çanakkale şehitlerimiz

Transkript

çanakkale şehitlerimiz
Bekir Celep
Emekli Eğitimci
0536 476 55 59
0545 249 80 52
ŞİRAN
GEÇMİŞİN İZLERİ
ŞİRAN EĞİTİM VE KALKINMA
VAKFI KÜLTÜR ESERLERİ SERİSİ-1
Bekir CELEP
İÇİNDEKİLER
TAKDİM…………………………………………………………………….…...….1
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………3
ŞİRAN HAKKINDA………………………………………………………………...9
ŞİRAN İSMİ VE ANLAMI………………………………………………………...10
ULUŞİRAN………………………………………………………………………...12
KARACA…………………………………………………………………………...13
ŞİRAN TARİHİ…………………………………………………………………….16
KRONOLOJİK SIRA İLE TARİH…………………………………………………17
1018 İLK SELÇUKLU AKINLARI………………………………………………..19
MENGÜCEKLİ İSAK-MELİK GAZİ SAVAŞI…………………………………...20
ŞİRAN’IN TRABZON KRALI TARAFINDAN ZAPT EDİLMESİ……………...21
ŞİRAN’IN TARABZON KRALININ ELİNDEN ALINMASI……………………22
DEVLETİN RESMİ KAYITLARI…………………………………………………25
ERZURUM VE TRABZON EYALETLERİNİN ŞİRAN REKABETİ…………...25
ERZURUM VALİLİĞİ ŞİRAN’IN GÜMÜŞHANE’YE BAĞLANMASINI
İÇİNESİNDİREMEDİ……………………………………………………………...26
OSMNALI HÜKÜMETİNİN ŞİRANI GÜMÜŞHANE’YE
BAĞLAMA NEDENLERİ…………………………………………………………26
DEVLETİN RESMİ KAYITLARINA GÖRE ŞİRAN…………………………….27
ŞİRAN KAZASININ NAHİYELERİ………………………………………………29
ŞİRAN’DA NÜFUS PATLAMASI………………………………………………..30
TEMETTUAT DEFTERLERİNDE ŞİRAN KÖYLERİ…………………………...31
İDARİ YAPI………………………………………………………………………..34
1642 ERZURUM AVARIZ DEFTER……………………………………………...36
ASKERİ ZÜMRE ………………………………………………………………….37
DİN GÖREVLİLERİ……………………………………………………………….39
1642 YILI ŞİRAN KAZASI VE KÖYLERİ……………………………………….40
TRABZON SALNAMELERİNDE ŞİRANDA GÖREV YAPAN
KAMU PERSONELİ……………………………………………………………….49
OSMANLI DÖNEMİ ŞİRAN KÖYLERİ………………………………………….64
1847 TARİHİNDE ŞİRAN…………………………………………………………66
1847 YILINDA ŞİRAN KAZASINDAKİ VİRANE KÖYLER…………………...66
OSMANLI DÖNEMİ ŞİRAN KAZASININ MEZRALARI………………………68
1485-1569-1642-185 KAYITLARINDAKİ ŞİRAN KÖYLERİ…………………..70
FELAKETLER
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİ İLÇEDE YAŞANAN FELAKETLER…………73
1910 YILI SEL FELAKETİ………………………………………………………..74
KURAKLIK………………………………………………………………………...75
DEPREMLER………………………………………………………………………75
EŞKIYA HAREKETLERİ…………………………………………………………75
MUHACİRLİK YILLARI………………………………………………………….77
MUHACİRLİK DÖNÜŞÜ…………………………………………………………80
KURTULUŞ SAVAŞI GAZİSİ SÜREYYA
DİLMEN’İN MEKTUBU………………………………………………………….81
İLÇEDEKİ TARİHİ KALINTILAR……………………………………………….82
İLÇEDE BULUNAN HÖYÜK VE BENZERİ KALINTILAR……………………83
a)-ARA KÖYÜ KÖNGER TEPE HÖYÜĞÜ………………………………………83
b)-ÇEŞ TEPE HÖYÜĞÜ…………………………………………………………...84
c)-EVLİYA TEPE-1………………………………………………………………..84
ç)-EVLİYA TEPE-2………………………………………………………………..84
d)-PAŞAPINARI KÖYÜ HÖYÜĞÜ………………………………………………84
e)-TAŞLIK-1………………………………………………………………………..84
f)-TAŞLIK-2……………………………………………………….……………….84
g)-KARA KÖY HÖYÜĞÜ…………………………………………………………85
h)-AŞAĞI DURUÇAY KÖYÜ HÖYÜĞÜ………………………………………...85
ı)-AKÇALI KÖYÜ HÖYÜĞÜ……………………………………………………..85
İ)-MANASTIR TEPE………………………………………………………………85
J)-AKSARAY KÖYÜ HÖYÜĞÜ…………………………………………...……..85
k)-ORTA TEPE HÖYÜĞÜ……………………………………………...…………85
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
ÜSTEĞMEN ZAHİT……………………………………………………………....89
ÜSTEĞMEN ZAHİT’İN EŞİNE MEKTUBU…………………………………….93
ÇANAKKALEDE YATAN ŞİRAN’LI ŞEHİTLER……………………………...94
BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVİNDE BULUNAN ŞİRAN
İLE İLGİLİ BELGELERDEN BAZILARI……………………………………….100
NÜFUS……………………………………………………………………………111
EĞİTİM……………………………………………………………………………114
İLÇEDEKİ SÜLALELER………………………………………………………...119
BELEDİYE BAŞKANLARI……………………………………………………...127
GÖNÜL DOSTLARI
EVLİYA VELİ DERVİŞLER……………………………………………………..131
BACIYAN………………………………………………………………………...133
İLÇEDE BULUNAN EVLİYALAR……………………………………………...134
KARACA BABA………………………………………………………………….137
KIZIN EVLİYA…………………………………………………………………...138
SEYDİ BABA HAZRETLERİ……………………………………………………139
NASİPTE VAR İSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN…………………………..143
SEYDİBABA ZAVİYE KAYITLARI……………………………………………147
GELİN EBE TÜRBESİ…………………………………………………………...151
İSA BABA HAZRETLERİ……………………………………………………….152
FİRDEVS HATUN………………………………………………………………..156
ŞEYH-İ ŞEYRANİ (HACI MUSTAFA EFENDİ………………………………...159
AHMET ŞEYRANİ……………………………………………………………….182
HASAN FEHMİ POLAT…………………………………………………………196
KAYNAKÇA……………………………………………………………………...200
Eğer bir millet büyükse,
Kendisini tanımakla daha büyük olur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Karaca Baba türbesinin eski hali
Karaca Baba türbesinin yeni hali
1
TAKDİM
İnsanoğlunun hep birlikte el ele
vererek dünyanın yıkımında sonu
olmayan bir yola girişini hızlandırmak
için çalıştıkları şu günler, hiç şüphe yok
ki hem fertlerin hayatlarını hem de
toplumun maddi özellikle de manevi
olarak gelişmesini olumsuz yönde
etkilemektedir. İşte bu gerçekler göz
önünde bulundurularak hazırlanan bu
eser, Şiran ilçesinin geçmişindeki varlık
izlerine bakılarak, ilçenin geleceğinin
şekillendirilmesi için neler yapılacağının
sezinlenebilmesi için, özveri ile
hazırlanan eserlerin ilkidir. İlk ve tek olmak hiç şüphesiz ki bu
âlemlerin yaratıcısı olan yüce Allah’tır. Onun için insanoğlunun
hayatında ilklerin önemi büyüktür. İlk arabam, ilk evim ilk, ilk, ilk vs.
Bir iş yaparken veya sohbet sırasında, istesek de istemesek de
ağzımızdan çıkar ‘’ilk önce Allah’a sonra sana’’ diyerek işimizin
başını ve sonunu yüce Rabbimizin adıyla tamamlamaya çalışarak
gönül rahatlığını yaşamak en büyük arzumuz ve isteğimizdir. Nasıl ki;
Yerine getirdiğimiz ibadetlerin arkasından bir gönül ve vicdan
rahatlığı hissedebiliyorsak, inanıyorum ki hazırlanan bu eserin
geçmişimize ışık tutmasının, geleceğimizi görebilmenin mutluluğunu
hep birlikte yaşayacağız.
Şiran Eğitim ve Kalkınma vakfının bir kültür eseri olan bu
yayınımız vakfımızın insanımıza sunacağı eserlerin ilk serisi olarak
hizmetlerimiz arasındaki yerini almıştır. Arkasından Köylerimiz,
unutulan kültürümüz, Çocukluk masallarımız, efsanelerimiz gibi yine
ilçemizle ilgili eserlerimiz Şiran Eğitim ve Kalkınma Vakfı tarafından
yayına hazırlanıp ilçe insanımızın beğenisine sunulacaktır.
Şiran, geçmişin izleri derken ilçeyi bir bütün olarak ele alıp
inceleyen ve ilçe bazındaki geçmiş kültür ve yaşantı izlerini gün
ışığına çıkaran bu eser, aynı zamanda saklı bir bölge olarak bilinen
bölgemizdeki gönül dostlarımızı da tanıtmak bakımından bir
sorumluluk üstlenmiştir. Bugüne kadar bilinmeyen ve tanınmayan
gönül dostlarımızın hayatı ve yaşantıları, maneviyatları yeni yetişen
gençliğe örnek olması bakımından bir hizmetin gereği olarak
sunulmuştur bu eserde tanıtılmıştır.
Yine eseri okudukça geçmişe bakmadan rehavete kapılıp günü
birlik hayatı seçenlerin akıbetlerine şahit olacaksınız ve insanımızın
tarihte çekmiş oldukları sıkıntıları ve yoklulukları belki dedelerimiz
diyerek yeniden yaşayacaksınız.
Yine bu eserde ulu bir çınarın dalları gibi ülkenin her tarafına
dağılan ilçe nüfusumuzun sülalelerini bulacaksınız. Çınar ne kadar
2
büyük, ne kadar etrafına dal budak salsa köke bağlı kaldıkları gibi
eserimizde bir çınarın kökü gibi bizi bir arada tuttuğunu göreceksiniz.
Belki de ilk olarak bizden duyacağınız ilçemizin Dumanoluğu
köyünden Yetim oğullarından Zahit üsteğmenin hayat hikâyesini ve
biricik eşine Çanakkale de yazıp yollayamadan şehit olduğu duygusal
mektubu bir ibret belgesi olarak benliğiniz de hissedeceksiniz.
İnsanın maneviyatına ışık tutacak hazin ve duygusal bir belge
ise Muhacirlik yıllarında İlçemizde askerlik yapan ve daha sonra
yaşadığı olayı bir mektupla bildiren istiklal gazisi Süreyya Dilmenin
mektubudur. Bunu da inanıyorum severek okuyacaksınız.
Yayına hazırladığımız eseri incelediğiniz zaman bunun bir
belgesel niteliği taşıdığını göreceksiniz. Hele devlet arşivlerinde şu
günlerde araştırma yapmanın zorluğunu takdir edersiniz. Biz bu eserle
ilçemizin tarihini tamamıyla gün ışığına çıkardığına inanmıyoruz.
Ancak şu unutulmamalıdır ki; İlkler ilk adımla başlar bunu ilk adım
sayarak sizlerin desteğine güvenerek daha büyük, daha içten samimi
isteklerimizle araştırmalarımıza devam edeceğiz.
Eserimiz geçmişte kalan uzun yılların birikimiyle hazırlanmış
bir eserdir. İlçeye kaynak olması bakımından önemi büyüktür. Eserin
hazırlanmasını üstlenen ve bıkıp usanmadan araştırmalarını sürdüren
İlçemiz emekli Eğitimcilerinden Bekir CELEP’E Çalışmalarından
dolayı teşekkür ediyor, hizmetlerinin devam etmekte olduğunu
biliyorum dilerim bu hizmetleri daha uzun yıllar devam eder.
Eserlerimizin insanlarımıza, ilçemize hayırlar getirmesini
diliyorum.
Ali BEYAZ
İş adamı
ŞİRAN EĞİTİM VE KALKINMA VAKFI BAŞKANI
3
ÖNSÖZ
İlk hazırladığım Şiran
isimli kitabımız kısa sürede büyük
ilgi gördü ve piyasada bulunmaz hale
geldi. Böylece ikinci kitabı, daha
doğrusu ikinci araştırmayı yapmanın
mutluluğunu
yaşıyorum.
İkinci
araştırma derken eserimiz önceki
eserle zaman, zaman aynı başlıkları
taşısa da incelendiğinde tamamen
farklı bir konu bulacaksınız. Daha
geniş bir arşiv taraması ve
öğrencilerimize kaynak bakımından
daha geniş konulara yer vermeyi
düşündüm. Takdir edersiniz ki; Bu kadar konuyu bir arada toplayıp
yayınlamak hem okuyucu açısından biraz zorluk hem de masraf
bakımından bayağı külfetli olacağından bu kitap yayınlayacağımız
kitaplar serisinin ilk baskısı olarak karşınıza çıkacaktır. Kitabımız
ağırlıklı olarak ilçede geçmişin izlerinden söz edecek. İleriki ciltler ise
köylerimiz, köy tarihleri, yer adları, Köy sülale ve lakapları, unutulan
kültürümüz, unutulan gelenek ve göreneklerimiz, Şiran sözlüğü
ilçemizin doğal güzelliklerini araştıran, inceleyen, tanıtan ciltler
olarak hazırlanmış yayınlanmayı beklemektedir.
Böyle bir eseri hazırlama fikri daha öğrencilik yıllarında bende
oluşmuştu. Çünkü benim öğrencilik yıllarımda ilçe hakkında kaynak
bulmak çok zor idi, bu bakımdan ödev hazırlamada, araştırma
yapmada bayağı zorluk çekiyorduk, ancak rivayetlere veya üst
kuşakların aktardığı bilgiler ışığında konuları işlemek mecburiyetinde
kalıyorduk. Bu günlere gelince bakıyorum yine değişen bir şey yok
ilçe hakkında derli toplu tek kaynak yayınlamış olduğumuz
Cumhuriyetin 75. yılında Şiran adlı eserimizdir. Tarihi süreç
içerisindeki terk edilmişliği ve yalnızlığı kaynak, araştırma, inceleme
gibi konularda da görmekteyiz, ya diyoruz ki ‘’Bu şehri Şiran, kazayı
viran’’ ya da bana ne deyip geçmekteyiz. Diliyoruz ki Şiran eğitim ve
kalkınma vakfının katkılarıyla yayınlayacağımız bu eserler insanımızı,
öğrencilerimizi, kısaca gelecek tüm kuşakları kaynak sıkıntısı
çekmekten kurtarır ve herkese yararlı, yardımcı eserler olur. Sürekli
ilçe hakkında kaynak bulma sıkıntısı çekiyorduk. Öğrencilik yıllarına
kadar gitmeye gerek olmadığını bu eseri hazırlarken öğrencilik
yıllarındaki sıkıntıların aynısını yaşadım, ama arada bir fark vardı
çağımız internet çağının zirvesinde olduğundan, kaynak bakımından
sitelere düşen kaynaklardan kolayca yararlanma yollarını araştırdım.
Kaynağı arşivlere dayanmayan bilgilere kesinlik kazandırmadan
rivayet veya üst kuşak bilgisi olarak siz sevgili Şiran’lı hemşerilerime
aktardım.
4
Şiran tarih sahnesinde sürekli saklı bir alan tarih sahnesinde
yaşayanlar arasında adeta kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olarak
kalmış hep böyle tanıtılmış veya tanıtılmıştır, hatta iletişim araçlarının
yaygın olduğu günümüzde bile Şiran denilince insanların gözünde çok
uzaklarda dağlar arasında sarp kayalık yerler akla gelmektedir. Bu
bakımdan halen araştırma ve belge bakımından arşivlerde bakirdir.
Öyle ki bu kapalılık geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam
etmektedir. İl yıllıklarında veya Gümüşhane ili ile ilgili yayınlarda
dahi Şiran ilçesine ya yer verilmemiş veya çok kısa bir özetle
geçiştirilmiştir. İl hakkındaki araştırılmaların sadece il merkezi
üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.
Şiran bölgesi halk kitleleri arasında günümüzde tanıtımı iyi
yapılamadığından sarp kayalık, kışı amansız, kıraç verimsiz toprakları
olan bir ilçe olarak bilindiğinden yukarıda söz etmiştim. Bu durum
geçmişte de böyleydi ki Sultan Hamit döneminde Avrupa’dan gelen
göçmenlerin 1500 tanesi zorunlu olarak Gümüşhane iline gönderildi;
İlin çeşitli yerlerine yerleşen göçmenler Şiran ilçesinin sarp kayalık
olarak tanıtıldığından biz o sarp ve kayalıklar arasında ne yapacağız
diyerek, Şiran bölgesini istemeyerek başka bölgelere yerleşmişlerdir.
Bir yerde bu durum Şiran bölgesindeki halk kitlelerinin saf, katıksız
kalmalarına neden olmuştur.
Şiran ilçesini araştırırken gördüm ki önce hazırlamış olduğum
Şiran isimli kitabım birçok yerde kaynak olarak gösterilmiş (zaten
böyle olacaktı çünkü Şiran’la ilgili başka bir kaynak bulmak mümkün
değil) buda bana ayrı bir mutluluk verdi hazırladığım esere gerçekten
insanımızın, öğrencilerimizin ihtiyacının olduğunu anladım ve
çalışmalarımı daha genişletmeye karar verdim.
Bu kitabı hazırlamamdaki en büyük etkenlerden biriside tabii
ki geleceğimiz, güvencemiz sevgili öğrencilerimizin ilçe ile ilgili
kaynak ihtiyaçlarını karşılamak. Elde ki tek kaynak kitap olan Şiran
Adlı eserimizden ilçe kütüphanesinde üç adet buldum durumları içler
acısı kullanıla, kullanıla eski el yazması eserlere dönmüşler. Onlarda
Kütüphane müdürü tarafından koruma altına alınmış. Sebebini
sorduğumda,’’ Hocam elimizde ilçemizle ilgili tek kaynağımız
bunlar,’’Her gelen öğrenci buları soruyor bunlardan yararlanmaya
çalışıyor bu kitapları da kayıp edersek elimizde kaynak kalmıyor,
onun için verdiğimiz öğrencinin başında nöbet tutuyoruz’’ dedi.
İkinci sebep ise yukarıda da söylediğim gibi tarih sahnesinde
saklı kalan güzel Şiran ilçemiz artık bu saklılıktan kurtulsun
güzelliğini göstersin ne kadar tanıtabilirsem ne mutlu bana.
En büyük sebep ise bu kitabın hazırlanması bir ihtiyaçtan
doğdu. Şiran ilçesini tarih bakımından yeni yetişen ve yetişecek olan
nesillere tanıtma ihtiyacından doğmuştur. Bir ilçe düşünün gün
geçtikçe nüfusu azalmakta, insanları doğup büyüdükleri toprakları
birer, birer terk etmekte. Öğle ki nüfusta 160 bin nüfus kayıtlı iken
5
bugün yaşayan nüfus malum. Bu göç ve yaşama biçimi gittikçe
nesiller arasında yabancılaşma ve kültür yobazlığına neden
olmaktadır. Bu eserlerimle istedim ki bu yabancılaşmayı aradan
kaldırıp unutulan kültürümüzü ve kayıp tarihimizi bir yazılı kaynak
olarak gelecek kuşaklara aktarayım.
Bu işe şunu iyi bilerek başladım Şiranlı hiçbir zaman doğup
büyüdüğü topraklara vefasızlık ederek Şiran’ı asla unutmaz,
unutturmaz çünkü bu toprakların maneviyatı baba üzerinde etkisini
göstermezse muhakkak evlat üzerinde manevi etkisini göstermiştir ki
bunu da günümüzde ilçede hayır işleri altında yapılan okullarda,
öğrenci yurtlarında, cami yapımlarında açıkça görmekteyiz. Doğup
büyüdükleri toprakları yıllar önce diyarı gurbet diyerek terk eden
insanımızın çocukları veya torunları başka memleket topraklarında
doğup büyümelerine rağmen vatanım diyerek sonunda Şiran’a vefa
borçlarını ödemişlerdir.
Çalışmama başlarken kimsesiz çıktığım yollarda, kimsem
daima kimsesizlerin kimsesi oldu. Çünkü bilirsiniz ki araştırma
yapmak zorluğu, külfeti olan bir iştir bunun için birçok zorluklara ya
göğüs gereceksin ya da bırakıp kaçacaksın. İnsanın bu zorlukları
aşmak için tabii ki desteğe ihtiyacı bulunmaktadır maalesef ben bu
desteği ilçemden bulamadığım gibi kimi meczup dedi, kimi kafayı
yemiş dedi bunların hiç biri çalışma azmimi kırmadı daha çok
çalışmaya sevk etti, çünkü yukarıda da söylediğim gibi her kimsesizin
muhakkak bir kimsesi olduğunu bilerek başardığıma inanıyorum.
Çıktığım bu yolda Mevlana Celalettin Rum-i Hazretlerinin dediği gibi
‘’ Çok insanlar gördüm üzerlerinde elbiseleri yoktu, çok elbiseler
gördüm içlerinde insan yoktu’’. Veya ‘’Balonların gururu iğneleri
görünceye kadardır’’ sözlerinin öz anlamlarını iyi kavrayarak hiçbir
söze kulak asmadan şevkle, zevkle halka hizmet, hakka hizmettir
ilkesini düşünerek yoluma devam ettim. Çalışmalarımda bana destek
olanlara desteklerinden dolayı, köstek olanlara benim çalışma azmimi
ateşlediklerinden dolayı sonsuz saygılarımı sunuyorum. İnanıyorum ki
bu eserlerimiz ilçemiz açısından geçmişini hatırlatan, geleceğine
umutla bakan, sevgili öğrencilerimize güzel bir kaynak Ülke içine ve
hatta dünya üzerinde çeşitli ülkeleri gurbet olarak seçmiş Şiran
halkımızın kültür açısından birbirleri ile kaynaşmalarına vesile
olacaktır.
Bekir CELEP
Emekli Eğitimci
01.01.2007
6
Ara Köyünde Kaya mezarı
Çakırkaya manastırının içten görünümü
7
Çakırkaya manastırı
1933 yılında yapılan Çanakçı Köyü kemer köprü
8
Mustafa Beyaz Şiran Devlet Hastanesi
Tomara Şelalesi
9
(ŞİRAN BEY-ŞİRAN-ASLANLAR-KALELER, SURLAR)
Bu taraflarda insan az çok uzayıp giden düz ovalardan, çıplak
ve hüzün-engiz kayalardan, dağlardan ekseriye, pek düzgün ve
değişmez bir halde geçen mevsimden, sade-dil tembel daima kaza ve
kaderden şikâyet bir halk ile sefil meskûn köylerden başka bir şey
görülmez. Şiran kasabası birkaç tepe arasında oldukça düz bir yerde
kurulmuştur. Mevki denizden bin metre kadar yüksekliktedir.
ŞİRAN AHALİSİ kuvve-il bünye insanlardır (Vücutları
kuvvetli) vilayetin arzı sahil iyesinde mutavattin olan halk gibi, soluk
benizli adamlara buralarda hemen hiç tesadüf olunmaz.(1)
Şiran kelimesinin yabancı olduğu düşünülerek 1914 yılında
Enver paşa tarafından dâhiliye nezaretine sunulan bir dilekçede Şiran
isminin Türkîli olarak değiştirilmesi istenmiş ancak Osmanlı Rus
savaşının başlaması sonucu bu teklif uygulanamamış.(2)
Bekir CELEP
Emekli Eğitimci
1-Trabzon salnameleri 1322 s.187-39
2-Ayhan Yüksel Araştırmacı yazar Karadeniz de yer adlarının
değiştirilmesi.
10
ŞİRAN
İSMİ ve ANLAMI
1-ŞİRAN-Daha önceki eserimizde Şiran kelimesinin anlamı
üzerinde kısaca durmuştuk. Bu eserimizde ise Şiran kelimesinin
anlamını dilimize nereden geldiğini daha geniş olarak incelemeye
çalışacağız.
Şiran kelimesine ilk olarak Latin kaynaklarında Kharianon ya
da Sharian olarak rastlanmaktadır. Bu iki kelimenin ne anlama geldiği
hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber çeşitli kaynaklarda
büyük bir ihtimalle kutsal kitapta sözü edilen ‘’Saharon’’ kutsal ova
anlamında kullanıldığı muhtemeldir diye yazılmakta.(3)
Bir diğer önemli belge ise ünlü gezgin tarihçi pilunus Kara
deniz bölgesini anlatırken şu ifadeleri kullanmış. ( Daha kuzeyde
önemli akarsulardan KHARİAN ve sauni bölgesinden çıkan khobus
nehridir burada iç kesimlerde Saltia ve saunni isimli kabileler
yaşarlar)(4) Ayrıca Plunus bunları yazarken buraların sazlık olduğunu
ve insanların sazlar arasında ki kanallarda kayıklarla gezdiklerini ve
evleri bu sazlıkta
3- 4-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür Vadisi Gümüşhane s. 20
4-Plunusun notları s. 96
11
evlerinin bu kazıklar üzerine yapıldığından da söz etmekte. Ancak
buranın Kharian’nın dışında Şiran'la bir ilgisinin olup olmadığı
hakkında henüz bir araştırma yok.
2-ŞİRAN kelimesini incelediğimizde, daha çok Azerbaycan, İran;
Kars, Ağrı taraflarında bazen yer ismi bazen isim olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu da şunu göstermektedir. Şiran kelimesinin kökeni
hakkında kesin olarak şunu söyleyebiliriz. Şiran Farsça bir kelime
olup daima aslanla ilişkilendirilmiştir. Zannedersem Osmanlı Dâhiliye
nezareti de bu kelimenin öz Türkçe olmadığına inanmış ki; 1913
yılından itibaren değiştirilmeye başlanan yer adlarında Şiran isminin
Türkeli olarak değiştirilmesini teklif etmiş. Fakat araya giren savaş
nedeniyle olsa gerek bu değişiklik gerçekleştirilememiş… Ancak yine
de Şiran kelimesinin İran kökenli farsça bir kelime olduğu kesindir.
a) Şiran Azerbaycan ile Dağlık Karabağ arasında bir bölgenin ismi.
1590 yılında yapılan Ferhat Paşa antlaşmasına göre Azerbaycan,
Gürcistan, Dağıstan, Tiflis ve Tebriz Osmanlı Devletine verilir.
b) Şiran Kars dolaylarında Şiran kes diye bir bölgenin ismi.
c) Şiran Karsta Şiran Beyi diye bir şahıs ismi.
d) Şiran Ağrıdan 1335 tarihinde çekilen bir telgrafta Ermeniler
tarafından sürülen zilan aşiretinden Abbas Şiran’dan söz eder.
e) Şiran oğlu karabettin Bey.
f) Şiran Hindistan’da bir saray ismi saray Halife Abdulmecid’in kızı
Dürrüşehyar’n torunu Bereket şah’a aittir.( Halen günümüzde miras
davası torunları tarafından sürdürülmekte)
g) Şiran Türk müziğinde bir makam. Acem-i Şiran
Bunlar İsim ve yer olarak geçen kelimelerden bazıları. Buda
gösteriyor ki Şiran bize doğudan gelme bir isim.
3- ŞİRAN Farsça Aslanlar anlamında kullanılmıştır. Fakat ilçenin
isminin uzaktan yakından aslanlarla ilgisi bulunmamaktadır.
4-Şiran Arapça da erkek ismi ve kaleler surlar olarak kullanılmakta bu
bence anlam bakımından aslanlardan daha uygun gelmekte. Çünkü
bölge yıllarca saklı kalmasına rağmen demek ki birçok akın gördü ki
bölgede sayısız kale ve kale kalıntısı vardır bunların en önemlileri
şunlardır.
12
1-Hargin kalesi
2-Mumya kalesi
3-Tarsun kalesi
4-Balıkhisar kalesi
5-Kazan kale
6-Zimon kalesi
7-Asılan kale. Ayrıca ismi sadece kale olan çok sayıda
yerleşim yeri mevcuttur.
Bunun içindir ki yıllardır Farsça aslanlar olarak tanıttığımız
ilçenin adı kaleler, surlar anlamında da kullanılmış olabilir. Bunun
yanında Bölgede yaşayan Şiran bey diye bir şahıstan da alabilir fakat
burada dikkat edilmesi gereken, Şiran kelimesinin bölgede Karaca dan
önce kullanıldığını ilçe ile ilgili ilk tapu kayıtlarındaki şu ifadeden
anlıyoruz Şiran nahiyesine bağlı Karaca Köyü diye yazılmakta.
Ama bunlardan ziyade yukarıda belirttiğimiz gibi Şiran bugüne
kadar bilinen anlamının dışında tamamen yer, yöre, ismi ve isim
olarak kullanılmıştır.
4-ŞİRAN kelimesi çeşitli kaynaklarda ŞİRYAN olarak
yazılmakta, ancak hiçbir anlam ifade etmeyen bu kelime bence
tamamen okuyucunun okuyucu hatasından kaynaklanmaktadır veya
karıştırılmaktadır. Tıpkı günümüzde Şiran’la Şirvan’ın karıştırılması
gibi onun için bu kelimenin üzerinde fazla durmanın bir anlamı yok.
5-ULUŞİRAN Bugüne kadar Şiran deyince aklımıza hep ilçenin
bugünkü merkezi gelir. Hal bu ki Şiran ilçesinin tarihi süreç içerisinde
en uzun süre nahiye ve ilçe merkezi olarak Uluşiran Yani bugünkü
Erenkaya köyü yerini almaktadır fakat nedense bu konuya bugüne
kadar hiç değinilmedi. Sanki zaman geçmişten beri Karaca köyü
olarak tarihteki yerini alan bugünkü ilçe merkezi aynı süreç içerisinde
tarih denilince hep Uluşiran’ın yerine konmuştur. Kesin olamamakla
birlikte 1840 yılına kadar ilçe merkezinin Uluşiran da olduğu tahmin
edilmekte. Daha sonraki yıllarda İse Şiranların karışmaması
bakımından Uluşiran’a Ulya yukarı, büyük Şiran İsminin verildiğini
kayıtlarda görmekteyiz. Bu Ulya kelimesi daha sonraları Ulu
kelimesine dönüştürülmüş.
Evliya çelebi Şiran’dan söz ederken Şiran kalesi Ve bu günkü
ilçe merkezinden de Karacalar köyü diye söz etmekte. Karacalar köyü
belli olduğuna göre zaten kale de yok geriye ilçe olarak Erenkaya
kalıyor. Zaten birçok kayıtta Şiran ilçesine veya Şiran nahiyesine tabii
karacalar köyü diye geçmekte.
1840 yılına kadar ilçe merkezi Erenkaya da idi bu yıldan sonra
ilçe merkezi Karaca köyüne alındı fakat Aynı Şiran ismiyle alınınca
karışıklık olmaması bakımından Erenkaya köyüne, yukarı, büyük
anlamında Ulyaşiran denildi. Yukarı Şiran Veya büyük Şiran olarak
da düşünülebilir.
13
Karaca baba Türbesi yeni hali
KARACA
Karaca Şiran ilçe merkezinin eski adıdır. Birçok kaynakta
Karacalar diye yazılmış. Bu ad ne zaman kimler tarafından söylendiği
belli olmasa da karaca kelimesinin Türk boy ve oymaklarının arasında
önemli olduğu tartışılmaz bir konudur. Bilhassa Selçuklu boylarında
çok rastladığımız bir kelimedir.
İlçe merkezinin kimler tarafından kurulduğuna dair bir
malumat bulunmasa da İlçenin kuruluş itibarıyla Türkler tarafından
kurulduğu kesindir. Bugün ilçede herhangi bir yabancı kalıntıya veya
tarihi esere rastlamak mümkün değildir hatta Erzurum tapu
defterlerinde kayıtlı bir örnek de ki isimlere dikkat edilirse kayıtların
Türk boy ve oymaklarına ait oldukları anlaşılır.
Erzurum Tapu Defteri No. 478 s.82
Karaca Tabii…….. Şiran (Şiran kazasına bağlı Karaca köyü)
Tapuda ki İsimler Melik, Düşgeldi, Yayla bayi, Can Ahmet Sultan,
Yar Ali, Pir veli, Oruç, Dur Hasan gibi isimler ki bular üzerine Haşhaş
yurdu yaylasının tapusunun bulunduğu kişiler. Buradan da anlaşılıyor
ki; ilçe tamamen Türkler tarafından kurulmuştur.
Çok sayıda belgede yine Şiran kazasına tabii Karaca köyü diye
geçmekte. Bu da gösteriyor ki Erenkaya köyü uzun yıllar ilçe
merkezliği yapmış.
Karaca’nın kuruluşu hakkındaki ilk rivayet bölgeye Karaca
baba adında bir erenin horasan dolaylarından gelerek ilçe merkezine
14
yerleşip, karaca köyünü kurduğudur. Karaca köyünü çok sevmiş veya
ilk tuttuğu vatanım demiş olacak ki türbesi bugün ilçeyi en iyi bir
noktadan gören bayrak tepe de bulunmaktadır.
Karacababa türbesinin inşaatı sırasında toprak altından çıkan
kitabede 1253 tarihi düşülmüş ancak bu tarih daha sonraları yapım
veya restore tarihi olabilir çünkü fotoğrafta sağ üst köşede de
görüldüğü gibi beklide türbenin yapımından yıllar sonra lalettayin
olarak basit bir aletle yazılmış. Ayrıca yine aynı kitabede çeşitli
yazılar bulunmakta ancak zamanla kırılan yazılar okunamaz hale
gelmiş Yalnız bir bölümde ‘’Ziyaredden murad duadır, Bugün bana
yarın sanadır’’ diye yazılmış.
İkinci rivayet ise Bitlis Ahlât yöresinden gelen kervanın burada
ki çeşme başında verdikleri dinlenme molasında yöreyi sevmeleri ve
yöreye yerleşmeleri ile Karaca köyü kurulmuştur.
Bir diğer konu ise 1969 yılında 115 yaşında ölen Savaş gazisi
Şükrü Yalçın kaya’nın verdiği bilgilere göre ise bölgeye ilk önce Cir
oğulları ve arkasından Çönge oğulları gelerek yerleşmişlerdir. 1840
yılına kadar Karaca olarak bilinen karaca köyü bu yıldan sonra Şiran
ilçesi olarak idari yapı içerisinde ki yerini almıştı
15
13-14 yy dan kalma olduğu tahmin edilen Çakırkaya Manastırı
Erenkaya da (Uluşiran) Kale kalıntısı
16
Ara Köyü Kaya Mezarları
ŞİRAN TARİHİ
Tarih kısmına geçmeden önce Şiran ve çevresinin fethinden
sonraki idari yapı üzerinde durulması, Karaca daha sonraları Şiran
olarak adlandırılan ilçenin tarihi hakkında daha tatmin edici bilgiler
verir kanısındayım. Çünkü harp görmüş bir memleketin imarı ve
yeniden yapılandırılması pek de kolay bir mesele olmasa gerektir.
Şiran tarihini sadece Şiran bölgesi olarak ele alıp
incelediğimizde malumdur ki sağlıklı bir bilgiye sahip olamayız,
çünkü bir bölgenin tarihi b ulunduğu topraklar üzerinde değil çevre il
ve ilçelerle, hatta dünya tarihi ile birlikte yaşanır. Bu nedenle Şiran
tarihini incelerken çevre il ve ilçelerin, hatta Türkiye, Dünya tarihi ile
beraber incelemek mecburiyetindeyiz. Ancak bu şekilde sağlıklı
bilgilere ulaşmış oluruz veya daha geniş anlamlı, kapsamlı bilgi ve
belgelere de ulaşmış oluruz.
Daha önce de söylediğimiz gibi bölge tarihi süreç içerisinde
daima kapalı bir alan olarak görüldüğünden şimdiye kadar bölge
hakkında kapsamlı bir araştırma yapılmadığından yazılı belgeler tam
olarak gün ışığına çıkarılmamıştır.
Son yıllarda bu araştırmaların azda olsa devam ettiğini
görmekteyiz ki bu da ilçe açısından önem arz etmektedir. En azından
Osmanlı kaynaklarından çeşitli çevriler, çeşitli kaynaklarda ve bazı
sitelerde görülmektedir. Ama bunlar yeterli olmamakla beraber bu
araştırmalara gerekli önemin verilmediği de görülmekte.
17
KRONOLİJİK SIRA İLE KISA TARİH
İÖ. Bölgenin ilk bilinen kabilesi Hattiler olarak bilinmektedir.
Bunların Orta Asya'dan geldikleri konusunda tüm tarihçiler fikir
birliği içindedir. Bu nedenle bunlara PROTO HİTİT de denir.(5)
Halen bölgede yaşayanlara haldi denilmektedir (Hadliye)
MÖ. 2300–1200 Tarihleri arasında Kafkaslardan gelen
Hititlerin bölgede 1000 yıla yakın bir süre hüküm sürdükleri
bilinmektedir.
MÖ.720–665 yılları arasında Kimmer ve İskit akınlarına maruz
kalmıştır. O dönemlerde Gümüşhane ve yöresinin yerli halkı,
Mosenekler ile Yunanlılarca Mikron diye adlandırılan topluluklardı.
Yöre halkı Urartu devletinin siyasi baskısına boyun eğmişti. Ancak
MÖ. 620 de yerli bir akın başlatan İskitler, Urartu topraklarını
yağmaladılar.
MÖ.560–550 Med istilasından sonra Urartu Krallığı yıkıldı.
Medler Erzurum, Gümüşhane bölgelerini ele geçirdiler böylece
Medlerin Şiran bölgesinde varlığı kabul gördü.
MÖ. 550–331 Bu krallık İran’dan Orta Anadolu’daki
Kapadokya’ya dek uzanan topraklarda birçok eyaletler oluşturdu. Bu
dönemde Şiran ilçesi de bu topraklar içinde bulunuyordu. Yaklaşık
400 yıl hüküm süren Persler’in çıkışı gibi yıkılışlarda ani oldu. MÖ
331 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender Pers Kralı lll. Darius’u
yenerek Pers Krallığına son verdi.
MÖ.331–64 Asur egemenliğinden kurtulan ve İran’ın
egemenliğine giren Kapadokya Keyhusrev (Kurus) zamanında 350
yıllarında ikiye ayrıldı bugünkü Sivas, Kayseri, Maraş, Kırşehir,
Niğde toprakları birinci parçaya ayrılmış buna Kapadokya adı
verilmiş. Yine bugünkü Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Giresun,
Gümüşhane, Trabzon ve Rize vilayetlerini ve dolaylarını teşkil eden
ormanlık topraklar ikinci parçaya ayrılmış ve buna da pont adı
verilmiştir ki konumuzu teşkil eden Şiran bu topraklar içerisinde
kalmaktadır.(7)
İS.64–395 Roma İmparatoru Agustus topraklarını Kelkit
Havzasına kadar genişletti. Gümüşhane bölgesi bir Perslik olarak
Roma’ya bağlandı, MS 395 yılına kadar Romalıların egemenliğinde
kaldı.
5-Ron CARTER uygarlık tarihi s. 37
6-Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Gülyüz USLU s.143
7-Tokat Vilayeti Hakkında malumat s.23
18
İS.395 Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra
Gümüşhane yöresi Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kaldı.
Bizans İmparatoru Herakleios 625 de İran’da sasanlı devleti üzerine
sefer düzenlediği zaman Kelkit vadisinden geçti. Ancak Aras yolu ile
dönüşü arasında, Kostantinopolisin Avar tehdidi altında olduğunu
gördü. Bu sırada Sasanlılar’ın baskısına uğrayan Herakleios,
Hazarlarla işbirliği sayesinde kurtuldu. O dönemde Gümüşhane yöresi
de Bizans askeri işbirliğinde rol oynayan topraklardan biri idi.
634–644 Halife Hz. Ömer döneminde Erzincan ve Erzurum'un
Arapların egemenliğine girmesiyle, Gümüşhane ve çevresi dolaysıyla
Şiran bölgesi de Arapların egemenliğini tanıdı.
Bizans, Sasani mücadelesinde önemli bir nokta olan Erzincan
ve çevresi ilk defa Hz Ömer zamanında Müslüman Arapların akınına
maruz kalmıştır. Şiran Bölgesi Bizans, Arap, Gürcü, Ermeni
Beylikleri arasında siyasi çekişme alanı olmuştur. Şiran bölgesinde
1018 Yılındaki akımların arkasından 1048 yılında daha kuvvetli Türk
akınları görülmeye başlamıştır. (8)
656–661.Yörenin yeniden Bizanslıların eline geçmesi.
685–705.Abdul Melik Arap egemenliği.
705–715. Yörede yeniden Bizans egemenliği.
8-İsmet Mir oğlu Erzincan Diyanet Ansiklopedisi (DİA) s319
19
Bayrak Tepede Top Arabası ve mescit
İLK SELÇUKLU AKINLARI
1018- Yılından başlayarak yerleşim yerleri arayan Oğuz
Türkleri Bizans sınırlarını zorlamaya başladılar. 1054 yılında Van
dolaylarına girdiler Bu yıllarda Bizans yönetiminde bulunan
Gümüşhane ve çevresi Oğuz Türklerinin eline geçtiyse de Kışın
başlamasıyla Oğuzların İran’daki karargâhlarına geri dönmeleriyle
bölge yeniden Bizanslıların eline geçti. Ancak 1071 Malazgirt
zaferinden sonra Türklerin egemenliği kesinleşti.
Horasan erenleri denen Ateşli tarikat propagandacıları Bizans
topraklarını harben işgal ediyor ve sonraları oraları tamamen İslamTürk toprağı haline getirmek için muazzam bir faaliyete girişiyorlardı.
Tarihin en dikkate şayan hadiselerden biri olan bu faaliyet büyük bir
enerji ile kısa zamanda netice veriyordu. Türk derviş gazileri bir
memleketi fetheder etmez derhal bir kısmı oraya yerleşiyor, kalan
kısmı ise ileriye doğru yürüyordu. Arkadan daima taze kuvvetler
geldiği ve en ateşli kuvvet, en ileriye sevk edildiği için bu yürüyüşün
ardı arası kesilmiyordu. Alp ve Abdal gibi isimler taşıyan bu
erenlerden Şiran ilçesine İlk yerleşenin Karaca baba olduğu tahmin
Edilmekte. Ayrıca İsa baba Seydibaba gibi erenlerin de Selçuklu boy
ve oymaklarından olduğu bugünkü kalıntılardan anlaşılmaktadır.
20
Çakırkaya Köyünde Kaya mezarları
Mengücekli İshak İle Danişmendi Melik Gazi
arasındaki Savaş 1120
1071–1175. Danişmentler, Mengücekler dönemi.1119’dan
önce Trabzon valiliğine atanan Costantin Gavras çevresindeki
Türkmenlerden destek alarak Trabzon bölgesini Bizans’tan ayrı yarı
bağımsız şekilde yönetmişti. 1140 sonlarına kadar Trabzon’da hüküm
sürdüğü kesin olan Costantin Gavras, Trabzon çevresindeki Türkmen
emirlerinden Mengücekli İshakla ittifak yaparak, 1120 de Artuklu
belek ve Danişmendi Melik Gazi kuvvetleri ile Şiran bölgesinde
karşılaştı..( Bazı kaynaklar Şiran kalesi yakınlarında yazsa da savaşın
merkezinin bugün bile tahtı Melik olarak adlandırılan İncedere
köyündeki bölge olduğunu tahmin ediyorum.) Bu savaşta Trabzon ve
Mengücekli ittifakı yenilgiye uğrayarak çok ağır bir zayiat verdiler.
Costantin Gavras’ın 5000 askeri öldürüldü, kendisi ve Mengücekli
İshak esir düştü. İshak Artuklu Beledin damadı olduğundan canını
kurtarırken, Costantin Gavras da 30 000 dinar karşılığı fidye ödeyerek
canını kurtarmıştır.(9)
9- Trabzon Saray Tarihçisi Panaretosun Kroniği
21
Çakırkaya manastırının dıştan görünüşü
1280- Yine Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi
Panaretos’un verdiği bilgilere göre Trabzon Kralı 14.Yüzyılda
Toresion (Tarsun) dağında Türkmenlere tuzak düşünmüştür.
ŞİRAANIN ZAPT EDİLMESİ
1355 yılında Haldia Dükü Kabasisiko Harekete geçip Şiran’ı
zapt ettiği gibi Suriyana kalesini boşalttığı için Şiran Trabzon sınırları
içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan İmparator 3. Aleksios
elden çıkmış olan Şiran’a gelmiş tahribatta bulunmuş ve Şiran’ı
kuşatmış, tutsak almış ise de dönüşte az sayıda Türk’ün takip etmesi
sonucu İmparatorun askerleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse
öldürülmüş ve Haldia Dükü esir alınmış. İmparator ve bu olayları
yazan Panaretos güçlükle Trabzon’a kaçıp canlarını zor
kurtarmışlardır.(10)
10- Dç. Dr. Ali ÇELİK Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki
22
Şiran Bölgesinin Trabzon Kralının Elinden alınması
1362 yılında Şebinkarahisar’ı ele geçiren ve Selçuklu
sarayından olan Kılıç Aslan Kelkit ve Şiran bölgesinde Trabzon
Kralının elinde olan kalelere yönelmiş 1368–1369–1373–1374
de ki çatışmalardan sonra bölgeyi kontrolüne alan Kılıç Aslan 1379 da
Trabzon üzerine yürümüştür. Yine Trabzon saray tarihçisine göre
1373 yılında ocak ayında Trabzon kralı şeytana uyarak Şiran’a karşı
sefere çıkmıştır. Ancak Türklerin karşı koyması ve soğuk yüzünden
geri dönmek zorunda kalır. Türkler 140 Hıristiyan öldürür, çoğu da
soğuktan telef olur.(11)
1431- Şiran ilçesi Erzurum’a bağlı bir nahiye olarak
görülmekte.
1461- Fatih Sultan Mehmet tarafından ilçenin fethi ve Osmanlı
hâkimiyetinin başlaması ve Osmanlılar dönemi.
(Osmanlı Devleti’nin bölgedeki fetih faaliyetleri, Fatih Sultan
Mehmet’in Trabzon’u almasıyla yakından ilgili olup, Şiran’a ait ilk
Osmanlı tahriri 1485 yılında yapılmıştır. Bu yazımlarda Şark-i
Karahisar sancağına bağlı olarak görünen Şiran Fatih Sultan
Mehmet’in Otlukbeli’nde Uzun Hasanla yaptığı savaştan sonra
Akkoyunlular’dan Osmanlılara geçmiştir. XVI. Yüzyıl ortalarında da
Erzurum Beylerbeyliğinin Şark-i Karahisar kazasının bir nahiyesi
olarak idari teşkilatta yer almıştır. xıx. Yüzyıl boyunca Şiran’ın idare
Yapısı pek çok değişikliğe maruz kalmıştır. Erzurum,
Erzincan, Trabzon, Bayburt sancakları arasında yer değiştiren Şiran
kazasını bazen de Kelkit’e bağlı bir nahiye olarak karşımıza
çıkmaktadır.
1473-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlandı.
1634-Evliya Çelebi’nin Şiran’ı ziyareti. Evliya Çelebi Şiran’ı
ziyaretinde Seyahatnameye şöyle bir not düşmüştür. Bu notunda ilçe
için şu bilgileri vermiştir ama bilgilerin fazla abartılı olduğu
inancındayım. Şiran kalesi olarak söz ettiği yer Erenkaya köyündeki
kale kalıntısıdır.
Buradan kalkıp, (Koyulhisar) beş saatte Kara Yakup köyüne
geldik, Oradan üç saatte korkun kayası menziline, oradan bir saatte
Baru köyüne, oradan geçip Tekman beli denen yaman bele geldik.
(Fındıklı belin Güneyi Osman Ağa mezarlığının bulunduğu mevki)
Burası yedi sekiz ay karla kaplı kalır, kışın şiddetinden kuş uçmaz
kervan geçmez bir yer. Her neyse burayı da bin bir zorlukla geçip kadı
oğlu menziline vardık (Kadıçayırı’nın eski yeri) Müslüman ve Ermeni
köyüdür fakat zeamet olduğundan mamurdur. Buradan dört saatte
ŞİRAN KALESİNE geldik, kasaba gibi Müslüman mamur köydür.
11- Panaretos Ali Şükrü AYGÜN
23
Ara Köyünde Bir Başka Kaya Mezarı
Buradan dört saat gidince KARACALAR Köyü konağına vardık.
Zeamet olup Müslüman ve ermeni köyüdür. Buradan beş saatte
Sarıcalar köyü menziline varıldı. Oradan ileri Salut belini (Çilhoroz
geçidinin Güneyi) yüz bin zorlukla geçerek Kelkit arası sahrasın
vardık.(12)
1667- Şiran’ın yeniden Erzurum’a bağlanması.
1725-Şiran’ın yeniden Şebinkarahisar’a bağlanması
1730-Şiran’ın yeniden Erzurum’a bağlanması
1764-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlanması
1814-Karaca köyünün ilçe merkezi yapılması
12- Evliya Çelebi
Seyahatnamesi c.2 s. 538
24
Çakırkaya köyü şapelin tahrip edilmiş iç kısmı
1839-Şiran’ın Erzincan’a bağlanması
1841-Şiran’ın Erzurum’a bağlanması
1865-Şiran’ın Gümüşhane’ye bağlanması
1873-Şiran’ın Şebinkarahisar’a bağlanması
1877-Belediye teşkilatının kurulması
1879-Şiran’ın Bayburt’a bağlanması
1884-Şiran’ın Gümüşhane’ye bağlanması.
25
Erenkaya Köyü kilise kalıntısı
Devletin Resmi Kayıtlarında Şiran
İki Yıl Hem Gümüşhane’ye, Hem Erzurum’a Bağlıydı
1865’e kadar Erzurum Eyaletine bağlı olan Şiran kazası 18861868 yılları arası devlet salnamelerinde hem Gümüşhane’ye, hem de
Erzurum’a bağlı kazalar arasında gösterilmiştir. Bir kazanın iki
eyalete aynı anda bağlı olmasının mümkün olmayacağının bilindiği ve
elimizde bu yıllarda Şiran’ın idari yapısını ortaya koyacak veri
bulunmadığı için Şiran’ın idari yapısını net olarak ortaya koymak
şimdilik mümkün gözükmemektedir.
Erzurum ve Trabzon Eyaletlerinin Şiran Rekabeti
Kelkit ve Şiran kazalarının Erzincan’a bağlanması yolunda
bilhassa xıx. Yüzyılın ikinci yarsında birçok yazışma yapılmıştır. Bu
İki kazanın Erzincan’a bağlanmaları yöre halkı ile Trabzon ve
Erzurum vilayetleri arasında uzun sür müzakereler yapılmasına neden
olmuştur. Her iki vilayetin valileri söz konusu kazaların kendi
vilayetlerine bağlı kalmasını bir takım gerekçelerle ileri sürüyor ve bu
bağlamda Osmanlı Hükümetine yazılar gönderiyorlardı. Kelkit
kazasının merkezi olan Çiftlik kasabası Erzincan’a 14 saat uzaklıkta
iken Gümüşhane’ye sadece 10 saat mesafede bulunmaktaydı. 72
26
köylük kazanın 25 köyü Erzincan’a kalan 47 köyü Gümüşhane’ye
daha yakındı. Diğer yandan Şiran köylerinin tamamı Gümüşhane’ye
daha yakındı. Bu nedenle Osmanlı Hükümeti Şiran’ın Gümüşhane
Sancağına bağlı kalmasına karar verdi. İdari yapıdaki bu değişiklik
1868 yılı devlet salnamelerine yansımış Şiran Gümüşhane’ye bağlı
gösterilmiştir.
Erzurum Valiliği Şiran’ın Gümüşhane’ye
Bağlanmasını İçine Sindiremedi
Şiran’ın Erzurum bağlanmasını kabullenemeyen Erzurum
Valiliği, bu tarihlerde Erzincan’ın ıv. Ordu merkezi olmasını ileri
sürerek Kelkit ve Şiran’ın Erzincan’a bağlı olması isteğini bildirdi.
Erzurum Valiliğine göre ıv. Ordu merkezi olan Erzincan’ın kereste,
yakacak, odun ve zahire gibi ihtiyaçlarının karşılanması için
daimi surette Kelkit ve Şiran bölgesine başvurulmaktaydı. Özellikle
Kelkit ve buranın bir köyü olan Köse düzlükleri bu bölgedeki en
mühim tahıl merkezlerindendi. Bayburt ve Tercan’la birlikte KelkitŞiran hattı uzun yıllar Trabzon limanına hububat yığan bir depo görevi
yapmıştı. İşte bu özellikleri dolaysıyla Kelkit-Şiran bölgesine duyulan
ihtiyaç hem Erzurum, hem Trabzon bölgesince dile getiriliyordu.
Erzurum valiliğinin söz konusu istekleri Trabzon vilayetine de
iletiliyor ve oranın da bu husustaki fikri soruluyordu. Ancak Osmanlı
Hükümeti Erzurum valiliğinin Şiran’ın kendilerine bağlanması için
ileri sürdüğü gerekçeleri tatmin edici bulmadı, dolaysıyla Şiran’ın
Gümüşhane sancağına bağlanmasının daha uygun olacağı fikri ön
plana çıktı ve b u fikir kabul gördü.
Osmanlı Hükümetinin Şiran’ı Gümüşhane’ye
Bağlama Gerekçeleri
Bir yerleşim yerinin herhangi bir sancağa bağlanmasında bazı
hususlara dikkat edilirdi. Bu hususlar arasında halkın bağlı olduğu
idare merkezinde işlerini zamanında görmesi alış veriş ve sair işlerde
zorluklarla karşılaşmadan işlerini halledebilmesi öncelikler
arasındaydı bunlara ilaveten kaza, nahiye, köylerin idarece hangi
tarafa yakın ise oraya bağlanması hususuna da dikkat edilirdi.
Osmanlı Hükümeti Hem Trabzon valiliğine, hem Erzurum
valiliğine gönderdiği yazılarda Şiran ve Kelkit’in hangi vilayete yakın
olduğunu sormuştu. Trabzon vilayetinden verilen bütün cevaplarda
Şiran ve Kelkit’in her bakımdan Gümüşhane’yle ilişkili olduğu ve
dolaysıyla buraya bağlı kalmaları gerektiği şeklindeydi. Sonuçta 1868
27
Gökçeler köyü tarihi kilise taşlarından yapılmış çeşme
yılından itibaren Kelkit ve Şiran Gümüşhane sancağına bağlandı.
(Kesin olmamakla beraber çünkü daha sonra tekrar Bayburt ve
Erzincan’a bağlanacak Gümüşhane’ye kesin bağlanma 1884 yılında
olacaktır.)(13)
Devletin Resmi Kayıtlarına Göre Şiran
Trabzon salnamelerine göre Şiran kasabası birkaç tepe arsında
oldukça düz bir yerde kurulmuş bir yerleşim alanıdır. Kazada soğuğa
dayanmak için evler tek katlı ve üzerleri toprakla örtülü olarak inşa
edilmiştir. Halkı Tarım ve çobanlıkla geçinir ve arkasından şöyle
devam eder. <<Bu tarafları vilayetin arzı sahiliyesine benzemediği
gibi ahalisinin teşkilatı uzviyeleri, adet ve ahlakı, şive ve lisanları
da deniz kıyısında mütavattin olan halkla asla mukayese edilemez.
Sahile yakın olan yerlerin engebeli arazisine… Saatlerce uzanan
müthiş ormanlarına, korkunç uçurumlarına, ikliminin inatçı,
ahalisinin yüzü gülmez yüzlerinin çalak olmalarına mukabil… Bu
taraflarda insan az çok uzayıp giden düz ovalardan, çıplak ve
hüzün-engin kayalardan, dağlardan ekseriye pek düzgün ve
değişmez bir halde geçen mevsimden, SADE DİL TEMBEL
DAİMA KAZA VE KADERDEN ŞİKÂYET BİR HALK ile
SEFİL MESKÜN köylerden başka bir şey görülmez... Şiran
kasabası yüz haneli bir köydür.
13- Trabzon Salnameleri 1905 s187-390
28
Çakırkaya Şapelin dı görünüşü
Şiran ahalisi sağlam bünyeli insanlardır. Vilayetin sahil
kemsinde olduğu gibi soluk benizli insanlara bu taraflarda hemen
hiç tesadüf olunmaz.
Şiran Kazasının nüfusu erkek ve kadın 15285 İslam ve
1693Rrum 222 Ermeni’den ibarettir. Ahali ziraat ve çobanlıkla
meşgul olurlar Hâsılatın arasında en mühimi buğday ile arpadır.
Vesait, nakliye, yokluk, yol yokluğu gibi bazı sebeplerden dolayı
ahalinin yarısı Rusya’ya bir kısmı da vilayetin bazı
kasabalarına gitmeye mecbur olurlar ve merkezi vilayet ile
kasabalara gidenler
oralarda hamallık ederler. İçlerinde hali vakti iyi olanlar
ma’i çuhadan şalvar ve palto giymekte, fukarası da bezden şalvar
ve mintan giymektedir.
Şiran’da okuryazar pek az adam vardır her konuda geri
olduğu gibi maarif konusunda da bu tarafların pek geri kaldığını
söylemeye lüzum yoktur (Trabzon salnameleri)
Onun için Ahmet Şiran-i yayınladığı bir yazısında
Şiran’da iken saban süre, Süre kök kaza, kaza demire dönmüş
olan parmaklarımı olmadı yazıya alıştıramadım demiştir.(14)
14- Selahattin Tozlu Hayrü-l kelam nr.16-20 1329 s. 121,122
29
Gökçeler köyü kale kalıntısı
19.Yüz yılın yaarısında
Şiran Kazası ve Nahiyelerinin Nüfusu ne kadardı
1881 yılında Şiran Kazası Aşağı Tersun, Seydibaba, Korzaf,
Uluşiran ve Sarıca adlı 5 nahiyeden oluşmaktaydı. Bu tarihte Şiran
kazasını 69 köyü olup bunun 13’ü Aşağı Tersun nahiyesine, 19’u
Seydibaba nahiyesine, 12’si Uluşiran nahiyesine, 13’ü Korzaf
nahiyesine ve 12’si de Sarıca nahiyesine bağlı bulunmaktaydı.
Köyleriyle beraber Şiran’ın nüfusu 1881 yılında 5151 kişiden
ibaretti. Nüfusun %85’ini Müslümanlar (4392 kişi) %15’ini (759 kişi)
gayri Müslimler teşkil etmekteydi.
Şiran Kazasının Nahiyeleri
1881 yılında Şiran kazasına bağlı 5 nahiye bulunmaktaydı. Bu
nahiyelerin köy ve nüfus sayısı aşağıdaki gibiydi
.
1-Aşağı Tersun Nahiyesi: 1881 yılında Müdürlüğünü Ali
Efendinin yürüttüğü nahiyeye 13 köy bağlıydı. Toplam 1001 erkek
nüfusun yaşadığı nahiyenin 649 kişiyle büyük çoğunluğunu
Müslümanlar teşkil ediyordu. Nahiyede 352 kişi gayrimüslim nüfus
vardı.
2-Seydibaba Nahiyesi: 1881 yılında 19 köyü bulunan
nahiyede erkek sayısı 1001 kişiydi. Bunun 796’sını Müslümanlar
oluştururken, 25’ide gayrimüslimlerden meydana geliyordu.
Nahiyenin Müdürlük görevini Tahir ağa yürütüyordu.
30
İlçede eski evlerden biri
3-Korzaf Nahiyesi: Korzaf Nahiyesinde gayrimüslim nüfus
yoktu toplam nüfus 1014’tü 13 köyü bulunan nahiyenin müdürlüğünü
Mehmed Ağa yapmaktaydı.
4-Uluşiran Nahiyesi: 1881 yılında 12 köyü bulunan
nahiyenin müdürlüğünü Osman Efendi yapmaktaydı. Erkek nüfus
sayısı10064 idi bunların 854 Müslüman gri kalanı ise gayrimüslimdi.
5-Sarıca Nahiyesi: Toplam nüfus 10071 kişiydi899
Müslüman, 172 si gayrimüslim idi.
müdürlüğünü Hasan bey yapmaktaydı.
12 köyü olan nahiyenin
Şiran’da Nüfus Patlaması
1887 yılına gelindiğinde Şiran 5 nahiye 92 köyden oluşan bir kaza
durumuna gelmişti. Aynı yıl köylerle birlikte 2282 hanede yaşayan
insan sayısı 15002 kişiydi. 1881 yılındaki nüfusla karşılaştırdığımızda
Şiran’da bir nüfus patlamasının yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
7974 kişiyle erkekler nüfusun %53’ünü 7028 kişiyle de kadınlar
nüfusun%47’sini teşkil etmekteydi. Nüfusun %88
gibi çok büyük çoğunluğunu oluştururken, %9’unu Rumlar,
%2’sini yabancılar, %1’ini de Ermeniler teşkil etmekteydi.
31
Şiran Köylerinin Temettuat Defterleri
Temettuat defterlerine şehir, kaza, kasaba, nahiye, köy, mezra,
çiftlik gibi yerleşim birimlerinde yaşayan Müslüman ve gayrimüslim
ahalinin emlâk, arazi ve gayrimenkulleri ile yetiştirilen ürünler ve
bütün cins hayvanlar teker, teker yazılmıştır. Bu özellikleri ile
Temettuat defterleri Osmanlı taşra iktisadi ve sosyal yapısına ait
istatiksel verileri içermektedir. Bu defterde hane reislerinin şöhretleri,
isimleri, lakapları, meslekleri, resmi görevleri ve etnik yapıları gibi
bütün ayrıntıların verilmiş olması tarih açısından önemli bir kaynak
olarak değerlendirilmelidir. Bu defterlerde vergi mükellefi olarak hane
reisinin ismi yazılmıştır. Dolaysıyla ortalama bir hane nüfusu
üzerinden toplam nüfusu bulmak mümkündür.
Başbakanlık arşivlerinde bulunan defterlerin bir kısmının
1840, Şiran ve köylerinin kayıtlı olduğu defterler ise 1845 tarihlidir.
Aşağıda 1845 yılında Şiran’a bağlı köylerin Temettuat defterlerinin
bir listesini veriyoruz. Her köyün Karşısına Temettuat defterinin kaç
sayfadan oluştuğu da yazılmıştır.
1-Şemuki Köyü
2-Köçiköy
3-Kuzan
3-Şiran
4-Ursun
5-Kirtanos Köyü
12 Sahife
4 Sahife
12 sahife (Örenkale)
8 Sahife (Küçük bir köy olsa gerek
4 Sahife
8 Sahife (Akyayla)
32
6-Telme Köyü
16 Sahife
7-Ara Köyü
12 Sahife
8-Törnük Köyü
Sahife sayısı tespit edilemedi.
9-Hozmanı Ulya
8 Sahife (yukarı hozman)
10-Hozman-ı Sufla 8 Sahife
11-Aksıran Köyü
8 Sahife
12-Aliş köyü
12 sahife
13-Gersud-ulya
12 sahife (Yukarı Kulaca)
14-Seydiköy
28 sahife (Seydibaba)
15-Zimon Köyü
8 sahife (Çevrepınar)
16-Kelif Köyü
8 sahife (Çatmalar)
17-Civrişon Köyü
8 sahife (Konaklı)
18-Sadık köyü
8 sahife
19-Ergo Köyü
4 sahife (Söğütlü)
20-Mertekl köyü
12 sahife
21-Çengeriş köyü
8 sahife (Alacahan)
22-İne köy
20 sahife
23-Beşkilse köyü
8 sahife (Ozanca)
24-Cigan köyü
8 sahife
25-Masuran köyü
4 sahife (Kadıçayırı)
26-Ekradı Şadılı Halkın taifesinden Halkın mezrası 28 sahife
27-sarıca köyü
28 sahife
28-Sefker köyü
12 sahife (Evren)
29-Çirmiş köyü
12 sahife (Aksaray)
30-Çaköz köyü
18 sahife (Beydere)
31-Öksid köyü
8 sahife (Bilgili)
32-Tersun köyü
8 sahife (İslam Tersun)
33-Y.Tersun Köyü
8 sahife (Dilekyolu)
34-Cender Köyü
4 sahife (Yolbilen)
35-A.Tersun Köyü
4 sahife (Gökçeler)
36-Karaşeyh Köyü
8 sahife
37-Kozağaç Köyü
12 sahife
38-Gürnaş Köyü
12 sahife
39-Gersud- Zir
8 sahife (Bahçeli)
40-Karaca Köyü
28 sahife
41-Kelur Köyü
8 sahife (Çakırkaya)
42-Babuş köyü
4 sahife
43-Zarabut Köyü
16 sahife (Söğütalan)
44-Giriftli Köyü
12 sahife
45-Hormonos Köyü 12 sahife (Koyunbaba)
46-Çal Köyü
8 sahife
47-Karınca köyü
20 sahife (15)
15- Dç DR Bayram Nazır Makale
33
Ara köyü kemer
Seydibaba köyü tarihi mezar taşları
34
İlçe merkez Camii
İDARİ YAPI
1473 yılında Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi fethinden sonra
Şiran bölgesinin idari yapısı ve imarı için büyük mücadele
başlatılmıştır. Nitekim 1485 tarihli tahriri defterlerine bakılırsa Şiran
ve çevresindeki kaza ve nahiyelerin, köylerin yaklaşık %38’nin ve
mezraların % 45’nin boş veya terk edilmiş olduğu görülmektedir.(16)
Büyük ve köy bakımından daha istikrarlı olan Şiran
Akşehirabad ve Suşehri gibi nahiyeler şarkî Karahisar Sancağı’nın
doğu ve güney kesimlerinde bulunmaktadır. Bu bölgede daha sonra
Şiran nahiyesine katılacak olan Güdül, Gezenger ve civarında bulunan
köylerin çoğunun harap ve boş olduğu görülmektedir.(17)
IV. yüzyılın sonları ve XVI. Yüz yılın başlarında yapılan iskân
faaliyetleri neticesinde Şiran bölgesinin yeniden canlandırılmaya
çalışıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle Osmanlı hâkimiyetinin tam
olarak sağlanmasından sonra bölgede çalışmalar yoğunluk
kazanmıştır.
Sultan II. Beyazıt 1509 tarihinde bölgeyi Trabzon valisi olan
Şehzade Selimin oğlu olan Şehzade Süleyman’a şehzade sancağı
olarak tahsis etmiştir. Şiran bu dönemde nahiye statüsünde olup
16- Fatma Acun Osmanlı
gelişmesinde devletin rolü.
döneminde
Anadolu
şehirlerinin
17- Fatma Acun Karahisarı Şarki ve Koyul hisar kazaları örneğinde Osmanlı Taşra
teşkilatı
35
(Uluya Şiran Şimdiki merkez o dönemde karaca Köyü idi)
Şarki Karahisar Sancağı’na bağlanmıştır.(18)
XVI. yüzyıla gelindiğinde Şiran bölgesinin iskânının büyük
ölçüde tamamlandığı görülmektedir. 1547 yılında yapılan tahrirde
daha önceden müstakil olan Gezenger, Serin ve Menkufe Nahiyeleri
köy haline dönüştürülerek Şiran nahiyesine bağlanmıştır.(19)
1569 tarihli defterde ise defter harici kaydedilen birçok köyün
bu dönemde Şiran nahiyesine bağlandığı, buradan boş ve harap olan
köylerin
iskâna
açılarak
sonraki
tahriride
yer
aldığı
anlaşılmaktadır.(20) Şiran’ın Osmanlı hâkimiyetine girdiği andan
itibaren şarki Karahisar-ı Sancağı’nın önemli kazalarından biri
olmuştur. Ve en uzun sürse bazen nahiye, bazen da kaza olarak Bu
sancağa bağlı kalarak idari yapı içerisindeki yerini almıştır.
XVII. yüzyıla gelindiğinde nahiye konumunu sürdüren Şiran
ilk defa Cafer Efendi tarafından hazırlanan Evail-i Cemaziyel-evvel
1052/6 ağustos 1642 tarihli avarız defterinde kayıt altına alınmıştır.
Erzurum, Erzincan, Bayburt, Hınıs, İspir, Kelkit, Kemah, Kız-uçan,
Koğanis, Pasin, Tercan ve tortum adlı yerlerle birlikte kaza olarak
kaydedilmiş; Böylece Şiran nahiyesine KAZA olarak ilk defa
rastlamış oluyoruz. Ama bu konumunu sadece Erzurum Sancağı’na
bağlı iken kaza olarak görüyoruz. Daha sonra Şarki Karahisar
sancağına nahiye olarak bağlanmıştır.(21)
Evliya çelebinin Seyahatnamesinde Şiran ile ilgili olarak:
Menzil-i karye-i (Uzak yerlere giden habercilerin köyü, konakladığı
yer) Şiran kasaba-misal Şebin Sancağı hududunda Ermeni ve
Müslümanlı ma’mür karyedir (Erenkaya köyündeki merkez
için) şeklinde bilgi verilmekte ve bölgenin menzil köyü olduğundan
bahsedilmektedir.(22)
Burada dikkat edilmesi gereken husus seyahat namede
Şiran’dan söz ederken bir bölümde Müslüman ve ermeni köyü derken
bu o günlerde kaza merkezi olan Ulya Şiran bugünkü Erenkaya
köyüdür. Yine seyahat namenin bir başka yerinde 49 Müslüman
hanenin yaşadığı bir yer derken orası da o günlerde karaca köyü olan
bugünkü ilçe merkezidir.
18- Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği s. 229-230
19- Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği
20- Eyüp Kul 1642 tarihli Erzurum avarız defterine Göre Şiran
kazası
21- Evliya Çelebi Derviş Mehmet Zilli-Kahraman Dağlı İstanbul 1999
22- Evliya Çelebi Seyahat namesi c: 2 s. 538
36
1642 Tarihli Erzurum vergi defteri Cafer Efendinin kaydında
ise ‘’Haneha-i zımmıyan-ı karye-i mezbur 49 gayri müslüm hanenin
bulunduğu bir yer olarak kaydedilmiştir.(23) Bu bilgilerden de
anlaşıldığına göre Evliya çelebi Şiran’a gelmeden önce ilçede iskan
işlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır.
1642 TARİHLİ ERZURUM VERGİ DEFTERİNDE ŞİRAN KAZASI
Bu tarihte Erzurum eyaletine bağlı olan Şiran 1642 tarihli avarız
(Savaş hallerinde Osmanlılar döneminde halktan alınan geçici vergi.
Faka daha sonraki yıllarda geçici olarak alınan bu vergi kalıcı hale
getirilmiştir) defterinde defter-i haneha-i ehl-i menasıb ve reaya-yı
Müslümanan ve zımmıyan-ı kazy-ı Şiryan şeklinde geçmektedir.(24)
Bu tarihte Şiran kazasına 62 köy tabi olup, bazı köyler Müslim,
bazı köyler gayri Müslim, bazı köylerinde Müslim ve gayri
Müslimlerin birlikte yaşadığı köylerdir.(25)
s.868 (Maliyeden Müdevver Defterler)
24- Eyüp KUL, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289).
"1642 Tarihli Avarız Defterine Göre Şiran Kazası ve Köyleri",
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44,
Erzurum 2010, s.271-289.
25- MAD. 5152 s.686
23- MAD 5152
37
1642 tarihli Erzurum avarız (vergi) Defteri incelendiğinde bu
yıllarda Şiran bölgesinin ekonomik açıdan pek de iyi durumda
olmadığı görülmektedir. Sebebi ne sayılırsa sayılsın ister 1230’lu
yıllardaki Moğol baskıları veya 1402 yılındaki Timur han’ın
Anadolu’yu yakıp yıkması sonucu bu defterlere baktığımızda Şiran
bölgesindeki köylerin bazılarının boş, bazılarının virane bir halde
oldukları belirtilmiştir. Bu durum karşısında bazı köylerin yeniden
şenlendirilip iskâna açılması için dönemin padişahı tarafından bu
köylere yerleşecek ailelerin vergiden muaf tutulduğu anlaşılmaktadır.
Hatta vakfetmek veya kiraya vermek şartıyla iskânın sağlanması
yoluna gidilmiştir. Bazı köylere askeri görevliler yerleştirilmiştir.
ASKERİ ZÜMRE-EHL-İ ÖRF
Ehl-i örf zümresinden Şiran kazası dâhilinde bir alay beyinin
bulunduğu görülmektedir. 1642 tarihli defterde Miyadun köyünde(26)
ikamet eden dergah-ı ali Sipahilerinden Ali veledi Seydi Hüseyin ile
ilgili olarak ‘’sipahi ulufesin hazineye sabit idüp Karahisar
alaybeyliğine ba-berat-ı şerif şeklinde bir kayıt bulunmaktadır.(27) Bu
kayıtta ulufesini hazineye devreden ali’nin, Şarkı Karahisar Beyliğine
berat ile tayin edildiği anlaşılmaktadır.
Şiran kazasında bulunan diğer bir ehli örf görevlisi de yeniçeri
serdarıdır. Ancak bu yeniçeri serdarı da alaybeyliği gibi, Şiran
kazasında ikamet etmekte olup Karahisar’ın yeniçeri serdarı olarak
görev yapmaktaydı.(28)
Yine Şiran Kazası’na bağlı olan köylerden Karaca köyünde 2,
sarıca ve Seydibaba köylerinde birer zaim olmak üzere 4 zeamet
sahibi(29) bulunmaktaydı. Seydibaba köyündeki zeamet sahibinin
Gersut köyünü tasarruf eden bir zaim olduğu belirtilmiştir Persut
köyünün(30) ise harabe viran hiç kimsenin yaşamadığı kaydedilmiştir.
Ancak bu köyle ilgili olarak defterdeki kayıtta zeamet tasarruf eden ali
adlı bir kişiye şenlendirilmek üzere verildiği karşılığında da Ali’nin
her sene devlete 200 akçe avarız bedelini peşin olarak kabul ettiği
anlaşılmaktadır.
26-‘’Miadon’’ Son teşkilatı Mülkiyede köylerimiz İstanbul 1928 s.884
27- MAD. 5152 s.713
28- MAD.5152.s.713
30- Karye-i Mezbur MAD. 5152 s. 713
38
Bu görevlilerden başka yeniçeri dergâh-ı âli sipahileri ve
cebecilerin olduğu görülmektedir. Hormonos Köyünde karakaş veledi
Abdullah adlı kişi yeniçeri zümresindendi.(31) Gersud-ı Ulya (Yukarı
gersud) Norşin(32) Çakus, Günbatur, Çermiş köylerinde birer eskiden
yeniçeri olan beşenin(33) (Beşe paşa unvanının alt türü) varlığı tespit
edilmektedir. Karaca, Teelme, Sefker, Semaden, Sarıca, Arguri(34)
birer olmak üzere 6 hane de sipahinin(35) olduğu görülmektedir.
Bunlara ilave olarak çeşitli köylerde ikamet eden 20 sipahizade
vardır. Bunlardan Hozman-ı Sufla ile Darıbükü köyündeki
sipahizadeler ile ilgili olarak defterde geçen ‘’sipahizade olduğuna
babası berat etmiştir’’ ve ‘’Sipahizade olduğuna suret-i defter ibraz
etmiştir.’’ Şeklindeki kayıttan tahriri sırasında babaları tarafından
berat ibraz edildiği(36) anlaşılmaktadır. Yine MERTEKLİ köyünde 4
sipahi oğlundan 3 tanesinin sipahizade olduğu kayıtlarda
görülmektedir. Sefker, şemuki, ve Darıbükü köylerinde birer çankereş
(Cengeriş) köyünde ise 2 cebeci (Cebeci silah yapan tamir eden,
Osmanlılarda ordunun silahını tamir eden bir asker sınıfı) ikamet
etmekteydi.(37)
Eyalet askerleri içinde 72 tımar (Osmanlı döneminde kamu
arazisi sahibi) olup bunlardan 13’ü Karaca köyünde (38)
bulunmaktadır. Mısıran Köyüne tabii osuk mezrasında bulunan Ali
veledi Aslanın Akdağ bölgesinde arazi sahibi olduğu görülmektedir.
Yine Küllifeş köyünde bulunan 4 tımar sahibinden Osman veledi
Hüseyin adlı kişinin Hüseyin oğlu köyünün tımar sahibi olduğu kayt
edilmiştir. Kozağaç köyünde ise 4 tımar sahibi mevcuttur. Bunlardan
hem bu köyün sahibi, hem de başka bir tımar sahibinin zeminine 40
kilelik vergi verdiği bilinmektedir. Lebarid köyünde bulunan 3 tımar
sahibinden Yusuf veledi Bekir adlı kişinin Kördemir köyü tımar sahibi
olduğu kayıt edilmiştir.
31- MAD.5152.s. 707
32- MAD Norşon Köylerimiz s. 884
33- MAD. 5152. s. 689-693-696-706-710
34- Telme köylerimiz s. 883
35- MAD.5152.s 697-698-699-705-708-718 (E.Kul)
36- MAD.5152 s. 693-724
37- MAD. 5152 s. 719
38- MAD.5152 s. 697
39
Şiran kazasına
Bağlı Köylerde askeri Teşkilata mensup görevliler.
Ala
y
beğ
i
1
Yeniçe Zai
ri
m
serdarı
1
5
Beş
e
sipa
hi
cebe
ci
5
26
5
Tıma
r
erba
bı
72
yeeniçe
ri
topla
m
1
116
Görüldüğü üzere 1642 tarihinde Şiran Kazasına bağlı köylerde ehl-i
örf sınıfına mensup 116 kişi bulunmakta olup bunların yaklaşık % 60
lık kısmını tımar sahibi sipahi, geri kalanını da diğer askeri zümre
sınıfları oluşturmaktaydı.
DİNİ GÖREVLİLER- EHL-İ ŞER
Aynı defterde dini görevlilerle ilgili kayıt da tutulmuş ancak bu
yıllarda kazada kadı ile ilgili bir kayıt bulunmamaktadır. Kazada
BABACAN köyünde Seyyid Hüseyin veled-i Emrullah adlı kişi(39)
ile BEŞKİLİSE köyünde Seyyid molla Hüseyin ile onun oğlu Seyyid
Hüseyin adlı kişiler olmak üzere saadeti kiramdan 3 kişi b
ulunmaktadır. Beşkilise köyündeki bu seyitlerle ilgili olarak defterde
geçen ‘’Seyyid Molla Hüseyin ma’a Seyyid Hüseyin veled-i imam-ı
karye-i Mezbur adlı kayıttan bu seyitlerin köyün imamlığını birlikte
yaptıkları anlaşılmaktadır.
HOZMAN- ULYA ile HOZMAN-I SUFLA Köylerinde birer
SEYDİBABA Köyünde ise 2 hane olmak üzere padişah
berat verilmiş olan 4 zaviye şeyhi bulunmaktaydı(40) Ayrıca Kovares
köyünde de bir zaviye şeyhi olup, Şiran kazası dâhilinde toplam 5
zaviye şeyhinin olduğu görülmrktedir. Keredam köyünde ise bir şeyh,
Hozman-ı Ulyada (Yukarı Hozman) 3 sedibab köyünde birine padişah
tarafından berat verilmiş 6 adet şeyh oğulları olup toplam 9 şeyh
zadenin olduğu görülmektedir.
Kırtanus
:1
Karaşeyh
:1
Hozman-ı Sufla : 1
Mertekli
:1
Karaca
:1
Ara
:1
Sarıca
:1
39-MAD. 5152 s.711
40-MAD.5152 s. 692-711
40
Tamara
Çengereş
Pağnek
Haydarik
İnözü
:1
:1
:1
:1
:1
Yukarıda isimleri yazılı köylerde de birer imam olmak üzere
toplam 12 imam bulunmaktaydı. Sarıca köyündeki imamın aynı
zamanda hatiplik görevini yerine getirdiği belirtilmektedir. Karaca
Köyünde bir hatip ile padişah tarafından berat verilmiş bir müezzin
bulunmaktadır. Şiran kazasında şeyh, şeyh zade imam, müezzin
dışında 20 hanede molla bulunmaktadır.
Ayrıca gayri Müslim hanelerden Tersun köyünde Odasil
veled-i lokas adlı bir keşişin olduğu görülmektedir.
Şiran Kazasına Bağlı Köylerde Din Görevlileri
Sadatı
kiram
3
Zaviye
şeyhi
5
Şeyh
zade
İmam
Müezzin
hatib
Molla
1/9
12
1
1
20
Keeşiş
1
Top
lam
54
1642 yılında Şiran Kazasına bağlı Köyler
Köy adı
Şiryan
Zarabud
Kürtanes
Karaşeyh
Gersud-ı
Ulya
Gersud-ı
sufla
Müs
Açılama
Dini
Görevli
Askeri
Görev
3
11
13
13
Gayri
müsl
49
1
1
19
2
2
-
1
3
1
1
Kırtanus
-
7
14
-
-
-
Erenkaya
GERSUD-I SUFLA veya GERSUD-I ZİR: Aşağı Gersud Şiran
Kazasına tabi Gersud-ı Zir kariyesinden hayır sahibi Cansız oğlu Salih
Ağa oğlu Hüseyin Ağanın vakfıdır. Salih ağa 1500 kuruş vakfederek
bu paranın diğer vakıflar gibi % 15 üzere kara verilmesini istemiştir.
Salih ağa elde edilecek gelirin 200 kuruşunu yıllık olarak köydeki
caminin hatibine, 25 kuruşunu da caminin aydınlatılması için
kullanılmasını istemiştir.(41)
Keredam
10
2
1
-
41
KEREDAAM: 1569 Yılında 60 Müslüman’ın bulunduğu bu köyün
zaviye vakfı olduğu, menzil gâh olması dolaysıyla avarız-ı divaniye ve
tekâlif-i örfiyyeden muaf olduğu görülmektedir.(42) 1642 tarihli
defterde köyün 10 Müslüman hane ile 2 gayrimüslim hane olmak
üzere 12 haneden oluştuğu anlaşılmaktadır.(43) Bu kayıtlardan köyde
daha önceden kayıt edilen zaviye ile ilgili bir kayıt bulunmasa da
diğer evraklarda şeyh Hüseyin ve İsa baba isimleri altında kayıtlara
rastlanmaktadır. Fakat vergi muafiyeti kayıtlarına henüz
rastlanmamıştır.
Hozman-ı
ulya
5
-
4
-
-
HOZMAN-I ULYA: Yukarı Hozman, 1520 ve 1569 tarihli tahrir
defterlerinde ‘’karye- Hozman-ı Bala’’ diye kaydedilmiş olup 1569 da
5 inin zaviye dar olduğu 7 Müslüman haneden oluşmaktadır. Tahriri
defterlerinde burasının zaviye vakfı olduğu görülmektedir.(44) 1642
tarihli defterde burada bir zaviyenin olduğu, Ahmet oğlu Bekir Şeyh
adlı kişinin zaviyenin şeyhliğini berat ile yaptığı anlaşılmaktadır.(45)
Hozman-ı
sufla
Aşağı
Hozman
HOZMAN-I SUFLA : Aşağı Hozman 1520 ve 1569 tarihli tahrir
defterlerinde karye-i Hozman diye kaydedilen bu köyde meskün
halkın tamamı zaviyedarzade olduğu 17 zaviyedarzadegehan
bulunduğu görülmektedir. Ayrıca bu köy zaviyenin vakfı olarak
kaydedilmiştir.(46) 1642 tarihli defterde Şeyh İlyas oğlu Yakup adlı
kişinin zaviye şeyhliğini berat ile yaptığına dair kayıt tahriri
defterlerindekilerle örtüşmektedir.
10
-
3
6
41- Yrd. Dç İsmail kıvrım Vakfiye Defteri no 607 s.92 sıra 146 14
mar
42- Karahisari şarki kazası s. 84
43- MAD. 5152 s. 691
44- Dr. Sinan Ali Bilgili
45- MAD. 5152 s713
Karahisarı şarkı kazası s.84
46- Dç. DR. Ali Sinan Bilgili Karahisarı Şarki kazası s. 84
42
Köy adı
Müslüm Gayri Müs
2
-
-
-
Mumya
-
3
-
-
Kelif
21
1
-
1
-
1
6
-
1
Öksğüt
10
-
2
4
-
kalif
Norşin
Oksavit
mertekli
MERTEKLİ: 1569 tarihli defterlerde Mertekli, Merteklü veya
Merdekler diye kaydına rastlanmaktadır. Köyde 1569 da 7 si
sipahizade olmak üzere 28 nefer Müslüman ikamet etmekteydi.(47)
Erzurum vergi defterinde bu köyle ilgili olarak karye-i Mezbur
memerr (herkesin geçtiği yol) ve mi’ber olup yaz ve kış da ayende ve
revendenin uğrağı ve menzilgahı iken yoldan hariç bazı karyeler muaf
olup ebna-i sebile hıdımetleri olmayup karye-i Mezbur daima yol
çekup hidmette oldukların ve muaf olmaları lazım ve mühim olduğun
kadısı ve umumen kaza-i mezburun ahalisi i’lam eylediklerinden gayri
karye-i Mezbur halkı hem hane çekmeye hem de ayende ve revendeye
hıdmet etmeye iktidarları olmağla paarakeende olub ebna-i sebil
mustarr olmağla yoldan hariç olan karyelerin hıdmetleri olmağla
ferman-ı ali mucibince hane defterine dahil ve karyei Mezbur ol
mukabelede hane-i avarız ve tekalifi örfiye ve şakadan muaf olup
ayende ve revendeye hıdmet etmek nafi olmağla hıdmet etmek üzere
kayıt olun du. Şeklinde bir açıklama bulunmaktadır. Kayıttan
anlaşılacağı üzere köyün yol üzerinde bulunması sebebiyle gelip
geçen misafirlere veya görevlilere hizmetlerinden dolayı vergiden
muaf tutuldukları, bunun yanında yol kenarında olmayıp hizmet
etmeyen bazı yerlerinde avrız vergisinden muaf tutulduğu
anlaşılmaktadır.
47- Ali
Sinan Bilgili 16. Asırda Karahisar Kazası yayınlanmamış
yüksek lisans tezi
43
İslam Tersun
9
8
1
-
1
1
Çeküa
7
3
-
-
Civrişon
44
-
5
16
15
16
-
3
Sefker
12
17
-
1
Telme
12
9
-
-
Limliş
21
-
-
3
Çekus
Cekerşin
-
Karaca
Sevker
Tilme
Lemmiş
Balıkhisar
BALIKHİSAR: 21 Müslüman hane olup 3 hanesi sipahi zadedir.
Avriz defterinde bu köyle ilgili önemli açıklama yapılmıştır. Bu kayır
şöyledir ‘’karye-i Mezbur evvelden hane-i avarızdan muafiyet ile
derbentçi ve köprücü olup lakin hidmetleri kalil olmağla bir hane
çekup ve derbentçi yedini kadimden ve veçhile tamir edegelmişler ise
ol veçhile tamir eylemek üzere bir hane ile kayd olundu.’’ Şeklindedir.
Bu kayıda göre balıkhisar köyü daha önceden hane-i avarızdan
muafiyet ile derbentçi ve köprücü olarak kayıt edilmesine rağmen
hizmetleri az olmakla bir hane olup ve derbentçi hizmetine eskiden
beri devam ettiklerinden yine bir hane ile kayıt edilmiştir.
Kâfir Tersuni
7
19
45
3
1
-
4
2
-
26
-
2
5
-
8
-
-
5
Sadık
4
-
-
1
Masuran
1
1
-
-
9
14
-
1
8
7
-
1
Şemuki
Ara
Semaden
Mısıren
Kancuğız
Günbatur
Hormanes
Hormonos
sarıca
Sarıca
31
1
2
5
44
SARICA: çeşitli defter kayıtlarında Sarıca, Saruca, Sarıcalar olarak
kayıt altına alına sarıca köyünün 1642 tarihli defterde Saruca şeklinde
kayıt altına alınmıştır. Bu kayıt da sarıca köyünün yol kenarında
olduğu buna göre köyün merkezinden sınır boyuna, sınır boyundan
merkeze giden yolun üzerin de gelip gidenin uğrağı, yolcuların
karargâhı durumunda olduğu, şiddetli kış şartlarında dinlenilecek yer
olduğu, bu köy halkının yolculara yemek yedirmeye ve bakacak
hallerinin kalmadığı bildirilmektedir. Bu nedenle tahriri sırasında
köylülerin başka bir köye yazılmak istediklerini ve manzilcilik
hizmetini yerine getiremeyeceklerini ifade etmişlerdir. Bunu üzerine
köyün ana yol üzerinde bulunması ve yolculara hizmet etmeleri
önemli bir görev olduğundan köy halkına muafiyet verileceğine dair
senet verilmiştir. Köyün bu hizmeti görüldüğünden bu hizmeti devlete
ve fakirlere faydalı olanları görüp mufiyetini devamlı klasın şeklinde
ferman gönderildiğinden köy halkı hem menzilcilik yapmak hem de
köy yakının da bulunan menzillere hizmet etmek şartıyla avarız-ı
divaniye ve tekalif-i örfiyeden muaf oldukları hususu deftere kayıt
edilmiştir.
26
2
-
1
-
17
-
1
4
-
14
-
1
3
-
41
-
9
5
Çermiş
Küllifeş
Babacan
Seydibaba
SEYDİBABA: Hayatı ve köye geliş tarihi kesin olarak bilinmeyen
Seydibaba hazretlerinin kendi ismini taşıyan Seydibaba köyünde
zaviye kurduğu1485 tarihli tahrir defterlerinden anlaşılmaktadır. Daha
sonra bu zaviyedeki hizmetlerin devamını sağlamak amacıyla köyün
gelirleri zaviyeye vakfedilmiştir.(48)
Seydibaba köyü ile ilgili 1520 ve 1569 tarihli tahriri defterinde
vakfı zaviye-yi Seydi Baba divanı tımar meşihat der tasarruf-ı Musa
oğlu Hamza ba-berat-ı Sultani ber müceb-, defteri atik haliya meşihet
der tasarruf-ı Musa veledi Hamza ba-berat-ı Sultani şeklinde kayıt
bulunmaktadır.
1642 tarihli avrız defterine göre köyde 41 Müslüman hane
bulunmaktadır. Defterde yer alan meşihatı Bekir ve Hüseyin ber vechi iştirak mutasarrıf olup ba-del yevm niza etmemek için deftere kayıt
45
olundu. Bekir ve Hüseyin’in sürekli zaviyedarlık hizmeti yaptıkları
anlaşılmaktadır. Seydibaba köyünde zaviyedarların dışında 5 tanede
şeyh oğlu olup bunlardan ikisi reaya olarak kabul edilmemişlerdir.
Aynı zamanda köyde meskûn olan Ahmet oğlu Sevindik ile ilgili
olarak Ahmet veledi Sevindik zaviyadarlık-ı cedit elinde olan 15
kilelik zemin arazisi efkafdan olmakla haneye dâhil değildir. Şeklinde
yer alan kayıttan Ahmet’in zaviyeye vakf edilmiş bir araziyi tasarruf
ettiği içun haneye dahil edilmediği anlaşılmaktadır.
Persut
1
PERSUT: ilçenin yeri bilinmeyen köylerinden biridir 1642 tarihli
vergi defterinde Persut için şu kayıt düşülmüş ve köyün Harabe
olduğu belirtilmektedir. Ali adlı bir zaim peşin olarak 200 akçe bedeli
karşılığında bu köyü tasarruf etmek üzere deftere kaydedilmiştir.
‘’Karye-i Mezbur harabe ve viran ve eser-i ra’iyetden bi-nam-ü
perişan olup zü emadan Alinin beher sene miriye iki yüz akça avarız
bedeli ber-vech-i maktü virup tasarruf etmek üzere kabul edip kabulü
miriye nafi olmakla deftere kayıt olundu.(49)
Miyadun
18
2
-
2
MİYADDUN: Çeştli kaynaklarda ismine rastladığımız miyadun
köyü 1642 tarihli defterde de kayıt görmüştür.
Dergâh-ı âli sipahilerinden Ali Oğlu Seydi Hüseyin adlı kişinin
sipahi ulufesini hazineye bağışlayarak Karahisar alaybeyliğine tayin
edildiği anlaşılmaktadır. ‘’Ali veledi Seydi Hüseyin an sipahiyan-ı
ulufesini hazineye sabit idüp Karahisar alaybeyliğine Ba-berat-ı şerif’’
diye kayıt tutulmuş.
Handıl
-
5
-
-
-
HAANDIL: Bu köy daha önceleri karar ve kafan adlı iki zımmi
tarafından ziraat edilmekteyken Kurd Oğlu Ali adlı bir Müslüman
avarız bedeli olan 300 akçeyi her sene peşin olarak devlete vermesi
karşılığında üzerine kayıt etmiştir. Yeri sarıca ile Arıtaş Köyü arasında
bulunmakta bazende Seydibaba zaviyesine bağlı bir mezra olarak
karşımıza çıkmakta.(50)
Haydar
6
-
-
-
48-Haldun Özkan Şiran Seydibaba Köyünde Bir Grup Osmanlı
Dönemi Eseri s.118-119
49- MAD 5155-s.713
50- MAD 5155-s.71
46
HAYDAR: Haydar köyü 1642 yılı defterlerinde haydar olarak
yazılmış, daha sonraki kaynaklarda Haydaran, hayddit olarak
rastlanmaktadır. Yeri Aşağı Akçalı (haydürük) köyü yakınlarındadır.
27
-
-
-
13
8
-
-
13
8
-
-
7
8
1
-
Tamara
Kovares
Çağlağan
Menadeş
MENADEŞ: Çeşitli kaynaklarda Menadeş, Mıdano, Mıdanıç olarak
karşımıza çıkmaktadır. Yeri Yeniköy ile Beydere köyleri arasındadır.
Mıdanuçda yetişen Buğdayın ekmeğinin çok iyi olduğu çok eskilerde
bilinmektedir. Ekmeği iyi olan buğdayların yetiştirdiği yerleri
belirlemek için eskiden şu söz çok meşhurmuş. ‘’Babacan, Babuş, İlle
de Mıdanuç
Tevakes
Arguri
Kozan
2
-
-
-
6
11
7
-
-
Argu-Söğütlü
Kuzan
KOZAN: Yazılı kaynaklarda kozan ve Kuzan olarak karşımıza
çıkan kozan köyünün kaydı 1642 yılında da tutulmuş. Bu köyde
bulunan dört hanenin daha önce balaban adlı köyün reayası olmaları
nedeniyle vergilerini yine aynı köye vermek üzere deftere
kaydedildiği görülmektedir. ‘’Şahin veledi turmuş, Hasan Veled-i
Selman, Murat veledi Abdullah, Ali Balaban nam karyenin reayasıdır.
Rüsum-ı raiyet yine Balaban’a vermek üzere şerh verildi.(51)
Çankereş
Beş Kilise
15
17
4
2
2
3
2
-
Cengeriş
BEŞKİLİSE: Bu köyde sâdât-ı kiramdan Seyyid molla Hüseyin ile
oğlu seyit Hüseynin birlikte köyün imamlığını yaptıkları
görülmektedir.
51- MAD5122.
s.715-716
47
Köyün adı
Müs
13
Gay
müs
-
Din
görevli
2
Askeri
görevli
5
10
-
1
-
5
-
-
-
4
4
-
1
-
6
-
-
Pağnek
Kalur
Lazanes
İneköy
Karaköy
KARAKÖY: Şiran kazasında oturan Murat han ile diğer Murat
hanın Hankeris Köyünde oturan derviş ile ve diğer Mehmet Adlı
kişilerin zemine 20 kilelik vermek kaydıyla ziraat ettikleri
anlaşılmaktadır.(52)
15
-
-
2
4
-
-
3
12
-
1
4
10
-
2
4
4
-
-
-
8
-
1
6
18
22
1
-
4
3
-
-
692
289
54
116
Tornik
Darıbükü
Kozağaacı
Haydarik
Diğer norşin
Lebarid
İnözü
Çanakçı
Toplam
52- MAD. 5122 s. 723
48
Arıtaş Köyü Ballık kaya mezarları
Güreş Köyü Kale kalıntısı
49
TRABZON SALNAMELERİNDE ŞİRAN DA GÖREV YAPAN
KAMU PERSONELİ
Şiran Kazası Sene 1287 (1869) s.60
Kaymakam: Mustafa Ağa
Vekili: Süleyman Necati Efendi
Müftü: Mehmet Efendi
İDARE MECLİSİ
DAVAALARA BAAKAN MECLİS
Reis: Kaymakam
Reis: Süleyman Necati Efendi
AZALAR
TEMYİZ EDEN
İbrahim Ağa
Kadı zade Ömer Bey
Mehmet Ağa
Ali Efendi
Haçi Ravid Ağa
Kirkor Ağa
KATİB-İ
Hacı İzzet Bey
ZİKR OLUNAN NÜFUS
HANE SAYISI
yek İslam Çerk Rum Erm Yekün İslam Çerk Rum Er
4810 3904 249
590 67
1273
1025 84
156 8
Mahalleler Köyler ve Kasaba
Adı olan kaza
Mahalle
Köy
3
76
Şiran
Şiran Kazasında Cami vesairenin miktarı (s.96-97)
Cami Mescit Tekke medr sebil Kilise Han Hamam Bedes
1
1
Değr Dükan Ayaz Mzğ Frın çeşm boy tabha
basha
30
50
45
-
Şiran Kazası 1284 (1866) Senesi maaş Cdeveli s. 104-105
yekün
A’şar
Vergi
Askeriye müteffer Ağnam
367486 225000 70326
18750
9565
43845
mesarıf
6492
50
ŞİRAN KAZASSI
Kaymakam: Hafız Hıfzı Efendi
Müftü: Muhammet Efendi
Kaymakam vekili: Mehmet Necati Efendi
Mal müdürü: medreseden Mustafa Efendi
Sandık Emini: Hamdi Bey
Tahrirat Kâtibi: etem Bey
MECLİSİ İDARE
MECLİSİ DEVAİ
Reis: Kaymakam
Aza: İbrahim ağa
Mahmat ağa
Haçı David ağa
Reis: Naib Efendi
Mümeyyizan: Kadı Ömer Bey
Ali Efendi
Kirkor Ağa
Kâtibi: Hacı İzzet Bey
Gümüşhane Sancağında Bulunan Pazar mahalleri
Kelkit kasabası: Pazartesi ve Salı
Ardasa kasabası: Çarşamba ve Perşembe
Kaymakamlık merkezi Şiran kazası: Cuma ve Cumartesi(53)
ŞİRAN KAZASSI
Kaymakam: Şakir Efendi Kapucubaşı
Vekili: Hacı Hasan Zühtü Efendi (Medreseden)
Müftüsü: Muhammet Efendi
Mal müdürü: Ahmet Yemeni Efendi
Sandık emini: Osman efendi
53- Trabzon
Salnameleri Sene 1871 s156
51
MECLİSİ İDARE
MECLİSİ DEVAİ
Reis: Kaymakam
Aza: İbrahim Lütfü Ağa
Muhammet Ağa
Haçı Davit Ağa
Vekil: Naib Efendi
Mümeyyizan: Ali Efendi
Ömer Bey
Kirkor Ağa
Kâtip
Hakkı Bey(54)
Gümüşhane Sancağında Olan makamat-ı Aliye
Şiran kazasında sülale-i tahireden Seydi Baba ve İsa Baba Hazretleri
medfundur(54)
Tamme haza
1289
ŞİRAAN KAZASI
Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi
Sâlîse
Vekili: Abdullah Efendi
Müftüsü: Muhammet Efendi
Maa meclis-i Tahrirat kâtibi Ahmet Recai Efendi
Sandık Emini Osman Efendi (54)
54ŞİRAAN KAZASI
Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi
Sâlîse
Vekili: Abdullah Efendi
Müftüsü: Muhammet Efendi
Maa meclis-i Tahrirat kâtibi Ahmet Recai Efendi
Sandık Emini Osman Efendi (54)
54- Trabzon
salnameleri 1872 s.65-182
52
MECLİS-İ İDARE
Reis: Kaymakam
Azalar: Naib Efendi
Mehmet Arif Ağa
Hüseyin Ağa
Haçı David Ağa
MECLİS-İ DEVAİ
Reis: Naib Efendi
Mümeyyiz an
İzzet bey
Ali Efendi
Kirkor Ağa
Kâtip: Mehmet Nuri Efendi (55)
DEFTER-İ HAAKANİ MEMUR VE KETEBESİ
Memur: Hacı Mehmet Bey ( İstabl-ı amire)
Başkâtip: Rafet Efendi
Katibi-i Sani: İbrahim Efendi(55)
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Ömer Lütfi Efendi ( Salise)
Vekili: Ali Efendi
Müftüsü: Muhammet Efendi
Mal Müdürü: Ahmet temel Efendi
Tahrirat kâtibi: Ahmet Recai Efendi
Sandık Emini: Osman Efendi (55)
MECLİSİ İDARE
Reis: kaymakam
Azalar
Naib Efendi
Müftü Efendi
Mehmet Arif Ağa
Haçı David Ağa
Kâtip: Recai Efendi
55- Trabzon
MECLİS-İ DEVAİ
Reis: Naib Efendi
Mümeyyiz an:
İzzet Bey
Ömer Bey
Kirkor ağa
Kâtip:
Mehmet Nuri Efendi (55)
Salnameleri Sene 1873 s. 60
53
DEFTER-İ HAKANİ MEMUR VE KETEBESİ
Memur: Hacı Mehmet Bey
Başkâtip: Rafet Efendi
Katb-i sani: İbrahim efendi(56)
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: İsmail Hakkı Efendi
Vekili: Ali Efendi
Müftüsü. Mehmet Efendi
Mal Müdürü: Ahmet Temel Efendi
Tahrirat kâtibi: Ahmet Recai Efendi
Sandık Emini: Osman Efendi (56)
İDARE MECLİSİ
Reis: Kaymakam
Aza:
Hakkı Efendi
Müftü Efendi
Mehmet Arif Ağa
Haçi David Ağa
Kâtip: Recai Efendi
DAVALARA
MECLİS
Reis: Hakkı Efendi
Hacı izzet efendi
Ömer Bey
Kirkor Ağa
Kâtip:
Mehmet Nuri Efendi (56)
DEFTER-İ HAAKANİ MEMUR VE KATİBİ
Memur: Hacı Hamdi Bey
Başkâtip: Rıfat Efendi
Katib-i sani: İbrahim Efendi(56)
BAKAN
54
Şiran Kazasında Bulunan Müslim ve Gayri Müslim Nüfus
Bilinen Nüfus
Hane sayısı
Yek İslam Çerk Rum Erm Yek İslam Çerk Rum Erm
6590 3904 2029 590 67
1273 1025 84
156 8
Mahalle: 3 Köy: 76 (57)
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: hacı Mehmet Ağa
Vekili: Ali Rıza Efendi
Müftüsü: Mehmet Efendi
Mal Müdürü: Ahmet Ziya Bey
Sandık Emini: Osman Efendi
Tahrirat Kâtibi: Ahmet Recai Efendi
İDARE MECLİSİ
DAVALARA BAKAN MECLİS
Reis: Kaymakam
Azalar:
Ali Rıza Efendi
Mehmet Efendi
Mehmet Arif Ağa
Kâtip: Recai Efendi
Reis: Ali rıza efendi
Azalar:
Hacı izzet bey
Ömer Bey
Kirkor ağa
Kâtip: Mehmet Nuri Efendi
DEFTER-İ HAKANİ MEMUR VE KETEBESİ
Memur: İbrahim Lütfü Efendi
Başkâtip: Rıfat Efendi
Kâtip Mehmet Nuri Efendi(58)
56- Trabzon Salnameleri Sene 1874 S. 61
57- Trabzon Salnameleri sene 1876 s. 77
58- Trabzon Vilayeti salnameleri 1877 s.78
55
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Hafız İbrahim Lütfü Bey
Vekili: Mehmet Sabri Efendi
Müftü: Mehmet Efendi
Mal müdürü: Mehmet temel Efendi
Tahrirat kâtibi: Hasan Efendi (58)
KAZANIN İDARE MECLİSİ
Reis: kaymakam
Tabi Naib Efendi
Azalar:
Müftü Efendi
Tahrirat kâtibi
Seçilen Ağalar
Hacı zade Halil Ağa
Serkiz Ağa
Kuzma ağa(58)
BAŞLANGIÇ MAHKEMESİ
Reis: Naib Efendi
Azalar:
Hacı İzzet Bey
Anastas Ağa
Başkâtip: Hayri Efendi
Aza Mustantık Muavini: İbrahim Efendi(58)
ÇEŞİTLİ İŞLER GÖREN MEMURLAR
Nüfus memuru: Yusuf Efendi
Kâtibi: Zühtü Efendi
Tapu kâtibi: Ömer efendi
Vergi Memuru: Mehmet Rıfkı efendi(59)
59- Trabzon salnameleri Sene 1892 s. 290
56
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Mehmet Ali Efendi
Vekili Zihni Efendi
Mal Müdürü: Ethem efendi
Müftü: hacı Mehmet Efendi(59)
Tabi Azalar
KAZANIN İDARE MECLİSİ
Seçilmiş azalar
Reis: Kaymakam Efendi
Zihni Efendi
Hacı Mehmet Efendi
Ethem Efendi
Tahrirat kâtibi (59)
Hasan Ağa
Halil Ağa
Serkiz Ağa
Kuzma Ağa
KAZANIN MAHKEMESİ
Reis: Zihni Efendi
Azalar
Tahir Bey
Anastas Efendi
Başkâtip: Fazlı Efendi
Kâtip: Kostaki Efendi
Mustantık Muavini: İbrahim Efendi(59)
BAYINDIRILIK İŞLERİ KOMİSYONU
Reis: Kaymakam Efendi
Azalar
Tayfur Bey
Todor Ağa
Tahir Ağa(59)
57
MA’ARİF KOMİSYONU
Reis Müftü Efendi
Azalar
Halil Efendi
Hacı İzzet Bey
Tahir Ağa (60)
ZİRAAT BANKASI ŞUBESİ
Reis: Müftü Efendi
Azalar
Mustafa Efendi
Burhan bey
İzzet Efendi
Todor Ağa
BELEDİYE MECLİSİ
Reis Tahir Ağa
Azalar
Halil Efendi
İzzet Efendi
Burhan Bey
Todor Ağa
ÇEŞİTLİ MEMURLAR
Nüfus Memuru: Hasan Efendi
Nüfus katibi: Zühtü Efendi
Sandık Emini: Hacı İzzet Bey
Tapu Katibi: Ömer efendi
Mal Md. Muavini: Mehmet Rıfkı
Efendi
Zabıta memuru: Mahmut Çavuş
ŞİRAN KAZASININ SAYILAN NÜFUSSU
yekun
15642
1736
221
Erkek
7506
899
121
Kadın
8135
837
100
İslam
Rum
ermeni
17599
8526
9073
Yekun(61)
60- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331
61- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331
58
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Ali Rıza Efendi
Vekili: Kemal Bey
Mal müdürü: Hacı Rüştü Efendi
Müftü: Münhal
Tahrirat Katibi: Mehmet Efendi
KAZANİN İDARE MECLİSİ
Reis: Kaymakam Efendi
Tabi Azalar
Kaymakam vekili
Müftü Efendi
Mal Müdürü Efendi
Tahrirat kâtibi Efendi
Seçilen azalar
Hüseyin Ağa
Ali efendi
Serkizağa
Kuzma Ağa
KAZNIN MAHKEMESİ
Reis vekil Efendi
Azalar
Nuri Bey
Anastas Efendi
Baş katip: Fazlı Efendi
Diğer katip:Abdullah Efendi
Mustantık
Muavini:
İbrahim
Efendi
MA’ARİF KOMİSYONU
Reis Müftü Efendi
Azalar:
Halil ağa
Tahir Ağa (62)
62- Trabzon Salnameleri Sene 1896 s. 301-302
59
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Ali Rıza Efendi
Vekili: İbrahim Şevki Efendi
Mal Müdürü: Remzi Efendi
Tahrirat kâtibi: hafız Hamdi Efendi
İDARE MECLİSİ
Reis Kaymakam Efendi
Tabi azalar
Seçilen Azalar
Vekili efendi
Mal Müdürü Efendi
Tahrirat karibi Efendi
Müftü Halil Efendi
Nuri Bey
Tahir Ağa
Haçı Kuzma Ağa
Serkiz ağa
KAZANIN MAHKEMESİ
Reis: kaymakam Vekili
Aza:
Osman efendi
Anastas Efendi
Tahrirat katibi Efendi
Müftü Halil Efendi
Mustantık Muavini İbrahim Efendi
MA’RİF KOMİSYONU
Aza: Müderris Süleyman Efendi
İzzet efendi
Tahir Bey
Tahir ağa
60
ZİRAAT BANKASI MECLİSİ
Reis İzzet Efendi
Aza:
Muhasebe katibi Mustafa Nuri efendi
Todor ağa
Tahir ağa
Diğer Todor Ağa(63)
BELEDİYE DAAİRESİ
Reis: Lütfullah Bey
Azalar:
Mustafa Bey
Toros Ağa
Todor Ağa
Kâtip: hafız Efendi
ÇEŞİTLİ MEMURLAR
Mal müdürü Muavini: Ali Fikri Efendi
Sandık emini: hasan Efendi
Nüfus kâtibi: Ömer Efendi
Ziraat Bank Muhasebe kâtibi: Mustafa Nuri Efendi
Borçlar kâtibi: reşit efendi
Orman memuru: Tevfik efendi
Zabıta memuru: Hurşit ağa
Nüfus Memuru Zühtü Ağa
Tapu kâtibi: Halit efendi
Borçlar Memuru: Hilmi Efendi
Reji Memuru: Mehmet bey
Ondalık memuru: emin efendi
63- Trabzon Vilayeti Salnameleri Sene 1901 s.235-236-243
61
ŞİRAN KAZASININ SAYILAN NÜFUSU
Yekûn Erkek
Kadın
14662 7351
7311
1886
960
926
224
115
109
16772 8426
8346
İslam
Rum
Ermeni
Yekûn (64)
ŞİRAN KAZASI
Kaymakam: Ali Fehmi Bey
Vekili: Ahmet Sabri Efendi
Mal Müdürü: Remzi Efendi
Tahrirat katibi: Hafız Hamdi Efendi(64)
İDARE MECLİSİ
Reis Kaymakam Efendi
Azalar
Kaymakam vekili
Müftü Halil Efendi
Metropoli vekili
Perekli efendi
Mal Müdürü Efendi
Thirat Kâtibi Efendi
Seçilen Azalar
Nuri Bey
Mehmet Ağa
Fot Ağa
Sihak ağa
MAL KALEMİ
Mal Müdürü muavini: Zühtü Efendi
Sandık Emini: Salih Efendi
Tahsildar Müfettişi: Hüsnü Efendi
64- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1903 s.301-304
62
MA’ARİF KOMİSYONU
Reis Müftü Efendi
Azalar:
Müderris Süleyman Efendi
Tahir Bey
Tahir Ağa
NÜFUS KALEMİ
Memur vekili İzzet efendi
Kâtip: Ömer Efendi
KAZANIN SULH MAHKEMESİ
Reis: Kaymakam Efendi
Azalar
Salih Efendi
Anastas Efendi
MAHKEME KALEMİ
Başkâtip: fazlı Efendi
Hakim muavini: kâzım efendi
İş gören kâtip: İbrahim Efendi
ORMAN İDARESSİ
Memur: Tevfik Efendi
Ondalık Memuru: Emin Efendi
63
SANDIK MECLİSİ
Reis: Arif Bey
Azalar:
Mustafa Nuri Efendi
Mustafa Bey
Todor Ağa
Toros ağa
BELEDİYE DAİRESİ
Reis: Lütfullah Bey
Azalar:
Mustafa Bey
Todor ağa
Toros Ağa
Belediye Kâtibi. Hafız Hamdi Efendi
TİCARET VE SANAYİ ODASI
Reis. Mehmet Bey
Azalar.
Tahir ağa
Arif ağa
Toros ağa
ZİRAAT ODASI
Reis: Mehmet bey
Azalar.
Muharrem Bey
Heci Kostentin Ağa
Artin ağa (65)
65- Trabzon salnameleri Sene 1905 s. 388-389
64
OSMANLI DÖNEMİNDE İLÇEDEKİ KÖYLER
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
Arucu
Ayakçı
Alankilise
Ağcakilise
Ara
Argo
Babacan
Beş kilise
Büşür
Balıkhisar
Çirmiş
Çengiriş
Cender
Çağlak
Çaput
Çağlan
Çakak
Çaköz
Çami-Tis
Çanakçı
Çiğrişin
Çonlu
Dede köy
Darıbükü
Gürzak
Günbatur
Gersudımiyane
Gersud-ıBala
Gersud-Zir
Haci
Haydül
Hozman-ıBala
Hımusek
Hormonos
Haydirik
Haydit
Hozman
İneözü
İne köy
Kobai
Bilinmiyor
//
//
//
Ara
Söğütlü
Babacan
Ozanca
Bilinmiyor
//
//
//
S.Alan
Bilinmiyor
Balıkhisar
Aksaray
Alacahan
Yolbilen
Alucra
Çağıl
K. dere
Çalgan
Bilinmiyor
Beydere
Bilinmiyor
Çanakçı
Konaklı
Bilinmiyor
Yeri belli
Darıbükü
Yeşilbük olabilir
Günbatur
Selimiye
Yukarı Kulaca
Bahçeli
Bilinmiyor
//
Yukarı Duruçay
Bilinmiyor
Koyunbaba
Akçalı
Bilinmiyor
Aşağı Duruçay
İnözü
İne mahallesi
Bilinmiyor
65
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
Keredam
Karaman
Kervaris
Kurtanis
Karaköy
Kelağbun
Karaca
Kuzan
Kozağacı
Kızılca
Kalum
Karaşeyh
Köpek
Masuran
Mumeyya
Miyadin
Mınadış
Mertekli
Norşin-i Zir
Norşin-iBala
OğulcaKilise
Ortaköy
Oruçlu
Oksavit
Özneköy
Pağnik
PirSeyit
Rabat
Saraycık
Saruca
Seydibaba
Seydibaba Zv
Sığırca
Sırataş
Sefne
Susuz
Sinanlı
Sinekur
Şamuk
Tilme
Tarsun-ı Zir
Tarsun-ı Bala
Kavakpınarı
Yeri belli
Alucra'nın
Akyayla
Fatih Mahallesi
Bilinmiyor
Şiran
Örenkale
Kozağaç
Bilinmiyor
Çakırkaya
Karaşeyh
Bilinmiyor
Kadıçayırı
AkbulakOsmaniye
Arıtaş
Biliniyor
Mertekli
Akbulak
Biliniyor
Bilinmiyor
//
Bilinmiyor
Bilgili
Bilinmiyor
Bolluk
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Biliniyor
Sarıca
Seydibaba
Bilinmiyor
Yolbilen
Biliniyor
Bilinmiyor
Susuz
Sinanlı
Bilinmiyor
Paşapınarı
Temle
Gökçeler
Dilekyolu
Boğazyayla
84. Tornik
85. Yuvakurs
86.
87.
88.
89.
66
Biliniyor
Yılınç
Ziyad
Zimon
Tamara
Bilinmiyor
//
Çevrepınar
İnce dere
1847 TARİHİNDE ŞİRAN KAZASI
Adı geçen mühümme defterlerinde 1847 tarihinde Şiran
kazasına bağlı 73 köyün adı bulunmaktadır. Bu köylerde 1000 hane
Müslüman ve bu hanelerde 3097 nüfus mevcuttur. Bu nüfusun 1054’ü
genç 1212’si çocuk 679’u ihtiyar 124’ü nizamiye, 14’ü redif, 8’i
tımarlıdır. 13 genç ise mahal-i ahardandır.
Şiran kazasına bağlı Sarıca köyündeki medresede ilim tahsil
etmekte olan 4 genç ve bir çocuktan bahsedilmektedir. Yine aynı
köyün kışlağında bulunan 1 genç, 4 çocuk ve iki ihtiyarın ikamet ettiği
iki hane vardır.
Şiran kazasına bağlı köylerden 16 tanesinde gayri Müslimler
Müslümanlarla birlikte yaşamaktadır. Bu köylerdeki 196 gayri
Müslim hanesinde 802 kişi yaşamaktadır. Bunların 348’i evsat, 58’i
edna, 318’i sübyan ve 35’i amelmande olarak başka yerlerde
bulunanların ise 30’u evsat ve biri edna olarak sınıflandırılmıştır.
1847 TARİHİNDE ŞİRAN İLÇESİNDE VİRANE OLAN
KÖYLER
Badama(Mezra‘a)
Balıkçı(Mezra‘a)
Bardi-i Balâ Vezir(Mezra‘a)
Çakak(Mezra‘a)
Çeküz(Mezra‘a)
Keza Kerfin ve Saruk köyleri ahalisi
zira‘at etmekte olduklar?
Kezâ Karaşeyh ve Kelifçi ve Kerdame
köyleri ahâlisi zira‘at etmekte
olduklar?
Nurşin köyleri ahâlisi zira‘at etmekte
oldu?u
Kezâ Hosman-? Süfla ile Kuza??l?
köyleri ahâlisi zira‘at etmekte
olduklar?
Kezâ Karaca ve Maranlu köyleri
ahâlisi
Daveköy
Şeyh Huruz
zira‘at etmekte olduğu
67
Kezâ Öksid köyü ahâlisi zira‘at
etmekde
olduğu
Bu dahi
Güm (Mezra‘a)
Kezâ Seydi ve Sar?ca köyleri ahâlisi
Hacı Alam(Mezra‘a)
Bu dahi
Handil(Mezra‘a)
Hodkir(Mezra‘a)
Kaluaris
köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u
Bu dahi
Talis köyleri ahâlisi zira‘at etmekte
oldu?u
Kam??li(Mezra‘a)
Karançılar
Kendçor(Mezra‘a)
Kuru(Mezra‘a)
Kışlak
?ne ve Talis köyleri ahâlisi zira‘at
etmekte oldu?u
Arazisi Çülfat köyü ahâlisi taraf?ndan
zira‘at oldu?u
Sefker köyleri ahâlisi zira‘at etmekte
olduğu
Kezâ Haydarın köyü ahâlisi zira‘at
etmekde oldu?u
Arazisini Zihar köyü ahâlisi zira‘at
Kızlcaviran (Mezra‘a)
Leblerid
Nurşin-zîr
Örenköy
Saraycık
Kezâ Huzman -ı Süfla köyleri ahâlisi
zira‘at etmekte olduklar?
Kezâ Koza?ili ve Hodyan ve Haydarın
köyleri ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u
Kezâ Salif ve Karaşeyh ve Kerdame
köyleri ahâlisi zira‘at
etmekte
olduklar?
Kezâ Haydaran ve Paynik köyleri
ahâlisi zira‘at etmekte olduklar?
Bu dahi
Sarıtaaş(Mezra‘a)
Seyfe
Kaza Karaca ve Merenlu köyleri
ahâlileri zira‘at etmekte oldu?u
Bu dahi
Tan Hatun(Mezra‘a)
Uran(Mezra‘a)
Kezâ Karaşeyh ve Metkülü köyleri
ahâlisi zira‘at etmekte olduklar?
Kezâ Nal?k ve Kelif köyleri ahâlisi
Vanik(Mezra‘a)
Zîr (Mezra‘a)
zira‘at etmekte oldu?u
68
Kezâ Hurmunus ve Sarıca köyleri
ahâlisi zira‘at etmekte oldu?u
MEZRALAR
BALIKÇI
Karaşeyh ve kelif Köyü ahalisi zira
BARD-İ BALA
ÇAKAK
HACI ALAN
Norşon köyü ahalisi ziraat etmekte
Hozmanı köyü ahalisi ziraat etmekte
Bilinmiyor
HODKİR
ÖRENKÖY
SARAYCIK
Karaşeyh, Maranlu, İne köy ahalileri
ziraat etmekte
Karaca ve Maranlu köyleri ahalileri
İne köy ve Talis köyleri ziraat etm
Sefker köyü ahalisi ziraat etmekte.
Zihar köyü ahalisi ziraat etmekte.
Hozman ve Sufla köyleri ahalisi zi
Kozgili, Hodyan ve Haydaran
köyleri ahalisi ziraat etmekte.
Karaşeyh köyü ahalisi ziraat etmek
Haydaran ve paynik köyü ahalileri
TAN HATUN- URAN
Karaşeyh ve Mertekli köyleri ahalisi
VANK
ZİR
Kelif köyü ahalisi ziraat etmekte.
Hormonos ve Sarıca köyü ahalileri
BAĞNİK
Hogik köyü ahalisi ziraat etmekte.
BADAMA
ŞEYH HURUZ
DAVE KÖY
Kelif ve Sufla köyleri ahalisi ziraat
KENDÇOR
KIŞLAK
Sufla köyü ahalisi ziraat etmekte.
Haydaran köyü ahalisi ziraat etmekt
ÖRENKÖY
Kozgili
(Kozağaç)
Hodyan,
Haydaran (Haydürük) köyleri ziraat
SARITAŞ
Haydaran ve Pağnik köyleri ahalileri
ziraat etmekte.
ÇEKÜZKARINÇILAR
KURU
KIZILCAVİRAN
LEPARİD
NURŞİ-İ ZİR
Ökseğit köyü ahalisi ziraat etmekte.
ALİ
69
BARAKLAR
BARAN
BÜTÜR
CEBECİ
ÇAPİ
ESKİ VİRAN
MURAT
SÜLEYMEN
VELEDİ
ÖKÜMGÖZ
PANBUGİ
REİS
SELÇUK
HATVİN
KOM
KÖME
KÖNDEHOR
LARO
LAPARİT
LSROS
MEREKLER
66-Erzurum Temettuat Defterleri
70
1485-1569-1642-1850 Yılları arasında Osmanlı arşivlerinde bulunan
defterler ve çeşitli tapu kayıtlarında isimlerine rastladığımız ve
çoğunun yerini belirleyemediğimiz Şiran ilçesine bağlı köyler.
Bu köyler her ne kadar haritadan silinmiş ise de birçoğunun
yeri arazi ismi olarak halen günümüzde anılmaktadır. Fakat yukarıda
da belirttiğim gibi çoğu tarih sahnesinden silinmiştir.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
Ursun köyü
Aksıran köyü
Çay önü
Aliş köyü
Cigan Köyü
Gürnaş Köyü
Karınca Köyü
Arucu Köyü
Ayakçı Köyü
Alan kilise
Ağca kilise
Büşür köyü
Bütür köyü
Çakak köyü
Çami Tis köyü
Çonlu köyü
Dede köy
Gürzak köyü
Haci köyü
Haydül köyü
Hımusek köy
Haydit köyü
Kobai köyü
Karaman köyü
Kervaris köyü
Kal ağbun köyü
Kızılca köyü
Köpek köyü
Mıdanıç köyü
Oğulca kilise
Orta köy
Oruçlu köyü
Özne köy
Yeri bilinmiyor
Bilinmiyor
Kozağaç köprübaşı
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
İneköy civarında
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Aksaray köyü sınırlarında
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Akçalı köylerinden biri olabilir
Bilinmiyor
Yine akçalılardan biri olabilir
Bilinmiyor
Karaşeyh köyü sınırları içinde
Alucra köylerinden
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Beydere sınırları içerisinde
Bilinmiyor
Karaşeyh sınırlarında
Bilinmiyor
Bilinmiyor
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
Pir seyit
Rabat köyü
Saraycık köyü
Sığırca köyü
Sırataş köyü
Sefne Köyü
Sinekur köyü
Yuvakurs
Yılınç köyü
Ziyad köyü
Kavak köyü
Haydaran köyü
Sufla köyü
Hogik köyü
Hodyan köyü
Talis köyü
Maranlu köyü
Şiran
Gündehor
Üç kilise
Laras
Ökümgöz
Eski Viran
Kancugız
Küllüfeş
Persut
Haydar
Kavares
Tavakes
Lazanes
Gürzak
Küllikeş
Kördemir
Bilinmiyor
71
Bilinmiyor
Bolluk ile akçalı arasında
Yolbilen köyü sınırlarında
Babacan ile Arıtaş arasında
İlçe merkezi ile Karaşeyh arasında
Bilinmiyor
Boğazyayla ormanı içerisinde
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Çakırkaya sınırlarında
Akçalı sınırlarında
A.duruçay sınırlarında
Bolluk köyü sınırlarında
Kozağaç köyü sınırlarında
İneköy sınırlarında
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Alucra Galvaris olabilir
Kelkit trekes olabilir
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
15.Asra ait 1485 tarihli tahrir defterine göre Şiran nahiyesinde
61 köy ve 7 mezra var
16.Asra ait 1569 tarihli deftere göre ise Şiran (Uluşiran)
nahiyesi 76 köy ve 44 mezradan oluşmaktaydı.(68)
67-1569 Tarihli Erzurum Temettuat Defteri
68- Dç. Selahattin tozlu Osmanlılar döneminde Şiran’da ekonomi
72
OSMANLI DÖNEMİNDE
İLÇEDE
YAŞANAN FELAKETLER
73
OSMANLI DÖNEMİ İLÇEDE YAŞANAN FELAKETLER
Şiran ve çevresinde savaşların sonucunda yaşanmış olan kıtlık
ve viraneliğin yanında bir de doğal afetler görülmektedir ki bunların
çoğu kayıt altına alınmamıştır. Bölgede yaşanan afetlerin kayıt altına
alınıp, alınmadığını ancak bölgeye yapılan yardım belgelerinden
çıkarmaktayız. Daha doğrusu Şiran bölgesindeki idari hareketliliği
merkez ile ilçe arasında ki yazışmalardan anlamaktayız. Bunlarda en
bariz olanları, Başbakanlık arşivinde bulunan belgeler bunlardan 1909
tarihli belgede;
Gümüşhane dâhilindeki köylerde açlık baş gösterdiği, bu
sebeple muhtaç olanlara yemeklik ve tohumluk yapılması;
1910 Tarihli belgede;
Şiran kasabasında yağan yağmurdan ve doludan kasabanın
haneleri ve arazileri su altında kalıp zarar gördüğünden afetzedeganın
ihtiyaçlarının karşılanması için hazineyi celiliden yardım yapılması;
Bir diğer
1928 tarihli belgede. Harpte harap olan Şiran kazasının
onarımı için 10.000 lira daha ödenek verilmesi;
Bir diğer;
1934 tarihli belge Şiran İnözü köyüne yağan dolunun ekinlere
zarar vermesi gibi birçok kere devlete müracaat edilmiş ama sonuç
hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır.
Çok eskileri elde edip yazmasak da günümüzde bizimle
yaşayan üst kuşakların verdiği bilgiler hala kulaklarımızda çınlamakta.
İnsanlar Şiran bölgesinden muhacir olurken Temle köyünden Nafiye
Türkyücel gördüğü manzarayı aynen şu buruk ve acı sözlerle ifade
ediyordu.’’Gözü kör olasıca gâvur askerimize öğle gurşun attı, öğle
gurşun attı ki habu gördüğün köyün bayırları çec gibi boş govan
yığıldı güneş vurdukça parıl, parıl parlıyordu.
Gııııııııız anam ya yollar, ya yollar kitli, kitli insan kitli, yoldan
gitmek ne mümkün insanlar dağdan dereden kaçıp tatlı canlarını
kurtarmanın peşine düşmüşler beyle baktığına gökyüzünde insanların
ayağından çıkan toz bulutu, aşağıda ise insan uğultusu, hayvan
bağrışmalarından başka bir şey duyulmuyordu. Gıııııııız ya o çocuklar
ya kimi arabaların kimi eşeklerin, kimide analarının peşinde veya
sırtında yavrularım melül mahzun ne olduğundan haberleri yok
onlarda insanlar nereye giderse oraya gidiyorlardı.’’
Yokluk ve kıtlığın en iyi örneklerinden biride muhacirlik
yıllarından sonra ilçede değişen yemek kültürü uzun yıllar devam etti
ki bunların başında harman artıklarından veya taneli bitkilerin
74
tohumlarını karıştırarak elde edilen nişastalı uğut ekmeği veya
ahlet kurusundan yapılan gavut, fırıç, acı elmadan yapılan kak bunlar
yokluğun insanlarımıza kazandırdıklarıdır. Ancak günümüzde ne
bilenimiz var nede yapan bir aile.
1910 Sel felaketi:
Şiran Kaymakamlığı’ndan Gümüşhane Mutasarrıflığına
gönderilen üç adet telgrafa göre 13 Haziran 1910 tarihinde Şiran
kazası Gâvur dağına sabah saatlerinde yağmaya başlayan şiddetli
yağmur ve dolunun neticesinde Şiran’ın merkezinden geçmekte olan
dere ‘’emsali görülmemiş bir suretde feyazan iderek’’ yani o güne
kadar eşi görülmemiş bir şekilde taşarak, derenin kenarından 200
metre ile 500 metreye kadar olan arazi sular altında kalmış ve bölge
büyük zarara uğramıştır. Ayrıca bu sel felaketinden hükümet konağı
ile bazı evlerde etkilenmiştir. 13 Haziran günü yağan yağmur kaza
merkezinin yanın da çevrede birçok köyde etkili olmuştur. Dere içine
kurulu olmasından dolayı taşkından etkilenen Sellidere Köyünde 3 ev
tamamen, 12 ev de kısmen eşyaları ile zarara uğramış, bir miktar
hayvan ise telef olmuştur. Kaza merkezi ile Sellidere Köyü’nün ekili
arazisi tamamen çevre köylerden Mertekli, İslamtersun ve Çayönü
köylerinin arazileri ise kısmen zarara uğramıştır.
Selden iki gün sonra keşif yapılan İneköy, Karaköy, Cengeriş,
Temle, çağıl, Söfker, Limmiş köylerinden Söfker köyünde 12
yaşındaki Efrem oğlu Anastas boğularak ölmüş, diğer köylerde ise
herhangi bir can kaybı olmamıştır. Adı geçen köylerin arazilerinden
Çağıl Köyünün %95i, Söfker köyünün %60ı, İneköy’ün %40ı,
Cengeriş Köyünün %30u mahvolmuş, Karaköy ve Limmiş köylerinin
ekili arazisinde de cüzi nispette zarar meydana gelmiş ve bir hayli
hayvan telef olmuştur. İlk üç gün içerisinde yapılan keşifler
neticesinde afetin verdiği zararın boyutu tahmini olarak 8-10 bin lirayı
bulduğu görülmüştür.
Gümüşhane Mutasarrıflığı bir miktar yardım toplayarak
gönderse de birkaç yıldır devam eden kuraklık ve pahalılıktan dolayı
fazla yardım toplanması mümkün olmamıştır.
Gümüşhane mutasarrıfı sel zedelere yardım konusunda iç işleri
bakanlığına bilgi verdiğini belirterek Gümüşhane Milletvekili İbrahim
Lütfü Paşa’dan konun takibi için yardım istemiştir. (69)
Çeşitli ricalara ve isteklere rağmen tıpkı 1915 de yaşanan kıtlık
olayında olduğu gibi ilçeye yardım sadarete bildirilmesine rağmen
alınamamıştır.
Bir diğer sel felaketi de sarıca köyünde yaşanmış olacak ki
arşivden çıkarılan bir sel yardımı belgesi ile köyün ormanının içinde
bulunan kil madeninin çalıştırılması engellenmiştir.
69- Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal Afetler
75
Kuraklık
Trabzon sancağı ve havalisi 1890’lı yıllarda hem sel
baskınlarından hem de kuraklıktan zarar görmüştür. Doğal olarak bu
afetler bölge insanını da etkileyerek çeşitli sıkıntılar çekmelerine
neden olmuştur.(70) Daha bu sıkıntıların acısı sarılmadan bölge 18921894 yıllarında yeni bir kuraklık yaşamıştır.
Bu yıllarda yaşanan kuraklığın etkisi daha çok Şiran ve
Bayburt bölgelerini etkilemiştir. Yaşanan bu büyük kuraklığın
yüzünden yaklaşık 20.000 kadar fakir halkın Trabzon’a göç etmesine
sebep olmuştur.(71) Yaşanan bu sıkıntılardan sadece bölgede yaşayan
halk değil, bölgeyi idare etmeye çalışan idareciler de büyük sıkıntılar
içerisine girmişlerdir. Bunların en dirayetlisi Trabzon Valisi kadri bey
olmuştur.(72)
Deprem
Şiran ilçesinde bugüne kadar öğle büyük yıkıcı bir depremin
kaydına rastlanmamıştır. Ancak bu demek değil ki Şiran ilçesi bu
doğal afetten nasibini almadı, 1992 yılı Erzincan depremi ilçede
kuvvetli hissedildi ancak mal ve can kaybına sebep olmadı. Daha eski
yıllara gidilirse ilçede cana mal olan deprem 1939 yılı Erzincan
depremidir. Bu deprem de sadece Boğazyayla köyünde can ve mal
kaybı olmuştur. Deprem sonucunda köyde 35 kişi hayatını
kaybetmiştir. Bu depremde İlçenin doğal güzelliklerinden olan
Tomara Şelalesinin 6 ay boyunca bulanık, çamur olarak aktığı üst
kuşaklarımızın bize verdikleri bilgiler arasındadır.
Eşkıyalar
Eşkıyalar her devirde olduğu gibi Osmanlılar döneminde de
hüküm sürmeye, yol kesip adam soymaya devam etmişlerdir. Şiran
bölgesi bu bakımdan saklı bir bölge olmasına rağmen bu özelliğinden
dolayı hemen, hemen eşkıyası hiç eksik olmamış. Fakat tarih
bölümünde bir avuç türkün Trabzon kralını püskürtüp askerlerini
öldürdüğü gibi Şiran halkı da bu eşkıyalara pabuç bırakmamıştır.
Hatta namlı eşkıyaları yakalayan idarecilerden Kapucubaşı unvanını
alanlar dahi bulunmakta.
Kayıtlarda bilinen en namlı eşkıya Deli Paşo nam kimsedir.
1869 Gümüşhane Eşkıyası: 1868 senesinden beri Gümüşhane'ye bağlı
Şiran yöresinde Deli Paşo adlı bir eşkıya ortaya çıkmış ve yöre halkını
mağdur etmiştir. Erzincan, Gümüşhane ve Karahisar-ı Şarki
yörelerinde arkadaşları ile birlikte çeşitli suçlardan ötürü aranan
76
eşkıyalar, faaliyet gösterdikleri yörelerin mutasarrıfları arasındaki
işbirliği ve IV. Ordu mensubu askerlerin takibatına rağmen ele
geçirilememişlerdir.(73) 1869 senesinde Trabzon Valisi Tahsin ve
Şiran Müdürü Mustafa Ağa yörede bulunan 4 aşiret beyine ve
maiyetlerindeki 30 nefer silahlı adamlarına 6.000 kuruş ödül vermek
suretiyle eşkıyanın takibinde görevlendirmişlerdir. Aşiret reisi ve
maiyetlerinde bulunan adamlarının yöre arazi yapısını iyi bilmeleri
sebebiyle Deli Paşo ve arkadaşları kısa sürede ele geçirilmiş ve
yargılanmak üzere Erzincan Mahkemesi'ne sevk edilmişlerdir.(74)
Eşkıyanın yakalanmasında gayretleri görülen Şiran Müdürü Mustafa
Ağa'nın hem mal ve hem de bedenen yapmış olduğu hizmetler göz
önünde
bulundurularak
kendisine
Kapucubaşılık
rütbesi
verilmiştir.(75) Sonuç itibariyle 1856-1869 yılları arasında Trabzon
Vilayeti bünyesinde meydana gelen eşkıyalık faaliyetleri ele
alındığında bölgede cereyan eden eşkıyalığın bazı karakteristik
yanlarının olduğu söylenebilir. Eşkıyaların hemen hepsi bu yörenin
sakinleridir. Yine eşkıyalık suçunu işlemelerinin en büyük sebebi
olarak da askerlik yükümlülüğünden kaçan insanların kanun
karşısında suçlu duruma düşmüş olmalarında aramak gerekir.
Bir diğeri
Kürt eşkıyası Şiran ve Erzincan tarafındaki köyleri tamamen
harap ettiğinden, terbiyesine müsaade olunması ricasına dair Erzurum
valisi İbrahim Paşa tarafından Sadarete yazılan yaz.(76)
Bir diğeri:
Şiran, Erzincan, Tercan tarafındaki kürdler daima isyan üzere
olup, civar köyleri tahrip ettiklerinden Erzurum valisi İbrahim paşadan
Nezarete yazılan yazı.(77)
Bir diğeri:
Kadı kıran şakinin Kelkit, Şiran taraflarına geçtiğini bildiren
yazı;(78)
Bir diğer belge:
Eşkıya Kadı kıranın tahassün ettiği Ulaş Kariyesi’nden
hareketle Kuru çay tarafından firaren Şiran’a savuşmuş olduğunu
bildiren yazı;(79)
Bir diğer belge:
Şiran’da zuhur eden eşkıyanın yasaklanmasına tayin olunan
İskender bey’in evinde eşkıya sakladığı, Yakaladığı Esat Ağa ve
iddiaları hakkında tahkikat yapılması; (80)
Bir diğer belge;
Suşehri’n de Ermeni eşkıyanın köylere hücum etmek
teşebbüsünde bulunduğu, Gümüşhane, Şiran, Dersim vs. yerlerden
Suşehri, Divriği, Karahisar-ı şark-i kariyerlerine gelip oradakilerle
birlik olup yağmaya kalkışan Laz, Gürcü ve diğer eşkıyaların
durdurulması için zaptiye ve asker sevk edilmesi;(81)
77
1918 Muhacirlik
1914-15 Birinci Dünya savaşının sonucunda doğal olarak
doğudan ülkeyi işgal eden Rus birlikleri Şiran bölgesine kadar
ilerlemelerini sürdürdü. Temle köyü, Dilekyolu, Çambaşı, Gökçeler,
ardıçlı köyünden çimen dağlarındaki Dumbulca denen mevkie kadar
olan bölge bir süre işgal altında kalmıştır. Bu sırada Osmanlı ordusu
Rus ordusunun önüne Burgu baba tepesinden Dumbulca’ya kadar bir
set oluşturmuştur. Dumbulca denen yerde Rus ordusu bir gece baskını
ile bir alayımızı şehit etmiştir ki burada büyük bir şehitlik
bulunmasına rağmen ayağınızı dokundurduğunuz yerden şehit
kemikleri çıkmaktadır.
Rus ordusunun çekilmesi o kadar ani olmuştur ki savaşta
yenilmiş gibi kaçtığından bütün cephanesini ve yiyeceğini geride
bırakmıştır, halen mevzilere dokunduğunuz yerden Rus malzemeleri
çıkmaktadır. Yine Rus ordusunun bıraktığı yiyeceklerin civar köylerde
bulunan Müslüman ve gayri Müslimler tarafından kapışılarak bunlarla
bir müddet karınlarını doyurdukları üst kuşakların bize aktardıkları
bilgiler arasındadır. Yakın zamana kadar tarla kenarındaki dikenli
teller, kullanılan balta, kazma, hatta Rus beşlileri denilen silahlar Rus
ordusunun bırakıp gittiği malzemeler olarak bilinirdi. Fakat Şiran işgal
edilmeden geride çıkan Bolşevik isyanı nedeniyle Rus ordusu işgal
ettiği toprakları boşaltmak mecburiyetinde kaldı.
İşte Rus ordusunun Doğu Anadolu Bölgesini işgali üzerine dönemin
Ferit damat hükümeti işgal edilen topraklarda yaşayan halkın daha
70- Kemalettin Kuzucu Karadeniz tarihi Sempozyumu 2005 c.II,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları s. 276
71- Kemalettin Kuzucu a.g.m s. 176
72- Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal afetler
73- DOA, İrade Dâhiliye, Nr.41391, 13 Mayıs 1285, Esat Muhlis’ten
Dâhiliye Nezareti'ne
74- DOA, İrade-i Dahiliye nr, 4-435 1285 Esat Muhlisten Dahiliye
Nezaretine Telgraf name.
75- DOA, İrade Dâhiliyle, Nr.41435, Lo Rebiyülâhır 1286, "Tezkire-İ
Sena veri".
76- B.DA Tarih 03.m1231 H Dosya no. 641 Gömlek no. 31520
77- B.D:A Tarih 1231 Dosya no: 636 Gömlek no: 31375
78- B:D:A tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/E
79- B:D.A Tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/3
80- B:D:A Tarih 1278 Dosya no: 499 Gömlek no. 31
81- B:D:A Tarih 1313 dosya no: 33 Gömlek no 19
78
güvenli bölgelere nakli için muhacirlik seferberlik kararı aldı. Bu
karar üzerine doğu Anadolu’dan ve dolaysıyla Şiran bölgesinden
herkesin gideceği yer görevliler tarafından belirlenerek insanlar
muhacir edilmeye başlandı. Fakat bu büyük göç ilçenin yakın tarihinin
en büyük felaketlerinden biri oldu. İnsanlar yıllar boyu yolda
çektiklerini, gördüklerini muhacirlik anısı olarak anlatıp durdular.
Sonuç olarak insanların yollarda çektiklerini şöyle sıralayabiliriz.
1-Bölge halkı Rus’lara esir olacağına doğup büyüdükleri
vatanlarını terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Geride sadece göç
edemeyecek derecede yaşlılar, sakatlar kalmıştır. Bunların bazılarının
da yanında da bunları yalnız bırakıp ta ölüme terk edemeyen yakınları
kaldı.
2.) Bölgedeki Türklerin bölgeden çekilmesi ile geride kalanlar
tamamen korunmasız kalmışlardır diyemeyiz Çünkü Osmanlı
kuvvetleri Şiran bölgesindedir. Sadece savaşı fırsat bilen küçük
ermeni hareketleri ve çeşitli eşkıyalık faaliyetleri göze çarpmaktadır.
3.)İlçe insanı göç ederken taşınmaz mallarını ve yükte ağır,
değerde kıymetsiz mallarını evlerinde bırakmışlardır, hatta sonradan
yemek üzere ellerindeki hububatı kuyulara saklamışlardır.
4.) Göç sırasında göç edenler büyük zorluklara uğrayıp büyük
kayıplar vermiştir. Özellikle ilkbaharda başlayan göç, kışın henüz
bitmemesi, Yolların elverişli olmaması, yaşlı ve çocukların aylarca
sürecek yayan yolculuğa dayanamaması, muhacirlerin yanlarında
götürdükleri hayvanlarında aynı nedenlere dayanacak hastalıklara
uğrayıp ölmesi, ölen hayvanların leşlerinin kaldırılmaması dolayısıyla
bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması yollarda çok sayıda insanların
ölmelerine hastalanmalarına neden olmuştur.
5.) Bu zayıf güçsüz, hastalıklı insanlar yollarda Ermeni ve
Rum çetelerinin saldırılarına uğruyorlardı. Eğer muhacirlerin
geçtikleri yerlerdeki yerli halk olmazsa büyük zalimliklerde
bulunuyorlardı. Yolda açlık çeken halk yiyecek bulamıyordu. Çünkü
Rusların korkusu tahıl üretimini düşürmüştü. Kimse tahıl ekmediği ve
sadece kendine yetecek kadar ektiği için kıtlık baş göstermişti. Bir
parça yiyecek bulabilmek için yanlarında götürdükleri mallarını yok
pahasına satan muhacirler çok güç durumda kalmışlardı.
7.) Muhacirler, binlerle, on binlerle ifade edilemeyecek kadar
çok oldukları için içinden geçtikleri köy, kasaba ve şehirlerde de
yiyecek darlığı yarattılar. Bulaşıcı hastalıkları yaydılar, kurulu hayat
düzenini bozdular. Buna en iyi örnek şunu verebiliriz.
Amerika Birleşik Devletleri yüksek komiseri Amiral Bristol,
1919 yılının Aralık ayı başında mütareke komisyonu başkanı
Fahreddin Bey’e vermiş olduğu iki ayrı muhtırada şu konulara dikkat
çekiyordu:
Amerika Birleşik Devletleri, Yakın Doğu’ ya Yardım
Komisyonu üyelerinden Binbaşı Yowell 5 Mayıs 1922 tarihli
79
açıklamasında, Türkleri Anadolu’daki Ermenilere ve diğer Hıristiyan
azınlıklara karşı yeni bir katliam hazırlığı içinde olmakla itham
ediyordu. “Türkiye’ deki Amerikalıların sınır dışı edilmesini,
dostlukla bağdaşmayacak bir davranış olarak niteleyen Yowell,
Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkların, Türklerin yeni bir saldırısına
uğradıklarında gerekli dış yardımı alamazlarsa topyekûn yok edilerek
tarih sahnesinden silinmeleri söz konusu olacağı uyarısını yapıyordu.
Hatta Harput ve dolaylarında faaliyet gösteren Yardım Heyeti üyeleri
de Türk makamlarının haksız ve kaba davranışlarına katlanmak
zorunda kalmışlardır. Oysa bu yardımsever Amerikalılar, Hıristiyan
çocuklarının yanı sıra Türk çocuklarına da yararlı olmaktaydılar.”.
Acaba gerçek durum ne merkezdeydi?
Bilhassa fakr-ü zaruret, geleceğimiz olan yetimlerin ruhunda
müthiş tahribat yapıyordu. K.Karabekir Paşa, Erzincan’da üryan ve
sefil bir durumda bulunan 200 kadar erkek yetim çocukları kolordu
himayesine aldı. Bu çocuklar, Hilâl-i Ahmer’in cüz’i yardımı hariç
tutulursa, hükümetten hiçbir şekilde himaye ve yardım görmemişlerdi.
Vilayet-ı müstevliye halkına dağıtılmak üzere hükümetin tahsis ettiği
yedi milyon zahirenin önemli bir kısmını Trabzon’a nakleden
Amerikan Heyeti, bu erzaktan dâhil-i vilayet halkına bir şey
vermemişti. Bunları, Trabzon’da sahil halkına, özellikle gayr-i
Müslim halka dağıtıyordu.
Halk, Amerikan Muavenet Heyetinin Giresun’daki Rum ve
Ermeni yetimhanelerine yirmişer bin liralık muavenette bulunduğu
halde Müslüman darüleytâ mını ziyaret etmek bile istemediklerini
söylüyordu. Büyük çoğunluğu Gümüşhane, Bayburt, Kelkit ve ŞİRAN
havalisinden göç etmiş on binlerce muhacir aç ve sefil bir şekilde
sokaklarda yatıyordu. Bir kısım muhacirler tamamen çıplak halde
olduklarından Trabzon dışında hendeklerde barınıyor, dışarı
çıkmıyorlardı. Buna karşılık, Trabzon’ da Amerikalıların ve Yunan
Sâlib-i Ahmer’inin yardımlarıyla Hıristiyanlardan bir kişinin bile
yurtsuz ve sefil kaldığı görülmemişti. Hilâ l-i Ahmer ise tüm
yokluklara rağmen var gücüyle hiç bir ayırım yapmadan halkın
yardımına koşuyor, acılarını hafifletmeye çalışıyordu.(82)
Bu Pr. Dr Metin Ayışığı’nın Ermeni konusunda yazmış olduğu
Amerika Birleşik Devletleri yüksek komiseri Amiral Bristol, 1919
yılının Aralık ayı başında mütareke komisyonu başkanı Fahreddin
Bey’e vermiş olduğu iki ayrı muhtırada dikkat çektiği konulardan
sadece kısa bir bölüm. Köyümüzde yakın zamanda vefat eden bu
günleri görmüş ve dağ başında bir köyde yaşamasına rağmen,
82- Pr. Dr. Metin Ayışığı Ermeni Teciri Konusunda Yeni Perspektifler
80
Ermenice, Rumca, Fransızcayı anadili gibi yakın komşuma bu
dilleri nerede öğrendiğini sorduğumda hep uzun, uzun ah çektikten
sonra usanmadan, bıkmadan anlatmaya başlardı;
Muhacirlikte Köye Amerikalılar geldi biz çocukları okutacağız
diye köydeki 6-10 yaş çocukları topladılar yolda giderken daha büyük
çocuklar Amerikalıların elinden kaçtı ben kaçamadım, köylerden
topladıkları çocuklarla birlikte bizi Trabzon’dan gemiye bindirerek
Yunanistan’a götürdüler. Orada bize Rumcayı daha sonra bizi
Fransa’ya gönderdiler orada bize Fransızca ile, Ermeniceyi öğrettiler.
Ben biraz daha büyüktüm köyümü, Türk olmadığımı unutturamadılar
bize verdikleri en hafif ceza kafamızı kovanın içine sokarak
bükmeleriydi. Daha sonra yine okulda Amerikalı bayan
öğretmenimize yalvardım ben Türk’üm beni memleketime gönderin
kadın isyanıma, ızdırabıma dayanamadı beni Fransa’dan gemiye
bindirdi İstanbul’a geldim oradan da kardeşlerim geldi beni aldı. Bu
yazdığım Hurrem Kılıç amcanın anlattıklarının özeti. Bizim kurtuluş
savaşını kimlerle yaptığımız şimdi daha iyi anlaşılıyor.
8.) İlçe halkının çektiği en büyük sıkıntılardan biride gittikleri
Tokat, Amasya, Sivas, Samsun bölgelerinde ki yerleşik halkla tanışıp
kaynaşması olmuştur. Her ne kadar bu konuda sıkıntılar baş
göstermişse de giden halktan bir kısmının geri dönmeyerek gittikleri
bölgelerde halkla kaynaşarak o bölgeye yerleşmeleri olmuştur. Hatta
bunların içerisinde başarılı kişiler de çıkmıştır.
Muhacirlikten dönüş
Savaşın bitmesiyle birlikte doğup büyüdükleri toprakları terk
edip hayatta kalan insanların çoğunluğu ya baba toprağı, ya gittikleri
yerlere uyumsuzluk veya geride bıraktıklarına kavuşmak için gittikleri
yerlerden geri dönüş yolculuğu başlamıştır. Geri dönüş de en az gidiş
kader zahmetli ve zor olmuştur.
İlçede ki perişanlığı üst kuşakların anlattıklarından anlıyoruz.
İşte kıtlığın asıl baş gösterdiği dönem bu dönemdir. İnsanlar
konuşmak için dahi korkularından çenelerini oynatamaz hale
geldikleri dönemdir. Çene oynadıkça acaba bir şey mi yiyor diye
hemen boğazına sarılıp ağzını açamaya çalışılan dönem. Dağ meyvesi,
fırıç, uğud muhacirlik döneminin insanlara tanıttığı yiyeceklerdir.
Uğud insanların giderken kuyulara doldurdukları hububatın çürümeye
yüz tutmuş hali ama insanlar için dağlardan topladıkları ile yedikleri
yiyeceklerin başında gelmektedir.
İlçede ki açlık öğle hat safhaya gelmiş ki ilçenin eşrafı o
dönem de Şiranlı olup İstanbul’da dergi çıkaran Ahmet Şiran-i
Efendiye İlçenin halini bildiren bir mektup yazarak dergisinde
81
yayınlamasını isterler. İtisam dergisinde yayınlanan bu mektup
‘’Damat Ferit hazretlerine diye başlayıp her sofra başına oturdukça,
açlıktan ölenleri düşünmedikçe ne yediğinizden, ne de içtiğinizden bir
tat ve lezzet bulamayacaksınız’’ diye devam etmektedir.
Dönen halkın bir kısmının da evine, arazisine muhacirliğe
gitmeyip geride kalanlar tarafından el konduğu yine anlatılanlar
arasındadır.
KURTULUŞ SAVAŞI GAZİSİ SÜREYYA DİLMENİN
MEKTUBU
Yıl 1977 Ülkemizde sağ, sol terörün kol gezdiği yıllar ortalıkta
bombalı mektupların, bombalı paketlerin dolaştığı yıllar herkes
kendisine gelen mektubu patlama korkusu ile şüphe ile açmaktadır.
İşte bu yıllarda ilçemiz öğretmenlerinden Yaşar Tuğ postaneye gider
postacı kendisine bir mektup gösteriri mektubun üzerinde yaşlı bir
öğretmene ŞİRAN diye yazmaktadır öğretmenimiz mektubu korkarak
alır ve açar mektup aynen şöyledir.
Selamünaleyküm sevgili öğretmenim.
Ben bu mektubu Çanakkale’den yazıyorum bana yardımcı
olacağınızdan eminim.
Kurtuluş savaşında askerliğimi Şiran’da yaptım görev yerimiz
Cengeriş (Alacahan) köyünün üstünde ki Kara tepe mevkii idi on iki
kişilik bir manga idik görevimiz öncü kuvvet olarak etrafta keşif
yaparak geri mevzilerde bulunan ordu birliklerine haber vermekti.
Hemen karşımızda Söfker köyü onun yanında Çağıl köyü,
bundan sonraki Telme, Yukarı Tersun, Aşağı Tersun dan Çilhoroz
Çimen dağına doğru her yer Rus işgali altındaydı. Bu köylere sık, sık
giderdim. Hemen, Hemen her gün yanımızda bulunan Karaşeyh
köyünden geçerek keşfe çıkardım, köyde herkes muhacir olmuştu in,
cin top atmaktaydı ıssız ürkütücü bir köydü. Sadece köyün iç
kısmında yaşlı, sarı sakallı bir adam muhacir olmamış pencerenin
önünde durmadan Kuran okuyordu.
Günler böyle geçip giderken yine bir gün Karaşeyh tarafına
keşfe çıkmıştım aynı kapının önünden geçerken arkama bir köpek
takıldı biraz gittikten sonra gözüm gibi saklamam gereken ekmeğimin
yarısını kesip köpeğe verdim, köpek ekmeğini yedi ve birlikte
keşfimizi yaptık geri döndük. Aynı kapıdan geçerken köpek kapıya
dönmek istedi içimden gayri ihtiyari bir ses asker buraya gel!
Köpek hiç tereddüt etmeden yine arkama takıldı ve benimle
Karatepe’ye geldi bizimle kaldığı sürece Rus askerlere kan kusturdu,
Rus askerlerin kâbusu haline geldi sonunda Rus askerler köpeği
vurdular hepimiz çok üzgündük köpeği aldık bir insan gibi mezar
yapıp Karatepe’ye gömdük.
82
Şimdi ise senden isteğim artık yaşlandım savaş anılarımı
yazmak istiyorum, saydığım o köyler yerinde duruyor mu? Bunları
yazar gönderirsen sevinirim Selamlar
Süreyya DİLMEN Çanakkale
TARİHİ KALINTILAR
İlçe diğer Anadolu ilçeleri veya Anadolu gibi tarihi
araştırmalar açısında bakir bölge olarak kalmıştır. Bırakın arkeolojik
araştırmaları bugün arşivlerin araştırılması bakımından da halen bakir
sayılır.
Tarihi süreç içerisinde insanlar yaşadıkları bölgelerde az veya
çok yaşam izleri bırakırlar. Geriden gelen nesil o insanların
bıraktıkları emarelere bakarak o dönem hakkında bilgi sahibi olur, bu
bilgiler zamanla insanlığa tarih, kültür, yaşam açısından kaynak olur.
Yeryüzünün her köşesinde olduğu gibi Şiran ilçesinde de geçmiş
kültürlerin izlerine rastlamak mümkün ancak bunların bazıları
zamanın acımasız aşımına uğrayarak yeryüzünden silinecek hale
gelmişlerdir. Öğle ki bugün sur kalıntılarına bakarak büyüklüklerini
tahmin ettiğimiz kale kalıntılarında geriye kalan son parça surlarda
eriyerek yok olmaya yüz tutmuştur.
İlçede tarihi kalıntıları şu başlıklar altında toplayabiliriz.
1-İnsanların korunmak üzere yaptıkları kale kalıntıları ki
bugün ayakta olmasa bile yıkıntılarına baktığımızda bu kalıntılardan
ilçede bayağı bulunmakta. Bu durum da akla hemen şu soruyu
getiriyor Arapça da kaleler ve surlar anlamında kullanılan Şiran
kelimesi anlamını buradan mı alıyor ama sadece bunu bir varsayım
olarak kabul ediyoruz. İlçede bulunan kale kalıntıları şunlardır.
A-Hargin Kale kalıntısı (Güreş köyü sınırları içerisinde)
B-Mumya kalesi
(Akbulak köyünde)
C-Yanak kale
( Evren köyünde)
Ç-Öğün kale kalıttı
(Seydibaba Köyünde)
D-Kurt kalesi
(Seydibaba köyünde)
E-Kudret kalesi
(Ozanca köyünde)
F-Demirci kale
(Bahçeli Köyünde İsmen)
G-Tarsun kalesi
(Gökçeler köyünde)
H-Balıkhisar kalesi
(Balıkhisar köyünde)
I-Kızlar kalesi
(Burgu baba yakınlarında ismen)
İ-Kazan kale
(Seydibaba köyünde)
J-Kale
(Seydibaba köyünde)
K-Kör kale
L-Kırmızı kale
(Çavlan köyünde)
83
2-İlçede bulunan diğer kalıntılar ise insanların dünya hayatının
yanında ahiret için yaptıkları hazırlıklardır ki bunlarda ölüler için
yapılan kaya mezarı, lahit gibi kalıntılardır. Her ne kadar kalıntı diye
adlandırılsalar da biraz zamandan birazdan insanların define
merakından tahrip paylarını alarak özelliklerini yitirmişlerdir.. Bu
kalıntıları da şöyle sıralayabiliriz.
A-Ara köyü kaya mezarları
B-A.Duruçay köyü inler bölgesi
C-Susuz Köyü kalıntılar
Ç-Çakırkaya kavaklı dere kalıntıları
D-İnözü Köyü inleri
E-Ballık kaya mezarları
F-Kadıçayırı kaya mezarı
G-Aksaray köyü kaya mezarları
H-Ozanca köyü kaya mezarı
I-Akçalı köyü kaya mezarı
İ-Çakırkaya delikli taş kaya mezarları
3-bir diğer yaşam izi ise bölgede bulunan höyük benzeri
insanların üst, üste kültür izlerini bıraktıkları yapılardır. İlçe bu
bakımdan da bayağı zengindir, mezar olarak değil de insanların yaşam
alanı olarak bıraktıkları kalıntılardır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz.
BÖLGEDEKİ HÖYÜK BENZERİ YAPILAR
Arşivlerde olduğu gibi Şiran ilçesi arkeoloji bakımından da
incelenmemiştir. Ancak höyük ve höyüğe benzer yapılardan Şiran
ilçesinin bayağı zengin olduğu görülmektedir. Bunlar bazen Şiran çayı
çevresinden Telme yaylasına kadar zincirleme olduğu gibi Ara, Akçalı
gibi bölgelerde bulunan tek höyükler de mevcuttur. Bugüne kadar
tespit edebildiğimiz höyüklerin varlığını ve özelliklerini şu şekilde
özetleyebiliriz.
1-ARAKÖY KÖNGER TEEPE HÖYÜĞÜ
Ara köyü sınırları içerisindeki toplu kaya mezarlarının
batısında, Ara köyünün Doğu eteğine kurulmuş olan tepedir.
Kuzey-Güney doğrultusunda 38 m Doğu-Batı doğrultusunda
33 m ve 10 metre yüksekliğindedir. Höyüğün Doğusu ve Kuzey
Doğusu tamamen tahrip edilmiş durumdadır. Höyüğün içinin hafriyatı
boşaltılmış olup, hafriyat içerisinde maddi kalıntılar vardır. Höyükten
bol miktarda siyah, parla, mat bizim küp kırıkları dediğimiz
karamikler çıkmaktadır. Karamikler dışında höyükten işlenmiş
obsidyen ve obsidyen parçaları çıkmaktadır.
84
2-ÇEŞTEPE
İlçeye 18 km uzaklıkta Alıç köyü’nün 16. km sinde yol
kenarında 10x20 m ölçülerindedir. Civar köylüler tarafından çeştepe
olarak adlandırılır. Buradan da küp kırıkları dediğimiz karamikler
çıkmaktadır.
3-EVLİYA TEPE-I
Evliya tepe höyüğü Alıç köyünün kuzeyinde bulunmaktadır.
25x40 m ebatlarındadır. Höyüğün etekleri köylüler tarafından tarla
olarak kullanılmaktadır.
4-EVLİYA TEPE-II
Yine Alıç köyünün Kuzeyinde diğer evliya tepeye yakın bir
bölgededir. 110x140 m ebadında 68 m yüksekliğindedir. Diğer
höyüklerde olduğu gibi buradan da bol miktarda karamikler
çıkmaktadır.
5-PAŞAPINARI HÖYÜĞÜ
İlçeye 17 km olan Paşapınarı köyü yolu kenarındadır. Höyük
iki tepeden oluş görünümlüdür. Höyüğün kenarında zamanla bir kilise
olduğu ve taşlarının sökülerek okul yapımında kullanıldığı köylüler
tarafından anlatılmaktadır.
6-TAŞLIK-I
Höyük Kelkit, Şiran karayolu üzerinde İsababa hazretlerinin
türbesinin bulunduğu tepedir. Firdevs hatun türbesinin kuzeyindedir.
Höyükten bol miktarda karamik çıkmaktadır.
Höyük 1990 yılında A.Sagon tarafından incelenerek taşlık bir
olarak adlandırılmış ve erken bronz, orta bronz ve demir çağına
tarihlendirilmiştir. İlçe insanı arasında kümbet olarak bilinmektedir.
Yapılan kaçak kazılarda höyüğün üstünden aşağı 7-8 metrede
muazzam şekilde yapılmış bina kalıntılarına rastlanmıştır.
7-TAŞLIK-II
Yine Şiran, Kelkit karayolunun üzerinde, Firdevs hatun
türbesinin batısında göze çarpmayan bir yokuş üzerinde
bulunmaktadır. Höyüğün üzeri tarla olarak kullanılmaktadır ve tarla
sürüldükçe çanak, çömlek parçaları çıkmaktadır. 80x120
85ebatlarındadır. Yine A.Sagon tarafından erken bronz çağına
tarihlendirilmiştir.
85
8-KARAKÖY HÖYÜĞÜ
İlçede eskiden beri bilinen ve ilgi çeken höyüklerden birisidir
Karaköy’ün Kuzeyinde Şiran çayının kenarında bulunmaktadır.
A.Sagon’un yaptığı araştırmaya göre 100x100 ebadında ve 8 metre
yüksekliğindedir. Buradan da bol miktarda çanak, çömlek parçası
toplanarak erken bronz çağına tarihlendirilmiştir.(83)
9-A.DURUÇAY HÖYÜĞÜ
Aşağı Duruçay sınırları içerisinde köprüye yakın Kelkit çayı
kenarında bulunmaktadır. Üzeri tarla olarak kullanılan höyükten bol
miktarda karamik parçaları ve metal paralar çıkmaktadır. İnceleme
yapılmadığından tarihlendirilememiştir.
10-AKÇALI KÖYÜ HÖYÜĞÜ
Yukarı Akçalı köyüne giderken ana yoldan ayrılınca yolun ilk
km si içinde, yolun sol tarafında dere içerisinde bulunmakta 30x40
metre ebadında ve 8 m yüksekliğindedir.
11-MANASTIR TEPE HÖYÜĞÜ
Çakırkaya köyü sınırları içerisinde meşhur Çakırkaya
manastırının hemen üzerindeki yükseltidir. Geniş bir alan yayılmış
yaşam merkezini andırmakta ve keramiklerin en kalını ve en büyükleri
buradan çıkmaktadır. Tarihi hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.
12-AKSARAY HÖYÜĞÜ
Aksaray köyü yakınlarında çanakçı yolu üzerindedir. Dere
kenarında bir yükseltidir. Tahminen 30x70 m ebadındadır burada da
yapılan kaçak kazılarda höyüğün üstünden girilerek taş basamaklarla
alt kademeye kadar inilmiş, fakat kaç metre inildiği tahmin
edilmemektedir.
13-ORTA TEPE HÖĞYÜĞÜ
Orta tepe höyüğü Telme yaylası sınırları içinde bulunmakta Bu
bölgedeki höyük halkasının son ikinci halkasıdır, çünkü bu höyükten
daha ileride ismini belirleyemediğim bol miktarda çanak, çömlek
çıkan bir höyük daha bulunmaktadır.
Orta tepe höyüğünün tabanı geniş alana yayılmış yüksekliği de
diğer höyüklere göre daha fazladır.
83- Betül
Şenbak Şiran ve Çevresi Höyük ve Kaya mezarları
yayınlanmamış Yüksek Lisans tez çalışması.
86
Temel kazısı sırasında çıkarılan top güllesi
Ayakları koruyan ve yokluklarda yenilebilen çarıklarımız
87
İlçede sonbahar
Tekke Camii
88
Zahit üsteğmen anıtı gece
ÇANAKKALE
ŞEHİTLERİMİZ
Zahit üsteğmen anıtı
89
ÜSTEĞMEN ZAHİT
Çanakkale Savaşlarında kahramanlık gösteren pek çok jandarma
personelinden biri de Üsteğmen Zahit’tir. Üsteğmen Zahit, Şiran
ilçesinin Dumanoluğu Köyünden Yetimoğlu Mustafa’nın oğludur.
1882 yılında doğmuş, 29 Temmuz 1903’ de jandarma eri olarak
Silahlı Kuvvetlere katılmıştır. Yedi yıl çeşitli hizmetlerde bulunarak
amirlerinin takdirlerini kazanmış ve subay olması için İstanbul
Jandarma Subay Okuluna gönderilmiştir. Bu okulun iki yıllık
eğitimini başarı ile tamamladıktan sonra, 25 Mart 1912 de teğmen
olarak okuldan mezun olmuştur. Atandığı Sivas İl Jandarma Alay
Komutanlığına bağlı birliklerde başarılı görevler yapmış, bu görevler
sonunda birçok ödül ve takdirname almıştır.
Teğmen Zahit, Birinci Dünya Savaşı başlayınca Ankara Seyyar
Jandarma Alayı emrine atanmıştır. Bir süre sonra İzmir’e giden Alay,
burada Enver Paşa ve Mareşal von der Goltz tarafından denetlenmiş,
savaş yapabilecek durumda olduğu görüşünce, 62’nci Piyade Alayı
adıyla 20’nci Tümenin kuruluşunda yer alarak, Çanakkale Savaşlarına
katılmıştır. 62’nci Alay, Çanakkale Cephesinin güney kesimindeki en
kanlı muharebelerin yapıldığı Kerevizdere de bulunuyordu. Bu alayın
1. Taburunun 3. Bölüğü, Kerevizdere’nin Şehitler Tepesi’nde çok
kanlı, çetin muharebeler yapmak zorunda kalmıştı. İki tarafın siperleri
arasındaki mesafe en fazla 30 metre idi. Bazı yerlerde bu mesafe 3-4
metreye kadar iniyordu. Her iki taraf da toprağa iyice gömülmüşlerdi.
Fırsat buldukça siperlerini geliştirmek, sığınakları ıslah etmek için
canlarını dişlerine takarak çalışıyorlardı. Mevzilerinin yakınlığı
nedeniyle taraflar birbirlerinin adeta soluk alıp verişini hissediyorlar,
birbirlerinin çabalarını etkisiz hale getirmek için gece gündüz
demeden uğraş veriyorlardı. Bir siperden atılıp karşı tarafın siperleri
içine düşen el bombası birkaç kişiyi öldürüyor veya yaralıyordu.
Karşılıklı süngüleşme ve baskınlar yapılıyor. Göğüs göğse acımasız
bir savaş, aralıksız sürüp gidiyordu. Teknik bakımdan üstün olan
İngilizler, Kara Kedi adı verilen bombalarla bize büyük kayıplar
verdiriyorlar, mevzilerimizde büyük yıkıntılara neden oluyorlardı. İşte
bu kanlı muharebelerin birinde 62.Alay 4.Tabur Bölük
Komutanlarından biri şehit olunca, daha önce Şehitler Tepesi’ndeki
çatışmalarda büyük başarılar gösterdiğinden dolayı 14 Eylül 1915’te
üsteğmenliğe yükseltilen 3’üncü Bölük Takım subaylarından Zahit, bu
bölüğün komutanlığına atandı.
Zahit; uzun boylu, sarışın ve yakışıklı bir subaydı.
Komutanlığına atandığı yeni bölükte, durup dinlenmeden, tükenmek
bilmeyen bir enerji ile çalışarak, düşmanın yıktığı siperleri kendisi de
erleriyle birlikte çalışarak bir gecede tamir ediyor, yeniden düzene
sokuyordu. Fakat düşman, gece yapılan, onarılan bu siperleri ertesi
90
gün tekrar yıkıyordu. Üsteğmen Zahit ve yiğit erleri, gece canlarını
dişlerine takarak bu siperleri yeniden onarıyorlardı. Böylece günler ve
aylar akıp gidiyordu. Üsteğmen Zahit, gene böyle bir gün yıkılan
mevzileri onarmakla uğraşırken Alay Komutanı Binbaşı Nazmi (
sonraları Vali, Genel Müfettiş, Milletvekili Nazmi Toker ) onun
bölüğüne de gelerek çalışmaları yakından izledi. Üsteğmen Zahit,
onardığı siperleri komutanına gösterdi. 3-4 metre ötede korkunç bir
yılan gibi uzanıp giden düşman hatları hakkında komutanına bilgi
verdi ve silahların nerelerde mevzilenmiş olduklarını gösterdi. Uzayıp
giden siperler içinden komuta yerine dönmekte olan Alay Komutanı,
en tehlikeli bölgede düşmanın öldürücü ateşleri altında günlerdir
duran bu kahraman subayı hiç olmazsa birkaç gün nasıl
dinlendirebileceğini düşünüyordu. Alay Komutanı, Tabur Komutanına
Zahit in bölüğünün başka bir bölükle değiştirilmesinin uygun
olacağını bildirdi. Bunu öğrenen yiğit subay, Tabur Komutanını;
“Komutanım, ben bu bölgeye alıştım, girdisini çıktısını öğrendim.
Bizim yerimize gelecek bölük alışıncaya kadar çok sıkıntı çekecektir.
Alay Komutanımın ellerinden öperim ve beni değiştirmemesini
istirham ederim. Bölüğümle burada çok iyi işler görebilirim. Eğer
buradan alınırsam çok üzülürüm,” diyerek yerinin değiştirilmemesini
istedi.
Onun, bu içten gelen isteği komutanlarınca kabul edildi.
Aradan geçen günler, Zahit in hakli olduğunu ortaya koydu. Her geçen
gün ona yeni bir başarı kazandırıyor ve arkadaşları arasındaki ününü
artırıyordu.
1915 yılı Ağustos ayında aldığı yeni takviyelerle giriştiği
taarruzlarda da başarı kazanmayan ve Türk askerinin vatan aşkı ile
dolu çelik göğsünü aşarak İstanbul’u almaktan ümidini kesen düşman,
1915 yılı sonlarına doğru cepheyi boşaltmaya karar vermişti.
Düşmanın bazı hazırlıklar yaptığı gözleniyordu. Bu hazırlıkları
öğrenmek için geceleri küçük kuvvetlerle yapılan baskınlardan birine
düşmanın alışagelenden çok daha fazla ateşle karşılık vermesi üzerine
Üsteğmen Zahit, bunun bir çekilme hareketini gizlemek amacıyla
yapılmakta olduğundan kuşkulanarak 8-9 Ocak 1916 da bütün
bölüğüyle birlikte saldırıya geçti. Şimdi gecenin zifiri karanlığı içinde
cehennemi andıran bir boğuşma başlamıştı. İşaret fişekleri gecenin
bağrında kanayan bir yara gibi yanıp sönüyor, aydınlatma mermileri
karanlık denen devi yere yıkarak bölgeyi kısa bir süre için gündüze
çeviriyordu. Bu arada vatanlarını kurtarmak için en aziz varlıkları olan
canlarını fedada en ufak bir duraksamada bulunmayan yiğitlerle, her
türlü modern ve öldürücü silah ve gereçlere sahip bir ordunun çok
üstün kuvvetleri arasında, amansız bir boğuşma sürüp gidiyordu.
Süngü şakırtıları ile Allah, Allah sesleri ve Hurra nidaları birbirine
karışıyordu. Türk askeri, kükremiş bir aslan gibi saldırıyor, İleri, İleri
91
haykırışlarıyla birbirini yüreklendiriyordu. Üsteğmen Zahit, adeta
masal kahramanları gibiydi. Kalpağı başından düştüğünden dolayı
rüzgarın etkisiyle dalgalanan sarı saçları, alev, alev yanan gözleriyle,
bölüğün en önünde ilerliyor ve bir an evvel denize ulaşmaya
çalışıyordu. Bu arada yakınında patlayan bir mayın onu yere serdi.
Yüzü, gözü toprak, üstü başı kan içinde idi. Yarasının ağırlığı hemen
belli oluyordu. Biraz evvel başında koştuğu bölüğünü şimdi ancak
bakışlarıyla izliyordu. Az sonra ruhunu teslim ederken, dudaklarından
ebedi saadete erenlerde görülen bir gülümseme vardı.
Üsteğmen Zahit, Çanakkale Savaşının son şehitlerindendir.
Cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada karısına
yazılmış, fakat gönderilme imkânı bulunamamış bir vasiyetname çıktı.
Üsteğmen Zahit’in bugün elimizde ne bir fotoğrafı, ne de mezarı
vardır. Çanakkale Savaşında can veren binlerce yiğit Türk evladıyla
beraber gönüllerimizde yaşamaktadır. Aziz hatırasının unutulmaması
için gelecek nesillere arz ediyorum.
Mektubun içinde kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi sap sarı bir
demet saç bulunmuş. Tabi ki bu saçlar Aziz şehidin biricik eşi Hanife
Hanıma aitti.
Bazı kaynaklarda resim gösterilmekte O resim Şehide ait
değildir tamamen uydurma herhangi bir kişinin resmidir.
92
93
Aziziye Kasabasının Kılıç Mehmet Bey Kariyesinden
Ahmet Efendi Kerimesi Refikam Hanife Hanıma
21 Temmuz 330 (1914)
1- İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem
mesleğim itibarıyla tam bir asker hem müftehir bir askerim.
2- Asker olmaklığım hesabıyla bugün sonu ile vatanımı
müdaafaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı da
bulmamak vakıadır. Bu hallerin Alem-i Beşeriyette vukuu inkâr
olunmaz.
3- Böyle olmakla beraber. Şu vasiyetnameyi yazmak, hemen
irtihal dâr-i beka etmek değildir, bunu niçin imanımız katidir.
4Rabbani ve mukadderat-ı ilahiye: Ben seni, sen beni
tanımadığımız ve bilmediğimiz halde basir memleketten bizi
kendi, kendimize nasip etti. Allah’ın emrine ve Peygamberimizin
kavline tevfikan izdivacımız icra olundu. Tabii hayatta olduğum
müddetçe idaren geçimimizi temine çalıştım. Fakat bizi toplayıp
bir araya getiren devletimiz ilan-ı harp eder ve ben mümaileyh
vatan uğruna ahrete şahadet edecek olursam, sahip bulunduğum
iskam-ı şeriyyeye tevfikan muamele icrasında size variddir. Böyle
bir hal vukuunda mevcut olan eşya ve emval-i menkulemde mihri
müeccelinizi almanız için ben kendinizi tevkil ve tavzih ediyorum.
Emval-i menkulem mesarife kifayet etmezse mamulan beni borçlu
olarak yatırmayacağınıza eminim.
5- Diğer hareketlerine dair bir şey yazmayacağım. Kendi
kendimize verdiğimiz vaatlerden inhiraf etmemenizi ister ve ümid
ederim. Bana ve ruhuma bir mevlid-i şerif kıraat etmek hususu
vicdanınıza muhavveldir. Kendim için başka bir taleb-i ihtiyacım
yoktur. Şehitlik bana kâfiyet eder.
6- Altı maddeden ibaret olan bu vasiyetnamemi elinize aldığınız
zaman ceheran ağlayacak olursanız hüsn-ü rızamı tahsil etmemiş
olursunuz
…Kumandanı
6 Eylül 330 (1914)
Zahid
Aslından transkriptini çıkaran
M. Saruhan SİPAHİ
İs.Atğm
Arşiv İşlem Uzman
Çanakkale Şehidi Üsteğmen Zahit’in yazıp da eşine gönderemediği
şahadetinde cebinden çıkan mektup.
94
MUSTAFA OĞLU ZAHİT
SAVAŞ
CEPHE
: l. Dünya savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
TABUR
BÖLÜK
:
:K
:
:3
: 20
: 62
:1
:3
KİŞİESL BİLGİLER
:
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIFI
RÜTBE
D.YILI
İL
İLÇE
KÖYÜ
: yetim oğlu
: Mustafa
: Zahit
: Jandarma
: Üsteğmen
: 1297 (1882)
: Gümüşhane
: Şiran
: Dumanoluğu
ŞEHİT OLDUĞU YER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
ÖZELBİRLİK GÖREVİ
: Seddilbahir muharebesi
: 26.27.12.1915
: Çankaya
:
95
AZİZ OĞLU HÜSEYİN
SAVAŞ
CEPHE
: l. Dünya Savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
TABUR
BÖLÜK
:
:K
:
:3
:
: 19
:2
:6
KİŞİSEL BİLGİLER
:
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIFI
RÜTBE
DOĞUM YILI
İL
İLÇE
KÖY
:
: Aziz
: Hüseyin
: Piyade
: Onbaşı
: 1301
: Gümüşhane
: Şiran
:
ŞEHİT PLDUĞU YER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
: Sargı yerinde
: 05.04.1915
: Şiran
96
MUSTAFA OĞLU SALİH FEVZİ EFENDİ
SAVAŞ
CEPHE
: l. Dünya savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
TABUR
BÖLÜK
:
:K
:
: 19
: 55
: 18
:1
:
KİŞİSEL BİLGİLER
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIF
RÜTBE
D.YILI
İLİ
İLÇE
KÖY
:
: Mustafa
: Salih Fevzi Efendi
: Topçu
: Teğmen
: 1304
: Gümüşhane
: Şiran
:
ŞEHİT OLDUĞU YER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
ÖZEL BİRLİK GÖREVİ
: Gelibolu Hastanesi
: 24.03. 1917
:
: Bomba Talimgâh Müdürü
97
ALİ OĞLU MEHMET
SAVAŞ
CEPHE
: l Dünya Savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
BÖLÜK
:
:K
:
:
:
:
:
KİŞİSEL BİLGİLER
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIFI
RÜTBE
DOĞUM YILI
İLİ
İLÇE
KÖY
:
: Ali
: Mehmet
:
: Er
: 1310
: Gümüşhane
: Şiran
:
ŞEHİT OLDUĞU YER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
ÖZEL BİRLİK GÖREVİ
: Çanakkale Hastanesi
: 24.04.1915
: Şiran
: Seyyar Jandarma
98
SALİH OĞLU ARİF
SAVAŞ
CEPHE
: l. Dünya Savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
TABUR
BÖLÜK
:
:K
:
:5
:
: 42
:3
: 12
KİŞİSEL BİLGİLER
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIFI
RÜTBE
D.YILI
İL
İLÇE
KÖY
: kasım oğulları
: Salih
: Arif
: Piyade
: Er
: 1290
: Gümüşhane
: Şiran
:
ŞEHİT OLDUĞU NYER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
ÖZEL BİRLİK GÖREVİ
: Meydan Harbi
: 05.06.1915
: Şiran
:
99
ALİ OĞLU HÜSEYİN
SAVAŞ
CEPHE
: l. Dünya Savaşı
: Çanakkale Cephesi
BİRLİK
KUVVET
ORDU
KOLORDU
FIRKA
ALAY
TABUR
BÖLÜK
:
:K
:
:4
:
: 32
:3
:9
KİŞİSEL BİLGİLER
LAKAP
BABA ADI
ADI
SINIFI
RÜTBE
D.YILI
İL
İLÇE
KÖY
:
: Ali
: Hüseyin
: Piyade
: Er
:1296
: Gümüşhane
: Şiran
:
ŞEHİT OLDUĞU YER
ŞEHİT OLDUĞU TARİH
ASKERLİK ŞUBESİ
GÖREV (84)
: Triyandafil Çiftliğinde
: 22.04.1915
: Şiran
84- Gümüşhane Kültür yayınları Çanakkale şehitleri
100
TC. BAŞBAKANLIK
DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDE BULUNAN
BAZI BELGELER
OSMANLI ARŞİVİ KATALOGLARI
s.no Tarihi
Dosya no
Gömlek no
1
1/1
23347
Şiran’da İsa baba evkafı ve defterlerde isimleri olan diğer
vakıfların ferağ ve intikal at rüsumulatıyla kâğıt baha ve kalemiyle
miktarı.
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
2
1/1
23222
Gümüşhane’ye bağlı Şiran ve Kelkit kazalarında bulunan muhtelif
vakıfların mahlul at kayıtları
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
3
1/1
24628
Muşta Şeyh Ahmet Şirani’nin muhasebesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
4
1/1
20722
Gümüşhane sancağında Kelkit ve Şiran kazalarında bulunan
vakıfların varidatı.
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
5
1/1
16955
Muhtelif kimselere ait essam ve mukataa kayıtları ile Karahisarı-ı
şark-i ve Şiran kazalarında bulunan vakıfların teczihat kaydı
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
6
1/1
14248
Şiran’daki Seydi Baba zaviyesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
7
1/1
20767
Trabzon Vilayetine bağlı Gümüşhane sancağında Şiran ve Kelkit
kazalarının köylerinde bulunan vakıfların mahlulat muhasebe kayıtları
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
8
1/1
16955
Şiran’da ki vakıflarla ilgili teczihat kayıtları
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
9
03/M/1231 H
641
31520
Kürt Eşkıyası Erzincan ve Şiran Tarafında ki köyleri tamamen
harap ettiğinden terbiyelerine müsaade olunması ricasına dair Erzurum
valisi İbrahim Paşanın sadarete yazdığı yazı
10
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
05/S/1112
25
2425
Şiran Karyesine tabi Gerdan adındaki karyede vaki zaviyenin
zaviyadarlığına ait elindeki maliye beratını mahallinden derkenar olup
kendisine zayiinden yeni berat verilmesine dair Seyit Mustafa’nın arzı
üzerine.
101
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
11
09/S/1231 H
636
31375
Tercan, Erzincan, Şiran tarafındaki Kürtler daima isyan üzere olup
civar kurayı huzursuz etmekte olduklarından terbiyelerin müsaade
olunması hakkında Erzurum valisi İbrahim paşa’dan Sadarete.
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
12
13/C/ 1249 H
468
22853/E
Kadı kıran Şakinin Kazalardan Kelkit Şiran tarafına geçtiğine dair
belge;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
13
15/C/ 1249 H
468
22853/3
Şaki kadı kıranın tahassün ettiği Ulaş kariyerinden hareketle Kuru
çay tarafından Şiran’a savuşmuş olduğu için kayseriyyeye avdet
edildiğine dair.
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
14
01/C/ 1267 H
31
37
Şiran kazası müdürü Mehmet Beyin azliyle yerine Beyazıt
Sancağı sabit karantina müdürü Mehmet efendinin tayini
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
15
09/B/ 1271 H
72
52
Hemşin, Kaş, mankalya, Sultan yeri, Köprülü, Şiran Keskin, misiri
Müdürlerinin azliyle yerine yenilerinin atanması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
16
29/Ş/ 1271 H
72
52
Mahmut Ağanın Şiran kazası Müdürlüğüne tayini
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
17
24/S/ 1273 H
258
41
Sabık Şiran Kazası Müdürü Mehmet Efendinin bir kaza
müdürlüğünde istihdamı
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
18
19/Ş/ 1273
278
85
Şiran hanedanından Esat Ağanın bir işte istihdamı
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
19
05/M/ 1275 H
99
86
Binbaşı Halil Yaseri Efendi ile İpşir Ağanın tımardan dolayı
Şiranlı gerefettin zade Mehmet ve Muşlu şerif bey deki alacaklarının
tahsili;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
20
23/Ş/ 1275 H
106
24
Şiran Müdürü Selim Ağanın yerine kapucubaşı Mahmut ağanın
tayini;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
21
23/N/ 1275 H
348
62
102
Zimmetine mal geçirip çeşitli yolsuzluklar yapan Şiran müdürü
Esat ağa hakkında tahkikat yazısı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
22
11/L/1275 H
349
59
Şiran Müdürü Selim Efendi vücuhdan Abdulbaki ve Ethem
Beylerin sabık müdür Esat ağa aleyhine mazhar tertibi ve ahaliye
ziyade vergi tevziye ve tahsilinden dolayı muhakeme edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
23
28/L/ 1275 H
351
45
Hacı Abdulbaki beyin sarıca Köyü ahalisi adına yaylak beratı
tahsili hususunda yaptığı masrafların tediyesine yapılan müdahalenin
tahkikiyle meni;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
24
22/S/1276
367
45
Şiran Kazası ahalisinden zimmetlerine para geçirerek dersadete
kaçan Abdulbaki ve Ethem Beylerin azimetleri ve muhasebelerinin
ruyetti
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
25
15/Ra/ 1276
110
14
Erzurum’un Şiran kazası Müdürü Esat Ağanın orduya verilen
malların tesviye olunan meblağında çıkan istikabı ve halka yaptığı
taaddiyat hakkında tahkikat yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
26
2/R/1276 H
374
46
Şiran oğlu Karabettin fruht etmiş kerestenin naklinin engelleniş
sebebinin bildirilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
27
26/R/ 1276 H
380
44
Erzurum sancağının geçmiş seneler malından zimmetleri olan
Abdulbaki ve Ethem beylerin bulunup Erzurum’a gönderilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
28
28/C/ 1276 H
391
87
Şiran kazası sabık müdürü Selim Efendinin münasip bir işte
istihdam edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
29
28/Z/ 1276 H
412
70
Şiran kazası Müdürü Selim efendinin münasip bir müdürlükte
istihdam edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
30
16/B/ 1277
118
88
Şiran kazası eski müdürü Esat ağanın yolsuzluklarının tahkiki ve
Şiran kazasının Gümüşhane’ye bağlanması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
31
11/S/ 1277 H
423
87
103
Şiran Kazası ahalisinden olup dersaadetde bulunan Abdulbaki ve
Ethem beylerin Şiran’a gitmek üzere kefalete bağlandıklarından
zimmet-i miriyelerinin tahsili;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
32
05/C/ 1277 H
443
59
Şiran esbak müdürü İsmail ağanın Konya’da bir müdürlükte
istihdamı için azil sebebinin tahkiki;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
33
01/B/1277
180
58
Şiran hanedanından Esat ağa ile kendisini rencide edenlerin
mürafa edilerek icabının icrası
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
34
06/N/ 1277
462
17
Şiran kazasında Ali Ağaya usul ve nizama uygun işlerinde
kolaylık gösterilmesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
35
05/M/ 1278 H
225
82
Trabzon Valisinin Şiran’a gittiği sırada yolda gördüğü bazı
durumlar üzerine Gümüşhane kaymakamına yaptığı tebligat ve tembih
uygun olduğu
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
36
10/M/ 1278 H
129
57
Şiran kazasına Adapazarı Müdürü Osman Efendinin atanması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
37
10/Ra/ 1278
499
31
Şiran’da zuhur eden eşkıyanın yakalanmasına tayin olunan
İskender beyin Evinde Eşkıya sakladığı yakaladığı Esat ağa ve iddiaları
hakkında tahkikat yapılması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
38
06/Ca/1278
513
86
Şiran müdürü Esat ağanın yapılan mahkemesi sonucu, zimmeti
zuhur edip etmediğini, eşkıyaya yataklık yaptığı iddialarının tahkik
olunarak bildirilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
39
07/C/ 1290 H
460
29
Gümüşhane’nin Şiran kazasında Sili (Sellidere) köyünde Çerkez
muhacirlerin iskanı masarifinin tesviyesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
40
20/C/ 1304
1404
89
Bayburt sancağının İspir, Kelkit ve Şiran kazalarından ibaret
olduğu, kazaların tahvil ve irtibatları hakkında gerekli muamelelerin
ona göre yapılması hususun Erzurum Vilayetine tebliği;
104
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
24/B/1304
1413
67
Erzurum’da vaki Şiran kaymakamlığıyla bazı memurların kötü
ahvalinden bahseden varakanın tahsisi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
42
11/Za/ 1304
1435
71
Bayburt Sancağına bağlı Şiran ve Kelkit kazalarının eskisi gibi
Gümüşhane’ye bağlanması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
43
19/Z/ 1304
1445
31
Şiran Kazası kaymakamı Mustafa Hulusi efendinin istifasıyla
boşalan kaymakamlığa Diyadin kaymakamı İbrahim Lütfü Efendinin
atanması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
44
25/S/1305
1461
74
Kelkit ve Şiran kazasının Gümüşhane sancağına, Bayburt ve İspir
kazalarının Erzincan sancağına ilhakıyla idare edilmesine karar
verildiği
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
45
08/C/ 1305
1478
79
Şiran ve Kelkit kazalarında ağnam sayımı mahalline memur tayini
için izin verildiği;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
46
11/C/1305
31
15
Devletçe yasaklanmasına rağmen Bayburt mutasarrıfı Ali paşanın
Şiran da bulunan Çerkezlerden bir cariye satın aldığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
47
13/C/ 1305
1489
40
İspir Şiran ve Kelkit Hapishanelerinin masrafının nereden
karşılanacağı hakkında;
41
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
48
15/C/ 1305
1489
40
Bayburt Sancağının lağvedilerek İspir kazasıyla beraber
Erzurum’a Kelkit ve Şiran kazalarının Gümüşhane sancağına ilhaken
idaresi kararı üzerine gerekenin ilgililerce yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
49
16/B/ 1305
1497
92
Bayburt sabık mutasarrıfı M. Ali Paşanın Şiran da sakin Çerkez
muhacirlerden aldığı daha sonra iadeye çalıştığı cariyeyi nikâhlaması
gerektiği;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
50
07/Ş/ 1305
1502
25
Bayburt sancağının Kazaya çevrilerek Şiran ve Kelkit Kazalarının
Gümüşhane’ye bağlanması;
105
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
51
07/Ş/ 1305
1501
25
Gümüşhane sancağına ilhak olunan Bayburt, Kelkit, Şiran
kazalarının heyeti zabıtasına Erzurum vilayeti alay beyliğince
müdahale edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
52
15/L/ 1305
1515
100
Şiran Çerkez muhacirlerinden aldığı cariyeyi iadeyle parasını geri
almaya çalışan Bayburt mutasarrıfı M. Ali Paşanın cariye ile
nikâhlanarak bedelinin geri kalanın da geri ödettirilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
53
15/L/ 1305
1515
90
Vefat eden Şiran kasabası nüfus memuru Ahmet Recai Efendinin
hanımı Havva’nın maaş tahsisi talebi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
54
24/L/ 1305
1518
19
Şiran kazası zabıta heyetinin Erzurum Vilayeti zabıta heyeti
alayına bağlı olarak tahsilata katılmasından kaynaklandığının
bildirilmesi üzerine gerekenin yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
55
08/Z/ 1305
1522
22
Bayburt sancağının ilgasıyla İspir ve Bayburt kazalarının
Erzurum’a, Şiran ve Kelkit Kazalarının Gümüşhane’ye bağlanması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
56
10/Za/ 1305
1523
25
Yanlışlıkla Erzurum’a gönderilen Kelkit ve Şiran kazaları sicili
esas vesaire zukur-ı Müslime defterlerinin Gümüşhane’ye gönderilmesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
57
21/Za/ 1305
1523
25
Gümüşhane’ye bağlanan Kelkit ve Şiran kazalarının zabıtalarının
Trabzon sancağına bağlandığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
58
07/Z/ 1305
1533
11
Dersi mutasarrıfı Bayburt mutasarrıfı iken Şiran’daki
Çerkezlerden aldığı cariyenin hür olduğunu iddia etmesi sebebiyle iade
ettiğinden şikâyetin neticelendirilmesi:
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
59
08/Z/1305
1534
17
Şiran ve Kelkit Kazalarının talebi üzerine gönderilen vukuat
ilmühaberinin senedinin irsali;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
60
14/Z/ 1305
1534
23
Kelkit Şiran kazalarının Trabzon’a bağlı Gümüşhane’ye ilhakı
106
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
17/Z/1305
1539
15
Şiran kazası nüfus memuru Müteveffa Ahmet Recai Efendinin
eşinin kendisine kızlarına maaş bağlanması talebi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
62
01/M/ 1306
1540
23
Gümüşhane kazalarının Trabzon valiliğine raptıyla ağnam
rüsumunun alınması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
63
01/M/ 1306
1540
17
Sabık Bayburt mutasarrıfı M. Ali Paşanın Şiran Çerkezlerden
aldığı cariyeyi iade etmek istemesi üzerine dördüncü orduyu hümayun
müfettişi Nusret Paşanın hadiseyi tahkiki;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
64
19/M/1306
1547
17
Şiran kazası Nüfus memuru mütevvefa Ahmet Recai Efendinin
karısına maaş bağlanması için hizmet cetvelinin gönderilmesinin
Erzurum valiliğine yazıldığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
65
16S/ 1306
1556
92
Şiran Kaymakamı Hafız beyin muhakeme muamelatına
müdahalesinin kaza naibi Salih Rasim Efendi tarafından şikâyet
edildiği;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
66
30/Ra/ 1306
1571
4
Şiran kazası nüfus memurunun eşine maaş bağlanması
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
67
07/R/ 1306
1573
71
Şiran kazası kaymakamı Hafız beyin muhakeme muamelatına
müdahale ettiğinin Trabzon valiliğine bildirilmesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
68
29/R/ 1306
1581
5
Şiran nüfus memurluğunca yanlış tanzim edilerek Erzurum’a
vilayetinden iade olan sicil esas nüshalarının yeniden yazılarak defter
masrafının mesullerden alınması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
69
03/Ca/ 1306
1581
69
Şiran kazası sandık eminliğine tayin olunan Nazif efendinin
kefaletinden dolayı bazı ifadeyi havi Nuh oğlu Osman tarafından
gönderilen arzuhalin takdimi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
70
08/R/ 1311
153
21
Torul nüfus memuru hasan Ziver ve Şiran Nüfus memuru Yusuf
efendilerin becayişleri;
61
107
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
01/Ş/ 1311
204
2
Şiran nüfus memurluğuna Hopa kazası eski nüfus memuru Hurşit
efendinin tayin olduğu;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
72
17/Ra/ 1321
284
47
Şiran hükümet konağına izin verilmeden başlanılmaması,
kiralanan hanenin kirasının verilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
73
09/Ca/ 1312
305
43
Hopa kazası kaymakamlığına M. Ali Şiran kaymakamlığına Ali
Rıza efendinin becayiş suretiyle tayin edildiklerinden maaş
muamelelerinin yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
74
27/Ca/ 1312
311
51
Şiran kazası nüfus memurluğuna Zühdü; kâtipliğine de Ali Rıza
efendinin uygun görüldüğü;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
75
06/Ca/ 1313
33
19
Suşehri’nde Ermeni eşkıyasının köylere hücum etme teşebbüsünde
bulunduğu, Şiran, Gümüşhane, Refahiye, Dersim vs. yerlerden Suşehri,
Divriği ve Karahisarı-ı şarki kariyerlerine gelip, oradakilerle birlikte
olup yağmaya kalkışan Gürcü, Laz ve diğer eşkıyaların durdurulması
için zaptiye ve süvari askeri sevk edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
76
09/CA/ 1313
660
13
Gümüşhane ve Şiran’dan gelen bir takım şahısların Sivas’a bağlı
hudut köylerdeki asayişi bozmaya yönelik hareketlerde bulunmaları
üzerine gerekli tedbirlerin alınmasının Trabzon valiliğine bildirilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
77
13/Za/1315
566
5
Şiran, Kuruçay, Refahiye, Kemah kazaları tahaffuzhanelerince
kullanılan tıbbi malzeme bedelinin ödenmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
78
27/Ra/ 1318
31
2
İnebolu, Şiran, Kelkit de nisa hapishanesi bulunmadığından ve
Kelkit hapishanesinin hıfsısıha kurallarına uymadığından gereğinin
yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
79
07/C/ 1321
622
20
Hınıs kazasının Şiran köyünde Kako adlı Ermeni’yi öldüren
kişilerin hemen yakalanarak muhakeme olunmaları;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
80
19/Ra/ 1322
685
34
71
108
Şiran Kaymakamlığına Ali Fehmi Beyin tayini
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
81
11/B/ 1322
71
52
Nemrut dağı grubundaki Şiran köyünde Ermenilerle askerlerle
çarpıştığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
82
19/Za/ 1326
122
42
Gümüşhane Kelkit Şiran kazaları muhtacın ahalisine kıtlık
sebebiyle yardım yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
83
14/N/ 1327
161/-1
25
Şiran kaymakamı sabık Halil Beyin istihdamının yeniden caiz
olmadığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
84
14/N/ 1327
5/-3
29
Şiran eski kaymakamı Halil Efendinin Kaymakamlık döneminde
idari suçunun olmadığı, şahsi davası olanların dava açabileceği;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
85
24/Za/ 1327
1/6
55
Gümüşhane dahilinde köylerde açlık baş gösterdiği, bu sebeple
muhtaç olanlara yemeklik ve tohumluk zahire yardımı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
86
04/M/1328
36/2
10
Gümüşhane livası ile Torul, Kelkit, Şiran bölgesindeki
hapishanelerin durumu ile ıslahı hakkında alınacak tedbirler;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
87
20/R/ 1328
70/2
18
Umumi yollar ile köprülerin inşaat ve tamiratına tahsis edilen
amele-i mükellefe bedel atananın dışında kullanılmaması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
88
08/B/1328
110
51
Şiran kasabasında yağan yağmurdan ve doludan kasabanın
haneleri ve arazileri su altında kalıp, zarar gördüğünden afetzedeganın
ihtiyaçlarının karşılanması için hazineyi celileden yardım yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
89
23/Za/ 1328
119/1
17
Gümüşhane, Kelkir, Kelkit Şiran arasında posta sürücülüğünün
ihaleye verilmesi ve Şiran Alucra arasına da telgraf çekilmesinin
gerekli olmadığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
90
21/S/ 1329
149
22
Şiranlı Tombak zade Sait Murat beyin Konya Ereğlisi civarında
tesis edeceği yün iplik fabrikası için bazı müsaadat ve muafiyet takibi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
109
91
23/B/ 1330
136/1
17
Trabzon vilayetinde Kelkit, Şiran, Rize Ordu, Giresun ve
Sürmene’ye maaşları hazineden verilmek üzere tabip tayini isteniyorsa
da bunun mümkün olmadığı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
92
21/L/ 1330
7
3
Şiran ve Torul hapishanelerinin sıhata elverişli olmadığı
anlaşıldığından gereğinin yapılması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
93
20/C/ 1332
100
7
Askeriyenin binek ve yük hayvanı ihtiyacını karşılamak için
Kelkit ve Şiran’da depo ve hara tesisi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
94
21Z/ 1333
22
77
Şiran kazası hapishanesine ikinci dört aylık yoklama cetvelinin
takdimi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
95
27/S/ 1334
146
57
Şiran kazası hapishanesinin 1331 senesi ikinci dört aylık cetvelin
takdimi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
96
06/S/ 1335
23
7/A
Trabzon dahilinde Gümüşhane sancağına bağlı Şiran kazasının
geçici olarak Sivas’a bağlanarak Karahisarı şarkı ile idare edilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
97
27/L/ 1335
72
38
Gümüşhane, Şiran yolu köprüleri Mütahidi emin efendinin kesilen
depozito ve tevkıfat akçelerinin ödenmesi nafıa nezaretinin ve
encümenin kararına bağlı olduğu;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
98
15/C/ 1338
46
95
Tayin nakil Mustafa fazıl bey Şiran kaymakamı;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
99
23/B/ 1336
16
53
Şarkı Karahisarı sancağına bağlı Şiran kazasının tekrar Trabzon
eyaletine bağlanması;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
100 01/N/ 1338
46
120
Şakir efendi Şiran kaymakamı
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
101 18/S/ 133815
68
Şiran kazası hapishanesi için istenen havale namenin gönderilmesi
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
110
2712/ 1926
6/1585
Şiran Kaymakamı
Fevzi teyfik
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
103 9/01/ 1928
1591
Harpte harap olan Şiran kazası için 10.000 lira daha ödenek
verilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
104 19/4/ 1936
671585
Şiran adliyesine yapılan tayin;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
105 9/01/ 1934
254
38
Şiran ilçesi ziraat bankası sandığında mevcut demirbaş eşyanın
kayıp olmasından dolayı kayıtlarının silinmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
106 5/12/1942
254
38
Şiran ceza evi için 3630 liralık ödenek verilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
107 12.6.1947
114
43
Şiran memurlar istihlak kooperatifinin kurulmasına izin verilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
108 5/8/ 1934
99/A
481
Şiran’ın İnözü köyüne yağan dolunun ekinlere zarar vermesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
109 15/11/ 1951
3
13953
Şiran kavak yetiştirme kooperatifinin kurulmasına izin verilmesi;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
110 24/8/ 1921
8
11
Şiran kazasının tohumluk bedelinin muaf tutulması hakkında
dilekçe;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
111 29/9/ 1941
99/A
481
Yağmurun Şiran’da tarım ürünlerine zarar verdiği;
Tarihi
Dosya no
Gömlek no
112 23/10/ 1934
232
481
Şiran
Müftüsü
Hasan
Fehmi’ye
İstiklal
madalyası
verilmeyeceği;(85)
102
85- Başbakanlık
Osmanlı arşivleri
111
NÜFUS
İlçe nüfusu tarihi süreç içerisinde çeşitli farklılıklar
göstermektedir. İlçe nüfusu için en önemli kaynak Osmanlı devleti
döneminde ayrıntılı olarak tutulan tarla kayıt defterleridir.
İlçeyle ilgili ilk nüfus bilgilerine 1569 tarihinde yaklaşık 11569
kişi olarak rastlanmaktadır. Bu dönemde Şiran ilçesi Erzurum’a bağlı
Şebinkarahisar ilçesinin bir nahiyesidir. Nahiye merkezi Erenkaya
köyüdür.
İlçe nüfusu ile ilgili diğer önemli bilgiler ise xıx. Yüzyılda
tutulan Trabzon vilayeti salnameleridir ki bu salnamelerde ilçe nüfusu
ayrıntılı olarak verilmektedir. 1900 tarihli salnamelerde ilçe nüfusu
14786 Müslüman 2107 gayri Müslim olmak üzere toplam 16893
olarak verilmektedir.
Cumhuriyet döneminde ise en önemli kaynaklar genel nüfus
sayımlarıdır. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımının yapıldığı yıl
1927 dır, son sayım ise 2000 yılında yapılmıştır.
1569 yılında 16893 nüfusa karşın daha sonraki yıllarda ilçe
nüfusunda belirgin bir artış görülmemiştir ki bunun çeşitli sebepleri
vardır en başta savaş, hastalıktan ölümler, genç nüfusun askere
alınması, muhacirlik gibi.
İlçede en önemli nüfus artışı 1927–1935 yılları arasında
olmuştur bunun temel nedeni ise Rus işgali ile orta Anadolu’ya göç
eden muhacirlerin, Rusların çekilmesiyle ilçeye geri dönmeleri ve
ilçenin Trabzon, Torul dolaylarından göç almasıdır.
1935–1950 yılları arasındaki sayımlarda nüfusta az da olsa
artış gözlenmektedir. İlçede en hızlı nüfus artışı1955–1960 yılları
Arasında olmuştur. Zaten bu tarihten sonra ilçe nüfusunun arttığını
söylemek mümkün değil çünkü 1960 yılından sonra ilk olarak ilçenin
güneyindeki köylerden başlayarak, Yedibölük, İnözü, Başköy,
Boğazyayla, Ozanca, Tepedam gibi köylerden göçler başlamış hemen,
hemen köyler boşalmıştır.
ŞİRAN KAZASININ BİLİNEN NÜFUSU
Bilinen nüfus
Yek İsla Çerke Ru Ermen
m
z
m
i
659 3904 2029 590 67
0
86-Trabzon salnameleri 1876 s.77
Hane
Yek İsla Çerke Ru Ermen
m
z
m
i
127 1025 84
156 8
3
(86)
112
Şiran Kazasının sayılan nüfusu
Yekûn
14662
Erkek
7351
Kadın
7311
İslam
1886
224
16772
960
115
8426
926
109
8346
Rum
Ermeni
Yekûn
1900 YILINA AİT NÜFUS BİLGİLERİ
Nüfus miktarı
Erkek
Kadın
Müslüman
Rum
7397
956
7389
927
14786
1883
Ermeni
İçe nüfusu
115
8468
109
8425
224
16893 (87)
Yıla 1927 1935 1940 1950 1955
Toplam
1970 1980 1990 2000
Nü
1247 1742 1979 2349 29294 2960 3172 2688 26397
0
8
9
7
6
8
1
(88)
87- Trabzon salnamesi 1894 s.329–331
88- Trabzon Salnameleri 1901 s.235-236-243
113
Mustafa beyaz Meslek Yüksek Okulu
Mustafa gül Öğrenci Yurdu
114
Mustafa Beyaz Yüksek Okulu lojmanları
EĞİTİM
Bir yerin eğitimini belirleyen faktörlerin başında nüfus
gelmektedir, bunun için ilçede eğitim nüfus hareketlerine göre değişik
zamanlarda değişik iniş çıkışlar göstermiştir. İkincisi ise o yerin
ulaşımıdır. Şiran ilçesi yol yokluğu yüzünden uzun seneler dışarı
açılamamış adeta kendi kendine yeter bir halde Osmanlı
imparatorluğunun küçük bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür.
İlçede ancak 1876 yılından sonra dışarı açılım görülmektedir. Bunun
için ilçede yetişen birkaç kişi de ancak bu yıllardan sonra büyük
şehirlere giderek kendilerini göstermişlerdi ki bunların başında
Çorum’a yerleşen Şeyh-i Şeyrani ile Damat Ferit hükümeti döneminde
İstanbul’da gazete çıkaran ve Şiran’da kök sökmekten demire dönen
parmaklarımı yazıya alıştırmada büyük güçlükler çektim diyen Ahmet
Şeyrani Efendi gelir.
İlçenin eğitimi hakkında en sağlıklı bilgileri Trabzon
salnameleri vermektedir 1894 sayılı salnamede şöyle bir not düşülmüş
‘’İlçenin halkından haizi rütbe ve nişanı olan yoktur’’. Bu cümle
zannedersem ilçenin eğitim durumunu çok iyi anlatmakta.
1905 yılındaki salnamede ise ilçe hakkında malumat verilirken
şu bilgilere yer verilmiş.(Şiran’da okur, yazar pek az adam vardır. Her
şeyde olduğu gibi Maarif hususunda da bu tarafların pek geri kaldığını
söylemeye lüzum yoktur Şiran kasabasında 100 ev bir hükümet
dairesi, bir cami, bir mekteb-i iptidai, bir han, üç fırın, dört su
değirmeni, dört kahvehane, ufak bir hamam ile suyu lezizi bir çeşme,
115
Halil İbrahim Alkoç Erkek Öğrenci Yurdu
köylerde dahi 29 cami ve mescit, 5 medrese, 16 mektep, 5 kilise 84
değirmen ve 2643 hane vardır.)
İlçede teşkilatlı maarif komisyonuna yine Trabzon
salnamelerinde rastlamaktayız. Buna göre ilk maarif komisyonu 1894
yılında kurulmuş, bu yıldan önce ilçede eğitim öğretim müftülükler
tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. 1894 yılında kurulan maarif
teşkilatının başına yine müftü olan Hacı Mehmet Efendi getirilmiştir.
Maarif komisyonu
Başkan : Hacı Mehmet Efendi
Azalar
Hacı İzzet Bey
Tahir Ağa
Halil Efendi
(89)
89- Trabzon salnameleri: 1894 s. 329
116
Başkan: Müftü Efendi (Münhal)
Azalar
Halil Ağa
Tahir Ağa
(90)
Maarif komisyonu
Başkan: Müderris Süleyman Efendi
Azalar
Tahir Bey
İzzet Efendi
Tahir Ağa
(91)
Maarif komisyonu
Başkan: Müftü Halil Efendi
Azalar
Hoca Süleyman Efendi
İzzet Efendi
Tahir Bey(92)
Osmanlı döneminde eğitim durumu pek parlak olmayan Şiran
ilçesinin Cumhuriyet dönemi ile birlikte ilçede büyük değişikliklerin
90- Trabzon salnameleri: 1896 s. 3001
91- Trabzon salnameleri 1901 s. 243
92- Trabzon salnameleri: 1903 s. 301
117
Cavit Fırat Kız Öğrenci Yurdu ve lojmanı
yaşandığı resmi kayıtlardan kolayca anlaşılmaktadır. 1923-1978
döneminde okul sayısının 80 e öğrenci ayısının5560 çıktığı
görülmektedir. Ancak 2005 itibarıyla bu öğrenci sayısının 2630 a
düştüğü görülmektedir.
Son yıllarda ilkokulların yanında Ortaokul Lise ve yüksek okul
ile ilçede ki okuryazarlık oranı %90 seviyelerine ulaşmıştır. 1970 li
yıllardan sonra sürekli göç vermeye başlayan Şiran ilçesinde köylerde
ki okul sayısının düştüğü görülmektedir. Çok sayıda okul öğrenci
yokluğu nedeniyle kapatılmış, var olan öğrenciler ya taşımalı sistemle
merkezi okullarda eğitimini, öğretimini sürdürmekte yada ilçenin
ihtiyacına büyük ölçüde cevap veren Şiran yatılı İlköğretim Bölge
okuluna yerleştirilmiştir.
Yukarda Osmanlı döneminde sözü edilen ilçede okuryazar pek
adam var sözü büyük ölçüde kırılarak İlçeden ülke yönetiminde söz
sahibi olan kişilerin çıktığı görülmektedir.
Bir diğer konu öğrenci barındırma bakımında ilçe merkezinde
kamuya ait öğrenci yurtlarının olmaması, ilçede özel sektörü
teşebbüse geçirmiş son yıllarda Şiranlı iş adamları tarafında ilçeye
sekiz adet yurt yaptırılarak bir kısmı kamuya bağışlanmış, bir kısmı da
özel sektör ve çeşitli kurumlar tarafından idare edilmekte. 2009 yılı
itibarıyla ilçedeki öğrenci barınma sorunu büyük ölçüde giderilmiş
durumda.
118
Şiran Lisesi Bayrak tepeden bakış
2005 yılı Şiran ilçesi Öğrenci sayısı
Yerleşim Okul
Sayısı
İlçe mer. 6
Köyler
Toplam
26
32
Derslik
Sayısı
63
Öğretmen
Sayısı
71
Öğrenci Sayısı
Erkek Kız Toplam
750 740 1590
80
47
400
410
810
143
118
1150 1160 2400
Mustafa beyaz Yüksek Okulunun İlk Mezun öğrencileri
119
SÜLALELER
Soy araştırması yapılırken arşivler dışında tabii ki kişilerin
beyanlarına yer verdik, ama bunları eserimizde sadece beyan olarak
belirtmeyi de ihmal etmedik. Buradaki asıl amaç bir köken
araştırmasıdır bunun da günümüzde imkânsızlığını söylemiştik.
Soyları rivayete göre araştırırken kime sorsan ya sanki sadece
Arabistan bölgelerinden gelenler Müslüman algılanarak ya
Arabistan’dan ya da horasanı Erzurum zannederek Horasan’dan
gelmeyiz derler.
Tüm tarihçilerin ortak noktası şudur ki Moğol istilasından
kaçan Türkmen kabileler İran’ın Horasan bölgesini kendilerine yurt
edinerek burada uzun süre yaşadılar ve bu bölgeyi ilim irfan yuvası
haline getirdiler Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük emekleri olan
Horasan erenleri bu bölgede yetiştirerek Ateşli gurupları Anadolu
içlerine saldılar.
Uzun yıllar burada yurt tutan Türkmenler daha sonra 1018
yıllarına doğru Anadolu içlerine akınlara başladılar ve Horasan’ın
Merv bölgesinden gelerek Bitlis, Ahlât dolaylarına yerleştiler. Daha
sonra Moğolların baskısı, otlaklara sığmama nedeniyle 1243 Yassı
çemen savaşından sonra Anadolu içlerine doğru yayılmaya başladılar
ki asıl yerleşik dönem bu yıllarda başlamış oldu.
ABDALOĞULLARI- 18.yy Giresun bölgesinden
ABAZLAR- Arabistan’dan geldiği iddia edilmekte
AKSİOĞLU- Erzurum- Celep
AKSOYLAR –Şiran bölgesine Torul Çit ve Koruyana bölgesinden
gelmişler-Şahin soyadı ile tanınırlar.
AĞAGİLLER- Ardıçlı-Üçüncü soyadı ile tanınırlar.
ALTIPATRMAK-Torul Bölgesinden gelerek aynı soyadı ile tanınırlar
ATASOY-Zigana bölgesinden gelmişlerdir Şahin soyadını almışlardır.
ATMACA- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet yoktur.
ALİ AĞA- 18. yy da Erzincan bölgesinden gelerek Şiran’a
yerleşmişlerdir. Keleş soyadını aldıkları bilinmektedir.
AHLÂTLILAR- Ahlâtlılar Bitlis ilinin Ahlât ilçesinden gelerek Şiran
bölgesine yerleşerek Güner, Giriftin oğlu soyadını almışlardır.
AHISKALIOĞLU- Kafkaslardaki savaşlardan kaçarak Şiran
bölgesine yerleşmişlerdir Tuncer soyadını almışlardır.
AKÇALAR- Şiran’da ağca soyadı ile bilinmektedir Erzurum
Pasinler’den gelme oldukları söylenir.
120
BBALOĞULLARI- Kelkit’in şuruttan gelmedirler ayrıca şurutlular
olarak da bilinirler. Bal soyadı ile tanınırlar.
BALCILAR- Bu aşiretin Horasan Türkmen'lerinden olduğu Bal ve
balcı soyadını aldıkları söylenir.
BADILILAR- Bu aşiret Horasandan Konargöçer olarak Şiran
bölgesine gelmişlerdir.
BEYDİLLİLER- Kelkit Erzincan bölgesinden gelerek Şiran bölgesine
yerleşmişlerdir.
BEYTULAH OĞULLARI- Bu kabilenin 18 yy da İran Horasan
bölgesinden geldiği söylenmekte.
BAĞLILAR- Kafkaslardan savaştan kaçarak Şiran bölgesine
geldikleri rivayet edilir.
BARKAÇOĞULLARI- Trabzon
BAYRAKLAR- Erzurum bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte
Bağlı soyadı ile tanınmaktalar.
BATTAL OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon ve Torul’dan gelerek
Yılmaz soyadını almışlardır.
BAYRAMOĞULLARI–17.
yy da Anadolu’da varlıklarını
göstermişlerdir
BEKİROĞULLARI- Şiran’a Torul’un Kara çukur köyünden gelerek
yerleşmişlerdir. Aydın soyadı ile tanınmaktalar.
BEKÂROĞLU- 17. yy da Trabzon bölgesinden gelerek Yıldız
soyadını almışlardır.
BEKTAŞOĞULLARI- Çepni Türkmen'lerinden olup fermana
tabidirler nereden geldikleri hakkında bir rivayet bulamadım.
BUDALALAR- Torul’un budak Köyünden geldikleri söylenmekte
budak soyadı ile anılmakta.
BENGİLİOĞULLARI- Şiran bölgesine Erzurum Narman’dan
geldikleri söylenmekte, Yerli soyadı ile anılmaktalar.
BIYIKLI OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından
gelmişlerdir Balyemez soyadı ile tanınmaktalar.
BOZOLULAR-Erzurum bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte
Bozo soyadı ile tanınmaktalar.
BÖLÜKBAŞ OĞULLARI- Şiran bölgesine Torul bölgesinden gelerek
bazıları Zel soyadını almışlardır.
BOSTAN OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet
bulamadı bazıları Tekçe soyadı ile bilinmektedir.
CAMBAZ- Torul bölgesinden geldikleri söylenmekte ayrıca Bunların
Ahlat bölgesinden geldikleri de ileri sürülmekte. Taştan ve Cambaz
soyadı ile tanınırlar.
CAFEROĞULLARI-Erzurum bölgesinden geldikleri sanılmakta
Selvi, aydın, Demir soyadı ile tanınırlar
121
CANAHMETOĞULLARI- Kafkaslar üzerinden geldikleri sanılmakta
Muslu soyadı ile bilinmektedirler.
CELEPLER- Horasan bölgesinden Ahlât bölgesine ve daha sonra
Yassı çemen savaşı ile Şiran Trabzon Sivas, Konya dolaylarına
yerleşmişlerdir. 1633 yılında 4. Murat Revan seferine giderken Konya
beylerbeyi Celep oğlu Ali beyi idam ettirmiştir. Celep, Halep, Celepçi,
Aslan soyadı ile tanınmaktadırlar.
ÇERKEZLER- Şiran bölgesine 93 harbinden sonra gelerek yerleşik
halkla birlikte bir müddet yaşadıktan sonra bulundukları köylere
yerleşmişlerdir. Aydın soyadı ile tanınmaktadırlar.
ÇOBANOĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelmişlerdir. Ablak,
Topal soyadı ile tanınırlar.
ÇORLULAR- Şiran bölgesine Tunceli dolaylarından geldikleri rivayet
edilmekte. Aynı soy ad ile tanınırlar.
ÇAVUŞOĞULLARI- Şiran Bölgesine Torul’un Karaçukur
bölgesinden gelerek çakmak soyadını almışlardır.
ÇİLHASANOĞULLARI- Şiran’da Çelik, Çil soyadını alan bu
kabilenin Horasan bölgesinden gelerek çeşitli bölgelere yerleştikleri
rivayet edilmekte.
ÇEPNİOĞULLARI- Şiran’a Torul’un manastır bölgesinden geldikleri
ve yılmaz soyadını aldıkları söylenmekte.
ÇUBUKÇULAR- Trabzon dolaylarından gelerek önce Torul’a daha
sonra Şiran bölgesine gelmişlerdir.
DAVUTCULAR- Şiran bölgesine Sivas’tan geldikleri ve Polat
soyadını aldıkları söylenmekte.
DEMİRCİLER- Şiran bölgesine Trabzon, Torul bölgesinden gelenler
olduğu gibi başka yerlerden gelenlerde vardır. 1934 soyadı kanunu ile
oğlu ekini atarak demirci soyadını almışlardır.
DEVECİLER- Şiran Bölgesine Arabistan’dan geldiklerini iddia
etmekteler Deveci, Yıldırım soyadını aldıkları bilinmektedir.
DELİHASANLAR- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet yok Gül
soyadı ile tanınmaktadırlar.
DELİBAŞ OĞULLARI- Şiran’a Konya’dan gelerek Demir soyadını
almışlardır.
DELİRIZA OĞULLARI- Şiran bölgesine Konya dolaylarından
gelerek Bulutçu soyadını almışlardır.
DOĞAN OĞULLARI- Şiran bölgesine Horasan üzerinden gelerek
doğan soyadını aldıkları sanılmaktadır.
EMİR HÜSEYİN OĞULLARI – Nereden geldikleri hakkında bilgi
bulunmamaktadır. Demir soyadı ile tanınırlar.
EVREN OĞULLARI- Şiran bölgesine Erzurum dolaylarından
geldikleri rivayet edilmekte Kılıç soyadı ile tanınmaktalar.
ERGENLER- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur.
Ergen soyadını almışlardır.
122
EMİR OĞULLARI-Şiran bölgesine Alucra’dan geldikleri rivayet
edilir. Demir, Özcan, Fırat soyadını aldıkları bilinmektedir.
FEYYAZ OĞULLARI- Trabzon dolaylarından geldikleri tahmin
ediliyor.
GALMUKLAR- Şiran bölgesine Torul’dan geldikleri söylenir.
Celepçi soyadı ile tanınırlar.
GAYİŞLAR- Şiran bölgesine Tunceli dolaylarından gelmişlerdir.
GAVUTHASAN OĞULLARI- Şiran bölgesine nereden geldikleri
hakkında kesin bir rivayet bulunmasa da Trabzon dolaylarından
geldikleri sanılmaktadır. Ertürk soyadı ile tanınmaktadır.
GEDİKLER- Gediklerin bir kısmı Trabzon, bir kısmı da Tunceli
dolaylarından geldikleri söylenir. Aynı soy ad ile tanınırlar.
GRİFTİNOĞULLARI- Danişmentler döneminde Ahlat dolaylarından
geldikleri rivayet edilir, eski Türkmen aşiretlerine mensup olup köklü
bir sülaledir. Aynı soy adla tanınırlar.
GICANLAR- Muş dolaylarından geldikleri söylenir. Aydın soyadını
almışlardır.
GÜL OĞULLARI Torul bölgesinden geldikleri söylenir. Gül soyadını
almışlardır.
GÖDEKLER- Erzurum Pasinler bölgesinden geldikleri rivayet edilir.
Çayır soyadı ile tanınırlar.
GOLİŞLER- Torul bölgesinden geldikleri söylenir. Mercan soyadı ile
bilinirler.
GÜRGÜR OĞULLARI- Sivas dolaylarından geldikleri rivayet edilir.
Gül soyadı ile bilinirler.
HALİL OĞULLARI- Erzurum dolaylarından geldikleri rivayet edilir.
Çelik soyadı ile tanınırlar.
HAMZA OĞULLARI- Trabzon, Torul bölgesinden gelen bu kabileler
Yalçın, Keleş soyadını almışlardır.
HASAN OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelen bu kabile Çolak,
Işık soyadını almışlardır.
HABİL OĞULLARI- Arabistan, Horasan bölgesinden geldikleri
rivayet edilir. Kılıç soyadı ile bilinirler.
HATİPZADE OĞULLARI- Trabzon dolaylarından geldikleri
sanılmakta bir kısmı üçüncü soyadı ile bilinir.
HACI ÖMER OĞULLARI- Şiran bölgesine Kafkaslardan geldiği
anlatılır aynı soyadı taşıdıkları gibi Şahin soyadını alanlarda
mevcuttur.
HEKİM OĞULLARI- Erzurum bölgesinden geldikleri ve aynı soy ad
ile anıldıkları bilinir.
HABİYE OĞULLARI- Sütçü soyadı ile bilinen bu kabilenin hangi
yöreden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulamadım.
HIDIR OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelen bu kabile Yıldız
soyadı ile bilinmektedir.
123
HAFOLAR- Çiçek dağından geldikleri rivayet edilir. Anı soy ad ile
tanınırlar.
HOCALAR- Sivas, Torul, Soğanlı dağlarından geldikleri söylenir.
Aslan, Taşkın ve aynı soy ad ile anılırlar.
HANCI OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından
geldikleri ve aynı soy adla anıldıkları bilinmektedir.
İBİŞ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur. Ertürk soyadı ile tanınırlar.
İDRİS OĞULLARI- Osmanlı sipahilerinden olan bu kabilenin
nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet bulunmamakta. Kaya
soyadı ile tanınırlar.
İZMİRLİ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
bulunmasa da isme bakılırsa İzmir’den geldikleri anlaşılır. Aydoğan
soyadı ile tanınırlar.
KARALAR- Torul bölgesinden geldikleri rivayet edilir. Civan soyadı
ile bilinirler.
KARAGÖZ OĞULLARI- Şiran bölgesine Trabzon dolaylarından
geldikleri rivayet edilir. Aynı soy ad ile tanınırlar.
KARA HÜSEYİNLER- Torul bölgesinden geldikleri söylenir, Polat
soyadı ile bilinirler.
KARAHASAN OĞULLARI- Çorum ve çevresinden geldikleri rivayet
edilir, kara soyadı ile bilinirler.
KAZ OĞULLARI- Trabzon Of dolaylarından geldikleri rivayet edilir
Tuğ soyadı ile bilinirler.
KELEŞ OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Keleş soyadını
almışlardır.
KÂTİP OĞULLARI- Gümüşhane dolaylarından gelerek dülger
soyadını almışlardır.
KARABIÇAK- Torul’dan gelmedirler aynı soy ad ile bilinirler.
KADI OĞULLARI- Erzurum dolaylarından geldikleri rivayet edilir.
Yücel soyadını almışlardır.
KEÇELİLER- Gümüşhane yöresinden gelerek Çitli soyadını
almışlardır.
KESTAN OĞULLARI Torul bölgesinden geldikleri rivayet edilir
sönmez soyadı ile bilinirler.
KÖRMEŞLİ- Erzurum bölgesinden geldikleri söylenir aynı soy ad ile
bilinirler.
KARA MAHMUTLAR-Torul Fırfıradan gelerek Altıntaş soyadını
almışlardır.
KARABEY OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir
rivayet yoktur Karabey ve Ertürk soyadı ile bilinirler.
KALAYCILAR- Torul bölgesinden gelerek aynı soyadı almışlardır.
KAPUCU OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur aynı soy ad ile bilinirler.
124
KAVRAZ OĞULLARI- Trabzon bölgesinden geldikleri rivayet edilir
Öztürk soyadı ile bilinirler.
KAŞIKÇILAR- Horasandan geldikleri söylenir aynı soy ad ile
tanınırlar.
KAŞLAR- Rize bölgesinden gelerek koç soyadını almışlardır.
KELHASANLAR- Sivas bölgesinden gelerek Celep soyadını
almışlardır.
KIRAÇ OĞULLARI- Bu sülale Erzincan bölgesinden gelerek Doğan
soyadını aldılar.
KİRAZ OĞULLARI- Neren geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur aynı soy ad ile bilinirler.
KILIÇ OĞULLARI- Alucra dolaylarından gelerek Kılıç soyadını
almışlardır.
KIR OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek aynı soyadı
almışlardır.
KÖSE OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelme olup aynı soyadı
taşıdıkları gibi Celepçi soyadını alanlarda vardır.
KOLOT OĞULLARI- Aynı soy ad ile tanınmaktadırlar.
KÖLELER- Acemistan’dan geldikleri rivayet edilir Aydın soyadı ile
bilinirler.
KÜLCÜLER- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur
Külcü soyadı ile bilinirler.
KARHASAN OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek Erdem
soyadı ile bilinirler.
LAZLAR- Trabzon dolaylarından geldikleri söylenir aynı soyadı ile
tanınırlar.
LEVENTLER- Yazıcı, Tayfun, Şeker soyadı ile anılan bu sülalenin
Trabzon dolaylarından geldiği sanılmaktadır.
MAHMUTLAR- Celepçi soyadı ile bilinen bu kabilenin nereden
geldiği hakkında kesin bir rivayet yoktur.
MALLILAR- Bölgeye nereden geldikleri bilinmiyor aynı soy ad ile
tanınırlar.
MAHOLAR- Çiçek dağından geldikleri rivayet edilir Yetim soyadı ile
tanınırlar.
MANSUROĞULLARI- Tunceli Mansur bölgesinden geldikleri
sanılmaktadır Güneş, Demir, Bulut, Şahin, Küçük soyadını
almışlardır.
MELEKLER- Tunceli bölgesinden gelerek Melek, Demir soyadını
almışlardır.
MEHRENK OĞULLARI- Erzurum bölgesinden geldikleri söylenir
kahveci soyadı ile bilinirler.
MİLLİ OĞULLARI- Tokat bölgesinden geldikleri rivayet edilir
Tuncer soyadını taşırlar.
MUSA ÇAVUŞ OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında bir rivayet
yoktur Taştan soyadı ile bilinirler.
125
MUHACİRLER- Torul bölgesinden gelen bu sülale Doğan soyadı ile
bilinmektedir.
MOLLA OSMAN OĞULLARI- Torul bölgesinden gelerek Mallı
soyadını almışlardır.
MOLLALAR- Torul bölgesinden gelen bu sülale Yılmaz soyadı ile
bilinir.
MUNZUR OĞULLARI- Tunceli bölgesinden gelerek Polat soyadını
almışlardır.
MUSA OĞULLARI- Kürtün bölgesinden geldikleri rivayet edilmekte
Kutun soyadı ile tanınırlar.
MÜRTEZA OĞULLARI-Sivas dolaylarından gelme oldukları
söylenir Kılıç ve Yıldız soyadını almışlardır.
NASUH OĞULLARI- Nereden geldikleri kesin olarak bilinmemekle
büyük ihtimalle horasandan gelme oldukları muhtemeldir
NAZIR OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur Yıldız soyadı ile tanınırlar.
NEBİ OĞULLARI – Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
bulunmayan bu sülale Aslan soyadı ile tanınmaktadır.
NİYAZİ OĞULLARI- Horasan bölgesinden geldikleri söylenir
Türkmen soyadını almışlardır.
NUH OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Tuğ soyadını
almışlardır.
OZAN OĞLU- Refahiye bölgesinden gelme oldukları söylenir aynı
soy ad ile tanınırlar.
ORUÇ OĞULLARI- Erzurum bölgesinden gelerek Kılıç soyadını
aldıkları bilinmektedir.
ODABAŞI- Bu sülalenin Giresun dolaylarından geldiği rivayet
edilmekte aynı soy ad ile tanınmaktadır.
RAHİMLER- Torul bölgesinden gelerek aynı soy ad ile
tanınmaktadırlar.
SARI İSMAİL OĞULLARI- Trabzon bölgesinden gelerek Sarı
soyadını aldıkları rivayet edilir.
SEVİNDİKLER- Torul dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte
aynı soy ad ile tanınırlar.
SÜLEYL-Horasandan geldikleri rivayet edilir Murat, Yerli soyadı ile
tanınırlar.
ŞAHAN OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir bilgi
yoktur Şahin soyadı ile tanınırlar.
SIKCA OĞULLARI- Sivas yöresinden gelerek Yılmaz soyadını
almışlardır.
SOFU OĞULLARI- Trabzon dolaylarından gelerek Polat, Coşkun,
Sofu oğlu soyadını almışlardır.
ŞAHİN- Kafkaslardan geldikleri rivayet edilmekte kaya, Çelik, Şahin
soyadı ile tanınırlar.
126
TATARLAR- Nereden geldikleri kesin olarak bilinmemekte Yılmaz,
Özbey soyadı ile tanınmaktalar.
TAŞ- Mısırdan geldikleri rivayet edilmekte Kaya soyadı ile tanınırlar.
TAŞTAN- Trabzon dolaylarından gelerek molla soyadı ile
tanınmaktalar.
TEMÜRLER- Erzurum’dan geldikleri rivayet edilmekte Temür ve
Demir soyadı ile tanınmaktalar
TEMEL OĞULLARI- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur küçük soyadı ile tanınırlar.
TUFANLAR- Trabzon dolaylarından geldikleri rivayet edilmekte
Celepçi soyadı ile tanınırlar.
TOSUNLAR- Nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet yoktur
Öztürk soyadı ile tanınırlar.
TİLKİ OĞULLARI- Acemistan’dan geldikleri söylenmekte Yücel
soyadı ile tanınmaktalar.
TORAMAN OĞULLARI- nereden geldikleri hakkında kesin bir
rivayet yoktur Aydoğan soyadı ile tanınırlar.
VENEDİKLİ- Trabzon dolaylarından gelme oldukları söylenir aynı
soyadı ile tanınmakta.
VELİ OĞULLARI- nereden geldikleri hakkında kesin bir rivayet
yoktur Demir, Öztürk soyadı ile tanınırlar.
YALAMA OĞULLARI – Erzincan bölgesinden geldikler rivayet
edilir Gül soyadı ile tanınırlar
YETİM OĞULLARI- Horasandan geldikleri söylenir, Gedik, yılmaz,
Topuz soyadı ile tanınırlar.
İlçeden bu sülaleler derlenirken tamamen halkın beyanlarına
başvurulmuştur. Bazı sülalelerin isimleri yazılı olduğu halde ilçede
bulunmayışlarının sebebi ilçeden büyük şehirlere göç etmeleridir.
Bunlar ancak geride bıraktıkları emareleri ile tespit edilebilmiştir.
Arazileri evleri veya il dışında geldikleri konumlara göre ilçede
unutulmayarak isimlerini devam ettirmekteler.
He ne kadar halkın beyanına başvurduk denilse de
çıkaracağımız ikinci cilt köylerimiz adlı eserimizde her köyün
tarihçesini anlatırken kaynaklar açıklanacaktır. Bu bakımından bu
eserimizde sülale ve lakapları geniş olarak ele almayı uygun
görmedim.
127
İLÇEDE GÖREV YAPMIŞ
BELEDİYE BAŞKANLARI
Şiran Belediyesi
128
BELEDİYE BAŞKANLARI
1877.1891 : Hacı oğlu İbrahim Ağa
1891–1903: Hacı Oğlu Tahir Ağa
1930–1933: Giriftin Oğlu Efendi Bey
1933–1938
Mehmet Bayhan
1942–1946
Remzi Atay
1946–1950
Mehmet Doğan
1938–1942: Sıdkı Kaymakam Deprem nedeniyle
1950–1953
Behcet Seyhan
1953–1955
Mustafa Yeniçeri
1961- 1963 Salim Zeki Genç İhtilal nedeniyle
1955–1960
İbrahim Özdin
129
1963–1980
Sabahattin Güner
2004-2009
Hüseyin Koyunoğlu
1980–1984
Nurettin Güner
1984–2004
Osman Karaca
2009Yavuz Altıparmak
130
GÖNÜL DOSTLARI
131
EVLİYA-VELİ-DERVİŞLER
İnsanoğlu kendi elinde olmadan bilgisi ve isteği dışında
dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren açlık hissiyatının dışında
etrafını incelemeye, merakını gidermeye, kim ve nerede olduğunu
anlamaya çalışır. İlk önce anne memesini yakalayıp açlığını
giderdikten sonra merak açlığını gidermeye çalışır. Zamanla bu merak
yerini kimlik arayışına bırakır ben kimim neden buradayım, burada
olmamın amacı nedir, nereden geldim nereye gidiyorum. İnsanın
132
yaradılışında var olan derinliğini, enginliğini kimsenin bilemediği,
belki âlemlerden daha büyük gönül denen boşluğu doldurmak için
sürekli bir arayış içine girer. Bu arayış içerisinde insanlarda inanç
olgusu gelişir.
İnsanoğlu var oluşundan beri kendi inanç kimliğini
araştırmanın içerisine girmiştir. Bu bakımdan bazen güneşe, Aya,
yıldızlara, putlara, hayvanlara, ağaçlara vs. örnekleri daha da
çoğaltabiliriz bu gibi varlıklara tapınarak içlerindeki inanç, maneviyat
duygularını bastırmanın yollarını aramışlardır. Bu merak içerisinde
İnsanın yaradılışından, kâinatın yaradılışına kadar bilim adamları
çeşitli teoriler geliştirmişlerdir. Faka bu teorilere en güzel cevabı bir
İngiliz bilim adamı vermiştir ‘’Evrenin oluşumunu her ne şekilde
yorumlayıp bazı varsayımlara dayandırsak da eğer bir yaratıcıyı
var saymaz isek tüm anlatılanlar, yazılanlar, çizilenler yorumdan
öteye geçemez’’.
İnsanoğlunun saadeti, selameti için Allhü teâlâ Âdem
aleyhisselamdan beri peygamberler göndermiştir. Peygamberler
insanları içlerindeki inanç boşluğunu doldurup maneviyatı dolu, dolu
yaşamak için insanoğlunu kurtuluşa davet etmiş, doğru olanı
yorulmadan, usanmadan çeşitli zorluklara göğüs gererek
anlatmışlardır. Aynı zamanda Peygamberlere tabi olan Allah’ın
sevgisine mazhar olmuş keramet sahibi veli ve dervişlerde her zaman
bulunmuş insanların maneviyat ve dünya saadetine erişmeleri için
bütün benlikleri ile çalışmışlardır.
İnsanlara yakınlıkları bakımından gönül dostları da denen
evliya ve dervişlerin halka doğru yolu göstermeleri, hal ve hareketleri,
doğru ve dürüstlükleri, halkın bütün dertleri ile ilgilenmeleri evliyanın
en bariz vasıflarındandır. Evliya peygamberler sınıfından sonra seçilen
Allah’ın sevgili kulları ve Allah dostlarıdır. Nerede, hangi ülkede
yetişirse yetişsinler silsile yolu onları tek bir ocağa peygamber
efendimize bağlamıştır. Bu silsile yolu zamanla çeşitli kollara
ayrılmıştır. Ahmet Yesevi, Nakşibendî, Mevlevi, Bayram-i, kadiri vs.
bu kollardan birine mensup olarak insanlara hizmetlerini
sunmuşlardır. Veliler padişahların, sultanların sıkıntılı veya sıkıntısız
anlarında hep yol göstericileri olmuştur. Padişahlar, krallar, sultanlar
hep velilerin nasihatleri ile devleti yönetmeye çalışmışlardır.
Bu bakımdan insanoğlu tarih boyunca peygamberler ve ashabı
olmak üzere bütün velilerin kabirleri ziyaret edilerek dualarının
kabulü için veliler aracılığı ile yüce yaratıcıya ulaşmaya
çalışmışlardır. Bu bakımdan veliler her zaman insanoğlunun gönlünde
Allah dostları olarak yaşamıştır.
Veli Allah’ın rızasını kazanmış, sevdiğini sadece Allah rızası
için seven, bütün yaptıklarını, yaşadıklarını Allah için yapan, daima
Allah’ı gönlünden uzak tutmayan, gafletten uzak kimseler demektir.
133
Velilerin varlığı Türk İslam tarihinde Hoca Ahmet Yesevi ile
tasavvuf edebiyatını başlatmıştır. İslam tasavvufuna göre, dünya
hayatının kötü alışkanlıklarından uzak durmak, Allah’a gönülden
bağlanmak, Allah’ın varlığına karşı insanın kendi varlığından vaz
geçmesi, nefsini yok edip engin gönlünü ilahi aşkla doldurması
esasına dayanan İslami bir düşünce akımıdır. Kurucusu yukarda da
belirttiğim gibi Hoca Ahmet Yesevi’dir Anadolu velileri onun
ocağında pişip Anadolu içlerine yayılmıştır.
Veliler Allah dostları o insanlar ki; dünyanın görünüşüne
baktıkları zaman dünyanın iç yüzünü görürler. İnsanlar hemen elde
edilecek dünya işleri ile uğraşırken; Onlar bir müddet sonra gelecek
ahreti elde etmek kaygısına düşerler, Ahret işlerine koyulurlar.
Kendilerini öldürecek zevklerden geçer, o zevkleri öldürürler. Terk
edecekleri şeyleri bilirler daha önceden terk ederler. Görürüler, bilirler
ki başkalarının dünyadan elde ettikleri şey çok şey pek azdır. Onların
dünyayı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden başka bir şey
değildir. Allah dostları umdukları şeyin üstünde umulacak bir şey
göremezler. Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımazlar.
Türkistan’dan yayılan veli, derviş gibi unvanlar Anadolu
toprakları üzerinde yayılırken bazı kurumların gelişmelerine vesile
olmuşlardır ki bunların başında da tekke ve zaviyeler gelmektedir.
İkincisi tekke ve zaviyelerin akabinde ahilik de veli ve dervişlerin
çabaları sonucu doğruluk ve dürüstlüğü esas alan bir ticari kurumdur.
Eğer günümüzle kıyaslanacak olursa zaviyeler ilköğretim yani
tekkelerin küçüğü, tekkeler orta öğretim medreseler ise üniversiteleri
temsil etmektedir. Tekkelerde duranlar genellikle şeyhler, zaviyelerde
ise şeyhler ve mollalar eğitim verirken bire de buraların hizmetkârları
kendilerini tekkelere adayan kişiler vardı eldeki kayıtlara göre
bunların bazıları ücretli, bazıları ise sadece Allah rızası için buralarda
hizmet vermekteydiler ki Bunların en değerlileri bacıyanlardı.
BACIYAN
İlçede ki tekke ve zaviyeleri incelerken iki önemli türbeden söz
etmeden önce bacıyanın ne olduğunu biraz araştırmada fayda vardır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda, Türk kadınlarının ne türden
fedakârlıklar yaptıkları ve nasıl insanüstü bir gayret sarf ettikleri, bugünden bakılınca daha da netlik kazanıyor. Adeta ''kellelerini
koltuklarına alarak'' Anadolu'nun yeniden İslamlaşması ve
Türkleşmesi için çaba sarf eden pek çok Teşkilâtın içinde biri var ki,
''sivil inisiyatif örgütünün'' belki de en sağlam örneklerinden birini
teşkil ediyor.(93)
93- Dr. Selahattin Döğüş Ortaçağ Anadolu’sunda Bir Kadın teşkilatı
Bâcıyân-ı Rûm
134
bir yönüyle benzerlerinden kesin olarak ayrılıyor. Bâcıyân-ı Rûm.
Fatma Bacı isminde ve Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerine yakınlığı ile
bilinen tasavvuf ehli bir kadının önderliğinde kurulan bu kadın
Teşkilâtı, özellikle İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılması
ve asker Teşkilâtında kilit roller üstlenmesiyle, modem anlamda bir
XIII. Yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunun içinde bulunduğu
buhranlı yıllar göz önünde bulundurulursa bu kuruluşun önemi daha
iyi anlaşılır. Kuruluş ve çalışma şekli ne olursa olsun öğle anlaşılıyor
ki bacılar teşkilatı, toplum içinde boşluğu ve eksikliği duyulan bir
konuda kadınların organizasyonu konusunda düşünülerek ortaya
çıkarılmış bir örgüttür. Bu bakımdan kayıtlarına ulaşabildiğimiz
Seydibaba ve İsababa tekkelerinde bu bacıyanlardan Gelin ebe ve
Firdevs hatunu görmekteyiz. Firdevs hatun türbesinin üzerindeki es
şehit yazısı hemen akla o dönemde ki bacıyanların erkeklerin savaşa
gittikleri dönemlerde ellerinde silah çevresini korudukları düşünülürse
Firdevs Hatun’un Revan savaşı yıllarında Şehit edildiği akla gelebilir.
Aynı bacı yanın varlığını Seydibaba zaviyesinde gelin ebe adı
altında görmekteyiz ki rivayet edilir ki Seydibaba Hazretlerinin
vasiyetidir benim kabrimi ziyaret edip de gelinimin kabrini ziyaret
etmeyenlerin duaları kabul olunmaz. Belki günümüzde sevildiği kadar
tekke ve zaviyenin açık olduğu günlerde de seviliyorlardı ki aradan
yıllar geçmesine rağmen halen türbeleri ziyaret edilmekte.
Bacıya-ı Rum teşkilatı, Anadolu kadınlarını, gerektiğinde
düşmanlara karşı vatan savunmasında eşlerinin yanında mücadele
etmesi ve gerektiğinde de kültürde, sanatta, edebiyatta, sosyal ve
ekonomik
alanlarda
kalkınıp
gelişmesini
sağlamak
için
teşkilatlandırmıştır. Anadolu Kadınlar Birliği, kadınlar arasındaki
yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliğin
gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin, Türk kültürünün ve
İslam anlayışının kadınlar arasında yayılmasını hızlandırılmıştı
İLÇEDE BİLİNEN EVLİYALAR
İnsanlar gönüllerindeki inanç duygularını veya manevi
boşlukları doldurabilmek için zaman, zaman değişik yollara
başvurmuşlardır. Bunlar da bazen nebiler, evliyalar, veliler ile
olmuştur ve yaratıcılarını her zaman her şeyi gören ve bilen kabul
ettiklerinden sürekli gözleri yükseklerde olmuştur. Yüksekler derken
her şeyin bilinmesi ancak yüksek bir yerlerden izlemekle olur
hesabıyla yaratıcının varlığı gönüllerden ziyade insanları
gökyüzünden izleyen olarak kabul edilir. Yüksek ağaçlar, yüksek
dağların zirvesi gökyüzüne uzandığında, yaratıcıya daha yakın yerler
olarak görüldüğünden dua ederken eller hep gökyüzüne açılıp, başlar
hep gökyüzüne kaldırılarak dualar yapılıp, hep kutsal sayılmıştır. Bu
yüksekler dışında birde yine maneviyat olarak insanlar inanç huzurunu
135
yakalamak Evliyalar, veliler veya kendilerince ziyaret yerleri olarak
belirledikleri yerlerde toplu halde veya ferdi olarak dualarını yaparak
manevi doyumu yakalamaya çalışırlar.
Arapça olan evliya kelimesi veli kelimesinin çoğuludur ve
evliya Allah’a yakın ve sevgili, Allah dostu kimselerdir. Evliya Allaha
yakın ve sevgili kimseler. Evliyaya, “evliyaullah” da denir.
Evliya, Allhü telalanın razı olduğu şeyleri yapan, O’nun
sevgisini yani rızasını kazanan, peygamberlerin gösterdiği doğru yolda
bulunan zatlardır. Bunların inançlarında hiçbir bozukluk olmadığı
gibi, ibadetleri de devamlıdır. Nefsin arzularından olan menfaat
düşkünlüğü, bencillik, kin, hırs, insanlara kötü muamele bunlarda
bulunmaz. Devamlı güler yüzlü olup, dünyada kimseye düşmanlık
beslemezler. Allah için çalışırlar. O’nun için uğraşırlar. Zenginlikleri
varsa O’nun yolunda harcarlar, kerametlerini hiç göstermek
istemezler. Cömerttirler. Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyruldu:
“Biliniz ki, Allhü telalanın evliyası için azab korkusu, nimetlere
kavuşamama üzüntüsü yoktur.”(94) Peygamber efendimize Eshab-ı
kiramdan evliyanın ne olduğu sorulduğunda buyurdular ki: Onlar öyle
kişilerdir ki; görüldükleri zaman Allhü teala hatırlanır. Allhü telalanın
öyle kulları vardır ki, onlara nebiler ve şehitler imrenirler. Allah için
severler. Yüzleri nurludur ve nurdan minberler üzerindedirler. İnsanlar
Korktuğu zaman korkmazlar, üzüldükleri zaman da
üzülmezler. Onlarla beraber bulunanlar cehennemlik olmaz. Allhü
telalanın lütufu ve ihsanı olarak bunlara, herkeste bulunmayan bazı
haller yani kerametler verilebilir. Bir anda uzak mesafelere gitme,
aynı zamanda birkaç yerde bulunmaları, hastaların bunların dualarıyla
iyi olmaları, kalplerden geçen düşüncelerin açıktaymış gibi görünmesi
evliya kerametlerinden bazılarıdır. Keramet haktır. Yalnız, velinin
keramet göstermesi lazım değildir. Bunlar kerametlerinin açığa
vurulmasından sıkılırlar, utanırlar, göstermek istemezler. Allhü
telalanın verdiği nimetleri Müslümanların görmesi İslamiyet olan
bağlılıklarının kuvvetlenmesi için yeri ve zamanı geldiğinde keramet
gösterirler. Veli öldüğü zaman kerameti kesilmez. Bunun için
Müslümanlar Allhü talanın sevdiği bu temiz insanları vasıta ve vesile
ederek, araya koyarak türbelerinin başında veya başka yerlerde dua
ederler. Yalnız bu esnada dikkat edilmesi gereken önemli husus evliya
vesile edilerek, Allah’ü tealadan istenmesidir. Evliyadan istenmez.
Bunun içindir ki, mesela üç İhlâs, bir Fatiha-i şerif okuyup veli zatın
ruhuna hediye edilir, bağışlanır. Sonra dua ederken, veliye; “Bana
şunu ver, benim şu işimi yap.” denmez. “Ya Rabbi! Bu velinin, bu
mübarek zatın, bu sevgili kulunun hürmetine şu dileğimi kabul eyle.”
veya “Şu işimin olmasını nasip eyle.” denir.
Evliyalar bakımında ilçenin zenginliğini bilen ünlü ozan
Sümmani Van’dan yola çıkararak Kâbe’ye gönderdiği turnalar şiirinin
bir bölümünü şöyle yazmıştır.
136
Erzincan çukurdur kalkın havaya,
Şiran evliyaları dursun duaya,
Çilhoroz dağından Hasan ovaya,
Orada da durmayın gidin turnalar.
İlçede Kurtuluş savaşında da Şiran evliyalarının duaları ve
yardımlarının sayesinde Şiran topraklarının korunması, işgal
edilmemesi inancı yaygındır. Hemen, hemen her köyde bir evliya
veya ziyaret sayılan kutsal yerler bulunmaktadır. Buraların bazılarında
gerçek kabirler bulunduğu halde bazı ziyaret yerleri ya kutsal bir
ağaca, ya kutsal sayılan bir taşa, bazen de rüyada görülen yerlere
dayanmaktadır. Zamanla buralarda bazen yağmur duaları, bazen hayır,
hasenat için toplanılarak dualar yapılır ki bu evliyaları, bu gönül
dostlarını sıra ile ele aldığımızda bazen arşiv bilgileri ile karşılaşsak
da çoğunlukla gönül dostlarımız hakkındaki bilgiler üst kuşakların
aktardıklarıdır.
Nüfusun yoğun olduğu 1960 ve 1970 yıllarında herkes
evliyasına sahip çıkar ve ziyaretlerinde bulunarak dualar edilirken
1976 dan sonra ilçeden büyük şehirlere yapılan yoğun göç nedeniyle
bazı yatır, veya ilçede daha çok evliya diye tabir ettiğimiz yerler
unutulmuştur. Öğle ki bazı yatırlar tamamen zamana yenik düşerek
yerleri dahi bilinmez duruma gelmiştir.
94-Yunus Suresi A. 62
137
Karaca baba türbesinin yeni yapılmış hali
1-KARACA BABA
Karaca baba hakkında araştırılma yapılmadığından
hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tek bilinen türbesinin
ilçeye hakim bir tepe üzerinde bulunması ve önceleri dikdörtgen olan
türbenin 2009 yılında kubbeli, pencereli ve sekizgen şeklinde
yapılmasıdır.
Karaca kelimesi yazılı kaynakların çoğunda kullanılmış
Türk toplulukları için önemli bir kelimedir. Onun için eski tapu
kayıtlarında da sık, sık kullanılmıştır.
İlçe 1473 yılında kesin olarak Türk hâkimiyetine girmiş
gibi göründe de bölgenin Türklerle tanışması 1018 yılında bölgeye
yapılan Selçuklu akınları ile başladığı bilinmektedir. Bunu için karaca
baba hazretlerinin horasan erenlerinden olduğu ve ilçeye gelip
yerleştiği tahmin edilmekte. Yazılı kaynakları incelediğimizde uzun
yıllar nahiye merkezliği yapan Şiryan ilçesi varlığını sürdürürken aynı
kayıtlarda ayrıca karaca köyü diye kayıt tutulmuş.
Karaca Baba türbesi incelendiğin de türbe yerinin sürekli
erozyona uğraması gerekirken hiç de böyle olmadığı türbenin yapımı
sırasında ortaya çıkmıştır. Kazıda görülmüştür ki karaca Baba kabri
türbenin kat, kat altında hatta eski türbenin üzerine yeni türbe yapılmış
gibi görünmekte bu da karaca baba hakkında ilçeye ilk gelen
dervişlerden olduğunu göstermektedir. Yine türbenin yapımı sırasında
138
Karacababa Türbesinin yenilenmeden önceki hali
alt katmanlarda rastlanan mezarın horasan ile yapılması ve yine aynı
yerde çıkan kitabe bize Selçuklu izlerini göstermektedir. Kitabenin
asıl bölümü kırıldığından okunamamış. Üzerine sonradan yazılma
olduğu açıkça anlaşılan 1253 tarihi düşülmüştür. Birde orta kısımda
Ziyaredden murad bu gün bana yarın sanadır şeklinde türbe
ziyaretlerinin sebebini açıklayan bir kelimeye yer verilmiş, alt kısımda
ise büyük ihtimal karaca Mehmet olarak belirtildiği sanılmaktadır.
2-KIZIN (KOCA) EVLİYA
İlçe merkezi ormanının mertekli tarafına bakan kısımdadır
yaşı 50 nin üzerinde olanlar bu evliyanın varlığından haberdardırlar.
Yeni nesil yerini dahi bilmez. Karaca Baba türbesine yakın bir
mesafededir ancak ilçede pek bilinmediğinden pek ziyaret edilmez.
Kızın evliya hakkında da kesin bir bilgi veya rivayet
yoktur akla ilk gelen Firdevs hatun veya gelin ebe gibi kadın
evliyalardan birimi? Çünkü Karaca baba hazretlerinin bölgeye gelişi
İsa baba ve Seydi baba ile aynı sebebe dayandırılmaktadır. Her
ikisinin de türbelerinin yanında kadın evliyalar bulunduğuna göre
kızın evliya da karaca baba ile ilişkilendirilebilir.
139
Seydibaba Türbesinin Yeni hali
3- SEYDİBABA HAZRETLERİ
Hamd etmek zulmün karanlıklarından din-i mübini aydınlığa
çıkaran, helal ve haramı ayetlerle açıklayan Allah’a aittir. Salat ve
selam o’nun nebiyi muhteremi şefaat mahzeri resul-i kibariya (S:A:V)
efendimiz ve O’nun âli ve ashabına olsun.
Bu vakfiyenin ve hüccetin sahibi sahibül-hayrat vel-hasenat
bilgin insanları şeyhi, hakka salik olanların yıldızı ve hakikat
perverlerin kutbu ŞABAN OĞLU ŞEYH YUSUF’tur. Babası merhum
Şaban Ebu Bekir R:A’ın neslindendir. Allah onları aziz ve âli eyleye.
Vakıf hazretleri dünyanın fani, ahretin baki olduğunu aynı
zamanda dünyanın kibir evi, ahretin ise sevinç evi ve ebedi kalınacak
yer olduğunun, nimetlerinin dolup taşıcı bulunduğunu, dünya
nimetlerinin gölge mesabesinde olduğunu, insanların gelip geçici
bulunduğunu, ve ebedi nimetlerden yararlanmanın ancak ve ancak
vakıf yapmak olduğunu, Allah katında sevaplara mazhariyat
kazandırıldığını bilerek vakfını yapmıştır.
Çünkü Cenab-ı hak (öğle bir gün gelecek ki o günde mal ve
çocuklar fayda vermeyecek. Ancak kişinin salim ve her türlü
kötülüklerden arınmış kalbi ile Allah’a (C:C) varacağı hali fayda
verecektir.) Mealindeki ayeti düşünerek, başka hiçbir tarafa iltifat
etmeyip malını vakf etmiştir. (H.834 Tarihli Hüccetin giriş bölümü)
Seydibaba: Hayatı ve köye geliş tarihi kesin olarak bilinmeyen
Seydibaba hazretlerinin kendi ismini taşıyan Seydibaba köyünde
140
zaviye kurduğu1485 tarihli tahrir defterlerinden anlaşılmaktadır. Daha
sonra bu zaviyedeki hizmetlerin devamını sağlamak amacıyla köyün
gelirleri zaviyeye vakfedilmiştir
Seydibaba köyünün asıl adını Atik Aluç köyü olduğunu Hicri
834 tarihli ferman örneğinden öğreniyoruz. Daha sonra Horasan
erenlerinden Seydibaba’nın gelip köye yerleşmesi ile köyün adı
Seydibaba olarak anılmaya başlanmıştır.
Köyde daha öce yabancı bir kültürün izine rastlanmamaktadır
fakat mezralarda ve şelale civarında çok sayıda eski yerleşim alanları
kalıntılarına rastlanmaktadır. Ayrıca Köyün mezarlığında yüksek
rütbeli kişilerin ve Selçuklu döneminden kalma mezarların bulunduğu
görülmektedir. Seydibaba’nın köye ne zaman yerleştiği hakkında
kesin bir tarih yoktur fakat onun açtığı zaviyeyi ekâbiri ehlülattan,
Şeyh Yusuf oğlu Şaban 834 (1431) tarihinde vâkıfı sınırları zaviyesini
açmıştır.(95) Fakat yine 1485 tarihli kayıt defterlerine baktığımızda
burada Seydibaba köy ve Seydibaba Zaviye diye iki kayıt tutulmuştur.
En akla yatkın olan ilçeye İsababa ile birlikte ilk gelenlerden
olduğudur. Trabzon Vilayeti salnamelerinde İlçede sadece seydibaba
ve İsababa hazretlerine kısa yer verilmiştir. (Şiran kazasında sülale-i
tahireden Seydibaba ve İsababa hazretleri medfundur).(96) Köyün
tarihi arşiv kayıtlarından çıkarılırken Bütün evliyalarda olduğu gibi
Hangi tarikata dayanırsa dayansın evliya nesillerinin peygamber
nesline dayandırıldığı gibi Seydibaba hazretlerinin nesli de aynı
kökene bağlanarak şu bilgilere yer verilmiştir.
Seyyiddi Nurullah Kuddu Sırrıhi hazretleri Ebu Bekir’in Sırdık
Radıyallahu hazretlerinin nesli pakından olup Horasan diyarından
Teşrif buyurmuş. Atik Aluçlu isimli kariyesinde vatan tutmuştur.
Bu zatı âli kaderin vatan tutması ile Aluçlu ismi SEYDİBABA namına
Tebdil olmuştur. Halen bu nam ile yâd olunmaktadır. Azizi
Maşurumleyh kendisi zaviye açtığına dair umum en fermanlarda
meşayıhi kiramdan kutbul arifeyin Seyidi Nurullah Baba Kuddusü
Sırrıhü hazretlerinin tekkeyi şerifi vakfı mülhalatından Erzurum
eyaletinde Şiran kazasına tabi Seydibaba Kariyesi ile ahare cümleleri
del afet eder. Vazıh delildir. Şu kadarki Şiran’a teşrif tarihine ait
malumata muvaffak olamadım. Fakat ahfadı pakinden ve ekâbiri
ehlüllah Şeyh Yusuf Bini Şaban Kuddusü Sırrı hu Hazretleri 834
tarihinde hudut içine alarak evkafı Mülhak asını yaptırıp zaviyesini
açmıştır ve vakfiye sureti bu evraka merbuttur. Bundan başka Şiran
Erzurum vilayetine merbut iken1078 ve aynı vilayete merbut iken
1128 Nurullah Baba zaviyesi namına almağa muvaffak olmuştur.
95-Elde Bulunan Hicri 834 Tarihli Ferman kayıt Örneği
96-Trabzon Vilayeti salnameleri sene 1872 s 62- 182
141
Şiran Karahisar-ı şarkıya tabi iken 1138 tarihli ferman, Erzurum
Vilayetine tabi iken 1170 tarihli zaviyeyi mezkür evkafın almak üzere
fermanlar almışlardır. Yine kazayı mezkür Karahisar-ı şarkıyeye tabi
iken 1204 ve yine aynı yere tabi iken 1220 ve yine aynı yere tabi
iken1224 tarihli fermanlar zaviye-i müşarümleyh namına almağa
muvaffak olmuşlardır. Ve yine Şiran Erzurum’a merbut iken 1257
tarihli ferman mevcut olduğu ve yine Şiran Kara hisar’a merbut iken
1279 tarihli berat zaviye_i mezkûr evkafın almak üzere mevcut olup
zehrinde zirdeki kayıtlar yazılıdır.26 Teşrini sanı 86 tefçiline kayıt
olunmuştur.
Cerideyi evkafı hümayun kaydıdır.9_şevval
200.Numara:26881,keza zehrinde 26 Mayıs_79 Numara 15444,2
Mayıs minhü. Ve yine Karahisar’a tabi iken 1290 tarihinde berat
ahzedilmiştir. Şu madudattan başka muhtelif tarihlerde çok ferman ve
beratını ahzedilmiştir. Bir takımlarına dest eriş oldumsa, da bazılarının
tarihleri zedelenmiştir ve yıpranmış olduklarından okunmuyor.
Nurullah Babanın aziz ruhu pakına el_FATİHA;(97)
Doğudan gelen Horasan erenleri Anadolu içlerine Gazi, derviş,
abdal unvanlarıyla dağılarak ateşli bir propaganda ile bölgedeki halk
üzerinde hâkimiyetini kurup, kendini sevdirip o bölgeye
yerleşiyorlardı. Daha geriden gelen daha ateşli guruplar sürekli iç
bölgelere sevk edilerek ardı arası kesilmeyen bir kuvvet akıp
gidiyordu.
İşte Seydibaba da bu ateşli Horasan erenlerinden birisidir
Horasan üzerinden kalkıp Anadolu içlerine doğru kafilesi ile göç eder
amacı çevresindeki kitleye cihad ve î’la-yi Kelimeti’llaah prensiplerini
aşılamak, sonra bu prensiplerin tahakkuku için lazım gelen bilgi ve
tecrübeyi vermek. Kendisini yerleşik halka sevdirerek gereken İslam
ahlak ve prensiplerini yaymak için Horasan diyarlarından Anadolu
yollarına düşmüştür.
Seydibaba 12. yüz yılın ortalarına doğru Horasandan Çimen
yaylalarına geldikten sonra kendisine kışlak olarak köyün altındaki
mezralardan birini seçer. O zamanlar Seydibaba köyünün bulunduğu
yerde Atik Aluçlu köyü bulunmaktadır. Mezralardan birine yerleşen
Seydibaba Hazretleri ilmiyle, irfanıyla kısa sürede kendini civar
köylere sevdirir. 1569 kayıtlarına bakılırsa Seydibaba hazretleri
bulunduğu bölgede bir zaviye açar. Yine aynı kayıtlara bakıldığında
zaviyenin kayıt altına alındığı yıllarda köyün adının Aluç köyü değil
de Seydibaba köyü olarak yazıldığını görmekteyiz. Seydibaba
Hazretleri köyde zaviyesini kurmak isteyince ilk menkıbeleri de
burada anlatılıp, yıllardır dilden dile dolaşarak günümüze kadar
ulaşmıştır.
97-Elde bulunan Seydibaba Köyü tarihi Ferman kayıt Örnekleri
142
Menkıbeler köyde şöyle anlatılır:
Seydi Nurullah Hazretleri Aluçlu köyünün yerini beğendikten
sonra namaz kılmak ister. Fakat o yıllarda köyün yerinde su
bulunmamaktadır bugün dampaar denilen yere gelerek abdest almak
için asasını yere vurup biraz bekler su akmayınca suya neredesi diye
seslenir, kayalardan ses gelir Mekke’den yeni yola çıktım der ve su
taştan aşağı damla, damla akmaya başlar. Suyun Mekke’den geldiğine
inanılarak kutsal sayılır. O günlerde ismi damla pınar olan suyun
başına cami yaptırılarak köy yerleşime açılmış olur.
Seydi Nurullah hazretleri Aluçlu köyüne yerleşip kendisini
bölgenin halkına sevdirerek kısa sürede kerametlerini çevre köylere
duyurur, bu sevginin üzerine Seydi Nurullah hazretleri köyde bir
zaviye açarak etrafındakilere ve çevresine daha iyi hizmet vermek,
ister. Bu isteğini annesine iletince; Seydi Nurullah hazretlerinin annesi
oğlunun bu isteğine karşı çıkar. Çünkü öğle her önüne gelen zaviye,
tekke, vakıf kuramaz. Hırlımı, hırsız mı, ölçülüp biçildikten sonra
ancak zaviye kurulmasına izin verilir onun için ana yüreği derler ya
sızlamaya başlar ve oğlunun bu isteğine karşı çıkar.
Annesinin bu isteğe karşı çıkması üzerine Seydi Nurullah
hazretleri annesine yalvarır, yakarır izin alır ama birde istek de
bulunur. Anneciğim ben gittikten sonra şu kapımızın önünde her gün
üstüne oturduğum taş var ya onu sürekli kontrol et baktın ki ısınıyor
hemen üzerine su dök der, annesini elini öptükten sonra yollara
düşerek Erzurum Eyaletine varıp yöneticilerin kapısına dayanır,
isteklerini anlatır ve derviş olduğunu ima eder.
Seydi Nurullah hazretlerini dinleyen yöneticiler şunu bir
imtihan edin bakalım gerçekten derviş mi yoksa dolandırıcı mı
diyerek haydi atın şunu fırına eğer şeyh ve derviş ise kendini kurtarsın
yok eğer dolandırıcılardan ise bırakın yansın gitsin der. Seydi
Nurullah hazretlerini yanmakta olan fırına atarlar.
Bu sırada Seydi Nurullah hazretlerinin annesi köyde ahırda
inekleri sağmaktadır, aniden yüreğinin sızladığını hissedince elindeki
bir kova sütle kapının önünde ki kara taşa koşar elini atar bakar ki taş
ısınmaya başlamış eyvah diyerek elindeki kova ile sütü taşın üzerine
döker ve taşı soğutur. Erzurum da fırında bir müddet kalan Seydi
Nurullah Hazretlerini Fırından çıkarmak için fırının kapısını açarlar ki
Seydi Nurullah hazretleri ateşin üzerine oturmuş tespih çekerek zikir
ediyor, sadece anlında bir damla ter oluşmuş. O ter de annesinin taşa
biraz geç ulaşmasından oluştuğu rivayet edilir. Bunun üzerine Seydi
Nurullah hazretlerini hemen fırından çıkarırlar özür dilenir, para, pul
teklif edilir. Seydi Nurullah hazretleri bunların hiç birini kabul etmez
dünya malında gözüm yok diyerek sadece okul açmak için izin
fermanını ister, yöneticilerde gördükleri manzara karşısında itiraz
etmeden zaviye kayıtlarını yaparak ferman buyurup yola çıkarırlar.
143
NASİPTE VAR İSE GELİR HİNTTEN YEMENDEN
NASİPTE YOKSA NE GELİR ELDEN
Seydibaba’nın Ali adında bir oğlunun olduğu rivayet edilir.
Gelin ebeye de ballı gelin denirmiş ki bugün bu efsaneden dolayı
köyün sınırları içerisinde Alı-Balı diye bir mevkii bulunmaktadır.
Seydi Nurullah hazretleri oğlunun İlerlemiş yaşına rağmen oğlunu
bir türlü evlendiremez. Evlendiremez değil her yerde tanınan bilinene
bir kişinin evlendirilmesi zor bir iş olmasa gerek ama alınacak gelinde
bazı özellikler olması lazım onun için Seydi hazretleri sabırla ve
metanetle gelecek günleri beklemektedir. Öyle ya dergâha alınacak
gelin yukarda sözünü ettiğimiz BAIYAN bacıların bacısı olması lazım
ki tüm çevresine hizmet ettiği gibi etrafındakileri bir teşkilat altında
toplayıp dergâhın hizmetlerini yürütsün. Kısaca sadece Seydi Nurullah
hazretlerinin gelini olmayıp Bütün Seydibaba Köyünün ve çevre
köylerin gelini olsun herkese hizmet versin ve çevrede bacıların bacısı
olarak bilinsin.
Zaviye izini alınıp zaviye, dergâh kurulmuştur Gündüz
sohbetlerinin arkasında akşamları da sohbetler düzenlenir dini konular
anlatılarak islamın vecibeleri yerine getirilmektedir. Bu sohbetler
sürüp giderken tabi o günlerde dergâhın hizmetini Seydi Nurullah
hazretlerinin oğlu Ali yürütmekte babası ne derse dergâhın içerisinde
pervaneler gibi bıkıp usanmadan dönmekte ayrım yapmada herkese
hizmet vermektedir. Ali bu hizmetleri karşılığında tüm köyün ve çevre
köylerin gönlünde taht kurar ve herkes onu sever bir an önce
evlendirip yurt yuva kurmasını isterler. Herkes Ali ne duruyorsun elen
dese de Âlinin gözü, kulağı babasındadır bilir ki babasının bir bildiği
vardır.
Yine bir akşam sohbetinden sonra yemekler yenilip içilip
günlük sohbetlere geçilince dergâh da bulunanlar Seydi Nurullah
hazretlerine sitem etmeye başlarlar, artık şu oğlanı ever yaşı geçiyor
günaha giriyoruz gibi sözler edilince, Seydi Nurullah hazretleri hiç
işitmemiş gibi davranarak sadece şu cevabı verir bu söz dilimize
deyim olarak yerleşir. <Nasipte var ise gelir Hint’ten, Yemenden
nasipte yok ise ne gelir elden.>> der ve sohbet toplantısı biter. Herkes
birer ikişer dergâhtan kalkarak gecenin karanlığında evinde istirahata
çekilmeye başlar. Gecenin karanlığı Seydibaba köyünün üstüne çöker,
tabiat derin bir sessizliğe bürünür canlı, cansız bütün mahlûkat derin
bir uykuya dalar yalnız bu sessizliği bozan Seydibaba köyünün
altındaki Şelaleni uğultusu ve Yemen dolaylarından Seydibaba
köyüne doğru yol alan bir göçmen kabilesidir. Göçmen kabilesindeki
develer gecenin karanlığında durup dinlenmeden çağlayan şelalenin
sesine kulak vermiş olacak ki kervancının sözünü dinlemeyip
yönlerini Seydibaba köyüne çevirirler. Kervancı ne yapsa hani derler
ya deve inadı bir türlü develeri kervan yoluna getiremez vardır bunda
144
da bir hikmet diyerek develerin peşine düşerek Seydibaba köyüne
gelirle. Köyün kenarına gelince söz dinlemeyen develer hemen
oracıkta çökerler yine kervancı vardır bunda hikmet deyip geceden
çadırını köyün kenarına kurar. Türkmen geleneğidir kendi çadırından
önce gidip gelecekleri ağırlamak için kendi çadırının yanına misafir
odası olarak kabul edilen ve eldeki en pahalı halılarla döşenen misafir
odasını da hazırlar. Hazırlıklarını tamamlayan kervancı sabah ola
hayır ola diyerek istirahata çekilip sabahı beklemeye başlar.
Gecenin karanlığı dağılıp güneş yüzünü gösterince derin
uykularından uyanan Seydibaba köylüleri gördükleri manzara
karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler. Yeni doğan güneş ışıklarını
her varlığın üzerine aynı derecede yansıtsa da kervancının çadırları
güneşin ışıkları altında daha hoş, daha şirin görünmeye başlar
Seydibaba köylülerine. Kimse sabahın mahmurluğuna aldırmaz,
kimsede iş, güç kaygısı kalmaz o sabah bir hal olur Seydibaba
köylülerine. Evlerinden çıkan insanlar büyük bir merak içerisinde
çadırlara doğru yaklaşmaya başlarlar. Seydibaba ahalisi gelenler
insmi, cins mi diye aldırmaz. Bir garip gelmiş bir şeye ihtiyacı var mı
amacı ile hemen çadıra koşarlar, kervancıyı hoşlarlar, beşlerler ama
kervancıda onlardan aşağı değildir gelen misafirlerini misafir çadırına
alarak ağırlamaya çalışır hemen kırk yıllık dost gibi sohbete başlarlar.
Sorulur, soruşturulur kabilenin Yemenden çıkarak buraya geldiği
anlaşılır. Gelen misafirlerin içinde azcık kalp gözü açık söyleneni
anlayanlar hemen akşam dergâhta ki sohbeti hatırlarlar. Ne demişti
Seydi Nur Hazretleri‘’Nasipte var ise gelir Hint’ten, Yemen’den,
nasipte yok ise ne gelir elden’’ Demek nasipte varmış ki yemenden
kalkıp buraya gelmiş bir Türkmen kabilesi ama ilginç olan ise o
kabilede bulunan güzel kız. Ay parçası gibi çadırda dört dönüyor
misafirlerin hizmetinde bulunuyor, geleni gideni güler yüzle
karşılayarak köyün yerlisi gibi rahat ve serbest davranıyor.
İlk gün gidip gelenlerle geçirildikten sonra yine akşam oluyor
herkes evine çekildikten sonra kervancı kızına kızım her gittiğimiz
yerde konaklayıp kalacak halimiz yok haydi yolcu yolunda gerek
gecenin serinliğinde yolumuzu alalım develeri kaldır denklerimizi
tutalım. Kız develerin yanına gider ama develeri oraya çökerten öğle
bir çökertmiştir ki develerin yerlerinden kalkma imkânları yok yine
deve inadı tutmuştur kalkmam da kalkmam. Kız babasının yanına
gelerek develeri kaldıramadığını söyler, baba gider yine develer
kalkmaz. Yine kervancı vardır bunda bir hikmet hayırlısı diyerek yatar
ertesi günü bekler.
Ertesi gün Seydibaba köylüleri yine erkenden çadıra kimi
yiyecek, kimi içecek götürmeye başlarlar, misafirlerine o kadar
bağlanırlar ki gitmemeleri için bildikleri bütün duaları okuyup
yaradana yakarış da bulunurlar. O günde kervancının çadırında hoş
sohbetlerden sonra kervancı zaviyeye akşam sohbetine çağrılır. Dini
145
vecibeler yerine getirilir. Gelmiş, geçmiş sohbetler açılır, sindirme
kahveleri içilir yatma vakti gelir yine herkes evine çekilirken kervancı
kendisini zaviyenin maneviyatına öğle kaptırır ki zaviyeden bir türlü
çıkmak istemez. Hani şair demiş ya ‘’Vursalar, dövseler terk
etmezem.’’ Kervancıda zaviyeyi terk etmek istemez. Ama nafile
kervancıda selamlaştıktan sonra kalkar çadırının yolunu tutar bakar ki
yerinden kaldıramadığı develer kalkmış çadırın kapısında yüklerini
bekliyor. Bu seferde kervancının içinden gitmek gelmez. Günler gâh
dergâhta, gâh halk içerisinde ilerleyip giderken beklenen gün gelir
çatar.
Kız kendisini köye öğle sevdirir ki addı ballı olan kızı daha
istemeden, düğün yapılmadan Seydibaba Köylüleri gelinleri kabul
edip ballı gelin diye çağırırlar. Bu ifadenin de gelinin hizmetleri
karşısında az olduğunu gören Seydibaba köylüleri, herkesin yardımına
koşan fakiri, fukarayı gözeten köyde birlik ve dayanışmayı sağlayan
herkesin anası anlamında gelin ebe demeye başlarlar. Köylüler de
gelin ebeye öğle alışırlar ki onunla yatıp onunla kalkarlar.
Artık günler ilerlemiş zaman gelmiştir yine bir akşam zaviyede
sohbet toplantısından sonra konu Seydi Nurullah hazretlerine açılır.
Beklenen nasibin Yemen’den geldiği belirtilerek kızın istenmesi
kararlaştırılır ve Türk İslam geleneklerine göre kız kervancıdan
istenir. Kervancının yok diyecek hali yok çünkü kalem Yemen
ellerinden Seydibaba köyüne çalınmış Yazılan yazı ne ise o tecelli
edecektir. Kız istenir nişan düğün derken herkesin muradı yerine
gelmiştir. Gelin ebe artık sadece Seydibaba köyünün değil tüm çevre
köylerinde gelini olmuş kısaca zaviyenin bacıyanıdır.
Hürmetinde kusuru olmayan gelin ebe köyde kimse
uyanmadan kalkar Seydibaba hazretlerinin abdest suyunu ısıtır,
abdestini aldırır zaviyedekileri sabah namazına gönderdikten sonra
kendisi de namazını kıldıktan sonra kahvaltıyı hazırlayıp
namazdakileri beklemeye başlarmış. Seydibaba köyünde gelin ebenin
bacasından daha erken tüten baca yokmuş. Gelin ebenin bacası adeta
köylüler için gecenin bittiğinin işareti imiş. Seydibaba hazretleri böyle
bir gelini olduğu için mutlu, köy halkı sevinçli imiş. Fakat her ilahi
kaderin bir tecelliyatı olduğu gibi bu mutluluğunda sonu hazin olarak
noktalanmış.
Seydibaba Hazretlerinin bu mutluluğu fazla uzun sürmemiş,
aradan birkaç yıl geçtikten sonra, her gün neşe içerisinde sohbet
toplantıları düzenleyen Seydibaba hazretlerinde bir durgunluk
başlamış. Bu durgunluğun sebebini soranlara sadece boyun büküp
geçermiş ama köylüler bunun kötü bir haberin işareti olduğunun
bilincine vararak şeyhlerine güvenip sabırla olacakları beklemeye
başlamışlar.
Yine bir gün zaviyede akşam yemeği yendikten sonra,
Seydibaba hazretleri misafirleri ile birlikte sohbet odasına çekilirler.
146
Sohbete başlamadan önce Seydi hazretleri gelinine seslenerek
<<kızım, bir sindirme kahvesi yap misafirlerimizle içelim.>> der.
Ballı gelin tamam diyerek sessizce odadan çıkar. Kahveleri yapar tepsi
içerisinde odaya girerken o dönemlerde içeride oturanlara saygı
bakımından girenlerin başlarını eğerek girmeleri için sohbet odalarının
üst eşikleri alçak yapılırmış. Gelin ebe de elinde kahve tepsisi ile içeri
girerken dalgınlıkla kafasını sohbet odasının üst eşiğine vurmuş. Canı
öğle yanar ki yine de içinden intizar ve ah gelmez. Gelin ebe kahveleri
dağıtır sessizce dışarı çıkar kahveler içildikten sonra girer boşları
toplar ve kendi odasına çekilir.
Zaman ilerler sohbet biter herkes evine çekildikten sonra
Seydibaba ballı kızım diye bağırır. Seydibaba Hazretlerinin sesini
duyan ballı gelin hemen koşar ayakta buyur efendim der. Seydibaba
ballı gelinin hiç alışık olmadığı bir şey yaparak gelinini yanına çağırıp
gel kızım yanıma otur der. Bunu duyan Ballı gelinin içinde bir
şeylerin olacağı hissi uyanır ve kendi kendine Allah ne taktir ederse o
olur der ve Seydibaba hazretlerinin yanına oturup can kulağı ile
Seydibaba hazretlerini dinlemeye başlar.
Seydibaba hazretleri biraz sessiz kaldıktan sonra bak kızım der
biliyorum canın yandı, ama hiç merak etme yarın seni bir yere
göndereceğim orada hiç canın yanmayacak, oranın eşikleri çok yüksek
odalarının içi gayet aydınlık olacak der. Bu sözler üzerine Ballı gelin
efendim dualarınızı benden eksik etmeyin deyice Seydibaba hazretleri,
senin benim duama ihtiyacın yok seni sevenlerin duaları sana yeter
diyerek Haydi Allah rahatlık versin der. Ballı gelin sessizce oturduğu
yerden kalkıp odasına çekilir. Seydibaba hazretlerinin gözüne uyku
girmeden oturduğu yerden kalkmaz sabahın olmasını bekler. Sessizce
Seydibaba Hazretlerinin yanından ayrılan Ballı gelin odasına çekilir
abdestini alıp namazını kıldıktan sonra Kocasına da bir şey
söylemeden yatar ve bir daha da kalkmaz.
Gecenin karanlığı dağılıp gün ağarırken erkenden uyanan
Seydibaba köylüleri o gün gelin ebenin bacasının tütmediğini görünce
şaşkınlıkla hemen dergâha koşarlar. Köylüleri Seydibaba hazretleri
karşılar bu duruma alışık olmayan köylüler gelin ebe nerede diye
sorunca, Seydibaba hazretleri merak etmeyin onu bizden daha çok
seven yanına aldı.
Acı haber çabuk duyulur civar köylerde Gelin ebenin bütün
sevenleri Seydibaba köyüne akın ederler, köyü karabulutlar kaplar ,
ağıtlar yakılır maniler dizilir ama fayda vermez. ‘’Her canlı bir gün
muhakkak ölümü tadacaktır’’ Ayeti mealinde buyurduğu gibi ne kadar
sevilirsen sevil ne kadar Allah’ın iyi kullarından olursan ol bir gün
emanet sahibini bulacaktır. Bütün sevenler üzülür ağlarlar. Üzülenleri
teskin etmek yine Allah’ın emirlerini inceden inceye bilen Seydibaba
hazretlerine düşer ve yazıyı yazan böyle yazmış der üzülmenin gereği
yok. Eğer onu çok seviyorsanız onun için dualarınızı eksik etmeyiniz.
147
Bir gün beni ziyarete geldiğinizde eğer onu da ziyaret
etmezseniz ziyaretiniz makbul değildir diyerek Ballı gelinin Allah’ın
sevgili kulu olduğunu ima eder. Gelin ebe türbesi Seydi Nurullah
hazretlerinin türbesinin yanında bulunmamaktadır tıpkı İsa baba
türbesinde olduğu gibi tesadüf veya ne amaçlandıysa her iki bacıyan
da türbelerin kıble tarafına defnedilerek buralarda türbe yapılmıştır.
Yukarıda da belirttiğim gibi, Seydibaba köylüleri Ballı gelini
köyün mezarlığına koymazlar belki her zaman görebilmek, içlerinde
yaşatabilmek için, beklide zaviye kültürünün gereği olarak köyün
içerisine bir türbe yaparlar her cumartesi günü Nurullah Hazretlerinin
Türbesi ziyaret edilip dualar okunduktan sonra aynı vaziyette Gelin
Ebe türbesi de ziyaret edilerek dualar okunur.
Gelin ebenin ölümünden sonra günler geçer hayat devam eder
ama Ballı gelinin ölümü Seydibaba Hazretlerinin dünyasını değiştirir,
Çok geçmeden üzüntüsünden hastalanarak yatağa düşer çok da sürmez
hakkın rahmetine kavuşur. Sağlığında ben ölürsem sakın türbe yapıp
mezarımın üstünü kapatmayın diye vasiyet eder. Ama Seydi Baba
hazretlerinin bu vasiyetini dinlemeyen Seydi köylüleri Seydi Nurullah
hazretlerinin kişiliğine yakışır köyün mezarlığında bir türbe yaparak
üstünü kapatıp Seydibaba hazretlerini buraya defnederler. Sabah
kalktıklarında ne görsünler Türbenin üstü dağıtılmış açılmış. Kasti
yapıldığını zannederek türbenin üstünü tekrara kapatırlar, ertesi sabah
bakarlar ki türbenin üstü yine açık bir daha da kapatmazlar.
Yıllardır üstü açık olarak ziyaret edilen türbe günümüzde
restore edilerek üstü kapalı bir türbe yapılmıştır. Seydi Nurullah
hazretleri bu türbe içerisinde hanımı ile beraber yatmaktadır.
SEYDİBABA KÖYÜ ZAVİYESİ LE İLGİLİ KAYITLAR
Köyde Seydi Baba isimli bir şeyh kendi ismini taşıyan bir
zaviye kurmuştur. 1485 tarihinden itibaren kayda giren bu zaviye
etrafında gerek ev halkı, zaviye hizmetkârları, müritleri ve gerekse
dışarıdan gelenlerin yerleşmesiyle zamanla bir köy oluşmuştur
SEYDİBABA ZAVİYESİ
1569 tarihli vergi defterinde Karahisar-ı şarki sancağına bağlı
gözüken Seydibaba köyü Bu tarihten bir süre sonra Şiryan nahiyesinin
Gümüşhane’ye bağlanması ile ayrı bir sancak içinde kayıt edilmiştir.
1530 da ve daha sonraki defterlerde kendi adıyla anılan köyde
kurulmuş olan bu zaviye ile ilgili olarak vergi defterinde şu ifadeye
yer verilmiştir. ‘’Vakf-ı zaviye-i Seydibaba divanı tımar meşihat der
tasarruf-ı Musa veled-i Hamza bâ-berât-ı sultani ber müceb-i defteri
atik haliya der tasarruf-u Musa veled-i Himmrt bâ-berât-ı sultan-î’’
148
Seydibaba Türbesi Eski Hali
Sultan II. Selim döneminde yazılmış vakıf defterindeki bilgiler
ile örtüşen bu kayıttan anlaşılmaktadır ki; Seydibaba hazretleri hayatta
değildir. Ancak zaviyenin defter-i atik şeklinde eski deftere gönderme
yapan ifade bulunduğuna göre çok eskiden de var olduğu
anlaşılmaktadır. Muhtemelen Hamza adlı torunundan Musa zaviyedar
olarak kayıt edilmiştir. 1569 da köyde 23 hane mevcuttur. 1530 da
geliri zaviyeye tahsis edilmiş olan köyün yıllık geliri 900 akçe, 1569
da, da 2000 akçeye yükselmiştir. Demek oluyor ki benzerleri gibi
Seydibaba köylüleri de etraflarındaki atıl arazileri tarıma açarak
kullanıp gelirlerini yükseltmişlerdir.
Osmanlı Devleti İslami prensipler doğrultusunda bu zaviyenin
devamının bakımının sağlanması maksadıyla aynı köyün gelirlerim
zaviyeye vakf dilmiştir. Seydi Baba vakıf gelirleri 1485 yılında 200
akçe, 1569 yılında 2000 akçedir. Senelik bu gelirden gündelik 2 akçe
zaviye şeyhine diğer kısmı zaviyede hizmet gören kişilere ve
zaviyenin yiyecek, içecek bakım ve tamir işlerine tahsis edilmiştir.(98)
Defter kayıtlarında zaviyede şeyh olan bazı kişilerin isimlerini
de çıkarmak mümkündür. Seydi Babadan sonra zaviyede 1485 den bir
müddet önce Şeyh Mehmet, 1485 de Şeyh Yusuf, 1547 de Şeyh
Hamza, 1569 Şeyh Musa isimli şahıslar şeyhlik yapmıştır. Zikir edilen
bu kişiler baba oğul silsilesini takıp etmektedir. Zaviyenin çeşitli
işlerini görmek için bir kısım kişiler bu işle görevlendirilmiştir.
Nitekim zaviyede 1547 yılında 3 1569 yılında 1 kişi hizmetkâr olarak
çalışmaktaydı.(99)
98- Eyüp Kul basılmamış Üniversite Tezi Karadeniz Evliyaları
99- Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür vadisi Gümüşhane s 20
149
Eski Türbenin Dıştan Görünüşü
Şiran kazası Erzurum’a bağlı iken Hicri 1078 (1667) ve 1128
bu yıllarda Nurullah Baba zaviyesi adını almıştır. Şiran Karahisar-i
Şarki bağlı iken,1138 ve yine Erzurum’a bağlı iken,1170 ve yine
Karahisar-ı Şarki ye bağlı iken,1178 -1201–1204–1220–1224
yıllarında zaviy-i müşarımleyh adını almıştır ve yine Şiran Erzurum’a
bağlı iken,1257 tarihli ferman ile zavie-i mezkür adını almıştır ve yine
Karahisar-ı Şarkiya bağlı iken 1290 yılında berat verilmiştir.
Vakıf hakkında çok sayıda ferman örneği bulunmaktadır çoğu
eskidiğinden okunmaz haldedir. Bu fermanlar hem köy açısında, hem
de İlçe tarihi hakkında bilgi vermektedir.
Seydibaba köyü ile ilgili 1520 ve 1569 tarihli tahriri defterinde
vakfı zaviye-yi Seydi Baba divanı tımar meşihat der tasarruf-ı Musa
oğlu Hamza ba-berat-ı Sultani ber müceb-, defteri atik haliya meşihet
der tasarruf-ı Musa veledi Hamza ba-berat-ı Sultani şeklinde kayıt
bulunmaktadır.
1642 tarihli avrız defterine göre köyde 41 Müslüman hane
bulunmaktadır. Defterde yer alan meşihatı Bekir ve Hüseyin ber vechi iştirak mutasarrıf olup ba-del yevm niza etmemek için deftere kayıt
olundu. Bekir ve Hüseyin’in sürekli zaviyedarlık hizmeti yaptıkları
yine aynı kayıtlardan anlaşılmaktadır.
150
Türbesinin yanında bulunan Selçuklulardan kalma mezar taşları
Şarkı karahisar-ı Sancağına Tabi Şiran nahiyesi Seydibaba zaviyesi
Zaviyadarlık görevlileri
1Zaviyedar İbrahim ve Seydi, yevmi muayyene
2-Adı geçenlerin ölümleri üzerine yerlerine Seydi oğulları Mehmet ve
Hasan(1722)
3-Onların görevden el çektirilmesi üzerine onların yerlerine 1723
tarihinde vakıf evlatlarından İbrahim ve Mahmut
4-Onların görevden el çektirmesi üzerine yerlerine 1725 tarihinde
tekrar Seydi oğulları Mehmet ve Hasan
5-Adı geçenlerin ölümleri üzerine yerlerine 1726 tarihinde Mehmet
oğlu Hüseyin
6-Hüseynin ölümü üzerine zaviyedarlık iki hisse olarak 1727 tarihinde
Kardeşleri Osman ve Ebu Bekir efendiler
7-Onların görevden el çektirmeleri üzerine yerlerine 1727 tarihinde
amcaları Mehmet ve Mahmut,
8-Mehmet ve Mahmut’unda 1728 tarihinde görevden alınmaları
üzerine yerlerine tekrar Osman ve Ebu Bekir Efendiler,
9-Kayıtlara göre en son olarak 1790 tarihinde Seyyid Mehmet Halife
Oğulları Veysel ve Mehmet’ten sonra Seyit zaviyedar olarak
atanmıştır.(100)
100-Ramazan kahveci BOA den çıkardığı özel belge
151
4- GELİNEBE TÜRBESİ
Yukarıda da anlattığımız gibi Gelin ebe türbesi köy
kabristanında değil Seydi Nurullah hazretlerinin kıblegahında köyün
içinde bir yere yapılmıştır.
Türbe dikdörtgen plan üzerine kesme tastan yapılmış olup
üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Türbe 120 cm yüksekliğinde, 230 cm
eninde ve 365 cm boyunda bir kaide üzerine, 330 cm boyunda 190 cm
eninde ve 105 cm yüksekliğinde duvarlarla yükselmektedir. Çatısı
onarım görmüştür. Bati cephesi taşları yer, yer sökülmüştür. Türbenin
kuzey cephesi duvarında iki ayrı kitabe vardır. Bunlardan sağdakinde
türbenin mimarı 1227/1812 yılında imar edildiği ifade edilmektedir.
Öbür kitabe ise okunamamıştır. Türbede yatan kişi hakkında elde
belgeye dayanan bilgi bulunmamaktadır. Köylüler türbeyi "Gelin Ebe
Türbesi" diye adlandırmaktadır.
Gelin ebe türbesi de diğer türbeler gibi kaçak kazıcılardan
nasibini almıştır. Türbe enin içerisine bakıldığında defineciler
tarafından kazıldığı hemen göze çarpmaktadır. Ayrıca Türbe şahıs
yerleşim yerine yakınlığı nedeniyle bakımsız dökülür bir hale gelmiş
152
İsababa Türbesinin bulunduğu yükselti
5-İSABABA HAZRETLERİ
İsababa ilçede pek bilinmeyen evliyalardan birisidir. Çünkü
Şiran Kelkit karayolu üzerinde bulunan Firdevs hatun türbesinin
hemen karşısındaki yükselti üzerinde yer alan kabirde yatmaktadır.
Yoldan geçen her insan İsababa hazretlerinden ziyade Firdevs hatun
türbesine yönelmekte dolaysıyla İsababa Hazretlerinin kimliği, kişiliği
hatta türbesinin o yükselti üzerinde olduğu dahi ilçede pek az insan
tarafından bilinir. İsababa denildiği zaman çok kişi kim nerede diye
sorarlar.
Gerçek olduğu bilinmez ama üst kuşakların aktardığı bilgiye
göre İsababa Hazretleri Seydibaba Hazretlerinin kardeşidir ki doğru
olabilir çünkü eldeki belgelerde yaşadıkları tarihler örtüşmektedir. Bir
diğer ilişki de her iki ereninde bazı ortak özellikleri vardır ki bunların
başında iki zaviyenin de çevre de çok sevilen iki gelini olması ve bu
gelinlerin bir bezirgânla ilişkilendirilmesidir.
153
İsababa vakfının bir diğer varlığı ise bugün Kavakpınarı
köyünün arazi tapularında İsababa vakfından intikaldir diye
yazmasıdır.
Bir diğer kayıt ise 1642 tarihli vergi defterleridir. Bu defterlere
ise aynı köyde ki zaviyeden bahsedilirken şu kayda rastlanmaktadır.
Bu defter 1530 yılında karahisar-ı Şarki kazası içinde yazılmıştır. Bu
kayıtta aynı köyde Şeyh Hüseyin zaviyesinin bulunduğunu ve köyün
gelirinin 1060 akçe olduğunu ve bu gelirin zaviyeye bırakıldığı kayıt
altına alınmıştır. 1569 yılında tamamlanmış olan bu kayıtlar mufassal
olduğu için konu daha fazla açıklık kazanmamaktadır. Aynı defterde
şu kayda rastlanmaktadır.‘’Vakf-fı zaviye-i Şeyh Hüseyin, der
tasarruf-u derviş Aynî mezûr karye gayetle memerri-i nas ve
menzilgah olmağın avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiyrden emin
olmaları defter-i ceditde kayıt olunddu’’(101) Bu ifadeler Şey Hüseyin
Zaviyesinin çok eskiden kurulduğunu, 1569 yılında zaviyedar kişinin
Aynı olduğunu belirtmektedir.
Buradan anlaşılıyor ki zaviye gidip gelenin çok olduğu bir yol
üzerine kurumlu, menzil hane görevi üstlenmiş, çevre köylerin Cuma
namazı kılmak için toplandıkları bir merkezde tesis edilmiştir. Söz
gelişi Şiran Nahiyesine bağlı Kavakpınarı (Kartam) köyündeki Şeyh
Hüseyin Zaviyesi böylesi bir fonksiyon icra etmektedir. Bu köyden
geçen umumi yolda bir menzil hane, cami ve iki taşlı değirmen
kurularak yolculara, çevre köylerden gelen Müslüman ahaliye hizmet
verilmiştir. Bu yönüyle Cuma namazını eda etmek için toplanan
köylülerin yanlarında getirdikleri hayvanlarını veya ürettikleri çeşitli
ürünlerini takas ettikleri bir Türkmen pazarının da oluşturulduğunu
düşünmek mümkündür.
Aynı kayıtlara bakıldığında 1569 yılında Keredam köyünde 14
hanenin varlığı, ayrıca yetişkin, bekâr erkek aralarında 37 mücerret ile
imam hatip kaydı yapılmıştır. Bir derviş köyü olan bu mahalde arpa,
tütün, bal üretildiği ve yılık gelir olan 2694 akçenin zaviyeye verildiği
ifade edilmektedir.
Daha sonra 1697 yılındaki bir belgede; Şiran karyesine tabi
Gerdan (Keredam) adındaki karyede vaki zaviyenin zaviyadarlığına
ait elindeki maliye beratını mahallinden derkenar olup kedisine
zayiinden yeni berat verilmesine dair seyit Mustafa’nın arzı üzerine
diye bir kayıt düşülmüştür.(102)
İsababa hakkında araştırma yapılıp zaviye hakkında ki
belgeler gün ışığına çıkarılmamış olsa da İsababa hakkında ilk belge
kabri yapılırken mezarından çıkan küp içerisindeki altın yaldızlı
101- Harun
Bostancı Osmanlı Döneminde doğu Kara denizde Kurulan
Tekke Ve Zaviyeler Yayınlanmamış Üniversite tezi.
102- BOA 05/S/1112 Dosya no 25 Gömlek no 2425
154
fermandır. Bu ferman bu gün elde olmayıp kabirden çıkarılanlar
tarafından kayıp edilmiştir. Fakat fermanı satmaya götürdüklerinde
fermanı okutan ilk kişiyle görüştüğümde ferman hakkında bana şu
bilgiyi v erdi. Fermanın üzerinde bol miktarda altın yaldız varidi
satmak için kapalı çarşıya götürdük ve fermanı okuttuğumuzda
İsababa vakfı ve vâkıfın özelliklerinden ve İsababa vakfında 600
öğrencinin öğrenim gördüğünden söz edilmekteydi. Bu fermanların
daha sonra mezardan çıkarılanların evinden çalındığı söylenmektedir.
Trabzon salnamelerinde İsababa hakkında sadece şu cümleler
yazılıdır. ‘’Şiran kazasında sülalei tahireden İsababa ve Seydibaba
hazretleri metfundur.’’
İsababa hazretlerini bilenlerin büyük bir çoğunluğu İsababa
Hazretlerinin kardeş olduğunu ve horasan diyarından birlikte gelerek
İlk önceleri Aluç (Seydibaba) köyüne yerleştikleri daha sonra
hizmetlerini daha iyi verebilmeleri daha çok öğrenci yetiştirebilmeleri
için İsababa’nın Seydi Nurullah hazretleri tarafından buraya
gönderildiği rivayet edilir.
YALIN AYAK DERVİŞ
Çok sayıda menkıbe, destan, fıkra, deyime konu olan
dervişlerin dini hayat içerisinde yıllar boyu varlıklarını
sürdürdüklerini görmekteyiz. Bunlardan biriside yukarda tanıtmaya
çalıştığımız İsababa hazretleridir. İsababa hazretleri anlatılanlara göre
ilçeye o yıllarda islamın İlahi prensiplerini anlatmak, bölgedeki
yerleşik halka bu prensipleri aşılamak, ilerisi için daha bilinçli nesiller
yetiştirmek için gelen horasan dervişlerinden birisidir.
Rivayet edilir ki yıllar önce gönül ehli, Allah dostu, yüzü
yırtıldıkça daha güzel ürünler veren toprak gibi, bağrı açık, güzel
yüzlü yalın ayak bir derviş gelerek kümbet denen bölgeye yerleşir.
Gönlünde mal, mülk derdi bulunmayan bu insan ilmiyle bilgisiyle
etrafındaki köylerde kısa sürede sevilir, sayılır. Ve herkesin saygı
duyduğu bir kişi olur ve ilk zaviyesini eski kavakpınar köyünün
bulunduğu kümbet denen yere kurara ve burada ki köyün yerinin
güzelliği yol üzerinde bulunması dolaysıyla etrafta köy Gerdan
Kariyesi (Gerdan okuyucu hatası da olabilir ama çok yerde Gerdan
diye yazılmış ve okunmaktadır) olarak anılır. Köyde kurulan tekke
hani yolgeçen hanı derler ya işte öğle bir yer olur herkes yer içer ama
yiyecek, içecek bir türlü bitmez. İsababa’nın kerameti de bu noktada
başlar.
IV. Murat revan seferine çıkarken ordu Sivas üzerinden
giderken IV. Murat’ın paşalarından biri beraberindeki kuvvetlerle
ilçeden geçerken İsababa vakfının bulunduğu arazide dinlenme molası
verirler ve İsababa vakfının bulunduğu bölgedeki düzlükler içerisinde
bulunan yeşil ovaya çadırlarını kurarlar. Bir anda etraflarının
155
çadırlarla dolduğunu ve askerlerin bir bayram havası içinde savaş
hazırlıkları yaptığını gören İsababa hazretleri çorbada kendisinin de
bir avuç tuzunun bulunmasını isteyerek orduya yardım amaçlı akşam
olmadan doğruca paşanın çadırına gider ve ordunun akşam yemeğini
kendisinin vermesi için paşadan izin ister.
Bu ya koskocaman Osmanlı ordusunun paşalarından biri
mağrurlanmak, gururlanmak tabiî ki onun hakkı ama hiç de böyle
yapmaz mağrurlanmaz ama gururlanır ki fakirinden fukarasından
ayağında çarığı bile olmayan dervişinden yardım görmekteler
yaptıkları iş karşısında muzaffer olmamak için hiçbir sebep yoktur
Karşısında saçı, sakalı dağınık, bağrı açık yalın ayak bir derviş
gören paşa içinden vah garibim buldu kendi yedide kaldı ki Osmanlı
ordusunun bir kısmını doyuracak. Ama yine de dervişi kırmak istemez
ve dervişin arzusunu geri çevirmez peki dervişim inşallah Akşam
yemeğini hep birlikte yeriz diyerek dervişi yemeye davet etmiş olur.
İsababa Hazretleri peki paşam der.
İsababa hazretleri tamam paşam diyerek çadırdan çıkar ve
dergâhına gider Akşam olunca eline bir kazan alır asasının ucuna bir
avuç bulgur konmuş torbasını alır çadıra doğru yine yalın ayak yola
çıkar. Gider paşanın çadırının kapısına kazanını kurar pilavını pişirir.
Pilav piştikten sonra bir kazan pilavı bir ordu yer yendikçe
kazanda pilav çoğalır. Herkes yer, içer doyar ve ordu İsababanın
duaları ile uğurlanır.
Savaş olur, savaş kazanılır Olay IV: Murat Hanın kulağına
ulaşır. IV. Murat hemen İsababa Hazretlerine Ulak çıkarır ve sorun
bakalım Derviş İsababa bizden ne diler. Ulak padişahın isteğini
İsababa’ya iletince; İsababa tabii sağlıktan sonra şöyle der.
‘’Padişahımızdan isteğim hizmetlerimi daha iyi yerine getirebilmeme
için burarda bir vakıf kurmama ve kümbetin üzerinden gördüğüm
araziyi vakfıma bağışlamalarını dilerim’’ IV. Murat İsababa
hazretlerinin bu dileğini yerine getirir ve vakıf kurulmuş olur.
İsababa ve Firdevs Hatun Türbeleri için ilçe insanı arasında şu
inanç yaygındır ve kabul görürü.
Kurtuluş savaşı yıllarında ilçenin Ruslar tarafından işgal
edilemediği herkes tarafından bilinir bunlardan birisi Çilhoroz
bölgesinde bulunan Rus askerlerine Türbelerin bulunduğu bölgeden
geceleri top atıldığı anlatılır. Öğle ki atılan bu top güllelerinin düşman
üzerine düştüğü ve gökyüzünde ışık saçarak gittiği yaygın inançtır.
Bir diğer neden ise: Sarıca köyünden Hafız Efendi köylü
muhacir olunca köylüye gitmeyin; Benim babamın (şeyh-i Şiran-i)
toprağını Rus işgale demez. Der ve atın torbasını saman doldurarak
oğluna; oğlum bu samanı al Rus askerinin işgal ettiği güzergâh
üzerine birer tane dök gel onların her biri Rus askerlerine birer asker
görünecektir diye söylediği anlatılır.
156
6- FİRDEVS HATUN TÜRBESİ
KİTABESİ
Sahi bu ve maliki hu… Lailahe illallah Muhammedu er resulullah. Fi.
Ed Dünya cifetun ve talibuha kelabun.( Dünya leştir taliplileri
köpeklerdir.) 964 H. Yılında (1566–1567) Torul… vr eli-valideyhi…
Noktalı yerler kırık olduğundan okunamadı.
Hüves sa’id eş şehid Firdevs Hatun
Torul……ve li- valideyhi
(O mübarek şehit Firdevs hatun)
(Torul… ve anne ve babasına)(103)
Firdevs Hatun türbesi Şiran Kelkit kara yolunun üzerindedir.
Şiran’a giderken Çilhoroz dağı üzerinde yoldan 20 metre solda yer
alan Firdevs Hatun Türbesi, kesme taştan sekizgen bir plan üzerine
yapılmıştır. Türbenin kuzey cephesinde giriş kapısı, diğer cephelerde
birer penceresi vardır. Kubbesi ve saçakları yapıldıktan sonra tekrar
onarım görmüştür. Kuzey cephesinde giriş kapısı üzerinde kitabeler
yer alan türbede 964/1566-1567 tarihinde yapılmıştır.
İlçenin göze ilk çarpan türbelerinden birisidir. Çilhoroz’dan
103- Murat yüksel Gümüşhane Kitabeleri
yapıldığı yer olarak Firdevs hatun ve İsababa Hazretlerinin
bulunduğu yer seçilirdi.
157
Şiran yönüne ilerlerken insanın gözü sağ tarafa bakıp türbeyi
gördüğünde insan hemen oranın manevi tadını kolayca içinde
hissederek Türbenin yanından geçerken ona gereken saygıyı gösterip,
fatihasını okuduktan sonra yoluna devam etmektedir. Bu maneviyat
ilçe insanının üzerinde de görülür ki yağmur duası veya başka duaların
Daha önceki yıllarda türbe dikdörtgen şeklinde yapılmış olup
etrafında çok sayıda kitabeye benzer yazıların olduğu söylenmektedir.
Daha sonraki yıllarda biraz zamanın aşındırması, birazda insanların
gayreti ile türbe tahrip edildiğinden 1980 li yıllarda sekizgen şeklinde
yeniden inşa edilmiştir. Fakat anlatılan o kitabelerden sadece yukarıda
yazılan kısım tahrip edilmiş şekilde bulunmuştur hatta bu kitabenin bir
parçası da Şiran eski ortaokulunun kenarında uzun yıllar bekledikten
sonra türbenin içine konulmuştur. Yine birçok yazının türbenin
duvarlarında kullanıldığı göze çarpmaktadır bunlar zamanla tahrip
edildiğinden okunamamıştır.
Türbede yatan Firdevs hatunun ne kendisi, ne de kerametleri
hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yukarı da sözünü ettiğim gibi Bir
rivayette İsababa hazretlerinin gelini olduğu ve gidene gelene bıkıp
usanmadan hizmetlerinden dolayı keramet sahibi olduğu ve herkes
tarafından sevildiği yani bacıların bacısı olduğudur.
Firdevs hatunu Gelinebe ile ilişkilendirecek olursak ikisinde
de ortak özelliği kervancı kızı olduklarıdır ve tekkeye kervan ile
gelerek konakladıktan sonra burada kaldıklarıdır.
Bir diğer rivayet ise zaten türbenin kitabesinde de Torul diye
yer verilmiş Firdevs Hatun Torullu bir bezirgânın kızı olduğudur. Bu
bezirgânın yedi kızı varmış her gittiği yerde tekkelerde konaklarmış
her tekke veya zaviyede bu kızlarından biri kalarak gidip gelene
hizmet ederlermiş. Fakat bu kızlarda hiç biri hayatta kalmamış hepside
daha genç yaşta ölmüşler. Firdevs hatunda bu kızlardan birisi genç
yaşta ölmüş ve bezirgân olan babası da her kızına bir türbe yaptırdığı
gibi Firdevs hatuna da bu türbeyi yaptırmış.
Rivayetlerin doğruluğu Firdevs hatun türbesi kaçak defineciler
tarafında kazıldığında ortaya çıkan kaburga ve diğer kemiklerine
bakıldığında gerçekten çok genç yaşta öldüğü kolayca anlaşılmaktadır.
İnsanın içini burkan bu görüntüler daha sonra türbeyi restore edenler
tarafından yeniden mezarına konarak türbenin eski taşlarından türbe
yeniden yaptırılmıştır.
Yeni yetişen gençliğin bir nesil önceki dedesini tanımadığı gibi
artık türbeler üzerindeki inancını yitirdiğinden, birazda ilçede nüfus
yoğunluğunun azalması nedeniyle türbeler artık zamanın içinde
yalnızlığa terkedilmişlerdir. Birçok yazılı kaynaklarda ilçeden söz
edilirken Firdevs Hatun türbesinin içinde yatanın maneviyatından
ziyade, türbeye günümüzde tarihi eser gözüyle bakılmaktadır.
158
Hacı Mustafa Efendinin doğduğu yer
Hacı Mustafa Efendinin doğduğu yer bir başka açıdan
159
7- ÇORUMÎ HACI MUSTAFA RUMÎ FARUK-İ ŞİRANİ
Çorum-i Mustafa Rûmi Faruki-i Şirani
Şiran İlçesinde ve diğer il ve ilçelerde Şeyh-i Şîrâni olarak
bilinen Hacı Mustafa Efendi, yetiştirdiği öğrenciler ve güvenilir
kişiliği ile Anadolu insanının gönlünde taht kuran büyük evliyalardan
biridir. Daha ziyade ilçe dışında yaşadığından ilçe insanı arasında
yakın zamana kadar araştırılmayan Hacı Mustafa Efendinin son
yıllarda değeri anlaşıldığından daha çok araştırılmakta ve değer
verilmektedir. Gün geçtikçe kıymeti ve değeri daha da iyi anlaşılan
Hacı Mustafa Efendi hakkında ileri bölümlerde de dile getireceğimiz
gibi yazılı kaynağa rastlamak güç. Ancak hacı Mustafa Efendi
hakkında yazacaklarımızın bir bölümü Şiran ilçesinden üst kuşakların
bize bıraktıkları bilgilerdir ki; bunların çoğu şüphe edilmeyen
gerçeklerdir. Doğum tarihi ve hayatının gençlik yılları tahsili gibi
konulardır. Bunun dışında yazacaklarımız ise hacı Mustafa Efendini
hayatını, ilmini irşat buyurduğu bölgelerdir. Tabi buralarda
anlatılanların çoğu gerçekleri yansıttığı gibi varsayıma dayandırılan
konularda vardır. Mesela Ahmet Şirani’nin Maşukumun güldür teni ve
diğer tasavvuf şiirlerinin Hacı Mustafa Efendiye mal edilmesi veya
çok sayıda kaynak da Karaşeyh olarak yazılması ki bu da tamamen
yanlıştır. Karaşeyh Yine ilçenin Alacahan köyünden olup türbesi
Tokat büyük şehir kabristanında bulunmakta ve şeyh-i Şuvani olarak
tanınmaktadır.
Hacı Mustafa efendinin irşat buyurduğu alanın genişliği göz
önünde bulundurulursa tabii hakkında bilgi toplamakta bu geniş alan
nedeniyle zorlaşmaktadır. İnternetin yaygın olduğu çağımızda bu da
bize kolaylık sağlamakta çünkü çok sayıdaki sitelerde Hacı Mustafa
Efendi hakkında bilgi bulunmakta bunlar bazen üst kuşakların
anlatımından bazen da yaşadığı bölgelerde bıraktığı izlerdir. Hacı
Mustafa efendinin hayatına ve kişiliğine yer veren bu sitelerin
geleceği belli olmadığından bunları kaynak göstermekten kaçınıyoruz.
Hacı Mustafa Efendinin ilçenin Sarıca köyünden olduğu
herkes tarafından bilinmektedir. Annesi, babası, hayatının bir bölümü
hakkında kesin deliler bulunmaktadır. Şiran’ın tasavvuf mimarları
isimli bir eserde Hacı Mustafa Efendi için aslen Bayburtlu Bir ailenin
çocuğudur diye yazılmıştır. Bunun gerçekle bir ilgisi
bulunmamaktadır. Dedesi Bekir Efendinin konaklı köyünden gelerek
Sarıca köyüne yerleştiği kesin olarak bilinmektedir. Daha ilerisi büyük
ihtimal kırım üzerinden, Trabzon’un of ilçesi, Kazık beli yaylası ve en
nihayet sarıca köyüne yerleşmeleridir.
Benim çocukluğumda hayvan otlatırken yukarıda resmi
bulunan cıngırlık denen yere gittiğimde taşlarla çevrili bir alan vardı
160
halen de duruyor bizden büyükler işte burası Şeyh-i Şirani’nin
doğduğu yer derlerdi kendi yaylamız olduğundan sık, sık oraya gider
her aklımıza geldiğinde ruhu için Fatiha okuyup oradaki çayır, çimen
üzerinde oynardık. Hacı Mustafa efendinin doğduğu yer bazı
kaynaklarda ifade edildiği gibi dere içi değil aksine insana manevi haz
veren içinde su kaynağının bulunduğu, insanı büyüleyen çok güzel
çayır, çimenlik bir alandır. İşte çocukluğumda hayvan otlatıp koşup
oynadığım alandaki bu maneviyatın içimde bir uhde olarak kalmamsı
için bu konuyu daha doğrusu Şiran bölgesi gönül dostlarını
araştırmaya ve tanıtmaya karar verdim. Bu amaçla Sarıca köyü
yaşlılarından ve hacı Mustafa efendindin akrabalarından Rahmetli
Sıtkı Kiraz’ı hasta yatağında daha doğrusu son günlerinde ziyaret
ettim. Rahmetli Sıtkı amca duyduklarımın doğruluğunu teyit
edercesine bana şu bilgileri verdi. Fakat bunları anlatırken benim
hangi köylü nereli ne olduğumdan haberi yoktu Rahmetli beni sadece
Şeyrani hayranı olarak onu sorduğumu düşünüyordu ve şöyle devam
etti.
‘’Efendi Rus Osmanlı savaşında Ruslar doğudan ilerleyerek
Bayburt yöresini işgal o zaman seferberlik olmamıştır ama millet
tedbir için dağlara, yaylalara kaçmıştır. İşte bizimkilerde tedbiri elden
bırakmaz kilim keçe arabaya yükleyip Törnüğ’ün (Boğazyayla köyü)
yaylasına gider ve orada çadırlarını kurarlar Rus ordusu Bayburt’tan
çekilinceye kadar orada yaşarlar. Gündüzleri yaylada kalır, geceleri
atlarla gelir köyün etrafındaki tarlalardan buğdayları atlara yükleyip
götürüp orada ezerek yiyip yaşarmışlar. İşte efendimiz yağmurlu bir
gecede yayladaki o çadırda dünyaya gelir. Halen Efendimizin
çadırının yeri taşlarla çevrilerek günümüze kadar muhafaza edilmiştir.
Doğumu Bayburt’un işgal tarihidir ölümü ise o zaten herkes
tarafından biliniyor 1316 (1899) tarihinde Mekke’de öldüğü ve
kabrinin Cennet-ül bakide olduğu söylenmiştir.’’
Bayburt tarihini incelediğimizde Bayburt’un tarihte Ruslar
tarafından iki defa işgal edildiği görülmektedir. Birincisi 1828-1829
yılında işgal edildiği ve iki ay kaldıktan sonra bu işgalden vaz
geçilerek geri dönüldüğü görülmektedir. İkincisi ise tarihe 93 harbi
diye geçen 1877-1878 yılı işgalidir bu işgalde Ruslar ilçeye yakın
Çilhoroz dağına kadar gelmiş ilçede muhacirlik başlamıştır. Faka t
bizim konumuz 1828 yılıdır. Bu da bize gösteriyor ki Rahmetli Sıtkı
kiraz amcanın anlattığı o yağmurlu gece 1828 tarihine rastlamaktadır.
1828 tarihinde orak ayında (Ağustos) dünyaya gelen hacı Mustafa
Efendi 1899 yılında 71 yaşında bu dünyadan göç etmiştir.
Hacı Mustafa efendinin Babası Sarıca Köyünden Ömer
Efendi, annesi Babacan köyünden Nasuh oğullarından Havva
Hatun’dur. Dedesinin Konaklı köyünden gelerek Sarıca köyüne
yerleştiği anlatılanlar arasındadır. Daha ilerisi araştırıldığında Bütün
evliyalarda olduğu gibi Hangi tarikata dayanırsa dayansın evliya
161
nesillerinin peygamber nesline dayandırıldığı gibi Hacı Mustafa
efendinin nesli de aynı kökene Hz. Ömer’ül-Faruk radiyallâhü anhın
soyuna dayandırılmaktadır.
Hacı Mustafa Efendi İlk tahsilini kendi köyündeki zaviyede de
yaptığı tahmin edilmekte çünkü vergi defteri kayıtlarında Hacı
Mustafa efendinin 12-13 yaşlarında olduğu dönemde sarıca köyündeki
zaviyenin kayıtları tutulduğuna göre bu da gösteriyor ki şeyh efendi
ilk tahsilsini kendi köyünde yapmıştır. Daha sonra Hacı Mustafa
Efendi, medrese tahsilini yapmak üzere amcasının oğlu Ahmet
Efendi’yi kader arkadaşı yaparak yanına alır ve onunla birlikte
Trabzon’a gider. Trabzon’da kayıt yaptırmak için medreseye
başvururlar. Bu medresenin 1514 yılında yavuz Sultan Selim
tarafından Annesi Gülbahar hatun adına yaptırılan Gülbahar hatun
medresesinin olduğunu Haçkalı babanın hayatından anlıyoruz. Yeri
gelmişken Hacı Mustafa efendinin müritlerinden olan Haçkalı
babadan da söz edelim.
Haçkalı baba hacı Mustafa efendinin halifelerindendir
Gülbahar hatun medresesinde medrese eğitimi almış ve Hacı Mustafa
efendinin sevgisini kazanmıştır. Bir adı da Kuş Mustafa’dır.
Haçkalı baba hakkında bilgi verilirken aynen şu ifadelere yer
verilmiştir.’’Haçkalı Hocaya kuş Mustafa adını meşhur hocası Çorum
şeyh-i Mustafa efendi takmıştır.
Hacı Mustafa Efendi müridi için niye gelmiyor deyince
Haçkalı hoca çağırsın geleyim der. Hacı Mustafa Efendi Uçta gel
deyince Haçkalı baba da bir kuş gibi uçup hocasının huzuruna
gelmiştir. Ondan sonra hacı Mustafa Efendi mürüdünü kuş Mustafa
diye çağırmaya başlamış ve bu nedenden ötürü Haçkalı babaya kuş
Mustafa da derler.
Çevrede Haçkalı babanın Hocalarından söz ederken de şu
ifadeler kullanılır. Haçkalı babanın diğer hocası ise Boztepe de evren
Dedenin ayakucunda yatan Akçaabatlı Hakkı Babadır. Karadeniz
Evliyalarının kutupluğunu Çorumlu Mustafa efendiden almıştır.
Hacı Mustafa Efendi daha küçük yaşta taviz vermeden dini
vecibelerini yerine getirmekte ve bunlardan hiç taviz vermediği bugün
halen yerinde duran tarla içerisine taşlardan seccade yaparak namaz
kıldığı yerden bellidir. Hacı Mustafa Efendinin gençliğinde namazını
eda ettiği bu taşlar halen sökülmemiş yerinde durmaktadır. Hatta
anlatılan menkıbeleri arasında evden sık kaçtığı yıllarda babası Ömer
Efendi bir keresinde takip etmiş ve hacı Mustafa efendinin Köyün
üzerindeki büyük evliyada cemaata namaz kıldırır gibi daha genç
yaşta bir şeylerin olduğunun farkına varır ondan sonra daha Hacı
Mustafa Efendinin işine karışmaz.
Hacı Mustafa Efendi amcasının oğlu Ahmet’le medreseye
girdiklerinde büyük ihtimalle Taşradan geldiklerinin hesabı yapılarak
medresenin en kötü odalarından birisi gösterilir ve denir ki; Bu odada
162
kalırsanız kaydınızı yaparız yok kalmazsanız kayıt yapmayız. İlim
tahsili için gençliğinden beri çırpınan mütevazı kişiliği ile bilinen Hacı
Mustafa Efendi hiç itiraz etmeden biz her yere razıyız yeter ki siz
bizim kadımızı yapın der.
Medresenin Müderrisi kayıtlarını yapar, ama içi rahat etmez
yeni öğrencileri takip altına alır. Bakar ki, yen öğrenciler çok kısa
sürede büyük başarı sağlıyorlar medresenin en çok sevilen öğrencileri
arasındalar artık onların medresenin bu kötü odasında kalmalarına
gönlü razı olmaz ve yeni öğrencilere medresenin en güzel odalarından
biri verilir.
Medreseden icazet aldıktan sonra yurdun çeşitli bölgelerini
gezen Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l-aziz Efendi, gittiği yerlerde
saygı ve sevgi ile karşılanırmış, sık, sık seyahatlere çıkar ve evinden
uzaklaşırmış. Hacı Mustafa Efendi bir yerde kalıcı değildir. Yine bir
defasında Uşak’a ve Kütahya tarafına gider. Amcasının oğlu kader
arkadaşı Ahmet Efendi, gidip getirir. Hatta Ahmet efendi daha içeri
girmeden ‘’Ahmet kokularına kurban olurum sen geldin’’ diyerek
Ahmet Efendiyi görmeden onun geldiğini anlar.
Bir zaman sonra dinî ilimlerini tahsil için İstanbul’a giderek
Ahmet Ziyaüddin-i Gümüşhane-vi kuddise sırruhu’l-azize intisap
eder. Kısa zamanda çok büyük haller kazanır. Gördükleri bazı
harikulade halleri şeyhine söyleyerek açıklamada bulunmaları için arz
edince Ahmet Ziyaüddin-i Gümüşhane-vî Hazretleri ona; “Sizin bu âli
mazhariyetinizin heba olmasını istemem. Bundan öteye sizi
götürmeye takatim yoktur. Size Mekke-i Mükerreme’de nâşiri fûyuz
at-ı Nakşibendiyenin büyüklerinden Abdullah-i Mekkî Hazretlerini
tavsiye ederim” buyurmuştur.
Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-aziz Hazretleri
birkaç pirden feyiz almıştır. Hepsi de bu pir Efendimize “Benim sana
vereceğim bu kadar” demiştir. Hacı Mustafa Efendi doğruca işaret
buyrulan Abdullah-i Mekkî Hazretlerine gitmek için yola çıkar. Mısır
yoluyla Mekke-i Mükerreme’ye ulaşır. Abdullahî Mekki kuddise
sırruhu’l-azize intisap etmiştir. Abdullah-i Mekki in Hakk’a
yürümesinden sonra hilafete gelen Seyyid Yahya Dağıstan, Hacı
Mustafa Efendi’yi kısa zamanda kemal mertebeye kavuşturmuş ve
kendilerine hilafet vererek Medine-i Münevver’de irşada memur
etmiştir. Hacı Mustafa Efendi orada edebe riayet edemeyeceğini
düşünerek, Şeyhi Dağıstânî kuddise sırruhu’l-azîze bir mektup
yazmış, yeniden Mekke-i Mükerreme’ye dönmek için izin istemiştir.
Verilen izin üzerine tekrar Mekke-i Mükerreme’ye dönmüşse de kısa
bir müddet sonra Şeyhi Dağıstânî kuddise sırruhu’l-azîz:“Rum
diyarını irşada memur edildiniz. Derhal vazifenize inkıyat ediniz.” İye
haber gönderir.
Fakat hacı Mustafa Efendi içinde bir sıkıntı ile yola çıkmıştır.
Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye gelerek, Rasûlüllah
163
sallallâhü aleyhi ve sellemin ravzasını ziyaret edip, uzun bir murakabe
sonunda, aynı emri Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemden tekrar
emir alınca, son nefesini Medine-i Münevvere’de vermek isteğini arz
eder. Bunun üzerine, Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kendilerini
müjdeleyerek; Hz. Ömer radiyallâhü anhın soyundan geldiğini ve son
nefesini Medine-i Münevvere’de vererek Cennet-ül Baki’ye
defnedileceğinin müjdesini verir.
Hacı Mustafa Efendi Şiran’a döndükten sonra Şiran’da tekke
açma çabasına girer fakat bu çalışmasında Muaffak olamaz bugün de
tekke olarak anılan yerdeki tekkeyi açma oğlu hafız efendiye nasip
olmuştur. Hatta bu tekke kurtuluş savaşı yıllarında ilçede yaralı
Osmanlı askerlerine hastane olarak hizmet vermiştir. Yine üst
kuşakların aktardığı bilgiye göre tekkeyi açan hafız efendi tekke
etrafını kavak ağaçları ile ağaçlandırırken sürekli öğrencilerine hadi
çalışın bu kavakları kesip bunların kerestesi ile buraya cami
yapacaklar dermiş. Gerçekten tekkede yapılan ilk caminin kerestesi o
kavaklardır.
Hacı Mustafa Efendi ilk haccında Mekke’den dönünce köyüne
gelmiş. Köyde iken babasının nişanlamak istediği Güllü Hanımla
evlenmiş bu evlilikten Hacı Abdullah Efendi ile Hafız Efendi dünyaya
gelmiştir.
Şeyran-i Şiran’dan ayrıldıktan sonra İskilip’li Emine Hanımla
evlenir. Bu evlilikten Hacı Hilmi Efendi ile Hacı Faik Efendi dünyaya
gelir. Hacı Mustafa Efendi yine Tokat’ta çok zengin bir hanımla
evlenir. Bu hanımın tüm servetini de ilim ve irşat üzerine harcadığı
söylenmektedir. Hacı Mustafa Efendi Tokat’tan Afyon’a kadar geniş
bir coğrafya üzerinde ilim ve irşat görevini en iyi şekilde yerine
getirmiştir.
Hacı Mustafa Efendi Şiran’da tekke açma çalışmalarını
sürdürse de kendiside bu çevrenin kendisine dar olduğunu, daha
büyük kitlelerle kavuşma arzusunu içinde hissetmektedir. İçindeki bu
ateşi tutuşturan kıvılcım sarıca köyünde Telli oğullarından Ali Çavuş
olur. Aslında Ali çavuş bu işin bahanesi sayılır çünkü yukarıda sözünü
ettiğimiz gibi Şiran gömleği artık hacı Mustafa Efendiye çok dar
gelmektedir, içindeki arzu onu daha geniş kitlelere ulaştırma
arzusudur. Bunun için Ali Çavuş bu yolculuğun bahanesi olur.
Hacı Mustafa Efendi, Çorum’a yerleşmek üzere Şiran
İlçesinden kağnı arabasını yükleyerek Çorum’a doğru yola çıkar.
Şeyran-i gittikten sonra bir daha geri gelmez, Şiran için bed dua ettiği
söylense de bunun aslının olmadığını şuradan anlıyoruz. Hacı Mustafa
Efendi Şiran’a her gidip gelişinde Alucra’nın Çalgan köyünden
geçerken büyük evliyalardan olan, Çağırgan Baba hazretlerinin kışla
önündeki kabristanlıkta bulunan türbesine büyük hürmet gösterirmiş.
Nakşibendî tarikatının meşayihlarından aslen Sarıcalı Gavs Şeyh Hacı
Mustafa Faruk-i Rumi hazretleri Hapen Gediği denilen yere geldiği
164
vakit atından inerek adabı erkân göstererek ilk önce Çağırgan
Baba’nın kabrini ziyaret eder ve ziyaret sonrası atına binerek yoluna
devam edermiş. İkincisi ise daha dönmem ben Şiran’ adlı şiir hacı
Mustafa efendiye mal edilerek Hacı Mustafa efendinin Şiran’a
küstüğünü ima ederler hal bu ki O şiir Ahmet Şirani efendinindir
Ahmet Şirani efendide o şiirinde Yunus emre misali; ‘’ballar balını
buldum kovanım yağma olsun.’’ Diyerek asıl derdinin Şiran’a
dönmemek değil, İstanbul’da tahsil ettiği ilimle artık Oda Hacı
Mustafa efendi gibi canından çok sevdiği peygamberine kavuşmak
ister. Eğer şayet böyle olmamış olsaydı muhacirlikte ilçeden
gönderilen aciziyet, açlığı bildiren mektubu mecmuasında yayınlayıp
asi olarak sürgün muamelesi görmezdi.
Hacı Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l aziz Hazretleri her ne
kadar Çorum’a doğru yola çıksa da tekkesini Tokat’ta kurmak için
niyet etmiş ve burada bir zaman hamallık yapmıştır. Bir kadın “Ey
Allah Teâlâ’nın evliyası sen Rum’a hamallık yapmaya mı geldin?”
demesi nedeniyle artık Tokat’ta durmak istememiştir. Ve buradan
Çorum vilayetine gitmiştir. Hacı Mustafa Efendi bir süre sonra
Çorum’a gelir. Çorum’da ilk günlerde bir aşevinde çalışır. Kazancını
evinde çalıştırmak bahanesiyle getirdiği amelelere sohbet ederek
hediye usulünden yevmiye olarak verir. Bu ve benzeri hallerden sonra
Hacı Mustafa Efendi iyice tanınarak Çorum’un Hıdırlık mahallesinde
sahabeden Mâdi Kerb Hazretlerinin mezarının yakınına medrese ve
tekkesini açar, insanları manevi feyiz ve bereketleriyle yetiştirmeye
başlar. Kısa sürede çevresinde önemli bir ilim ve irfan halkasının
oluşmasını sağlamış olduğu anlaşılan Hacı Mustafa Rûmî
Hazretlerinin ihvanları ile hacca giderken, padişah tarafından
İstanbul’a davet edildiği, bu davete icabet etse bile onun “Âlimlerin
kötüsü emirlerin kapısına bende olandır” diyerek verilen ziyafete
katılmadığı rivayet edilmektedir.
Çorum’un meşhur müderrislerinden Kürt Mustafa adıyla
bilinen müderris Mustafa Efendi ile tanışır. Bu zatın, Hacı Mustafa
Rumi Hazretlerine intisap ettiği rivayet edilir. Bundan başka, Laz
Mahmut gibi devrin âlimleriyle de, iyi bir ilim ve muhabbet halkası
kurduğu anlaşılan Mustafa Rumi Hazretlerinin, müderrisliğinin
yanında irşat görevini başarıyla yürütmüştür. O dönemlerde Sivas’a
bağlı Mesudiye kazasının Bensekös köyünde meskûn ve çevresinde
manevi kişiliği ile etkili olan Sarı Ali zade müderris Ahmet Efendi de
ondan icazet almıştır. Onun isteğine uyarak 1889’da Niksar’a gelmiş
ve Yağıbasan medresesinde tedrise başlamıştır.3 Tekke açmıştır. 312
kadar halife yetiştirdiği irşat ile icazetli bilinir bunlardan bilinenler.
Tokatlı Mustafa Hâki Efendi,
Niksarlı Hacı Ahmet Efendi,
Alucralı Müderris Hacı Hasan Efendi
165
Alucralı Müderris Hacı Osman Efendi
Çalganlı Müderris Osman Efendi
Başçiftlikli İnceimamzâde Hasan Efendi
Hacı Muharrem Hilmi Harput-i Efendi
Oflu-Haçkalı Hoca Baba
Acem veliahdı Takyûddin Efendi,
Darendeli Mahmut Efendidir.
Tkat’lı hacı Salih Efendi,
Darendeli Mahmut Efendi (sofu zade)
Çorum Alacalı Ahmet Efendi
Mesudiyeli Ahmet Efendi (Sarıalızade)
İskilipli ömer efendi
Tosya Çevlikli Mehmet Gülşen Efendi
Torullu hacı Osman Efendi
Kelkitli hacı Salih Efendi
Çorum’da Hacı Mustafa Efendi’ye ilk biat eden, daha sonra
Darende’ye yerleşen Mahmut Efendidir. Manevi olarak yetiştikten
sonra Mahmut Efendi bir postta iki şeyh olmaz diye Darende’ye
yerleşmiştir. Mustafa Hâki’yi kuddise sırruhu’l-azizi de Tokat’ta
irşatla görevlendirmiştir. Kendisine Büyük Pir, Mustafa Hâkiye
Küçük Pir lakabı verilmiştir.
Hacı Mustafa efendi’nin üç evliliği vardır. En son hanımı ise,
Tokat eşrafındandır. Kendileri ile hacca gidip orada Hakk’a yürüyen
hanımıdır. Babasından kalan mirası ile Kelkit çayı üzerindeki Telezon
Köprüsünü yaptırmıştır. Afyonkarahisar’da bir süre mecburi ikamete
tabi tutulduğunu da öğrendiğimiz, Mustafa Rûmî Hazretleri, buradan
Hicaz’a gitmiştir. Onun, Hıdırlık’ta bulunan iki şehidin kabirlerini
tespiti ilginçtir.
Uzun yıllar Çorum İli ve çevresindeki illerin saygısı ve
sevgisiyle yaşayan Hacı Mustafa Efendi’nin on iki kere hacca gittiği
rivayet edilir.1898–1899 yılında yine amcasının oğlu Ahmet Efendi ve
müritleri ile hazırlıklarını tamamlayarak hacca giderler. Bu Hacı
Mustafa Rûmi Efendi’nin son seferidir. yetmiş yaşında son haccını
yüz elli kişilik bir ihvan ve ailesiyle yapmışlardır diye rivayet edilse
de bu rivayet asılsızdır. Çünkü son haccına yine kader arkadaşı
amcasının oğlu Ahmet Efendi ile çıkmıştır Elindeki bastonunu Ahmet
efendiye vererek belki Cenabı hakkın yanına hayvan suretinde gelmek
isteyenler bulunur onları o dar günümüzde bu asa ile sür gelsin der
diye rivayet edilir. Zaten hacı Mustafa Efendinin 1316 yılında
öldüğünü de Ahmet Efendi Bildirir.
Ömrünü Allah Teâlâ’ya ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
selleme kavuşma arzusu ile tamamlayan Hacı Mustafa kuddise
sırruhu’l-azîz Efendi, kendisi de bu yolculuğun son yolculuk olduğunu
biliyordu ki, o dönemlerde padişah tarafından hacca gidenlere yardım
166
amacıyla İstanbul’da verilen parayı kabul etmemiş, yanındaki
ihvanlarına da almamalarını söylemiştir. Buda yeni kuşaklara şöyle
nakledilmiştir. Zaten Şeyran-i Efendinin Niksarlı müridinin olduğu
bilinmektedir. İşte Niksarlı mürüdü ile hac kafilesine katılmak üzere
yola çıktıklarında yolda kendilerine bir mürüd daha katılır Şeyran-i
yeni katılan mürüdü sürekli yolcu diye çağırır ve birlikte yola çıkarlar.
Hac kafilesine katılıp sıra hacca gidenlere dağıtılan yardımı almaya
gelince işte o zaman Hacı Mustafa efendi yapılan bu yardımı
almamalarını öneriri. Mürütleri sebebini sorduklarında Şeyran-i
Hazretleri şöyle der ‘’bu yolculukta yolcu yolda kalsa gerek, Niksarlı
deryada kalsa gerek, Şiranlı Çölde kalsa gerek’’ Gerçekten daha
vapura binmeden yolcu dedikleri mürid yolda hastalanarak Hakk’a
yürüyor. Niksarlı da denizde giderken Hakk’a yürüyor.
Hacı Mustafa Efendi hac kafilesi ile hacca vardığında Hac
vazifesini yaparken dilinin tutulduğu Kur’an-ı Kerim okuyabildiği
anlatılan rivayetler arasındadır. Gençlik yıllarında da Mustafa
Efendi’nin dili tutulur sonra dili açılırmış. Daha önceden Bu halin
Hakk’a yürümelerine işaret olarak yine olacağı haber verilmiştir.
Haccı eda ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye gelip mücavir
olmuşlardır. Talebesi Tokatlı Seyyid Mustafa Hâki Efendi’nin de
mücavir kalmak istemesi üzerine O’na hitaben:“Sizin burada
mücaveretinizden, memlekete dönüp Allah Teâlâ’nın kullarını
irşadınız elzemdir.” Diyerek Haki Efendi’yi memlekete dönmesinin
uygun olduğunu, bildirmiştir.
Gördüğü bir rüyada cübbesinin uç kısmından kesildiğini ve
gömüldüğünü, hanımının irtihali olarak açıklamıştır. Gerçekten de
hanımı vefat ederek defnedilmiş, kendiside bir iki gün ara ile irtihal-i
dar-ı beka buyurarak, Cennet-ül Baki Kabristan’ında Hz. Osman
radiyallâhü anhın ayakucuna defin edilmiştir. (Hicri 1316, Milâdi:
1898–1899)İhvan kafilesi 50. gün sonra Türkiye’ye dönmüşlerdir.
Hacı Mustafa Efendi, ilmi, ahlaki davranışları ile Tokat,
Çorum, Amasya, Trabzon gibi yerlerde dilden dile anlatılmaktadır.
Çeşitli kitaplar ve şiirler yazdığı söylenen Hacı Mustafa Efendi’nin
basılı eserlerine henüz rastlanmadığı halde; Dilistân, Bedestân ve
Gülistan isminde üç kitabının olduğu söylenir. Hatta bunların
sonradan bir çuval içerisinde tarlaya gömüldüğü de anlatılan riayetler
arasındadır. Hz. Ömer radiyallâhü anhın soyundan olduğu için celal
meşreplidir. Hacı Mustafa Rumi Hazretlerinin, icazet verdiği
talebelerinin müderris oldukları dikkate alınacak olursa, onun ilmiye
sınıfında iyi bir mevkiiye sahip olduğu ve tekkesinin yanında medrese
eğitimi de verdiği anlaşılmaktadır. Medresede verdiği zahiri ilimlerin
yanında tekkede de, “halk eğitimi”ne dayanan irşadını sürdürdüğü
ifade edilmektedir. Anlatılanlara bakarak onun “sükuti sohbet” tarzını
da başlattığı kabul edilebilir.
167
Gavs’ül-âzam İhramcı zade Hacı İsmail Hakkı Efendinin bu
tarzı geliştirdiğini de ilave edebiliriz.“Bir kişinin hâli, bin kişinin
kâlinden daha güzeldir” sözü Hacı Mustafa Rumi Hazretlerinin bu
yönünü yansıtır. Helal lokmaya büyük bir titizlikle dikkat ettiği için,
ziraatla meşgul olurdu. Dışarıda, çarşıda veya herhangi bir açık
mekânda yemek yediğini kimse görmediği gibi, rasgele insanların
dahi evlerinde yiyip içmemiştir.
Tarikatı âliyyenin rükünlerine son derece titiz ve dikkatlidir.
Hatm-i Hâcegan ve sohbet mevzuunda taviz ve ciddiyetsizlik kabul
etmezlerdi. Hacı Mustafa Efendi’nin nesli devam etmektedir.
Oğulları; Hacı Faik Efendi ve Hafız Efendidir. Hacı Faik Efendi’nin
oğlu olan Zeynel Abidin Efendi bir süre postnişinlikte bulunmuşlardır.
Şeyhler Şeceresinde Çorum-i Mustafa Rum-i Faruk Şîrâni diye
yerini almıştır. Bazı kaynaklarda Osmanlıda üç Mustafa’nın ölümüyle
ilmin bittiği yazılmaktadır. Bunlar Çorum şeyhi hacı Mustafa Efendi,
Tokatlı Mustafa haki Efendi, Sivaslı Mustafa Taki efendilerdir.
ŞÂM-I ŞERÎF’E TEŞRİFLERİ BEYANINDADIR
Erzincan’a yakın olan Şiran kazası ulemasından ve tarikat-ı aliyye-i
Nakşibendiyye hulefâ-yı kirâmından olup uzun bir müddet Çorum
sancağında ilim neşreden ve kulları irşat ile zahir ve bâtın mamur eden
büyüklerden olan güçlü şaşılacak kadar faziletli, doğru yolda olan
zühd sahibi Mustafa Efendi Hazretleri bin üç yüz üç [1886] sene-i
hicriyesinde yanlarında bazı müridleri ve dervîşleriyle beraber Hicâza
hac ziyareti yapıp dönüşünde Şâm-ı şerîfi ziyaret etmek hayırlı niyeti
ile buraya gelmek üzere Beyrut’a çıkmış olduğunu Beyrut Mekteb-i
Rüşdiye-i Askeriyye hocası Çorumî Ali Efendi biraderimiz Şam’da
Halilullâh Medresesi’nde sakin tüccar ve ihvân-ı tarîkattan Kâğıtçı
Şakir Efendi’ye yazmışlar. Onlar da fakire ifade ve beyan ettiler.
Efendi kuddise sırruhû Hazretleri çoktan beri Çorum’da olmasıyla
aramızda zâhir yönüyle bir görüşmememiz, ülfet ve muhabbet yok ise,
de, mâdemki Sultân-ı Ulemâ billah kuddise sırruhu’1-azîz
Efendimizin durdukları ve mürşidlerinin meskenlerine yakınlığın
evvelce bulunması cihetle muhakkak aralarında ülfet ve önceden gelen
bir muhabbet de bulunacağı muhakkak vardır deyip Mustafa Rumî
Hazretlerini karşılamaya gitmek ve hizmetinde bulunmak fakire
vaciptir deyip O’nun için Şakir Efendi’ye dedim ki,“Efendi hazretlerini karşılamaya gitmek üzere oradan hareket gününü zatınıza
yazıyla fakire haber vermeniz rica olunur.” Onlar da “Baş üzerine”
dediler. Aradan dört beş gün geçmişti ki, bir sabah Şakir Efendi
Çorumlu Pir Mustafa Rûmi Hazretleri hakkında“Yaptığım tahmine
göre bugün Hazret-i şeyh, Şâm-ı şerife vâsıl olacaklardır.” Haberini
verdi. Fakir derhâl eve dönerek elbisemi giyip doğruca Şakir
Efendi’nin odasına geldim. Meğerki Faziletli Mürşit Hacı Halil Efendi
168
Hazretleri kendi hanelerine misafir etmek niyetiyle lâzım gelen
hazırlıkta bulunup hatta Şakir Efendiden çay kupaları alışverişini
yaparken gördüm. Derhâl ellerini öpüp bu hizmet ve lütuflarından
fevkalâde teşekkürler edip çay takımının akçesini fakir verip“Hemen
buyurun, şimdi arabaya binip yola öyle devam edelim” dedim. Hacı
Halil Efendi Hazretleri buyurdu ki,“Daha erkendir, Şakir Efendide bir
çay içelim, bir parça kahvaltı edelim, sonra gideriz.” Fakir buna razı
olmayıp gitmeyi tacil edip bunlara derhâl biraz francala, üzüm, peynir
alıp“Araba içinde yeriz, buyurun” demekle beraber, gönlümde de bir
taraftan çekilmiş telgrafın heyecanı ile hizmet edememek korkusuyla
dururken, Sultân-ı Ulemâ-billâh kuddise sırruhu’1-azîz tarafından
manevi işâret ile buyurdular ki;“Bu gelen zât-ı şerîf tarafımızdan size
misafir gönderilmiştir. Haklarında lâzım gelen hizmet ve yardımda
kusur eylemeyesiniz” gibi manalar atılmakla artık ihtiyarım elimden
gidip eylediğim telâş ve acele ve gayret, bunları hayrette
bırakıp“Canım birader, nedir sizde olan telâş ve tacil?” diye sual
ederlerdi. Fakir de cevabında:“Efendim, bu zât-ı âlî-kadr Sultân-ı
Ulemâ-billâh Efendimizin vatandaşı ve hem de tarîkat arkadaşı olup
muhakkak aralarında ülfet ve muhabbet dahi olacağı açık bir emirdir.
Fakiriniz Ulemâ-billâh Efendimizin aşçı dedesi olduğum
cihetle elbette fakire misafir demek olacağından bu yüzden vaktiyle
gidilip teşriflerinden evvelce orada şeyhi hazır olarak bekleyen biri
olmak lâzım” deyip acelece bunları alıp ve bir araba kiralayıp birinci
mevkii olan karusaya binip şehre iki saat uzakta olan Elhâme isimli
mahallere gittik. İşte -azîzim, arabaya binip açıldık. Ama velâkin ne
açıldık! Henüz meyhaneden kalkmış, kendisine malik olmayan bir
mestane gibi oldum. O kadar neşe ve tecelli geldi ki, değil arabaya,
büyük sahralara sığamıyorum. Hacı Halil Efendi hazretleri ise, batın
yoluna tamamıyla vakıf olmasıyla onlar yalnız tebessüm ile fakirin
kelâmımı dinleyerek ederek neşeleniyorlardır. Hele bizim Şakir
Efendi bizden ona da bir sevinme hali gelerek o da hareket ve
cümbüşe geldi. İşte bu hâl ile Elhâme’ye vâsıl olduk. Aradan beş on
dakika geçer geçmez bir de baktık ki, arabalar dağdan aşağı doğru
geliyor. Çünkü Mustafa Efendi Hazretleri yol esnasında namaz ve
niyaz için karusaya binmeyip yük, eşya nakleden arabalara binmiş
olduğu haberini almış idik, şimdi arabalar böyle zuhur etmesiyle Hacı
Halil Efendi Hazretleri fakire bir nazar ederek“Koca Aşçı Dedemiz,
acele edişinizde aynı keramet gibi oldu!” buyurdular. Oradan piyade
olarak kırk elli adım ileriye doğru yönelip ilk gelen arabanın içinde
müşahede ederek hemen selâma durduk. Onlar da irfanlarıyla bizi
bilip iltifat ettiler. Araba durup hemen fakir, arabaya çıkıp koltuğuna
girip dikkatli ve edeb ile aşağı indirdim. Diğer araba da dahi iki
dervişi olup bizim arabada yer olmadığından dervişlere:“Siz eşyanız
ile yine bu araba ile şehre geliniz, arkadaşlarımızdan birileri ile sizi
169
haneye aldırırız” deyip oradan Çorumlu Pir Mustafa Rûmi
Hazretlerini alıp özel araba ile Şâm-ı şerife döndük.
O’nun şöyle cemallerine dikkat ettim, tıpkı Ulemâ-billâh
Efendimize benzemektedir. İsimleri dahi Mustafa olmasıyla hem
isimde ve hem cisimde tamamıyla benzer bulunduğundan sanki
Ulemâ-billâh efendimizdir. Artık bir başka hâle ve renge girdim.
Müşarünileyh Hacı Halil Efendi Hazretleri buyurdular ki,“Bu zat,
Şeyh Fehmi Efendi hazretlerinin aşçı dedesidir.” Çorumlu Pir
Hazretleri cevabında:“Maşallah Biz de Hazret-i Fehmi kuddise
sırruhu’1-âlî tarafından geliyoruz” demesiyle ihtiyarım bütün elimden
gidip bir cezbe hâli gelip ağlamaya başladım. Onları da ağlattım. Bu
hâlimden şeyh Efendi hazretleri, müşarünileyh Ulemâ-billâh
Efendimize olan aşk ve muhabbetimin derecesini anlayıp çok iltifatlar
edip Hazret-i Fehmi kuddise sırruhu’1-azîz Hazretleriyle olan eskiden
beri ülfet ve muhabbetleri olduğundan bahsederek rivayet etmeye
başladılar. Meğerki hakikâten aralarında eski bir hukuk var imiş.
Hazret-i Fehmi kuddise sırruhu’1-azîz Efendimizin ilk hacc-ı
şerîfe teşriflerinde birlikte olduklarını beyan buyurdular. Hatta şöyle
bir rivayet naklettiler ki,“Süveyş denizinde bir büyük fırtınayla
karşılaştık. Şöyle ki, gemiye binmiş gider iken birdenbire bir fırtına
zuhur etti. Zannettim ki, hemen gemimiz batacak. Kendimden ümit
keserek şöyle geminin bir kenarında hazır olayımda gemi denize
battığı anda kendimi kelime-i şehâdet ile beraber denize atayım. Lâkin
nazar-ı dikkat ile Şeyh Fehmi Efendi hazretlerine nazar ediyorum.
Onlarda asla böyle bir telâş göremeyip yalnız murakabeye varmışlar,
öylece emr-i ilâhiyyeyi bekleyip duruyorlar. Artık onların teveccüh ve
niyazları berekâtıyla olmalı ki, o anda gemimiz orada bir liman bulup
hemen oraya dâhil olarak orasını sığınak yeri yaptık. Diğer gemiler
dahi oraya geldiler. Birkaç gün fırtınadan orada kaldık. Bir gün bizden
evvel bir gemi oradan çıkıp gider iken, bizim geminin gitmesi için
dahi Hazret-i Fehmi Efendimize söyledim, çünkü gemide de ondan
büyük kimsemiz yoktur. Fakire cevabında buyurdular ki,“Sûfî, sen
karışma!” Fakir de sükût ettim. Bir de onu gördüm ki, o giden gemi
rüzgârın ters esmesiyle kendisini taşa çarpıp içinde olan Müslüman
hacılar denize gark oldular. O gece de limanda kaldık. Fakir şöyle
murakabede iken, bir adam zuhur etti. Fakire sual etti ki,“Sizin
başımız kimdir?” Fakir de bizim ile beraber ihvandan bir âşık ve bir
sâdık ihvanımız var idi, ismine Hâlid derler idi, onu gösterdim. O
adam gidip onun belindeki kuşağından tutup şöyle geminin baş
tarafına doğru çekip götürdü. O hâlde murakabeden uyandım. Hemen
Hâlid’i çağırdım:“Aman uşak, şuradan biraz sadaka ver, gemide olan
fukara ve dervişlere!” dedim. O da hemen bir miktar sadaka dağıttı.
Bu hallerden Fehmi Efendi Hazretlerini haberdar ettim. Onlar da
memnun olup teşekkür ve hamd-ü senalar edip ertesi gün sabahleyin
170
rüzgâr durup limandan hareket ederek selâmete vasıl olduk” diye
arabanın içinde rivayet buyurdular.
İşte şeyh Efendi hazretlerinin bu rivayet eylediği hususu
mukaddemce arz u beyan etmiş idim ki, Hazret-i Ulemâ-billâh
kuddise sırruhu’1-azîz Hicaz’dan Erzincan’a döner iken fakire
anlatmışlar idi ki,“Bizi Hicaz’dan salıvermiyorlar idi, yani manevi izin
yok idi. Ancak validemin rızası yok idi diye oradan hareket ettik. Az
kaldı ki, bindiğimiz gemiyi denize gark edip o kadar Müslüman
hacılar bu fakirin yüzünden denize gark olacaklar idi. Gemiden şöyle
bir kenara çıkmak niyet etmiş idim. Hele afv’i ilâhî zuhur edip sâhil-i
selâmete çıktık” buyurmuşlar idi.
İşte o rivayetin tafsilini müşarünileyh Mustafa Hazretlerinden
dinleyince artık O’na hizmet ve kulluğum kat, kat oldu, zira ki,
sevdiğim Efendimden geliyordu. Böyle muhabbetler ile Dunmâr adlı
mahalleye gelip orada arabadan inip abdest yenileyerek ile ikindi
namazını cemaatle eda edip tekrar arabaya binip doğruca Hacı Halil
Efendi Hazretlerinin evine gittik. Oradan adam gönderip önceden
giden dervişleri ile eşyaları aldırdık. O gece orada istirahat
buyurdular. Ertesi sabah huzurlarına gittim. Beraberce çaylar içip muhabbetler meydana geldi. Zannettim ki, Sultân Ulemâ-billâh
Efendimiz tekrar dünyaya geldi, zira ki, o zamân-ı sa’âdete benzer
buldum. Ve Şeyh Mustafa Hazretlerinin dahi fakire olan Kutsi
teveccühleri bir derece fakiri raks u cümbüşe getirdi. Zevk ve mest
hâlimden onlar da memnun olup kudsî teveccühlerini daha da
artırdılar. Ve Hacı Halil Efendi Hazretleri de:“Efendim, Aşçı Dedemiz
şimdi Şâm-ı şerîf in kutbudur” deyip artık bu sözden şeyh Efendi
hazretleri lâtife yoluyla ismimizi “Kutub” koyarak“Gel bakalım bizim
Kutub, ne var ne yok!” diye birtakım iltifat ve lâtife buyururlar idi.
İşte taklit olarak şimdi de kutup olduk azîzim. Zaten her bir
işim taklit idi. Bu da bir taklit olsun dedim. O gün şeyh Efendi
hazretleriyle dervişleri ve Hacı Halil Efendi’yi alıp hamama
götürdüm. Ertesi günü de Hazret-i Mevlâna Hâlid kuddise sırruhu’1azîz Efendimizin evine yüz sürüp önceden alınmış müsaade ile izin
üzerine harem-i saâdetleri ki, iffetlû ismetlû valide sultan Efendimiz
hazretlerinin huzûr-ı devletlerine gidilip iltifata mazhar olduk. O
zaman şeyh Efendi hazretlerini bir miskin dilenci fakir haliyle kemâl’i
tevazu ve huşu’ ile vâlide-i muhterem hazretlerinin karşısında durup
ayaklarına kapanıp secde edercesine kemâl-i ta’zîm ve saygı ile
fevkalâde hayran oldum. Oradan artık gereken ziyaretlere gidilip tâm
bir huzûr ile gezip dolaşılmıştır. Ancak fakire şöyle bir buyurdular
ki;“Birkaç ay burada kalmak arzu ederim.” Yani bu kış burada
kalacağımdan münasip bir hücre veya bir ev kiralanması için emir
buyurdular. Fakir derhâl araştırmakta olup bu hususu bizim şubenin
yazı işleri başkâtibi Hacı İzzet Efendi haber alıp mahdumu Rıfat
171
Bey’e demiş ki,“Bizim İbrahim Efendi, Şeyh Efendi hazretleri için
kiralamaya niyet ettiği şimdi birtakım kiralık yeri vardır. Bundan
ayrıca bitişiğimizdeki evimiz boştur. Bu evin anahtarını götür, ona
teslim et” demiş. Zaten İzzet Efendi, muttaki, âbid ve zâhid bir zat
olup derhâl Rıfat Bey, anahtarı getirip verdi. Fevkalâde memnun
oldum ve keyfiyeti hazret-i şeyh Efendimize arz ettim ve hane
sahibinin yardımından haber verdim. Memnun olup kabul buyurdular.
Oraya nakil olup lâzım gelen hasır, levazımat, mangal vb. şeyler
tarafımdan satın alındı. Bazı eşyayı da evimden getirdim. Şeyh Efendi
hazretleri eskiden beri hiçbir kimsenin bir şeyi yani akçe ve bohça ve
sair bir şey kabul etmezdi. Başka hiçbir kimsenin davetine gitmez ve
kimse ile muhabbet etmez; uzlet ihtiyar etmiş ve daima zikr ve rabıta
ile meşgul olup fakirin böyle şeylere akçe sarf ettiğime razı olmayıp
derhâl fakiri çağırıp iki adet Osmanlı lirası verdiler ki,“Bunu
levazımata sarf edin” diye. Derhâl fakir ellerine kapanıp“Efendim
merhamet buyurun, kulunuz aşçı dedelik vazifesini ifa ediyorum.
Sonra size yaptığım masrafın bilgilerini takdim ederim, o zaman
hesabımızı görürüz” diye kendilerini ikna ettim. Şeyh Efendi
hazretlerinin zühd ve takvaları ve fazl-u kerametleri nihâyeyetsiz
dereceye varmış idi. Hatta Avrupa şekeri yemeyip çay için Mısır
şekeri satın alır idim. Şayet bazı kere evimden yiyecek getirilecek olur
ise, onların tembih ve tarif ve tavsifleri üzere yapılırsa öylece kabul
buyururlar idi. Ve kimseyi huzurlarına kabul etmezler, ancak izin ile
ve fakiri ile şöyle birkaç dakika huzurlarına alırlar idi. Hatta Şâm-ı
şerifte sakin, meşhur Adanalı Âmâ Hoca Efendi, bu zâtın şanını ve
şöhretini duyunca kulaktan âşık olmuş idi. Velâkin kendi âmâ olduğu
ve gayet yaşlı ve ihtiyar bulunduğu ve bir de huzurlarına kimseyi
kabul etmediklerini işittiği cihetle ziyaretlerine gidemeyip bunun bir
çaresini aramakta iken bir zat, fakirin ona yakınlığımı söylemişler.
Derhâl beni çağırarak:“Aman oğlum, sana pek çok rica ederim, şu zat
ile bu fakiri bir kere görüştürmenin çaresi ne ise, sizin himmetinizden
beklerim” dediler. Fakir de“Baş üzerine, İnşâallâhu Teâlâ yarın gece
yatsıdan evvelce hazret-i şeyh Efendimizi buraya getiririm” dedim.
Onlar da fevkalâde memnun olup oradaki bütün ihvan dahi memnun
olarak hep birden“Yarın gece bekleriz” dediler. Şimdi fakire bir büyük
endişe ve tefekkür oldu ki, belki kabul buyurmazlar, gitmezler; söz de
verdim. Nasıl olur ve ne zemin ile ne yolda arz edeyim diye tefekkür
eder iken, pîrân-ı azâm hezarâtının rûhâniyetleriyle imdat isteyerek
sûre-i Abese hatırıma geldi, yani “Abese ve tevellâ â En câehu’1a’mâ” âyet-i kerîmesi, fakire bir büyük rûhâni imdât oldu. Ertesi gece
yemekten sonra yüksek huzurlarına yüz sürüp ve şöyle konuştum
ki;‘‘Yüksek yakınlığınızda Adanalı âmâ bir hoca Efendi duacınız
vardır. Kendisi gayet yaşlı ve ihtiyar olup ziyaretinize gelmeye kudreti
yoktur ve kendisi ehl-i tarîk olup Efendimizin güzel vasıflarını duyup
172
kulağından âşık olmuştur. Fakirinizden görmek için izin ile pek çok
teşriflerinizi istirham buyurdular. Fakiriniz de Efendimize olan
yakınlık ve kulluğundan dolayı taahhüt ettim. Lutf u ihsan
efendimizindir. Eğer ki, bu dileğim ve niyâzımızı kabul buyurmaz
iseniz o vakit bir şey diyemem, ancak sûre-i Abese’yi kıraat ederim”
dediğim anda bu işaret fevkalâde hoşuna gidip tebessüm buyurup
“Sen ne yaman adamsın, nasıl bu âyet-i kerîmeler hatırına geldi” Çok
yaman bir kutub imişsin!” diye lâtife edip “Artık gitmemek olmaz,
buyurun gidelim” deyip oradan Adanalı Âmâ Hoca Efendi’nin
hanesine geldik. Hemen oda kapısından içeri girer girmez ortada olan
nargile ve sigara ve çubuk gibi şeyleri derhâl kaldırdılar. Kemâl-i
ta’zîm ile ellerini öptüler ve Âmâ Hoca’nın yanına oturttular. Şöyle
bir saat kadar muhabbet oldu. Lâkin cümlesi anlatılamayacak şekilde
mest oldu, zira kuvvet-i ilmiyye ve ameliyye mükemmel, zahir ü bâtın
yönünden büyüklerden bir zattır. Elbette bunda olan tesirler başka
olur.
Sonra evimize döndük. Pazartesi ve cuma geceleri hatm-i
hâcegân kıraat etmek niyeti ile eve bitişik olan mescid-i şerîfe
teşrifleri ve bu yüzden ihvan, feyze mazhar olup cümlesini memnun
ve sevindirmelerini arz ettim ise, de kabul buyurmayıp ancak fakir ve
Hacı Halil Efendi beraberce evlerinde mevcut iki derviş ile pazartesi
ve cuma geceleri hatm-i hâcegân kıraatine müsaade buyrulup her
cuma ve pazartesi geceleri gidip hatm-i hâcegân okur idik.
Zannederdik ki, Şâm-ı şerifte değil, cennet-i a’lâda okuyoruz gibi öyle
huzûr-ı tâm ve nispet kokusu odayı ihata eder idi. Hatm-i hâcegân
hitamından sonra yarım saat miktarı yerimizden harekete kuvvet
bulamayıp öyle deryâyı aşka ve feyz-i tecellî-i Hakk’a gark olmuş olur
idik. Güç hâl ile uyanır idik. Hacı Mustafa Rûmi kuddise sırruhu’lazîz Efendi hazretleri silsilenâme-i şerîfi diğer renk ve tarzda bizzat
kendileri kaleme alıp bazı kere kıraat buyururlar idi. Fakir istirham
edip yanında olan dervişe yazdırıp bir aynını aldım ve kutsal
emanetler sınıfında korudum ve teberrüken buraya dahi aynıyla
yazdım.
Velhâsıl böyle muhabbet ve cümbüşler ile evvel bahar oldu.
Şeyh Efendi hazretleri geri dönmeye niyet buyurdular. Fakir de yol
esnasında giymek üzere bir adet Şam maşlahı takdim ettim. Kabul
buyurmadılar. Lâkin Hacı Halil Efendi şöyle niyaz ve rica ettiler
ki,“Aşçı Dedemizin hâl ü şânı Efendimizce hoş ve güzel olduğu
bilinmiştir. Binaenaleyh bu bendenizi başkalarına benzetmeyiniz.
Şâm-ı şerîf kutbunun abasına bürünüp yol esnasında soğuk ve sıcaktan
muhafaza olunursunuz” demesiyle müşarünileyh Şeyh Mustafa
Efendi Hazretleri de tebessüm ederek“Sahih, doğru buyurdunuz. Pek
yolundadır, iyi olur. Getir bakalım kutup Efendibabamız!” diyerek
birtakım iltifatlar ile kabul buyurdular. Yol Fatihasını okuyarak ile
173
selamla birlikte “Yâ Mevlânâ sultanım, aşkınız müzdâd olsun” diye
arkalarından bakılarak güzelce veda olunmuştur.
ŞEYRANİ HAZRETLERİNİN AŞÇI İBRAHİM EFENDİ
HAZRETLERİNE GÖNDERMİŞ OLDUĞU MEKTUPLARI
Bismihi ve Hamdili ve salâten ve selâmen alâ habîbihi. Ve ba’d:
Sadakatli eh-i ıhreviyyem Efendi hazretleri,
Ba’de’t-tahiyyeti’l-vâfiye hâtır-ı şerifinizi istifsar ve hayır duaları rica
ve niyaz olunduktan sonra eğerçi taraf-ı âcizânemizden suâl-i şerîf
buyurulur ise, târîh-i mektuba kadar vücûd-ı nâçizimiz sıhhat ve afiyet
üzere olup şevk-ı lika üzerine bilesiniz ve bu defa bu tarafa azimet
eden el-Hâc Ali Efendi yediyle lâyık olmayarak bir kat çamaşır
gönderilmiştir. Kusura kalmayıp kabul buyurmanız niyaz „ olunur.
Candan -azîzim, biraderim, sene-i esbakta o tarafa geldiğimizde hakkı âcizîde üzerinize düşen hizmetinizi kâmilen eda edip bizi mahcup
eylemiştiniz. Lâkin bu bende-i âcizde hayret-i hak ülfet-i halka mâni
olduğundan bizler ile kemaliyle ülfet ü muhabbet olunmadı. Bizi
mazur tutasınız. “el-Uzru makbulün inde kirâmi’n-nâsi.”
El-Fakîr el-hakîr turâbu’l-akdâm
Hâdimu’l-fukarâ Mustafa
En-Nakş-bendî el-Hâlidî
MENKIBELERİ
1- Hacı Mustafa Efendi civar kazalardan ziyaretine gelen bir
zata memleketine dönmek üzere izin vermiş. Bir gün sonra da aynı
zatın çarşıda vasıta aradığını görünce:“Vasıtada mı aranırmış. Biz
Mekke vadilerinde yalınayak mürşid-i kâmil arayıp gezdiğimizde,
ayaklarımızın yarıklarına çekirgeler gizlenirdi. Şimdi siz ucuz
buldunuz da kıymetini bilmiyorsunuz.” Buyurunca, o zat memleketine
yürüyerek dönmek mecburiyetinde kalmıştır.
2- Hacı Mustafa Efendi’ye uzun bir müddet fazla intisap eden
olmayınca, para ile Çorum’da amele tutmuş onlara işyerine tesbih
çekmelerini istemiştir. Onlar her gün evine gelip sabahtan akşama kadar tesbih çekerler paralarını alıp giderlermiş. Kırk günden sonra artık
gelmeyin, denilmiştir. Fakat o ameleler biz para istemeyiz demişler
böylece çok kişi tarîkata intisap etmiştir.
3- Hacı Mustafa Efendi Çorum’da Hacı Mahmut Efendi’nin
mektebine gitmiştir. 3 gün misafir kaldıktan sonra Hacı Mahmut
Efendi, Mustafa Rumî’ye misafirliğin hakkı üç gündür şu terkibi bir
çöz demiştir. Mustafa Rumî Efendi fevkalâde bir izahat yapınca
174
ondaki değişik hali fark edip onu başköşeye oturtmuştur. Aralarında
geçen sohbetten sonra intisap etmiş ve ilk ihvanı olmuştur
4-Darendeli Mahmut Efendi uzun bir müddet kendinde bir hal
değişikliğini fark edemeyince büyük bir huzursuzluğa gark olmuştur.
Arkadaşları ilerleme kesp ederlerken bir hal değişikliği olmaması
onun bu huzursuzluğunu daha da artırmıştır. Bir gün Hacı Mustafa
Efendi’ye abdest suyu dökerken dayanamayıp şeyhine halini kalben
arz etmiştir.“Bunca zamandır hizmet ediyorum, benden sonra gelenler
bile icazet aldı gitti ben hala aynı Mahmud’um” demiştir. Bu haline
vakıf olan Mustafa Rumî buyurur ki;“Oğlum git mezarlığı gez.”
Mahmut Efendi Mezarlığı gezerken bir köprü üzerinde iki öküzün
birbirlerine yol vermeyip biri diğerini düşürdüğünü görmüştür.
Düşürene karşı sert bir nazarla bakan Mahmut Efendi onun ölümüne
sebep olmuştur. Mezarlığı dolaştıktan sonra şeyhinin yanına
dönmüştür. Hacı Mustafa Efendi sohbet esnasında bu olayın vuku ile
Mahmut Efendi hakkında,“Bazıları var ki, bizden irşad vazifesi
istiyorlar, onlara biz nasıl bu ağır görevi verebiliriz. Daha iki hayvan
arasındaki muameleye dayanamıyor. Biz onlara nasıl Ümmet-i
Muhammedi teslim ederiz.” Bu kelam üzerine hatasını fark eden
Mahmut kuddise sırruhu’l-azîz Efendi şeyhinden özür dilemiştir. O
zaman Hacı Mustafa Efendi onun İstanbul’dan medrese tahsilini
bitirdikten sonra dönerken gördüğü rüyayı hatırlatmıştır.
Bu rüyada Mahmut Efendi arkadaşları ile denizde yolculuk
yaparken gemi batmış. Arkadaşları boğulmuş idi. Kendisi ise, bir
tahtaya tutunup batmaktan kurtulmuştur. Gördüğü bu rüya, onun bu
halin rumuzu olduğunu açıklamıştır. Bu olaydan sonra hâkikate
kavuşmuş Mahmut Efendi Çorum’dan ayrılıp Darende’ye
yerleşmiştir.
5-Hacı Mustafa Efendi tekkesine bir gün bir vaiz gelmiş. Şeyh
ve ihvanların sukut oturmasından huzursuz olmuş ve“Efendim siz niye
bunlara dini meseleler anlatmıyorsunuz.”Mustafa Rûmi buyurur
ki;“Sukutumuzu anlamayan sözümüzü anlamaz.” Yine de
dayanamayan vaiz bir kaç meselenin çözümüne dair konuşmuş ve
yorulmuştur.“Faydalı olduk mu?” diye sorunca Mustafa Rumî buyurur
ki;“Biz zaten seni dinlemedik.”
6-Çorumlu Pir son haccında artık Anadolu’ya dönmek için
gemiye binmek üzere limana gelmiştir. Fakat Çorumlu Pir rüyasından
bahsederek buyurur ki;
“Cübbemizden bir parça kestiler, Osman Zinnureyn radiyallâhü anhın
kabrine gömdüler”. Takdir-i ilâhî gemi 16 gün zarfında limana
gelmemiş. Sabırları tükenince bir arzuhal yazdırıp Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin kabrine bıraktırmışlardır. 17. günde
ihvanlarından Yolcu Hoca Hakk’a yürümüştür. Sonrada Hacı Mustafa
Efendi hanımı vefat etmiştir. 2 gün sonra kendisi Hakk’a yürümüştü
175
ve Cennetü’l-Baki’ye defnetmişlerdir. Mustafa Rumî kuddise
sırruhu’l-azîzin daha önceden söylediği;
“Yolcu yolda, Niksarlı deryada, Şiranlı’da çölde kalsa gerek,” sözü
Hakikât olmuştur.
7- Bir gün müridlerinden bir kaç genç Hacı Mustafa Efendi ye
abdest suyu ısıtırken şakalaşmışlar. Su ısınınca da abdest aldırmak
üzere yanlarına gitmişlerdir. Daha eline su değer değmez buyurur
ki;“Çabuk bu suyu dökün ve birbirinizle oynaşmadan yeni bir su
ısıtın. Zira bu su ile alınan abdestin, ibadeti de sohbeti de böyle
ciddiyetsiz olur.”
8- 61 yaşında hacca giderken başından geçen bir olay şudur.
Hac yolculuğu esnasında Giresun Alucra-Şiran mevkisinde meskûn
halk (üç bin kişi civarında) onu yolcu etmek için geçirirler. Bu
kalabalık Hacı Mustafa Efendiden yağmur duası etmesini rica ederler.
O da kibirden uzak kendini naçiz biri olarak nitelendirip o sırada
kalabalığın arasında bulunan Çalganlı Osman kuddise sırruhu’l-azîz
Efendi’ye yağmur duası etmesini ister. Bu hadiseyle Çalganlı Osman
kuddise sırruhu’l-azîz Efendi’yi halkına tanıtır.
9-Yine yolculuğu sırasında (Sivas) Suşehri civarında köylüler,
mezarlıklarında metfun bir zat için duasını isterler. Hacı Mustafa
Efendi daha mezara varmadan “Eyvah! Kabrinden hala duman
çıkıyor.” Der. Çevresine bu zat hakkında soru sorduğunda onun tütün
tiryakisi olduğu cevabını alır.
10- Hacı Mustafa Efendi hac farizasını yerine getirdikten
sonra, geri dönüşü deniz yolu ile Samsun’a gelip Samsun’dan
Çorum’a gitmek ister. Bunun için de bir gemiye biner. Limanda bilet
kontrolü yapılınca Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l azîz Efendi’nin
bileti olmadığı anlaşılır. Kendisine bilet sorulduğunda “Benim biletim
kesildi.” Cevabı alınırsa da kabul edilmez ve gemiden indirilir.
Gemiden inen Hacı Mustafa kuddise sırruhu’l azîz Efendi bir camiye
gelip evrâd-ı zikrini yapmaya başlar. Hacı Mustafa Efendi gemiden
indikten sonra gemi hareket etmez. Kaptan geminin bütün aksamının
tam olmasına rağmen hareket alamamasında bir sebep arar ve
görevlilerden bir fakirin indirildiği cevabını alınca, hemen durumun
farkına varır ve Hacı Mustafa Efendi’yi çabucak buldurularak gemiye
konuk eder. Hacı Mustafa Efendi gemiye biner binmez gemi hareket
etmeye baslar. Bu kafile, diğer gemilerden çok sonra çıkmışsa da,
Samsun’a dört saat erken varır. Samsun’da müridleri karşılar ve onlar
eşliğinde Çorum’a ulaşır.
11- Sultan Abdulhamid Han Kuddise sırruhû Hazretleri
Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerini yanına
çağırmış. Mübarek Pir Efendimiz,
“Bizi çağırırsa Allah Teâlâ katında biz, yanına gidersek o halk
katından silinir” buyurmuş..
176
12-geçimini Kuranı kerimi yazarak sağlayan hattat Hacı
Osman Efendi kıtlık yıllarında elindeki kuranı bitirip üç beş kuruş
almak için sabah namazından çıkıp acele ile evine doğru giderken hacı
Mustafa Efendinin arkasından kendisine seslendiğini duyar. Dönüp
hacı Mustafa Efendiye baktığında hacı Mustafa efendini eliyle
kendisini çağırdığını görüp içinden ya şimdi zamanımı eve gitsem iki
cüzüm kaldı onu da bitirir kuranı satardım diye geçirir, ama Şeyh
Efendiyi de kıramayıp arkasından eve gider. Hattat Osman aynı
şeyleri içinden geçirerek eve girdiğinde hacı Mustafa frendi Osman
efendiye dönerek bırak şu iki cüz meselesini bunun aşkıyla iki kuran
daha yazacaksın diyerek kapının arkasındaki un çuvalını göstererek
alıp evine götürmesini ister. Hacı Osman Efendi ömrü boyunca hacı
Mustafa efendinin bu iyiliğini unutmaz.
BİR BAŞKA KAYNAKTA İSE ŞU BİLGİLER GÖRÜLMEKTEDİR
Hacı Mustafa Efendi Tokat'ta tahsiline devam etmek için
babasından izin almıştır. Kısa zamanda derslerindeki başarısı dikkati
çekmiş, diğer talebeler müzakere için kendi odalarına davet etmeye
başlamışlardır. İlim ayağa gitmez diyerek talebeleri kendi odasına
çağırır, müzakere orada yapılırmış. Tokat'taki tahsili 4 yıl devam
etmiş, sonra hocasının tensibiyle Uşak'a gönderilmiş, iki yıl kadar da
Uşak'ta tahsil yapmıştır. Zahiri ilimleri ikmal edip icazet aldıktan
sonra "Heybenin bir gözünü doldurduk, öbür gözü boş kaldı" diyerek
tasavvufa olan meylini ortaya koymuştur.
Uşak'taki hocasının isteği üzerine Mekke'de ikamet eden
Dağıstanlı Şeyh Yahya hazretlerine intisap etmek üzere Mekke'ye
gitmiştir. Mekke-i Mükerreme'de konaklayacak bir yer bulamadığı
için Mualla Kabristanı'nda iki mezar arasında yatmaya mecbur kalmış,
yorgunlukla derin bir uykuyu daldığı sırada birisi, kendisini
uyandırarak, Şeyh Yahya Efendi'nin tekkesine götürmüştür.
Tekkede müritlerin çokluğu yüzünden kimse kendisiyle
ilgilenmemiş, kim olduğu, nereden, niçin geldiği sorulmamıştır.
Böylece aradan aylar geçmiş, Efendi tam bir sabır ve teslimiyetle
neticeye intizar eder olmuştur. Müritlerin dağıldığı bir sırada Şeyh
Yahya Efendi, Yemenli arkadaşı ile birlikte Hacı Mustafa Efendi'yi
huzura kabul edip "Artık zamanı geldi, kuru kalabalık dağıldı"
diyerek, bu sadakatli müritlerine feyiz kanallarını açıvermiştir.
Nakşî tarikatının yetiştirme metotlarından olan sülûk ve
riyâzât usulleri tatbik edilmiş, bu ihlâslı ve kabiliyetli müritler
tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetmişlerdir. Tekkede kaldıkları
bu süre içinde yemeklerde haram şüphesi olabilir düşüncesiyle Mekke
dağlarında ot yemek suretiyle takvânın zirvesine ulaşmışlardır. 7 yıl
devam eden böyle mükemmel bir tahsil ve terbiye neticesinde kalp
177
gözleri açılmış, kâmil mürşit olabilecek olgunluğa
ulaşmışlardır.
Şeyh Mustafa Efendi'nin Yemenli arkadaşının adı da Mustafa
imiş; Mürşit mertebesine ulaşmış üçüncü bir arkadaşlarının
bulunduğu, Pakistanlı sanılan bu zatın adının da Mustafa olduğu
bilinmektedir. Şeyh Yahya Efendi, yetiştirdiği bu 3 Mustafa'nın irşat
yerlerini tayinde müşkülatla karşılaşmış. Sonunda şöyle bir çare
bulmuş: "Üçünüz birlikte Medine'ye gideceksiniz, Ravza-i Mutahhara
üzerine 3 boş kâğıt koyacaksınız, kâğıtlara ne yazılırsa ona göre
hareket edeceksiniz" Şeyh Mustafa Efendi'nin kâğıdına Anadolu,
Çorum; Pakistanlı Mustafa Efendi'nin kâğıdına Hindistan, Yemenlinin
kâğıdına da Medine yazılmış. Böylece Peygamber Efendimizin
mânevî işaretleriyle görev yerleri tespit edilmiştir.
Şeyh Mustafa Efendi, çok sevdiği Medine-i Münevvere'den
pek ayrılmak istemiyor, verilen görevi de yerine getirmek zorunda
kaldığı için, Peygamber Efendimizden huzuruna tekrar kabul edilme
dileğinde bulunuyor. Buna dair mânevî işaret aldıktan sonra vapurla
İstanbul'a dönmek üzere Cidde'ye hareket ediyor. Bir fakir derviş
kılığında gemiye biletsiz olarak biniyor. Bilet kontrolü esnasında,
biletsiz olduğu görülerek gemiden indiriliyor. Hareket saati geldiğinde
geminin hareket edemediği hayretle görülüyor. Herhangi bir arıza
olup olmadığı araştırılıyor. Arıza bulunamıyor. Sonunda gemiden
indirilen derviş akla geliyor. Sıkı bir aramadan sonra bir mescitte
derviş bulunuyor. Hürmetle gemiye alınıyor. Böylece Efendi'nin
kerameti ortaya çıkıyor, kendisine "Gemiyi Durduran Kara Şeyh"
lakabı veriliyor. Gemi tehirli kalkmasına rağmen normal zamanından
daha önce İstanbul'a varmış oluyor. Geminin kaptanı, Şeyh Efendi'nin
büyüklüğünü anlıyor, bunu Sultan Abdulhamid'e bildiriyor. Padişah,
Efendi Hazretleri'ni huzura kabul ediyor. Şeyhülislâm'ın başkanlığında
toplanan ünlü âlimler arasında 26 mesele üzerinde münazara
yapılıyor. Sigaranın haramlığı da dahil, Efendi'nin görüşleri takdirle
karşılanıyor.
Padişah, Şeyh Efendi'ye huzurda kalmasını ısrarla teklif ettiği
halde, Efendi bunu nezaketle reddediyor. Sultan'ın verdiği altınları
kabul ettiğini, fakat Hazine'ye iade ettiğini söylüyor. İstanbul'dan
hareketle Çorum'a geliyor. Mekke'de iken tanıştığı zengin bir zat
tarafından Çorum'da ilgi görüyor. Tekke açmak suretiyle irşat
görevine başlamış bulunuyor. Orta Anadolu'yu kapsayan geniş bir
irşat faaliyetine girişmiş oluyor. Zahiri ilimlerin yanında, Nakşî
tarikatını da yaymaya çalışıyor. İlmi, irfanı, ihlâsı sayesinde çok
başarılı bir irşat hizmeti veriyor. Tekkesi ziyaretçilerle dolup taşıyor.
Müritlerinin sayısı bilinmiyor. Tekkede yenen ekmeklerin daha helal
olmasını sağlamak için özel bir yel değirmeni yaptırdığı, ekinlerin
burada öğütüldüğü söyleniyor.
178
Koyun Baba türbesi
9-KOYUN BABA TÜRBESİ
İlçenin koyun baba köyünde bulunmaktadır kendisi, kişiliği,
kimliği hakkında kesin bilgi ve rivayet bulunmaz. İlçede çok tanınan
evliyalardan biri olup zamanla ilçe insanının ziyaret ederek dualarını
yaptıkları evliyalardan biridir.
10-ÇİPİLLİ BABA
Mertekli köyü ile Sarıca köyleri arasındadır. Hakkında pek
bilgi olmadığı gibi pek de ziyaret edilmez ama ilçede herkes
tarafından Çipilli baba olarak tanınır.
11-HOROZ BABA VE BÜYÜK EVLİYA
İkisi de Sarıca köyü yakınlarında bulunmaktadır. Sık, sık
ziyaret edilen yerlerin başındaydı hatta Şeyh-i Şeyrani hazretlerini de
sık, sık, burada namaz kıldığı söylenenler arasındadır. Ancak zamanla
unutularak günümüzde yalnızlığa terk edilmişlerdi.
179
12-BURGU BABA
İlçede tanına evliyalardan birisi de Burgu veya Burga baba
evliyasıdır.
Gavur dağının 2953 rakımlı zirvesinde yatmaktadır.
Burgu Baba hakkında kesin bir rivayet olmasa da Üst kuşakların
aktardığı bilgiye göre burada bir Osmanlı generali yatmakta. Kesin
olmamakla beraber civar köylerde Burgu babanın asıl adının barak
baba olduğuna inanılır. Beklide insanların yaratanı gökyüzünde arayıp
ona ulaşmak için yeryüzünün yüksek yerlerini kutsal saydıkları gibi,
Burgu baba ve aynı yükseltiye yakın (3330 metre) rakımlı tepede
bulunan Abdal Musa tepesi Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış
gelenek olarak kutsal sayılmaktadır.
Burgu baba tepesinin yüksekliği bakımından ziyaretçisi azdır.
Takdir edersiniz ki öğle rakımlı bir tepeye kolay, kolay çıkılmaz.
Ancak bu tepeye yakın olan Kırıntı ve Yeniköy gibi köyler zaman,
zaman ziyaret etmekteler. Hatta eski yayla kültürünün silinmediği
günlerde yayladan inmeden bir gün önce Burgu baba tepesine çıkılır
kurbanlar kesilir dualar yapıldıktan sonra yayladan inilirmiş.
Günümüzde bunun yerini Kırıntı köyü tarafından tüm ilçe adına
Burgu baba şenlikleri düzenlenmektedir. Bu şenlik boyunca ayağına,
dizine güveneler Burgu baba tepesine çıkarak ziyarette bulunurlar.
180
Yedibölük köyünde bulunan Ahmet Dede türbesi
13-AHMET DEDE TÜRBESİ
Türbe Yedibölük köyü mezarlığında bulunmaktadır türbe
hakkında ancak üst kuşakların aktardıkları bilgilere sahibiz. Köye ilk
yerleşen erenlerden biri olduğu tahmin edilmektedir. Köy halkı
tarafından sık ziyaret edilen türbelerin başında gelmektedir.
14-SARIBABA
Bolluk köyü ile Ozanca köyleri arasında yol kenarında
gelişigüzel bir kabirdi, mezarın ayakucunda bir zerdali ağacı
bulunmaktaydı. Fakat zamanla ağacın kuruduğu gibi mezar taşları da
kayıp oldu. İlçede pek tanınmaz.
15-LİMLİŞİN BAŞI
İlçede en çok bilinen yerlerden birisidir. Türbesi yoktur.
Rivayet edilir ki bir kadın rüyasında burada yatır var diye görmüş ve
hasta olan birini oraya yatırmışlar iyileşince kutsal mekanlardan biri
sayılmış.
181
Ağ babanın bulunduğu tepe
16-Ağ baba: ozanca köyünde bir tepe üzerinde bulunmakta
mezarın boyu 21 adım fakat içerisinde kimsenin yattığı tahmin
edilmiyor. Civar köylüler tarafında ziyaret edilerek kurbanlar kesilir,
dualar yapılıp adaklarda bulunulmaktadır.
17-SİNAN BABA
Sinanlı köyü kabristanında bulunmaktadır. Eskiden beri türbesi
vardır. Sinanlı köyüne ilk gelip yerleşen Horasan erenlerinden biri
olduğu rivayet edilmektedir. Zaman, zaman türbe civar köylüler
tarafından ziyaret edilerek kurban kesilip adaklarda bulunulur.
Bunların dışında Telme yaylasında ağ baba, Beydere köyünde
evliya, Boğazyayla köyünde Evliya Kısaca hemen, hemen her köyün
camisi olduğu gibi caminin dışında manevi olarak sığınıp dualarını
iletmek için vasıta olacak bir evliyası bulunmaktadır. Bu bazen gerçek
evliyalardır, bazende sanal olarak yaratıldığına rastlamaktayız.
18-NACAK BABA
Nacak baba akyayla köyü yakınlarında bulunur. Kimliği ve
kişiliği hakkında bilgi bulunmaz. İlçede pek bilinmez sadece civar
köyler tarafından bilinir.
182
AHMET ŞİRANİ
Ahmet Şirani son dönem Osmanlı
ulemalarındandır. İlçe açısından tarihe
geçecek kadar cesaretli, atılgan yeri
geldikçe gözünü daldan, budaktan
sakınmayan bir kişiliği olduğunu
arşivlerdeki mahkeme kayıtlarından
anlamaktayız. Öğle ki İlçeden ayrılmasına karşılık muhacirlik
yıllarında dahi ilçe ile ilişkisini bir türlü kesmeyerek yazdığı
yazılardan dolayı Divani harbi örfice yargılanarak defalarca mahkûm
edilip sürgüne gönderildiği halde yine Ayrıldığım günden beri içim
kan ağlıyor diyerek memleket özlemini dile getirmiştir.
Ahmet Şirani 1879 senesinde Şiran kazasına bağlı Karaca
köyünde doğdu. Babası çiftçilikle uğraşan Mahmut Ağadır. Ahmet
Şirani’nin ilk tahsili hakkında bilgi yoktur gençlik yılları Şiran’da
geçtiğine göre İlk tahsilini Şiran’da yapmış olmalı, ama çıkardığı
mecmuaların birinde şöyle bir ifade kullandığını görmekteyiz
‘’Şiran’da kök söküp, saban sürmekten demir kazığa dönmüş
parmaklarımı burada yazıya alıştırmakta pek güçlük çektim’’.
Dediğine göre belki de ilçeden ayrıldığı vakit okuryazar değildi.
Ahmet Şirani gençlik yıllarında İstanbul’a giderek orada
medrese tahsili gördü ve 1909 senesinde icazet (diploma) aldı. Bu
arada 1908 senesinde imtihana girerek Merese tül-Kuzat’ta okumaya
hak kazandı ve 1914 de buradan mezun oldu. Ahmet Şirani Merese tül
kuzatta okuduğu yıllarda Fatih caminde dersiamlık yapmaktaydı.
II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte sıkça gündeme getirilen
medreselerin ıslahı sırasında Ürgüplü Hayri Efendi hakkında yazdığı
Mersiye-i medarsı adlı hicviyeden dolayı tutuklandı. Talebeyi isyana
teşvik ve şeyhülislama hakaret ettiği gerekçesiyle bir sene hapis ve 25
lira para cezasına çarptırıldı. Bu töhmeti kendide itiraf eden Şirani
Divani Harbin 7 teşrin 1311 Nolu kaydıyla mahkûm edildi. (104)İki
dersiamlık maaşı da kesilen Ahmet Şirani kendi ifadesine göre Divani harp koğuşlarında Alman çorbası ile hayatını muhafazaya çalışmıştır.
Umumi harp başında ve harp devam ederken üç defa tutuklanan Şirani
toplam 19 ay hapiste kalmıştır. Divan-ı harbin yedinci koğuşunda
yazdığı Fihrist-i feca’i manzumenin sonuna düştüğü notta ilk
tutukluluğuna değinerek perişanlığını açıkça anlatmaktadır.(105)
104-Sadık Albayrak Son Dönem Omsalı Ulemaları
105-Dr. Selahattin Tozlu Bir İlmiyeli Ahmet Şirani
183
Ahmet Şirani’nin yazdığı yazı ile yargılandığını bildiren belge
184
Şirani’nin Mahkum edildiğini bildiren belge
185
Ahmet Şirani’nin ikinci ve üçüncü tutukluluğunda maruz kaldığı
muamele dikkat çekicidir. Şirani’ye göre kırmızı kulüp erkanı
(İttihatçılar) umumi harp başında cihat aleyhine söylenen sözleri
istihbarat vasıtasıyla haber alıyorlar ve bu cereyanın
kuvvetlenmesinden korkuyorlardı. Aynı sebeple Ahmet Şirani de
sorgulandı ve cihadın meşru olup olmadığı yolunda sualler soruldu.
Hatta polis müdüriyetindeki sorgulanmasında, Şirani’nin derbeder
olarak nitelendirdiği müdürün ‘’Biz sizin gibi vatan hainlerinin başını
ezeceğiz sözü ona çok dokunmuştur.’’
Bu meselelerin Şirani’ye göre iki, önemli sebebi vardı. Birincisi
Ürgüplü Hayri Efendinin medreseler üzerinde ki tahribatını Hayrül
kelam isimli mecmuasında yayınlaması ve ikincisi ise basındaki kutsal
mesleğini savunmasıdır. Uzun zaman kendisinden haber alınamayan
Ahmet Şirani’nin idam edildiği şayiaları dolaşmış kendi ifadesi ile
ba’del mevt (öldükten sonra dirilmek) sırrına mazhar olarak bu
badireleri atlatmıştır.
Her şeye rağmen suçu olmadığına inanan Şirani Divani harpte polis
müdüriyetinde çekmediği eziyet, görmediği hakaret, maruz kalmadığı
sitem ve duymadığı küfür kalmadığını söyler. Ancak kendisi
bunlardan müteessir değildir zira kendini suçsuz sayıyor, suçlu olsa da
berat etse içinin rahat olmazdı diyerek meseleyi kendince halletme
yoluna gidiyordu.
Şirani 1917 tarihinde eski görevine iade edilerek sicili
temizlendi, Ceride-i ilmiye’nin müdürlüğüne atandı ise de bu son
vazifesinden istifa etti. 1919 yılında İbtida-i hariç İstanbul
müderrisliği ile sahn medresesi fıkıh müderrisliği tevcih edilen Şirani
Darül hikme azalığına getirildi bu kurumun 1922 de lağvındaqn sonra
açıkta kaldı. 1923 de Medrese-tül İrşad Müdürlüğüne atandı veya
nakledildi. 1924 yılında medreselerin kaldırılmasından sonra açıkta
kaldı.
Şirani’ni hayatına bağlı bilgiler bunlardan ibaret değildir
hakkında yazı çok olduğundan biz burada ancak özetleyerek sunmak
zorunda kaldık. Aslında Ahmet Şirani ilçemin Çatmalar köyünden
olduğu bir üst kuşakların verdiği bilgiler arasındadır. Babası Mahmut
ağa çatmalar köyünden gelerek ilçeye yerleşmiş, daha sonra çevrenin
küçük olması ve Şirani’ye dar gelmesi nedeniyle Şirani İstanbul’a
yerleşmiştir.
Şirani’nin son yılları hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz
ancak 1960 lı yıllarda Şirani’nin Tokat dolaylarında olduğu ve Şiranlı
şey olarak arkasına büyük kitleleri taktığı yine anlatılanlar arasındadır
nesil olarak Edirne veya Tekirdağ dolaylarında bir oğlunun olduğuda
söylenmektedir.
186
Ahmet Şirani’nin kişiliğine baktığımızda hemen dikkat çeken özelliği
iyi bir tasavvuf mimarı olduğunu yazmış olduğu şiirlerinden
anlamaktayız. Bir başka özelliği köy çocuğu olarak büyük bir şehrin
kalbine yerleşerek burada Türk basının da söz sahibi olmak, bir başka
dikkat çeken özelliği İslam birliğinin şiddetli savunucularından ve
mücadeleci olmasıdır.
Türk basınındaki yeri: Ahmet Şirani 1913 senesinde çıkardığı
Medrese İ’tikatları isimli mecmua ile Türk basınına girmiştir. Bundan
sonra muhtelif aralıklarla iki dergi daha çıkarmıştır. Şirani’nin Türk
basınına mal ettiği dergiler şunlardır.
1- Medrese İ’tikatları: ilk sayısı 6 mayıs 1392 tarihinde çıktı ve
18 sayı kadar neşredildi.
2-Hayrü’l kelam: 7 Teşrin 1339 tarihinden itibaren haftalık
olarak 38 sayı yayınlandı.
3-İ’tisam: 30 Teşrin 1335 tarihinden itibaren haftalık olarak 71
sayı neşredilmiştir. İ’tisam’ın yayın döneminde Şiran halkının açlık ve
sefaletini bildiren mektup yer almıştır. Ahmet Şirani Şiran halkının
muhacirlik yıllarında aç, sefil, perişan olduğunu bildiren bir mektubu
yayınladığından dolayı damat Ferit Hükümeti tarafından asi ilan
edilerek karsa sürgün edildiği yine bilinen gerçekler arasındadır. Bu
mektubun içeriğine tarih bölümünde yer verilmiştir.
Şirani’nin basın yoluyla meramını anlatmaya çalıştığı dönem
İlmiye sınıfı ve medreseliler açısından çok önemlidir. İctihad’da
yayınlanan ve ilmiyeliler tarafından oldukça onur kırıcı bulunan hayli
makale başlıkları Şirani tarafından cevaplanmış ise de bir zat
ilmiyelilerden karşılık görmemişti. Bir çok ilmiyeli gibi Ahmet Şirani
de bundan rahatsız oluyor ve bir çaba gösterilmesini en azından resmi
olarak bekliyordu. Bu sırada Fıkıh müderrisi ve Medrese tül Kuzatın
son
sınıfında
okuyan
Şirani
ancak
kendi
geçimini
sağlayabiliyordu.(106)
Ahmet Şirani’nin mecmuaları dışında yazılmış birde tasavvuf
ağırlıklı şiir kitabının olduğu söylenmekte hatta Telme köyünden
İmam Mustafa Toruk İstanbul’da okuduğu yıllarda bu kitaba tesadüf
etmiştir. Kitap el yazısı ile yazıldığından kitabı kendisi
okuyamamıştır, o yıllarda fotokopi de olmadığından ancak kağıdı
yazılar üzerine koyarak bazı şiirleri kopyalama usulü ile alarak halen
kendi evinde muhavaza etmektedir. Yine Mustafa hocanın beyanına
göre bu şiirler camilerde hutbelerde okunarak açıklaması cemaate
yepılırmış, vey sohbet toplantılarda bu şiirler okunarak şiirlerin
tasavvufi yönü ve beyan eylediği konular üzerinde herkes fikir beyan
edermiş.
106-Dr. Selahattin Tozlu A. Şirani teşebbüs ve gaye-i Neşr Medres
İ’tikatları
187
Ayrıldığım günden beri şeyda gönül kan ağlıyor
188
Ayrıldığım günden beri şeyda gönül kan ağlıyor,
Duydum içimde bir seda baktım coşan can ağlıyor,
Bir derbeder olmuş gönül mecnun gibi Leyla arar,
Bezme-i ezel ahengini andıkça yaran ağlıyor.
Firkat gözü görmez eder, vuslat açar kör gözleri,
Yusuf için kan ağlayan Yakub Kenan ağlıyor,
Şeyda gönül bir sen misin? vuslat için ah eyleyen,
Makberde ruhu inleyen binlerce kurban ağlıyor.
Tahrik eder aşkın eli baran olur göz yaşları,
Bir cezbe-i rahman ile manada hayvan ağlıyor,
Gafil değil yad eğliyor mevlasını heb masi-va,
Hayvan değil camid bile ol hüsne hayran ağlıyor.
Mevlasının haletidir med ve cezr alemleri,
Yandan, yana raksan olan deryayı umman ağlıyor,
Ahmet nedir senin ahın bir dilbere aşıkmısın,
Canlar yakan feryadını duymuşda Şiran ağlıyor.
189
190
Ey aşina bu ilden yol var mı? Köy-i yare
İftade dil olanlar varmaz mı o yere,
Hasret eli dokundu dil şişesi kırıldı,
Dost kerem açıktır erbab-ı inkisare.
Rahm ile tut elimden erdir beni o semte,
Sinemde yok tahammül sabrı yakan bu nare,
Ey mürşidi keremkar sensin bu çölde saki,
Bir katre-i keremsin bağrı yanık bu zare,
Gül açmıyor gönlümde kuvvet deminde bülbül,
Kuvvet demi geçer mi ermez mi dil bahare,
Şebta seher yolunda yıldız arar dü çeşmim,
Zulmet içinde kaldım ermezmi şehab nehare.
Yüzme bilen erenler imdat eder garibe,
Bahr-ı suya düştüm erdir beni kenare,
Cana sensin cemalın aynadır cemale,
Gülecek yüzün, gören göz mecdub olur nekare.
Şehri meddine olmuş lokman derde menzil,
Sürsem yüzüm o yay kalmaz gönül diyare,
Biçareyim, zelilim, boynu bükük alilim,
Ahmet budur mehmettir derdin açare.
Gidip menzili Habibe başın koy o işiten,
Şiran’a gitme artık menzil değil karara.
191
Tevhid eden yanmaz dedin sinemdeki kebab nedir
192
Tevhid eden yanmaz dedin sinemdeki kebab nedir,
Yanma yeri ukba ise dünyadaki ukba nedir,
Makberdeki suçluları Ta’zib eder isyan odu,
Ben suçluyum lakin sağım, ruhumdaki azab nedir.
Kudret senin, izzet senin, yokluk bizim, hiçlik bizim,
Naçar olan biz kullara sorgu nedir, cevab nedir.
Seçtiklerin olmuş nebi, sevdiklerin bütün veli,
Yol bilmeyen ama benim çeşmimdeki hicap nedir.
Erdirdiğin aşıkların uyku nedir görmez gözü,
Ya ben gibi divanenin gönlündeki bu hub nedir.
Mest olmağı men eyledin, mestaneyi sevme dedin,
Bizim kerem yaranını mest eyleyen şarab nedir.
Gökçek öğüdün bize cezb eyledin gönlü sana,
Göz görmüyor lakin sen örtündüğün nikab nedir.
Makberdeki varlık senin, mercideki varlık senin,
Senden öte bir nesne yok şu gördüğüm serab nedir.
Her yerde sen hazır iken, çeşmin bize nazır iken,
Dünya nedir, ikab nedir, mebde nedir, meab nedir,
Sormak yasak senden seni, soran mesul biziz,
Kuran bizim burhanımız ya sendeki kitap nedir.
Dünya değirmendir döner biz danesi fermaneniz,
Döndükçe yer fanileri Ahmet bu asiyad nedir.
Attın b eni gökten yere Şiran’a git dön dediniz,
Gökten yere hicret nedir, şu arcığı hitap nedir.
Şah ettiğin aciz kulun keşanesi abad iken,
Tanrım senin tahtın olan gönlümdeki gurab nedir.
193
Maşukumun güldür teni ben gülzarı neylerim
194
Maşukumun güldür teni ben gülzarı neylerim,
Aşkın çölü makber bana başka mezarı neylerim.
El çekmişim fanilere menzil olan viraneden,
La hud ili menzil bana, hak diyarı neylerim.
Mecnun gibi dağdan dağa gezmek ne lazım aşık,
Gönülde buldum yarimi keşt-ü güzarı neylerim.
Bülbül niçin verdin gönül rengi solmuş bir goncaya,
Solmaz benim nazlı gülüm fani baharı neylerim.
Ağyar ile yok ülfetim bigandır dünya bana,
Canan ile vahdet gerek, keşrette yari neylerim.
Hemdem olup dildarım, dildarım dolub vislindir kan,
Halet kerim Gülşen bak, gülşende baharı neylerim.
Gündüzleri hasret çeken aşık şebi bayram sayar,
Her satim vuslat demi leyli neharı neylerim.
Dostun cemalinden cüda kalmış deyu güller hıçkırır,
Ben yarimin koynundayım feryadü zarı neylerim.
Dil mütmain canan ile havfu reca bilmem nedir,
Cananımın cananıyım dilde gubarı neylerim.
Tek hücreli evdir gönül sığmaz ona binbir emel,
Tek dilbere verdim gönül başka dilberi neylerim.
Aşkımla inşa eyledim dostun köyünde haneyi,
Esma-i Hüsna çevresi taştan cidarı neylerim.
Yandım tecelli narına musa gibi hayrattayım,
Tavrı dilim sad paredir, artık şidarı neylerim.
Nemrut gibi sofi atmaktılar beni ateşlere,
Ateş bana gülzar olur gavgayı narı neylerim.
Zehir senin olsun bütün küşi behiş huri melek,
Ben yarimin kurbanıyım öğle şikarı neylerim.
Gamhanedir sehparımız, gamhaneler, keşaneler,
Gülşen çemen, çöl bülbüle çölde hazarı neylerim.
Göçtüm diyarı dilbere daha dönmem Şiran’a ben,
Uçtum ezel sahrasına yerde kararı neylerim.(107)
107-Şiirler İdris Gedik Tarafından Okunmuştur.
195
(108)
108-Bu Şiirlerin aslı Temle Köyünde Emekli İmam Mustafa Toruk
Hocanın Elindedir.
196
HASAN FEHMİ POLAT
(1874-1950)
Hasan Fehmi Polat ilçenin sarıca
köyündendir. 1905 yılında Şiran Fevziye
Medresesinden icazet aldıktan sonra
Trabzon,
Erzincan
gibi
şehirlerde
öğrenimini sürdürdükten sonra Kurtuluş
savaşı yıllarında çok genç yaşta milli
mücadele içerisinde kendisine yer buldu.
Kitabımıza başlarken Şiran’da
geçmişin izleri diyerek yola çıktık bu amaca
hizmet ederken Hasan Fehmi hazretlerinden
söz etmez isek geçmişin ayak izlerinde
büyük bir noksanlığın vebalini yüklenmiş oluruz. Hasan Fehmi’nin
güçlü bir hitabeti olduğunu Mustafa K Atatürk duymuş olacak ki
bizzat istiklal savaşının Şiran’lının duası ile başlamasını ister ve
Hasan Fehmi’nin kendisine Atatürk kendi el yazısı ile yazdığı
mektubu gönderiri. Hasan Fehmi hazretlerinin hayatına baktığımızda
bazı özelliklerinin göze çarptığını görmekteyiz. Hasan Fehmi, hitabeti
Atatürk’ün kulağına gidecek kadar güçlü bir hatip, Erzurum
kongresini coşturacak kadar istek ve heyecanlı, okuduğuna herkesin
amin diyecek kadar dini bilgilere sahip müftü ve en önemlisi de;
Atatürk’ Millet vekilliğine hayır diyerek kendi halkının içinde
çalışmalarını sürdürmek isteyecek kadarda alçak gönüllü olduğunu
görüyoruz.
Ankara’da büyük Millet Meclisi vatanın geleceğini ele alma
hazırlığına girince Mustafa Kemal Paşa hasan Fehmi Polat’ın
Gümüşhane vekili olarak, Milli mücadelenin maliye Bakanı Hasan
Fehmi Ataç Bey vasıtasıyla kendisinden istenilen arzuya şu cevabı
verdi.
Paşamız vatanın istikbali için büyük işler arifesindedir,
bizlerin kısmen halk içinde kalarak bu büyük teşebbüs ve hizmetlere
fikirlerini hazırlama, vazifemize devam, memleket için hayırlı,
lüzumlu hatta zaruridir. Ben ömrümü vakf ettiğim bu diyar insanları
için de irşat vazifemde kalmaya, naçiz şahsımdan vatanıma daha
tatminkâr olacağım kanaatindeyim. Paşa hazretleri bu düşünceme
tasvip edeceklerine kâinim.
Mustafa Kemal Paşa Müftünün bu cevabını dinlediği zaman
‘’Mübarek adam’’ dediğini Hasan Fehmi Ataç anlatıp dururmuş.(109)
109-Kültür Vadisi Gümüşhane
197
ATATÜRK’ÜN HASAN FEHMİ POLATA YAZDIĞI MEKTUP
Şiran Müftüsü Hasan Fehmi Efendi hazretlerine
Erzurum kongremizin hin-i küşadında ve hitam pezir olması (sona
ermesi) münasebetiyle irat buyurduğunuz Arapça belığ ve fasih
(İnandırıcı, açıklayıcı) ve maksada tamamen mutabık hitabeniz
cemiyetimiz tarihinde pek kıymetli hat’rat olarak mahfuz kalacaktır.
Bulunacağınız mahallerden dahi latif sözlerinizle mali (dolu)
mektuplarınızı almakla mübahi olacağım. Cenab-ı hak hayırlı seyahat
buyursun Amin. M.Kemal9 ağustos1335 (1919)
198
ERZURUM KONGRESİNİN AÇILIŞINDA ARAPÇA YAPILAN
DUANIN TÜRKÇE METNİ
10 Temmuz 1335 (23 Temmuz 1919) günü Erzurum
kongresinin açılışında Şiran Müftüsü hasan Fehmi Polat tarafından
Arapça yapılan dua Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanı iken emekli olan
Kamil Tepeci tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
BİSMİLH ERRAHMAN ERRAHİM
Allah’a hamd olsun ki büyük kitabında,(110)’’Onlar ağızlarıyla
Allah’ın nurunu söndürmek isterler,halbuki inkarcılar istemeseler de
yine Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır buyurmuştur.
Salat ve selam o zata ki indirilen kuran da ‘’Kitabı biz indirdik
onun koruyucusu da elbet biziz’’ buyurdu.(111)
Salat ve selam peygamberimizin aline (ailesi efradına) ve
ashabına olsun. Onlar iyi şekilde konuşup, anlaşma ve yaşama
tedbirlerindeki yardımlaşma reylerini (fikirlerini) birleşmesindendir.
Demişlerdir ki kendilerinin daima birlikte hareket etmelerini bize
anlatmak istemişlerdir.
Ey yardım edici Allah’ım şu Müslümanlar topluluğuna yardım
et, nasıl ki bedir gününde maharetli, hünerli meleklere yardım ettiğin
gibi. Kur’an mübin hürmetine ve sana yakın olanların ruhaniyetinin
imdadıyla.
Ey korkuda olanların koruyucusu olan Allah’ım Hilaveti
Müslimin kudret ve heybetinin devamı suretiyle dini kuvvetlendir ve
bizi yevmi kıyamete kadar din düşmanlarının şerrinden muhafaza
buyur, bütün peygamberler hürmetine.
Yarabbi düşmanları ve apaçık hakikatleri inkar edenleri
susturup sukuta mecbur etmek hususunda noksanlardan ve arızalardan
salip olarak şu zevatın kalplerine açık ve yüksek deliller ilham et,
kainatın efendisi (peygamberimiz) hürmetine.
Allah’ım isteklerimizi anlatmak, gayretlerimizi elde etmek ve
mukadderatımızı sağlamak suretiyle güçlüklerimizi yenmeye bizleri
Muaffak eyle, burada verilen kararlarda bizleri isabetli kıl. Ey sulh ve
selameti kolaylaştıran Allah’ım burada ittihaz edilen kararların sulh
konferanslarında kabulünü kolaylaştır, mucizeler sahibi peygamberler
hürmetine.
110-Kuran-ı Kerim saf Suresi Ayet: 8
111-Kuran-ı Kerim Hucurat suresi Ayet: 9
199
Allah’ım bütün şehirlerimizi ve masumlar medfeni ve toprağı
şehitler kanı ve evliya cesetleriyle yorulmuş şu Erzurum şehrini
kullarına iyilik ve lütuf olarak, düşmanların ayaklarının altında
çiğnenmekten ve zalimlerin zorla almak için gösterdikleri hırs ve
tamahtan kurtar. Sevgili peygamberin ve düşmanlarından zulüm
görmüş olan torunu Hz. Hüseyin) hürmetine.
Allah’ım şu memleketleri endişelerden salim olarak hilafeti
islamiyenin himayesinde kaim (baki) kıl, ayrılmış ve terk olunmuş bir
halde uğursuz düşman idaresine verme ve düşmanları emellerinde
zillet, hüsran ve mahrumiyetiyle mahkûm et. Kayyum (ebedi) olan
ismi celilin hürmetine;
Ey çok merhametli olan Allah’ım biz toplandık mülkümüzün
devamı ve milletin selameti ve hakanı zamanın (Padişahın) kudretinin
devamı için senin emin sığınağına iltica ettik, İstiklal hükümetinin
bayraklarının bu beldelerde devamlı kıl ve her zaman siyasetimizi
sağlam ve adil esaslara bağlı kıl Kur’an-ı azimüşan hürmetine.
Allah’ım silah ve hayati güçlerine güvenen düşmanlarımızı
kahreyle, lütuf ve ihsanınla kurtuluş ve zafer, ümit ve rica ederiz, ey
çaresizlerin yardımcısı sen kudret sahibi ve kahredicisindir. Allah’ım
büyüklerimizin ve akıllılarımızın mahv ve helak edici hareketleriyle
kudurmuş düşmanlarımızın talihlerini ters çevir;
Ey nurların nuru Allah’ım bayrağınla İslam hükümetinin satvet
ve kudretini nurlandır, hudut boylarına sahip ve bolluk içinde olarak
zamanımızın kisra ve kayserlerinin (Yabancı hükümdarların)
boyunlarını kırmaya Muaffak eyle.’’Zaten onların hileleri kurdukları
düzenleri boşa çıkar’’(112) buyurduğun güzel vaadinle ve kudretinle.
Allah’ım şu toplulukta bulunup Amin diyen devlet adamlarının
ve memleketlerinden hicret etmek zorunda bırakılmış olan
vatandaşların muratlarını kolaylaştır, bizleri selamete ve sevinçli
olarak memleketimize avdet etmek nasip et kıyamet gününün efendisi
olan peygamberimiz hürmetine.
Hamd ve selam sana alemlerin rabbi olan ulu Allah’a
Ve selam ün alel mürselin velhamdülillahi rabbül âlemin
ŞİRAN MÜFTÜSÜ
İmza
112-Kuran-ı Kerim fatır Suresi Ayet: 10
200
KAYNAKÇA
1- Trabzon salnameleri 1322 s.187-39
2- Ayhan Yüksel Araştırmacı yazar Karadeniz de yer adlarının
Değiştirilmesi.
3- 4-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür Vadisi Gümüşhane s. 20
4-Plunusun notları s. 96
5-Uygarlık Tarihi Ron CARTER s.37
6- Geçmişte ve Günümüzde Gümüşhane Gülyüz USLU s. 143
7- Tokat Vilayeti hakkında Malumat s.23
8-İsmet Miroğlu Erzincan Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA) s.319
9- Trabzon Saray Tarihçisi Panaretosun Kroniği
10- Dç. Dr. Ali ÇELİK Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki
11- Panaretos Ali Şükrü AYGÜN
12-Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.2 s. 538
13- Trabzon Salnameleri 1905 s187-390
14-Selahattin Tozlu Hayrü-l kelam nr.16-20 1329 s. 121,122
15-Dç DR Bayram Nazır Makale
16- Fatma Acun Osmanlı döneminde Anadolu şehirlerinin
Gelişmesinde devletin rolü
17-Fatma Acun Karahisarı Şarki ve Koyul hisar kazaları örneğinde
Osmanlı taşra teşkilatı
18-Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği s. 229-230
19-Dündar aydın Erzurum Beylerbeyliği
20-Eyüp Kul 1642 tarihli Erzurum avarız defterine Göre Şiran kazası
21-Evliya Çelebi Derviş Mehmet Zilli-Kahraman Dağlı İstanbul 1999
s.102
22-Evliya Çelebi Seyahat namesi c: 2 s. 538
23-MAD 5152 s.868 (Maliyeden Müdevver Defterler)
24-Eyüp KUL, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010, s.271-289)."1642 Tarihli Avarız
Defterine Göre Şiran Kazası ve Köyleri", Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı 44, Erzurum 2010,
s.271-289.
25-MAD. 5152 s.686
26-‘’Miadon’’ Son teşkilatı Mülkiyede köylerimiz İstanbul 1928 s.884
27-MAD. 5152 s.713
28-MAD.5152.s.713
29-MAD. 5152 s.697.708.711
30-Karye-i Mezbur MAD. 5152 s. 713
31-MAD.5152.s. 707
32-MAD Norşon Köylerimiz s. 884
33-MAD. 5152. s. 689-693-696-706-710
34-telme köylerimiz s. 883
35-MAD.5152.s 697-698-699-705-708-718 (E.Kul)
201
36-MAD.5152 s. 693-724
37-MAD. 5152 s. 719
38-MAD.5152 s. 697
39-MAD. 5152 s.711
40-MAD5152. s.692-711
41-Yrd. Dç İsmail kıvrım Vakfiye Defteri no 607 s.92 sıra 146
42-Karahisar-i şarki kazası s. 84
43-MAD. 5152 s. 691
44-Dr. Sinan Ali Bilgili Karahisarı şarkı kazası s.84
45-MAD. 5152 s713
46-Dç. DR. Ali Sinan Bilgili Karahisarı Şarki kazası s. 84
47-Ali Sinan Bilgili 16. Asırda Karahisarı Kazası yayınlanmamış
Yüksek lisans tezi
48-Haldun Özkan Şiran Seydibaba Köyünde Bir Grup Osmanlı
Dönemi Eseri s.118-119
49-MAD. 5152 s.713
50-MAD. 5152. s.713
51-MAD5122. s.715-716
52-MAD. 5122 s. 723
53-Trabzon Salnameleri Sene 1871 s156
54-Trabzon salnameleri 1872 s.65-182
55-Trabzon Salnameleri Sene 1873 s. 60
56-Trabzon Salnameleri Sene 1874 S. 61
57-Trabzon Salnameleri sene 1876 s. 77
58-Trabzon Vilayeti salnameleri 1877 s.78
59-Trabzon salnameleri Sene 1892 s. 290
60-Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331
61- Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1884 s329-331
62-Trabzon Salnameleri Sene 1896 s. 301-302
63-Trabzon Vilayeti Salnameleri Sene 1901 s.235-236-243
64-Trabzon Vilayeti Salnameleri sene 1903 s.301-304
65-Trabzon salnameleri Sene 1905 s. 388-389
66-Erzurum temettuat defteri
67-1569 Tarihli Erzurum Temettuat Defteri
68- Dç. Selahattin tozlu Osmanlılar döneminde Şiran’da ekonomi
69-Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal Afetler
70-Kemalettin Kuzucu Karadeniz tarihi Sempozyumu 2005 c.II,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları s. 276
71-Kemalettin Kuzucu a.g.m s. 176
72-Alpaslan Demir-Esat Aktaş Gümüşhane Sancağında Doğal afetler
73- DOA, İrade Dâhiliye, Nr.41391, 13 Mayıs 1285, Esat Muhlis’ten
Dâhiliye Nezareti'ne
74-DOA, İrade-i Dâhiliye nr, 4-435 1285 Esat Muhlisten Dâhiliye
Nezaretine Telgraf name;
75- DOA, İrade Dâhiliyle, Nr.41435, Lo Rebiyülâhır 1286, "Tezkire-İ
202
Sena veri".
76-B.DA Tarih 03.m1231 H Dosya no. 641 Gömlek no. 31520
77-B.D:A Tarih 1231 Dosya no: 636 Gömlek no: 31375
78-B:D:A tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/E
79-B:D.A Tarih 1249 Dosya no: 468 Gömlek no: 22853/3
80-B:D:A Tarih 1278 Dosya no: 499 Gömlek no. 31
81-B:D:A Tarih 1313 dosya no: 33 Gömlek no 19
82- Pr. Dr. Metin Ayışığı Ermeni Teciri Konusunda Yeni Perspektifler
83-Betül Şenbak Şiran ve Çevresi Höyük ve Kaya mezarları
Yayınlanmamış Yüksek Lisans tez çalışması.
84- Gümüşhane Kültür yayınları Çanakkale şehitleri
85- Başbakanlık Osmanlı arşivleri
86-Trabzon salnameleri 1876 s.77
87- Trabzon salnamesi 1894 s.329–331
88- Trabzon Salnameleri 1901 s.235-236-243
89- Trabzon salnameleri: 1894 s. 329
90- Trabzon salnameleri: 1896 s. 3001
91- Trabzon salnameleri 1901 s. 243
92- Trabzon salnameleri: 1903 s. 301
93-Dr. Selahattin Döğüş Ortaçağ Anadolu’sunda Bir Kadın teşkilatı
Bâcıyân-ı Rûm
94-Yunus Suresi Ayet 62
95-Elde bulunan H 834 tarihli Ferman kayıt Örneği
96-Trabzon Vilayeti salnameleri Sene 1872 s.65-182
97-Arşivlerden Çıkarılan Elde Bulunan Seydibaba Köyü Tarihi
98-Eyüp Kul basılmamış Üniversite Tezi Karadeniz Evliyaları
99-Dr. Ali Sinan Bilgili Kültür vadisi Gümüşhane s 20
100-Ramazan Kahveci Özel arşivden çıkardığı belge
101-Harun Bostancı Osmanlı Döneminde doğu Kara denizde Kurulan
Tekke Ve Zaviyeler Yayınlanmamış Üniversite tezi.
102-BOA 05/S/1112 Dosya no 25 Gömlek no 2425
103-Murat yüksel Gümüşhane Kitabeleri
104-Sadık Albayrak Son Dönem Osmanlı Evliyaları
105-Dr Selahattin Tozlu Bir İlmiyeli Ahmet Şirani
106-Selahattin Tozlu. A. Şirani Teşebbüs ve Gaye-i Neşr Medrese
İ’tikatları
107-Bu Şiirler Yatılı Bölge Okulu Müdürü idris Gedik tarafından
Osmanlıcadan Çevrilmiştir
108-Telme Köyünde ikamet eden emekli imam Mustafa Toruk
Hocanın elinde bulunan belgelerin fotokopileridir
109-Kültür Vadisi Gümüşhane
110-Kuran-ı Kerim Saf Suresi Ayet: 8
111-Kuran-ı kerim Hucurat Suresi Ayet:9
112-Kuran-ı Kerim Fatır Suresi ayet:10
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222

Benzer belgeler