mc2 hegeladornoyan

Transkript

mc2 hegeladornoyan
Adorno’nun Hegel Eleştirisine bir Yanıt:
Pozitif ve Negatif Üstüne
Mustafa Cemal, Şubat 2014
Özet: Adorno‟nun Hegel‟e yönelttiği eleştirilerin iyi düşündüğünü söylenemez; savları, yaşadığı politik dönemin çizdiği Hegel imajının, kendi jargonuna uyarladığı bir tekrarı gibidir. Dikkat çekici örneklerden biri, Hegel‟in diyalektiği, aritmetikteki eksi ile eksinin çarpımının pozitif vermesinden esinlenerek ürettiği tezidir. Oysa Hegel‟in pozitif ve negatif irdelemesi, aritmetikten
çok bugün kuantum fiziğine içkin karmaşık sayılara, daha doğrusu dörtlü (quaternion) sayılara uygundur ve tersine diyalektiğe iyi bir örnektir. Adorno‟nun
“olumsuzlamanın olumsuzlanmasını” reddinin ve çelişki yorumunun kökeni,
Stalin‟in “Diyalektik ve Materyalizm” broşüründeki tezleridir.
***
Adorno‟nun yaklaşımını en özlü anlatan cümle nedir diye sorulsa bence şu
olabilirdi: Bütüncülük pozitivizmdir. “Minima Moralia” kitabında şöyle yazıyor:
“Bütün doğru değildir.”*
“Das Ganze ist das Unwahre.” (80)
Bunu, Hegel‟in Tinin Fenomenolojisi’nden bildiğimiz şu savına karşı söylemiş:
“Doğru bütündür.”
“Das Wahre ist das Ganze.” (24 )
Adorno‟ya göre bütün, özdeşlik demektir ve pozitiftir. Buna karşılık doğru özdeşmezliktir ve negatiftir. Olumsuzlamanın olumsuzlanmasına dayanan Hegelgil
mantık veya “(pozitif) diyalektik mantık, pozitivizmden daha pozitiftir,” (141)
dolayısıyla totaliterdir ve idealisttir.
* Bundan sonraki Adorno‟dan yaptığım alıntılarının hepsi Negatif Diyalektik
çalışmasındandır.
Özdeşlik ve Özdeşmezlik
Adorno, Negatif Diyalektik‟ çalışmasındaki bir dipnotta, felsefe tarihinde üç
özdeşlik tanımı ayırt etmiş:
i) Bireysel özdeşlik, her deneyimdeki Ben,
ii) mantıksal özdeşlik, yani kendisiyle denklik (Sichselbstgleichheit), A=A denkliği ve
iii) dolayımı ne olursa olsun, sonuçta özne ve nesnenin birleşmesi (zusammenfallen).
Hegel‟in özdeşliğini irdelemeye gerek
görmüyor, çünkü bunların dışında saymıyor. Özdeşmezlik, Adorno‟ya göre özdeşliğin tam karşıtıdır, ama bir yakada özdeşlik öteki yakada özdeşmezlik biçiminde
değil. Düğüm noktası burası. Topluca
özdeşmezlik, özdeşlikten azadedir, saltıktır: İlkin, A‟nın karşı yakası olarak değil-A
değildir ve ikincisi, Hegel‟in sandığı gibi
olumsuzlamanın olumsuzlanması olarak olumlu da değildir: Geleneksel mantıkta, A olumsuzlanırsa karşı yakasına, değil-A ya geçilir, o da olumsuzlanırsa
başa geri dönülür: değil-(değil-A) = A. Aritmetikte de böyledir; negatif bir
sayının negatif bir sayıyla çarpımı pozitif sayıdır. Adorno‟ya göre Hegel diyalektiğinin çekirdeği aritmetikteki bu ilişkidir, dolayısıyla aslında diyalektiğe
karşıdır. Adorno‟dan okuyalım:
“Özdeşmezlik, ne pozitifin dolaysız öteki yakası olarak ne de olumsuzlamanın olumsuzlanması yoluyla elde edilir. Özdeşmezlik, Hegel‟de
olduğu gibi olumlama değildir. … Olumsuzlamanın olumsuzlanmasının
pozitiflikle denklenmesi, özdeşlemenin ta özüdür, onun en arı biçimdeki
biçimsel ilkesidir. Diyalektiğin en-içindeki bu olumsuzlamanın olumsuzlanması ilkesi, geleneksel mantıkta veya eksinin eksiyle çarpımının artı ettiği aritmetikte (more arithmetico), anti-diyalektik ilke olarak en-üste çıkar. Hegel‟in, başka yerde kendine özgü bir biçimde karşı çıktığı matematikten devarldığı budur.” (158)
Bu arı pozitivizmini gerekçe göstererek Hegel‟in diyalektiğinin, antidiyalektik ve idealist olduğunu ileri sürüyor.
İdealizm
Adorno‟nun iyi bir idealizm tanımı var, şöyle:
“Fichte‟den bu yana idealizmin başta gelen yanlışı (prôtou pseudos), soyutladığından bağını koparan (ledig) soyutlama tutumudur. Soyutlanan
düşünceden kovulur, düşünce ülkesinde aslına dokunmadan yasaklanır;
itikatın büyüsü.” (136)
Soyutlandığıyla evliliğini bozan düşünce idealisttir, olumluyu ilkeleştiren
Hegel bu yüzden idealist oluyor. Olumsuzu yüceltmek şöyle dursun, olumluyu
toptan temizleyen Adorno, bu durumda idealist olmuyor mu? Düşüncede ve
doğada devinim karşıtlıksız anlaşılabilir mi? Olumsuzlamanın olumsuzlanmasındaki, bu ilk olumsuzlama veya ilk kopma pozitiftir, bunun olumsuzlanması,
yani ikinci olumsuzlama tam da Adorno‟nun aradığı, öznelliğin soyutlandığıyla
bağının yeniden kurulması değil mi? Nichtidentität, daha çok Derrida‟nın Dekonstruktion nosyonunu anımsatmıyor mu?
Devinim bütündür: Bu, Hegel‟in diyalektiğini anlatan en özlü tümce olabilir. “Bütün devinimdir” de diyebiliriz. Adorno‟nun eleştirmek için sıkça vurguladığı Hegel‟in bütünü kendini kendinden iter veya teki kendisinde çoktur.
Her yerde rastlanan, iyice sıradanlaşmış bir Hegel eleştirisi, Mantık‟ın tek
yanlı olarak varlıktan başladığı savıdır. Adorno da Hegel‟i, idealizminin bir örneği olarak varlıktan başlamakla, böylelikle öznelliği öne çıkarmakla suçluyor.
Ona göre Hegel umutsuz vaka, elle tutulur şeylerden (Etwas) başlasaydı bile
durum değişmezdi, ilkesi gereği gene öznelliğe saplanırdı. Oysa durum böyle
değil. Hegel, tam da onun istediği gibi varsayımsız, yani onun deyişiyle pozitif
bir belirlenime dayanmayan bir mantık kurma peşindeydi. Büyük Mantık‟ın
“Yokluk” kısmında şöyle yazmış; “parmağımızı bile kımıldatmadan, Çin felsefesinde olduğu gibi yokluktan da başlayabilirdik.” Ne kadar yinelense azdır,
Hegel‟e göre ilk kavram varlık veya yokluk değil, oluştur. Oluş, tam Adorno‟nun beğeneceği gibi, kendisiyle özdeşleşemez, belirli varlığa, olana geçer.
Büyük Mantıkta şunlar yazılı:
“Oluş varlığın yoklukta, yokluğun varlıkta sönmesidir ve topluca, varlık ve yokluğun sönmesidir; ama ikisinin ayrılığına da dayanır. Dolayısıyla
kendisiyle çelişkilidir, çünkü kendi içindeki birlik, ayrılıkla karşıtlanmıştır;
ama böyle bir birleşme olarak kendini keser (zerstört). Sonuç sönümlülüktür, ama yokluk olarak değil; sonuç varlık ve yokluk değil, zaten bitirilmiş (aufgehobenen) belirlenimlerinden birinde nüksetme olur. Varlık ve
yokluğun birliğinin durgun yalınlığına dönmüştür. Ama bu durgun yalınlık, henüz kendisi-için olmasa da bütün belirlenimindeki varlıktır. Bu
yüzden, varlık ve yokluğun birliğine geçen oluş, olandır (Seiend) veya tekyanlı dolaysız birlik şeklindedir, böylelikle belirtili-varlıktır.” (93)
Burada, “olan” sözüyle karşıladığım “Seiend,” Adorno‟nun öznelliğe veya
idealizme karşı olarak tikelliği anlatmak için sık kullandığı bir terim. Buradan
uzun bir dal açabiliriz, ama amacım matematikteki pozitif ve negatifin diyalektik karakterine dikkat çekmek.
Deminki alıntıda Adorno, Hegel‟in matematiğe karşı olduğunu yazmış, ama
bunu gösterme sorumluluğunu üstlenmemiş. Oysa Hegel‟in karşı çıktığı matematik değildi, tersine çağdaşı başka bir diyalektikçi F. D. Schleiermacher gibi
veya matematikçi Herman Grassmann gibi diyalektiği matematiğe taşımak
istiyordu, diferansiyel hesabı (calculus) önemsemesinin, bu alandaki değişik
yaklaşımları uzun uzun irdelemesinin nedeni buydu. Adorno‟nun, „Hegel karşı
çıktığı matematiğin en temel ilkesini alıkoymuştur‟ savı, hem bu bakımdan
geçersizdir hem de matematikte (–)(–) çarpımının (+) vermesi aşağılama aracı
olacak denli yalın olmak şöyle dursun, çapraşık bir tarihi saklar ve bence diyalektiğe iyi bir örnektir.
(+1)(+1) = +1 olurken, neden ( –1)(–1) = +1 oluyor?
a) İngiliz matematikçi De Morgan, 1831‟de “insan zihninin, sıfırdan (nothing) daha küçük bir nicelik olacağı düşüncesinin saçmalığına nasıl olup da
katlandığı şaşırtıcıdır” (s. 72) yazmıştı. Onun yakın arkadaşı, Newton‟dan sonra ikinci büyük İngiliz matematikçi ve fizikçisi olarak bilinen Hamilton‟un sonradan geri aldığı görüşü de benzerdi:
“Negatif sayılar ve sanal sayılar öğretisinden kuşku duymak hatta
inanmamak için özel olmak gerekmez, hele alışageldiğimiz ilkelerle yapılıyorsa: Daha büyük bir büyüklük, küçüğünden çıkartılabilir ve kalan sıfırdan küçüktür; iki negatif sayı veya sıfırdan küçük olarak belirtilmiş iki sayı
birbiriyle çarpıldığında, pozitif sayı veya sıfırdan büyük olarak belirtilmiş
bir sayı olur deniyorsa.” (s. 2, 1837)
Negatifin anlaşılmasındaki zorluk, sıfırın anlaşılamamasındaki zorlukla yakından ilgilidir. Geometriye dayanan, 1‟i yalnızca bölünmez bütün olarak düşünen, birimlendirilenemeyeni sayı olarak tanımayan antik Yunan matematikçileri, bu yaklaşımları yüzünden negatif büyüklükleri tanımlayamıyor, topluca
yokluğu, sıfırı, düşünce dünyalarından uzak tutuyorlardı. Bu geleneği sürdüren
Avrupa matematiği, Arap cebirini içselleştirmesine rağmen, ancak On altıncı
yüzyıldan başlayarak Hollandalı ve Alman cebircilerin öncülüğünde eksili sayıları kullanmaya başlayabildi (İngiltere‟deki ilk kullanımı 1541). Varlık temelinde gelişen batı düşünce dünyasında, negatiflik şaşırtacak kadar zor kabul gördü. Dekart (1596-1650) gibi Blaise Pascal da (1623-62) sıfırdan küçük bir sayı
olamayacağına inanıyordu. D‟lambert ve Diderot, Ansiklopedide “–3, akla hiçbir
düşünce getirmez” yazmış (1754). Çözüm karmaşık sayılardaydı, ama yaygınca
benimsenmesi on dokuzuncu yüzyılın yarısını buldu.
Eldeki kayıtlara göre ilk kez Hintli Brahmagupta (İS. 598 – 670) sıfırı bir sayının kendi büyüklüğünün kendinden çıkarılması olarak tanımlamış, bu temelde negatif sayıları kullanmaya başlamış. Üstelik sıfır dışında her pozitif
sayının teki pozitif öteki negatif iki kökü bulunduğunu da yazmış (Bkz., Boyer). Negatif bir sayının karesinin pozitif olması problemini çözme girişimlerinden biri, dağılım yasasına (distributivity) dayanan aksiyomatik ispattır ve
borçlu alacaklı ilişkisiyle örneklendirilir. Hegel‟in de verdiği bu borçlu alacaklı
örneği Brahmagupta‟ya aittir. Belirli bir miktar alacak, aynı miktar varlıkla
ödenir veya belirli bir miktar varlık, aynı miktar borcu azaltır. Pozitif ve negatif bu örnekte, tamlıkla birbirine bağlanmıştır, borçlunun borç tutarı eksi ise,
alacaklının alacağı artı büyüklüktür, ama ne borç ne de alacak özden negatif
veya özden pozitif belirlilik değildir, tersine ikisi de yalnızca birbirine göredir:
Borç, varlığın kimin elinde bulunduğundan bağımsız olarak tek değerdir, elden
elde devri değerini değiştirmez. Artılık ve eksilik belirlenimleri borç ödenir
ödenmez kutuplaşmaya aymaz bağlanmalarında biter.
b) Courant‟a göre on sekizinci yüzyılın matematik devi İsviçreli Euler, (–
1)(–1) = +1‟e eşitliğinin “zorunluluğunu” şöyle bir uslamlamayla göstermeyi
denemiş: Bu çarpım ya –1 ya da +1 olabilir. Yanıt +1 olmalıdır, çünkü (+1) (–
1)=–1 olmasaydı, (–1)(–1)(–1) = (–1)(–1) olurdu. Totolojik gözükse de Hegel‟in dediği gibi dönüştürücülüğün negatifte olduğunu sergiliyor. Hegel‟e göre
hem pozitif hem negatif çelişkilidir. Pozitif çelişkilidir; kendisine bağlanması
ancak negatif yoluyla olmasından değil sadece, üstelik negatif onda saklıdır (an
sich): Sıfır dışında her pozitif sayının, teki pozitif öteki negatif iki kare kökü
bulunur +1=(∓1)2. Negatif de çelişkilidir, çünkü yalnızca ötekisini değil, kendisini de olumsuzlar, dolayısıyla negatifin
y
çelişkisi kendisiyle özdeşliğine kavuşamayan
a)
veya özdeşmezliği yasalaşmış (Gesetz) çelişkidir.
y=x +1
Dikkatlice bakılırsa, kendisiyle özdeşliği
–1
(±1) olumsuzlayan negatifin, bunun için
x
topluca reel sayı çizgisini olumsuzlamak zorunda olduğu görülür. Bunun için ikinci
el
ide
b)
dereceden basit bir polinomu incelemek
+i
–1
reel
yeterlidir. y = x2 – 1 = (x+1)(x–1) fonksix
–i
yonunun iki çözümü vardır ve ikisi de reel
sayı çizgisi üzerindedir. Ama y = x2 +1
Figür 1 a) x ekseni gerçek
fonksiyonu reel alanda çözümsüzdür, eş
sayı çizgisidir b) Karmaşık
anlatımla x eksen doğrusu ve y parabol eğrisi
sayı düzlemi, Argand diyagkesişmez (Figür 1a). Aslında çözüm varramı.
dır, ama tek boyutlu reel sayılar dünyasında gözlenemez:
a) x < 0 ise çözüm olamaz, çünkü ( –1)(–1) = +1.
b) x > 0 ise çözüm gene olamaz, çünkü ( +1)( +1) = +1.
c) x = 0 da olamaz, çünkü 0 = –1.
2
Çözüm varsa, pozitif, negatif ve sıfır olmadığına göre, belirtili varlık alanında, yani reel sayı çizgisinde bulunamaz. y = 0 için x2 +1, ancak bir üst boyuta
atlayarak, içe giderek çözümlerin dikey eksende ±i olarak verir (Figür 1b). Yani,
negatifin de iki kökü vardır ve bunlar ideel eksen üzerindedir. Bu eksen üzerindeki sayılara, Dekart‟ın adlandırmasıyla “imgesel sayı” (imaginary number)
deniyor (sanal sayı). Bu içe gitme, çember devinimini çizer ve böylelikle, sağ ve
soldan ibaret gerçek tek boyutlu sayı çizgisi, Argand diyagramı diye adlandırılan
iki boyutlu uzayda bitirilir (aufheben), artık her sayı iki boyutludur. Günümüzde
hem görelik hem kuantum fiziği, matematiksel bir kolaylık olarak değil, zorunlu
olarak bu sayı sistemini kullanmaktadır.
c) Gelgelelim, pozitiften negatife geçiş, iki boyutlu sayı sisteminde yalnızca
saklıdır. Bunun için iki boyutlu sayı sisteminin, dört boyutlu sayı sisteminde
bitirilmesi gerekir ki, bunu başaran yukarıda sözünü ettiğimiz William Rowan
Hamilton (1805–65) oldu. Şöyle yazmış:
“Dörtlü (quaternion) kuramının ilk ve en temel ilkesi … her pozitif vektörün (yani üç boyutlu uzaydaki yönlü düz çizginin) karesinin negatif olduğu
ilkesidir, bu kuram, yazarın şimdiye dek öğrendiği veya aşina olduğu her
cebirsel geometri sisteminden ayrılmakla kalmaz, onların tam karşıtıdır
da.” (69, 1847)
Üzerinde düşünülmelidir: Matematikçiler ve fizikçiler, daha önce sıfıra, negatif sayıya ve ikili karmaşık sayıya karşı çıktıkları gibi, dörtlü karmaşık sayıya
da karşı çıktılar. Kuram unutuldu. Ancak yüz elli yıl sonra kuantum fiziğiyle
birlikte yeniden filiz verdi. Ünlü madde ve anti-madde karşıtlığını ortaya koyan
Dirac denklemi, özde buna dayanır.
Dörtlü sayılardaki pozitif vektörünün karesinin negatif olması, yani negatife
geçen pozitif, Adorno‟nun “özdeşmezlik, özdeşlemenin gizli telosudur” savına
uyuyor, ama bu, pozitifi yasaklamayı gerektirmiyor. Tersine, pozitif ve negatif
birbirine geçiyor; Hegel‟de pozitif ve negatifin bu birliği temeldir (Grund) ve temel, varlık ve yokluğun birliği olarak oluşa karşılık gelir, yani o da kendisiyle
özdeş değildir.
Hegel, karmaşık sayılar üzerine yazmamış. Bunu Gauss‟un yorumunu beklemesine bağlıyorum. Gauss Hegel‟in sağlığında konuyu açıklığa kavuşturmuş
(1811) aslında, kamuya sunması Hegel‟in ölümünden sonraya rastlıyor (1831)
Buna rağmen yazması beklenirdi, etkilendiği bence belli.
Takımlaşma ( Konstellation)
Adorno için her mantık eninde sonunda bir özdeşlik mantığı olduğuna göre
özdeşmezlik ilkesinin kaynağı neresidir?
Adorno cepheyi dil alanına taşıyor; W. Benjamin‟den aldığı takımlaşma terimi, anlamın teke indergenemezliğini anlatıyor, buna dayanarak Hegel‟in dile
duyarsız olduğunu söylüyor. Hegel‟e göre dil tümeller alanıdır, tümel olmayan
hiçbir şey dil yoluyla sözlenemez. Adorno‟nun beklediği bir dil yorumu Hegel‟in Mantığında yok, ama onu çürütmek için dile göndermek tuhaf duruyor.
Mantık, toplumsal evrim sürecinde dilden yapılmış soyutlamadır, sözcüklerin
çok anlamlılığı, metafor ve metonim dilin oluşudur. Dil bitmiş bir yapı, soyut
varlık değil, sürekli bir evrim geçiren somut oluştur ve her tümel, bu evrimin
ürünüdür.
Adorno‟ya göre her kavram öteki kavramı çağırır, sözcük ve karşılığının (Sache) özdeşliği pozitivist ideolojidir. Hegel‟in önerdiği mantıkta, böyle bir özdeşlik bulmak şöyle dursun, tersine kavramlar devinir, daha doğrusu özdeşliği sürekli bozarak evrilir ve evrimin motoru çelişkidir. Buna karşılık Adorno‟da çelişki evrime yol açmaz, yalnızca “kavrananın kavramda erimediğini” belgeler;
“kavramları birleştiren moment (yani Konstellation), olumsuzlamanın olumsuzlaması olmaksızın yaşar.”
Baştaki sorunun yanıtı, politik alandadır. Stalin, diyalektik mantık alanında
da devrim yapmış, “olumsuzlamanın olumsuzlaması ilkesini” Marksist yazından silmişti. “Büyük temizlik” diye bilen iki yıllık dönemin hemen ardından,
1938 de yayınlanan Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm başlıklı broşüründe yazdı
bunu. Gerekçesini şöyle temellendirdi diyebiliriz: “Sosyalist sistem” kurulmuştur, Sovyet sistemi dil gibi yapılanmıştır, 1 artık devrim yoluyla bir ilerleme olmayacaktır, çünkü “devrim, yalnızca düşman sınıfların bulunduğu toplumlarda
olur.” Yıllar sonra Mao da olumsuzlamanın olumsuzlanması ilkesini reddetti.
Şunu da söylemeli ki, Hegel‟de böyle bir adı konulmuş ilke bulunmuyor,
Engels Anti-Dühring‟de (1878) üç ilke türetmiş ve onu başa yerleştirmişti. İlginçtir, Stalin gibi Dühring de olumsuzlamanın olumsuzlanmasının tarihsel bir
iması olduğunu ileri sürmüştü ve Engels bu kitabında Dühring‟e karşı çıkmıştı.
“Marksizm der ki, bir dilin eski durumundan yeni durumuna geçmesi patlamalarla, eldeki dilin yıkılıp yerine yenisinin yaratılmasıyla olmaz, tersine y enisi dereceli bir birikimle gelirken, eski durumun öğeleri de böylelikle dereceli
olarak ölür.” (Marksizm ve Linguistiğin Problemleri. Sayfa 26, 26)
1
Son bir Söz
Adorno‟nun ilerleme, daha doğrusu kalkınma (Fortschritt) aleyhtarlığı, karşıtların birliğinin yeni karşıtlara götürdüğü evrimci diyalektiğin reddi ile yakından
bağlantılı görünüyor. Bence bu, Hegelyen diyalektiğin en can alıcı ve o ölçüde
eleştirmenlerince göz ardı edilen yanıdır. Tinin Feneomenolojisi ile Darwin‟in
İnsanın Türeyişi çalışması akrabadır. Adorno, komünizmi, üretim kuvvetlerinin
gelişmişlik düzeyine bağlanmış bir aşama gibi hayal ufkunun dışına öteleyen,
ahlak ile ilişkilendirmeyen Marx‟a “Sosyal Darwinci” diyor. Ne var ki, kalkınma şampiyonluğu kadar, kalkınma düşmanlığı da ağır sonuçlar doğurabilir.
Pol-pot kenti reddetmemiş miydi?
Kalkınmanın olup olmayacağına, hangi alanda, ne amaçla, ne hızda olacağına dünya ölçeğinde insanlar birlikte karar vermelidir ve bunun gereğine uygun
yaşama biçimleri bulunmalıdır. Adorno‟nun veya Marx‟ın bu yaklaşıma karşı
çıkmayacağı açıktır.
7 Şubat 2014
Referans
Adorno, T. 1951. (Aksak Yaşam üzerine Refleksiyon) Minima Moralia: Reflexionen aus dem beschädigten Leben. Suhrkamp Verlag.
Adorno, T. 1966. Negative Dialektik. Suhrkamp Verlag.
Boyer, Carl. B. & Merzbach, U. C. 1959. A History of Mathematics. John
Wiley & Sons, Inc. 2011.
Courant, Richard & Robbins, Stewart. 1996. What is Mathematics?. Oxford
University Press.
Cemal, Mustafa. 2010. Hegel’in Kayıp Mantığı. Nitelik, Nicelik, Ölçü. Belge
Yayınları.
Hamilton, W. R. 1837. Essay On Algebra as the Science Of Pure Time.
Transactions of the Royal Irish Academy, c. 17, kısım 1 (1837), ss. 293-422.
Hamilton, W. R. ― 1847. On Quaternions, or on a New System Of Imaginaries In
Algebra. Ed. D. R. Wilkins, 2000. Philosophical Magazine, (1844-1850).
Hegel, G. W. 1807. (Tinin Fenomenolojisi) Phänomenologie des Geistes. Werke, 20
Bänden 7, Suhrkamp Verlag 1986.
Hegel, G. W. 1832. Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi). Erster Teil: Die
Objektive Logik. Erster Band: Die Lehre vom Sein . Sämtliche Werke.
Morgan, de Augustus. 1898. On the Study and Difficulties of Mathematics. The
Open Court Pub.
Stalin, J. V. 1950. Marxism and Problems of Linguistics. People‟s Publishing
House, Pekin, 1971.