Fotograf Dergisi

Transkript

Fotograf Dergisi
Kontrast
31
Eylül - Ekim
Fotog raf Dergisi
ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır.
1
Bizden Biri Asuman Ergüney
Usta İşi Eugène Atget
İçindekiler
Sibel Acar
4
2
Konuk Yazar Benim Bir Resmimi Çeker misiniz?
Çiğdem Buçak Telli
Söyleşi Cengiz Akduman
Kontrast
13
f/64 Fotoğrafın Çocukları
Mustafa Önder, Mehmet Ünal,
Engin Güneysu, Kenan Seven
Dalgakıran (La Jetée): Ölüme
Karşı Okunan Manifesto
Nagihan Konukcu
Cengiz Engin
38
14
Kısa Metraj Chris Marker’ın Ardından…
Fotoğraf Üzerine Görsel Anlam Denemeleri
34
İMece Sokağa ve Fotografçısına Övgü
İlker Maga
Kitaplık Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği
Aysel Altun
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Mustafa ERTEKİN
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
Koray OLŞEN
Yayın Ekibi
Aysel Altun
Dora GÜNEL
Nejla Can Güler
Ayşe Saray
Redaksiyon
Ayşe Saray
Özcan Yurdalan
Dosya Konusu Sokak Fotoğrafçılığı
33
8
Kapak Fotoğrafı:
Kemal Cengizkan
39
Grafik Düzenleme
Ayşe Saray
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
İki ayda bir yayımlanır.
AFSAD’ın ücretsiz yayınıdır.
Baskı
Mattek Matbaacılık Basım
Yayın Tanıtım San. Tic. Ltd. Şti.
Adres: Adakale Sok. 32/37 Kızılay - Ankara
Tel: 0312 433 2310
Basım Tarihi: Eylül 2012
Yayın Türü: Bölgesel Süreli
ISSN: 1304-1134
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı,
makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon,
vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak
üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara
Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya
eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın,
hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun,
materyalin tamamının ya da bir bölümünün
kullanılması yasaktır.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
yazarlarına aittir.
Bunun için tekniğiyle çok ilgilenmem fotoğrafın, bence güzel olan orada olmak,
tanık olmaktır. Orada iken hissettiklerimi hissettirebiliyorsam, hissettirdiklerimle saatler, günler, haftalar geçirdiğim insanlara fayda sağlayabiliyorsam çektiğim fotoğrafın başarılı olduğuna inanırım.
Asuman Ergüney
“Fotoğraf amaç olmaktan çok araçtır benim için… Farklı yaşamları, farklı kültürleri,
farklı duyguları keşfedebilmek için kullandığım bir araç…
Tanıştığım yeni yaşamlarla hayatı sorgularken, tanıklık ettiğim sorunlara farkındalık yaratmak için bir araç… Hayatın yoğunluğundan yorulan ruhumu dinlendiren,
arındıran ve yeni dostluklara ulaştıran bir araç…
ASUMAN ERGÜNEY
1976 Ankara doğumlu. Fotoğrafa 1997’de Hacettepe Üniversitesi bünyesinde
başlayıp,1998’den itibaren AFSAD’da devam etti. AFSAD bünyesinde, çeşitli belgesel fotoğraf atölyelerinde, projelerinde çalıştı. AFSAD Yönetim Kurulu’nda görev
aldı. Çeşitli karma sergilere katıldı. Hâlâ belgesel çalışmalarla fotoğraf çekmeye
devam etmektedir.
Bizden Biri
İşte bütün bu nedenlerden dolayı sadece belgesel fotoğraf çekiyorum.”
Eugène Atget
Usta İşi
Sibel Acar
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Paris, geniş
kapsamlı bir kentsel dönüşüm yaşamaktadır. Korunmaya değer bulunan anıtlar dışındaki eski yapılar,
Baron Hausmann’ın orta çağ kentini modern bir kente dönüştürme projesi kapsamında hızla yok olmaktadır. Atget, objektifini yok olmakta olan semtlere ve
buralardaki yaşantıya çevirir, eskiden kalan ne varsa
kaydetmeyi kendine amaç edinir. Sistematik olarak
eski evlerin, dükkânların, kiliselerin ve sokakların
fotoğraflarını çeker. Bu konuda ürettiği fotoğraflar,
sanatçıların yanısıra kütüphaneci, antikacı ve akademisyenler gibi müşteri gruplarını hedeflemektedir.
Sipariş üzerine ürettiği fotoğraf sayısı fazla değildir.
Kendi seçtiği konularda ürettiği fotoğrafları, bir pazarlamacı gibi portföyündeki müşterilerin kapılarına
giderek satar.[4] Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve
sonrasında yoksul düşer. 1920 yılında kendi girişimiyle yirmi yılı aşkın bir sürede ürettiği, Paris’in
geçmişine tanıklık eden 2621 cam negatifini Fransız
Hükümeti’ne satmayı başarır. 1921 yılında ressam
Andre Dignimont’un siparişi üzerine sokak kadınlarının fotoğraflarını çektiği bir seri üretim yapar.[5]
2
Sokak kadını, 1921
20. yüzyıl fotoğrafının öncü isimlerinden biri sayılan
Eugène Atget (1856-1927), yaşarken kendisini hiçbir
zaman “fotoğrafçı” olarak nitelendirmemiş olsa da,
otuz yıl boyunca Paris’i fotoğraflamış, 8000’den
fazla fotoğraf üretmiştir. Çalışmaları, kendisiyle aynı
dönemde Paris’te bulunmuş olan genç fotoğrafçılar,
Berenice Abbot, Walker Evans ve George Brassai’ı
etkilemiştir.[1]
Atget, 1857 yılında Bordeaux yakınlarında işçi bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Hayata şansız
başlamıştır, beş yaşında yetim kalır. 1870’lerde
gemilerde çalıştığı bilinmektedir. Tiyatro oyuncusu
olmaya azmeder, 1879 yılında Paris konservatuarına kabul edilir fakat eğitimini tamamlayamaz. 1880’li
yıllarda Paris’in kenar semtlerindeki tiyatrolarda
oyunculuk yaptığı sıralarda fotoğraf çalışmalarına
başlar. Amatör olarak resim sanatıyla da ilgilidir.
1890’ların başında oyunculuğu bırakmış, Paris’te
fotoğrafçı olarak çalışmaktadır.[2] Stüdyosunun
kapısında “Sanatçılar için belgeler” yazan bir tabela
asılıdır. Potansiyel müşterileri ressam, gravürcü,
heykeltıraş ve sahne tasarımcılarıdır. Kartvizitinde
onlara sunabileceklerini şöyle sıralar: “manzaralar, hayvanlar, çiçekler, anıtlar, ressamlar için arka
planlar, sanat eserlerinin kopyaları.”[3] Ayrıca, bütün
bu konuların yanısıra tutkuyla sarıldığı bir konu daha
vardır: Kaybolmakta olan eski Paris.
Atget, ömrünün son yıllarında Man Ray ile tanışır.
Man Ray ve sürrealist akımının sanatçıları, Atget’in
fotoğraflarında farklı bir boyut görürler. Onun ürettiği fotoğraflar günlük yaşamdan alınmış olmalarına
rağmen, bir yönleriyle sanki gerçekdışıdır. İnsansız gibi görünen sokaklarda, camların ardında ya
da yansımalarda belli belirsiz görünen siluetlerde
olduğu gibi… Man Ray, 1926’da Atget’in elli kadar
fotoğrafını satın alır ve dört tanesini isimsiz olarak
sürrealistlerin magazini La Révolution’da yayınlar.
1927 yılında Atget hayata veda eder. O sıralar Man
Ray’in asistanı olan Berenice Abbot, ölümünden
sonra Atget’in negatiflerini ve bazı baskılarını satın
alır ve ard arda yayınlar yaparak, hayattayken fazla
tanınmayan Atget’in fotoğrafla ilgili çevrelerce tanınmasında büyük rol oynar.[6]
Atget’in sıradışı kişiliği üzerine pek çok hikâye anlatılır. Kaba saba, berduş kılıklı, aksi, sözünü sakınmayan ve kavgacı olduğu; yeniliklere kuşkuyla yaklaştığı, yaşamının son yirmi yılında diğer yiyeceklerin
zehirli olduğunu düşündüğü için ekmek, süt ve bir
parça şekerle beslendiği; fotoğraflarını St. Germain
kahvelerinde işporta usulü çok ucuza satacak kadar
alçak gönüllü olduğu ya da fotoğraflarının kıymetini anlayamayacak kadar naif olduğu söylenenler
arasındadır.
Atget, fotoğrafı hiçbir zaman sanat olarak görmez,
ona göre fotoğraf belgedir. Seçtiği konular gelenekseldir. Bu geleneksel konuları da ısrarla, hantallığı
ve zorluğu nedeniyle terk edilmiş bir teknikle fotoğ
raflamaktadır. Ömrü boyunca inatla, ahşap bir fotoğraf makinesi ve 18x24 cm cam levhalar kullanır,
gün ışığında pozladığı kontak baskılar
yapar. Bütün bunlara rağmen döneminin en “avant- garde” sanatçıları,
onun çalışmalarına kendilerini yakın
hissetmişler, ölümünden sonra adı
20. yüzyılın öncü fotoğrafçılarından
biri olarak anılmıştır.
Valence Sokağı, 1922
Sokak fotoğrafçılığı, belgesel fotoğrafla sınırları
kalın çizgilerle ayrılamayan bir tür olsa da, bazı ayırt
edici özellikler taşımaktadır. Genel olarak, belgesel
fotoğraf; aktardığı durum karşısında izleyicisini etik
bir duruşa, çoğu zaman harekete geçmeye davet
ederken, sokak fotoğrafı; konuyla ilgili bir tavrı teşvik
etmeyi amaçlamaz. Sokak fotoğrafı, an be an kendiliğinden oluveren, değişen durumlara gözün anlık
Orgcu ve şarkıcı kız, 1898
takılması gibidir. Duruş ve bulunuşlar anlıktır, konu
olan durum ve insanlar da, fotoğrafçı da fotoğrafın
izleyicisi de geçip gidiverecektir sanki. Oysa belgesel
fotoğraf, geçip gidivermek niyetinde değildir; gözlem
yapar, durur ve sorgular. Çünkü belgeselin konusu
olan durum süregitmektedir ve anlaşılan odur ki dışarıdan bir müdahale olmadıkça değişmeyecektir.[8]
Dolayısıyla, kompozisyonu oluşturan öğeler rastlantı
sonucu değil, süregiden durumun sabit bileşenleri
olarak oradadırlar. Belgesel fotoğraf, bir durumu
kesin, net bir betimlemeyle tamamlanmış cümlelerle anlatır. Sokak fotoğrafı, cümlelerinde boşluklar
bırakır, tamamlamak ya da geçip gitmek izleyiciye
kalmıştır. Atget’in fotoğraflarının ilginçliği, hem kök
salmış bir durumun keskin uçlu gerçeğini hem de
gelir geçerliği, rastlantıyı, izleyicinin hayalgücünü
tetikleyen gizemi, varla yoku ve uzakla yakını birada
tutabilmesindedir.
Kaynakça:
1. Eugene Atget. A Selection of Photographs from the
Museé Carnavalet. Pantheon Books, 2007.
2. Williams, Richard L. Great Photographers. Time Life
Books, 1971.
3. http://www.nga.gov/feature/atget/bio.shtm
4. Abbott, Berenice. “The World of Atget.” Photography in
Print: Writings from 1816 to the Present. Edited by Vicki
Goldberg. Touchstone, 1981.
5. 20th Century Photography: Museum Ludwig Cologne.
Taschen, 2005.
6. Stephan, Peter, ed. Icons of Photography. The 20th
Century. Prestel, 2005.
7. Benjamin, Walter. “The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction.” Photography in Print: Writings from
1816 to the Present. Edited by Vicki Goldberg. Touchstone, 1981.
8. Scott, Clive. Street Photography from Atget to Cartier
Bresson.Tauris, 2007.
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Usta İşi
Sibel Acar
Peki, nedir Atget’in fotoğraflarını
ilginç kılan? Atget’in fotoğrafları belge
olmaları niyetiyle üretilmiş olmalarına
rağmen gerçeküstü bir “aura” yaymaktadır. Gerçek bir durumun üzeri
sanki kırılgan ve yarıgeçirgen, bilinçdışı bir katmanla kaplanmış gibidir.
Sanımca, bu, kastedilmediği halde
var olan belirsizlik, Atget’in fotograflarını Walter Benjamin’in benzetmesiyle
“bir suç mahalli” [7] gibi gizemli kılmakta, fotoğrafın izleyicisini görünenin
ötesinde ipuçları aramaya yöneltmektedir. İşte tam da bu nedenle Atget’in
fotoğrafları, sokak fotoğrafının alanı
içinde değerlendirilir.
3
Çiğdem Buçak Telli
Konuk Yazar
4
Benim Bir Resmimi Çeker misiniz?
Yalnızca Türkçe’de değil, birçok dilde aynı sözcüklerle ifade edilebilen kavramlardır resim ve fotoğraf;
picture, image, bild, resim…
İnsanlığın resim ile öyküsü ise tarih öncesi devirlerde mağara duvarlarına çizilen resimlerle başlar.
Bu, ilk ressamların amacının, gözlemlediği nesne ve
olayları sabitleyip bu bilgiyi başkaları ile paylaşmak
olduğunu söylersek yanılmış olmayız.
İnsanın çevresindekileri anlama yolunda sahip olduğu en güçlü algının görsel algı olduğu düşünülürse,
bir optik görüntüyü sabitleyebilmenin, yani resmedebilmenin, bunu başkaları ile paylaşmanın en önemli
aracı olacağı da anlaşılmaktadır.
İnsanın çizerek, resmederek başladığı bu süreç,
heykel, röliyef gibi üç boyutlu biçimlemeler ile daha
farklı bir boyut ve etkinlik kazanmıştır. Ancak kullanılan araç ve yöntem
ne olursa olsun, temel
amacın görsel algının
saptanması olduğu kabul
edilmektedir. Bu ideal,
insanlığı 1800’lü yılların başında Nicéphore
Niépce’nin başlatıp,
Louis-Jacques-Mandé
Daguerre’in geliştirdiği
fotoğrafa kavuşturacaktır.
heykel, vb.), nesnel değil öznel bir olgudur. Gerçeğe
en yakın olanı yeniden üretmek amaçlansa bile, bu
hiçbir zaman orjinali ile aynı olmayacak, yapımcısının algı ve ifade farklarını taşıyacaktır. Hatta bunun
fotoğraf için bile geçerli olduğu, fotoğrafın gelişim
süreci içinde farkedilecektir. Buradan anlaşılmaktadır ki algılarımızın görsel ifadesi (resim, heykel,
fotoğraf, vb.), sadece görsel değil, tüm algılarımızın
zihnimizdeki yorumlarının bir ifadesidir. Bu noktada anımsamamızda yarar olduğunu sanıyorum ki,
bugün özellikle görsel sanatların temel kavramı olan
“Estetik”in kökeni, eski Yunanca’da duyum, algı, his
anlamına gelen “Aisthesis”dir.
Tarihsel süreç içinde görmekteyiz ki insanlar duygu, algı ve hislerini görsel olarak ifade edebilmek
için birçok araç kullanmış ve geliştirmiştir. Bunlara
1800’lü yılların başında fotoğraf da eklenmiş bulunmaktadır. Bu araçlar kimi zaman tek başına, kimi
Aslında, gözümüz gibi
fotoğrafın da temeli olan
karanlık kutuyu insanlar
bundan çok daha önce
kullanmaya başlamışlardı. İ.Ö. 3000 yıllarında
Sümerlerin Camera Obscura’yı (Karanlık Kutu)
Astronomi gözlemlerinde
kullandığı bilinmektedir.
Yine karanlık kutunun
birçok ressam tarafından
görüntüyü bir zemine
aktararak resmedilmesini
kolaylaştıracak bir araç
olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bu niteliği ile,
karanlık kutunun fotoğraftan önce resme hizmet
ettiğini söylemek yanıltıcı
olmayacaktır.
Fotoğrafın icadı ile
birlikte daha iyi anlaşılmaktadır ki görsel algının
her türlü ifadesi (resim,
Sergide
Çiğdem Buçak Telli
Konuk Yazar
5
Duy Sesimi
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Çiğdem Buçak Telli
Konuk Yazar
6
zaman da birlikte kullanılarak insanların duygu ve
düşüncelerinin ifadesine tercüman olmaktadır.
Çağdaş sanat anlayışında da araç ve teknik kısıtlaması olmaksızın insanların kendilerini en iyi ifade
edebildikleri işlerin, en önemli sanat eserleri için
aday olduklarını söyleyebiliriz.
Sanat eleştirmenleri benim resimlerimi “fotogerçekçi” olarak tanımlamışlar ve tanıtmışlardır. Öyledir
de gerçekten. Bu arada önemli bir noktayı özellikle
belirtmem gerekir ki, aslında ben fotoğraf makinesini
kullanma konusunda pek deneyimli değilim. Birçok değerli fotoğraf sanatçısının arasında fotoğraf
çekmeyi başarabildiğim iddiası korkarım ukalalık
olacaktır. İşim boya benim. Boya ile yaşadığım
serüven… Benim için resim yaşadıklarımın / belleğimde iz bırakmış / görsel anlarının plastik fotoğrafını tuvalde kalıcı kılmak… Herhangi biri, yaşanan
anları kalıcı kılmak için fotoğrafını basar kâğıda, ben
yaşadıklarımı fotoğraf tadında tuvale aktarıyorum…
Realist olmamın sanırım fotoğrafla örtüşen bir yanı
var.
Resimlerimde çoğunlukla kadınlar olmak üzere insanlar vardır her yaştan, her çevreden. İzleyenlerin
aşina oldukları, bir bakıma görmekten haz duydukları figürlerdir bunlar. Ancak önemli olan nokta,
Çocuklar
Portreler
buradaki gerçekliğin benim gerçekliğim
olmasıdır. Yani, model olarak işgören
bir dış nesneyi, tuval üzerinde yeniden
oluşturmak değildir yaptığım. Zaten
zihnimde olan birçok imgenin yer aldığı
tuvali ayıklayıp temizleyerek en yalın ve
etkili anlatımı sağlayacak bir tuval yaratmak için yaparım resimlerimi.
Sanat eğitimcisi ve ressam olarak
geçirdiğim meslek yaşamımın 30. yılını
2013’te kutlamaya hazırlanıyorum. Bu
süreç, değişik dönemleri olan, her dönemi farklı heyecan, tutku ve kaygıları
taşıyan bir serüvendir benim için.
Beni çok etkileyen sanat dallarından
olan “Fotoğraf” ile kendi resim anlayışımı çok yakın görmüşümdür hep. Öyle
ya, bir fotoğraf sanatçısı da çevresinde
ve zihninde olan birçok imgeyi temizleyip ayıkladıktan sonra seçtiklerinden
kalan ile en etkili anlatımı sağlayacak
kareyi paylaşmaz mı izleyicisi ile. Bu
niteliği ile o fotoğraftaki gerçeklik de
öznelleşmiş, sanatçısının gerçekliği
olmuştur artık.
Her iş, başlangıcından bitişine dek ayrı
bir serüvendir benim için. İçeriğinden
tekniğine kadar her yönü ile değişken,
dinamik bir süreçtir bu. Başta öngörülen
ile sonuçta ortaya çıkan, beni de şaşırtır
sıklıkla. Belki her sanatçı için böyledir
Bu işlerde fotoğraf bana boya ile elde edemeyeceğim olanaklar sağlamıştı. Evet. Resim, anlatmak
istediklerimi ifade edeceğim bir dil ise, dil ne kadar
zenginleşirse yapıtım da o denli etkileyici olacaktı.
Öyle de olmuştu işte. Fotografik kolaj çalışmalarım,
izleyenlerin de eleştirmenlerin de beğenisini kazandı. Bu işlerin aldığı takdir ve beğenilerin yanında
eleştirilere de değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü
hepsinin ortak noktası olan, “Fotoğraf kullanmak,
kolaya kaçmak olmaz mı?” sorusu, aslında önemli
bir yanlış inanışa dayanmaktaydı. Bu bakışa göre,
teknik geliştikçe sanat azalacaktır. “Tüfek icad oldu,
mertlik bozuldu.” Gerçekte ise durum böyle değildir.
Tarih boyunca insanların geliştirdiği yeni teknolojiler,
Peki, “Kolaya kaçmak” anlamında değilse de resimde bir girdi olarak fotoğrafı kullanmanın koşulları var
mı? Olmalı mı? Tabii ki var ve olmalı.
- Başkası tarafından yapılmış bir fotoğraf, değiştirilse
de başka birinin resminde malzeme olmamalı bence.
- Kullanılan fotoğraf, kullanılan diğer teknik veya
teknikler ile aslından daha farklı bir ifadeye ulaşmış
olmalı ve bu ifade, sadece fotoğraf kullanılarak da
elde edilemeyecek bir nitelikte olmalı.
Fotoğrafın resme getirdiği olanaklar ise sanatçısına
yeni ve farklı birşeyler söyleme görevini hatırlatmaktadır.
Bundan sonra da resimlerimde fotoğraf ve gelişen
her yeni tekniği gerektiğinde elbette kullanacağım.
Adı “resmin plastik fotoğrafı” olan resim serüvenim
devam edecek. Boya ya da boya olmadan. Değişerek,yenilenerek, şaşırtarak her seferinde.
Ara sıra atölyeme konuklar geliyor, resimlerimi çok
gerçekçi buluyorlar. İçlerinden biri soruyor:
— Benim resmimi de çeker misiniz?
Çiğdem
Buçak
Telli
Ahmet
Gökhan
Demirer
Bu nedenle kullandığım teknik konusunda hiç de tutucu sayılmam. Yeter ki etkin kullanabileyim. Zaten
gelişebilmek, ileriye gidebilmek için öyle de olması
gerek kanımca. Yani resimde her şey bir malzeme
olabilir sanatçı için. Bu düşünce ile bir süre önce
aklıma fotoğrafı kullanmak geldi malzeme olarak.
Hemen kolları sıvadım ve Adana Onatça Sanat
Galerisi’nde ve Ankara Grup Sanat Galerisi’ndeki
sergilerimde izleyicilere sunduğum “Fotografik Kolaj”
çalışmalarım ortaya çıktı. (Yazımla birlikte bu sayfalarda bazılarını sizlerle paylaşıyorum.)
sanatçıların olanaklarını genişletip işlerini kolaylaştıran bir girdi olmuştur. Aksi halde insanoğlunun sanat
yelpazesi hiçbir araç gerece gerek duymayacağı
şiir, şarkı söylemek, dans ve pandomimin ötesine
geçemeyecekti.
KonukYazar
Yazar
Konuk
bu yaratı süreci. Ancak kesinlikle benim heyecanımın, sevincimin, coşkumun, duygusal patlamalarımın
ve hüznümün kaynağıdır bu süreç.
7
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Söyleşi
Kontrast
Cengiz Akduman
8
1952 yılında İstanbul’da doğdu. Yirmili yaşlarda tanıştığı fotoğrafla on yıl kadar amatörce uğraştı. 1984
yılında ilk atölyesini kurarak fotoğrafı iş edindi.
Yurtiçinde ve yurtdışında (Almanya, Bulgaristan,
Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Amerika) 18 kişisel
sergi açtı,pek çok karma sergiye katıldı. 1989-1993
yıllarında Anadolu Üniversitesi İletişim Sanatları
Bölümünde “Reklam Fotoğrafçılığı” dersleri verdi.
“Anlar ve Anılar” (1999) ve “Anadolu Kapıları” (2012)
adlı kitapları yayımlandı.
“Adnan Varınca”, “İsmail Türemen” ve “Bir Kültürün
Dokunuşu” adlı kitapların fotoğraflanmasında çalıştı.
Ayrıca “Kültürler Parkı: Urfa” ve “Diyarbakır Surları”
projelerini fotoğrafladı.
“Turkish Passport” adlı uzun metrajlı belgesel filmin
röportaj fotoğraflarını çekti, set fotoğrafçılığını yaptı.
İstanbul Modern Arşivinde yedi siyah beyaz fotoğrafı
bulunmaktadır.
“Dokunuşlar” adlı iki ciltlik (siyah beyaz ve renkli)
fotoğraf albümü üzerinde çalışmaktadır.
Sokak fotoğrafçılığı sizce nedir?
“Sokak fotoğrafçılığı” özgür bir kafa ile, hazırlıksız
yapılan en keyifli fotoğrafçılıktır. Basit olarak bu
tanımlama ile anlatabileceğim sokak fotoğrafçılığının
birinci amacı, bir kentin fotoğraf aracılığı ile sosyal
haritasını çıkarmaktır. Bunu yaparken fotoğrafçının
en önemli malzemesi insandır, yaşamdır.
Sokak fotoğrafının büyük ustası Robert Doisneau
(1912-1994) sözünü ettiğim insan/yaşam fotoğraflarının en iyi örneklerini çekmiştir. İşleri; Nazi işgalindeki Paris’den Partizanlara, Paris sosyetesinin
gece yaşamından Paris varoşlarına kadar geniş bir
yelpazeyi içerir. Bu fotoğraflarla Paris kentinin dünyada markalaşmasında önemli bir katkı sağladığına
inanıyorum.
Sokak fotoğrafçısı antenleri daima açık, karşılaşacağı şeyleri önceden planlamayan, özgür düşünceli
donanımlı biri olmalı. Yoksa çekeceği sokak fotoğrafları bir kentin turistik tanıtımını yapan fotoğraflar
olarak kalır. Sokak fotoğrafçılığında kurmaca yoktur,
an vardır. Sokak fotoğrafçılığında etik değerlere
uyulması adına bir otokontrol vardır.
Kontrast
Söyleşi
9
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Kontrast
Söyleşi
10
Sokak fotoğrafçılığı ile belgesel fotoğrafçılığın örtüşen yanları nelerdir?
Sokak Fotoğrafçılığı ile Belgesel Fotoğrafçılık küçük
nüanslar dışında iç içe geçmiş iki çalışma tarzıdır.
Birbirinin içine geçmiş gibi görünse de iki farklı çalışma alanıdır. Belgesel çalışan fotoğrafçının belge
oluşturmak sorumluluğu vardır. Gerektiğinde belgeselini yaptığı konu için farklı mekânlarda, kapalı
alanlarda, planlı programlı giderek randevulu bir çalışma koşulları yaratması gerekebilir. Belgesel çeken
bir fotoğrafçı bir konu üzerinde odaklaşmaktadır. Hal
böyleyken sokak fotoğrafçısının saptanmış bir konusu yoktur. Bu nedenle daha özgür, plansız çalıştığını
söyleyebiliriz. Ama her iki fotoğrafçı da hem fotografik açıdan, hem etik açıdan aynı dili kullanırlar.
Sokak fotoğrafçılığında estetiğin yeri nedir?
Örtüştükleri nokta da burada başlar. Hem sokak
fotoğrafı hem belgesel fotoğraf fotografik açıdan oynanmamış, kurgulanmamış, hiç bir biçimde değiştirilmemiş olmalıdır. Kime ne söyleyeceklerse doğrudan
anlatmalı, estetik açıdan dolambaçlı yollara sapmamalıdırlar.
Bütün bunların yanı sıra ister belgesel, ister sokak
fotoğrafçısı olsun; etik değerlere sonuna kadar bağlı
olmak zorundadır.
Salgado, “Migrations” belgeseline Yeni Delhi İstasyonunu çekerken hangi kaygıları taşıyorsa, Henri
Cartier Bresson da Hindistan seyahatinde tek tek
çektiği sokak fotoğraflarını çekerken aynı fotografik
kaygılar içindeydi ve aynı etik değerlere inanıyorlardı.
2005 yılı Ekim’inde Boston “President’s Gallery”de
“Kültürler Kavşağı Güneydoğu” adıyla Belgesel tarzda çekilmiş fotoğraflarımdan oluşan bir sergi açtım.
Serginin konusunu, sunduğum alternatifler içinden
beni çağıran organizasyon seçmişti. Sergi kokteylinde yanıma yaşlıca bir Türk yaklaştı ve “Hep böyle
fotoğraflar çekiyorsunuz. Boğaz Köprüsü, Efes,
Kızkulesi çekip getirseydiniz ya” dedi. Tabii çok kızdım, adama gereken cevabı da o anda verdim. Ama
otelime döndüğümde kendime çok kızdım ve adama
kızmamam gerektiğine inandım. Onun Amerika’da
bir göçmen olması, kompleksleri, gereksinimleri
onun estetik anlayışını benden farklı kılmıştı. Güzel
/Estetik olduğuna inandığı şeyleri Amerikalıların
görmesini istiyordu. Böylece ezikliğinin girdabından
az da olsa kurtulacaktı. Bana göre, Güneydoğu’dan
gösterdiklerim son derece estetik fotoğraflardı.
Estetiği “güzellik” olarak ele alıyorsak, sokak fotoğrafçısı “her güzel olanı çekecek” diye bir koşul yok.
Ancak, çektiği fotoğrafı da en basit kompozisyon kurallarına, en temel ışık kurallarına uydurarak çekmek
zorundadır.
Henri Cartier-Bresson, Ara Güler, Brassai, Marc
Riboud yaşamı boyunca unutulmaz “sokak fotoğrafçılığı” örneklerine imza atmıştır. Her kareleri birer
Kontrast
Söyleşi
duygu, birer estetik, birer kompoziyon, birer ışık
anıtıdır…
Her fotoğrafta olduğu gibi estetikten uzak bir sokak
fotoğrafı düşünülemez. Ama fotoğraf estetiğinin katı
kuralları bazı sokak fotoğrafları için zorunlu olamaz.
Henri Cartier-Bresson’un “elinde şemsiye ile su birikintisinden atlayan adamı” bunun tipik örneğidir.
O fotoğrafın kontağını bir kitabında gördüm. Sağdan
soldan gereksiz yere girmiş objeler, hatta kendisinin
ıslanmamak için girdiği saçağın duvarı bile girmiş
kadraja. Zorunlu olarak kadrajlanarak sunulmuş izleyiciye. Bu kadraj, fotoğrafçının o fotoğrafta duyduğu
estetik kaygıdır.
Fotoğrafı ne biçimde üretiyorsak üretelim, estetik
kaygıdan uzak olmamız mümkün değildir.
ğin girdabına kapılır gideriz, bazen grafik kaygılarla
boğuşuruz. Tüm bunlarla uğraşırken de bir bakarız
fotoğraftaki duygu elimizden kaçıp gitmiş.
Grafik kaygıları da, teknik donanımınızı da, duygunuzu da ve estetik çabalarınızı da çekim anında harmanlamanız lazım karenin içinde. Bu böyle olmadığı
zaman, “aman şunu da photoshop ile hallederim”
dediğinizde sırıtan, eksik, sığ bir fotoğrafla karşı
karşıya kalıyorsunuz.
Benim için fotoğraf: insan ya da insana dair şeyler.
Hâl böyleyken bu fotoğraflarda duygu olmadığı
zaman berbat görüntülere dönüşüyor hepsi. Duygusuz bir insan nasıl size sıkıntı verirse, duygusuz bir
Bir söyleşinizde ‘fotoğrafta duygu olmalı’ diyorsunuz,
bunu bizim için biraz açar mısınız?
Evet, bir söyleşimde “bence fotoğrafta duygu olmalıdır“ demiştim.
Eğer bir fotoğrafın söyleyecek sözü ve alıp sizi bir
yerlere götürecek duygusu yoksa bence o fotoğraf
eksik, sığ ve sıradan bir fotoğraftır. Ne yazık ki dijital
teknolojinin getirdiği kolaycılıkla son yıllarda karşıma çok sayıda duygudan yoksun fotoğraf tekrarları
çıkıyor.
Fotoğrafta anlatım, bıçağın sırtı gibidir. Bazen tekniAFSAD
Eylül - Ekim 2012
11
Söyleşi
Kontrast
fotoğrafa bakmaya da gönlünüz
elvermez. Tabii sözüm masa
başında peydahlanmış fotoğraflar
için değil. Onlar ne yaparsa yapsın “ben duygusuzum” diye
bas bas bağıran fotoğraflar.
12
Örneğin, deneye deneye deneysel fotoğrafı siyah zeminde kırmızı
bir lekeye kadar indirgediler bazı
deneysel fotoğrafçılarımız. Benim
için ne yazık ki duygu yoksunu
grafiklerdir bu kareler. Ancak Arif
Aşçı’nın pazar tentelerine vurmuş
gölgeleri, Cengiz Karlıova’nın
Kırkpınar’da kafa çekip nara patlatan Trakyalıları, Nevzat Çakır’ın
bir Muğla sokağında keman çalan
çalgıcısı, Ara Güler’in hemen
tüm İstanbul fotoğrafları, Hüsnü
Atasoy’un toplumsal olaylarda
çektiği çalışmaları vs. gibi fotoğraflar bizleri bir yerlere alıp götüren, duygu yüklü fotoğrafa örnek
olacak işlerdir.
Fotoğrafta, özellikle de sokak
fotoğrafında sayısal müdahale
konusundaki görüşleriniz?
Bunu “fotoğrafta sayısal müdahaleye karşıyım” diyerek cevaplamak istiyorum. Sayısal müdahale
olarak ne yapıldığına, ne yoğunlukta yapıldığına bağlı tabii
ki… Örneğin HDR denen bir melanet çıktı. Azı karar çoğu zarar
bir melanet. Bu arada eklemeler
çıkartmalar, gün batımlarını abartarak turuncudan geçilmeyen
kareler. Geçenlerde “facebook”ta
amatör bir fotoğrafçı bir Urfa
fotoğrafı yayınladı. Baktığınızda önde standart mavi poşulu
bir Urfalı amca arkasında cami.
Şimdi ne var bunda diyeceksiniz.
O fotoğrafın çekilebilmesi için o
adamın fotoğrafçı ile birlikte Ayn Zaliha Gölü’nün
üstünde duruyor olması lazım ki, cami de o konumda olsun… Sordum “facebook”ta “hangi objektif,
müdahale var mı” filan diye, hemen sorumu da beni
de sildi! Adamın montaj olduğuna yüzde yüz kalıbımı
basarım. Eh, bu fotoğrafı ancak montajla yapabiliyorsun. O zaman yiyemeyeceğin lokmayı yutmaya
çalışma… Bunun gibi yüzlerce örnek…
Baskı yaparken nasıl kontrastı ile oynuyorduk, nasıl
fazla pozlama az pozlama, kadrajlar yapıyorduk.
Bunun dışında fotoğrafa yapılan dijital müdahalelere
karşıyım. Tabii belegeselden, sokak fotoğrafından,
insandan söz edip de müdahale yaparak iş üretenlere bu lafım.
Bu arada sayısal müdahaleler ile iş üreten ve oldukça da başarılı işler çıkartan ustalar var. Bunlar zaten
deneysel fotografinin kaleleri. Açıkça işlerini ortaya
koyuyorlar ve işleri müthiş işler. Ben izlemekten keyif
alıyorum. Örneğin Ahmet Elhan, Murat Germen,
Orhan Cem Çetin ve Nuri Bilge hemen adını sayacağım dört fotoğraf ustası.
Ama acemice çekilmiş işlerini bir şeye benzetmek
için sağına soluna bir şeyler yapıştıranlara elimden
geldiğince karşı duracağım.
Türkiye’de çocuklarla birlikte yapılan ilk fotoğraf çalışması 8 Ekim 1999 tarihinde İzmit’te başladı. Marmara
depremi, vurduğu yeri yıkarken, yakın ve uzak çevresindeki hayatları da etkilemişti; ortalık toz dumandı;
değerler ve yargılar da öyle. O dönemi kapsayan ve
“Marmara depreminin toplumsal alanlarda, kültürel
yargılarda, insan ilişkilerinde, ahlaki değerlerde yarattığı-geçici-etkileri” ele alan bir araştırma yapılacak
olursa ilginç verilere ulaşılacağını düşünüyorum...
Çocuklarla ilk fotoğraf atölyesi, afet sonrasının can
kurtarma çalışmaları bittikten hemen sonra, geride
kalanların hayatı idame ettirilebilmesi için gerekli
koşulları yaratmaya çalışan gönüllüler tarafından
başlatıldı.
Daha önce dünyada çocuklarla fotoğraf konusunda
çok sayıda pratik yapılmıştı. Bunlardan bir tanesi,
komşu İran’da Fotoğraf Federasyonu’nun “çocuk
fotoğrafçılar istasyonu” ve yıllardır sürdürdüğü
uluslararası fotoğrafçı çocuklar festivaliydi. Bir diğeri
Bangladeş’te Drik Fotoğraf Ajansı’nın çocuklarla
yaptığı fotoğraf ve film çalışmalarıydı, diğeri Filistin
mülteci kamplarında Avrupalı fotoaktivistlerin çocuk
fotoğrafçılar ve sinemacılarla çalışmalarıydı, bir diğer
örnek, Fransa’da, özellikle Kuzey Afrika’dan göçle
gelen ailelerin yaşadığı mahallelerde, fotoaktivistlerin
gerçekleştirdiği çocuklara yönelik fotoğraf çalışmalarıydı...
İzmit’teki çalışma da bu damardan beslenerek işe koyuldu. Aynı sıralarda Hindistan’ın Kalküta şehrinde,
yine bir grup fotoaktivist çocuklarla fotoğraf çalışması
yapıyor ve aynı zamanda sürecin belgesel filmini
hazırlıyordu ki, bu film birkaç yıl sonra “Kalküta’nın
Çocukları” adıyla önemli sinema festivallerinde
gösterilecek ve ödüller alacaktı. İzmit’teki çalışma ise
TRT ve Japon NHK televizyonları tarafından belgelenmiş, TRT’nin yapımı daha sonra Avrupa Yayın
Birliği’nin saygın ödüllerinden birini almıştı.
Velhasıl, Türkiye’de fotoğraf âleminin gündemine
o girişin ardından, çocuklarla fotoğraf çalışmaları
yaygınlaşarak, çeşitlenerek sürdü geldi. Bu süre içinde, toplumun marjına itilmiş çocuklarla, hak ihlaline
maruz kalmış gruplarla, zihinsel ve bedensel engellilerle, dezavantajlı olanlarla, fırsat verilmemişlerle,
risk altındakilerle, farklı etnik ve kültürel kökene sahip
olanlarla... derken belki binlerce çocukla fotoğraf
atölyeleri yapıldı.
Bu çalışmaları gerçekleştiren grupların çoğu birbirinden az çok haberdar, ama neyi nasıl yaptıkları konusunda tam bir iletişimsizlik, hatta ilgisizlik
halindeydi. (Bu durum şaşırtıcı olmasa gerek; çünkü
kültürel hasletlerimizden en başta geleni, herhangi
bir mevzudan haberdar olmakla yetinmek, o meseleye dair neyin biriktirildiğini merak edip, nasıl yapılAFSAD
dığını araştırmamaktır. Mesleksiz ve kâğıt kalemsiz
insanlar topluluğunun nadide özeliklerinden biri de bu
olsa gerek. Taş taş üstüne koymak denilen şey, bu
kültürel iklimin yetiştirdiği seçkinlerin, fırsat bulmuşların, imkân sahiplerinin pek umurunda değildir. Galiba
bu nedenle Amerika Kıtası’nı yeniden keşfetmekle
kalmayıp her seferinde Batı Hint Adaları sanmaktan
hoşlanıyoruz... Bu zaruri parantezi kapatıp devam
edelim) Çocuklarla yapılan fotoğraf çalışmalarının
ilkelerini, yöntemini, pedagojisini, politikasını da içeren “Çocuklarla Fotoğraf El Kitabı” 2000’lerin başında yayınlandı. Aradan bunca zaman geçti, pratikler
çoğaldı, yöntemler değişti, gelişti, farklı gruplar ve
kişiler çok önemli deneyimler biriktirdi.
Benim de dahil olduğum son iki çalışmadan biri
tamamlandı, diğeri sürmekte. Tamamlanan atölye,
üç ay boyunca, haftada üç gün, üçer saat çocuklarla buluşarak Şırnak, Van, Yüksekova, Mardin ve
Batman’da yapılan “Fotoğrafla Hatırlamak” çalışmasıydı. Sergisi çocukların katılımıyla kendi şehirlerinde
açıldı, kitabı geçen ay yayınlandı. Memleketin doğu
yakasında yaşayan elli çocuğun kendi hayatlarından
aktardıkları elli fotohikâye, çarpıcı olduğu kadar derin
bir toplumsal kesiti görünür kılıyordu.
Van’da devam eden yeni atölye ise üç ay sürecek,
Eylül ayında tamamlanacak. Konteynır kentlerde, çadırda yapılan bu çalışma her gün iki grup halinde ve
her grupta 10-15 kadar çocuğun katılımıyla üçer saat
sürüyor. (Bu süreleri ve sayıları bilhassa yazıyorum
ki çocukların eline makine verip “hadi çekip gelin”
dediğimiz düşünülmesin, çocuklarla birlikte öğrenme
süreci kurguladığımız vurgulansın.)
Van’daki atölyenin amacı da tıpkı “Fotoğrafla Hatırlamak” çalışmasında olduğu gibi, bir ifade aracı olarak
fotoğrafı kullanarak, kendi hayatımızdan hikâyeler
anlatmak. Her hafta İstanbul’dan iki fotoğrafçı Van’a
gidiyor ve Vanlı arkadaşlarımızın da düzenli katılımıyla çocuklarla birlikte önemli bir pratik geliştiriyorlar. Çalışma bitince kitap ve sergi hazırlıkları başlayacak. Bu atölyenin dışında başka pek çok çalışmanın
yapıldığını ya da tasarlandığını biliyorum.
Bence bu deneyimleri bir araya toplayarak 1999’dan
bu yana çocuklarla fotoğraf çalışmalarında neler
yapıldı, nasıl yapıldı, nasıl yapılabilir konularını ele
alan bir konferans yapmanın zamanıdır. Bunu kim
yapar, fotoğraf alanında yarışma becermekten daha
kalıcı, kapsamlı, kontrollü ve derin bir kurumsallaşma yaratamamış olan fotoğraf âlemimizin böyle bir
ihtiyacı var mıdır o ayrı bir mevzu, akademya ise
bambaşka... Münih Üniversitesi’nde pedagoji kürsüsü, didaktik metodoloji çerçevesinde, çocuklarla
birlikte öğrenmeyi esas alan ve Türkiye’de çocuklarla
yapılan fotoğraf çalışmalarını eksene yerleştiren iki
doktora tezini yıllar önce hazırlamıştı da...
Eylül - Ekim 2012
Kısa
Çekiç
f/64Metraj
Özcan Bora
Yurdalan
Bora Çekiç
Kısa Metraj
Fotoğrafın Çocukları
13
Söyleşi
Aysel Altun
- T. Deniz
Çakır
Dosya Konusu
Sokak
Fotoğrafçılığı
Rastgele!
Mustafa Önder
14
Sydney
Yine sokaklardayım, yine ‘fotoğraf avına’ çıktım.
Evet, yanlış duymadınız ‘av’ kelimesini kullandım.
Çünkü benim için fotoğraf çekmek bir nevi avlanmaktır. Bunu aslında çocukluğumda, her haftasonu pazar
olduğunda ava giden babama borçluyum. İstanbul’da
olmamıza rağmen, babam bazen otobüsle, bazen
arkadaşının arabasıyla bir saat uzaklıktaki, o zamanlarda bana uçsuz bucaksız gelen yerlere beni de
götürürdü. Beni avdan çok, güneşin doğumundan batımına kadar yürümek, kâh köpeğimizin bize gösterdiği yöne, kâh kuşları takip ederek günü geçirmenin
verdiği haz etkilerdi. Avlanmasam da, gün boyunca
ağaçlarda, nehirde, havadaydı gözlerim. Yani bir nevi
tek yaptığım şey etrafı gözlemlemekti. Yıllar sonra fotoğrafa merak saldığımda, bu sefer kendimi İstanbul
sokaklarında, ‘fotoğraf avına’ çıkmış halde buldum. O
gün bu gündür sokaklar bana sınırsız avlanacak malzemeyle, yani fotoğrafla dolu gelmiştir. Bu nedenle
artık içgüdüsel olarak, her sokağa çıktığımda gözüm
her daim avını arayan bir avcı misali açık, elim makinamın deklanşöründe her an çekime hazır bir şekilde
tetiktedir.
Sokak fotoğrafçılığının tarihi aslında fotoğraf tarihi
kadar eskilere dayanır. Özellikle makinelerin taşına-
bilirliğe ulaşması ile birlikte fotoğrafçılar da, tabir-i
caizse, kendilerini sokaklara atıp, yaşadıkları şehri,
sokaklarında olup bitenleri, kısaca günlük yaşamlarında tanık olduklarını belgelemeye başlamışlardır.
Stüdyolarında çektikleri portre tarzı fotoğraflardan
kazandıkları para ile geçimlerini sürdürürken, sokakta
tanıklık ettiklerini, kendi özel projeleri için çekmişlerdir. Önceleri, her ne kadar gerektiği önemi görmese
de, sokak fotoğrafçılığı yıllar geçtikçe başlı başına
kendi tarzını oluşturmuştur. Bu tarzın öncü ve önemli
isimleri arasında Henri Cartier-Bresson, Robert
Frank, Ara Güler, Robert Capa, Diane Arbus, Elliot
Erwitt, Lee Friedlander ve Martin Parr sayılabilir.
Sokak fotoğrafçılığının sınırları; sokaklarla birlikte
parklar, ulaşım araçları, plajlar gibi bütün umuma
açık yerlerde tanık olduğunuz ve bu tanıklığı kendi
görüşünüzü de katarak bir kadrajda sunmanızdır.
Genellikle sokak fotoğrafı dendiğinde insan öğesi
olmazsa olmazlardandır; ama kurgusuz, anlatımı
güçlü, gerçek olan insansız kareler de bu tarza girer.
Her ne kadar sokak fotoğrafları birbirine benzer gibi
görünse de, yıllar geçtikçe kendinize ait bir çizginizin
oluştuğunu görürsünüz. Sokak fotoğrafçılığı yorucudur, bazen bütün gün dolaşır bir kare bile çeke-
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
15
La Paz, Bolivya
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
16
Saigon, Vietnam
mezsiniz, ama hiç ummadığınız bir anda öyle bir
kare yakalarsınız ki, bütün gün dolaştığınıza değer.
Ve gördüğünüz bir karenin tekrarı, yani sonra gelir,
çekerim diye bir ihtimali yoktur. İşte bu heyecan,
bu arayış ve özellikle bu arayış içinde yaşadıklarım
bana müthiş haz veriyor.
Her şehrin kendine özgü ruhu vardır ve bunu en iyi
sokaklarında görürsünüz. İstanbul hem doğup büyüdüğüm, hem de fotoğrafı ilk öğrendiğim yer olması
bakımından bende çok önemli
bir yer tutsa da, İstanbul sonrası
uzun süre yaşadığım New York
şehri bana sokak fotoğrafçılığı konusunda çok şey öğretmiştir. New
York öyle bir şehir ki, siz istemeseniz de kendinizi sokaklarında
yürürken bulursunuz. Özellikle bir
fotoğrafçı için yürümediğiniz her
an neredeyse bir fotoğraf kaçırdığınızın işaretidir. New York
dünyanın dört bir yanından gelip,
buraya yerleşmiş göçmenlerden
oluşmuş ve her göçmen kitlesi de
yerleştikleri muhite bakkalından
kuyumcusuna, restoranından
pazarına, camisinden kilisesine
kadar kendi kültür ve alışkanlıklarını yansıtan renkliliği de getirmiş.
Bu böyle olunca da, gittiğiniz her
mahallede kendinizi başka bir
ülkede bulmak işten bile değildir.
Bu çeşitliliğin getirdiği renklilik, biz fotoğrafçılar için
de sonsuz malzeme demek. Tam ‘bu şehirde çekilecek konu kalmadı’ diye düşünürken, hiç olmadık
bir anda bir kare objektifinize takılır. Ve New York
yine sizi şaşırtır. Kısaca, New York’un özellikle sokak
fotoğrafçıları için sunduğu olanaklar hem insanı,
hem de sanatsal anlamda beslenmenizi ve kendinizi
geliştirmenizi sağlar. Öte yandan New York şehri
kaç yaşında olursanız olun sürekli yeni bir şeyler
öğrendiğiniz bir okuldur. Hele biz fotoğrafçılar için bir
Missbehave, NYC
Sokak Fotoğrafçılığı
New York’ta geliştirdiğim sokak fotoğrafçılını,
zaman içerisinde gittiğim,
gerek Amerika içinde ve
gerekse dünyanın dört
bir yanındaki şehirlerde
de uygulama imkânı buldum. Gittiğiniz yerlerin
kültürüne göre, insanların
fotoğrafçıya bakış açısı
da farklılıklar gösterir. Bazı ülkelerde sokak
fotoğrafçılığı yapmak çok
kolayken, bazı ülkelerde
ise neredeyse bir fotoğraf
için bütün gün uğraşmanız, insanlarla deyim yerindeyse ‘köşe kapmaca’
oynamanız gerekebiliyor.
Mesela, Vietnam’da insanlar makinayı gördüğü
anda yüzlerini saklarlarken, Küba’da neredeyse
bunun tersine, sokakta
herkes poz vermek için
yarışır. İşte bu nedenle
sizin insanlara nasıl yaklaşmanız, onları kızdırmadan, fark ettirmeden,
poz verdirmeden, doğal
ortamlarında nasıl çekmeniz gerektiği gibi birçok deneyim kazanmanızı sağlar. Tam ‘stratejimi
belirledim’ dediğiniz anda
bile, başka bir boyutta
bir sorun karşınıza çıkıp,
başka bir taktik uygulamanızı gerektirebilir.
Her sokak fotoğrafçısı
gibi ben de fotoğraflarımı pozsuz, habersiz, doğal
ortamında, gerçeği yansıtarak çekmek için uğraşıyorum. Bunda içgüdünüz, çabukluğunuz ve tabii ki de
şansın çok büyük etkisi vardır.
Sokak fotoğrafçısı korkusuz, atak ve çabuk olmalı.
Fotoğrafını çektiğiniz kişi çekildiğinin farkında olmazsa işiniz kolay, ama bazen de bunu başaramayabilir
ya da mecburen açık açık çekmek zorunda kalabilirsiniz. İşte böyle durumlarda, tepkisinin nasıl olacağını bilmediğiniz birini fotoğraflamak kolay değildir.
Ama ne yapıp edip önce fotoğrafı çekmek, sonra gerekirse niyetinizi açıklamakta yarar vardır. İşte bence
bütün heyecan da burada yatıyor. Sonuçta, anlık
da olsa bir insanın hayatından bir kesiti, bir hareketi
izinsiz belgeliyorsunuz, hatta biraz ileri gidersek,
AFSAD
Dosya Konusu
türlü mezun olamadığınız, ya da daha doğru bir
deyimle, mezun olmak
istemediğiniz, her yıl
tekrar etmek istediğiniz
bir okuldur âdeta.
17
Havana
özel hayata müdahale etmiş oluyorsunuz. Ama bunu
dozunda, art niyet olmadan ve kibar bir şekilde yaptığınızda kimsenin itiraz etmediğini göreceksiniz. İtiraz
edildiği durumlarda da, kendinizi ve ne için çektiğinizi anlatmalısınız. Emin olun, içgüdüleriniz size bu
konuda yardımcı olacaktır.
Yıllardır hem gezi hem de sokak fotoğrafçılığı yaptığım için, adeta vücudumun bir organı haline gelen
makinemi çok nadir almadığım günlerde kaçırdıklarımı gördükçe az dövünmemişimdir. Bu nedenledir ki,
makinenizi her an yanınızda bulundurmakta yarar
var derim. Gerek teknik, gerekse profesyonel anlamda SLR makinaların önemi tartışılmaz olsa da
büyüklüğü ve ağırlığı nedeniyle her daim yanınızda
taşımanın ne kadar zor olduğunu bilirim. Bunun
Eylül - Ekim 2012
Fotoğraf
ve Estetik
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
18
Nostrand Ave., Brooklyn
yanısıra, sokaklarda insanlar büyük bir makina gördüklerinde daha çok itiraz edebiliyorlar. Bu nedenle
günümüzde boyutu iyice küçülen yarı-profesyonel
SLR makinalarla, teknik kalitesi neredeyse SLR
makinalara yaklaşan kompakt makinalar bu sorunu
da neredeyse ortadan kaldırmış bulunuyor. Ve daha
da önemlisi, küçük makinalar çok göze çarpmadığı
için sokak fotoğrafçılığı için kaçınılmaz avantajlar
sunuyorlar.
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotoğraf Bölümünde okurken en çok zevk aldığım
derslerin başında Prof. Sabit Kalfagil hocamızın
verdiği ‘Belgesel Fotoğrafçılık’ dersi gelirdi. Benim
hem teknik, hem de anlatım olarak fotoğrafı anlamamda ve ileride tarzımı oluşturmamda çok büyük
katkısı olan hocamla ilgili bir anımı paylaşarak yazıyı
bitirmek isterim.
Her hafta ödev için İstanbul’un eski mahallelerinin
sokaklarını arşınlardık. Balat, Fener, Eyüp, Eminönü,
Beyazıt’ın dar sokaklarını, meydanlarını, parklarını…
90’ların başıydı ve doğal olarak neredeyse hepimiz
analog makine kullanıyorduk. Ve tabii ki sınırlı sayıda
da film kullanma hakkımız vardı. Yani, başka bir
deyişle, her çekeceğimiz kareyi iyice hesaplayıp öyle
deklanşöre basıyorduk. Derste o hafta çektiklerimizi hocamıza gösterirken öğrenciliğin ve acemiliğin
verdiği naiflikle, benimle birlikte bütün sınıf arkadaşlarım, sırasıyla fotoğraf çekerken başımızdan geçen
olumsuzlukları ve fotoğrafın neden iyi olmadığının
mazeretlerini sıralamaya başladık. Sabit Hocamız
mazeretlerimizi yarıda kesip “Çocuğum, mazeretlerini bir gün kitapta toplarsın, eğer ilgilenirsem ben de
alır okurum. Şu anda mazeret değil, sadece fotoğraf
göster” dedi.
Hiç aklımdan çıkmayan bu diyalog, hem kendimi hem
de fotoğrafçılığımı geliştirmemde çok rol oynamıştır.
Çünkü fotoğrafçı olarak çekim anında hepimizin
başından bir sürü olay geçiyor. Bazen gördüklerimiz
güzel bir kareye dönüşüyor bazen de o ya da bu nedenle ya çekemeden, ya da kötü bir kare olarak çöpe
gidiyor. Özellikle sokak fotoğrafları için bu tartışılmaz.
Her şey o an olmuş ve bitmiştir, tekrar etme şansınız
yoktur. Yakaladınız yakaladınız, yoksa hepsi birer
mazeretten ve anıdan öteye gitmez. Yani, kısaca,
fotoğraf ya vardır ya da yoktur. Avınız bol olsun.
www.mustafaonder.com
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
19
Brooklyn Bridge, NYC
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Mehmet Ünal
Dosya Konusu
Fotoğraf
ve Estetik
Sokak Fotoğrafçılığı
Sokak Fotografı
20
Fotograf, içerisinde birçok akımı barındıran bir uğraş. Hangi türden çekim yapılırsa yapılsın, fotograf
çekmeye yeltenenlere bir reçete sunmak yersiz bir
davranış olduğu gibi gereksizdir de. “Sokak Fotografçılığı” hakkında ‘iri sözler’ etmek yerine, gözlemlerimi
aktarmayı uygun görüyorum. Bu işte yıllarını geçirmiş
insanların deneyimlerini aktarmasından pek hoşlanmışımdır. Ben de burada, kendi deneyimlerimden
örnekler vermek istiyorum.
Plan Yapmak
Sokakta fotograf çekmek istediğimde, çerçevesi çok
katı olmasa da, bir plan yapmaktan yanayım. Böylelikle, neyi, nasıl yapacağım hakkında kendimi yönlendirebiliyorum. Bu planı yapmazsam, sanki neye nasıl
bakacağımı bilemez gibi oluyorum. Gerek yazılı,
gerekse yazısız bir liste oluşturuyorum. Böylece,
aşağı yukarı neleri çekeceğime karar vermiş oluyorum. Birkaç örnek: çöp, kentten ayrıntılar, duvarlar,
kent insanları ya da 5 ila 10 fotograftan oluşan bir
seri vesaire..
Zamanlama olarak bir sınır koymuyorum (ki, konulsa
belki daha disiplinli çalışılmış olur).
Bir zaman kısıtlaması uygulamak, belki olası tembelliği önleyebilir... Ancak stres de yapmamaya özen
göstermek gerekir. “Fotograf kaçmaz”. Tam tersine
ne istenildiği belirlenince, “o fotoğraf” size kendiliğinden gelebilir.
Sıklıkla gazetelere, dergilere bakarım. Belki oradaki
haberlerden “ilginç bir haber”, fotografa nasıl dönüşebilir, nasıl uygulanabiliri düşündürür. Başkalarının
ne yaptığını, neler çektiğini, nasıl çektiğini bilmenin,
bilgi alanımı genişletiğine inanırım. Sokaktaki insanların giysilerini, davranışlarını sürekli izlerim. Bazen
aniden bir seri fotograf oluşturabilecek bir konuya
rastlayabilirim. Birçok nedenden dolayı, iyi bir plan
yapmak her zaman iyidir.
Bakmasını - Görmesini Öğrenmek
Planımı yaptıktan sonra, sokaklarda yürürken gözlerim bu planda yazdıklarıma en yakın objeleri arar.
Bir planım olduğunda, fotograflarını çekmeyi hedeflediğim nesneleri daha sık ve çok görebilirim. Sanki
aradıklarım aniden karşıma çıkıverirler. Daha önce
dikkatlice bakmadığım, ama çekmeyi tasarladığım
birçok nesneyi karşımda bulurum.
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
21
İstanbul’da uzun süre yaşamaya karar verip, buraya yerleştiğimden bu yana, buradaki fotografçıların
ağırlıklı olarak “teknik” üzerine konuştuklarına tanıklık ediyorum. İçerik konuşanlar azınlıktalar. Bence
bakmak-görmek ve fotograf aygıtından bakmak,
şimdiye dek geliştirilmiş tüm tekniklerden önemlidir.
Zamanımız teknolojisinde fotograf aygıtlarını kullanmak “çocuk işi” denilecek düzeyde kolay. Analog
dönemde bu makineleri kullanmak için, hangi film,
hangi diyafram, hangi enstanteneye karar vermesini
öğrenmek gerekiyordu. Kısacası; bakmasını, görmesini, fotograf aygıtından görmesini beceremiyorsam,
makineyi çok iyi de kullansam, bir fotografa ulaşamam.
Görme kabiliyeti fotograf makinesiz de geliştirilebilir.
Gözlemlemenin önemi tartışılmaz. Otobüste, trende,
gemide, nerede olursanız olun gözlemlemeli, gördüğünüz nesneler görsel olarak beyinde tespitlenmelidir. Bu alıştırmalarla gözlerimi sürekli çalıştırarak,
tembelleşmesini önlediğimi düşünürüm. Bu alıştırmaların tek nedeni, fotografta görmenin ne denli önemli
olduğunun altını kalın bir çizgiyle çizmektir...
Işık
Işık olmazsa fotograf da olmaz. Sokak çekimlerinde
ışığa hükmedemezsiniz, ya da onu yönlendiremezAFSAD
siniz. Var olan ışığı kabullenmek durumundasınız.
Ancak, zamana hükmedebilirsiniz. Fotograf çekmeye
çıkarken kendinizi sokaktaki ışığın durumuna uydurabilirsiniz. Güneşli havada ışık ve kontrast sert
olduğundan, hem siz hem de makine için bu duruma
hâkimiyet zor olur. Sokak fotograflarında tercih edilen ve fotografçılar arasında neredeyse “genel kural”
olarak kabul edilen; ışığın biraz azaldığı sabahın
erken saatleri ya da akşamüstleri ve/veya bulutlu havalardır. Konunuza göre belki sert ışıklı zamanlar da
doğru olabilir. Bu durum yaptığınız planla, çekmek
istediğiniz konularla da ilişkilidir...
Işıkla her türden “oyun” yapılabilir. Ancak, ışık ve var
olan ışığı fotografa uygulama konusu ne kadar iyi
öğrenilirse, sonuçlar da o denli sevilmeye adaydır.
Fotograf Tasarımı
İyi fotografın yarısını fotografı çekerken yaptığımız
tasarım oluşturur. Yani; “kadraj”. Bunu becerebilmek,
çoğunlukla aranızdaki farkın anlaşılmasını da beraberinde getirir. Başka bir söylemle “farklılık” ortaya
çıkar. Bir objeyi fotograflayan yüz kişiden doksan dokuzu aynısını yapıyorsa, böyle bir fotograf ‘olağan’ın
sınırları içerisinde kalır. İşte bu sınırı zorlamak,
diğerlerine göre “farklı” bir yerden bakmak önemlidir.
Günlük yaşama herkes gibi bakmaktan vazgeçmek,
Eylül - Ekim 2012
Fotoğraf
ve Estetik
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
22
ona farklı, hatta “özgün” bir bakış geliştirmek önemlidir. Fotografın bir dizi kuralı vardır. Bazen bu kural-
lara uymayı terketmek de iyi bir fotografa ulaşmayı
sağlayabilir. Bu sınırları tanımak ve tanıdıktan sonra
bu sınırları zorlamak yanlış bir tavır
değildir. Bu düşünceyle, “Altın Oran”
denilen tanımlamayı reddetmek yerine, bazen ona uymamanın, farklı bir
sonuca ulaşmayı sağlayabileceğinin
altını çizmeyi amaçlıyorum. Ancak,
tüm bu kuralları iyice uygulayabilir
hale getirdikten sonra, bu kuralların
sınırlarını zorlamak daha yerinde
bir davranış olur. Kısacası, tüm bu
bilinçli zorlamalar sonrasında, ilginç
olmayan bir nesneden iyi bir fotograf
elde edilebileceği gibi, ilginç olan bir
nesnenin de çok can sıkıcı bir fotografı çekilebilir.
Makine Ayarları
Ben insan fotografları çektiğim için,
genellikle minik makineler kullandım.
Hâlâ da kullanmaktayım. Büyük makineler insanları hep korkutmuştur...
Şimdiki duruma göre açıklarsam, bu
minik makineler ile P ile çekim yapıyorum. Böylece olası riskleri azalttığıma inanıyorum. Başka bir deyişle,
artık makine benim için düşünüyor.
1890’larda Kodak firmasının “siz
Genel Söylenebilecekler
İnsanları çektiğim için, fotografını çekeceğim insanlara ne kadar yaklaştığım sık sık soruluyor. İnsanlara
yaklaşmak, onlarla ilişki kurabilmek bir deneyim meselesi. İşin burasında, fotografını çekeceğim insanlar
dan izin alıyor muyum sorusu da iliştiriliyor. Buna
yanıt vermek güç. Bu, daha çok o anki duruma bağlı.
Önce ya da sonra olabilir. Hatta bazen çekmek için
izin istemeye olanak olmayabilir. İşte burada “NİYET”
önemlidir. Hukuki sorunlar da ortaya çıkabilir. Ancak,
bunca yıldır insan çektim ve şimdiye dek hukuki bir
sorun yaşamadım. Almanya’da çalışmama (orada
kurallar daha da serttir) karşın, şimdiye dek mahkemeye verilmemiş fotografçılar arasında olduğum için
kendimi mutlu hissediyorum.
Sokak fotografı hakkında söylenebilecekleri, böylesi
kısa bir yazı ile açıklayabilmek zor.
Sokak fotografı adından da anlaşıldığı gibi sokaklardaki, caddelerdeki, meydanlardaki yaşamı kapsıyor.
Diğer bir deyişle, sokak, fotografçısı için bir sahnedir.
“An” yakalamak her sokak fotografçısının özlemidir.
Aynı zamanda sokak yaşamının atmosferini yakalamak da özel bir anlam taşır. Kesin bir kuralı yoktur.
Bana göre sokak fotografı, çekim yapılan kentte, insanla kentin bir kesitini göstermelidir. Sokak fotografı,
çok tabii insansız da olabilir. Güzellikleri gösterebildiği gibi, kentteki çirkinlikleri de gösterebilir. Renkli ya
da siyah beyaz olabilir. “Doğrudan fotograf” olabileceği gibi “şiirsel” de olabilir. Her ikisi birarada ola-
Yaşam sürüyor, yaşam fotografçıya poz vermiyor...
Sokak Fotoğrafçılığı
bilir ise “MUHTEŞEM“ olur. Sokak fotografı sadece
İstanbul, Londra, New York gibi büyük kentlere özgü
değildir. Adı hiç duyulmamış köylerde de çekilebilir.
Dosya Konusu
deklanşöre basın, gerisini bize bırakın” reklamı günümüzde devrimini yaşıyor. Yani yüzyirmi yıl sonra da
pek bir değişiklik yok!
23
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Engin Güneysu
Dosya Konusu
Fotoğraf
ve Estetik
Sokak Fotoğrafçılığı
Sokak Fotoğrafçılığı Üzerine Birkaç Söz
24
Sanırım bir yaz günüydü, fotoğrafçı dostum İlker Gürer bir sohbetimiz sırasında, Trent Parke başta olmak
üzere, birkaç isimden bahsetti ve bana bu isimlerin
yer aldığı “in-public.com” web sitesini önerdi. O güne
kadar bir çok sokak fotoğrafı çekmiştim fakat sokak
fotoğrafçılığı ile ilgili en önemli temel fikri bu web
sitesi sayesinde anladım. Sokak fotoğrafı aslında
tekil fotoğraflardan oluşan, doğal ve zamansız insan
anlarının kaydedilmesinden ibaret değildi; sistemli ve
yoğun bir konsantrasyon gerektiren bir fotoğraf tarzıydı. Daha sonra yaptığım araştırmalarda Türkiye’de
yaşayan her ciddi fotoğrafçının kendine has sokak
fotoğrafları olduğunu gördüm. Fakat maalesef kollektif oluşumların olmayışı, daha doğrusu yakın zamana
kadar olmaması, çekilen fotoğrafların birbirinden bağımsız fotoğraf tarzlarına göre şekilenmesine sebep
olmuş ve bir fotoğraf ekolümüzün olmasına engel
teşkil etmiş.
Türkiye’de sokak fotoğrafı çeken bir çok isim var,
fakat ben dikkatimi çeken bazı isimlerden bahsetmek
istiyorum. İlk olarak Ömer Orhun’un siyah beyaz
Taksim ve Nişantaşı serileri aklıma geliyor. Geniş açı
objektifin, distorsiyonu sebebiyle sokak fotoğrafçılığında kullanılması zordur. Ömer Orhun ise bu dis-
torsiyonu güzel kullanmış ve gözü rahatsız etmeyen,
siyah beyaz film ile de ortak bir dil sağladığı fotoğraf
serileri elde etmiş. Geçtiğimiz yıllarda THY ve Skylife
dergisinin gerçekleştirdiği ‘Onikiler’ adındaki belgesel
fotoğraf projesinde kendisi ile aynı çalışmada yer
almak bana büyük mutluluk vermişti. Özellikle bu
çalışma esnasında, kendisinin Çin’de çekmiş olduğu
çalışmalardan oluşan kontakları görme şansım oldu
ve hayranlıkla izledim. Umarım ileride bu çalışmaları
bir kitap halinde görmemiz mümkün olur.
Yine aynı jenerasyondan Merih Akoğul’un fotoğraflarına değinmek istiyorum. Kendisi sokak fotoğrafçısı
olarak çok özgün işlere imza atmıştır. Fotoğraflarında
beni en çok etkileyen şey grafik ve duygusallığı aynı
anda yaşatabilmesi sanırım. Özellikle, siyah beyaz
işlerini çok beğenerek izlerim. Üniversitede öğrencilik
yıllarından bugüne kadar çekmiş olduğu fotoğraflardan oluşan ‘Klasikler NeoKlasikler’ ve siyah beyaz
çalışmalarından oluşan ‘Bitki’, en beğendiğim kitaplarındandır. Son olarak, 2011 yılında renkli işlerden
oluşan ‘’Kayıp Ruhlar’’ serisinden fotoğraflarını görme fırsatı buldum. Son dönemlerde işlerini renkli fotoğraflara doğru kaydırdı. Genelde fotoğraf sanatçılarının çalışmalarını sergi veya kitaplarda görebilirsiniz,
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
fakat Merih Akoğul’un cep telefonu ile kaydettiği
çalışmalarını Instagram’da kendisini takip ederek de
izleyebilirsiniz.
Arif Aşçı’yı ‘’Bahta Bakan’’ isimli kitabıyla tanıdım.
Fotoğrafa adadığı bir hayatı var ve çalışmalarını gıpta ile takip ediyorum. Kendisi, panaromik siyah beyaz
çalışmalarıyla, geçtiğimiz yıl yayınlanan ve dünyanın
en kapsamlı sokak fotoğrafçılığı kitabı olan ‘’Street
Photography Now’’ isimli kitapta (20-23. sayfalar) tek
Türk fotoğrafçı olarak yer aldı.
Danimarka’da fotoğrafçılık okumuş ve Anzenberger
ajansının fotoğrafçısı olan Sinan Çakmak, aynı zamanda Atlas Dergisinin fotoğraf editörüdür. Tanıdığım fotoğrafçılardan, 50 mm objektifi en etkin şekilde
kullanan kişidir kendisi. Web sayfasından izleyebileceğiniz ‘Lodos’ serisi en beğendiğim serilerindendir.
ilk izlenim samimiyettir. Fotoğraflarının geneline
baktığımızda, uzaktan çalınmış fotoğraf kareleri
yerine, konulara bariz yakın çalıştığını gözlemliyoruz.
Fotoğraflarında bulduğum samimiyetin bu sebeple
olduğunu düşünüyorum. Fotoğraflarının duygusunun
yanısıra gölge, yansıma ve grafik etkileri de göze
çarpar.
Genç ve sokak fotoğrafı üreten fotoğrafçı Altuğ
Şencan’ın, ‘Türkler’ isimli serisine “behance.net”
sitesinden ulaşabilirsiniz. Gitgide gelişen bir tarzı
var. Renkli fotoğraf çalışıyor ve ayrıca, özel bir bakış
açısı var.
Elektrik mühendisi olan ve reklam sektöründe çalışan Selim Güneş, birkaç sene önce çıkarttığı kitabı
‘Lodoslar Kenti İstanbul’da yer alan fotoğraflarını
2000 ile 2006 yılları arasında İstanbul’da üretmiş.
Tamamı renkli olan fotoğraflarını genelde geniş açı
objektifle çekmiş. Kendisinin, aynı zamanda, mekân
ve insan ilişkilerini renklerle harmanlayan bir yanı
var.
Yine Türkiye’de çekilmiş sıradışı bir sokak fotoğrafı
serisine de dikkatinizi çekmek istiyorum. George
Georgiou’nun web sayfasında ‘Turks I’ diye adlandırdığı, muhtemelen bir metro inişindeki merdivenlerden teleobjektif ile çektiği ve gökyüzünü fon olarak
kullandığı insan portrelerinden oluşan bu seri, basit
gibi görünmesine rağmen, Türk insanının çeşitliliğinin kolaylıkla gözlemlenebildiği bir çalışma olmuş.
George Georgiou’dan bahsetmişken, son kitabı olan
‘’Fault Lines: Turkey / East / West’’den bahsedeyim.
İsminden de anlaşılabileceği gibi, Türkiye’nin iki ayrı
ucunda yaptığı çalışmaları toplayan bu kitap yoğunlukla sokak fotoğrafları içeriyor.
Türkiye ve renkli işler denince hemen akla gelen
genç fotoğrafçı İlker Gürer’den bahsetmek istiyorum.
Kendisini 2008 yılında bir gazetenin fotoğraf editörlüğünü yaptığı ve dolayısıyla İstanbul’da yoğun sokak
fotoğrafı ürettiği bir dönemde tanıdım. Fotoğraflarında genellikle geniş açı objektif kullanır ve hissettirdiği
Hollandalı bir fotoğrafçı olan Arjen J. Zwart, uzun
zamandan beri Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’de ilk sokak fotoğrafçılığı atölyesi veren kişilerden biridir. Son
dönemde yoğunlaştığı, orta format ve renkli sokak
fotoğraflarıyla kendisini izletmekte. Son serileri ‘Zift’
ve ‘In the City’ bunlara örnek olarak gösterilebilir.
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
25
26
Dosya Konusu
Fotoğraf
ve Estetik
Sokak Fotoğrafçılığı
Sokak Fotoğrafçılığı
Dosya Konusu
Yabancı sokak fotoğrafçılarından bahsedip, Alex
Webb’in İstanbul’da çekmiş olduğu fotoğraflarından
derlediği ‘Istanbul, City of a Hundred Names’ isimli
kitaptan bahsetmemek olmaz. Yedi yıl boyunca aralıklı olarak çalıştığı İstanbul fotoğrafları ile, özellikle
kitap çıktıktan sonra, genç türk fotoğrafçılarının
ilgisini sokak fotoğrafçılığına çektiğini söylemekle
abartmış olmam.
Yazımın başında bahsettiğim gibi, sadece sokak
fotoğrafçılığının değil, dünyada genel bir Türk fotoğraf
ekolünün oluşamamasının
sebebine değinmek istiyorum. Türkiye’de aynı bakış
açısına sahip bir çok insanın
olduğunu gözlemliyorum.
Fakat bu insanların bir çatı
altına gelememesi ve ortak
bir imza oluşturamaması
Türk ekolünün oluşmasını
engelleyen başlıca etkendir.
Dünya fotoğrafının Türk
fotoğrafı ile buluşmasını
sağlayan “Geniş Açı Proje”
ofisi son yıllarda dünya
çapında tanınan ve ödüllü
fotoğrafçıları Türkiye’ye
davet ederek, atölye ortamı
sağlamaktadır. Fototrek’in
geçtiğimiz yıllarda Aleixa
Vakfı ile düzenlediği, içeriAFSAD
sinde Time Dergisinin 20 yıllık fotoğraf editörünün de
bulunduğu değerli isimler ile gerçekleştirdiği atölye
çalışması Türk fotoğrafı için atılan güzel adımlardan
bir tanesi idi. Aynı şekilde, geçen yıl ilki düzenlenen
Bursa Fotofest’te de çeşitli sergiler ve atölyeler
düzenlenmiştir. Galata Fotoğrafhanesi, bir fotoğraf
akademisi olarak güzel işler yapmaktadır. Bahsettiğim eylemlerin artarak devam etmesinin, bu ortak
çatının temelini oluşturacağını düşünüyorum.
Eylül - Ekim 2012
27
28
Dosya Konusu
F: Engin Güneysu
Sokak Fotoğrafçılığı
Sırtındaki heybede kırık leblebi ve keçiboynuzu taşıyan eşeği kovaladığımız, Altındağ Yenidoğan’daki
dik yokuşlu sokak.
Keserle toprak düzelterek bahçemize eşik yapmak
isterken sol el serçe parmağımı kaybettiğim, Erzurum Kandilli’deki çamurlu sokak.
Depremde bir hafta evlere giremeyip geceleri yatağımızı yorganımızı paylaştığımız, İzmit’teki asfalt
kaplamalı sokak.
Gazozuna mahalle maçları yaptığımız ve her maç
sonrası kavga ettiğimiz, Kırklareli’ndeki Gazhane
sokak.
Üniversite yıllarımda siyasal çatışmaların en yoğun
olduğu dönemlerde üsteğmen olan ve Güneydoğu’da
şehit düşen arkadaşımın sonradan adının verildiği ve
uzun yıllarımın geçtiği, Keçiören’deki Üçgül Sokak.
Ticarete atıldığım ve kasap dükkanından büroya dönüştürdüğüm işyerimin bulunduğu, Etlik’teki Doğançay Sokak.
Fotografla ilk kez tanışmamı sağlayan, Kızılay’daki
Sümer Sokak.
AFSAD Belgesel Fotograf Atölyesi çalışmaları
boyunca her anını doyasıya yaşadığım, Kızılay’daki
Karanfil Sokak ve Ulus’taki Çerkes Sokak.
Sokaklar kısa anlamıyla “kamuya
açık, konut ve işyerlerinin olduğu
yerler” olarak bilinse de; yaşamımızda bıraktığı izlerle, unutamayacağımız anılarımızla görsel belleğimizi besleyen en önemli kaynaktır.
Orada insan vardır, orada mekân
vardır, orada olay vardır, kısacası
orada hayat vardır.
Sokak fotografçılığı “hayatın olduğu
her yerde fotograf vardır” söylemi ile
eşleşen yapısıyla toplumsal kültürün
en yalın ve en doğrudan yansıdığı
sokakları bize anlatan bir fotograf
yaklaşımıdır.
Belgesel fotografın içinde yer alan
ve doğrudan fotograf tekniğini kullanan sokak fotografçılığı (street
photography), sadece sokaklarda
değil insan yaşamının olduğu tüm
toplu alanlarda da kendini gösterir.
Caddeler, bulvarlar, meydanlar,
metrolar, parklar ve plajlar gibi halka
açık tüm kamusal alanlar sokak
fotografçısının çalışma alanlarıdır.
Bu alanlar, sürekli değişimin ve
dönüşümün olduğu insan merkezli
yaşam alanlarıdır. Kısaca hayatın
sürdüğü yerlerdir. Hayatın olduğu
yerde fotograf vardır, fotografın
olduğu yerde ise sokak fotografçıları
vardır.
Doğal bir çekim ortamı olarak
sokaklar; herhangi bir mekân ve
ışık düzenlemesi yapılmadan,
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Sokak Fotoğrafçılığı
Kenan Seven
Dosya Konusu
Sokak Fotografçılığı: Sokakla Konuşmak
29
Söyleşi
Nejla Can
Güler
Dosya Konusu
Sokak
Fotoğrafçılığı
30
fotografçının en kısa sürede gördüğü ve çerçevelediği, yaşama ait karelerin olduğu mekânlardır. Bu
bağlamda, sokak fotografçısı için gezdiği sokakta ne
olduğu, kim olduğu, neden olduğu onun için önceden
tasarlanmamış ve belirlenmemiştir. Elinde makinesi,
sokaklarda yaşamı ve “an”ları tarayan keskin gözü
ve bu “an”ları kişisel yorumu ile çerçeveleyen beyni
ile çekim yapar.
Sokak fotografçısı aynen bir sokak kedisi gibidir.
Herkes onu tanır ama onun sokakta oluşu kimseyi
tedirgin etmez. Makinesini sokaktaki insanlara, avına
silahını doğrultan avcı gibi çevirmez. İnsanların en
doğal olduğu ve onu fark etmedikleri anda çerçevesini oluşturur. Çekim sırasında belleğindeki görüntü
çerçeveleme alışkanlıkları ve ışık bilgisi ile çok süratli
hareket eder. Işık patlamaları ve kadrajdaki nesnelerin altın oranı onun konusu değildir. Nesnelerin renkleri ile oluşturdukları büyülü dünya da onun hedefi
değildir. Onun için önemli ve biricik -belki de bir daha
asla tekrarı olmayacak- olan o “an”ın yakalanmasıdır. Bir insanın yüzündeki ifade, iki insanın birbirine
bakışı ya da bir grubun anlık refleksleri...
Sokak fotografçısı, kimseye belli etmeden, poz verilmesini beklemeden, hızla ve seri olarak deklanşöre
basan fotomuhabirleri gibi “an’ı” belgeler ama bunu
bir foto muhabiri gibi yapmaz. Onun için zamana
karşı bir yarış yoktur, sayfa editörünün denetiminden
geçecek bir görüntü filtreleme dürtüsü de yoktur.
Sokaktaki yaşamı ve kültürü, sokağın tezatlarını
doğrudan ve önkoşulsuz olarak o an geldiğinde, “an”ı
yaşayarak çeker. Henri Cartier-Bresson, bu karar
anını “an’ı etkilemeden onu beklemek, geldiğinde ise
hazır olarak düşünmeden deklanşöre basmak” olarak
özetlemiştir.
İşte bir sokak fotografçısını başarılı kılacak olan;
zamanı iyi kullanması, sabrı, yorulmak bilmeyen
ayakları ve en nihayetinde neyi seçeceğini bilen
gözleridir.
Özetle, bir fotografçının, sokak fotografından ne
anladığını ve sokakta fotograf çekerek aslen ne yapmak istediğini en iyi şekilde ortaya koyması gerekir.
Gerçekte de yapılan işteki incelik, farklılık ve özgünlük; o fotografı, diğerlerinden ayırmalıdır.
Bilinen ilk sokak fotografçısı Henri Cartier-Bresson;
her şeyin dengede olduğunu ve bir daha bulunamayacak eşsiz bir anın olduğunu söylediği ‘Karar Anı’
ile çektiği ilham verici nitelikteki fotograflarında; bir
incelik, farklılık ve özgünlük ortaya koymuştur.
Henri Cartier-BRESSON dışında Helen LEVITT,
Matt STUART, Narelle AUTIO, Paul RUSSELL, Felix
LUPA ve Eric KIM, sokak fotografçılığının özünü anlamak için bizlere kılavuzluk yapacak fotografçılardır.
Şehirde fotograf çekerken bir sokak fotografçısı gibi
davranıyor musunuz? Bunun için sokaklarda çokça
yürümenin yanı sıra iyi kare yakalamaya da azami
özeni göstermeniz gerekir. Öyle ki, çekim geziniz sırasında bir an gelir ve kendinizi hep olmak istediğiniz
pozisyonda bulursunuz. İnsanlar sürekli ters yönde
hareket ediyorken net bir fotograf çekmek ve hareketi dondurmak oldukça zor olabilir. İşte o zaman
anahtar, yavaşlamaktır. Kendinize bir nokta seçin.
Ayrıntılı bir şekilde etrafı araştırın ve çevrenizdekilerin açılmasını, konunuzun size gelmesini bekleyin.
Karşınıza ne kadar çok şey çıktığını görünce şaşıracaksınız.
2. Gözlere Dikkat
Eğer sokak fotografçılığınızı geliştirmek istiyorsanız,
insanların gözlerine odaklanmak bunun en iyi yoludur. İnsanlar duygularını gizleme konusunda belki
birer sihirbaz olabilirler ancak, gözler asla yalan
söylemez.
Dalgın gözlerle çevresini izleyen yüzlerce insan görebilirsiniz. İnsanların gözünde duyguya ait bir ipucu
arayın. Bu fotografınıza inanılmaz bir etki bırakacaktır. Buna ek olarak, doğrudan göz teması da son
derece önemli olabilir. Bu, konu ile güçlü bir bağlantı
oluşturur.
3. Ayrıntılara Odaklanın
Sokak fotografçılığı sadece çılgın gidiş-gelişleri yakalamak ya da birçok farklı kişinin bir çerçeve içinde
uyum halinde dizilmesinden ibaret değildir. Fotograflarınızın etkisini artırmak için etrafınızdaki küçük ayrıntıları arayın. İnsanların kaybettikleri küçük eşyalar
gibi… Ayrıntılara bakın; bir insanın elleri, bir bekleyiş, bir elbise parçası ya da tek bir nesne. Güçlü
fikirler ve duygular, en basit sahnelerle anlatılır.
Kentsel manzara fotografında doğrudan çekim
olanağı vardır. Eğer bir binayı çekecekseniz, gider çekersiniz. Ancak, sokak fotografçılığı insanın
doğasına ait bir şeyler de söylemelidir. Çünkü sokak
fotografının mesajı vardır.
6. Yapay Işıkla Gece Çekimi Yapın
Gece saatlerinde fotograf çekmek çok eğlencelidir,
hatta gece çekimlerinde günün bütün yorgunluğunu
unutursunuz. Geceleri sokak fotografı çekerken flaşsız çekim yaparak otantik renklerin ve renk kaynaklarının avantajlarını kullanırsınız. Flaşsız gece çekimi
için masum hilemiz ise, parlak alanlar bulmak ve orada beklemektir (ISO 1600 veya 3200). Flaşsız çekim
için parlayan mağaza vitrinlerinin önü ya da sokak
lambalarının altı beklemeye değer mekânlardır.
7. Çekimlerinizin İleride Yıllanmış Şarap Gibi Değerli
Olacağına İnanın
Sokak fotografçılığı, yıllanmış şarap gibidir. Bu fikir,
fotograf çekerken dikkat etmeniz gereken önemli bir
noktadır. İleride nelerin değişeceğini bir düşünün.
Beş-on yıl sonra orada olmayacak şeylere odaklanın. Örneğin, bir metro istasyonunda kitap okuyan
insanları düşünün. Belki de on yıl sonra bu görüntülerle karşılaşmanız asla mümkün olmayacak, herkes
bilgisayarlarla, e-kitaplarla, cep telefonlarıyla okumaya başlayacak. Bu fikir, fotograflarınızı daha da ilginç
hale getirecektir.
Kaynakça:
http://www.jamesmaherphotography.com/
4. ISO’yu Yükseltin
Günümüz şartlarında fotograf makineleri ISO konusunda epey gelişmiş durumda. Sokak fotografçılığı
için ISO 800, 1600, 3200 gibi yüksek değerleri kullanın. Yüksek ISO
ile çekmek, daha yüksek bir perde
hızı ve küçük bir diyafram kullanabilmenize izin vererek daha keskin
fotograflar elde edebilmenizi sağlar.
Sayısal makine kullandığınız sürece kumlanma olsa da daha kaliteli
fotograf çekebildiğinizi fark edeceksiniz.
5. İnsansız Çekim Yapın
Sokak fotografçılığı genelde, sokak
lardaki insanların fotograflanması
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Sokak Fotoğrafçılığı
1. Hareketi Durdurun
olarak algılanır ki, bu yanlış bir anlamadır. Sokak
fotografçılığı insanlar hakkındadır, özellikle insanın doğası hakkında... Ama kadrajda insan olması
gerekmez. İnsanın olmadığı bir sokakta, sonsuz
çekim deneyimi fırsatı vardır. Onlara bakın, yeter.
Ama insa-nın olmadığı bir sokak fotografı ile kentsel
manzara fotografı çekmeyi de birbirine karıştırmamanız gerekir.
Dosya Konusu
Sokak fotografçıları için yedi öğüt:
31
Fotoğraf Üzerine
İbrahim Göğer
Fotoğraflar filmin akışı içinde bizi allak bullak ederler,
bir anda şimdiyi geçmişe, yaşamı ölüme dönüştürerek.
Susan Sontag [1]
Bellek, bir yandan tarihi yaşatan bir olguyken, diğer
yandan yaşam pratiğinde aynı tarihi yadsıyan bir
unutma refleksidir de. Ve sinema dünyayı, birbirini
bütünleyen imgelerden oluşan belleğimizin biriktirdiği anılar aracılığıyla sorgularken; gördüğümüz
dünyanın dışında başka bir dünyanın varlığının belki
de en iyi kanıtı olarak fotoğraf, sinemanın görsel
diline ortak olduğunda, tam anlamıyla yaşadığımız
dünyanın bir parçası olmanın yolunu gösterir bize.
Bu yol göstericilerden biri, 29 Temmuz’da yitirdiğimiz fotoğrafçı ve yönetmen Chris Marker, imgelere,
öngörülere ve işaretlere dayalı sinema anlayışıyla
gerçekliği, insan ve tarih arasındaki bağı gözeterek
koruma altına alır. Onun filmlerinde, kişisel olan
izlenimler ve duygular, tarihsel arka planı, sosyal ve
politik bağlamı içinde anlam kazanır. Bu bağlamda
Marker’ın sineması, salt politik bir söylem taşımakla
kalmaz, aynı zamanda filmlerinin yapılış biçimi de
aykırı ve propagandacı bir nitelik taşır. Başvurduğu
“kamera-kalem” (camera-stylo) tarzı, filmlerini neredeyse görüntülerle yazılmış birer romana dönüştürür. [2]
Marker’ın bireyin anıları üzerinden toplumsal belleği
görünür kıldığı, hemen hemen tamamı siyah beyaz
fotoğraflardan oluşan Dalgakıran (La Jetée, 1962)
filmi, adeta ölümün karşısında yüksek sesle okunan
bir manifestodur. III. Dünya Savaşı’nın ve nükleer
imhanın ardından hayatta kalanlar, yerle bir olan
Paris’in yeraltında tutsak düşerler. Bir grup Alman
bilim adamı, içlerinden geçmişindeki anıya saplanıp
kalmış bir adamı denek olarak seçerek, savaşın
nedenlerini anlamak üzere önce geçmişe, sonra da
gereksinim duydukları şeyleri onlara getirmesi için
geleceğe gönderir. Ancak, adamın belleğinden silinmeyen bir anı ve bu anının içinde savaştan geriye
kalan tek huzur verici imge olarak, genç bir kadının yüzü, onu sürekli olarak çağırır. Her seferinde
ulaşılamaz ve gidilemeyecek kadar uzak bir yerden
kadının yanına gelir ve sonra kaybolur adam.
kıyısında köşesinde kalmış herhangi bir “an”ı, gerçek dünyayla bir araya getirme olanağı belki de her
zamankinden daha fazladır. Fakat gelecek böyle bir
şey vaat etmez; çünkü zamanı geriye doğru sayan
ölümdür ve gelecek, şimdiyi geçmişe terk etmiştir
bile.
Adamın geçmişinde, havalimanındaki dalgakıranda
bekleyen kadına doğru koşan bir adam vurulup yere
düşer. Geleceğinde ise adamın sonsuzlukla buluştuğu nokta, varlığına filmin başında, yalnızca kalabalığın içinden ve Marker’ın sesinden tanıklık ettiğimiz
bu ölüm olur; adamın kendi ölümü.
Geleceği, geçmişten daha özenle koruyan şey bilinmezliği midir? Ya da ölüm(ler) kişisel tarihlerinden
yoksun bırakılmış, ayak bastıkları güvenli topraklardan yeraltına sürülmüş insanlara biçilmiş bir hiçlik
midir? Oysa dünya da zamansızlık içinde hayalgücüyle çizilmemiş miydi? Marker’ın savaşlarla ve
yıkımlarla örselenen dünyaya ilişkin bu imgesel ve
fotografik bakışı, yaşamlarına bir şekilde devam
edebilenlerin elinden alınan yargılama özgürlüklerine, onlar adına yeniden sahip çıkma biçimidir.
Tarihi unutmamak ve unutturmamak zamanın değil,
belleğin elinde. “Bellek kimi zaman unutmuş gibi
yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir…” [3]
1. Sontag, Susan (2008). Fotoğraf Üzerine, Çev. Reha
Akçakaya. İstanbul: Altıkırkbeş.
2. Roud, Richard (The Left Bank: Marker, Varda, Resnais,
Sight and Sound, Winter 1963), Maker, Varda, Resnais:
Sol Yaka, Çev: Elif Beşer, Sekans Sinema Kültürü Dergisi
Sayı: 2, 2005, syf: 54-59, Ankara: Kül.
3. Aral, İnci (2003). İçimden Kuşlar Göçüyor.
Zamanın içinde açılan boşluktan sızan mutlu “an”lar
içinde her şey sıradandır; adam ve kadın da. Çünkü
her ikisi de zaman(sızlık) içinde kayıptır. Dünyanın
ve zamanın sınırları ortadan kalktığında, belleğin
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Nagihan Konukcu
Dalgakıran (La Jetée): Ölüme Karşı Okunan Manifesto
Kısa Metraj
Chris Marker’ın Ardından…
33
Cengiz Engin
İbrahim
Göğer
Fotoğraf Üzerine
Üzerine
Fotoğraf
34
Görsel Anlam Denemeleri
Fotoğrafın anlamlandırma ve yorumlama süreci;
fotografik görüntünün kendisinden yola çıkarak,
fotoğrafçının sözel olarak vermediği-veremeyeceği-vermek istemediği (dolayısıyla görselleştirerek
aktardığı) bir duyguya-olaya-mesaja ilişkin izleyicinin
tahminlerini, kendi alımladığı duygular eşliğinde,
sözel-metinsel olarak ortaya koymayı niyet eder
nihayetinde.
Bir görüntüyü çözümlerken (anlamaya çalışırken) en
etkili yöntemin; o görüntüye neden maruz kaldığıma
(fotoğrafçının o fotoğrafı neden çektiğine ve paylaştığına; neden o ânı-o kadrajı-o nesneleri önemli
bulduğuna) ilişkin yorumlar yapmak (görüntüdeki
ipuçlarını kullanarak fotoğrafçı ile empati kurma çabası) olduğuna inanırım. Fotoğrafçı ile kurmaya çalıştığım empati ilk elden görsel içerikten besleneceği
için, fotoğrafa yükleyeceğim anlamların ve yapacağım yorumların da fotografik görüntünün kendisi ile
mümkün olduğu kadar tutarlı olacağını düşünürüm.
Zira anlamsal çözümleme, görüntü ile tutarlı olduğu
sürece geçerlidir.
Fotoğrafçının kendi fotoğraflarını çözümleme çabası
ise, temelde sonuç görüntünün kendisinden ziyade
fotoğrafçının kökendeki niyetinden veya sahip
olduğunu sandığı dürtülerden şekilleneceği için,
bu çerçevede maruz kaldığımız sonuç görüntüyle
doğrudan tutarlı ol/a/mama gibi bir risk de taşımaktadır aslında. Hatta fotoğrafçının aktarmaya
niyetlendiği duygu-olay ya da mesajı zaten sözel
yolla değil de görselleştirerek aktarmayı tercih etmiş
olması nedeniyle; kendi çektiği fotoğrafı sözel olarak
yorumlamasının görüntünün var olan etkisini zayıflatma ihtimali taşıdığını da düşünürüm doğrusu.
Bu nedenle, burada sunduğum kendime ait iki adet
fotoğrafı yorumlamaya soyunurken, çekim-sunum
aşamalarında duyduğumu sandığım kaygılardan da
mümkün olduğunca arınmaya çalışarak, fotoğrafın
görsel içeriklerini analizin temel girdisi olarak ele
almaya gayret gösterdim.
Sonsuz
20 yıla yakın bir süredir görüntüye hariçten giren
sahibi belirsiz bir kolun, yine belirsizlik içeren bir yere
doğru uzandığı bir imgenin peşinde koşuyorum. Periyodik olarak bu görüntüyü fotoğraflamaya çalışırım
fırsat buldukça. Hastalık derecesinde saplantılı bir
durum açıkçası. Toplam sayısını bilmiyorum ama
içlerinden 5-6 kadarını daha bir beğenirim, hedeflediğim imgeye daha yakın olduklarından; ya da peşinde
koştuğum imgeye yeni boyutlar ve anlamlar katarak
çoğaldıkları için. Burada sunduğum fotoğraf bunlardan bir tanesi.
Havuz ya da kuyuya benzer, tam olarak anlaşılması
zor, koyu siyah bir ‘boşluk’ var fotoğrafın ortasında.
Görüntünün sağ tarafından kimliği belirsiz bir kişi
kolunu bu siyah boşluğa doğru uzatmış. Biraz mesafeli, tedirgin olduğu hissini verecek kadar; ama aynı
zamanda meraklı. Fotoğraf tüm unsurlarıyla yeterince ‘gizemli’.
leştirilmiş olması nedeniyle; bu fotoğrafın gerçekliğe
ilişkin hiçbir kaygısı olmadığını açıkça söyleyebiliriz.
Bu nedenle fotoğrafın görsel düz anlamı bize yetmez
oluyor. Bu fotoğraf sadece ‘siyah boşluğa uzanan bir
el’ fotoğrafından ötesidir; nitekim görüntü, ima ettiği
mesajın deşifre edilmesini beklemektedir.
Bilinmeyen, gizemli olan; ürkütücüdür, korkutur. Ama
gizemli olduğu ölçüde de merak uyandırır. Dokunmak; anlamak, tanımak için yapılan bir eylemdir çoğu
zaman. Siyah; tüm renkleri yutar, aynı derin bir kuyu
gibi. Karanlık; ürkütücüdür, kötülüğü ve uğursuzluğu
temsil ettiği düşünülür. Yüksek bir duvar; bir yolun,
bir mekânın sonunu (sınırını) belirler. Derin bir kuyu
ise dipsiz göründüğü ölçüde neredeyse sonsuzdur
bizim için.
Yolun sonundaki, sonsuzluğa giden ürkütücü bilinmezlik... Bu kuyu ‘ölüm’ün bir metaforu gibidir adeta.
Arka fonda yer alan taş duvar ve üzerini kaplayan
sarmaşık yaprakları ürkütücü bir doku oluşturuyor.
Fotoğrafın siyah-beyaz yapısı ve yüksek kontrastlı
tonları, bu etkiyi güçlendirmeye yardımcı oluyor.
Fotoğrafın dik kadraj sunumu siyah boşluğun aşağıya doğru uzayan derinlik etkisine katkı yapıyor; bu
sonsuz derinlik etkisi ve ürkütücü arka fon sayesinde; ona doğru uzanan elin tedirgin duruşunu yadırgamıyoruz.
Kuyuya uzanan kol tamamen çıplak olsaydı, ölüme
yaklaşan bir kişiyi temsil ettiği yorumu yapılabilirdi.
Ancak uzanan koldaki kumaş giysi, kişinin dünya hayatına devam etmekte olduğu fikrini uyandırmaktadır.
Görüntünün siyah-beyaz olması, yüksek kontrastlığı,
kimliksiz bir figürün varlığı, siyah boşluğun ilk elden
tanımlanamayan yapısı; kısaca hem teknik unsurları
hem de içerikteki zaman-mekân ve kimliğin anonim-
Fotoğrafın, “ölüm’ü anlamaya çalışma”nın görsel bir
anlatımı olduğunu söylemek mümkündür artık... Ta
ki, fotoğraftaki göstergelere farklı anlamlar yükleyen
başka bir yorum yapılana kadar.
‘Ölüm’e dokunmak için uzanan tedirgin meraklı kol;
ölümden korkan, ama ona olan merakı bitmeyen,
hayatının bir yanında sürekli onu düşünen, onu anlamaya çalışan insanoğlunu temsil etmektedir belli ki.
35
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Fotoğraf
Cengiz Engin
İMece Üzerine
İlker Maga
Cengiz Engin
Fotoğraf Üzerine
36
Kül Tablası
Bir oda penceresinin önünde, dış mekân atmosferi
görüntüye hakim olacak yüksek bir açıyla pencere pervazında duran bir kül tablasına bakıyoruz.
Fotoğrafın ana ilgi odağı; içinde söndürülmüş tek
bir izmarit olan ucuz, sıradan bir metal kültablası.
Kültablası orada olmasaydı, bu fotoğraf çekilmezdi
kuşkusuz. Ancak fotoğrafın ilham kaynağı şüphesiz
ki kül tablasının biçimsel – estetik unsurları değil.
Fotoğrafta daha çok, metonimik unsurların ağır
bastığı; fotoğrafın gösterdiği detayların dışına taşan
bir hikâyeye ait ipuçları ve buna bağlı duygular
aktarılmakta. Zaten oldum olası salt biçime odaklı
görüntüler yerine görüntülerde saklı olan (görüntülerin tetiklediği) hikâyeler peşinde koşmuşumdur. Bu
hikâyenin merkezinde, fotoğrafın görsel ağırlığını da
oluşturan kül tablası ve izmarit var; genel duyguları
ve olay örgüsünü şekillendiren diğer detaylar ise
birbirleriyle ve kül tablasıyla alışveriş içerisinde:
Kül tablasında söndürülmüş sadece tek bir izmarit
var, ancak daha önceden tablanın kullanılmışlığına
ilişkin tablaya yapışmış bir kül tabakası eşlik ediyor
bu izmarite; temizlenmesi için pek de bir kaygı duyulmadığı söylenebilir rahatlıkla; biriken izmaritlerin
çöpe dökülmesi yeterli gelmiş muhtemelen. Bu kirli
kül tablasındaki sönmüş tek izmaritin pencere önünde bulunması, daha önceden defalarca sigara içmiş
bir kişinin, bu fotoğraf çekilmeden bir süre önce
pencereden bakarak sigara içmiş olduğunun açık
bir belirtisidir. Tek izmarit, bir kişinin varlığını temsil
ediyor; bu da fotoğraftaki (gizli) öznenin yalnızlığına
dair bir his oluşturmaktadır.
Tiryakiliği bir kenara atacak olursak; sigara içmeye
dair toplumdaki başat inanışlardan bir tanesi sıkıntı
dağıtmak için sigara yakmaktır. Fotoğraftaki özne,
pek muhtemeldir ki, mevcut sıkıntılarını gidermek
amacıyla sigara tüketmektedir.
Pencere doğramaları boyasız ve bakımsız; camlar
kirli. Sağ alt köşede bir yastık-nevresim, bu odanın yatmak için kullanıldığını belli etmeye yetecek
şekilde kısmen girmiş görüntüye. Fotoğrafı düzlemsel açıdan ön ve arka bölüm olarak ikiye ayıran
pencere; dış mekân - iç mekân algısı oluşturan ve
fotoğrafta düzlemsel bir perspektif yaratan temel
görsel eleman. Pencere ve yatak, ‘oda’ kavramını
temsil etmeye yetmiş de artmış bile. Pencereden
görülen manzara, bakımsız yoksul binalarla çevrili;
muhtemelen varoştayız. Varoş : kırsal kökenli düşük
gelirlinin büyük şehirde barınma - var olma mücadelesi. Dış mekânın belirgin yoksulluğuna ve odaya
sinmiş her türlü yoksunluğuna karşın; kişiye ait bu
oda; barınmaya dair güven ve huzurun da teminatıdır nihayetinde.
İçeriye giren yatay ışık pencere önündeki kültablasına ve yatağın üzerine kadar ulaşıyor. Muhtemelen
sabah saatleri. Yatak toplanmış. Pencere önündeki
izmarit muhtemelen sabahın erken saatlerinde kahvaltıdan önce, belki de kahvaltı niyetine, işe gitmek
üzere odayı terketmeden hemen önce içilmiş. Belki
de uykusuz bir gecenin ardından güneşin doğuşu
seyredilirken. Bu güneşli, aydınlık güne tanık eden
uyanış; içerikteki baskın yoksulluk duygusuna tezat,
fotoğrafa olumlu bir dokunuş katmakta. Fotoğrafa
hakim olan gizli pozitif duygu, sadece güneşli günün
hissettirdiği umut duygusu değil aslında. İzleyicinin
özdeşleştiği oda sahibi (özne) ayakta durmaktadır.
Ayakta durmak, fiziksel bir eylemi tanımlamanın
yanı sıra; mecazi anlamda koşullara karşı koymayı,
dirençli olmayı, hareket etme potansiyeli taşımayı
temsil eder. Ayakta duran ve yüksekteki oda penceresinden yoksul dış mekana bakan oda sahibinin,
zorlu yaşam koşullarına direnç göstermekte olduğuna ilişkin pozitif bir metin de okunabilir bu görüntünün satır aralarında.
Buna rağmen, yazıktır ki; öznenin pencereden gördüğü bir ufuk yoktur. Dış mekânda çevresini saran
yoksulluk katmanı tarafından kapana sıkışmış,
ufkunu görmesi bile handiyse engellenmiş haldedir.
Öznenin kaçınılmaz yazgısı, bulunduğu çevreye tinsel açıdan yabancılaşmaktan başka bir şey değildir.
Seçilen objektifin odak uzunluğu ve kameranın konumu nedeniyle; izleyen (gözlemci) konumda değiliz; odada pencere önünde bizzat duran kişiyiz. İzleyici bu bakış açısından; oda sahibi ile özdeşleşmiş,
konuya dahil edilmiştir. Özne ile özdeşleşen izleyici
için kendi gerçekliğiyle ve sahip olduğu yaşantısıyla
hesaplaşabilecek bir bakış açısı sunulmuştur.
Fotoğrafın kurmaca olduğuna dair herhangi bir ipucu
(veya şüphe) bulunmuyor. Gerçeklikten çalınmış
bu görüntünün; aynı zamanda aktarmakta olduğu
duygular nedeniyle, hem gerçekçi hem de anlatımcı bir yapısı olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu
fotoğrafta altıçizili bir anafikir veya ilave metaforik
anlamlar, mesajlar aramak da doğru olmaz açıkçası.
Bu fotoğrafta sözkonusu olan; daha çok bahsi geçen
duygulara dair bir görsel aktarım ve iletişim kurma
çabasıdır. Ötesi, (benim için) zorlama bir yorum
katma olacaktır.
[email protected]
37
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Fotoğraf
Cengiz Engin
İMece Üzerine
İlker Maga
Sokağa ve Fotografçısına Övgü
İMece
İlker Maga
Sokak çocuğu, sokak kadını, sokak kedisi, sokağa
dökmek, sokağa çıkmak, sokağa dökülmek…
38
Bazılarında açık, bazılarında hafif olumsuz bir anlam
yüklü.
Sokak tiyatrosu, sokak sporu, sokak gösterisi, sokak
konseri vb.
Ama bu kadar değil. Sokak, üzerinde çok daha fazla
durulması ve düşünülmesi gereken önemli bir kamu
mekânı. Şehir plancıları, mimarlar, ressamlar, şairler,
romancılar, sinemacılar, fotografçılar… Bunlar ve
daha pek çokları, sokak denen durakta uzun uzun
beklemiş, düşünmüş ve üretmişlerdir. “Sokağa in,
orada yeteri kadar malzeme var…” Böyle denilmiştir,
konu sıkıntısı çeken genç şaire, romancıya, ressama
ve fotografçıya…
Her yönüyle zengindir sokak. Tarihe yön veren olaylara meydan olmuştur.
Kelimelerin çoklukla iki anlamı vardır. Sözlüklerde
duran kelimeler meselâ, genellikle soğuktur. Kelimeler gerçek içeriklerine, kullanıldıklarında yani onlara
hayat verildiğinde kavuşur. Sokak da böyle bir kelimedir.
Sokaklar, sözlüklerin dediği gibi, bir yerden bir yere
ulaşımı sağlayan kamusal şehir birimleri veya “iki
yanında evler olan, caddeye oranla daha dar ya da
kısa olabilen yol” değildir sadece.
Sokaklar, bir kültürün soluk alıp verdiği, ne kadar
varsa, bütün varlığıyla kendini sergilediği vitrinlerdir.
Zenginliğin temel ölçüsü kültürse, bunun gösterildiği
yer günlük hayat, dolayısıyla sokaklardır.
Sokaklar, bir şehrin, bir ülkenin, bir sistemin de
vitrinidir.
Kültürler sokaklarda çıplaktır.
Sokak hayatı sönük bir şehir ya da bir semtin günlük
hayatının, biraz daha ileri gidelim, insanının “kuru”
olduğuna işarettir.
Sokaklar, gerçekten de o ülke ya da şehir insanı
hakkında bilgi verir: İnisiyatifli toplumlarda sokaklar
daha canlıdır; her şeyin yukarıdan belirlendiği “kuralcı” toplumlarda ise tersi. Kısa bir tarih gezintisi
yapmak ya da birkaç örnek ülke veya şehir seçip
incelemek yetebilir: Sokakların canlı olduğu ülkelerde, insana yakışır sistem arayışı yönünde umut hâlâ
vardır; toplum burada dinamiktir; yasaları da aşağıdan gelen sesler sayesinde yazılmıştır ve “halk”
dediğimiz yığınlar sözünü her an söylemeye hazırdır.
Sokaklar, gerçekten de o ülke ve insanı hakkında
bilgi verir: Sokak ölüyorsa, insan ilişkileri de zayıflıyor, insan bencilleşiyor, sevgisizleşiyor ve ilişkileri
kopuyor demektir.
Sokak, insanlığın asla yitirmemesi gereken bir
zenginliği olduğu kadar, fotografçısı açısından da
önemlidir:
Sokaklar, fotografçıya her an bir tesadüf hediye edebilecek stüdyolardır. Bu sokak stüdyosu, fotografçı
açısından bir test sahasıdır aynı zamanda: Fotograf
alanlarının en zoru, burasıdır. Doğru bir zamanda,
doğru bir noktada olmak, gözlemek, gözlediğini temiz bir kompozisyonla fotograf çerçevesine sığdırabilmek ve ardından bu görüntüyü sabitleyebilmek…
Bu sıralananların hepsini birkaç saniye içinde gerçekleştirmek, her an tesadüfe hazır, ne aradığını
bilen, parlak bir zekânın yapabileceği bir eylemdir ve
bu çok sağlam bir görsel kültür, başta iyi bir temel
gerektirir. Bu nedenledir ki sokak fotografçılığı yapanların sayısı çok olmasına rağmen, bu alanda bir
stil geliştirebilmişlerin sayısı fotografın iki asra yakın
tarihine rağmen çok azdır.
Fotografın bu tarzına burun bükerek bakanlar bence
fotografı yığınlar karşısında güçlü kılan özelliklerin
henüz farkına varamamış olanlardır; taşıdıkları unvanlar gözleri kamaştırmamalı. Eğer aktif olarak fotograf çekiyorlarsa kendilerini sokakta test edebilirler.
Sokakla ilgili üstlendiği bir konuyu temiz bir görsel
dille, üstelik kısa bir zaman içinde anlatabilmek
ancak gerçek bir usta fotografçının becerebileceği bir
iştir. Hodri meydan.
Fotografın en zor ve en güzel alanı, sokak fotografçılığıdır. Fotograf gerçek gücüne burada kavuşur.
Merter Oral’ın ‘Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret
Otyam Örneği’ konulu yüksek lisans tezi ölümünden
sonra, öğrencisi olan Uğur Günay’ın katkıları ile
Espas Sanat Kuram Yayınlarınca kitap olarak
basılmıştır.
Kitabın başında yer alan Prof. Dr. Simber Atay R.
Eskier’in ‘Merter Oral için…’ başlıklı yazında arkadaşı olan Oral’ın hümanist, dürüst, çalışkan (AFSAD,
EFSAD, ANFO’nun kurucu üyesi ve rehberi) ve
örnek insan olduğunu belirterek söz konusu tezde
Oral’ın“Toplumsal’ nitelik, Belgesel Fotoğraf bağlamında, politik ve kültürel konjonktüre göre sürekli
yeniden tanımlanması gereken bir fotoğraf boyutudur. Dr. Oral bu fenomeni analiz etmiş ve Fikret
Otyam’ın çalışmalarını ve fotoğraflarını incelemiştir.
…söz konusu tez, bilimsel işlevselliğinin yanı sıra,
fotoğrafın etkinliği bağlamında ‘umut’ kavramını
temsil etmektedir.” der.
‘Örneklerle toplumsal belgeci fotoğraf’ başlığında bu
yönde üretim yapan birçok fotoğrafçıya ve çalışmalarına yer verir. Bunlardan birisi, ilk toplumsal belgeci kabul edilen Jacob A.Riis’dir. Riis’in Tribün’deki
yazılarında sürekli New York gecekondularındaki
kötü yaşam koşullarına dikkat çektiğini, 1890’da
yayınladığı Diğer Yarı Nasıl Yaşıyor ve Fakirlerin
Çocukları adlı kitaplarının New York’luları harekete
geçirip valinin iyileştirici birtakım önlemler aldığını
belirtir. Diğeri Lewis W. Hine. Onun, ‘Fotoğrafta
Çocuk İşçiler’ çalışmasındaki görüntülerin ülkede
şok etkisi yaratması nedeniyle çocuk işçileri korumaya yönelik çocuk emeği yasasının çıkarılmasında
etkili olmuştur der. Bu başlık altında 1928 yılında bir
grup film ve fotoğrafçının Film ve Fotoğraf Birliği’ni
kurmasıyla başlayan kurumsallaşma sürecinden,
FSA’nın çalışmalarından ve elektronik çağda toplumsal belgeci fotoğrafı tarihsel gelişimi ile ele alır.
Kitapta; ‘toplumsal belgeci fotoğraf’, ‘örneklerle
toplumsal belgeci fotoğraf’, ‘Fikret Otyam: toplumsal
belgeci fotoğrafçı’ ana başlıkları ve Fikret Otyam’la
yapılan söyleşi ile Otyam’ın 50-70’li yıllardan fotoğraf örnekleri yer almaktadır.
Oral ‘Toplumsal belgeci fotoğraf’ başlığı altında;
öncelikle belgesel fotoğrafın ne olduğunu, kısaca ta-
AFSAD
Eylül - Ekim 2012
Kitaplık
rihçesini irdeleyerek belgesel fotoğrafın alt türü olduğunu söylediği ‘toplumsal belgeci fotoğrafı’ tanımlar
ve “Toplumsal belgeci fotoğrafın konusu insandır.
Toplumsal belgeci fotoğrafın en temel özelliği insanı
konu alıp, bir değişim mesajı vermesidir. Belgesel
fotoğrafın yorum ve mesaj kaygısı toplumsal belgeci
fotoğrafta yoğunlaşır. Bu anlayışta konu edindiği
sorunları aşma, insanı insana anlatma ve izleyicide,
aktardığı sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir
bilinç yaratma amacı vardır.” der. Toplumsal belgeci
fotoğrafın temel işlevinin; mevcut toplumsal sorunları aktarması, bunun için bilinç yaratması ve sorunların ortadan kaldırılması yolunda toplumun harekete
geçirilmesi olduğuna göre, geniş kitlelere ulaştırmak
için çok sayıda üretilmesi gerektiğini belirtir. Ulaştırma şeklinin mekanik ya da elektronik olabileceği,
ulaştırma biçiminin ise dergi, gazete, kitap vb. basılı
araçların yanı sıra sergi, saydam gösterisinin bu
ulaştırmada etkili olduğundan bahseder.
Aysel Altun
Toplumsal Belgeci Fotoğraf
ve Fikret Otyam Örneği
39
Kitaplık
A
Aysel Altun
Merter Oral çalışmasının ‘Fikret Otyam: toplumsal belgeci fotoğrafçı’ başlıklı son bölümüne de, ilk bölümde
olduğu gibi yine Ferid Edgü’nün bir şiiri ile başlar.
40
Bana bir olanak ver, dedi fotoğrafçı.
Niçin bir nature-morte değil de bir insan? diye sordum.
Çünkü insan yaşıyor. Çünkü insan canlı. Çünkü insanın
Yüzünün ve bedeninin ifadesi var.
Bana bir olanak ver, dedi fotoğrafçı.
Tüm bunları bir nature-morte’da veremez misin? diye sordum.
Hayır dedi. Bin kez hayır. Tanrı göstermesin. Hiçbir zaman
denemedim ve denemem de. Bana, yerinde duramayan, hareket
halinde, renkli, konuşan, bakan, yürüyen, ağlayan, terleyen
insanlar gerek. Ölü meyveler ve durağan nesneler değil. Ben bir
ressam değilim. Onları yeniden yaratamam.
Yaratılmışlar sana yeter öyle mi? dedim gülümseyerek.
Evet, deyip boyun büktü. Yaratılmış olanlar ve yaşayanlar bana
Yeter. Güzel çirkin fark etmez. Yeter ki insan olsun.
Bu bölümde Otyam’ın yaşam öyküsünden başlayarak gazetecilik yaşamını, fotoğraflarındaki toplumsal boyutu, plastik unsurları, hümanizmasını ve Türk fotoğrafındaki yerini ele alır.
Otyam için “ülkemizin yetiştirdiği en önemli toplumsal
belgeci fotoğrafçıdır. Neden belgeci değil de, toplumsal belgeci fotoğrafçıdır Otyam. Çünkü o, fotoğrafı,
salt olayları, insanları kaydetmenin, belgelemenin
bir aracı olarak kullanmamış, belgelediği toplumsal
sorunların düzeltilmesi, ortadan kaldırılması doğrultusunda kullanmıştır…” der.
Son olarak Merter Oral’ın Fikret Otyam ile yaptığı
söyleşiden kısa bir iki örnek;
“Neden yazılarınızı fotoğrafla desteklediniz.
Röportajlarınızı fotoğrafla desteklemiş olmasaydınız aynı etkiye ulaşır mıydı?
Hayır, kesin olarak hayır. Çünkü bizim millet illa ki
görecek. İstediğin kadar onu görmüş gibi anlat, ustalığını göster…
Peki iyi bir fotoğraf sizce nasıl olmalı?
İşte dört sayfalık bir İlhan Selçuk, Çetin Altan yazısına bedel bir fotoğraf. Onların anlatmak istediği şeyi
tek karede anlatmalı. İyi fotoğraf budur benim için…”
Kitabın sonuç bölümünde; yaşamsal gerçekliği
yansıtan her fotoğrafın belge niteliği taşıdığı, ancak,
toplumsal belgeci fotoğrafın, belgeci fotoğraftan
salt ele aldığı konularla değil, ele alış yöntemiyle de
ayrıldığı saptamasında bulunur.
Toplumsal belgeci fotoğrafın tarihini özetlerken ver-
Fikret Otyam konusunda sonuç bölümünden yapılan
kısa alıntı da, görüldüğü gibi “…Anadolu insanının
sorunlarını aktarma işlevini üstlenirken, somut adımlar atılması sonucunu da doğurmuştur. Fotoğrafları
ile göçebe Beritan Aşiretinden onbeş, yirmi bin kadarlık bir bölümünün Erzincan, Diyarbakır gibi illere
yerleştirilmesini sağlar. Bunun için yedi yıl uğraş
verir…” fotoğrafın toplumsal amaçlar doğrultusunda
kullanımı konusunda yetkin örnekler verdiğinden söz
eder.
Keyifli okumalar.
Aysel Altun
diği örneklerden birkaçı İkinci Dünya Savaşı öncesinde Polonya gettolarında Yahudileri fotoğrafları ile
belgeleyen Visniac, Alman toplumunu fotoğraflayan
Arbeiter Fotograf, Eugene Smith vb.
Kitaplık
‘Otyam’ın fotoğraflarında toplumsal boyut’ alt başlığında; Otyam’ın yazı ve röportajlarında eğildiği
kesimi ‘Ezilen, horlanan, sahipsiz, gözü olup da
görmeyen, kulağı olup da duymayan, dili olup da
söylemeyen kesimin, sömürülen,ezilen halkımın
dili, gözü,kulağı olmayı yeğledim.’ diye ifade ettiğini
belirtir. 1953 yılında başlayan ve sayısı 15’i bulan
‘Gide Gide’ serisinde yer alan kitaplarında 11, 12 ve
14 dışındakilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
toprak ağalığı, işsizlik, kaçakçılık, din sömürüsü,
eğitim, sağlık vb. tüm sorunlu alanlara el attığından
söz eder. Bu sorunların kitlelere ulaştırılmasında
Otyam’ın 1962 ile1979 yılları arasında çalıştığı
Cumhuriyet Gazetesinin desteğinin payının büyük
olduğunu ifade ettiğinden söz eder.
41
AFSAD
Eylül - Ekim 2012

Benzer belgeler