araştırmaları - Marksist Bakış

Transkript

araştırmaları - Marksist Bakış
İŞÇİ ARAŞTIRMALARI: BİR ŞECERE
Asad Haider – Salar Mohandesi Viewpoint Dergisinin 30 Eylül 2013 tarihli 3. Sayısında Yayınlanmıştır.
Kesin ve Pozitif Bilgi: Marx’ın Soruşturması
1880 yılında La Revue Socialiste1 yaşlanan Karl Marx’dan Fransız İşçileri arasında dolaştırılacak bir
anket hazırlamasını istedi. Başlığı “İşçi Anketi” olan bu çalışma işçilerin yemek zamanları ve
ücretlerinden, barınma2 durumlarına kadar tam 101 adet ayrıntılı sorudan oluşmakta idi. Anketin
hemen hemen ilk çeyrek bölümü ticaret, iş yerindeki sınıf kompozisyonu ve genel anlamda üretim
alanı ile mesafeli ve objektif sorulardan oluşurken; anketin son çeyreğinde, genel olarak, baskı,
“direniş örgütleri” ve grevler ile ilgili politik alana kaymış daha açık sorulara yer vermiştir.
Anket tüm projenin bir yansıması olan bir giriş ile başlamış ve bu aşağı yukarı onbeş satırlık bölüm,
temel olarak, tek bir prensip ile yazılmıştır: sınıfın kendisinden öğrenmek çünkü sadece İşçi Sınıfı
kendi öz varlığı ile ilgili anlamlı bilgi verebilir ve sadece bu sınıf yeni bir gelecek kurabilir. Fakat bu
basit belirlenimin arkasında çok sayıda ve kompleks motivasyonlar, hedefler ve niyeler gizlidir ki işçi
araştırmalarını, daha başlangıç aşamasında – işçilerden öğrenmek üzerine kurulan bu mütevazi isteği
– yüksek oranda belirsiz, çok taraflı ve süresi belli olmayan bir projeye dönüştürür. En ilkel
seviyesinde işçi araştırması ampirik bir çalışma olması gerekmekte idi; kaldıki bu ampirik özellik o
güne kadar ihmal edilmişti. Marx; “Ne Monarşik ne de Cumhuriyetçi Burjuva bir yönetim bu güne
kadar Fransız İşçi sınıfının pozisyonu hakkında ciddi bir araştırma yapmamıştır” şeklinde ağıt
yakmıştır. Yine aynı Marx şunu da söylemiştir; “Fakat – tarımsal, finansal, üretim, ticaret ve politik –
krizler hakkında ne çok araştırma yapılmıştır!”.
Yinede bu tarz araştırmalar – yukarıda Marx’ın bahsettiği konularda yapılan sonsuz araştırmalar –
temel olarak, işçi sınıfı hakkında gerçek bilgiler veremeyeceği için yeni bir tarzda bir araştırma
geliştirilmesi gerekmekte idi. Hedefi, Marx’ın 101 sorusunda olduğu gibi, işçiler hakkında fiili ve
maddi bilgileri mümkün oranda mas etmek olmalı idi. Marx’a göre istenen “işçilerin – geleceğin ait
olduğu bir sınıf olarak – içinde yaşadıkları ve hareket ettikleri güncel durumları hakkında kesin ve
pozitif bilgileri” elde etmekti.
Elbetteki Marx’ın zamanıda dahil olmak üzere, işçi sınıfı ile ilgili bu tip araştırmalar yapan sağlık
müfettişleri ve onlara benzer kişiler bulunmakta idi; fakat bu kişiler taraflı ve sistematik olmayan bir
şekilde bu arastırmaları yapmalarının yanında, aynı tarımsal kriz zamanlarında yapılmış iyi
araştırmalarda toprak ve tohum ne idiyse, işçileri birer obje olarak o şekilde görmekte idiler. İşçi
araştırmasını bu tarz ampirik araştırmalardan ayıran kesit işçi sınıfının kapitalist sömürü hakkında
herkesden çok bildiklerine dair inançtı. “Kent ve köylerdeki işçiler”Marx’a göre “yalnızca kendi
çektikleri felaketleri tam olarak tarif edebilirler” di.
Bu kısa müdahale ile Marx temel epistemolojik bir meydan okuma ortaya koydu. Kapitalist toplumun
“hareket yasaları” nın bilimsel analizi ile işçilerin sömürü hakkındanki bilgileri arasında ne tür bir ilişki
1
La Revue Socialiste 1855 – 1914 yılları arasında Fransada yayınlanan ve Fransız Sosyalist Partisine (PS) bağlı bir
gazete idi. (ÇN).
2
Karl Marx, “Enquete ouvrıre” ve “Worker’s Questionnarie” Marx- Engels Collected Works vol. 24. (New York:
İnternational Publishers, 1880). İngilizce baskısında (Marxists.org) sadece 100 soru bulunmakta; çünkü Marx
ekonomik durugunluk zamanlarına üret düşüşleri hakkında ve bolluk zamanlarında ücret artışları ile ilgili olarak
iki ayrı soru sormuş – 73 ve 74. Sorular – ve İngilizce baskıda 73. soru ankette yer bulmamıştır.
1
vardı? Marx Kapitalde üretim sürecini konfigüre etmeye bir sürü sayfa ayırmıştı, yine de bu burjuva
politik ekonomimin soyut bir kategorisi olan değerim değerin kritik bir değerlendirilmesi ile ortaya
konulan ve mantık silsilesindeki teşhirin bir bölümünü oluşturmaktan ileri gitmemekteydi. Marx
Kapital’e 1873 yılında yazdığı sonsözde bu bakış açısını korumuş ve demiştirki “Böyle bir eleştiri, bir
sınıfı temsil edecekse, yalnızca, tarihsel görevi kapitalist üretim tarzını yıkmak ve ardından sınıfları
ortadan kaldırmak olan sınıfı temsil edebilir: proletarya”3. Louis Althusser, Kapital in Fransızca
baskısına yazdığı meşhur önsözde bu bakış açısının Kapital’in yalnızca proleter bir perspektif ile
okunması durumunda anlaşılacağını çünkü “kapitalizmi baştan aşağıya inşa eden ücretli-emek
sömürüsünün gerçek görünümüne ancak bu tarz bir perspektif ile ulaşabilir”4. Yinede Marx’ın
yaklaşımı belirsiz kalır; işçi araştırması proleter perspektifi yakalamak için bir anahtarmıdır? Yoksa,
evrensel bilgiyi oluşturma sürecine işçilerin yaptığı bir katkımıdır?
Bariz olan Marx’ın, yüksek bir beklenti ile, işçi sınıfının otonom aktivitesine itibar etmesiydi. İşçiler
sadece kapitalizm’in doğası hakkında bilgi akışını sağlamakla kalmıyor, onu yıkabilecek tek sınıftı:
sadece şehir ve kentlerdeki işçiler “kendilerinin kurbanı oldukları sosyal hastalıklara bir tedavi
bulabilirlerdi yoksa takdiri ilahi olarak insanlara gönderilmiş kurtarıcılar değil”. Bu araştırma pratiği,
proleterlerin bilgisi ile proleter politika hattında bir bağlantı olduğunu gösteriyordu. İşçi sınıfının
maddi durumu hakkında sosyalistler ancak doğrudan işçilerden öğrenmeye başlıyabilirlerdi ve ancak
ondan sonra stratejileri telafuz etmeye, teoriler üretmeye ve programlar yazmaya başlıyabilirlerdi.
Bu bakımdan araştırma tarihsel koşullara uygun bir sosyalist proje için gerekli olan ilk adımı teşkil
etmekte idi.
Bu araştırmanın işçiler arasında dağıtılmasıda, aynı zamanda, organizasyonel anlamda sosyalist
projenin inşası için bir adım olacak ve işçiler ile doğrudan bir bağ kurulmasını sağlayacaktı. Marx’a
göre “sorulan her soruya cevap verme zorunluluğu yoktu” ve “her ne kadar araştırmaya iştirak eden
işçilerin, gerektiği durumlarda daha sonra da iletişim kurulabilmesi için, isim ve adreslerini vermeleri
gereksede soruları cevaplandıran kadın ya da erkek hiçbir işçinin adı kendi izinleri olmadan
yayımlanmayacaktır”. Bazıları için işçilerle kurulan bu doğrudan bağlantı bu projenin en hakiki amacı
idi.
Her ne kadar daha sonra araştırma ve organizasyon arasındaki son derece yakın ilişkiyi belirtse bile
araştırmanın girişine yazdığı ve yukarıdakileri belirttiği kısa makalesinde Marx herhangi bir
organizasyondan bahsetmemekteydi. Marx 1881’de, araştırmayı oluşturan soruları yazmasından bir
sene sonra, Marx’ın 1. Enternasyonal’in yeniden kurulmasına dair çağrılar hakkındaki görüşünü
merak eden genç bir işçi tarafından yazılmış bir mektup almıştı. Marx şu an bu organizasyonun
yeniden kurulabilmesi için gerekli “kritik eşiğe” ulaşılmamış olduğundan bu projeye karşı olduğunu
belirtmiş çünkü “bulunduğumuz dönem içindeki şu ya da bu ülkedeki mevcut koşulların buna uygun
olmadığını” böylelikle5 yeniden kurulma yolunda yapılacak denemenin “sadece yararsız değil, aynı
zamanda zararlı” olacağını yazmıştı.
3
Karl Marx, Capital Volume 1, trans. Ben Fowkes (New York Penguin, 1976), p.98. Türkçede Marx, Karl Kapital
1.Cilt Selik Mehmet, Satlıgan Nail (Almancadan Çeviren) Yordam Kitap İstanbul, 2011. s.25 (ÇN).
4
Louis Althusser, Lenin and Philosophy (New York: Monthly Review Press, 2001), p.65. Türkçe için bakınız
Althusser, Louis Lenin ve Felsefe, Aksoy Bülent, Tulpar Erol, Belge Murat. Birikim Yayınları İstanbul, 1976. (ÇN).
5
Marx to Domela Nieuwenhuis in the Hague (Marxists.org).
2
Böylece kurulacak her organizasyonun maddi ve somut koşullara dayanması gerekmekte idi. Buradan
çıkaracağımız sonuç Marx’ın La Revue Socialiste’ye verdiği çoşkulu cevapta bu araştırmaya stratejik
bir yol biçtiğini ve bir organizasyon kurmaktansa böyle bir araştırma yapılmasının daha uygun
olacağı; hatta kurulması düşünülen bir organizyonun öncel şartı olduğu yönünde olmalıdır.
Marx bu araştırmaya başladıktan birkaç sene sonra sorduğu sorulara işçilerden tek bir yanıt
alamadan hayata gözlerini yumdu. Fakat, eğer Marx’ın oluşturduğu bu plandan harekete edip işçi
araştırmalarının uzun tarihini göz önöne alıdığımızda; bu alandaki pratiklere dair takdire şayan
dengesizliğe gözlerimizi kapatamayız. Her ne kadar her örnek Marx’ın tarafından koordinatları
çizilmiş olan ilk çalışmaya dayansada; araştırma hem çok anlamlı hem de çelişkili hale gelmiştir. Bu
nedenlerle bu makale işçi araştırmalarına sebebiyet vermiş asıl saikleri tespit amacıyla onun tarihi
gelişimininin bir şeceresini çıkartacaktır.
Yükselen Bilinç: Johnson-Forest Eğilimi
Pierre Naville ve Simon Weil gibi kişiler her ne kadar fabrika yaşamı hakkında birinci elden bilgiler
vermiş olsada; Marx’ın projesi en doğru anlamı ile 1947’de Johnson-Forest Eğiliminin yayınladığı
Amerikan İşçisi (The American Worker) adlı kısa kitapçık ile yaşama döndürülmüştür. Eğilim ismini
ona yön veren iki teorisiyenin kullandığı takma adlardan almıştır. CLR James (J.R. Johnson), Siyah
Jakobenler kitabının Trinidadlı yazarı ve Leon Troçkinin bir dönem asistanlığını yapmış olan Raya
Dunayevskaya (Freddie Forest); grup ise 1941 yılında Troçkist İşçi Partisi içinde (TİP) bir muhalefet
hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Marjinal sayılmasına rağmen saygı duyulan Eğilim TİP’den “Zenci
Sorunu” (The Negro Question) nedeni ile İlk işçi araştırmalarına başladıkları 1947 yılında kopmuştur.
TİP her ne kadar tek, geniş ve çok renkli bir hareketi “Siyah, Beyaz Birleş ve Savaş” (Black and White,
Unite and Fight) slaganı altında organize etmek istemiş olsa bile; Eğilim böyle bir homojen topluluk
içeresinde siyah toplumun ayrı ihtiyaçlarının tam olarak ortaya konamayacağını söyleyerek, siyahlar
dahil her azınlık kimliğinin kendi otonomileri için mücadele etmesi gerektiğini belirmiştir6.
Troçkizm’den kopuşlarının tamamlandığı 1951 yılında Johnson-Forest Eğilimi aynı isimle bir gazete
çıkararak “Correspondence” (Yazışma) adlı grubu oluşturmuşlardır7. İlk sayısı Kasım’da yayınlanmış
olan Correspondence, yeni tarzda bir gazete olmak amacı ile yola çıkmıştı. Prensip olarak işçiler
tarafından yazılacak, editörlüğü yapılacak ve dağıtılacaktı böylelikle işçilerin deneyimlerin
payalaşabildiği bir forum işlevi görecekti. Eğilimin otonominin öncelliğini kabul etmesi ile sınıfın her
sektörünün kendisini en çok ilgilendiren konuları tartışabilmesi için gazetenin her sayısı fabrika
işçileri, siyahlar, gençlik ve kadın olmak üzere dörde bölünecekti. Gazetinin işçilerin kontrolüne
verilmesinin amacı işçilerin buraya yazarak ve okuyarak sorunlarının kişisel değil, toplumsal ve sosyal
olduğunu fark etmelerinin istenmesiydi. 1955 yılında yazılmış “Yakınma ve Şikayet” başlıklı bir
editoryal yazıda gazetenin amacı şu sözlerle ifade ediliyordu;
6
Ken Worcester, CLR James: A Political Biography (New York: State University of New York Press, 1996), 55-81;
Paul Buhle, CLR James: The Artist as Revolutionary (New York: Verso, 1998), 66-99.
7
Gazete ile ilgili kısa fakat oldukça bilgilendirici makale için bkz; “Introduction to Part” in Pages from a Black
Radical’s Notebook: A James Boggs Reader, ed. Stephen M. Ward (Detroit: Wayne State University Press,
2011), 37-41.
3
“Ne zaman milyonlarca işçi, işleri, ustabaşları, sendikaları ve işyerleri ile ilgili benzer şeylerden yakınmaya
başlarlarsa; bu bir yakınmayı aşar ve sosyal bir problem haline gelir. Bu yakınmalar ve şikayetler artık sadece
8
onları dile getirenleri ilgilendirmez, tüm toplumu ilgilendirmeye başlar”
Bu durumda gazetenin amacı insanlara problemleri hakkında yazıp onları başkalarınında okumasını
sağlayacak bir alan vererek, kendilerine tekil olarak gözüken problemlerin evrenselliğini kavratmaktı.
Bir zamanlar toplumda tekil bir problem olarak görülen ama daha sonra toplumsal bir sorun olduğu
kavranan Çocuk Felci hastalığı ile bir benzerlik kurularak, Correspondence’ın editörleri gazetenin
amacının toplumda yer etmiş tavırların değiştirilmesi olarak gördüklerini belirtmişlerdir. İşçi
gazetesinin hedefi, bir başka ifade ile, bilincin yükseltimlesi olarak belirlenmiştir.
Aslında bu gazete Eğilimin bir çok açıdan işçi araştırmalarına olan önceki pratikleştirmelerinin bir
devamı olarak görülebilir. Bu pratiklerin ilki ve en önemlisi “Amerikan İşçisi” isimli kitapçıktır.
Kitapçığın yazarlarından biri olan Grace Lee Boggs, bu kitapçığın aslında bir günlük olarak başladığını
hatırladığını söylemiştir. New Jersey’deki GM otombil fabrikasında bir işçi olan Phil Singer kendi
fabrikasındaki taban örgütlenmesinden şikayet ettiği sırada CLR James ona düşüncelerini günü
gününe bir deftere yazmasını öğütlemiş9 ve bazı bölümleri belli bir editasyon dan geçtikten sonra
Grace Lee Boggs’un yazdığı teorik bir makale ile birleştirilmiştir. Kitapçığın ilk bölümü daha sonra,
Phil Singer kullandığı Paul Romano takma adı ile yazılmış olan bölüm, savaş sonrası Amerikasında
yaşayan bir proleterin kendi öz-varlığına yönelik bir etnografik bir incelemesi halini almıştır. Ria Stone
parti adını kullanan Boggs tarafından yazılan ikinci bölüm ise bilinçli bir şekilde birinci bölümde
bulunan maddi deneyimler üzerine odaklanmış ve böylece üretim sürecindeki otomasyon, üretim
bandı ve yarı-kalifiye emeğin ortaya çıkması ile değişen dünyada sosyalizmin nasıl bir içeriğe sahip
olabileceğini teorize etmeye çalışmıştır.
“Amerikan İşçisi” daha sonra Socialisme ou Barbarie tarafından Fransızcaya çevrildiğinde kitapçık
“türünün ilk örneği” olarak görülmüştür10. Bir işçinin kendi sesinden ve açıkca diğer işçilerin görmesi
için kendisinin içinde bulunduğu sömürüyü, yine bu sömürüyü stratejik anlamda ortadan
kaldırabilecek teorinin mümkün olduğunu belirtir bir şekilde yazılmış bir kitapçıktı11. Singerin
yazdıkları emek sürecinde meydana gelmiş olan değişimleri anlatırken, öte yandan işçilerin
bilinçlendirilmesi için yapılacak politik pratiklerdeki değişiklikleri de içinde barındırmakta idi. Singer
yazımında fabrikadaki sömürünün statik betimlemesinden bu sömürüye karşı ortaya çıkmış olan yeni
mücadele formlarının aktif bir anlatımına geçmekteydi. İşyerindeki çelişkileri, gerilim noktalarını ve
yönetim, bürokrasi hatta sendikalara karşı duyulan proleter nefreti etüt ettikten sonra Singer yeni
savaş sonrası yeni mücadele biçimini, içeriğini sınıfın öz-örgütlülüğle doldurulacak olan kendiliğinden,
habersiz ve hiç bir sendika tarafından düzenlenmeyecek, korsan grevler olarak belirtmiştir.
8
“Gripes and Grievances” Correspondence, Vol. 2, no. 2 (January 22, 1955).
Grace Lee Boggs “CLR. James Organizing in the USA, 1928-1953” in CLR James: His İntellectual Legacies, ed.
Selwyn Cudjoe and William Cain (Amherst: Univesity of Massachusetts Press, 1995), 164. Paul Buhle ise
“Amerikan İşçisini” sadece Grace Lee Boggs’un yazdığını iddia etmektedir. Buhle CLR James, 90.
10
Ph. Guillaume, “L’Ouvrier american par Paul Romano” Socialisme ou Barbarie no. 1 (Mars/Avril 1949), 78.
11
Burada önemli olan Singer bu kitapçıkla iyilikseverlere, burjuva uzmanlara ve hatta entellektüellere
seslenmemsiydi. Bu kitapcık işçiler içindi. “Ben entellektüellerden işçi eylemlerine gelecek herhangi bir kabul
beklentisi ya da sempati nedeni ile yazmıyorum; ben işçilere içinde bulundukları ve sonsuza kadar sürecekmiş
gibi gelen bu umutsuz durumunda hergün ortaya koydukları reaksiyonlarla aslında bizzat kendilerinin o uzakta
bulunan hedefe giden yol olduklarını göstermek”. Paul Romano and Ria Stone, The American Worker (New
York, 1974), 1.
9
4
Phil Singer işçi araştırmalarının bu yeni tarzının ilk örneğini ortaya koyarken; Grace Lee Boggs ise
Johnson-Forest Eğiliminin teorik problematiğini ortaya koymakta idi. Boggs “tek bir sosyal
fonksiyonda uzmanlaşmış” “yarı-gelişmiş insan” dan ağır-sanayi içerisinde birbirinden farklı emek
biçimlerine adapte olabilen “tamamen gelişmiş insana” geçişi tarif edebilmek amacıyla Kapital’de ki
bir pasaja yoğunlaşmıştı12. Bu pasajı Marx’ın erken dönem yazıları ile beraber okuduğunda, en başta
ilk olarak kendisinin tercüme ettiği 1844 Elyazmaları13 ile, Boggs’a göre savaş sonrasında Amerikan
sanayisinin ulaştığı aşama insan doğasının tam olarak yabancılaşmasını temsil etmekte idi.
Boggs’a göre kapitalizm insanların ilerici bir nitelik olarak yabancılaştırılmış doğal güçlerini ürettikleri
metalara yansıtmasıydı. Fakat sonuçta bu yabancılaşma süreçi tüm insanlık ile onun toplumsal
özünün birer üretim aracıdan başka bir anlama gelmeyecek sınırs dayanacağınıda belirtmekteydi.
Yinede, Boggs’a göre insanın bu eksiksiz kişiliksizleştirilmesi, aynı anda, bütün maddi dünyanın
tamamen bir insan ürünü haline gelmesi potansiyelini de taşımaktaydı. İşte bu nokta insanların kendi
üretim güçlerini geri alması, özlerini yabancılaşmadan kurtarmaları ve bireyi evrensel bir varlık olarak
yeniden üretmelerinin maddi ve objektif koşullarınıda taşıyordu. Boggs’un kendi sözcükleri ile ifade
edimesi gerekir ise;
“Soyut emek sahip olabileceği en insanlık dışı seviyeye makine ile [otomasyon ve seri üretim kastedilmektedir
ÇN]-üretimi noktasında ulaşır. Fakat aynı anda bu tarz bir üretimdir ki insanlığın tam gelişmesi olan somut
14
emeğin ortaya çıkması için maddi bir platform oluşturmaktadır”.
Boggs’a göre sonuç; “bugün için üretim sürecinin esas özünü oluşturan şey kooperatif üretim
tarzıdır”. “Üretim araçlarını kollektif üretim araçlarına dönüştüren transformasyon” ve “üretim
araçlarını birleşik ve sosyal emek amacı ile yanlızca kullanım amaçları olarak bir ekonomik anlam
taşıması” süreçleri gösterirki kapitalist üretim biçiminin artık, üstü kapalı, olarak sosyalist bir hal
almıştır. Yine de bu üstü örtülü sosyalist özün kavranması engellenmiştir:
“Burjuvazi bireyleri birbirinden rekabet adı altında kopararak, kafa emeğini kol emeğine yabancılaştırarak,
kitlelerin organisazyonel yaratıcılıklarını baltalayarak ve dünya yı çeşitli nüfuz alanlarına bölerek bu temel
sosyal aktiviye [emek ve onun sosyal özünün ortaya çıkmasına ÇN] köstek olur.
Dünyayı fetheden sosyalist toplumla bu sürece köstek olan burjuvazi arasındaki çatışma işçinin gün aşırı yüz
15
yüze kaldığı bir deneyimdir.”
12
Marx, Capital vol. 1, 618; Romano and Stone, The American Worker, 52. Bu pasaj Türkçede Marx, Karl Kapital
1.Cilt Selik Mehmet, Satlıgan Nail (Almancadan Çeviren) Yordam Kitap İstanbul, 2011. s.465. “Makineler,
kimyasal süreçler ve diğer yöntemler aracılığıyla, sürekli olarak, üretimin teknik temeli ile birlikte işçilerin
işlevlerini ve emek sürecinin toplumsal bileşimlerini değişikliğe uğratır. Böylece toplumun içindeki iş
bölümünde de sürekli dönüşümlere yol açar; sermaye ve işçi kitlelerini durup dinlenmeksizin bir üretim
kolundan çekip bir başka üretim koluna fırlatır. Bundan ötürü büyük sanayi, doğası gereği,
bir yandan iş için değişmeyi, işlevler için akıcılığı, emek için tam bir hareketliliği gerekli kılarken, bir yandan da
kendi kapitalist biçimi içinde, eski iş bölümünü, bunun katılaşmış özellikleriyle birlikte, yeniden üretir. Bu
mutlak çelişkinin, işçinin hayatında huzur ve sükûndan, kararlılık ve güvenden nasıl eser bırakmadığını; işçiyi
emek araçlarından yoksun bırakarak devamlı bir biçimde nasıl geçim araçlarından da yoksun bıraktığını; 316
işçiyi bir bütünün ancak bir parçasını yapan bir kimse haline sokarak işçileri mevcut işlere oranla nasıl
bollaştırdığını görmüş bulunuyoruz.” (ÇN).
13
Bkz. Karl Marx 1844 Elyazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe. Ankara: Sol Yayınları 2011. [ÇN].
14
Romano and Stone, The American Worker, 47-48.
15
Romano and Stone, The American Worker, 57.
5
İlginç olarak “Amerikan İşçisi” kitapçığında ortaya konulmuş bu konsept aynı yıl içinde kendilerinin
SSCB’nin yeni bir tür kapitalizmi temsil ettiğini belirtikleri görüşlerine katılmayan Troçkistlere karşı
James, Dunayevskaya ile Boggs’un birlikte kaleme aldıkları “The Invading Socialist Society” (Fethe
Çıkmış Sosyalist Toplum” isimli kitapçıkta tekrar ortaya konulmuştur. Bu yapıt “Amerikan İşçisi” de
ortaya konulan ve Boggs’un “değer ortaya çıkarma amacındaki soyut emek ile insan ihtiyaçlarını
tatmin etmeye dönük somut emek arasındaki fark” olarak savunduğu öngörüleri detaylı olarak
incelemekteydi. Boggs’a göre Marx’ın “değer üretim sürecine” verdiği anlam, “bozulma ve
canavarlaştırma ile bir işçiden tranformasyona uğrayarak parçalanmış bir insana dönüştüğü süreci
kullanarak genleşen üretim süreci” olmakta ve otomasyonun devreye sokulması ile bu süreçte
“[otomasyonun kendisi ÇN] işçinin soyut emeğinin önemini azaltması” anlamına gelmektedir. Buna
karşılık somut emek ise insan ihtiyaçlarının tatmini nokatsında programlanmış ve “insanın doğal ve
temel üretim gücünü kullanmasıyla ona temel ihtiyaçlarını fark ettiren bir emek sürecidir”16.
Fethe Çıkmış Sosyalist Toplum kitapçığıda yazarlar Sovyetler Birliğinde, aynı Amerikada olduğu gibi,
değer üretim sürecinin [burada değer ile değişim değeri kast ediliyor ÇN] açıkca devam etmekte
olduğunu belirtmişler ve Boggs’un Amerikan İşçisinde değindiği “emeğin ikili karakterini” daha
ayrıntılandırmışlardır:
“Emeğin gelmiş, geçmiş ve gelecekte var olacak tüm toplumlar için temel ve gerekli foksiyonu kullanım
değerleri yaratmaktır. Bu organik fonksiyon içerisinde kapitalizm emeğe değişim değeri üretme zorunluluğu
kapsamında bir çelişki dayatmıştır. Bu çelişki kendi içinde toplumun üretenler (işçiler) ve üretim sürecini
kontrol edenler yoluyla kol emeği ve kafa emeği olarak bölünmesini içerisinde taşımaktadır”.
Bu anlayış içerisinde emeğin idare sürecinde orataya çıkan devrim sadece değişim değeri üretimini ve
onun getirdiği kafa ve kol emeğinin ayrılmasından başka bir anlama gelmemekte idi. Rusyada bu tip
bir sınıfsallık ve emek sürecinin yabancılaşması süreci ile karşı karşıya kalınıyorsa bu durumdan tek
bir sonuç çıkmakta; develt bürokrasisi Rus işçilerden artı-değer sağlamakta ve bu durumda onları
kapitalist bir sınıf haline getirmektedir.
Bunun karşısında proleterya ise, Johnson-Forest Eğilimine göre, kendisini sadece artı-değerin
paylaşımı ile değerlendirmiş olarak yeni bir tür kapitalizm’den ve reformiz’den başka bir anlama
gelemyen bu bürokratik öncü illüzyonlarına karşı gerçeği görmüşlerdi. Proleterya o anda “olabilecek
tek sonuca” kendi ulaşacaktı: “İsyan değer üretiminin kendisine karşı yapılmalıydı”. “Fethe Çıkmış
Sosyalist Toplum”, James, Dunayevskaya ve Boggs’a göre, işte bu farkındalıkda görülebilirdi17.
Bu teorinin politik motivasyonunu oluşturan şey her ne kadar anlaşılır olsada, grubu Marx’ın üretim
süreci ile ilgili tarihsel kategorilerini eriterek bozma anlamına da gelmekte idi. Yaklaşık 20 yıl önce
Sovyet Birliğinde hala görece serbest tartışmaların yapıldığı son zamanlarda I.I. Rubin Moskova
Ekonomik Enstitüsünde verdiği bir derste şöyle demişti;
“meta üretimi süreci içerisinde karakteristiği olan sosyal ilişkiyi dıştalamış olan ve bu nedenle bütün
özelliklerini kaybetmiş bir emek, konsept olarak bizi Marksist anlamda ulaşmak istediğimiz sonuca götüremez”.
Rubin Marx’ın konseptlerinin bu değerlendirmesinde doğrudan sorduğu soru; herhangi bir planlı
ekonomi içinde değişik kişiler tarafından pratikleşen emek süreçlerinin [dolayısıyla bu süreçler
16
Romano and Stone, The American Worker, 57.
CLR James, Raya Dunayevskaya and Grace Lee Boggs, “World War II and the Socialist Revolution” in the The
İnvading Socialist Society. (Marxists.org).
17
6
sonunda üretilen metalarının ÇN] sosyal bir organ tarafından eşitlenmesinin gerekli olup olmadığı
yönündedir. Her ne kadar bu sosyal eşitleme genel olarak bir çeşit “soyutlama” olarak tanımlanmış
olsa da, Rubin bu soyutlamayı Marx’ın soyut emek konseptinden farklı bir şekilde konumlandırmıştır.
Rubin bütün tarihsel devirlerde insanların kendi varlık koşullarını yeniden-yaratmak için belli bir
fizyolojik enerji harcadıklarını kabul eder. Fakat Marx’ın değer teorisi kapitalizmin toplumlar içinde,
tarihsel ve spesifik olarak belirlenmiş belli dönemlerinde, ortaya çıkmış olan meta-üretim süreçlerini
açıklaya yönelmiştir. Rubin’e göre kullanım-değerlerinin planlanarak sosyal bir eşitleme sonrasında
dağıtıldığı toplumların aksine, belli toplumlarda kullanım değeri niteliğindeki somut insan emeği
“doğrudan toplum tarafından düzenlemekte” dir18.
Rubin’e göre meta-üretimin hakim olduğu toplumlarda emeğin eşitlenmesinin tek olanağı teker
teker işçilerin “diğer meta üreticileriyle birlikte asimile edilmesidir ki; böylece orta teker teker
bireylerin tüm emek ile ürünlerinin toplumdaki tüm diğer bireylerin emek ve ürünleri içinde asimile
edilebilsin”. Fakat önemli olarak bu sosyal eşitleme sadece “metaların eşitlenmesi yolu ile” olabilir;
yani emek “sadece soyut emek formunda ortaya çıkarken onun ürünleride bir değer formunu alır ve
tüm üretim süreci bir meta-üretimi biçimine bürünür; diğer bir ifade ile, üretim sadece değişim
[değişim değeri kastedilmektedi ÇN] için yapılır. Bu nedenle kapitalist toplumda metaları ellerinde
bulunduran mülk sahibi kişiler “ürünlerini paraya çevirmeye ve böylelikle de sahip oldukları kişisel
[burada kastedilen işçinin emeğidir ÇN] ve somut emekleri sosyal ve toplumsal emeğe devindirmeye”
çalışırlar ki zaten meta sahiplerinin varlıkları piyasanın var olmasına bağlıdır. Kaldı ki piyasanın
aracılığı ile kişisel emek için harcanmış giderlere sosyal bir form verebilirler19.
Rubin’in bakış açısı ile durumu değerlendirdiğimizde Johnson-Forest Eğilimi kendisini değer
kavramının tarih-üstü bir kavram olduğunu savunan, sosyal olarak herhangi bşr toplum içinde her
dönem eşitlenme amacı ile indirgenebilen ve gerek, kapitalist piyasadaki gibi, bu sürecin bir sosyalist
planlama dahilinde yapılacağını söyleyen sovyet ekonomistler ile aynı noktada birleştiğini görürüz.
Sovyet ekonomistlerinin göstermeye çalıştığı şey SSCB’nin, üretimi ve tüketimi planlıyor olsa bile,
dünya pazarında rekabet ettiği ve bu nedenle büyük bir kapitalist girişimci gibi örgütlenmesi idi.
Böylece sovyet ekonomistleri metaların piyasada el değiştirmesinin aslında bireyleri piyasaya bağlı
kılıp kılmayacağı [yani sosyalist bir ekonomide sadece değişim değeri için üretim yapılıp
yapılamayacağı ÇN] sorusunu geçiştirmişlerdir.
Elbette Rubin sosyalist bir toplumda planlama görevi yapan organın partinin bürokratik bir organımı,
işçilerin meclislerimi yoksa başka bir formda ortaya çıkıp çıkmaması gerekliliğini sorgulamamıştır. Bu
ayrım ne kadar politik önem taşırsa taşısın, soyut emek ve değer üretimi için söyleyecek bir sözü
yoktu. SSCB’nin baskısıcı karakterini eleştirme arzusu anlaşılabilir olsa bile, Johnson-Forest Eğilimi
kendi sahip olduğu eleştirel konseptlerinden koptuğu gibi; değer formunu üretim sürecinde sadece
bir yabancılaşma olarak algıladıkları için soyut ve somut emek arasındaki ayrımıda bulanıklaştırmış da
oldular. Bu açıdan işçi araştırması Marksist teori ile sıkıntılı bir ilişkide bulunmuş böylece de JohnsonForest Eğilimi işçinin fabrika ile ilgili son derece subjektif deneyimlerini kendilerini karşılarında
konumlandırdıkları ortodoks ekonomistlerin dünya görüşlerini sadece bozmadan ters çevirir halde
bulmuşlardır.
18
I.I. Rubin, “Abstract Labour and Value in Marx’s System”, Capital & Class 2 (1978). Rubinin tanımına dikkat
çekmek germektedir: “Soyut emek sosyal işbölümünün inşası sırasında toplam toplumsal emek içinde soyut
emek tarafından üretilmiş olan metaların eşitlenmesi yolu yla denkleştirilen emeğe verilen addır”.
19
Rubin, “Abstract Labour and Value”.
7
Ve emek ve değer kategorilerini konsept olarak tarih-üstü bir şekilde algılayarak sosyalizm
anlayışlarınıda tarih-üstü bir karakterde formülaze ettiler. Son hedef zaten başlangıç nokatasındaydı;
otomasyon içinde yabancılaşmış insan doğası. Sosyalistlerin görevi bu doğayı kapitalist engellemeleri
aşarak ortaya çıkarmaktı. Bu görüşe göre, sosyalizm inşa edilecek bir şey olmaktan çok farkına
varılması gereken bir şeydi. Buradan iki anlam çıkartabiliriz; bir yandan sosyalizmi “gerçek” hale
getirilecek, maddi olarak ortaya konulacak içsel bir eğilim olarak görmek, beri yandan da sosyalizmin
gerçek hale getirilebilmesi ya da maddi olarak ortaya konulabilmesi için işçilerin embriyo halinde
bulunan sosyalist ilişki biçimlerini uygulamaya koymasının gerekmesi. Her iki anlamda tek bir sonuca
varmaktaydı; sosyalizm savaş sonrası dünyada içinde bulunmaktaydı.
Bu tarz bir sosyalizm algısı Singer’ın “Amerikan İşçi” nde ki anlatımları üzerine yapılan yorumlardan
ortaya çıkmış ve işçi araştırmalarının bu farkındalığı yaratmanın aracı olduğu inancı üzerine bina
edilmişti. Araştırma ile işçiler sosyalizmin hergün yaşadıkları hayatın tam içinde “zaten” var olduğunu
ve sadece fışkırmayı beklediğini “fark” edeceklerdi. Bu araştırmaları işçiler içinde dağıtıldıkça benzer
deneyimler yaşamış diğer işçilerde bu “farkındalığa” varacaklar ve aralarında evrensel bir diyalog
başlatacaklardı. Bu yollada işçiler kendilerinin devrimci bir sınıf olduklarının ayırdına varacaklardı.
Sosyalist örgütün en temel görevi, ilk Johnson-Forest Eğilimi daha sonra ise Correspondence Gazetesi
olarak, bu tip bilinçlenmenin ortaya çıkabileceği uygun şartları yaratmak için işçiler arasındaki
ilişkileri ya da “yazışmaları” kolaylaştırmaktı.
Böylece işçi araştırması bu projenin köşe taşı haline gelmiştir. Phil Singer ilk materyalleri sağlarken,
Grace Lee Boggs’da teorize etmiştir bu projeyi. “Amerikan İşçisi” kitpaçığı bu nedenle bir paradigma
halini almıştır. 1952’de Matthew Ward takma adını kullanan Si Owen “Öfkeli Kalp: Siyah bir İşçinin
Günlüğü” (Indignant Heart: A Black Worker’s Journal) adlı kitabı yazmıştı. Daha çok otobiyografik bir
eser olan “Öfkeli Kalp” Tennessee’nin pamuk tarlalarında çalışmış bir siyahın nasıl Detroit’de
otomobil fabrikasında işe girdikten sonra militanlaştığını ve nasıl Amerika Birleşik Otomobil İşçileri
Sendikası içinde radikal bir güç olduğuna dair hikayesini anlatmakta idi. 1953’de ise “Arthur Bauman”
takma adını kullanan bir öğrenci hikayesini Paul Wallis’e anlatmış ve Singer’ın “Amerikan İşçisi” nde
ki stiline benzer bir şekilde ortaya “Artie Bırakıyor” (Artie Cuts Out) adında New Yorkda ki lise
öğrencilerinin hikayelerini anlatan bir kitap çıkmıştır. Aynı yıl içerisinde Correspondence gazetesinin
bir başka yayını olan Marie Brant (Selma James) ve Ellen Santori (Filomena D’Addario) tarafından
yazılan “Kadının Yeri” (A Woman’s Place) adlı çok satanlar listesine giren kitapçık ilk baskısını
yapmıştır. Singer’ın fabrika işçisi için yaptığını Owen siyahlar, Bauman gençlik, Selma ve James de ev
kadınları için yapmışlardır. “Kadının Yeri” kitapçığı ev işinin rolünü, yeniden-üretimi sağlayan emeğin
değerini ve kadınlar tarafından mücadele içerisinde kurulumuş otonom ve öz-örgütlelerini
tartışmakta idi.
Singer ve Boggs örneklerini gören ve uygulayan yukarıdaki metinlerin yazarları yazarın hergün
yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak ve bu deneyimler ile bu deneyimlerin içerisinde oluştuğu sosyal
koşulları gözetip detaylı bir şekilde analiz ederek, metinde geçen parçalanmış sosyal grupların nasıl
politik bir kollektif formda bir araya gelebileceğini teorize etmeye çalışmışlardır. Aynı
Correspondence gazetesinde olduğu gibi tüm bu süreç içerisinde amaç bireysel fenomenler şeklinde
gözüken olguların aslında sosyal bir tabana sahip olduğu idi. Bu araştırmalarda varsayılan temel bir
işçinin belli bir yerde baş başa kaldığı deneyimin bambaşka bir yerdeki bir işçinin deneyimi ile
8
benzerlikler taşıdığı ile bu benzer deneyimlerin ve benzer hayat biçimlerinin kollektif bir eyleme
zemin teşkil edebileceği idi20.
Tabi ki ne “Amerikan İşçisi” ne de diğer metinler kendilerini resmen işçi araştırması olarak
nitelendirmemişlerdir. Bu hakikat bir kenara bu metinler kendilerini en fazla işçi hikayesi veya
tanıklığı olarak görmüşlerdir21. Fakat hepsi yinede Marx’ın 1880’de ortaya koyduğu projenin birer
tekrarı ya da varyasyonu olarak görülebilir. Johnson-Forest Eğilimi Marx’ın 1880’deki makalesine hiç
de yabancı değildi22. Boggs Marx’ın metnini okumuş ve “Amerikan İşçi” sinin kendi yazdığı bölümde
ona açık bir ithafta bulunmuştu23. Bu deneyimler arasındaki temel bazı farklılıklar içerisinde bile, bu
araştırmalar, özelliklede “Amerikan İşçisi” Marx’ın orjinal projesinin bir çok temel arzu, motivasyon
ve hedeflerini yeniden üretmişlerdir. Hatta “Amerikan İşçisi” ile Marx’ın makalesi paralel olarak
okunduğunda, Singer’ın on yıllar sonra Marx’a yazdığı sorulara kapsamlı yanıt veren ilk işçi olduğu
kabul edilebilir.
Fakat Singer’ın cevabının aldığı form Marx’ın beklentileri ile pek uyuşmamakta idi. Marx işçilerin
sorularına tek tek cevap vermelerini beklemekteydi. Marx verilen “cevaplarda” hangi sorulara yanıt
verildiğinin soru numaraları ile açıkca belirtilmesini istemişti. Singer ise bu konuda çok titiz olmamış
ve cevapları bir hikayenin içerisinde vermişti. Bu formülasyon Johnson-Forest Eğiliminin basmış
olduğu bütün araştırmaların en temel özelliği olmasının yanında; neden tüm bu eserlere birer “işçi
araştırması” gözü ile bakılmadığınında yanıtı olabilir. Bu tarzda subjektif yazıma dayanan bir işçi
araştırması elbette ki bir ankete verilen cevaplarla aynı nitel özelliği taşıyamazdı.
Araştırmada gelişen bu nitel değişim zaten projenin içinde olan tansiyon ile çelişkileri büyütmüş ve
yükseltmişti. Bir yandan hikaye formu araştırmanın proleter bir öz-hareket olarak nitel anlamda
gelişimini temsil ediyordu; kaldı ki Marx açık olarak işçi sınıfı hakkında bilginin yine işçi sınıfının
kendisi tarafından üretilebileceğini belirtmiş ve orijinal projesi dışarıdan herhangi bir yaratıcı
müdahaleye karşı bu perspektif ile hazırlanmış sorulara mekanik cevaplar talep ederek sınıfı
korumuştur. Singer’in hikaye tarzı işçilere kendi benzersiz seslerini yükseltme, kendilerini deyimleri,
fikirleri ve duyguları anlatma hatta kendi sorularını sorabilmerinin mümkün kılan kendi dilleriyle
anlatmalarına imkan vermişti.
Öbür yandan ise, her ne kadar hikaye formunun öne çıkması işçi araştırmasını işçilerin bir özaktivitesine yükseltmesi mümkün oluşsada, bu form Marx’ın “sınıfın durumu hakkında kesin ve
pozitif bilgi” edinmesi amacına zarar verme potansiyelinede sahipti. Hikaye formunun ontolik açıklığı
hesaplanmış bir genelleme yaparken genellemenin telafisi mümkün olmayan bir üst-belirlenim
20
Bu metnin ilk teksiri ülke çapında bütün işçilere verildi. Hepsinin tepkisi aynı idi; hepsi yazıya dökemedikleri
fikir ve deneyimlerinin yazılmasından dolayı sevinçli ve şaşkındılar. İşçiler işten eve geldiklerinde yorgunluktan
gaezetedeki karikatürler dışında bir şey okuyabilecek enerjiyi kendilerinde bulamamaktaydı. Yine de kitapçığı
okuyabilen hemen hemen her işçi onu okumaya başladıklarında gece geç vakitlere kadar yatmamış ve kitapçığı
aynı gece okumuşlardı”. Romano and Stone, The American Worker, 1.
21
Philippe Guillaume “Amerikan İşçi” sinin Fransızca tercümesine yazdığı önsözde onu, “belgesel niteliğinde bir
proleter yazımı” olarak nitelemiştir. Bu hakkında daha fazla bilgi için bkz, Stephen Hastings-King, “On Claude
Lefort’s ‘Proletarian Experience’.
22
Marx’ın “İşçi Araştırması” metni ABD’de The New International tarafından 1938 yılında basılmıştı.
23
Boggs şöyle yazmıştı: “Görmekteyiz ki Marx “İşçi Araştırmasında” yüzbir tane soruyu tuvaletler, sabun, şarap,
grevler ve sendiklar dan ‘ aynı işkollarında çalışan kadın ve erkek işçilerinr tümün dair genel fiziksel, mental ve
moral”gibi doğrudan işçileri ilgilendiren soruları doğrudan işçilere sormuştur’ ”. Romano and Stone, The
American Worker, 59.
9
haline gelebilmesi tehlikesini artırmakta idi. Kend subjektif deneyimini sınıfın tümü adına konuştuğu
belirtmek için sınıfı objektifliğine dayatmaya çalışırken Singer kendisini bütün sınıfın güvenilir bir
sözcüsü olarak görmeye başlamış be şöyle yazmıştır: “onların duygu, heyecan, neşe, sıkıntı,
tükenmişlik ve kızgınlıklarının hepsi şu ya da bu şekilde benim hissettiğim ya da hissetmekte olduğum
şeylerdir”24. Metin ilerledikçe, Singer sessizce “tüm işçilerin duygularını” sahiplenmekten “kendi
duygularını tüm işçilerin duygusu” olarak görmeye başlamış böylece okuyucuyu Singer’in kişisel
deneyim ve arzularının gerçekte, tüm Amerikan işçi sınınfının olmasa bile, tüm GM fabrikasındaki
taban örgütünü oluşturan işçilerin hepsinin hissetikleri şeyler olduğuna ikna etmeye çalışmıştır.
Singer’ın ya da aynı fabrikada çalışan diğer işçilerin bazılarının deneyimleri deneyimleri, sanki diğer
bütün işçilerin deneyimlerimiş gibi paylaşılmıştır.
İddiaya göre ortak olan günlük deneyimler belii bir siyasetin evrensel tabanı yapılmak üzere
genelleştirmeye tabi tutulmuştur: “İşçiler sadece ücretler ile ilgili grevlerin onları bir yere
götürmeyeceğini düşünürler”25. Bu yöntemin takip edilmesi sonucunda diğer bütün hikaye
formundaki işçi anlatımları için genelleme bir problem olarak kendisini dayatmıştır. Örneğin “Kadının
Yeri” kitapçığında Selma James şöyle yazmıştır: “Bu kitapçığın yazarları burada belirtilen şeyleri kendi
ve diğer kadınların hayatlarında görmüş ya da deneyimledirmişlerdir. Onların bunları kağıda
geçirirken bu deneyimlerin sıradan kadınların hissetiği, düşündüğü ve yaşadığı şeylerin ortaya
konulabilmesinde bir başlangıç olarak görmüşledir”. Bunu okuyan biri ilk olarak gerçekten bölge,
sınıf, ırk, cinsellik, vb olayı çetrefilleştiren ayrımlardan bağımsız “sıradan bir kadın” kimliğinin olup
olmadığını merak eder; böyle bir kimlik kabul edilse bile, akla gelen bir başka soruda kitapçığın
yazarlarının başlarından geçmiş deneyimlerin “sıradan” kadına erişilebilmesi içim yeterli olup
olmayacağı olacaktır. Gerçekten James hikayesinde bir yeniliğe giderek kendi yaptığı genellemelerin
sınırlarını gelişletmektedir; onun araştırma hikayesi üçüncü çoğul kişi kipi ile başlayıp birkaç sayfa
sonra ise aniden ikinci çoğul kipi ile devam edemeye başlar. Bu kalıp kendisini kitap boyunca tekrar
eder; “kadınlar ev işilerini tek başlarına yaparlar. Evde yapılacak bütün işler kadınlar olarak hepimizin
tek başımıza yapabileceğimiz işlerdir”26.
Bu tarz bir homogenizasyon deneyimlerin yeniden-bağlamlaştırılmasını hem destekler hemde bu bu
bağlamlaşmadan destek alır. “Öfkeli Kalp” dışında yukarıda bahsi geçen neredeyse bütün
araştırmalar, kendilerinin yaratan lokal durumlardan sıyrılmak için çok fazla çaba sarfetmişlerdir.
Aynı “Kadının Yeri”nde olduğu gibi “Amerikan İşçisi” metini içerisinde de Singer nerede çalıştığından
hiç bahsedilmez27. Eğer bu işçi anlatımlarının ana hedefi üretim sürecinin belli aşamalarında ortaya
çıkan sömürüyü ayrıntısı ile analiz etmek ya da işçi sınıfı hakkında kesin ve pozitif bilgi sağlamaksa, o
vakit bu araştırmanın belli sınırları olması gerekir. Her ne kadar savaş sonrası Amerikasında ki
fabrikalar belli ortak noktalar barındırsalarda, hepsi kendisine özgü koşullarda üretim yapmakta,
içlerinde değişik güç ilişkileri ve demografik özellikler barındırmakta idi.
Bu yaklaşım ile ilgili bir diğer problem ise işçilerin yazılarının anlamlarını değiştirecek bir şekilde
verilen bilgilerin modifike edilmeleri idi. En başta gelen örnek bu yazılarda kullanılan takma isimlerdi.
24
Romano and Stone, The American Worker, 1.
Ronamo and Stone, The American Worker, 12.
26
Selma James, “A Woman’s Place” in the Power pf Women and the Subversion of the Community (London:
Falling Wall Press, 1972), 58, 64.
27
Sadece Martin Glaberman’ın “Amerikan İşçisi” nin 1972’deki baskısına yazdığı önsöz ile Phil Singer’ın General
Motors’un New Jersey fabrikasında çalışmış olduğu ortaya çıkmıştır.
25
10
Johnson-Forest Eğiliminin içerisinde bulunan hemen hemen kişinin bir yada birden çok takma adı
bulunmakta ve kullanım sırasında bu pratik öyle bir noktaya gelmiş bulunmaktaydı ki Boggs hangi
ismin kime ait olduğunu ayırt etmekte güçlük çekildiğini hatırladığını belirtmiştir28. Bu bir bakıma
Torçkist pratikten miras alınan bir durum olarak gözükse de, aslında McCarthyizme karşı alınmış bir
önlemdi; çünkü bir ara Correspondence gazetesine 75 adet ajanın sızdığı ve CLR James’ın gazetedeki
faaliyetlerinden dolayı daha sonra sınırdışı edildiğide bir gerçekti29.
Her ne kadar bu tip nesenl gereklilikler takma isim pratiğini haklı göstersede, bunlar aynı zamanda
yazarın kimliğini de belirsizleştirmişti. “Kadının Yeri” iki kadın yazar tarafından imzalanmıştı fakat
gerçekte sadece Selma James tarafından yazılmıştı. James’in daha sonra bahsedeceği gibi, James
kitabı ilk olarak kağıt parçalarına yazdığı belli fikirler ile oluşturmaya başlamış ve onları bir ayakkabı
kutusunda saklamıştır. Daha sonra bütün bu parçaları birleştirerek bir ilk kaba metin ortaya
çıkarmıtır. Bu metni grubun diğer üyeleri ile komşuları ile paylaştıktan sonra bazı değişiklikler
yapamış sonrada kitap hakkında az çok açıkca ve yasal olarak konuşması mümkün olacağı için CLR
James’ın tavsiyesi ile Filomena D’Addario’nun imzasını da eklemiştir30. Kitap bu şekilde iki kişi
tarafından yazılmış gibi gözükmüştür ve okuyucu kitabın iki kadının deneyimleri dahilinde
oluşturulduğuna ikna edimlmeye çalışılmıştır.
Fakat en ciddi problem “Öfkeli Kalp” kitapçığında ortaya çıkmıştır. Bu kitapcık deneyimlerin geçtiği
yer isimlerini ayrıntısı ile vererek Singer’ın örneğinden ilk bakışta belirgin bir şekilde ayrılmış
gözükmektedir. Gerçekte ise, kitapçık Owens’ın daha ileri yaşlarında kuzeyde geçirdiği hayata dair
bilgiler taşırken; doğum tarihi ve aslında Lowndes County Alabama olan doğum yerini güneydoğu
Tennessee olarak bilerek yanlış vermiştir. İlk baskının 1952 yılında bittiği yerden bir ikinci bölüm
ekleyerek devam ettiği 1972 yılındaki yeni baskısında Owens bu değişikliği okuyucularına o
dönemdeki “şiddetli McCarthy cadı avını” hatırlatarak savunmuş ve “McCarthyizmin gerçek totaliter
karakterini ve onun yarattığı terör ile fikirlerin bu tarz bir ulusal baskı altına alınmasını,pek az kişi
dışında, herkesin anlayabileceğini” düşündüğünü belirtmiştir31. Bir başka, daha az ikna edici önermesi
ise, benimsenen bu formun “metinde bahsi geçenlerin doğruluğundan hiçbir şey
kaybettirmeyeceğini” ve ilk yıllarındaki deneyimler hakkında yazdığı şeylerin ABD’nin güneyinde
yaşayan “bütün siyahlar için doğru olabileceğini” belirtmesi idi32.
Başka bir ifadeyle, gerçeklerin tekrar-yazımı deneyimlerin homojen ve evrensel oldularına dair bir ön
kabul ile yapılmasıydı. Fakat Alabam Tennessee değildi ve bu oranda bir değişiklik metinin
bilimselliğini etkilediği gibi metni bir tarihsel anlatım durumuna indirgemekle beraber sınıfın
28
Rachel Peterson “Correspondence: Journalism, Anticommunism, and Marxism in 1950s Detroit,” in
Anticommunism and the African American Freedom Movement: “Another side of the Story” ed. Robbie
Lieberman and Clarence Lang (New York: Palgrave Macmillan, 2009), 146. Bu durumu gayet dramatik bir
şekilde ortaya koyan örneklerden biri Boggs’un takma adının Raya Dunayevskaya’ya ait olduğunun
sanılmasıdır.
29
Pterson, “Correspondence,” 146.
30
Selma James, Sex Race, and Class – The Perspective of Winning: A Selection of Writings, 1952-2011
(Oakland: PM Press, 2012), 13-14; Frank Rosengarten, Urbane Revolutionary: CLR James and the Struggle for a
New Society (Mississipi: University of Mississipi, 2008), 89.
31
Charles Denby [Si Owens], Indignant Heart: A Black Worker’s Journal (Detroit: Wayne State University Press,
1978), xi. Bu baskı Si Owens’ın takma ismi olan ve Correspondence Gazetesinde yazdığı yazıların çoğunda
kullandığı Charles Denby adı ile yayımlanmıştır. Bir başka önemli nokta ise; Owens McCartyizm’in ortadan
kalktığı 1978 yılında bile bu takam adı kullanması idi.
32
Denby, Indignant Heart, xi.
11
sömürülmesinin özel koşullarına dayanan bir teori olmaktan çıkarmıştı. Böylelikle işçi sınınfının
maddi dünyası ile ilgili araştırma bir gezi rehberine dönüşecek şekilde bozulma tehlikesine maruz
kalmakta; bilinmeyen bir dünya ile ilgilenmesi gereken yakın, ayrıntılı ve militan bir araştırma bu
dünyanın gizem, egzotizm ve garipliğene dair eğlendici bir hikaye halini almaktaydı.
Çok daha temel bir sıkıntı ise “Öfkeli Kalp” kitabını yazının Si Owens olmadığı idi. Bu kitabı yazan
Selma James’ın bir dönem sevgilisi olan Constance Webb adında grubun bir başka üyesi yazmıştı.
Correspondence tarafından kullanılan bu tarz, daha sonra Dunayevskaya’nın “dolu dolma kalem”
şeklinde nitelediği, bilinen ismi ile katiplik sanatı idi. Entellektüeller deneyimlerini yazma konusunda
terddütleri olan işçiler ile bir araya gelecek ve onları dinledikten sonra onların yerine yazacak daha
sonrada ortaya çıkan metni istedikleri gibi düzeltmeleri için işçilere geri vereceklerdi. Webb bu
şekilde Owens’ın hikayesini dinlemiş, revize etmiş, düzeltmiş ve anlamlı bir bütün haline getirmişti33.
Bu nedenl kitap Owens’ın olduğu kadar Webb’in di.
Kitapların nasıl yayımlanacağına, “Öfkeli Kalp” özelinde Dunaveyskaya olarak, grubun liderliği
tarafından karar veriliyordu. Dunayevskaya Wendell Phillips’e danıştıktan sonra kitabın “Öfkeli Kalp”
olarak adlandırılmasında, Owens ve Webb’in itirazlarına rağmen, ısrarlı davranmış; hatta daha da ileri
giderek kitabı Mattew Ward takma adını kullanarak tek isim altında basmaya karar vermişti34. Garip
bir şekilde Correspondence kitabın üretim biçimini bilerek silmiş ve kitabın tek kişi tarafından
yazıldığı yalanını söylemişti. Yine de Correspondence’ın ana hedefi entellektüellerle işçiler arasındaki
gerilimi düşürerek onları uzlaştırmaktı. Peki neden “Öfkeli Kalp”in ortak bir eser olduğunu kabul
etmekte terddüt etmişlerdi? Neden metni aracı kullanılarak oluşturulduğu yerine saf bir proleter
deneyimi olarak ortaya koymak için bu kadar uğraşmışlardı?
Son olarak, bütün bu araştırma metinleri betimleyici bir perspektif dahilinde birbirlerine geçmiş
bulunmakta idiler. Bu metinler gerçeğin nasıl görünmesine dair beyanatlarda bulunmaktayken; aynı
zamanda hepsi gözlemlenebilir fenomenlerin analizleri ile sınırlı sonuçlara ulaşmışlardı. Bu
formülasyon üretim sürecindeki rekabet ve teşvik sisteminin “varolan üretim ilişkilerinin yıkılmasının
nedenlerinden başka şeyler olamayacaklarını” “Amerikan İşçi” sinin ilk bölümünün sonunda ilan eden
Singer tarafından başlatılmıştı35. Aynı şekilde, Selma James’de kendi araştırmasını “Kadınlar her
geçen zaman bulundukları durumdan tek çıkışın tam bir değişim ile mümkün olduğunu
görmektedirler. Fakat en açık şey; işler bugünkü gibi yürüyemez ve bunu her kadın bilir” şeklinde
bitirmiştir36. 1953’de her kadının bu şekilde düşünmediği ve, aynı Singer’ın her işçinin verili üretim
ilişkilerini yıkma amacında olmadığını bildiği gibi James’in de bunun farkında olduğu söylenebilir. Bu
tarz beyanlar ancak performatif olarak görülebilirler yani bir durumun açık tarifinden çok metnin tarif
ettiği şeyi değiştirmek amcındaki betimsel müdahaleler şeklinde anlaşılabilirler. Kendisini işçi sınıfının
yükselen bilincine programlamış bir hareket için, işçilerin bilinci ile ilgili bu tip önermelerin gene aynı
işçiler arasında dağıtılması bu araştırmaları ancak kendilerinden menkul kehanetler seviyesine
indirgemiştir.
Yine de yukarıda bahsi geçen dört metnin hepside her ne olursa olsun üretimin belli bir noktasına
odaklanmış dokunaklı izlenimlerden çok, bilimsel analizler yapan ve yeni üretim şekilleri, sömürü ve
33
Peterson, “Correspondence”, 123.
Constance Webb, Not Without Love: Memoirs (Lebanon, NH:University Press of New England), 266.
35
Romano and Stone, The American Worker, 79.
36
James, “A Woman’s Place”, 79.
34
12
direniş ile ilgili yorumlarda bulunan yapılar arzetmiş ve bütün metin üstü değerlendirmeler işçilerin
anlattıkları deneyimleri birer arka plan olarak kullanmışlardır. Yukarıda incelenmiş bütün çelişkiler
metinlerin spesifik araştırma değerleri göz önüne alındığında pek önemli görünmemektedir. Fakat
şunu belirtmek önemlidir bu tip problemler projenin araştırma bölümüne öncelik tanındığında ortaya
çıkmaktadırlar. Her ne şekilde olursa olsun amaç işçilerin sınıf bilinçlerini yükseltmek ise anlatımlarda
yapılan değişikler çok büyük problemler teşkil etmemektedir. Metinlerdeki bu tarz çarpıtmalar
gerekli olarak bile görülebilir. Bu formülasyonla Marx’ın işçi araştırmasındanki gerilim – araştırma
aracı ile ajitaston aracı olma arasındaki gerilim – araştırmanın ajitasyon için yapılması, araştırmayı
sınıf bilinci yaratmak amacı ile bir araca dönüştürülmesi ile büyük bir oranda çözülmüştür.
Çemberin İnşası: Socialisme ou Barbarie
Amerikada ortaya konulan denemeler çok geniş bir alanda yankı buldu ve bir Fransız grubu için açık
bir referans noktası haline geldi. Socialisme ou Barbarie Amerikalı araştırmalarının hayli benzeri bir
yörünge izlemiştir. Zaten her iki grup sürekli bir iletişim içerisinde olanın yanında, birbirlerinden
tercümeler yapacak hatta ortak bir kitap yazacak kadar yakındılar. Bu grup ilk kendisini kuran başlıca
iki kişi olan Cornelius Castoriadis (Pierre Chaulieu) ve Claude Lefort (Claude Montal)’un takma
isimlerinden dolayı “Chaulieu-Montal” Eğilimi adı ile Trokçist 4. Enternasyonalin Fransız seksiyonu
içerisinde bir kol olarak baş göstermiştir. ABD’de ki Johnson-Forest Eğilimi gibi, Chaulieu-Montal
Eğilimi de kendisini bir süre sonra resmi Troçkist harekete muhalefet ederken bulmuş ve 1948’in
sonunda ondan kopmuştur. Aşağı yukarı yirmi dolayında militan yeni bir organizasyon olarak
Socialisme ou Barbarie’yi kurmak için 4.Enternasyonalden ayrılmış ve yine aynı isimle bir dergi
çıkartmaya başlamışlardır. Derginin ilk saysı 1949 yılının Mart ayında basılmıştır37.
Correspondence gibi, Socialisme ou Barbarie’de proleter deneyimi nosyonuna oldukça önem
vermiştir. Bu iki grup içinde, sosyalist teori ve strateji, hatta sosyalist inşanın bizzat kendisi bile ancak
işçi sınıfının günlük deneyimlerinden çıkarılabilirdi. Socialisme ou Barbarie’nin bir dönem üyesi olan
Daniel Blanchard grubun sosyalist toplumdan ne anladığını şu cümlelerle ortaya koymuştur: sosyalist
toplum “utopik bir hayalin ürünü ya da bir tarihin bir bilimselliği değilken; işçi hareketlerinin yarattığı
bir şeydir. Proleterya pratiği ile devrim teorisinin sürekli şekilde üreten bir sınıfken, enetellektüellerin
görevi ise bu teoriyi sadece sentezleyip sistematik bir hale sokmaktır38.
Bu şekilde Socialisme ou Barbarie sosyalizmin işçi sınıfına dışarıdan getirilmesi gerektiği fikrini Fransız
Komünist Partisine (PCF) itiraz etmiştir. Hem Correspondence hemde Socialisme ou Barbarie için
sosyalizm proleterlerin hergün yaşadıkları deneyimlerden, daha doğrusu dışarıdan değil içerden
gelmekteydi. Yine de bu gruplar işçilerin uzun bir dönem zarfında kapitalizm üzerinden sosyaleştikleri
için bir dereceye kadar kapitalist ideolojiyle bağlı hale geldiklerini de belirtmişlerdir. Hiç kimsenin
kapitalist düşünce ve ideoljiden ayrı düşünülemeyeceği sabit iken, sosyalist bilinç her zaman bu
ideolojinin altında bulunsada hiç bir zaman kendiliğinden bir patlama yapamazdı. Kapitalist ideoloji
37
İngilizcede grup ile ilgili en iyi başlangıç metni için bkz. Marcel van der Linden, “Socialisme ou Barbarie: A
French Revolutionary Group (1949-1965)”, Left History vol.5 no.1, 1997. Tekrar basım için bkz.
http://www.left-dis.nl/uk/lindsob.htm”. Daha genel bir tarih için bkz. Phillippe Gottrauz, “Socialisme ou
Barbarie”: Un engagement politique et intellectuel dans la France de l’aprés-guerre (Paris: Editions Payot
Lausanne, 1997).
38
“From Workers’ Autonomy to Social Autonomy: An Interview with Daniel Blanchard by Armador FernadezSavater,” (libcom.org).
13
hal savaşılması gereken bir düşmandı ve altındaki sosyalist bilincin yeniden ortaya çıkarılabilmesi için,
bu savaş başka bir mekanizma kullanılarak verilmeli idi.
Mekanizma işçi araştırmalarıydı. Johnson-Forest Eğilimi işçi araştırmasını işçi hikayeleri formunda
kodifiye etmişken; Socialisme ou Barbarie bunun nedenini açıklamıştır: işçi yazımı protelerlerin
deneyimlerini öyle bir şekilde ortaya koyulabilir ki, böylece bu deneyim ve görüşlerin içerisinde saklı
bulunan sosyalist içerik ortaya çıkartılabilir.
Socialisme ou Barbarie Correspondence tarafından işçi yazımı şekline bürünmüş olan araştırma
formunu böylelikle kabul etmiştir. Grup ilk olarak “Amerikan İşçisi” ni aynı ismi taşıyan dergilerinde
sekiz bölüm halinde tercüme edip yayınlayarak işe başlamıştır. Socialisme ou Barbarie bu kitapçığı
yeni ve devrimci bir yazım tarzı olarak selamlamış; Philippe Guilaume kitapçığı “Romano adı proleter
edebiyatında sonsuza kadar var olacak ve bu tarih için her zaman bir dönüm noktası olacaktır”
şeklindeki bir deklarasyonla tanıtmıştır39.
Erken Fransız tarzında işçi araştırması, “Amerikan İşçisi” ile belirlenmiş olan paradigma çerçevesinin
kabulu çerçevesinde, Amerikan araştırması ile aşağı yukarı aynı formda olmuştur. Bu nitelik sadece
Socialisme ou Barbarie’nin en önde gelen çalışması durumunda ki Claude Lefort’un “Proleter
Deneyimi” ne ampirik bir ilham kayanğı olarak kalmamış, aynı zamanda Singer’ın tarzını benimseyen
fazla sayıda Fransız araştırmasınında yapılmasına ön ayak olmuştur. İlk çalışma 1952 yılında
Cahusson’dan genç bir işçi olan Georges Vivier’in proleter yaşamını anlatan ve bölümler halinde
yazmaya başladığı “La vie en usine” [Fabrikada Hayat ÇN] adlı eserdir. Yine de araştırma metinlerinin
içerisinde en önde gelenlerinden biri Renault’nun Billancourt fabriskasında bir makine öperatörü
olan Daniel Mothé nin Jacques Gautrat takma ismi ile kaleme aldığı metindir40. Socialisme ou
Barbarie dergisinde yayımlanmış olan Mothé nin metni o kadar büyük bir ilgi görmüştü ki bu metin
bir editasyon sürecinin ardından 1959 yılında “Journal d’un ouvrier 1956-1958” [Bir İşçinin Günlüğü
1956-1958 ÇN] adı altında Les éditions de Minuit tarafından kitap halinde basılmıştı. Yine bu metin
aynı tarzda başka bir araştırmanın basılmasına vesile olmuş ve böylece “Militant chez Renault”
[Reanult’da bir Militan ÇN] isimli ikinci bir günlük Les éditions du Seuil tarafından 1956’da
yayımlanmıştır.
Böylelikle işçi araştırmaları adı altındaki bu enternasyonal girişimde ikinci bir kırılma anı ortaya
çıkmıştı. Correspondence resmi Troçkist hareketten ayrılıp kendi grubunu kurduktan sonra işçi
araştırmalarını daha devrimci, daha radikal bir niteliğe büründürmek istemiş; işçi anlatımları bir işçi
gazetesi haline evrilmişti. İşçi gazetesi, değişik sektörlerdeki işçiler arasında da okunması ve sadece
deneyimlerini paylaştıkları bir alan olmaktan çok deneyimlerini birbirlerine editörlere yazdıkları
mektuplar vasıtasıyla anlatmaları şeklinde, genel olarak işçi araştırmalarının daha dinamik bir
formunu teşkil etmesi amacı ile kurulmuştu.
Socialime ou Barbarie’nin Correspondence projesinin temelini oluşturan teorik ön-kabuller ile ilgili
çekinceleri bulunmakta idi, grup yinede Correspondece gazetesinin ortaya koyduğu modelle tatmin
olmuş ve bunu Fransız özelinde de uygulamak istemiştir. Fransızlar içim “Amerikan İşçisi” nasıl yeni
39
Philippe Guilaume, “L’Ouvrier Americain par Paul Romano,” Socialisme ou Barbarie” no.1 (Mars/Avril 1949),
78.
40
Daha fazla bilgi için bkz. “Looking for the Proletariat- Socialisme ou Barbarie and the Problem of Worker
Writing” Stephen Hastings-King, Leiden: Brill 2014. [ÇN] [Kitap şu anda tarafımdan çevirme aşamasındadır ve
yakın bir zaman içerisinde yayımlanması ümit edilmektedir. ÇN].
14
bir yazım ve araştırma şekli olarak kabul edildi ise, Correspondence da aynı şekilde yeni tarzda bir
yayım olarak kabul görmüştü. Socialime ou Barbarie Amerikada ki deneyim için 1954’de şöyle
yazmıştır; “[Correspondence ÇN.] işçiler tarafındna ortaya çıkartılan bir gazete olması sebebiyle
kelimenin gerçek anlamında yayımcılıkta çok yeni bir atılıma işaret etmekte ve işçilerin birbirleriyle
işçi perpestifleri çerçevesinde konuşabilmelerini sağlamktadır”. Devamında ise “Correspondence’ın
yeni tarz bir yayım olduğu ve devrimci işçi haberciliğinde yeni bir çığır açtığı” belirtilmekteydi41.
Böylelikle Socialime ou Barbarie sadece “Amerikan İşçisi” ndeki metinsel nitelik ile değil, aynı
zamanda, Correpondence’da ortaya konulan nitelik den ilham almış ve Correspondence çizgisinde bir
gazete çıkarmayı gündemine almıştır.
Her ne kadar her iki grup işçi anlatımlarını ve gazetesini proleter deneyimlere ulaşma amacı ile
kullanmışlarsa da, ikisi arasında önemli bir farklılık bulunmaktaydı. Correspondence için sosyalizm
proleter deneyim ile yaşam içerisinde embriyo halinde bulunmakta ve bunun yanlızca işçiler
tarafından fark edilerek diğer işçilere anlatılması yeterli görülmekteydi. Bu nedenle işçiler arasında
kurulacak bir forum bu deneyim ile farkındılıkları yaymaya ve “fethe çıkan sosyalist toplumu” ortaya
çıkarmaya muktedirdi.
Bu önerme karşısında Socialisme ou Barbarie terreddüt göstermişti. Daha sonraki yıllarda Cornelius
Castoriadis şöyle diyecekti; eğer “fethe çıkmış bir sosyalist toplumdan bahsedecek isek” o vakit “fikir
yolun bir sonunun olduğu ve eğer biz bu yolu havaya uçuramaz isek bizimde bu yolun yolcusu
olacağımız yönünde ki mahşer ve mehdi düşünceleri ise eğer; böyle bir şey doğru olamaz” 42.
Socialisme ou Barbarie için sosyalizm kendi başına önünde durulamayacak bir süreç değil;
cevaplanması gereken bir sorudur. Her ne kadar proleter deneyimleri ilkel, çiğ ve parçalanmış
elementlere sahip olsa da, bunlar sadece yazım, yayım ve hatta işçiler arasında dağıtılarak ortaya
çıkartılamaz. Socialisme ou Barbarie’nin bazı üyelerine göre ise bu deneyimler bir teorizasyon
aşamasından geçmeden hiç bir şekilde kendi içinde tutarlı bir sosyalist proje dahilinde birbirlerine
eklemlenemezlerdi.
O nedenle sosyalizmin gün ışığına çıkartılabilmesi için bu deneyimlerin içerisinden çıkartılan sosyalist
elementlerin politize edilmeleri gerekmekteydi. Bu farklılıklar derhal bu süreç içinde militan
entellektüellerin potensiyel anlamda fonksiyonları ile ilgili tartışmalarıda beraberinde getirmişti.
Correspondence deneyiminde entellektüellerin fonksiyonları belirsizdi. Onların görevleri, Constance
Webb ve Si Owens’da görüldüğü gibi potansiyel olarak bir vantrilokluk mertebesinde de olsa,
işçilerin deneyimlerini paylaşmalarını sağlayacak bir zemin yaratmaktı. 1955’de yayımladıkları “Must
Serve Workers” [İşçilere Hizmet Etmeliyiz ÇN] başlıklı bir editoryalde şöyle yazmışlardı: “Başka bir
sınıfından olup işçi sınıfı mücadelesine dahil olan birinin temel görevi geçmişini geride bırakarak
kendisini tamamen işçi sınıfına adapte edip onun kimliğini benimsemektir... Entellektüelin görevi,
harekete yardımcı olmak, entellektüel birikim ve sahip olduğu kafa emeğini işçilerin emrine
sunmaktır”43.
Gerçekten, Johson-Forest Eğiliminin bütün organizasyonel temeli bu inanç temelinde şekillenmişti.
Sonraki yıllarda Grace Lee Boggs otobiyografisinde Eğilimin Lenin’in entellektüellerin “ilk
41
“Un journal ouvrier aux Etats-unis,” Socialisme ou Barbarie, no.13 (jan-mars 1954).
Cornelius Castoriadis, “CLR James and the Fate of Marxism,” in CLR James: His Intellectual Legacies, ed.
Selwyn Cudjoe and William Cain (Amherst: University of Massachusetts Press, 1995), 287.
43
“Workers and Intellectuals,” Correspondence, vol.2, no.3 (February 5, 1955): 4.
42
15
kademesinin” oluşturduğu bürokratik yapılanmaya karşı mücadelinin ancak “üçüncü derecedeki”
işçiler ile verilebileceğine dair nosyonunu temel aldığını belirtecekti44. Correspondence kendisini üç
kademeye ayırmıştı: “gerçek işçiler” birinci kademe, geleneksel olarak işçiler tarafından yapılan
işlerde çalışan “entellektüeller” ikinci kademe ve “gerçek entellektüeller” ise üçümcü kademeyi
oluşturmakta idiler.
Bu durumdan hoşnut olmayan bir üyenin daha sonra belirtiği gibi bu nitelik ile:
“Hakiki proleterler ilk kademeyi oluşturmakta idi, değişik sosyal katmanlardan geliyorlardı, ev kadınları gibi
çalışan kesimler ikinci kademede ve entellektüeller ise son kademeyi oluşturuyorlardı. Toplantılarımız yüksek
bir prestije sahip ilk kademenin aklılarına gelen herşeyi rasgele ve düşünmeden söyleyip durmaları ile
45
geçiyordu. Diğerlerimize ise, özellikle üçüncü kademe entellektüeller, sadece dinlememiz söyleniyordu ”.
Bunun tersi olarak Socialisme ou Barbarie işçilerin anlatımlarının yorumlanıp geliştirilmesi
söylemekte ve bunun da entellektüellere farklı fonksiyonlar biçmesi gerektiğini belirtmekteydi.
Socialisme ou Barbarie’nin entellektüellere açtığı bu geniş alan onun teorik formulasyondan ne
anladığı ile yakın bir ilişki içerisinde olmakla beraber, özellikle işçi araştırmalarında onu işçilere ile
entellektüleller arasındaki ilişkiyi doğrudan ve iddialı bir şekilde sorgulamasına yol açmıştı.
Fakat işçi gazetelerinin bu konuda yaşadığı sıkıntıları anlayabilmek için 1952 yılında Claude Lefort
tatrafından yazılmış ancak imzasız yayınlanmış olan “Proletarian Experience” [Proleter Deneyimi ÇN]
isimli makaleye dönmemiz gerekir. Günlük deneyimlerin arasına gömülmüş bir şekilde Lefort
proletertanın temel ve belkide evrensel tavrını şu şekilde belirtmişti: “Açık yansımalardan, sınıfın
kendisini ve rolünü değerlendirmeden önce şu söylenmelidir ki, işçilerin fabrika içinde ve dışında
olmak üzere sanayi, sömürü, üretim ilişkileri ve sosyal hayat bağlamlarına ilişkin değişik davranış
tarzları bulunmaktadır46”. Lefort’a göre sosyalizm projesinin temelini oluşturan bu davranış
biçimlerini anlamak için militanların proleter deneyimleri ile ilgili olmak üzere bilgi toplamaları
gerekiyordu. Gerçekten, işçi sınıfının günlük deneyimleri ile onların günlük yaşamlarına dair bir
araştırma devrimci organizasyolar içim yapısal bir gereklilik taşıyordu. “Socialisme ou Barbarie
işçilerden bu konuda ifadeler istemekteydi” ve “ aynı anda bu deneyimlerin yayımlayanması ise
bunlar üzerinde ki niteliksel anlamda bütün analizlerin yapılmasının da koşutu olarak görülmeliydi47”.
Bu davranış biçimlerinin gizli ve mecburen taraflı olmak durumda olamaları sebebleri ile bunların
sadece toplanmaları yetmez fakat, aynı zamanda, gerçek anlamı ile analiz edilmeleri gerekirdi. Ve işte
bu noktada gerçek problem kendisini göstermekteydi; bu ifadeleri kim yorumlayıp analiz edecekti?
Lefort programatik makalesini bu soruya kendi perspektifinden cevap niteliğinde olan kendi
perspektifinden sorduğu bir soru ile bitirir;
“Kim ifadenin altında açıkca bulunan ve ifadeye formunu vermiş eğilim ve davranıları ortaya çıkarır ve kim bu
değişik ifadeleri bu konsept içerisinde yan yana getirir? Socialisme ou Barbarie’deki yoldaşlarmı? O zaman bu
44
Grace Lee Boggs, Living For Change: An Autobiography (Minneapolis; University of Minneapolis Press, 1998),
67.
45
Correspondence’nın ismi bilinmeyen bir üyesi Ivar Oxaal: Black Intellectuals Come to Power (Minneapolis:
University of Minnesota Press, 1998) içinde, 67.
46
Claude Lefort, “Proletarian Experience”.
47
a.g.e.
16
durum yoldaşların işçilerin kendi deneyimleri üzerine yine kendilerinin yorumda bulunmalarını isteyen temel
48
arzuları ile çelişmezmi? ”.
Socialisme ou Barbarie’nin uç noktalarda olması ve Lefort’un önerdiği tarz ve nicelikte bir
araştırmanın hala bir önerme seviyesinde olması nedenleri ile Lefort’un bulunduğu yer ve zaman
içerisinde bu sorular henüz başat konuma gelmemişlerdi. Fakat bu sorular Mayıs 1954 Fransa’da işçi
gazetesinin yayımlanmaya başlaması ile pratik birer kaygıya dönüşmüşlerdi. Her şey Paris’in
banliyösünde bulunan Reanult’nun Billancourt otomobil fabrikasında başlamıştı. 30.000 işçinin
çalıştığı dev bir fabrika olmasının yanına Billancourt, aynı zamanda, hem militan proleterlerin efsane
merkezi hem de kommünistlerin kalesi olarak bilinen bir yerdi. Fakat Komünist Parti (PCF)
1950’lerden başlayarak, özellikle Troçkist olan, diğer radikal yapılardan sürekli artan bir şekilde gelen
eleştiriler ve saldırılar karşısında Fabrikada egemenliğini yitirmeye başlamıştı. Bu geri plan içinde
Nisan 1954’de fabrikadaki bazı işçilerin ücretler ile ilgili dağıtmaya başladıkları bir bildiri ile bir kırılma
yaşanmıştı. Bu bildiri diğer işçiler tarafından çok sıcak karşılanmış ve yüksek oranda bir kabul
görmüştü ki bir kısım işçiler “Tribune Ouvriére” [İşçi Kürsüsü ÇN] adında bağımsız, illegal ve aylık
olarak yayımlanacak bir gazete çıkartmaya karar vermişlerdi.
Gazetinin ilk sayısı hem Reanult’yu hem de Komünist Parti liderlerini karşısına alarak “İsteklerimiz”
başlığı ile çıkmış ve bu istekleri; “işçiler üzerinde yıllardır kendilerini devrimci olarak tanıtan
örgütlerin uyguladığı vesayetin son bulması, işçileri ilgilendiren problemlerin yine işçiler tarafından
tartışılması istiyoruz” şeklinde belirtmişlerdi. “Önerimiz bu gazetenin sizlerinde katılım sağlayacağı
bir kürsü olmasıdır. Bu gazetinin hayatlarımız ile düşüncelerimizi yansıtmasını istiyoruz. Bunları
yapabilmek ise sizlerin ellerinde dir49”.
Socialisme ou Barbarie gazeteyi derhal desteklemeye başladı ve gazeteye finansal yardımlarının
yanında, onun dağıtımı yaparak gazetenin belli bölümlerini kendi degisinde yayımladı. Yine de biri
fabrika işçileri tarafından hazırlanan ve illegal olarak yayımlanan bir gazete diğeride hemen hemen
tamamen entellektüeller tarafından hazırlanan bir teorik dergi olması sebebiyle bu iki yayın arasında
ki ilişki çoğu zaman bulanık ve konulara yaklaşımları da bazen hayli farklı idi. Bazıları işçilerin
gazetesini sınıfın işlenmemiş sesini duyuran, ne söylerse söylesin bağımsız olarak görülmesi ve bu
nedenlerle Socialisme ou Barbarie’nin teorik projeleri ile esnek bir ilişki içerisinde olması gerektiğini
söylerken; diğerleri ise gazetenin resmen Socialisme ou Barbarie’ye katılamasını böylelikle de grubun
çok geniş bir proleter alana düşüncelerini yaymasını salık veriyorlardı.
1955’de “İş Kürsüsü” sıkıntılar yaşamaya başladı. İşçilerin oluşturduğu bu kollektif büyüyememiş,
işçiler bir çoğu gazeteye ilgi göstermemiş ve editoryal grup sadece 15 işçiden oluşan oldukça steril bir
organ olarak kalmıştı. Bu ilgisizliğin bir kısmı lojistik zorluklardan ileri gelmekteydi. Editörler çok kısıtlı
bir bütçe ile çalışıyorlar ve işçilerin pahalı bir gazeteyi almayacaklarından dolayı fiyatıda
yükseltemiyorlardı. Aynı zamanda gazetenin dağıtılmasıda çok güçtü. İllegal bir yayım olarak ancak
elden ele satış yapılabiliyordu. Bu nedenle de, gazetenin organize ettiği toplantılar açık olarak
yapılamamakta ve ilgili okuyucularla sürekli ilişkiler kurulamıyordu.
Aslında daha yapısal sayılabilecek problemler vardı. Daniel Mothé bunu bir fırsata çevirmek istemiş
ve özellikle işçiler ile entellektüeller arasındaki ilişkiler hakkında kafa yorarak işçi gazetesinin sahip
48
Claude Lefort, “Proletarian Experience”.
“Que volulons-nous?” Tribune Ouvriére no. 1 (mai 1954), yeniden basım Socialisme ou Barbarie nos. 15/16:
74.
49
17
olması gereken programatik yapı hakkında bir makale yazmıştı. Daha önce belirtilmesi gerekirse
Mothé “tarafsız” bir izlemci değildi. Mothé her iki yayın içerisinde de bulunan, hem Socialisme ou
Barbarie’yi hem de “İşçi Kürsüsü” nü 1952 de kuran başlıca kişilerden biri olması sebebiyle; her iki
yayın arasında vuku bulan can sıkıcı ayrılıklara “çözüm” bulunmasından faydalanacak olan bir kişiydi.
Daha önemli olan Mothé “İşçi Kürsüsü” ile ilgili yazdığı programatik makalesini Socialisme ou
Barbarie’de yayımlamıştı50.
Mothé’nin makalesinde belirttiği gibi, Correspondence’nın tersine, bir işçi gazetesi her ne kadar
tamamen işçiler tarafından yazılması gerekirse de; gazetenin militan entellektüellerle belli bir oranda
diyalog içerisinde olması ve bu diyaloğunda gazetenin temel bir hedefi olması gerekmekteydi.
Mothé’ye göre kapitalist üretim ilişkileri tarafından tahkim edilmiş bir toplumsal iş bölümü
bulunmakta ve bu iş bölümüde istendiği zaman görmezden gelinemezdi. Devrimci politika bu iş
bölümünü görmezden gelme yerine dikkate almalıdır. Mothé bu önermesini geliştirerek; bir tarafta
işçilerin diğer taraftada militan entellektüeller ile diğer radikal unsurların bulunduğu iki ideal tarafı
bulunan bir diktonomi ortaya koyar. Mothé’ye göre bu diktonominin tarafları eğitimleri ile
birbirlerinden ayrılmış ve “eğer devrimci bir militanın ortaya çıkarılması tamamen entellektüel bir
süreç gerektirmekte ise” de özellikle “devrimci azınlık” işçi sınfının içerisinde kendini belli ettiği
zamanlarda, işçilerin politik formasyonları, entellektüel sürecin tersine, tamamen pratik bir niteliğe
bürünür”. Bu pratik formasyon tamamen mücadele süreci içerisinde oluşan ve mücadelenin yeni
metodlarını belirleyen bir temel haline gelir. Buradaki ana sorun, bu iki kanadı birbirlerin bağlayacak
bir yol bulmaktır; bu yol öyle bir formulasyonu içermelidirki, “işçilerin mücadele sırasında yaşadıkları
deneyimler ile militan entellektüellerin teorik denemelerini” birbirlerine bağlayabilmelidir51.
Mothé’ye göre her iki tarafında birbirleriyle bağlı olarak oyanayacakları bağımsız rolleri bulunmakta
idi. Devrimci militan devrimci teoriyi ortaya koyarken bunu işçi sınıfının içinde bulunan yanlış fikirler
ile savaşmak için sınıfın kendisine taşır52. Terorinin “temel elementleri” ise işçi sınıfının
deneyimlerinden süzülerek ortaya çıkartılır. Böylelikle ilişki karşılıklı bir hal alır; “bu durumda eğer işçi
sınıfı yaşadığı deneyimlerin devrimci bir örgüt tarafından teorize edilmesi gerekliliğini duyarken,
devrimci örgüt ise ihtiyacı olanları işte bu deneyimlerden çıkarırken, bu osmosist (geçirimsel ÇN)
süreç hayati bir öneme sahiptir53”.
50
Mothé Socialisme ou Barbarie içinde öne çıkmış bir kaç işçiden biri olarak kendisini oldukça yüksek bir
mevkide bulmuştu. Lefort’un daha sonra belirteceği gibi, “Mothé’nin önerileri genelde çok zengin olmakla
beraber, bazen ise oldukça kafa karıştırıcı olmasına rağmen Renault’yu “temsil” etmesinden dolayı har şekilde
değerlendirmeye alınıyordu. Mothé oynadığı rolün ve grup içerisindeki mevkisini farkında olmasına rağmen bu
onu çılgına çeviriyordu. Eğer aramızda daha fazla sayıda işçi olmuş olsa idi grup içerisindeki iklim çok daha
yumuşak olabilirdi”. “An Interview with Lefort,” Telos 30 (Winter 1976-77): 178. Grubun içerisinde az işçinin
bulunması Socialisme ou Barbarie’nin fazlası ile ihtiyaç duyduğu işçi anlatımlarının az sayıda bulunabilmesine
yol açmıştı. Bu aynı zamanda Correspondence ve Socialisme ou Barbarie arasındaki bir farkıda ortaya
koymaktaydı. Correspondence işçi katılımının çok daha yüksek olduğu bir grup ve gazete idi; 1954 yılında
toplam üyelerinin sadece 5 tanesi entellektüel bir geçmişten gelmekte iken 75 tanesi işçi kökenliydi.
Correspondence Booklet (Detroit: Correspondence, 1954). Bunun karşısında Socialisme ou Barbarie ise daha
çok entellektüel aydın ve öğrencilerden oluşmaktaydı.
51
Daniel Mothé, “Le probléme d’un journal ouvrier”, Socialisme ou Barbarie no. 17 (juillet-semptembre 1955),
30.
52
Mothé genellikle devrimci teori yerine “devrimci ideoloji” terimini kullanır.
53
Mothé’nin burada “devrimci örgüt” ile “devrimci militanı” birbirinden nasıl ayırdığının not edilmesi gerekir.
Bu ayrıma göre devrimci örgüt ancak devrimci militanlardan oluşur. Bu herhalde Socialisme ou Barbari’nin
18
Mothé’ye göre bu karşılık sürecin anahtarı işçi gazetesi idi. İşçi gazetesinin gerçek fonksiyonu bu iki
taraf arasından bir aracı görevi görmek idi. Gazete işçilerin her günkü deneyimlerini paylaştıkaları bir
araç iken, militanlar içinde bu deneyimleri teorik bir temele oturtmanın fırsatı idi. Militanlar bu
deneyimleri gazetede okuyup bunların içerilerinde saklı politik eğilimleri tespit edip bu teoriler
üzerinde kendi temel devrimci methodlarını uygulayabilirlerdi. Bu perspektif bağlamında gazetenin
yeni ortaya konulmuş teorilerin tekrar işçi sınıfına yayılmasına olanak sağlayabileceği önermesinde
de bulunulabilir.
Mothé’nin modeli cevapladığı sorular kadar yeni sorularıda ortaya koymuştur. İlk olarak, deneyim
kavaramından ne anlaşılacağı çok net değildi ve temel olarak, işçilerin yaşadıkları tüm deneyimlerin
belli oranlarda evrensel olan davranış kalıpları oluşturduğu idi. Hem Johnson-Forest Eğilimi hem
Claude Lefort bu varsayımı kabul etmekte idiler. Hatta Lefort “Proleter Deneyimi” nde o kadar ileri
gitmiştiki ona göre:
“İki farklı durumda ve sektörde çalışan işçiler iu ya da bu şekilde bir emek ile sömürü sürecinden geçerler ve bu
durum tüm işçiler için aynı şekilde cereyan eder ve bu süreçler işçilerin toplam deneyimlerinin üçte ikisini
oluştururlar. Aldıkları ücretler farklı olabilir veya hayat koşulları ile aile durumları bibirleri ile
kıyaslanamayabilir, fakat yine de içe işlemiş bir şekilde üretimde kapladıkları alan, üretici olarak yada operatör
olarak ve bunlarla birlikte yaşadıkları yabancılaşma bağlamında, tamamen birebirdir”.
Lefort’un yapmış olduğu gibi eğer tüm işçi sınıfı sadece fabrika işçileri olarak anlaşılırsa bu durum
sınıfın tüm heterojenliğini tüm insanlığın ortak nokatalarını belirtirmişcesine indirgemeci bir tavır
meydana getirir; bu anlayışa göre her yerdeki işçiler birbirlerinin aynısıdır çünkü hepsi evrensel
üretici güçlerine yabancılaşarak bunları ürettikleri metalar içinde kristalize etmişlerdir. Fakat bu
tarzda bir analayış; bizim emeğin aldığı değişik formaları, bu formların üretim süreçlerinde
uygulanmasının ekseri şekillerini ve emeğin çok değişik nitelikler gösteren sömürü şekillerini
görmememiz sonucuna yol açar.
Tüm bu açıklamalar şu sorunun sorulmasına neden olmaktadır; Mothé’nin bahsettiği “işçiler”
kimlerdir? Devrimci miltanlar eğer proleterlerin deneyimlerinden yola çıkmalılarsa, bu ev kadınları ile
tarım işçilerinide kapsayacakmıdır? Devrimci militanlar bütün sektörler ile iş kollarından gelen
deneyimlerimi yoksa tek bir sektör yada iş kolundan gelecek deneyimlerimi kabul edecekler ve eğer
bu tek sektör olarak kabule edilecekse hangi sektör tüm sektörler için konuşma hakkına sahip
olacaktır? Mothé’nin bu kararsız terminolojisi aynı anda tercihini de ortaya koymaktadır. Mothé
makalesine ilk olarak “devrimci militanlar” ile “işçiler” arasındaki farklılığı belirterek başlar fakat daha
sonra “devrimci militanlar” ile “öncü işçiler” arasındaki faklılıklardan konuşmaya başlar. Bu farklılık
bir tür işçinin diğer tür işçilerden daha ön planda kabul edildiğinin sinyalini verir. Gerçekten Mothé ve
Socialisme ou Barbarie için işçi sınıfı dendiği zaman söylenmek istenen genel olarak otomobil
fabrikalarıda ki işçiler olmakta iken daha spesifik anlamda onlar için önemli olan ve onlar tarafından
oluşturulmuş olan öncüyü temsil eden yarı-kalifiye işçilerdi. Gözden kaçırılmaması gereken nokta,
Socialisme ou Barbarie ile Lefort gibi onun en “anarşist” elementleri öncü parti kavramını doğrudan
bypass ederek direkt sınıfın kendisine gitmelerine rağmen yinede öncü konsepti konusunda ki genel
sorunsalla çevrilmiş durumdaydılar; öncü artık sınıfın dışında değil fakat içerisindeydi.
kendisini içerisinde bulduğu tarihsel konumun bir yansıması olarak görülebilir: tamamen entellektüellerden
oluşmuş bir grubun teorik olarak kendini dönüştürme isteği.
19
Mothé bu indirgemciliğini daha ileri götürmüştür. Araştırmaya konu olacak işçilerin ileri politik bilince
sahip olmalarına yeterli görmemiş, deneyimlerini daha sonra üzerine teorik çalışmalar yapılabilmeye
uyugun olarak ifade edebilmelerini de şart koşmuştur. Bu sadece çok yüksek bir okur-yazarlık
seviyesi ile kendine güven beklemek ile kalmamış ayrıca politik terminoloji ve onun kullanımında da
yüksek oranda bir akıcılık beklentisi içerisine girmiştir. “Bu durumda” Mothé’ye göre, “bu araştırma
ve teorik çalışmalar için en uygun işçiler aynı anda hem en yüksek politik bilinç sahibi, en eğitimli
olmakla beraber Stalinist ve burjuva ideolijilerinden sıyrılmış işçilerdir54”. Buna göre Mothé sadece
içinde bulundukalrı durumlar ile deneyimlerini oratalma bir işçinin anlayabileceği bir şekilde dile
getirebilen ve bunları kağıda dökebilen işçileri istemekle kalmamış, aynı zamanda, bu işçilerin tüm
karşı-devrimci ideolojiden de sıyrılmış olmalarının arzu etmiştir. Bu durumda Mothé’nin, onunla
birlikte Socialisme ou Barbarie’nin, bu koşullara uyan sadece tek bir işçi bulmaları süpriz olmamıştı:
Daniel Mothé’nin kendisi55.
Bu sinekdotik (synecdochic)56 ilişki içerisinde fabrikada çalışan, politik bilince sahip ve erkek olan bir
işçinin bütün bir sınıfın yerine geçirilmesi; sınıfı sanayi işçileri, siyahlar, kadınlar ve gençlik olmak
üzere dört kategoriye bölmüş olan Johson-Forest Eğilimi, Correspondence tarafından ortaya
konulmuş pozisyona göre geri atılmış bir adım olmuştu.
Mothé’nin modelinin en zayıf noktası sürecin ilk adımını oluşturan işçilerden entellektüellere olan
enformasyon değil ikinci noktaydı; entellektüellerden işçilere olan aktarım. Mothé her ne kadar ilk
noktayı açıklamak amacıyla çok emek vermiş olsada ikinci nokta hakkında pek bir şey söylememiştir.
Bunun nedeni ise bu ikinci noktanın hem Socialisme ou Barbarie üyeleri hem de “İşçi Kürsüsü”
gazetesini kurmuş fabrika işçileri arasında yoğun olarak tartışılan ve üzerinde bir türlü anlaşmaya
varılamayan bir nokta olması ihtimalidir57.
Bu süreç içinde bulunan bazıları ise sosyalist fikirleri işçi sınıfına “dönmesini” destekliyorlardı.
Castoriadis’in 1956 yılının Haziran ayından ilk defa vurguladığı gibi, Socialisme ou Barbarie’nin işçi
sınıfına özel ayrı bir “işçi gazetesi” nin çıkaması ve bu gazetenin sadece Parisde değil tüm Fransada
yayımlanması gerekmeteydi. Castoriadis’e göre daha fazla sayıda işçinin Socialisme ou Barbarie’nin
teorik yazılarıyla tanıştırılması ve teorinin daha keskinleştirilmesi gereklikleri çok önemliydi. Böylece
daha kitlesel bir iletişim imkanı sağlayacak ve militanların daha anlaşılır yazmaları ile onların daha
“somut” durumları gözetip, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyine daha çok dikkat edip
soyutlamalardan kaçınarak çalışmalarını sağlayacaktı.
Castoriadis’in bu teklifi reddedildi. Mothé gibi bazıları onun teklifinin teorik temelini ve bu tarz bir
gazetenin gerekliliğini kabul etselerde; kaynak sıkıntıları ve gazetenin Fransanın genelindeki işçi sınıfı
ile çok fazla ilişkisini olmaması nedeni ile hazır bir okuyucu kitlesinin bulunmaması nedenleri ile bu
54
Mothé, “Le probléme d’un journal ouvrier,” 47.
Bu sıkı ve zorlu koşullar bu projenin karşılaştığı veişçilerin çoğunda bulunan yazmaya karşı mesafeli tavırdan
kaynaklanan problemleri şiddetlendirmekten başk bir işe yaramamıştı.
56
Synecdochic; bir mesleği, meseleyi ya da bir kavramı tanımlamak amacı ile söylenen ve o tanımın sadece bir
bölümünüde oluştursa o tanımın tamamının anlaşıldığı betimlemedir (örneğin üçkağıcı dendiği zaman hırısızlık
kavramının anlaşılması gibi)
57
“İşçi Kürsüsü” nün editoryası zaten ideolijik ayrıklıklar nedeniyle parçalanma noktasına gelmişti. Her ne kadar
Mothé iki yayın arasında yakın bir ilişki kurulmasını savunduysada, yine de “İşçi Kürsüsü” nün politik bir yayın
olmasına karşı çıkarak sadece “İşçi Kürsüsü” nün işçilere politik fikirler taşımaması gerektiğini gazetenin
işçilerin deneyimlerini tartıştığı bir platform olarak kalması gerektiğinden bahsetmiştir. Gottraux, “Socialisme
ou Barbarie”, 67.
55
20
teklifin pratik olarak uygulanamayacağını belirtmişlerdi. Buna ek olarak Mothé “İşçi Kürsüsü” ndeki
ilk elden deneyimlerinden tek bir fabrikada dahi bir gazetenin ne kadar zor idare edildiğini bilmekte
ve Castoriadis’in tüm Fransayı kapsama hevesinin bu nedenle ne kadar imkansıza yakın olduğunun ilk
elden tanığı idi.
Henri Simon ve Claude Lefort gibi diğerleri ise gazeteye teorik temellerde karşı çıkmışlar ve bir kez
daha “örgütlenme sorunu” üzerindeki can sıkıcı ayrılık noktalarını dile getirmişlerdi. Sımon’a göre
eğer gazete işçilere devrimci teori “götürmeyi” zorunlu bir amaç edinecekse nasıl bu gazete nasıl bir
“işçi gazatesi” olacaktır? O vakit bu gazetenin diğer, örneğin PCF’nin çıkartmakta olduğu ve
kendilerinin sürekli eleştirirdikleri, “işçi”gazetelerinden nasıl bir farkı olacaktı.
İşçi sınıfının otonom hareketlerine dışarıdan uygulanacak her türlü “yönlendirmeye” karşı olan
Lefort’da aynı tarzda Castoriadis’in önerisine böyle bir gazetenin sınıfa “yukarıdan uygulanan bir
operasyon” diyerek itiraz etmişti. Lefort’a göre, “Görünürde onu alacak bir sınıf kamuoyu olamsa da
ya da çok az işçi böyle bir yayında görev almak isteyecekse bile, Chaulie [Castoriadis ÇN] bu gazeteyi
ne pahasına olursa olsun çıkartmak istiyordu58”. Açıkca belirtmekte yarar bulunmaktadır ki, Lefort ne
“işçi gazetesi” kavramına ne de bu tarz bir örgütlenme ve teorik harekete karşı çıkmaktaydı. Fakat
onun herşeyin işçi sınıfından olmak üzere organik olarak akması inancı Lefort’u programatik tüm
girişimlere şüphe ile yakalaşmasına neden oluyordu; bu tarz programatik metinler her ne saikle
hazırlanmış olsalar ya da sınıfa dayanılarak oluşturulmuş olsalar da en sonunda bu program dışsal bir
form olarak kemikleşir ve işçi sınıfının kendiliğindenliğine giydirilmiş bir deli gömleği vazifesi görür.
Socialisme ou Barbarie’nin gücünü oluşturan iki önde gelen teorisiyenin arasındaki uzlaşmaz
farklılıkları ortaya koyan ve militanlara son derece sınırlı bir rol biçen bu duruş Castoriadis’e göre etik
dışı idi. Ve bu durumu tüm çıplaklığı ile ortaya koyan ise bir gazete formunu alacak olan işçi
araştırmaları konusu olmuştu. Her ne kadar iki teorisyende işçi araştırması konusunda fikir birliği
içerisinde olsada, araştırmanın her ikisinin aklında ki amaçları farklılıklar göstermekteydi. Lefort için
araştırmanın hedefi proleteryanın evrensel düşünce ve davranış kalıplarının ortaya çıkarılması iken;
Castoriadis araştırmayı sosyalist bir programın en temel ve ilkel tabanı olarak görmekte idi.
Her ne kadar öneri reddedilmiş olsa da, sorun bütün gövdesi ile 1958 yılında bir kez daha patlak
vermiştir. De Gaulle’ün darbesi yepyeni koşullar yaratmıştır. Geleneksel sol felç olmuş ve bir yeni
ilişkiler Socialisme ou Barbarie’ye akmıştır. Castoriadis’in önderlik ettiği bu yeni kişilerin bir çoğu
grubu artık devrimci bir örgüte dönüştürmenin zamanın geldiğine inanmış ve bu örgütün de ancak
Castoriadis’in 1956 önerdiği formulasyonun aynısını temel alan ve örgüte uygun bir gazete ve yeni bir
isimle ortaya çıkabileceğini belirtmişlerdi59. Grup bu fay hattını izleyen bir çizgide bölünmüş ve Eylül
ayında azınlığı oluşturan Lefort ile Simon “Information et Liaisons Ouvriéres” [İşçi enformasyonu ve
İlişkileri, ILO ÇN] adlı grubu kurmuşlardır60.
Yenilenmis Socialisme ou Barbarie’nin o yılın Aralık ayında attığı ilk adım “Pouvoir Ouvrier” [İşçinin
Gücü ÇN] adında bir gazete çıkarmaktı. Gazetenin görünümü Mothé ve Castoriadis’in amaçlarını
yansıtmaktaydı ve bu nedenle iki bölümden oluşuyordu; kardeş örgütün ortaya koyduğu teori ile
58
Gottraux, “Socialisme ou Barbarie”, 86.
Bu bölünmeye dair ayrıntılı bilgi için bkz. “Interview with Castoriadisi,” Telos 23 (Spring 1975), 135.
60
Bu ayrılığa dair daha geniş bir analiz içim bkz. Marcel van der Linden, “Socialisme ou Barbarie: A French
Revolutionary Group (1949-1965).” Bu ayrılığın içinde yer almış bir militanın gözünden daha kısa bir analiz için
ise bkz. Henri Simon, “1958-1998: Communism in France: Socialisme ou Barbarie, ICO and Echenges,”
(libcom.org).
59
21
fikirleri işçilerin anlayabileceği bir dilde anlatan politik bölüm ve işçilerin Paul Romano’nun ortaya
koyduğu formda deneyimlerini yazıp tartıştıkları ve “La parole aux travailleurs” [Sıra İşçilerde ÇN]
başlığını taşıyan bölüm.
Castoriadis 1958 yazında, Lefort’la olan ayrılığın kesinleştiği zamanda işçi-entellektüel ilişkini
aydınalığa kavuşturmak ve bu yolla işçi gazetesinin stratejik gerekliliğini vurgulamak amacı ile
“Proletariat and Organization, Part 1” [Proleterya ve Organizasyon, Bölüm 1 ÇN] adlı makaleyi yazdı.
Mothé’nin gazete için ortaya koyduğu formülasyon onu bir iletim aracı olarak betimlerken, bu
durumu bir elektirik düğmesi şeklini vererek sürecin entellektüellerden işçilere değilde işçilerden
entellektüellere doğru olmasını savunurken; Castoriadis bunu daha dinamik bir süreç olarak görüp
buna bir elektirik devresi özelliği vermiştir. Militanlar sosyalist teorileri sadece işçiler arasında
yaymakla değil aynı zamanda oluşturulmuş olan teorileri işçilerin onayına sunmalıydılar. Castoriadis’e
göre devrimci teori “işçilerin deneyimleri ile içi pratik olarak devamlı doldurulmayıp onların günlük
hayatları ile şekillenmediği sürece” hiç bir zaman “her yerde en büyük prensipleri olduğunu belirtiği
değer ve tutarlılıkdan yoksun kalır” çünkü; teori süreci “öğretmenlere öğretmekten” geçmektedir61.
Bu durum daha önce aşırı bir “entellektüel” ağırlıklı yayın politikası olan Socialisme ou Barbarie’nin
bu durumunu gözden geçirmesini gerektiriyordu. Blanchard, derginin bu perspektif içerisindeki
görevini; “işçi ile aydın arasındaki ayrıma karşıdır”, görev “aydınlar ile işçileri işçi başlığı altında
birleştirerek derginin görüşlerinin işçiler tarafından ortaya konulmasını sağlamaktır” şeklinde
belirtmiştir. Bu nedenle “hem soruların sorulma biçimlerinin hem de soruların tartışılması ile
çözülmesi süreçlerinin yeniden formüle edilmesi gerekmektedir ki işçiler bu sürece katılabilsinler”.
Devrimci teorinin daha anlaşılır, daha disiplinli olması için yeni bir kompozisyonda yeniden yazılması
gerkmektedir;
“Ancak işçilerin nicelik ve nitelik olarak domine ettiği, soruları kendilerinin sorduğu, proleteryayla geniş bir
ölçekte iletişim sağlayabilecek ve modern toplum hakkında en geniş fikirlere ulaşılmasını sağlayacak devrimci
işçilerin oluşturduğu bir örgüt ile izole edilmiş entellektüellerin ortaya koydukları teorilerden aşılabilir.”
Blanchard’da Mothé gibi militanların “proleterya tarafından devamlı üretilen deneyimler (grev ya da
devrim olabilir) içerisinde ki sosyalist özü bulmak” ve bunu “tutarlı bir şekilde formüle edip
propagandasını yaparak bu yönlü teorinin evrensel değerini ortaya koymak” olarak tanımlamıştır62.
Teori “proleteryanın günlük ve tarihsel deneyimlerinden ve mücadelesinden” gelmeliydi ve
“ekonomik teori işçilerin eşit ücret isteklerinin embriyo halinde bulunduğu mücadelelerinin ışığında;
61
Daniel Blanchard bu sürecin içerisinde Mothé ile Castoriadis arasındaki ilişkinin en net fotoğrafını görmüştür :
“Leninist örgütsel anlayış aydınlar ile işçiler arasındaki ayrımı onlara verdiği spesifik roller ile kesin bir şekilde
ayırmışken, (aydınların işçilere bilinç götürüp onları eğitmeleri) Socialisme ou Barbarie bu konu üzerinde – çoğu
zaman başarısız olarak – durarak bu ayrımı kaldırmayı hedef almıştı. Çok bilgili ve bilinçli bir işçi ile Castoriadis
kalibresinde bir teorisyen olarak Castoriadis ve Mothé arasındaki ilişki ile ortaklık bu duruma örnek olarak
gösterilebilir. Castoriadis’in ortaya attığı fikirler Mothé’nin fabrika işçisi olarak kendi gerçeğini anlamasını
sağlamıştır. Böylece Mothé kendi deneyimlerini daha somut bir şekilde analiz etme fırsatı yakalamış ve
Castoriadis’in teorik emeklerini beslemiştir. Blanchard “Autonomy”. Henri Simon’da bu ilişkiye daha eleştirel
bir perspektifden eğilmiştir: “Socialisme ou Barbarie’de Mothé ile Castoriadis arasında ahenkli bir simbiyotik
ilişki vardı. Socialisme ou Barbarie’de her zaman Castoriadis’in teorik makaleleri ile Mothé’nin fabrikayı
Castoriadis’in perspektifinden değerlendirdiği somut ve deneyimsel makaleleri yan yana basılırdı”. “Entretien
d’Henri Simon avec l’Anti-mytes (1974),” (raumgegenzement.blogspot.de).
62
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 213.
22
tüm üretim sürecine ait olan teoriler fabrikalarda ki işçilerin kurduğu yasal olamyan organizasyolar
etrafında ve bütün politik teoride işçi konsülleri ile sovyetleri çerçevesinde yeniden inşa edilmeliydi”.
Ancak bundan sonra militanlar işçilerin yaşadıkları deneyimleri temel alnıdığı ve bu deneyimler
içerisinde “var olan evrensel deneyimleri ayıklayabilirler” ve bunları genel bir sosyalist “bakış açısı”
ile yeniden-üretip işçiler arasında propagandasının yapılması sağlanabilirdi63.
Castoriadis bu önermelerini 1958’deki “On the Content of Socialism” [Sosyalizmin İçeriği ÇN] isimli
makalesinin üçüncü bölümünde, genişletmeye çalışmıştır. Birinci ile ikinci bölümlerde Bolşevizmin
bürokratik deneyiminin eleştirisinden ve toplumun konsüller temelinde inşasının savunulmasından
sonra, üçüncü bölümü üretimin temelini oluşturan emek sürecine ayırmıştır. Sosyalizmin özü
“öncelikli olan odak nokta” dan oluşur; bu noktanın yokluğunda ise geriye sadece “ampirik sosyloji”
kalır ve böylece Sosyalizmin özü ancak “proleteryanın yabancılaşmaya karşı mücadelesinde” ortaya
konulabilir64.
Castoriadis’e göre Kapitalizmin temel çelişkisi, emek-süresinin bir değişim değeri olarak kabul
edilmesi ile işçinin “insani zamanı” ile bu zamanın bir mantık çerçevesinde zorla düzenlenmesi
arasındaki gerilimdir. Bu durumda işçinin belli bir hızda yürüyecek emek-sürecine rıza göstererek
kurulan iki güç arasındaki denge; üretim araçlarındaki gelişmeye parallel yeni makinaların üretimde
kullanılmaya başlanması ile çözülüp yeniden üretilmek zorunda olduğu için ancak geçici olarak
sağlanabilir. Bu noktada Castoriadis’e göre, Taylorizmin fonksiyonu; insan zamanın heterojen
özelliğini “üretimin her sürecinde kullanılabilecek en az değere indirgiyerek” azaltmak, üretim
prosedürlerini standartize etmek ve ortalama bir ürün çıktısı sağlamak kaydıyla ücretlerin [ortalama
olarak ÇN] belirlemesi ile idare tarafından ücret konusunda bir çatışma olasılığının oratadan
kaldırılmasını sağlamaktır65.
Fakat Taylorizm’in bu “en az değeri” emek-sürecinin nesnelliği ile uyuşmaz çünkü, bu değeri
oluşturan işçilerin kendi hareket, kabiliyet, üretim araçları ile kurdukları ilişki ve iş ritimlerine göre
göre kabul ettikleri birden çok “en az değer” ortaya çıkar. Üretim sürecinde ortaya çıkan bu tarzadaki
kollektif yapı; idare tarafından dayatılan üretim sürecinin rasyonalizasyonuna karşı, hatta idarenin
üretim hedeflerinin yakalanabilmesi için bile, “kendiliğinden” ortaya çıkardığı bir “organizasyonla”
bu işleri yapması gerekir66.
Burada orataya çıkan “temel grup” veya “üretim sürecinin yaşayan esası” konsepti “Amerikan İşçisi”
kitapçığı, Mothé’nin tuttuğu günlükler ve endüstriyel sosyoloji anlayışlarına dayanarak ortaya
atılmıştır67. Castoriadis’e göre her iş yeri “ikili bir yapı” barındırır, girdi-çıktı kayıtları ve hesap
defterlerinden oluşan işletmenin “resmi yapısı” ve “kişiler ile gruplar tarafından yaptıkları işin
gerektirdiği bütün kademelerde yer alan hiyearşik yapı, emek üretkenliğinin gereklilikleri ve
sömürüye karşı yapılan mücadelenin zorunluluklarıdan oluşan veya desteklenen aktivitelerden
63
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 214.
64
a.g.e. 156.
65
a.g.e. 159-60.
66
a.g.e. 163.
67
a.g.e. 170. Bu konseptinin gerçekten takdir edilesi bir araştırması için bkz. Stan Weier, “The Informal Work
Group” Rank and File: Personal Histories by Working-Class Organizers, ed. Alice and Staughton Lynd,
genişletilimiş baskı (Chicago: Haymarket Books, 2011).
23
ortaya çıkan” informel yapı68. Bu iki yapı arasındaki farklılık bazı liberal sosyalogların kabul ettiği gibi
hayalperest işverenlerin düşünceleri ile üretim-sürecinin nesnelliği arasından doğan “teori ile pratik”
arasında ki bir farklılık olarak değerlendirilemez. Bu işverenlerin bütün bir üretim-sürecini kontrol
etmek için ortaya koydukları maddi girişimleri temsil eder.
“Bürokrasinin bağımsız idaresi [yönledirme]” nin karşısıne temel grup “kendi aktivitesini kendi
kontrol etmesi [yönetim]” ile çıkar69. Castoriadis’e göre ikisi arasındaki karşıtlık sınıf mücadelesinin
gerçek karakterini temsil eder; idareci kademe ile vücut bulmuş olan resmi organizasyon ile
“işletmenin, üretenlerin gerçek durumlarının hesaba katılarak, farklı şekilde yönetilmesi” ni temsil
eden informel organizasyon. “Yöneticiler ve üreticiler” arasında ki bu mücadele kapitalist üretimin
karakterinin ortaya çıkarır, bu mücadele temel grup ile başlar ve bütün işletmeye yayılır. Her temel
grubun “pozisyonu diğer temel gruplar ile bire bir aynı olduğu” için gruplar arasındaki dayanışma
onları “nesnel koşulların, fonksiyonların, arzuların mentalitenin ve davranış biçimlerinin toplamı
tarafından belirlenen üreticilerin oluşturduğu bir sınıf olarak” birleşmeye götürür70.
Eğer yöneticilerin yanında pozisyon almış endüstriyel sosyoloji üretimde meydana gelmiş bu sınıfsal
ayrılıkları göremiyorsa ve bu nedenle soyut teoriler içerisinde kaybolmuşsa yine Marksisler eğer sınıf
anlayışını “temel olarak fabrika içinden ve bu fabrika içindeki insan gruplarından” başlamıyorsa; bu
tarz bir ideoloji, her iki tarafıda, “proleteryanın sınıfı oluşturduğu hayati süreç ile bu süreç içerisinde
kendisini üretimden başlayan sürekli bir mücadelenin sonucu olarak yeniden yaratmasına” gözlerini
kapamak zorundan kalır71.
Bu ideolojinin doğrudan politik sonuçları bulunmaktadır. Castoriadis’e göre ücretlerle ilgili talepler
bile aslında informel organizasyonu oluşturan üreticilerin üretimin kapitalist planlaması ve
düzenlenmesine yönelen saldırılarının oluşum aşamasını meydana getirir. Eğer Marksist partiler veya
sendikalar bu işçi mücadelelerinin özlerini gelir paylaşımının düzenlenmesi ile sınırlandırmak
isterlerse, bu durum sadece ama sadece işçi ile işveren arasındaki ayrımın güçlenmesine yol açar.
Castoriadis’e göre “proleteryanın soyut bir biçimde anlaşılması sosyalizminde sadece devletleştirme
ve planlama anlamında soyut bir şekilde anlaşılması ile eşdeğerdir. Bu çeşit bir sosyalizmin sahip
olabileceği maddi öz ise ancak, “bu soyutlamayı yapanlardan oluşan bürokratik partiden vücut bulan
bir totaliter diktatörlük” olacaktır. İşçilerin kendi mücadelelerini tam olarak anlayabilmeleri için
mücadelenin üretimin işçilerin denetime geçmesi hedefine yönelmesi gerekir72.
Toplumun bu tam ve eksiksiz değişimi olmadan kapitalizm kendi yolunda ilerlemeye devam ederken
uyguladığı irrasyonel üretim modeli ile arkasında “muazzam bir çöplük” bırakır. Her işletme işçilerini
atomize olmuş kişilikler olmaları için durmadan ayrıştırıp çürütürken; bir yandan da bu kişileri yeni
ortaya çıkmış veya rasyonalize olmuş üretim süreçlerinde kullanmak için değişik nitelikte kollektifler
olarak yeniden üretir73. Fakat üretim araçlarının sahipleri hiçbir zaman üretimin gerçek
gerekliliklerine uygun belli hiyerarşik görevlerden oluşan bir yönetim planı geliştiremezler; patronlar
68
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 170.
69
a.g.e. 169-70. 171.
70
a.g.e. 171.
71
a.g.e. 172.
72
a.g.e. 172.
73
a.g.e. 172-73.
24
bu koşullarda hem üretim alanının bizzat içinde var olan süreç ve gerçeklikler hakkında bir fikir sahibi
değillerken, aynı anda, işçide hedefleri kendisinin fikri alınmadan hazırlanan ve kendisine
uygulanmaya çalışılan iş planları ile hedefleri umursamaz böylelikle işi tam yapmaktan çok kısa
yoldan bitirmeye yatkın bir hale gelir74. Sadece “işçilerin [temel grubun ÇN] hepsini ifade edebilecek
bir pratik, yenilik, yaratıcılık” ları işçi ile işverenin arasında üretim planlamaları ve direktifleri
nedeniyle oluşmuş olan boşluğu doldurabilir75.
Castoriadis’in üreticilerin yaratıcılığına olan güvenine karşın, işçilerin üretimde ki rolleri hızlı bir
biçimde azalmaktaydı. Simon, Lefort ve diğerleri işçilerin anlatımlarının “İşçinin Gücü” gazetesinde
birer kenar süsü olmaya doğru gitmesinden korkmaktaydılar. Bu korkuyu güçlendiren şey ise Kasım
1959’da grubun gazetenin ikinci bölümü olan politik kısmı daha fazla ön plana alınmasına dair
kararıydı. 1961 baharında birinci bölümü oluşturan ve işçi anlatımlarını içinde barındıran “La parole
aux travailleurs” [Sıra İşçilerde ÇN] başlıklı bölüm tamamen kayboldu76. Böylece gazete Mothé’nin
formülasyonuna uygun olarak işçi sınıfına teori götüren ikinci kısımdan oluştu. Fakat, işçilerin
deneyimlerinin paylaşıldığı ilk bölümün yokluğu ile “İşçinin Gücü” nün diğer öncü yayın organlarından
bir farkı kalmadı ve Mothé’nin daha önce eleştirdiği gazete formatları ile aynı formatta yayın
yapmaya devam etti.
Yine de La parole aux travailleurs” [Sıra İşçilerde ÇN] in kaldırılması işçilerin deneyimlerini çok fazla
yazmamalarından da kaynaklanmıştı ve bu durum Socialisme ou Barbarie içindeki tüm ayrılıkları
dikey olarak kesen bir probleme dönüşmüştü. Lefort, Mothé ve “İşçinin Gücü” nün içendeki işçiler ile
entellektüeller arasındaki ilişkiye dair fikir ayrılıkları ne olursa olsun, bütün bu tartışmalar işçilerden
devamlı olarak sağlanması gereken bilgilere dayanıyor ve onlar olduğu sürece bir anlam ifade
ediyorlardı. Socialisme ou Barbarie’nin bu konuda ki hayak kırıklığı işçilerin bu yazıları yazmak
istememelerini fark etmelerinden kaynaklanıyordu77.
Bu noktada önemli olan olgu tüm bu modellerin işçi araştırmalarını aynı şekilde anlamaları idi;
Marx’ın tarif ettiği bir anket şeklinde değilde, Romano’nun ortaya koyduğu tanıklık formuyla
anlamalarıydı. Lefort açıkca işçilerin birbirlerine yöneltilecekleri “binlerce sorudan” oluşan
“istatiksel” bir stratejinin sadece sayısal kolerasyondan ileri gitmeyeceğini ve bununda “maddi
bireylerin” taşıdıkları “yaşama ile düşünce sistemlerini” orataya çıkartmada başarısız olacağına dair
bir eleştiri yöneltmişti. Daha da kötüsü “ dışarıdan işçiye yönetilecek bir soru işçiye kendisinin sorguya
çekildiğini düşündürüp sinirlendirecek, ortaya çıkan ise, belki hiçbir zaman olamayacak ama sırf bu
nedenle vukuu bulmuş, yüzeysel bir cevapla geçiştirilecek ve bu durumda araştırmanın karakterinde
silinemeyecek bir iz bırakacaktı78”. Yine de Socialisme ou Barbarie’nin benimsediği formun işçilerin
gazeteye yazmamalarında bir etkisinin olup olmadığının sorulması gerekir. Bu form elbetteki işçilerin
anlatımlarını ve kendilerini ifade etmelerini daha organik bir temele dayandırsa da; bir ankete cevap
vermekten daha zor bir form dayatmaktaydı.
74
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 175.
75
a.g.e. 176.
76
Gottraux, “Socialisme ou Barbarier”, 120-121.
77
Gerçekten “İşçinin Gücü” “İşçi Kürsüsü” nün başına gelenlerden hiç bir ders çıkarmamıştı; Castoriadis bu
sefer “İşçinin Gücü” nde yazdığı bir makalede bu deneyimler sonucun da bu sefer işçilerin niçin yazmak
istemedikleri olgusunu teorik bir temel oturtmaya çalışmıştı.
78
Claude Lefort, “Proletarian Experience.”
25
Nasıl ki “İşçinin Gücü” ilk yola çıktığı ilkelerden giderek uzaklaşıyorduysa, “Information et Liaisons
Ouvriéres” [İşçi enformasyonu ve İlişkileri, ILO ÇN] de zorluklar yaşamaya başlamıştı. Merkezi bir
komiteye sahip resmi bir partinin gerekliliğini savunan Socialisme ou Barbarie’nin aksine
“Information et Liaisons Ouvriéres” işçi hücrelerine dayanan ve herşeyin açıkca tartışılması
gerektiğini müdafa eden çok daha ademi-merkezi bir yapıyı benimsiyordu. Grubun temeli çeşitli iş
yerlerinde dağılmış bu hücrelerdi ve “İşçinin Gücü” dönüştüğü formasyonun nün aksine ILO’nun
görevi işçilere yukarıdan fikir aşılamak değil, onların deneyim, bilgi ve fikirlerinin değişik hücreler
arasında dağıtılması idi. Bir bilgi ağı gibi düşünülen ILO Correspondence gibi farklı işkollarında ki
işçiler arasında bir iletişim kurmaya yönelmişti. “İşçinin Gücü” işçiler arasında sosyalizm
propagandası yapma hedefini kendisi için belirlemişken, ILO Lefort’a göre “sanayi işçilerinin bir sesi
olmak ve otonom mücadelele denemeleri sonucunda kazandıkları deneyimlerin birbirleri arasında ki
koordinasyonunda onlara yardımcı olmak amacıyla olabildiği kadar anti-programatik bir bülteni”
dağıtmaktı79.
Bu noktada ILO ile Socialisme ou Barbarie’den ayrılan azınlık dergide kalan ve bir partinin inşasını
gerekli gören çoğunluğa karşı bu noktada ortaya koydukları muhalefet dışında ki ortak
perspektiflerinde daha az birleştiğinin not edilmesi gerekmektedir. Bu durumun, aşağı yukarı yirmi
kişiden oluşan, bu grubun iç sorunlarının derinleşmesini getirmesi süpriz değildi. Ana kurucular
arasında da bir çatlak oluşmaya başlamıştı, işçilerin sesini esaslı bir teori ile birleştirilmesini savunan
Lefort, Simon bırakın belirli bir yönlendirme, oryantasyon ya da bir parti kurulmasını teori ve hatta
deneyimlerin yorumlanmasına bile muhalefet ettiğinden şüphleniyordu. Lefort, daha sonra bu
konuda şöyle diyecekti;
“Olayın temeli bu insanların [işçilerin ÇN] günlük deneyimlerini dile getirmeleriydi. Bir bakıma Simon haklıydı.
Hepimiz teorinin bu deneyimlerden kopuk ve onların hergün yaşanmalarını maskeleyen şeytani bir büyü
olduğuna inanıyorduk. Fakat bunlar sonuç olarak hergün ortaya çıkan ve yaşanan deneyimlerdi, banalite
değillerdi. Deneyim çiğ bir şey değildir, içerisinde yorumlanmaya açık elementler olduğu gibi, tartışmaya da
açıklardır. Konuşma hergün zarfında açık ya da örtülü olarak başka bir konuşmayı değil bir cevabı muştular.
Simon için sömürülenin konuşması, her kim olursa olsun, her ne söylerse söylesin, özü itibari ile iyi bir şeydi. O
da aynı bizim gibi egemen burjuva veya demokratik söylevlerin sömürüler üzerindeki yoğun etkisinden
haberdardı. Bunu bilmesi ise onun inançlarını sarsmamıştı. Sömürülenin konuşması kendi içinde yeterliydi.
Onun temel de söylediği şey bir kişinin hissettiği ya da gördüğü şeyler üzerine konuşması sırasında bizim
yapmamız gereken tek şey onu dinlemek ya da konuşmasını bültenimiz için kaydetmekti; bizim bütün yaşam
80
amacımız buydu ”.
1960 yılında gruptan ayrılan Lefort’a göre (bu ayrılık grubun ismini Informations et Correspondance
Ouvriéres, ICO olarak değiştirmesine sebep olmuştur) [İşçilerin enformasyon Yazımı ÇN]
yayımlanacak deneyimlerin seçimi, sıralanmaları ve benzeri durumlar yorumun işçi araştırmasının
içerisinde kendisine ne olursa olsun her zaman bir yer açacaktı ve bunun inkarı kişinin kendisini inkarı
ile eşdeğerdi.
Daha değişik bir ifade ile, işçi araştırmalarının öznel projesi iki taraftan kırılmışt. “İşçinin Gücü”
ezoterik teorilerin basitleştirilmiş formasyonlarını indirgemeci bir tar ile sınıfı eğitmeye çalışan ve
herhangi bir Troçkist gazeteden bir ayrımı kalmayan öncü bir yayın organına evrilmişti. Diğer taraftan
ICO ise entellektüellerin süreç içerisindeki rolleri konusunda kendini aldatmış ve böylece kendisini
79
80
“Interview with Lefort,” 179.
a.g.e. 183.
26
teorik formülasyonla kirletilmemiş, saf proleter deneyimin peşinde koşarken felç olmuş halde
bulmuştu.
Castoriadis ise kendi grubundan 1962 yılında kopmuştu. Onun bu konuda ki değerlendirmeleri ise
çok daha şiddetli yankılar doğurmuştu; Castoriadis’in vardığı sonuç bir teori olarak Markizmin yanlış
olduğunun kanıtlanması idi. “Modern Capitalism and Revolution” [Modern Kapitalizm ve Devrim ÇN]
adlı makalesini ilk olarak 1959-1960 arasında yazmış ve içerisindeki “fikilerin Socialisme ou
Barbarie’de ki herkes tarafından paylaşılmadığı” dair bir uyarısı ile kopuşundan önce yayımlamıştı81.
OECD’de profesyonel bir ekonomist olarak görev yapan Castoriadis bu görevi ile ilişkili olarak
Marksizm için dehşet verici bir hesap defteri çıkartmıştı. Castoriadis’ e göre savaş-sonrasında ki
ekonomik büyüme içerisinde Marksistler hala kapitalizmin yapısal işsizlik ve artan oranlı sömürüsü ile
işçiyi fakirleştirip yoksullaştırdığını iddia etmekteydiler. Fakat gerçekte sistem işsizliği yok etmiş,
ücretler hiç bir zaman olmadığından daha hızlı yükselmiş ve böylece tüketim alanında devasa bir
genişleme ile talebimn artmasının yanından işçi yaşam standardında ciddi bir yükselişe sebebiyet
vermişti. Toplum gözünde markist militanlar kendilerini işe yaramaz olarak temsil ederken,
sendikalar yüksek ücretler karşılığında işçilerin uysallıklarını vaat eden “sistemin dişlileri” haline
gelmiş ,politika “uzmanlar arasında yapılmaya” başlanmış ve sözde işçilerin olan partilerde
bürokratlar tarafından kontrol edilmeye başlanmıştı82.
Lefort’a göre Socialisme ou Barbarie’nin kendisine işçi araştırmalarında hedef olarak belirlediği
nokataların ekonomik yasaların katı kuralları ile kıyaslanmaları gerekiyordu. “Geleneksel Marksistlere
için” Castoriadis’e göre “kapitalizmin objektif ‘çelişkileri’ ekonomik karakter taşımaktaydı ve sistemin
işçi sınıfının ekonomik isteklerini karşılamakta ki radikal sınırlılığı bu ekonomik talepleri sınıf
mücadelesinin asli motivasyonları haline getirmişti”. Castoriadis için, sürecin bu karakteri ise bu
“objektif yasaların” tarihinin sadece uzman ve bürokratlar tarafından anlaşabileceğine ve kapitalist
toplum analizi ile “özel mülkiyet ve piyasanın yok edilmesinin” ancak onların sorumlulukları
olabileceğine dair olan “objektivist ve mekanik” bir yanlışın altının çizilmesinden başka bir anlama
gelemezdi. Bu yanlış üzerinde ısrar eden geleneksel Marksistler kendi hatalarının üzerinde neden bu
kadar ısrarlı olduklarını açıklayamadıkları gibi, ücretlerin yükselmesinin tek nedeninin işçi sınıfının
ortaya koyduğu bu konudaki mücadeleler ile yine ücret taleplerinin sadece üretiminde ki artışı
geçmeyecek durumlarda karşılanacağını kavrayamamışlardı83.
Aynı Johnson-Forest Eğilimi gibi Castoriadis’de kapitalizmin çelişkilerinin “üretim ve emek” temeline
oturtulmasını, bu temelde de özellikle işçinin “hergün yaşadığı yabancılaşmanın” üzerinde durulması
gerektiği fikrindeydi. Fakat kendisinden önce gelen korkusuz marksistlerin aksine Castoriadis bu
önermenin değer kavramının konuştuğu dil içerisinde bir anlam taşımadığının farkına varmış ve
sınıfın ekonomik temelde tanıtlanmasına karşı çıkmıştır. İşverenlerle üretenler arasındaki karşıtlık
tamamen üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasında ki ayrım ile değiştirilmişti. Bu fikirin
temsil ettiği perspektifin kapitalist gelişimin anlaşılmasında önemli etkileri olmuştu; “bürokratik
kapitalizm” in “ideal eğilimi insanların sahip oldukları işlerde giderek daha fazla yabancıladığı ve
devamlı suretle genişlemekte olması ile beraber toplumun baştan aşağıya tam olarak hiyerarşik
81
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 226.
82
a.g.e. 227.
83
a.g.e. 227.
27
kademelere bölündüğü süreçte bunun telafisinin ancak bütün girişkenliğin bu toplumu
düzenleyenlere verilmesi ile birlikte ‘yaşam kalitesinin yükseltilmesi” dir84. Ancak bu proje bürokratik
aklın ortaya çıkardığı çelişkiye oldukça açıktı, çünkü “kapitalizmin işçileri sadece basit birer üreticiye
indirgemeye ihtiyacı vardı fakat aynı sistemin bu ihtiyacı karşılaması demek bu sistemin yürümesinin
imkansız olması da demekti”. Böylece çelişki “kapitalizm aynı anda işçilerin hem sisteme katılışını
hem de sistemden dışlanmalarını göz önünde bulundurması gerekmekte idi85”. kapitalizmin bu içsel
eğilimi “hiçbir zaman kesin başarıya ulaşamazdı” çünkü “kapitalizm proleterya olmadan
yaşayamazdı” ve proleteryanın emek-sürecini değiştirmek ile yaşam standartlarının gelişmesi
amaçlarıyla verdiği sürekli mücadele kapitalizmin gelişim sürecinde temel bir rol oynamıştır;
“emekten çıkan artı-değer teknik bir operasyon sonucu değil, yarısını kesinlikle kapitalistin kaybettiği
çok acı veren bir mücadele sürecinin sonucu ortaya çıkmaktaydı86”.
Bu mücadelenin kazandırdığı deneyim, ve bu deneyim içinde öğrenilen reformizmin yetersizliği,
üreticileri, bürokratik organizmaların vazgeçilmez garantisi olan “objektif” çelişkilere duyulan hayali
bir inançtan mahrum bırakmıştı Castoriadis’e göre. Proleterya sonunda gerçek devrimci ufuk ile
kapitalist değerler olan üretim ve tüketimin aşılmasının tek yolunun “işçi” yönetiminde olduğu
anlayabilecekti87”.
Daha başka bir ifade ile, bu hareket yaratıcı emeğin sağladığı motivasyonun soyut bir imajını temsil
eden ücretler için olmayacaktı. Sosyal uyum için gerekli olan “belirli” aktivitelere bağlı değildi, bunun
yerini sadece gelir konusu alcaktı. En büyük kariyerist hedef olan bürokratik yapı içindeki terfi isteği
sonuç olarak gelir de bir artışıda peşinden sürükleyecekti88. Fakat kişisel gelir bir birikim sounuc
doğurmayacağı için bir işçiden de bir kapitalist yaratamazdı, bu nedenle “gelir konusu ancak finanse
edebildiği tüketim oranında bir anlama sahiptir”. Tüketim sadece “devamlı yükselmekte olan gelir
dolaysıyla doyum noktasına ulaşmakta olan” ihtiyaçlar bazında düşünülecek bir şey olmadığı için
kapitalistler piyasaya yeni ürünler sürerek, reklamcılığın ortaya çıkardığı yabalancılaşmış kültürü
besleyerek ve bunları hergün tekrarlayarak sürekli olarak yeni ihtiyaçlar yaratmak zorundadır89.
Yine de tüketimde ki artışı karşılamak üzere için üretimin artırılması, üretim-sürecinin otomasyonu ve
“kapitalizmin işçiyi tamamen gereksiz hale getirerek emek ile olan problemlerinden kurtulması”
şeklinde radikal bir girişim ile sağlanabilirdi90. Bu bağlamdaki bir perspektif daha önceki toplumlara
kıyasla modern toplumda teknolojinin hızlı gelişimi işverenlerin “işyerindeki sınıf ilişkilerinin
stabilizasyonu” ile “teknolojik bilginin çalışan sınıfların belli bir kısmı içerisinde sonsuza kadar
kristaklize olması” nı engelleme ve böylece “ücret ilişkilerinin aslen çelişkisel ilişkiler olmasına” yol
açmıştır91. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde ortaya çıkan sınıf mücadeleleri tarihi işte bu
perspektiften anlaşılabilirdi Castoriadis’e göre. Erken 19.yy’da makinaların üretimde kullanılması ilkel
endüstriyel sabotajlar ile karşılanmıştı. Bu sabotajların Luddist başlagıcının yenilmesine karşılık
84
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 229.
85
a.g.e. 228.
86
a.g.e. 228.
87
a.g.e. 230.
88
a.g.e. 276.
89
a.g.e. 277.
90
a.g.e. 283.
91
a.g.e. 260.
28
işçilerin mücadeleleri fabrika içerisinde devam etmiş ve parça-başı iş ve ona uygun ücret kavgasına
evrilmiştir. Şimdi üretimin “normları” mücadelenin an hattını oluşturmakta iken kapitalizm de buna
kuralların bilimsel bir Taylorist yönetim anlayışla uygulanması vasıtasıyla cevap vermektedir. İşçilerin
bu yönetime karşı gösterdikleri direniş işçileri yabancılaştıkları işyerlerine yeniden “entegre” etmek
amacıyla endüstriyel psikoloji ve sosyoloji anlanlarında meydana gelen ideolojik bir cevap ortaya
çıkarmıştır. Bu yollarla işçilerin üretim süreçlerine olan temel düşmanlıklarını bastırmak imkansızdı;
hatta en yüksek ücretlerinin olduğu, en modern yönetim ve üretim süreçlerinin uygulandığı gelişmiş
kapitalist ülkelerde bile “üretim noktasında her gün ortaya çıkan çatışmaların inanılmaz boyutlara”
çıkmasına engel olamıyordu92.
Castoriadis’e göre, geleneksel marksistlerin anlayışları bu tarihsel süreçleri anlamada yetersiz
kalmaktaydı. Marksizm’e göre “kapitalistler kendi kendilerine harekete geçmezler onlar aynı
yerçekimi vücudun hareketini belirlerse, onlarda ancak ekonomik motivasyonlar bağlı olarak
harekete geçirilirlerdi93. Fakat tarih yönetici sınıfların stratejilerini sınıf mücadelelerinden edindikleri
bireysel deneyimlere ile koşullara adapte edebildiklerini kanıtlamış; ücretlerin işçilerin uysallıklarını
satın alabileceğini, devlet müdahalesinin ekonomik istikrar getirebileceğini ve 1929’un tekrarının yol
açabileceği devrimci kabarışların tam istihdam ile engellediğini bu süreç içerisinde öğrenmişlerdi94.
Bu nedenlerle toplum yeni devrimci eleştirisi kendisini bu objektivist teorilerin avuntularından
arındırmalı ve bürokrasinin ve yabancılaşmış emeğin irrasyonel ve insalık dışı sonuçlarından
kurtarmalı idi. Kapitalist gelişim ayrıca yabancılaşmanın üstünden kesinlikle gelmenin imkanını ortaya
çıkartmıştı çünkü teknik kademede “tüm planlamacı bürokrasi elektronik hesap makineleri ile
değiştirilebilir” bir konuma gelmiş ve bu bürokratik organizasyonun sosyal alanda yarattığı
irrasyonalite tamamen teşhir olmuştu95.
Castoriadis’ “geleneksel marksizmin” bu hesap defterini çıkarmışken bizde onun tam bu noktada ki
kopuşunun bir değerlendirmesini yapalım. Bu yeni sınıf teorisi Sovyetler Birliğinin planlı ekonomisinin
analizi için uygun bir temeldir, kaldı ki bu “bürokratik sosyalizm” kavramı Johnson-Forest Eğilimi ile
olan bir diyalog sonucunda ortaya atılmıştır. Castoriadis Johnson-Forest Eğiliminin kapitalizmin
üretim araçlarının mülkiyetinden çok üretim-sürecindeki ilişkilerden filizlendiğine dair iddialarını
radikalize etmişti96. Bu teorinin mantıki özü açıktı; Rus bürokrasisinin kapitalist üretim tarafından
bayraktarlığı yapılmış emeğin idaresi ile sosyolojisi olan Taylorist politikaların tam bir Bolşevik şevki
ile uygulanması İkinci Enternasyonal’in felsefe tarihi analyışını paramparça etmişti. Üretici güçlerin
değişimi, kamu ya da özel sektörde olsunlar, çok daha yüksek oranlarda sosyal katmanlaşmanın
ortaya çıkardığı bir mantıksallık haline gelmişti.
Ancak Castoriadis’in yeni teorisi kendi öncellerinde olduğu gibi bazı kör noktalar barındırmaktaydı ve
değişim ilişkleri içerisinde sınıf ilişiklerini tam bir bütünsellik içerisinde açıklamaktan yoksundu.
92
Cornelius Castoriadis, Political and Social Writings, Volume 2, 1955-1960: From the Workers’ Struggle
Against Bureaucracy to Revolution in the Age of Modern Capitalism. (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 1988), 264.
93
a.g.e. 262.
94
a.g.e. 269-270.
95
a.g.e. 299.
96
Bkz. “The Relation of Production in Russia”, Political and Social Writings, Volume 1, 1946-1955: From the
Critique of Bureaucracy to the Positive Content of Socialism, trans. and ed. David Ames Curtis (Minneapolis:
University of Minnesota Press, 1988) içinde.
29
Teknolojik gelişim sorusu Castoriadis’in analizi ile ilgili olarak temel bazı sorular ortaya koymakta idi.
Her ne kadar Castoriadis haklı olarak sosyalizmin politik projesi dahilinde üretici güçlerin
gelişimlerinin gelişimini eleştirmiş olsada, bu ilişkinin kapitalist sosyal ilişkilerde nasıl bir yer
tuttuğunu belitmemişti. Teknolojik gelişim emeğin idaresinin mantıksallığını temsil etmekteydi;
Castoriadis bu mantıksallığın çelişkilerini üretim noktasında mükemmel bir biçimde ortaya koyarken
Marks’ın Kaptial’in her cildinin atfedildiği tüm üretim formuna dair analizinin ortaya koyduğu sorular
ise cevapsız bırakılmıştı. Eğer teknolojik gelişme boş bir süreç ise, neden kar peşinde koşan bir
kapitalist bu gelişmeleri uygulamaya çalışsın ki? Sabit sermaye kullanılarak pahalı makineleralınıp
kendi üretim sürecini bu şeklide yüksek oranlı harcamalarla yeniden-üretsin? Castoriadis’in
analizinde teknolojik gelişim motivasyonun azalmasından doğar ve bu azalma ancak teknolojik
gelişme sonucunda ortaya çıkan arz fazlasından filizlenen tüketim artması ile önlenebilir. Bizim şu
anda teorik güdüklükler yüzünden anlayamadığımız kapitalist güdüleri kamçılayan şeyin daha fazla
kar değil fakat daha metaya sahip olma arzusunun bir görüngesi olan üretim olgusunun ya da “tam
kapasite üretimin” neden insalığın sonunu temsil ettiği idi.
Bir başka temel soruda bu sistemin önkoşulları ile ilgiliydi. Castoriadis kapitalizmin yabancılaşma ve
şeyleşmenin en yüksek fenomeni olduğunu açıklasada, bu fenomeni neden kapitalizme özgün bir
durum olduğunu ve yine kendisinin çok çabuk bir biçimde görmezden geldiği diğer ekonomik
dinamikler içerisinde nasıl bir rol oynadıklarını belirtmemiştir. İşverenin emek gücünü maksimum
üretim amacıyal yönetmesi kapitalist modelin emek gücünü en yüksek şekilde sömürmeye
koşullanmış olduğunu kanıtlar ve bu durumda da işçiler emek güçlerini aynı şekilde ücret karşılığı
satmaya koşullanırlar. Bu mecburiyet ve zorlamanın muhasebesi nasıl yapılabilir?
Eğer bu sorular kapitalist üretim modelinin analizi içinde cevap bulamıyorlar ise bu Marksizmin
geçersizliğini değil,tam tersine, kapitalist modelin açıklanamayan doğasına işaret eder.
Araştırmalardan üretim sürecinin transformasyonuna giden yol ve kapitalist gelişimin mantıksal bir
tarihsellik içerisinde değerlendirmesine evrilmesinin açıklanması konularında Socialisme ou Barbarie
kendinden sonra gelenlere vazgeçilmez bir temel miras bırakmıştır.
Bilim ve Strateji: Operaismo
Castoriadis, Lefort, Mothé ve Socialisme ou Barbarie’nin diğer üyelerinin erken 1960’ların İtalyasında
ki etkileri oldukca belirgindir. Örneğin Toni Negri “Cornelius Castoriadis ve Claude Lefort’un Parisde
çıkardıkları Socialisme ou Barbarie’nin nasıl “hayatının bir periyodunda günlük ekmeği haline
geldiğinden” bahseder97.
Aslında doğrudan bağlantılar daha önceden kurulmuştu. 1954’de İtalyan Komünist Partisinden (PCI)
ihraç edilmiş olan Danilo Montandi “Amerikan İşçisi” kitapçığını İngilizceden değil fakat Socialisme ou
Barbarie’de yayımlanmış Fransızca tercümesinden İtalyancaya aktarmıştı. O yıl Paris’e gitmişi
Socialisme ou Barbarie’deki militanlarla tanışmış ve yazıklarını daha sonra İtalyancaya çevireceği
Daniel Mothé ile fikir alışverişinde bulunmuştu. Bu ilişkileri koparmayan Montaldi 1957 ve 1960’da
tekrar Paris’e Castoriadis, Lefort ve Edgar Morin ile ilişkilerini daha da güçlendirmeye gelmişti98.
97
Cesare Casarino and Antonio Negri, In Praise of the Common (Minneapolis: University of Minnesota, 2008),
54.
98
Danilo Montaldi, Bisogna sognare. Scritti 1952-1975 (Milano: Colibiri, 1994).
30
Montaldi Socialisme ou Barbarie’nin fikirlerini İtalya’ya taşımakla kalmamış onları pratiğe dökerek
kendi işçi araştırmasını yapmıştır. Onun kendine has olan yöntemi method olarak bir çok açıyı
barındırmaktaydı; işçi yazımından sosyolojik araştırmaya ve oradan da sözlü tarih çalışmasına uzanan
bu perspektif daha sonraları oldukça etki bırakan bazı yayımların yapılmasına ön ayak olmuştu.
Milan’da yaşayan Güney İtalyalı göçmenler üzerine bir araştırma olan “Milan, Korea”, Autobiografie
della leggera [Işığın Otobiyografileri ÇN] ve son olarak Militanti politici di base [Siyasi Militan
Temeller ÇN].
Montaldi göz önündeki fenomenlere daha değişik bir bakış açısından yaklaşılmasını önerdi. En
tarafsız, objektif araştırma işçileri temsil ettiğini iddia eden yapılardan bağımsız olarak işçilerin her
günkü mücadelelerinin ortaya çıkarılması idi. Sergio Bologna’nın da belirtiği gibi Motaldi’nin dikkatli
tarihselciliği onun kendiliğindenliğe verilmiş mistik özellikleri reddetmesini böylece kendiliğinden
mücadeleleri ortaya çıkaran politik direniş kültürleri olan “mücadelenin mikrosistemleri” nin oldukça
zengin tanımalarını yapmasına olanak tanımıştır99. Gizli ve yer altında bulunan ağlar ile onarın bulanık
tarihlerine dair bu yeni perspektif daha sonra çok fazla dallanıp budaklanacaktı.
Kendisinin yapmış olduğu araştırmaların yanında Montaldi Cremona’da Gruppo di Unita Proletaria
[Proleter Birim Grubu ÇN] isimli bir grup kurmuştu. 1957’den 1962’ye kadar varlık gösteren bu grup
işçi sınıfını parti üyelik kartlarının verdiği donukluğu aşarak keşfetmek isteğinde birleşmiş birçok
genç militana ulaşmıştı. Bu genç militanlardan biri de Romano Alquati idi.
Sosyoloji eğitimi görmüş olan Alquati ileride İtalyan Sosyalist Partisi ile PCI’ın aykırı militanlarının ilk
buluşma noktası olan ve “Operaismo” [işçicilik ÇN] akınımı yaratan Quaderni Rossi [Kızıl Not
Defterleri ÇN] dergisinin önde gelen kurucularından biri olacaktı. Quaderni Rossi ilk tartışmasını
patronların emeği tahakküm ve disipline etmek için kulladıkları fakat aynı zamanda emek-süreci
hakkında çok önemli bilgilerde sağlayan sosyoloji üzerine yapmıştır. Sosyolojinin Marksist bir
eleştirisi her daim yapılmak istenirken, onun [sosyolojinin ÇN] Montaldinin teknik yaklaşımı ile olan
ilişkisi belirsizlikler taşımaktaydı. Quaderni Rossi’nin Vittorio Rieser etrafında kümelenmiş sosyolog
üyeleri burjuva akademisyenleri ile ilişkilenmiş bu yeni bilimin işçi hareketinin organizasyonlarının
yenilenmesi için bir temel olabileceğini savunmaktaydılar. İçinde Alquati’nin de bulunduğu diğerleri
ise, sosyolojinin en fazla araştırmacılar ile işçiler arasında ki militan işbirliği açısından ve “işbirliği
araştırması” olarak betimlenebilecek yeni bir bilgi türünün bir başlangıcı olabileceğini
belirtmişlerdir100.
İşçiciliğin ekonomik analizlerinin gelişimi için Alquati’nin araştırmaları temel bir öneme ve kırılmaya
sahip olacaktı. Steve Wright mükemmel bir şekilde bu kırılmanın yaşandığı noktaya geri dönmüş ve
99
Sergio Bologna and Patrick Cuninghame, “For an Analysis of Autonomia – An Interview with Sergio Bologna”,
(Libcom.org).
100
Steve Wright’ın belirttiği üzere Montaldi sosyolojinin “yeni bir devrimci teori yaratılmasına yardımcı
olabileceğini” “söylemiştir. Steve Wright; “Storming Heaven: Class Composition and Struggle in Italian
Autonomist Marxism (London: Pluto Press, 2002), 21-25. [Türkçe için bkz. Steve Wright Gökyüzünü Fethetmek
: İtalyan Otonomist Markizminde Sınıf Bileşimi ve Mücadelesi, İstanbul: Otonom Yayıncılık 2008 ÇN]. Quaderni
Rossi içindeki bölünmeler için bkz. Martha Malo de Molina, “Common Notions, part 1: workers’ inquiry, coresearch, consciouness-raising, trans, Maribel Casas-Cortés and Sebastian Cobarrubias of the Notas Rojas
Collective Chhapell Hill, eicp (2006). Son olarak, Montaldi’nin “işbirliği araştırması” ve Montaldi ve Alquati’nin
öncüsü Alessandro Pizzorno ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Guido Borio, Francesca Pozzi, and Gigi Roggero,
“Conricerca as Political Action” in Utopia Pedagogy: Radical Experiments Against Neoliberal Globalization, ed.
Mark Conté, Richard J.F. Day, and Greig de Peuter (Toronto: University of Toronto Press, 2007).
31
bunu Alquati’nin “Report on the New Forces” [Taze Kuvvetler Hakkında Rapor ÇN] isimli FIAT
fabrikası ile ilgili olan ve 1961’de Quaderni Rossi’nin ilk sayısında yayınlanan makalesi ile yine aynı
dergide 1962 yılında yayınlanan Olivetti fabrikası hakkındaki çalışmasında bu kırılmayı incelemiştir.
İlk makalede, FIAT ile ilgili aynı sene içerisinde yayınlanış iki farklı makale ile birlikte, Alquati
Socialisme ou Barbarie’nin problematiği çerçevesinde çalışmıştır101. FIATda ki “taze kuvvetler”vasıflı
işçilerden çok daha az tecrübeleri olan ve yeni fabrikaya yeni monte edilmiş makineleri kullanması
için getirtilen genç jenerasyon işçilerden oluşmaktaydı. İdare işçiler arasında bir hiyerarşi kurmuştu,
tekniker ve vasıflı işçileri fabrika içinde ve ücret alanında fabrikanın çoğunluğunu oluşturan vasıfsız
işçilerden ayırmıştı. Fakat bu durum Castoriadis’in de belirttiği gibi bir çelişkisel mantıksızlığa yol
açıyordu; idare aynı anda hem işçilere emek sürecinde doğrudan sorumluluk yüklerken aynı anda da
işçilerin öz-kontrol mekanizmalarını bastırmaye çalışırken işçiler arasında “görünmez
örgütlenmelere” yol veriyordu. Alquati Fransız öncüllerinde olduğu gibi bu durumdan politik sonuçlar
çıkarıyordu; işçiler yasal işçi örgütlerinin reformist perspektiflerine ikna olmamışlar ve bunun yerine
işçi yönetimi ile emek sürecinde doğan yabancılaştırmaya karşı koyulması gerektiğini belirtmişlerdi.
Alquati ile beraber Qaderni Rossinin yine ilk saysında, derginin bir diğer kurucusu olan Ranziero
Panzieri büyük etki yaratan “The Capitalist Use of Machinery: Marx Against the Objectivists”
[Makinanın Kapitalist Kullanımı: Marx Objektivistlere Karşı ÇN] adşı makalesini yayımlamıştı.
Alquatinin “Raporu” ndan sonra yazılmış olan bu makale Alquati’nin ortaya koyduğu temaların
yansımalarını taşımakta ve baştan sona “Quaderni Rossi’nin bu saysında incelenmiş işçilere” atfen
yazıldığını belirtmekle işçileri yeni bir çerçeve içinde düşünmeye çağırmıştır. Sadece Mothé’nin
İtalyancaya çevrilmiş kitabına önsöz yazmakla kalmamış olan Panzieri aynı zamanda Kapital’in ikinci
cildini de İtalyancaya çevirmiş ve Marx’ın kullandığı terminoljiyi yönetenler ile üretenler olarak
değiştirmeyi reddetmiştir;
“işçi, emek gücünün sahibi ve onu satışa koyan kişi olarak, sermaye ile kişisel bir bazda iletişim kurar; işçiler
arasında işbirliği, karşılıklı iletişim emek süreci ile başlar, fakat bu süreç başladığında işçiler artık kendilerine ait
102
değillerdir. Emek sürecine girmeleri ile işçiler artık sermayenin birer parçası olmuşlardır ”.
Panzieri için işçinin manifaktür üretimden gelişmiş büyük-ölçekte sanayi üretimine geçiş sırasında
sermayenin bir parçası olmasını sağlayan araçlar üretim makinelerdir. Marx’ın kapitalist fabrika ile
ilgili uyarısını dikkate alıp referans vern Panzieri, “otomasyon kendinde bir sujedir, işçiler ise sadece
bilinç sahibi organlardır”, Panzieri’nin burada ki hedefi işçi hareketi bürokrasisinin teknolojik
gelişimden duydukları heyecan ve çoşkudur103. Ortodoks bu pozisyona göre, teknolojik gelişim tarihüstü bir gücü temsil eder ve üretim biçimleri arasındaki geçiş ile ilerlemeleri meydana çıkarır. Bu
görüşe göre İtalyan tarzı sosyalizm’e giden yolda İtalyan işçiler otomobil fabrikalarında ki makinelere
boyun eğebilirler104.
101
Bkz. Wright, Storming Heaven, 46-58; metinler Romano Alquati’nin Sulla Fiat (Milano: Feltrinelli, 1975):
“Relazione sulle ‘forze nuove.’ Convegno del PSI sulla FIAT, gennaio 1961”; “Documenti sulla lotta di classe alla
FIAT”; “Tradizione e rinnovamento alla FIAT-Ferriere.” Alquati’nin Olivetti metninin anlaşılır bir analizi ve için
araştırmanın genel yörüngesinin görülebilmesi için bkz. “The Renascence of Operaismo” (libcom.org).
102
Raniero Panzieri, “The Capitalist Use of Machinery,” trans. Quintin Hoare. (Libcom.org).
103
Marx, Capital, Volume 1, 544. [Türkçesi için bkz. Marx, Karl Kapital 1.Cilt Selik Mehmet, Satlıgan Nail
(Almancadan Çeviren) Yordam Kitap İstanbul, 2011. s.401 ÇN].
104
Bu ortodoks görüşün daha sonra vardığı nokta sendikalar, devlet ve işverenler arasında bir işbirliği ile bu
işbirliğinin temsil ettiği rekabetin ortadan kaldırılması ve planlı ekonomiye, dolayısıyla, sosyalizme geçişin bir
adımı şeklinde ortaya çıktığı için, Panzieri ayrıca planlamanın sosyalizm değil ama sermayenin fabrikalarda
32
Panzieri’nin Castoriadis gibi benzer tarihsel değerlendirmeler yapması önemli iken, Panzieri bu
değerlendirmeleri Marx’ın teorisine içsel olan şeylerin bir keşfinden başka şeyler olmadıklarını
belirterek savunmuştur. Aynı durum yükselen hayat standardı konusunda da kendisini göstermiştir.
Panzieri’ye göre, “Marx sadece nominal değil gerçek ücretlerde de bir artışşı öngörmüştür”;
“sermayenin büyüme hızı ne kadar hızlı ise, işçi sınıfının maddi koşulları o kadar iyileşir ve ücretler ne
kadar fazla sermayenin gelişimine bağlanırsa, emeğin sermaye ye olan bağımlılığıda o derece
artar105”. Bu nedenden dolayı, Panzieri Castoriadis ile aynı fikir de olarak, ücret mücadelelerini
sendika bürokrasilerinin emeği sermaye ye eklemlendirme fonksiyonu görmüş ve teknolojinin
mantıksallığının “makinaların sosyalist kullanımına” bağlanmasının tek yolunun sermaye’nin
kontrolüne doğrudan saldırmakla beraber onu işçi yönetimi ile değiştirmek olarak görmüştür.
Gerçekten Panzieri için Quaderni Rossi’nin araştırmalarının ortaya koyduğu işçilerin bu bilinç
düzeyine ulaşmakta oldukları idi. Yine de, Panzieri doğrudan bu durumdan politik sonuçlar
çıkarılmasına karşı uyarısını yapmıştır; “Sendikaların mücadelesinin karakterini oluşturan yeni işçi
sınıfının talepleri (Quaderni Rossi’nin bu sayısında belirtildiği gibi) ne doğrudan devrimci olan bir
politik içeriği alevlendirir, ne de bu yöne doğru kendiliğinden bir eğilim ortaya çıkarır”.
Alquati’nin araştırmaları FIAT’dan Olivetti’ye kayınca – araba üreten bir fabrikadan hesap makineleri
ve daktilo üreten bir fabrikaya kayınca – Alquati Panzieri’nin teknoloji analizini alıp ve onun üzerine
koyma şansı elde etmiştir. “Organic Composition of Capital and Labour-Power at Olivetti” [Olivetti’de
Sermayenin Organik Kompozisyonu ve İş-Gücü ÇN] başlıklı makalesinde Alquati işçileri doğrudan
anlatımlarını tekrardan Marksist ekonomik araştırmalarının terminolojisinin bir araştırmasının bir
parçası yapmış ve satır arasında yeni bir konsept önermiştir: Sınıf Kompozisyonu.
Her ne kadar Alquati sınıf kompozisyonu daha önce işçi sınınfının maddi varlığının tanımlanması,
sınıfın davranış kalıpları ve örgütlenme ile etkileşim ölçülerinde “Taze Kuvvetler Hakkında Rapor” da
değerlendirmiş olsa da, bu öncel değerlendirme makinelari sermayenin işçileri basit birer üretici
olarak kodlamaları için kullandıkları araçlar olarak ele almıştır. Vasıfsızlaştırma sadece üreticilerin
iradelerini kırmak için uygulanırken, yeni makineler bu sürecin birer enstrümanı görevi görmekte
idiler. Olivetti’de ki araştırma da, sermayenin organik kompozisyonu işçi sınıfının perspektifinden
görülmüş ve böylece sermayenin organik kompozisyonu işçi sınıfının kendi kompozisyonunu
yenilemesi ile işçiler arasında ki işbirliği formlarının transformasyonu olarak anlaşılmıştır. Teknoloji
bu konsept içerisinde sınıfın sosyal ilişkilerinin gömülü olduğu alanı beltirken aynı anda da artı-değer
üretimi ile işçilerin oluşturulmuş emek-sürecine olan başkaldırılarınıda temsil eden aktif bir süreç
olarak da kendisini gösterir. Patronlar sadece birer parazit değildir, her ne kadar üreticiler informel
olarak emek-süreçlerini organize etseler dahi; metaların değerlerini belirme süreci içerisinde idarenin
ortaya koyduğu despotizmin bir sosyal uzantısı olduğunu belirtmiştir. “Süreç içinde ki en temel faktör sabit
sermayenin değişken sermayeye oranla sürekli büyümesi dir” makinelerin sayısı işçilerin sayısını geçtikçe,
sermaye işçiler üzerinde kendi üretim mantığını işçilere empoze ederk onlar üzerinde “tam bir kontrol”
uygulamaya başlar ve tröstlerin büyümesi ile bu planını “fabrikadan piyasaya, yani dışsal sosyal küreye”
genişletir (“Capitalist Use of Machinery”). Bu tez Panzieri’nin son önemli makalesi olan ve Quaderni Rossi’nin 4.
sayısında yayınlanan “Surplus Value and Planning” (trans. Julian Bess zerowork.org) in ana fikri olacaktı. Bu
bağlamda Pazieri’nin önermesi hala sofistike bir teorik göstermekteyken ve kayda değer bir politik fonksiyona
sahipken; aynı zamanda savaş sonrası kapitalizmin belli özelliklerinin şeyleşmelerini ve kapitalist değişim
ilişkilerinin doğasına dair bazı noktaların belirsizleşmesine de neden olmuştur. İlginç olan bu makale Qaderni
Rossi’de yayımladığında Marx’ın Grundrisse’de bulunan “Makinalara dair bşr Parça” bölümünün çevirisinin
hemen arkasından yayınlaması idi.
105
Panzieri, “Capitalist Use of Machinery”.
33
görevi bu emek gücünü planlayarak koordine etmekdir. İşçilerin mücadeleleri bu teknolojik
kompizisyona cevap olacak politik örgütleri oluşturmakadır, ve bu durum içerisinde, işçilerin
kapitalist üretim biçimlerine karşı olan öz-mücadeleleri dışında, işçi öz-yönetimi yeterli olmaktan
çıkar.
Eğer İtalyada ki bu araştırmalar yeni bir bilimsel probleme ve taze kuvvetlerin çoşkulu bir şekilde
sahiplenilmesine yol açtı ise; bu durum aştırmalaların onları yapanların tahmin ettiklerinden çok
daha büyük bir oranda politik bölünme ile sonuçlandığını da ortya koyar. İşçilerin Unione Italiama del
Lavoro (UIL) [İtalyan Çalışanlar Birliği Sendikası ÇN]’nun Turin’de ki ofislerine saldırdığı 1962 yıllında
ki Piazza Statuto ayaklanmaları sırasında Quaderni Rossi iç bölünmlerle nedeni ile parçalara ayrıldı106.
Tronti, Alquati, Negri ve diğierleri bu ayaklanmaların sendikalar ile dayanılmaz hale gelen işbirliği
yapma politikasınında bir kopmayı ortaya koyduğu için sınıf mücadelesinde yeni bir dönemi işaret
ettiğini düşünselerde, Panzieri bu durumu politik bir çıkmaz sokak olarak tanımlamıştır. Sendikaların
formasyonuna dar gelse ve onları aşsa bile işçilerin otonom mücadelelerinin istikrarlı bir
organizasyonel yapı kurabileceğinden şüphleri olan Panzieri; yeni bir mücadele sürecinin
doğabilmesinden önce işçi araştırmaları ile sosyolojik araştırmaların üzerinde durulmasının
mecburiyetinden bahsetmiştir.
Bu politik farklılık, öznel anlamı ile, teorik bir farklılıktı. 1963’ün sonlarında ki bir editoryal toplantıda
Panzieri Tronti’nin yazdığı bir makale ile ilgili şu belirlemeleri yapacaktı;
“benim için emekçi solun bulunduğumuz yer ve zamanda yaptığı tüm yanlışların bir muhteşem bir özetidir.
Muhteşemdir çünkü aşırı derece de Hegelcidir, hem de orjinal anlamında, felsefenin tarihinin tekrardan
yaşanmasına dair yeni bir yoldur. Kesinlikle işçi-sınıfının felsefe tarihinin tam olarak kendisidir. Örnek vermek
gerekirse, bu bakış açısında göre biri partiden bahsederse bu perspektif içinden bir parti çıkmasının ya da
yapılandırılmasının imkansız olduğunu görür; buradan çıkacak olan tek şey sınıfın neo-kapitalizm aşamasında
107
kendi içinden çıkaracağı öz-örgütlülüktür ”.
Bir sonraki yılın Ocak ayında, Tronti’nin yazdığı bu makale Tronti’nin franksiyonu tarafından
kurulacak olan Classe Operaia [İşçi Sınıfı ÇN] yeni bir derginin temellini oluşturacak idi. tartışmalar
doğuran bu makale işçiliğin kaçınılmaz sloganının belirilendiği şu cümleleri içeriyordu; “ Bizde bu
güne kadar çalışırken kapitalist gelişmeyi hep ilk sıraya koyan bir konsept ile hareket ettik. Bu bir
hatadır. Şimdi ise problemi ters çevirmemiz gerekmektedir, kutupları tersinden okumalıyız, ve baştan
başlamalıyız; bu başlangıç işçi sınfının ortaya koyduğu sınıf mücadelesidir108.
O yılın sonbaharında hayatının son yıllarını yaşayan Panzieri Turinde ki bir konferansta yaptığı
konuşmada Quaderni Rosside kalanların savunduğu “İşçi araştırmalarının sosyalist kullanımı” ile
“sosyolojist” fraksiyonu aynı düzlemde değerlendirdi. Burada “sosyolojinin araçlarının işçi sınıfının
politik hedefleri doğrultusunda kullanılmasını” belirti ve buradan da “Lenin in England” [Lenin
İngilterde ÇN] makalesinde ortaya konulanlara karşıt bir perspektif oluşturdu. Gelecek yıl içinde
Quaderni Rossi’de yayımlanan bu müdahalede Panzieri işçi araştırmasının tarihselliği reddeden
106
Piazza Statuto ile ilgili ilginç değerlendirmeler için. Bkz. Wildcat, “Renascence of Operaismo”.
Robert Lumley, “Review Article: Working Class Autonomy and the Crisis,” Capital and Class 12 (Winter
1980): 129. Wright, Storming Heaven, 58-62. Lumley’e göre Tront’nin müdahalesi “teorik ve politik bir geri
gidiş idi”; aşağıda belirteceğimiz üzere biz bu görüşe katılmamaktayız.
108
Mario Tronti, “Lenin in England,” [Libcom.org].
107
34
karakterini savundu ve Marx’ın Kapital’nin içinde sosyolojik araştırmanın elementlerin bulunduğunu
belirti. Panzieri’ye göre;
“Marx’ın Ekonomik ve Felsefi Elyazmalarında ile diğer erken dönem eserlerinde karşılaştırmanın yapıldığı nokta
soyut varlık olarak anlaşılmıştır (işçi kendi varlığı içinde acı çekerken, kapitalist, kendi içerisinde, kar amacı olan
ölümcül bir ihtiras besler) ve politik-ekonominin eleştirisi insanoğlunun tarihsel ve felsefi pozisyaonuna
bağlanmıştır. Buna rağmen Max’ın Kapitali bu metafiziksel ve felsefi bakış açısını terk eder ve geç dönem
eleştirisini kapitalism adı verilen spesifik bir durum üzerinden yapar. Bu eleştiride burjuva politik-ekonomisinin
tek yanlılığının evrensel bir anti-kritiği olduğu iddiasını taşımaz”.
Bilimsel bir pratik olarak işçi araştırmaları işte bu temel üzerinden değerlendirilmelidir Panzieri’ye
göre; kendi oluşturduğu cevaplarda tek-taraflılığını öne çıkartarak. Panzieri’ye göre Marksist
Sosyoloji, “işçi-sınıfını kapitalizmin gelişmesine bağlamayı reddeder, kapitalizm’in hareket yasalarına
dönerken bunun otomatik olarak işçi-sınıfının araştırılmasına yol açmayacağını” belirtir109.
Fakati bu tek-traflılıkla belirtilmek istenen nedir? Panzieri daha önce Tronti’nin görkemli
müdahalesinden hoşlanmaığını belirtmişti ve bu da gerçekten yerinde bir perspektif idi; adeta
gelecek 1960 ile 1970’lerde ortaya çıkacak olan araştırmanın maddi temeli ile ondan filizlenen işçici
teori arasında ki makasın giderek büyümesini önceden görüyordu. Ama Panzieri yeni bir politik
perspektifde ortaya koymuyordu, her ne kadar araştırma prtaiğini Marksist bir ekonomik analiz
üzerine bina etmeye çalışsa da; bu teorisi gelecek on yıl sınıf-mücadelesinin temel karakteristiğini
oluşturacak olan ve yen yeni ortaya çıkmaya başlayan elle tutulur politik aktiviteleri kapsayamıyordu.
Tronti bu ayrılık ile ilgili daha sonraları şunu belirtecekti;
“Panzieri beni ‘Hegelci olmakla’ ve ‘felsefe tarihi” yapmakla suçlamıştı. Bu tarz bir okumanın alt metnini
oluşturan bu suçlama, bir çok defa tekrar edilecekti çünkü; Hegelcilik gerçek bir faktör dü ve madden her
zaman oradayken, “tarih felsefesi” diye bir şey ise söz konusu değildi. Bizimki maddi gerçekliğe dışarıdan
empoze edilmiş bir teori değildi, bunun tam tersi idi; bu maddi somutluğu ve gerçekliği kurtarmak ve ona teorik
110
bir ufuk dahilinde bir anlam verebilmek ”.
Gerçekten işçilik tüm tarihi içinde “tarih felsefesi”ile “maddi gerçeklik” arasından ki bu fay hattı
tarafından işkenceye uğrayacak ve bu durum bugün kü “işçilik sonrası” na da sirayet edecekti. Fakat
bunlar gözleri “teorik ufuk çizgisine” kitlenmiş olanlarca alınmış risklerdi. Alquati’nin bu nokata da,
Panzieri’nin araştırma ve ayaklanmanın birbirleriyle uyumsuz iki konspet olduğu görüşünü
reddederken, Quaderni Rossi’den ayrılarak Classe Operaia’ya katıldığını belirtmekte önemlidir.
Alquati’nin araştırma konsepti militan ve politik idi.
Bu nedenle Tronti’nin 1965’de ki “Marx, Labour-Power, Working Class” [Marx, emek-gücü, işçi sınfı
ÇN] adlı makalesinin yeniden incelenmesi gerekmektedir. Bu makale, sadece belli sonuç kısımlarının
İtalyanca’dan çevrildiği, Tronti’nin 1966 tarihli “Workers and Capital” [İşçiler ve Sermaye ÇN] adlı
kitabının büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Quaderni Rossi ve Classe Operaia da yazdığı
makalelerden oluşan bu kitabın geri kalanının aksine uzun zamandır yayımı yapılmamış bu makale
Tronti’nin Maksikolojisi ile tarihsel analizinin temel alındığı uzun süreli bir tartışmanın konusu
olmuştur. Her ne kadar belli bir oranda konudan uzaklaşmamıza neden olsa da biz, Alquati’nin
109
Raniero Panzieri, “Socialist Uses of Workers’ Inquiry,” trans. Arianna Bove (2006).
Tronti, Noi operaisti, Adelino Zanini, “On Philosophical Foundations of Italian Workerism,” Historical
Materialism 18 (2010): 60 içinde.
110
35
araştırma pratiğinin öne sürdüğü sınıf-kompozisyonu teorisinin yeniden keşfi esas alsa da; bu
teorinin Panzieri’nin uyarıları dikkate alınarak geliştirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Her ne kadar Tronti’nin işçici evirmesinin oldukça bilinen ve referans olarak alınan bir pozisyon
olduğunu bilsek de, bu pozisyona sebebiyet veren teorik değerlendirme süreci pozisyonun
kendisinden daha az bilinmektedir. İşçilerin mücadelesinin öncelliği “İşçiler ve Sermaye” kitabının
başından sonuna kadar Marx’ın teorik gelişiminin politik karakterinin tanımlanabilmesi ve
geliştirilebilmesi için stratejik olarak 1848’in deneyimleri ile Marx’ın ekonomik analizlerini öncelleyen
yazıları ile birlikte “ters-çevirilmiştir111”. Bir bakıma bu durum araştırma ile ilgili yeni bir hedefe işaret
etmekte idi. Johson-Forest Eğilimi veya Socialisme ou Barbarie’de olduğu gibi amaç artık
proleteryanın evrensel davranış kalıplarının yada sosyalizmin özünün keşfedilmesi değildi; doğrudan
ve Marx’ın teorik çalışmalarında kendini belli eden strateji ile bilim arasında ki zor ilişkinin sonucu
olarak işçi sınıfının bakış açısından kaynaklanan ve tam anlamıyla politik olan mantığın içine nüfus
etmekti.
İşçi-sınıfının ifade edile gelmiş olan kimliğinin bir bakıma onaylanması olmasına rağmen, Tronti ne
Johnson-Forest Eğilimi gibi ne de Socialisme ou Barbarie’de olduğu üzere emeğin kutsallığı ile
onurunu savunmamıştır. Tersine Tronti’nin fikrinin belirleyici prensibi olan “işin reddi” Marx’ın işçi
hareketenin ideolojisinin kritiğine dönüşü anlamına geliryordu; “Marx ne zaman iş denilen ideayı
zenginliğin kaynağı olarak reddedi, o zaman emeği ve işi değerin temeli olarak kabul etti; sosyalist
ideoloji sonsuza kadar yenilmişken aynı anda işçi-sınıfı bilimi doğdu. Bunun hala bir tercih olması
süpriz değildir112”.
Marx bıkıp usanmadan “semarye emeği öncel koşulu olarak görüken, emek sadece kendisini öncel
bir koşul olarak görmektedir” önermesini tekrar etmiştir; daha başka bir ifade ile, sermaye sahibi işgücünü varlığı için mutlak bir şart olarak görürken, emek kendi iş sürecinin koşullarını ise kendisi
yaratır. Tronti emeğin kendi kendisine “hiç bir şey üretmediğini, ne değer ne sermaye, ve bu
nedenden hiç kimseden kendi yarattığı şey için yaptığı zararı karşılamasını bekleyemez113”. Fakat
sosyalist ideoloji emek ve sınıf hakkında yeni teorilere yelken açtığı için, “sahanın her türlü teknolojik
ilüzyondan temizlenemesi” gerekmektedir çünkü bu illüzyonlar “üretim sürecini sadece emek süreci
ile kısıtlarlar, işçi ile üretim araçları ya da emeğinin kendisi ile olan ilişkisne mahkum eder ve bunları
da sanki insanlığın doğa tarafından kendisine verilmiş bu şeytani yetenekle olan sonsuz ve baki bir
ilişkisiymiş gibi yapar”. Daha güvenilmez olan ise “şeyleşme sürecinden oluşan tuzaktır”, bu tuzak
makinelerin işçiyi aşağılamaları ya da kangren etmelerinden doğan “ideolojik bir matem” ile başlamış
ve çok çabuk bir şekilde “işçi sınıfının bilinci sanki modern insanın kayıp ruhunun aranması anlamına
gelirmiş gibi bunun bulunabilmesi için mistik bir tedavi önermiştir114”.
Bunun yerine, “işçi sınıfının kapitalizmin doğumu ve gelişimi açısından tarihsel çıkış noktası olarak”
tanıtlanması gerekmekte iken, Marx’ın izlediği yol da “sermeyeden başlayarak işçi-sınıfının tam bir
111
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 128, 179, 209-10, 220, 256. Bu metin için yapılmış
çevirileri, aksi belirtilmediği sürece, Evan Calder Wlliams’ın paha biçilmez yardımları sayesinde biz yaptık. Aynı
zamanda kitabın Yann Moulier-Boutang ve Guiseppe Bezza tarafından yapılmış Fransızca çevirisinde de
faydalandık. Makale içinde ki referanslar orjinal İtalyanca metne yapılmıştır.
112
Tronti burada Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisine” atıf yapmıştır. Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin:
Einaudi, 1966), 222.
113
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 222.
114
a.g.e. 203.
36
mantıksallık içerisinden anlaşılması115” dır. Sonuç olarak kapitalist perspektifin bir tür bilim statüsü
kazandığının kabulü gerekir. Fakat aslında olan, kapitalist bilim sosyalist ideolojilere ancak bu
ideolojiler hala “sadece işçi sınıfının, daha da spesifik olarak onu temsil eden memurların
kişiliklerinde somutlaşmış bir sınıf, hakiki bilimin ve tarihin deposu olduğunun ve bunun herşeyin
bilimi olmasının yanında, sermaye bilimi içinde geçerli olacak genel bir sosyal bilim” kategorisinde
değerlendirdikleri sürece üstün olabilirdi. Olayı “üretici güçlerin büyük fabrikalar içinde yeniden
organizasyonu içinde Adam Smith’in keşfi olan ve sermaye [sermaye olarak burada para
kastedilmektedir ÇN] ile değiştirilebilen üretici emek kavramını keşfi kadar bilimsel bilgi
bulunmaktadır” şeklinde bakmak Tronti’ye göre daha doğrudur116. “Kapitalist daha fazla” kapitalist
toplum hakkında bilgi sahibi olma “sofuca bir illüzyondur” trontı’ye göre, “işçi yönetimlerinin
sermayeyi yönetmek amacıyla bürüneceği her form yetersiz olduğunu kanıtlamak zorundadır çünkü
bu formlar kapitalist yönetimle doğrudan bir ilişki içeresindedirler”. İşçilerin izlemesi gereken yol
emek sürecini düzeltmek değil fakat kapitalizmi devrim yoluyla tamamen yok etmektir. Tronti’ye
göre “kapitalistlerin bakış açılarına göre işçi sınıfı hakkında çalışmalar yapmak tamamen anlaşılır bir
şeydir ve sadece onlar bu çalışmayı doğru bir şekilde yapabilirler. Fakat endüstriyel sosylojisinin
bıraktığı duman ve sis onları bu sosyoljinin kapitalistler hakkında verdiği ölüm cezasından
kurtaramayacaktır117”.
Bu bağlamda işçi sınıfı bakış açısından yapılacak bir araştırma onun bulgularının kapitalist üretim
biçiminin yok edilmesini hedef alacak bir organizasyona daiır olacağı için, kapitalist sosyolojiden farklı
olacaktır. Bu durum ise “politik kompozisyon” sorusunun ip uçlarını verir, Tronti’ye göre “emek,
emek-gücü ve işçi sınıfı hakkında yaptığımız teorik araştırmalar organizasyon konsunu fethe etmeye
dayanan pratik nitelikli bir keşfin yolunda yaptığımız araştırmalardan başka bir şey değildir118”. İşçi
araştırmaları ile işçiciliğin tarihinin içinden çıkan araştırmanın bu öznel çizgisi bazen bu konulardan
oldukça uzaklaşır ve faklı bir tarzda bir araştırmayı gerekli kılar. Şu an için biz ise işçi araştırmaları ile
sınıf kompozisyonu kategorisini tamamladığı ve sistematize ettiği ölçüde emek, emek-gücü ve işçi
sınıfı konseptleri üzerinde duracağız.
İşçi sınıfının kapitalist gelişmeyi güdüleyen bir etken olup olmadığını sorgulamadan önce Tronti’nin
de tam olarak teorik değerlendirmelerinin merkezinde yer alan sınıfın ne olduğu sorusunu soracağız.
Tronti’ye göre sınıf üretim noktası ile sınırlanamaz ve ayrıca bu noktdan da başlamaz. Tronti
açıklamasına Marx’ın Kapital’in 2. Cildinde yaptığı analiz ile başlar; “kapitalist ile ücretli-emek
arasındaki ilişki her ikisi P-E (Para – emek) (P-S işçi için) aksiyomunda karşı karşıya geldiklerinde zaten
başlamış ve diğer ilişkileri öncellemiştir119”. Gerçekten Tronti “Marx için sınıf-ilişkisinin kendisi içinde
(an sich) var olduğu şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktı. Bu durumun ortaya çıkardığı ya da
koyduğu şey ise tam anlamıyla üretim-süreci içindeki kapitalist ilişkilerdi120”.
115
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 230.
a.g.e. 172.
117
a.g.e. 230.
118
a.g.e. 259.
119
Karl Marx, Capital, Volume 2, trans. David Fermbach (London: Penguin, 1978), 115; Tronti bu pasajı Operaie
e Capitale’de kullanmaktadır, 144-45. [Tükçesi için bkz. Marx, Karl Kapital 2. Cilt 40-41. Selik Mehmet, Satlıgan
Nail (Almancadan Çeviren) Yordam Kitap İstanbul, 2012. s. ÇN].
120
Bu atıf, Zanini tarafından yazılan ve Tronti’nin ekonomik analizi içeren az sayıda tercüme edilmiş
makalelerinden biri ona “Philosophical Foundations” 50. de yer almıştır. Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin:
Einaudi, 1966), 230.
116
37
Tronti’nin analizi Marx’ın şu cümlelerini izliyordu;
“Paranın bu biçimde harcanabilmesinin tek nedeni, emek gücünün kendi üretim araçlarından (emek gücünün
kendisinin emek üretim araçları olarak geçim araçları dahil) ayrılmış durumda bulunması ve bu ayrılığın ancak,
emek gücünün, üretim araçlarının sahibine satılması ile ortadan kalkması; dolaysıyla, kendi fiyatının yeniden
üretimi için gereken emek kütlesiyle hiç bir şekilde çakışmayan emek gücü kullanımının da alıcıya ait olmasıdır.
Üretim sürecinde sermaye ilişkisinin ortaya çıkamasının tek nedeni, bu ilişkinin aslen dolaşım işleminde, alıcı ile
121
satıcıyı karşı karşıya getiren farklı temel iktisadi koşullarda, onların sınıf ilişkisinde var olmasıdır ”.
Bu güne kadar üretime odaklanmış bir teorik gelenek şimdi nasıl olurda değişim sürecinin
başlangıcına değeri değilde sınıfı koyabilir? Helmut Reichelt “madde formu içinde kristalleşmiş soyut
insan emeğini” temsil eden “yarı-ontolojik bir kategori” olarak emek ile; “soyut emek anlamında
insan aktivitesinin geçerliliği (Geltung) ile değer olarak ortya çıkan metaların doğal formları ya da
başka bir ifade ile, değişim sürecinde emek olarak tespit edilen durum” arasında ki ekonomik bir
analize dayanaral yapılacak bir tercih hakkında yorumlarda bulunmuştur122. Reichelt için bu Marx’ın
gelişmiş değer teorisinin kayağı iken biz de Tronti’nin bu yolu takip ettiğini de görebiliriz; “Somut
emek kendisinin ürettiği sonsuz sayıda değişim değerleri vasıtası ile ortaya koyar; soyut emek ise,
genel eşdeğerler tespiti ile oluşan metaların denklikleri ile123”.
Marx’ın 1844 Elyazmalarına yapılan maceracı bir geri dönüşle ile Tronti burada bulunan humanist
konseptler karşı Marx’ın yabancılaşma üzerine yazdığı erken dönem eserlerinin özel mülkiyetin
karakterinden kaynaklı ayrışmadan ileri gelen tamamlanmamış ve başlangıç durumda olan soyut
emek teorisini barındırdığını belirtir124. Fakat bu durum tam anlamıyla ancak Kapital’de
geliştirilecekti. Castoriadis’e göre Kapital ekonomik objektivizmi temsil etmekten daha fazlasını
yapmıyor iken, değişim sürecinde temelsel bir sorun olan ölçek problemini ortaya atıyordu; ki bu
soru Reichelt’e göre “burjuva toplumunda ki zenginliği iki yanlı karakteri” için merkezi bir konumda
bulunurken, “homojen ve soyut nicelikler olan kullanım-değerlerinin oluşturduğu çokluğun sosyal bir
meta olarak toplanmasına” olanak vermekteydi125. Değer ilişkisinin “eşit olan geçerlilik” formunu
göstermesi gerekir ki değişim süreci içerisinden metalar birbirlerin denk kabul edilebilsinler126.
121
Marx, Capital Volume 2, 115; Tronti bu pasajın ikinci cümlesini Operai e Capitale’de 148-149, kullanmıştır.
[Tükçesi için bkz. Marx, Karl Kapital 2.Cilt 41. Selik Mehmet, Satlıgan Nail (Almancadan Çeviren) Yordam Kitap
İstanbul, 2012. s. ÇN].
122
Helmut Reichelt, “Marx’s Critique of Economic Categories,” trans. Werner Strauss and ed. Jim Kincaid,
Historical Materialism 15 (2007): 11. İşçiciliğin bu iki tercih arasında her zaman başarrılı bir şekilde yolunu
bulduğunu söylemek oldukça zordur, Reichelt’in “yarı-ontolojik kategori” si soyut emeği kalorilerle ölçülebilen
fizyolojik bir enerji harcaması olarak anlar; işçicilik bazen “yaşayan, şekil veren ateş” şeklinde ki emek konsepti
karşısında büyülenmiştir ve bu durum arada sırada Tronti’nin Grundrisse ile ilgili “Kapital’den daha ileri bir
kitap” şeklindeki değerlendirmelerinde de görülmüştür Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966),
Murphy tarafında çevrilen bölümü 339. Grundrisse işçiciliğin tarihinde belirsiz bir rol oynamıştır, her ne kadar
yeni teorik enerji sağlamışsa da aynı anda Marx’ın ekonomik düşüncesinde ki kopuş noktalarını
belirsizleştirmiştir işçicilik için. Gelecekte ki çalışmalar bu farklılıkları ortaya koymak durumunda dır, özellikle de
Grundrisse’de ortaya konulan “genel olarak sermaye” problematiğinin aşılması gerekmektedir. Bkz. Michael
Heinrich, “Capital in General and the Structure of Marx’s Capital,” Capital and Class, 13:63 (1989).
123
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 124.
124
Tronti’nin bu argümanları, Marx’ın diğer erken dönem eserlerine olan atıflarla beraber, makalesinin
başlangıç bölümlerinde serpiştirilmiştir. Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 123-43.
125
Helmut Reichelt, “Social Reality as Appereance: Some Notes on Marx’s Conception of Reality,” trans.
Werner Bonefeld, Human Dignity, eds. Werner Bonefeld and Kosmas Psychopedis (Aldershot: Ashgate, 2005),
40. Reichelt bu makalesini (s.65) Tronti’nin tersine bir kategori olarak sınıfın Marx’ın proleteryanın tarihsel
38
Bu nedenle kapitalist topluma özel olan sınıf ilişkileri emeğin nasıl değişim sisteminin bir parçası
olabileceğini gözden kaçırmaması gerekmektedir; emek nasıl bir ücret ile değiştirilebilir ve nasıl
metaların değerleri baz alınmak suretiyle eşit olarak kabul edildiği bir sisteme yerleştirilebilir? Fakat
bu soru ancak sınıfın tanımının yapılabileceği tarihsel bir bağlam içerisinde cevaplanabilir. Soyut
emek kendini değişim ilişkisinde gösterir, fakat kapitalizmde ki tipik alışveriş para-emek dir; o zaman
nasıl oluyor da para sahipleri ile emek-gücü sahipleri piyasada karşı karşıya gelerek bu sınıf ilişkisi
ortaya çıkarıyor ve bu kapitalist gelişmeyi nasıl etkiliyor?
Lefort ve Castoriadis, Komünist Manifesto’ya dayanarak, kapitalizmin öncellini burjuva devrimde
görmüşlerdir. Lefort’a göre, burjuvazinin “ortak ufukları ile hedefleri olan homojen ve sabit bir
yapıya” sahip bir grup olarak anlaşılması gerekir iken; proleterya ise, atomize olmuş ekonomik
fonksiyonlarını ifa eden ve burjuvaziye karşı olan mücadelesi içinde kendisini birleştirmesi gereken
bir grup idi127. Kapitalizm burjuvazinin kollektif isteklerine göre toplumun şekillendirilmesiydi.
Tronti’ye göre eğer kapitalizmin değişim amacıyla genelleştirilmiş formlarından başlanırsa
burjuvazinin bu şekilde değerlendirilmesi imkansızdı. Tipik bir değişimi Para-Emek ekseninde
gerçekleştiren bir sistem için bir sınıfı oluşturacak noktanın kendi emeğinden başka satacak bir şeyi
olmayan bir sınıftan başlatılması gerekmekteyi di; bu durum için özgür işçi kanunen emeğini satmak
zorunda olmasada ekonomik olarak onu para karşılığı satmak zorundaydı. Bu, Tronti için,
proleteryanın başlangıcını temsil ediyordu; proletertanın başlangıcı “köle emeği ile emek-gücüne
hizmetten, zenginliğe değer vererek ve sermaye üreterek, değeri zenginginlik haline getirebilecek tek
meta olan emek-gücünün [basit ÇN] emekten emek-gücüne geçişin doğru tarihsel” bir süreçtir128.
Fakat proleterya ilk aşamada bu değişim ilişkisinde karşısında bir sınıf bulmaz ama aralarında ki tek
“kollektif”ortaklığın bir birleriyle rekabet etmek olan tek tek kapitalistleri bulur;
“Kapitalist topluma olan tarihsel bakış açısı bu toplumun başlangıcında işçileri bir taraf, kapitalistleri de karşı
taraf olarak konumlandırır. Yine burada bir gerçek kendi basitliğinden aldığı güç ile kendisini zorla dayatır.
Tarihsel olarak, tek başına bir kapitalistten bahsedebiliriz: bu kapitalist üretim ilişkilerinin oluşturulmasını
yöneten sosyal olarak belirlenmiş bir figürdür. Bunun gibi, en azından sistemin gelişiminin klasik tanımında, bu
tarihsel figür kaybolmaz, sönmez ya da görünmez olmaz; özellikler sınıf ilişkisi içerisinde sermaye olarak
konuşabilmek amacıyla kendini sadece kollektif olarak organize eder. Diğer taraftan, tarihin hiç bir döneminde
izole edilmiş bir işçi ile de karşılaşamayız. İşçi maddi ve sosyal olarak belirlenmiş varlığı içinde doğduğu anda
kollektif bir figür olarak yaşam bulur. Başlangıçtan itibaren, kapitalistlerin değişim değerleri olarak, çoğul bir
129
şekilde ortaya çıkarlar: bireysel anlamda bir işçi varlığı yoktur ”.
Bu itibarla, bireysel kapitalist var olmaya devam eder ve kapitalizmin karakteristiğini ortaya çıkaran
market içerisindeki değişim ilişkilerine dahil olmaya devam eder. Fakat kapitalist sınıf “sosyal bir
sınıftan aşağı yukarı farklı bir şeydir. Bir sosyal sınıf değildir çünkü doğrudan ekonomik çıkarları henüz
ortadan kalkmamış ve büyük ihtimalle kapitalist cephede bölünmelere neden olacak şekilde ortadan
varoluşu ile emek-sürecinin [bu tarihsel varoluş süreci içinde ÇN] yeni-kompozisyonları ile birleştirmeyi
başaramamıştır.
126
Reichelt, “Marx’s Critique,” 22.
127
Lefort, “Proletarian Experience”; ayrıca daha değişik bir perspektif ve burjuva devrimi ile beraber ücretli
emek ve teknolojik gelişmeleri aynı anda değerlendiren bir yaklaşım için bkz. Castoriadis, “Modern Capitalism
and Revolution,” 259-60.
128
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 139.
129
a.g.e. 232-3.
39
da kalkmayacaktır. Sosyal sınıftan fazlasıdır çünkü, sermaye’nin politik gücü kontrol, hegemonya ve
baskı apparatlarını yeni toplumun yapısını oluşturmak için devletin geleneksel formlarını aşar130”.
Tronti’ye göre emek-gücü ücret ile değiştiridiği zaman Marx’ın kategorilerine terminolojik bir ayrım
yerleştirir; iş-gücünün emek süreci içerisinde vücut bulduğu kooperatif ve kollektif karakater
proleteryayı işçi-sınıfı olarak yeni bir kompozisyona kavuşur. Emeğin bu sosyalizasyon süreci göreceli
artı-değerin ilk kaynağıdır ve daha sonra büyüyebilmek içim teknolojik gelişime ihtiyaç duyacaktır.
Burada Tronti Panzieri tarafından üstü kapalı bir şekilde ortaya atılmış bir noktayı geliştirir; her ne
kadar Panzieri fabrikaya entegre olmuş bireysel işçinin emek-gücünden başlasada, Tronti bir sınıfın
yeni-kompozisyonundan söz eder131. Proleterya ve işçi-sınıfı arasında Tronti “bizim daha önce emekgücünü satan ile artı-değer üreticisi arasında tespit ettiğimiz aynı tarihsel süreçler ile aynı mantıki
farklılıkları” görür132.
Normal bir iş günü için verilen mücadele Marx için göreceli artı-değerin mantıksal bir açıklamasını
yapmak için temelsel bir önemde dir ve kendisini proleteryayı da tanımlayan, heterojen bir topluluğu
emek-gücü niteliğinde bir metaya dönüştürme ve bu dönüşüme karşı olan kavga anlamında ki, sınıfmücadelesinde görünür kılar. Bu karşıtlık ve dönüşümün reddi sermayeyi kollektif bir çıkar için
kollektif bir formda davranmaya iter; 1848 sırasında olduğu gibi bu mücadele esnasında da sermaye
kendisini politik bir sınıf olarak kodlar. Marx’ın 1848 devrimlerine dair yazdıkları, Tronti’ye göre
“emeğin soyut formunun işçinin maddi gerçekliği ile karşılaşması ve ona kendisini dayatmasını”
göstermektedir. Bu noktada Tronti Marx’ı daha önceleri soyut emek ile bir meta olarak emekgücünün ortaya çıkardığı garip karakteristikler ile ilgili yaptığı sezgisel yansımaları desteklemekte
kullanabilir; Marx’ın dediğini tekrarlar “emeğim metaya dönüşmüş hali işçi sınıfının kendisidir133”.
Yinede ücretli emeğin kendisini bir sınıf olarak ilk defa kendi emek-güçlerini sattıkları içim sermayeye
entegre olmalarını belirten bir sonuç bu hali ile yeterli değildir. “işçi-sınıfını bir konsept olarak tek bir
benzersiz, gelişmeye, tarihi olmaya ve kesin bir form ile” sınırladırmamak bir zorunluluktur.
“Sermayenin içsel tarihi” nasıl ki “sermayenin gelişim süreci içerisinde sahip olduğu değişik
belirlenmelerin spesifik analizlerini” “tarihsel materyalist teoloji” hakkında yapılmış kolay ve tarih
üstü varsayımlara karşı içinde barındırması gerekmekte ise; “işçi sınıfının da içsel bir tarihi” de
“emek-gücünün, sermayenin üretici gücü olarak, başarı ile aldığı çok çeşitli formasyonun oluşma
130
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 233.
Raniero Panzieri ile kıyaslayın, “Surplus Value and Planning”: “İşçiler, işbirlikleri ve ilişkileri kendilerini ancak
emek-güçlerini sattıkları zaman belli eder ki bu değişim tek tek işçilerin sermaye ile girdikleri basit bir ilişkidir.”
Bu noktada şunu görmekte fayda vardır ki, 1964 yılında ki bu önermesinde Panzieri bu noktayı planlı ekonomi
sonrasında rekabetin yerinden edilmesi süreci içerisine yerleşir; Tronti’nin bir yıl önce Quderni Rossi’de yaptığı
“sermayenin planı” tanımı ise sermayenin yine daha rekabet sayesinde en yüksek sosyalizasyon derecesine
ulaştığnı belirtir. Tek başına bir kapitalistin ortalamanın üzerinde kar elde etmek istemi; “Sistemin itici
fonksiyonu ile beraber, tek tek girişimler, ya da tek bir tane “ayrıcalıklı” üretim faaliyeti sosyal-sermayenin
toplu kütlesinden onu daha yüksek bir aşamada yeni baştan üretebilmek için ondan her daim kopmaya
meyillidir. Kapitalistler arasında ki mücadele devam eder fakat o noktada artık olay sermayenin gelişmesi ile
doğrudan ilgilidir.” Planlama sermayenin despotizminin devlete, doğru yayılmasını temsil eder, yoksa rebaketçi
kapitalizmin sonunu getiren bir şey değildir; “Kapitalist üretim biçiminin anarşisi iptal edilmemiştir: o, en basit
anlamı ile, sosyal olarak tanımlanmıştır [bu noktada ÇN].” Bkz. “Social Capital” [libcom.org] ayrıca Mario Tronti,
Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 60-85.
132
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 161.
133
a.g.e. 161.
131
40
aşamalarını tekrar inşa etmek ve değişik mücadelelerden kazanılmış, yenilenen ve tekrarlanan,
işçilerin kendilerini silahlandırdıkları deneyimleri kapitalist topluma karşı” tek düşmandır134.
Artı-değerin sahip olduğu sosyal sosyal ilişki ve üretim süreci ile dolaşım sürecinin ayrılamaz
olmalarından dolayı emek-gücünün dinamik tarihsel transformasyonu ve yeniden-inşası mecburi hale
gelir; “emeğin işçiden alınmasının çeşitli yollarının tarihi, artı değerin üretilmesinin değişik tarihi
yolları ve kapitalist toplumun işçi-sınıfı perspektifinden anlatılan hikayesi den başka bir şey
değildir135”. Buun kaynağı Marx’ın en çok değer verdiği buluşu olan emeğin her iki kanadının da
belirleyici olduğu iki yönlü karakteridir. Emeğin soyut karakterini, fabrikada ki emek-zamanının
kontrol edilmesinin psikolojik etkilerinin soyutlanması olmamasından dolayı, kullanım değeri ve
somut emekten çıkaramasak bile, değerin belirlenmesinde emek-gücünün ürettiği kullanım-değeri
olmadan yapılamacağı doğrudur;
“emek-gücünün kullanımı olan emeğin kendisi işçinindir, maddi bir açılımdır, soyut emeğin maddeselleşmiş
halidir ve soyut emek bu durumda kendisini bir meta seviyesinde bulurken değeride ücret ile ortaya çıkar. Bu
nedenle soyut emeğin kendisini baş aşağıya çevirerek işçinin maddi varlığı halini alması emek-gücünün
tüketilmesi süreci, bir güç potansiyeli iken aksiyoma dönüşmesi ve söyleyebilir isek emek-gücünün realize
edilmesinin ilk adımıdır. Satma ve satın almanın bir sınıf ilişkisi olarak göründüğü operasyonda zaten en basit ve
saf hali, temel ve genel olarak var olan [emek-gücü ÇN] bu noktayı takiben kesinlikle spesifik, kompleks ve
136
bütünlüklü karakterini kazanır ”.
Bu kompleks ve bütünlüklü karakter işçi-sınıfının kollektif ve kooperatif formunda mevcuttur.
Bireysel emek-güçleri bu ortaklığa dahil edilmediği sürece onlar; “sosyal düzlemde genel anlamda bir
meta olarak emek-gücünün özel karaterini geçerli (far valere)” kılamazlar. “Bu onların soyut emeği
somut emek yapamamaları, emek-gücünün değişim değerinin farkına varamamalarına yol açarken;
emek-gücünün gerçek anlamda tüketilmesinin değerin tespiti sürecinin anahtarı olduğu için [emek
gücünün ÇN] artı-değer üretimi ile sermaye sürecinin birer sırrı olduğunu fark edemezler137”.
Bu süreç içerisinde sınıf kompozisyonu konseptinin teorik pozisyonu hakkında az da olsa fikir
edinebiliriz. “Emek-gücünün pazarlanması o nedenle ilk adımı oluşturur, ücretli işçilerin oluşturduğu
sınıfın kompozisyonun oluşmasının en basit adımı; bu nedenle dir ki, kendi emek-güçlerini satmaya
mecbur bırakılmış bir sosyal kitle işçi-sınıfının genel formu olarak kabul edilir138”. Fakat bu en temel
seviye olarak kalır, Marx’ın iş-günü ile ilgili başlığında belirtiği gibi, “işçimiz, üretim sürecinden, ona
girdiği sırada olduğundan farklı bir şekilde çıkar”; emek-gücünü pazarlayan biri olarak (bir meta
sahibinin başka bir meta sahibi ile karşı karşıya gelmesi) bu sürece girmesiyle işçi üretim sürecinin bir
güç ilişkisi olduğunu fark eder ve korunabilmek için “kafa kafaya vermek ve bir sınıf olarak, bizzat
işçilerin sermayeyle gönüllü olarak sözleşme yapma yoluyla hem kendilerini hem de soylarını ölüm ve
kölelik pahasına satmalarını engelleyecek bir devlet yasasını, olağanüstü güçlü bir toplumsal engeli
zorla çıkarttırmaktır139”. Tronti içim bu farklılık bir “politik sıçıramadır”; “Üretimin içinden geçen işçi-
134
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 149.
a.g.e. 170.
136
a.g.e. 166.
137
a.g.e. 205.
138
a.g.e. 149.
139
Marx, Captial, Volume 1, 415-6. [Tükçesi için bkz. Marx, Karl Kapital 1.Cilt 293. Selik Mehmet, Satlıgan Nail
(Almancadan Çeviren) Yordam Kitap İstanbul, 2012. s. ÇN].
135
41
sınıfının kompozisyonu ya da bir sınıf olarak işçileri kompozisyonunun oluşumunu kışkırtan bir
sıçıramadır140”.
Şu anda Tronti için işçi-sınıfı mücadelesinin kapitalist gelişme bağlamında ilk sırada yer aldığını
anlayabiliriz. Kapitalist gelişim değerin tespitinin emek-gücünün alım ve satımı yoluyla oluştuğu bir
değişim süreci olarak kabul edilir. Ancak üretim süreci ile emek-gücünün, sınıfın emek-gücünün
kullanım-değerini tek tek kapitalistlerle yüz yüze gelerek anlaması ile oluşan, sosyalizasyonu ile
proleterya işçi-sınıfı adını alan form şeklini alabilir. Ve piyasada rekabet halinde olan tek tek
kapitalistlere karşı ancak emek-güçlerinin birer meta olmasına direnerek bir sınıf olabilirler;
“Emek-gücünün diğer metalar ile yüz yüze gelen bir meta olarak özelliği bu nedenle, sermayenin sahip olmaya
başladığı işçi-sınıfının öznel karakteri ile çakışır ve bunun içerisinde, sınıf ilişkileri bağlamında işçi-sınıfının
girişiminin yoğunlaşması ile, işçi-sınıfının gelişim sürecinde bir sıçırama oluşturur ve böylelikle de kapitalistlerin
141
bir sınıf olarak organize olmalarına yol açar ”.
Bu geniş ekonomik ve tarihsel teorinin içerisinde artık bu uzun sapmayı kapatıp gerçek konumuz olan
işçi araştırmalarında dönebiliriz. İşçiciliğin ortaya koyduğu bilimsel buluş; işçi araştırması pratiğini işçi
deneyimlerinin humanistik problematiğinden uzaklaştırarak onu Marx’ın ekonomi-politik eleştirisini
yeniden yorumlayabilecek bir düzeye getirip daha sonra da onu pratiğe aktarabilmek için bir değer
teorisi olarak kodlayabilecek noktaya itebilmekti. İş yerinde ki pasifizm ile ücret mücadelelerinin
içerisinde [ücretli ÇN] oluşmaya başlayan emeğin total reddinin belirtilerini gören politik bir pratiği
gösteren bir perspektif idi.
İşçi araştırmalarının şimdi işçi-sınıfının kompozisyonunu odaklanan çalışmalar olduklarını şimdi
anlayabiliriz; sınıf, yaşamı için gerekli mallardan ayrılmış ve emek-gücünü satmaya zorlanacak kadar
alçaltılmış, sınıfın, yüksek orandaki teknolojik ve gelişmiş üretim süreçleri içerisinde sürekli yeni
kompozisyonlar almasından dolayı, kendisini sürekli yeniden üretmesinin genleşmesi ve tekrar tekrar
genişlemesi ile sosyal üretici bir güç olarak ortaya çıkmış tarihsel bir kitledir.
Bu şecereyi kapatmak için çok önemli bir kopuşun tanımı verdik; bilimsel ve politik deneylere yeni
yollar açabilecek bir yolu ortaya koyan yeni bir konsept. Fakat bu konsept belirli bir tarihsel moment
ve onun getirdiği koşullar içersinden ortaya çıkmıştır. “Hepimiz bir yerde ve bir günde doğmalıyız”
demişti Althusser ve “belirli bir dünya içinde düşünmek ve yazmak zorundayız142”. Tronti’de
kendinden önce gelenlerin başaramadığı sınıfsal çelişkilerin kapitalizmin hareket yasaları ile bir arada
düşünülebileceğini fabrikanın hegemonyasını kullanarak göstermeye çalışmıştır143. Teorik
gelişmemişliğine rağmen Johnson-Forest Eğilimi proleter yaşamın fabrika dışında da var olduğunu
anlayabilmiş ve onun pamuk tarlalarında bir çoçukluk dönemi ile mutfaklarda geçen akşamüstlerini
de kapsadığını görmüştür. Tam da İtalyan feministlerinin bir maskülen kör nokta olarak fabrika
anlayışını eleştirdikleri zaman İtalyan İşçiciliği kapitalist gelişme içinde daha önce öngörmedikleri
değişikliklere cevap vermek zorunda kalmışlardı; global ekonomik kriz, üretimin yeniden
140
Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 202.
a.g.e. 166.
142
Louis Althusser, For Marx, trans. Ben Brewster (London: Verso, 1969), 74. Türkçesi için bkz. Louis Althusser,
Marx İçin. İstanbul: İthaki Yayınları 2002.
143
Quaderni Rossi’nin 1962 tarihli ikinci sayısında yayımlanın Factory and Society” ile Tronti bu girişimini
başlatmıştır. Mario Tronti, Operai e Capitale (Turin: Einaudi, 1966), 39-59. Aynı zamanda bkz. Sergio Bologna,
“The Factory-Society Relationship as an Historical Category,” (libcom.org) “Rapporto sociéta-fabbrica come
categoria storica,” Primo Maggio 2, 1974’den çevrilmiştir.
141
42
yapılandırılması ve fabrikanın hegemonyasının kırılması. Bu teorik problematiğin geliştirilmesi süreci
bu tarihsel meydan okumaya, Panzieri’nin emeğin otolojisinin yapılaması ile desteklenmekte olan
tarih felselfesine kaymama uyarsı temelinde, cevap vermek zorundandır.
Her ne kadar sınıf kompozisyonun başlangıcı kapitalizmi endüstriyel emek ve sosyal dünyanın savaşsonrasında ki gelişimi ile tanımlamış olsa da, aynı zamanda, global kriz ile eşitsiz büyüme dünyasında
emek-gücünün oluşumu ve transformasyonunu ortaya çıkarmaya yarayacak,bugün dahi
kullanılabilecek, bir metod ortaya çıkarmıştır144. Tronti kendisinin ve yoldaşlarının sanayi işçileri ile
olan sabit fikirlerinin bugün için çözülmemiş bir problem olarak durduğunu itiraf eder; “işçi-sınıfının
sosyal aristokrasi içinde ortaya çıkmış son büyük tarihsel form olduğunu kabul ediyorum. İnsanlar
içince bir azınlıktı ve mücadelesi kapitalizmi değiştiriken dünyayı değiştiremedi; işte bugün bunun
nedenini araştırmak ve anlamak gerekir145”. Biz de işçi araştırmalarının bu anlam ve cevabın
bulunabilmesi amacıyla atılması gereken ilk adım olduğunu öneriyoruz.
144
1970’lerin ekonomik belirsizliği içinde İşçiciğin geliştirmeye çalıştığı para ve sınıf kompozisyonu teorileri
hakkında daha fazla bilgi için bkz. Steve Wright, “Revolution from Above? Money and Class-Composition in
Italian Operaismo”, Karl Heinz-Roth ve Marcel van der Linden “Beyond Marx” içinde (Leiden: Brill).
145
Mario Tronti, “Towards a Critique of Poltical Democracy”, trans. Alberto Toscano, Cosmos and History, 5:1
(2009): 74.
43