Fotograf Dergisi
Transkript
Fotograf Dergisi
Kontrast 31 Eylül - Ekim Fotog raf Dergisi ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır. 1 Bizden Biri Asuman Ergüney Usta İşi Eugène Atget İçindekiler Sibel Acar 4 2 Konuk Yazar Benim Bir Resmimi Çeker misiniz? Çiğdem Buçak Telli Söyleşi Cengiz Akduman Kontrast 13 f/64 Fotoğrafın Çocukları Mustafa Önder, Mehmet Ünal, Engin Güneysu, Kenan Seven Dalgakıran (La Jetée): Ölüme Karşı Okunan Manifesto Nagihan Konukcu Cengiz Engin 38 14 Kısa Metraj Chris Marker’ın Ardından… Fotoğraf Üzerine Görsel Anlam Denemeleri 34 İMece Sokağa ve Fotografçısına Övgü İlker Maga Kitaplık Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği Aysel Altun AFSAD Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği Adına Sahibi Mustafa ERTEKİN Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür) Koray OLŞEN Yayın Ekibi Aysel Altun Dora GÜNEL Nejla Can Güler Ayşe Saray Redaksiyon Ayşe Saray Özcan Yurdalan Dosya Konusu Sokak Fotoğrafçılığı 33 8 Kapak Fotoğrafı: Kemal Cengizkan 39 Grafik Düzenleme Ayşe Saray Yönetim Yeri (Dergi İletişim) AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21 Kavaklıdere – Ankara Tel: 0312 4172115 Faks: 0312 4172116 GSM: 0533 7388208 www.kontrastdergi.com www.afsad.org.tr [email protected] İki ayda bir yayımlanır. AFSAD’ın ücretsiz yayınıdır. Baskı Mattek Matbaacılık Basım Yayın Tanıtım San. Tic. Ltd. Şti. Adres: Adakale Sok. 32/37 Kızılay - Ankara Tel: 0312 433 2310 Basım Tarihi: Eylül 2012 Yayın Türü: Bölgesel Süreli ISSN: 1304-1134 Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı, makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir bölümünün kullanılması yasaktır. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bunun için tekniğiyle çok ilgilenmem fotoğrafın, bence güzel olan orada olmak, tanık olmaktır. Orada iken hissettiklerimi hissettirebiliyorsam, hissettirdiklerimle saatler, günler, haftalar geçirdiğim insanlara fayda sağlayabiliyorsam çektiğim fotoğrafın başarılı olduğuna inanırım. Asuman Ergüney “Fotoğraf amaç olmaktan çok araçtır benim için… Farklı yaşamları, farklı kültürleri, farklı duyguları keşfedebilmek için kullandığım bir araç… Tanıştığım yeni yaşamlarla hayatı sorgularken, tanıklık ettiğim sorunlara farkındalık yaratmak için bir araç… Hayatın yoğunluğundan yorulan ruhumu dinlendiren, arındıran ve yeni dostluklara ulaştıran bir araç… ASUMAN ERGÜNEY 1976 Ankara doğumlu. Fotoğrafa 1997’de Hacettepe Üniversitesi bünyesinde başlayıp,1998’den itibaren AFSAD’da devam etti. AFSAD bünyesinde, çeşitli belgesel fotoğraf atölyelerinde, projelerinde çalıştı. AFSAD Yönetim Kurulu’nda görev aldı. Çeşitli karma sergilere katıldı. Hâlâ belgesel çalışmalarla fotoğraf çekmeye devam etmektedir. Bizden Biri İşte bütün bu nedenlerden dolayı sadece belgesel fotoğraf çekiyorum.” Eugène Atget Usta İşi Sibel Acar On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Paris, geniş kapsamlı bir kentsel dönüşüm yaşamaktadır. Korunmaya değer bulunan anıtlar dışındaki eski yapılar, Baron Hausmann’ın orta çağ kentini modern bir kente dönüştürme projesi kapsamında hızla yok olmaktadır. Atget, objektifini yok olmakta olan semtlere ve buralardaki yaşantıya çevirir, eskiden kalan ne varsa kaydetmeyi kendine amaç edinir. Sistematik olarak eski evlerin, dükkânların, kiliselerin ve sokakların fotoğraflarını çeker. Bu konuda ürettiği fotoğraflar, sanatçıların yanısıra kütüphaneci, antikacı ve akademisyenler gibi müşteri gruplarını hedeflemektedir. Sipariş üzerine ürettiği fotoğraf sayısı fazla değildir. Kendi seçtiği konularda ürettiği fotoğrafları, bir pazarlamacı gibi portföyündeki müşterilerin kapılarına giderek satar.[4] Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında yoksul düşer. 1920 yılında kendi girişimiyle yirmi yılı aşkın bir sürede ürettiği, Paris’in geçmişine tanıklık eden 2621 cam negatifini Fransız Hükümeti’ne satmayı başarır. 1921 yılında ressam Andre Dignimont’un siparişi üzerine sokak kadınlarının fotoğraflarını çektiği bir seri üretim yapar.[5] 2 Sokak kadını, 1921 20. yüzyıl fotoğrafının öncü isimlerinden biri sayılan Eugène Atget (1856-1927), yaşarken kendisini hiçbir zaman “fotoğrafçı” olarak nitelendirmemiş olsa da, otuz yıl boyunca Paris’i fotoğraflamış, 8000’den fazla fotoğraf üretmiştir. Çalışmaları, kendisiyle aynı dönemde Paris’te bulunmuş olan genç fotoğrafçılar, Berenice Abbot, Walker Evans ve George Brassai’ı etkilemiştir.[1] Atget, 1857 yılında Bordeaux yakınlarında işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Hayata şansız başlamıştır, beş yaşında yetim kalır. 1870’lerde gemilerde çalıştığı bilinmektedir. Tiyatro oyuncusu olmaya azmeder, 1879 yılında Paris konservatuarına kabul edilir fakat eğitimini tamamlayamaz. 1880’li yıllarda Paris’in kenar semtlerindeki tiyatrolarda oyunculuk yaptığı sıralarda fotoğraf çalışmalarına başlar. Amatör olarak resim sanatıyla da ilgilidir. 1890’ların başında oyunculuğu bırakmış, Paris’te fotoğrafçı olarak çalışmaktadır.[2] Stüdyosunun kapısında “Sanatçılar için belgeler” yazan bir tabela asılıdır. Potansiyel müşterileri ressam, gravürcü, heykeltıraş ve sahne tasarımcılarıdır. Kartvizitinde onlara sunabileceklerini şöyle sıralar: “manzaralar, hayvanlar, çiçekler, anıtlar, ressamlar için arka planlar, sanat eserlerinin kopyaları.”[3] Ayrıca, bütün bu konuların yanısıra tutkuyla sarıldığı bir konu daha vardır: Kaybolmakta olan eski Paris. Atget, ömrünün son yıllarında Man Ray ile tanışır. Man Ray ve sürrealist akımının sanatçıları, Atget’in fotoğraflarında farklı bir boyut görürler. Onun ürettiği fotoğraflar günlük yaşamdan alınmış olmalarına rağmen, bir yönleriyle sanki gerçekdışıdır. İnsansız gibi görünen sokaklarda, camların ardında ya da yansımalarda belli belirsiz görünen siluetlerde olduğu gibi… Man Ray, 1926’da Atget’in elli kadar fotoğrafını satın alır ve dört tanesini isimsiz olarak sürrealistlerin magazini La Révolution’da yayınlar. 1927 yılında Atget hayata veda eder. O sıralar Man Ray’in asistanı olan Berenice Abbot, ölümünden sonra Atget’in negatiflerini ve bazı baskılarını satın alır ve ard arda yayınlar yaparak, hayattayken fazla tanınmayan Atget’in fotoğrafla ilgili çevrelerce tanınmasında büyük rol oynar.[6] Atget’in sıradışı kişiliği üzerine pek çok hikâye anlatılır. Kaba saba, berduş kılıklı, aksi, sözünü sakınmayan ve kavgacı olduğu; yeniliklere kuşkuyla yaklaştığı, yaşamının son yirmi yılında diğer yiyeceklerin zehirli olduğunu düşündüğü için ekmek, süt ve bir parça şekerle beslendiği; fotoğraflarını St. Germain kahvelerinde işporta usulü çok ucuza satacak kadar alçak gönüllü olduğu ya da fotoğraflarının kıymetini anlayamayacak kadar naif olduğu söylenenler arasındadır. Atget, fotoğrafı hiçbir zaman sanat olarak görmez, ona göre fotoğraf belgedir. Seçtiği konular gelenekseldir. Bu geleneksel konuları da ısrarla, hantallığı ve zorluğu nedeniyle terk edilmiş bir teknikle fotoğ raflamaktadır. Ömrü boyunca inatla, ahşap bir fotoğraf makinesi ve 18x24 cm cam levhalar kullanır, gün ışığında pozladığı kontak baskılar yapar. Bütün bunlara rağmen döneminin en “avant- garde” sanatçıları, onun çalışmalarına kendilerini yakın hissetmişler, ölümünden sonra adı 20. yüzyılın öncü fotoğrafçılarından biri olarak anılmıştır. Valence Sokağı, 1922 Sokak fotoğrafçılığı, belgesel fotoğrafla sınırları kalın çizgilerle ayrılamayan bir tür olsa da, bazı ayırt edici özellikler taşımaktadır. Genel olarak, belgesel fotoğraf; aktardığı durum karşısında izleyicisini etik bir duruşa, çoğu zaman harekete geçmeye davet ederken, sokak fotoğrafı; konuyla ilgili bir tavrı teşvik etmeyi amaçlamaz. Sokak fotoğrafı, an be an kendiliğinden oluveren, değişen durumlara gözün anlık Orgcu ve şarkıcı kız, 1898 takılması gibidir. Duruş ve bulunuşlar anlıktır, konu olan durum ve insanlar da, fotoğrafçı da fotoğrafın izleyicisi de geçip gidiverecektir sanki. Oysa belgesel fotoğraf, geçip gidivermek niyetinde değildir; gözlem yapar, durur ve sorgular. Çünkü belgeselin konusu olan durum süregitmektedir ve anlaşılan odur ki dışarıdan bir müdahale olmadıkça değişmeyecektir.[8] Dolayısıyla, kompozisyonu oluşturan öğeler rastlantı sonucu değil, süregiden durumun sabit bileşenleri olarak oradadırlar. Belgesel fotoğraf, bir durumu kesin, net bir betimlemeyle tamamlanmış cümlelerle anlatır. Sokak fotoğrafı, cümlelerinde boşluklar bırakır, tamamlamak ya da geçip gitmek izleyiciye kalmıştır. Atget’in fotoğraflarının ilginçliği, hem kök salmış bir durumun keskin uçlu gerçeğini hem de gelir geçerliği, rastlantıyı, izleyicinin hayalgücünü tetikleyen gizemi, varla yoku ve uzakla yakını birada tutabilmesindedir. Kaynakça: 1. Eugene Atget. A Selection of Photographs from the Museé Carnavalet. Pantheon Books, 2007. 2. Williams, Richard L. Great Photographers. Time Life Books, 1971. 3. http://www.nga.gov/feature/atget/bio.shtm 4. Abbott, Berenice. “The World of Atget.” Photography in Print: Writings from 1816 to the Present. Edited by Vicki Goldberg. Touchstone, 1981. 5. 20th Century Photography: Museum Ludwig Cologne. Taschen, 2005. 6. Stephan, Peter, ed. Icons of Photography. The 20th Century. Prestel, 2005. 7. Benjamin, Walter. “The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction.” Photography in Print: Writings from 1816 to the Present. Edited by Vicki Goldberg. Touchstone, 1981. 8. Scott, Clive. Street Photography from Atget to Cartier Bresson.Tauris, 2007. AFSAD Eylül - Ekim 2012 Usta İşi Sibel Acar Peki, nedir Atget’in fotoğraflarını ilginç kılan? Atget’in fotoğrafları belge olmaları niyetiyle üretilmiş olmalarına rağmen gerçeküstü bir “aura” yaymaktadır. Gerçek bir durumun üzeri sanki kırılgan ve yarıgeçirgen, bilinçdışı bir katmanla kaplanmış gibidir. Sanımca, bu, kastedilmediği halde var olan belirsizlik, Atget’in fotograflarını Walter Benjamin’in benzetmesiyle “bir suç mahalli” [7] gibi gizemli kılmakta, fotoğrafın izleyicisini görünenin ötesinde ipuçları aramaya yöneltmektedir. İşte tam da bu nedenle Atget’in fotoğrafları, sokak fotoğrafının alanı içinde değerlendirilir. 3 Çiğdem Buçak Telli Konuk Yazar 4 Benim Bir Resmimi Çeker misiniz? Yalnızca Türkçe’de değil, birçok dilde aynı sözcüklerle ifade edilebilen kavramlardır resim ve fotoğraf; picture, image, bild, resim… İnsanlığın resim ile öyküsü ise tarih öncesi devirlerde mağara duvarlarına çizilen resimlerle başlar. Bu, ilk ressamların amacının, gözlemlediği nesne ve olayları sabitleyip bu bilgiyi başkaları ile paylaşmak olduğunu söylersek yanılmış olmayız. İnsanın çevresindekileri anlama yolunda sahip olduğu en güçlü algının görsel algı olduğu düşünülürse, bir optik görüntüyü sabitleyebilmenin, yani resmedebilmenin, bunu başkaları ile paylaşmanın en önemli aracı olacağı da anlaşılmaktadır. İnsanın çizerek, resmederek başladığı bu süreç, heykel, röliyef gibi üç boyutlu biçimlemeler ile daha farklı bir boyut ve etkinlik kazanmıştır. Ancak kullanılan araç ve yöntem ne olursa olsun, temel amacın görsel algının saptanması olduğu kabul edilmektedir. Bu ideal, insanlığı 1800’lü yılların başında Nicéphore Niépce’nin başlatıp, Louis-Jacques-Mandé Daguerre’in geliştirdiği fotoğrafa kavuşturacaktır. heykel, vb.), nesnel değil öznel bir olgudur. Gerçeğe en yakın olanı yeniden üretmek amaçlansa bile, bu hiçbir zaman orjinali ile aynı olmayacak, yapımcısının algı ve ifade farklarını taşıyacaktır. Hatta bunun fotoğraf için bile geçerli olduğu, fotoğrafın gelişim süreci içinde farkedilecektir. Buradan anlaşılmaktadır ki algılarımızın görsel ifadesi (resim, heykel, fotoğraf, vb.), sadece görsel değil, tüm algılarımızın zihnimizdeki yorumlarının bir ifadesidir. Bu noktada anımsamamızda yarar olduğunu sanıyorum ki, bugün özellikle görsel sanatların temel kavramı olan “Estetik”in kökeni, eski Yunanca’da duyum, algı, his anlamına gelen “Aisthesis”dir. Tarihsel süreç içinde görmekteyiz ki insanlar duygu, algı ve hislerini görsel olarak ifade edebilmek için birçok araç kullanmış ve geliştirmiştir. Bunlara 1800’lü yılların başında fotoğraf da eklenmiş bulunmaktadır. Bu araçlar kimi zaman tek başına, kimi Aslında, gözümüz gibi fotoğrafın da temeli olan karanlık kutuyu insanlar bundan çok daha önce kullanmaya başlamışlardı. İ.Ö. 3000 yıllarında Sümerlerin Camera Obscura’yı (Karanlık Kutu) Astronomi gözlemlerinde kullandığı bilinmektedir. Yine karanlık kutunun birçok ressam tarafından görüntüyü bir zemine aktararak resmedilmesini kolaylaştıracak bir araç olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bu niteliği ile, karanlık kutunun fotoğraftan önce resme hizmet ettiğini söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Fotoğrafın icadı ile birlikte daha iyi anlaşılmaktadır ki görsel algının her türlü ifadesi (resim, Sergide Çiğdem Buçak Telli Konuk Yazar 5 Duy Sesimi AFSAD Eylül - Ekim 2012 Çiğdem Buçak Telli Konuk Yazar 6 zaman da birlikte kullanılarak insanların duygu ve düşüncelerinin ifadesine tercüman olmaktadır. Çağdaş sanat anlayışında da araç ve teknik kısıtlaması olmaksızın insanların kendilerini en iyi ifade edebildikleri işlerin, en önemli sanat eserleri için aday olduklarını söyleyebiliriz. Sanat eleştirmenleri benim resimlerimi “fotogerçekçi” olarak tanımlamışlar ve tanıtmışlardır. Öyledir de gerçekten. Bu arada önemli bir noktayı özellikle belirtmem gerekir ki, aslında ben fotoğraf makinesini kullanma konusunda pek deneyimli değilim. Birçok değerli fotoğraf sanatçısının arasında fotoğraf çekmeyi başarabildiğim iddiası korkarım ukalalık olacaktır. İşim boya benim. Boya ile yaşadığım serüven… Benim için resim yaşadıklarımın / belleğimde iz bırakmış / görsel anlarının plastik fotoğrafını tuvalde kalıcı kılmak… Herhangi biri, yaşanan anları kalıcı kılmak için fotoğrafını basar kâğıda, ben yaşadıklarımı fotoğraf tadında tuvale aktarıyorum… Realist olmamın sanırım fotoğrafla örtüşen bir yanı var. Resimlerimde çoğunlukla kadınlar olmak üzere insanlar vardır her yaştan, her çevreden. İzleyenlerin aşina oldukları, bir bakıma görmekten haz duydukları figürlerdir bunlar. Ancak önemli olan nokta, Çocuklar Portreler buradaki gerçekliğin benim gerçekliğim olmasıdır. Yani, model olarak işgören bir dış nesneyi, tuval üzerinde yeniden oluşturmak değildir yaptığım. Zaten zihnimde olan birçok imgenin yer aldığı tuvali ayıklayıp temizleyerek en yalın ve etkili anlatımı sağlayacak bir tuval yaratmak için yaparım resimlerimi. Sanat eğitimcisi ve ressam olarak geçirdiğim meslek yaşamımın 30. yılını 2013’te kutlamaya hazırlanıyorum. Bu süreç, değişik dönemleri olan, her dönemi farklı heyecan, tutku ve kaygıları taşıyan bir serüvendir benim için. Beni çok etkileyen sanat dallarından olan “Fotoğraf” ile kendi resim anlayışımı çok yakın görmüşümdür hep. Öyle ya, bir fotoğraf sanatçısı da çevresinde ve zihninde olan birçok imgeyi temizleyip ayıkladıktan sonra seçtiklerinden kalan ile en etkili anlatımı sağlayacak kareyi paylaşmaz mı izleyicisi ile. Bu niteliği ile o fotoğraftaki gerçeklik de öznelleşmiş, sanatçısının gerçekliği olmuştur artık. Her iş, başlangıcından bitişine dek ayrı bir serüvendir benim için. İçeriğinden tekniğine kadar her yönü ile değişken, dinamik bir süreçtir bu. Başta öngörülen ile sonuçta ortaya çıkan, beni de şaşırtır sıklıkla. Belki her sanatçı için böyledir Bu işlerde fotoğraf bana boya ile elde edemeyeceğim olanaklar sağlamıştı. Evet. Resim, anlatmak istediklerimi ifade edeceğim bir dil ise, dil ne kadar zenginleşirse yapıtım da o denli etkileyici olacaktı. Öyle de olmuştu işte. Fotografik kolaj çalışmalarım, izleyenlerin de eleştirmenlerin de beğenisini kazandı. Bu işlerin aldığı takdir ve beğenilerin yanında eleştirilere de değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü hepsinin ortak noktası olan, “Fotoğraf kullanmak, kolaya kaçmak olmaz mı?” sorusu, aslında önemli bir yanlış inanışa dayanmaktaydı. Bu bakışa göre, teknik geliştikçe sanat azalacaktır. “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu.” Gerçekte ise durum böyle değildir. Tarih boyunca insanların geliştirdiği yeni teknolojiler, Peki, “Kolaya kaçmak” anlamında değilse de resimde bir girdi olarak fotoğrafı kullanmanın koşulları var mı? Olmalı mı? Tabii ki var ve olmalı. - Başkası tarafından yapılmış bir fotoğraf, değiştirilse de başka birinin resminde malzeme olmamalı bence. - Kullanılan fotoğraf, kullanılan diğer teknik veya teknikler ile aslından daha farklı bir ifadeye ulaşmış olmalı ve bu ifade, sadece fotoğraf kullanılarak da elde edilemeyecek bir nitelikte olmalı. Fotoğrafın resme getirdiği olanaklar ise sanatçısına yeni ve farklı birşeyler söyleme görevini hatırlatmaktadır. Bundan sonra da resimlerimde fotoğraf ve gelişen her yeni tekniği gerektiğinde elbette kullanacağım. Adı “resmin plastik fotoğrafı” olan resim serüvenim devam edecek. Boya ya da boya olmadan. Değişerek,yenilenerek, şaşırtarak her seferinde. Ara sıra atölyeme konuklar geliyor, resimlerimi çok gerçekçi buluyorlar. İçlerinden biri soruyor: — Benim resmimi de çeker misiniz? Çiğdem Buçak Telli Ahmet Gökhan Demirer Bu nedenle kullandığım teknik konusunda hiç de tutucu sayılmam. Yeter ki etkin kullanabileyim. Zaten gelişebilmek, ileriye gidebilmek için öyle de olması gerek kanımca. Yani resimde her şey bir malzeme olabilir sanatçı için. Bu düşünce ile bir süre önce aklıma fotoğrafı kullanmak geldi malzeme olarak. Hemen kolları sıvadım ve Adana Onatça Sanat Galerisi’nde ve Ankara Grup Sanat Galerisi’ndeki sergilerimde izleyicilere sunduğum “Fotografik Kolaj” çalışmalarım ortaya çıktı. (Yazımla birlikte bu sayfalarda bazılarını sizlerle paylaşıyorum.) sanatçıların olanaklarını genişletip işlerini kolaylaştıran bir girdi olmuştur. Aksi halde insanoğlunun sanat yelpazesi hiçbir araç gerece gerek duymayacağı şiir, şarkı söylemek, dans ve pandomimin ötesine geçemeyecekti. KonukYazar Yazar Konuk bu yaratı süreci. Ancak kesinlikle benim heyecanımın, sevincimin, coşkumun, duygusal patlamalarımın ve hüznümün kaynağıdır bu süreç. 7 AFSAD Eylül - Ekim 2012 Söyleşi Kontrast Cengiz Akduman 8 1952 yılında İstanbul’da doğdu. Yirmili yaşlarda tanıştığı fotoğrafla on yıl kadar amatörce uğraştı. 1984 yılında ilk atölyesini kurarak fotoğrafı iş edindi. Yurtiçinde ve yurtdışında (Almanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Amerika) 18 kişisel sergi açtı,pek çok karma sergiye katıldı. 1989-1993 yıllarında Anadolu Üniversitesi İletişim Sanatları Bölümünde “Reklam Fotoğrafçılığı” dersleri verdi. “Anlar ve Anılar” (1999) ve “Anadolu Kapıları” (2012) adlı kitapları yayımlandı. “Adnan Varınca”, “İsmail Türemen” ve “Bir Kültürün Dokunuşu” adlı kitapların fotoğraflanmasında çalıştı. Ayrıca “Kültürler Parkı: Urfa” ve “Diyarbakır Surları” projelerini fotoğrafladı. “Turkish Passport” adlı uzun metrajlı belgesel filmin röportaj fotoğraflarını çekti, set fotoğrafçılığını yaptı. İstanbul Modern Arşivinde yedi siyah beyaz fotoğrafı bulunmaktadır. “Dokunuşlar” adlı iki ciltlik (siyah beyaz ve renkli) fotoğraf albümü üzerinde çalışmaktadır. Sokak fotoğrafçılığı sizce nedir? “Sokak fotoğrafçılığı” özgür bir kafa ile, hazırlıksız yapılan en keyifli fotoğrafçılıktır. Basit olarak bu tanımlama ile anlatabileceğim sokak fotoğrafçılığının birinci amacı, bir kentin fotoğraf aracılığı ile sosyal haritasını çıkarmaktır. Bunu yaparken fotoğrafçının en önemli malzemesi insandır, yaşamdır. Sokak fotoğrafının büyük ustası Robert Doisneau (1912-1994) sözünü ettiğim insan/yaşam fotoğraflarının en iyi örneklerini çekmiştir. İşleri; Nazi işgalindeki Paris’den Partizanlara, Paris sosyetesinin gece yaşamından Paris varoşlarına kadar geniş bir yelpazeyi içerir. Bu fotoğraflarla Paris kentinin dünyada markalaşmasında önemli bir katkı sağladığına inanıyorum. Sokak fotoğrafçısı antenleri daima açık, karşılaşacağı şeyleri önceden planlamayan, özgür düşünceli donanımlı biri olmalı. Yoksa çekeceği sokak fotoğrafları bir kentin turistik tanıtımını yapan fotoğraflar olarak kalır. Sokak fotoğrafçılığında kurmaca yoktur, an vardır. Sokak fotoğrafçılığında etik değerlere uyulması adına bir otokontrol vardır. Kontrast Söyleşi 9 AFSAD Eylül - Ekim 2012 Kontrast Söyleşi 10 Sokak fotoğrafçılığı ile belgesel fotoğrafçılığın örtüşen yanları nelerdir? Sokak Fotoğrafçılığı ile Belgesel Fotoğrafçılık küçük nüanslar dışında iç içe geçmiş iki çalışma tarzıdır. Birbirinin içine geçmiş gibi görünse de iki farklı çalışma alanıdır. Belgesel çalışan fotoğrafçının belge oluşturmak sorumluluğu vardır. Gerektiğinde belgeselini yaptığı konu için farklı mekânlarda, kapalı alanlarda, planlı programlı giderek randevulu bir çalışma koşulları yaratması gerekebilir. Belgesel çeken bir fotoğrafçı bir konu üzerinde odaklaşmaktadır. Hal böyleyken sokak fotoğrafçısının saptanmış bir konusu yoktur. Bu nedenle daha özgür, plansız çalıştığını söyleyebiliriz. Ama her iki fotoğrafçı da hem fotografik açıdan, hem etik açıdan aynı dili kullanırlar. Sokak fotoğrafçılığında estetiğin yeri nedir? Örtüştükleri nokta da burada başlar. Hem sokak fotoğrafı hem belgesel fotoğraf fotografik açıdan oynanmamış, kurgulanmamış, hiç bir biçimde değiştirilmemiş olmalıdır. Kime ne söyleyeceklerse doğrudan anlatmalı, estetik açıdan dolambaçlı yollara sapmamalıdırlar. Bütün bunların yanı sıra ister belgesel, ister sokak fotoğrafçısı olsun; etik değerlere sonuna kadar bağlı olmak zorundadır. Salgado, “Migrations” belgeseline Yeni Delhi İstasyonunu çekerken hangi kaygıları taşıyorsa, Henri Cartier Bresson da Hindistan seyahatinde tek tek çektiği sokak fotoğraflarını çekerken aynı fotografik kaygılar içindeydi ve aynı etik değerlere inanıyorlardı. 2005 yılı Ekim’inde Boston “President’s Gallery”de “Kültürler Kavşağı Güneydoğu” adıyla Belgesel tarzda çekilmiş fotoğraflarımdan oluşan bir sergi açtım. Serginin konusunu, sunduğum alternatifler içinden beni çağıran organizasyon seçmişti. Sergi kokteylinde yanıma yaşlıca bir Türk yaklaştı ve “Hep böyle fotoğraflar çekiyorsunuz. Boğaz Köprüsü, Efes, Kızkulesi çekip getirseydiniz ya” dedi. Tabii çok kızdım, adama gereken cevabı da o anda verdim. Ama otelime döndüğümde kendime çok kızdım ve adama kızmamam gerektiğine inandım. Onun Amerika’da bir göçmen olması, kompleksleri, gereksinimleri onun estetik anlayışını benden farklı kılmıştı. Güzel /Estetik olduğuna inandığı şeyleri Amerikalıların görmesini istiyordu. Böylece ezikliğinin girdabından az da olsa kurtulacaktı. Bana göre, Güneydoğu’dan gösterdiklerim son derece estetik fotoğraflardı. Estetiği “güzellik” olarak ele alıyorsak, sokak fotoğrafçısı “her güzel olanı çekecek” diye bir koşul yok. Ancak, çektiği fotoğrafı da en basit kompozisyon kurallarına, en temel ışık kurallarına uydurarak çekmek zorundadır. Henri Cartier-Bresson, Ara Güler, Brassai, Marc Riboud yaşamı boyunca unutulmaz “sokak fotoğrafçılığı” örneklerine imza atmıştır. Her kareleri birer Kontrast Söyleşi duygu, birer estetik, birer kompoziyon, birer ışık anıtıdır… Her fotoğrafta olduğu gibi estetikten uzak bir sokak fotoğrafı düşünülemez. Ama fotoğraf estetiğinin katı kuralları bazı sokak fotoğrafları için zorunlu olamaz. Henri Cartier-Bresson’un “elinde şemsiye ile su birikintisinden atlayan adamı” bunun tipik örneğidir. O fotoğrafın kontağını bir kitabında gördüm. Sağdan soldan gereksiz yere girmiş objeler, hatta kendisinin ıslanmamak için girdiği saçağın duvarı bile girmiş kadraja. Zorunlu olarak kadrajlanarak sunulmuş izleyiciye. Bu kadraj, fotoğrafçının o fotoğrafta duyduğu estetik kaygıdır. Fotoğrafı ne biçimde üretiyorsak üretelim, estetik kaygıdan uzak olmamız mümkün değildir. ğin girdabına kapılır gideriz, bazen grafik kaygılarla boğuşuruz. Tüm bunlarla uğraşırken de bir bakarız fotoğraftaki duygu elimizden kaçıp gitmiş. Grafik kaygıları da, teknik donanımınızı da, duygunuzu da ve estetik çabalarınızı da çekim anında harmanlamanız lazım karenin içinde. Bu böyle olmadığı zaman, “aman şunu da photoshop ile hallederim” dediğinizde sırıtan, eksik, sığ bir fotoğrafla karşı karşıya kalıyorsunuz. Benim için fotoğraf: insan ya da insana dair şeyler. Hâl böyleyken bu fotoğraflarda duygu olmadığı zaman berbat görüntülere dönüşüyor hepsi. Duygusuz bir insan nasıl size sıkıntı verirse, duygusuz bir Bir söyleşinizde ‘fotoğrafta duygu olmalı’ diyorsunuz, bunu bizim için biraz açar mısınız? Evet, bir söyleşimde “bence fotoğrafta duygu olmalıdır“ demiştim. Eğer bir fotoğrafın söyleyecek sözü ve alıp sizi bir yerlere götürecek duygusu yoksa bence o fotoğraf eksik, sığ ve sıradan bir fotoğraftır. Ne yazık ki dijital teknolojinin getirdiği kolaycılıkla son yıllarda karşıma çok sayıda duygudan yoksun fotoğraf tekrarları çıkıyor. Fotoğrafta anlatım, bıçağın sırtı gibidir. Bazen tekniAFSAD Eylül - Ekim 2012 11 Söyleşi Kontrast fotoğrafa bakmaya da gönlünüz elvermez. Tabii sözüm masa başında peydahlanmış fotoğraflar için değil. Onlar ne yaparsa yapsın “ben duygusuzum” diye bas bas bağıran fotoğraflar. 12 Örneğin, deneye deneye deneysel fotoğrafı siyah zeminde kırmızı bir lekeye kadar indirgediler bazı deneysel fotoğrafçılarımız. Benim için ne yazık ki duygu yoksunu grafiklerdir bu kareler. Ancak Arif Aşçı’nın pazar tentelerine vurmuş gölgeleri, Cengiz Karlıova’nın Kırkpınar’da kafa çekip nara patlatan Trakyalıları, Nevzat Çakır’ın bir Muğla sokağında keman çalan çalgıcısı, Ara Güler’in hemen tüm İstanbul fotoğrafları, Hüsnü Atasoy’un toplumsal olaylarda çektiği çalışmaları vs. gibi fotoğraflar bizleri bir yerlere alıp götüren, duygu yüklü fotoğrafa örnek olacak işlerdir. Fotoğrafta, özellikle de sokak fotoğrafında sayısal müdahale konusundaki görüşleriniz? Bunu “fotoğrafta sayısal müdahaleye karşıyım” diyerek cevaplamak istiyorum. Sayısal müdahale olarak ne yapıldığına, ne yoğunlukta yapıldığına bağlı tabii ki… Örneğin HDR denen bir melanet çıktı. Azı karar çoğu zarar bir melanet. Bu arada eklemeler çıkartmalar, gün batımlarını abartarak turuncudan geçilmeyen kareler. Geçenlerde “facebook”ta amatör bir fotoğrafçı bir Urfa fotoğrafı yayınladı. Baktığınızda önde standart mavi poşulu bir Urfalı amca arkasında cami. Şimdi ne var bunda diyeceksiniz. O fotoğrafın çekilebilmesi için o adamın fotoğrafçı ile birlikte Ayn Zaliha Gölü’nün üstünde duruyor olması lazım ki, cami de o konumda olsun… Sordum “facebook”ta “hangi objektif, müdahale var mı” filan diye, hemen sorumu da beni de sildi! Adamın montaj olduğuna yüzde yüz kalıbımı basarım. Eh, bu fotoğrafı ancak montajla yapabiliyorsun. O zaman yiyemeyeceğin lokmayı yutmaya çalışma… Bunun gibi yüzlerce örnek… Baskı yaparken nasıl kontrastı ile oynuyorduk, nasıl fazla pozlama az pozlama, kadrajlar yapıyorduk. Bunun dışında fotoğrafa yapılan dijital müdahalelere karşıyım. Tabii belegeselden, sokak fotoğrafından, insandan söz edip de müdahale yaparak iş üretenlere bu lafım. Bu arada sayısal müdahaleler ile iş üreten ve oldukça da başarılı işler çıkartan ustalar var. Bunlar zaten deneysel fotografinin kaleleri. Açıkça işlerini ortaya koyuyorlar ve işleri müthiş işler. Ben izlemekten keyif alıyorum. Örneğin Ahmet Elhan, Murat Germen, Orhan Cem Çetin ve Nuri Bilge hemen adını sayacağım dört fotoğraf ustası. Ama acemice çekilmiş işlerini bir şeye benzetmek için sağına soluna bir şeyler yapıştıranlara elimden geldiğince karşı duracağım. Türkiye’de çocuklarla birlikte yapılan ilk fotoğraf çalışması 8 Ekim 1999 tarihinde İzmit’te başladı. Marmara depremi, vurduğu yeri yıkarken, yakın ve uzak çevresindeki hayatları da etkilemişti; ortalık toz dumandı; değerler ve yargılar da öyle. O dönemi kapsayan ve “Marmara depreminin toplumsal alanlarda, kültürel yargılarda, insan ilişkilerinde, ahlaki değerlerde yarattığı-geçici-etkileri” ele alan bir araştırma yapılacak olursa ilginç verilere ulaşılacağını düşünüyorum... Çocuklarla ilk fotoğraf atölyesi, afet sonrasının can kurtarma çalışmaları bittikten hemen sonra, geride kalanların hayatı idame ettirilebilmesi için gerekli koşulları yaratmaya çalışan gönüllüler tarafından başlatıldı. Daha önce dünyada çocuklarla fotoğraf konusunda çok sayıda pratik yapılmıştı. Bunlardan bir tanesi, komşu İran’da Fotoğraf Federasyonu’nun “çocuk fotoğrafçılar istasyonu” ve yıllardır sürdürdüğü uluslararası fotoğrafçı çocuklar festivaliydi. Bir diğeri Bangladeş’te Drik Fotoğraf Ajansı’nın çocuklarla yaptığı fotoğraf ve film çalışmalarıydı, diğeri Filistin mülteci kamplarında Avrupalı fotoaktivistlerin çocuk fotoğrafçılar ve sinemacılarla çalışmalarıydı, bir diğer örnek, Fransa’da, özellikle Kuzey Afrika’dan göçle gelen ailelerin yaşadığı mahallelerde, fotoaktivistlerin gerçekleştirdiği çocuklara yönelik fotoğraf çalışmalarıydı... İzmit’teki çalışma da bu damardan beslenerek işe koyuldu. Aynı sıralarda Hindistan’ın Kalküta şehrinde, yine bir grup fotoaktivist çocuklarla fotoğraf çalışması yapıyor ve aynı zamanda sürecin belgesel filmini hazırlıyordu ki, bu film birkaç yıl sonra “Kalküta’nın Çocukları” adıyla önemli sinema festivallerinde gösterilecek ve ödüller alacaktı. İzmit’teki çalışma ise TRT ve Japon NHK televizyonları tarafından belgelenmiş, TRT’nin yapımı daha sonra Avrupa Yayın Birliği’nin saygın ödüllerinden birini almıştı. Velhasıl, Türkiye’de fotoğraf âleminin gündemine o girişin ardından, çocuklarla fotoğraf çalışmaları yaygınlaşarak, çeşitlenerek sürdü geldi. Bu süre içinde, toplumun marjına itilmiş çocuklarla, hak ihlaline maruz kalmış gruplarla, zihinsel ve bedensel engellilerle, dezavantajlı olanlarla, fırsat verilmemişlerle, risk altındakilerle, farklı etnik ve kültürel kökene sahip olanlarla... derken belki binlerce çocukla fotoğraf atölyeleri yapıldı. Bu çalışmaları gerçekleştiren grupların çoğu birbirinden az çok haberdar, ama neyi nasıl yaptıkları konusunda tam bir iletişimsizlik, hatta ilgisizlik halindeydi. (Bu durum şaşırtıcı olmasa gerek; çünkü kültürel hasletlerimizden en başta geleni, herhangi bir mevzudan haberdar olmakla yetinmek, o meseleye dair neyin biriktirildiğini merak edip, nasıl yapılAFSAD dığını araştırmamaktır. Mesleksiz ve kâğıt kalemsiz insanlar topluluğunun nadide özeliklerinden biri de bu olsa gerek. Taş taş üstüne koymak denilen şey, bu kültürel iklimin yetiştirdiği seçkinlerin, fırsat bulmuşların, imkân sahiplerinin pek umurunda değildir. Galiba bu nedenle Amerika Kıtası’nı yeniden keşfetmekle kalmayıp her seferinde Batı Hint Adaları sanmaktan hoşlanıyoruz... Bu zaruri parantezi kapatıp devam edelim) Çocuklarla yapılan fotoğraf çalışmalarının ilkelerini, yöntemini, pedagojisini, politikasını da içeren “Çocuklarla Fotoğraf El Kitabı” 2000’lerin başında yayınlandı. Aradan bunca zaman geçti, pratikler çoğaldı, yöntemler değişti, gelişti, farklı gruplar ve kişiler çok önemli deneyimler biriktirdi. Benim de dahil olduğum son iki çalışmadan biri tamamlandı, diğeri sürmekte. Tamamlanan atölye, üç ay boyunca, haftada üç gün, üçer saat çocuklarla buluşarak Şırnak, Van, Yüksekova, Mardin ve Batman’da yapılan “Fotoğrafla Hatırlamak” çalışmasıydı. Sergisi çocukların katılımıyla kendi şehirlerinde açıldı, kitabı geçen ay yayınlandı. Memleketin doğu yakasında yaşayan elli çocuğun kendi hayatlarından aktardıkları elli fotohikâye, çarpıcı olduğu kadar derin bir toplumsal kesiti görünür kılıyordu. Van’da devam eden yeni atölye ise üç ay sürecek, Eylül ayında tamamlanacak. Konteynır kentlerde, çadırda yapılan bu çalışma her gün iki grup halinde ve her grupta 10-15 kadar çocuğun katılımıyla üçer saat sürüyor. (Bu süreleri ve sayıları bilhassa yazıyorum ki çocukların eline makine verip “hadi çekip gelin” dediğimiz düşünülmesin, çocuklarla birlikte öğrenme süreci kurguladığımız vurgulansın.) Van’daki atölyenin amacı da tıpkı “Fotoğrafla Hatırlamak” çalışmasında olduğu gibi, bir ifade aracı olarak fotoğrafı kullanarak, kendi hayatımızdan hikâyeler anlatmak. Her hafta İstanbul’dan iki fotoğrafçı Van’a gidiyor ve Vanlı arkadaşlarımızın da düzenli katılımıyla çocuklarla birlikte önemli bir pratik geliştiriyorlar. Çalışma bitince kitap ve sergi hazırlıkları başlayacak. Bu atölyenin dışında başka pek çok çalışmanın yapıldığını ya da tasarlandığını biliyorum. Bence bu deneyimleri bir araya toplayarak 1999’dan bu yana çocuklarla fotoğraf çalışmalarında neler yapıldı, nasıl yapıldı, nasıl yapılabilir konularını ele alan bir konferans yapmanın zamanıdır. Bunu kim yapar, fotoğraf alanında yarışma becermekten daha kalıcı, kapsamlı, kontrollü ve derin bir kurumsallaşma yaratamamış olan fotoğraf âlemimizin böyle bir ihtiyacı var mıdır o ayrı bir mevzu, akademya ise bambaşka... Münih Üniversitesi’nde pedagoji kürsüsü, didaktik metodoloji çerçevesinde, çocuklarla birlikte öğrenmeyi esas alan ve Türkiye’de çocuklarla yapılan fotoğraf çalışmalarını eksene yerleştiren iki doktora tezini yıllar önce hazırlamıştı da... Eylül - Ekim 2012 Kısa Çekiç f/64Metraj Özcan Bora Yurdalan Bora Çekiç Kısa Metraj Fotoğrafın Çocukları 13 Söyleşi Aysel Altun - T. Deniz Çakır Dosya Konusu Sokak Fotoğrafçılığı Rastgele! Mustafa Önder 14 Sydney Yine sokaklardayım, yine ‘fotoğraf avına’ çıktım. Evet, yanlış duymadınız ‘av’ kelimesini kullandım. Çünkü benim için fotoğraf çekmek bir nevi avlanmaktır. Bunu aslında çocukluğumda, her haftasonu pazar olduğunda ava giden babama borçluyum. İstanbul’da olmamıza rağmen, babam bazen otobüsle, bazen arkadaşının arabasıyla bir saat uzaklıktaki, o zamanlarda bana uçsuz bucaksız gelen yerlere beni de götürürdü. Beni avdan çok, güneşin doğumundan batımına kadar yürümek, kâh köpeğimizin bize gösterdiği yöne, kâh kuşları takip ederek günü geçirmenin verdiği haz etkilerdi. Avlanmasam da, gün boyunca ağaçlarda, nehirde, havadaydı gözlerim. Yani bir nevi tek yaptığım şey etrafı gözlemlemekti. Yıllar sonra fotoğrafa merak saldığımda, bu sefer kendimi İstanbul sokaklarında, ‘fotoğraf avına’ çıkmış halde buldum. O gün bu gündür sokaklar bana sınırsız avlanacak malzemeyle, yani fotoğrafla dolu gelmiştir. Bu nedenle artık içgüdüsel olarak, her sokağa çıktığımda gözüm her daim avını arayan bir avcı misali açık, elim makinamın deklanşöründe her an çekime hazır bir şekilde tetiktedir. Sokak fotoğrafçılığının tarihi aslında fotoğraf tarihi kadar eskilere dayanır. Özellikle makinelerin taşına- bilirliğe ulaşması ile birlikte fotoğrafçılar da, tabir-i caizse, kendilerini sokaklara atıp, yaşadıkları şehri, sokaklarında olup bitenleri, kısaca günlük yaşamlarında tanık olduklarını belgelemeye başlamışlardır. Stüdyolarında çektikleri portre tarzı fotoğraflardan kazandıkları para ile geçimlerini sürdürürken, sokakta tanıklık ettiklerini, kendi özel projeleri için çekmişlerdir. Önceleri, her ne kadar gerektiği önemi görmese de, sokak fotoğrafçılığı yıllar geçtikçe başlı başına kendi tarzını oluşturmuştur. Bu tarzın öncü ve önemli isimleri arasında Henri Cartier-Bresson, Robert Frank, Ara Güler, Robert Capa, Diane Arbus, Elliot Erwitt, Lee Friedlander ve Martin Parr sayılabilir. Sokak fotoğrafçılığının sınırları; sokaklarla birlikte parklar, ulaşım araçları, plajlar gibi bütün umuma açık yerlerde tanık olduğunuz ve bu tanıklığı kendi görüşünüzü de katarak bir kadrajda sunmanızdır. Genellikle sokak fotoğrafı dendiğinde insan öğesi olmazsa olmazlardandır; ama kurgusuz, anlatımı güçlü, gerçek olan insansız kareler de bu tarza girer. Her ne kadar sokak fotoğrafları birbirine benzer gibi görünse de, yıllar geçtikçe kendinize ait bir çizginizin oluştuğunu görürsünüz. Sokak fotoğrafçılığı yorucudur, bazen bütün gün dolaşır bir kare bile çeke- Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 15 La Paz, Bolivya AFSAD Eylül - Ekim 2012 Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 16 Saigon, Vietnam mezsiniz, ama hiç ummadığınız bir anda öyle bir kare yakalarsınız ki, bütün gün dolaştığınıza değer. Ve gördüğünüz bir karenin tekrarı, yani sonra gelir, çekerim diye bir ihtimali yoktur. İşte bu heyecan, bu arayış ve özellikle bu arayış içinde yaşadıklarım bana müthiş haz veriyor. Her şehrin kendine özgü ruhu vardır ve bunu en iyi sokaklarında görürsünüz. İstanbul hem doğup büyüdüğüm, hem de fotoğrafı ilk öğrendiğim yer olması bakımından bende çok önemli bir yer tutsa da, İstanbul sonrası uzun süre yaşadığım New York şehri bana sokak fotoğrafçılığı konusunda çok şey öğretmiştir. New York öyle bir şehir ki, siz istemeseniz de kendinizi sokaklarında yürürken bulursunuz. Özellikle bir fotoğrafçı için yürümediğiniz her an neredeyse bir fotoğraf kaçırdığınızın işaretidir. New York dünyanın dört bir yanından gelip, buraya yerleşmiş göçmenlerden oluşmuş ve her göçmen kitlesi de yerleştikleri muhite bakkalından kuyumcusuna, restoranından pazarına, camisinden kilisesine kadar kendi kültür ve alışkanlıklarını yansıtan renkliliği de getirmiş. Bu böyle olunca da, gittiğiniz her mahallede kendinizi başka bir ülkede bulmak işten bile değildir. Bu çeşitliliğin getirdiği renklilik, biz fotoğrafçılar için de sonsuz malzeme demek. Tam ‘bu şehirde çekilecek konu kalmadı’ diye düşünürken, hiç olmadık bir anda bir kare objektifinize takılır. Ve New York yine sizi şaşırtır. Kısaca, New York’un özellikle sokak fotoğrafçıları için sunduğu olanaklar hem insanı, hem de sanatsal anlamda beslenmenizi ve kendinizi geliştirmenizi sağlar. Öte yandan New York şehri kaç yaşında olursanız olun sürekli yeni bir şeyler öğrendiğiniz bir okuldur. Hele biz fotoğrafçılar için bir Missbehave, NYC Sokak Fotoğrafçılığı New York’ta geliştirdiğim sokak fotoğrafçılını, zaman içerisinde gittiğim, gerek Amerika içinde ve gerekse dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde de uygulama imkânı buldum. Gittiğiniz yerlerin kültürüne göre, insanların fotoğrafçıya bakış açısı da farklılıklar gösterir. Bazı ülkelerde sokak fotoğrafçılığı yapmak çok kolayken, bazı ülkelerde ise neredeyse bir fotoğraf için bütün gün uğraşmanız, insanlarla deyim yerindeyse ‘köşe kapmaca’ oynamanız gerekebiliyor. Mesela, Vietnam’da insanlar makinayı gördüğü anda yüzlerini saklarlarken, Küba’da neredeyse bunun tersine, sokakta herkes poz vermek için yarışır. İşte bu nedenle sizin insanlara nasıl yaklaşmanız, onları kızdırmadan, fark ettirmeden, poz verdirmeden, doğal ortamlarında nasıl çekmeniz gerektiği gibi birçok deneyim kazanmanızı sağlar. Tam ‘stratejimi belirledim’ dediğiniz anda bile, başka bir boyutta bir sorun karşınıza çıkıp, başka bir taktik uygulamanızı gerektirebilir. Her sokak fotoğrafçısı gibi ben de fotoğraflarımı pozsuz, habersiz, doğal ortamında, gerçeği yansıtarak çekmek için uğraşıyorum. Bunda içgüdünüz, çabukluğunuz ve tabii ki de şansın çok büyük etkisi vardır. Sokak fotoğrafçısı korkusuz, atak ve çabuk olmalı. Fotoğrafını çektiğiniz kişi çekildiğinin farkında olmazsa işiniz kolay, ama bazen de bunu başaramayabilir ya da mecburen açık açık çekmek zorunda kalabilirsiniz. İşte böyle durumlarda, tepkisinin nasıl olacağını bilmediğiniz birini fotoğraflamak kolay değildir. Ama ne yapıp edip önce fotoğrafı çekmek, sonra gerekirse niyetinizi açıklamakta yarar vardır. İşte bence bütün heyecan da burada yatıyor. Sonuçta, anlık da olsa bir insanın hayatından bir kesiti, bir hareketi izinsiz belgeliyorsunuz, hatta biraz ileri gidersek, AFSAD Dosya Konusu türlü mezun olamadığınız, ya da daha doğru bir deyimle, mezun olmak istemediğiniz, her yıl tekrar etmek istediğiniz bir okuldur âdeta. 17 Havana özel hayata müdahale etmiş oluyorsunuz. Ama bunu dozunda, art niyet olmadan ve kibar bir şekilde yaptığınızda kimsenin itiraz etmediğini göreceksiniz. İtiraz edildiği durumlarda da, kendinizi ve ne için çektiğinizi anlatmalısınız. Emin olun, içgüdüleriniz size bu konuda yardımcı olacaktır. Yıllardır hem gezi hem de sokak fotoğrafçılığı yaptığım için, adeta vücudumun bir organı haline gelen makinemi çok nadir almadığım günlerde kaçırdıklarımı gördükçe az dövünmemişimdir. Bu nedenledir ki, makinenizi her an yanınızda bulundurmakta yarar var derim. Gerek teknik, gerekse profesyonel anlamda SLR makinaların önemi tartışılmaz olsa da büyüklüğü ve ağırlığı nedeniyle her daim yanınızda taşımanın ne kadar zor olduğunu bilirim. Bunun Eylül - Ekim 2012 Fotoğraf ve Estetik Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 18 Nostrand Ave., Brooklyn yanısıra, sokaklarda insanlar büyük bir makina gördüklerinde daha çok itiraz edebiliyorlar. Bu nedenle günümüzde boyutu iyice küçülen yarı-profesyonel SLR makinalarla, teknik kalitesi neredeyse SLR makinalara yaklaşan kompakt makinalar bu sorunu da neredeyse ortadan kaldırmış bulunuyor. Ve daha da önemlisi, küçük makinalar çok göze çarpmadığı için sokak fotoğrafçılığı için kaçınılmaz avantajlar sunuyorlar. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümünde okurken en çok zevk aldığım derslerin başında Prof. Sabit Kalfagil hocamızın verdiği ‘Belgesel Fotoğrafçılık’ dersi gelirdi. Benim hem teknik, hem de anlatım olarak fotoğrafı anlamamda ve ileride tarzımı oluşturmamda çok büyük katkısı olan hocamla ilgili bir anımı paylaşarak yazıyı bitirmek isterim. Her hafta ödev için İstanbul’un eski mahallelerinin sokaklarını arşınlardık. Balat, Fener, Eyüp, Eminönü, Beyazıt’ın dar sokaklarını, meydanlarını, parklarını… 90’ların başıydı ve doğal olarak neredeyse hepimiz analog makine kullanıyorduk. Ve tabii ki sınırlı sayıda da film kullanma hakkımız vardı. Yani, başka bir deyişle, her çekeceğimiz kareyi iyice hesaplayıp öyle deklanşöre basıyorduk. Derste o hafta çektiklerimizi hocamıza gösterirken öğrenciliğin ve acemiliğin verdiği naiflikle, benimle birlikte bütün sınıf arkadaşlarım, sırasıyla fotoğraf çekerken başımızdan geçen olumsuzlukları ve fotoğrafın neden iyi olmadığının mazeretlerini sıralamaya başladık. Sabit Hocamız mazeretlerimizi yarıda kesip “Çocuğum, mazeretlerini bir gün kitapta toplarsın, eğer ilgilenirsem ben de alır okurum. Şu anda mazeret değil, sadece fotoğraf göster” dedi. Hiç aklımdan çıkmayan bu diyalog, hem kendimi hem de fotoğrafçılığımı geliştirmemde çok rol oynamıştır. Çünkü fotoğrafçı olarak çekim anında hepimizin başından bir sürü olay geçiyor. Bazen gördüklerimiz güzel bir kareye dönüşüyor bazen de o ya da bu nedenle ya çekemeden, ya da kötü bir kare olarak çöpe gidiyor. Özellikle sokak fotoğrafları için bu tartışılmaz. Her şey o an olmuş ve bitmiştir, tekrar etme şansınız yoktur. Yakaladınız yakaladınız, yoksa hepsi birer mazeretten ve anıdan öteye gitmez. Yani, kısaca, fotoğraf ya vardır ya da yoktur. Avınız bol olsun. www.mustafaonder.com Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 19 Brooklyn Bridge, NYC AFSAD Eylül - Ekim 2012 Mehmet Ünal Dosya Konusu Fotoğraf ve Estetik Sokak Fotoğrafçılığı Sokak Fotografı 20 Fotograf, içerisinde birçok akımı barındıran bir uğraş. Hangi türden çekim yapılırsa yapılsın, fotograf çekmeye yeltenenlere bir reçete sunmak yersiz bir davranış olduğu gibi gereksizdir de. “Sokak Fotografçılığı” hakkında ‘iri sözler’ etmek yerine, gözlemlerimi aktarmayı uygun görüyorum. Bu işte yıllarını geçirmiş insanların deneyimlerini aktarmasından pek hoşlanmışımdır. Ben de burada, kendi deneyimlerimden örnekler vermek istiyorum. Plan Yapmak Sokakta fotograf çekmek istediğimde, çerçevesi çok katı olmasa da, bir plan yapmaktan yanayım. Böylelikle, neyi, nasıl yapacağım hakkında kendimi yönlendirebiliyorum. Bu planı yapmazsam, sanki neye nasıl bakacağımı bilemez gibi oluyorum. Gerek yazılı, gerekse yazısız bir liste oluşturuyorum. Böylece, aşağı yukarı neleri çekeceğime karar vermiş oluyorum. Birkaç örnek: çöp, kentten ayrıntılar, duvarlar, kent insanları ya da 5 ila 10 fotograftan oluşan bir seri vesaire.. Zamanlama olarak bir sınır koymuyorum (ki, konulsa belki daha disiplinli çalışılmış olur). Bir zaman kısıtlaması uygulamak, belki olası tembelliği önleyebilir... Ancak stres de yapmamaya özen göstermek gerekir. “Fotograf kaçmaz”. Tam tersine ne istenildiği belirlenince, “o fotoğraf” size kendiliğinden gelebilir. Sıklıkla gazetelere, dergilere bakarım. Belki oradaki haberlerden “ilginç bir haber”, fotografa nasıl dönüşebilir, nasıl uygulanabiliri düşündürür. Başkalarının ne yaptığını, neler çektiğini, nasıl çektiğini bilmenin, bilgi alanımı genişletiğine inanırım. Sokaktaki insanların giysilerini, davranışlarını sürekli izlerim. Bazen aniden bir seri fotograf oluşturabilecek bir konuya rastlayabilirim. Birçok nedenden dolayı, iyi bir plan yapmak her zaman iyidir. Bakmasını - Görmesini Öğrenmek Planımı yaptıktan sonra, sokaklarda yürürken gözlerim bu planda yazdıklarıma en yakın objeleri arar. Bir planım olduğunda, fotograflarını çekmeyi hedeflediğim nesneleri daha sık ve çok görebilirim. Sanki aradıklarım aniden karşıma çıkıverirler. Daha önce dikkatlice bakmadığım, ama çekmeyi tasarladığım birçok nesneyi karşımda bulurum. Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 21 İstanbul’da uzun süre yaşamaya karar verip, buraya yerleştiğimden bu yana, buradaki fotografçıların ağırlıklı olarak “teknik” üzerine konuştuklarına tanıklık ediyorum. İçerik konuşanlar azınlıktalar. Bence bakmak-görmek ve fotograf aygıtından bakmak, şimdiye dek geliştirilmiş tüm tekniklerden önemlidir. Zamanımız teknolojisinde fotograf aygıtlarını kullanmak “çocuk işi” denilecek düzeyde kolay. Analog dönemde bu makineleri kullanmak için, hangi film, hangi diyafram, hangi enstanteneye karar vermesini öğrenmek gerekiyordu. Kısacası; bakmasını, görmesini, fotograf aygıtından görmesini beceremiyorsam, makineyi çok iyi de kullansam, bir fotografa ulaşamam. Görme kabiliyeti fotograf makinesiz de geliştirilebilir. Gözlemlemenin önemi tartışılmaz. Otobüste, trende, gemide, nerede olursanız olun gözlemlemeli, gördüğünüz nesneler görsel olarak beyinde tespitlenmelidir. Bu alıştırmalarla gözlerimi sürekli çalıştırarak, tembelleşmesini önlediğimi düşünürüm. Bu alıştırmaların tek nedeni, fotografta görmenin ne denli önemli olduğunun altını kalın bir çizgiyle çizmektir... Işık Işık olmazsa fotograf da olmaz. Sokak çekimlerinde ışığa hükmedemezsiniz, ya da onu yönlendiremezAFSAD siniz. Var olan ışığı kabullenmek durumundasınız. Ancak, zamana hükmedebilirsiniz. Fotograf çekmeye çıkarken kendinizi sokaktaki ışığın durumuna uydurabilirsiniz. Güneşli havada ışık ve kontrast sert olduğundan, hem siz hem de makine için bu duruma hâkimiyet zor olur. Sokak fotograflarında tercih edilen ve fotografçılar arasında neredeyse “genel kural” olarak kabul edilen; ışığın biraz azaldığı sabahın erken saatleri ya da akşamüstleri ve/veya bulutlu havalardır. Konunuza göre belki sert ışıklı zamanlar da doğru olabilir. Bu durum yaptığınız planla, çekmek istediğiniz konularla da ilişkilidir... Işıkla her türden “oyun” yapılabilir. Ancak, ışık ve var olan ışığı fotografa uygulama konusu ne kadar iyi öğrenilirse, sonuçlar da o denli sevilmeye adaydır. Fotograf Tasarımı İyi fotografın yarısını fotografı çekerken yaptığımız tasarım oluşturur. Yani; “kadraj”. Bunu becerebilmek, çoğunlukla aranızdaki farkın anlaşılmasını da beraberinde getirir. Başka bir söylemle “farklılık” ortaya çıkar. Bir objeyi fotograflayan yüz kişiden doksan dokuzu aynısını yapıyorsa, böyle bir fotograf ‘olağan’ın sınırları içerisinde kalır. İşte bu sınırı zorlamak, diğerlerine göre “farklı” bir yerden bakmak önemlidir. Günlük yaşama herkes gibi bakmaktan vazgeçmek, Eylül - Ekim 2012 Fotoğraf ve Estetik Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu 22 ona farklı, hatta “özgün” bir bakış geliştirmek önemlidir. Fotografın bir dizi kuralı vardır. Bazen bu kural- lara uymayı terketmek de iyi bir fotografa ulaşmayı sağlayabilir. Bu sınırları tanımak ve tanıdıktan sonra bu sınırları zorlamak yanlış bir tavır değildir. Bu düşünceyle, “Altın Oran” denilen tanımlamayı reddetmek yerine, bazen ona uymamanın, farklı bir sonuca ulaşmayı sağlayabileceğinin altını çizmeyi amaçlıyorum. Ancak, tüm bu kuralları iyice uygulayabilir hale getirdikten sonra, bu kuralların sınırlarını zorlamak daha yerinde bir davranış olur. Kısacası, tüm bu bilinçli zorlamalar sonrasında, ilginç olmayan bir nesneden iyi bir fotograf elde edilebileceği gibi, ilginç olan bir nesnenin de çok can sıkıcı bir fotografı çekilebilir. Makine Ayarları Ben insan fotografları çektiğim için, genellikle minik makineler kullandım. Hâlâ da kullanmaktayım. Büyük makineler insanları hep korkutmuştur... Şimdiki duruma göre açıklarsam, bu minik makineler ile P ile çekim yapıyorum. Böylece olası riskleri azalttığıma inanıyorum. Başka bir deyişle, artık makine benim için düşünüyor. 1890’larda Kodak firmasının “siz Genel Söylenebilecekler İnsanları çektiğim için, fotografını çekeceğim insanlara ne kadar yaklaştığım sık sık soruluyor. İnsanlara yaklaşmak, onlarla ilişki kurabilmek bir deneyim meselesi. İşin burasında, fotografını çekeceğim insanlar dan izin alıyor muyum sorusu da iliştiriliyor. Buna yanıt vermek güç. Bu, daha çok o anki duruma bağlı. Önce ya da sonra olabilir. Hatta bazen çekmek için izin istemeye olanak olmayabilir. İşte burada “NİYET” önemlidir. Hukuki sorunlar da ortaya çıkabilir. Ancak, bunca yıldır insan çektim ve şimdiye dek hukuki bir sorun yaşamadım. Almanya’da çalışmama (orada kurallar daha da serttir) karşın, şimdiye dek mahkemeye verilmemiş fotografçılar arasında olduğum için kendimi mutlu hissediyorum. Sokak fotografı hakkında söylenebilecekleri, böylesi kısa bir yazı ile açıklayabilmek zor. Sokak fotografı adından da anlaşıldığı gibi sokaklardaki, caddelerdeki, meydanlardaki yaşamı kapsıyor. Diğer bir deyişle, sokak, fotografçısı için bir sahnedir. “An” yakalamak her sokak fotografçısının özlemidir. Aynı zamanda sokak yaşamının atmosferini yakalamak da özel bir anlam taşır. Kesin bir kuralı yoktur. Bana göre sokak fotografı, çekim yapılan kentte, insanla kentin bir kesitini göstermelidir. Sokak fotografı, çok tabii insansız da olabilir. Güzellikleri gösterebildiği gibi, kentteki çirkinlikleri de gösterebilir. Renkli ya da siyah beyaz olabilir. “Doğrudan fotograf” olabileceği gibi “şiirsel” de olabilir. Her ikisi birarada ola- Yaşam sürüyor, yaşam fotografçıya poz vermiyor... Sokak Fotoğrafçılığı bilir ise “MUHTEŞEM“ olur. Sokak fotografı sadece İstanbul, Londra, New York gibi büyük kentlere özgü değildir. Adı hiç duyulmamış köylerde de çekilebilir. Dosya Konusu deklanşöre basın, gerisini bize bırakın” reklamı günümüzde devrimini yaşıyor. Yani yüzyirmi yıl sonra da pek bir değişiklik yok! 23 AFSAD Eylül - Ekim 2012 Engin Güneysu Dosya Konusu Fotoğraf ve Estetik Sokak Fotoğrafçılığı Sokak Fotoğrafçılığı Üzerine Birkaç Söz 24 Sanırım bir yaz günüydü, fotoğrafçı dostum İlker Gürer bir sohbetimiz sırasında, Trent Parke başta olmak üzere, birkaç isimden bahsetti ve bana bu isimlerin yer aldığı “in-public.com” web sitesini önerdi. O güne kadar bir çok sokak fotoğrafı çekmiştim fakat sokak fotoğrafçılığı ile ilgili en önemli temel fikri bu web sitesi sayesinde anladım. Sokak fotoğrafı aslında tekil fotoğraflardan oluşan, doğal ve zamansız insan anlarının kaydedilmesinden ibaret değildi; sistemli ve yoğun bir konsantrasyon gerektiren bir fotoğraf tarzıydı. Daha sonra yaptığım araştırmalarda Türkiye’de yaşayan her ciddi fotoğrafçının kendine has sokak fotoğrafları olduğunu gördüm. Fakat maalesef kollektif oluşumların olmayışı, daha doğrusu yakın zamana kadar olmaması, çekilen fotoğrafların birbirinden bağımsız fotoğraf tarzlarına göre şekilenmesine sebep olmuş ve bir fotoğraf ekolümüzün olmasına engel teşkil etmiş. Türkiye’de sokak fotoğrafı çeken bir çok isim var, fakat ben dikkatimi çeken bazı isimlerden bahsetmek istiyorum. İlk olarak Ömer Orhun’un siyah beyaz Taksim ve Nişantaşı serileri aklıma geliyor. Geniş açı objektifin, distorsiyonu sebebiyle sokak fotoğrafçılığında kullanılması zordur. Ömer Orhun ise bu dis- torsiyonu güzel kullanmış ve gözü rahatsız etmeyen, siyah beyaz film ile de ortak bir dil sağladığı fotoğraf serileri elde etmiş. Geçtiğimiz yıllarda THY ve Skylife dergisinin gerçekleştirdiği ‘Onikiler’ adındaki belgesel fotoğraf projesinde kendisi ile aynı çalışmada yer almak bana büyük mutluluk vermişti. Özellikle bu çalışma esnasında, kendisinin Çin’de çekmiş olduğu çalışmalardan oluşan kontakları görme şansım oldu ve hayranlıkla izledim. Umarım ileride bu çalışmaları bir kitap halinde görmemiz mümkün olur. Yine aynı jenerasyondan Merih Akoğul’un fotoğraflarına değinmek istiyorum. Kendisi sokak fotoğrafçısı olarak çok özgün işlere imza atmıştır. Fotoğraflarında beni en çok etkileyen şey grafik ve duygusallığı aynı anda yaşatabilmesi sanırım. Özellikle, siyah beyaz işlerini çok beğenerek izlerim. Üniversitede öğrencilik yıllarından bugüne kadar çekmiş olduğu fotoğraflardan oluşan ‘Klasikler NeoKlasikler’ ve siyah beyaz çalışmalarından oluşan ‘Bitki’, en beğendiğim kitaplarındandır. Son olarak, 2011 yılında renkli işlerden oluşan ‘’Kayıp Ruhlar’’ serisinden fotoğraflarını görme fırsatı buldum. Son dönemlerde işlerini renkli fotoğraflara doğru kaydırdı. Genelde fotoğraf sanatçılarının çalışmalarını sergi veya kitaplarda görebilirsiniz, Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu fakat Merih Akoğul’un cep telefonu ile kaydettiği çalışmalarını Instagram’da kendisini takip ederek de izleyebilirsiniz. Arif Aşçı’yı ‘’Bahta Bakan’’ isimli kitabıyla tanıdım. Fotoğrafa adadığı bir hayatı var ve çalışmalarını gıpta ile takip ediyorum. Kendisi, panaromik siyah beyaz çalışmalarıyla, geçtiğimiz yıl yayınlanan ve dünyanın en kapsamlı sokak fotoğrafçılığı kitabı olan ‘’Street Photography Now’’ isimli kitapta (20-23. sayfalar) tek Türk fotoğrafçı olarak yer aldı. Danimarka’da fotoğrafçılık okumuş ve Anzenberger ajansının fotoğrafçısı olan Sinan Çakmak, aynı zamanda Atlas Dergisinin fotoğraf editörüdür. Tanıdığım fotoğrafçılardan, 50 mm objektifi en etkin şekilde kullanan kişidir kendisi. Web sayfasından izleyebileceğiniz ‘Lodos’ serisi en beğendiğim serilerindendir. ilk izlenim samimiyettir. Fotoğraflarının geneline baktığımızda, uzaktan çalınmış fotoğraf kareleri yerine, konulara bariz yakın çalıştığını gözlemliyoruz. Fotoğraflarında bulduğum samimiyetin bu sebeple olduğunu düşünüyorum. Fotoğraflarının duygusunun yanısıra gölge, yansıma ve grafik etkileri de göze çarpar. Genç ve sokak fotoğrafı üreten fotoğrafçı Altuğ Şencan’ın, ‘Türkler’ isimli serisine “behance.net” sitesinden ulaşabilirsiniz. Gitgide gelişen bir tarzı var. Renkli fotoğraf çalışıyor ve ayrıca, özel bir bakış açısı var. Elektrik mühendisi olan ve reklam sektöründe çalışan Selim Güneş, birkaç sene önce çıkarttığı kitabı ‘Lodoslar Kenti İstanbul’da yer alan fotoğraflarını 2000 ile 2006 yılları arasında İstanbul’da üretmiş. Tamamı renkli olan fotoğraflarını genelde geniş açı objektifle çekmiş. Kendisinin, aynı zamanda, mekân ve insan ilişkilerini renklerle harmanlayan bir yanı var. Yine Türkiye’de çekilmiş sıradışı bir sokak fotoğrafı serisine de dikkatinizi çekmek istiyorum. George Georgiou’nun web sayfasında ‘Turks I’ diye adlandırdığı, muhtemelen bir metro inişindeki merdivenlerden teleobjektif ile çektiği ve gökyüzünü fon olarak kullandığı insan portrelerinden oluşan bu seri, basit gibi görünmesine rağmen, Türk insanının çeşitliliğinin kolaylıkla gözlemlenebildiği bir çalışma olmuş. George Georgiou’dan bahsetmişken, son kitabı olan ‘’Fault Lines: Turkey / East / West’’den bahsedeyim. İsminden de anlaşılabileceği gibi, Türkiye’nin iki ayrı ucunda yaptığı çalışmaları toplayan bu kitap yoğunlukla sokak fotoğrafları içeriyor. Türkiye ve renkli işler denince hemen akla gelen genç fotoğrafçı İlker Gürer’den bahsetmek istiyorum. Kendisini 2008 yılında bir gazetenin fotoğraf editörlüğünü yaptığı ve dolayısıyla İstanbul’da yoğun sokak fotoğrafı ürettiği bir dönemde tanıdım. Fotoğraflarında genellikle geniş açı objektif kullanır ve hissettirdiği Hollandalı bir fotoğrafçı olan Arjen J. Zwart, uzun zamandan beri Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’de ilk sokak fotoğrafçılığı atölyesi veren kişilerden biridir. Son dönemde yoğunlaştığı, orta format ve renkli sokak fotoğraflarıyla kendisini izletmekte. Son serileri ‘Zift’ ve ‘In the City’ bunlara örnek olarak gösterilebilir. AFSAD Eylül - Ekim 2012 25 26 Dosya Konusu Fotoğraf ve Estetik Sokak Fotoğrafçılığı Sokak Fotoğrafçılığı Dosya Konusu Yabancı sokak fotoğrafçılarından bahsedip, Alex Webb’in İstanbul’da çekmiş olduğu fotoğraflarından derlediği ‘Istanbul, City of a Hundred Names’ isimli kitaptan bahsetmemek olmaz. Yedi yıl boyunca aralıklı olarak çalıştığı İstanbul fotoğrafları ile, özellikle kitap çıktıktan sonra, genç türk fotoğrafçılarının ilgisini sokak fotoğrafçılığına çektiğini söylemekle abartmış olmam. Yazımın başında bahsettiğim gibi, sadece sokak fotoğrafçılığının değil, dünyada genel bir Türk fotoğraf ekolünün oluşamamasının sebebine değinmek istiyorum. Türkiye’de aynı bakış açısına sahip bir çok insanın olduğunu gözlemliyorum. Fakat bu insanların bir çatı altına gelememesi ve ortak bir imza oluşturamaması Türk ekolünün oluşmasını engelleyen başlıca etkendir. Dünya fotoğrafının Türk fotoğrafı ile buluşmasını sağlayan “Geniş Açı Proje” ofisi son yıllarda dünya çapında tanınan ve ödüllü fotoğrafçıları Türkiye’ye davet ederek, atölye ortamı sağlamaktadır. Fototrek’in geçtiğimiz yıllarda Aleixa Vakfı ile düzenlediği, içeriAFSAD sinde Time Dergisinin 20 yıllık fotoğraf editörünün de bulunduğu değerli isimler ile gerçekleştirdiği atölye çalışması Türk fotoğrafı için atılan güzel adımlardan bir tanesi idi. Aynı şekilde, geçen yıl ilki düzenlenen Bursa Fotofest’te de çeşitli sergiler ve atölyeler düzenlenmiştir. Galata Fotoğrafhanesi, bir fotoğraf akademisi olarak güzel işler yapmaktadır. Bahsettiğim eylemlerin artarak devam etmesinin, bu ortak çatının temelini oluşturacağını düşünüyorum. Eylül - Ekim 2012 27 28 Dosya Konusu F: Engin Güneysu Sokak Fotoğrafçılığı Sırtındaki heybede kırık leblebi ve keçiboynuzu taşıyan eşeği kovaladığımız, Altındağ Yenidoğan’daki dik yokuşlu sokak. Keserle toprak düzelterek bahçemize eşik yapmak isterken sol el serçe parmağımı kaybettiğim, Erzurum Kandilli’deki çamurlu sokak. Depremde bir hafta evlere giremeyip geceleri yatağımızı yorganımızı paylaştığımız, İzmit’teki asfalt kaplamalı sokak. Gazozuna mahalle maçları yaptığımız ve her maç sonrası kavga ettiğimiz, Kırklareli’ndeki Gazhane sokak. Üniversite yıllarımda siyasal çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde üsteğmen olan ve Güneydoğu’da şehit düşen arkadaşımın sonradan adının verildiği ve uzun yıllarımın geçtiği, Keçiören’deki Üçgül Sokak. Ticarete atıldığım ve kasap dükkanından büroya dönüştürdüğüm işyerimin bulunduğu, Etlik’teki Doğançay Sokak. Fotografla ilk kez tanışmamı sağlayan, Kızılay’daki Sümer Sokak. AFSAD Belgesel Fotograf Atölyesi çalışmaları boyunca her anını doyasıya yaşadığım, Kızılay’daki Karanfil Sokak ve Ulus’taki Çerkes Sokak. Sokaklar kısa anlamıyla “kamuya açık, konut ve işyerlerinin olduğu yerler” olarak bilinse de; yaşamımızda bıraktığı izlerle, unutamayacağımız anılarımızla görsel belleğimizi besleyen en önemli kaynaktır. Orada insan vardır, orada mekân vardır, orada olay vardır, kısacası orada hayat vardır. Sokak fotografçılığı “hayatın olduğu her yerde fotograf vardır” söylemi ile eşleşen yapısıyla toplumsal kültürün en yalın ve en doğrudan yansıdığı sokakları bize anlatan bir fotograf yaklaşımıdır. Belgesel fotografın içinde yer alan ve doğrudan fotograf tekniğini kullanan sokak fotografçılığı (street photography), sadece sokaklarda değil insan yaşamının olduğu tüm toplu alanlarda da kendini gösterir. Caddeler, bulvarlar, meydanlar, metrolar, parklar ve plajlar gibi halka açık tüm kamusal alanlar sokak fotografçısının çalışma alanlarıdır. Bu alanlar, sürekli değişimin ve dönüşümün olduğu insan merkezli yaşam alanlarıdır. Kısaca hayatın sürdüğü yerlerdir. Hayatın olduğu yerde fotograf vardır, fotografın olduğu yerde ise sokak fotografçıları vardır. Doğal bir çekim ortamı olarak sokaklar; herhangi bir mekân ve ışık düzenlemesi yapılmadan, AFSAD Eylül - Ekim 2012 Sokak Fotoğrafçılığı Kenan Seven Dosya Konusu Sokak Fotografçılığı: Sokakla Konuşmak 29 Söyleşi Nejla Can Güler Dosya Konusu Sokak Fotoğrafçılığı 30 fotografçının en kısa sürede gördüğü ve çerçevelediği, yaşama ait karelerin olduğu mekânlardır. Bu bağlamda, sokak fotografçısı için gezdiği sokakta ne olduğu, kim olduğu, neden olduğu onun için önceden tasarlanmamış ve belirlenmemiştir. Elinde makinesi, sokaklarda yaşamı ve “an”ları tarayan keskin gözü ve bu “an”ları kişisel yorumu ile çerçeveleyen beyni ile çekim yapar. Sokak fotografçısı aynen bir sokak kedisi gibidir. Herkes onu tanır ama onun sokakta oluşu kimseyi tedirgin etmez. Makinesini sokaktaki insanlara, avına silahını doğrultan avcı gibi çevirmez. İnsanların en doğal olduğu ve onu fark etmedikleri anda çerçevesini oluşturur. Çekim sırasında belleğindeki görüntü çerçeveleme alışkanlıkları ve ışık bilgisi ile çok süratli hareket eder. Işık patlamaları ve kadrajdaki nesnelerin altın oranı onun konusu değildir. Nesnelerin renkleri ile oluşturdukları büyülü dünya da onun hedefi değildir. Onun için önemli ve biricik -belki de bir daha asla tekrarı olmayacak- olan o “an”ın yakalanmasıdır. Bir insanın yüzündeki ifade, iki insanın birbirine bakışı ya da bir grubun anlık refleksleri... Sokak fotografçısı, kimseye belli etmeden, poz verilmesini beklemeden, hızla ve seri olarak deklanşöre basan fotomuhabirleri gibi “an’ı” belgeler ama bunu bir foto muhabiri gibi yapmaz. Onun için zamana karşı bir yarış yoktur, sayfa editörünün denetiminden geçecek bir görüntü filtreleme dürtüsü de yoktur. Sokaktaki yaşamı ve kültürü, sokağın tezatlarını doğrudan ve önkoşulsuz olarak o an geldiğinde, “an”ı yaşayarak çeker. Henri Cartier-Bresson, bu karar anını “an’ı etkilemeden onu beklemek, geldiğinde ise hazır olarak düşünmeden deklanşöre basmak” olarak özetlemiştir. İşte bir sokak fotografçısını başarılı kılacak olan; zamanı iyi kullanması, sabrı, yorulmak bilmeyen ayakları ve en nihayetinde neyi seçeceğini bilen gözleridir. Özetle, bir fotografçının, sokak fotografından ne anladığını ve sokakta fotograf çekerek aslen ne yapmak istediğini en iyi şekilde ortaya koyması gerekir. Gerçekte de yapılan işteki incelik, farklılık ve özgünlük; o fotografı, diğerlerinden ayırmalıdır. Bilinen ilk sokak fotografçısı Henri Cartier-Bresson; her şeyin dengede olduğunu ve bir daha bulunamayacak eşsiz bir anın olduğunu söylediği ‘Karar Anı’ ile çektiği ilham verici nitelikteki fotograflarında; bir incelik, farklılık ve özgünlük ortaya koymuştur. Henri Cartier-BRESSON dışında Helen LEVITT, Matt STUART, Narelle AUTIO, Paul RUSSELL, Felix LUPA ve Eric KIM, sokak fotografçılığının özünü anlamak için bizlere kılavuzluk yapacak fotografçılardır. Şehirde fotograf çekerken bir sokak fotografçısı gibi davranıyor musunuz? Bunun için sokaklarda çokça yürümenin yanı sıra iyi kare yakalamaya da azami özeni göstermeniz gerekir. Öyle ki, çekim geziniz sırasında bir an gelir ve kendinizi hep olmak istediğiniz pozisyonda bulursunuz. İnsanlar sürekli ters yönde hareket ediyorken net bir fotograf çekmek ve hareketi dondurmak oldukça zor olabilir. İşte o zaman anahtar, yavaşlamaktır. Kendinize bir nokta seçin. Ayrıntılı bir şekilde etrafı araştırın ve çevrenizdekilerin açılmasını, konunuzun size gelmesini bekleyin. Karşınıza ne kadar çok şey çıktığını görünce şaşıracaksınız. 2. Gözlere Dikkat Eğer sokak fotografçılığınızı geliştirmek istiyorsanız, insanların gözlerine odaklanmak bunun en iyi yoludur. İnsanlar duygularını gizleme konusunda belki birer sihirbaz olabilirler ancak, gözler asla yalan söylemez. Dalgın gözlerle çevresini izleyen yüzlerce insan görebilirsiniz. İnsanların gözünde duyguya ait bir ipucu arayın. Bu fotografınıza inanılmaz bir etki bırakacaktır. Buna ek olarak, doğrudan göz teması da son derece önemli olabilir. Bu, konu ile güçlü bir bağlantı oluşturur. 3. Ayrıntılara Odaklanın Sokak fotografçılığı sadece çılgın gidiş-gelişleri yakalamak ya da birçok farklı kişinin bir çerçeve içinde uyum halinde dizilmesinden ibaret değildir. Fotograflarınızın etkisini artırmak için etrafınızdaki küçük ayrıntıları arayın. İnsanların kaybettikleri küçük eşyalar gibi… Ayrıntılara bakın; bir insanın elleri, bir bekleyiş, bir elbise parçası ya da tek bir nesne. Güçlü fikirler ve duygular, en basit sahnelerle anlatılır. Kentsel manzara fotografında doğrudan çekim olanağı vardır. Eğer bir binayı çekecekseniz, gider çekersiniz. Ancak, sokak fotografçılığı insanın doğasına ait bir şeyler de söylemelidir. Çünkü sokak fotografının mesajı vardır. 6. Yapay Işıkla Gece Çekimi Yapın Gece saatlerinde fotograf çekmek çok eğlencelidir, hatta gece çekimlerinde günün bütün yorgunluğunu unutursunuz. Geceleri sokak fotografı çekerken flaşsız çekim yaparak otantik renklerin ve renk kaynaklarının avantajlarını kullanırsınız. Flaşsız gece çekimi için masum hilemiz ise, parlak alanlar bulmak ve orada beklemektir (ISO 1600 veya 3200). Flaşsız çekim için parlayan mağaza vitrinlerinin önü ya da sokak lambalarının altı beklemeye değer mekânlardır. 7. Çekimlerinizin İleride Yıllanmış Şarap Gibi Değerli Olacağına İnanın Sokak fotografçılığı, yıllanmış şarap gibidir. Bu fikir, fotograf çekerken dikkat etmeniz gereken önemli bir noktadır. İleride nelerin değişeceğini bir düşünün. Beş-on yıl sonra orada olmayacak şeylere odaklanın. Örneğin, bir metro istasyonunda kitap okuyan insanları düşünün. Belki de on yıl sonra bu görüntülerle karşılaşmanız asla mümkün olmayacak, herkes bilgisayarlarla, e-kitaplarla, cep telefonlarıyla okumaya başlayacak. Bu fikir, fotograflarınızı daha da ilginç hale getirecektir. Kaynakça: http://www.jamesmaherphotography.com/ 4. ISO’yu Yükseltin Günümüz şartlarında fotograf makineleri ISO konusunda epey gelişmiş durumda. Sokak fotografçılığı için ISO 800, 1600, 3200 gibi yüksek değerleri kullanın. Yüksek ISO ile çekmek, daha yüksek bir perde hızı ve küçük bir diyafram kullanabilmenize izin vererek daha keskin fotograflar elde edebilmenizi sağlar. Sayısal makine kullandığınız sürece kumlanma olsa da daha kaliteli fotograf çekebildiğinizi fark edeceksiniz. 5. İnsansız Çekim Yapın Sokak fotografçılığı genelde, sokak lardaki insanların fotograflanması AFSAD Eylül - Ekim 2012 Sokak Fotoğrafçılığı 1. Hareketi Durdurun olarak algılanır ki, bu yanlış bir anlamadır. Sokak fotografçılığı insanlar hakkındadır, özellikle insanın doğası hakkında... Ama kadrajda insan olması gerekmez. İnsanın olmadığı bir sokakta, sonsuz çekim deneyimi fırsatı vardır. Onlara bakın, yeter. Ama insa-nın olmadığı bir sokak fotografı ile kentsel manzara fotografı çekmeyi de birbirine karıştırmamanız gerekir. Dosya Konusu Sokak fotografçıları için yedi öğüt: 31 Fotoğraf Üzerine İbrahim Göğer Fotoğraflar filmin akışı içinde bizi allak bullak ederler, bir anda şimdiyi geçmişe, yaşamı ölüme dönüştürerek. Susan Sontag [1] Bellek, bir yandan tarihi yaşatan bir olguyken, diğer yandan yaşam pratiğinde aynı tarihi yadsıyan bir unutma refleksidir de. Ve sinema dünyayı, birbirini bütünleyen imgelerden oluşan belleğimizin biriktirdiği anılar aracılığıyla sorgularken; gördüğümüz dünyanın dışında başka bir dünyanın varlığının belki de en iyi kanıtı olarak fotoğraf, sinemanın görsel diline ortak olduğunda, tam anlamıyla yaşadığımız dünyanın bir parçası olmanın yolunu gösterir bize. Bu yol göstericilerden biri, 29 Temmuz’da yitirdiğimiz fotoğrafçı ve yönetmen Chris Marker, imgelere, öngörülere ve işaretlere dayalı sinema anlayışıyla gerçekliği, insan ve tarih arasındaki bağı gözeterek koruma altına alır. Onun filmlerinde, kişisel olan izlenimler ve duygular, tarihsel arka planı, sosyal ve politik bağlamı içinde anlam kazanır. Bu bağlamda Marker’ın sineması, salt politik bir söylem taşımakla kalmaz, aynı zamanda filmlerinin yapılış biçimi de aykırı ve propagandacı bir nitelik taşır. Başvurduğu “kamera-kalem” (camera-stylo) tarzı, filmlerini neredeyse görüntülerle yazılmış birer romana dönüştürür. [2] Marker’ın bireyin anıları üzerinden toplumsal belleği görünür kıldığı, hemen hemen tamamı siyah beyaz fotoğraflardan oluşan Dalgakıran (La Jetée, 1962) filmi, adeta ölümün karşısında yüksek sesle okunan bir manifestodur. III. Dünya Savaşı’nın ve nükleer imhanın ardından hayatta kalanlar, yerle bir olan Paris’in yeraltında tutsak düşerler. Bir grup Alman bilim adamı, içlerinden geçmişindeki anıya saplanıp kalmış bir adamı denek olarak seçerek, savaşın nedenlerini anlamak üzere önce geçmişe, sonra da gereksinim duydukları şeyleri onlara getirmesi için geleceğe gönderir. Ancak, adamın belleğinden silinmeyen bir anı ve bu anının içinde savaştan geriye kalan tek huzur verici imge olarak, genç bir kadının yüzü, onu sürekli olarak çağırır. Her seferinde ulaşılamaz ve gidilemeyecek kadar uzak bir yerden kadının yanına gelir ve sonra kaybolur adam. kıyısında köşesinde kalmış herhangi bir “an”ı, gerçek dünyayla bir araya getirme olanağı belki de her zamankinden daha fazladır. Fakat gelecek böyle bir şey vaat etmez; çünkü zamanı geriye doğru sayan ölümdür ve gelecek, şimdiyi geçmişe terk etmiştir bile. Adamın geçmişinde, havalimanındaki dalgakıranda bekleyen kadına doğru koşan bir adam vurulup yere düşer. Geleceğinde ise adamın sonsuzlukla buluştuğu nokta, varlığına filmin başında, yalnızca kalabalığın içinden ve Marker’ın sesinden tanıklık ettiğimiz bu ölüm olur; adamın kendi ölümü. Geleceği, geçmişten daha özenle koruyan şey bilinmezliği midir? Ya da ölüm(ler) kişisel tarihlerinden yoksun bırakılmış, ayak bastıkları güvenli topraklardan yeraltına sürülmüş insanlara biçilmiş bir hiçlik midir? Oysa dünya da zamansızlık içinde hayalgücüyle çizilmemiş miydi? Marker’ın savaşlarla ve yıkımlarla örselenen dünyaya ilişkin bu imgesel ve fotografik bakışı, yaşamlarına bir şekilde devam edebilenlerin elinden alınan yargılama özgürlüklerine, onlar adına yeniden sahip çıkma biçimidir. Tarihi unutmamak ve unutturmamak zamanın değil, belleğin elinde. “Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir…” [3] 1. Sontag, Susan (2008). Fotoğraf Üzerine, Çev. Reha Akçakaya. İstanbul: Altıkırkbeş. 2. Roud, Richard (The Left Bank: Marker, Varda, Resnais, Sight and Sound, Winter 1963), Maker, Varda, Resnais: Sol Yaka, Çev: Elif Beşer, Sekans Sinema Kültürü Dergisi Sayı: 2, 2005, syf: 54-59, Ankara: Kül. 3. Aral, İnci (2003). İçimden Kuşlar Göçüyor. Zamanın içinde açılan boşluktan sızan mutlu “an”lar içinde her şey sıradandır; adam ve kadın da. Çünkü her ikisi de zaman(sızlık) içinde kayıptır. Dünyanın ve zamanın sınırları ortadan kalktığında, belleğin AFSAD Eylül - Ekim 2012 Nagihan Konukcu Dalgakıran (La Jetée): Ölüme Karşı Okunan Manifesto Kısa Metraj Chris Marker’ın Ardından… 33 Cengiz Engin İbrahim Göğer Fotoğraf Üzerine Üzerine Fotoğraf 34 Görsel Anlam Denemeleri Fotoğrafın anlamlandırma ve yorumlama süreci; fotografik görüntünün kendisinden yola çıkarak, fotoğrafçının sözel olarak vermediği-veremeyeceği-vermek istemediği (dolayısıyla görselleştirerek aktardığı) bir duyguya-olaya-mesaja ilişkin izleyicinin tahminlerini, kendi alımladığı duygular eşliğinde, sözel-metinsel olarak ortaya koymayı niyet eder nihayetinde. Bir görüntüyü çözümlerken (anlamaya çalışırken) en etkili yöntemin; o görüntüye neden maruz kaldığıma (fotoğrafçının o fotoğrafı neden çektiğine ve paylaştığına; neden o ânı-o kadrajı-o nesneleri önemli bulduğuna) ilişkin yorumlar yapmak (görüntüdeki ipuçlarını kullanarak fotoğrafçı ile empati kurma çabası) olduğuna inanırım. Fotoğrafçı ile kurmaya çalıştığım empati ilk elden görsel içerikten besleneceği için, fotoğrafa yükleyeceğim anlamların ve yapacağım yorumların da fotografik görüntünün kendisi ile mümkün olduğu kadar tutarlı olacağını düşünürüm. Zira anlamsal çözümleme, görüntü ile tutarlı olduğu sürece geçerlidir. Fotoğrafçının kendi fotoğraflarını çözümleme çabası ise, temelde sonuç görüntünün kendisinden ziyade fotoğrafçının kökendeki niyetinden veya sahip olduğunu sandığı dürtülerden şekilleneceği için, bu çerçevede maruz kaldığımız sonuç görüntüyle doğrudan tutarlı ol/a/mama gibi bir risk de taşımaktadır aslında. Hatta fotoğrafçının aktarmaya niyetlendiği duygu-olay ya da mesajı zaten sözel yolla değil de görselleştirerek aktarmayı tercih etmiş olması nedeniyle; kendi çektiği fotoğrafı sözel olarak yorumlamasının görüntünün var olan etkisini zayıflatma ihtimali taşıdığını da düşünürüm doğrusu. Bu nedenle, burada sunduğum kendime ait iki adet fotoğrafı yorumlamaya soyunurken, çekim-sunum aşamalarında duyduğumu sandığım kaygılardan da mümkün olduğunca arınmaya çalışarak, fotoğrafın görsel içeriklerini analizin temel girdisi olarak ele almaya gayret gösterdim. Sonsuz 20 yıla yakın bir süredir görüntüye hariçten giren sahibi belirsiz bir kolun, yine belirsizlik içeren bir yere doğru uzandığı bir imgenin peşinde koşuyorum. Periyodik olarak bu görüntüyü fotoğraflamaya çalışırım fırsat buldukça. Hastalık derecesinde saplantılı bir durum açıkçası. Toplam sayısını bilmiyorum ama içlerinden 5-6 kadarını daha bir beğenirim, hedeflediğim imgeye daha yakın olduklarından; ya da peşinde koştuğum imgeye yeni boyutlar ve anlamlar katarak çoğaldıkları için. Burada sunduğum fotoğraf bunlardan bir tanesi. Havuz ya da kuyuya benzer, tam olarak anlaşılması zor, koyu siyah bir ‘boşluk’ var fotoğrafın ortasında. Görüntünün sağ tarafından kimliği belirsiz bir kişi kolunu bu siyah boşluğa doğru uzatmış. Biraz mesafeli, tedirgin olduğu hissini verecek kadar; ama aynı zamanda meraklı. Fotoğraf tüm unsurlarıyla yeterince ‘gizemli’. leştirilmiş olması nedeniyle; bu fotoğrafın gerçekliğe ilişkin hiçbir kaygısı olmadığını açıkça söyleyebiliriz. Bu nedenle fotoğrafın görsel düz anlamı bize yetmez oluyor. Bu fotoğraf sadece ‘siyah boşluğa uzanan bir el’ fotoğrafından ötesidir; nitekim görüntü, ima ettiği mesajın deşifre edilmesini beklemektedir. Bilinmeyen, gizemli olan; ürkütücüdür, korkutur. Ama gizemli olduğu ölçüde de merak uyandırır. Dokunmak; anlamak, tanımak için yapılan bir eylemdir çoğu zaman. Siyah; tüm renkleri yutar, aynı derin bir kuyu gibi. Karanlık; ürkütücüdür, kötülüğü ve uğursuzluğu temsil ettiği düşünülür. Yüksek bir duvar; bir yolun, bir mekânın sonunu (sınırını) belirler. Derin bir kuyu ise dipsiz göründüğü ölçüde neredeyse sonsuzdur bizim için. Yolun sonundaki, sonsuzluğa giden ürkütücü bilinmezlik... Bu kuyu ‘ölüm’ün bir metaforu gibidir adeta. Arka fonda yer alan taş duvar ve üzerini kaplayan sarmaşık yaprakları ürkütücü bir doku oluşturuyor. Fotoğrafın siyah-beyaz yapısı ve yüksek kontrastlı tonları, bu etkiyi güçlendirmeye yardımcı oluyor. Fotoğrafın dik kadraj sunumu siyah boşluğun aşağıya doğru uzayan derinlik etkisine katkı yapıyor; bu sonsuz derinlik etkisi ve ürkütücü arka fon sayesinde; ona doğru uzanan elin tedirgin duruşunu yadırgamıyoruz. Kuyuya uzanan kol tamamen çıplak olsaydı, ölüme yaklaşan bir kişiyi temsil ettiği yorumu yapılabilirdi. Ancak uzanan koldaki kumaş giysi, kişinin dünya hayatına devam etmekte olduğu fikrini uyandırmaktadır. Görüntünün siyah-beyaz olması, yüksek kontrastlığı, kimliksiz bir figürün varlığı, siyah boşluğun ilk elden tanımlanamayan yapısı; kısaca hem teknik unsurları hem de içerikteki zaman-mekân ve kimliğin anonim- Fotoğrafın, “ölüm’ü anlamaya çalışma”nın görsel bir anlatımı olduğunu söylemek mümkündür artık... Ta ki, fotoğraftaki göstergelere farklı anlamlar yükleyen başka bir yorum yapılana kadar. ‘Ölüm’e dokunmak için uzanan tedirgin meraklı kol; ölümden korkan, ama ona olan merakı bitmeyen, hayatının bir yanında sürekli onu düşünen, onu anlamaya çalışan insanoğlunu temsil etmektedir belli ki. 35 AFSAD Eylül - Ekim 2012 Fotoğraf Cengiz Engin İMece Üzerine İlker Maga Cengiz Engin Fotoğraf Üzerine 36 Kül Tablası Bir oda penceresinin önünde, dış mekân atmosferi görüntüye hakim olacak yüksek bir açıyla pencere pervazında duran bir kül tablasına bakıyoruz. Fotoğrafın ana ilgi odağı; içinde söndürülmüş tek bir izmarit olan ucuz, sıradan bir metal kültablası. Kültablası orada olmasaydı, bu fotoğraf çekilmezdi kuşkusuz. Ancak fotoğrafın ilham kaynağı şüphesiz ki kül tablasının biçimsel – estetik unsurları değil. Fotoğrafta daha çok, metonimik unsurların ağır bastığı; fotoğrafın gösterdiği detayların dışına taşan bir hikâyeye ait ipuçları ve buna bağlı duygular aktarılmakta. Zaten oldum olası salt biçime odaklı görüntüler yerine görüntülerde saklı olan (görüntülerin tetiklediği) hikâyeler peşinde koşmuşumdur. Bu hikâyenin merkezinde, fotoğrafın görsel ağırlığını da oluşturan kül tablası ve izmarit var; genel duyguları ve olay örgüsünü şekillendiren diğer detaylar ise birbirleriyle ve kül tablasıyla alışveriş içerisinde: Kül tablasında söndürülmüş sadece tek bir izmarit var, ancak daha önceden tablanın kullanılmışlığına ilişkin tablaya yapışmış bir kül tabakası eşlik ediyor bu izmarite; temizlenmesi için pek de bir kaygı duyulmadığı söylenebilir rahatlıkla; biriken izmaritlerin çöpe dökülmesi yeterli gelmiş muhtemelen. Bu kirli kül tablasındaki sönmüş tek izmaritin pencere önünde bulunması, daha önceden defalarca sigara içmiş bir kişinin, bu fotoğraf çekilmeden bir süre önce pencereden bakarak sigara içmiş olduğunun açık bir belirtisidir. Tek izmarit, bir kişinin varlığını temsil ediyor; bu da fotoğraftaki (gizli) öznenin yalnızlığına dair bir his oluşturmaktadır. Tiryakiliği bir kenara atacak olursak; sigara içmeye dair toplumdaki başat inanışlardan bir tanesi sıkıntı dağıtmak için sigara yakmaktır. Fotoğraftaki özne, pek muhtemeldir ki, mevcut sıkıntılarını gidermek amacıyla sigara tüketmektedir. Pencere doğramaları boyasız ve bakımsız; camlar kirli. Sağ alt köşede bir yastık-nevresim, bu odanın yatmak için kullanıldığını belli etmeye yetecek şekilde kısmen girmiş görüntüye. Fotoğrafı düzlemsel açıdan ön ve arka bölüm olarak ikiye ayıran pencere; dış mekân - iç mekân algısı oluşturan ve fotoğrafta düzlemsel bir perspektif yaratan temel görsel eleman. Pencere ve yatak, ‘oda’ kavramını temsil etmeye yetmiş de artmış bile. Pencereden görülen manzara, bakımsız yoksul binalarla çevrili; muhtemelen varoştayız. Varoş : kırsal kökenli düşük gelirlinin büyük şehirde barınma - var olma mücadelesi. Dış mekânın belirgin yoksulluğuna ve odaya sinmiş her türlü yoksunluğuna karşın; kişiye ait bu oda; barınmaya dair güven ve huzurun da teminatıdır nihayetinde. İçeriye giren yatay ışık pencere önündeki kültablasına ve yatağın üzerine kadar ulaşıyor. Muhtemelen sabah saatleri. Yatak toplanmış. Pencere önündeki izmarit muhtemelen sabahın erken saatlerinde kahvaltıdan önce, belki de kahvaltı niyetine, işe gitmek üzere odayı terketmeden hemen önce içilmiş. Belki de uykusuz bir gecenin ardından güneşin doğuşu seyredilirken. Bu güneşli, aydınlık güne tanık eden uyanış; içerikteki baskın yoksulluk duygusuna tezat, fotoğrafa olumlu bir dokunuş katmakta. Fotoğrafa hakim olan gizli pozitif duygu, sadece güneşli günün hissettirdiği umut duygusu değil aslında. İzleyicinin özdeşleştiği oda sahibi (özne) ayakta durmaktadır. Ayakta durmak, fiziksel bir eylemi tanımlamanın yanı sıra; mecazi anlamda koşullara karşı koymayı, dirençli olmayı, hareket etme potansiyeli taşımayı temsil eder. Ayakta duran ve yüksekteki oda penceresinden yoksul dış mekana bakan oda sahibinin, zorlu yaşam koşullarına direnç göstermekte olduğuna ilişkin pozitif bir metin de okunabilir bu görüntünün satır aralarında. Buna rağmen, yazıktır ki; öznenin pencereden gördüğü bir ufuk yoktur. Dış mekânda çevresini saran yoksulluk katmanı tarafından kapana sıkışmış, ufkunu görmesi bile handiyse engellenmiş haldedir. Öznenin kaçınılmaz yazgısı, bulunduğu çevreye tinsel açıdan yabancılaşmaktan başka bir şey değildir. Seçilen objektifin odak uzunluğu ve kameranın konumu nedeniyle; izleyen (gözlemci) konumda değiliz; odada pencere önünde bizzat duran kişiyiz. İzleyici bu bakış açısından; oda sahibi ile özdeşleşmiş, konuya dahil edilmiştir. Özne ile özdeşleşen izleyici için kendi gerçekliğiyle ve sahip olduğu yaşantısıyla hesaplaşabilecek bir bakış açısı sunulmuştur. Fotoğrafın kurmaca olduğuna dair herhangi bir ipucu (veya şüphe) bulunmuyor. Gerçeklikten çalınmış bu görüntünün; aynı zamanda aktarmakta olduğu duygular nedeniyle, hem gerçekçi hem de anlatımcı bir yapısı olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu fotoğrafta altıçizili bir anafikir veya ilave metaforik anlamlar, mesajlar aramak da doğru olmaz açıkçası. Bu fotoğrafta sözkonusu olan; daha çok bahsi geçen duygulara dair bir görsel aktarım ve iletişim kurma çabasıdır. Ötesi, (benim için) zorlama bir yorum katma olacaktır. [email protected] 37 AFSAD Eylül - Ekim 2012 Fotoğraf Cengiz Engin İMece Üzerine İlker Maga Sokağa ve Fotografçısına Övgü İMece İlker Maga Sokak çocuğu, sokak kadını, sokak kedisi, sokağa dökmek, sokağa çıkmak, sokağa dökülmek… 38 Bazılarında açık, bazılarında hafif olumsuz bir anlam yüklü. Sokak tiyatrosu, sokak sporu, sokak gösterisi, sokak konseri vb. Ama bu kadar değil. Sokak, üzerinde çok daha fazla durulması ve düşünülmesi gereken önemli bir kamu mekânı. Şehir plancıları, mimarlar, ressamlar, şairler, romancılar, sinemacılar, fotografçılar… Bunlar ve daha pek çokları, sokak denen durakta uzun uzun beklemiş, düşünmüş ve üretmişlerdir. “Sokağa in, orada yeteri kadar malzeme var…” Böyle denilmiştir, konu sıkıntısı çeken genç şaire, romancıya, ressama ve fotografçıya… Her yönüyle zengindir sokak. Tarihe yön veren olaylara meydan olmuştur. Kelimelerin çoklukla iki anlamı vardır. Sözlüklerde duran kelimeler meselâ, genellikle soğuktur. Kelimeler gerçek içeriklerine, kullanıldıklarında yani onlara hayat verildiğinde kavuşur. Sokak da böyle bir kelimedir. Sokaklar, sözlüklerin dediği gibi, bir yerden bir yere ulaşımı sağlayan kamusal şehir birimleri veya “iki yanında evler olan, caddeye oranla daha dar ya da kısa olabilen yol” değildir sadece. Sokaklar, bir kültürün soluk alıp verdiği, ne kadar varsa, bütün varlığıyla kendini sergilediği vitrinlerdir. Zenginliğin temel ölçüsü kültürse, bunun gösterildiği yer günlük hayat, dolayısıyla sokaklardır. Sokaklar, bir şehrin, bir ülkenin, bir sistemin de vitrinidir. Kültürler sokaklarda çıplaktır. Sokak hayatı sönük bir şehir ya da bir semtin günlük hayatının, biraz daha ileri gidelim, insanının “kuru” olduğuna işarettir. Sokaklar, gerçekten de o ülke ya da şehir insanı hakkında bilgi verir: İnisiyatifli toplumlarda sokaklar daha canlıdır; her şeyin yukarıdan belirlendiği “kuralcı” toplumlarda ise tersi. Kısa bir tarih gezintisi yapmak ya da birkaç örnek ülke veya şehir seçip incelemek yetebilir: Sokakların canlı olduğu ülkelerde, insana yakışır sistem arayışı yönünde umut hâlâ vardır; toplum burada dinamiktir; yasaları da aşağıdan gelen sesler sayesinde yazılmıştır ve “halk” dediğimiz yığınlar sözünü her an söylemeye hazırdır. Sokaklar, gerçekten de o ülke ve insanı hakkında bilgi verir: Sokak ölüyorsa, insan ilişkileri de zayıflıyor, insan bencilleşiyor, sevgisizleşiyor ve ilişkileri kopuyor demektir. Sokak, insanlığın asla yitirmemesi gereken bir zenginliği olduğu kadar, fotografçısı açısından da önemlidir: Sokaklar, fotografçıya her an bir tesadüf hediye edebilecek stüdyolardır. Bu sokak stüdyosu, fotografçı açısından bir test sahasıdır aynı zamanda: Fotograf alanlarının en zoru, burasıdır. Doğru bir zamanda, doğru bir noktada olmak, gözlemek, gözlediğini temiz bir kompozisyonla fotograf çerçevesine sığdırabilmek ve ardından bu görüntüyü sabitleyebilmek… Bu sıralananların hepsini birkaç saniye içinde gerçekleştirmek, her an tesadüfe hazır, ne aradığını bilen, parlak bir zekânın yapabileceği bir eylemdir ve bu çok sağlam bir görsel kültür, başta iyi bir temel gerektirir. Bu nedenledir ki sokak fotografçılığı yapanların sayısı çok olmasına rağmen, bu alanda bir stil geliştirebilmişlerin sayısı fotografın iki asra yakın tarihine rağmen çok azdır. Fotografın bu tarzına burun bükerek bakanlar bence fotografı yığınlar karşısında güçlü kılan özelliklerin henüz farkına varamamış olanlardır; taşıdıkları unvanlar gözleri kamaştırmamalı. Eğer aktif olarak fotograf çekiyorlarsa kendilerini sokakta test edebilirler. Sokakla ilgili üstlendiği bir konuyu temiz bir görsel dille, üstelik kısa bir zaman içinde anlatabilmek ancak gerçek bir usta fotografçının becerebileceği bir iştir. Hodri meydan. Fotografın en zor ve en güzel alanı, sokak fotografçılığıdır. Fotograf gerçek gücüne burada kavuşur. Merter Oral’ın ‘Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği’ konulu yüksek lisans tezi ölümünden sonra, öğrencisi olan Uğur Günay’ın katkıları ile Espas Sanat Kuram Yayınlarınca kitap olarak basılmıştır. Kitabın başında yer alan Prof. Dr. Simber Atay R. Eskier’in ‘Merter Oral için…’ başlıklı yazında arkadaşı olan Oral’ın hümanist, dürüst, çalışkan (AFSAD, EFSAD, ANFO’nun kurucu üyesi ve rehberi) ve örnek insan olduğunu belirterek söz konusu tezde Oral’ın“Toplumsal’ nitelik, Belgesel Fotoğraf bağlamında, politik ve kültürel konjonktüre göre sürekli yeniden tanımlanması gereken bir fotoğraf boyutudur. Dr. Oral bu fenomeni analiz etmiş ve Fikret Otyam’ın çalışmalarını ve fotoğraflarını incelemiştir. …söz konusu tez, bilimsel işlevselliğinin yanı sıra, fotoğrafın etkinliği bağlamında ‘umut’ kavramını temsil etmektedir.” der. ‘Örneklerle toplumsal belgeci fotoğraf’ başlığında bu yönde üretim yapan birçok fotoğrafçıya ve çalışmalarına yer verir. Bunlardan birisi, ilk toplumsal belgeci kabul edilen Jacob A.Riis’dir. Riis’in Tribün’deki yazılarında sürekli New York gecekondularındaki kötü yaşam koşullarına dikkat çektiğini, 1890’da yayınladığı Diğer Yarı Nasıl Yaşıyor ve Fakirlerin Çocukları adlı kitaplarının New York’luları harekete geçirip valinin iyileştirici birtakım önlemler aldığını belirtir. Diğeri Lewis W. Hine. Onun, ‘Fotoğrafta Çocuk İşçiler’ çalışmasındaki görüntülerin ülkede şok etkisi yaratması nedeniyle çocuk işçileri korumaya yönelik çocuk emeği yasasının çıkarılmasında etkili olmuştur der. Bu başlık altında 1928 yılında bir grup film ve fotoğrafçının Film ve Fotoğraf Birliği’ni kurmasıyla başlayan kurumsallaşma sürecinden, FSA’nın çalışmalarından ve elektronik çağda toplumsal belgeci fotoğrafı tarihsel gelişimi ile ele alır. Kitapta; ‘toplumsal belgeci fotoğraf’, ‘örneklerle toplumsal belgeci fotoğraf’, ‘Fikret Otyam: toplumsal belgeci fotoğrafçı’ ana başlıkları ve Fikret Otyam’la yapılan söyleşi ile Otyam’ın 50-70’li yıllardan fotoğraf örnekleri yer almaktadır. Oral ‘Toplumsal belgeci fotoğraf’ başlığı altında; öncelikle belgesel fotoğrafın ne olduğunu, kısaca ta- AFSAD Eylül - Ekim 2012 Kitaplık rihçesini irdeleyerek belgesel fotoğrafın alt türü olduğunu söylediği ‘toplumsal belgeci fotoğrafı’ tanımlar ve “Toplumsal belgeci fotoğrafın konusu insandır. Toplumsal belgeci fotoğrafın en temel özelliği insanı konu alıp, bir değişim mesajı vermesidir. Belgesel fotoğrafın yorum ve mesaj kaygısı toplumsal belgeci fotoğrafta yoğunlaşır. Bu anlayışta konu edindiği sorunları aşma, insanı insana anlatma ve izleyicide, aktardığı sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir bilinç yaratma amacı vardır.” der. Toplumsal belgeci fotoğrafın temel işlevinin; mevcut toplumsal sorunları aktarması, bunun için bilinç yaratması ve sorunların ortadan kaldırılması yolunda toplumun harekete geçirilmesi olduğuna göre, geniş kitlelere ulaştırmak için çok sayıda üretilmesi gerektiğini belirtir. Ulaştırma şeklinin mekanik ya da elektronik olabileceği, ulaştırma biçiminin ise dergi, gazete, kitap vb. basılı araçların yanı sıra sergi, saydam gösterisinin bu ulaştırmada etkili olduğundan bahseder. Aysel Altun Toplumsal Belgeci Fotoğraf ve Fikret Otyam Örneği 39 Kitaplık A Aysel Altun Merter Oral çalışmasının ‘Fikret Otyam: toplumsal belgeci fotoğrafçı’ başlıklı son bölümüne de, ilk bölümde olduğu gibi yine Ferid Edgü’nün bir şiiri ile başlar. 40 Bana bir olanak ver, dedi fotoğrafçı. Niçin bir nature-morte değil de bir insan? diye sordum. Çünkü insan yaşıyor. Çünkü insan canlı. Çünkü insanın Yüzünün ve bedeninin ifadesi var. Bana bir olanak ver, dedi fotoğrafçı. Tüm bunları bir nature-morte’da veremez misin? diye sordum. Hayır dedi. Bin kez hayır. Tanrı göstermesin. Hiçbir zaman denemedim ve denemem de. Bana, yerinde duramayan, hareket halinde, renkli, konuşan, bakan, yürüyen, ağlayan, terleyen insanlar gerek. Ölü meyveler ve durağan nesneler değil. Ben bir ressam değilim. Onları yeniden yaratamam. Yaratılmışlar sana yeter öyle mi? dedim gülümseyerek. Evet, deyip boyun büktü. Yaratılmış olanlar ve yaşayanlar bana Yeter. Güzel çirkin fark etmez. Yeter ki insan olsun. Bu bölümde Otyam’ın yaşam öyküsünden başlayarak gazetecilik yaşamını, fotoğraflarındaki toplumsal boyutu, plastik unsurları, hümanizmasını ve Türk fotoğrafındaki yerini ele alır. Otyam için “ülkemizin yetiştirdiği en önemli toplumsal belgeci fotoğrafçıdır. Neden belgeci değil de, toplumsal belgeci fotoğrafçıdır Otyam. Çünkü o, fotoğrafı, salt olayları, insanları kaydetmenin, belgelemenin bir aracı olarak kullanmamış, belgelediği toplumsal sorunların düzeltilmesi, ortadan kaldırılması doğrultusunda kullanmıştır…” der. Son olarak Merter Oral’ın Fikret Otyam ile yaptığı söyleşiden kısa bir iki örnek; “Neden yazılarınızı fotoğrafla desteklediniz. Röportajlarınızı fotoğrafla desteklemiş olmasaydınız aynı etkiye ulaşır mıydı? Hayır, kesin olarak hayır. Çünkü bizim millet illa ki görecek. İstediğin kadar onu görmüş gibi anlat, ustalığını göster… Peki iyi bir fotoğraf sizce nasıl olmalı? İşte dört sayfalık bir İlhan Selçuk, Çetin Altan yazısına bedel bir fotoğraf. Onların anlatmak istediği şeyi tek karede anlatmalı. İyi fotoğraf budur benim için…” Kitabın sonuç bölümünde; yaşamsal gerçekliği yansıtan her fotoğrafın belge niteliği taşıdığı, ancak, toplumsal belgeci fotoğrafın, belgeci fotoğraftan salt ele aldığı konularla değil, ele alış yöntemiyle de ayrıldığı saptamasında bulunur. Toplumsal belgeci fotoğrafın tarihini özetlerken ver- Fikret Otyam konusunda sonuç bölümünden yapılan kısa alıntı da, görüldüğü gibi “…Anadolu insanının sorunlarını aktarma işlevini üstlenirken, somut adımlar atılması sonucunu da doğurmuştur. Fotoğrafları ile göçebe Beritan Aşiretinden onbeş, yirmi bin kadarlık bir bölümünün Erzincan, Diyarbakır gibi illere yerleştirilmesini sağlar. Bunun için yedi yıl uğraş verir…” fotoğrafın toplumsal amaçlar doğrultusunda kullanımı konusunda yetkin örnekler verdiğinden söz eder. Keyifli okumalar. Aysel Altun diği örneklerden birkaçı İkinci Dünya Savaşı öncesinde Polonya gettolarında Yahudileri fotoğrafları ile belgeleyen Visniac, Alman toplumunu fotoğraflayan Arbeiter Fotograf, Eugene Smith vb. Kitaplık ‘Otyam’ın fotoğraflarında toplumsal boyut’ alt başlığında; Otyam’ın yazı ve röportajlarında eğildiği kesimi ‘Ezilen, horlanan, sahipsiz, gözü olup da görmeyen, kulağı olup da duymayan, dili olup da söylemeyen kesimin, sömürülen,ezilen halkımın dili, gözü,kulağı olmayı yeğledim.’ diye ifade ettiğini belirtir. 1953 yılında başlayan ve sayısı 15’i bulan ‘Gide Gide’ serisinde yer alan kitaplarında 11, 12 ve 14 dışındakilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da toprak ağalığı, işsizlik, kaçakçılık, din sömürüsü, eğitim, sağlık vb. tüm sorunlu alanlara el attığından söz eder. Bu sorunların kitlelere ulaştırılmasında Otyam’ın 1962 ile1979 yılları arasında çalıştığı Cumhuriyet Gazetesinin desteğinin payının büyük olduğunu ifade ettiğinden söz eder. 41 AFSAD Eylül - Ekim 2012