgü pratik bir yemek. Avcarlanmış bulgurun pişirilmeden, elle yoğurulması suretiyle yapılır ve haşlanmış asma yaprağı arasına sarılarak yenir. Ana yemek türü olmaktan çok, ikindileri yakın bir dost misafirliğe geldiğinde yapılır . Aslında yıllar sonra yeniden tanıştığımız zaman bile, karşılaşır 213 Böylece arkadaşlığımız başlamış oldu… Yıl 1975… 1990 yılında da evlendik… Ama bunu 15 yıl flört etmişler diye yorumlamamalısınız. Daha çok “beraberce sanat icra ederken dost olmuşlar” demek lazım… Grupta Mahmut Akan’dan başka, Oktay Sökmen, Toktay Sökmen, Adnan Polatöz gibi isimler var. Adana’nın Yüzevler Mahallesi’nde bulunan Türk Kadınlar Birliğinin binasının alt katında çalışıyoruz. Bir müddet sonra Uğur da bize katıldı. İlk katıldığında ondan bir gıcık aldım ki sormayın. Zaten çocukken çağrıldığında gelmeyince “benden hoşlanmıyor” diye bir ön yargı edinmiştim. Arkasından bağladığı uzun saçları da ondan hoşlanmamam için bir nedendi. O zamanlar elime bir makas geçirip gizlice arkasından yaklaşıp saçını kesme duygusuna kapıldığım anlar olmuştur. Neyse konumuza döneyim. Uğur koromuza katıldı. Tambur çalıyor… Sazlar 214 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II önde oturuyor, koro da arkada… Tam icraya başlıyoruz, Uğur dönüp dönüp bana bakıyor. Ben de gıcık oluyorum, o bakınca susuyorum. Konu geri dönüp bakmaya gelince bu kez Uğur Türe açıklama ihtiyacı hissetti ki söze girdi; Aslında ben arkaya Zambak’ı görmek için bakmıyordum. Sazlar arkası koroya dönük çalıyor, biz tam icraya başlıyoruz arkadan çok güzel bir ses geliyor. Koroda 30-40 kişi var. Bu kim acaba diye merak ediyorum, geriye dönüyorum, ama ben dönünce ses kayboluyor. Bunun üzerine koro elemanlarına tek tek sen oku bakayım diye sorarak sesin sahibini buldum. Zambak Hanım’mış. annem matematiğe düşkün olmalılar ki, üç kardeşin de doğum günü aynı. 6 Şubat… Belki de ayrı ayrı doğum günü kutlayıp masraf etmek istemediler, üçünü bir arada çıkarıverdiler. Annem ev hanımıydı. Babamsa öğretmen. Ancak sonradan ticarete atıldı. Küçüksaat Meydanı’nda “Yün ÖYKÜYE BAŞINDAN BAŞLIYORUZ Sarayı” ismiyle bir tuhafiye dükkanı açtı. Sonra erkek kardeşlerimden Müfit kendi Türk Sanat Musikisi alanında kenti- ismiyle devam ettirdi bu iş yerini. mizde iz bırakmış, yaptıkları işlerle geleO yıllar yün satmak revaçta bir iş… ceğe yön vermiş hemşerilerimizin peşine Çünkü bugünkü gibi hazır giyim yok. Bir gidince karşımıza çıkan Uğur ve Zambak çok kıyafet evde anneler , nineler tarafınTüre büyüklerimizin bir araya gelme öy- dan hazırlanıyor. Kazak, çorap veya başküleri işte böyle…. Bir araya gelme öykü- lıklar yünden örülüyor. leri böyle ama hem Uğur Abi’nin hem de Zambak Abla’nın birbirinden bağımsız yaşam öyküleri de çok ilginç. Madem bu projemizde kentimize kendi alanlarında yön vermiş kahramanlarımızı unutulmadan yeni nesillere tanıtmayı amaçlıyoruz, bu öyküleri de sizlerle paylaşmak boynumuzun borcu olmalı. Öyleyse gelin öyküyü anlatmaya başından başlayalım. İlk söz Zambak Türe’nin… Zambak Abla söze kendiliğinden başlıyor ama biz bazen sorular sorarak sohbete yön veriyoruz. Yani ara sıra biz soruyoruz o cevaplıyor, ara sıra da biz sormadan o anlatıyor: Ben 1937 doğumluyum. 6 Şubat 1937… En büyükleri ben, üç kardeşiz…Babam ve 215 Yün sanayinin çeşit çesit ve rengarenk tanıyıvermiştim. yünler çıkardığı, gazetelerin örgü ekleri verdiği günler yani. Zaten yün satmak kaAncak kaderin cilvesine bakın ki, çozançlı bir iş olmazsa babam öğretmenliği cukluğumda tanıyamadığım tambur, gel bırakıp yüncülüğe başlar mı? zaman git zaman hayatımın en önemli parçası haline gelecekti. Ailemizin müzikle ilgisi dinleyici düzeyindeydi. Çok sayıda taş plaklarımız ve Tam burada yine söze Uğur Türe karıtabi ki bunları sese döndüren, koca ku- şıyor… Haklı da… Söz tamburdan açılalaklı bir gramofonumuz vardı. Çok çeşitli cak da tamburun efendisi Uğur Abi’nin müzik dinlenirdi evimizde. Edith Piaf ’tan, söyleyeceği bir şey olmayacak… Yorgo Bacanos’a kadar geniş bir yelpazede… Babamın sesi güzeldi. Annemin de ALDI TAMBURU ELİNE sesinin güzel olduğunu okuduğum bir romandan bir soru sorduğumda anlamışBense 1936 doğumluyum. 23 Temmuz tım. Romanda bir adam tambur sesi eşli- 1936... Yani Zambak’tan bir yaş büyük. ğinde bir şarkı söylüyordu. Lozan Barış Anlaşması’nın yapıldığı gün doğmuşum. Annemle babam bir tiyatro“Hala kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar da, temsilde tanışmışlar. İkisi de öğretÜmidi kırılmış beni atiyene bağlar mendi. Aslında bizim aile bir öğretmen Bir türbe ki ruhum ailesidir. Tüm kardeşlerim öğretmen oldu. Gelen ağlar giden ağlar.” Ben ise mimarlık eğitimi aldım. Fakat sonradan bu mesleği bırakıp müzik öğRomanda bahsedilen tambur sesini retmenliğine başladım. Öğretmenlik çok merak etmiş, anneme nasıl bir şey ol- özel bir meslek. Bir genci alıp yeniden yaduğunu sormuştum. Annem birdenbire ratıyorsun. Bir anlamda kutsal yaratıcıya Yorgo Bacanos’un Mahur makamındaki benziyorsun. Öğretmenlik Allahtan gelen bu eserini okuyuvermişti. Tambur sesini bir lütuf… Ben nerede olursam olayım öğorada öğrenememiş ama annemin sesini retecek bir şeyler bulurum. 216 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 217 Müziğe olan aşkımı ise ortaokulda keşfettim. Müzik öğretmenimin elime verdiği mandolinle… Ama bakın sevgi demedim aşk dedim. Sevgi başka bir şey aşk ise daha başka. Aşk, nedeni olmadan, karşılıksız sevmektir. tambur alarak elime tutuşturdu. Tutuş o tutuş. Aldım tamburu elime…Tambur beni sevdi. Ben onu daha da çok sevdim. Gerçek bir enstrümanla tanışmam ise lise birinci sınıfa rastlar. Yılı 1951 olmalı. Annem ve babam benim müziğe olan aşkımı görmüş olmalılar ki bir gün bana keman hediye ettiler. Hiç hocam olmadan, mandolinden edindiğim tecrübe ile çalıverdim kemanı. Zaten müzikte benim hiç hocam olmadı. Bu yüzden şimdiki gençlere, yahu ben buradayım, ne zaman bir şeyler öğrenmek isterseniz kapım açık diyorum. İnanın bana müzik öğretecek bir hoca olsaydı bir nota öğrenmek için kapısında yatardım. O yıllar tambur denilen sazı hiç tanımazdık. Radyodan sesini duyardık ama kendini görmemiştik. Sorup soruşturduk, Adana’da sanayide tornacılık yapan bir şahısta varmış. Tornacı İzzet Usta’da… Yanına gittik bize göstermesini istedik, “Tambur gösterilmez” dedi ve reddetti. Böylesine bilinmeyen bir sazdı o zamanlar tambur. - Çocukluğunuzda müzik ile ilginiz sadece taş plaklar ve güzel sesli ebeveynleriniz miydi? Sonradan bir mecmuada fotoğrafını gördük. Münir Nureddin Selçuk’un çevirdiği “3. Selim’in Gözdesi” filminden bir karede… Yaylı tamburu ilk kez önemli tambur virtiözü Tamburi Cemil Bey’in bulduğu söylenir. Türk müziğinde pes ses verecek bir enstrüman olmasını düşünen Cemil Bey; mızraplı tamburun eşiğine bir kibrit çöpü koyarak, alt telleri yükseltmiş ve bir kemençe yayı ile çalınca o güne kadar duyulmamış zenginlikte bir sese ulaşmıştır. Ben de böylece bir tambur ateşi başlamış oldu. Babam bu ateş sönmeden bir 218 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II ZAMBAK ABLAYA SORDUK, O DA ANLATMAYA DEVAM ETTİ… Asıl bunlar. Ama Adana bir kültür kenti. Türkiye’nin bir çok önemli sanatçısı bu kentten çıkmış. Müzikte de bu böyle. O yıllarda müzik başka şehirlerde düşük statülü bir faaliyet olarak görünürken, müzik yapanlar ayıplanırken Adana’da bir çok yerde ailece müzik dinleyebilir, akşamları müzik eğlencelerine katılabilirdiniz. Bizim evdeki gibi evlerde Klasik Türk Musikisi dinlenirdi.” TAMBUR HAKKINDA: Uğur Türe’ye göre Tambur bir Türk çalgısıdır. Aslında Türk geleneksel çalgısı olan saz ile akraba olan tambur, armudi gövdeli, uzun saplı bir çalgıdır. Mızrapla ve yayla çalınan türleri bulunur. 219 Şimdiki Tarihi Kız Lisesinin yanında, Ulus Parkı’nın içerisinde Piknik Aile Çay Bahçesi, günümüzdeki Büyükşehir Belediyesinin karşısında, Çukurova Radyosu binasının olduğu yerde de Emirgan Aile Çay Bahçesi vardı. Buralara aileler çocuklarıyla giderler, semaverle çay ısmarlarlar ve dönemin çok önemli Türk Müziği sanatçılarını dinleyebilirlerdi. Önce fasıl başlar sonra önemli sanatçılar çıkardı. Çok iyi hatırlarım. Piknikte Ömer Çıtak, Hayrünisa Toksöz program yapardı. Emirgan da Neşe Karaböcek’i dinlemişliğim var. Ankara Radyosu sanatçısı olan Muzaffer Akgün’den Emirgan’da türkü dinledim ve Zeki Müren’i de ilk kez Emirgan’da tanıdım. Şükran Aylar, Müzeyyen Senarlar, Safiye Aylalar buralarda ailelere program yapardı. Neşe Can’ı, Hamiyet Yüceses’i hatta Aşık Veysel’i ben buralarda tanıdım. Yani bir çay parasına İstanbul, Ankara ayağımıza gelirdi. Bunlar bizlerin Türk Musikisi’ne yakın yetişmemizi sağladı. UĞUR TÜRE KATKIDA BULUNUYOR Ama Zambak bu dediklerin 50’li yılların sonu, 60’lı yılların başı. Ondan önce yani 40’lı yılların sonunda Yüksek Kahve var. Müzik gönüllüleri orada toplanır fasıl yaparlardı. Şimdi Çetinkaya Mağazaları’nın bulunduğu yer. Yine o yıllarda nehrin kenarında, yaklaşık Merkez Cami’nin olduğu yerde Seyhan Saz vardı. Açık ha- 220 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II vada yemek yenip, içilerek müzik dinleyebilirdiniz. O yıllarda kurulan Adana Musiki Cemiyetini de saymalıyız. Kız Lisesinin karşısında tahta merdivenle çıkılan iki odalı bir yer. Orada Sıtkı Avcı Bey’le tanıştım. Beraber keman çalmışlığım, ondan istifade etmişliğim var. Çok bilinmez ama Sıtkı Avcı’nın Türk Musikisi tarihinde önemli bir yeri vardır. O ve eşi Vasfiye Hanım Atatürk’ün önünde şarkı söyleyerek radyodaki Türk Müziği yasağını kaldıran kişilerdir. Atatürk döneminde, zannederim Klasik Batı Müziğinin yaygınlaşması için kısa bir süre radyolarda Türk Müziği çalınmıyor. Atatürk’ün bu karara aklı yatmamış olsa gerek, Sıtkı ve Vasfiye Avcı huzurlarında şarkı söyleyince bu çiftin Ankara ve İstanbul radyolarında birer konser vermelerini öneriyor. Böylece radyolardaki Türk Müziği yasağı Adanalı müzisyenler sayesinde kırılmış oluyor. Sıtkı Bey bunları İstanbul’da yayınlanan Türk Musikisi Mecmuası’nda yayınladı. Ben son üç bölümü okuyamadım ama tam 6 sayı devam eden bir tefrikaydı. Suphi Bey aynı zamanda Adana’ya gelen sanatçılar ile ilgili gazetelere yorumlar da yazardı. Bu cemiyetin kurucuları arasında Nihat Aka, Galip Ongün, Ali Bakır ve Sıtkı Avcı sayılabilir. Bu cemiyet kapandıktan sonra Mahmut Akan kurana kadar kentimizde yeni bir cemiyet olmadı. 1951 yılında ben ve arkadaşlarım da bu cemiyete devam ederdik. ADANA’NIN İLK MUSİKİ CEMİYETİ Kız Lisesinin karşısındaki iki odada faaliyet gösteren Adana Musiki Cemiyeti Adana’nın ilk müzik cemiyetidir. Bu cemiyetin kurucusu Suphi Şenses’tir. Suphi Şenses Adana’daki ilk koronun kurucusu olarak da kabul edilebilir. 221 kulak vermiş bana. Ama yine de bütün sanatçılar harika çocuk oldular, ben değildim açıkçası… Abidinpaşa Caddesi İş Bankası arkasındaki sokaktaki bir evde doğmuşum ben... Babam maarif memuru olarak (şimdiki ilçe milli eğitim müdürü) Kadirli’ye tayin olunca ilk okula Adana’da (Milli Mensucat İlkokulu) başladım. Annem keman çaldığı için evde hep müzik olurdu. Sonradan Adana’ya geri döndük. Ortaokulu Tepebağ Ortaokulunda okudum. Tepebağ Adana’nın, belki de Türkiye’nin en eski mahallesi. Kentin ortasında tarihi bir höyük. Tepebağ Ortaokulu da çok eski ve köklü bir okul. Bir çok ünlü bu okulda okumuştur. İşte BU KEZ UĞUR ABİ’YE SORUYORUZ o okulda ben müziği sevmediğimi, aşık olduğumu anladım. Bir şeyi sevmeniz - 15 yaşında önemli müzisyenlerin için ondan bir kazancınız veya yararlanbulunduğu musiki cemiyetine kabul manız olmalı, ama aşık olmak karşılıksız edildiğinize göre müzik yaşantınız ne zaman başladı? Bir çok müzik insanına sorarlar “müziğe ne zaman başladın?” diye… Onlar da anlatır “daha okuma yazma öğrenmeden, okul müsamerelerine çıkar şarkı okurdum.” vesaire diye… Ama ben daha doğmadan müziğe başlamışım. Annem çok güzel keman çalardı ve müziği notalarıyla bilirdi. Bu yüzden bana hamile iken keman çaldığında ben karnını müzikal bir ritimle tepiklermişim. Annem tepikleri sayar, “bak işte dokuz sekizlik vuruyor yine” dermiş. Doğduktan sonra ise hangi makamda ağladığımı anlamak üzere çok 222 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II RADYODA TÜRK MÜZİĞİ YASAĞI: 1934 yılında Atatürk’ün meclisi açış konuşması sırasında musikiden bahsetmesi sonucu bir bakanın üstüne vazife alarak (!) radyoya yazılı değil, sözlü bir emir vermesi sonucu alaturka müzik 8 ay kadar çalınmaz. Ancak hiç bir zaman resmileşmemiş olan bu karar bizzat Atatürk’ün emriyle kaldırılmıştır. Atatürk bizzat kendi bulunduğu toplantılarda Türk Müziği dinleyerek ve Türk Müziği sanatçılarını destekleyerek konuya verdiği önemi göstermiştir. Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Neysen Tevfik gibi sanatçılar Atatürk’ün huzurunda çok kez şarkı söylemişlerdir. Okullarda ise böyle bir yasaktan öte, yaygınlaşması istenen klasik batı müziği eğitimi verilmesi eğilimi bulunur. ve beklentisizdir. Elime bir mandolin tutturdular ve ben kendi kendime mandolini öğrendim. Lise bire geldiğimde ise müziğe olan aşkımı gören babam bir gün bana bir keman hediye etti. Hiç hocam olmaTEPEBAĞ ve TEPEBAĞ ORTAOKULU: Günümüzde Tepebağ Mahallesi olarak bilinen yer, Adana’nın ilk yerleşim yeridir. Henüz önemli bir arkeolojik kazı yapılmamasına rağmen, 1882 yılında (sonradan Tepebağ Ortaokulu olarak kullanılan) o zamanın Amerikan misyoner okulunun temel kazısı sırasında çıkan bir heykelin (Satsneferu Heykeli) yaşı bile Tepebağ’ı dört bin yıl geriye taşır. Bilim insanları arkeolojik kazılar bittiğinde bu tarihin sekiz bin hatta on bin yıl geriye gideceği kanaatindedir. Tepebağ Ortaokulu olarak bilinen bina ise önce bir misyoner okulu olarak yapılmış, cumhuriyetten sonra Birinci Ortaokul ismiyle öğrenimine devam etmiş, arkasından Tepebağ Ortaokulu ve Tepebağ Lisesi olarak yaşamını sürdürmüştür. dan mandolinden edindiğim bilgilerle keman çalmaya başladım. Zaten müzikte benim hiç hocam olmadı, her şeyi kendi kendime öğrendim. Bana keman alınması müzik hayatımın dönüm noktasıdır. 1951 senesi. Okulda bir Türk Sanat Müziği gurubu kurmuştuk. O yıllarda okullarda Türk Müziği öğretilmiyor. Bir gün biz Özber Arman’la okulda keman çalarken, müzik öğretmenimiz geldi, bize özel keman dersi verirdi. “Türk Müziği mi çalıyorsunuz?” diye bizi azarladı. Sonra da bize bir şey öğretmez oldu. Ama biz kurduğumuz grupla kendimizi kabul ettirdik, 1953 yılında okulda konser bile verdik. Dediğim gibi grupta Özber Arman vardı, sonradan doktor UĞUR & ZAMBAK TÜRE 223 Sinema bile yok; Hafız Post var... Ben bugünkü birikimimi o günden itibaren yapmaya başlamışım demek. gerekir. Söylediğin sözleri anlamadan nasıl hissedebilirsin? En iyi eserler ise eski... Osmanlıca... Anlamını bileceksin ki doğru icra edeceksin. Hafız Post “Biz aludeyiz, sagaru badeyiz, onun için lebi yara dildadeyiz” derken “Biz içki kadehine bulaşmışız, onun için yârin dudağına tiryaoldu. O kanun çalardı. Oktay Sökmen ise kiyiz” demek istediğini bilmiyorsan eğer, ut çalardı. Bir de Akay eklendi bize, Akay hakkıyla yorumlayamazsın. Sayılır. O da tambur çalardı. 1953’te babam tamburu merak ettiğimi görüp bana Bir de bestekarların hayatını iyi bilmek aldı. Alış o alış. gerekir. Bestekarını yeterince tanımıyorsan, eserini de hissetmekte zorlanabilir1954 yılında okul koromuzu resmi hale sin. Mesela Lemi Atlı hüzünlü bir adamgetirdim. O koro, Hacıbayram’dan sonra dır. Yaşamı ona bu kişiliği kazandırmıştır. taşındığımız evde babamın bana tahsis et- Bu yüzden onun eserlerini gülerek okutiği iki odalı yerde çalışmalarını yaptı hep. yamazsın. O hüznü vermen lazım. Bunun Çınarlı Mahallesi’nde birinden diğerine için de yaşam öyküsünü bilmelisin. tahta bir merdivenle çıkılan üst üste iki HAFIZ POST: oda. Yani benim dubleks müzik dünyam. rın içinden beğenilenleri oynatır, kollar için öncesinden propagandaların yapıldıYaşam öyküleri önemli tabii ki... Bu ğı seçimler düzenler, bu yolla demokrayüzden biz de Zambak Abla’ya okul yaşa- si kültürümüzü geliştirirdi. Sınıf meclisi mını sorarak devam ediyoruz; oluşturur, bunun için seçimler yaptırırdı. Bana da sık sık şarkı okutarak yeteneğimi İlkokula Abidinpaşa Caddesi civarın- hissetmemi sağlamıştır. da olan Namık Kemal İlkokulunda başladım. Okulun müdürü aile dostumuz olan Sonra Kız Lisesinin orta kısmına kayTahsin Nahit Bey’di ve kaderin cilvesi ki doldum. Zaten o yıllarda fazla bir tercih bir gün geldi aynı okula öğretmen olarak şansımız yoktu. Ya Kız Lisesine gidecekatandım. Ancak bir yıl sonra Adana’da sin, onu istemediysen eğer bir de Kız Ensdeprem olunca bizim okulun binası hasar titüsü var. Kız Enstitüsü, Atatürk Parkı’nın gördü, hemen yanındaki İstiklal İlkokulu- karşısında eğitim veriyordu. Sonuncu sena geçtim. çeneğin ise şimdiki Fen Lisesinin yerindeki Kız Öğretmen Okulu... İstiklal İlkokulu, daha sonradan Kızılay Caddesi’nin genişletilmesi sırasında yıkıldı. Tarihi bir kiliseden çevrilmeydi. Görkemli bir kapıdan okulun bahçesine girilirdi. Çan kulesi ve iki katlı taş binasıyla etkileyici bir yapıydı. Arka bahçede ise yan yana dizilmiş 3 sınıf yer alırdı. Bahçedeki bu sınıfların bulunduğu yer, kilisenin müştemilatı olsa gerek. İstiklal İlkokulunun başöğretmeni Yusuf Doğudandoğan’dı... O zamanlar müdür denmez başöğretmen denirdi. Başöğretmenler liyakatla gelir, sadece idari işlerle uğraşmaz, tüm sınıfların eğitimleriyle yakından ilgilenirlerdi. En değerli öğretmenler başöğretmen olabilirdi. 16 yaşındayım, yaşamımda kahve yok; Yörük Semai var. Maç yok; 3. Selim’den, Dede Efendi’ye kadar müzik dehaları var. Öğretmenim ise Hatice Kılıç’tır. Benim hayatımı etkileyen bir öğretmendir Hatice öğretmen. Piyesler yazdırır, yazılanla- 1952 ve 53 yazlarında gittiğimiz İstanbul’da Saraçhane’de tanıştığım Zeynel Abidin yayınlarından aldığım nota ve fasıl kitaplarını çözmek için Osmanlıca’yı bile öğrendim. Çünkü bu kitaplar eski Türkçe yazılmıştı. Türk Musikisi’nde Osmanlıca bilmek o zaman çok önemli. Çünkü bir eseri iyi çalabilmek için onu hissetmen 224 EĞİTİM YAŞANTILARI ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Sultan IV. Mehmed döneminin klâsik Türk büyük müzik ustalarındandır. Saray’da yapılan fasıllara sazı ve sesi ile katılmıştır. Hafız Post 1694 yılında vefat ederek Karacaahmet Mezarlığı’nda, Divan şairi Nabi’nin mezarının yanı başında toprağa verildi. 225 Tam burada “Erkekler için de durum farklı değil aslında...” diyerek Uğur Abi araya giriyor: atabilirlerdi. Etek boyları dizden aşağı sarkan siyah önlükler, altına da siyah çoraplar giyerdik. Kafamızda ise okulumuzu anlatan kasketler olurdu. O zamanlar çok “Ya Birinci Ortaokula gideceksin, ya- az kız liseye gidebilir, gidenler parmakla hut ta İkinciye... Daha sonrası ise Adana gösterilirdi. Ben o yıllarda çok iyi yetiştiErkek Lisesi... Birinci Ortaokul sonra- rildiğimizi düşünüyorum. Okulda İngilizdan Tepebağ , İkinci Ortaokul ise İstik- ce tiyatrolar hatta operalar sahneye koyar, lal isimlerini aldı. Erkek Lisesi ise bırakın Butterfly, Hastalık Hastası gibi eserleri Adana’yı, Türkiye’de çok önemli bir okul. oynardık. Bu arada ben keman dersi alTurhan Selçuklar, İlhan Selçuklar, Yılmaz maya başladım. Güneyler, bir çok önemli insan buradan mezun olmuş. Ben de önce Tepebağ, arLiseyi bitirince babası Zambak Türe’yi kasından Erkek Lisesini bitirerek üniver- üniversiteye göndermiyor. Ama bu kararı siteye gittim.” gerici, kızlara önem vermeyen bir zihniyetin bir kararı olarak görmemek gerek. Zambak Türe ise üniversiteye gideme- Bizce geçmişteki bir olay değerlendirilirmiş. Gitmek için protesto ettiği, tam üç ay ken bugünün bakış açısıyla değil de o güönlüğünü üstünden çıkarmadan dolaştığı nün şartları ile birlikte yorum yapılmalı. biliniyor. Buna rağmen babası gönderme- Nitekim Zambak Türe’nin babası da öğmiş. O da fark dersleri vererek öğretmen retmen ve aydın bir insan. Ancak o yılolmuş. larda üniversite sadece İstanbul ve Ankara’da var. Kız okuyacaksa, telefon etmenin ZAMBAK TÜRE KIZ LİSESİNİ bile neredeyse mümkün olmadığı bu şeANLATIYOR hirlere tek başına gitmeli ve bir maceraya atılmalı. Ayrıca lise mezunu olmak bile o - Zambak Abla Adana Kız Lisesi o yıllarda yeterli bir tahsil sayılıyor, hemen yıllarda çok bilinen bir lise. Biraz bize iş bulup hayata atılabiliyorsunuz. onu anlatır mısınız? Uzun sözün kısası Zambak Abla da liBiz Kız Lisesine “Manastır” derdik. seyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmek Tarihi Taşköprü’nün yanında Seyhan yerine, fark dersleri vererek öğretmen Nehri’nin kenarındaydı. Etrafı yüksek du- oluyor ve o yıllarda milli eğitim müdürü varlarla kaplı olduğu için içeriye okul dı- olan Mehmet Saraçoğlu’nun desteği ile şından kimse giremezdi. Genç delikanlılar Namık Kemal İlkokuluna, okula başladıancak okul çıkışlarında lisenin karşısında- ğı ilkokula öğretmen olarak tayini çıkıyor. ki sokak başlarında bekler, uzaktan bakış Tabii ki keman derslerine de ara veriyor. 226 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Öyleyse gelin öyküyü anlatmaya başından başlayalım. İlk söz Zambak Türe’nin… Zambak Abla söze kendiliğinden başlıyor ama biz bazen sorular sorarak sohbete yön veriyoruz. Yani ara sıra biz soruyoruz o anlatıyor, ara sıra da biz sormadan o anlatıyor ; “Ben 1937 doğumluyum. 6 şubat 1937. En büyükleri ben, üç kardeşiz. Babam ve annem matematiğe düşkün olmalılar ki, üç kardeşin de doğum günü aynı. 6 Şubat. Belki de ayrı ayrı doğum günü kutlayıp masraf etmek istemediler, üçünü bir arada çıkarıverdiler. Annem ev hanımıydı. Babamsa öğretmen. Ancak sonradan ticarete atıldı. Küçüksaat Meydanı’nda “Yün Sarayı” ismiyle bir tuhafiye dükkanı açtı. Sonra erkek kardeşlerimden Müfit kendi ismiyle devam ettirdi bu iş yerini. Ailemizin müzikle ilgisi dinleyici düzeyindeydi. Çok sayıda taş plaklarımız ve tabi ki bunları sese döndüren, koca kulaklı bir gramofonumuz vardı. Çok çeşitli müzik dinlenirdi evimizde. Edith Piaf ’tan, Yorgo Bacanos’a kadar geniş bir yelpazede…Babamın sesi güzeldi. Annemin de sesinin güzel olduğunu okuduğum bir romandan bir soru sorduğumda anlamıştım. Romanda bir adam tambur sesi eşliğinde bir şarkı söylüyordu… “Hala kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar Ümidi kırılmış beni atiyene bağlar Bir türbe ki ruhum Gelen ağlar giden ağlar.” Romanda bahsedilen tambur sesini merak etmiş, anneme nasıl bir şey olduğunu sormuştum. Annem birdenbire Yorgo Bacanos’un Mahur makamındaki bu eserini okuyuvermişti. Tambur sesini orada öğrenememiş ama annemin sesini tanıyıvermiştim. O yıllar yün satmak revaçta bir iş. Çünkü bugünkü gibi hazır giyim yok. Bir çok kıyafet evde anneler, nineler tarafından hazırlanıyor. Kazak, çorap veya başlıklar yünden örülüyor. Yün sanayinin çeşit çesit Ancak kaderin cilvesine bakın ki, çove rengarenk yünler çıkardığı, gazetelerin cukluğumda tanıyamadığım tambur, gel örgü ekleri verdiği günler yani. Zaten yün zaman git zaman hayatımın en önemli satmak kazançlı bir iş olmazsa babam öğ- parçası haline gelecekti.” retmenliği bırakıp yüncülüğe başlar mı? Tam burada yine söze Uğur Türe karıştı. Haklıydı da. Söz tamburdan açılacak da tamburun efendisi Uğur Abi’nin söyleyeceği bir şey olmayacak. 227 KIZ LİSESİ BİNASININ TARİHİ: Adana Kültür Sanat Merkezi (Tarihi Kız Lisesi Binası), Adana Valisi Abidin Paşa tarafından 1881 -1983 tarihleri arasında Askeri Rüştiye (ortaokul) olarak yaptırılmıştır. 1885 yılında subay ve devlet idaresi için yönetici memurların yetişmesini sağlamak amacıyla lise bölümü de eklenmiş ve Adana Mülki İdadi Mektebi adını almıştır. 1908 yılında okulun adı Mekteb-i Sultani olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda askeri depo olarak kullanıldığından, okul geçici olarak şimdiki Erkek Lisesinin laboratuarına taşınmıştır. 1923 yılında ise okul, Adana Lisesi adını almıştır. 1931 yılında karma liseden sadece erkek öğrencilerin öğrenim gördüğü bir lise haline gelmiştir. 1932 yılında ise sadece kız öğrencilerin yatılı olarak öğrenim gördüğü ortaokul ve lise eğitimi verilmeye başlanmıştır. 1993 - 1994 eğitim yılında ortaokul kaldırılmış, 1999 depreminde zarar görene kadar ‘Adana Kız Lisesi’ adıyla yatılı bir kız lisesi olarak eğitime devam etmiştir. 2005 - 2006 yıllarında Adana Valiliği İl Özel İdaresi tarafından restore edilerek, 2007 yılında Adana Valiliği Kültür Sanat Merkezi olarak hizmete açılmıştır. Restorasyon danışmanlığını S.Haluk Uygur yapmıştır. Restorasyondan sonra da Genel Sanat Yönetmenliğini S.Haluk Uygur üstlenmiştir. Binanın bir kültür sanat merkezine dönüştürülmesinin ardından, 2007 yılında vefat eden Adanalı fotoğraf sanatçısı Mehmet Baltacı anısına kurulması düşünülen ‘Mehmet Baltacı Fotoğraf ve Sinema Tarihi Müzesi’ bu tarihi binada konuşlandırılmıştır. Uğur Abi ise ilk okula Milli Mensucaat İlkokulunda Aytaç Pekkoçak’la aynı sırada oturarak başladıktan sonra, Namık Kemal İlkokulunda devam etmiş. Bir çok önemli öğretmen gördüğünü ama 3. sınıfta kendini okutan Kevser Güçer’in komple sanatçı bir yapıya sahip olduğunu anlatıyor. Kevser Hanım hem resim yapar hem de müzikle uğraşırmış. Ondan çok etkilenmiş. İlkokulu bitirdikten sonra o zamanki tüm Adana gençlerinin yaptığı gibi Tepebağ Ortaokulu ve Adana Erkek Lisesine devam ediyor arkasından da Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümüne kaydolarak eğitimini yüksek mimar olarak tamamlıyor. Kendisine müzikle o kadar iç içe yaşadıktan sonra niye üniversitede müzik eğitimi almayı tercih etmediğini soruyoruz; Annem babam müziği aşk ile yapmam için mesleğimin olmaması gerektiğini dü- 228 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II şündüler ve farklı bir eğitim almamı arzu ettiler. İyi ki de öyle olmuş. Çünkü ben müziği para için değil aşkım olduğu için yapma şansını böylece yakaladım. Ama mimar olmak yerine öğretmen olmayı hep özlemişimdir. Bu arzumu da iyi bildiğimi düşündüğüm müziği gençlere öğreterek yerine getiriyorum. Aslında öğretmenlik de mesleğim haline gelmediği için onu da aşkla yapıyorum. Bu arada üniversitede okurken yandan müzik eğitimi almak için de çaba sarf ettim. Örneğin Belediye Konservatuarına gittim. Tamburumla... “Saz bölümü yok, seni Batı Müziği bölümüne alalım” dediler. İstemedim. Ancak bu arada Kütahyalılardan ney çalmasını öğrendim. Onlara şah ney denir büyük ney çalarlar, onu çalmak zordur. Bana biraz daha kısa olan mansur neyi öğrettiler. Bunun dışında ben müziği kimseden değil, kendi kenUĞUR & ZAMBAK TÜRE 229 dime öğrendim diyebilirim. Yani benim Bu arada bir kız, bir de oğulları olmuş. müzikte hocam yoktur. Konuyla ilgili fazla bilgimiz yok ama ruh hallerinin uymaması, Uğur Abi’nin müÖNCEKİ EVLİLİKLERİ zikle eğitilmiş ruhunun anlaşılamaması nedenlerden biridir diyebiliriz. Tabii ki Kahramanlarımızın 1991 yılında ya- başka nedenler de vardır. Uğur Türe’nin şamlarını birleştirdiklerini yazmıştık. kayınbiraderi ile yaptığı iş ortaklığının 1936 ve 37 doğumlu olduklarına göre de kötü sonucu da var mı bilmiyoruz. Hassas ellili yaşlarında bir araya gelmişler. Ama olması nedeniyle de kahramanımıza bu her ikisinin de birbirlerinden önce sür- konuda bir soru sormak istemiyoruz. dürdükleri evlilikleri var. Zambak Türe biraz da trajik öyküsünü şöyle anlatıyor; İş ortaklığında bahsedince Uğur Türe’nin iş yaşamını da kendine sormadan Öğretmenliğe başladığım yılın hemen edemiyoruz: arkasından evlendim. Yıl 1957... Eşim makine mühendisiydi. İskenderun limaOkulu 1963 de bitirdim. Mimarlık yapnında teknik müdür olarak çalışıyordu. maya başladım. O zaman Devlet PlanlaEvlenince mecburen öğretmenliği bıra- ma Teşkilatının Çukurova Bölge Planlakarak İskenderun’a gittim. İki çocuğumuz ma Bürosunda mimar olarak çalıştım. Bir oldu. Bir müddet sonra eşim memuriyeti buçuk yıl çalıştıktan sonsa iki yıl askerlik bırakarak serbest çalışmak istedi ve Ada- yaptım. Askerlik bitince de bir yıl Isparta na’ya yerleştik. 1967’de eşim bir iş için Keçiborlu’da Kükürt İşletmelerinde çalışİskenderun’a gidecekti. Bana da gelmemi tım. önerdi. “Arkadaşlarını görürsün” diye teklif yapmıştı. Ama kaderin cilvesi dönüşte, Daha sonra Adana’da serbest hayata Ceyhan civarında eşimin sürdüğü araba atıldım. Devlet ihaleleri de aldık. Apartile kaza yaptık. Maalesef eşim orada vefat manlar yaptık, sattık. En yüksek vergiyi etti. Ben ise çok ağır olarak çıktım kaza- ödeyen mimarlar arasına girdim. Kayından, tam altı yıl ameliyatlarla uğraştım. biraderimle ortak olup sonradan ayrıldık. Seri ameliyatlar geçirdim. Ancak 1974 Eşimden de ayrılınca hayata küsüp, emekyılında Mahmut Akan ile tanışıp müziğe li olarak 1989 yılında İstanbul’a yerleştim. geri dönünce kendime gelebildim. Uğur Türe ise ilk eşiyle 1961 yılında evlenmiş. 1989 yılında ise ayrılmış. Birinci eşimle evliliği de uzun bir aşk sonucudur. 230 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 231 MİSYON BAŞLIYOR Kahramanlarımızın öyküsünü dinlediğimiz zaman anlıyoruz ki 1975 yılı onlar için de, Adana müzik dünyası içinde bir dönüm noktasıdır. Üstelik 1974 Zambak Abla ile Uğur Abi’nin onlarca yıl sonra yeniden karşılaşacakları yıldır. Zambak Abla 1974’ün öyküsünü şöyle anlatıyor; Uğur Abi’nin anlattıkları bitmeden bir soru daha sormak geldi içimizden: - Mimarlık da güzel sanatların bir dalı, müzik ile ilişkisi ne kadardır, sizce? Mimarlık benim için güzel sanatların en ifadesiz dalı, en ifadeli olanı ise müziktir. Müzikte de yaratmak yani eser vermek tamamen yüce yaratanın iznine ve teşvikine bağlıdır. 232 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 1974 yılında bir veli toplantısı sırasında Eczacı Mahmut Akan’la tanışmıştık. Ameliyatlardan yeni kalkmışım, eşim ölmüş. Öğretmenliğe dönmediğim için de büyük bir boşluk içindeyim. Mahmut Akan bir zamanlar kurmuş oldukları Adana Musiki Cemiyetini yeniden canlandırmaya çalıştıklarından bahsetti. Adana’nın Yüzevler Mahallesi’nde bulunan Kadınlar Birliğinin binasında koro çalışması yapıyorlarmış. Beni de davet ettiler. Binanın üzeri, okumaya gelen kız öğrenciler için kız yurdu, aşağısında da bizler çalışıyoruz. Oktay ve Toktay Sökmen kardeşler, Adnan Polatöz, Avukat Vural Sakallı, Doktor Sefa Ürgenç, Ümit Öcal ve daha bir çok günümüzün önemli müzisyeni oradalar. Başlayış o başlayış... Mahmut Akan Bey tüzüğünü hazırladı ve Adana Musiki Derneği adıyla derneğimizi yeniden kurduk. Kadınlar Birliğinden sonra Celalettin Sayhan İlkokulu salonunda çalışmaya başladık. Soru sormaya alıştık ya; konu da Ada- de seçimler yapılmış. Zambak Türe de ilk na Musikisi, Zambak Türe’ye sormadan defa bir kadın korosunu yöneterek koro edemiyoruz... şefliğine başlamış. Zambak Türe Adana’nın ilk kadın koro şefidir. - Abla, Adana’da Türk musikisinin gelişmesine katkıda bulunan, öğrenci UĞUR TÜRE’NİN GÖRÜŞLERİ yetiştiren en önemli beş kişiyi say desek? Öğretmenlik bana Allah tarafından Başta gelenler Arif Nihat Aka ve Mah- verilen bir lütuf... Hayatta en çok zevk almut Akan olsa gerek. Arif Nihat çok iyi dığım şey öğretmek. Bildiğim bir şeyi ne bir öğretmendi. Çok öğrenci yetiştirdi. olursa olsun mutlaka öğretirim. Mahmut Akan ise iyi organizatördü. Erdoğan Özdiker de yıllarca dernek başkanGörüldüğü gibi Uğur Hoca öğretmenlıkları yaparak musikiye hizmet etti. Bun- lik konusunda çok iddialı. Ancak onunla lar rahmetli. konuştuğunuzda bu iddialı duruşun altında engin bir müzik bilgisi ve derin bir Arkalarından ise hem öğretmen hem sanat felsefesi olduğunu fark ediyorsunuz. de örgütçü olan Toktay Sökmen ve Uğur Türe gelir. Faruk Tınaz, Mustafa Şimşek, Necmettin Yıldırım, Ayşe İnak Ekiz, Eda Karaytuğ gibi bir çok sanatçı yetiştirdiler. DİVAN MUSİKİ 1979 yılında Toktay Sökmen, Uğur Türe, Zambak Türe 35 kişiyle birlikte bu kez Divan Musiki Derneğini kurmuşlar. Avni Anıl bizzat konsere katıldı. Muzaffer İlkar konserler vererek elde ettikleri gelirle derneğe bugün hala kullandıkları yeri almışlar. Ardından Gazeteciler Cemiyeti Korosu ve Belediye Konservatuarı gelmiş. Divan Musiki çok kalabalık olunca yeni hocaların yetişmesi gerekmiş. Toktay Sökmen ve Uğur Türe’nin jüri üyeliği için 233 MATEMATİK VE MÜZİK bu ana ses ile birlikte daha hafif şiddetle duyulurlar. İşte bunlar musiki seslerini Matematik müziğin ayrılmaz bir par- (perdelerini) oluşturur. Bu sebeple musiki çasıdır. Bu yüzden ben eğitimlerimde işin tabiatın sesidir. O halde güzel sanatların temelini öğretmeye çalışıyorum. Yani ma- içinden sadece musiki sanatı ezelidir. Yani tematik dahi öğreniyorlar. Türk Musiki- insan yaratılmadan önce de mevcuttur. si’nde perdelerin matematiksel değerleri milim milim ölçülüp yazılmıştır. Bu mateSırf bu nedenle musikiye saygılı olmak matiğin dışına çıkar, yanlış yere basarsan yaradılışımızın gereğidir. Musiki Tançaldığın Türk Musikisi olmaktan çıkar. rı’nın işidir. Turk musikisinde batıda olmadığı kadar ritm ve usuller bulunur. Ritm bir matematiksel ölçü içerisinde tekrarlar. Zaten o fark etmenize zaman kalmadan okuyorlar. Yorum bu olamaz. Eserin özügörüşlerini hemen açıklamaya başlıyor. nü bozmadan kendi tavrını katabilirsen Yeter ki konu eğitim ve müzik olsun; yorumlamış olursun. Şarkı söylemek bir gül bahçesinde gezmeye benzer. Bir gün Ancak müzik eğitimi sadece sazın tel- bahçenin içerisinde gezdin, goncalar güllerine vurmayı öğrenmek değildir. Asıl ler görürsün. İkinci gün yeniden dolaştıeğitim ruhun terbiyesi olmalıdır. Görgü ğında bahçe aynı bahçe, gül ağaçları aynı kurallarından tutun da genel kültüre ka- ağaçlardır ama goncalar açmış gül olmuş, dar her şeyi bilmeden müzik olmaz. Çün- daha önce açan güller dökülmüştür. Yani kü Türk Musikisi’nin en önemli parçaları yorum özünü değiştirmeden her defasınOsmanlıca’dır. Bir müzisyen söylediği şe- da kendinden bir şey katmaktır. yin anlamını bilmeden eser okumaya çalışırsa ona ruh katamaz. Esleri, durakları Yorumun doğru yapılması için ise mukarıştırır. En azından bir sözlük edinerek hakkak bestekarın yaşamını ve o eseri hanokuttuğunuz parçanın ne söylediğini bil- gi şartlar altında, hangi duygularla yazdımeniz gerekir, ğını bilmen gerekir. Böyle olmalı ki onun acı içindeyken bestelediğini hüzünlü bir Yorum deyince de bazı şeylerden parçayı, gülerek okumayasın. Dolayısıyla bahsetmek isterim... Kimileri ben eseri yorum sadece ses çıkarmak değil, duruş, yorumluyorum diyerek özünü bozarak mimik, kıyafet, hal ve tavrı da içerir. 234 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Matematik sesi, gürültü olmaktan çıkarıp müzik yapan şeydir. Bestekar bestesini bir matematik problemi çözer gibi yapmalıdır. Türk musikisini hakir görme (aşağılama) hakkı müzisyen, alim, müzikolog, her kim olursa olsun, hiç kimseye verilmemiştir. Bu tür bir küçümseme kullukla bağdaşmaz. Tanrı neden sadece batılı müzisyenlere ilham versin? Dolayısıyla ben müziğin matematiğini de anlatırım öğrencilerime. Müzik eğitimi şarkıyı ezberleyip sahneye çıkmaktan daha öte bir şey. Ama bize genellikle birkaç ay içinde sahneye çıkma arzusuyla gelirler. Çıkanlar da olur, ama her sahneye çıkan müzisyen olamaz. TANRI’NIN SANATI : Kainatın, bir musikisi vardır. Herhangi bir ses, şiddetli olarak duyulurken, bu sesin frekansının 2’ye, 3’e, 4’e, 5’e bölünmesi veya çarpılmasıyla elde edilen frekanstaki sesler de (ki bunlara selenler diyoruz) 235 Yalnız Türk Musikisi’ni değil, her türlü müziği, milliyeti ne olursa olsun –ilkel kabilelerin yaptıkları da dahil- müzikten ve sanattan saymamak, yaratana saygısızlıktır. Klasik anlamda bir beste yapmadım. Niye yapmadığımı sorarsanız, besteyi yaptıran o yüce güç bana hadi yap demedi. Dede Efendi’nin bir sözü vardır; “Ben sadece katiplik yaptım. Ne dediyse onu yazdım.” der. Arkadaşım Çinuçen TanrıHALK MÜZİĞİ VE SANAT MÜZİĞİ korur da (ki kendi önemli bir bestekardır) bir kitabında “Ekrem Ayverdi bana katip Uğur Hoca bir sorumuza dayanarak, derdi. Katipler ne denilirse onu yazarlar.” Türk Sanat Müziği ile Türk Halk Müziği diye yazmıştır. Kısacası beste yapmak ilarasındaki ilişkiye de değiniyor: hamın gelmesiyle ilgili, o da seçilmiş insanlara gelir. Ben seçilmedim. İkisi aynı şeydir. Bizim ulusal müziğimizdir. Aynı makamları ve aynı usulleri Ama benim görüşüm taksim yapmak kullanırlar. Sazları da aynıdır. Türk Müzi- da beste yapmak demektir. Çünkü siz ği’nde kullanılan temel sazlar ney, tambur esere tamamen kendi duygularınızla give kemençedir. Saz ile tamburun özellik- riyorsunuz. Bir gün Tamburi Cemil yaleri birbirinin aynısıdır. bancıların huzurunda bir taksim yapmış. Parçadan sonra, taksimi çok beğenen bir Ancak batı müziğinki farklıdır. Bu yüz- daha aynı parçayı istemiş. Cemil Bey bir den Türk Batı Müziği diye bir müzik türü kez daha taksim yapmış ama bu kez farklı. olamaz. Ya Batı müziğidir, yada Türk mü- Yabancı da müzik meraklısı, farklı olduziğidir. Türk Batı Müziği denilen şey batı- ğunu fark etmiş, bunu değil bir öncekini nın pop müziğine Türkçe söz uydurmak- istiyorum demiş. Her çalınan taksim bir tan başka bir şey değil. Arabesk de aynısı. diğerinden farklı doğaçlama bir bestedir. Bize ait bir müzik değildir. Arap müziğine Asla birbirinin aynı olamaz. Gazel okuTürkçe söz uydurulmasıdır. Yani biri Batı, mak da bir anlamda öyledir. Ben güzel diğeri Arap müziğinden başka bir şey de- gazel de çok severim. ğildir. BESTE VE TAKSİM Uğur Türe’ye sormaya devam ediyoruz: - Hiç beste yaptınız mı? 236 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 237 layabilirsiniz. Şimdiki kayıt teknolojileri siz ne kaydederseniz kaydedin, kayıttaki seslerden birini seçerek istedikleri gibi değiştirebiliyorlar. Ses; tizden pese kadar istediğiniz şekle sokulabiliyor. Ama taş plak döneminde öyle mi? Sazlar bir giriş yapacak, sen kulağını ona vererek, en uygun tonda şarkını seslendireceksin. Sazların yükselip alçalmasına göre de sesini kontrol edebileceksin. Yani hepsi bir kerede canlı olarak yapılıyor. Bunun için çok güçlü ses lazım. BELEDİYE KONSERVATUARI KURULUYOR Adana’nın her zaman rahmetle anılan renkli bir simasıdır Özer Öztep... Papyon kravatı hiç eksik olmayan, şakacı, nev-i şahsına münhasır deyiminin tüm hakkıTAŞ PLAK SESİ nı verecek kadar özgün bir insan... Bugün hala görevini sürdüren Adana Belediye Biz araya girmeyince Uğur Hoca ko- Konservatuarı’nın da 1985’deki kurucunuşmasına Zambak Türe’yi anlatarak de- sudur. Günümüz Adanasının Sular mevvam ediyor: kiinde bir binada kurulan konservatuara yönetici olarak ünlü besteci Avni Anıl Zambak’ın da sesi çok özeldir. Bazı atanmış o zamanlar... 1987 de ise Avni müzik insanları onun sesinin “taş plak Anıl’ın yerine Ali Şenozan gelmiş. Uğur sesi” olduğunu söylerler. Türe’de Ali Şenozan’la birlikte şef ve repertuar görevlisi olarak konservatuarda Ama işte gelin burada araya girmeyin öğrenci yetiştirmiş. isterseniz: EVLİLİKLERİ - Ne demek hocam, taş plak sesi? Hem Zambak Abla’nın, hem de Uğur Bunu gelişen teknolojiyi düşünerek an- Abi’nin ilk evliliklerinden bahsettik. Zan- 238 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II nederiz bugün büyük mutlulukla devam özetliyor. Belki de bu cümle Uğur Abi’nin ettirdikleri birlikteliklerinin öyküsünü de bir önceki evliliğinden vazgeçmesinin nemerak edersiniz. Merak ettiğinize göre denleri hakkında da ip ucu veriyor bizlere; anlatmak da bize düşecektir; Uzun yıllar tanıyorduk birbirimizi... Uğur Türe 1989’da herhalde duygusal Biz çok iyi arkadaştık... Kafa yapımız birfarklılaşmalar nedeniyle eşinden ve eşinin birine çok benziyordu... Şöyle diyeyim; erkek kardeşiyle olan iş ortaklığından ay- edebiyattan anlayan, bir musiki cümlesinrılıp, her şeyi terk ederek İstanbul’a yer- deki dikkat çekmeyecek kadar önemsiz leşir. Bu arada sadece işinden ve evinden bir bölümü dahi işaret ettiğinizde ne dedeğil, tüm yaşantısından vazgeçmiştir. mek istediğinizi hisseden bir eşinizin olBirlikte müzik yaptığı arkadaşlarından ması çok güzel bir şey. Bu yüzden biz çok da uzaklaşmış, kimseye haber vermeden iyi bir çift olduk. adeta ortadan kaybolmuştur. İyi bir çift olmak... Uğur Hoca’nın söyBakın o günleri Zambak Türe nasıl an- lemiş olduğu bu sözün üzerinde biraz latıyor: durmak isteriz. İnanın ki konu Uğur ve Zambak Türe ise özellikle durulmalı. Koro çalışmaları devam ederken Uğur birdenbire ortadan kayboldu. Kimseye bir şey söylemeden, not bırakmadan gittiği için hepimiz merak içinde kalmıştık. Ama o günler telefon vesaire de yeterince yok, bir müddet böyle geçti. Bir gün bana Uğur’dan bir telefon geldi. Tanıştığımızdan beri var olan seviyeli ve kibar konuşmasından hiç taviz vermeden, “Eşimden ayrıldım. İstanbul’a yerleştim. Oğlum da mimarlık fakültesini kazandı, burada benimle yaşayacak. Acaba siz de bizimle yaşamak ister misiniz?” dedi. Bu bir evlilik teklifiydi. Kabul ettim. Tereddüt etmeden... Yıl 1990... Böylece altı yıl sürecek İstanbul yaşantımız başladı. Uğur Türe ise evliliklerini bir cümleyle 239 İYİ BİR ÇİFT OLMAK TAMBUR YAPIM USTASI Uğur Türe bu sözü evlilikleri konu 1996 yılına kadar İstanbul’da yaşayan edildiğinde söyledi ama sadece evlilikleri Uğur ve Zambak Türe, Zambak Türe’nin için mi söyledi ? Bizce öyle değil. Özel ya- annesinin vefatı üzerine Adana’ya geri döşamlarını da birleştirmiş olmaları onların nerler. iyi bir çift olma özelliklerini sadece daha da güçlendirmiş olmalı. Bu geri dönüşün nedenleri arasında ilk bakışta ana ocağına sahip çıkmak şeklinOnlar aslında müzik eğitimi alanında de kabul görülebilir şeyler olsa da, o ilk iyi bir çift oldular. Çok iyi müzik bilgisi ve bakışın arkasında İstanbul’da yaşanamasazlardaki ustalığı ile Uğur Abi, özel sesi yan musiki aşkı gibi derin nedenlerin de ve yönetmen ruhuyla Zambak Abla Ada- olabileceğini düşünmeliyiz. Çünkü kahna musiki dünyasının gerçekten abi ve ab- ramanlarımız İstanbul’da geçirdikleri 6 lası haline geldiler. yıl boyunca eş-dost sofralarında meşk yapmak dışında bir musiki faaliyetine giOnların bu yetenekleri bir araya gelin- rememişler. ce ve Toktay Sökmen, Ali Şenozan, Şükrü Birbaş gibi diğer üstatlarla da güç birliMusiki faaliyetine girememişler ama ği edince Adana’da Türk Sanat Musikisi Uğur Abi yine de boş durmamış. Tambur önemli adımlar attı. yapmayı öğrenmiş. Uğur Abi bu macerasını da şöyle anlatıyor: Kentimizin 1950’li yıllarda Adana Musiki Cemiyeti ile başlayıp, Adana Musiki Eğer bir şey öğrenmek istiyorsanız ve Divan Musiki Derneği ile devam eden ustanız önemlidir. Ona tam tabi olmaTürk Sanat Müziği çizgisi, yükselerek gü- nız gerekir. Dolayısıyla ben de Teknik nümüzde 30 dan fazla koroya ulaşmışsa, Üniversite Türk Müziği Konservatuarı Uğur ve Zambak çiftinin bu gelişmedeki Saz Yapımı Bölüm Başkanı Turhan Derolü önemlidir. Üstelik bu önem artarak mirel’in atelyesine kalfa olarak devam devam etmektedir. etmeye başladım. Böylece bir zamanlar elime almanın bile hayalini kurduİşte biz iyi bir çift olmak sözünden ğum tamburun yapımını öğrendim. daha çok bunu anlamaktayız ve bizce onlar evliliklerinden önce de iyi bir çifttiler. Her saz gibi tambur yapımı da bir eğitim gerektirir. Her tambur teknesine göre İsterseniz öykümüze kaldığımız yer- ses verir. Bu yüzden madeni tambur çok den devam edelim... makbul sayılmaz. 240 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 241 Geleneklerimizde saz yapımcılığına “Lütiyelik” denir. Bunların en bilinenleri 1845-1915 yılları arasında yaşamış Manol Usta ve 1900 ile 1965 yılları arasında yaşamış Onnik Usta’dır. Daha sonra ise Üsküdarlı Murat ve Yenikapılı Ziya Ustalar gelir. Benim ilk tamburumu Ziya Usta yapmıştı. Tamburun kemandan farkı, eskidikçe sesinin bozulmasıdır. Bu yüzden tamburun bir müddet sonra yenilenmesi gerekir. Aslında Türk Musikisi sazlarının hepsinde yenisi makbuldür. - Adana’ya geriye dönünce tambur yapmayı bıraktınız mı? diye sormadan da edemiyoruz; Emekli marangoz Emin Kurdak, evinin altına bir atelye açmıştı. 1996’dan 3 yıl öncesine kadar orada tambur yapmaya devam ettik. Adana tambur gördü anlayacağınız. 242 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II İKİ USTAYA İKİ GÖREV Adana’ya dönünce kahramanlarımız yeniden Divan Musiki Cemiyetinde çalışmaya başlarlar. Bir dönem orada çalıştıktan sonra her ikisine ayrı ayrı iki teklif gelir. Birinci teklif Zambak Abla’ya. Özer Öztep’ten... Belediye Konservatuarının da kurucusu olan Öztep, Zambak Türe’ye Gazeteciler Cemiyetinde bir koro kurmasını önerir. Zambak Abla bu koroyu kurar 2012 yılına kadar, yıllarca yönetir. Zambak Türe eğitmen ve şef olarak yönettiği bu koro için şaka ile karışık “Çok güzel şeyler yaptık, ama benim için en güzel yanı; o güne kadar müzik yaşantım Uğur’un yanında devam etmişken, Gaze- 243 hirlerden biridir. Ancak bir şehrin güzelliği sadece doğasıyla sağlanamaz. Onu asıl güzelleştiren kültürel kimliği ve bu kültürel kimliği oluşturan sanat geleneğidir. “Sanat geleneği” ifadesi ise bir sürekliliği ifade eder. Geleneğin oluşması için geçmişten devir alınan değerlerin, geliştirilerek geleceğe aktarılabilmesi gerekir. Bu aktarımın yapılabilmesi için ise öncü insanlara ihtiyaç duyulur. teciler Korosu’nda bir saz virtüözü olarak BELEDİYE KONSERVATUARI onun, benim yönetimime girmesiydi” di2004 yılında Büyükşehir Belediyesi yerek, koroyu kendini en güzel ifade ettiği Konservatuarının başına tekrar Ali Şeyerlerden biri olarak gösteriyor. nozan geçince, üstad hem Uğur Türe’yi İkinci teklif ise Uğur Abi’ye... Niğde hem de Toktay Sökmen’i yeniden göreve Üniversitesinden Rektör Prof. Dr. Rama- çağırır. Uğur Abi tam 2014 yılına kadar, zan Taşdurmaz arıyor. Rektörün asıl iste- 19 yıl bir ağabey tavrıyla onlarca gencin diği Güzel Sanatlar Bölümünde bir Türk yetişmesine katkı sağlar. Onlarca konser Sanat Müziği korosu kurulması. Ama yapılır. Yüzlerce gence müzik sevdirilir. formaliteleri, onu Mimarlık Fakültesine Binlerce Adanalı konser dinler. öğretim görevlisi alarak çözüyorlar. Koro kuruluyor, her hafta Ak Medrese denen ZAMBAKLARIN, UĞURLARIN tarihi yapıda konserler veriliyor. Yani GÜZELLİĞİ Uğur Abi’nin bilgisi artık Niğde’yi de sesGünümüzde Adana, Seyhan Nehri ve lendirmeye başlamıştır. onun oluşturduğu göl etrafına yayılmıştır. Tabii ki haftanın bazı günleri gittiği Niğ- Güneşin hareketi ile her dakika renk dede’den artan zamanda Gazeteciler Koro- ğiştiren göl bir nazar boncuğu gibi kentin sunda maestro saz olarak görev yapıyor. ortasını süsler. Nehir ve gölün etrafındaki Zambak Türe’nin yönetiminde güzel gün- yeşil alan korunduğu için, Adana yeşil ile mavinin kentin içinde buluştuğu nadir şeler o günler... 244 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Bu yazı boyunca Zambak Türe’yi ‘Zambak Abla’, Uğur Türe’yi ise ‘Uğur Abi’ diye andık... Adana’da, ‘Abla’ ve ‘Abi’ deyimleri, çevresindekilere yol gösteren, bilgisini paylaşan insanlar için sık kullanılır. Kentimizde birilerinin ablası veya abisi olmak için her zaman kan bağının olması aranmaz. Adeta geleneğin yaratmış olduğu bir unvandır ‘Abla’ veya ‘Abi’ olmak. Kahramanlarımız da Türk Sanat Müziği alanında geçmişin değerlerini kendi bilgileriyle artırıp, arkalarından gelen öncülerle paylaşmak suretiyle bu unvanları kazanmaya hak kazanmıştır. Yaptıkları ve yetiştirdikleri ile Adana’ya güç veren hemşehrilerimizden olmuşlardır. Yani Adana sadece göllerin, nehirlerin, ağaçların yarattığı bir güzellik değil, Zambakların, Uğurların, Ali Haydarların, Emrelerin, Bünyaminlerin, Ermanların, İlterlerin de yarattığı bir güzellik. Üstelik eksilmeden artan bir güzellik... Çok yaşayın Adana’ya Güç Verenler... UĞUR & ZAMBAK TÜRE 245