cernobilin-turkiye-uzerindeki-etkileri

Transkript

cernobilin-turkiye-uzerindeki-etkileri
ÇERNOBİL FELAKETİ’NİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
1. GİRİŞ
2. ETKİLERİN GİZLENMESİ VE KAMUOYUNA YALAN SÖYLENMESİ
2.1. RESMİ SANSÜR VE PROPAGANDA KURALLARI
2.2 RESMİ YANLIŞ-BİLGİLENDİRME KAMPANYASI
3. TRAJİK GERÇEK
3.1. BAĞIMSIZ BİLİMSEL SONUÇLAR
3.2 RADYOAKTİF ÇAYLAR
3.3 FINDIK ÜRETİMİ ÜZERİNDEKİ ETKİLER
3.4 SAĞLIĞA ETKİLERİ
3.5 TURİSTLERİ ALDATMAK
4 GREENPEACE’İN TALEPLERİ
1. GİRİŞ
Bu rapor Çernobil Felaketi’nin Türkiye üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir. Bir nükleer
santraldeki bu ilk büyük çaplı olay, bir nükleer kaza olduğunda sınırların geçerli olmadığını
dünyaya göstermiştir. 26 Nisan 1986 gecesi saat 1:24’te, Ukrayna’daki Çernobil nükleer
enerji santralının 4. reaktöründe olan kazadan hemen sonra radyoaktif bulutlar tüm dünyaya
dağıldı:
* 27-30 Nisan: İskandinavya, Finlandiya, Belçika;
* 28 Nisan-2 Mayıs: Doğu ve Orta Avrupa, Güney Almanya, İtalya, Yugoslavya, Ukrayna ve
Doğu Bloğu, Türkiye Karadeniz);
* 1-4 Mayıs: Balkanlar, Romanya, Bulgaristan, Türkiye Trakya);
* 2 Mayıstan sonra: Karadeniz ve Türkiye.
Kazadan on yıl sonra, Türkiye’de herhangi bir resmi ya da akademik kurumda bilimsel
verilerle yapılmış, neredeyse hiçbir kapsamlı çalışma yoktur. Bu raporda, yabancı raporlara ek
olarak, Türkiye’de mevcut bir kaç araştırmadan da alıntılar yapılmıştır.
2. ETKİLERİN GİZLENMESİ VE KAMUOYUNA YALAN SÖYLENMESİ
Çernobil santralının patlamasından sonraki ilk aylarda, Türk Yetkilileri, bilimsel veri ya da
araştırma sonuçlarının resmen açıklanmasını yasakladı. Herhangi bir resmi açıklama
yapmasına izin verilen tek kişi Endüstri ve Ticaret Bakanı H.Cahit Aral’dı. Üniversiteler ve
diğer bilimsel kurumlar, resmi emirlerle bu konu üzerinde çalışmaktan caydırıldı.
Yetkililerin kar yönelimli ticari yaklaşımının insan sağlığı ve çevreye ilişkin herhangi bir
kaygıyı bastırdığı açıkça ortadadır. Yetkililerin baş kaygısı, çay ve fındık satışları ve
ihracatıydı. 1993’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir soruşturma açılması tartışıldı, fakat
bu hiçbir zaman gerçekleştirilmedi.
2.1. RESMİ SANSÜR VE PROPAGANDA KURALLARI
14 Mayıs 1986’da kazanın dünyaya resmen açıklanmasından iki hafta sonra Dışişleri
Bakanı Vahit Halefoğlu, Başbakanlığa yazdığı “Gizli” damgalı mektupla [EIBDIII-750.278-1133], Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi’nin kurulması ister.
Bu mektupta, doğu bloğu ülkelerinden yiyecek ithalatı üzerinde 31 Mayısa kadar geçerli
Avrupa Ekonomik Topluluğu yasağından söz edilmektedir. Komitenin hedefleri şöyle
sıralanmıştır:
Çernobil Nükleer Santralı kazasının radyoaktif etkilerini düzenli ölçümlerle yakından
izlemek
Ölçüm sonuçlarını iç ve dış kamuoyuna duyurmak, “özellikle de ihracatımız ve ülkemize
yönelik dış turizm üzerinde olumsuz sonuçlara yol açabilecek tesir ve izlenimleri bertaraf
etmek”
Yetkililerin baş kaygısı, sağlık sorunlarını önlemek değil, ticareti koruyucu önlemler almaktır.
26 Mayıs 1986’da Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü’nden Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı’na gönderilen, Hasan Celal Güzel (Başbakan adına Müsteşar) imzalı,
“Gizli” ve ”Acil” mektupta [#19-383-10415] bu son hedef daha da açık bir dille ortaya
konulmuştur:
Hedef, tek taraflı beyan ve propagandaların ortaya çıkmasına mani olmak”tır. Aral Türkiye
Radyasyon Güvenliği Komitesi (TRGK) bu komitenin başkanı olarak atanmıştır. Mektuba
göre, ”Bu konularda Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın H. Cahit Aral’ın dışında hiçbir ilgili
açıklamalarda bulunmayacaktır.”
Bu mektubun gönderildiği kurumlar şunlardır: Dışişleri Bakanlığı,Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı, Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, T. Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Çevre Genel Müdürlüğü’ne dağıtılmış;
ayrıca bilgi için: Genel Kurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri ve Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği. TRGK’nin ilk toplantısı 29 Mayıs 1986’da yapıldı.
Komite’de, ilgili bakanlıklar, Başbakanlığa bağlı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve
iki askeri yetkili vardır; fakat tek bir bağımsız bilim insanı ya da bilimsel kurum temsilcisi
davet edilmemiştir.
Katılımcılar şunlardır:
1. Sanayi ve Ticaret BakanlığıAkın ÇAKMAKÇI (müsteşar)
2. Dışişleri BakanlığıErdim TÜZEL; Ayşe ÖĞÜT (Enerji Dairesi Başkanı)
3. Sağlık ve Sosyal Yardım BakanlığıDr. Haluk NURBAKİ (Numune); Dr. Korkut AKOĞUZ
4. Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığıİsmail BİLİR (Müsteşar Yardımcısı)
5. Devlet Bakanlığı(Ahmet KARAEVLİ); Dr. Arif Nuri TUÇ); Zeynep YÖNTEM
6. BaşbakanlıkGürcan YOLEK; Niyazi YEŞİLYURT (Vehbi DİNÇERLER’in danışmanı)
7. Hazine Dış Ticaret MüsteşarlığıUğur ERCAN (İhracat Genel Müdürü; A. Hamit
CEMİLOĞLU (İ.G.M.)
8. Kültür ve Turizm BakanlığıGüman KIZILTAN (Müsteşar Yardımcısı); Oktay ATAMAN
(Turizm Genel Müdürü)
9. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE (Başkan);
Doç. Hasbi YAVUZ (Başkan Yardımcısı); Özer ÖZERDEN (Radyasyon Güvenliği Daire
Başkanı)
10. Müh. Albay İhsan İSHAK (Kara Kuvvetleri Komutanlığı Tek. D. Başkan Yardımcısı)
11. Müh. Yüzbaşı Neciğ BAYKAL (Milli Savunma Bakanlığı Ar-Ge Daire Başkanı, Fiz. Bel.
Arş. Müdürü)
TAEK Başkanı Ahmed Yüksel Özemre, toplantı katılımcılarına, radyoaktiviteyi izlemek için
yaptıkları tüm çalışmayı açıklıyor ve şöyle diyor: “Türkiye’de radyasyon doğal düzeydedir.”
2.2 RESMİ YANLIŞ-BİLGİLENDİRME KAMPANYASI
29 Mayıs 1986’da yaptığı bu açıklamasında Özemre; radyasyon bulutunun Türkiye’yi 30
Nisandan itibaren etkisi altına almaya başladığını ve Kiev’den esen rüzgarların Türkiye’yi
Sinop-Anamur hattının batısında bir hafta süreyle etkileyeceğini öğrendiklerini belirtiyor.
TAEK Genelkurmay Başkanlığı ile işbirliği yapmak- tadır. Havadaki (yerden 1 metre
yükseklikteki) radyasyon, İstanbul’ da, doğal radyasyon düzeyinin en çok 2,5 katına,
Karapınar mevkiinde ise en çok 12 katına yükselmiştir. Radyoaktivite, 3 Mayısta yağan
yağmurla Edirne ve civarında yere inerek toprağı kirletmiştir. Bulgaristan sınırına giden
Kapıkule-Edirne karayolu üzerinde 2 km.lik bir kısımda sellerin getirdiği çamurlarda yüksek
oranda radyoaktivite saptanmıştır. Özemre’nin iddiasına göre, ”yetkililer, bu radyoaktif
çamurları etrafa bulaşmadan varillere yükleyip Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ ne
(ÇNAEM) taşımış ve üç gün boyunca yolun bu kısmı yıkanarak radyasyon seviyesini 12,5
MiliRöntgen/saatten doğal radyasyon düzeyi olan 17 mikroRöntgen/saat değerine
düşürmüştür.”
Özemre, İyot-131 ile kirlenmiş sütlerin yalnızca, 3-4 ay sonra tüketilmek üzere peynir
yapımında kullanıldığını söylemiş, daha fazla açıklama yapmamıştır. Bu konuda hiçbir resmi
açıklama ya da karar yoktur. İyot-131’in yarılanma ömrü 8 gün olsa da Türk halkı
tarafından tüketilmiş olan süt ve peynirde bulunan ve YARILANMA ÖMÜRLERİ 30 YILA
KADAR UZAYAN Cs-137 ve Cs-134, onları yıllar boyu içten ışınlamayı sürdürecektir.
İtalya’da ise 1986 Mayısı’nın ilk üç haftasında taze süt tüketimine yasak getirilmişti. İnek
sütünde 2000 Bekerel/litreye varan rakamlar bildirilmişti ve İyot düzeylerinin yüksek olduğu
yerlerde Sezyum-137 ve Sezyum-134 düzeyleri de yüksekti. (Kaynak: Batı Avrupa’da
Çernobil’in Radyolojik Yönleri, R.H. Clarke, NEA (Nükleer Enerji Ajansı) Newsletter,
sonbahar 1986, s.10.) Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral tarafından yapılan ilk resmi
açıklama şöyledir: “Ülkemizin her tarafındaki et, süt, su, balık, sebze ve meyvelerin tümü
tertemizdir. İnsan sağlığına zararlı hiçbir kirlenme mevcut değildir.”
24 Haziran 1986 tarihli Türkiye Gazetesi: ”Türkiye’de radyasyon yok.” Aral açıklamasında,
radyasyon konusunda kendisinden başkasının açıklama yapmaya yetkili olmadığını
hatırlatarak, ”Dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir
tehlike mevcut değildir” dedi.
3 Temmuz 1986’da TRGK ikinci toplantısını (86/2) yapmıştır. Özemre, Komiteye, Sovyetler
Birliği’nin Ukrayna’daki Dinyeper Nehri’nde yüzmesine müsaade ettiğini açıklıyor.
Karadeniz’in kirlenmesinin zorluğunu, halbuki Türkiye’de İnebolu’da Karadeniz halkının
denize girmediğini, et, süt, sebze yemediğini anlatıyor.
Özemre’ye göre, Almanya, Avusturya gibi bazı Avrupa ülkeleri konuyu fazlasıyla abartmışlar
ve politik yönden fayda umarak panik yaratmışlardır. Fransa, İsviçre ve Türkiye daha
soğukkanlı hareket etmiştir. Komitede görevli Dr. Nurbaki, belirli bir radyasyonun
(Karbon-14 ve radon gazı) hayat için nasıl gerekli olduğunu açıkladıktan sonra yüksek
düzeyde radyoaktivite içeren kaplıca sularının sağlığa yararlarından söz ediyor.
Karadeniz’deki radyasyonu belgeleyen ”Clarke Raporu”na ilişkin bilgiyi aldıktan dokuz gün
sonra, TAEK ve askeri yetkililer sessizdir. Özemre ve TRGK ikinci resmi açıklamalarını
yaparak Türk halkını kandırmayı sürdürmektedir.
Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral yaptığı basın açıklamasın-da şöyle demektedir:
“Türkiye’de günde iki kez yapılan ölçümlerde, radyasyon düzeyi Çernobil kazası öncesindeki
doğal seviyesinde olduğu tespit edilmiştir... Komitemiz, radyasyonun Türkiye
kıyılarında, toprakta, suda ve havada doğal seviyede olduğunu açıklar. TAEK tarafından daha
önce belirtildiği gibi, sularımızda, sütlerimizde, sebze ve meyvelerimizde, etlerimizde,
hububatımızda, radyasyon sağlığı ile ilgili hiçbir sakınca yoktur.”
9 Temmuz 1986’da Dışişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na (Bakan adına M.
Aşula imzalı) “GİZLİ” damgalı bir mektup [(EIBD-III)-750.278-1573-652] göndermiştir. Bu
mektupta Karadeniz’deki radyasyona ilişkin bilgi tekrarlanmaktadır.
Mektubun sonuna el yazısı ile eklenen notlar şöyledir:
1) Karadeniz balık ve deniz ürünleri kontrolü artırılsın.
2) Raporu bekleyelim.
Aynı gün, Resmi Gazete (9 temmuz 1986, #19159, s.77) Türkiye genelinde havadaki
radyasyonun 6-14 mikroRöntgen/saat olduğu ve bunun Çernobil kazasından önce mevcut
olan tabii radyasyon seviyesi olduğu yazılıdır!
17 Temmuz 1986’da Tüm General Fuat Şenel Genel Kurmay Başkanı adına Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı ve TAEK Başkanlığı’na yolladığı ”GİZLİ” damgalı mektubun [3584-185-86/
EMN.S.1] ekinde Prof. Dr. İzdar’ın Clarke Raporu’na ilişkin mektubu vardır. Sonuna eklenen
el yazısı notta şöyle deniyor: ”Bilgi gizli tutulmalı (raporu bekleyelim) 28 Temmuz 1986.”
14 Ağustos 1986’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın YÖK’e yolladığı mektup, 28 Ağustos
1986’da, Türkiye’deki tüm üniversitelere gönderildi. Araştırmacılara imza karşılığında teslim
edilen bu mektup, TRGK’nın bilgisi dışında radyasyonla ilgili yapılacak tüm yayınlara yasak
getirmiştir.
2 Eylül 1986’da Prof. Dr. İzdar, TAEK’e yeni bir mektup (#2141) yazmıştır:
1) Kendi kurumuna ait 25 Haziran 1986 tarihli,
2) Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığına ait 1 Temmuz tarihli,
3) TAEK’e ait 7 Temmuz 198 tarihli,
daha önceki mektuplara gönderme yapan İzdar, TAEK’ten raporu inceleyip Türkiye’de ve
dışarıda yayınlanmasının uygun olup olmadığına karar vermelerini istemiştir.
17 Eylül 1986’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Doğu Karadeniz Bölgesi’nden gelen tüm
fındıkların Fiskobirlik tarafından satın alınacağı ve bölgeden dışarıya çıkarılmayacağını
belirten bir basın açıklaması yayınladı.
Bunu izleyen günlerde, ulusal basında bu kararla ve tepkilerle ilgili şunlar yazılıyordu:
Eylül 18 Milliyet Gazetesi: Tüm fındığa el kondu.
Eylül 19 Cumhuriyet: Fındıkta yasağa sert tepki.
Eylül 19 İzmir Ticaret: Fındıkçılar Aral’ı protesto ediyor.
Eylül 24 İzmir Ticaret: AET’nin istemediği fındık SSCB’ye satılıyor.
Eylül 24 Milliyet: Üretici Evren’e başvurdu.
Eylül 29 Yeni Asır: Aral: Fındık gerekirse imha edilecek.
Eylül 30 Hürriyet Gazetesi: Fındık’ta radyasyon yok.
İki hafta içinde fındık yasağı büyük bir baskı sonucunda kaldırıldı. Bir devlet kuruluşu olan
Fiskobirlik üreticilerden fındığı satın alamadı. Ödemeleri iki ay geciktirdi; Ordu’da 41
fabrikada üretim durdu. 5000 işçi işsiz kaldı.
TAEK, ÇNAEM ve üniversitelerden nükleer bilimciler bir toplantı yaparak fındıktaki
radyoaktiviteyle ilgili bilgileri yalanladı. İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Bilimler
Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Nejat Aybers, Karadeniz’in kirlenmesine ihtimal vermediğini
belirtmiştir. Aybers, Çernobil’den akan suların Dinyeper Nehri’ne ulaşmadan önce,
oluşturulan çukurlarda toplandığını, Sovyetler’in göl kapaklarını derhal kapattıklarını iddia
etmiştir. Böylelikle radyoaktif suların Karadeniz’e karışması önlenmişti. Aybers’e
göre, Karadeniz’de normal sınırların üzerinde radyasyona rastlanmamıştı.
26 Eylül 1986’da İzdar Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne:
1) Rektörlüğe ait 2 Eylül 1986 tarihli,
2) Rektörlüğün TAEK’e yazdığı 25 Haziran 1986 tarihli,
3) TAEK’e ait 7 Temmuz 1986 tarihli,
4) Kendisinin TAEK’e yazdığı 2 Eylül 1986 tarihli, mektuplara gönderme yaparak bir
mektup [#0921/EYZ/070-2375] yazmıştır.
İzdar araştırmanın Dışişleri Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu - YÖK’ün bilgisi dahilinde
yapıldığını belirtmiştir. Araştırma raporunun hazır olduğunu ve basım izni için 2 Eylül’de
TAEK’e iletildiğini açıklamaktadır. Örnekler almayı sürdüreceklerini ve 16-24 Eylül 1986
tarihlerinde alınmış örneklerde olduğu gibi, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi ÇNAEM’e analiz etmek üzere verileceğini söyler. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından 14
Ağustos 1986 tarihli mektupla [1-01-398] bilim insanlarına dayatılan, Türkiye’de radyasyon
ölçümleri ve sonuçlarıyla ilgili olarak yapılacak tüm yayınlar üzerindeki sansürü kabul
etmektedir. Bu mektuba göre yalnızca TAEK ve TRGK bu konularda açıklama yapmakta
özgürdür. 14 Ekim 1986’da, [TBMM B:13, 14.10.1986, O:1, s.577-599] milletvekilleri
parlamentoda hükümete zorlu sorular yöneltmektedir:
Fındıklar temizse neden ambargo kondu?
Radyasyonla kirlendiyse ambargo neden kaldırıldı?
Alman ithalatçı firmaları ile işbirliği yapan ihracatçılar radyasyon ölçüm cihazları getirmeyi
önermişti. Önerileri neden reddedildi?
İlgili Bakanlar neden Karadeniz Bölgesi’ne gitmedi?
Eski Hür Demokratik Parti Grubu’ndan Osman Bahadır ise şu soruyu sormuştur:
”Karadeniz’in suları radyasyonla ne ölçüde kirlenmiştir? Balıklarda radyoaktif kirlilik var
mıdır, yok mudur?” [TBMM B:13, 14.10.1986, O:1, s.586] Cahit Aral ise radyasyonla
kirlenen çaylardan söz etmeden önce, ”bilimsel açıklamalar” yaparak, farklı bir tür
radyasyona övgüler yağdırıyordu: “Bir bitkiyi düşünelim; yaprağı, güneşten gelen radyasyon
etkiler ve fotosentez dediğimiz olay meydana gelir... Güneş radyasyonu olmazsa, bitki olmaz,
hayat olmaz... “[TBMM B:58, 22.1.1987, O:1, s.141-142]
26 Ocak 1993’te TBMM Çernobil konusundaki soruşturma önergesini reddetti. 1986 ve 1987
yıllarında da benzer girişimler olmuştu.
3. TRAJİK GERÇEK
3.1. BAĞIMSIZ BİLİMSEL SONUÇLAR
13-22 Haziran 1986 tarihlerinde, Hamburg Üniversitesi’nden iki, ABD’deki Woods Hole
Oceanography Enstitüsü’nden de iki bilim insanı, Sinop kenti yakınlarında Karadeniz’de
araştırma yapmak üzere, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü
araştırma ekibine katıldı. Daha sonraki yazışmalarda bu rapordan ”Clarke Raporu” olarak söz
edilmektedir. 23-28 Haziran 1986 tarihlerinde ise bu araştırmayı yapan bilim insanları, İzmir’
de bir atölye çalışmasına katıldı (Partikül Çökelmesi Particule Flux in the Ocean). Bu
çalışmanın notları Ekim 1987’de Almanya’da yayınlandı.
24 Haziran 1986’da Woods Hole Oceanography Enstitüsü’nden Hugh D.
Livingston, sonuçları bir teleksle İzmir’deki Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Başkanı
Prof. Dr. Erol İzdar’a ve Dr. S. Honjo’ya gönderdi:
“Karadeniz’deki yeni sediman kapanının atıldığı alanda, sudaki Çernobil sezyum izotop
düzeyleri bomba döküntüsü düzeyinden yaklaşık iki kat yüksektir.
Suda, filtre edilebilen parçacıklarda ve planktonlarda (sudaki tek hücreli canlılar) doğrudan
ölçülebilecek izotoplar, Sezyum-137, Sezyum-134, Rutenyum-103,
Rutenyum-106, Seryum-141, Seryum-144, Baryum-140, Tantanum-140, Zirkonyum-95 ve
Niyobyum-95’tir.
Radyonüklit düzeyleri, Karadeniz, Baltık, Norveç ve Barents denizlerinde büyük parçacık
“tracer flux” incelemeleri dahil, çok çeşitli ”tracer” incelemelerine izin vermektedir.
Radyokimyanın ardından transuranik elementler ve Stronsiyum-90 da kolayca
ölçülebilmelidir. Geriye kalan örneklerimin de İzmir’den Woods Hole’a hava yoluyla
gecikmeden yollanmasını lütfen sağlayınız. Örnekler, kimseye yük olmamak koşuluyla, elde
taşınırsa çok memnun olurum.
Bir gün sonra, 25 Haziran 1986’da Prof. İzdar Karadeniz’de radyoaktivite ölçümlerine ilişkin
teleks mesajı ile ilgili olarak aşağıdaki yetkililere ”GİZLİDİR” damgalı bir mektupla (#1604)
bilgi vermiştir:
a) Dz.K.K. Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı, Çubuklu-İstanbul,
b) Başbakanlık Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı, Bakanlıklar-Ankara,
c) Dışişleri Bakanlığı Havacılık ve Denizcilik Sorunları Dairesi Başkanlığı, Ankara,
d) Dz. K.K. Güney Deniz Saha Komutanlığı, İzmir.
1 Ekim 1986’da ABD Enerji Bakanlığı, “Karadeniz ve Diğer Deniz Alanlarında Çernobil
Serpintisi İncelemeleri”ni yayınladı (Hugh D. Livingston, W. R. Clarke ve S. Honjo Woods
Hole Institution, USA, s. 214-223; E. İzdar ve T. Konuk Dokuz Eylül Üniversitesi
Rektörlüğü Deniz Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü; E. Degens ve V. İttekot Geologisches
Palaontol Institute, Almanya. Çevresel Ölçümler Laboratuarı, Çevresel Ölçümler
Laboratuarı’nın Çernobil Kazasına İlişkin Araştırma Projeleri’nin Bir Özeti).
Rapor’da şöyle denilmektedir: “26 Nisan 1986’da Çernobil nükleer güç santralı kazasından
büyük miktarlarda radyonüklidin alt atmosfere yayılımının, geleceğe uzanan çevresel
radyolojik sonuçları vardır. Karadeniz’e, en fazla Tuna ve Dinyeper nehirlerinden olmak
üzere, kuzeybatıdaki nehirlerden büyük miktarlarda su akmaktadır. Bu nehirlerin her ikisi de
Çernobil serpintisiyle ağır bir biçimde kirlenmiş nehir havzalarını boşaltmaktadır. Bunlardan
ikincisi, Çernobil sahasını saran temiz su ortamını içerir.” (s.214)
“Dokuz Eylül Üniversitesi araştırma gemisi K. Piri Reis’teki bilim insanları sediman
kapanlarında yaptıkları çalışmalara ek olarak örneklemeler için bazı istasyonlar belirledi.
Bunların 4’ü Karadeniz’de, 1’i Karadeniz yüzey sularının Akdeniz’e aktığı Boğaz’da, 1’i
Marmara Denizi’nde 1’i de Ege Denizi’ndedir.” (s.215)
“Kapanlardan alınan bu örnekler Karadeniz sedimanlarına karışan Çernobil radyonüklitlerinin
büyük parçacıklarının taşınımına ilişkin bir kayıt oluşturacaktır.” (s.216)
“Karadeniz’deki Sezyum izotopu... düzeyleri oldukça dikkat çekicidir. Yalnızca bomba
döküntüsü CS-137 içeren tipik Kuzey Atlantik yüzey sularındaki konsantrasyonlar son
zamanlarda 18 dpm/100l (3bq/m3) dolaylarında bulunmuştur. Karadeniz değerleri olasılıkla
düşük Sezyumlu nehir akıntılarına bağlı olarak daha da düşük olmuştur. Marmara ve Ege
denizlerindeki değerler ise bundan da düşüktür. Bu yüksek konsantrasyonların olaydan
iki ay sonra toplanmış yüzey sularında olduğunu belirtmek önemlidir. Bu dönemde oldukça
büyük bir karışım ve yoğunluk düşüşü olması akla yakındır.” (s.217)
TABLO 1, K. PİRİ REİS Gemisi, Haziran 1986: İstasyonların Konumları, s.220.
_________________________________________________________________
İstasyon Numarası
Tarih
Pozisyon
Mevki
_________________________________________________________________
3
14 Haziran 1986
39 14.2'N; 25 20.0'E
Ege Denizi
7
15 Haziran 1986
40 45.5'N; 28 09.2'E
Marmara Denizi
9
17 Haziran 1986
41 16'N; 29 11'E
Karadeniz - Boğaz Girişi
9A
17 Haziran 1986
41 09'E; 29.05'E
Boğaziçi
10
Kapanı Alanı
18 Haziran 1986
41 47.6'N; 30 24.9'E
Karadeniz Kıyısı Sediman
13
Kapan Alanı
19 Haziran 1986
42 15.7'N; 32 33.5'E
Güney Karadeniz Eski
15
18 Haziran 1986
41 14.3'N; 30 23.4'E
Güney Karadeniz Kıyısı
_________________________________________________________________
TABLO 2, R/Ö K. PİRİ REİS Tarafından Toplanan Yüzey Sularındaki Cs-137
Konsantrasyonları; s.221.
_________________________________________________________________
Konum
İstasyon No
d.p.m/100lt.
Bq/m3
Karadeniz
10
852 +/- 69
142 +/- 12
Karadeniz
15
359 +/- 21
60 +/- 4
Karadeniz
13
212 +/- 30
35 +/- 5
9
438 +/- 16
73 +/- 3
Boğaz Girişi
Boğaziçi
9A
Marmara Denizi 7
Ege Denizi
3
394 +/- 19
66 +/- 3
196 +/- 34
33 +/- 6
85 +/- 9
14 +/- 1.5
________________________________________________________________
TABLO 3, Cs-134 Konsantrasyonları ve Yüzey Sularındaki Cs-134/Cs-137 Oranları: R/Ö K.
PİRİ REİS, s.222.
________________________________________________________________
Cs-134 Konsantrasyonları
Konum
İstasyon No
d.p.m/100lt.
Bq/m3
CS-134/Cs-137
Karadeniz
10
400 +/- 17
67 +/- 3
0.47 +/- 0.02
Karadenzi
15
180 +/- 18
30 +/- 3
0.50 +/- 0.05
Karadeniz
13
89 +/- 5
Boğaz Girişi
9
210 +/- 18
35 +/- 3
0.48 +/- 0.04
9A
181 +/- 16
30 +/- 3
0.4 +/- 0.04
Marmara Denizi 7
80 +/- 10
13 +/- 2
0.41 +/- 0.05
Ege Denizi
32 +/-6
Boğaziçi
3
15 +/- 1
5.3 +/- 1.0
0.42 +/- 0.06
0.38 +/- 0.07
_________________________________________________________________
Ken O. Buesseler, Cilt 30, Sayı 3, Sonbahar 1987 tarihli OCEANUS dergisinde (s.
23-28), ”Çernobil: Karadeniz’de Oşeanografik Araştırmalar” adlı çalışmasını yayınladı.
Karadeniz’de araştırma yapan ekipte, yazar, WoodsHole Oceanographic Institute’dan (WHOI)
meslektaşları ve Batı Alman ve Türk bilim insanları bulunuyordu. Buesseler çalışmayı şöyle
anlatmaktadır:
Deniz bilimcileri açısından, Çernobil kazası denizlere özel bir radyonüklitler serpintisinin
yayılmasıyla sonuçlandı. Karadeniz reaktör sahasına en yakın tuzlu su havzasıdır.
Çernobil’den önemli bir miktarda direkt atmosferik serpintiye maruz kaldı. Buna ek olarak
Çernobil radyonüklitleri Tuna ve Dinyeper nehirleri tarafından Karadeniz’e taşınmıştır ve
taşınmaktadır. Bu nehirlerin su havzaları, Doğu Avrupa ve kaza alanındaki yüksek serpinti
bölgelerinin çoğunu içermektedir.
Kimyasal yapılarına göre Çernobil serpintisi radyonüklitleri geniş olarak iki kategoride
gruplanabilir. Sezyum izotopları gibi yüksek çözünürlüğü olan elementler ve seryum,
rutenyum, plütonyum, amerisyum ve küriyum gibi daha parçacık tepkili elementler. Çernobil
serpintisi, Sezyum-137’ye ek olarak daha kısa ömürlü Sezyum-134’den bol miktarda içerdiği
için, Çernobil öncesi ve sonrası sezyum sinyallerini kolaylıkla ayırmak olasıdır
(Sezyum-137, Sezyum-134’ün yaklaşık yarısı kadardır). Karadeniz’de Boğaz’ın ağzına yakın
yüzey sularındaki Sezyum-137’nin metreküp başına 15’ten 340 Bekerel’e yükseldiğini
bulduk.
WHOI’nin sediman kapanı Karadeniz’in güneybatı bölgesinde Haziran-Eylül
1986 döneminde 1071 metre derinliğe yerleştirilmiş- tir. (Sediman kapanı, su sütunundan
aşağıya düşüşleri sırasında çökelen parçacıkları toplayan oldukça büyük, konik bir hunidir.
Elektronik bir açıp kapama aracı sayesinde, yeni toplama kabını döndürerek huninin dibine
yerleştirerek tek bir kapan açılımından sediman kapanı örneklerinin bir zaman dizisini elde
etmek olanağı vardır.) Çernobil radyonüklitleri üzerine başlangıç verileri böylece elde
edilmiştir.
Partikül çökelmesi konusunda ise, “Karadeniz’deki ve Kuzey Denizi’ndeki Çernobil
Nüklitleri Dağılımının Karşılaştırılması” adlı çalışma; Hamburg’dan S. Kempe, H. Nies,
V. Ittekot, E.T. Degens, Woods Hole’dan K.O. Buesseler, H.D. Livingston, S. Honjo,
B.J. Hay, S.J. Manganini ve İzmir’den E. Izdar&T. Konuk tarafından yazıldı ve Ekim 1987’de
SCOPE/UNEP Sonderband, Heft 62, s. 165 -178’de yayınlandı:
“Çökelen sedimanlarda Gamma spektometresi kullanarak, en yüksek aktiviteyi veren Ru-103
olmak üzere Cs-137, Cs-134, Ru-103, Ru-106, Ce-144, Ce-141, Nb-95 ve Zr-95 tespit
edilmiştir.
“Sonuçlar: Bu gözlemler, iki kapan istasyonlarındaki serpintinin aynı hava kütlesinden
kaynaklanmadığını çağrıştırmaktadır. Almanya, İngiltere ve Kuzey Denizi esas olarak 27
Nisan’da yayılan serpintiden; yani, ilk patlamadan ve korun ısı kaçağından hemen sonra, daha
uçucu elementlerin yayılımıyla kirlenmiştir (kaynak: Gesellschaft fur Reaktorsicherheit,
1987). 1 Mayıs’tan sonra, artık Seryum ve Rutenyum izotopları gibi daha yüksek oran-larda
tamamlanmamış nüklitleri taşıyan radyoaktiviteyle bulaşık hava akımı güneye doğru yöneldi.
İşte bu hava kütleleri Karadeniz’i kirletti.
Deniz suyunda yapılan doğrudan Sezyum aktivitesi ölçümleri, Mayıs/Haziran aylarında
Kuzey Denizi’nde 0,07-0,3 Bq/kg arasında değerler vermiştir (Deutsches Hydrographisches
Institut, 1987). Haziran’da Karadeniz’de R/V PİRİ REİS yolculuğu sırasında 35 metre
derinliğe kadar ki yüzey sularında ortalama ise 0,17Bq/kg’dı. (Buesseler ve diğerleri, 1987).
Karadeniz’deki Ru-106 ve Ce-144 aktiviteleri 0,008 ve 0,01Bq/kg’dır ve Kuzey Denizi’nde
de aynı biçimde küçük değerler bulunmuştur. Bu düşük düzeyler Çernobil olayının denizdeki
zincir açısından önemini değerlendirirken yanıltıcıdır. NS3 kaplarında ölçülen toplam spesifik
aktivite 1kg partikül madde başına 670.000Bq’dir. (aktivite 1 Mayıs’a standartlaştırılmıştır).
Yani normaldeki deniz suyundan 1.000.000 kat daha yüksek ve insan besinleri için CEC
standartları olan 600Bq/kg’dan da 1000 kat yüksektir. Böylece hem su kolonundaki hem de
deniz tabanındaki deniz organizmaları Mayıs ve Haziran 1986’daki hızlı plankton artışı
sırasında olağanüstü yüksek aktivitelere maruz kalmıştır.
“Güney Karadeniz’de Boşaltım ve Partikül Dağılımı Çernobil “Radioizotop İzleri (K.O.
Buesseler, H.D. Livingston, S. Honjo, B.J. Hay, T. Konuk ve S. Kempe, Derin Deniz
Araştırmaları, cilt:37, sayı:3, s.413-430, 1990.) adlı çalışmada şöyle denilmektedir:
Bu yıllık döngünün sonunda, Çernobil kaynaklı Ru-106 ve Ce-144’ün büyük bölümü yüzey
sularından temizlenmiş ve çökelen partiküller üzerinde derinlere inmiştir; buna karşın bu olay
sırasında bu radyoizotopların ara-sulara önemli bir yayılımı olmuştur.
Çernobil felaketinden 8 yıl sonra ”Türkiye’nin Karadeniz Kıyılarında Çernobil
Radyoakivitesi” adlı rapor, ODTÜ Kimya Bölümü’nden İnci G. Gökmen, M. Akgöz, A.
Gökmen tarafından yazıl-mıştır. Rapor, TÜBİTAK ve ODTÜ araştırma fonu tarafından
desteklenmiştir.
1994 Ağustosunda toplanmış örneklere ilişkin olarak, raporun 3. Sayfasında, 7 ayrı yerde
karşılaştırılan yüzey toprağındaki Cs-137 aktivitesi açısından 1986, 1990 ve 1994’te
ayrı gruplarca yapılan 3 çalışmadan en yüksek verilerin 1990 yılına ait olduğu
belirtilmektedir. 1994’teki 1, 8 ve 9 numaralı istasyonlardaki sezyum aktivitesi 1986’da
TAEK tarafından yapılan ölçümden de daha yüksektir. Bu farklılıklar yüzey toprağının
toplandığı yerlerin farkından kaynaklanıyor olabilir. Doğu Karadeniz bölgesindeki 21 yüzey
toprağı için saptanan ortalama Cs-137 aktivitesi, (576+/-534 Bq/kg) Türkiye’nin daha az
kirlenmiş bölgelerinden alınmış 14 yüzey toprağı örneğinin ortalamasından çok daha
yüksektir (33+/-33 Bq/kg). Yosun örnekleri, aynı yerden alınan çerçöp ve yüzey toprağı
örneklerine göre daha yüksek Cs-137 aktivitesine sahiptir. Bu ortalamalar 22 yosun örneği
için 3091+/-4824, 12 çerçöp örneği için 316+/-301, 21 yüzey toprağı örneği içinse 576+/-534
Bq/kg’dır. İlerde yapılacak çalışmalarda, bitkiler için aktivite transfer katsayıları ve göç
kinetiği araştırılacak ve benzeri çalışmalar Trakya’da da yapılacaktır.
Kazadan sonraki TAEK rakamları o kadar düşüktür ki araştırmacılar 10 yıl sonra
Türkiye’de çok daha yüksek radyasyon bulmaktadır.
ODTÜ’den merhum Doç. Dr. Olcay Birgül, Doç. Dr. İnci Gökmen, Dr. Ali Gökmen ve Dr.
Aykut Kence, 1988 yılında “tüm baskı ve engellemelere karşın yaşamımızı büyük ölçüde
tehdit eden radyasyon konusunda ödün vermeden gerçekleştirdikleri bilimsel çalışma” için
Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Ödülü’ne layık görülmüştür.
3.2 RADYOAKTİF ÇAYLAR
TAEK, Çernobil felaketinin başından beri Karadeniz bölgesinde radyasyon kirliliği olduğunu
biliyordu. Buna karşın, ne çay yetiştiren insanlara ne de çayı işleyen fabrikalara resmi bir
uyarı gönderilmedi. Devlet kuruluşu olan Çaykur kirliliğe ilişkin ilk bilgiyi Aralık 1986’da
almıştır. Çay ürününü alındığı 1986 yılının Mayıs ayı ile Aralık ayı arasındaki 8 ay boyunca
insanlar bir uyarı yapılmadan habersiz bırakıldı.
Çoğu kadın olan çay işçileri, hasat zamanında yarı bellerine kadar ıslak çay yapraklarının
içinde çalışır, yöre insanı bütün günlük gereksinimleri için yağmur suyundan yararlanır. Bu
sekiz ay boyunca işlenen ve paketlenen en kirli çaylar hiçbir koruma önlemi alınmaksızın
pazara sürüldü (en yüksek kaliteli çaylar Almanya’da satılarak orada yaşayan Türk işçileri
tarafından tüketildi). Çaykur’un denetlenmeye başlandığı Aralık ayından sonra bile, küçük
özel fabrikalar normalin altındaki fiyatlarla, bazen kaza öncesine tarihlenmiş sahte Çaykur
paketleriyle radyoaktif çay satmayı sürdürdü. Böylece pahalı çaylar da ucuz çaylar da
radyoaktifti.
Bir karşılaştırma yapabilmek için, İskandinavya ve bazı diğer Avrupa ülkelerinde 2-3 Mayıs
tarihlerinde yağmur suyunun kullanılmaması yönünde tavsiyede bulunuldu. Yağmur
suyundaki radyoaktivite düzeyleri öyleydi ki, tüketilseydi Uluslararası Radyasyon Korunumu
Komitesi (ICRP) kaza doz sınırlarına bir günde ulaşılacaktı [Batı Avrupa’da Çernobil’in
Radyolojik Etkileri, R.H. Clarke¬ NEA Newsletter, Sonbahar 1986, s.9-10].
16 Aralık 1986’da Çaykur Genel Müdürlüğü Çay Paketleme Tesisleri’nde ölçümler yaptı.
Not: Harmanlanan çaylar, 15 çuval 1985 ürünü, artı 10 çuval 1986 ürününden oluşuyordu.
Harmanlanan çayın ortalaması 30-35 mikro Röntgen’di. Kazadan sonraki 8 ay boyunca Türk
çayı denetlenmemişti. Sonra 1986 Aralığında, TAEK çayın 89.000 Bqkg’a kadar radyasyon
içerdiğini resmen itiraf etti.
Almanya’daki bir Türk bilim insanı olan Dr. Yüksel Atakan (Fizik Mühendisi) 1990
Nisanında “Çernobil Radyasyonunun Çevre ve İnsanlar Üzerindeki Etkileri” adlı bir çalışma
yayınladı. Atakan 101. sayfada şu rakamları vermiştir:
Aralık 17, 1986 Çay Çiçeği 29 530 Bq/kg
“ Altınbaş 10 500 “
“ Rize Çayı 8 350 “
“ Çay Çiçeği 28 970 “
Türkiye’de satın alınmış çaylarda (Almanya’da) yapılan ölçümlerin sonuçları, Haziran
1987’den çeşitli örnekler: 6000-30 000 Bq/kg (toplam Cs).
20 Aralık 1986’da Hürriyet gazetesi Başbakanlık Basın Merkezi’nin açıklamasından alıntı
yaparak şöyle diyordu: “Çayı Şimdi İçebilirsiniz¡ Kesin rapor: Demlenince radyasyon etkisini
kaybediyor. Günde 20 bardak çay bile zararsız.”
30 Aralık 1986’da TAEK 58.000 ton radyoaktif (12.500-89.000 Bq/kg) çayın gömülerek yok
edilmesine karar verdi. Bu karar ancak (alınışından bir yıl sonra ve çay hasadından ise 20 ay
sonra) 19 Ocak 1988 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından yürürlüğe girecekti.
Çayın miktarı 44.773 tondu. Ağustos’da yeni bir kararda 58.000 tondan söz ediliyordu. Yıllar
boyunca o kadar çok çay depolardan çalındı ki yetkililer çayı boyamak zorunda kaldılar.
Radyasyonla kirlemiş çayların bir bölümü ancak yedi yıl sonra gömülebildi ve radyoaktif
izotopların sızıntısından kaygı duymak için geçerli nedenler vardır. Radyasyonun havaya
yayılmasına yol açacak olan yakma seçeneğinden vazgeçilmişti. Türk halkına içirilen çay
130.000 tonu bulmuştur! O zamanki Cumhurbaşkanı Evren, Başbakan Özal, Bakan Aral ve o
sırada TAEK Başkanı Özemre, kamuoyuna çay içmenin tehlikesiz olduğunu defalarca
söylemişti. Gazete ve televizyonlara poz vererek çay içtiler. Radyoaktif çayın tüketicisi
üzerindeki etkileirnden bu liderler sorumludur.
Aral: “Biraz radyasyon iyidir.”
Özal: “Radyoaktif çay daha lezzetlidir.”
5 Ocak 1987’de Aral’ın Çaykur-Rize Genel Müdürlüğü’ne yolladığı ”KİŞİYE ÖZEL GİZLİ” damgalı mektupta [004] TAEK’in şart koştuğu ölçümler istenmektedir:
40 mikroRöntgen/saat radyasyon içeren çaylar paketlenecek,
40-80 mikroRöntgen/saat radyasyon içeren çaylar ayrı bir depoda saklanarak TAEK
uzmanlarınca temiz çaylarla harmanlanacak,
80 mikroRöntgen/saat’tan fazla radyasyonlu olan çaylar ise bir depoda kilitli tutulacaktır.
Aral, böylece 1987 yılına ait yüksek aktiviteli çayların depolanmış olacağını ve
gelecekteki kullanımına 1987 ürünün satışına bağlı olarak karar verileceğini belirtmiştir.
16 Ocak 1987’de ODTÜ Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül ve Dr. İnci Gökmen ve
Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence, Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı’na “Çayda
Radyoaktivite Ölçümleri” adlı raporlarını sundular. Kaygılı vatandaşlar tarafından
üniversiteye getirilen çaylarda ölçüm yapıyorlardı (zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in
çayı bile onlara getirilmişti).
Rapora göre: “1985 tarihli bazı Çay Çiçeği paketleri yüksek radyoaktivite göstermiştir.
Çaydan suya geçen Cs yüzdesi halka bildirilen %3’ten çok daha yüksek olup, %65’tir. Günde
5 bardak çay içen bir kişi yıllık 65-105 mrem’lik bir doz alacaktır. Yılda 105 mrem’lik bir doz
almak ise ICRP 1990’da tavsiye edilen sınırın üzerindedir. Radyasyonun eşik dozu yoktur
ve maruz kalınan radyas-yonu en aza indirmek için her türlü önlem alınmalıdır.
1) Hamile kadın ve çocuklar çay tüketimlerini azaltmaları için uyarılmalıdır.
2) Çayın kaynar suyla yıkanması aktivitesini düşürmektedir.
3) Daha fazla radyoaktif çay piyasaya sürülmemeli, kirli çayın temiz çayla harmanlanmasına
son verilmeli ve radyoaktif olanlar yok edilmelidir.
4) Piyasaya sürülen radyoaktif çaylar toplatılmalıdır.
5) Çernobil radyasyonu çeşitli kaynaklardan alınmıştır.
Bu, halk sağlığı açısından olası bir sakınca anlamına gelir. Bu nedenle, özellikle tıbbi röntgen
filmleri gibi uygulamalardan alınan radyasyon en aza indirilmelidir.Bu raporun yazarları,
Radyasyon Güvenliği Komitesi’ninYÖK aracılığıyla üniversitelere uyguladığı radyasyon
ölçümleri ve açıklamaları yasağının kaldırılması yönündeki inancını dile getirmektedir.”
Çay örneklerini ve bunların aktivitelerini gösteren tablo:
Çay Çiçeği: 31’de 29 aktif örnek, ortalama 9600, en fazla 36.800 Bq/kg;
Rize (yeşil paket): 8’de 8 aktif örnek, ortalama 18.000, en fazla 33.400 Bq/kg;
Lipton: 9’da 9 aktif örnek, ortalama 14.700, en fazla 28.800Bq/kg;
Diğer, 41’de 24 aktif örnek, ortalama 11.800, en fazla 38.700 Bq/kg.
19 Ocak 1987’de, Çaykur Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü tara-fından ÇNAEM’e
gönderilen mektup - Radyasyon Denetim Raporu (Rize 100. Yıl Çay Paketleme Fabrikası, yaş
çay fabrikaları ve çevredeki çay bahçeleri) 4-17 Ocak 1987. Mektupta şöyle denilmektedir:
“Çevre yaş çay fabrikalarındaki depolarda, normalin üstünde istif
yapıldığından, sürgünler arasında karışıklıklar meydana gelmiştir. Hatta ÇNAEM’e ölçülmek
üzere gönderilen çay örneklerinin de karışık olduğu ve bu nedenle bazı fabrikaların birinci
sürgün çaylarının iyi, bazılarının ise her üç sürgününün yüksek aktiviteli olduğu ölçülmüştür.
Halbuki, Reuter-Stokes cihazımızla yaptığımız taramalar sonucunda, genelde bütün
fabrikaların birinci sürgünlerinin yüksek, ikinci sürgün çayların da orta seviyede aktivite
içerdikleri görülmüştür.”
22 Ocak 1987’de Demokratik Sol Parti Grubu’ndan Fikret Ertan, parlamentoda o zaman
TAEK Başkanı olan Özemre’yi eleştiriyordu. Ertan’a göre Özemre, daha radyasyon bulutu
Türkiye’ye ulaşmadan Türkiye için tehlike yok diyerek kendisini bağlıyor... ”Tek görevi halkı
paniğe uğratmamak.” [TMBB B:58, 22.1.1987, O.1, s.152-3.]
27 Ocak 1987’de Hürriyet gazetesi: "Çayda Yeni Alarm¡ Başbakanlığın Yasakladığı ODTÜ
Raporunu Yayınlıyoruz."
Aynı gün, TAEK Başkanı Özemre çaydaki radyoaktivite üzerine yapılan çalışmaya ilişkin
olarak ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Gönlübol’a bir mektup yazmıştır. Bu mektup aynı
zamanda: Başbakan, YÖK Başkanı, Sanayi ve Ticaret Bakanı ve radyasyon Güvenliği Komitesi Başkanı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı, Devlet Bakanı (M. Tınaz Titiz ve
Dışişleri Bakanı’na gönderilmiştir:
“... Çernobil kazasından sonra Türkiye’de kişi başına 9 ayda alınan doz 22 milirem’dir. Bu da
bir göğüs röntgeni çektirildiğinde alınan doz kadardır... Bilimsellik kisvesi altında, bilimi
kamuoyunu tedirgin etmeye alet etmek gibi adi ve pespaye bir gayeye vasıta kılmak
gayretkeşliği, hamile kadınlarda panik yaratabilecek ve pek çok bebeğin doğmadan katline
vesile teşkil edebilecektir. Bu davranış, bu raporu kaleme almış sözde bilim adamlarına şeref
vermediği gibi ODTÜ için de fevkalade büyük bir talihsizlik teşkil etmektedir... ODTÜ gibi
ülkenin irfanına hizmet eden bir müessesenin manevi itibarını zedeleyen bu kabil suiniyet
sahibi kişilerin ODTÜ bünyesinde barınabilmiş olmasını derin bir üzüntüyle karşılamakta
olduğumuza inanmanızı saygılarımla istirham ederim.”
29 Ocak 1987’de Aral, ”Karadeniz’in suyunda ve deniz ürünlerinde insan sağlığını tehdit
edecek bir radyasyon kirliliği yoktur” açıklamasında bulundu. Hürriyet gazetesindeki bir
makaleye tepki vererek şöyle demektedir: ”Haber kesinlikle yanlıştır. Sözü edilen rapordaki
bulgular benim açıklamamdan 24 saat değil 7,5 ay önceki bir araştırmaya aittir.” Hürriyet’teki
açıklamadan bir gün önce Aral, “Radyasyon kirliliği tehlikesi olmadığını, özellikle de çayda
olmadığını” söylemişti.
13-14 Şubat 1987’de raporu hazırlamış olan bilim insanlarının Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı’ndan gözlemcilerle birlikte ÇNAEM’de bir toplantıya katılmaları istenmiştir. Onlar
bu toplantıyı 22 saat sonra resmi belgeleri imzalamayı reddederek terk ederken, kamuoyunu
doğru rakamlar ve gerekli uyarılarla bilgilendirme talepleri geri çevrilmiştir.
24 Şubat 1987’de, Karadeniz Üniversitesi Nükleer Fizik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Adil
Gedikoğlu Türkiye’de üretilen çay üzerinde Çernobil’in etkisine ilişkin çalışmasını Aral’a
gönderdi. Çalışmanın giriş bölümünde, Türkiye’deki tarım ürünlerinin bir çoğunun Çernobil
kazasından sonra az çok radyoaktivite ile kirlenmiş olduğunu açıklamaktadır. Radyasyonun
eşik dozu olmadığına göre, Türkiye’de çaydan alınan radyasyon günde 5 bardak çay içen biri
için oldukça fazladır. 1987 ürünü çayda radyoaktivite yoktur. Bu nedenle 1986 ürünü çayın
toplatılıp yok edilmesi önerilebilir.
27 Şubat 1987’de Özemre Aral’a yazarak bu çalışmanın yanlış olduğunu çünkü kullanılan
formülün içerden ışınlanma için değil, dışardan ışınlanma için olduğunu belirtti. 5 Mart
1987’de Aral, Prof. Gedikoğlu’na yazdığı mektupta, “TAEK raporu inceleyecek.” demiştir.
31 Mart 1987’de Prof. Dr. Gedikoğlu bir kez daha Aral’a yazdı. Doz hesaplama yönteminin
hatalı olduğunu, daha doğrusu, TAEK ve ODTÜ raporlarından değişik bir
yaklaşımı yansıttığını, raporu düzelttiğini ve gönderdiğini açıklayan Gedikoğlu bilimsel
makalenin yayınlanabilmesi için izin istemektedir.
Gedikoğlu hala radyasyonun eşik değeri olmadığını belirtmesi dikkat çekicidir, fakat
“bulunan doz paniğe yol açacak düzeyde değildir,” diye eklemektedir. Eğer radyoaktif çay
içilecekse, demlenmeden önce bir dakika kaynar suda tutulmalı ve süzülmelidir. Bu
kez radyoaktiviteyle kirlenmiş çayın yok edilmesi gereğinden söz etmemektedir.
2 Nisan 1987’de TAEK Aral’a raporla ilgili bir mektup yazdı. Uzun hesaplamaların yanısıra,
Türk çayının asla 15.000 Bq/kg radyoaktivite içermediğini iddia ediyorlardı. TAEK’in
Rize’deki Çaykur İşletmeleri’ni denetlemeye başlamasından sonra radyoaktivitenin 6000 Bq/
kg’ın altında olduğu belirtilmiştir.
13 Nisan 1987’de Aral, Prof. Gedikoğlu’na yazmıştır: Raporu TAEK’e inceletmiştir.
TRGK’nın son açıklaması da ektedir. Prof. Gedikoğlu’nun kendi araştırmasını yeniden
gözden geçirip Aral’a yeni etüdünü göndermesi beklenmektedir.
ODTÜ Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence’nin ”Radyasyonun Genetik Etkileri ve
Çernobil Kazası” adlı broşüründe şunlar ileriye sürülmektedir:
Çayın demlenmeden önce yıkanmasını önermekle bile, toplum 5000 kişi-Sievertlik bir dozdan
korunmuş olacaktır. Çernobil’den Türkiye’ye göre çok daha fazla etkilenmiş olan
Finlandiya’da tüm gıdalardan alınacak kollektif doz, en fazla 2400 kişi-Sievert olarak tahmin
edilmektedir. Norveç’te ise Çernobil nedeniyle hava, toprak, besin gibi tüm kaynaklardan
alınacak bir yıllık kollektif doz 1100-1600 kişi-Sievert olarak tahmin edilmektedir. Çay
örneğin-de olduğu gibi, kişi başına hesaplanan çok düşük bir doz olsa dahi büyük bir nüfusa
uygulandığında radyasyonun tehlikesi genetik etkiler açısından büyük bir etkiye ulaşabilir.
Kirli çayla temiz çayı harmanlamaya yönelik TAEK yöntemi açıkçası yalnızca ticari amaçlara
hizmet etmiştir. Bireysel risk düşse bile kollektif risk aynı kalmıştır. Genetik açıdan toplumun
bir dozu bir yılda ya da iki yılda almasının bir farkı yoktur. Elli milyon kişinin her birinin 50
miliremlik bir doza maruz bırakılması azımsanamaz. Halkın ve doğmamış bebeklerin sağlığı
yetkililerce bilinçli olarak tehlikeye atılmıştır.
Dahası, Trakya veya doğu Karadeniz bölgelerindeki kirlilik gözönünde bulundurulduğunda
Türkiye’de insanların 50 ya da 60 mrem aldığını söylemek bir şey ifade etmez. Avrupa’da
Çernobil’den 400 -2000 km uzaklıkta “sıcak noktalar” bulunmuştu, çünkü radyasyonun
homojen bir dağılımı olmamıştır. Prof. Dr. Tolga Yarman (nükleer mühendis), Rize ve
Trabzon’da (doğu Karadeniz) yaşayan insanların çeşitli kaynaklardan 1,00 milirem/yıllık bir
doz aldığını hesaplamıştır (7 Yıl Sonra Çernobil Olayı ve Türkiye; Forum 16 Ocak 1993,
Ankara, s.37¬38). 22 Nisan 1987’de Aral’ın Çaykur Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği
mektupta [#1-01/225] şöyle denilmektedir:
1986 ürününün kullanılması sonucu boşalan depolara yeni ürün konulmadan önce, bu
depoların bol su ile yıkanarak döşeme ve duvarlarındaki kontaminasyonun temizlenmesi
gereklidir.
4 Haziran 1987’de [RGD: 10 500 ] Aral’dan Çay Kurumu Genel Müdürlüğü Rize’ye gelen
”GİZLİ” damgalı mektuptan:
“...1986 yılı mahsulü 20.100 ton çay piyasaya sürülmemeli ve hala depolarda beklemekte olan
44.773 ton çay ile birlikte TAEK’in denetimi altında saklanmalıdır.”
22 haziran 1987’deki “GİZLİ” damgalı ÇNAEM ölçümleri, 49 örnekten yalnızca 11’inin
doğal radyasyon seviyesinde olduğunu göstermiştir. İstanbul’da piyasada satılan Rize,
Lipton, Karçay paketleri, 12.000-13.000 Bq/kg civarında toplam aktivite göstermektedir.
11 Ağustos 1987’de Aral, bir üniversite profesörünün sözlerine bir açıklamayla yanıt verdi.
Aral’a göre, katı ve sıvı yiyeceklerdeki radyasyon sınırlarının Avrupa ülkelerinden çok daha
düşüktü. ”Çay için kullanılan sınır, Avrupa’da süt için kullanılan 370 Bq/kg’dır. Sıvı
haldeyken bu sınırın altında aktivite veren kuru çayların tümü güvenlidir.”
31 Aralık 1992’de TV1’de Çay İşletmeleri Genel Müdürü Tuncay Ergüven’in sözleri
aktarıldı. Ergüven, şu anda piyasada satılan ve stoklanan çaylarda radyoaktif kirlilik
bulunmadığını söyledi. 1986’nın ikinci yarısından sonra, Çaykur’a ait 58.000 ton çayda
sınırların üzerinde radyasyon tespit edilerek TAEK denetiminde depolandı. Bu çayların bir
kısmı fabrika sahalarında gömülerek imha edildi. Halen Ankara, İstanbul ve Işıklı
depolarımızda toplam 24.000 ton çay muhafaza altında bulunmaktadır.
1992 yılı sonunda, özel bir söyleşi sırasında Aral günah çıkardı: “Hükümet gerçekten de
Çernobil’in Türkiye üzerindeki etkileri konusundaki gerçekleri ve rakamları gizlemiştir”
Bu politikayı aşağıdaki iddialarla haklı göstermektedir:
“Radyasyonlu fındıkları Rusya’ya satarak Çernobil kabusunun intikamını aldık.”
Aral, ortalama Türk diyetinde lüks sayılan bu fındıkların Türk askerlerine de bedava
dağıtıldığını onaylamıştır. (Kaynak: Biraz radyasyon iyidir, Ümit Öztürk, Index on
Censorship 1/1986, s.1996, s.101-104.) Bu fındıklar Türkiye’de ilkokullarda da dağıtılmıştır.
3.3 FINDIK ÜRETİMİ ÜZERİNDEKİ ETKİLER
9 Mart 1987 tarihli TRGK basın açıklaması 87/1 şöyledir:
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sınırı 2000 Bq/kg’dı. Halbuki Avrupa Topluluğu bunu 600’e
düşürdü. İhraç edilen fındıkları TAEK denetledi ve 101.000 ton fındıktan 140 tonu geri
döndü. Bu ihracattan 327.585.862 dolar döviz elde edildi; geçen yıldan %60 fazla. Sovyetler
Birliği ile yapılan bir anlaşma ise 23.689.575 dolarlık iç fındığa eşdeğerdir.
3.4 SAĞLIĞA ETKİLERİ
22 Mayıs 1987’de TAEK’in Sağlık Fiziği Bölümü ÇNAEM’e aşağıdaki mektubu [SAP:
151-642-87] göndermiştir:
“Gazetelerde gittikçe artan ölü ve özürlü çocuk doğumlarının arttığı, ölü doğan bebeklerin bir
çoğunun beyninde omuriliklerinde hasar görüldüğü bildirilmiştir. Halbuki, 15 rad’ın
üzerindeki dozlarla ışınlamalarda malformasyonlar embriyo ve fetüs üzerindeki etki ile artış
gösterebilir; bu nedenle ancak 10 rad’ın üzeri bir kürtajı gerektirir; 5 rad’ın altı ihmal
edilebilir düzeydedir. Türkiye’de kişiler tarafından alınan ortalama doz 30 milirad
mertebesindedir. Akraba evlilikleri daha önemlidir.
Çernobil kazasından 7 yıl sonra yetkililer, Çernobil felaketinin sağlık etkilerini yok saymaya
çalıştılar. YÖK Türkiye’deki birkaç tıp fakültesine mektup [B.021.TAE.0.11.00.01-10800-1]
yazarak Çernobil’in sağlık etkilerini bildirmelerini istemişti. Tarih 5 Ocak 1993 Cumaydı.
Hacettepe Üniversitesi Rektörü A. Yüksel Bozer bir rekor kırarak üç gün içinde bir mektupla
[B.30.2.HAC.0.00.01/354] yanıt verdi: “Üniversitemiz 7 öğretim üyesi tarafından hazırlanmış
olan imzalı rapor ekte sunulmuştur. Üniversitemiz ve Tıp Fakültesine göstermiş olduğunuz
güven dolayısıyla şükranlarımı sunarım.” Bu mektup 8 Ocak 1993 Pazartesi günü
gönderilmiştir. Bu profesörler sözde, üniversite hastanesinin arşivlerinden İstatistiklerle,
Çernobil felaketinin sağlık etkileri üzerine 18 sayfalık bir raporu bir hafta sonu yalnızca
iki gün içinde tamamlamayı başarmışlardı. Bu raporda öyle deniliyordu: “Ukrayna’da kazayı
takip eden 5 yıl içinde kanser vakalarında anlamlı bir artış olmamıştır.”
Halbuki ”Çernobil’in Tiroit Kanseri Bilançosu” (Science, cilt: 270, 15 Aralık 1995, s.
1758-59) adlı makaledeki grafik, çocuklardaki tiroit kanserlerinde 1991’de Beyaz Rusya’da
60 kat, Ukrayna’da ise 30 katlık keskin bir artış olduğunu göstermektedir.
“Rusya, Almanya ve İngiltere’deki çalışmalarda çocukluk kanserinde artma olmadığını
göstermektedir. Türkiye’de Çernobil’e bağlı olarak Karadeniz bölgesinde Çocukluk çağı
kanserleri ya da herhangi bir genetik hastalıkta anlamlı bir artış yoktur... Gelecek 50 yıl için
çocuklarımızı kötü beslenme ve enfeksiyon gibi radyasyondan daha önemli tehlikeler
beklemektedir. Bunun yanında sigara içen bir annenin veya babanın kendilerine çocuklarına
ve çevrelerine verebilecekleri zarar Çernobil sonucu oluşan riske göre kıyaslanamıyacak
kadar yüksektir.”
19 Ocak 1993’te Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Dumanoğlu “Doğu
Karadeniz Bölgesinde Radyasyona Bağlı Kanser Vakaları Çalışma Raporu”nu basına açıkladı.
Bu rapora göre, radyasyon insan sağlığını etkileyecek bir düzeyde değildir. Radyoaktif çaylar
toplatılmıştır, insanlara sebze ve meyveleri bol suyla yıkamaları tavsiye
edilmişti. Dumanoğlu, Çernobil kazasının sonucu olarak, Karadeniz bölgesindeki kanser
vakalarının son yedi yılda artmadığını iddia etmiştir.
KTÜ Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ve Pediatri Ana Bilim Dalları’nda üç ayrı çalışma
yapılmıştır:
* İç Hastalıklar Ana Bilim Dalı: Lösemi vakaları, 1986 öncesi %0,7’den, 1986 sonrası %2’ye
çıkmıştır. Multiple myeloma, 1986 öncesinde %0,2’den, 1986 sonrası %0,9’a çıkmıştır.
* Pediatri Ana Bilim Dalı: Lösemi, 1986 öncesi %0,04’ten, 1986 sonrası %0,1’e yükselmiştir.
* “Bu bölgede yapılan bir diğer çalışmada ise yeni doğan bebeklerde Nöral Tüp Defekti ve
Anensefali oranında artış saptanmıştır.”
Bu raporun yazarları H. Mocan, H. Bozkaya, M. Z. Mocan ve diğerleridir. Yalnızca bir tablo
vardır ve sonuçlar hesaplanmamıştır (Trabzon, Doğu Karadeniz Bölgesinde Nöral Tüp
Defekti ve Anensefali Sıklığı). Rakamlar eklendiğinde şu sonuçlar bulunmaktadır:
NTD(her 1000 doğumda) ANENSEFALİ
1981-86 2,12 1,29
1987-89 4,39 2,50
“Bu üç çalışma sonuçlarının tek başına radyasyonla izah edilemeyeceği, diğer çeşitli
nedenlerin de etkilerinin araştırılması gerektiği inancındayız.”
Bölgesel farklılıklar: Yüzbin kişilik bir grup, ülke ortala-masının üzerinde radyasyon dozuna
maruz kalmıştır.
0-1 yaş arası bebekler 0,350 mSv (ort. 0,147 mSv)
Yetişkinler 0,594 mSv (ort. 0,500 mSv)
“Buna göre gelecek yıllara yönelik bir tahmin yapmak bilimsel bir kesinlik
taşımayacaktır.”
Araştırmacıların vardığı sonuçlar: ”Doğu Karadeniz bölgesinde Çernobil reaktör kazasına
bağlı olarak radyoaktiviteye maruz kalan-larda kanser veya doğumsal anomalilerdeki
rakamsal artış sadece radyoaktiviteye bağlanamaz. Yetersiz hijyenik şartlar, yeni doğan çocuk
ölümü sebepleri, yetersiz beslenme, trafik kargaşası, çevre kirliliği sorunları ile yakın akraba
evlilikleri ve bölgenin jeo-lojik yapısı bölgeyi radyasyondan daha önemli tehlikelerle karşı
karşıya getirmektedir. Ayrıca Doğu Karadeniz halkının bu konuda yeterli bilimsel çalışma
sonuçları alınmadan paniğe sokulmasına sebep olacak durumların yaratılmamasına dikkat
edilmesi gerekir.”
Araştırmacıların önerilerinden biri: ”KTÜ’de bölgedeki çeşitli bitkilerle, sebze ve meyvelerle,
toprak ve suda sürekli aktivite ölçümü yapılabilmesi için her türlü cihazlarla donatılmış bir
laboratuarın kurulması uygun olacaktır.
21 Ocak 1993’te Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi araştırma sonuçlarını açıkladı. ”Kaza
günü ve takip eden günlerde” yöre yaşayanlarında radyoaktif iyot ölçümleri yaptıklarını iddia
etmektedirler. Dünya kamuoyunun Çernobil felaketini reaktörün patla-masından iki gün sonra
öğrendiğini vurgulamak gerekir. Öğretim üyeleri radyoaktivitede önemli bir artış olmadığını
belirtmiştir. Toprakta süt ve benzer ürünlerde bir radyasyon artışı olmuştur. Bulguları IAEA
bültenindeki verilere uymaktadır: Çocuklarda ve yetişkinlerdeki hematolojik kanser
vakalarında artış yoktur, tiroit kanserlerinde artış yoktur (1981’de 1, 86’da 1, 88’de 4, 89’da
1, 90’da 3, 91’de 4, 92’de 5).
Kasım 1995’te Cenevre’de bir WHO konferansında ilk kez tiroit kanseri uzmanları birçok
vakadan Çernobil radyasyonunun sorumlu olduğu konusunda görüş birliğine vardılar. En
fazla kirlenmiş bölge olan Gomel’de (Çernobil’in 200 km kuzeyi) bu hastalığa yakalanan
çocukların sayısı 1986 öncesinde 1 milyonda 1’den azken, 1994’te 1 milyonda 200’ü
geçmiştir. Kazadan bu yana doktorlar, çocuklarda 10’u ölmüş olan 680 vaka teşhis ettiler
(kaynak: Daha kötüye gidecek mi? New Scientist, 9 Aralık 1995, s.14).
Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya’da 1986’daki kazadan bu yana artık kesinleşen 640 vaka
sadece bir başlangıçtır. 1 yaşının altın-dayken en yüksek düzeyde Çernobil serpintisine maruz
kalan çocukların %40 kadarı yetişkin olduklarında tiroit kanserine yakalana-bilecektir.
(kaynak: Dillwyn Williams, Cambridge Üniversitesi Histopatoloji Profesörü, Avrupa Tiroit
Kurumu Başkanı, ”Çernobil Bebeklerinin Ürkütücü Manzarası”, New Scientist, 2 Aralık 1995
s.4)
WHO’da görevli bir radyasyon bilimcisi olan Keith Baverstock, ”Uzun vadede Çernobil’den
gelen sıcak parçacıkların neden olduğu cilt, meme ve akciğer kanserlerinde artışlar olacaktır”
demektedir.
Meme ve akciğer kanserlerindeki artış atom bombası patlamalarından yalnız 20 yıl sonra
ortaya çıkmıştı. Multiple myeloma, mide ve bağırsak kanserlerindeki artışların ortaya çıkması
ise 30 yıl aldı.
Beyaz Rusya’daki Halk Sağlığı Araştırma Merkezi’nden Alexei Okanov’a göre Çernobil
felaketi, katarakt, kardiyovasküler hastalıklar ve hiperaktif tiroit bezleri sorunlarında boyutu
henüz belirlenmemiş bir artıştan sorumludur.
Radyasyon ana rahmindeki fetüslerin gelişmekte olan beyinlerini tahrip etmiş olabilir. Bir
WHO araştırmasının ilk bulguları kirlenmiş bölgelerdeki çocukların daha fazla zihinsel
gerilik, daha fazla davranış bozuklukları ve daha fazla duygusal sorunlara maruz kaldığını
göstermiştir.
Ukrayna Tıp Bilimcileri Akadamisi’nden WHO araştırmacısı Angelina Nyagu’ya göre,
“Doğum öncesinde ışınlanmış çocuklar sorunu ne yazık ki bir öncelik haline gelecektir.” Bu
bulgular, ana rahminde radyasyona maruz kalan 1100 çocuğun aynı zamanda zeka geriliği
sorununun ülke ortalamasının aştığı Japon kenti Hiroşima’dan gelen bulguları
güçlendirmektedir. ABD ordusu II. Dünya Savaşı sırasında 1945 yılında Hiroşima’yı bir atom
bombasıyla yok etmişti.
Nükleer dostu IAEA, radyasyona maruz kalmanın marjinal ve olasılıkla ”tespit
edilemeyecek” bir artışla sonuçlanacağını iddia etmektedir. Cenevre Konferansı’ndaki bir çok
bilim insanı IAEA’nın bu müdahalesini en iyisinden patavatsızlık olarak nitelendirmiştir. Keit
Baverstock’a göre, IAEA’nın tiroit kanseri vakalarının “yılda 1 milyonda birkaç 10”a
ulaşacağı görüşü, yanlıştır. 1995’te Gomel’de bu hastalığa yakalanan çocukların sayısı 1
milyonda 240’a çıkmıştır.
Fin Radyasyon ve Nükleer Güvenlik Merkezi’nde araştırmacı olan Wendy Paile, IAEA’nın
dengeli iyot dağıtımına yalnızca toplumun aldığı ortalama radyasyon dozu 100 miligrey’i
aştıktan sonra başlanması yönündeki tavsiyesini eleştirmektedir. Paile başlangıç sınırının 10
miligrey’e düşürülmesi gerektiğini söylemiştir. IAEA’ nın tavsiye ettiği başlangıç sınırı
hastalığa yakalanan çocuk sayı-sının 100 kat artarak milyonda 100’e yükselmesine izin
verilmesini kabul edilebilir gördüğü anlamına gelmektedir (kaynak: Daha kötüye gidecek mi?
New Scientist, 9 Aralık 1995, s.14-15).
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı ve Avrupa
Radyasyon Komitesi üyesi Prof. Dr. Münir Kınay, 7 Mart 1996’da Greenpeace’in Çernobil
felaketinin Türkiye’deki sağlık etkilerine ilişkin sorusunu şöyle yanıtladı: “Her gün normal
apartman dairelerinde gerekli korunum önlemlerini uygulamayan yeni röntgen kliniklerin
açıldığı Türkiye’de radyasyonun teşhiste (röntgen filmleri v.s) kullanımı kontrol
edilememektedir. Teknisyenler bir hastanın evinde bile film çekebiliyor. Dahası, radyoaktif
maddeler içeren tehlikeli hastane atıkları evsel atıklarla birlikte çöplüklere boşaltıyor. Kırsal
alanlardan büyük kentlere olan büyük göç ve daha eski tarihlere ait tıbbi kayıtların olmayışı
nedeniyle Türkiye’de sağlık istatistiklerini izlemek olanaksızdır.”
“Bu nedenle, Türkiye Atom Enerjisi Ajansı’nın bugün Türkiye’deki radyasyon
uygulamalarıyla açıkça başa çıkamazken, bir nükleer enerji santralından çıkacak çeşit çeşit
radyoaktif atıklarla nasıl başa çıkacağını umduğunu düşünmek çok zor.”
9 Nisan 1986’da Türkiye Kanserle Savaş Vakfı’nda görevli kemoterapist ve ilk sayısı Ocak
1996’da yayınlanan Vakıf dergisi “Bülten”in Genel Yönetmeni Dr. Mehmet Aran,
Greenpeace’e şunları söyledi: ”Türkiye’de güvenilir kanser istatistikleri yoktur. Kanser
resmen bildirilmesi zorunlu hastalıklar kategorisine ancak 1985’te alındı¡ 1985 öncesi
dönemine ait kullanabileceğimiz rakam yok. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire
Başkanlığı, Kanser Bildirimlerinin Değerlendirilmesi 1991-1992 (yayın no:552, 1994,
Ankara) adlı bir kitapçığı var. İstatistikler söz konusu olduğunda ciddi araştırma yürütebilecek
ne maddi kaynak, ne de uzmanlık vardır. Çernobil kazasından sonra Türkiye’de kanser
hastalıklarında hiç artış olmadığını söyleyenlere inanamazsınız. Artış olduğunu söyleyenlere
de.
Dr. Aran’ın alaylı bir uslupla vurguladığı bir diğer sorun da şudur: ”Türkiye’de, yan odadaki
meslektaşınızın yaptığı bir çalış-madan bile haberiniz olmuyor! Bu bir çeşit rekabet
duygusuna, iletişim eksikliğine ya da bilimsel çevrelerdeki ilgisizliğe bağlı olabilir.”
Kanser Savaş Daire Başkanı Dr. Cemil Kuşoğlu tarafından 1994 tarihli kitapçıkta belirtilen
acı gerçek şudur; 1983’ten bu yana onlara bildirilen kanserlerin sayısı bir türlü 20 binlerin
üzerine çıkmamıştı. Bunun nedeni, Türkiye’de kullanılan pasif yöntemdi. Bazı raporlarda
kanser vakaları sıklığının yılda 100 binde 150 olarak hesapladığını anlatan Dr. Kuşoğlu her yıl
90 bin ila 100 bin yeni vaka olacağını açıklıyor. Bakanlık bilgisayar kullanımına
1993’te geçmiş ve 1992 verileri ilk bilgisayarda değerlendirilmiştir. Böylece daha önce
kullanılan “çeteleme” yöntemi terk edilmiştir.
3.5 TURİSTLERİ ALDATMAK
24 Şubat 1987’de Hamburg’taki Türk Büyükelçisi, Müsteşar Yardımcısı Dr. Mustafa Aşula,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na 1987 turizm sezonunda radyasyona ilişkin bir mektup [EIBDIII-750.278-461-151] gönderdi. ”Verbraucher Zentrale” (tüketici merkezi) Hamburg’taki Türk
konsolosluğunun gelecek turizm sezonuyla ilgili bilgi sağlamasını istemiştir.
TAEK’ten “Verbraucher Zentrale”ye gönderilen bilgi şöyledir:
1) Türkiye tüketilen gıda maddelerindeki toplam sezyum aktivite miktarı yönünden, AET ve
OECD üyeleri arasında en düşük düzeye sahip ülkeler arasındadır.
2) Yeryüzünde “ground deposition” olarak bilinen aktivite oranın ülkemizde tespit edilen en
yüksek değeri (peak value) 3 Bq/m2 olup, bu oran doğal seviye olarak kabul edilmektedir.
Ege Üniversitisi, Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü ile işbirliği içinde yapılan çalışmalar
denizlerimizde Çernobil kazası dolayısıyla doğal seviyenin üzerinde bir aktivite artışı ve
kirlenme olmadığını göstermiştir.
4 GREENPEACE’İN TALEPLERİ
Dün, Çernobil kazasının sonuçlarına ilişkin bilgiyi Türk halkından gizlemeye çalışanlar,
bugün Türkiye’de nükleer enerji promosyonu yapmaktadır. Nükleer enerjinin güvenli ve ucuz
olduğunu iddia edebilmek için Çernobil’in Türkiye ve dünyaya etkilerini hasıraltı etmek üzere
her türlü yola başvurmaktadırlar. Kanserler ya da doğum anormallikleri gündeme
getirildiğinde Türkiye’de sağlıklı istatistiklerin olmadığı gerçeğine sığınırlar. 10 yıl sonra,
Çernobil’in korkunç sonuçları daha yeni ortaya çıkmaya başlıyor. Greenpeace nükleer yanlısı
bilim insanlarının, tarihin bu en kötü endüstri kazasını önemsiz göstermek çabalarına dikkat
çekiyor.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Nejat Aybers: ”Nükleer enerji gerçek
bir çevre dostudur... muhterem çevreciler lütfen dinlesinler bir nükleer santral kazası insan
öldürmez. Hatta radyasyon hastalığına sebep olmaz. Çernobil kazasında nasıl ölmüş o 31 kişi?
O reaktörün damına çıkmış, onlar kurtarıcı, itfayeci, yanmışlar.” (kaynak: “Nükleer Enerji ve
Çevre” Paneli, Uluslararası Nükleer Teknoloji Kurultayı, 12-15 Ekim 1993 Ankara, TMMOB
Makina Müh. Odası Yayını no: 168, s. 219 ve 221) Politikacıların ve nükleer kartellerin
çıkarlarının radyolojik korunuma yeğ tutulduğu açıkça ortadadır. Türk yetkilileri, nükleer
enerji santralleri kurmayı planlarken dünya enerji verimliliği ve alternatiflere doğru ilerliyor.
İsveç elektriğinin %46’sını sağlayan tüm nükleer reaktörlerini 1998 ile 2010 yılları arasında
kapatma kararını vermiştir.
Türkiye dünyanın en tehlikeli nükleer enerji santrallerinden ikisine çok yakındır:
Bulgaristan’daki Kozloduy ve Ermenistan’daki Medsamor. Radyasyon sınır tanımadığı için
bunların birinde olabilecek herhangi bir kazada, Türkiye’deki yoğun yerleşimler mutlaka
etkilenecektir. Bu raporu okuyan kişi için, ülke içinde ya da dışındaki bir nükleer santralde
olabilecek böyle bir felaketin Türkiye’deki sonuçlarını hayal etmek kolay, ama aynı zamanda
da acı verici olacaktır.
Greenpeace’in talepleri:
Türk yetkilileri Çernobil’in Türkiye’ye etkileri üzerinde yoğun bir bağımsız araştırma
yapılmasına izin vermelidir.
Bu konudaki tüm bilgiler kamuoyuna açıklanmalıdır.
Mersin yakınlarında Akkuyu’da bir nükleer santral kurma planları terk edilmelidir.
Türkiye, kömür ve nükleere dayalı yatırımlara yönelmek yerine, enerji verimliliği
programları ve rüzgar, güneş, biyokütle, jeotermal ve su gibi alternatif enerji kaynaklarını
planlamalı ve uygulamaya geçmelidir.
26 Nisan 1996
MELDA KESKİN
ENERJİ KAMPANYASI SORUMLUSU
GREENPEACE AKDENİZ OFİSİ

Benzer belgeler

ÇERNOBİL NÜKEER SANTRAL KAZASININ 30. YILINDA DURUM?

ÇERNOBİL NÜKEER SANTRAL KAZASININ 30. YILINDA DURUM? Bu rapor Çernobil Felaketi’nin Türkiye üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir. Bir nükleer santraldeki bu ilk büyük çaplı olay, bir nükleer kaza olduğunda sınırların geçerli olmadığını dünyaya g...

Detaylı