GİRİŞ - Ticiz.com

Transkript

GİRİŞ - Ticiz.com
GİRİŞ
Her türlü hamd Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister
ve O’ndan af dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve yapıp ettiklerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kime hidâyet ederse onu hiç kimse
saptıramaz, kimi de saptırırsa onu hiç kimse hidâyete erdiremez. Allah’tan
başka hak ilâhın olmadığına ve O’nun ortağının bulunmadığına şehâdet
ederim. Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim.
Allah’ın salât ve selâmı ona, âilesine ve ashâbına olsun.
Bazı kardeşlerimiz -Allah onlara hayırlı mükâfatlar versin-, hocamız
Allâme Şeyh Muhammed b. Sâlih el-‘Useymîn’in fetvalarından İslâm’ın
rukünleriyle ilgili bazı mes’elelerin, herkesin yararlanması için önce Arap
diliyle sonra çeşitli dillere tercüme edilerek yayınlanmak üzere basılmasını istediler. Bu fetvaları diğerlerinden ayıran özelliği, Allah’ın Kitâbı’na,
Rasûlü ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Sünneti’ne ve araştırmacı kimlikleriyle tanınan
ilim adamlarının görüşlerine dayanmasıdır. Durumu hocamıza arz ettim.
Allah kendisini korusun ve onu İslâm ve Müslümanlar adına en güzel şekilde mükâfatlandırsın, bunu hoş karşıladı ve beni bu işe cesaretlendirdi.
Çünkü bu, iyilik ve takvâda yardımlaşmak ve şer‘î bilgiyi yaymaktır.
Sayın hocamızın onayı ve yönlendirmesiyle bu fetvaları toplamaya ve
fetvaların içinden konuyla bağlantısı olanları seçmeye başladım.
Yüce Allah’tan yardımı ve keremiyle bu işi yararlı ve vech-i kerîm’i için
halisen işlenmiş bir amel kılmasını, fazîlet sahibi şeyhimizi en güzel şekilde mükâfatlandırmasını, ilmini, amelini ve ömrünü bereketli kılmasını
dilerim. O çok cömert ve kerem sahibidir. Allah’ın salât ve selâmı Peygamberimiz Muhammed’e, âilesin ve bütün ashâbına olsun.
Fehd b. Nâsır es-Suleymân
6
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫‪7‬‬
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
‫‪AKÎDE‬‬
8
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
AKÎDE
SORU-1: Tevhîdin tarifi ve türleri nelerdir?
CEVAP: Tevhîd lügatte “bir şeyi birledi” anlamına gelen ‫ﻳﻮﺣـﺪ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺣـﺪ ﱢ‬
fiilinin mastarıdır. Bir şeyi birlemek ise ancak, red ve kabul ile yani,
bir hükmü birlenenden başkasından reddedip ve o hükmü sadece onun
için kabul etmekle gerçekleşir. Mesela biz bir kimsenin Lâ ilâhe illallah’a
şehâdet etmedikçe tevhîd inancının tamamlanmayacağını söyleriz.
Çünkü Lâ ilâhe illallah’a şehâdet eden kişi, Allah azze ve celle’den başkası hakkında ulûhiyyeti reddeder ve onu sadece Allah hakkında kabul
eder. Çünkü beraberinde kabul olmayan bir red, mutlak bir inkardır.
Yine beraberinde red olmayan bir kabul de, başkasının ortaklığına mani
değildir. Mesela “Filan kişi ayaktadır.” dediğin zaman, o kişinin ayakta
olduğunu kabul etmiş fakat bu hususta onu birlememiş olursun. Çünkü
böyle bir ifade tarzında ayakta olma fiiline başkalarının ona ortak olduğunun anlaşılması mümkündür. Eğer “Ayakta kimse yoktur.” Dersen
bu da mutlak bir redde bulunmuş ve ayakta olmayı hiç kimse hakkında
kabul etmemiş olursun. “Zeyd’den başka hiç kimse ayakta değildir.” dediğinde ise, sadece Zeyd’in ayakta olduğunu, başkalarının ayakta olmadığını söylemiş olursun. Gerçekte birleme ancak bu şekilde gerçekleşir.
Yani tevhîd/birleme, nefiy ve ispatı/red ve kabulü içermedikçe tevhîd
olmaz.
Allah’ı tevhîdin/birlemenin bütün türlerleri şu tarifin içine girer:
“Tevhîd, sadece kendisine ait olan şeylerde Allah’ı birlemektir.”
İlim adamlarının zikrettiklerine göre tevhîdin üç türü vardır:
Birincisi: Rubûbiyyet tevhîdi.
İkincisi: Ulûhiyyet tevhîdi.
Üçüncüsü: İsim ve sıfatların tevhîdidir.
Onlar bu taksimi, araştırma, inceleme, ayetler ve hadîsler üzerinde
düşünme sonucu öğrendiler. Tevhîdin bu üç türün dışına çıkmadığını
gördüler. Neticede tevhîdi bu üç kısma ayırdılar:
10
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Tevhîdin Birinci Türü: Rubûbiyyet Tevhîdi: Allah’ın yaratmada,
mülkte ve yönetme ve idârede birlemektir. Bunun açıklaması şöyledir:
Birincisi: Allah’ın yaratmada birlenmesidir. Tek başına yaratıcı Allah teâlâ’dır. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı mı
var? O’ndan başka hak ilah yoktur.” (Fâtır: 3). “O halde, yaratan (Allah),
yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Nahl:
17). Evet, sadece Allah teâlâ yaratıcıdır. O her şeyi yaratmış ve bir ölçü
ile var etmiştir. O’nun yaratması, kendi yaptığı şeylerden meydana gelenleri de, yarattıklarının yaptığı şeylerden meydana gelenleri de kapsar.
Bundan dolayı, kulların fiillerinin yaratıcısının da Allah olduğuna îmân
etmek kadere îmânı tamamlayan şeylerdendir. Nitekim Allah teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Allah sizi ve yaptıklarınızı yarattı.” (Saffat: 96). Bunun
anlamı şudur: Kulun fiili kendi sıfatlarındandır. Kul da, Allah tarafından yaratılmıştır. Bir şeyin yaratıcısı, o şeyin sıfatlarının da yaratıcısıdır. Buradan anlaşılan bir başka şey de şudur: Kulun fiili kesin bir irâde
ve tam bir kudret ile hâsıl olur. İrâde ve kudret, bu ikisi Allah tarafından
yaratılmışlardır. Sebebi yaratan sebep olunan şeyin de yaratıcısıdır.
Şöyle bir soru sorulabilir: “Yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.” (Mu’minun: 14) âyetinin ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in resim ve heykel yapanlar hakkında söylediği: “Onlara: Haydi yarattığınız
şeylere can verin, denilecek.”(1) hadîsinin de delâlet ettiği gibi Allah’tan
başka yaratıcılar da olabilmektedir. Yaratmada Allah’ı birlemekle bunu
nasıl birleştirebiliriz?
Bu sorunun cevabı şudur: Allah’tan başkası Allah’ın yaratması gibi
yaratamaz. Onların, ne bir şeyi yoktan var etmesi ne de ölüyü diriltmesi mümkün değildir. Allah’tan başkasının yaratması, ancak bir şeyi
değiştirmek ve bir şeyin sıfatını başka bir sıfata dönüştürmek şeklinde
olur ve O da Allah’ın mahlûkudur. Mesela ressam –veya heykeltıraş– bir
şeyi tasvir ettiği zaman onu yaratmış değildir, nihâyet bir şeyin halini
değiştirmiştir. Mesela çamuru kuş şekline veya deve şekline getirmiştir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Buyû’, Bâbu’t-Ticârati fîmâ yukrahu Lubsuhu li’r-Ricâli ve’n-Nisâ,
(2105); Müslim Kitâbu’l-Libâs, Bâbu Tahrîmi Tasvîri’l-Hayvân (2106) (96).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
11
Mesela beyaz bir kâğıdı renklendirerek renkli bir kâğıt haline dönüştürmüştür. Mürekkep Allah’ın yaratmasıdır, beyaz kâğıt Allah’ın yaratmasıdır. Yaratma filinin Allah’a nispet edilmesi ile mahlûka nispet edilmesi arasındaki fark budur. Buna göre, sadece kendisine ait yaratmada,
Allah teâlâ tektir.
İkincisi: Allah’ın mülkte birlenmesidir. Şu âyetlerde de ifade edildiği
gibi mülk/hükümranlık sahibi yalnızca Allah’tır. “Hükümranlığı elinde
tutan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter.” (Mülk: 1)
“De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?” (Mü’minun: 88). Genel ve kapsayıcı anlamda mutlak mülkün sahibi sadece Allah’tır. Hükümranlığın
Allah’tan başkasına nispeti göreceli bir nispettir. Allah teâlâ mülkü kendisinden başkasına da nispet etmiştir. Nitekim bir âyet-i kerîme’de şöyle
buyurmaktadır: “Ancak eşleri ve ellerinin mâlik olduğu (cariyeleri) hariç” (Mu’minun: 6). Allah’tan başkasının da mülk sahibi olduğuna delâlet
eden daha başka naslar da vardır. Fakat bu mülk Allah’ın mülkü gibi
değildir. Bu eksik, kayıtlı ve şartlı bir mülkiyettir. Kapsamlı bir mülkiyet değildir. Mesela Zeyd’in evine Amr mâlik olamaz. Amr’ın evine de
Zeyd mâlik olamaz. Sonra bu mülkiyet, kayıtlı ve sınırlı bir mülkiyettir.
Şöyle ki, insan mâlik olduğu şeylerde ancak Allah’ın izin verdiği şekilde
tasarruf edebilir. Bu sebepledir ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬malın zayi
edilmesini yasaklamıştır. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara)
vermeyin.” (Nisâ: 5). Bu, insanın mülkiyetinin eksik ve sınırlı bir mülkiyet olduğunun delîlidir. Allah’ın mülkiyeti/hükümranlığı böyle değildir. Onun hükümranlığı genel, kapsamlı ve mutlak bir hükümranlıktır.
Allah subhânehu ve teâlâ dilediğini yapar. O yaptıklarından sorguya çekilemez. Hâlbuki başkaları sorguya çekilirler.
Üçüncüsü: Yönetme ve idâredir. Yegâne müdebbir Allah’tır. Yarattıklarını idâre eden O’dur, gökleri ve yeri O çekip çevirir. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’nundur.
Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A’râf: 54). Bu yönetim kapsamlı bir
12
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
yönetimdir. Hiçbir onun dışında kalmaz ve hiçbir şey ona karşı koyamaz. İnsanın malını, çocuklarını ve hizmetçilerini yönetmesi gibi bazı
yaratılmışların yönetimi ise, dar ve sınırlı bir yönetimdir. Mutlak olmayan mukayyet bir yönetimdir.
Böylece bizim rubûbiyyet tevhîdi için söylediğimiz “Allah’ın yaratmada, mülkte/hükümranlıkta ve yönetmede birlemektir.” sözümüzün
doğruluğu açıkça anlaşılmış oldu.
Tevhîdin İkinci Türü: Ulûhiyyet tevhîdidir. Bu, “Allah teâlâ’yı
ibâdetlerle birlemektir.” Böylece insan, Allah’a ibâdette bulunduğu ve
O’na yaklaşmaya çalıştığı gibi Allah’ın yanı sıra bir başkasına ibâdette
bulunmaya ve yaklaşmaya çalışmaya kalkışmaz. İşte Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kendileriyle savaştığı, canlarını, mallarını topraklarını ve diyarlarını mubah kıldığı, kadınlarını ve çocuklarını esir aldığı
müşriklerin saptıkları tevhîd türü bu tevhîdtir. Peygamberler bu tevhîdi
gerçekleştirmek için gönderilmiş, kitaplar, diğer iki tevhîdle birlikte
–rubûbiyyet ile isim ve sıfatlar tevhîdi ile birlikte– onun için indirilmiştir. Fakat peygamberler kavimlerini Allah’tan başkasına ibâdet etmesinler diye çoğunlukla bu tevhîd üzere düzeltmeye çalışmışlardır. Ne
Allah’a yakın bir meleğe, ne de rasûl bir nebîye, ne sâlih bir velîye ne
de bunlar dışında herhangi bir yaratılmışa ibâdet etmesinler diye uğraş
vermişlerdir. Çünkü ibâdet, sadece Allah’a yapılabilir. Bu tevhîdi ihlal
eden kimse, rubûbiyyet tevhîdi ile isim ve sıfatlar tevhîdini ikrâr etse
bile müşrik ve kâfirdir. Bir kimse Allah subhânehu ve teâlâ’nın yaratıcı,
mâlik ve bütün işlerin yöneticisi olduğuna ve layık olduğu bütün isimlere ve sıfatlara müstahak olduğuna îmân etse fakat Allah ile birlikte
başkasına da ibâdet etse, rubûbiyyet tevhîdini, isim ve sıfatlar tevhîdini
ikrâr etmesinin ona hiçbir yararı olmaz. Farzedelim bir adam rubûbiyyet
tevhîdini, isim ve sıfatlar tevhîdini tam olarak ikrâr ediyor, fakat bir
kabre gidip o kabrin sahibine ibâdet ediyor/ona yalvarıp yakarıyor veya
yakınlığını kazanmak için bir kurban adıyor, işte bu adam müşriktir,
ebedî cehennemde kalacak bir kâfirdir. Allah tebâreke ve teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah
ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için hiçbir
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
13
yardımcı yoktur” (Mâide: 72). Allah’ın Kitâbı’nı okuyan herkes bilir ki,
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kendileriyle savaştığı, canlarını, mallarını
mubah saydığı, kadınlarını, çocukların esir aldığı ve arazilerini ganimet
yaptığı müşrikler, Allah’ın yegâne yaratıcı rab olduğunu ikrâr ediyor
ve bu konuda şüphe etmiyorlardı. Fakat O’nunla birlikte başkasına da
ibâdet ve dua ediyorlardı. İşte onlar bu yüzden canları ve malları mubah
olan müşrikler oldular.
Tevhîdin Üçüncü Türü: İsim ve sıfatların tevhîdidir. Bu, “Allah
teâlâ’nın, Kitâb’ında ve Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in diliyle kendisini isimlendirdiği isimlerde ve vasfettiği sıfatlarda O’nu birlemektir.
Bu tevhîd ancak, O’nun belirttiği isim ve sıfatları tahrîf ve ta’tîl etmeden, tekyîf ve temsîle(1) tabi tutmadan kabul etmekle gerçekleşir.” Allah teâlâ’nın kendisini isimlendirdiği isimlerine ve vasıflandırdığı sıfatlarına mecaz olarak değil hakiki manalarıyla, fakat tekyîf ve temsîl
yapmaksızın îmân etmek gerekir. Bu ümmetten, İslâm’a müntesip, ehl-i
kıble’den bazı topluluklar tevhîdin bu türünden sapmışlardır. Bunlar da
çeşitli kısımlara ayrılırlar:
Kimisi nefiy ve tenzihte İslâm’dan çıkacak ölçüde aşırılığa gitmişlerdir, kimisi ortadadır, kimisi de Ehl-i Sünnet’e yakındır. Selef-i sâlihîn’in
tevhîdin bu türünde izlediği yol; Allah’ı, O’nun kendini isimlendirdiği
ve vasıflandırdığı isim ve sıfatlarla; tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîlde bulunmaksızın hakiki manalarıyla isimlendirmek ve vasıflandırmaktır.
Mesela Allah subhânehu ve teâlâ kendisini Hayy ve Kayyûm olarak
isimlendirmiştir. O halde bizim de, Hayy isminin Allah’ın isimlerinden
bir isim olduğuna ve bu ismin içerdiği sıfata îmân etmemiz gerekir. Bu
ismin delâlet ettiği sıfat, öncesinde yokluk bulunmayan ve sonrasında
da asla yok olmayacak kâmil hayat’tır. Yine Allah teâlâ kendisini Semî’
olarak isimlendirmiştir. O halde bizim de Semî’in O’nun bir ismi oldu(1) • Ta’tîl: Allah’ın sıfatlarını kabul etmemek yahut bazılarını kabul edip bazılarını
kabul etmemektir.
• Tahrîf: Nasları lâfzen veya mana itibarıyla değişikliğe uğratmaktır. Manada tahrîf,
lafzı zâhir (:açık) anlamından uzaklaştırıp, delâlet etmediği bir manaya çekmektir.
Her tahrîf aynı zamanda bir ta’tîl’dir, fakat her ta’tîl bir tahrîf değildir.
• Tekyîf: Keyfiyyet tayininde bulunmak, nasıllığını açıklamaktır.
• Temsîl: Bir şeyi her yönden başka bir şeye benzetmektir. (Çeviren).
14
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ğuna ve bu ismin delâlet ettiği işitmek sıfatının O’nun bir sıfatı olduğuna, bu ismin ve sıfatın iktizası olan hükme yani O’nun işittiğine îmân
etmemiz gerekir. Çünkü işitmesi olmayan bir işitenin veya işitileni idrak
etmeksizin bir işitmenin olması imkânsızdır. Diğerlerini de buna kıyas
edebilirsin.
Başka bir örnek: Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Yahudiler, Allah’ın
eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası
ve lânet olasılar! Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir.”
(Mâide: 64). Allah teâlâ bu âyette “Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır.” buyurdu. Böylelikle kendisini, iki eli olmakla nitelendirdi ki o iki el de açık
olmakla nitelenmiştir. O ihsânı geniş olandır. O halde bizim de Allah
teâlâ’nın iyilik ve nimetleri bol bol veren iki elinin olduğuna îmân etmemiz gerekir. Fakat bu iki elin nasıl olduğunu kalplerimizle tasavvur etmemek, dillerimizle böyle bir şeyi söylememek ve onları yaratılmışların
ellerine benzetmemek üzerimize vâcibtir. Çünkü Allah subhânehu ve
teâlâ şöyle buyurur: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur; O işitendir ve görendir.” (Şura: 11). “De ki: "Rabbim, sadece fuhşiyyatı, onun açık ve gizli
olanını, günahları, haksız yere isyanı, haklarında hiç bir delîl indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz
şeyleri söylemenizi yasaklamıştır.” (A’râf: 33). “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi
ondan sorumludur.” (İsra: 36). Bu iki eli yaratılmışların ellerine benzetenler Allah’ın şu sözünü yalanlamış olurlar: “O’nun benzeri hiçbir şey
yoktur.” (Şura: 11). Allah’ın şu emrine karşı gelmiş olurlar: “Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin.” (Nahl: 74). Bu ellerin nasıl olduğunu araştıran veya onlar, şöyledir diyen ne söylerse söylesin Allah’a karşı bilmeden
konuşmuş ve bilmediği şeyin ardına düşmüş olur.
Sıfatlar konusunda ikinci bir örnek verelim: Allah’ın arş’ına istivâ
etmesi. Şüphesiz ki Allah teâlâ Kitâb’ının yedi yerinde arş’a istivâ ettiğini ifade etmektedir. Bunların hepsi (‫“ )ﺍﺳﺘﻮﻯ‬istivâ” lafzıyla ve (‫ﻋﻠﻰ‬
‫“ )ﺍﻟﻌﺮﺵ‬Arş’ın üzerine” lafzıyla geçmektedir. Arapça bir lügate baktığımız zaman “istivâ” fiilinin “ala” ile mef’ul olduğu zaman sadece yükselmek ve üzerine çıkmak anlamına geldiğini görürüz. O halde “Rah-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
15
man arş’a istivâ etti.” (Tâhâ: 5) âyetinin ve benzeri âyetlerin anlamı
“Allah’ın arş’ının üzerine uluvvu/çıkması” demektir. Bu uluvv husûsî
bir uluvvdur ve Allah’ın zâtî sıfatı olan bütün kâinatın en yükseğinde
olması anlamında umumî uluvvdan farklıdır. Bu uluvv Allah hakkında
hakikî anlamıyla sâbittir. O kendine yaraşır bir uluvv ile arş’ının üzerine çıkmıştır. O’nun arşı’na uluvvu insanın koltuğa uluvvu veya binek
hayvanlarının üstüne ya da şu âyetinde sözünü ettiği gemiye uluvvuna
benzemez: “Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti ki, sırtlarına istivâ edesiniz. Sonra üzerine istivâ ettiğinizde, Rabbinizin nimetini
anarak: Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa
biz bunlara güç yetiremezdik, biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz, diyesiniz.” (Zuhruf: 12–14). Yaratılmışların herhangi bir şeyin üzerine istivâ
etmesinin Allah’ın arş’ına istivâ etmesine benzemesi mümkün değildir.
Çünkü Allah’ın hiçbir benzeri yoktur.
“Arşa istivâ etti” cümlesinin “arşı istila etti/ona egemen oldu” anlamına geldiğini söyleyen kimseler büyük hata etmişlerdir. Çünkü bu,
kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrîf etmektir. Sahabîlerin ve onlara
en güzel şekilde tâbi olanların icmaına aykırıdır. Geçersiz gerekçelere
sarılmaktır. Bir mü’minin Allah’a nispetle bunu ifade etmesi mümkün
değildir. Kur’ân-ı Kerîm şeksiz şüphesiz Arap dili ile inmiştir. Nitekim
Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Anlayıp düşünmeniz için onu Arapça
bir Kur’ân kıldık.” (Zuhruf: 3). Arap dilinde (‫( )ﺍﺳﺘﻮﻯ ﻋﻠﻰ ﻛﺬﺍ‬şunun üzerine
istivâ etti) cümle kalıbının gerektirdiği mana, uluvv ve istikrârdır. Bu
cümlenin lafza mutabık anlamı budur. O halde “arşa istivâ etti” cümlesinin anlamı kendi yüceliğine ve büyüklüğüne layık, özel bir şekilde
arşın üzerine çıktı demektir. İstivâ kelimesi istila olarak tefsîr edildiği
zaman anlamından koparılmış olur. Çünkü bu Kur’ân dilinin delâlet ettiği manayı ortadan kaldırıp bâtıl başka bir manayı getirmek demektir.
Sonra selef-i sâlihîn ve en güzel şekilde onların izinden gidenler bu
anlam üzerinde icma etmiştirler. Onlardan bunun hilâfına tek bir harf
bile gelmemiştir. Bu lafız Kur’ân’da ve Sünnet’te geçtiğine ve seleften de
bunun zâhirî manasına aykırı bir tefsîri gelmediğine göre onların bu lafzı zâhirî manası üzere olduğu gibi bıraktıkları ve bu lafzın delâlet ettiği
şeye îmân ettikleri esastır.
16
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bir kimse şöyle bir soru sorabilir: Selefin istivâ kelimesini uluvv
yani yükselmek/yükseğe çıkmak diye tefsîr ettiğine dair açık bir ibare
gelmiş midir?
Bu soruya karşılık deriz ki: Evet, bu, seleften gelmiştir. Diyelim
ki seleften böyle bir açıklama gelmemiş olsun. Böyle bir durumda da
Kur’ân-ı Kerim’de ve Sünnet-i Nebevî’deki bir lafzın, Arap dilinin gerektirdiği mana üzere kalması esastır. Bu durumda selefin lafza Arap
dilinin gerektirdiği manayı vermiş olduğu anlaşılır.
İstivâ kelimesini istila olarak tefsîr etmenin gerektirdiği bâtıl sonuçlar şunlardır:
Birincisi: Buna göre gökler ve yer yaratılmadan önce arş Allah’ın
mülkü değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş’a istivâ eden…
Allah’tır.” (A’râf: 54).
Yüce Allah istivânın gökler ve yer yaratıldıktan sonra olduğunu haber veriyor. Buna göre ne gökler ve yer yaratılmadan önce ne de gökler
ve yer yaratılırken Allah teâlâ arşı istila etmiş değildi.
İkincisi: Buna göre, Allah yeryüzüne istivâ etti dememiz de, Allah
mahlûkatından herhangi bir şeyin üzerine istivâ etti dememiz de câiz
olur. Bu ise, şeksiz şüphesiz Allah’a layık olmayan bâtıl bir manadır.
Üçüncüsü: Şüphesiz bu, kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrîf etmektir.
Dördüncüsü: Bu, selef-i sâlihîn’in icmaına aykırıdır.
Tevhîdin bu türünde –isim ve sıfatların tevhîdinde– sözün özü şudur: Allah teâlâ’nın kendisi için isbât ettiği ve Peygamberi ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬in onun için isbât ettiği isim ve sıfatları tahrîf ve ta’tîl etmeksizin,
tekyîf ve temsîle düşmeksizin hakîkî manaları üzere kabul etmemiz gerekir.
SORU-2: Müşriklerin, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in gönderilmesine
sebep olan şirklerinin mahiyeti ne idi?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
17
CEVAP: Müşriklerin, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in gönderilmesine sebep olan şirkleri onların rubûbiyyete şirk koşmaları değildi. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm onların sadece ibâdette Allah’a ortak koştuklarına
delâlet etmektedir.
Rubûbiyyete gelince, onlar Allah’ın yegâne rab olduğuna, darda kalanların duasına icâbet ettiğine, sıkıntıları giderdiğine ve daha başka
şeylere îmân ediyorlardı. Allah teâlâ onların, bir ve tek olarak Allah’ın
rubûbiyyetini kabul ettiklerini kendi dillerinden nakletmektedir.
Onlar, Allah’ın yanı sıra başkalarına da ibâdet ettikleri için müşrik olmuşlardı. Bu da, dînden çıkaran bir şirktir. Çünkü tevhîd –lafzın
delâletine göre– bir şeyin bir ve tek olduğunu kabul etmekten ibarettir.
Allah tebâreke ve teâlâ’nın sadece kendisine ait olan ve onlarla birleneceği hakları vardır. Bu haklar da üç kısımdır:
1 – Hükümranlık hakları.
2 – İbâdet hakları.
3 – İsim ve sıfat hakları.
Âlimler, işte bu yüzden tevhîdi üç kısma ayırdılar: Rubûbiyyet
tevhîdi, isim ve sıfatlar tevhîdi ve ibâdet/ulûhiyyet tevhîdi.
İşte müşrikler bu kısımda yani, ibâdet kısmında Allah’a ortak koştular. Çünkü onlar, Allah’ın yanı sıra başkalarına da ibâdet ediyorlardı. Hâlbuki Allah tebâreke ve teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah’a ibâdet
edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” (Nisâ:36)
“Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.” (Mâide:
72)
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisâ: 48)
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü
bana ibâdet etmekten kibirlenenler aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min: 60)
İhlâs sûresinde şöyle buyurdu: “De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıkları-
18
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
nıza ben tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla
sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak
değilsiniz. Sizin dîniniz size, benim dînim banadır.”
Bu sûreye İhlâs suresi demem, amelde/ibâdette ihlâs manasınadır.
Her ne kadar bu sure Kâfirûn suresi diye isimlendirilse de hakikatte
amelî ihlâs sûresidir. Nitekim “Kulhuvallahu ehad” sûresi ilmî ve i’tikâdî
ihlâs sûresidir. Başarılı kılan Allah’tır.
SORU-3: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akîde konusunda ve diğer dîni
konulardaki usûlü nedir?
CEVAP: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akîde ve diğer dîni konulardaki usûlü, Allah’ın Kitâbı’na, Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Sünneti’ne ve
râşid halifelerin gittiği yola sımsıkı sarılmaktır. Çünkü Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun
ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân: 31). “Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a
itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisâ: 80). “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7). Bu âyet ganimetlerin paylaştırılması
hakkında da olsa, diğer şer‘î konularda öncelikle geçerlidir. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Cuma günü insanlara şöyle hitap ediyordu: “Sözün en
hayırlısı Allah’ın Kitâbı’dır. Rehberliğin en hayırlısı Muhammed ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in rehberliğidir. (Dînî) işlerin en kötüsü sonradan icat edilenlerdir. Sonradan icat edilen her şey bid‘attir, her bid‘at bir sapıklıktır. Her
sapıklık da ateştedir.”(1)
“Sünnetime ve benden sonra gelecek, hidâyete mazhar olmuş râşid
halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın. Bu sünnetlere adeta azı dişlerinizle
ısırırcasına sımsıkı tutunun. Dînde sonradan ortaya çıkan işlerden sakının. Çünkü dîn adına sonradan ortaya atılan her şey bid‘attir ve her
bid‘at de sapıklıktır.”(2)
Bu konuda daha pek çok nas vardır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in yolu
(1) Müslim, Kitâbu’l-Cumua, Bâbu Tahfîfi’s-Salâti ve’l-Hutbe (867) (43).
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Sünne, Bâbu Fî Luzûmi’s-Sünne.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
19
ve yöntemi Allah’ın Kitâbı’na, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Sünneti’ne
ve ondan sonraki râşid halifelerin gittiği yola sımsıkı sarılmaktır. İşte
bundan dolayı, onlar dîni ayakta tutar ve Allah’ın şu âyetine imtisâlen
dînde ayrılığa düşmezler: “Sizin için dînden, Nûh’a tavsiye ettiğini, sana
vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimizi teşrî buyurdu. Şöyle ki: Dîni dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.”
(Şûrâ: 13). Onların arasında, her ne kadar câiz ictihattan kaynaklanan
ihtilâflar meydana gelse de bu ihtilâf kalplerinin ayrılmasına yol açmaz.
Bilakis onların ictihattan kaynaklanan ihtilâfları olsa bile bir birleriyle
ülfet ettiklerini ve birbirlerini sevdiklerini görürsün.
SORU-4: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kimlerdir?
CEVAP: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Sünnet’e sımsıkı sarılan, onun
üzerinde birleşen, ne ilmî ve i’tikâdî mes’elelerde, ne de amelî ve hükmî
mes’elelerde ondan başkasına iltifat etmeyen kimselerdir. Bu sebeple
Sünnet ehli diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü onlar Sünnet’e sımsıkı sarılan kimselerdir. Yine, cemaat diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü
Sünnet’in etrafında toplanmışlardır.
Ehl-i bid‘at’in ahvalini incelediğin zaman i’tikâdî veya amelî yöntemlerinde paramparça olduklarını görürsün. Bu da onların, uydurdukları bid‘atler miktarınca Sünnet’ten uzak olduklarını gösterir.
SORU-5: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ölümünden sonra ümmetinin
parçalanacağını haber vermiştir. Bunun tarafınızdan açıklanmasını
bekliyoruz?
CEVAP: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬sahîh yolla kendisinden gelen
bir rivâyette(1) Yahudilerin yetmiş bir fırkaya, Hıristiyanların yetmiş iki
fırkaya, bu ümmetin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan biri
hariç tamamının cehennemde olacağını haber vermektedir. Kurtulan
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s- Sunne, Bâbu Şerhi’s-Sunne (4596), Tirmizî, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu İftirâki Hâzihi’l-Umme (2642), İbn Mâce, Kitâbu’l-Fiten, Bâbu İftirâki’lUmme (3991).
20
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
fırka, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ve ashâbının izlediği yolu izleyenlerdir. Bu fırka, dünyada bid‘atlerden, âhirette de cehennem ateşinden
kurtulan fırkadır. Bu fırka kıyâmete kadar daima Allah’ın emri üzere
sâbit kalan başarıya ulaşmış fırkadır.
İçlerinden bir tanesi hak, diğerleri bâtıl üzerinde olan bu yetmiş
üç fırkayı, bazıları tek tek saymaya çalıştılar ve bid‘at ehlini beş şubeye
ayırdılar. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in belirlediği sayıya ulaşmak için de
bu beş şubeyi alt bölümlere ayırdılar. Bazı kimseler de bunları saymaktan vazgeçmenin daha uygun olacağı görüşündedirler. Çünkü sapanlar
bu fırkalardan ibaret değildir. Bilakis insanlar daha önce olduğundan
çok daha fazla sapıtmışlardır. Bu fırkaların sayısı yetmiş iki ile sınırlandırıldıktan sonra da fırkalar ortaya çıkmıştır. Bu sayının sonunun gelmeyeceği, sonunun ne zaman geleceğini bilmenin mümkün olmadığını
ve ancak âhir zamanda kıyâmet koptuğunda bilinebileceği söylenmiştir.
O halde Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in genellediği gibi genellememiz ve
bu ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunların biri hariç hepsinin
cehennemlik olacağını söylememiz, sonra Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
ve onun ashâbına muhâlefet eden herkesin bu fırkaların içine gireceğini
söylememiz daha uygundur. Bazen Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bizim şu
anda sadece on tanesini bile bilemediğimiz bir pek çok kısmı olan bir temel esasa işaret edebilir. Yine bazen pek çok dalları olan ihtiva eden bir
temel asıla işaret edebilir. Nitekim bazıları bu görüştedirler. Doğrusunu
Allah azze ve celle bilir.
SORU-6: Kurtulan fırkanın en belirgin özellikleri nelerdir? Bu özelliklerinden bazıları eksik olan insan kurtulan fırkadan çıkar mı?
CEVAP: Kurtulan fırkanın, en belirgin özelliği, i’tikâdda, ibâdette,
ahlâkta ve muamelatta Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yoluna sımsıkı sarılmaktır. Bu dört şeyde Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yoluna sarılmak
kurtulan fırkanın en belirgin özellikleridir.
Akîdede onların Allah’ın Kitâbı’nın ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
Sünneti’nin delâlet ettiği Allah’ın ulûhiyyeti, rubûbiyyeti, isimleri ve sıfatları konusundaki hâlis tevhîde sımsıkı bağlı olduklarını görürsün.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
21
İbâdetlerde bu fırkanın, ibâdetlerin çeşitleri, miktarları, zamanları,
mekânları ve sebepleriyle ilgili Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetine
tam olarak uymak ve uygulamakla başkalarından ayrıldığını görürsün.
Onlarda, Allah’ın dîninde çıkarılmış hiçbir bid‘at bulamazsın. Bilakis
onlar, Allah ve Rasûlüne karşı olabildiğince edeplidirler. İbâdetler hususunda Allah’ın izin vermediği herhangi bir şeyi ortaya atarak Allah ve
Rasûlünün önüne geçmezler.
Ahlâkta da başkalarından belirgin olarak ayrıldıklarını görürsün.
Müslümanların iyiliğini istemek, açık yüreklilik, güler yüz, hoş ve nazik
konuşmak, cesaret ve diğer ahlâkî güzellikler ve erdemlerde en güzeline
sahip olmakla temâyüz ederler.
Muamelatta insanlara Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in işaret ettiği
doğruluk ve şeffaflıkla muamele ederler. O şöyle buyurmaktadır: “Alıcı
ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler. Eğer doğru
söyler ve her şeyi beyân ederlerse alış verişleri kendileri için bereketli olur.
Yalan söyler ve gerçeği gizlerlerse alışverişlerinin bereketi gider.”(1)
Bu özelliklerden bazılarının eksik olması kişiyi kurtulan fırkadan
çıkarmaz. Fakat herkesin derecesi yaptığıyla ölçülür. İhlâsın ihlâli gibi
tevhîd yönünden bir eksiklik onu kurtulan fırkanın dışına çıkarabilir.
Bid‘atler de böyledir. Bazen kişi, kendisini kurtulan fırkanın dışına çıkaracak bir bid‘at işleyebilir.
Ahlâk ve muamelatta ise, bunların ihlâli her ne kadar kişinin mertebesini düşürse de onu bu fırkanın dışına çıkarmaz. Ahlâk mes’elesinde
biraz ayrıntıya girmeye ihtiyacımız var. Çünkü ahlâkî yönden en önemli
mes’ele söz birliği ve Allah teâlâ’nın şu âyette bize tavsiye ettiği şekilde hak üzerinde birleşmektir: “Sizin için dînden, Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimizi
teşrî buyurdu. Şöyle ki: Dîni dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin.” (Şûrâ: 13). Allah teâlâ, dînlerini parça parça edip guruplara
ayrılanlarla Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hiçbir ilişkisinin olmadığını haber verdi ve şöyle buyurdu: “Dînlerini parça parça edip guruplara
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Buyû’, Bâbu İzâ Beyyene’l-Beyyiâni velem Yektüm (2079); Müslim,
Kitâbu’l-Buyû’, Bâbu’s-Sıdki fi’l-Bey’i ve’l-Beyân (1532).
22
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.” (En‘âm: 159). Söz
birliği ve gönül birliği kurtulan fırkanın –Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in–
en belirgin özelliklerinden biridir. Onlar, ictihâdî mes’elelerde, aralarında ictihâddan kaynaklanan bir ihtilâf ortaya çıktığı zaman birbirlerine
karşı herhangi bir kin, düşmanlık ve buğz taşımazlar. Aralarında böyle
bir ihtilâf hâsıl olsa bile kardeş olduklarına inanırlar. Hatta kendi mezhebinin görüşüne göre abdestsiz olan bir kimsenin arkasında bile namaz
kılarlar. Arkasında namaz kıldığı imam kendisinin abdestli olduğu görüşündedir. Mesela onlardan biri deve eti yiyen bir kimsenin arkasında
namaz kılar. Bu imam deve eti yemekle abdestinin bozulmadığı görüşündedir. Hâlbuki onun arkasında namaz kılan kişi deve eti yemekle abdestin bozulduğu görüşündedir. O namazı kendisi kıldığı zaman sahîh
olmayacağı görüşünde olduğu halde bu imamın arkasında kıldığı zaman
sahîh olduğuna inanır. Çünkü bütün bunları onlar, gerçek bir ihtilâf
olarak değil, hakkında ictihâdın câiz olduğu şeylerdeki ictihâddan kaynaklanan bir ihtilâf olarak görürler. Çünkü ihtilâf edenlerden her biri
uyması kendisine vâcib olan bir delîle uymaktadır ve o delîlden dönmesi
ona câiz değildir. Onların görüşüne göre Müslüman kardeşlerinden biri
herhangi bir amelde delîle uyarak kendilerine muhalefet ettiği zaman
gerçekte o kendilerine muvâfakat etmiştir. Çünkü onlar nerede olursa
olsun delîle uymaya davet eden kimselerdir. Kendisindeki bir delîle uyarak onlara muhâlefet ettiği zaman gerçekte onlara muvâfakat etmiş demektir. Çünkü o kardeşleri, Allah’ın Kitâbı vePeygamberimiz ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬in Sünneti’yle hükmetmek için yaptıkları çağrı ve yönlendirmeleri
doğrultusunda hareket etmiştir. İlim ehli kimselerin pek çoğu tarafından bilinmektedir ki sahabîler arasında hatta Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
zamanında bile bu gibi mes’elelerde bazı ihtilâflar çıkmıştır. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onlardan hiçbirini kınamamıştır. Mesela Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ahzab savaşından döndüğü zaman Cebrail gelip de sözleşme hükümlerini çiğneyen Kureyza oğullarına karşı savaşa çıkılmasına işaret edince ashâbını çağırıp şöyle buyurdu: “İkindiyi mutlaka Beni
Kureyza’da kılın!”(1) Bunun üzerine Medîne’den Beni Kureyza’ya doğru
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Havf, Bâbu Salâti’t-Tâlibi ve’l-Matlûb (946); Müslim, Kitâbu’lCihâd ve’s-Siyer, Bâbu’l-Mubâderatu bi’l-Ğazvi (1770).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
23
yola çıktılar. İkindi namazı onları sıkıştırmıştı. Kimisi vakti çıktıktan
sonra Beni Kureyza’ya varıncaya kadar onu erteledi. Çünkü Peygamber
‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬İkindiyi mutlaka Beni Kureyza’da kılın!” demişti. Kimisi de –ki ictihâdlarında isabet edenler onlardı- namazı vaktinde kılmıştı
ve Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bizden çıkışta acele etmemizi istedi, yoksa
namazı vaktinden ertelememizi istemedi demişlerdi. Fakat Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬her iki guruptan da hiç kimseye kızmadı, hiç biri de
Peygamber’in bu ifadesini anlamadaki ihtilâfları sebebiyle diğerine karşı düşmanlık veya buğz beslemedi. Bu sebeple ben Sünnet’e intisap eden
Müslümanların tek bir ümmet olmaları gerektiğine; ictihâdın câiz olduğu alanlardaki ihtilâflar yüzünden birbirlerine düşman olacak ve kin
besleyecek şekilde aralarında, şu bir guruba mensup, diğeri başka bir
guruba mensup, üçüncüsü üçüncü bir guruba mensup olup sivri dillerle
birbirlerini boğazlayacak guruplara ayrılmamaları gerektiğine inanıyorum. Her bir gurubu özel olarak ismen belirtmemin gereği yoktur. Fakat
aklı olan anlar, durum onun için gâyet açıktır.
Ben Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in anlayışına göre nasların gerektirdiği şeylerdeki ihtilâflarına rağmen birlik içinde olmaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü Allah’a hamd olsun bu konuda genişlik vardır. Önemli
olan gönül birliği ve söz birliğidir. Kuşkusuz Müslümanların düşmanları, düşmanlıklarını ister açıkça ifade etsinler, isterse Müslümanlarla
veya İslâm’la dost olmadıkları halde dost görünsünler onların parçalanmalarını isterler. Kurtulan fırkanın ayırt edici özelliği olan bu özelliği
-ki bu özellik, tek bir kelimede birleşmektir- fark etmemiz gerekir.
SORU-7: Dînde orta yol ne demektir?
CEVAP: Dînde i’tidal ve orta yol, insanın dînde aşırı gidip de
Allah’ın koyduğu sınırları aşmaması ve ihmalkâr davranıp da Allah’ın
koyduğu sınırların gerisinde kalmamasıdır.
Dînde i’tidal, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sîretine sımsıkı bağlanmak, dînde aşırılık ise, onu aşmak ve ulaşamayacak şekilde ondan geride kalmaktır. Mesela bir adam, ben gece ibâdet etmek istiyorum, hiçbir
zaman uyumayacağım, çünkü namaz en faziletli ibâdetlerdendir, ben
24
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
de bütün geceyi namazla ihya etmek istiyorum dese, deriz ki, bu adam
Allah’ın dîninde aşırı gitmiştir, hak üzere değildir. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zamanında buna benzer bir olay olmuştur. Ashâbtan birkaç
kişi bir araya gelerek içlerinden biri, ben gece namaz kılacağım ve hiç
uyumayacağım, demiş; diğeri hep oruç tutacağını ve oruçsuz gün geçirmeyeceğini, üçüncüsü de kadınlarla evlenmeyeceğini söylemişti. Bu
durum Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e ulaştı. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurdu: “Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle diyorlar. Ben hem
namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar, hem tutmam. Kadınlarla da
evlenirim. Şimdi kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”(1)
Bunlar dînde aşırı gitmişlerdi ve Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de onlardan
teberri etmişti. Çünkü onlar, içinde oruç, iftar, ibâdet, uyku ve kadınlarla evliliğin bulunduğu sünnetinden yüz çevirmişlerdi.
İhmalciye gelince o, benim nafileye ihtiyacım yok, ben nafile ibâdet
etmem, ben sadece farzları yerine getiririm diyen ve bazen farzları da
ihmal eden kimsedir. Böylelerine, eksik yapan veya ihmalkâr denilir.
Mu’tedil ise Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ve onun Râşid halifelerinin sünnetine uygun hareket eden kimsedir.
Başka bir örnek: Önlerinde fasık bir adam bulunan üç kişi düşünün.
Bunlardan birisi diyor ki: Ben bu fasığa selam vermem, onu terk ederim,
ondan uzak dururum ve onunla konuşmam.
İkincisi diyor ki: Ben bu adamla beraber yürürüm, ona selam veririm, yüzüne gülerim, yanıma çağırırım, davetine icâbet ederim, benim
nazarımda o sâlih birisi gibidir.
Üçüncüsü de şöyle diyor: Ben bu fasığın fasıklığından hoşlanmam
fakat îmânından dolayı onu severim. Onu ancak düzelmesine sebep olacaksa terk ederim, düzelmesine değil de aksine fasıklığının artmasına
sebep olacaksa onu terk etmem.
Deriz ki, birincisi aşırıdır, müfrittir; ikincisi tefritçidir, ihmalkârdır;
üçüncüsü orta yoldadır, dengelidir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Edeb, Bâbu Men lem Yuvâcihi’n-Nâse bi’l-Itâb (6101); Müslim,
Kitâbu’n-Nikâh, Bâbu İstihbâbu’n-Nikâh limen Takat Nefsuhu ileyhi…(1401).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
25
Diğer ibâdetler ve insanlarla muameleler konusunda da aynı şeyi
söyleriz. İnsanlar bu konularda ya gevşektir, ya aşırıdır, ya da orta bir
yoldadırlar.
Üçüncü bir örnek: Bir adam vardır ki karısının esiridir. Kadın onu
istediği yere götürür, onun hiçbir günahını reddetmez, hiçbir fazîlete
onu teşvik etmez. Kadın onun aklına hâkim olmuş ve onu yönetir hale
gelmiştir.
Bir adam da vardır ki, kaba ve kibirlidir, karısına tepeden bakar, ona
aldırış etmez, sanki karısı onun yanında hizmetçiden daha aşağıdadır.
Üçüncü bir adam daha vardır ki dengelidir. Karısına Allah ve
Rasûlünün emrettiği gibi davranır: “Erkeklerin hanımları üzerinde
bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır.” (Bakara: 228). “Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına
buğz etmesin; (çünkü) onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu
beğenir.”(1) Bu sonuncusu dengelidir. İlki eşine karşı muamelesinde çok
gevşektir, ikincisi de aşırıdır. Diğer amelleri ve muameleleri de buna kıyas et.
SORU-8: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e göre îmânın tanımı nedir?
Îmân artar ve eksilir mi?
CEVAP: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e göre îmân “kalp ile ikrâr, dil
ile söylemek ve organlarla amel etmektir.” Buna göre îmân şu üç şeyi
içerir:
1 – Kalp ile ikrâr etmek.
2 – Dil ile söylemek.
3 – Organlarla amel etmek.
Böyle olunca da îmân artar ve eksilir. Çünkü kalp ile ikrâr artabilir. Haberi ikrâr etmek gözle görülen şeyi ikrâr etmek gibi değildir.
Bir kişinin verdiği haberi ikrâr etmek, iki kişinin verdiği haberi ikrâr
etmeye benzemez. Bu sebeple İbrâhîm aleyhisselam şöyle demiştir: “Ya
(1) Müslim, Kitâbu’r-Rada’, Bâbu’l-Vasıyyeti bi’n-Nisâ (1469).
26
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Rabbi, göster bana, ölüleri nasıl diriltirsin?” Allah: “Ne o, yoksa inanmadın mı?” buyurdu. İbrâhîm: “Elbette inandım, ancak kalbim iyice
yatışsın istedim” dedi.” (Bakara: 260). Kalbin ikrârı, itminanı ve sükûneti
yönünden îmân artar. İnsan bunu kendi içinde hissedebilir. İçinde öğütler verilen, cennet ve cehennemden söz edilen bir zikir meclisinde hazır
bulunduğu zaman îmânı artar, hatta bunları gözüyle müşahede etmiş
gibi olur. Gaflete daldığı ve bu meclisten kalktığı zaman kalbindeki bu
yakîni azalır.
Îmân söz yönünden da artar. Allah’ı on defa zikreden kimse yüz
defa zikreden kimse gibi değildir. İkincisi daha fazladır.
İbâdetlerini eksiksiz bir şekilde yerine getiren kimsenin îmânı da
onları eksik yerine getiren kimsenin îmânından daha fazladır.
Amel de böyledir. Çünkü insan organlarıyla bir başkasından daha
çok amel ettiği zaman ondan eksik yapan kimsenin îmânından daha fazla
îmâna sahiptir. Bu, yani îmânın arttığı ve eksildiği Kur’ân ve Sünnet’te
sâbittir. Allah teâlâ şöyle buyurur: “Onların sayısını da inkârcılar için
sadece bir imtihan (vesîlesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, îmân edenlerin de îmânını arttırsın.” (Müddessir: 31). “Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki:
"Bu sizin hanginizin îmânını artırdı?" Îmân edenlere gelince (bu sûre)
onların îmânlarını artırır ve sevinirler. Kalplerinde hastalık olanlara
gelince, onların da küfürlerini büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.” (Tevbe: 124, 125). Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen sahîh
bir hadîste kadınlara şöyle buyurmuştur: “Akıl ve dîni noksan olduğu
halde akıllı bir kimseye galebe çalanlardan sizin gibisini görmedim.”(1) O
halde îmân, artar ve eksilir.
Peki, îmânın artmasının sebebleri nelerdir?
Artmasının sebebleri şunlardır:
Birinci sebeb: Allah’ı isimleri ve sıfatlarıyla tanımaktır. Çünkü insanın Allah’ı, isimlerini ve sıfatlarını tanıması arttıkça şüphesiz îmânı
da artar. Bu sebeple Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını bilen ilim sahiple(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Terki’l-Hâizi’s-Savme (304).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
27
rinin îmânının bunları bilmeyenlerin îmânından bu yönden daha kuvvetli olduğunu görürsün.
İkinci sebeb: Allah’ın kevnî ve şer‘î âyetlerini düşünmektir. İnsanın Allah’ın mahlûkâtı olan kevnî âyetleri incelemesi arttıkça îmânı da
artar. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” (Zâriyât: 20,21). Buna delâlet eden âyetler çoktur. Yani, İnsanın bu
kâinatı düşünüp incelemesinin îmânını artıracağına delâlet eden âyetler
çoktur.
Üçüncü sebeb: Çokça ibâdettir. İnsanın ibâdetleri arttıkça, ister sözlü olsun isterse fiili ibâdet olsun, bunlarla îmânı da artar. Zikir, kemiyet
ve keyfiyet olarak îmânı artırır. Namaz, oruç, hac, bütün bunlar kemiyet
ve keyfiyet olarak îmânı artırır.
Îmânı eksilten sebeblere gelince, onlar da bunun aksi olan şeylerdir:
Birinci sebeb: Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmemek îmânın noksan
olmasını gerektirir. Çünkü insanın, Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmesi
eksik olduğu zaman îmânı da eksik olur.
İkinci sebeb: Allah’ın kevnî ve şer‘î âyetlerini düşünmekten yüz çevirmektir. Şüphesiz bu îmân noksanlığına veya en azından îmânın durgunluğuna ve gelişmemesine sebeptir.
Üçüncü sebeb: Günah işlemektir. Çünkü günahların kalp ve îmân
üzerinde büyük etkileri vardır. Bundan dolayı Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Zinâ eden kimse zinâ ettiği zaman mü’min olarak
zinâ etmez.”(1)
Dördüncü sebeb: İbâdet ve tââtleri terk etmektir. İbâdet ve tââtleri
terk de îmân noksanlığının sebebidir. Bu, farz olan bir ibâdet ve tâât
ise, onun mazeretsiz olarak terk edilmesi ayıplanan ve cezalandırılan
bir noksanlıktır. Farz olmayan bir ibâdet ve tâât ise veya farz da mazeretli olarak terk edilmişse bu ayıplanmayan bir eksikliktir. Peygamberi(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hudûd, Bâbu’z-Zina ve Şurbi’l-Hamr (6772); Müslim, Kitâbu’lÎmân, Bâbu Beyâni Noksâni’l-Îmân bi’l-Meâsî (57).
28
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
miz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu sebeple kadınların dînlerinin ve akıllarının eksik
olduğunu söylemiştir. Dînlerinin noksanlığını hayızlı oldukları zaman
namazı ve orucu terk etmelerine bağlamıştır. Hâlbuki hayız halinde namazın ve orucun terk edilmesi ayıplanacak bir durum değildir, bilakis
böyle emredilmiştir. Fakat kadınlar, erkeklerin yerine getirdiği bir fiili
kaçırdığı için bu yönden onlardan eksik hale gelmiştir.
SORU-9: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in; îmânı, “Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman ve bir de hayrıyla şerriyle kadere inanmandır.” diye tefsîr ettiği Cibrîl hadîsi(1) ile Abdulkays heyetine îmânı, “Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, bir ve tek
olduğuna ve O’nun ortağının olmadığına şahitlik etmek, namaz kılmak,
zekâtı vermek ve ganimetin beşte birini eda etmektir.” diye tefsîr ettiği
hadîsinin(2) arasını nasıl birleştiririz?
CEVAP: Bu soruya cevap vermeden önce Kitap ve Sünnet arasında
asla bir çelişkinin olmadığını söylemek isterim. Kur’ân’ın içinde birbirine zıt herhangi bir şey olmadığı gibi, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
sahîh sünneti içinde de birbirleriyle çelişen hadîsler yoktur. Kur’ân’da
ve Sünnet’te asla vakıaya aykırı da hiç bir şey yoktur. Çünkü vâkıa hak
olarak vâki olmuştur, Kitap ve Sünnet de haktır. Hakta da çelişki mümkün değildir. Bu kaideyi anladığın zaman zihnindeki pek çok problem
çözülmüş olur. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar bu Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasından gelseydi onda pek çok
çelişki bulurlardı.” (Nisâ: 82). Durum böyle olunca Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hadîslerinin birbirleriyle çelişkili olması mümkün değildir.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬îmânı bir şekilde tefsîr edip de başka bir yerde sana göre birinci tefsîrine aykırı başka bir tefsîrle tefsîr ettiği zaman
şöyle düşünürsen bir aykırılık olmadığını görürsün:
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Suâli Cibrîle en-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem
ani’l-Îmân ve’l-İslâm ve’l-İhsân (50); Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu’l-Îmân ve’lİslâm ve’l-İhsân (9).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Edâu’l-Hamsi mine’l-Îmân (53); Müslim, Kitâbu’lÎmân, Bâbu’l-Emri bi’l-Îmâni billahi teâlâ ve Rasûlihi sallallahu aleyhi ve sellem
(17).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
29
Cibril hadîsinde Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬dîni üç kısma ayırdı:
Birinci kısım: İslâm
İkinci kısım: Îmân
Üçüncü kısım: İhsân
Abdulkays heyetine îmânı tefsîr ettiği hadîste sadece bir bölümünü
zikretti O da İslâm’dır. İslâm kelimesi mutlak olarak kullanıldığı zaman
îmânı da içerir. Çünkü İslâm’ın esasları ancak bir mü’min tarafından
yerine getirilebilir. İslâm tek başına zikredildiği zaman îmânı da kapsar.
Îmân da tek başına zikredildiğinde, İslâm’ı da kapsar. İkisi birlikte zikredildikleri zaman ise îmân kalplerle, İslâm organlarla ilgili hale gelir.
Bu ilim talebesi için önemli bir faydadır. O halde İslâm tek başına zikredildiği zaman içine îmân da girer. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah katında dîn, İslâm’dır.” (Âl-i İmrân: 19). İslâm dîninin akîde, îmân
ve şer‘î hükümler olduğu bilinen şeylerdendir. Îmân tek başına zikredildiği zaman içine İslâm da girer. İslâm tek başına zikredildiği zaman
içine îmân da girer. İkisi bir arada zikredildiği zaman îmân kalplerle
ilgili olan, İslâm ise organlarla ilgili olan şeyler olur. Bu sebeple seleften
bazıları şöyle demişlerdir: “İslâm açıktır, îmân gizlidir.” Çünkü o kalptedir. Bu sebeple bazen namaz kılan ve oruç tutan münafık görürsün. Bu
görünüşte Müslümandır, gerçekte mü’min değildir. Nitekim Allah teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan bazıları da vardır ki, îmân etmedikleri halde “Allah’a ve âhiret gününe îmân ettik.” derler.” (Bakara: 8).
SORU-10: Îmânı, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve hayrı ile şerri ile kadere îmân” diye tanımlayan
hadîs ile Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Îmân yetmiş küsur şubedir…”(1)
hadîsinin arasını nasıl birleştiririz?
CEVAP: Akîde anlamındaki îmânın altı temel esası vardır. Bunlar Cibrîl hadîsinde zikredilmiştir. Cibrîl, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
îmânı sorduğu zaman şöyle cevap vermiştir: “Îmân, Allah’a, melekle(1) Tirmizî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Mâ Câe fî istikmâli’l-Îmân (2614). İbn Mâce, Mukaddime (57).
30
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman ve bir de
hayrıyla şerriyle kadere inanmandır.”(1) Bu hadîsi Buhârî ve Müslim birlikte rivâyet etmişlerdir.
Amelleri, çeşitlerini ve cinslerini kapsayan îmâna gelince bu, yetmiş
küsur şubedir. Bundan dolayı Allah teâlâ şu âyetinde, namazı da îmân
olarak isimlendirmiştir: “Allah sizin îmânınızı zâyi edecek değildir. Şüphesiz Allah insanlara karşı raûf ve rahîmdir.” (Bakara: 143). Müfessirler
buradaki “îmânınız” kelimesinin “Kudüs’e doğru yönelerek kıldığınız
namazınız” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Çünkü sahabîler Kâbe’ye
yönelmeleri emredilmeden önce Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kılıyorlardı.
SORU-11: Hadîste geçtiği gibi bir kimsenin sadece mescitlere gitme
alışkanlığından dolayı îmânına şahitlik edilebilir mi?
CEVAP: Evet, şüphesiz ki mescitlerdeki namazlarda hazır olan bir
kimsenin orada bunun için hazır bulunması îmânına delîldir. Çünkü
onu evinden dışarı çıkmaya sevk eden ve mescide doğru yürümeye zorlayan şey, Allah azze ve celle’ye îmânından başka bir şey değildir.
Soruyu soran kişinin “hadîste geçtiği gibi” sözüne gelince o, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilen şu hadîse işaret ediyor: “Mescidlere
gelmeyi devamlı adet edinen bir adam gördüğünüz zaman onun îmânına
şahitlik ediniz.”(2) Fakat bu hadîs zayıftır. Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh
bir yolla gelmemiştir.
SORU-12: Allah azze ve celle ile ilgili konularda şeytanın kendisine
büyük vesveseler verdiği bir adam var. Bundan dolayı gerçekten çok korkuyor. Bu kimseye neyi tavsiye edersiniz?
CEVAP: Sorduğu problemin sonuçlarından korkan kişinin problemi
hakkında ben derim ki: Bu problemin sonuçlarının sadece güzel sonuçlar olacağını o kişiye müjdele. Çünkü şeytanlar, onların kalplerindeki
(1) Bunun tahrîci yukarıda geçti.
(2) Tirmizî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Mâ Câe fi Hurmeti’s-Salâ (2617).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
31
sağlam akîdeyi sarsmak, onları rûhi sıkıntı içine sokmak, îmânlarının
berraklığını bulandırmak, hayatlarının huzurunu kaçırmak için bu vesveselerle mü’minlere saldırırlar.
Bu hâl, îmân sahiplerinin ilk defa karşılaştıkları bir hâl değildir,
sonuncusu da değildir. Dünyada mü’min olduğu sürece devam edecek
bir hâldir. Bu durum sahâbîlerin de başına gelirdi. Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten rivâyet edildiğine göre sahâbeden bazı kimseler Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e gelerek şöyle sordular: İçimizde öyle şeyler hissediyoruz
ki onları konuşmak bile bize ağır geliyor. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬:
“Demek böyle şeyler hissediyorsunuz, öyle mi?” buyurdu. Onlar, evet dediler. Rasûlullah ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “İşte bu apaçık bir îmândır.”(1) buyurdu.
Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Yine Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde
rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Sizden
herhangi birinize şeytan gelir, ‘Bunu kim yarattı? Şunu kim yarattı?’ diye
vesvese verir. En sonunda: ‘Rabbi’ni kim yarattı?’ der. İmdi, şeytanın vesvesesi Rabbinize kadar erişince, o vesveseli kişi hemen: Allah’a sığınsın ve
vesveseye son versin.”(2)
İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
bir adam geldi ve ona şöyle dedi: Ben içimde sıkıntı veren bir şey hissediyorum. Onu söylemektense yanıp kömür olmayı tercih ederim. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Şeytanın vesvese vermek için kurduğu
tuzağı bozan Allah’a hamd olsun.”(3)
Şeyhulislâm İbn Teymiye rahimehullah Kitâbu’l-Îmân’da şöyle der:
“Mü’min, göğsü daraltan küfür vesvesesini veren şeytanın vesvesesi
ile imtihan edilir. Nitekim sahabîler şöyle dediler: Ey Allah’ın Rasûlü!
İçimizde öyle sıkıntı verici şeyler hissediyoruz ki onları söylemektense
gökten yüz üstü yere düşmeyi tercih ederiz. Bunun üzerine Peygamber
‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “İşte bu apaçık bir îmândır.” buyurdu. Bunları konuşmak
bize çok ağır geliyor, rivâyetinde ise şöyle buyurdu: “Şeytanın vesvese
vermek için kurduğu tuzağı bozan Allah’a hamd olsun.” Yani kendisine
(1) Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Beyâni’l-Vesveseti fi’l-Îmân (134).
(2) Buhârî, Kitâbu Bed’i’l-Vahy, Bâbu Sıfati İblîsi ve Cünûduhu (3276); Müslim, Kitâbu’lÎmân, Beyânu’l-Vesveseti fi’l-Îmân (134).
(3) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Edeb, Bâbu Reddi’l-Vesvese (5112); Ahmed, Müsned, 1/340.
32
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ağır geldiği halde bu vesveseye kapılması ve kalbinden bunu defetmeye
çalışması apaçık bir îmândır. Böyle birisi tıpkı düşmanıyla karşılaşıp da
ona galip gelinceye kadar kendisini savunan mücahid gibidir. Bu büyük
bir cihâddır.” Şeyhulislâm sözünün devamında şöyle dedi: “Bu sebeple
ilim talebelerinde ve ibâdet ehlinde başkalarında bulunmayan şüpheler
ve vesveseler bulunur. Çünkü diğerleri Allah’ın dînine ve yoluna girmemişler, rablerinin zikrinden gafil bir halde heva ve heveslerine yönelmişlerdir. İlim ve ibâdetle rablerine yönelenlerin aksine şeytanın da istediği
budur. Çünkü düşmanları onları Allah’ın yolundan alıkoymak ister.”
Bundan maksat onu zikretmektir. (Hindistan baskısı s.147).
Bu soruyu soran kişiye derim ki: Bu vesveselerin şeytandan kaynaklandığını bildiğine göre bunlarla mücadele et ve tahammül et. Bil ki
mücadelenin gereğini yerine getirirsen, onlardan yüz çevirirsen ve peşlerinden gitmekten vazgeçersen bu vesveseler sana asla zarar veremezler.
Nitekim Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Allah ümmetimin
gönüllerinin sessizce konuşup düşündüğü yaramaz düşünceleri -kul onları işlemediği veya söylemediği müddetçe- affeylemiştir.”(1)
Sana denilse ki: “Sen vesveseye inanır mısın? Onu gerçek olarak görür müsün? Allah teâlâ’yı o vesveselerle vasfedebilir misin?” Böyle bir
soruya karşılık, “Benim bu vesveselerle konuşmam olacak şey değildir.
Allah’ım sen her türlü noksanlıktan münezzehsin, bu büyük bir bühtandır.” dersin. O vesveseleri kalbinle ve lisanınla reddedersin. İnsanların
ondan en hoşlanmayanı sen olursun. İşte o zaman bu sadece bir vesvese
ve kalbine musallat olan kötü düşüncelerden ibarettir, seni mahvetmek
ve dîninde aklını karıştırmak için Âdemoğlunun damarlarında akan
şeytanın kurduğu bir şirk tuzağıdır.
Bu sebeple şeytanın senin kalbine içinde şüphe ve itiraz bulunan
basit şeyleri atmadığını görürsün. Mesela sen doğuda ve batıda içleri insanlar ve binalarla dolu önemli büyük şehirlerin varlığını duymuşundur. Hiçbir gün senin aklına bunların mevcudiyeti konusunda bir şüphe
gelmez. Veya bunların oturulamayacak şekilde yıkık ve harap oldukla(1) Buhârî, Kitâbu’l-Itk, Bâbu’l-Hatâi ve’n-Nisyâni fi’l-Itâkati ve’t-Talâk (2528); Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Tecâvuzillahi an Hadîsi’n-Nefsi ve’l-Havâtırı bi’l-Kalb…
(127).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
33
rı ve içlerinde hiç kimsenin bulunmadığı gibi bir şüpheye kapılmazsın.
Çünkü şeytanın insanı böyle konularda şüpheye düşürmek gibi bir gayesi yoktur. Fakat onun mü’minin îmânını bozmak gibi büyük bir gayesi
vardır. Bu sebeple süvarileriyle ve piyadeleriyle onun kalbindeki ilim ve
hidâyet nûrunu söndürmek ve onu şüphe ve şaşkınlık karanlığına düşürmek için çalışır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬içinde şifa bulunan en
faydalı ilacı bize açıklamıştır, o da şu sözdür: “Allah’a sığınsın ve vesveseye son versin.” İnsan vesveseden vazgeçer ve Allah katındaki sevap
ve mükâfatı isteyerek ibâdete devam ederse bu vesveseler kendisinden
kaybolup gidecektir. O halde bu konuda kalbine gelen bütün düşüncelerden yüz çevir. İşte sen Allah’a ibâdet ediyorsun, O’na dua ediyorsun
ve O’na saygı duyuyorsun. Bir kimsenin Allah’ı senin vesveselerindeki
gibi anlattığını duymuş olsan ve imkânın olsa onu öldürürsün. O halde
içindeki vesvesenin aslı yoktur, gerçek değildir. Bilakis onlar aslı olmayan kötü düşünceler ve kuruntulardır. Nitekim temiz elbiseli bir adam
elbisesini yıkadıktan sonra belki pis olmuştur, belki namaz câiz olmaz
diye tekrar vesveseye kapılsa artık buna iltifat etmemelidir.
Sana vereceğim nasihatimin özeti şudur:
1 – Allah’a sığınmak ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrettiği gibi
bu düşüncelerden tamamen vazgeçmek.
2 – Allah’ı zikretmek ve içinden bu vesveselerin devamına engel olmak.
3 – Allah’ın emrine uymak ve rızâsını kazanmak için kendini tamamen ibâdete ve amele vermek. Ne zaman ciddiyetle ve gerçekten ibâdete
yönelirse inşaallah o zaman bu vesveselerle meşguliyeti de unutacaktır.
4 – Bu durumdan kurtulmak için Allah’a çokça iltica etmek ve dua
etmek. Senin için Allah’tan afiyet ve her türlü kötülükten hoşa gitmeyen
şeylerden kurtuluş dilerim.
SORU-13: Kâfirlerin İslâm dînine girmeleri vâcib midir?
CEVAP: Evet, Yahudi ve Hıristiyan bile olsa bütün kâfirlerin İslâm
dînine girmeleri vâcibtir. Çünkü Allah teâlâ, Kitâb-ı Azîz’de şöyle buyu-
34
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rur: “De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize birden gönderilmiş Allah’ın
Rasûlüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün egemenlik ve iktidarı
O’na aittir. O’ndan başka hak ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O’dur.
Bundan dolayı gelin, Allah’a ve Rasûlü’ne, Allah’ın bütün kelâmlarına
îmân etmiş olan o ümmî nebîye îmân edin ve ona tâbi olun ki, hidâyete
erebilesiniz.” (A’râf: 158). Demek ki bütün insanların Allah’ın Rasûlü
Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e îmân etmeleri vâcibtir. Ancak İslâm dîni,
Allah azze ve celle’nin rahmeti ve hikmeti gereği Müslümanların hükümlerine boyun eğmeleri şartıyla onların kendi dînlerinde kalmalarına izin vermiştir. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine Kitap
verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlünün
haram kıldığını haram saymayan ve hak dîni kendine dîn edinmeyen
kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe: 29).
Müslim’in Sahîhi’nde Burayde’nin rivâyet ettiği hadîse göre Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir ordunun veya müfrezenin başına komutan tayin ettiği zaman ona Allah’tan korkmasını ve beraberindeki Müslümanlara iyi
davranmasını emreder ve şöyle buyururdu: “Müşriklerden olan düşmanınla karşılaştığın zaman onları üç hususa davet et! Bunların hangisinde
sana icâbet ederlerse onu kabul et; ve kendilerini bırak!”(1) Bu hususlardan birisi de onların cizye vermeleridir.
Bu sebeple âlimler arasında tercîh edilen görüşe göre cizye Yahudi
ve Hıristiyanların dışındaki kâfirlerden de alınır.
Özet olarak söylemek gerekirse gayrimüslimlerin ya İslâm’a girmeleri veya Müslümanların hükümlerine boyun eğmeleri gerekir. Başarılı
kılan Allah’tır.
SORU-14: Gaybı bildiğini iddia eden kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Gaybı bildiğini iddia eden kimsenin hükmü kâfir olduğudur. Çünkü o, Allah azze ve celle’yi yalanlamaktadır. Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Neml: 65).
(1) Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer, Bâbu Te’mîri’l-Umerâ… (1730).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
35
Allah azze ve celle, Peygamberi Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e göklerde
ve yerde Allah’tan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini, insanlara
ilan etmesini emretmiştir. Buna göre gaybı bildiğini iddia eden kimse
Allah’ın bu haberini yalanlamış olur. Gaybı bildikleri iddiasında olan bu
kimselere deriz ki: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬gaybı bilmezken siz gaybı
nasıl bilebilirsiniz?! Onlar biz peygamberden daha üstünüz derlerse bu
sözle küfre girmiş olurlar. O bizden daha üstündür, derlerse, deriz ki: Siz
bildiğiniz halde Peygamberin gaybı bilmesi niçin engellenmiştir? Allah
teâlâ kendisinden söz ederken şöyle buyurmuştur: “O bütün gaybı bilir.
Fakat gayplarına hiç kimseyi vakıf etmez. Ancak, razı olduğu rasûle
bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir.” (Cin: 26, 27). İşte gaybı bilme iddiasında bulunan kimsenin küfrüne
delâlet eden ikinci bir âyet: Allah teâlâ Peygamberine insanlara şu sözünü ilan etmesini emretmiştir: “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim
yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim
de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En‘âm: 50).
SORU-15: Anne karnındaki çocuğun erkek veya kız olduğunu doktorların bilmesi ile Allah teâlâ’nın “Rahimlerde olanı O bilir” âyetini ve
İbn Cerîr Tefsîri’nde Mucâhid’den nakledilen rivâyeti ve Katâde’den gelen rivâyeti birbiriyle nasıl uzlaştıracağız? Mucâhid’den gelen rivâyette
bir adam Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e karısının ne doğuracağını sorunca Allah’ın bu âyeti indirdiği anlatılıyor. “Rahimlerde olanı O bilir”
âyetinin genel hükmünü tahsis eden şey nedir?
CEVAP: Bu mes’ele hakkında konuşmadan önce Kur’ân’ın açık lafzı
ile vâkıanın çelişmesinin asla mümkün olmayacağını beyân etmek isterim. Vâkıa ile bir çelişki görüntüsü ortaya çıktığı zaman vâkıa denilen
şeyin ya gerçekle alakası olmayan kuru bir iddiadır veya aksi durumda,
Kur’ân’ın lafzı bu çelişkide bizim anladığımız manaya delâlet yönünden
sarîh değildir. Çünkü hem Kur’ân’ın manaya delâleti açık olan lafzı hem
de vâkıanın hakikati kesindir. Her ikisi de kesin ve doğru olan şeylerin
birbirleriyle çelişmesi imkânsızdır.
Bu durum açıklığa kavuştuktan sonra, doktorların, şimdi çok hassas
36
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
aletlerle rahimlerdeki şeyleri keşfetme ve çocuğun erkekliğini dişiliğini
öğrenme imkânına ulaştıkları söylenmektedir. Eğer bu söylenen şeyin
aslı yoksa bu konuda konuşmaya gerek yoktur. Doğru ise bunun âyetle
çelişen bir tarafı yoktur. Çünkü âyet bu beş mes’elede Allah’ın ilmine
taalluk eden gaypla ilgili bir konuya delâlet ediyor. Ceninin durumuyla
ilgili gaybî mes’eleler şunlardır: Annesinin karnında ne kadar süre kalacağı, hayatı, ameli, rızkı, mutlu mu mutsuz mu olacağı, organları şekillenmeden önce erkekliği veya dişliği. Organlarının şekillenmesinden
sonra erkek veya dişiliğini bilmek gaybı bilmek değildir. Çünkü organlarının şekillenmesiyle birlikte bu konudaki bilgi artık müşahede edilen
şeylerin bilgisi haline gelir. Ancak o üç karanlığın içinde gizlidir. Bunlar izale edilirse durum ortaya çıkar. Allah’ın yarattığı şeylerde ceninin
erkekliği veya dişiliğini açıklığa kavuşturacak derecede bu karanlıkları
yırtacak ışınların bulunması akıldan uzak değildir. Âyette erkeklik ve
dişiliğin bilinmesi açıkça zikredilmemiştir. Sünnette de bununla ilgili
bir şey gelmemiştir.
Soruyu soran kişinin İbn Cerîr et-Taberî’den naklettiği şeye gelince, İbn Cerîr bunu Mucâhid’den şöyle rivâyet etmiştir: Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬e bir adam karısını doğuracağı çocuğun durumunu sormuştu. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu rivâyet munkatı’dır. Çünkü
Mucâhid tâbiîndendir.
Katâde’nin tefsîrine gelince, burada onu sadece Allah’ın bilmesini ceninin organlarının şekillendiği zaman bilmesi şeklinde yorumlamak mümkündür. Organların şekillenmesinden sonraki durumu ise
Allah’tan başkası da bilebilir. Allah rahmet eylesin İbn Kesîr Lokman
sûresindeki bu âyetin tefsîrini yaparken der: Rahimlerde Allah’ın neyi
yaratmayı murâd ettiğini de O’ndan başka kimse bilemez. Fakat Allah
teâlâ onun erkek veya kız, mutlu veya mutsuz olmasını emrettiği zaman
artık bu işle görevli melekler ve onun yaratılışına şahit olanlar bunu bilirler.
“Rahimlerde olanı O bilir” âyetinin genel hükmünü tahsîs eden şey
nedir, sorunuza gelince buna cevap olarak deriz ki: Âyet ceninin organlarının teşekkülünden önceki erkeklik ve dişiliği alıyorsa bunu tahsis
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
37
eden şey duyular ve vâkıadır. Usûl âlimleri, Kitap ve Sünnet’in genel
hükümlerinin nass veya icma veya veya duyular veya kıyas veya akıl ile
tahsîs edildiğini söylemişlerdir. Onların bu konuda söyledikleri şeyler
malumdur.
Âyet-i kerîme ceninin organlarının teşekkülünden sonraki durumu
kapsamayınca sadece önceki durum kast edilmiş olur. Bu durumda da
âyette ceninin erkekliği ve dişiliğini bilmekle ilgili söylenenlere aykırı
bir şey yoktur.
Allah’a hamd olsun vâkıada Kur’ân’ın açık lafzına aykırı hiçbir şey
bulunmadı hiçbir zaman da bulunmayacak. Müslümanların düşmanlarının Kur’ân’ı yeni yapılan keşiflerle çelişiyor diye karalamaları ancak
Allah’ın Kitabı’nı anlamadaki kusurlarından veya bu konudaki kötü
niyetlerinden kaynaklanır. Fakat Allah’a hamd olsun ilim adamlarının
elinde şüpheleri giderecek ve gerçekleri ortaya çıkaracak araştırmalar
vardır.
İnsanlar bu mes’elede iki uçta ve ortada yer almışlardır:
Bir uçta yer alanlar manaya delâleti açık olmayan Kur’ân âyetlerinin
zâhirine sarılmış ve buna aykırı olan her türlü kesin vâkıayı inkâr etmişlerdir. Bu durumda saldırıları, kusurları ve yetersizlikleri sebebiyle
ya kendilerine çekmişler veya kesin vâkıaya aykırıdır diye Kur’ân’a saldırılmasına sebep olmuşlardır.
Diğer uçtakiler ise Kur’ân’ın delâlet ettiği şeyden yüz çevirmiş, sadece maddi verileri almışlar, böylece dînsizlerden olmuşlardır.
Orta yolu izleyenlere gelince, onlar, hem Kur’ân’ın delâlet ettiği şeyi
almışlar, hem de vâkıayı doğrulamışlardır. Her ikisinin de hak olduğunu
bilmişler ve Kur’ân’ın sarîh nassının ayan beyân bilinen bir şeye aykırı
olmayacağını söylemişlerdir. Böylece onlar nakledilen şeyle amel etmeyi
akledilen şeyle amel etmekle birleştirmişlerdir. Bununla da hem dînleri
hem de akılları kurtulmuştur. İçinde hakikat olan bir şeyde ihtilâf ettikleri zaman Allah teâlâ îmân edenlere doğru yolu gösterir. Allah teâlâ
dilediğini sırat-ı mustakîme hidâyet eder.
Allah teâlâ bizi ve mü’min kardeşlerimizi buna muvaffak etsin. Bize
38
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
hidâyete ermiş rehberler ve ıslah edici önderler versin. Başarım ancak
Allah’tandır. Ben sadece O’na güvenip dayanır ve O’na yönelirim.
SORU-16: Güneş mi dünyanın etrafında dönmektedir?
CEVAP: Güneşin dünyanın üzerinde döndüğü ve onun dönmesiyle
yeryüzünde gece ve gündüzün birbirini takip ettiği şer‘î delîllerin zâhiri
ile sâbittir. Elimizde bunları te’vîl etmemizi câiz kılacak daha kuvvetli
bir delîl olmadıkça dalîllerin zâhirî manalarının dışına çıkmamız uygun değildir.
Güneşin yeryüzünün üzerinde döndüğüne ve onun dönmesiyle de
gece ve gündüzün birbirini takip ettiğine delâlet eden delîllerden bazıları şunlardır:
1. İbrâhîm aleyhisselâm Rabbi konusunda kendisiyle tartışmaya giren kimseye şöyle dedi: “Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen
de onu batıdan getir.” (Bakara: 258). Güneşin doğudan getirilmesi, onun
dünyanın üzerinde döndüğünün açık bir delîlidir.
2. Allah teâlâ yine İbrâhîm’den söz ederken şöyle buyurdu: “Güneşi
doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da
batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (En‘âm: 78). Batışın yeryüzünden değil güneşin kendisinden kaynaklandığını söyledi. Eğer, dönen dünya olsaydı (‫ )ﻓﻠﻤﺎ ﺃﻓﻠﺖ‬değil
(‫ )ﻓﻠﻤﺎ ﺃﻓﻞ ﻋﻨﻬﺎ‬derdi.
3. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Güneşi görüyorsun ya, doğduğu vakit
mağaralarından sağ tarafa meyleder, battığı vakit de onları sağ tarafa
makaslar.” (Kehf: 17). Işığın mağaranın sağından dolaşmasını da solundan kesmesini de güneşe bağladı. Bu, ışığın hareketinin güneşten kaynaklandığının delîlidir. Eğer dünyadan kaynaklansaydı (‫ )ﺗﺰﺍﻭﺭ‬değil (‫)ﻳﺰﺍﻭﺭ‬
denilirdi. Nitekim her ne kadar “dolaşır” ve “makaslar/keser” kelimelerinin delâletinden daha az ölçüde de olsa, batış ve doğuşun güneşe izâfe
edilmesi, dönenin güneş olduğuna delâlet eder.
4. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” (Enbiya: 33). İbn Abbas
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
39
radıyallahu anhumâ “Onlar, tıpkı bir iğin yörüngesinde dönmesi gibi
dönerler.” demiştir. Bu ondan meşhur olmuş bir sözdür.
5. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “..Geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten..” (A’râf: 54). Geceyi gündüzün tâlibi kıldı.
Tâlib, peşinden koşan ve ulaşandır. Gece ve gündüzün güneşe tâbi olduğu malumdur.
6. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı.
Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor.
Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp
gider. Şunu bil ki O, azîz ve ğafûrdur.” (Zümer: 5). “Geceyi gündüzün üzerine sarıyor” yani geceyi gündüzün üzerine sarık dolar gibi dolar. Bu ifade gece ve gündüzün yeryüzü üzerinde deveranının delîlidir. Eğer arz,
gece ve gündüzün üzeride deveran etmiş olsaydı “arzı gece ve gündüzün
üzerine sarıyor” derdi. Kendisinden önceki kısmı açıklayan “Güneş ve
ay, her biri belli bir süreye kadar akıp gider.” ifadesi, güneş ve ayın maddi
olarak ve yer değiştirerek hareket ettiğinin delîlidir. Çünkü hareketli bir
şeyin hareketini kontrol altında tutmak, hareketsiz sabit bir şeyi kontrol
altında tutmaktan daha açık bir şekilde görülür.
7. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde ay’a… yemîn olsun ki” (Şems: 1, 2). “güneşi takip ettiğinde” ifadesi güneşten sonra geldiğinde demektir. Bu, her
ikisinin de dünyanın etrafında seyrettiğinin ve döndüğünün delîlidir.
Eğer dünya onların etrafında dönseydi, ay güneşi takip etmezdi, bazen
ay güneşi, bazen de güneş ayı takip ederdi. Çünkü güneş aydan daha
yüksektir. Bu âyetteki istidlâl, üzerinde iyice düşünmeyi gerektirir.
8. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Güneş, kendisi için belirlenen yerde
akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de
birtakım konaklar belirledik. Nihâyet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur
da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her
biri bir yörüngede yüzerler.” (Yasin: 38, 40). Akma, cereyan etme fiilinin
güneşe izâfe edilmesi ve bunun azîz ve alîm olan Allah’ın takdîrinde
olduğunun söylenmesi gerçek manada bir akış ve cereyanın delîlidir.
Öyle ki gece ve gündüzün ve mevsimlerin arka arkaya gelmesi bu akış
40
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ve cereyanın bir sonucudur. Ay için konaklar belirlenmesi onun bu konaklar arasında nakledildiğinin delîlidir. Eğer dönen dünya olsaydı ay
için değil dünya için konaklar belirlenirdi. Güneşin ay’a yetişememesi ve
gecenin gündüzü geçememesi, güneş ve ayın gece ve gündüzün kuvvetli
bir hareketinin delîlidir.
9. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ebû Zer radıyallahu anh’e güneş batarken şöyle dedi: “Ey Ebû Zer! Güneş nereye gider, bilir misin?” Ebû Zer:
Allah ve Rasûlü bilir, dedi. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu:
“Güneş gider, ta arşın altında secde eder. Allah’tan izin ister. Ona izin
verilir. Gün gelir izin istemeye yaklaşır fakat izin verilmez. Ona denilir ki:
Geldiğin yere geri dön. O da bu sefer battığı taraftan doğar.”(1) veya yaklaşık olarak böyle buyurdu. Bu hadîsi Buhârî ve Müslim birlikte rivâyet
etmişlerdir. “Ona denilir ki: Geldiğin yere geri dön. O da battığı taraftan
doğar.” sözü, güneşin dünyanın üstünde döndüğünün ve onun dönüşüyle de gece ve gündüzün meydana geldiğinin açık seçik bir delîlidir.
10. Doğuş, batış ve zeval’in güneşe izâfe edildiği daha pek çok hadîs
vardır. Bunlar bunun dünyadan değil, güneşten kaynaklandığını açıkça
ifade eder.
Belki bu konuda benim şu an hatırlamadığım daha başka delîller
de vardır. Fakat benim zikrettiğim şeylerle konu açıklanmıştır. Bu da
maksada kâfidir. Başarılı kılan Allah’tır.
SORU-17: Fazîlet sahibi Şeyh’e şehâdet kelimeleri hakkında soruldu.
CEVAP: Şehâdet kelimeleri, Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve
Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şehâdet etmektir. Bu ikisi İslâm’ın
anahtarıdır. İslâm’a ancak bunlarla girilebilir. Bundan dolayı Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği zaman, onları
ilk önce, Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun
elçisi olduğuna şahitlik etmeye davet etmesini emretmiştir.(2)
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Bed’u’l-Halk, Bâbu Sıfatu’ş-Şemsi ve’l-Kamer (3199); Müslim,
Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Beyâni’z-Zemeni’llezi Lâ Yukbelu fîhi’l-Îmân.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Meğâzî, Bâbu Buise Ebî Mûsâ ve Muâz ile’l-Yemen (4347); Müslim,
Kitâbu'l-Îmân, Babu’d-Dua ile’ş-Şehâdeteyn (19).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
41
Şehâdet kelimeleri iki tanedir:
Birinci kelime: “Allah’tan başka hak ilâh olmadığına şahitlik etmektir.” İnsan diliyle ve kalbiyle Allah’tan başka hak bir ma’bûdun olmadığını itiraf eder. Çünkü ilâh, ibâdet edilen, teellüh de ibâdet etmek
anlamına gelir. O halde bu kelimenin anlamı, bir ve tek olan Allah’tan
başka hak ma’bûd yoktur, demektir. Bu cümle red ve kabulü ihtiva eder.
“Lâ ilâhe” kısmı rettir. “illallah” kısmı kabuldür. “Allah” lafzı, “la”nın
mahzûf haberinden bedeldir. Takdîri, Allah’tan başka hak ma’bûd yoktur, şeklindedir. Bu, kalbin Allah’tan başka hak ma’bûd olmadığına
îmân etmesinden sonra bunu dil ile ikrâr etmektir. Bu, ibâdeti sadece
Allah’a has kılmak ve başkalarına ibâdeti reddetmektir.
Bu “hak” kelimesini haber olarak takdir etmemizle birlikte pek
çok kimsenin ortaya attığı bir sorunun cevabı da açıklığa kavuşmuş olmaktadır. O sorun da şudur: Ortada Allah’tan başka kendilerine ibâdet
edilen pek çok ilâh varken ve Allah teâlâ bunları “ilâhlar” diye isimlendirmişken ve tapıcıları bunları “ilâhlar” diye isimlendirmişken nasıl
Allah’tan başka ilâh olmadığını söylersiniz? Nitekim Allah teâlâ aşağıdaki âyetlerinde ilâhlardan söz etmektedir: “Rabbinin (azâb) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhları, onlara hiçbir şey sağlamadı.” (Hud: 101). “Allah ile birlikte başka ilâh edinme.” (İsra: 39). “Allah
ile birlikte başka bir ilâha yalvarma!” (Kasas: 88). “Biz, O’ndan başka bir
ilâha yalvarmayız.” (Kehf: 14). Allah’tan başkası için de ulûhiyyet sabit
olmuşken, nasıl Allah’tan başka ilâh yoktur, diyebiliriz? Peygamberler
kendi kavimlerine: “Allah’a ibâdet edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur.” (A’râf: 59). demişlerken Allah azze ve celle’den başkasının ulûhiyetini
isbât etmemiz nasıl mümkün oluyor?
Bu sorunun cevabı, “la ilâhe illallah” cümlesine bir haber takdir etmekle açıklığa kavuşur. Deriz ki: Allah’tan başka ibâdet edilen bu ilâhlar
da ilâhtırlar. Fakat onlar hak değil bâtıl ilâhlardır. Onların ulûhiyyette
hiçbir hakları yoktur. Allah’ın şu âyetleri buna delâlet etmektedir: “Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan başka yalvarıp durdukları ise
hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüksek, çok büyüktür.” (Lokman: 30). “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı? Ve üçüncüleri olan ötekini,
Menât’ı. Demek erkek size, dişi O’na öyle mi? O zaman bu, insafsız-
42
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ca bir taksim! Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden
başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delîl indirmemiştir.” (Necm: 19, 23). Allah teâlâ Yusuf aleyhisselâm’ın dilinden şöyle dedi:
“Allah’ın yanı sıra taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım
kuru isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delîl
indirmemiştir.” (Yusuf: 40). O halde “la ilâhe illallah” cümlesinin anlamı
“Allah’tan başka hak ma’bûd yoktur” dur. Onun dışındaki ma’bûdlara
gelince onların tapıcılarının iddia ettikleri ulûhiyyetleri hak değildir,
yani bâtıl bir ulûhiyyettir. Hak olan ulûhiyyet Allah’ın ulûhiyyetidir.
İkinci kelime: “Muhammed Allah’ın elçisidir.” şehâdetidir. Bunun
anlamı, Kureyşli Hâşimî Abdullah oğlu Muhammed’in, Allah teâlâ’nın
insan ve cin bütün yaratılmışlara gönderdiği elçisi olduğunu dil ile ikrâr
edip kalp ile buna îmân etmektir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize birden gönderilmiş Allah’ın
Rasûlüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün egemenlik ve iktidarı
O’na aittir. O’ndan başka hak ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O’dur.
Bundan dolayı gelin, Allah’a ve Rasûlü’ne, Allah’ın bütün kelâmlarına
îmân etmiş olan o ümmî nebîye îmân edin ve ona tâbi olun ki, hidâyete
erebilesiniz.” (A’râf: 158). “Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e
Furkân’ı indiren, Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân: 1). Bu şehâdetin gereği Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in haber verdiği şeyleri tasdîk etmek, emrettiği hususları yerine getirmek, yasakladığı ve sakındırdığı şeylerden
uzak durmak ve ancak onun belirlediği şekilde Allah’a ibâdet etmektir.
Yine bu şehâdetin gereği, Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in rubûbiyyette ve
kâinatı tasarrufta veya ibâdette bir hakkının bulunmadığına, bilakis
onun ibâdet edilmeyen bir kul, yalanlanmayan bir peygamber olduğuna
ve Allah dilemedikçe ne kendisine ne de başkasına hiçbir fayda ve zarar
veremeyeceğine i’tikâd etmektir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum.
Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En‘âm: 50). O, emredilen şeye uymakla
görevli bir kuldur. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Doğrusu
ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki:
Gerçekten (bana bir zarar dilerse) Allah’a karşı beni hiç kimse himaye
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
43
edemez, O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” (Cin: 21, 22). “De
ki: ‘Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendi kendime herhangi bir fayda
veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette
birçok mal ve menfaat elde ederdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ben sadece îmân eden bir topluluk için uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’râf: 188). Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in
O’nun elçisi olduğuna şahitlik etmenin anlamı budur.
Bu anlam sebebiyle bilirsin ki ibâdete ne Rasûlullah ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ne de yaratılmışlardan bir başkası müstehak değildir. İbâdet edilmek
Allah’tan başka hiç kimsenin hakkı değildir. “De ki: Şüphesiz benim
namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah
içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” (En‘âm: 162,163).
Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hakkı senin onu Allah’ın onun için
belirlediği mertebede görmendir. O, kuşkusuz Allah’ın elçisi ve kuludur.
Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun.
SORU-18: “La ilâhe illallah” cümlesi tevhîdin bütün kısımlarını nasıl kapsar?
CEVAP: Bu cümle tevhîdin bütün türlerini ya zımnen ya da iltizamen içine alır. Çünkü “Allah’tan başka hak ilâh olmadığına şahitlik
ederim” diyen kimsenin bu sözü zihinde bununla ulûhiyyet tevhîdi diye
isimlendirilen ibâdet tevhîdinin kast edildiğini ortaya koyar. Ulûhiyyet
tevhîdi de rubûbiyyet tevhîdini ihtiva eder. Çünkü sadece Allah’a ibâdet
eden herkes, O’nun rubûbiyyetini ikrâr etmedikçe O’na ibâdet etmez.
Yine, isim ve sıfatların tevhîdini de ihtiva eder. Çünkü insan ancak,
isimleri ve sıfatları ile bildikten sonra ibâdete O’nun layık olduğunu
bilip Allah’a ibâdet eder. Bu sebeple İbrâhîm babasına şöyle dedi: “Bir
zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana
hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?” (Meryem: 42).
Demek ki ibâdet tevhîdi, hem rubûbiyyet tevhîdini, hem de isim ve
sıfatlar tevhîdini içine almaktadır.
44
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-19: Cinlerin ve insanların yaratılış hikmeti nedir?
CEVAP: Bu soruyla ilgili konuşmaya geçmeden önce Allah azze ve
celle’nin yaratmasına ve şerîat koymasına taalluk eden şeyler hakkındaki genel bir kâideye dikkat çekmek istiyorum.
Bu kâidenin Yüce Allah’ın şu buyruklarından alınmıştır: “O alîmdir,
hakîmdir.” (Tahrîm: 2). “Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (Nisâ:
11) Gerek bu âyetler gerek bunlardan başka pek çok âyet, yaratmasına
ve şerîatına yani kevnî hükümlerine ve şer‘î hükümlerine taalluk eden
şeyler hususunda Allah azze ve celle’nin hikmetini isbât etmektedir.
Şüphesiz ki her ne yaratmış ise mutlaka bir hikmeti vardır. Bir şeyi var
etmesi ya da yok etmesi arasında fark yoktur. Her iki yaratmasında da
hikmet vardır. Yine, her neyi şerîat olarak koymuşsa onda da mutlaka
bir hikmet vardır. Bir şeyi vâcib kılması veya haram kılması veya mubah kılması arasında fark yoktur. Hepsi mutlaka bir hikmete mebnîdir.
Ancak O’nun kevnî ve şer‘î hükümlerinin içerdiği bu hikmetler bizim
için bazen malum, bazen de meçhul olur. Bazen de Allah’ın kendilerine
verdiği ilim ve anlayışa göre bazı kimselere malum, bazı kimselere meçhul kalır.
Bu husus anlaşıldıysa deriz ki, Allah subhânehu ve teâlâ insanları
ve cinleri de büyük bir hikmet ve övgüye değer bir gaye için yaratmıştır. Bu hikmet ve gaye O’na ibâdet etmektir. Nitekim Allah tebâreke ve
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Cinleri ve insanları, bana ibâdetten başka
bir şey için yaratmadım.” (Zâriyât: 56) “Sizi sadece boş yere yarattığımızı
ve hakikaten bize geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 115)
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyâmet: 36). Bu ve
benzeri âyetler, Allah teâlâ’nın insanları ve cinleri yaratmasındaki en
büyük hikmetin O’na ibâdet etmek olduğuna delâlet etmektedir. İbâdet,
“O’nun şerîatında sâbit olan şekil üzere, emirlerini işleyerek ve yasaklarından kaçınarak muhabbet ve ta’zim ile Allah azze ve celle’nin önünde küçülmek, alçalmak ve eğilmektir.” Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hâlbuki onlara, dîni yalnız O’na has kılan hanîfler olarak Allah’a
ibâdet etmelerinden başka bir şey emrolunmamıştı.” (Beyyine: 5) Cinlerin
ve insanların yaratılmasındaki hikmet işte budur. Buna göre kim Rab-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
45
bine karşı gelerek O’na ibâdet etmekten kibirlenirse, Allah’ın kullarını
kendisi için yarattığı bu hikmeti, bir kenara atmış olur. Onun bu yaptığı,
Allah’ın yarattığı şeyleri boş ve anlamsız yere yarattığına şahitlik etmek
demektir. Bunu açıkça söylemese de inatçılığı ve büyüklenerek Rabbine
ibâdet ve tââtten yüz çevirmesi bu anlama gelir.
SORU-20: Neden insan dua ediyor ama kabul olmuyor? Hâlbuki Allah azze ve celle, “Bana dua edin, size icâbet edeyim.” buyurmuştur.
CEVAP: Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun. Peygamberimiz
Muhammed’e, âilesine ve ashâbına salât ve selâm ederim. Allah teâlâ’dan
hem kendim için, hem de Müslüman kardeşlerim için akîde, söz ve amel
yönünden doğruya eriştirilmek isterim. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim.
Bana ibâdet etmekten kibirlenenler aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Ğafir: 60). Soruyu soran kişi, Allah’a dua ettiğini, fakat Allah’ın
ona icâbet etmediğini söylemektedir. Dua edenin duasını kabul edeceğini va’d eden Allah’ın bu âyetine rağmen icâbetin olmaması anlaşılması
güç bir durum olmuş. Hâlbuki Allah teâlâ asla vaadinden dönmez.
Bunun cevabı şudur: Duanın kabul edilmesi için mutlaka gerçekleşmesi gereken birtakım şartlar vardır. Bu şartlar şunlardır:
Birinci şart: Allah’a karşı ihlâslı olmaktır. İnsan duasında ihlâslı
olmalıdır. Allah subhânehu ve teâlâ’ya kalbiyle hazır olarak yönelmeli,
dosdoğru bir dille iltica etmeli, Allah’ın duaya icâbet etmeye ve istenileni vermeye kâdir olduğunu bilmeli, Allah’tan duasının kabulünü ummalıdır.
İkinci şart: İnsan dua ederken, Allah subhânehu ve teâlâ’ya çok
muhtaç olduğunun hatta çok mecbur olduğunun, darda kalanın dua
ettiği zaman duasına sadece Allah’ın icâbet edebileceğinin ve sıkıntıyı
yalnız O’nun giderebileceğinin bilincinde olmalıdır. Allah’a muhtaçlık
hissetmeden ve O’na mecbur olmadığını zannederek dua etmeye ve sadece âdet yerini bulsun diye istemeye gelince, böyle bir dua kabule layık
değildir.
46
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Üçüncü şart: Dua eden kişinin haram yemekten sakınmasıdır. Çünkü haram yemek, sahîh bir hadîste de ifade edildiği gibi kişi ile icâbet
arasında engeldir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Şüphesiz
Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah teâlâ peygamberlere emrettiği şeyi mü’minlere de emretti.”(1) Allah teâlâ şöyle buyurdu:
“Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin,
eğer yalnız Allah’a ibâdet ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara: 172). "Ey
Peygamber! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın.” (Mü’minûn:
51). Sonra Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬uzun süre yolculuk yapan, saçı başı
dağınık, üstü başı toz toprak içinde ellerini göğe uzatmış: Ya Rabbi, ya
Rabbi! diye dua eden bir adamdan söz etti. Adamın yediği haram, giydiği haram, gıdası haram, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Bunun duası nasıl kabul edilir?” Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬icâbeti celp edecek zâhirî sebepleri yerine getiren bu adamın duasının kabul edilmesini
imkânsız görüyor. Bu zâhirî sebepler şunlardır:
Birincisi: Ellerin göğe, yani Allah azze ve celle’ye uzatılmasıdır.
Çünkü Allah gökte, arş’ın üstündedir. Ellerin Allah azze ve celle’ye uzatılması da duanın kabul sebeplerindendir. Nitekim İmam Ahmed’in
Müsned’inde rivâyet ettiği hadîste şöyle buyrulur: “Allah teâlâ hayâlıdır,
cömerttir, kulu ellerini O’na kaldırdığı zaman onları boş çevirmekten
hayâ eder.”(2)
İkincisi: Bu adam Allah teâlâ’ya “Ya Rabbi, Ya Rabbi” diye Rab ismi
ile dua etti. Bu isimle Allah’a tevessül etmek duanın kabulünün sebeplerindendir. Çünkü Rab, yaratıcıdır, mâliktir, her şeyi yönetendir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nun elindedir. Bundan dolayı, Kur’ân’da
geçen duaların çoğunun bu isimle yapıldığını görürsün: “Rabbimiz!
Biz, ‘Rabbinize îmân edin’ diye îmâna çağıran bir davetçi işittik, hemen
îmân ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle birlikte al. Rabbimiz! Bize peygamberlerine vaad ettiğini
ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Muhakkak sen verdiğin sözden dönmezsin. Rableri onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun,
(1) Müslim, Kitâbu’z-Zekât, Bâbu Fadli’n-Nafakati ve’s-Sadaka.
(2) Ahmed, Müsned, (5/428); Tirmizî, Kitâbu’d-Deavât, Bâbu 105 (3556); İbn Mâce,
Kitâbu’d-Dua, Bâbu Raf’i’l-Yedeyn fi’d-Dua, (3865).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
47
sizden, hiçbir amel edenin amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz.” (Âl-i İmrân: 193, 195) Allah teâlâ’ya bu isimle tevessül etmek
icâbetin sebeplerindendir.
Üçüncüsü: Bu adam yolcudur. Yolculuk genellikle icâbetin sebeplerindendir. Çünkü yolculukta insan Allah’a, âilesinin yanında mukim
olduğu zamankinden daha çok muhtaç ve mecbur olduğunu hisseder.
Adamın saçı başı dağınıktır, üstü başı toz toprak içindedir. Sanki kendisini düşünmez. Sanki onun için en önemli şey Allah’a iltica etmektir.
İster dağınık ve tozlu, ister rahatlık, hangi hal üzere olursa olsun O’na
dua etmek gerekir. Dağınıklık ve toz toprak içinde olmanın icâbete etkisi vardır. Nitekim Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edildiğine göre
o şöyle haber vermektedir: “Allah teâlâ Arafat gecesi dünya göğüne iner
ve orada vakfe yapanlarla meleklere övünerek şöyle buyurur: Bunlar üstleri başları perişan, toz toprak içinde dünyanın dört bir yanından kopup
gelmişler.”(1)
Adamın yediği haram, giydiği haram olduğu ve haramla beslendiği
için bu icâbet sebeplerinin hiçbir yararı olmamıştır. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫“ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Bunun duası nasıl kabul edilir?” demiştir. Duanın kabulü için
gerekli olan bu şartlar yeterince bulunmadığı zaman kabulün uzak olduğu görülüyor. Şartlar yeterince bulunduğu ve dua edene Allah icâbet
etmediği zaman, bu ancak Allah’ın bildiği, dua edenin bilmediği bir
hikmetten dolayıdır. Siz bir şey istersiniz, fakat o sizin için şer olabilir.
Bu şartlar tamam olduğu halde Allah icâbet etmediği zaman bununla
ya ondan daha büyük bir kötülüğü gidermiştir veya bu duanın icâbetini
kıyâmete saklamıştır ve orada ona daha çok mükâfat verecektir. Çünkü
şartları yerine getirerek dua edip de kendisine icâbet edilmeyen ve ondan
daha büyük bir kötülük kendisinden savılmayan kimse sebeplere sarılmış ama bir hikmetten dolayı icâbet engellenmiş olabilir. Bu durumda
ona iki ecir verilir: Birincisi dua ettiği için, diğeri de icâbet edilmemek
musibetine uğradığı içindir. Bu sebeple Allah katında onun için daha
büyük ve daha mükemmel olan ecirler biriktirilip saklanır.
Sonra, insanın duanın kabulü için acele etmemesi de önemlidir.
(1) Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Fadlu’l-Hac ve’l-Umre ve Yevmi Arafe (436).
48
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen bir hadîste de ifade edildiği gibi
duanın kabulünü engelleyen sebeplerden birisi de budur. Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Sizden birinizin duası, acele etmediği müddetçe kabul edilir.” Nasıl acele eder ya Rasûlallah, diye sordular, şöyle buyurdu:
“Dua ettim, dua ettim, dua ettim, duam kabul edilmedi, der.”(1) Kişinin
duanın kabulü için acele etmemesi, dua etmekten yorulup da duayı bırakmaması gerekir. Aksine duada ısrarcı olması gerekir. Çünkü yaptığı
her dua onu Allah’a yaklaştıracak ve ecrini artıracak bir ibâdettir. Senin de ey kardeşim özel ve genel her işinde, darlıkta ve bollukta Allah’a
dua etmen gerekir. Duadan maksat sadece Allah’a ibâdet etmek olsaydı bile kişinin yine de ona çok düşkün olması gerekirdi. Başarılı kılan
Allah’tır.
SORU-21: İhlâsın manası nedir? Kul ibâdetiyle başka bir maksat güderse hüküm nedir?
CEVAP: Allah’a karşı ihlâslı olmanın anlamı: Kişinin ibâdetiyle Allah subhânehu ve teâlâ’ya yaklaşmayı ve O’nun ikrâm yurduna/cennetine ulaşmayı gaye edinmesidir.
Kul ibâdetiyle başka bir maksat güderse aşağıdaki kısımlara göre
bunun farklı hükümleri vardır:
Birinci Kısım: Bu ibâdetle Allah’tan başkasına yaklaşmayı ve yaratılmışların övgüsünü kazanmayı murâd etmesidir. Bu, amelin boşa
gitmesine sebep olur ve bu, şirktendir. Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten
gelen sahîh bir hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Allah teâlâ şöyle buyurdu: Benim, ortakların ortaklığına ihtiyacım yoktur. Kim benden başkasını bana ortak tuttuğu bir amel işlerse, onu da
ortak ettiği şeyi de terk ederim.”(2)
İkinci Kısım: Bu ibâdetle, Allah teâlâ’ya yaklaşmayı değil de; liderlik, makam, mevki ve mal gibi dünyevî bir amaca ulaşmayı gaye edinme(1) Buhârî, Kitâbu’d-Deavât, Bâbu Yüstecâbu li’l-Abdi Mâ lem Ya’cel (6340). Müslim,
Kitâbu’z-Zikr ve Dua, Bâbu’l-Beyâni ennehu Yüstecâbu li’d-Dâî Mâ lem Ya’cel
(2735).
(2) Müslim Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik, Bâbu Men Eşrake fi Amelihi Ğayrallahi (2985).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
49
sidir. Onun bu ameli boşa gider, onu Allah’a yaklaştırmaz. Çünkü Allah
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her kim, dünya hayatını ve onun ziynetini
isterse, amellerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada
onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka nasipleri olmayan kimselerdir; orada (dünyada) yaptıkları hep
boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) bâtıldır.” (Hûd: 15, 16).
Bununla önceki arasındaki fark: Birincisinin ibâdete başlamadan
önceki maksadı, Allah’a ibâdet eden bir kul olarak övülmektir. İkincisinin ibâdete başlamadan önce Allah’a ibâdet eden bir kul olarak övülme maksadı yoktur, insanları kendisini bu şekilde övmelerine de önem
vermez.
Üçüncü Kısım: Bu ibâdetle hem Allah’a yaklaşmayı hem de bununla hâsıl olacak dünyevî bir maksadı gaye edinir. Mesela Allah’a ibâdet
niyetiyle abdest alırken bununla vücuduna zindelik kazanmayı ve temizliği de gaye edinir; namazla birlikte vücudunu alıştırmayı ve hareket
ettirmeyi, oruçla birlikte vücudunu hafifletmeyi ve fazla kiloları atmayı,
hacla birlikte kutsal yerleri ve hacıları görmeyi murâd eder. Bu, ihlâsın
ecrini azaltır. İbâdet niyeti galip gelse bile ecrin tamamını alma fırsatını
elden kaçırır. Ancak bunun ona, günaha ve vebâle düşürecek bir zararı
olmaz. Çünkü Allah teâlâ hacılar hakkında şöyle buyurur: “(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur.” (Bakara: 198).
Ancak ibâdetin dışındaki o niyet daha galip gelirse, onun için âhiret
sevabı yoktur. Onun amelden alacağı karşılık sadece, dünyada elde ettiği
şeydir. Bununla günahkâr olacağından da korkarım. Çünkü gayelerin
en yücesi olan ibâdeti değersiz bir dünya için vesîle kılmıştır. O, Allah’ın
kendileri hakkında şöyle buyurduğu kimseler gibidir: “Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şâyet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.” (Tevbe: 58). Ebû Dâvûd’un Süneni’nde
Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre bir adam: Ey Allah’ın Rasûlü,
bir adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda ganimet de
elde etmek istiyor (ne buyurursunuz)? diye sormuş. Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬,
50
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
“Onun için bir sevap yoktur.” buyurmuştur. Adam soruyu üç defa tekrarlamış, Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬üçünde de, “Onun için bir sevap
yoktur.” buyurmuştur.(1) Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde Ömer b. elHattab radıyallahu anh’ten rivâyet edildiğine göre Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Kimin hicreti elde edeceği bir dünya yahut evleneceği bir kadın içinse, onun hicreti hicret ettiğinedir.”(2)
Eğer ne ibâdet niyeti ne de ibâdet dışı niyet galip değil de ikisinde
eşitlik varsa kapalı bir durum var demektir. Hem Allah için, hem de
başka şey için amel eden kimse gibi sevabının olmaması daha yakın bir
ihtimaldir. Bu kısımla bir önceki arasındaki fark, önceki kısımda maksadın ibâdet etmek olmaması, ibâdetin zorunlu olarak hâsıl olmasıdır.
İbâdet isteği de, işlenmekten dolayı zorunlu olarak doğan bir istektir.
Sanki o, dünyevî maksadın derektirdiği ameli zorunlu olarak irâde etmiş gibidir.
Bu üçüncü kısımda ibâdet veya ibâdet dışı maksadın hangisinin galip olduğunun ölçüsü nedir? denilirse;
Deriz ki: Ölçü şudur: İbâdet dışı şeyler ister hâsıl olsun, isterse olmasın, bunları önemsemediği zaman bu, onda ibâdet niyetinin galip olduğunun delîlidir. Aksine bir durum, aksine delîldir.
Kalbin sözü, demek olan niyetin her durumda önemi çok büyüktür. Kulu sıddıklar mertebesine de yükseltir, esfel-i sâfilîne de düşürür.
Selef-i sâlihîn’den bazıları şöyle demiştir: “Nefsimle ihlâs için mücadele
ettiğim kadar, hiçbir şey için mücadele etmedim.” Allah’tan hem kendimiz hem de sizin için niyette ihlâs ve amelde sâlihlik dileriz.
SORU-22: Korku ve ümit konusunda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in
görüşü nedir?
CEVAP: İnsan korkuya mı öncelik vermeli, yoksa ümide mi öncelik
vermeli? Âlimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir.
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, Bâbu Fî Men Yağzû ve Yeltemisu’d-Dunya, (2616).
Nesâî, Kitâbu’l-Cihâd, Bâbu Men Ğazâ Yeltemisu’l-Ecra ve’z-Zikr (3140).
(2) Buhârî, Kitâbu Bed’ul-Vahy, Bâbu Keyfe Bedee’l-Vahye ilâ Resûlillahi (1); Müslim,
Kitâbu’l-İmâra, Bâbu İnneme’l-A’mâlu bi’n-Niyye (1907).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
51
İmam Ahmed rahimehullah şöyle der: “Korku ve ümidinin eşit olması gerekir. Ne korku galip gelmeli, ne de ümit galip gelmeli.” Yine,
şöyle der: “Bunlardan hangisi galip gelirse sahibi helâk olur.” Çünkü
ümidi galip gelirse insan Allah’ın azâbından emin olma durumuna düşer. Korkusu galip gelirse Allah’ın rahmetinden ümitsiz duruma düşer.
Bazı âlimler şöyle dediler: “İbâdet ve tâât ederken ümidin galip
olması, günah işlemek istediği zaman korkunun galip olması gerekir.”
Çünkü ibâdet ve tâât işlediği zaman bunun gereği hüsnü zanndır. Dolayısıyla ümidin galip olması gerekir ki o da kabule dâir ümiddir. Günah
işlemeyi düşündüğü zaman, masiyete düşmemek için korkunun galip
olması gerekir.
Diğerleri şöyle dediler: “Sağlıklı bir kimse için korku yönünün galip
gelmesi, hasta bir kimse için ümit yönünün galip gelmesi gerekir.” Çünkü sağlıklı kimsede korku galip geldiği zaman masiyetten uzak durur.
Hastada ümit galip geldiği zaman hüsnü zan üzere olduğu halde Allah’a
kavuşur.
Benim görüşüme göre, bu husus duruma göre değişir. Korku yönü
galip geldiği zaman Allah’ın rahmetinden ümidini kesmekten korktuğunda onun hemen bundan vazgeçmesi ve buna ümit yönüyle karşılık
vermesi gerekir. Ümit yönü galip geldiği zaman Allah’ın azâbından
emin olmaktan korktuğunda bundan hemen vazgeçmeli ve korku yönünü galip getirmelidir. İnsan kalbi diri olduğu zaman gerçekte kendisinin
doktorudur. Kalbini tedavi etmeyen ve kalbinin durumlarını kontrol etmeyen ölü kalpli birisine gelince onun için hiçbir şeyin önemi yoktur.
SORU-23: Sebepler edinmek tevekküle aykırı mıdır? Bazı insanlar
Körfez savaşı esnasında sebeplere tutundular, bazılar da sebepleri terk
ettiler ve bunlar, Allah’a tevekkül eden kimselerdir, denildi?
CEVAP: Mü’minin kalbini Allah azze ve celle’ye bağlaması ve menfaatlerin celbi ve zararların defi konusunda samimi bir şekilde Allah’a
itimâd etmesi gerekir. Çünkü göklerin ve yerin hükümranlık ve yönetimi sadece Allah’ın elindedir. Her şey O’na döndürülür. Nitekim Allah
52
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a
aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na ibâdet et ve O’na güvenip
dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Hûd: 123). Mûsâ aleyhisselam kavmine şöyle dedi: “Mûsâ dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a îmân
ettiyseniz ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip dayanın. Onlar da dediler ki: "Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma! Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!” (Yûnus: 84, 86). Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Mü’minler
ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Âl-i İmrân: 160). “Kim Allah’a
güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah
her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talak: 3). O halde mü’minin rabbine,
göklerin ve yerin rabbi olan Allah’a güvenmesi ve O’na hüsnü zan beslemesi vâcibtir.
Ancak, Allah’ın emrettiği şer‘î ve kaderî-maddî sebepleri de yerine
getirir. Çünkü hayrı celp eden ve şerri engelleyen sebepler edinmek de
Allah’a ve O’nun hikmetine îmândandır. Tevekküle mani değildir. Tevekkül edenlerin efendisi Allah Rasûlü Muhammed ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şer‘î
ve kaderî sebepler edinirdi. Uyurken ihlâs ve muavvizeteyn sûrelerini
okumak suretiyle Allah’a sığınırdı. Harpte zırh giyerdi. Müşrik orduları toplandığı zaman Medîne’yi savunmak için şehrin etrafına hendek
kazmıştı.
Allah teâlâ kulun, savaşın kötülüklerinden kendisiyle korunacağı
şükre layık nimetler var etmiştir. Allah teâlâ peygamberi Dâvûd’dan
Kur’ân’da şöyle söz etti: “Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması
için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?” (Enbiyâ: 80). Allah
teâlâ Dâvûd’a zırhını sağlam ve geniş yapmasını emretti. Çünkü bu, onu
koruma hususunda daha güçlü kılar.
Buna göre savaşın zararlı etkilerinin kendilerine isabet etmesinden
korkulan yerlere yakın ülkelerde oturan insanların, bedeni helak edici
gazların nüfuzunu engelleyecek gaz maskeleri kullanmalarında ve bu
gazların evlerine girmesini engelleyici tedbirleri almak suretiyle ihtiyatlı
olmalarında hiçbir günah yoktur. Çünkü bunlar, kötülükten ve zarardan koruyucu sebeplerdir. İhtiyaç duyup da bulamamaktan korktukları
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
53
yiyecek ve diğer şeyleri biriktirip saklamalarında da bir günah yoktur.
Bu konulardaki korku güçlendikçe tedbirli olma isteği de güçlü hale gelir.
Ancak bununla beraber Allah azze ve celle’ye güvenip tevekkül etmeleri gerekir. Bu sebepleri ve araçları, yararları celp etmede ve zararları def etmede asıl oldukları için değil, Allah’ın izin verdiği sebepler ve
vâsıtalar oldukları için O’nun koyduğu şerîat ve hikmeti gereği kullanırlar. Böyle sebepleri kullanma imkânını kendilerine kolaylaştırdığı ve
izin verdiği için Allah’a şükretmeleri gerekir.
SORU-24: Sebeplere bağlanmanın hükmü nedir?
CEVAP: Sebeplere bağlanmanın çeşitleri vardır.
Birincisi: Tevhîde temelden aykırı olan bağlanmadır. Bu, insanın,
hiçbir etkisinin olması imkansız olan bir şeye bağlanması, tam bir itimâd
ile ve Allah’tan yüz çevirerek ona itimâd etmesidir. Başlarına musibetler
geldiğinde kabirperstlerin kabirlerde yatan kimselere bağlanmaları gibi
ki bu, kişiyi dînden çıkaran bir şirktir. Bunu işleyen kimsenin hükmünü
Allah teâlâ şu âyetinde zikretmektedir: “Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Mâide: 72).
İkincisi: Asıl müsebbibin Allah olduğundan gaflet ederek şer’an
sahîh/meşru bir sebebe itimâd etmektir. Bu da kişiyi dînden çıkarmayan
bir çeşit şirktir. Çünkü o, sebebe itimâd etmiş ve müsebbib olan Allah’ı
unutmuştur.
Üçüncüsü: Asıl olarak Allah’a dayanıp sebebe sadece sebep olduğu
için bağlanmaktır. Kişi bu sebebin de Allah’tan olduğuna, Allah’ın dilerse onun önünü kesebileceğine, dilerse bırakabileceğine ve Allah azze
ve celle’nin dilemesinde sebebin hiçbir etkisinin olmadığına inanır. Bu
şekilde sebepler edinmek, tevhîdin ne aslına ne de kemâline aykırı değildir.
Geçerli meşru sebeplerin bulunmasına rağmen insanın kendisini
sebebe değil Allah’a bağlaması gerekir. Asıl müsebbip olan Allah’ı unu-
54
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
tarak kalbini tamamen aldığı maaşa bağlayan bir işçi/memurun durumu
da bir çeşit şirktir. Maaşın sadece bir sebep olduğuna, asıl müsebbibin
Allah olduğuna inandığında ise, bu, tevekküle aykırı değildir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de müsebbib olan Allah azze ve celle’ye dayanarak
sebepler edinirdi.
SORU-25: Rukye yapmanın/okuyarak tedavi etmenin hükmü nedir?
Birtakım âyetleri yazarak hastanın boynuna takmanın hükmü nedir?
CEVAP: Kendisine büyü yapılan veya başka bir hastalığa yakalanan
bir hastaya, Kur’ân âyetlerinden veya mubah olan dualardan olmak şartıyla rukye yapmakta/okuyup üflemekte bir sakınca yoktur. Rasûlullah
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ashâbına rukye yaptığı sâbittir. Onun rukyede okuduğu dualardan birisi de şudur: “Ey gökdeki Rabbimiz, ismin mukaddestir.
Em¬rin hem gökte hem de yerdedir. Rahmetin gökte olduğu gibi rahmetini yere de indir. Şu ağrıya rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifa
indir.”(1) Bu dua ile ağrının Allah’ın izniyle geçeceğini söylemiştir. Meşru
dualardan birisi de şudur: “Allah’ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum.
Allah sana şifa versin. Ben Allah’ın adıyla sana okuyorum.”(2) Bunlardan
birisi de kişinin elini vücudundaki acı duyduğu yere koyup şöyle demesidir: “Bedenimde hissettiğim ve çekindiğim sıkıntının şerrinden Allah’ın
izzetine ve kudretine sığınırım.”(3) Bu konuda Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
gelen hadîslerden ilim adamlarının zikrettiği daha pek çok şey vardır.
Âyetlerin ve zikirlerin yazılmasına ve takılmasına gelince ilim ehli
bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Kimisi câiz görmüş, kimisi men etmiştir.
Hakka daha yakın olan görüş câiz olmadığıdır. Çünkü Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den böyle bir şey rivâyet edilmemiştir. Ondan sadece hastaya okuduğu rivâyeti gelmiştir. Âyetlerin veya duaların hastanın boynuna ve eline takılmasına veya yastığının altına konulmasına ve benzeri
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Keyfe’r-Ruka (3892).
(2) Müslim, Kitâbu’s-Selâm, Bâbu’t- Tıbb ve’l-Meraz ve’r-Ruka, (2186).
(3) Müslim, Kitâbu’s-Selâm, Bâbu İstihbâbu Vad’ı Yedihi Alâ Mevdiı’l-Elem Mea’d-Dua
(2202).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
55
şeylere gelince, bu konuda Peygamber’den bir şey gelmediği için kuvvetli görüşe göre bunlar yasaklanmış şeylerdendir. Şer‘î bir izin olmaksızın
bir şeyi başka bir şeye sebep kılan her bir insanın bu ameli bir çeşit şirk
sayılır. Çünkü bu, Allah’ın sebep olarak kabul etmediği bir şeyi sebep
kılmaktır.
SORU-26: Rukye yapmak tevekküle aykırı mıdır?
CEVAP: Tevekkül faydaları elde etmek ve zararları def etmek için
Allah’ın emrettiği sebepleri yerine getirmekle birlikte samimiyetle
Allah’a güvenip dayanmaktır. Sebepleri yerine getirmeden Allah’a güvenip dayanmak tevekkül değildir. Sebepleri yerine getirmeden Allah’a
güvenip dayanmak Allah’ı ve O’nun hikmetini kötülemek demektir.
Çünkü Allah sonuçları sebeplere bağlamıştır. Burada şu soruyu sormak
lazım: Allah’a en çok tevekkül eden insan kimdir?
Cevap: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬dir. Acaba o, zararlardan korunmak için sebepleri işlemiş midir?
Cevap: Evet. Savaşa çıktığı zaman oklardan korunmak için zırh giyerdi. Uhud savaşında olabilecek her şeye karşı hazırlıklı olmak için iki
tane zırh giyindi. İnsan bu sebeplerin sadece sebep olduğuna ve Allah’ın
izni olmadıkça hiçbir etkisinin olmadığına inandığı zaman sebepleri işlemek tevekküle aykırı değildir. Buna göre bir kimsenin kendisine okuması ve hasta kardeşlerine okuması da tevekküle aykırı değildir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in felak, nas ve ihlâs sûreleriyle kendisine rukye
yaptığı ve hastalandıkları zaman ashâbına da rukye yaptığı sâbittir. En
iyi bilen Allah’tır.
SORU-27: Muska ve benzeri şeyleri takmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bu mes’ele, yani muska takma mes’elesi iki kısma ayrılır:
Birinci Kısım: Takılan şeyin Kur’ân’dan olmasıdır. Önceki ve sonraki ilim adamları bunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı buna cevaz vermiş ve bunu şu âyetlerin kapsamında görmüşlerdir: “Biz, Kur’ân’dan
56
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
öyle şeyler indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin
ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsra: 82). “Sana bu bereketli Kitab’ı indirdik.” (Sad: 29). Kötülüğü def etmek için takılması da onun bereketlerindendir.
Âlimlerden bir kısmı da bunu men etmişler ve şöyle demişlerdir:
Kur’ân’ın asılmasının/takılmasının kötülüklerin def’ine veya ortadan
kaldırılmasına sebep olduğuna dair Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den herhangi bir şey sâbit olmamıştır. Bu gibi şeylerde asıl olan engel olmaktır.
Bu görüş tercîhe daha uygundur. O halde Kur’ân’dan bile olsa muska asmak câiz değildir. Yastığın altına koymak veya duvara asmak ve benzeri
şeyler de câiz değildir. Hastaya sadece şifa için dua edilir ve Peygamberimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yaptığı gibi doğrudan üzerine okunur.
İkinci Kısım: Takılan şeyin Kur’ân-ı Kerîm’in dışında, manası da
anlaşılamayan şeylerden olmasıdır. Bu, hiçbir durumda câiz değildir.
Çünkü ne yazıldığı bilinmemektedir. Bazı kimseler tılsımlar ve düğümlenmiş şeyler üzerine iç içe girmiş anlaşılmayan ve okunamayan şeyler
yazıyorlar. Bu bid‘at ve haramdır. Hiçbir durumda câiz değildir. Allah
en iyi bilendir.
SORU-28: “Âyetu’l-Kürsî” gibi bazı Kur’ân âyetlerinin tedâvi maksadıyla yiyecek ve içecek kaplarının içine yazılması câiz olur mu?
CEVAP: Bilmemiz gerekir ki Allah azze ve celle’nin Kitâbı bu kadar
düşürülmekten ve bu derece basit şeylerde kullanılmaktan yüce ve şereflidir. Allah’ın Kitâbı’nın ve onun en büyük âyeti olan Âyetu’l-Kursî’nin,
içinden su içilecek kapların içine yazılmasına, basit işlerde kullanılmasına, evin bir köşesine atılmasına ve çocukların oynamasına bir mü’minin
gönlü nasıl razı olur. Böyle bir şey yapmak kesinlikle haramdır. Elinde
bu âyetlerin yazılı olduğu kaplardan bulunan kimsenin bunları silmesi, imalatçısına götürerek bu yazıları sildirmesi gerekir. Buna imkân
bulamazsa temiz bir yeri kazarak oraya gömmesi gerekir. Bunların çocukların su içeceği ve oyun oynayacağı basit ve değersiz bir eşya olarak
bırakılması câiz değildir. Kur’ân’la bu şekilde şifa arayışı içinde olmak
selef-i sâlihîn’den rivâyet edilmemiştir.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
57
SORU-29: Bazı İslâm ülkelerinde medrese öğrencileri Ehl-i Sünnet’in
yolunu “Allah’ın isimlerine ve sıfatlarına tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîl
olmaksızın îmân etmek” olarak öğreniyorlar. Ehl-i Sünnet mezhebini:
1- İbn Teymiye ve öğrencileri ekolü, 2- Eş’arî ve Maturidîler ekolü diye
iki kısma ayırmak doğru bir taksîm olur mu? Te’vîlci âlimler karşısında
bir Müslümanın konumu ne olmalıdır?
CEVAP: Şüphesiz medrese öğrencilerinin Ehl-i Sünnet yolunu
“Allah’ın isimlerine ve sıfatlarına tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîl olmaksızın îmân etmek” olduğunu öğrenmeleri Ehl-i Sünnet mezhebine nispetle gerçeğe uygundur. Nitekim büyük ve özlü Ehl-i Sünnet kitapları
da buna şahitlik eder. Bu, Kitap ve Sünnet’te gelen bilgilere ve selef-i
sâlihîn’in görüşlerine de muvâfıktır. Sağlıklı bir incelemenin ve sarîh
aklın gereği de budur. Soruda istenmediği için biz burada bu konudaki
delîlleri sıralayacak değiliz. Biz sadece istenen şeye cevap vereceğiz. O
da Ehl-i Sünnet mezhebinin iki ekolde iki guruba taksîm edilmesidir.
Birincisi: Nassların zâhirî manalarından başka manalarda kullanılmasına mani olan İbn Teymiyye ve öğrencilerinin ekolü.
İkincisi: Allah’ın isimleri ve sıfatları hakkındaki nasslara zâhirlerinin
dışında başka manalar verilmesini kabul eden Eş’arî ve Maturîdîler ekolü.
Deriz ki: Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyla ilgili şeyler konusundaki
yöntemde bu iki ekol arasında açık bir ihtilâfın olduğu malumdur. Birinci ekolün öğreticileri, Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyla ilgili nasların zâhiri
manaları üzerinde bırakılmalarının vâcib olduğunu söylerler. Bununla
beraber, Allah’ın başka varlıklara benzetilmesi veya isim ve sıfatlarının
keyfiyetinin araştırılması gibi Allah hakkında yapılmaması gereken şeylerden uzak durulması gerektiğini vurgularlar. İkinci ekolün öğreticileri
ise, Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyla ilgili nassların zâhirlerinden başka
manalara yorumlanmasının vâcib olduğunu söyler.
Bu iki yöntem birbirinden tamamen farklıdır. Bu farklılığı aşağıdaki örnekte açıkça görmek mümkündür: Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir.” (Mâide: 64).
58
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Yine, Allah teâlâ Âdem’e secde etmesini emrettiği halde secde etmekten
yüz çeviren İblis’i nasıl azarladığını anlatırken şöyle buyurmuştur: “Buyurdu ki: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden
nedir?” (Sad: 75). Bu iki ekolün öğreticileri Allah’ın kendi zâtı hakkında
isbât ettiği “iki el”den murâd edilenin ne olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
Birinci ekole mensup olanlar; “Bu iki âyetin anlamlarının zâhirleri
üzere bırakılması ve Allah’ın kendisine yaraşır hakiki iki elinin varlığının kabul edilmesi gerekir.” dediler.
İkinci ekole mensup olanlar ise, “Bu âyetlerin anlamlarının zâhirlerinden farklı olarak yorumlanması vâcibtir. Allah’ın hakiki manada
iki eli olduğunu kabul etmek haramdır.” dediler. Sonra zâhirde “iki el”
anlamına gelen “yedeyn” kelimesinin kuvvet anlamına mı yoksa nimet
anlamına mı geldiğinde ihtilâf ettiler.
Bu misalle iki ekolün yöntemlerinin farklı ve değişik olduğu ve bu
farklılıktan sonra bunların tek bir vasıfta yani “Ehl-i Sünnet” vasfında
birleşmelerinin mümkün olmadığı açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
O halde Ehl-i Sünnet vasfını bunlardan sadece birisi için kullanmamız gerekir. Bunların arasında adâletle hükmedelim ve her ikisini de
adâlet terazisinde tartalım. Bu adâletli terazi, Allah’ın Kitabı ve Rasûlü
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Sünneti, sahâbenin, tâbiînin ve onların izinden giden
selef-i sâlihîn imamlarının sözleridir. Bu terazide, delâlet, mutabakat,
tezammun veya iltizam yollarından herhangi bir yolla, açıkça veya işaretle ikinci ekolün görüşüne delâlet eden hiçbir şey yoktur. Aksine bu
terazide açıkça veya zâhiren veya işaret olarak birinci ekolün görüşüne
delâlet eden şeyler vardır. Buna göre Ehl-i Sünnet vasfının sadece bu
ekol mensuplarına ait olduğu, ikinci ekolün mensuplarının bu vasıflandırmada onlara ortak olamayacağı ortaya çıkmış olmaktadır. Onlara
ortak olduklarına hükmetmek bir adâletsizlik ve iki zıddı birleştirmeye
çalışmak olur. Adâletsizlik ise, şer’an yasak, iki zıddı bir araya getirmek
aklen imkânsızdır.
İkinci ekole mensup olanların yani te’vîlcilere göre, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını şer‘î bir nassa aykırı olmamak şartıyla te’vîl etmeye
bir engel yoktur.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
59
Deriz ki: Lafzı şer‘î bir delîl olmaksızın zâhirinden ayırmak da tek
başına delîle aykırıdır ve Allah’a karşı bilgisizce söz söylemektir. Allah
teâlâ bunu şu âyetleriyle haram kılmıştır: “De ki: Rabbim ancak açık
ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir
delîl indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’râf: 33). “Hakkında bilgin
bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların
hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ: 36). Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını te’vîl
eden bu te’vîlcilerin yaptıkları te’vîlle ilgili ellerinde ne nakle dayanan
bir bilgi, ne de akla uygun bir inceleme ve görüş vardır. Bu konuda sadece bir takım şüphelere dayanırlar. Dayandıkları bu şüpheler de birbiriyle
çelişkilidir ve Allah’ın zâtını, sıfatlarını ve vahyini eksiklikle nitelendirmeyi zorunlu kılar. Bu; onların, nassların zâhirlerinin kabulünde ortaya
çıktığını iddia ettikleri eksiklikten çok daha büyüktür. Burası bu konunun ayrıntılı bir şekilde anlatılacağı yer değildir.
Ancak maksat, yöntemleri ve anlayışları birbirinden tamamen farklı iki gurubun ikisini birlikte Ehl-i Sünnet vasfıyla vasıflandırmanın
mümkün olmadığını beyân etmektir. Bu vasfa, sadece görüşü Sünnet’e
uygun olan gurup layıktır. Her iki ekolün yöntemlerini ilim ve insaf ölçüleri içinde inceleyen kimselere göre şüphesiz, sözü edilen vasfa hak sahibi olan te’vîlci ikinci ekol değil, te’vîlci olmayan birinci ekoldür. Sonuç
olarak, Ehl-i Sünnet’i iki guruba ayırmak doğru değildir. Bilakis onlar
tek bir gurupturlar.
Bu konuda onların, İbnu’l-Cevzî’nin görüşünü delîl getirmelerine
gelince, deriz ki: İlim ehlinin sözleri, kendileri ile delîl getirilen şeyler
değil, kendileri lehine delîl getirilen şeylerdir. İlim ehlinden birinin sözü
başkalarının aleyhine delîl olamaz.
İmam Ahmed’in “Âdemoğullarının kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.” hadîsi ile “Haceru’l-Esved, Allah’ın
yeryüzündeki sağ elidir.” hadîsini ve “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” (Hadîd: 4) âyetini te’vîl ettiğine dâir sözlerine gelince;
deriz ki: İmam Ahmed rahimehullah’ın sözü edilen iki hadîsi te’vîl ettiği doğru değildir. Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimehullah, İbn Kasım
60
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
tarafından bir araya getirilen Fetvaları’nda (c.5, s.398) şöyle der: “Ebu
Hamid el-Ğazalî’nin rivâyet ettiği Ahmed b. Hanbel sadece üç hadîsi
te’vîl etmiştir, bunlar: “Haceru’l-Esved, Allah’ın yeryüzündeki sağ elidir” hadîsi, “Âdemoğullarının kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki
parmağı arasındadır” hadîsi ve “Ben Rahman’ın nefsinin Yemen taraflarında olduğunu” düşünüyorum” hadîsidir, iddiası Ahmed b. Hanbel
aleyhinde uydurulmuş yalan bir rivâyettir. Ahmed’ten senediyle birlikte
böyle bir şey rivâyet edilmemiştir. Hiçbir sahâbeden de böyle bir şeyin
nakledildiği de bilinmemektedir.”
“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” âyetine gelince
İmam Ahmed bu âyeti de te’vîl etmemiştir. O bu âyeti sadece lâzimî/
zorunlu manalarıyla tefsîr etmiştir. Bu da âyeti murâd edilen manaya
aykırı bir şekilde tefsîr eden Cehmiyye’yi reddetmek için ilim olarak
tefsîr etmekten ibarettir. Çünkü Cehmiye bu âyetin, Allah’ın her yerde
zatıyla bulunması manasını gerektirdiğini iddia ettiler. Allah teâlâ onların sözlerinden yücedir, beridir. İmam Ahmed rahimehullah buradaki
beraberliğin, içinde onları bilmek anlamının da bulunduğu yaratıkları
ihata etmek anlamına geldiğini beyân etti. Çünkü beraberlik, hulul ve
ihtilatı/iç içe geçme ve birbirine karışmayı gerektirmez. Her bir duruma göre farklı manaya gelir. Bunun için mesela: Bana beraberinde su
olan süt içirildi, denilir; cemaatle beraber namaz kıldım denilir; filan
kişi eşiyle beraberdir, denilir.
Birinci örnekte su ile sütün beraberliği birbirlerine karışmayı gerektirir. İkinci örnekte beraberlik, birbirleriyle karışmaksızın aynı mekânı
paylaşmayı gerektirir. Üçüncü örnekte ise eşlik etmeyi birlikte bulunmayı gerektirir. Beraberliğin kendisine izâfe edilen şeye göre farklı manalara geldiği açıklığa kavuşunca Allah teâlâ’nın yarattıklarıyla olan
beraberliğinin de yarattıkların birbirleriyle olan beraberliklerinden
farklı olduğu anlaşılmış olur. Allah’ın kullarıyla beraberliğinin iç içe
girme ve karışmak veya aynı mekânda birlikte bulunmak anlamlarını
gerektirmesi mümkün değildir. Çünkü yarattıklarından farklı ve yüce
olduğu için Allah hakkında bu imkânsızdır. Mana da buna göre olur. O,
göklerin üzerindeki arş’ın üstündedir. Çünkü O, ilim, güç, kuvvet, işit-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
61
me, görme, idare etme ve rubûbiyyetinin gerektirdiği diğer yönlerden
bizi kuşatmıştır. Bir müfessir âyetteki beraberliği ilim diye tefsîr ettiği
zaman onun gerektirdiği manaların dışına çıkmış olmaz ve sadece, bu
kelimeden her ne olursa olsun bir mekânda birlikte bulunmayı veya iç
içe geçmeyi ve birbirine karışmayı anlayan kimselere göre te’vîl etmiş
olur. Beraberlik kelimesinden her zaman bu anlamın çıkmadığı yukarıda açıklığa kavuşmuştu.
Bu üç nassın te’vîli konusunda İmam Ahmed’ten nakledilen şey açısından durum budur.
Nasların bu halleriyle incelenmesine gelince, bir müfessir sözü edilen âyeti ilim olarak tefsîr ettiği zaman herhangi bir te’vîlin yapılmış
sayılmayacağı biraz önce ifade edildi.
“Âdemoğullarının kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındaki bir kalp gibidir, onu dilediği gibi evirir çevirir.” hadîsine
gelince, bu hadîsi Müslim Sahîhi’nde Kitabu’l-Kader, üçüncü bab, no 17,
s.20452’de rivâyet etmiştir. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat bu hadîsi te’vîl etmemiştir. Çünkü onlar hadîsin delâlet etmesi sebebiyle Allah teâlâ’nın
şanına layık parmaklarının olduğuna îmân ederler. Kalplerimizin iki
parmak arasında olması kalbe dokunmasını gerektirmez. Mesela bulutlar yer ve gök arasında emre hazır beklemektedir fakat yere ve göğe
dokunmamaktadır. Âdemoğullarının kalpleri de Rahman’ın parmaklarından iki parmağın arasındadır, karşılıklı dokunmayı gerektirmez.
“Haceru’l-Esved, Allah’ın yeryüzündeki sağ elidir” hadîsine gelince
Şeyhulislâm İbn Teymiyye, İbn Kasım tarafından bir araya getirilen
Fetvaları’nda (c.6, s.397) şöyle dedi: “Bu hadîs, Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
sabit olmayan bir isnatla rivâyet edilmiştir. İbn Abbas’tan rivâyet edildiği meşhurdur. Şöyle demiştir: “Haceru’l-Esved, Allah’ın yeryüzündeki
sağ elidir. Kim onunla musâfaha eder ve öperse, sanki Allah ile musâfaha
etmiş ve Onun sağ elini öpmüş gibi olur.” sözü edilen Fetvaların 3. cildin,
44. sahifesinde şöyle denildi: “Bu ifadeler, Haceru’l-Esved’in Allah’ın
sıfatı ve bizzat sağ eli olmadığını açıkça gösterir. Çünkü “Yeryüzünde
Allah’ın sağ elidir.” dedi. “Yeryüzünde” kaydını koydu, mutlak ifade
etmedi. Mutlak ifade etseydi sadece “Allah’ın sağ eli” derdi. Mukayyet
62
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lafzın hükmü mutlak lafza aykırı olur.” “Kim onunla musâfaha eder ve
öperse, sanki Allah ile musâfaha etmiş ve Onun sağ elini öpmüş gibi
olur” dedi. Malumdur ki benzeyen ile benzetilen aynı şey değildir.”
Şeyhulislâm İbn Teymiye’nin sözleri burada sona erdi.
Ben derim ki: Buna göre hadîste sözü edilen Haceru’l-Esved, Allah’ın
zâhirine aykırı olarak te’vîl edilen sıfatlarından biri değildir. Çünkü bu
konuda zaten bir te’vîl yoktur.
Onların: Ortada iki ekol vardır, bunlardan biri İbn Teymiyye ekolüdür, sözü ve bu ekolün İbn Teymiyye’ye nispet edilmesi, bu ekolün
öncesinin olmadığı kuruntusuna dayanır. Bu yanlıştır. Çünkü İbn
Teymiyye’nin yolu, -ondan önceki- selefin ve müçtehit imamların yoludur. Onun değerini düşürmek isteyen kişinin zannettiği gibi bu ekol İbn
Teymiyye’nin sonradan ihdas ettiği bir ekol değildir. Yardım Allah’tan
istenir.
Te’vîlci âlimler karşısında bizim konumumuza gelince, deriz ki:
Onlardan iyi niyetli, dînde samimi ve sünnete tabi oldukları bilinenler te’vîllerinden dolayı mazurdurlar. Fakat onların bu konuda mazur
olmaları, naslara zâhirlerine göre anlayan ve bu zâhirin delâlet ettiği
manaya tekyîf ve temsil yapmaksızın îmân eden selef-i sâlihîn’in yoluna
aykırı olan yollarının yanlışlığının ortaya konulmasına engel değildir.
Çünkü söz ile o sözü söyleyen ve fiil ile o fiili işleyen hakkındaki hükmü ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. İyi niyetle ve içtihada dayanarak
söylendiği zaman hatalı sözün sahibi kötülenmez. Bilakis içtihadından
dolayı kendisine bir sevap verilir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Hâkim hükmettiği zaman içtihat eder sonra isabet
ederse kendisine iki sevap vardır. Hükmettiği zaman içtihat eder, sonra
hata ederse kendisi için bir ecir vardır.”(1) Bu hadîs Buhârî ve Müslim
tarafından birlikte rivâyet edilmiştir. Onun dalâletle/sapıklıkla vasıflandırılmasına gelince eğer bundan sahibinin kötülendiği ve nefret edildiği mutlak dalâlet/sapıklık kast ediliyorsa, iyi niyetli, dînde samimi ve
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünne, Bâbu Ecri’l-Hâkim ize’ctehede
fe Esâbe ev Ahtae (735). Müslim Kitâbu’l- Akdıye, Bâbu Beyâni Ecri’l-Hâkim
İze’ctehede (1716).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
63
Sünnet’e bağlı olduğu bilinen böyle bir müçtehide bu tür bir ithamda
bulunmak câiz değildir. Sahibini kötüleme izlenimini uyandırmaksızın
görüşü doğrudan sapmıştır anlamı kast edildiği zaman bunda bir sakınca yoktur. Çünkü böylesi bir sapma vâsıta yönünden doğru olduğu
için mutlak dalâlet/sapıklık değildir. Çünkü doğruya ulaşmak için bütün gayretini ortaya koymuş fakat sonuç itibarıyla hakka aykırı olduğu
için ulaştığı görüş haktan sapmadır.
Bu açıklamayla birlikte sorun ve korku ortadan kalkmıştır. Yardım
Allah’tandır.
SORU-30: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Allah’ın isimleri ve sıfatları
konusundaki akîdesi nedir? İsim ve sıfat arasındaki fark nedir? İsmin
kabulü sıfatın kabulünü gerektirir mi? Sıfatın kabulü ismin kabulünü
gerektirir mi?
CEVAP: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Allah’ın isimleri ve sıfatları
konusundaki akîdesi, Allah’ın kendisinde varlığını haber verdiği isimlerini ve sıfatlarını tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsilde bulunmaksızın kabul
etmektir.
İsim ve sıfat arasındaki fark: İsim, Allah’ın kendisini isimlendirdiği
şeydir. Sıfat ise Allah’ın kendisini vasıflandırdığı şeydir. İkisi arasındaki
fark açıktır.
İsim, Allah’ın sıfatını da içeren kendisiyle tanınıp bilindiği şeydir.
İsmin kabulü sıfatın kabulünü de gerektirir. Mesela “Allah ğafûrdur,
rahîmdir” denildiği zaman “ğafûr” ismi mağfiret sıfatını gerektirir, “rahim” ismi rahmet sıfatını gerektirir.
Sıfatın kabulü ismin kabulünü gerektirmez. Mesela kelâm sıfatı mütekellim ismini gerektirmez. Bundan dolayı sıfatlar daha geniştir. Çünkü her isim sıfat içerir, fakat her sıfat ismi ihtiva etmez.
SORU-31: Allah’ın isimleri sınırlı mıdır?
CEVAP: Allah’ın isimleri belli bir sayı ile sınırlı değildir. Bunun
64
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözüdür: “Allah’ım! Ben senin kulunum. Erkek ve kadın kullarının çocuğuyum. Alnım senin elindedir. Hakkımda senin hükmün geçerlidir. Sen benim hakkımda adâletle hükmedersin. Kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, kullarından birine
öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana ait her
isimle senden istiyorum.”(1) Katındaki gayp ilminde Allah’ın kendisine
has kıldığı isimleri bilmek mümkün değildir. Bilinmeyen şeyi saymak
da mümkün değildir.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır:
Kim bunları sayarsa cennete girer.”(2) hadîsine gelince bu, Allah’ın bunlardan başka isimleri yoktur anlamına gelmez. Fakat bunun anlamı,
O’nun isimlerinden doksan dokuz tanesini sayan kimse cennete girer
demektir. “Kim bunları sayarsa cennete girer.” sözü, ilk cümlenin tamamlayıcısıdır. Ondan ayrı yeni bir cümle değildir. Bu, şu söze benzer:
Elimde yüz tane at var; bunları Allah yolunda cihâd için hazırladım.
Bunun anlamı elimde sadece yüz at var demek değildir. Elimde bu iş için
hazırlanmış yüz at var demektir.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye hadîste marifetli kişilerin, Peygamberimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den bu isimleri tek tek saydığına ve sıraladığına
dair sahîh bir rivâyetin gelmediğinde ittifak ettiklerini nakletmiştir.
Şeyhulislâm, rahimehullah’ın doğru söylediğinin delîli bu konuda büyük
bir ihtilâfın olmasıdır. Bu hadîsin sahîhliğini doğrulamaya çalışan kimse der ki: Bu önemli bir konudur. Çünkü bu isimleri bilmek kişiyi cennete ulaştıracaktır. Dolayısıyla sahâbîler Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
bu isimleri mutlaka sormuşlardır. Bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bu
isimleri belirlediğinin delîlidir. Fakat buna karşılık bunun gerekmediği
cevabı verilmiştir. Eğer öyle olsaydı bu doksan dokuz isim güneşi bilmekten daha çok bilinirdi ve Buhârî’nin ve Müslim’in Sahîhleri’nde ve
diğer sahîh kitaplarda nakledilirdi. Çünkü bu ihtiyaç duyulan ve ısrarla
öğrenilecek bilgilerdendir. Böyle bir bilgi nasıl zayıf bir yoldan ve farklı
şekillerde gelir? Demek ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬büyük bir hik(1) Ahmed tahrîc etmiştir (1/391).
(2) Buhârî, Kitâbu’ş-Şurût, Bâbu Mâ Yecûzu mine’ş-Şurût…(2736);Müslim, Kitâbu’zZikr ve’d-Dua, Bâbu Fî Esmâillahi teâlâ ve Fadli men Ahsaha (2677).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
65
metten dolayı bunları açıklamamıştır. Bu hikmet insanların bu isimleri
Allah’ın Kitâbı’ndan ve Rasûlü’nün Sünneti’nden öğrenip araştırmaları
hikmetidir. Ta ki bunları öğrenmeye gayretli olanla gayretli olmayan
belli olsun diye.
Bu isimleri saymak demek, bunları bir kâğıt parçasına yazıp sonra
bunları ezberleyinceye kadar tekrarlamak değildir. Fakat bunun manası:
Birincisi: Bunları iyice öğrenmek
İkincisi: Manalarını anlamak
Üçüncüsü: Bunların gerektirdiği şekilde Allah’a kullukta bulunmaktır. Bunun da iki şekli vardır:
Birinci şekli: “Bunlarla Allah’a dua edin” (A’râf: 180) âyetinden dolayı istediğin şeye bunları vesîle kılman için Allah’a bu isimlerle dua
etmendir. Talep ettiğin şeye uygun ismi seçersin. Mesela Allah’tan mağfiret dileyeceğin zaman: Ya Ğafûr! Bana mağfiret et, dersin. Ey Şedîdu’lIkab, bana mağfiret et, demen uygun olmaz. Bilakis bu, alay etmeye
benzer. Bu isimle şöyle dua edersin: Ey Şedîdu’l-Ikab! Beni ıkabından/
azâbından koru.
İkinci şekli: Bu isimlerin gerektirdiği ibâdetlere girişirsin. Mesela
rahîm isminin gereği rahmettir. O halde Allah’ın rahmetini celp edecek
sâlih amel işlersin. İşte bu isimleri saymanın anlamı budur. Böyle olduğu zaman cennete girmenin bedeli olmaya layık olur.
SORU-23: Allah’ın yüceliği (uluvvu) konusunda selef-i sâlihîn’in
görüşü nedir. O, altı cihetin hiçbirinde değil, mü’minin kalbindedir, diyen kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: -Allah onlardan razı olsun– selefin mezhebi şudur: Allah
teâlâ zatıyla kullarının yukarısındadır. O şöyle buyurmaktadır: “Eğer
bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve âhirete îmân ediyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre halledin);
bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ: 59).
66
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur.” (Şûrâ: 10). “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne
davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik”
demeleridir. İşte asıl bunlardır umduklarına erenler. Her kim Allah’a
ve Rasûlüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte
asıl bunlardır mutluluğa erenler.” (Nûr: 51, 52). “Allah ve Rasûlü bir işe
hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse,
apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb: 36). “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra
da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam
manasıyla kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (Nisâ: 65). İhtilafa
düştükleri zaman mü’minlerin izleyeceği yolun, Allah’ın Kitâbı’na ve
Peygamberi’nin Sünneti’ne müracaat etmek, dinlemek ve itaat etmek ve
bu ikisi dışındakileri tercih etmemek olduğu; ve îmân etmenin hiçbir
itiraz olmadan ve tam bir teslimiyetle birlikte ancak böylece mümkün
olacağı açıklığa kavuşunca; bu yolun dışına çıkmak Allah’ın şu âyetinde
söylediği şey neyi gerektiriyorsa odur: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan
başka bir yola giderse, onu o yönde bırakır ve cehenneme sokarız; o ne
kötü bir yerdir.” (Nisâ: 115).
Buna göre bu mes’eleyi –Allah’ın zatıyla yarattıklarının yukarısında
olduğu, yani uluvvu mes’elesini– Allah’ın Kitâbı’na ve Peygamberi’nin
Sünneti’ne götürdükten sonra iyice düşünen kimse, Kitap ve Sünnet’in
çeşitli ibareleriyle en açık bir şekilde Allah’ın zatıyla yarattıklarının üstünde olduğuna delâlet ettiğini anlar. Bu ibarelerden bazıları şunlardır:
1 – Âyetlerde ve hadîslerde Allah teâlâ’nın semada olduğunun açıkça ifade edilmesi. Mesela: “Yahut Gökte Olan’ın üzerinize taş yağdıran
(bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne
demek olduğunu yakında bileceksiniz!” (Mülk: 17). Ebû Dâvûd’un rivâyet
ettiğine göre Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bir hastayı okurken: “Ey gökteki Rabbimiz!”(1) diye dua etmesi. Müslim’in rivâyet ettiğine göre Pey(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu.Keyfe’r-Ruka (3892).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
67
gamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle buyurması: “Canım elinde olan Allah’a
yemîn ederim ki, eğer bir adam karısını yatağına davet eder de kadın razı
olmazsa, kocası ondan razı oluncaya kadar Gökteki ona gazâb eder.”(1)
2 – Allah teâlâ’nın üstte olduğunun açıkça ifade edilmesi. Mesela
Allah teâlâ şöyle buyurdu: “O kullarının üstündedir.” (En‘âm: 18). “Onlar,
üstlerindeki Rablerinden korkarlar.” (Nahl: 50) Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
haber verdi: “Allah halkı yarattığı zaman kendi yanında Arş’ın üstünde
(olan kitâbında) “rahmetim gazabımı geçmiştir.” yazdı.”(2) Bunu Buhârî
rivâyet etti.
3 – Birtakım şeylerin O’na yükseldiği ve yine bir takım şeylerin O’ndan
indiğinin açıkça ifade edilmesi. Yükselmek daima yüksekte olan bir şeye
doğru olur. İnmek ise ancak yüksekten olur. Mesela Allah teâlâ şöyle
buyurur: “O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a
amel-i sâlih ulaştırır.” (Fâtır: 10). “Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” (Meâric:
4). “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu
işler) sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun katına
çıkar.” (Secde: 5) “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet
sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” (Fussilet: 42). Kur’ân Allah’ın
kelâmıdır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Ve eğer müşriklerden biri
senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona
aman ver.” (Tevbe: 6). Kur’ân Allah’ın kelâmı olunca O’ndan indirilmiş
demektir. Bu da Allah teâlâ’nın zatının yüksekliğine/uluvvuna delâlet
eder. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz her gece,
gecenin son üçte biri kaldığında dünya göğüne iner de: Hani bana dua
eden, onun duasını kabul edeyim!... buyurur.”(3) Bu hadîs Buhârî ve
Müslim’in Sahîhleri’nde ve diğer hadîs kitaplarında geçmektedir. el-Bera
(1) Buhârî, Kitâbu Bed’i’l-Halk, Bâbu İzâ Kâle Ehadukum Âmîn ve’l-Melâiketu fi’sSemâi Âmîn, (3237). Müslim, Kitâbu’n-Nikah Bâbu Tahrîmu İmtinâiha an Firâşi
Zevcihâ (1436). Lafız Müslim’indir.
(2) Buhârî, Kitâbu Bed’i’l-Halk, Bâbu Mâ câe fi Kavlihi teâlâ (‫ﻭﻫﻮﺍﻟﺬﻱ ﻳﺒﺪﺃﺍﳋﻠﻖ ﺛﻢ ﻳﻌﻴﺪﻩ‬
3194); Müslim, Kitâbu’t-Tevbe, Bâbu Seatü Rahmetillahi teâlâ ve Enneha Sebekat
Ğazâbuhu (2751).
(3) Buhârî, Kitâbu’t-Teheccüd, Bâbu’d-Dua ve’s-Salâ min Âhiri’l-Leyli (1145). Müslim,
Kitâbu’s-Salâ, Bâbu et-Terğîbu fi’d-Duai ve’z-Zikri fî Âhiri’l-Leyli, (758).
68
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
b. Âzib’ten gelen bir hadîste o şöyle dedi: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bana
yatağa girerken şöyle dememi öğretti: “Senin indirdiğin kitâba ve senin
gönderdiğin peygambere îmân ettim.”(1) Bu hadîs Buhârî’nin Sahîhi’nde
ve diğerlerinde geçmektedir.
4 – Allah teâlâ’nın kendisini açıkça yükseklikle vasıflandırması. Nitekim O şöyle buyurmuştur: “Yüce Rabbinin adını tesbih et.” (A’la: 1).
“Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”
(Bakara: 255). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle tesbih etti: “Yüce/Yükseklik
sahibi Rabbim her türlü noksanlıktan münezzehtir.”(2)
5 – Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Arafat mevkiinde, ümmetinden en
büyük topluluğa şahit olduğu bu büyük vakfe terinde Allah’ı kendisine
şahit gösterirken göğe işaret etmesi. Onlara: “Tebliğ ettim mi?” diye sorduğu zaman onlar: Evet dediler. Bunun üzerine Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
parmağını göğe kaldırıp onunla işaret ederek: “Allah’ım, şahit ol” dedi.
Bu, Müslim’in Sahîhi’nde geçmekte(3) ve Allah’ın gökte olduğunu açıkça
ifade etmektedir. Öyle olmasaydı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in parmağını kaldırması abes bir şey olurdu.
6 – Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bir cariyeye sorusu. Nitekim: “Allah
nerededir?” diye sorduğu zaman cariye: Göktedir, demiş ve Peygamber
‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Bunu azat edin. Çünkü bu mü’mindir.” buyurmuştur.
Bunu, Muaviye b. Hakem es-Sulemi radıyallahu anh hadîsi olarak Müslim uzunca rivâyet etmiştir.(4) Bu delîl, Allah teâlâ’nın zatının yüksekliğini açıkça ifade etmektedir. Çünkü “nerededir?” sorusuyla mekân sorulur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬cariyeye Allah nerededir? diye sorduğu
zaman onun verdiği cevabı onaylamıştır. Böylece Allah’ın gökte olduğunu da onaylamıştır. “Bunu azat edin. Çünkü bu mü’mindir” dediği
zaman bunun îmânın gereği olduğunu beyân etmiştir. Demek ki kul,
Allah teâlâ’nın gökte olduğunu ikrâr edip buna îmân etmedikçe îmân
(1) Buhârî Kitâbu’d-Deavât, BâbuMa Yekulü iza Name (313). Müslim, Kitâbu’z-Zikr
ve’d-Dua, Bâbu Ma Yekulu İnde’n-Nevm ve Ahzi’l-Mezce’ (2710).
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Mâ Yekulü’r-Racüli fi Rukûihi ve Sücûdihi, (871).
Tirmizî, Kitâbu’s-Salâ, BâbuMâ Câe fi’t-Tesbihi fi’r-Rukûi ve’s-Sucûdi (262). Nesâî,
Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Teavvuzu’l-Kâri…(1007).
(3) Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Haccetu’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem (1218).
(4) Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu Tahrîmu’l-Kelâm fî’s-Salâ (537).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
69
etmiş olamaz. Bu, Allah’ın zatıyla yarattıklarının yukarısında olduğuna
delâlet eden Allah’ın Kitâbı ve Peygamberi’nin Sünneti’ne ait semaî ve
haberi delîllerden bir delîldir. Bu delîller burada tek tek sayılamayacak
kadar çoktur. Selef-i sâlihîn nasların gerektirdiği görüş üzere birleşmişler ve Allah teâlâ’nın zatının yüceliğini/yüksekte olduğunu kabul etmişlerdir. O, zatıyla yücedir, yarattıklarının üstündedir. Nitekim selef-i
sâlihîn O’nun manevî yüceliğinde yani sıfatların yüceliğinde de icma
etmişlerdir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Göklerde ve yerde en yüce
sıfat O’nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Rum: 27). “En güzel
isimler Allah’ındır. O halde bu isimlerle Allah’a dua edin.” (A’râf: 180).
“Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir,
siz ise bilemezsiniz.” (Nahl: 74). “Artık bunu bile bile Allah’a şirk koşmayın.” (Bakara: 22). Allah’ın zatının, isimlerini, sıfatlarının ve fiillerinin
kemâline delâlet eden daha başka pek çok âyet vardır.
Aklî delîllere gelince: Yüceliğin ve yüksekliğin bir kemâl sıfatı olduğunda şüphe yoktur. Bunun zıddı da bir eksiklik sıfatıdır. Allah teâlâ’nın
kemâl sıfatlarına sahip olduğu sabittir. O halde yükseklik ve yüceliğin
de O’na ait bir sıfat olması gerekir. O’nun hakkında yükseklik ve yüceliğin kabul edilmesi herhangi bir eksiklik ve kusuru gerektirmez. Onun
yücelik/yükseklik sıfatına sahip olması, mahlûkatından herhangi bir
şeyin O’nu ihata etmişolmasını da gerektirmez. Yüceliğini/yüksekliğini
kabul etmenin bunu gerektirdiğini zanneden bir kimse zannında yanılmış ve aklen sapmış olur.
Allah teâlâ’nın zatıyla yüceliğine ve yüksekliğine dair fıtratın
delâletine gelince: İbâdet maksadıyla veya bir şey istemek için Allah’a
dua eden herkes kalbini dua esnasında göğe yöneltir. Bu sebeple fıtrat
gereği onun ellerini semaya kaldırdığını görürsün. Nitekim bunu elHemedânî, Ebu’l-Meâli el-Cuveynî’ye şöyle ifade etmiştir: “Ya Rabbi, Ya
Rabbi, diyen hiçbir arif yoktur ki kalbinden zorunlu olarak bir yükseklik arzusu hissetmesin.” Bunu üzerine el-Cuveynî şöyle diyerek elini başına vurmaya başladı: “el-Hemedânî beni şaşırttı, el-Hemedânî beni şaşırttı.” Ondan nakledilen bu olay ister sahîh isterse olmasın Çünkü her
bir insan bunu kendi zaten kavrar. Müslim’in Sahîhi’nde Ebû Hureyre
70
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
radıyallahu anh’ten rivâyet edilen bir hadîste Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
elini semaya uzatan ve Ya Rabbi, Ya Rabbi diye dua eden bir adamdan
söz eder.(1) Sonra, namaz kılarken özellikle secdede kalbini göğe yöneltmiş ve “Yükseklik sahibi Rabbim her türlü noksanlıktan münezzehtir.”
diye(2) tesbih eden kişiyi görürsün. Çünkü o, yüce ma’bûdunun gökte
olduğunu bilir.
Onların: “Allah altı cihetin hiçbirinde değildir.” demelerine gelince,
bu söz genel anlamı üzere alındığı zaman bâtıldır. Çünkü bu söz, Allah
teâlâ’nın kendisi için ispat ettiği ve yarattıklarının kendisini en iyi bilen
ve kendisine en çok saygı gösteren Peygamberi Muhammed ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬in O’nun için ispat ettiği Allah’ın yükseklik cihetinde olan gökte
olduğu gerçeğinin iptalini gerektirir. Hatta bu, Allah teâlâ’yı yoklukla
vasfetmek demektir. Çünkü altı cihet şunlardır: Üst, alt, sağ, sol, arka
ve ön. Var olan hiçbir şey yoktur ki bu altı cihetten biriyle ilişkili olmasın. Bu, akıllar tarafından kendiliğinden bilinen bir şeydir. Bu altı
cihet Allah’tan nefyedildiği zaman, bu, O’nun yok olmasını gerekir. Her
ne kadar zihin bu cihetlerle ilişkisi olmayan bir varlığı düşünse bile bu
sadece zihnin kabul ettiği bir şeydir, hariçte böyle bir şey yoktur. Biz Allah teâlâ’nın yüce ve yarattıklarının yukarısında olduğuna inanıyoruz
ve Allah’a inanan her mü’minin de buna inanması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kitap, Sünnet, selef-i
sâlihîn'in icmaı, akıl ve fıtrat buna delâlet etmektedir. Fakat bununla
birlikte biz Allah teâlâ’nın her şeyi kuşattığına, yarattıklarından hiçbirinin O’nu kuşatamayacağına, O’nun yarattıklarından müstağni olduğuna ve yarattıklarından hiçbirine muhtaç olmadığına da îmân ederiz.
Biz bir mü’minin, kim olursa olsun insanlardan birinin sözünden dolayı
Kitap ve Sünnet’in delâlet ettiği şeyin dışına çıkmasının câiz olmadığına da inanırız. Nitekim bu cevabımızın başında bunun delîllerini daha
önce zikretmiştik.
Onların “Allah teâlâ mü’minin kalbindedir.” demelerine gelince, ne
Allah’ın kitâbında ne O’nun Peygamberi’nin Sünneti’nde bunun bir delîli
(1) Bu hadîsin tahrîci daha önce geçti.
(2) Bu hadîsin tahrîci daha önce geçti
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
71
yoktur, ne de bizim bildiklerimiz içinde selef-i sâlihîn’den hiç kimsenin
böyle bir sözü vardır. Aynı zamanda bu söz mutlak manada kullanıldığında da bâtıl bir sözdür. Çünkü eğer bununla Allah teâlâ’nın kulun
kalbine yerleştiği kast ediliyorsa bu kesin olarak bâtıldır. Allah teâlâ
bundan büyük ve yücedir. Bir kişinin Kitap ve Sünnet’in açıkça delâlet
ettiği Allah’ın gökte olduğu gerçeğinden kaçarken, Kitap ve Sünnet’in
tek bir harfinin bile delâlet etmediği Allah teâlâ’nın mü’minin kalbinde
olduğuna dair iddia ile kalbinin mütmain olması gerçekten hayret edilecek bir durumdur. Üstelik Kitap ve Sünnet’te buna delâlet edecek tek
bir harf bile yoktur.
Allah teâlâ’nın mü’min kulunun kalbinde olmasıyla onun Rabbini daima kalbinde zikretmesi kast ediliyorsa bu haktır. Fakat bunun da
hakiki manasına delâlet edecek ve bâtıl anlamları ortadan kaldıracak
şekilde ifade edilmesi gerekir. Mesela şöyle denilebilir: Allah teâlâ’nın
zikri daima mü’min kulun kalbindedir.
Fakat bu sözü söyleyenlerin bununla Allah teâlâ’nın semada olduğu
anlamını değiştirmek istedikleri açıktır. Yukarıda ifade edildiği gibi bu
söz bu anlamıyla bâtıldır.
Mü’min, hak ve bâtıl manalara ihtimali olan kısa ve kapalı ibarelere yönelip de Allah’ın Kitâbı’nın ve Peygamberi’nin Sünneti’nin delâlet
ettiği ve selefin üzerinde icma ettiği şeyleri inkâr etmekten sakınmalı
ve ilk Müslümanlar olan Muhacir ve Ensarın yolunu izlemelidir. Ta ki
Allah’ın şu sözünün kapsamına dâhil olsun: “(İslâm dînine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar
akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe: 100).
Allah bizi ve sizi onlardan kılsın ve hepimize kendi rahmetinden
bağışlasın. Şüphesiz O, lütfu ihsânı bol olandır.
SORU-33: Allah azze ve celle’nin arşı’na istivâ etmesini O’nun kendi
şanına layık bir şekilde arşına yükselmesi/üstüne çıkması şeklinde tefsîr
etmek selefi sâlihîn’in mi tefsîridir?
72
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Allah teâlâ’nın arşı’na istivâ etmesini O’nun kendi şanına layık bir şekilde arşına yükselmesi/üstüne çıkması şeklinde tefsîr etmek selefi sâlihîn’in tefsîridir. Müfessirlerin imamı İbn Cerîr et-Taberî
Tefsîri’nde şöyle der: “İstivânın anlamlarından birisi yücelik ve yüksekliktir (uluvv ve irtifa). Mesela filan kişi koltuğuna çıktı anlamına ‫ﺍﺳﺘﻮﻯ‬
‫ ﻓﻼﻥ ﻋﻠﻰ ﺳﺮﻳﺮﻩ‬denilir. O, “Rahman arş’a istivâ etti” (Tâhâ: 5) âyetini tefsîr
ederken şöyle dedi: “Allah teâlâ buyurur ki: Rahman arşına yükseldi,
çıktı.” Seleften buna aykırı bir mana asla nakledilmemiştir.
Bu kelimenin kullanım şekli: İstivâ kelimesi lügatte çeşitli anlamlarda kullanılır:
Birincisi: Mukayyet değil, mutlak olarak kullanılması durumunda
şu âyette olduğu gibi olgunlaşmak anlamına gelir: “Mûsâ yiğitlik çağına
erip olgunlaşınca.” (Kasas: 14).
İkincisi: Vav ile birlikte kullanılması durumunda manası eşit seviyede oldu anlamına gelir. Mesela Araplar su eşiğin seviyesine geldi anlamında ‫ ﺇﺳﺘﻮﻯ ﺍﳌﺎﺀ ﻭﺍﻟﻌﺘﺒﺔ‬derler.
Üçüncüsü: ‫ ﺇﻟﻰ‬ile birlikte kullanılması durumunda yöneldi anlamına gelir. Şu âyette olduğu gibi: “Sonra (kendine has bir şekilde) semaya
yöneldi.” (Bakara: 29).
Dördüncüsü: ‫ ﻋﻠﻰ‬ile birlikte kullanılması durumunda yükseldi,
yükseğe çıktı anlamına gelir. “Rahmân arşa istivâ etti” âyetinde olduğu
gibi.
Seleften bazıları istivâ’nın ‫ ﺇﻟﻰ‬ile birlikte kullanılmasının ‫ ﻋﻠﻰ‬ile
birlikte kullanılması gibi olduğu görüşündedirler. Bu duruma göre o
da yükseldi, yükseğe çıktı anlamına gelir. Nitekim onlardan bazıları
istivâ’nın ‫ ﻋﻠﻰ‬ile bitişik olduğu zaman üzerine çıkmak, üstüne yerleşmek
anlamına geldiği görüşündedirler.
İstivâ’nın cülus yani oturmak diye tefsîr edilmesine geline, İbn Kayyim es-Savâik isimli kitâbında (4/1303) Harice b. Mus‘ab’tan “Rahman
arş’a istivâ etti” âyetini şöyle tefsîr ettiğini nakletmiştir: “Oturma (culus) olmadıkça istivâ olur mu?”.
İmam Ahmed’in İbn Abbas’tan merfu olarak tahrîc ettiği hadîste de
culûs zikredilmektedir. En iyi Allah bilir.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
73
SORU-34: Fazîletli Şeyh! –Allah sizi korusun- dediniz ki “Allah’ın
arşı’na istivâ etmesi, celâline ve azametine layık olarak arş üzerine özel
bir uluvvudur.” Bunun tarafınızdan biraz açıklanmasını bekliyoruz.
CEVAP: Allah’ın arşına istivâ etmesi hakkında bizim söylediğimiz
söz şudur: “Allah’ın şanına ve büyüklüğüne layık bir şekilde arş’a mahsus, özel bir uluvvdur.” Biz bununla Allah teâlâ’nın arş’a mahsus özel bir
yükseklik ile uluvvunu kast ediyoruz. Bu, bütün mahlûkatı kapsayan genel manadaki uluvv/yükseklik değildir. Bu sebeple mahlûkatın üzerine
istivâ etti veya semanın üzerine istivâ etti veya arzın üzerine istivâ etti
dememiz doğru olmaz. Hâlbuki Allah teâlâ bunların da üstündedir. Biz
sadece Allah bütün yaratılmışların üstündedir veya semanın üstündedir
veya arzın üstündedir deriz. Fakat sıra arş’a gelince Allah arş’ın üstündedir de deriz, Allah arş’a istivâ edendir de deriz. İstivâ uluvv kelimesinin mutlak anlamından daha özel bir anlamı vardır. Bu sebeple Allah
teâlâ’nın arş’a istivâsı O’nun dilemesine bağlı fiilî bir sıfatıdır. Hâlbuki
uluvv yani yükseklik O’ndan ayrılamayan zâtî bir sıfatıdır.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimehullah, İbn Kasım tarafından bir
araya getirilen Fetvaları’nda (c.5, s.522) bizim bu söylediklerimizin benzeriyle konuyu şöyle açıkladı: “Allah gökleri ve yeri altı günde yarattıktan sonra arş’a istivâ ettiği zaman, bundan önce arş’a istivâ etmemiş
olacaktır, denilirse buna cevap olarak denilir ki, istivâ özel bir uluvv ve
üstte oluştur. Bir şeyi istivâ eden her şey onun üzerindedir. Fakat bir
şeyin üstünde olan her şey ona istivâ eden değildir. Bu sebeple başka bir
şeyin üstünde olan her şey için ona istivâ edendir ve ona istivâ etmiştir
denilmez. Fakat başkasına istivâ etti denilen her şey o başkasının üstündedir.” İbn Teymiye’nin sözü burada sona erdi. Maksadı ve tamamı
orada anlatılmaktadır.
“Yüceliğine ve büyüklüğüne layık olarak” sözümüze gelince bununla murâd, O’nun arşı’na istivâsı şanına ve büyüklüğüne yakışır diğer sıfatları gibidir. O’nun istivâsı yaratılmışların istivâsına benzemez. O bu
istivânın üzerinde bulunduğu keyfiyete döner. Çünkü sıfatlar mevsufa
tâbidir. Nitekim Allah teâlâ zat olarak diğer zatlara benzemediği gibi
sıfatları da diğer sıfatlara benzemez. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur;
74
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
O işitendir, görendir.” (Şura: 11). O’nun zatında da sıfatlarında da benzeri
yoktur. Bu sebeple İmam Mâlik kendisine: Nasıl istivâ etti? diye soru
sorulduğu zaman istivâ hakkında şöyle demiştir: “İstivâ bilinmeyen bir
şey değildir. Keyfiyeti ise akledilemez. Ona îmân etmek vâcibtir. Onun
hakkında soru sormak ise bid‘attir.” İşte bütün sıfatlar için ölçü budur.
Bu sıfatların tümü Allah’ın kendisi için ifade ettiği ve şanına layık şekilde tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîl söz konusu olmaksızın vardırlar.
Arş’a istivânın Allah’ın arş’a özel olarak yüksekliği olduğu böylece
anlaşılmış olmaktadır. Çünkü Allah için genel manadaki uluvv/yükseklik göklerin ve yerin yaratılmasından önce de sabittir, bunlar yaratılırken de sabittir, yaratıldıktan sonra da sabittir. Çünkü uluvv/yükseklik
sıfatı, istivânın aksine O’nun işitme, görme, kudret ve kuvvet gibi zorunlu zatî sıfatlarından bir sıfattır.
SORU-35: Allah’ın dilemesine bağlanması gereken şeylerle Allah’ın
dilemesine bağlanması gerekmeyen şeyler nelerdir? (Yani hangi şeylerde
inşâallah denilmelidir, hangi şeylerde denilmez?)
CEVAP: Gelecekte meydana gelecek her şey için inşâallah denilmesi
daha efdaldir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir şey için
“Bunu yarın yapacağım.” deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım de).”
(Kehf: 23,24). Geçmiş bir şey ise sebebini bildirmek için olması müstesna,
Allah’ın dilemesine bağlanmaz/inşâallah denilmez.
Mesela bir kimse sana Ramazan ayı bu sene inşaallah pazartesi günü
girdi dese, bizim Allah dilerse/inşâallah dememize ihtiyaç yoktur. Çünkü geçmişte olmuştur ve bilinmektedir. Yine bir kimse elbisesini giydiği
halde sana: İnşâallah elbisemi giydim dese, bunu Allah’ın dilemesine
bağlaması/inşâallah demesi güzel olmaz. Çünkü bu geçmişte olmuş bitmiş bir şeydir. Ancak bununla elbiseyi giymesinin Allah’ın dilemesiyle
olduğunu kast ettiği zaman bunda bir sakınca yoktur.
Bir kimse namaz kıldığı zaman inşâallah namazımı kıldım dese ve
bununla namaz fiilini kast etse burada bir istisna yapması/inşâallah demesi olmaz. Çünkü zaten kılmış bitmiştir. Ancak bununla kabul edilen
bir namazı kast ettiyse inşâallah demesi doğrudur. Çünkü o namazın
kabul edilip edilmediğini bilmez.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
75
SORU-36: İrâdenin kısımları nelerdir?
CEVAP: İrâde iki kısma ayrılır:
Birinci kısım: Kevnî irâde,
İkinci kısım: Şer‘î irâde.
Meşîet/dilemek manasında olan irâde kevnî irâdedir. Sevmek anlamındaki irâde şer‘î irâdedir. Şer‘î irâdenin örneği şu âyettir: “Allah
sizin tevbenizi kabul etmek ister.” (Nisâ: 27). Burada “ister” kelimesi sever
anlamına gelir. Eğer mana “Allah sizin tevbe etmenizi diler” olsaydı bütün kullarının tevbelerini kabul ederdi. Bu olmayacak bir şeydir. Çünkü
insanların çoğu kâfirdir. O halde “Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister.” âyetinin anlamı Allah sizin tevbe etmenizi sever demektir. Allah’ın
bir şeyi sevmesi o şeyin vaki olmasını gerektirmez. Çünkü ilâhi hikmet
bazen onun meydana gelmemesini gerektirebilir.
Kevnî irâdenin örneği şu âyettir: “Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez.” (Hûd:
34). Çünkü Allah teâlâ kullarını azdırmayı sevmez. O zaman bunun manası sizi azdırmayı sevseydi değil, sizi azdırmayı dileseydi olur.
Fakat geriye şu sorumuz kaldı: Murâd edilen şeyin vuku bulması
yönünden kevnî irâde ile şer‘î irâde arasındaki fark nedir?
Bu soruya cevap olarak deriz ki: Kevnî irâdede Allah teâlâ bir şeyin
olmasını murâd ettiği zaman onun mutlaka vuku bulması gerekir ve
mutlaka vuku bulur. “Bir şeyi istediği zaman O’nun yaptığı “Ol” demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin: 82).
Şer‘î irâde ye gelince bu olabilir de olmaya bilir de. Allah teâlâ bir
şeyi şer‘an isteyebilir ve sevebilir, fakat istenen şey olabilir de olmayabilir de.
Bir kimse Allah masiyetleri murâd eder mi? dediği zaman;
Deriz ki: Allah teâlâ masiyetleri kevnî olarak murâd eder, şer‘î olarak murâd etmez. (Yani masiyetlerin meydana gelmesi Allah’ın irâdesine
bağlıdır, fakat Allah teâlâ şer‘an bunların işlenmesini istemez.) Çünkü
şer‘î irâde sevmek manasına gelir, Allah masiyetleri sevmez, fakat kevnî
olarak onları ister, yani masiyetlerin meydana gelmesi O’nun irâdesine
bağlıdır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun irâdesine bağlıdır.
76
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-37: Allah’ın isimleri konusunda ilhâd nedir çeşitleri neler-
dir?
CEVAP: İlhâd lügatte meyletmek demektir. Şu âyette bu anlama gelir: “Kendisine yöneldikleri (yulhidûne ileyhi) şahsın dili, yabancı bir
dildir, hâlbuki bu Kur’ân, açık bir Arapça ifadedir.” (Nahl: 103). Kabirdeki lahit kelimesi de bundan gelir. Kabrin yanına doğru meyli olduğu için
bu isim verilmiştir. İlhâd kelimesinin anlamı ancak istikâmet kelimesinin anlamının bilinmesiyle bilinebilir. Nitekim eşya ancak kendi zıddıyla açıklığa kavuşur denilmiştir. Allah’ın isimleri ve sıfatları konusunda istikâmet, bu isimlere ve sıfatlara tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîlde bulunmaksızın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in uyduğu prensibe göre Allah’a
layık hakiki manalarını vermektir. Bu konuda istikâmetin ne olduğunu
bildiğimiz aman istikâmetin zıddının ilhâd olduğunu anlarız. Âlimler
Allah’ın isimleri ve sıfatları konusundaki ilhâdın çeşitlerini zikretmişlerdir. Yukarıdaki sözümüz bu çeşitlerin hepsini kapsar: İsim ve sıfatlar
konusunda inanılması gereken şeylerden bunlarla meyletmektir. İlhâdın
çeşitleri şunlardır:
Birincisi: İsimlerden herhangi birisini veya sıfatların delâlet ettiği
şeyi inkâr etmektir. Bunun örneği: Câhiliye dönemi mensuplarının yaptığı gibi Allah’ın isimlerinden Rahmân ismini inkâr eden kimsedir veya
isimleri kabul eden fakat onların kapsadığı sıfatları inkâr eden kimsedir. Nitekim bazı bid‘atçiler: Allah teâlâ rahmetsiz rahîmdir, işitmesiz
işitendir, dediler.
İkincisi: Allah teâlâ’yı O’nun kendisini isimlendirmediği şeylerle
isimlendirmektir.
Bunun bir ilhat olmasının sebebi Allah’ın isimlerinin tevkifi olmasıdır/bu isimleri O’nun kendisinin vermiş olmasıdır. Hiç kimsenin O’na
kendisinin vermediği isimleri vermesi câiz değildir. Çünkü bu, Allah
hakkında bilgisizce söz söylemektir. Allah hakkında haddi aşmaktır.
Bu, filozofların yaptığı gibi yapmaktır. Onlar ilâhı illet-i faile diye isimlendirdiler. Hıristiyanların yaptığı gibi yapmaktır. Onlar da Allah’ı baba
diye isimlendirdiler.
Üçüncüsü: Bu isimlerin yaratılmışların vasıflarına delâlet ettiğine
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
77
inanmaktır. Bunları temsîle/benzetmeye delâlet eden şeyler kılmaktır.
Bunun ilhat olmasının sebebi şudur: Allah’ın isimlerinin Allah’ı
yaratılmışlara benzetmeye delâlet ettiğine inanan kimse onları kendi
delâlet ettikleri manalarından çıkarmış ve istikâmetten sapmış olur.
Allah’ın kelâmını ve Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kelâmını küfre delâlet
eden şeyler olarak görmüş olur. Çünkü Allah’ı yarattıklarına benzetmek
Allah’ın “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur; O işitendir, görendir.” (Şûrâ:
11). âyetini ve “O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun?” (Meryem: 65) âyetini yalanlamak olacağı için bir küfürdür. Buhârî’nin hocası
Ebû Nuaym b. Hammad el-Huzâî şöyle dedi: “Kim Allah’ı yarattıklarına
benzetirse kâfir olur. Kim Allah’ın kendisini vasfettiği sıfatlarını inkâr
ederse kâfir olur. Allah’ın kendisini vasfettiği şeylerde teşbih yoktur.
Dördüncüsü: Allah’ın isimlerinden putlara ait isimler türetmektir.
Mesela el-İlâh isminden el-Lât’ı, el-Aziz isminden el-Uzza’yı, el-Mennan
isminden el-Menat’ı türettikleri gibi.
Bunun bir ilhat oluşunun sebebi: Allah’ın isimlerinin sadece O’na
ait oluşudur. Bu sebeple bu isimlerin delâlet ettikleri manaları, sadece
Allah’ın layık olduğu ibâdetten ona da pay vermek için yaratıklardan
herhangi birine nakletmek câiz değildir.
Allah’ın isimleri konusundaki ilhâdın çeşitleri bunlardır.
SORU-38: Vechullah (Allah’ın yüzü), yedullah (Allah’ın eli) gibi
Allah’ın kendisine izâfe ettiği şeylerin kısımları nelerdir?
CEVAP: Allah’ın kendisine izâfe ettiği şeyler üç kısımdır:
Birinci Kısım: Kendi kendine kaim olan şeydir. Bunun Allah’a izâfe
edilmesi, yaratılanın yaratıcısına izâfe edilmesi cinsinden bir durumdur. Bu izâfe “Şüphesiz benim arzım geniştir” (Ankebût: 56). âyetinde olduğu gibi bazen genel olarak yapılabilir. Bazen de şerefliliğinden dolayı özel olarak yapılır. Mesela “Tavaf edenler, ayakta ibâdet edenler,
rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.” (Hac: 26). âyetindeki “evimi” ve “Allah’ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!” (Şems: 13)
78
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
âyetindeki “Allah’ın devesi tabiri böyle bir izâfettir. Bu kısımda Allah’a
izâfe edilen şeyler mahlûktur.
İkinci Kısım: Kendisiyle başkasının kaim olduğu şeydir. Mesela
“Meryem oğlu Îsâ Mesih, O’ndan bir rûhtur.” (Nisâ: 171). âyetinde rûhun
Allah’a izâfe edilmesi, şereflendirmek için yaratılanı yaratıcısına izâfe
etmek cümlesindendir. O da Allah’ın yarattığı rûhlardan bir rûhtur,
Allah’tan bir cüz değildir. Çünkü bu rûh, Îsâ’nın içine yerleştirilmiştir.
Allah’tan ayrı bir şeydir. Bu kısım da mahlûktur.
Üçüncü Kısım: Sadece bir vasıf olmasıdır. Bu kısımda Allah’a izâfe
edilenler bir sıfattır, mahlûk değildir. Çünkü Allah’ın sıfatlarının hiçbiri mahlûk değildir. Bunun örneği Allah’ın kudreti, Allah’ın izzeti gibi
sıfatlardır. Bu kısım Kur’ân’da çoktur.
SORU-39: Allah’ın isimlerinden veya sıfatlarından herhangi bir şeyi
inkâr etmenin hükmü nedir?
CEVAP: İnkâr iki türlüdür:
Birincisi: Yalanlama inkârıdır. Bu çeşit inkâr kesin küfürdür. Mesela bir kimsenin Allah’ın eli yoktur, demesi gibi Allah’ın Kitap’ta ve
Sünnet’te geçen isimlerinden bir ismi veya sıfatlarından bir sıfatı inkâr
ederse Müslümanların icmaı ile kâfir olur. Çünkü Allah’ın ve Peygamberinin haberini yalanlamak dînden çıkaran bir küfürdür.
İkincisi: Te’vîl inkârıdır. Bu, onları inkâr etmeyip te’vîl etmesidir.
Bu da iki çeşittir:
1- Arap dilinin imkân verdiği te’vîl. Bu küfrü gerektirmez.
2- Arap dilinin imkân vermediği te’vîl. Bu küfrü gerektirir. Çünkü
dil te’vîle imkân vermediği zaman yapılacak te’vîl bir yalanlama olur.
Mesela bir kimsenin Allah’ın ne nimet manasında ne de kuvvet manasında eli yoktur demesi gibi. Bu kişi kâfirdir. Çünkü Allah’ın elini tamamen reddetmiştir, gerçek bir yalanlayıcıdır. Eğer “O’nun iki eli açıktır.”
(Mâide: 64) âyeti hakkında, iki eliyle kast edilen gökler ve yerdir derse bu
kişi de kâfirdir. Çünkü Arap lügatinde böyle bir te’vîl sahîh değildir, şer‘î
hakikate de uygun değildir. Bu sebeple o bir inkârcı ve yalanlayıcıdır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
79
Fakat O’nun eliyle kast edilen, nimet veya kuvvettir derse kâfir olmaz. Çünkü lügatte el nimet manasında da kullanılır. Şair şöyle demiştir:
Gece karanlığının getirdiği nice nimet vardır
Maniheistlerin yalanladığı Senin katından gelen
Yukarıdaki şiirin Arapça aslında nimet anlamına gelen el kelimesi
kullanılmıştır. Çünkü Maniheizm dînine mensup olanlar karanlık iyilik getirmez sadece kötülük getirir, derler.
SORU-40: Yaratıcının sıfatlarının yaratıkların sıfatları gibi olduğuna inanan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Yaratıcının sıfatlarının yaratılanın sıfatları gibi olduğuna
inanan kimse sapıktır. Çünkü Kur’ân’ın nassına göre yaratanın sıfatları
yaratılanın sıfatlarına benzemez. Allah teâlâ Kur’ân’da şöyle buyurdu:
“Onun benzeri hiçbir şey yoktur; O işitendir ve görendir.” (Şûrâ: 11). İki
şeyin isim ve sıfatta birbirine benzemesi bunların hakikatte birbirine
benzemesini gerektirmez. Bu bilinen bir kuraldır.
İnsanın da bir yüzü vardır, devenin de bir yüzü vardır, değil mi?
İsimde birleşirler fakat gerçekte birleşmezler. Devenin de bir eli vardır,
karıncanın da bir eli vardır. Bu iki el birbirine benzer mi?
Cevap: Hayır. O halde niçin Allah’ın yüzü vardır, mahlûkatın yüzlerine benzemez; eli vardır, mahlûkatın ellerine benzemez demiyorsun?!
Hâlbuki Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyâmet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır.
Gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır.” (Zümer: 67). “(Düşün o)
günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz.”
(Enbiya: 104). Yaratıkların bu âyette sözü edilen bu ele benzer elleri var
mıdır? Hayır. O halde yaratıcının ne zatında ne de sıfatlarında yaratılana benzemediğini bilmemiz gerekir. “Onun benzeri hiçbir şey yoktur;
O işitendir ve görendir.” (Şûrâ: 11). Bu sebeple Allah’ın sıfatlarından herhangi bir sıfatın keyfiyetini/nasıl ve ne şekilde olduğunu düşünmemiz
veya Allah’ın sıfatlarının yaratıkların sıfatları gibi olduğunu zannetmemiz kesinlikle câiz değildir.
80
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-41: Malumdur ki gece, yerkürenin etrafında deveran eder ve
Allah teâlâ gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüne iner. Bunun gereği olarak bütün gece dünya göğünde olması gerekmez mi? Buna nasıl
cevap verilir?
CEVAP: Bize vâcib olan, Allah teâlâ, yüce kitâbında ve Peygamberi
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in diliyle kendisini nasıl isimlendirdiyse ve nasıl vasıflandırdıysa hiçbir tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîle başvurmaksızın olduğu gibi
îmân etmemizdir. Tahrîf naslarda yapılır. Ta’tîl inanılan şeylerde olur.
Tekyîf sıfatlarda yapılır. Temsîl de yine sıfatlarda yapılır. Ancak temsîl
tekyîften daha özeldir. Çünkü temsîl, benzetmekle sınırlı bir tekyîftir.
Bizim akîdemizi bu dört sakıncalı durumdan korumamız gerekir. Kişinin kendisini Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyla ilgili konularda niçin ve
nasıl sorularını sormaktan alıkoyması gerekir. Aynı şekilde kendisini
keyfiyet üzerinde düşünmekten alıkoyması gerekir. İnsan bu yolu tutarsa çok rahat eder. Bu hal, Allah rahmet eylesin selefin halidir. Bu sebeple
bir adam İmam Mâlik’e gelip de: Ey Ebû Abdirrahman! “Rahman arş’a
istivâ etti.” Nasıl istivâ etti? diye sorunca İmam Mâlik başını önüne eğdi,
vücudundan ter boşandı ve şöyle dedi: “İstivâ bilinmeyen bir şey değildir. Keyfiyeti anlaşılamaz. Ona îmân etmek vâcibtir. Keyfiyeti hakkında
soru sormak ise bid‘attir. Seni sadece bir bid‘atçi olarak görüyorum.”
Allah teâlâ her gece gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüneiner.
Buna göre Allah teâlâ bütün gece dünya göğünde olması gerekir. Çünkü
gece bütün yeryüzünü dolaşır. Gecenin üçte biri de devamlı şu yerden
başka bir yere intikal eder, diye sorulan soruya şöyle cevap veririz:
Böyle bir soruyu sahâbe rıdvanullahi aleyhim sormadı. Tam anlamıyla teslim olmuş bir mü’minin kalbine böyle bir soru gelseydi Allah ve
Rasûlü bunu açılarlardı. Biz deriz ki, gecenin üçte biri arzın herhangi bir
yerinde kaldığı sürece Allah’ın oraya inmesi kesindir. Gece sona erdiği
zaman Allah’ın inmesi de sona erer. Biz Allah’ın nüzulünün keyfiyetini
kavrayamayız, bilgimiz bunu kuşatmaya yeterli değildir. Biz biliriz ki,
Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur. Bize gereken şey teslim olmamız ve
işittik, îmân ettik, tabi olduk ve itaat ettik dememizdir. Bizim görevimiz
budur.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
81
SORU-42: Allah’ın görülmesi konusunda selefin görüşü nedir? “Allah gözle görülemez, görmek yakînin kemâlinden ibarettir” diye iddia
eden kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Allah teâlâ Kur’ân’da kıyâmeti anlatırken şöyle buyurur:
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır.” (Kıyâmet: 22, 23). Âyet bakışı yüzlere izâfe etmiştir. Yüzlerde kendisiyle bakılabilecek organ gözlerdir. O halde âyet-i kerimede Allah’ın
gözle görüleceğine delîl vardır. Fakat bizim O’nu görmemiz, ilmimizin
O’nu ihata etmesini gerektirmez. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onların ilmi Allah’ı kapsayamaz.” (Tâhâ: 110). İlmimizin O’nu
kapsaması mümkün olmadığına göre –çünkü ilmî ihata gözle ihata etmekten daha geniş ve daha kapsamlıdır– bu O’nu gözle ihata edemeyeceğimizin delîlidir. Şu âyeti kerime de buna delâlet eder: “Gözler O’nu
idrak edemez, O gözleri idrak eder.” (En‘âm: 103). Gözler her ne kadar
O’nu görse bile O’nu idrak etmesi/ihata etmesi mümkün değildir.
Demek ki Allah teâlâ gözle gerçek bir görüşle görülecek, fakat bu
görüşle O ihata edilemeyecek. Çünkü azîz ve celîl olan Allah gözle ihata
edilemekten çok çok büyüktür. Selefin görüşü budur. Onlar insana verilecek en büyük nimetin Allah’ın yüzüne bakmak olduğu görüşündedirler. Bu sebeple Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in dualarından birisi de şudur:
“Senden yüzüne bakmanın lezzetini istiyorum.”(1) “Bakmanın lezzetini” dedi. Çünkü Allah’a bakmanın lezzeti çok büyüktür. Bunu ancak
Allah’ın nimetine ve lütfuna erenler kavrayabilir. Allah’tan kendimi
ve sizi onlardan kılmasını diliyorum. İşte selefin üzerinde icma ettiği
Allah’ı görme gerçeği budur.
Allah gözle görülemez, Onu görmek yakînin kemâlinden ibarettir
diye iddia eden kimseye gelince, onun bu sözü bâtıldır, delîllere aykırıdır ve o vakıayı yalanlamaktadır. Çünkü yakînin kemâli, yani îmânda
kemâle ermek dünyada da mümkündür. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ihsân kelimesini tefsîr ederken şöyle demektedir: “İhsân, senin Allah’a
O’nu görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Sen O’nu görmesen bile O seni
görmektedir.”(2) O’nu görüyormuş gibi ibâdet etmen yakînin kemâlidir. O
(1) Nesâî, Kitâbu’s-Sehv, 62. Bâb, h (1304). Ahmed (5/191).
(2) Tahrîci daha önce geçti.
82
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
halde, Allah’ı görmek konusunda naslarda geçen şeyler yakînin kemâli
anlamına gelir, çünkü kemâl derecesinde îmâna ulaşan kimse, Allah’ı
gözleriyle görüyormuş gibidir iddiası bâtıl bir iddiadır, nasları tahrîftir.
Bu bir te’vîl değil, bâtıl bir tahrîftir. Bunu söyleyen kimsenin reddedilmesi gerekir. Yardım Allah’tandır.
SORU-43: Cinlerin insanlar üstünde etkisi var mıdır? Onlardan korunmanın yolu nelerdir?
CEVAP: Şüphesiz cinlerin insanlar üzerinde onları öldürmeye kadar varacak zararlı etkisi vardır. İnsanlara bazen taş atarak eziyet ederler. Bazen korkuturlar ve Sünnet’te sabit olan daha başka şeyler yaparlar.
Vakıa buna delâlet eder. Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬savaşlarından birinde –zannederim Hendek savaşında– ashâbından birine ailesini yanına gitmesi için izin vermişti. Bu kişi yeni evlenmiş genç bir kişi idi.
Evine ulaştığı zaman, eşini kapıda gördü. Bu durum hoşuna gitmedi.
Karısı ona: Gir, dedi. Adam girince bir de ne görsün, yatağın üzerinde
kıvrılmış bir yılan var. Adamın yanında mızrak vardı. Mızrakla yılana
ölünceye kadar batırdı. Bu esnada –yani yılanın öldüğü esnada adam da
öldü. Hangisinin daha önce öldüğü, yılanın mı, yoksa adamın mı, bilinmiyor. Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e bu haber ulaştırılınca o evlerdeki
yılanları öldürmeyi yasakladı sadece kuyruksuz ve iki çizgili yılanları
öldürün dedi.(1)
Bu, cinlerin insanlara saldırdığına ve realitenin de şahitlik ettiği
gibi insanlara zarar verdiğine delîldir. Mesela şu tür haberler pek çoktur ve tevatür derecesine ulaşmıştır: Bir kimse bazen bir harabenin yakınından geçer, burada hiç kimseyi görmediği halde taş yağmuruna
tutulur. Bazen sesler işitebilir. Ağaç hışırtısı gibi hışırtılar duyabilir.
Benzeri alışılmadık ve rahatsız edici şeyler duyabilir. Bazen bir cin ya
âşık olduğu için veya eziyet etmek için veya başka bir sebeple insanın
bedenine girebilir. Şu âyeti kerime buna işaret eder: “Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi
kalkarlar.” (Bakara: 275). Bu durumda insana kendi içinden seslenebilir,
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Bed’u’l-Halk, Bâbu Hayru Mâli’l-Muslim Ğanemun (3331).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
83
ona Kur’ân’dan âyetler okuyan bir kimseye hitap edebilir. Bazen okuyan
kimseye geri dönmeyeceğine söz verebilir. İnsanlar arasında yaygın söylentilere dayanan buna benzer daha pek çok şeyler vardır. Buna göre cinlerin şerrinden korunmak için insanın Sünnet’te geçen Âyetelkursi gibi
kendisini onlardan koruyucu şeyleri okuması gerekir. Çünkü bir kimse
geceleyin Âyetelkursi’yi okuduğu zaman Allah tarafından ona daima bir
koruyucu verilir ve sabaha kadar şeytan kendisine yaklaşamaz. Allah
koruyucudur.
SORU-44: Cinler gaybı bilirler mi?
CEVAP: Cinler gaybı bilmezler. Göklerde ve yerde Allah’tan başka
hiç kimse gaybı bilemez. Allah teâlâ’nın şu âyetini oku: “Süleyman’ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen
bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azâb içinde kalmazlardı.” (Sebe: 14). Kim
gaybı bildiğini iddia ederse kâfirdir. Gaybı bildiğini iddia eden kimseyi
tasdîk eden kişi de kâfirdir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.” (Neml:
65). Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Geleceğe
ait gaybı bildiğini iddia eden bu kimselerin hepsi kâhindirler. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den şöyle dediği sabit olmuştur: “Kim bir kâhine gider
de ona bir şeyler sorarsa kırk gün onun namazı kabul edilmez.”(1) Eğer
onu tasdîk ederse muhakkak ki kâfir olur. Çünkü onun gaybı bildiğini
tasdîk ettiği zaman Allah’ın şu âyetini yalanlamış olur: “De ki: Göklerde
ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez.”
SORU-45: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i Allah’ın sevgilisi/habîbi
(habîbullah) diye nitelendirmenin hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Allah’ın sevgilisi/habîbi olduğunda şüphe yoktur. O Allah’ı sever, Allah da onu sever. Fakat burada
bundan daha üstün bir vasıf daha vardır ki o da Allah’ın halîli olması(1) Müslim. Kitâbu’s-Selâm, Bâbu Tahrîmu’l-Kehâne, ve İtyani’l-Kehâne, (2203).
84
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
dır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şu hadîsinde de ifade ettiği gibi Allah’ın
halîlidir: “Allah İbrâhîm’i halîl edindiği gibi beni de halîl edindi.”(1) Bu
sebeple sadece muhabbetle nitelendirilen kimse halîllikle nitelendirilen
kimsenin mertebesinden daha aşağıdadır. Halîllik, sevgiden daha büyük ve daha yüksektir. Her mü’min Allah’ın habîbi/sevgilisidir. AmaPeygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bundan daha yüksek bir makamdadır. İşte
bu makam halîllik makamıdır. Allah İbrâhîm’i halîl edindiği gibi onu
da halîl edinmiştir. Bu sebeple biz Muhammed’in Allah’ın elçisi ve halîli
olduğunu söyleriz. Bu, bizim onun Allah’ın sevgilisi/habîbi olduğunu
söylememizden daha yüksektir. Çünkü bu, hem sevgiyi ihtiva eder, hem
de ondan daha fazladır ve sevginin en son noktasıdır.
SORU-46: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i övmeyi ticarete vâsıta kılmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bunun hükmü haramdır. Bilinmelidir ki Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i övmek iki kısımdır:
Birincisi: Aşırılığa kaçmaksızın onu hak ettiği hususlarda övmektir.
Bunda bir sakınca yoktur. Yani Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i ahlâkında
ve sünnetindeki güzel ve kâmil sıfatlardan dolayı layık olduğu şekilde
övmekte bir sakınca yoktur.
İkincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yasakladığı aşırılığa kaçan
övgü kısmıdır. O şöyle buyurmaktadır: “Beni Hıristiyanların Meryem
oğlu Mesih’i övdükleri gibi övmeyin. Ben sadece bir kulum. Bana Allah’ın
kulu ve elçisi deyin.”(2) Kim Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i imdat isteyenlerin imdadına koşan, zorda kalanların duasına cevap veren, dünya ve
âhiretin sahibi ve gaybı bilen gibi şeylerle överse bu haram övgü kısmına girer. Üstelik kişiyi dînden çıkaran büyük şirkin içine düşürebilir. O
halde Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i onun yasakladığı aşırılık derecesine
ulaşacak şekilde övmek câiz değildir.
Şimdi gelelim kişinin bu câiz övmeyi kazancını temin ettiği bir
(1) İbn Mâce, Mukaddime (141).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ehadîsi’l-Enbiya, Bâbu Kavlillahi teâlâ: ( ‫)ﻭﺍﺫﻛﺮﻓﻲ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻣﺮﱘ‬
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
85
meslek haline getirmesine, bu konuda da deriz ki, şüphesiz bu haramdır,
câiz değildir. Çünkü sahip olduğu güzel ahlâkı, üstün nitelikleri ve sünnetindeki istikâmetten dolayı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i hak ettiği ve
layık olduğu şekilde övmek bir ibâdettir ve bununla Allah’a yaklaşılır.
İbâdet olan bir şeyi dünya için araç edinmek câiz değildir. Çünkü Allah
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, (ameliyle) dünya hayatını ve ziynetini
istemekte ise, amellerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve
orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri
için ateşten başka hiçbir şey olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) bâtıldır.” (Hûd:
15,16). Allah doğru yola hidâyet edendir.
SORU-47: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bir beşer değil Allah’ın nûrundan bir nûr olduğuna, gaybı bildiğine inanan, sonra onun fayda ve
zarar vermeye gücünün yettiğine inanarak ondan yardım isteyen kimsenin hükmü nedir? Bu ve benzeri kimselerin arkasında namaz kılmak
câiz olur mu? Bize bunu anlatın, Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın.
CEVAP: Kim Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bir beşer değil, Allah’ın
nûrundan bir nûr olduğuna ve gaybı bildiğine inanırsa Allah ve
Rasûlüne küfretmiş olur. O, Allah ve Rasûlünün düşmanlarındandır.
Allah ve Rasûlünün dostlarından değildir. Çünkü onun bu sözü Allah
ve Rasûlünü yalanlamak demektir. Kim Allah’ı ve Rasûlünü yalanlarsa
kâfirdir. Onun bu sözünün Allah ve Rasûlünü yalanlamak olduğunun
delîli Allah’ın şu âyetlerdir: “De ki: Ben sadece sizin gibi bir insanım.”
(Kehf: 110). “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.” (Neml: 65). “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır,
demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum.
Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur
mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En‘âm: 50). “De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip
değilim. Eğer gaybı bilseydim elbette bir çok menfaat ederdim ve bana
hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."” (A’râf:188). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de şöyle
86
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
buyurdu: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben
de unuturum. Ben unuttuğum zaman bana hatırlatın.”(1)
Kim onun fayda ve zarar vermeye gücünün yettiğine inanarak ondan yardım isterse, kâfirdir, Allah’ı yalanlamış ve O’na ortak koşmuştur.
Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana
dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibâdetten kibirlenenler aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Ğafir: 60). “De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana
bir kötülük dilerse) Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O’ndan
başka sığınacak kimse de bulamam.” (Cin: 21, 22). Yine Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬akrabalarına şöyle buyurmuştur: “Allah’a karşı ben sizi
hiçbir şeyle koruyamam.”(2) Nitekim bunu Fatıma’ya ve halası Safiye’ye
de söyledi.
Bu ve benzeri kimselerin arkasında namaz kılmak câiz değildir,
kılınan namaz sahîh değildir. Müslümanlara imam yapılması da câiz
değildir.
SORU-48: Mehdi’nin çıkacağına dair hadîsler sahîh midir, değil
midir?
CEVAP: Mehdi hadîsleri dört kısımdır:
Birinci Kısım: Uydurma hadîsler.
İkinci Kısım: Zayıf hadîsler.
Üçüncü Kısım: Hasen hadîsler, fakat bunlar hepsi birlikte sahîh liğayrihi olmak üzere sahîh derecesine ulaşırlar.
Bazı kimseler bu konuda sahîh li-zâtihi hadîsler de olduğunu söylerler ki bu da dördüncü kısımdır.
Fakat bu Mehdi Irak’ta bir mahzende olduğu iddia edilen Mehdi
değildir. Bunun aslı yoktur. Bu bir hurafedir. Gerçekle ilgisi yoktur. Fa(1) Buhârî, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu et-Teveccuhu Nahve’l-Kıble (401). Müslim Kitâbu’lMesâcid, Bâbu es-Sehvufi’s-Salâti ve’s-Sucûdi lehu, (572).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Vesaya, Bâbu Hel Yedhulu’n-Misau ve’l-Veledu fi’l-Ekarib (2753)
muallâk olarak. Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Kavluhu (‫)ﻭﺃﻧﺬﺭ ﻋﺸﻴﺮﺗﻚ ﺍﻻﻗﺮﺑﲔ‬
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
87
kat hadîslerde geleceği ifade edilen Mehdi diğer Âdemoğulları gibi bir
adamdır, vakti gelince yaratılacak ve doğacaktır. Vakti gelince insanların karşısına çıkacaktır. İşte Mehdi kıssası budur. Onu kayıtsız şartsız
inkâr etmek de hatadır, kayıtsız şartsız kabul etmek de hatadır. Çünkü
onu mahzende gizli olduğu söylenen beklenen Mehdi’yi kapsayacak şekilde kabul etmek hatalı olur. Çünkü gizlenmiş bu Mehdi’ye inanmak
aklen ahmaklık, şer‘an sapıklıktır. Böyle bir şeyin aslı yoktur. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in haber verdiği, hakkında pek çok hadîs bulanan
ve vakti gelince doğacak ve vakti gelince çıkacak Mehdi’yi kabul etmek
haktır.
SORU-49: Ye’cûc ve Me’cûc kimlerdir?
CEVAP: Ye’cûc ve Me’cûc Âdemoğullarından mevcut iki millettir.
Allah teâlâ Zulkarneyn kıssasında şöyle buyurmuştur: “Nihâyet iki dağ
arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir
kavim buldu. Dediler ki: Ey Zulkarneyn! Bu memlekette Ye’cûc ve Me’cûc
bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir set yapman
için sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek
olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.” “Bana, demir
kütleleri getirin.” Nihâyet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince
(vadiyi doldurunca): “Üfleyin (körükleyin)!” dedi. Artık onu kor haline
sokunca: “Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim” dedi.
Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vaadi gelince,
O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır, dedi.” (Kehf: 93–98).
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurur: “Allah teâlâ kıyâmet günü
şöyle diyecek: Ey Âdem kalk ve zürriyetinden cehenneme gidecekleri gönder.” Devamında şöyle der: “Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye mukabil Ye’cûc Me’cûc’den bin kişi cehenneme gönderilecek.”(1) Onların çıkma(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ehadîsu’l-Enbiya, Bâbu Kıssatu Ye’cûc ve Me’cûc (3348). Müslim
Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Yekulullahi teâlâ li Adem’e Uhruc… (222).
88
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
sı ilk belirtileri Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında görülen kıyâmetin
alametlerindendir. Ümmü Habîbe radıyallahu anhumâ rivâyet ettiği
hadîste şöyle dedi: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir gün kızgın ve yüzü
kızarmış bir halde şöyle diyerek çıktı: “Allah’tan başka hak ilâh yoktur.
Yaklaşmakta olan kötülükten dolayı Arapların vay haline! Bu gün Ye’cûc
ve Me’cûc’un seddinden şöyle bir delik açıldı.”(1) Baş parmağıyla işaret
parmağını halka yapmıştı.
SORU-50: Sadece âhir zamanda çıkacağı halde peygamberler kendi
kavimlerini Deccâl’a karşı niçin uyardılar?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in söylediği gibi Âdem’in yaratılışından kıyâmetin kopuşuna kadar yeryüzünde çıkacak en büyük
fitne Deccâl fitnesidir. Bu sebeple Nûh aleyhisselam’dan Muhammed aleyhisselam’a kadar bütün peygamberler durumuna dikkat çekmek, önemini belirtmek ve sakındırmak için kavimlerini ona karşı
uyarmışlardır.(2) Allah teâlâ onun sadece âhir zamanda çıkacağını bilmesine rağmen önemi ve kötülüğü bilinsin diye peygamberlere kavimlerini ona karşı uyarmalarını emretti. Sahîh yolla rivâyet edildiğine göre
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Ben içinizde iken çıkarsa
sizin önünüzde onu ben yener, defederim ve eğer ben içinizde değil iken
çıkarsa herkes kendi nefsini savunarak onu yenmeye çalışır. Allah da
her müslüman hakkında benim vekilimdir.”(3) Rabbimiz teâlâ ne güzel
vekildir.
Bu Deccâl çok önemlidir. Hadîste de ifade edildiği gibi Âdem’in yaratılışından kıyâmetin koptuğu zamana kadar en büyük fitnedir. Hayat
fitneleri içinde namazda sadece onun fitnesinden sığınılmasına önem
verilmiştir: “Cehennem azâbından, kabir azâbından hayatın ve ölümün
fitnesinden ve Mesih Deccâl’ın fitnesinden Allah’a sığınırım.”
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Fiten, BâbuKavlu’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem: Veylun lilArabi… (7095). Müslim Fiten Bâbu İktirabi’l-Fiten ve Fethi Redmi Ye’cûc ve Me’cûc
(2880).
(2) Buhârî Kitâbu’l- Fiten, Bâbu Zikri’d-Deccâl (8127).
(3) Müslim, Kitâbu’l-Fiten, Bâbu Zikru’d-Deccâl ve Sıfatuhu vema Meahu (2937).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
89
Deccâl kelimesi yalan uydurmak anlamına gelen decel’den türetilmiştir. Çünkü o bir yalancıdır, hatta en büyük yalancıdır, insanların en
sahtekârıdır.
SORU-51: Âhiret hayatını inkâr eden ve bunun bir ortaçağ hurafesi
olduğunu iddia eden kimsenin hükmü nedir? Bu inkârcılar nasıl ikna
edilebilir?
CEVAP: Âhiret hayatını inkâr eden ve bunun bir ortaçağ hurafesi
olduğunu iddia eden kimse, Allah’ın şu âyetleri sebebiyle kâfirdir: “Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da
diriltilecek değiliz, demişlerdi. Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil
miymiş? diyecek. Onlar da “Rabbimize andolsun ki evet!” diyecekler.
Allah da, Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azâbı tadın! buyuracak.”
(En‘âm: 29, 30). “O gün vay haline yalancıların! Ki onlar, ceza gününü
yalan sayarlar. Onu ancak hükümleri çiğneyen ve günaha dalan kimseler yalanlar. Böyle birine âyetlerimiz okununca “Eskilerin masalları”
derdi. Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini
kirletmiştir. Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O’nu görmekten)
mahrum kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler. Sonra onlara:
“İşte yalanlamış olduğunuz (cehennem) budur” denilir.” (Mutaffifin: 10–
17). “Onlar üstelik kıyâmeti de yalan saydılar. Biz ise, kıyâmeti inkâr
edenler için alevli bir ateş hazırladık.” (Furkan: 11). “Allah’ın âyetlerini ve
O’na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azâb vardır.” (Ankebût: 23).
Bu inkârcıların ikna edilmeleri ise aşağıdaki şekilde olmalıdır:
Birincisi: Yeniden diriliş konusu ilâhi kitaplardaki peygamberler ve
semavi dînler tarafından tevatür yoluyla nakledilen ve bütün milletlerin
kabul ettiği bir haberdir. Yeniden diriliş hakkında kendilerine nakil yoluyla veya vakıanın tanıklığıyla hiçbir bilgi ulaşmasa bile filozoflardan
veya düşünürlerden size nakledilen şeyleri kabul ettiğiniz halde bunu
nasıl olurda inkâr edersiniz?!
90
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
İkincisi: Yeniden dirilişin olabilirliğine akıl çeşitli yönlerden şahitlik eder:
1- Hiç kimse daha önce yok iken sonradan yaratıldığını inkâr etmez. Olmayan bir şeyi sonradan yaratan, onu ilk haliyle tekrar yaratmaya da kadirdir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Mahlûkları
ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da dirilten O’dur. Bu diriltme O’na
göre pek kolaydır.” (Rum: 27). “Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriltmeyi de Biz gerçekleştiririz.” (Enbiya: 104).
2- Gökler ve yer çok büyük oldukları için hiç kimse bunların yaratılışlarının büyüklüğünü ve bunların eşsiz yaratıcısını inkâr etmez. Gökleri ve yeri yaratanın insanları yaratmaya ve onları ilkin yarattığı gibi
tekrar yaratmaya da gücü yeter. Allah teâlâ şöyle buyurur: “Göklerin ve
yerin yaratılışı insanın yaratılışından elbette daha büyüktür.” (Ğafir: 57).
“Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, her şeye
kadirdir.” (Ahkâf: 33). “Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla
bilen yaratıcıdır. Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol”
demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin: 81,82).
3- Her basiret sahibi, kurak ve bitkileri ölmüş araziyi müşahede
eder. Bu arazinin üzerine yağmur yağdığı zaman verimli hale gelir ve
bitkileri ölü iken dirilir/yeşerir. Ölü toprakları diriltmeye gücü yeten
Allah’ın ölmüş insanları diriltmeye ve yeniden hayata göndermeye de
gücü yeter. Allah teâlâ şöyle buyurur: “Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah’ın âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz
zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir.
O, her şeye kadirdir.” (Fussilet: 39).
Üçüncüsü: Yeniden dirilişin mümkün olduğuna Allah’ın bize haber
verdiği ölüleri diriltme olaylarında duyular ve realite de şahitlik eder.
Allah teâlâ Bakara suresinde bu konuda beş tane olay zikreder. Bunlardan birisi şudur: “Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları
çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!” dedi. Bunun üzerine Allah
onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
91
dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın.
Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni
insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl
et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.” (Bakara:259).
Dördüncüsü: Herkesin kendi yaptığının karşılığını görmesi için öldükten sonra dirilmek hikmetin gereğidir. Eğer bu olmasaydı insanlar
boş yere yaratılmış olurlardı, yaratılışın hiçbir kıymeti ve hikmeti olmazdı. Bu dünyada insanlarla hayvanlar arasında hiçbir fark olmazdı.
Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve
hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak
hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka hak ilâh yoktur,
O, yüce arş’ın sahibidir.” (Mü’minun: 115, 116). “Kıyâmet günü mutlaka
gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye hemen
onu gizleyeceğim.” (Tâhâ: 15). “Onlar: "Allah ölen bir kimseyi diriltmez"
diye olanca güçleriyle Allah’a ant içtiler. Aksine, bu O’nun bizzat kendisine karşı gerçek bir vaadidir. Fakat insanların çoğu bilmez. Hakkında
ihtilâf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecek). Biz,
bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece
"Ol" dememizdir. Hemen oluverir.” (Nahl: 38–40). “Küfredenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır! Rabbime andolsun ki
mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu,
Allah’a göre kolaydır.” (Teğabün: 7).
Yeniden dirilişi inkâr edenler ve bu inkârlarında ısrar edenler için
bu delîller açıklandığı zaman onlar hala inanmıyorlarsa artık onlar büyüklük taslayan inatçı kimselerdir. Zalimler nasıl bir dönüş ile döneceklerini, yakında öğrenirler.
SORU-52: Kabir azâbı var mıdır?
CEVAP: Sarîh Sünnet, Kur’ân’ın zâhiri ve Müslümanların icmaı,
işte bu üç delîlle kabir azâbı sabittir.
92
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Sarîh Sünnet’te Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Kabir azâbından Allah’a sığının, kabir azâbından Allah’a sığının, kabir
azâbından Allah’a sığının.”(1)
Müslümanların icmaına gelince bütün Müslümanlar namazlarında şöyle dua ederler: “Cehennem azâbından ve kabir azâbından Allah’a
sığınırım.” Üstelik bunlar Müslümanların genelidir, sadece icmaya ehil
olanlar ve ilim adamları değildir.
Kur’ân’ın zâhirinden delîle gelince, mesela Allah teâlâ Firavun ailesi
hakkında şöyle der: “Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyâmetin
kopacağı gün de: Firavun ailesini azâbın en çetinine sokun (denilecek)!”
(Ğafir: 46). Kuşkusuz onların ateşe sokulmaları orada rahatlamaları için
değil, azâb edilmeleri içindir. “O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: Haydi canlarınızı
kurtarın! derler.” Allahu Ekber! Canlarını kurtarmaya çok arzuludurlar. “Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine
karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azâbı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! derler” (En‘âm:
93) Âyette, “Bugün” kelimesinin başındaki elif lam takısı bugün’ün vefat
ettikleri gün olduğunu ifade eder.
O halde kabir azâbı sarîh Sünnet’le, Kur’ân’ın zâhiri ile ve Müslümanların icmaı ile sâbittir. Kur’ân’dan zâhir olan bu hüküm neredeyse sarîh bir hüküm gibidir. Çünkü zikrettiğimiz bu iki âyet bu konuda
sarîh delîl gibidir.
SORU-53: Ölü defnedilmediği zaman yırtıcı hayvanlar cesedini yemiş olsa veya rüzgârlar dağıtsa yine de kabir azâbı çeker mi?
CEVAP: Evet, azâb rûh üzerinde olur. Çünkü ceset yok artık olup
telef olmuştur. Her ne kadar bu gayba ait bir konu ise de ceset yok olsa
ve yansa bile bu azâbtan etkilenmeyeceğini kesin olarak söyleyemeyiz.
Çünkü âhiretle ilgili bir konuyu insan dünyada müşahede edilen bir
konu ile mukayese edemez.
(1) Müslim. Kitâbu’l-Cennet, Bâbu Arzı Mak’adi’l-Meyyiti mine’l-Cenne (2867).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
93
SORU-54: Kabir azâbını inkâr eden ve eğer kabir açılmış olsa değişmediği, daralmadığı ve genişlemediği görülür diye delîl getiren kişiye
nasıl cevap veririz?
CEVAP: Kabir açılsa değişmediği görülür diye delîl getirerek kabir
azâbını inkâr eden kişiye pek çok şekilde cevap verilebilir. Bunlardan
bazıları şunlardır:
Birincisi: Kabir azâbı şeran sabittir. Allah teâlâ Firavun ailesi hakkında şöyle buyurur: “Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyâmetin
kopacağı gün de: Firavun ailesini azâbın en çetinine sokun (denilecek)!”
(Ğafir: 46). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de şöyle buyurdu: “Birbirinizi öldükten sonra defnetmeyeceğinizden korkmasaydım, Allah’a, size kabir
azâbını duyurması için dua ederdim.” Sonra döndü ve şöyle buyurdu:
“Kabir azâbından Allah’a sığının.” Kabir abından Allah’a sığınırız, dediler. “Kabir azâbından Allah’a sığının” dedi. Kabir azâbından Allah’a
sığınırız, dediler.”(1) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mü’min hakkında şöyle
dedi: “Onun kabri göz alabildiğince genişletilir.”(2) Bu konuda daha pek
çok nas vardır. O halde bir takım görüşlerin vehmine kapılarak bu naslara muhalefet etmek câiz değildir. Bilakis tasdîk etmek ve itaat etmek
gerekir.
İkincisi: Kabir azâbı aslolarak rûh üzerinde olur. Bedenin hissedeceği bir şey değildir. Beden üzerinde hissedilen bir şey olsaydı gayba îmândan sayılmaz ve ona îmân etmenin bir yararı olmazdı. Fakat o
gayba ait konulardandır. Berzah ahvali dünya ahvaliyle mukayese edilemez.
Üçüncüsü: Azabı, nimeti, kabrin darlığını ve genişliğini başkaları
değil sadece ölü hisseder. İnsan yatağında uyurken rüyasında kendisini
ayakta, giden, dönen, döven ve dövülen birisi olarak görebilir. Kendisini
dar ve ıssız bir yerde veya geniş ve güzel bir yerde görebilir. Fakat civarındakiler bunları ne görürler, ne de hissederler.
Bu gibi konularda insanın yapması gereken şey: İşittik, itaat ettik,
îmân ettik ve tasdîk ettik demesidir.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Mâ Câe fi Azabi’l-Kabri (1374); Müslim, Kitâbu’lCennet, Bâbu Mak’adi’l-Meyyiti Mine’l-Cenne (2870).
94
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-55: Günahkâr mü’minin kabir azâbı hafifletilir mi?
CEVAP: Evet hafifletilebilir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬iki
kabre uğramış ve şöyle demişti: “Bunlarda yatanlar azâb içindedirler.
Hem de büyük olarak değerlendirilmeyen bir günahtan dolayı. Ama hayır, aslında o büyük bir suçtur. Bunlardan birisi kovuculuk yapardı; öteki
de idrardan sakınmazdı.” Sonra yaş bir hurma dalını tuttu, ikiye böldü,
birini bir kabre, diğerini bir kabre dikti ve şöyle buyurdu: “Umulur ki
onların azâbları bu dallar yaş kaldıkça hafifler.”(1) Azabın hafifletilebileceğine bu bir delîldir. Fakat bu iki azâb gören şahsın azâbın hafifletilmesiyle bu iki yaş hurma dalının ne ilgisi vardır?
1- Denildi ki: Çünkü bu iki hurma dalı kurumadıkları sürece Allah’ı
tesbih ederler. Tesbih de ölü üzerindeki azâbı hafifletir. İstinbat edilen ve
pek de mümkün görülmeyen bu illetin üzerinden insanlar, kişinin kabre
gitmesinin ve kabirde yatanların azâblarının hafifletilmesi için orada
Allah’ı tesbih etmesinin sünnet olduğunu ürettiler.
2- Bazı âlimler bu izahı zayıf buldular. Çünkü bu iki hurma dalı yaş
da olsa kuru da olsa Allah’ı tesbih eder. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder.
O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların
tesbihini anlamazsınız.” (İsra: 44). Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in huzurunda çakıl taşlarının tesbihi işitilmiştir. Hâlbuki çakıl taşları kurudur.
O halde illet nedir?
İllet şudur: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu iki dal parçası yaş oldukları müddetçe onlardan azâbın hafifletileceğini ummaktadır. Yani müddet uzun değildir. Bu, o iki fiilden sakındırmak içindir. Çünkü rivâyette
de geçtiği gibi yaptıkları büyük bir suçtur. Birisi idrardan korunmazdı
ki idrardan korunmadığı zaman tahâretsiz namaz kılmış olur. Diğeri
Allah’ın kullarının arasını bozmak ve aralarına düşmanlık ve kin yerleştirmek için –Allah korusun- kovuculuk yapardı. Suç büyüktür. Peygamberin devamlı şefaatten sakındığı için değil, ümmetini sakındırmak
için bunun geçici bir şefaat olması daha yakın bir ihtimaldir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Azabi’l-Kabri mine’l-Ğıybeti ve’l-Bevli (1378). Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu ed-Delîli ala Necaseti’l-Bevli ve Vücubi’l-İstibrai Minhu
(292).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
95
Bu münasebetle deriz ki: Bazı âlimler –Allah onları affetsin- şöyle dediler: Azabın hafiflemesi için kabrin üzerine yaş bir dal veya ağaç
veya benzeri bir şeyin konulması sünnettir. Fakat bu istinbat gerçekten
imkânsızdır ve aşağıdaki sebeplerden dolayı câiz değildir:
Birincisi: Biz Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den farklı olarak bu adamın azâb gördüğünü keşfedemeyiz. Bu O’na ait bir mucizedir.
İkincisi: Böyle bir şey yaptığımız zaman ölüye kötülük yapmış
oluruz. Çünkü onun azâb edildiğini düşünerek hakkında kötü zanda
bulunmuş oluruz. Ne biliyoruz, belki nimet görüyordur. Çok sayıdaki
mağfiret sebeplerinden bir sebebin mevcudiyetinden dolayı belki bu
ölü ölümünden önce Allah tarafından bağışlanan kimselerden olmuş ve
kulların Rabbi onu affetmiştir. O zaman azâbı hak etmemiştir.
Üçüncüsü: Bu istinbat, yani bu hükmü çıkarmak, Allah’ın dînini insanların en iyi bileni olan selef-i sâlihîn’in yoluna aykırıdır. Sahabîlerden
hiçbiri böyle bir şey yapmamıştır. O halde bize ne oluyor da bunu yapıyoruz?
Dördüncüsü: Allah teâlâ bize bundan daha hayırlı bir kapı açmıştır.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ölüyü defnettiği zaman üzerinde durur ve
şöyle derdi: “Kardeşinize istiğfar edin ve kararlı olmasını dileyin. Çünkü o şu anda sorguya çekiliyor.”(1)
SORU-56: Şefaat nedir? Şefaatin kısımları nelerdir?
CEVAP: Şefaat şef’ kelimesinden alınmıştır. Şef’, tek anlamına gelen vitir kelimesini zıddıdır. Biri iki yapmak, üçü dört yapmak gibi, teki
çift yapmak demektir. Lügat yönünden manası böyledir.
Istılah manasına gelince: Bir yararı celp etmek veya bir zararı def
etmek için başkasına aracılık etmek demektir. Yani şefaatçinin, kendisine şefaat için müracaat edilen ile kendisi için şefaat edilen arasında
şefaat edilene bir menfaati celp etmek veya ondan bir zararı def etmek
için aracı olmasıdır.
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu el-İstiğfaru ınde’l-Kabri lil-Meyyiti fi Vakti’lİnsirafi (3221).
96
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Şefaat iki çeşittir:
Birincisi: Sabit ve sahîh olan şefaattir. Bu Allah teâlâ’nın Kitâbında
ve Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in haber verdiği şefaattir. Tevhîd ehli ve
ihlâs sahipleri için söz konusudur. Çünkü Ebû Hureyre radıyallahu anh
şöyle dedi: Ya Rasûlallah, senin şefaatinle insanların en mutlusu kimdir? O şöyle buyurdu: “Kalbinden gelen bir samimiyetle La ilâhe illallah
diyen kimsedir.”(1)
Bu şefaatin üç şartı vardır:
Birinci şart: Allah’ın şefaatçiden razı olmasıdır.
İkinci şart: Allah’ın şefaat edilenden razı olmasıdır.
Üçüncü şart: Allah’ın şefaatçiye şefaat iznini vermesidir.
Bu üç şart şu âyette özetlenmiştir: “Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi
dışında, bir işe yaramaz.” (Necm: 26). Şu âyeti kerimelerde de ayrıntısı
verilmiştir: “İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara:
255). “O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ: 109). “Allah rızâsına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya: 28). Şefaatin gerçekleşmesi
için bu üç şartın bulunması gerekir.
Sonra âlimler bu sabit şefaatin iki kısma ayrıldığını söylerler:
Birinci Kısım: Genel şefaattir. Genelin manası, Allah teâlâ’nın sâlih
kullarından istediklerine yine şefaat edilmelerine izin verdiği kimselere
şefaat etmeleri için izin vermesidir. Bu şefaat, Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬,
diğer peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihler için sabittir. Bunlar
günahkâr mü’minlerden cehennemlik olanlar hakkında cehennemden
çıkarılmaları için şefaat edeceklerdir.
İkinci Kısım: Sadece Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e ait olan şefaattir.
Bunun en büyüğü, kıyâmet günü insanlar dayanılmaz keder ve sıkıntılarla karşılaştıklarında gerçekleşecek olandır. Onlar içinde bulundukları bu korkunç durumdan kurtarılmaları için Allah’a karşı kendilerine
şefaat edecek kimse arayacaklar. Âdem’e gidecekler, sonra Nûh’a, sonra
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İlim, Bâbu el-Hırsu ale’l-Hadîs (99).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
97
İbrâhîm’e, sonra Mûsâ’ya, sonra Îsâ’ya gidecekler. Hiçbirisi şefaat edemeyecek, nihâyet Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e gelecekler. O da kalkacak
ve kulların bu korkunç durumdan kurtarılmaları için Allah katında şefaat girişiminde bulunacaktır. Allah teâlâ onun duasına icâbet edecek ve
şefaatini kabul edecektir. Bu, Allah teâlâ’nın ona şu âyetinde vaat ettiği
Makâm-ı Mahmûd’dur: “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus
bir nafile olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin, seni, övgüye değer
bir makama (Makâm-ı Mahmûd) gönderecektir.” (İsra: 79).
Sadece Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e ait şefaatlerden birisi de cennetliklerin cennete girmeleri için yapacağı şefaattir. Cennetlikler sıratı
geçtikleri zaman cennetle cehennem arasındaki bir köprüde durdurulacak, kalplerinde birbirlerine karşı duydukları kin ve nefretlerden iyice
arındırılıp temizlendikten sonra cennete girmeleri için izin verilecektir.
İşte burada, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şefaati ile cennetin kapıları
açılacaktır.
İkincisi: Sahibine faydası olmayan bâtıl/geçersiz şefaattir. Bu, müşriklerin putlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceklerini iddia
ettikleri ilahlarının şefaatidir. Allah teâlâ’nın da buyurduğu gibi bu şefaatin onlara hiçbir faydası yoktur: “Artık şefaatçilerin şefaati onlara
fayda vermez.” (Müddessir: 48). Çünkü Allah teâlâ bu müşriklerin onları
kendisine ortak koşmalarına razı olmamıştır. Onlara şefaat izni verilmesi mümkün değildir. Çünkü Allah sadece razı olduğu kimselere şefaat izni verir. Allah teâlâ kullarının küfrüne razı olmaz ve bozgunculuğu
sevmez. Müşriklerin ibâdet ettikleri ilahlarına bağlanmaları ve “Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir” (Yûnus: 18) demeleri bâtıl ve
faydasız bir bağlanmadır. Hatta bu, ancak onların Allah’a uzaklıklarını
artırır. Çünkü onlar bâtıl bir araçla, yani bu ilahlara ibâdet ederek ilahlarından şefaat umarlar. Allah’a uzaklıklarını artıracak şeylerle Allah’a
yaklaşmaya çalışmaları onların ahmaklığından başka bir şey değildir.
SORU-57: Mü’minlerin çocuklarının durumu ve müşriklerin küçük
yaşta ölen çocuklarının durumu ne olacaktır?
CEVAP: Mü’minlerin çocuklarının sonu cennetliktir. Çünkü onlar
98
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
babalarına tâbidirler. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Îmân eden ve soylarından gelenlerden, îmânda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz,
onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir
şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.” (Tûr:21).
Mü’min olmayanların çocuklarına yani gayrimüslim anne babalarının yanında yetişen çocuklara gelince onlar hakkındaki sözlerin en
doğrusu şöyle dememizdir: Allah onların ne amel işleyeceklerini en
iyi bilendir. Dünyadaki hükümler yönünden ise babalarına tâbidirler.
Âhiret hükümlerine gelince, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in dediği gibi
Allah teâlâ onların ne yapacaklarını en iyi bilendir.(1) Bizim bu söylediğimize göre onların akıbetlerini de en iyi bilen Allah teâlâ’dır. Bu aslında
bizi çok da ilgilendiren bir konu değildir. Bizi ilgilendiren onlarla ilgili
dünyadaki hükümlerdir. Müşriklerin çocuklarının dünyadaki hükümleri babalarının dünyadaki hükümleri gibidir. Onlar öldüklerinde müşrikler gibi yıkanmazlar, kefenlenmezler, cenaze namazları yıkanmaz ve
Müslümanların mezarlığına defnedilmezler. Allah en iyi bilendir.
SORU-58: Cennette erkeklere huriler olduğu söylendi, peki kadınlara ne var?
CEVAP: Allah teâlâ cennetliklere verilecek nimetler hakkında şöyle
buyurur: “Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz
her şey orada sizin için hazırdır. Gafûr ve rahîm olan Allah’ın ikramı
olarak.” (Fussilet:31, 32). “Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı
her şey vardır. Ve siz, orada ebedî kalacaksınız.” (Zuhruf: 71).
Malumdur ki evlilik nefislerin istediği en güzel nimettir. Kadın olsun erkek olsun cennetlikler cennette bu nimete nail olacaklardır. Şu
âyette de ifade edildiği gibi Allah teâlâ cennette kadını dünyadaki eşiyle
evlendirecektir: “Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz azîz ve hakîm olan sensin!” (Ğafir: 8). Kadın dünyada
evlenmediği zaman cennette kendisini mutlu edecek birisiyle evlendirilecek.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Ma Kîle fi Evladi’l-Muşrikine, (1384).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
99
SORU-59: Cehennemliklerin çoğunun kadınlardan oluşacağı rivâyeti sahîh midir? Sahîh ise Niçin?
CEVAP: Bu rivâyet sahîhtir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬içlerinde
onlara hitap ederken şöyle buyurdu: “Ey kadınlar topluluğu! Çok sadaka verin. Ben cehennemliklerin çoğunun sizden olduğunu görüyorum.”
Soru soranın dile getirdiği bu problem Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e de
soruldu. Kadınlar dediler ki: Niçin ey Allah’ın Rasûlü? Şöyle cevap verdi: “Çok lanet ederler ve kocalarına nankörlük ederler.”(1) Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬cehennemde kadınların çok olmasının sebeplerini açıklamıştır. Çünkü onlar çok lanet ederler, çok söverler ve eşlerine nankörlük ederler. Bu sebeple cehennemliklerin çoğu onlardan oldu.
SORU-60: Ayağının kaymasından korktuğu için akîde konusunda
ve özellikle de kader konusunda ders yapmak ve öğrenim görmek istemeyen kimse hakkındaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Bu mes’ele, insanın dîni ve dünyası için gerekli olan diğer
önemli mes’eleler gibidir. Tehlikeyi göze almak ve bu mes’eleleri araştırırken ve öğrenirken konunun açıklığa kavuşması için Allah’tan yardım
istemek gerekir. Çünkü bu önemli konularda kişinin şüphe içinde olmaması gerekir. Ertelediği zaman dînine zarar vermeyecek ve araştırdığında sapıtmaktan korktuğu konulara gelince diğerleri ondan daha
önemli olduğu müddetçe onu ertelemesinde bir sakınca yoktur. Kader
mes’elelerine gelince Bunlar da kulun kesin bir inanca ulaşıncaya kadar tam olarak araştırması ve öğrenmesi gerekli mühim konulardandır. Allah’a hamdolsun ki gerçekte bu konuda herhangi bir kapalılık ve
problem yoktur. Bazı insanlara akîde derslerinin ağır gelmesi maalesef
onların “nasıl” sorusunu “niçin” sorusuna takdîm etmelerinden dolayıdır. İnsan bu iki soru edatıyla amelleri yönünden sorumlu tutulacaktır.
“Bunu niçin yaptın?” sorusu ihlâs sorusudur? “Bunu nasıl yaptın?” sorusu Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e tâbi olup olmamakla ilgili bir sorudur.
Şimdi insanlar nasıl’ın cevabını araştırmakla meşguller, niçin sorusunun
(1) Buhârî. Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Terku’l-Haizi es-Savme (304). Müslim, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Beyâni Naksi’l-Îmân bi Naksi’t-Taati… (79).
100
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
cevabını araştırmaktan gafildirler. Bu sebeple onları ihlâs yönünde çok
fazla yarış içinde bulamazsın. Mütabaat yönünde ise en ince teferruatına
kadar konuları araştırırlar. İnsanlar şimdi işin bu yönüyle meşguller. En
önemli yönünden gafildirler. Bu, akîde yönüdür, ihlâs yönüdür, tevhîd
yöndür. Bu sebeple bazı kimseleri dünya mes’eleleri hakkında gerçekten çok basit şeyleri sorduğunu görürsün. Kalbi dünya ile meşguldür;
alış verişinde, binitinde, konutunda ve giyeceğinde Allah’tan tamamen
gafildir. Şu anda bazı kimseler farkında olmadan dünyaya tapıyor olabilirler. Farkında olmadan Allah’a ortak koşuyor olabilirler. Çünkü maalesef tevhîd konusuna ve âhiret konusuna sadece halk değil, bazı ilim
talebeleri de önem vermiyorlar. Bu çok önemli bir konudur. Nitekim
Şariin bir koruyucu ve bir sur gibi kıldığı ameli bırakıp sadece akîdede
yoğunlaşmak da bir hatadır. Çünkü biz medyada dînin hoşgörülü bir
akîde olduğu fikri ve benzeri fikirler üzerine yoğunlaştığını okuyor ve
dinliyoruz. Gerçekte bunun, inancının sağlamlığını gerekçe göstererek
bazı haramları helal kılmak isteyenlerin gireceği bir kapı olmasından
korkulur. Fakat “niçin” ve “nasıl” sorularının cevaplarının doğru verilebilmesi için her iki konunun da, yani hem akîde konusunun hem amel
konusun birlikte göz önünde bulundurulması gerekir.
Cevabın özeti şudur: Kişinin kendi ilâhı ve ma’bûdu hakkında basiret üzere olması için, O’nun isimleri, sıfatları ve fiilleri hakkında basiret
üzere olması için, kevnî ve şer‘î ahkâmı konusunda basiret üzere olması
için, şerîatını ve yaratmasının hikmetleri ve sırları konusunda basiret
üzere olması için tevhîd ve akîde ilmini araştırması ve öğrenmesi gerekir. Ta ki hem kendisi sapmamış, hem de başkalarını saptırmamış olsun.
Tevhîd ilmi ilgilendiği şeyin şerefinden dolayı ilimlerin en şereflisidir.
Bu sebeple ilim ehli onu en büyük Fıkıh anlamında Fıkhu’l-Ekber diye
isimlendirmişlerdir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyumuştur: “Allah teâlâ kimin iyiliğini isterse onu dînde fakih kılar.”(1) Bunun kapsamı
içine ilk giren ve evla olanı Tevhîd ve Akîde ilmidir. Fakat kişinin bu ilmi
nasıl öğreneceğini ve hangi kaynaktan alacağını da araştırması gerekir.
Bu ilimden öncelikle saf ve şüphelerden salim olanı almalı; ikinci olarak
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İlim, Bâbu Men Yuridillahu bihi Hayran (71). Müslim Kitâbu’lZekât, Bâbu Nehyi ani’l-Mes’ele, (1037).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
101
reddini ve beyânını daha önce öğrendiği saf akîdeye göre yapabilmesi ve
dayandığı kaynakların Allah’ın Kitâbı, Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünneti,
sonra sahâbenin sözleri, sonra onların izinden giden tabiin imamlarının söyledikleri, sonra ilimlerine ve güvenilirlerine güvenilen âlimlerin
söyledikleri ve özellikle de Şeyhulislâm İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn
Kayyim’in söyledikleri şeyler olması için bid‘atlerden ve şüphelerden bu
ilmin içine sokuşturulan şeyleri incelemelidir. Allah’ın engin rahmeti ve
rızâsı onların, diğer Müslümanların ve imamlarının üzerine olsun.
SORU-61: Kader mes’elesini açıklayacağınızı ümit ediyoruz? Fiilin
aslı takdir edilmiş de insan keyfiyetinde mi muhayyerdir? Mesela Allah
teâlâ bir kulunun mescit yapmasını takdir ettiği zaman kul kesin bunu
yapacaktır. Fakat kulun bu binayı nasıl yapacağını onun aklına bırakmıştır. Masiyet de böyledir; Allah kulun masiyet işleyeceğini takdir ettiği zaman insan onu mutlaka işleyecektir. Fakat kulun bu günahı nasıl
işleyeceğini kulun aklına bırakmıştır. Bu görüşün hülasası, kulun kendisi hakkında takdir edilen şeyi nasıl infaz edeceği konusunda serbest
olduğudur. Bu görüş doğru mudur?
CEVAP: Bu mes’ele, yani kader mes’elesi çok eski zamanlardan beri
insanlar arasında tartışma konusu olmuştur. Bu sebeple insanlar üç guruba ayrılmışlardır. Uçlarda ve ortada yer alanlar. Uçlarda yer alanlardan:
Birincisi: Allah teâlâ’nın kaderinin genelliğine bakmışlar, kulun ihtiyarını göz ardı etmişlerdir. Bunlar, kul fiillerinde mecburdur, onun bu
fiillerde herhangi bir seçim hakkı yoktur demişlerdir. Bunların anlayışına göre bir kimsenin rüzgâr sebebiyle damdan düşmesi, kendi kendine
merdivenle damdan inmesi gibidir, bu ikisi arasında fark yoktur.
Diğer uçta yer alanlara gelince: Bunlar kulun kendi ihtiyarıyla yapan ve terk eden olduğuna bakmışlar fakat Allah’ın kaderini göz ardı
etmişlerdir. Kul fiillerini sadece kendisi yapar, Allah’ın kaderiyle bu fiillerin bir ilgisi yoktur demişlerdir.
Ortada yer alanlara gelince: Bunlar iki sebebi de görmüşler, Allah’ın
102
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
kaderinin genelliğine de kulun ihtiyarına da bakmışlardır. Bunlar, kulun fiili, Allah’ın kaderi ve kulun ihtiyarı ile olur demişlerdir. Bunlar
bir kimsenin rüzgâr sebebiyle düşmesi ile kendi kendine merdivenle
damdan inmesi arasındaki farkı bilirler. Birincisi onun ihtiyarı olmadan yaptığı bir fiildir. İkincisi ihtiyarıyla/kendi irâdesiyle yaptığı bir fiilidir. Bunların her ikisi de Allah’ın kazası ve kaderi ile meydana gelir.
Allah’ın mülkünde Allah’ın istemediği bir şey vaki olmaz. Fakat kulun
ihtiyarı ile olan şeyler yükümlülüğün ve sorumluluğun konusudur. Kişi
yükümlü ve sorumlu olduğu emirlere ve yasaklara muhalefet etmek
için kaderi gerekçe gösteremez. Çünkü o muhalefete yeltendiği zaman
Allah’ın bu konudaki kaderinin ne olduğunu bilmeden yeltenir. Onun
kendi ihtiyarıyla muhalefete yeltenmiş olması, ister dünyada olsun ister âhirette olsun cezalandırılmasının sebebidir. Bu sebeple bir zorlayıcı
onu muhalefete zorlamış olsa ona muhalefet hükmü uygulanmaz, böyle
bir durumda mazeretinden dolayı cezalandırılamaz. İnsan ateşten kaçıp
güvende olacağı bir yere sığınmasının kendi ihtiyarıyla olduğunu idrak
eder. İçinde oturmak için güzel, geniş ve oturumu hoş bir eve doğru
gitmesini de kendi ihtiyarıyla olduğunu bilir. Bununla beraber o ateşten
kaçmasının ve sözü edilen eve doğru yönelmesinin Allah’ın kazası ve
kaderiyle meydana geldiğine de îmân eder. Ateşin kendisini yakalaması
için orada kalması ve evde oturmaktan geri durması, kendisinin bir ihmali ve fırsat kaçırma olarak kabul edilir, kınanmayı hak eder. O halde
kendisini âhiret ateşinden koruyacak ve cennete girmesini gerektirecek
sebepleri terkteki ihmaline nispetle bunu niçin idrak etmez?!
“Allah teâlâ bir kulunun mescit yapmasını takdir ettiği zaman kul
kesin bunu yapacaktır. Fakat kulun bu binayı nasıl yapacağını onun aklına bırakmıştır.” şeklindeki örneklendirmeye gelince bu örneklendirme
doğru bir örneklendirme değildir. Çünkü bu örneklendirme binanın nasıl yapılacağında aklın bağımsız olduğu, bunun Allah’ın kaderinin içine
girmediği, bina fikrinin aslında da kaderin bağımsız olduğu ve insan
irâdesinin bunda hiçbir dahlinin olmadığı fikrini vermektedir. Gerçekte bina fikrinin aslı da kulun ihtiyarına dâhildir. Çünkü o böyle bir fikre zorlanmamıştır. Nitekim mesela kendi evini yeniden yapmaya veya
onarmaya da mecbur değildir. Fakat bu düşünceyi Allah teâlâ kulu için
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
103
onun bilmediği bir şekilde takdir etmiştir. Çünkü kul Allah teâlâ’nın bir
şeyi takdir ettiğini o şey vuku buluncaya kadar bilemez. Çünkü kader
gizli bir sırdır, ancak Allah’ın vahiyle ona bildirmesiyle veya vukuunu
hissetmesiyle bilir. Binanın nasıl yapılacağı da Allah tarafından takdir
edilmiştir. Allah teâlâ her şeyi topluca ve ayrıntılı olarak takdir etmiştir. Allah murâd etmedikçe ve takdir etmedikçe kulun bir şeyi ihtiyar
etmesi, dilemesi mümkün değildir. Bilakis kul bir şeyi yapmayı dilediği
ve yaptığı zaman kesin olarak bilir ki buna Allah hükmetmiş ve takdir
etmiştir. Kul, fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın sebep olarak takdir
ettiği zâhirî ve maddi sebeplere göre serbesttir. Kul bir fiili işlerken herhangi birinin kendisini zorladığını hissetmez. Fakat o, Allah’ın sebep
kıldığı sebeplere göre bu fiili işlediği zaman biz kesin olarak biliriz ki
Allah teâlâ bunları topluca ve ayrıntılı olarak takdir etmiştir.
İnsanın günah işlemesinin örnek olarak gösterilmesine gelince biz
bunda da aynı şeyi söyleriz. Bu örnekte siz şöyle demiştiniz: Allah kulun
masiyet işleyeceğini takdir ettiği zaman insan onu mutlaka işleyecektir.
Fakat kulun bu günahı nasıl işleyeceğini ve ona nasıl ortak koşacağını
kulun aklına bırakmıştır.
Biz bu konuda da mescit yapılması konusunda söylediklerimizi
söyleriz: Allah teâlâ’nın günah işlemeyi takdir etmesi kulun ihtiyarına
mani değildir. Çünkü onu ihtiyar ettiği zaman Allah’ın bunu kendisi
hakkında takdir ettiğini bilmez. Hiç kimsenin baskısını üzerinde hissetmeden özgür bir şekilde günaha yönelir. Fakat günaha yöneldiği ve
işlediği zaman biz biliriz ki Allah teâlâ onun o günahı işleyeceğini takdir etmiştir. Masiyetin işlemesi ve kulun mevcut ihtiyarıyla ona ortak
koşması Allah’ın kaderine mani değildir. Allah teâlâ bütün eşyayı topluca ve ayrı ayrı takdir etmiştir. Ona götüren sebepleri de takdir etmiştir.
Kulun fiillerinden hiçbir şey ne istemli fiilleri ne de istem dışı fiilleri bunun dışında değildir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bilmez
misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? Bunların hepsi bir kitapta
mevcuttur. Bütün bunlar Allah’a göre pek kolaydır.” (Hac: 70). “Böylece
biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar),
aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi
onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bı-
104
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rak.” (En‘âm: 112). “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler
hem de dînlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!” (En‘âm: 137). “Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık
delîller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilâfa
düştüler de içlerinden kimi îmân etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi
onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.” (Bakara: 253).
O halde kişinin kafasının karışmasına ve şerîata kaderle muhalefet
etme zannına sebep olacak olan bu gibi mes’eleleri ne kendisinde ne de
başkalarında araştırmaması gerekir. Sahâbenin böyle bir huyu yoktu.
Onlar gerçekleri öğrenmeye insanların en düşkünleri, susuzluğu giderme ve gamı kederi dağıtmada yardım edecek olana en yakın olanları
idiler. Buhârî’nin Sahîhi’nde Ali b. Ebî Talib radıyallahu anh’ten rivâyet
edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle burmuştur: “Sizden her
bir kişinin cennetteki yeri veya cehennemdeki yeri kesinlikle belirlenip
yazılmıştır.” Biz dedik ki: Öyle ise Ya Rasulullah, ameli ve ibâdeti bırakıp
yazılmış olan kitâbımıza dayanamaz mıyız? “Hayır, sizler çalışıp amel
edin, herkese ameli hazırlanıp kolaylaştırılmıştır” buyurdu.(1) Bir başka
rivâyette şu ifadeler geçer: “Sizler çalışıp amel edin. Çünkü herkes ne
için yaratılmış ise kendisine o kolaylaştırılır. Saadet ehlinden ise ona
saadet ehlinin ameli kolaylaştırılır. Şekavet ehlinden ise ona da şekavet ehlinin ameli kolaylaştırılır.”(2) Sonra şu âyeti okudu: "Bundan sonra
kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdîk ederse, biz de onu en kolaya
hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç olanı kolaylaştırırız" (Leyl: 5–10).
Demek ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kitâba dayanıp/kaderi bahane ederek ameli terk etmeyi yasaklamıştır. Çünkü onda ne yazılı olduğunu bilmenin yolu yoktur. Kulun gücünün yeteceği ve imkân bulacağı şeyleri
de emretmiştir. Bu da ameldir/itaattir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬îmân
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Kader, Bâbu Ve Kane Emrullahi Kaderan Makdûra. Müslim,
Kitâbu’l-Kader, Bâbu Keyfiyeti Halkı’l-Âdemiyyi fi Batni Ummihi (2647).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Mev’ızatu’l-Muhaddisi Inde’l-Kabri (1362). Müslim,
Kitâbu’l-Kader, Bâbu Keyfiyeti Halkı’l-Âdemiyyi fi Batni Ummihi (2647).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
105
edip sâlih amel işleyen kimsenin işinin kolaylaştırılacağına delâlet eden
âyeti de delîl getirdi. Kulun esenlik ve mutluluk bulacağı en etkili ve en
verimli ilaç budur. Kul bunda îmân üzerine bina edilen sâlih amel için
paçalarını sıvar. Sâlih amelle birlikte dünya ve âhirette kolaylığa erişmede başarılı olduğu zaman da bu neticeden dolayı sevinir. Allah teâlâ’dan
hepimizi sâlih amelde başarılı kılmasını, kolaylıkla bizi sevindirmesini,
zorluktan uzaklaştırmasını, dünya ve âhirette bize mağfiret etmesini dilerim. O çok cömerttir, çok kerem sahibidir.
SORU-62: İnsanın yaratılışından önce kendisi için yazılanları değiştirmede duanın bir etkisi olur mu?
CEVAP: Şüphesiz ki yazılan şeyleri değiştirmede duanın bir etkisi
vardır. Fakat dua sebebiyle meydana gelecek bu değişiklik de önceden
yazılmıştır. Allah’a dua ettiğin zaman kaderde yazılmış olmayan bir şeyi
istediğini zannetme. Bilakis dua da yazılıdır, dua ile hâsıl olacak şey de
yazılıdır. Bu sebeple hastayı okuyan bir rukyeci görürüz, sonra da hasta
şifa bulur. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in gönderdiği bir müfreze vardır.
Bu müfreze bir kavmin bulunduğu yere misafir olarak konaklamak isterler. Fakat onlar müfrezeyi ağırlamak istemezler. Kaderde reislerinin
yılan tarafından sokulması vardır. Reislerini okuyacak birini isterler.
Müfreze sahabîler reislerini okumak için ücreti şart koşarlar. Onlara bir
koyun sürüsü verirler. Bunun üzerine içlerinden biri gider ve reislerine
Fatiha sûresini okur. Yılan tarafından sokulan adam, sanki bağından
kurtulmuş gibi ayağa kalkar. Demek ki hastanın şifaya kavuşmasında
okumanın etkisi vardır.
Okumanın etkisi vardır fakat bu kaderi değiştirmek değildir. O
şifa, okumak sebebiyle yazılmıştır. Allah katında her şey kadere bağlıdır. Allah’ın izniyle sonuçlar üzerinde etkili bütün sebeplerin durumu
böyledir. Sebepler de kaderde yazılıdır, sonuçlar da kaderde yazılıdır.
SORU-63: Rızık ve evlenmek de levh-i mahfûz’da yazılı mıdır?
CEVAP: Kalemin yaratılmasından itibaren kıyâmete kadar ola-
106
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
cak her şey levh-i mahfuz’a yazılmıştır. Çünkü Allah teâlâ önce kalemi
yaratmıştır. Ona: “Yaz, buyurdu. Kalem: Ya Rabbi neyi yazayım? dedi.
Allah teâlâ: Olacakları yaz, dedi. Kalem o anda kıyâmete kadar olacak
şeyleri yazdı.”(1)
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bildirdiğine göre cenin annesinin karnında dört aylık olduğu zaman ona bir melek gönderir. Melek ona rûh
üfürür, rızkını, ecelini ve mutsuz mu mutlu mu olacağını yazar. Rızık
da bir takım sebeplere bağlı olarak kader de yazılıdır, artmaz, eksilmez.
Rızkını arayıp bulmak için insanın çalışması bu sebeplerden biridir.
Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın
rızkından yiyin. Dönüş ancak Onadır.” (Mülk: 15). Anaya babaya iyilik
etmek ve akraba ile ilişkiyi kesmemek de rızkın sebeplerindendir.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Kim rızkının genişletilmesini yahut ömrün kalan kınsın uzatılmasını isterse o kimse yakınlarıyla ilişkisini devam ettirsin”(2) Rızık sebeplerinden birisi de Allah’a
karşı takvâlı olmaktır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim
Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsân eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Talak: 2, 3).
Sakın rızık yazılıdır, belirlidir, ona ulaştıracak sebepleri yapmayacağım deme. Çünkü bu bir acizliktir. Akıllılık ve olgunluk, rızkın için
çalışmandır. Dînine ve dünyana yararlı olacak şeyler için çalışmandır.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten zeki ve akıllı
kişi, nefsinin kötü arzularına hâkim olup ölümden sonrası için çalışandır.
Aciz kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyarak hayatını devam
ettirip, Allah’tan her şeyi ve cenneti isteyen kişidir.”(3) Nitekim rızık da
sebepleriyle birlikte kaderde yazılı olduğu gibi evlilik de yazılıdır. Allah
teâlâ kimin kiminle evleneceğini yazmıştır. Allah teâlâ’ya göklerde ve
yerde hiçbir şey gizli değildir.
(1) İmam Ahmed, (5/317).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Buyû’, Bâbu Men Ehabbe’l-Besta fi’r-Rızkı (2067).
(3) Tirmizî, Kitâbu Sıfati’l-Kıyame, 25. Bâb (2459). İbn Mâce, Kitâbu’z-Zühd, Bâbu
Zikr’l-Mevt ve’l-İstidadi lehu (4260).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
107
SORU-64: Başına bir musibet geldiği zaman kızıp canı sıkılan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Musibet halinde insanlar dört mertebe üzere bulunurlar:
Birinci Mertebe: Kızmaktır ve bunun da çeşitleri vardır:
Birincisi: Sanki kalbi ile Rabbine kızıyormuş ve O’nun bu takdirine
öfkeleniyormuş gibi bir tutum içinde olmasıdır. Bu haramdır. Bu hali
onun küfrüne yol açabilir. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir
iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dînden yüz çevirir). O, dünyasını da, âhiretini de kaybetmiştir.” (Hac: 11).
İkincisi: Dili ile feryat figan etmesi ve benzeri şeyler yapmasıdır. Bu
da haramdır.
Üçüncüsü: Elleriyle yanaklarına vurması, üstünü başını yırtması,
saçını başını yolması ve benzeri bir tutum içinde olmasıdır. Bu da haramdır. Bunların hepsi vâcib sabra aykırıdır.
İkinci Mertebe: Sabır mertebesidir. Şair şöyle söylemektedir:
Sabır, ismi gibi acıdır
Sonuçları baldan tatlıdır.
Kişi bunun kendisine ağır geldiğini görür fakat tahammül eder.
Böyle bir şeyin meydana gelmesi onun hoşuna gitmez, fakat îmânını öfkeden korur. Böyle bir şeyin vuku bulması da vuku bulmaması da onun
nazarında aynı değildir. Bu vâcibtir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46).
Üçüncü Mertebe: Rıza mertebesidir. Bu mertebedeki kişi musibeti
kabullenir, musibetin olup olmaması onun indinde aynıdır. Musibetin
varlığı ona bir meşakkat vermez. Ona zorlanarak tahammül etmez. Bu
müstehaptır. Kuvvetli görüşe göre vâcib değildir. Bu mertebe ile kendisinden önceki mertebe arasındaki fark açıktır. Çünkü musibetin varlığı
da yokluğu da bunda rızâ ve kabullenme yönünden aynıdır. Öncekinde
ise musibet ona zor gelir fakat sabreder.
108
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Dördüncü Mertebe: Şükür mertebesidir. Bu, mertebelerin en yükseğidir. Bu mertebede olan kişi bu musibetin günahlarının kefaretine ve
belki de sevaplarının artmasına sebep olduğunu bildiği için başına gelen
bu musibete şükreder. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minin başına gelen hiç bir şey, hatta ayağına batan diken yoktur ki,
Allah bunu onun günahlarının kefareti kılmış olmasın”(1)
SORU-65: Sizden Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsini açıklamanızı rica ediyoruz: “Hastalık bulaşması, uğursuzluk, karın kurdu,
baykuş ve Safer yoktur.”(2) Bu hadîsi Buhârî ve Müslim birlikte rivâyet etmişlerdir. Hadîste reddedilen şeylerin mahiyeti nedir? “Aslandan kaçar
gibi cüzamlıdan kaçın.”(3) hadîsi ile bu hadîsin arasını nasıl telif ederiz?
CEVAP: Soruda zikri geçen hadîslerden birincisinin metni şöyledir:
(‫“ )ﻻﻋﺪﻭﻯ ﻭﻻﻃﻴﺮﺓ ﻭﻻﻫﺎﻣﺔ ﻭﻻﺻﻔﺮ‬el-Adva”, hastalığın hastalıklı kişiden sağlıklı
kişiye geçmesidir. Bulaşıcılık maddi hastalıklarda olduğu gibi manevi
hastalıklarda da olur. Bu sebeple Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kötülerle arkadaşlık yapan kimsenin körük üfleyen kimse ile oturan gibi olduğunu
haber vermiştir; ya elbiseni yakar veya ondan kötü bir koku üzerinde
kalır. “el-Adva” sözü maddi ve manevi bulaşıcılığı kapsar.
“et-Tayra” kelimesi, görülmesi, duyulması ve bilinmesiyle uğursuzluk olacağına inanılan şeydir.
“el-Hamme” kelimesi iki şekilde tefsîr edilmiştir:
Birincisi: hastaya isabet eden ve başkasına da intikal eden hastalıktır. Bu tefsîre göre “el-Hamme”nin “el-Adva”ya atfedilmesi, özelin
genele atfedilmesi cinsinden bir atıftır.
İkincisi: Bilinen bir kuştur. Arapların iddiasına göre birisi öldürüldüğü zaman bu kuş onun ailesin tepesine gelir, onlar öldürülen kişinin
(1) Buhârî,Kitâbu’l-Merazu ve’t-Tıb, Bâbu Mâ Câe fi Keffareti’l-Merazı (5640). Müslim, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla, Bâbu Sevabu’l-Mu’min Fi Mâ Yüsıbuhu min Merazın…
(2572).
(2) Buhârî, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Cuzzam, (5707), Müslim, Kitâbu’s-Selam, Bâbu La Adva
vela Tayrate vela Hammete… (2220).
(3) Buhârî, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Cuzzam, (5707).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
109
intikamını alıncaya kadar öter. Bazılarının inancına göre öldürülen kişinin suretindeki rûhudur. Bu, baykuşa benzer bir tür kuştur veya baykuştur. Öldürülen kişinin intikamı alınıncaya kadar öterek onun ailesini
rahatsız eder. Araplar bu kuşu uğursuz sayarlardı. Onlardan birinin evinin üzerinde görüldüğü ve öttüğü zaman, falanın ölmesi için bağırıyor
derlerdi ve onun ecelinin yaklaştığına inanırlardı. Bu bâtıl bir inançtır.
“Safer” kelimesi üç şekilde tefsîr edilmiştir:
Birincisi: Bilinen Safer ayıdır. Araplar bu ayı uğursuz sayarlardı.
İkincisi: Develerde görülen ve başka develere de bulaşan bir karın
hastalığıdır. Bunun “el-Adva” kelimesine atfedilmesi de özelin genele atfedilmesi cinsinden bir atıftır.
Üçüncüsü: Safer ayıdır. Bununla kâfirlerin sapıtmasına sebep olan
nesi/erteleme uygulaması kast edilmiştir. Onlar Muharrem ayının haramlığını Safer’e erteliyorlar ve onu bir sene helal ay, bir sene haram ay
olarak kabul ediyorlardı.
Bu ikisinden en tercih edileni, Safer ayının kast edilmiş olmasıdır.
Çünkü onlar câhiliye döneminde bu ayı uğursuz sayıyorlardı. Zamanların etkiyle ve Allah’ın takdiriyle ilgisi yoktur. Dolayısıyla Safer ayı da
hayır ve şerrin takdir edildiği diğer zamanlar gibi bir zaman dilimidir.
Bazıları da mesela Safer ayının yirmi beşinci günü belli bir işin
sonuna geldikleri zaman bu tarihi kaydederler ve hayırlı Safer ayının
yirmi beşinci günü neticelendi derlerdi. Bu da bid‘ati bid‘atle, cehaleti
cehaletle devam ettirmenin bir yolu olurdu. Hâlbuki bu ay ne hayırlı ne
de şerli bir aydır.
Bu sebeple seleften bazıları baykuş sesini işittiği zaman: “Hayırdır
inşaallah” diyen kimseyi ayıplamışlardır. Ne hayırdır denilir ne de şerdir denilir. O da diğer kuşların ötüşü gibi öter.
İşte Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in reddettiği bu dört şey Allah’a tevekküle, samimi bir kararlılığa ve Müslümanın bu gibi şeyler karşısında
zaaf göstermemesine delâlet eder.
Müslüman bunlardan biriyle karşılaştığı zaman şu iki durumdan
hali değildir:
110
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Birincisi: Ya atılmak veya çekinmek suretiyle bir tepki verir ki bu
durumda atacağı adımları gerçek dışı şeylere bağlamış olur.
İkincisi: Hiçbir tepki vermez ve aldırış etmez fakat içinde bir tedirginlik ve üzüntü olur. Her ne kadar bu bir öncekinden daha ehven ise
de bu gibi durumlarda hiçbir tepki vermemek ve Allah’a tevekkül etmek
gerekir.
Bazı kimseler de iyimser olmak için mushafı açar, cehennemden söz
eden âyetleri görürse bu iyi bir fal değildir/şerre yorulur, cennetten söz
eden âyetleri görürse bu iyi bir faldır, hayra yorulur. Bu, gerçekte fal oklarıyla kısmet arayan câhiliye dönemi âdetlerindendir.
Bu dört şeyin reddedilmesi varlıklarının reddedilmesi değildir. Çünkü bunlar vardır. Fakat etkilerinin reddedilmesidir. Etki eden Allah’tır.
Bunlardan bilinen bir sebep varsa o sahîh, doğru bir sebeptir. Mevhum/
kuruntuya dayanan bir sebep ise bâtıl bir sebeptir. Onun kendi kendine
tesiri de sebep oluşu da reddedilir. Bulaşıcılık vardır. Bunun varlığına
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözü delâlet eder: “Hasta develerin sahibi sağlam develerin sahibinin yanına deve getirmez.”(1) Yani hastalık
geçmesin diye getirmesin.
Şu hadîs de buna delâlet eder: “Aslandan kaçar gibi cüzamlıdan
kaçın.”(2) Cüzzam hızla bulaşan ve sahibini öldüren kötü bir hastalıktır.
Hatta onun veba olduğu bile söylenmiştir. Kaçın diye emredilmesi bulaşmaması içindir. Bu hadîste etkisi sebebiyle bulaşıcılığın kabulü vardır. Fakat onun etkisi “yapıcı illet” olacak kadar kesin bir durum değildir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in cüzamlıdan kaçmayı ve hasta develerin
sahibinin sağlıklı develerin sahibinin yanına develerini getirmemesini
emretmesi sebeplerin kendi kendilerine etki etmesinden kaçınmayı değil, sebeplerden sakınmayı emretmek cinsinden bir emirdir. Allah teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.”
(Bakara: 195). Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bulaşıcılığın etkisini inkâr
ettiği söylenemez. Çünkü bu vakıanın ve diğer hadîslerin iptal ettiği bir
durumdur.
(1) Buhârî, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu La Hammete (5771). Müslim, Kitâbu’s-Selam, BâbuLa
Adva vela Tayrate… (2221).
(2) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
111
Fakat Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Hastalık bulaşması yoktur” dediği
zaman bir adam: “Ya Rasûlallah! O halde develere ne oluyor ki, kumda
geyik gibi oluyorlar da, uyuzlu deve gelip aralarına geliyor ve hepsine
uyuz bulaştırıyor, demiş. Rasûlullah ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Ya birinciye kim
bulaştırdı?”(1) demiş denilirse, bunun cevabı da şudur:
Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ya birinciye kim bulaştırdı?” sözüyle
hastalığın hasta develerden sağlam develere Allah’ın tasarruf ile geçtiğine işaret etmiştir. Hastalık birinciye bulaşma yoluyla geçmemiş, bilakis
Allah tarafından geçmiştir. Bir şeyin bazen bilinen bir sebebi vardır, bazen de bilinen bir sebebi olmayabilir. İlk uyuz olan devenin hastalığının
Allah’ın takdirinden başka bilinen bir sebebi yoktur. Ondan sonrakilerin uyuz olmalarının sebebi bellidir. Onlar da Allah teâlâ dileseydi uyuz
olmazlardı.
Bu sebeple bazen de bir deveye uyuz isabet eder sonra uyuzluk kaybolur ve deve ölmez. Veba ve kolera da bulaşıcı hastalıklardır. Bir eve
girdiği zaman ev sakinlerinden bazıları hastalanır ve ölür, diğer bazılarına da hastalık isabet etmeyebilir. Dolayısıyla insan Allah’a güvenmeli
ve Ona tevekkül etmeli. Rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬in yanına cüzamlı bir adam geldi. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬adamın elini
tuttu ve “Ye”(2) buyurdu. Yani Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in tevekkülündeki kuvvet sebebiyle onun yediği yemekten ye, anlamında. İşte bu tevekkül bulaştırıcı sebebe karşı koyacak bir güçtür.
Yukarıda anlattığımız uzlaştırma, hadîsler arasını uzlaştırma konusunda söylenen şeylerin en güzelidir. Bazıları nesih iddiasında bulundular. Bu iddia doğru değildir. Çünkü nesih olabilmesi için uzlaştırmanın
imkânsız olması şarttır. Uzlaştırma mümkün olduğu zaman bunu yapmak vâcib olur. Çünkü bunda her iki delîli de yürürlüğe koymak vardır.
Hâlbuki nesihte delîllerden dirinin iptali vardır. İkisini de yürürlüğe
koymak birini iptal etmekten hayırlıdır. Çünkü biz her ikisini de delîl
olarak kabul ettik.
(1) Tahrîci daha önce geçti
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu fi’t-Tayrati (3925). Tirmizî, Kitâbu’l-Et’ıme, Bâbu
Mâ Câe fi’l-Ekli Mea’l.Meczumi (1717).
112
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-66: Bir kimseye nazar değebilir mi? Tedavisi nedir? Bundan
sakınmak tevekküle aykırı mıdır?
CEVAP: Bizim görüşümüze göre nazar değmesi gerçektir, şer‘an ve
hissen sabittir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “O inkâr edenler Zikri
(Kur’ân’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi.” (Kalem: 51). İbn Abbas ve diğerleri bu âyeti tefsîr ederken şöyle dediler: Yani seni gözleriyle belirleyeceklerdi. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurdu: “Nazar değmesi haktır. Eğer kaderi geçip değiştirebilecek
bir şey olsaydı bu nazar değmesi olurdu. Nazarı değen insanın yıkanması
istendiği zaman yıkanıversin!”(1) Bunu Müslim rivâyet etti. Bu konuda
Nesâî ve İbn Mace’nin de şöyle bir rivâyeti vardır: Sehl b. Huneyf yıkanırken Amir b. Rabia yanından geçti. Onu görünce (vücudunun güzelliğini kast ederek) şöyle dedi: “Henüz evlenmemiş örtülü genç kızın
cildi dâhil bugünkü gibi (güzel bir cild) görmedim.” Bu laftan hemen
sonra Sehl bin Huneyf yere yıkıldı. Bunun üzerine Sehl, Peygamber ‫ﺻﲆ‬
‫’اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e götürülüp ona: (Ya Rasûlallah)! Nazar çarpması nedeniyle
yere yıkılmış Sehl’e yetiş, denildi. Resul-i Ekrem ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Kimden şüpheleniyorsunuz?” buyurdu. Onlar: Amir b. Rabia, dediler. Resul-i
Ekrem ‫( ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Amir’i azarlayarak): “Niçin biriniz (dîn) kardeşini öldürüyor? Biriniz (dîn) kardeşinde beğendiği -hayran kaldığı- bir şey
gördüğü zaman ona mübarek olması için dua etsin” buyurdu.(2) Sonra
bir miktar su istedi ve Âmir’e abdest almasını emretti. Âmir de yüzünü,
dirseklerine kadar kollarını, dizlerini ve izarının içindekini (yani belden
aşağıyı) yıkadı ve Peygamber ‫( ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir kapta biriken bu suyu)
başına dökmesini emretti. Başka bir rivâyetteki lafza göre: Ve Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬o kabı onun arkasından dökmesini emretti. Vakıa
bunun şahididir, inkârı mümkün değildir.
Nazar değmesi vuku bulduğu zaman meşru çarelere başvurulur.
Bunlar:
1- Okumaktır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Sadece
göz değmesi ve hummada okumak vardır.”(3) Cebrail de Peygamberimiz
(1) Müslim, Kitâbu’s-Selam. Bâbu Tıbb ve’l-Merazı ve’r-Ruka (2188).
(2) İbn Mâce, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Ayn, (3509).
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Tıbb, Bâbu Menikteva ev Keva Ğayrahu (5704). Müslim, Kitâbu’lÎmân, Bâbu ed-Delîlü ala Duhuli Tavaife mine’l-Muslimine el-Cennete (216).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
113
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i okurdu ve şöyle derdi: “Sana zarar veren her şeyden,
her nefsin kötülüğünden veya haset eden gözden koruması için Allah’ın
ismiyle seni okuyorum. Allah sana şifa versin. Allah’ın ismiyle seni
okuyorum.”(1)
2- Yıkanmaktır. Nitekim Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Amir b. Rabia’ya
yıkanmasını sonra o suyu kendisine nazar değenin üzerine dökmesini
emretti.
Onun idrarının veya dışkısının artıkların almaya veya eserinden
almaya gelince bunun aslı yoktur. Yukarıda geçtiği gibi sadece abdest
organlarını, izarının içini, belki de elbisesinin ve sağrının altını yıkamak vardır.
Nazar değmeden önce sakınmaya gelince bunda bir sakınca yoktur,
tevekküle aykırı değildir, aksine bu bir tevekküldür. Çünkü tevekkül,
Allah teâlâ’nın mubah kıldığı veya emrettiği sebepleri yerine getirmekle
birlikte Allah’a güvenmektir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬torunları Hasan
ve Hüseyin’i okur ve şöyle derdi: “Sizi her türlü şeytandan, zehirli hayvanlardan ve nazar değen bütün gözlerden Allah’a sığındırırım.”(2) Buyururdu ki: İbrâhîm aleyhisselam da İshak ve İsmail için böyle istiaze de
bulunurdu. Bunu Buhârî rivâyet etti.
SORU-67: Akîde ile ilgili konularda insanın bilmemesi mazeret sayılır mı?
CEVAP: Cehalet mazereti konusundaki ihtilâf diğer içtihadî ve
fıkhî konulardaki ihtilâf gibidir. Bazen muayyen bir şahsa hükmün tatbiki sebebiyle lâfzî bir ihtilâf olabilir. Yani bu sözün küfür olduğunda
veya bu fiilin küfür olduğunda veya bu fiilin terkinin küfür olduğunda herkes ittifak halindedir. Fakat onda gerekli sebeplerin bulunması ve
manilerin bulunmaması sebebiyle muayyen bir şahsa hüküm tam olarak
uygulanabilir mi veya bazı sebeplerin bulunmaması veya bazı manilerin
bulunması sebebiyle hüküm bu şahsa uygulanamaz mı diye ihtilâf edilmiştir. Çünkü tekfîre sebep olan şeyi bilmemek iki türlü olur:
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) İbn Mâce, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Mâ Yuavvezu bihi mine’l-Humma (3527).
114
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Birincisi: İslâm’dan başka bir dîni benimseyen veya herhangi bir
şeyi benimsemeyip içerisinde bulunduğu durumun herhangi bir dîne
aykırı olduğunu düşünmeyen kimsenin cehaletidir. Bunun hakkında
dünyada göründüğü duruma göre hüküm uygulanır. Âhiretteki durumu Allah’a kalmıştır. Daha çok kabul gören görüşe göre Allah teâlâ onu
âhirette dilediği gibi imtihan eder. Allah teâlâ onun ne yapacağını en iyi
bilendir. Fakat biz onun ancak bir günah sebebiyle ateşe gireceğini biliriz. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Senin Rabbin hiç kimseye
zulmetmez.” (Kehf: 49).
Ancak biz dedik ki dünyada onun görünür durumuna göre hükümler uygulanır. O da bir kâfire uygulanacak hükümlerdir. Çünkü o, İslâm’ı
benimsememiştir, bu sebeple bir Müslümana verilecek hüküm ona verilmez. Ancak biz daha çok kabul gören görüşe göre onun âhirette imtihan edileceğini söyledik. Çünkü bu konuda çok sayıda rivâyet vardır.
İbnü’l-Kayyim bunları “Tariku’l-Hicrateyn” isimli eserinde müşriklerin
çocukları hakkındaki sekizinci görüşü anlatırken on dördüncü tabaka
üzerine söylediklerinin altında zikretmiştir.
İkincisi: İslâm’ı dîn olarak benimseyen fakat tekfîre sebep olan bu
hal üzere yaşayan, bunu İslâm’a aykırı olduğunu aklına getirmeyen ve
hiç kimse tarafından da bu konuda uyarılmayan kimsenin cehaletidir.
Ona zâhiren İslâm’ın hükümleri uygulanır. Âhirette ise durumu Allah’a
kalmıştır. Kitap, Sünnet ve âlimlerin sözleri buna delâlet etmektedir.
Kitaptan delîlleri Allah’ın şu âyetleridir: “Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azâb edecek değiliz.” (İsra: 15). “Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine
göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.” (Kasas: 59). “(Yerine göre)
müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların
peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisâ: 165). “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice
açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.
Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.” (İbrâhîm:
4). “Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
115
kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her
şeyi çok iyi bilendir.” (Tevbe: 115). “İşte bu (Kur’ân), bizim indirdiğimiz
mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet
edilsin. "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (Hıristiyanlara ve
Yahudilere) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye; yahut "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan
daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye (bu Kur’ân’ı indirdik).
İşte size de Rabbinizden açık bir delîl, hidâyet ve rahmet geldi. Kim,
Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir!
Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azâbın en
kötüsüyle cezalandıracağız.” (En‘âm: 155–157). Kendisine ancak bilgi verildikten ve açıklama yapıldıktan sonra hükmedileceğine delâlet eden
başka âyetler de vardır.
Sünnet’ten delîle gelince: Müslim’in Sahîhi’nde (1/134) Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu:
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemîn olsun ki bu ümmetten,
ister Yahudi olsun ister Hıristiyan, beni duyup da sonra benimle gönderilen dîne îmân etmeden ölen hiç kimse yoktur ki cehennem ehlinden
olmasın.”
Âlimlerin sözlerine gelince, İbn Kudame el-Muğnî’de (8/131) şöyle
demiştir: “İslâm’a yeni girmiş, İslâm diyarının dışında bir yerde veya
şehirlerden ve ilim adamlarından uzak bir köyde yetişmiş kimseler gibi
bilinmesi gerekli şeyleri bilmeyenlerden bir kimse olursa cehaletinden
dolayı küfrüne hükmedilmez.” Şeyhulislâm İbn Teymiyye, İbn Kasım
tarafından bir araya getirilen Fetvaları’nda (c.6, s.397) şöyle dedi: “Ben
daima –ve benimle beraber bulunanlar da benim bu durumumu bilir–
muhalefet edenin durumuna göre kâfir, fasık veya günahkâr olacağına
dair kendisine şer‘î bir delîl gösterilip gösterilmediği bilinmediği müddetçe muayyen bir şahsın kâfir veya fasık veya günahkâr olduğunu söylemekten en çok sakınan kimseyim. Ben Allah teâlâ’nın bu ümmetin hatasını bağışladığına inanıyorum. Bu, haberî ve kavlî mes’eleleri de amelî
mes’eleleri de içine alır. Selef bu mes’elelerin pek çoğunda tartışmışlar ve
onlardan hiç birinin herhangi bir kimsenin ne küfrüne, ne fasıklığına
116
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ne de günahkârlığına hükmettiklerine şahit olunmamıştır.” Devamında şöyle der: “Ben şöyle açıklamıştım: Seleften ve müçtehit imamlardan
nakledildiğine göre şöyle şöyle söyleyen kimse kâfir olur diye -herhangi
bir şahsı hedef almaksızın- mutlak ifadeler kullanmak haktır/doğrudur,
fakat mutlak tekfîr ile muayyen bir şahsı tekfîr etmeyi birbirinden ayırmak gerekir.” Sonra şöyle devam eder: “Tekfir tehdit nassları türündedir.
Bir kimse Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in söylediği bir şeyi yalanlayan bir
söz söylediği zaman tekfîr edilir. Fakat bu kimse yeni Müslüman olmuş
olabilir veya uzak bir köyde yetişmiş olabilir. Böyle bir kimse kendisine
bir delîl sunulmadıkça inkârından dolayı tekfîr edilmez. Bir kimse bu
nasları duymamış olabilir veya duymuştur da ona göre sabit değildir
veya elinde o nassa aykırı başka bir nas vardır, hatalı da olsa te’vîl etmesi
gerekmiştir. (Bu durumda da tekfîr edilmez). Şeyhulislâm Muhammed
b. Abdilvehhab ed-Dureru’s-Seniyye’de (1/56) şöyle der: “Tekfir konusuna gelince ben sadece Peygamberin dînini öğrenen, öğrendikten sonra
ona sövdüğü bilinen ve insanlar tarafından bundan vazgeçmesi söylendiği halde aynı şeyi tekrar yapan kimseyi tekfîr ederim.” 66. sayfada
şöyle der: “Muhaliflerimin, yalan ve iftira olan sözlerine gelince; güya
biz, umumu tekfîr ediyor ve dînini açıklama gücü olanların bile bizim
yanımıza hicret etmelerini vâcib görüyormuşuz. Bunların hepsi insanları Allah’ın ve Rasûlünün dîninden alıkoyan yalan ve iftira cinsinden
şeylerdir. Câhillikleri ve kendilerini uyaran kimselerin bulunmayışı sebebiyle Abdülkadir’in üzerindeki puta ve Ahmed el-Bedevî’nin üzerindeki puta ibâdet edenleri bile tekfîr etmiyorken, Allah’a ortak koşmayan
kimseleri -tekfîr etmedikleri ve savaşmadıkları halde- bize hicret etmiyorlar diye nasıl tekfîr ederiz.”
Kitap ve Sünnet naslarının ve ilim ehlinin söylediklerinin gereği bu
olunca, Allah’ın hikmetinin, lütfunun ve merhametinin gereği de budur. Mazur olduğu sürece Allah teâlâ hiç kimseye azâb etmez. Akıl tek
başına Allah için vâcib olan hakların neler olduğunu bilemez. Eğer akıl
tek başına bunu bilecek olsaydı peygamberlerin gönderilmesine gerek
kalmazdı.
İslâm’a intisap eden bir kimse hakkında asıl olan, şer‘î bir delîl gere-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
117
ğince ondan bunun kaybolduğu kesinleşmedikçe kendisine Müslüman
denilmeye devam edilmesidir. Onu hemen tekfîr etmek câiz değildir.
Çünkü bunda iki büyük sakınca vardır:
Birincisi: Hüküm konusunda Allah’a ve taktığı kötü sıfat konusunda tekfîr ettiği kimseye yalan iftirada bulunmaktır.
Birincisi gâyet açıktır. Çünkü Allah’ın kâfir demediği kimsenin
küfrüne hükmetmiş olmaktadır. Bu, Allah’ın helal kıldığı şeyi haram
kılan kimse gibidir. Çünkü tekfîr hükmünü Allah’a nispet etmek veya
etmemek, bir şeyin haram olduğuna hükmetmek veya etmemek gibidir.
İkincisine gelince, bunda da bir Müslümanı kendisine zıt bir vasıfla vasıflandırmakta ve küfürden beri olduğu halde onun kâfir olduğunu söylemektedir. Küfür vasfının kendisine dönmesi daha uygundur.
Çünkü Sahîh-i Müslim’de Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan
rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse dîn kardeşine kâfir dediği zaman bu söz ikisinden birisini bulur.”(1) Bir başka rivâyette şu ilave vardır: “Dediği gibi ise mes’ele
yok. Eğer dediği gibi değilse söz kendisine döner.”(2) Yine Müslim’in Ebû
Zer radıyallahu anh’ten rivâyet ettiğine göre Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmaktadır: “Kim bir adama kâfir veya Allah’ın düşmanı diye
seslenir de o böyle değilse bu söz mutlaka kendisine döner.”(3) İbn Ömer
hadîsindeki “Dediği gibi ise” sözü, Allah’ın hükmünde dediği gibi ise
anlamına gelir. Ebû Zer hadîsindeki “böyle değilse” sözü, Allah’ın hükmünde böyle değilse anlamına gelir.
Bu da ikinci sakıncadır. Tekfir ettiği dîn kardeşi bu sıfattan beri ise
demek istiyorum. Bu, kolayca içine düşebileceği büyük bir sakıncadır.
Çünkü bir Müslümanı küfürle nitelendirmekte acele eden kimse, kendi amelini beğenir, başkasının amelini küçük görür. Sonunda amellerin
boşa gitmesine yol açan amelini beğenmişlikle, cehennemde Allah’ın
azâbına sebep olan kibri kendinde birleştirmiş olur. Nitekim Ahmed
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Edeb, Bâbu Men Keffera Ehahu min Ğayri Ta’vilin (6104). Müslim,
Kitâbu’l-Îmân. Bâbu Beyânu Hali Men Kale li Ehihi Ya Kâfir (60).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Îmân. Bâbu Beyânu Hali Men Kale li Ehihi Ya Kâfir (60).
(3) Müslim, Kitâbu’l-Îmân. Bâbu Beyânu Hali Îmânı men Rağıbe an Ebihi (61).
118
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ve Ebû Dâvûd’un Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten rivâyet ettikleri bir
hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurur: “İzzet ve celâl sahibi
olan Allah buyurdu ki: Büyüklük benim ridam, ululuk da benim izarımdır. Kim bunlardan birinde benimle yarışmaya yeltenirse onu ateşe
atarım.”(1)
Tekfir hükmünü vermeden önce iki şeye bakmak gerekir:
Birincisi: Allah’a yalan iftirada bulunmamak için Kitap ve Sünnet’in
bunun bir tekfîr sebebi olduğuna delâlet edip etmediğine bakmak.
İkincisi: Kendisi hakkında tekfîr şartlarını bulundurması ve manilerin bulunmaması yönüyle hükmün muayyen şahsa uygun olup olmadığına bakmak.
Bu şartların en önemlilerinden birisi muhalefetinin küfrü gerektirdiğini bilmesidir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve
mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve
cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisâ: 115). Cehennem cezası
için kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkmayı
şart koştu.
Fakat küfrünün veya başka bir davranışının sebep olduğu muhalefetinin neyi gerektirdiğini bilmesi şart mıdır, yoksa neyi gerektirdiğini
bilmese bile bunun bir muhalefet olduğunu bilmesi yeterli midir?
Cevap: Açık olan ikincisidir. Yani sadece bunun bir muhalefet olduğunu bilmesi, hakkında bunun gereğiyle hükmetmek için yeterlidir.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ramazan günü cinsel ilişkide bulunan
kimseye bunun kefareti gerektirdiğini bilmese bile bunun bir muhalefet olduğunu bilmesini yeterli görmüş ve kefareti farz kılmıştır. Çünkü
zinanın haram olduğunu bilen evli bir kişi zina ettiği zaman ettiği zinanın hangi cezayı gerektirdiğini bilmese bile recim edilir. Hâlbuki bilseydi belki de zina etmeyecekti.
Tekfiri gerektiren davranışı yapmaya zorlanması tekfîre mani hal(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Mâ Câe fi’l-Kibri (4090). İbn Mâce, Kitâbu’z-Zühd,
Bâbu el-Beraetu mine’l-Kibri ve’t-Tevazuu.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
119
lerdendir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kalbi îmânla dolu
olarak mutmain iken, mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle küfür sözünü söyleyenler hariç, kim îmânından sonra gönlünü küfre açarsa, onlara Allah tarafından bir gazâb, hem de müthiş bir azâb vardır.” (Nahl:
106). Sevincinin veya hüznünün veya öfkesinin veya korkusunun şiddeti
veya benzeri sebeplerle ne dediğini bilmeyecek şekilde fikrinin ve kastının kapalı olması da tekfîre mani hallerdendir. Çünkü Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Ahzâb: 5). Enes b. Mâlik radıyallahu
anh’ten rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu:
“Allah’ın, tevbe ettiği vakit kulunun tevbesine sevinmesi, birinizin devesi
üzerinde çorak bir yerde bulunup devesi kaçtığı, üzerinde de yiyeceği içeceği bulunduğu ve ondan ümidini kestiği, nihâyet bir ağacın yanına gelerek gölgesinde yattığı, devesinden ümidini kestiği, o bu halde iken aniden
deve karşısına dikiliverdiği, yularından tuttuğu, sonra sevincinin şiddetinden: Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim, dediği;
sevincinin şiddetinden yanıldığı zamanki sevincinden daha çok sever.”(1)
Tekfîre sebep olan şey hakkında onun doğru olduğunu zannedecek
şekilde bir te’vîl şüphesini taşıması da tekfîre mani hallerdendir. Çünkü
o bununla günaha girmeyi ve muhalefet etmeyi kast etmemiştir. Onun
bu davranışı Allah’ın şu âyetinin kapsamı içine girer: “Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin
kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.”
(Ahzâb: 5). Çünkü bu, onun gerçeğe ulaşmak için gösterdiği gayretinin
sonunda ulaştığı noktadır ve Allah’ın şu âyetinin kapsamındadır: “Allah
her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.” (Bakara: 286).
İbn Kudame el-Muğnî’de (8/131) şöyle demiştir: “Bir kimse masum kişileri öldürmeyi ve onların mallarını gasp etmeyi herhangi bir şüphesi
ve te’vîli olmaksızın helal görürse kâfir olur. Hâricîler gibi bir te’vîl sonucu bunu helal görürse, fıkıhçıların çoğunluğu, Hâricîler Müslümanların canlarını ve mallarını helal gördükleri ve bunu Allah’a yaklaşmak
(1) Müslim, Kitâbu’t-Tevbe, Bâbu Fi’l-Haddı ale’t-Tevbeti ve’l-Ferahi Biha (2747).
120
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
maksadıyla yaptıkları halde onların küfrüne hükmetmediler.” İbn Kudame sözlerinin devamında şöyle der: Hâricîlerin sahabîlerden pek çoğunu ve onların yolundan gidenleri tekfîr ettikleri, onların canlarını ve
mallarını helal gördükleri ve onları öldürmekle Allah’a yaklaştıklarına
inandıkları bilinmektedir. Buna rağmen fakîhler onları bunu te’vîlleri
sonucu yaptıkları için tekfîr etmediler. Haram kılınan her şeyin içinden
buna benzer bir te’vîlle helalleştirilen şeylerin çıkmasındaki hüküm de
böyledir.”
Şeyhulislâm İbn Teymiyye, İbn Kasım tarafından bir araya getirilen Fetvaları’nda (13/30) şöyle der: “Hâricîlerin bid‘ate düşmelerinin
sebebi Kur’ân’ı kötü anlamalarıdır. Onların Kur’ân’a muhalefet etme
maksatları yoktur. Fakat ondan onun delâlet etmediği şeyleri anladılar
ve günahkârların tekfîr edilmeleri gerektiği zannına kapıldılar.”
Şeyhulislâm 210. sayfada şöyle der: “Hâricîler Kur’ân’ın uyulmasını
emrettiği Sünnet’e muhalefet ettiler. Kur’ân’ın kendileriyle dostluğu emrettiği mü’minleri tekfîr ettiler. Kur’ân’ın müteşabihlerine tabi oluyorlar
ve onları bilgisizce ve ehliyetsizce olmayacak şekilde te’vîl ediyorlardı.
Bu konuda ne Sünnet’e tabi oluyorlar ne de Kur’ân’ı anlayan Müslümanların cemaatine müracaat ediyorlardı.”
Yine Şeyhulislâm İbn Teymiyye sözü edilen Fetvaları’nda (28/518)
şöyle demiştir: “Müçtehit imamlar Hâricîlerin kötülüğünde ve sapık olduklarında ittifak ettiler, sadece onların tekfîri konusunda iki meşhur
görüş üzere ihtilâfa düştüler.”
Şeyhulislâm İbn Teymiyye Fetvaları’nda (7/217) şunları zikretti:
“Sahabîler içinde Hâricîleri tekfîr eden kimse yoktur. Ne Ali b. Ebî Tâlib
ne de diğer sahabîler onları tekfîr etmediler. Onlar hakkında sadece zalim ve haddi aşan Müslümanlar hakkında verdikleri hükmü verdiler.
Nitekim ben başka yerlerde bu konuyla ilgili onlardan gelen rivâyetleri
zikretmiştim.” 28/518’de şöyle der: “Ahmed ve diğer müçtehid imamlar
gibi imamlardan gelen ibareler de bunu ifade etmektedir.” 3/282’de şöyle
der: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kendileriyle savaşılmasını emrettiği
sapık Hâricîlerle mü’minlerin emiri ve Raşid halifelerden biri olan Ali b.
Ebî Tâlib radıyallahu anh savaşmıştır. Sahabîlerden, tabiilerden ve onlardan sonra gelen ve dînin önderleri durumunda olan kimseler onlarla
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
121
savaşılması konusunda ittifak ettiler, fakat ne Ali b. Ebî Tâlib, ne Sa’d b.
Ebî Vakkas, ne de diğer sahabîler onları tekfîr etmediler. Onlarla savaşmalarına rağmen onları Müslümanlar olarak kabul ettiler. Haksız yere
kan dökmedikleri ve Müslümanların mallarına saldırmadıkları sürece
onlarla savaşmadılar. Kâfir oldukları için değil, zulümleri ve taşkınlıkları sebebiyle onlarla savaştılar. Bu sebeple onların kadınları esir edilmedi, malları ganimet olarak alınmadı. Sapıklıkları nas ve icma ile sabit
olan bu gurubu, Allah ve Rasûlü kendileriyle savaşılmasını emretmiş
olmasına rağmen tekfîr etmediklerine göre, en bilginlerinin bile yanıldıkları mes’elelerde gerçeği karıştıran muhtelif guruplar nasıl tekfîr edilebilir?! Bu guruplardan hiçbirinin diğerini tekfîr etmesi câiz değildir.
İçlerinde kesin bid‘atler olsa bile onların canları ve malları helal değildir. Onları tekfîr edenler de bid‘atçi oldukları, bunların bid‘atleri belki
de daha çirkin bir bid‘at olduğu ve genellikle hepsi de hakkında ihtilâf
ettikleri gerçeklerden habersiz oldukları zaman bu guruplar birbirlerini
nasıl tekfîr ederler?!”
Yine Şeyhulislâm şöyle der: “Müslüman diğer Müslümanlarla te’vîli
sonucu savaştığı veya te’vîli sonucu onları tekfîr ettiği zaman bundan
dolayı tekfîr edilmez.”
Sayfa 288’de şöyle dedi: “Âlimler Allah ve Rasûlünün hitabı konusunda kullara ulaşmadan önce bu hitabın hükmü onlar hakkında sabit
olur mu olmaz mı diye Ahmed’in ve diğerlerinin mezhebinde üç görüş üzere ihtilâf ettiler. Sahîh olan, Kur’ân’ın şu âyetlerinin ve Buhârî
ve Müslim’de geçen hadîsin delâlet ettiği şeydir: “Biz, bir peygamber
göndermedikçe (kimseye) azâb edecek değiliz.” (İsra: 15). “(Yerine göre)
müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların
peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın!” (Nisâ: 165).
Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu:
“Mazereti Allah’tan daha çok seven hiç kimse yoktur. Bu sebeple uyarıcı
ve müjdeleyici peygamberler göndermiştir.”
Hülasa câhil bir kimse fasıklık olan sözlerinden ve fiillerinden dolayı mazur olduğu gibi küfür ifade eden sözlerinden ve fiillerinden dolayı da mazurdur. Bu, Kitap ve Sünnet’teki delîllerle, akıl ve ilim ehlinin
sözleriyle sabittir.
122
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-68: Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden kimsenin
hükmü nedir?
CEVAP: Başarı, hidâyet ve doğruyu Allah’tan isteyerek derim ki:
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek Rubûbiyyet tevhîdinin bir bölümüdür. Çünkü bu, O’nun rubûbiyyetinin, mülk ve tasarrufundaki kemâlinin
bir gereği olan Allah’ın hükmünü uygulamaktır. Bu sebepledir ki Allah
teâlâ kendi âyetlerinin dışındaki tâbi olunanları tâbi olanların rableri
olarak isimlendirmiştir. Allah teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Âlimlerini ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler. Meryem’in
oğlu Mesih’i de... Hâlbuki onlara bir tek ilâh’a ibâdet etmeleri emr olunmuştu. Ondan başka hak ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şirkten münezzehtir.” (Tevbe: 131). Allah teâlâ onların tâbi olduklarını rabler
olarak isimlendirdi. Çünkü onları yasa koyucular olarak kabul ettiler.
Tâbi olanları da kullar olarak isimlendirdi. Çünkü onlara boyun eğdiler
ve Allah’ın hükmüne muhalefette onlara itaat ettiler.
Adiy b. Hatem, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e: Onlar hahamlarına ve
rahiplerine ibâdet etmediler ki, dedi. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunun
üzerine dedi ki: “Bilakis, onlar kendilerine helâlı haram, haramı helal
kıldılar, onlar da buna uydular. İşte bu onların, onlara ibâdetleriydi.”(1)
Bunu anladığın zaman bil ki, Allah’ın indirdiği şeylerle hükmetmeyen ve Allah ve Rasûlünden başkasının hakemliğine müracaat etmek
isteyen kimselerin îmânının olmadığına ve onların kâfir, zalim ve fasık
olduklarına dair Kur’ân’da âyetler vardır.
Birinci kısımla ilgili örnek âyetler şunlardır:
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri
sürenleri görmedin mi? Tâğût’a küfretmeleri kendilerine emrolunduğu
halde, Tâğût’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitap’a)
ve Rasûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların
senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden
(1) Tirmizî, Kitâbu Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azim min Sureti’t-Tevbe, 10. Bâb, (3095). İbn
Teymiye Kitâbu’l-Îmân, s.67’de bunun hasen olduğunu söyler.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
123
başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı
bulmak istedik, diye yemîn ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah’ın,
kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt
ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle. Biz her peygamberi
-Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer
onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle
affedici, esirgeyici bulurlardı. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında
çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (Nisâ: 60–65).
Allah teâlâ münafık oldukları halde mü’min olduklarını söyleyen
bu kimseleri aşağıdaki vasıflarla vasıflandırıyor:
Birincisi: Onlar Tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Allah ve Rasûlünün hükmüne muhalefet eden herkes Tağût’tur. Çünkü Allah ve Rasûlünün hükmüne muhalefet etmek bir tuğyandır/azgınlıktır,
hüküm sahibinin hükmüne karşı gelmektir. Hâlbuki sonunda her şey
O’na döner. O da Allah’tır. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bilesiniz
ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah
ne yücedir!” (A’râf: 54)
İkincisi: Onlar, Allah’ın indirdiğine ve Peygamberine çağırıldıkları
zaman bundan kaçındılar ve yüz çevirdiler.
Üçüncüsü: Onlar elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet
geldiği zaman -ki yaptıkları şeylerden dolayı ikaz edilmeleri de bundandır- biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemîn ederek
gelirler. Bunların durumu günümüzde İslâm’ın hükümlerini reddeden
ve daha iyidir ve çağın şartlarına daha uygundur, iddiasıyla İslâm’a aykırı kanunlarla hükmeden kimselerin durumu gibidir.
Sonra Allah teâlâ bu nitelikleri taşıdıkları halde mü’min olduklarını iddia eden bu kişileri ikaz etti, Allah’ın onların kalplerindekileri
ve söylediklerinin zıddına içlerinde gizledikleri şeyleri bildiğini söyledi ve Peygamberine onlara öğüt vermesini ve kendileri hakkında tesirli
124
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
söz söylemesini emretti. Sonra peygamber gönderilmesindeki hikmetin,
düşünceleri ne kadar kuvvetli, kavrayışları ne kadar geniş olursa olsun
başka insanlara değil sadece bu peygambere itaat edilmesi için ve sadece
ona tabi olunması için olduğunu açıkladı. Sonra Allah teâlâ kendisinin
Peygamberin rabbi oluşuna yemîn etti -ki bu, rubûbiyyet çeşitlerinin en
özelidir ve onun peygamberliğinin gerçekliğine dair bir işaret de içermektedir- ve bu yemînle onların ancak şu üç şeyle birlikte îmâna elverişli olacaklarını vurguladı:
Birincisi: Her türlü anlaşmazlıkta Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hakemliğine müracaat etmeleri.
İkincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hükmüyle kalplerinin bir ferahlık hissetmesi ve içlerinde hiçbir sıkıntı ve darlık hissetmemeleri.
Üçüncüsü: Hükmedilen şeye tam bir teslimiyetle teslim olmaları ve
hiçbir gevşeklik ve sapma olmaksızın onu uygulamaları.
İkinci kısımlı ilgili âyetlere gelince: Mesela Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide: 44). “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mâide: 45).
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Mâide: 47).
Bu üç vasıf da aynı kişiye mi aittir? Yani Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler aynı zaman da zalim ve fasık mıdırlar? Çünkü
Allah teâlâ kâfirleri zalimlik ve fasıklıkla da nitelendirmiştir: “Kâfirler
zalimlerin ta kendileridirler.” (Bakara: 254). “Çünkü onlar, Allah ve
Rasûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.” (Tevbe: 84). Her kâfir
zalim ve fasıktır. Veya bu sıfatlar onları Allah’ın indirdiği hükümlerle
hükmetmekten alıkoyma ölçüsünde mi kendilerine verilir. Benim görüşüme göre bu mana daha yakındır. Allah en iyi bilendir.
Deriz ki: Önemsemeyerek veya hafife alarak veya yaratılmışlara en
yararlısı bunlar olduğu halde başka hükümlerin onlardan daha yararlı
olduğuna inanarak Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler kendilerini dînden çıkaran bir küfürle kâfirdirler.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
125
İnsanların uymaları ve uygulamaları için İslâm’ın hükümlerine
aykırı hükümler koyanlar da onlardandır. Onlar İslâm’ın hükümlerine aykırı olan bu hükümleri ancak kendi koydukları hükümlerin halka
daha uygun ve daha yararlı olduğuna inandıkları için koyarlar. Çünkü
aklen ve fıtraten zorunlu olarak bilinir ki insan bir yöntemi bırakıp ona
muhalif başka bir yönteme ancak onun daha faziletli olduğuna ve bıraktıklarının eksikliğine inandığı için döner.
Önemsemediği veya küçük gördüğü veya başka hükümlerin halk
için onlardan daha yararlı ve daha uygun olduğuna inandığı için değil
de sadece aleyhine hüküm verilen kimseye üstün gelmek veya ondan
intikam almak için Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen kimse
kâfir değil zalimdir. Hükmettiği şeye ve hükmetme aracına göre zulmünün derecesi de değişir.
Yine önemsemediği veya küçük gördüğü veya başka hükümlerin
halk için onlardan daha yararlı ve daha uygun olduğuna inandığı için
değil de sadece lehine hüküm verilen kimseyi kayırmak veya verilen bir
rüşveti dikkate almak veya benzeri bir dünya menfaati için Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen kimse de kâfir değil, fasıktır. Hükmettiği şeye ve hükmetme aracına göre fasıklığının derecesi de değişir.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh, hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edinenlerin iki hal üzere olduklarını
söylemiştir:
Birincisi: Allah’ın dînini değiştirdiklerini bilmeleridir. Bunlar liderlerinin peygamberlerin dînine muhalif olduklarını bile bile onların
yaptıkları değişikliğe tâbi olur ve haramın helal, helalin haram kılınmasına i’tikâd ederler. Bu bir küfürdür. Bunu yapanlar Allah’a ve Rasûlüne
ortak koşmuş olurlar.
İkincisi: Haramı helal, helali haram kılmaya îmânları ve i’tikâdları
-kendi ifadeleriyle- sabit olmakla beraber, bir Müslümanın masiyet olduğuna inandığı herhangi bir masiyeti işlemesi gibi Allah’a isyanda liderlerine itaat ederler. Bunlarla ilgili hüküm, benzeri diğer günahkârların
hükmü gibidir.
126
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-69: Allah’tan başkasına yaklaşmak için kesilen kurbanın
hükmü nedir? Bu kurbanın etinden yemek câiz olur mu?
CEVAP: Allah’tan başkası için kurban kesmek büyük şirktir. Çünkü
kurban kesmek Allah’ın şu âyetlerinde de emredildiği gibi bir ibâdettir:
“Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser: 2). “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi
Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana bununla emrolundum ve ben
Müslümanların ilkiyim.” (En‘âm: 162, 163). Kim Allah’tan başkası için
kurban keserse Allah korusun dînden çıkarıcı şirk ile müşriktir. Bu kurbanı ister herhangi bir melek için kessin, ister herhangi bir peygamber
için kessin, ister herhangi bir halife için kessin, ister herhangi bir velî
için kessin, ister herhangi bir âlim için kessin fark etmez, bunların hepsi Allah’a ortak koşmaktır ve kişiyi dînden çıkarır. Kişiye vâcib olan,
kendisi hakkında Allah’tan korkması ve bu konuda nefsini şirke düşürmemesidir. Bu konuda Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biliniz ki kim
Allah’a şirk koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık
onun yeri cehennemdir ve zalimler için yardımcılar yoktur.” (Mâide: 72).
Bu kurbanların etlerinden yemeye gelince bu da haramdır. Çünkü
bunlar Allah’tan başkası adına kesilmişlerdir. Allah’tan başkası adına
veya putlar adına kesilen her şey haramdır. Nitekim Allah teâlâ Mâide
sûresinde şöyle buyurmaktadır: “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası
adına boğazlanan, -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- boğulmuş,
(taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş,
boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar, dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet
aramanız size haram kılındı.” (Mâide: 3). Allah’tan başkası için kesilen
bu kurbanlar yenilmesi haram kılınanlar kısmına dâhil edilmişlerdir.
SORU-70: İçinde Allah, peygamber veya dîn ile alay ve istihza bulunan sözlerle şaka yapan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Böyle bir şey yapmak yani şaka yollu da olsa, bir topluluğu güldürmek için de olsa Allah ile veya Peygamberi ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ile
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
127
veya Kitâbı ile veya dîni ile alay etmek küfür ve münafıklıktır. Bunlarla
alay etmenin aynısı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zamanında da olmuştur. Allah’ın Rasûlü ve kurra sahabîler hakkında: “Bizim şu kurralar
(hocalar) kadar boğazına daha düşkün, dili daha fazla yalan söyleyen,
düşmanın karşısına çıkmaktan daha fazla korkan kimse görmedik.”
demişlerdi. Onlar hakkında hemen şu âyet nazil oldu: “Onlara, (niçin
alay ettiklerini) sorsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk,
derler.” (Tevbe: 65). Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e geldiler ve: Biz sadece yol
yorgunluğunu kesmek için yolcuların konuştukları lafları konuşuyorduk, dediler. Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de onlara Allah’ın emrettiği şu
sözleri söylüyordu: “De ki: Allah ile O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? Boşuna özür dilemeyin; siz îmânınızdan
sonra kâfir oldunuz” (Tevbe: 65–66). Rubûbiyyet konusu, risalet konusu,
vahiy ve dîn konusu saygılı olmayı gerektiren konulardır. Hiç kimsenin güldürmek ve eğlendirmek için bunları alay konusu yapması câiz
değildir. Yaparsa kâfir olur. Çünkü bu, onun Allah’ı, peygamberlerini,
kitaplarını ve şerîatını hafife aldığına delâlet eder. Bunu yapan kimsenin
yaptığı şeyden dolayı Allah’a tevbe etmesi gerekir. Çünkü bu bir münafıklıktır. Allah’a tevbe etmesi, istiğfar etmesi, durumunu düzeltmesi ve
kalbine Allah’a saygıyı, Allah korkusunu ve sevgisini yerleştirmesi gerekir. Başarının sahibi Allah’tır.
SORU-71: Kabirlerde yatanlara dua etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Dua iki kısımdır:
Birinci Kısmı: İbâdet duasıdır. Bunun örnekleri namaz, oruç ve diğer ibâdetlerdir. İnsan namaz kıldığı veya oruç tuttuğu zaman hal lisanı
ile Rabbine kendisini bağışlaması, azâbından kurtarması ve nimetlerine eriştirmesi için dua etmiş olur. Bu sebeple Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü
bana ibâdet etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanarak cehenneme
gireceklerdir.” (Ğafir:60). Allah teâlâ duayı ibâdet kıldı. Kim ibâdet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına yöneltirse dînden çıkarıcı
küfürle kâfir olur. Eğer bir kimse Allah’a tazimde bulunur gibi her hangi
128
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bir şeye tazim ederek rükû veya secde ederse İslâm’dan çıkarak müşrik
olur. Bu sebeple Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şirke götüren yolu kapatmak
için iki kişi karşılaştıklarında eğilmeyi yasaklamıştır. Kardeşi ile karşılaşan bir kimse onun için eğilebilir mi? diye sorulmuş. “Hayır” buyurmuştur. Bazı câhillerin selam verdikleri zaman eğilmeleri bir hatadır.
Bunu ona açıklaman ve engellemen gerekir.
İkinci Kısım: İsteme duasıdır. Bunun tamamı şirk değildir. Bilakis
bunun ayrıntısı vardır:
Birincisi: Dua edilen/istenilen kişi hayatta ise ve bunu karşılamaya
da muktedir ise şirk değildir. Mesela sana su vermeye gücü yeten kişiye
bana su ver, demen gibi. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Kim size çağrıda bulunursa ona icâbet edin.”(1) Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras
taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara
güzel söz söyleyin.” (Nisâ: 8). Fakirin elini uzatıp beni rızıklandır, yani
bana bir şeyler ver, demesi, câizdir. Nitekim Allah: “Onları da rızıklandırın.” buyurmuştur.
İkincisi: Eğer dua edilen/çağırılan ölü ise ona dua etmesi/çağırması
kişiyi dînden çıkaran bir şirktir.
Maalesef bazı İslâm beldelerinde içinde sadece cesetlerin kaldığı
veya toprağın yiyip bitirdiği kabirlerin fayda veya zarar vereceğine, çocuğu olmayanlara çocuk vereceğine inanan kimseler vardır. Allah korusun bu, kişiyi dînden çıkaran büyük şirktir. Bunun câiz olduğunu kabul
etmek, içki içmenin, zina etmenin ve homoseksüelliğin câiz olduğunu
kabul etmekten daha şiddetlidir. Çünkü bu, sadece bir günahı değil küfrü onaylamaktır. Allah’tan Müslümanların durumlarını ıslah etmesini
dileriz.
SORU-72: Allah’tan başkasından medet bekleyen ve onun Allah’ın
velîsi olduğunu iddia eden kişinin durumu nedir? Velî olmanın alâmetleri
nelerdir?
(1) Buhârî, Kitâbu’n-Nikâh, Bâbu İcabeti’l-Velîme ve’d-Dave (5173); Müslim, Kitâbu’lNikah, Bâbu el-Emru bi İcabeti’d-Dai ile’d-Da’ve (1429).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
129
CEVAP: Velîliğin alâmetlerini Allah teâlâ şöyle açıklamaktadır:
“Bilesiniz ki, Allah’ın velîlerine korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.
Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus: 62, 63). Demek ki
velîliğin alâmetleri: Allah’a îmân etmek ve Allah’a karşı takvâlı olmaktır. “Kim mü’min ve muttaki olursa o, Allah’ın velîsi olur.” Kim Allah’a
ortak koşarsa o, Allah’ın velîsi değil, Allah’ın düşmanıdır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa bilsin ki Allah da kâfirlerin
düşmanıdır.” (Bakara: 98). Kim Allah’tan başkasına dua ederse veya
Allah’tan başkasından onun gücünün yetmeyeceği bir yardımı isterse
o müşrik ve kâfirdir. Allah dostu olduğunu iddia etse bile Allah dostu/
velî değildir. Bilakis onun tevhîde bağlılığı, îmânı ve takvâsı olmadığı
halde velîlik iddiasında bulunması velîliğe aykırı yalancı bir iddiadır.
Benim bu konularda Müslüman kardeşlerime nasihatim şudur: Böyle kimselere kanmasınlar. Bu konuda dayanakları Allah’ın Kitâbı ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sahîh sünneti olsun. Sadece Allah’a ümit bağlasınlar ve sadece O’na güvenip dayansınlar. Gönülleri bununla istikrâr
ve huzur bulsun. Böylece mallarını ve mülklerini bu sahtekârların
gasp etmesinden korumuş olsunlar. Nitekim bu gibi konularda Kitap
ve Sünnet’in delâlet ettiği şeye bağlanmak onları nefislerinin aldatmasından uzak tutar. Bunlar bazen kendilerinin seyyid olduklarını, bazen
velî olduklarını iddia ederler. Onların içinde bulundukları durumu iyice
düşünüp inceleyecek olursan onların seyyidlikten ve velîlikten ne kadar
uzak olduklarını görürsün. Sen gerçek velînin insanları kendisine davet etmekten ve kendi çevresinde bir saygı ve tazim halkası oluşturmaya
çalışmaktan çok uzak olduğunu görürsün. Onu takvâ sahibi, kendisini
ön plana çıkarmayan, şöhretten hoşlanmayan, insanların kendisine teveccühünden veya ümitle ya da korkuyla kendisine bağlanmalarından
hoşlanmayan bir mü’min olduğunu görürsün. Kişinin insanların kendisine tazim etmelerini, saygı göstermelerini, müracaat etmelerini ve
bağlanmalarını istemesi bile gerçekte takvâya aykırıdır, velîliğe de aykırıdır. Bu sebepledir ki Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen bir hadîste
ahmakları susturmak veya âlimlerden geri kalmamak veya insanların
teveccühünü kazanmak için ilim öğrenmek isteyenler şöyle şöyle ola-
130
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
caklardır diye tehdit edilmektedirler. Bunun şahidi şu hadîstir: “Veya
insanların teveccühünü kazanmak için”(1) Velîlik iddiasında bulunan ve
insanların yönlerini kendilerine çevirmeye çalışan bu insanlar velîliğe
en uzak kimselerdir.
Müslüman kardeşlerime nasihatim şudur: Bunlara ve benzerlerine
aldanmasınlar, Kitap ve Sünnet’e müracaat etsinler ve sadece Allah’a
ümit bağlasınlar.
SORU-73: Sihir nedir ve sihir öğrenmenin hükmü nedir?
CEVAP: Sihir lügatte sebebi bilinmeyip gizli kalan her şeydir. Öyle
ki sihrin, insanların mahiyetini kavrayamadıkları gizli bir etkisi olur.
Bu manasıyla sihir, müneccimlik ve falcılığı da içine alan bir kavramdır.
Hatta sözle ve edebiyatla etkilemeyi de içine alır. Nitekim Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Bir kısım beyân vardır ki sihirdir.”(2)
Demek ki bilinmeyen/gizli bir yolla etki eden her şey sihirdir.
Istılahta ise sihri bazıları: “Kalplerde, akıllarda ve bedenlerde etki
bırakan büyüler, efsunlar ve düğümlerdir. Akılları ele geçirir, sevgi ve
nefreti yerleştirir, eşlerin arasını açar, bedenleri hastalandırır, düşünceleri esir alır.” diye tarif etmişlerdir.
Sihir yapmayı öğrenmek haramdır. Hatta şeytanlarla ortaklık yaparak sihir yapıldığı zaman bu bir küfürdür. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup
söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı.
Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut
ile Marut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek,
herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın kâfir olmayasınız,
demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca
arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni
değil de zarar vereni öğreniyorlar. Şüphesiz onlar sihri satın alanların
(1) Tirmizî, Kitâbu’l-İlim, Bâbu Mâ Câe fi Men Yatlubu bi ilmihi ed-Dünya (2654).
(2) Buhârî, Kitâbu’l- Nikâh, Bâbu Hutbe (5146).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
131
âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara: 102).
Sihrin bu çeşidi –ki şeytanlarla işbirliği yapılan bir sihirdir– küfürdür.
Bu çeşit sihri kullanmak da küfür, zulüm ve yaratılmışlara karşı düşmanlıktır. Bu sebeple sihirbazlık yapan kimse ya dînden çıktığı için veya
ceza olarak öldürülür. Eğer kendisinin tekfîr edilmesini gerektirecek bir
yöntemle sihir yaparsa dînden çıktığı için öldürülür. Yaptığı sihir küfür
derecesine ulaşmazsa kötülüğünü ve Müslümanlara eziyetini def etmek
için ceza olarak öldürülür.
SORU-74: Sihir yoluyla eşleri birleştirmenin hükmü nedir?
CEVAP: Bu haramdır, câiz değildir. Birbirlerini sevmeleri için yapılana sevgi büyüsü denir, ayrılmaları için yapılana da nefret büyüsü
denir. Her ikisi de haramdır. Bazen küfür ve şirk de olabilir. Allah teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “Hâlbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan
için gönderildik, sakın kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar
veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Şüphesiz onlar sihri satın alanların âhiretten nasibi olmadığını
çok iyi bilmektedirler.” (Bakara: 102).
SORU-75: Kehanet nedir? Kâhinlere gitmenin hükmü nedir?
CEVAP: Tekehhün kelimesinden gelen kehanet kelimesi yalan söylemek ve aslı astarı olmayan şeylerle gerçeği öğrenmeye çalışmaktır.
(Türkçedeki karşılığı falcılıktır.) Câhiliye döneminde şeytanlarla ilişkisi
olan toplulukların sanatıdır. Şeytanlar gökte kulak hırsızlığı yaparlar,
çaldıkları bilgileri kâhinlere verirler, kâhinler de şeytanlar vâsıtasıyla
gökten kendilerine nakledilen sözleri alırlar, bunlara birtakım sözler ilave ederek bunları insanlara anlatırlardı. Eğer olaylar onların söyledikleri şeylere uygun bir şekilde cereyan ederse bununla insanları aldatırlar,
insanlar da aralarında hüküm vermeleri ve gelecekte meydana gelecek
132
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
şeyleri öğrenmek için onlara müracaat ederlerdi. Bu sebeple biz gelecekteki gaypten haber veren kimse kâhindir/falcıdır, deriz.
Kâhine/Falcıya gitmek üç çeşittir:
Birincisi: Falcıya gidip onu tasdîk etmeksizin bir şey sormaktır ki
bu haramdır. Bunu yapan kişiye ceza olarak kırk gün namazı kabul edilmez. Nitekim Müslim’in Sahîhi’nde rivâyet edildiğine göre Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim falcıya gider de ona bir şey sorarsa kırk gün veya kırk gece onun namazı kabul edilmez.”(1)
İkincisi: Falcıya gidip ona bir şey sorduktan sonra onun haber verdiği şeyleri tasdîk etmektir ki bu Allah’a karşı bir küfürdür. Çünkü böyle
yapan kimse falcının gaybı bildiği iddiasını tasdîk etmiş olmaktadır. Bir
kimsenin gaybi bildiği iddiasını tasdîk etmek Allah’ın şu âyetini yalanlamak demektir: “De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı
bilmez.” (Neml: 65). Bundan dolayı sahîh bir hadîste şöyle geçmektedir:
“Kim bir falcıya gider de, onun söylediklerini tasdîk ederse Muhammed
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e indirileni inkâr etmiş olur.”(2)
Üçüncüsü: Falcıya gidip onun durumunu insanlara açıklamak ve
söylediğinin bir kehanet, göz boyama ve saptırma olduğunu açıklamak
için soru sormaktır. Bunda bir sakınca yoktur. Bunun delîli şudur: İbn
Sayyad Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yanına gelmişti. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬içinde bir şey gizleyerek ona neyi gizlediğini sormuştu. İbn Sayyad: Duh’tur,
dedi. -Duman demek istiyordu- Bunun üzerine Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬:
“Sus, otur yerine. Sen hiçbir zaman kendi haddini aşamayacaksın.”(3) İşte
kâhinlere giden kimseler bu üç halden biri üzere olurlar.
Birincisi: Kâhine gidip onu tasdîk etmeksizin veya onun foyasını
ortaya çıkarmak gibi bir maksadı olmaksızın bir şey sormaktır. Bu haramdır. Cezası kırk gece namazının kabul edilmemesidir.
İkincisi: Ona bir şey sorup tasdîk etmektir. Bu, Allah’a karşı kâfir
(1) Müslim, Kitâbu’s-Selam, Bâbu Tahrîmu’l-Kehane ve İtyanu’l-Kuhhân (2230).
(2) Tirmizî, Kitâbu’l- Tahâret, Bâbu Mâ Câe fi Kerahiyeti İtyani’l-Haiz (135); İbn Mâce,
Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu en-Nehyu an İtyani’l-Haiz (639). el-Elbânî rahimehullah, elİrva’da bunun sahîh olduğunu söylemiştir, 6817.
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Cenâiz, Bâbu İzâ Esleme’s-Sabiyyu fe Mate hel Yusalla aleyhi…
(1354). Müslim, Kitâbu’l- Fiten, Bâbu Zikru İbns Sayyad (2924).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
133
olmaktır. Bunu yapan kişinin tevbe etmesi ve Allah’a dönmesi gerekir.
Yoksa küfür üzere ölür.
Üçüncüsü: Falcıya gidip onu imtihan etmek ve foyasını ortaya çıkarmak için soru sormaktır. Bunda bir sakınca yoktur.
SORU-75: Riyaya bulaştığı zaman ibâdetin hükmü nedir?
CEVAP: İbâdetin riyaya bulaşmasının üç şekilde olduğu söylenebilir:
Birinci Şekli: İbâdetin asıl sebebinin insanlara gösteriş olmasıdır.
Mesela insanlar kendisini övsünler diye gösteriş için namaz kılan kimse
gibi. Bu tür bir riya ibâdeti geçersiz kılar.
İkinci Şekli: İbâdet esnasında riyayı bulaştırmaktır. Yani başlangıçta kendisini ibâdete sevk eden amil sadece Allah’ın rızâsını kazanmak
olduğu halde ibâdeti esnasında sonradan riyaya bulaşmasıdır. Bu ibâdet
şu iki halden birinden hali değildir:
Birinci hal: İbâdetin başlangıcının sonuyla irtibatlı olmamasıdır. Bu
durumda başlangıç kısmı her halükârda sahîhtir, sonu bâtıldır.
Mesela: Bir adam elindeki yüz lirayı tasadduk etmek istiyor. Bunun
elli lirasını ihlâslı bir şekilde tasadduk etti. Sonra kalan elli lirada riyaya
bulaştı. İşte ilkin tasadduk ettiği elli lira sadaka makbuldür, sahîhtir/
geçerlidir. Kalan elli lira sadakada ihlâs ile riya karıştığı için bâtıldır.
İkinci hal: İbâdetin başlangıcı ile sonunun birbiriyle irtibatlı olmasıdır. O zaman insan şu iki şeyden hali değildir:
Birincisi: Riyaya direnmesi, kendisini rahat hissetmemesi, riyadan
yüz çevirmesi ve nefret etmesidir. Bunun ibâdetin sıhhatine hiçbir şekilde etkisi yoktur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Yapmadığı ve konuşmadığı müddetçe ümmetimin içinden geçirdiği şeyler affedilmiştir.”(1)
İkincisi: Riyaya razı olması ve direnmemesidir. O zaman bütün
(1) Buhârî, Kitâbu’t-Talak, Bâbu et-Talaku fi’l-Ağlak ve’l-Mukreh ve’s-Sekran… Müslim, Kitâbu’l- Îmân, Bâbu Tecavuzullahi an-Hadisi’n-Nefs (127).
134
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ibâdeti boşa gider. Çünkü ibâdetin başı ile sonu birbiriyle irtibatlıdır.
Mesela ihlâsla namaza başlayan bir kimse ikinci rekâtta riya duygusu
gelirse, namazın başı ile sonu birbiriyle irtibatlı olduğu için tamamı
boşa gider.
Üçüncüsü: İbâdeti bitirdikten sonra riya duygusuna kapılmasıdır.
Bunun bir etkisi olmaz ve ibâdeti iptal etmez. Çünkü o ibâdet sahîh olarak tamamlanmıştır. Sonradan meydana gelen riya onu ifsat etmez.
İnsanların onun ibâdet etmesini bilmelerine sevinmesi riya değildir.
Çünkü bu duygu ona ibâdeti bitirdikten sonra gelmiştir. İnsanın yaptığı
ibâdetten dolayı sevinmesi de riya değildir. Çünkü bu, onun îmânının
bir delîlidir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Yaptığı iyilik kendisini sevindiren ve işlediği kötülükten dolayı üzüntü duyan kimse
mü’mindir.”(1) Bunun sebebi sorulunca şöyle buyurdu: “Bu mü’minin peşin müjdesidir.”
SORU-77: Mushaf’a yemîn etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Bu sorunun cevabını biraz geniş tutmamız gerekir. Çünkü
bir şeye yemîn etmek, yemîn eden kişinin yemîn edilen şeye özel bir saygısının olduğuna delâlet eder. Bu sebeple hiç kimsenin; Allah ile, onun
isimleri veya sıfatları ile olması müstesna yemîn etmesi câiz değildir.
Mesela Allah’a yemîn olsun ki şöyle şöyle yapacağım, Kâbe’nin Rabbine
yemîn olsun ki şöyle şöyle yapacağım, Allah’ın izzetine yemîn olsun ki
demesi ve Allah’ın buna benzer sıfatlarıyla yemîn etmesi câizdir.
Mushaf, Allah’ın kelâmını ihtiva eder. Allah’ın kelâmı, O’nun sıfatlarındandır. Yani Allah’ın kelâmı, zâtî ve fiilî bir sıfattır. Çünkü bu sıfat
aslı itibarıyla, konuşmak bir kemâl göstergesi olduğu ve Allah teâlâ ezelî
ve ebedî olarak bu sıfatla mevsuf olduğu için, bu açıdan Allah’ın zâtî
sıfatlarından bir sıfattır. Allah teâlâ ezelî ve ebedî olarak dilediğini konuşan ve yapandır. Konuşmasının her birer cüzü itibarıyla da fiilî sıfatlarından bir sıfattır. Çünkü O, dilediği zaman konuşur. Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol”
(1) Tirmizî, Kitâbu’l-Fiten, Bâbu Mâ Câe fi Lüzumi’l-Cemaa (2195).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
135
demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin: 82). Allah teâlâ bu âyetinde
sözü irâdeye bağladı. Bu, O’nun konuşmasının irâdesine ve dilemesine bağlı olduğunun delîlidir. Bu konuda pek çok nas vardır. Allah’ın
kelâmının her biri hikmetinin gereği olarak ortaya çıkar. Bununla biz
şu sözleri söyleyen kimselerin sözlerinin bâtıl sözler olduğunu biliriz:
Onlar şöyle derler: “Allah’ın kelâmı ezelîdir, O’nun irâdesine tabi olması
mümkün değildir. O Allah’ın zâtıyla kâim bir manadır. Allah’ın kendisine konuştuğu kimse tarafından işitilen bir şey değildir.” Bunlar bâtıl
sözlerdir. İşin gerçeği, bu sözleri söyleyenlerin Allah’ın işitilen kelâmını
mahlûk kıldıklarıdır.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye “et-Tis‘îniyye” ismiyle bilinen bir kitap
te’lif ederek bu sözün bâtıl olduğunu orada doksan yönden beyân etmiştir.
Demek ki Mushaf Allah’ın kelâmını ihtiva ettiğine ve Allah’ın
kelâmı da O’nun sıfatlarından bir sıfat olduğuna göre Mushaf’a yemîn
etmek de câizdir. İnsan Mushafın içindeki Allah kelâmını kast ederek
Mushaf’a yemîn olsun ki diyebilir. Hanbelî fıkıhçıları rahimehumullah
buna hükmetmişlerdir. Bununla beraber bir kimsenin Allah’ın ismiyle yemîn etmesi ve “Allah’a yemîn olsun ki”, “Kâbe’nin Rabbine yemîn
olsun ki” ve “canım elinde olana yemîn olsun ki” gibi halkın yadırgamayacağı ve işitenlerin kafasını karıştırmayacak şeyleri söylemesi daha
evladır. Çünkü insanlara bildikleri ve kalplerini tatmin eden şeylerle konuşmak daha evladır ve daha hayırlıdır. Yemîn sadece Allah’a ve O’nun
sıfatlarına yapıldığına göre hiç kimsenin Allah subhâhehu ve teâlâ’dan
başkasına, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e, Cebrail’e, Kâbe’ye ve diğer yaratılmışlara yemîn etmesi câiz değildir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Kim yemîn ederse ya Allah’a yemîn etsin veya sussun.”(1)
“Kim Allah’tan başkasına yemîn ederse ya kâfir olur veya müşrik olur.”(2)
İnsan, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e veya Peygamberin hayatına veya
başka bir şahsın hayatına yemîn eden bir kimseyi duyduğu zaman onu
bundan men etmeli ve bunun haram olduğunu, câiz olmadığını beyân
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Şehadat, Bâbu Keyfa Yustahlefu (2679). Müslim Kitâbu’l- Eyman,
Bâbu en-Nehyu ani’l-Halefi bi Ğayrillahi (1646).
(2) Tirmizî, Bâbu Mâ Câe fi Kerahiyyeti’l-Halfi bi Ğayrillahi (1535).
136
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
etmelidir. Fakat engellemesi ve açıklaması hikmete uygun olmalı, bunu
nezaket ve yumuşaklıkla yapmalı ve onun iyiliğini ve haramdan kurtarılmasını isteyerek şahsa yönelmelidir. Çünkü bazı kimseler bir şeyi
emrederken veya engellerken gayrete gelip öfkeleniyorlar, yüzleri kıpkırmızı oluyor ve damarları ortaya çıkıyor. Bu durumda bazen nefsinin
intikamını almak için onu men ediyor, şeytan onun nefsine bu illeti bırakıyor. Eğer insan kendisini onların yerine koymuş olsa da insanları
hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle Allah’a davet etmiş olsa bu, kabule
daha yakın olur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Allah
teâlâ sertlikle vermediği şeyi yumuşaklıkla verir.”(1) Pek çok kimsenin bildiği bir olay vardır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında bir köylü mescide gelir ve topluluğun içinde küçük abdest bozmaya başlar. İnsanlar
bağırarak çağırarak onu engellemeye çalışırlar. Fakat Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onlara mani olur. Adama işini bitirince Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬onu yanına çağırır ve şöyle der: “Buralar mescidlerdir. Mescidlerde
pislik ve rahatsız edici şeylerin bulunması uygun değildir. Buralar sadece
tekbir, tesbih ve Kur’ân okumak içindir.”(2) Veya buna benzer şeyler söyledi. Sonra ashâbına adamın idrarının üzerine birkaç kova su dökmelerini
emretti. Böylece pislik kayboldu ve mekân temizlendi. Câhil bedeviye
nasihat etmek suretiyle maksat hâsıl oldu. Bizim de Allah’ın kullarını
Allah’ın dînine davet ederken Allah’ın davetçileri olmamız ve hakikati
halkın kalplerine ulaştırmaya ve onları düzeltmeye en yakın yolu izlememiz gerekir. Başarı Allah’tandır.
SORU-78: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e ve Kâbe’ye yemîn etmenin
hükmü nedir? Şerefe ve zimmete yemîn etmenin hükmü nedir? İnsanın
“bi zimmeti” demesinin hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e yemîn etmek câiz değildir,
hatta bir çeşit şirktir. Kâbe’ye yemîn etmek de câiz değildir, o da bir
çeşit şirktir. Çünkü Peygamber de Kâbe de mahlûkturlar. Herhangi bir
mahlûka yemîn etmek bir çeşit şirktir.
(1) Müslim, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla, Bâbu Fadlu’r-Rıfk (2593).
(2) Müslim, Kitâbu’t-Tahare, Bâbu Vucubu Ğasli’l-Bevli ve Ğayrihi mine’n-Necasati
(285).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
137
Şerefe yemîn etmek de câiz değildir, zimmete yemîn etmek de câiz
değildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim
Allah’tan başkasına yemîn ederse ya kâfir olur veya müşrik olur.”(1) “Babalarınıza yemîn etmeyin. Kim yemîn ederse ya Allah’a yemîn etsin veya
sussun.”(2)
Fakat bilmemiz gerekir ki bir kimsenin “bi zimmeti” demesi ile
zimmete yemîn ve kasem kast edilmez. Zimmetle kast edilen sadece ahit
ve sorumluluktur. Yani bunu taahhüt ediyorum, sorumluluğu üzerime
alıyorum demektir. Kast edilen sadece budur. Ancak bu ifade ile yemîn
kast edildiği zaman bu Allah’tan başkasına yemîn olur ki câiz değildir.
Fakat benim anladığıma göre insanlar bu sözleriyle yemîn değil, ahdi
kast ediyorlar. Zimmet ahit anlamına gelir.
SORU-79: Etrafında tavaf ederek, içindekilere dua ederek, kurbanlar adayarak ve benzeri diğer ibâdetlerle ibâdet ederek kabirlere tapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bu gerçekten büyük bir sorudur. Cevabının da Allah’ın
yardımıyla biraz genişçe verilmesine ihtiyaç vardır. Deriz ki: Kabirlerde
yatan insanlar iki kısımdırlar:
Birinci Kısım: İslâm üzere ölen ve insanların kendilerini hayırla yâd
ettikleri kısımdır. Bunlar için hayır ve iyilik umulur. Fakat bunlar Müslüman kardeşlerinin dualarına muhtaçtırlar. Müslümanlar onların affedilmeleri ve merhamet edilmeleri için Allah’a dua ederler. Onlar Allah’ın
şu âyetinin genel kapsamı içine dâhildirler: “Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı
kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin
bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”
(Haşr: 10) Bunlar kendi kendilerine hiç kimseye fayda veremezler. Çünkü
ölüdürler. Ne kendilerinden ne de başkalarından herhangi bir zararı def
(1) Tirmizî, Bâbu Mâ Câe fi Kerahiyyeti’l-Halfi bi Ğayrillahi (1535).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Edeb, Bâbu Men lem Yera İkfaru Men Kale Zalike Müteevvilen ev
Cahilen (6108). Müslim Kitâbu’l-Eyman, Bâbu en-Nehyü ani’l-Halefi bi Ğayrillahi
(1646).
138
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
edemezler. Ne kendilerine ne de başkalarına herhangi bir faydayı celp
edemezler. Çünkü onlar kardeşlerinin –dualarıyla sağlayacakları– faydaya muhtaçtırlar, onlara fayda verecek durumda değildirler.
Kabirlerde Yatanların İkinci Kısmı: Kendilerinin dînden çıkmalarına yol açan günahları işlemiş olanlardır. Mesela şu, evliya olduklarını,
gaybı bildiklerini, hastalara şifa verdiklerini, ne hissen ne de şer‘an bilinmeyen sebeplerle iyilik ve hayrı celp ettiklerini iddia eden kimseler bu
kısma girer. Bunlar küfür üzere ölen kimselerdir. Bunlar için dua edilmesi ve rahmet okunması câiz değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça
belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için
af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. İbrâhîm’in babası
için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun
Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhîm çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe: 113, 114).
Bunlar hiç kimseye fayda ve zarar veremezler. Hiç kimsenin onlara bağlanması câiz değildir. Onların küfür üzere öldükleri bilindiği halde bir
kimse mesela onların kabirlerinden kendisine bir nûr görünmesi veya
temiz bir koku yayılması gibi bir takım kerametleri gördüğünü zannetse, bunlar bu kabirlere tapınanları fitneye düşürmek için İblis’in kurduğu bir tuzak ve aldatmacadır.
Ben Müslüman kardeşlerimi Allah’tan başkasına bağlanmamaları için uyarıyorum. Çünkü göklerin ve yerin egemenliği O’nun elindedir. Her şey O’na dönecektir. Darda kalanın duasına sadece Allah teâlâ
karşılık verir. Kötülüğü ancak Allah giderir. O şöyle buyurmaktadır:
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır. Sonra size bir zarar
dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız.” (Nahl: 53). Yine benim
onlara nasihatim, dînlerinde Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den başkasını
taklit etmemeleri ve başka hiç kimseye tâbi olmamalarıdır. Çünkü Allah
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a
ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab: 21). “(Rasûlum!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son
derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmrân:31).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
139
Bütün Müslümanların velîlik iddiasında bulunan bir kimsenin
amellerini Kur’ân’da ve Sünnet’te geçen şeylerle ölçmesi, eğer Kitap ve
Sünnet’e uygun ise onun Allah’ın velîlerinden biri olduğunu umması,
eğer Kitap ve Sünnet’e uymuyorsa Allah’ın velîlerinden olmadığını bilmesi gerekir. Allah teâlâ Kitâbı’nda Allah dostlarını tanımak için adil
bir ölçü zikretti. Şöyle buyurdu: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus: 62, 63). Kim mü’min ve muttaki ise Allah dostudur, velîdir. Kim böyle değilse Allah dostu değildir. Kimde îmândan ve
takvâdan bir parça varsa onda velîlikten de bir parça vardır. Bununla beraber biz bir kimsenin bizzat kendisini bir şeyle kesin olarak nitelendirmeyiz. Fakat biz genel olarak mü’min ve muttaki olanların Allah dostu
olduklarını söyleriz.
Bilinmelidir ki Allah teâlâ buna benzer şeylerle imtihan edebilir.
İnsan bir kabre bağlanabilir ve orada yatan kişiye dua eder veya bereketlenmek için kabrin toprağından bir parça alır. Maksadı da hâsıl olabilir. Fakat bu, Allah’tan bu adam için bir fitne ve imtihandır. Çünkü
biz biliriz ki bu kabir duaya icâbet edemez ve bu toprak herhangi bir
zararın giderilmesi veya faydanın celp edilmesi için sebep olamaz. Biz
bunu Allah’ın şu âyetlerinden dolayı biliriz: “Allah’ın yanısıra kıyâmet
gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarıp yakarandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. İnsanlar Allah’ın huzurunda toplandıkları gün tapılanlar
kendilerine tapanlara düşman kesilirler ve onların kendilerine tapmalarını reddederler.” (Ahkâf: 5, 6). “Allah’ı bırakıp da taptıkları (putlar),
hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar bizzat kendileri yaratılmışlardır.
Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”
(Nahl: 20, 21). Allah’tan başka dua edilenlerin hiçbirinin duaya icâbet etmeyeceğine ve dua edene asla bir yardımlarının olamayacağına delâlet
eden bu manada daha pek çok âyet vardır. Fakat bazen Allah’tan başkasına dua ederken istenilen şey fitne ve imtihan için meydana gelebilir ve
biz bunun Allah’tan başkasına yapılan dua ile değil, Allah’tan başkasına
dua ederken meydana geldiğini söyleriz. Bir şeyin bir şeyle meydana gelmesiyle bir şeyin bir şeyi yaparken meydana gelmesi arasında fark var-
140
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
dır. Çünkü biz Allah’ın zikrettiği pek çok âyet sebebiyle kesin olarak bilir ve inanırız ki Allah’tan başkasına yapılan dua, bir yararın getirilmesi
veya bir zararın def edilmesi için asla bir sebep olamaz. Fakat bir fitne ve
imtihan olarak bu dua esnasında bir şey meydana gelebilir. Allah teâlâ
kendisine kul olanla heva ve heveslerine kul olanın bilinmesi için masiyet sebepleriyle de imtihan edebilir. Yahudilerden cumartesi günü yasağını delenlerin durumunu görmez misin? Allah teâlâ onlara cumartesi
günleri balık avlamalarını haram kılmıştı. Sonra onları bu yasağa uyup
uymadıklarına dair bir denemeye tabi tuttu. Balıklar cumartesi günleri
bol miktarda geliyor, diğer günler gizleniyorlardı. Böylece uzun bir süre
geçti. Dediler ki: Kendimizi bu balıklardan nasıl mahrum ederiz. Sonra
düşündüler, taşındılar ve bir plan yaparak şöyle dediler: Cuma gününden ağlarımızı atalım, Pazar günü de ağlara takılan balıkları tutalım.
Allah’ın haramlarına karşı bu hileli fiile teşebbüs ettiler. Allah da onları
ceza olarak aşağılık maymunlar haline dönüştürdü. Allah teâlâ bu konuda şöyle buyurdu: “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının
durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi
aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana
çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de
gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.” (A’râf: 163). “İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de,
bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette
bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, muttakiler için de bir öğüt
vesîlesi kıldık.” (Bakara: 65, 66). Bak, Allah teâlâ onların avlanmalarının
yasak olduğu günde bu balıkları tutmalarını onlara nasıl da kolaylaştırdı? Fakat onlar sabretmediler ve Allah’ın haramlarına karşı hile yoluna
başvurdular. Allah korusun.
Sonra Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ashâbı için hâsıl olan şu duruma
bak: Allah teâlâ onları ihramlı iken ihramlılara yasak olan avlarla imtihana tabi tuttu. Bu avlar elleriyle erişebilecekleri yerlerde idi, fakat onlar
bu avlardan hiçbirisine cesaret edip de almadılar. Allah teâlâ bu konuda
şöyle buyurdu: “Ey îmân edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avlanma ile (onu yasak ederek) dener ki gizlide (kim-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
141
senin görmediği yerde, gerçekten) kendisinden kimin korktuğu ortaya
çıksın. Kim bundan sonra sınırı aşarsa onun için acı bir azâb vardır.”
(Mâide: 94). Sıradan bir avı elleriyle yakalayabilecek durumda idiler. Uçan
bir avı da oklarıyla kolayca vurabilirlerdi. Fakat onlar Allah’tan korktular ve o avlardan hiçbirini yakalamaya yeltenmediler.
Demek ki haram bir fiilin sebepleri kişi için hazır olduğu zaman
onun Allah’tan korkması ve bu haram fiile teşebbüs etmemesi gerekir.
Bilmelidir ki bu fiilin sebeplerinin kolaylaştırılmış olması onun için bir
imtihan ve denemedir. Kendisini tutmalı ve sabretmelidir. Akıbet muttakilerindir.
SORU-80: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Mescid-i Nebevî’de metfun
olduğunu gerekçe göstererek kabirlere ibâdet edenlere ne cevap veririz?
CEVAP: Buna çeşitli şekillerde cevap verebiliriz:
Birincisi: Mescid-i Nebevî başlangıçta kabrin üzerine yapılmadı.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬hayatta iken yapıldı.
İkincisi: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mescidin içine defnedilmedi ki
bu, sâlih insanlar mescidin içine defnedilmesinin gerekçesi olsun. Bilakis Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬evinin içine defnedildi.
Üçüncüsü: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in evlerinin -ki Aişe radıyallahu anha’nın evi de bunlardan biridir- mescide dâhil edilmesi sahâbîlerin
ittifakıyla olmamıştır. Çünkü onların büyük bir kısmı bu esnada hayatta
değildi. Bu olay yaklaşık olarak hicrî doksan dört yılında gerçekleşti. Bu,
sahâbenin câiz gördüğü şeylerden değildi. Hatta bazıları bu konuda muhalefet etmişlerdi. Muhalefet edenlerden biri de Sa‘îd b. Museyyeb’dir.
Dördüncüsü: Kabir mescide dâhil edilinceye kadar mescidin içinde
değildi. Mescidden bağımsız bir odanın içindeydi. Mescid onun üzerine
yapılmış değildi. Bu sebeple bu mekân korunmuş ve üç duvarla çevrilmiştir. Duvarlar kıbleden farklı köşelere yerleştirilmiştir, yani üçgendir.
Kuzey köşedeki direğe doğru namaz kılan kimse kıbleye yönelmemiş,
kıbleden sapmış olur. Böylece kabir ehlinin hüccet olarak öne sürdükleri
şüpheler iptal edilmiş olur.
142
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-81: Kabirlerin üzerine bina yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Kabirlerin üzerine bina yapmak haramdır. Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunu yasaklamıştır. Çünkü bunda kabir ehline ta’zim
vardır, sonunda bu kabirlere ibâdet edilmesine ve Allah ile birlikte bunların da ilâh edinilmesine vesîle olur. Nitekim kabirlerin üzerine yapılan
binaların pek çoğundaki durum budur. İnsanlar bu kabirlerde yatanları
Allah’a ortak koşar hale gelmişler ve Allah ile beraber onlara da dua
etmeye başlamışlardır. Kabir sahiplerine dua etmek ve sıkıntıların giderilmesi için onlardan medet beklemek büyük şirktir ve İslâm’dan çıkmaktır. Yardım Allah’tan istenir.
SORU-82: Ölüleri mescitlere defnetmenin hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mescidlere defin yapılmasını
yasaklamıştır. Kabirlerin mescidler haline getirilmesini de yasaklamıştır. Kabirleri mescid edinenleri lanetlemiştir. Öleceği esnada ümmetini uyarmış ve bunun Yahudi ve Hıristiyanların bir fiili olduğunu
hatırlatmıştır.(1) Çünkü mescidlerin içine ölülerin defnedilmesi bu kabirlerde yatanların Allah’a ortak koşulmasına vesîle olur. Sonunda insanlar mescidlerdeki bu kabirlere defnedilmiş olanların fayda veya zarar
vereceklerine veya Allah’ın dışında onların da kendilerine itaatlerle yaklaşılmasını gerektirecek özelliklerinin bulunduğuna inanırlar. O halde
Müslümanların bu tehlikeli olgudan sakınmaları ve mescidlerin de kabirlerden uzak, tevhîd ve sahîh akîde üzerine kurulmuş binalar olması
gerekir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mescidler şüphesiz Allah’ındır.
O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin: 18). Mescidlerin Allah’a ait olması ve oraların sadece Allah’a ibâdet edilecek şekilde
şirk görüntülerinden uzak olması gerekir. Bunu sağlamak Müslümanların bir görevidir. Başarı Allah’tandır.
SORU-83: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kabrini ziyaret etmek için
yolculuk yapmanın hükmü nedir?
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Mâ Yukrahu min İttihazi’l-Mesâcid ale’l-Kuburi
(407). Müslim Mesâcid, Bâbu en-Nehyu an Binai’l-Mesâcidi ale’l-Kuburi (376).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
143
CEVAP: Hangi kabir olursa olsun kabirleri ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak câiz değildir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Ancak şu üç mescide gitmek için yolculuğa çıkılabilir: Mescid-i Haram, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa.”(1) Bununla
kast edilen şey, buraların dışında yeryüzünde hangi mekân olursa olsun
ibâdet maksadıyla böyle bir yolculuğun yapılamayacağıdır. Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kabrine gitmek için de yolculuk yapılmaz. Ancak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in mescidine varıldığı zaman onun da kabrini
ziyaret etmek sünnettir. Kadınlara gelince Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
kabrini ziyaret etmek onlar için sünnet değildir. Başarı Allah’tandır.
SORU-84: Kabirlerle teberrük etmenin, ihtiyaçların giderilmesi
veya takarrub maksadıyla etraflarında tavaf edilmesinin hükmü nedir?
Allah’tan başkasına yemîn etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Kabirlerle teberrük etmek haram ve bir çeşit şirktir. Çünkü Allah’ın hiç bir güç vermediği bir şeyin etkili olacağını kabul etmek
demektir. Selef-i sâlihîn’in bu şekilde teberrük edinmek gibi bir âdetleri
yoktu. Bu açıdan da bir bid‘attir. Teberrük eden kimse, kabirde yatanın herhangi bir faydayı celp etme veya herhangi bir zararı def etmede
etkisi veya gücünün olduğuna inandığı ve bunu için dua ettiği zaman
bu büyük şirk olur. Kabirde yatana eğilmek veya secde etmek veya tazim ve yaklaşmak için kurban kesmek suretiyle ibâdet ettiği zaman da
böyledir, büyük şirk olur. Bu konuda Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Her kim Allah ile birlikte diğer bir ilâha yalvarırsa -ki bu hususla ilgili hiçbir delîli yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir.
Şurası muhakkak ki kâfirler iflah olmaz.” (Mü’minun: 117). “Artık her kim
Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir
şeyi ortak koşmasın.” (Kehf: 110). Büyük şirkle müşrik olan bir kimse ebedi cehennemde kalacak olan bir kâfirdir. Cennet ona haramdır. Çünkü
Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa
(1) Buhârî, Kitâbu Fadlü’s-Salâti fi Mescidi Mekke ve’l- Medîne, Bâbu Fadlu’s-Salâti
fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne (1179). Müslim, Kitâbu’l-Hac, BâbuFadlu’s-Salâti bi
Mescidi Mekke ve’l-Medîne (1397).
144
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.” (Mâide: 72).
Allah’tan başkasına yemîn etmeye gelince eğer yemîn eden kimse
yemîn edilen şeyin Allah’a denk olduğuna inanırsa büyük şirkle müşriktir. Eğer buna inanmaz da sadece kalbinde ona karşı bir saygı bulunur ve bu da onu Allah mertebesine çıkarmadan onunla yemîn etmeye
sevk ederse bu dînden çıkarmayan küçük şirkle müşrik olur. Peygamberimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’tan başkasına
yemîn ederse küfretmiş veya şirk koşmuş olur.”(1)
Kabirlerle teberrük edeni veya kabirlerdekilere dua edeni veya
Allah’tan başkasına dua edeni reddetmek ve “bunu biz böyle öğrendik”
sözünün onu Allah’ın azâbından kurtarmayacağını açılamak gerekir.
Çünkü bu gerekçe peygamberleri yalanlayan müşriklerin öne sürdüğü
gerekçedir. Onlar şöyle dediler: “Babalarımızı bir dîn üzerinde bulduk,
biz de onların izlerine uyarız, derlerdi.” (Zuhruf: 23). Peygamber onlara
şöyle dedi: “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz (dîn)den daha
doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? Dediler ki: Doğrusu
biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz.” (Zuhruf: 24). Allah teâlâ şöyle
buyurdu: “Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu
nasıl oldu?” (Zuhruf: 25).
Hiç kimsenin atalarının yolunu veya onun gelenek haline gelmesini
kendi bâtılı için gerekçe yapması câiz değildir. Eğer bunu bir gerekçe
yaparsa bunun Allah katında hiçbir geçerliliği yoktur, ona hiçbir yararı
olmaz ve hiçbir şeyden onu koruyamaz. Bu gibi şeylere müptela olanların Allah’a tevbe etmeleri ve nerede, ne zaman ve kimden gelirse gelsin
hakka tabi olmaları, milletlerinin âdet ve gelenekleri veya halklarının
ayıplamalarının onların hakkı kabul etmelerine engel olmaması gerekir.
Çünkü gerçek mü’min Allah yolunda kınayıcının kınamasına aldırış etmez ve hiçbir engel onu Allah’ın dîninden alıkoyamaz.
Allah teâlâ kendi rızâsının olduğu her şeyde bizi başarılı kılsın,
gazâbının ve öfkesinin olduğu şeylerden de bizi korusun.
(1) Tirmizî, Bâbu Mâ Câe fi Kerahiyyeti’l-Halfi bi Ğayrillahi (1535).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
145
SORU-85: Üzerinde hayvan veya insan resmi bulunan elbiseleri giymenin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimsenin üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan
elbiseleri giymesi câiz değildir. Ve yine içinde insan veya hayvan resmi
bulunan beyaz veya renki bir yaşmakla veya benzeri bir şeyle başını örtmesi câiz değildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“İçinde resim bulunan eve melekler girmezler.” (1)
Bu sebeple biz bazılarının söyledikleri gibi hatıra maksadıyla resim
bulundurmayı da uygun görmeyiz. Kimin yanında hatıra fotoğrafları
varsa bunları imha etmesi gerekir. İster duvarda asılı olsun isterse albüme konulmuş olsun, isterse başka yerde bulunsun fark etmez. Çünkü bu
resimlerin bulunması ev halkının meleklerden mahrumiyetini gerektirir. İşaret ettiğim bu hadîs Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh yolla
rivâyet edilmiştir.
SORU-86: Duvarlara resimler asmanın hükmü nedir?
CEVAP: Duvarlara resimler ve özellikle bunların büyüklerini asmak
haramdır. Hatta bu resimlerin vücudunun bir kısmından ve başından
başkası görünmese bile yine haramdır. Bunda bir tazim maksadı vardır
ve şirkin temelini oluşturur. Bu bir aşırılıktır. Nitekim İbn Abbas’tan
rivâyet edildiğine göre Nûh kavminin taptığı putlar birtakım sâlih insanların isimlerini taşıyorlardı. Nûh kavmi ibâdeti hatırlamak için bunların resimlerini yapmışlardı. Üzerlerinden uzun bir zaman geçtikten
sonra bu resimlere tapmaya başlamışlardı.(2)
SORU-87: Fotoğraf makinesi ile resim çekmenin hükmü nedir?
CEVAP: El ile çizmek söz konusu olmadan fotoğraf makinesi ile
resim çekmekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu, resim yapma konusuna
girmez. Fakat yine de bundan maksadın ne olduğuna bakmakgerekir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Lias, Bâbu Men Kerihe’l-Kuûdi ale’s-Suveri (5958). Müslim,
Kitâbu’l-Libas ve’z-Zinet, Bâbu Tahrimu Suveru Suretu’l-Hayvan, (2106).
(2) Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr, Bâbu Vedden ve Suvaen (4920).
146
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bu fotoğrafı çekmekten maksat, hatıra için de olsa elde bulundurmaksa
haramdır. Çünkü araçlar maksatlarının hükmünü alırlar. Hatıra maksadıyla resim bulundurmak haramdır. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “İçinde resim bulunan eve melekler girmezler.”(1) Bu
hadîs evlerde resim bulundurmanın haram olduğunun delîlidir. Duvarlara resimler asmaya gelince bu da haramdır, câiz değildir, melekler
içinde resim bulunan eve girmezler.
SORU-88: Kendi uydurdukları bid‘atlerine “Kim İslâm’da güzel bir
çığır açarsa…”(2) hadîsini delîl getiren bid‘atçilere nasıl cevap veririz?
CEVAP: Böyle diyen kimseleri reddeder ve deriz ki, “Kim İslâm’da
güzel bir çığır açarsa kendisine hem bunun sevabı hem de bu çığırdan gidenlerin sevabı verilir.” sözünü söyleyen, aynı zaman da şu sözü de söyleyen kişidir: “Benim sünnetime ve benden sonra gelen hidâyeti bulmuş
Raşit halifelerin sünnetine sarılın. Bid‘atlerden sakının. Her sonradan
uydurulan şey bid‘attir. Her bid‘at bir sapıklıktır. Her sapıklık ateştedir.”(3)
Buna göre “Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa..” sözü bu hadîsin söylenme sebebine indirgenmiş olur. O da şudur: Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
Mudar’dan ihtiyaç ve fakru zarûret içinde gelen bir topluluğa sadaka
verilmesini teşvik etmişti. Bunun üzerine bir adam Peygamber efendimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in önüne bir kese gümüş getirip bıraktı. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunun üzerine şöyle buyurdu: “Kim İslâm’da güzel bir
çığır açarsa kıyâmete kadar kendisine hem bunun sevabı hem de bu çığırdan gidenlerin sevabı verilir.” Hadîsin sebebini bildiğimiz ve manayı bu
sebebin üzerine bina ettiğimiz zaman buradaki çığır açmakla kast edilenin bir dîn ve şerîat koymak değil, iyi bir iş yapmak olduğu anlaşılır.
Çünkü dîn ve şerîat koymak sadece Allah ve Rasûlüne ait bir iştir. Kim
bir çığır açarsa hadîsinin anlamı, kim bir amel yaparsa ve insanlar da
bu amelde onu örnek alırlarsa kendisine hem bunun sevabı hem de kendisini örnek alanların sevabı verilir, demektir. Hadîsin bilinen anlamı
(1) Tahrîci yukarıda geçti.
(2) Müslim, Kitâbu’z-Zekat, Bâbu el-Hassu ale’s-Sadaka velev bi Şıkkı Temratin (1017).
(3) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
147
budur. Veya “Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa” hadîsi ile kast edilen,
bir ibâdete ulaşmaya vâsıta olan ve insanların kendisini örnek aldıkları
bir fiili işleyen kimsedir. Mesela kitaplar te’lîf etmek, ilim tasnif etmek,
medreseler yaptırmak ve şer‘an matlup olan bir şeye vesîle olan benzeri
işleri yapmak bunun örnekleridir. Bir kimse dîne göre matlup ve makbul olan ve yasaklanmayan bir sonuca götüren vâsıtayı ortaya koyduğu
zaman bu hadîsin kapsamı içine girer.
Eğer hadîs, insanın dilediği hükmü koyma hakkı vardır anlamına
gelseydi İslâm dîni Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hayatında tamamlanmamış olduğu ve her ümmete ait bir dînin ve yolun olacağı anlaşılırdı.
Bu bid‘ati işleyen kimse bunun güzel bir şey olduğunu zannettiği zaman
yanılmış olur. Çünkü bu zan, Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in “Her bid‘at
bir sapıklıktır” sözünü yalanlamaktadır.
SORU-89: Peygamberin doğum gününü kutlamanın hükmü nedir?
CEVAP: Birincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hangi gece doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. Hatta bazı çağdaş araştırmacılar onun
Rebiulevvel ayının dokuzuncu gecesi doğduğu sonucuna varmışlardır,
bu ayın on ikinci gecesi doğduğunun bir dayanağı yoktur. O zaman Peygamberin doğumunu Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi kutlamanın tarihi açıdan bir dayanağı yoktur.
İkinci olarak: Şer‘î açıdan da mevlid kutlamalarının bir dayanağı
yoktur. Çünkü bu, Allah tarafından meşru kılınmış olsaydı Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de bunu yapar ve ümmetine tebliğ ederdi. Eğer yapmış ve
tebliğ etmiş olsaydı bunun da muhafaza edilmiş olarak aktarılması gerekirdi. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Zikri kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr: 9). Bu konuda herhangi bir
bilgi olmadığına göre bu, Allah’ın dîninden değildir. Allah’ın dîninden
olmayınca da bununla Allah’a ibâdet etmemiz ve bununla Allah’a yaklaşmamız câiz olmaz. Allah teâlâ kendisine ulaşmak için belli bir yolu
gösterdiği zaman –ki o yolu bize Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬vâsıtasıyla
göstermiştir– nasıl olur da biz kullar olarak kendi kendimize bizi Allah’a
148
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ulaştıracak bir yol belirleyebiliriz? Bu, Allah’ın dîninden olmayan bir
şeyi meşru kılmak suretiyle Allah’ın hakkına bir tecavüzdür. Ayrıca
Allah’ın şu âyetini yalanlamayı da içermektedir: “Bugün sizin dîninizi
kemâle erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım.” (Mâide: 3). Deriz
ki bu kutlama dînin kemâlinden olsaydı, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
ölümünden önce de mevcut olması gerekirdi. Dînin kemâlinden değilse
dînden olması da mümkün değildir. Çünkü Allah teâlâ “Bugün sizin
dîninizi kemâle erdirdim” buyuruyor. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
sonra ortaya çıktığı halde kim bunun dînin kemâlinden olduğunu iddia
ederse onun bu sözü bu âyeti kerimeyi yalanlamayı ihtiva etmiş olur.
Şüphe yok ki Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in doğumunu kutlayanlar bununla sadece ona saygı ve sevgi göstermeyi, bu kutlamalarda ona karşı
sıcak duyguların oluşması için himmetleri harekete geçirmeyi hedefliyorlar. Bunların hepsi birer ibâdettir. Peygamberi sevmek bir ibâdettir.
Hatta bir kimse Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i kendi çocuklarından, ana
babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe îmânını tamamlamış olamaz. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e saygı göstermek bir ibâdettir.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e karşı sıcak duyguları tutuşturmak da dîne
yönelişe sebep olacağı için dîndendir. O halde Allah’a yaklaşmak ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e tazim maksadıyla mevlid kutlaması yapmak
bir ibâdettir. Bu bir ibâdet olunca da asla câiz olmaz. Çünkü bu Allah’ın
dîninde onda olmayan yeni bir şey ihdas etmektir. Mevlid kutlaması
yapmak bid‘attir ve haramdır. Sonra biz bu kutlamalarda dînin, aklın
ve duygunun onay vermediği çok büyük kötülüklerin de bulunduğunu
işitmekteyiz. Onlar içerisinde Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e karşı aşırı ifadelerin de bulunduğu kasideler söylüyorlar. Hatta –Allah korusun– onu
Allah’tan daha büyük olarak gösteriyorlar. Yine duyduğumuza göre bu
kutlamalara katılan bazı ahmaklar, okuyucu mevlid kıssasını okuduğu
zaman sıra onun doğumuyla ilgili bölüme gelince, Peygamber’in ruhu
buradadır, ona saygı için ayağa kalkarız, diyerek hepsi birden ayağa kalkıyorlar. Bu bir ahmaklıktır. Sonra ayağa kalkmaları bir edep de değildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kendisi için ayağa kalkılmasından
hoşlanmazdı. Onun ashâbı onu en çok seven kimseler olmalarına ve ona
bizden çok saygı göstermelerine rağmen onun bundan hoşlanmadığını
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
149
gördükleri için o hayatta iken onun için ayağa kalkmazlardı. O halde bu
hayaller ve kuruntularla nasıl ayağa kalkılır?
Bu bid‘at –yani mevlid bid‘ati– ilk üç faziletli neslin hayattan çekilmesinden sonra ortaya çıktı. Bu bid‘at, bazı beldelerde kadınlarla erkeklerin birbirleriyle karışık halde bulunmaları gibi diğer kötülüklerin
yanında dînin aslını ihlal eden bu kötülükleri de beraberinde getirdi.
SORU-90: Anneler günü adı verilen kutlamanın hükmü nedir?
CEVAP: Dîni bayramların dışındaki bütün kutlanılan günler bid‘attir, sonradan ihdas edilmişlerdir. Bunlar selef-i sâlihîn zamanında bilinmeyen şeylerdir. Üstelik bazılarının kaynağı da gayrimüslimlerdir. Bunların içinde Allah’ın düşmanlarına benzemek üzere çıkartılan bid‘atler
vardır. Dînî bayramların hangileri olduğu Müslümanlar tarafından
bilinmektedir. Bunlar Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve haftalık
Cuma günü bayramıdır. İslâm’da bu üç bayramın dışında başka bayram
yoktur. Bunların dışında ihdas edilen bütün bayramlar bunları ihdas
edenlere reddolunurlar. Bunlar Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsi
sebebiyle Allah’ın dîninde bâtıldırlar: “Kim bizim şu dînimizde onda olmayan bir şeyi ihdas ederse o reddolunur.”(1) Yani ona karşı çıkılır, bu
Allah katında kabul edilmez. Bu hadîsin bir diğer lafzı şu şekildedir:
“Kim bizim dînimizde olmayan bir ameli işlese o reddolunur.”(2)
Bu konu açıklığa kavuşunca soruda sözü edilen ve anneler günü adı
verilen bayramı kutlamak câiz değildir. Bunda sevinç gösterisinde bulunmak ve hediyeler takdim etmek gibi dînin sembollerinden olmayan
yeni bir şey icat etmek vardır. Bir Müslümanın kendi dîniyle övünmesi
ve gururlanması ve Allah’ın kulları için razı olduğu bu değerli dînde
Allah ve Rasûlünün koyduğu sınırların içinde kalması icap eder. Bu dîne
herhangi bir ilave ve eksiltme yapılamaz. Yine bir Müslümanın istisnasız herkesin peşinden giden bir fırsatçı da olmaması gerekir. Aksine
Allah’ın dîninin gerektirdiği bir şahsiyeti oluşturması gerekir. Ta ki tabi
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İlim, Bâbu İze’stalehu ala Sulhi Cevrin fe’s-Sulhu Merdudun (1297).
Müslim., Kitâbu’l-Akzıye, Bâbu Nakd’ıl-Ahkami’l-Bâtıle (1718) (17).
(2) Müslim., Kitâbu’l-Akzıye, Bâbu Nakd’ıl-Ahkami’l-Bâtıle (1718) (18).
150
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
olan değil, kendisine tabi olunan bir kimse olsun, örnek alan değil örnek
alınan bir kimse olsun. Çünkü Allah’ın dîni –elhamdülillah- her yönüyle mükemmel bir dîndir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Bugün dîninizi kemâle erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım.”
(Mâide: 3). Anneler senede sadece bir gün saygı gösterilmeyi hak eden
kimseler değildir. Bilakis onlar her zaman ve her yerde çocuklarının ilgisini, ihtimamını ve itaatini Allah’a isyan olması müstesma hak eden
kimselerdir.
SORU-91: Doğum günü ve evlilik günü kutlamalarının hükmü nedir?
CEVAP: İslâm’da haftalık bayram olan Cuma günü, Ramazan bayramı olan Şevval’in ilk günü ve Kurban bayramı olan Zilhicce ayının
onuncu gününden başka kutlanacak bayram yoktur. Arafat’ta bulunan
hacılar için arefe günü ve kurban bayramına bağlı olarak teşrik günleri
de bayram günleridir.
Bir kimsenin veya çocuklarının doğum günleri veya evlilik yıldönümleri münasebetiyle yapılan kutlamalara gelince bunların tamamı
gayrimeşrudur ve mubahlıktan bid‘atliğe daha yakındır.
SORU-92: Adam bir evde ikâmet ediyor ve başına kendisinin ve ailesinin bu evin uğursuzluğuna bağladıkları pek çok hastalık ve musibet
geliyor. Bu sebeple bu evi terk etmesi câiz olur mu?
CEVAP: Bazen bazı evler veya bazı binitler veya bazı eşler Allah’ın
hikmeti gereği uğursuz olabilirler. Bunlarla beraber iken ya bir zarar ortaya çıkabilir veya bir menfaat kaçırılabilir veya benzeri bir uğursuzlukla karşılaşılabilir. Bu durumda bu evin satılıp başka bir eve geçilmesinde
bir sakınca yoktur. İntikal edilen yerde Allah’ın iyilik vereceği umulur.
Peygamber ‫‘ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den şöyle rivâyet edilmiştir: “Uğursuzluk üç
şeydedir: Ev, kadın ve at.”(1) Bazı binitlerde uğursuzluk olabilir, bazı eş(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve Siyer, BâbuMa Yüzkeru fi Şuumi’l-Ferasi (2858); Müslim,
Kitâbu’l- Selam. Bâbu et-Tayratü ve’l-Fe’lü ve Mâ Yekunü fihi’ş-Şu’mi (2225).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
151
lerde uğursuzluk olabilir ve bazı evlerde uğursuzluk olabilir. İnsan bunu
gördüğü zaman bunun Allah’ın takdiriyle olduğunu ve Allah’ın hikmetiyle bunu takdir ettiğini bilmeli ve başka bir yere geçmelidir.
SORU-93: Tevessülün hükmü nedir?
CEVAP: Bu soru çok önemli bir sorudur. Bu sebeple cevabını geniş
tutmak istiyorum ve diyorum ki:
Tevessül: ‫ ﺗﻮﺳﻞ ﻳﺘﻮﺳﻞ‬fiilinin mastarıdır, maksadına ulaştıracak sağlıklı bir vâsıtayı edinmek anlamına gelir. Aslı yöneldiği gayeye ulaşmayı
talep etmektir.
Tevessül iki kısma ayrılır:
Birinci Kısım: Sahîh tevessüldür. Bu, gayeye ulaştıracak sahîh bir
vâsıtaya tevessül etmektir. Bunun da aşağıda zikredeceğimiz çeşitleri
vardır:
Birincisi: Allah’ın isimleriyle tevessüldür. Bu da iki şekilde olur:
Birinci şekli genel olarak Allah’ın bütün isimleriyle tevessül etmektir. Bunun örneği Abdullah b. Mes‘ûd’un rivâyet ettiği gam ve üzüntüden kurtulma duasında geçmektedir: “Allah’ım! Ben senin kulunum.
Erkek ve kadın kullarının çocuğuyum. Alın yazım senin elindedir. Hakkımda senin hükmün geçerlidir. Sen benim hakkımda adâletle hükmedersin. Kendini isimlendirdiğin, Kitâbında indirdiğin, kullarından birine
öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana ait her
isimle senden istiyorum.”(1) Burada genel olarak Allah’ın bütün isimleriyle tevessül vardır: “Kendini isimlendirdiğin bütün isimlerinle senden
istiyorum.”
İkinci şekli: Özel bir ihtiyaca uygun düşen bir isimle özel olarak
tevessül etmektir. Mesela Ebû Bekir radıyallahu anh’in rivâyet ettiği bir
hadîste o, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den kendisine namazda okuyacağı
bir dua öğretmesini talep eder. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona şu duayı
öğretir: “Allah’ım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affe(1) Ahmed tahrîc etmiştir. (1/391).
152
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
dersin. Katından bir mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet eyle. Sen
ğafûrsun, rahîmsin”(1) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu duasında mağfiret
ve rahmet istemekte ve istediği şeylere uygun isimlerle de Allah’a tevessül etmektedir. Ki bu isimler ğafûr ve rahîm isimleridir.
Tevessülün bu çeşidi Allah teâlâ’nın şu âyetinin kapsamına girer:
“En güzel isimler Allah’ındır. O halde bu isimlerle Allah’a dua edin.”
(A’râf: 180). Buradaki dua isteme duasını ve ibâdet duasını kapsar.
İkincisi: Allah’a O’nun sıfatlarıyla tevessül etmektir. Bu da Allah’ın
isimleriyle tevessül gibi iki şekilde olur:
Birinci şekli: Genel olarak bütün sıfatlarıyla yapılan tevessüldür.
Mesela: “Allah’ım! Senin en güzel isimlerinle ve en yüce sıfatlarınla senden istiyorum” dersin, sonra istediğin şeyi zikredersin.
İkinci şekli: Özel bir sıfatla yapılan tevessüldür. Mesela özel bir istek
için belli ve özel bir sıfatla Allah’a tevessül etmen gibi. Bunun örneği şu
hadîste geçmektedir: “Allah’ım! Sen gaybı bilirsin ve yaratmaya gücün
yeter; o halde yaşamanın benim için hayırlı olduğunu bildiğin müddetçe
beni yaşat, ölümün benim için hayırlı olduğunu bildiğinde de beni vefat
ettir.”(2) Burada ilim ve kudret sıfatıyla tevessül etmekte olup her iki sıfat
da talep edilen şeye uygundur.
Fiili bir sıfatla tevessül etmek de bu çeşit bir tevessüldür. Mesela:
Allah’ım! İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in ailesine salât ettiğin gibi, Muhammed’e
ve Muhammed’in ailesine de salât eyle.
Üçüncüsü: Kişinin Allah’a ve Rasûlü ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e olan îmânı ile
tevessül etmesi ve şöyle demesidir: “Allah’ım! Sana ve senin Peygamberine îmân ettim, beni bağışla ve beni başarılı kıl.” Veya şöyle demesidir:
“Allah’ım! Sana ve Peygamberine olan îmânımla senden şunu şunu istiyorum.” Şu âyet bu çeşit tevessüle bir örnektir: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otu(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu ed-Duau Kable’s-Selam (834). Müslim, Kitâbu’z-Zikir
ve Dua, Bâbu İstihbabu Hafdı’s-Savti bi’z-Zikri (2704).
(2) Nesâî, Kitâbu’l- Sehv, 62. bâb (1304).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
153
rurken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve
yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem
azâbından koru! Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan,
artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey
Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın!” diye îmâna çağıran bir
davetçiyi işittik, hemen îmân ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla,
kötülüklerimizi ört, rûhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!” (Al-i
İmrân: 190–193). Mü’minler bu âyetlerde Allah’a olan îmânlarıyla günahlarını bağışlaması, kötülüklerini örtmesi ve onları iyilerle birlikte vefat
ettirmesi için Allah’a tevessül etmektedirler.
Dördüncüsü: Sâlih bir amelle Allah’a tevessül etmektir. Mağaraya
sığınan üç kişinin hikâyesi bunun örneğidir. Bunlar geceyi geçirmek
için bir mağaraya sığındıklarında düşen bir kaya ile mağaranın kapısı
üzerlerine kapandı. Kaya parçasını yerinden oynatamıyorlardı. Her biri
daha önce yaptığı sâlih bir amelle tevessül etti. Birisi ana ve babasına
yaptığı bir iyilikle tevessül etti. İkincisi eksiksiz iffetli tavrıyla tevessül
etti. Üçüncüsü işçisine gösterdiği vefakârlığıyla tevessül etti. Her biri
kendi sâlih amelini zikrettikten sonra şöyle dedi: “Allah’ım! Eğer bunu
ben senin rızan için yapmışsam bizi bu içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumdan kurtar.” Böylece kaya parçası oradan ayrıldı. Bu, Allah’a
sâlih amelle tevessül etmektir.
Beşincisi: Kişinin içinde bulunduğu durumu dile getirerek Allah’a
tevessül etmesidir. Yani dua eden kişi içinde bulunduğu durumu ve ihtiyacını zikrederek Allah’a tevessül eder. Mûsâ aleyhisselam’ın şu sözü
bunun bir örneğidir: “Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra
(lütfuna) muhtacım.” (Kasas: 24). Kendisine iyilik vermesi için Mûsâ
aleyhisselam Allah’a kendi halini arz ederek tevessül etti. Zekeriya
aleyhisselam’ın şu sözü de buna yakındır: “Ey Rabbim! Şüphesiz (artık
öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım(ın
saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de ey Rabbim, hiçbir
zaman bedbaht olmadım." (Meryem: 4). Bu tevessül çeşitlerinin tamamı
câizdir. Çünkü bunlar tevessül ile kast edilen şeyin elde edilmesine uygun sebeplerdir.
154
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Altıncısı: Duasının kabul olunacağı ümit edilen sâlih bir kişinin duasıyla Allah’a tevessül etmektir. Çünkü sahâbîler Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
kendileri için Allah’a genel olarak ve özel olarak dua etmesini isterlerdi.
Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde Mâlik b. Enes’ten rivâyet edildiğine
göre bir adam Cuma günü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬hutbe okurken
mescide girer ve şöyle der: Ey Allah’ın Rasûlü! Mallar helak oldu, çareler
tükendi. Yağmur yağdırması için Allah’a dua et. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ellerini kaldırdı ve üç defa arka arkaya: “Allah’ım!
Bize yağmur ver!” diye dua etti. Daha minberden inmeden yağmur damlaları sakalından dökülmeye başladı. Bir hafta boyunca devamlı yağmur
yağdı. Ertesi Cuma o adam veya başkası yine Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
hutbede iken geldi ve şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü! Sular taştı, binalar
yıkıldı. Allah’a dua et de artık yağmuru bize salmasın. Bunun üzerine
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ellerini kaldırdı ve: “Allah’ım! Üzerimize değil, civarlarımıza.” Daha gökyüzüne işaret eder etmez ortalık açıldı ve
insanlar güneşin altında yürüyüşe çıktılar.(1)
Bu konuda sahâbenin Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den kendilerine
özel olarak dua etmesini istediklerine dair pek çok örnek olay vardır.
Mesela Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ümmetinden yetmiş bin kişinin sorgusuz sualsiz ve azâbı görmeden cennete gireceğin haber verdi. Bunlar
rukye yapmayanlar, dağlama yapmayanlar, uğursuzluğa inanmayanlar
ve sadece Rablerine tevekkül edenlerdir. Ukkâşe b. Mihsan ayağa kalktı ve dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Benim de onlardan olmam için dua
et. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Sen de onlardansın.”(2) buyurdu. Bu da
câiz olan tevessüldendir. Yani kişi duasının kabul olunacağını umduğu
birisinden kendisi için Allah’a dua etmesin istemesidir. Ancak isteyen
kimsenin hem kendisi için bir faydayı hem de kendisinden dua talep
ettiği mü’min kardeşi için bir faydayı murâd etmesi gerekir. Ta ki sadece
kendisi için istemiş olmasın. Çünkü sen hem kendine hem de mü’min
kardeşine bir faydayı murâd ettiğin zaman bu talepte ona bir iyilikte bu(1) Buhârî, Kitâbu’l- İstiska, Bâbu el-İstiskau fi’l-Mescidi’l-Cami’ (1013). Müslim,
Kitâbu Salati’l-İstiska, Bâbu ed-Duaus fi’l-İstiska (897).
(2) Buhârî, Kitâbu’t-Tıbb, Bâbu Menikteva ve ve Keva Ğayrahu…(5705); Müslim,
Kitâbu’l- Îmân, Bâbued-Delîlü ala Dühuli Tavaife mine’l-Müslimine’l-Cennet biğayri Hısab (220).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
155
lunmuş olursun. Çünkü bir kimse mü’min kardeşi için arkasından dua
ettiği zaman bir melek: “Âmin, sana da aynısı olsun” der. O böylece bu
dua ile iyilik yapanlardan olur. Allah iyilik yapanları sever.
İkinci Kısım: Sahîh olmayan tevessüldür ki şöyledir:
Bir kimsenin vesîle/vâsıta olarak kabul edilmeyen bir şeyle Allah’a
tevessül etmektir. Yani dînde vesîle olduğu sabit olmamış bir şeyle tevessül etmektir. Bu tür şeylerle tevessül etmek, akla ve nakle aykırı, boş
ve bâtıl işlerdendir. Bir kimsenin ölmüş birinden Allah’a kendisi için
dua etmesini istemesi tevessülün bu kısmına girer. Çünkü bu, meşru ve
sahîh/geçerli bir tevessül değildir. Ölüden Allah’a kendisi için dua etmesini istemek bir ahmaklıktır. Çünkü bir kimse öldüğü zaman ameli
kesilir/hiçbir şey yapamaz hale gelir. Öldükten sonra hiç kimse için dua
etmesi mümkün değildir. Hatta Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bile öldükten sonra hiç kimseye dua etmesi mümkün değildir. Bu sebeple sahâbîler
ölümünden sonra Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den dua talep ederek Allah’a
tevessül etmemişlerdir. Ömer’in döneminde insanlar kuraklıkla karşılaştıklarında Ömer kalkmış ve şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Biz sana
Peygamberimizle tevessül ederdik sen de bize yağmur indirirdin. Şimdi de sana Peygamberimizin amcası ile tevessül ediyoruz, bize yağmur
yağdır.”(1) Bunun üzerine -Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in amcası- Abbas
radıyallahu anh ayağa kalkmış ve dua etmiştir. Eğer ölüden dua talep
etmek câiz ve sahîh bir vesîle olsaydı Ömer ve beraberindeki sahâbîler
bunu Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den isterlerdi. Çünkü onun duasının
kabul edilmesi Abbas’ın duasının kabul edilmesinden daha yakındır.
Demek ki ölmüş birinden dua talep ederek Allah’a tevessül etmek bâtıl
bir tevessüldür, helal ve câiz değildir.
Sahîh olmayan tevessüllerden birisi de bir kimsenin Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in makamıyla tevessül etmesidir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ‬
‫’اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in makamının dua edene nispetle hiçbir faydası yoktur. Bunun sadece Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e faydası vardır. Dua edene nispetle bir faydası yoktur ki onunla Allah’a tevessül etsin. Tevessülün sonuç
veren uygun bir araç edinmek anlamına geldiği yukarıda ifade edilmiş(1) Buhârî, Kitâbu’l-İstiska, Bâbu Suâlu’n-Nasi el-İmame el-İstiskae iza Kahatû (1010).
156
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ti. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Allah katında bir makamının olmasının
sana ne faydası var?! Allah’a geçerli bir tevessülde bulunmak istediğin
zaman şöyle de: Allah’ım! Sana ve senin Peygamberine îmânımla veya
senin peygamberine olan sevgimle senden istiyorum. Bu ve benzeri bir
vesîle sahîh ve faydalıdır.
SORU-94: Velâ/Dostluk ve Berâ/düşmanlık nedir?
CEVAP: Allah için dostluk/el-velâ ve Allah için düşmanlık/el-berâ
bir kimsenin Allah’ın teberri ettiği kimselerden uzak durmasıdır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İbrâhîm’de ve onunla beraber
olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’ın yanısıra taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz Allah’a bir tek olarak îmân
edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz
başlamıştır.” (Mümtehine: 4) Allah’ın şu âyetinde de belirtildiği gibi müşrik bir toplulukla ilişkilerde durum budur: “Hacc-ı ekber (en büyük hac)
gününde Allah ve Rasûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Rasûlü
müşriklerden uzaktır.” (Tevbe: 3). Demek ki her mü’minin bütün müşriklerden ve kâfirlerden uzak olması gerekir. Şahıslar açısından durum
böyledir.
Yine her Müslümanın, küfür, fısk ve isyan olmasa bile Allah’ın razı
olmadığı her amelden de uzak olması gerekir. Nitekim Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Fakat Allah size îmânı sevdirmiş ve onu gönüllerinize
süslemiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru
yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat: 7).
Bir mü’minde hem îmân hem masiyet olursa îmânından dolayı ona
dost olur, masiyetini yüzünden ondan hoşlanmayız. Bizim hayatımız
böyle devam eder. Mesela tadından hoşlanmadığın halde tadı bozuk bir
ilacı alır, buna rağmen ona rağbet edersin. Çünkü onda hastalığa karşı
bir şifa vardır.
Bazı kimseler günahkâr bir mü’minden, bir kâfirden nefret ettiklerinden daha çok nefret ederler. Bu, şaşılacak bir durumdur ve gerçeklerin
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
157
ters yüz edilmesidir. Hâlbuki kâfir, Allah’ın, rasûlünün ve mü’minlerin
düşmanıdır. Bizim bütün kalbimizle onlardan nefret etmemiz gerekir.
“Ey îmân edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızâmı kazanmak
için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara
sevgi göstererek ve gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.
Oysa onlar, size gelen gerçeğe kâfir olmuşlardır. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.
Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.
Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış
olur.” (Mümtehine: 1). “Ey îmân edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost
edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Mâide: 51).
Bu kâfirler, onların dînlerine tabi olmadıkça ve kendi dînini satmadıkça senden asla razı olmayacaklardır. “Dînlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” (Bakara: 120).
“Ehl-i Kitaptan çoğu, sizi îmânınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler.” (Bakara: 120). Bile bile inkâr, yalanlama, şirk ve dînsizlik ne olursa
olsun bütün küfür çeşitlerinde böyledir.
Amellere gelince, haram kılınmış bütün amellerden uzak dururuz.
Haram kılınmış amellerden hoşlanmamız ve onları benimseyip kabul
etmemiz câiz değildir. Günahkâr mü’minin masiyet türündeki amelinden uzak durur; fakat onu îmânından dolayı sever ve dost oluruz.
SORU-95: Kâfirlerin ülkelerine yolculuk yapmanın hükmü nedir?
Oralara turistik seyahatler yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Kâfirlerin beldelerine yolculuk yapmak ancak şu üç şartla
câiz olur:
Birinci Şart: Seyahat edecek kişinin şüpheleri defedebilecek ölçüde
ilminin olması gerekir.
İkinci Şart: Şehvetlerin ağına düşmekten koruyacak ölçüde bir
dîndarlığının olması gerekir.
158
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Üçüncü Şart: Bu yolculuğu yapmaya ihtiyacının olması gerekir.
Bu şartlar tam olarak bulunmazsa küfür beldelerine yolculuk yapmak câiz olmaz. Çünkü bu yolculuklarda fitne veya fitne korkusu ve
malın zayi edilmesi vardır. Çünkü insan bu yolculuklarda pek çok para
harcamaktadır.
Fakat ilaç temin etmek veya kendi ülkesinde bulunmayan bir ilmi
öğrenmek gibi bir ihtiyaçtan dolayı bu yolculuğu yapacaksa ve yukarıda
zikrettiğimiz bilgi ve dîndarlığa da sahip ise bunda bir sakınca yoktur.
Kâfirlerin memleketlerine turistik amaçlı seyahatler yapmaya gelince buna ihtiyaç yoktur. İmkânları ölçüsünde İslâm ülkelerine gidebilir ve ailesini İslâm’ın temel esasları üzerinde korumaya çalışır. Allah’a
hamdolsun şu anda bizim beldelerimiz bazı bölgeleri itibarıyla gezilip
görülmeye münasip beldelerdir Müslüman kendi imkânlarıyla buralara
gidebilir ve iznini oralarda geçirebilir.
SORU-96: Değerli hocam, kâfirlerle birlikte çalışan bir kişiye neyi
tavsiye edersiniz?
CEVAP: Kâfirlerle bir arada çalışan bu kardeşimize benim tavsiyem, İslâm’dan başka bir dîne mensup olanlardan Allah’a ve Rasûlüne
düşman olan bir kimsenin içinde bulunmadığı bir işi talep etmesidir.
Buna imkân bulursa yapması gereken şey budur. İmkân bulamazsa yine
de bir güçlük yoktur. Çünkü o kendi işindedir, onlar kendi işlerindedirler. Ancak kalbinde onlara karşı bir sevgi ve dostluk duygusu taşımaması, selam alma ve selam verme benzeri şeylerle ilgili konularda şerîatın
getirdiği düzenlemelere bağlı kalması şarttır. Ve yine onların cenazelerini teşyi edip hazır bulunmaz, bayramlarına katılmaz ve bayramlarını
tebrik etmez. Bütün bunlarla birlikte onları İslâm’a davet için bütün gücünü ortaya koyar.
SORU-97: Kâfirlerin ellerindeki imkânlardan sakıncalı bir duruma
düşmeden nasıl yararlanabiliriz? Bununla mürsel maslahatların bir ilgisi var mıdır?
CEVAP: Hem Allah’ın düşmanları hem de bizim düşmanlarımız
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
159
olan kâfirlerin yaptıkları şeyler şu üç kısma ayrılır:
Birinci Kısım: İbâdetler,
İkinci Kısım: Âdetler,
Üçüncü Kısım: Sanat ve işlerdir.
İbâdetler: Malumdur ki herhangi bir Müslümanın ibâdetlerinde onlara benzemesi câiz değildir. Kim ibâdetlerinde onlara benzerse büyük
bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu, onun küfrüne ve İslâm’dan çıkmasına yol açabilir.
Âdetler: Giyim kuşam gibi âdetlere gelince bu konuda da onlara
benzemek haramdır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Kim bir kavme benzerse onlardandır.”(1)
Sanat ve mesleklere gelince: Bunlarda kamu yararı vardır. Bu sebeple onların yaptıkları şeyleri öğrenmekte ve onlardan yararlanmakta
herhangi bir sakınca yoktur. Bu, onlara benzeme konusuna girmez. Fakat faydalı işlerde onlara ortak olmak konusuna girer. Bunları yapanlar
onlara benzemiş olmazlar.
Soruyu soran kişinin “bununla mürsel maslahatların bir ilgisi var
mıdır?” sözüne gelince:
Deriz ki: Mürsel maslahatların kendi başına bir delîl olarak kullanılması uygun değildir. Belki şöyle diyebiliriz: Bu mürsel maslahatların maslahat olduklarından emin olursak bunların sıhhatine ve kabul
edilirliğine şerîat de şahitlik eder ve bir maslahat olur. Şerîat bunların
bâtıllığına şahitlik ederse, bunları yapan kimse bunların mürsel maslahatlar olduğunu iddia etse bile mürsel maslahatlar değildirler. Şerîat ne
ona ne buna şahitlik etmezse bunların aslına bakılır; eğer ibâdet cinsinden bir şey ise ibâdetlerde onlara benzemek haramdır, ibâdetlerden değilse onlarda asıl olan helalliktir. Böylece mürsel maslahatların müstakil
bir delîl olmadığı anlaşılmış oldu.
SORU-98: Gayrimüslimleri Arap yarımadasına yerleştirmenin hükmü nedir?
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Mâ Câe fi’l-Akbiye, (4031).
160
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Gayrimüslimleri Arap yarımadasına yerleştirmenin Allah’ın Rasûlü ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e karşı gelmek anlamına gelmesinde korkarım. Çünkü Sahîh-i Buhârî’de rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ölüm hastalığı esnasında şöyle buyurdu: “Müşrikleri Arap
yarımadasından çıkarın.”(1) Müslim’in Sahîhi’nde geçen bir hadîsde de
şöyle buyurdu: “Arap yarımadasında Müslümandan başka kimseyi bırakmayıncaya kadar Yahudi ve Hıristiyanları çıkartacağım.”(2)
Fakat onların bir ihtiyaçtan dolayı getirilmeleri, eğer o ihtiyacı giderecek bir Müslüman bulunamazsa, mutlak ikâmet hakkı vermemek
şartıyla câizdir.
Bundan dolayı biz câiz dedik. Fakat eğer onların getirilmeleri dînî
veya ahlâkî bozulmalara yol açacaksa haramdır. Çünkü câiz olan bir şey
birtakım mefsedetlere sebep olduğu zaman haram hale gelir. Bilindiği
gibi harama götüren şeyler de haramdır. Onların sevilmesinden, küfürlerine rızâ gösterilmesinden ve onlarla birlikteliğin dînî hassasiyeti gidermesinden korkulması bu mefsedetlerden bazılarıdır. Müslümanlarda
hayır vardır ve onlar yeterlidir. Allah’tan hidâyet ve başarı dileriz.
SORU-99: Fazîletli Şeyh! Bazıları Müslümanların geri kalmışlıklarının sebebinin dînlerine bağlılıkları olduğunu iddia ediyor. Onların bu
konudaki şüpheleri şuna dayanıyor: Batılılar dîndarlıklarından tamamen uzaklaştıkları ve kurtuldukları zaman ileri bir medeniyet seviyesine ulaştılar. Oralara çok yağmur yağması ve bol mahsul elde etmeleri
de bazen onların şüphelerini destekliyor. Sizin bu konudaki görüşünüz
nedir?
CEVAP: Bunlar îmân zayıflığından veya îmân yokluğundan kaynaklanan sözlerdir. Tarih bilmeyen ve başarının sebeplerinden haberi
olmayan kimselerin söyleyeceği sözlerdir. İslâm ümmeti İslâm’ın ilk dönemlerinde dînine sımsıkı bağlı olduğu zamanlarda hayatın bütün alanlarında güç, kuvvet, iktidar ve hâkimiyeti elinde bulunduruyordu. Hatta
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer, Bâbu Hel Yusteşfeu ila Ehli’z-Zimme… (3053).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve Siyer, Bâbu İhracu’l-Yehudu ve’n-Nesara min Cezirati’lArap (1767).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
161
bazıları derler ki: Batı elindeki bütün bilgileri İslâm’ın ilk dönemlerinde hep Müslümanlardan naklettikleri şeylerden öğrenmişlerdir. Fakat
İslâm ümmeti dînlerinin çok gerisinde kalmışlar, akîde, söz ve amel olarak Allah’ın dîninde ondan olmayan bid‘atler çıkarmışlardır. Bu sebeple
büyük bir gecikme ve gerileme hâsıl olmuştur. Biz kesin olarak biliyoruz
ve Allah’ı şahit tutarak diyoruz ki eğer biz selefimizin yaşadığı dînimize
dönersek güç, kuvvet, saygınlık ve insanlar üzerindeki hâkimiyet yine
bizim olur. Bu sebeple Ebû Süfyan, o zamanlar büyük devlet olarak kabul edilen Bizans İmparatoru Herakliyus’a Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
ve ashâbının durumunu anlattığı zaman Herakliyus şöyle dedi: “Eğer
söylediğin şeyler doğru ise o benim şu iki ayağımın altındaki yerlere de
hâkim olacaktır.” Ebû Süfyan ve arkadaşlarıyla birlikte Herakliyus’un
yanından çıktıkları zaman şöyle dedi: “Ebu Kebşe’nin (Muhammed’in)
işi sağlama bindi. Rumların hükümdarı bile ondan korkuyor, onun satvetinden çekiniyor.”
Batılı kâfir ve dînsiz devletlerin sanayide ve diğer alanlarda elde
ettikleri ilerlemeye gelince bizim dînimiz -eğer biz dînimize yönelirsek- buna engel değildir. Fakat maalesef biz hem onu, hem bunu, hem
dînimizi, hem dünyamızı kaybettik. Yoksa bizim dînimiz bu ilerlemeye
karşı değildir. Aksine Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı
ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz.” (Enfal: 60). “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu
halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin.” (Mülk: 15). “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (Bakara: 29).
İnsanın kazanç elde etme, çalışma ve yararlanma hakkının olduğunu
açıkça ilan eden daha pek çok âyet vardır. Fakat bu haklar hiçbir zaman
dînin aleyhine kullanılamaz. Bu kâfir milletler aslen kâfirdirler. İddia
ettikleri dînleri bâtıl bir dîndir. Dînleri de dînsizlikleri de aynıdır. Aralarında fark yoktur. Bu sebeple Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim,
İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir dîn)
asla kabul edilmeyecektir.” (Al-i İmrân: 85). Her ne kadar Yahudiler ve
Hıristiyanların diğerlerinden farklı bazı meziyetleri var ise de âhiretteki
162
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
durumlarına nispetle hepsi aynıdır. Bu sebeple Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu
ümmetten ister Yahudi ister Hıristiyan kim olursa olsun kendisini işitip
de getirdiği dîne tabi olmayan herkesin cehennemlik olduğuna yemîn
etmiştir. İster Yahudiliğe, ister Hıristiyanlığa mensup olsunlar isterse bu
dînlere mensup olmasınlar onlar aslen kâfirdirler.
Onlara bol yağmur yağması ve diğer şeylere gelince onlar bununla Allah tarafından imtihana ve denemeye tabi tutuluyorlar. Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Ömer b. Hattab radıyallahu anh’e dediği gibi onlara
bu nimetler bu dünyada peşin veriliyor. Ömer onun yan taraflarında hasır izini görünce ağlamış ve şöyle demişti: Ya Rasûlallah! Sen bu halde
iken Farslılar ve Rumlar nimetler içinde yaşıyorlar. Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ona şöyle buyurdu: “Ey Ömer onların nimetleri bu dünya hayatında peşin verildi. Dünyanın onlar için, âhiretin bizim için olmasına razı değil
misin?”(1) Sonra kuraklıklar, bela ve musibetler, depremler ve yıkıcı kasırgalar onların da başına geliyor. Radyolarda, gazetelerde ve diğer yayın
organlarında bunlar devamlı yayınlanıyor. Fakat soruyu soranın gözleri
görmemiş, Allah onun basiretini kapatmış, gerçeği bilememiş işin aslını
öğrenememiş. Ben ona ölümle aniden karşılaşmadan önce bu tür düşüncelerinden dolayı Allah’a tevbe etmesini, Rabbine dönmesini ve biz söz
ve amelin doğruladığı gerçek bir dönüşle İslâm’a yeniden dönmedikçe
bizim için izzet, şeref, keramet, galibiyet ve liderliğin asla olamayacağını
bilmesini, Allah’ın Kitâbında ve Peygamberinin diliyle haber verdiği gibi
onların üzerinde bulundukları şeyin hak değil bâtıl olduğunu bilmelerini tavsiye ederim. Allah’ın onlara verdiği bu nimetler bir imtihandan
ve bu dünyada peşin verilen nimetlerden başka bir şey değildir. Öyle ki
ölüp de bu nimetlerden ayrıldıkları ve cehenneme girdikleri zaman onların sadece hasret ve kederleri, elem ve üzüntüleri artacaktır. İşte onların bu şekilde nimetlendirilmelerindeki Allah’ın hikmeti budur. Bütün
bunlara rağmen dediğim gibi onlar kendilerine isabet eden felaketlerden, depremlerden, kuraklıktan, kasırgalardan ve su baskınlarından da
kurtulamıyorlar. Ben bu soruyu soran kişiye Allah’tan hidâyet ve başarı diliyorum. Onu hakka döndürmesini ve hepimize dînimizde basiret
vermesini diliyorum. Şüphesiz o çok cömerttir ve kerem sahidir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Mezalim, Bâbu el-Ğurfe… (2428). Müslim, Kitâbu’t-Talak, Bâbu
fi’l-Îla ve’tizali’n-Nisa, (1479).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
163
SORU-100: Bazıları diyorlar ki, lafızların düzgün olması önemli
değildir, önemli olan kalp temizliğidir. Sizin bu konudaki görüşünüz
nedir?
CEVAP: Lafızların düzgünlüğü ile bunların Arap diline uygun olarak söylenmesi kast ediliyorsa bu doğrudur. Çünkü akîdenin selâmeti
açısından manalar doğru anlaşıldığı sürece lafızların Arap dili kurallarına uygun olarak kullanılmamış olması önemli değildir.
Lafızların düzgünlüğü ile küfre ve şirke delâlet eden lafızların terk
edilmesi kast ediliyorsa bu doğrudur. Bunların düzgün olması önemlidir. Bir kimseye, niyetin düzgün olduğu sürece diline gelen her şeyi
söyleyebilirsin diyemeyiz. Bilakis kelimelerin İslâm dîninin getirdiği
şeylerle kayıtlı olduğunu söyleriz.
SORU-101: “Allah senin günlerini devamlı kılsın” demenin hükmü
nedir?
CEVAP: “Allah senin günlerini devamlı kılsın” demek, duada haddi
aşmaktır. Çünkü günlerin devamlılığı Allah’ın şu âyetlerine aykırıdır:
“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalacaktır.” (Rahman: 26, 27). “Biz, senden önce
de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî
mi kalacaklar?” (Enbiya: 34).
SORU-102: Bazı kimseler bir şey isterken Allah’ın yüzüyle istiyorlar
ve Allah’ın yüzüyle senden şunu şunu isterim diyorlar. Böyle söylemenin
hükmü nedir?
CEVAP: Allah’ın yüzü, insanın bu dünyadan istediği şeylerden ve
Allah’ı vâsıta kılarak karşısındakinden bir şey istemekten daha büyük ve
daha yücedir. Bu sebeple hiç kimse böyle bir isteme yöntemine tevessül
etmesin. Yani Allah’ın yüzü senin üzerinde olsun veya Allah’ın yüzüyle
senden istiyorum gibi şeyler söylemesin.
SORU-103: “Allah senin bekanı uzatsın” “Allah senin ömrünü uzatsın” demenin hükmü nedir?
164
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Mutlak manada ömrün uzamasını istemek uygun değildir.
Çünkü uzun ömür bazen hayırlı olur, bazen de şerli olur. İnsanların en
kötüsü, ömrü uzun ve yaptıkları kötü olandır. Buna göre, Allah senin
ömrünü itaat üzere uzun etsin gibi şeyler söylerse bunda bir sakınca
yoktur.
SORU-104: Çoğu zaman duvarlarda “Allah” lafzı ile “Muhammed”
lafzının yan yana yazıldığını görüryoruz. Bunu kâğıt üzerinde veya kitaplarda veya bazı Mushaflarda da buluryoruz. Bu doğru mudur?
CEVAP: Bu lafızların böyle yerleştirilmeleri doğru değildir. Çünkü
bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i Allah’a denk ve eşit kılmak demektir.
Bunların neyi ifade ettiğini bilmediği halde bir kimse bu yazıyı görürse
ikisinin eşit ve denk olduğuna kesin olarak kanaat getirebilir. Rasûlullah
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in isminin oradan silinmesi gerekir. Bu durumda da yazıda sadece “Allah” lafzı kalır. Bu durumda da tasavvufçuların “Allah,
Allah, Allah” şeklindeki sahîh zikrin yerine koydukları bid‘ate benzer.
Buna göre bu da kaldırılmalıdır. Duvarlara, kâğıtlara ve diğer yerlere ne
“Allah” ne de “Muhammed” lafızları yazılmaz.
SORU-105: “Allah senin halini soracak” demenin hükmü nedir?
CEVAP: “Allah senin halini soracak” demek câiz değildir. Çünkü
bu ifade Allah’ın durumdan haberi olmadığı ve sormaya ihtiyaç duyacağı zannını uyandırır. Bunun çok çirkin bir zan olduğu malumdur. Söyleyen kimse gerçekte bunu murâd etmez ve Allah’a bir şeyin gizli kaldığını ve sormaya ihtiyaç duyacağını söylemek istememiştir. Fakat ibare
bu manayı ifade eder veya bu manayı zannettirir. O halde bu ifadeden
kaçınmak ve bunun yerine “Allah’ın sana merhamet etmesini sana iyilik
ve ihsânda bulunmasını istiyorum” demek gerekir.
SORU-106: “Rahmetli filan kişi”, “Allah ona rahmetiyle muamele
etsin” ve “Allah’ın rahmetine kavuştu” demenin hükmü nedir?
CEVAP: “Rahmetli filan kişi”, “Allah ona rahmetiyle muamele et-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
165
sin” ve “Allah’ın rahmetine kavuştu” demekte bir sakınca yoktur. Çünkü
“rahmetli” demeleri bir iyimserlik ve ümit ifadesidir. Haber babından
bir şey değildir. İyimserlik ve umut cinsinden olduğu zaman bu ifadeleri
kullanmakta bir sakınca yoktur.
“Allah’ın rahmetine kavuştu” demek de benim anladığım kadarıyla
bir iyimserlik ve umut ifadesidir. Haber değildir. Çünkü bu gibi hususlar
gaybî konulardır ve kesin ifadeler kullanmak mümkün değildir. Yine
“Refik-i Ala’ya intikal etti” denilemez.
SORU-107: Şu ifadeleri kullanmanın hükmü nedir: “Vatan adına”,
“Halk adına”, “Araplık adına”?
CEVAP: İnsan bu ifadelerle Araplardan söz etmeyi ve belde halkından söz etmeyi kast ederse bunda bir beis yoktur. Bundan bir bereket
ummayı ve yardım istemeyi kast ederse bu bir çeşit şirktir. Yardım istediği şeyle ilgili kalbinde meydana gelecek tazim ve saygının ölçüsüne
göre büyük şirk bile olabilir.
SORU-108: Halkın “Bize bereketli geldin” ve “bizi bereket ziyaret
etti” demesinin hükmü nedir?
CEVAP: Halk “Bize bereketli geldin” demekle bu kelimenin Allah’a
nispeti hâlinde kasdedilen anlamı kasdetmemektedir. Onlar sadece senin gelişinle bize bereket geldi demek isterler. Bereketin insana izâfe
edilmesi ise sahîhtir. Aişe’nin kaybettiği kolyesi sebebiyle teyemmüm
âyeti nazil olduğu zaman Useyd b. Hudayr şöyle dedi: “Ey Ebû Bekir’in
ailesi, bu sizin ilk bereketiniz değildir.”(1)
Bereket talebi iki şeyden hali değildir:
Birincisi: Kur’ân-ı Kerîm gibi meşru ve malum bir şeyle bereket
talebinde bulunmaktır. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bu (Kur’ân),
mübarek bir kitaptır.” (En‘âm: 92). Çünkü Kur’ân’a tutunan ve onunla
cihâd eden kişi başarıya ulaşır. Allah teâlâ pek çok ümmeti onunla şirk(1) Buhârî, Kitâbu’t-Teyemmüm (334). Müslim, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu’t-Teyemmüm
(289).
166
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ten kurtarmıştır. Tek bir harfine on sevap verilmesi onun bereketindendir. Bunlar insanın gayretini ve vaktini artırır.
İkincisi: İlim gibi hissedilen ve bilinen bir şeyle bereket talebinde
bulunmaktır. Bu kişi onun ilmi ve hayra daveti ile teberrük eder. Useyd
b. Hudayr şöyle demişti: “Ey Ebû Bekir’in ailesi, bu sizin ilk bereketiniz
değildir.” Çünkü Allah teâlâ bazı kimselerin elinden diğer bazılarının
elinden vermediği hayrı verir.
Burada bir de mevhum ve bâtıl bereketler vardır. Mesela yalancı
düzenbazlar, velî olduğunu iddia ettikleri falanca ölünün size bereket
indirdiğini ve benzeri şeyleri iddia ederler. Bunlar hiçbir etkisi olmayan
bâtıl bereketlerdir. Bu işte şeytanın bir etkisi olabilir. Fakat bu da olsa
olsa şeytanın bu şeyhe hizmet edeceği ve fitne sebebi olacak maddi etkilerdir.
Bu bereketlerin bâtıl bereketler mi yoksa sahîh bereketler mi olduğunun nasıl bilineceğine gelince, bu da kişinin haline bakarak bilinir.
Eğer takvâ sahibi, sünnete bağlı ve bid‘atlerden uzak Allah dostlarından bir kişi ise Allah bir başkasının eliyle vermediği bereket ve hayrı
onun eliyle verebilir. Fakat Kitap ve Sünnet’e muhalif biriyse veya bâtıla
çağırıyorsa onun bereketi mevhum/hayali bir berekettir, bunları şeytan
onun bâtılına yardım etmek üzere ortaya koymuş olabilir.
SORU-109: “Kader müdahale etti” ve “Allah’ın inâyeti/takdiri müdahale etti” demelerinin hükmü nedir?
CEVAP: “Kader müdahale etti” demeleri uygun değildir. Çünkü bu,
kaderin müdahale etmekle haddi aştığı ve davetsiz misafir gibi olduğu
anlamına gelir. Hâlbuki kader asıldır. Ona nasıl müdahale etti denilir?
Kaza ve kader gerçekleşti veya kader galip geldi gibi şeylerin söylenmesi
daha doğru olur. “Allah’ın inâyeti müdahale etti” sözü de bunun gibidir.
Bunu da Allah’ın inâyeti hâsıl odu ve Allah’ın takdiri böyle gerektirdi
sözüyle değiştirmek daha uygundur.
SORU-110: “Düşünce özgürlüğü” sözcüğünü işitiyor ve okuyoruz.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
167
Hâlbuki bu, inanç özgürlüğüne çağrıdır. Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?
CEVAP: Bizim bu konudaki değerlendirmemiz şudur: İnsanın dilediği dîne inanacağı bir inanç özgürlüğünün olmasını câiz gören kimse
kâfirdir. Çünkü bir kimsenin Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in getirdiği
dînden başka bir dîni benimsemesinin câiz olduğuna inanan herkes
Allah’a küfreden bir kâfirdir. Tevbe etmesi istenir. Tevbe etmezse öldürülmesi vâcib olur.
Dînler düşünceler değildir, fakat Allah’ın kullarının üzerinde yürümeleri için Allah tarafından peygamberlerine indirilen vahiylerdir.
Bu kelimenin, yani kendisiyle dînin kast edildiği düşünce kelimesinin
İslâmî kitapların sözlüklerinden atılması gerekir. Çünkü o, bu bozuk
manaya, yani İslâm bir düşüncedir, Hıristiyanlık bir düşüncedir, Yahudilik bir düşüncedir denilmesine yol açmaktadır. Bu, dînlerin dileyen kimsenin benimsediği beşerî soyut düşünceler olduğu anlayışının
doğmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki gerçekte dînler Allah katından
gelen semavi dînlerdir. İnsan bunların Allah’ın vahyi olduğuna inanır.
Allah’ın kulları Allah’a bununla ibâdet ederler. Bunlara “düşünce” denilmesi câiz değildir.
Özet olarak: Bir kimsenin dilediği dîni benimsemesinin câiz olduğuna ve konuda özgür olduğuna inanan kimse kâfirdir. Çünkü Allah
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir dîn) asla kabul edilmeyecektir.” (Al-i İmrân:
85). “Allah katında dîn İslâm’dır.” (Al-i İmrân: 19). Bir kimsenin İslâm’dan
başka dînin câiz olduğuna ve onunla da ibâdet edilebileceğine inanması
câiz değildir. Bilakis böyle bir şeye inandığı zaman kendisini dînden
çıkaran bir küfürle kâfir olduğunu ilim adamları açıkça söylemişlerdir.
SORU-111: Bir kimsenin müftüye gidip şu şu konularda İslâm’ın
hükmü nedir? veya İslâm’ın görüşü nedir? demesi câiz olur mu?
CEVAP: “Şu konuda İslâm’ın hükmü nedir?” veya “Şu konuda
İslâm’ın görüşü nedir?” denilmesi uygun değildir. Çünkü müftü hata
168
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
edebilir ve söylediği şey İslâm’ın hükmü olmayabilir. Fakat hüküm açık
bir nas olursa bunda bir sakınca yoktur. Mesela bir kimsenin, ölmüş
hayvanın etini yemenin İslâm’daki hükmü nedir? demesinde ve bizim
de haramdır dememizde bir sakınca yoktur.
SORU-112: “Zaman bunun böyle olmasını istedi” ve “Kader böyle
istedi” demenin hükmü nedir?
CEVAP: “Zaman bunun böyle olmasını istedi” ve “Kader böyle istedi” sözleri münkerdir. Çünkü zamanın ve kaderin irâdesi yoktur. İsteyen ve dileyen sadece Allah teâlâ’dır. Evet, bir kimse “Kader bunu gerektirdi” derse bunda bir sakınca yoktur. Dilemenin kadere izâfe edilmesi
câiz değildir. Dilemek, irâde etmek, istemektir. Niteliğin irâdesi olmaz,
nitelenin irâdesi olur.
SORU-113: Falan kişi şehittir, demenin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kişinin şehit olduğuna şehâdet etmek iki şekilde olur:
Birincisi: Bir vasıfla kayıtlandırmak suretiyle olur. Mesela, Allah
yolunda öldürülen kimse şehittir, malı uğrunda öldürülen şehittir, vebadan ölen şehittir gibi şeyler söylenmesi böyledir. Naslarda geçtiğine
göre bu câizdir. Çünkü sen böylelikle Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in haber verdiği bir şeye şahitlik etmiş olursun. Câizdir demekle biz sadece
yasaklanmış değildir demek istiyoruz. Yoksa buna şahitlik etmek vâcib
olsaydı Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬haber verirdi.
İkincisi: Şehadeti muayyen bir şahısla kayıtlandırmak suretiyle
olur. Mesela muayyen bir şahıs için o şehittir demen gibi. Bu câiz değildir. Ancak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şehitliğine şahitlik ettiği veya
ümmetin şehitliğinde ittifak ettiği kimseler için câizdir. Buhârî bunun
için bir konu başlığı atmış ve şöyle demiştir: “Filan kişi şehittir denilemez babı”. İbn Hacer, el-Feth 6/90’da şöyle der: “Bir vahiy olmadıkça
bu konuda kesin ifadeler kullanılması câiz değildir.” Sanki o Ömer’in
şu sözüne işaret etmektedir: Savaşlarınızda falan kişi şehittir, filan kişi
şehit olarak ölmüştür diyorsunuz. Kim bilir belki de o hayvanına yük
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
169
yüklüyordu. Dikkat edin böyle söylemeyin. Fakat Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
dediği gibi: Allah yolunda ölen veya öldürülen şehittir, deyin. Bu, Ahmed, Sa‘îd b. Mansur ve diğerlerinin Muhammed b. Sirin--Ebu’l-Acfa-Ömer yoluyla tahrîc ettiği hasen bir hadîstir.
Çünkü bir şeye şahitlik etmek ancak bilgiyle olur. Bir insanın şehit
olmasının şartı Allah’ın kelimesini yüceltmek için savaşmasıdır. Bu da
gizli bir niyettir. Bilinmesinin imkânı yoktur. Bu sebeple Peygamberimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬buna işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihâd eden kimsenin durumu -ki kimin kendi yolunda cihâd ettiğini
en iyi Allah bilir-…”(1) “Canım elinde olan Allah’a yemîn olsun ki kim
Allah yolunda yaralanırsa -ki kimin Allah yolunda yaralandığını en iyi
Allah bilir-, kıyâmet günü yarasından kan akarak gelir. Renk kan rengidir, koku misk kokusudur.”(2) Buhârî bu hadîsi Ebû Hureyre’den rivâyet
etmiştir. Fakat biz görünüşte iyi olan bir kimsenin şehit olduğunu ümit
ederiz. Onun şehitliğine şahitlik etmeyiz, hakkında kötü bir zan da beslemeyiz. Ümit, iki mertebe arasında bir mertebedir. Fakat dünyada biz
ona şehitlere uygulanacak hükümleri uygularız. Allah yolunda cihâd
ederken öldüğü zaman, cenaze namazını kılmadan elbisesi ile defnederiz. Allah yolundaki savaş şehitlerinden değil de diğer şehitlerden ise
yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır.
Muayyen bir şahsın şehit olduğuna şahitlik edersek bununla onun
cennetlik olduğuna da şahitlik etmemiz gerekir. Bu Ehl-i Sünnet’in yoluna aykırıdır. Çünkü onlar ancak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in vasfen
veya şahsen cennetlik olduklarına şahitlik ettiği kimselerin cennetlik
olduklarına şahitlik ederler. Bazıları da ümmetin övgüde ittifak ettiği
kimseler hakkında da şahitlik etmenin câiz olduğu görüşündedirler.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye de bu görüştedir.
Demek ki hakkında bir nass veya ittifak olmadıkça muayyen bir
şahsın şehit olduğuna şahitlik etmemiz câiz değildir. Fakat yukarıda da
ifade edildiği gibi görünürde iyi olan bir kimsenin şehit olduğunu ümit
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve Siyer, Bâbu Efdalu’n-Nasi Mu’minun Yucahidu bi Nefsihi
ve Mâlihi fi Sebilillahi..(2787).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve Siyer, Bâbu Men Yecrahu fi Sebilillah azze ve celle (2803).
170
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ederiz. Onun menkıbesinde bu kadarı yeterlidir. Onunla ilgili bilgi Yaratıcısının katındadır.
SORU-114: “Tesadüfen” kelimesini kullanmak konusunda sizin görüşünüz nedir?
CEVAP: Benim görüşüme göre bunda bir sakınca yoktur. Bu bilinen bir konudur. Zannedersem içinde “biz Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
tesadüf ettik/rastladık” ve “Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize tesadüf etti”
gibi bu tabirin geçtiği birçok hadîs vardır. Fakat şu anda bu hususta hatırıma muayyen bir hadîs gelmedi.(1)
Rastlamak ve tesadüf etmek bir kimsenin fiiline nispetle olağan bir
durumdur. Çünkü insan gaybı bilmediğine göre bilmeden, öncesi olmadan ve beklemeden bir şeyle karşılaşabilir. Fakat Allah’ın fiiline göre
böyle bir şey olamaz. Çünkü Allah katında her şey malumdur. Her şey
Allah tarafından belirlenmiştir. Allah’a nispetle hiçbir şey asla tesadüf
değildir. Fakat bana nispetle ben ve sen birbirimizle randevusuz, bilmeden ve öncesi olmadan karşılaşabiliriz. Buna tesadüfen denilir. Tesadüfen karşılaştık demekte bir sakınca yoktur. Fakat Allah’a nispetle bu
imkânsızdır, câiz değildir.
SORU-115: Allah onu iyilikle mükâfatlandırsın, acaba “İslâm düşüncesi” ve “İslâm düşünürü” kavramları konusunda değerli hocamızın
görüşü nedir?
CEVAP: “İslâm düşüncesi” tabiri sakıncalı lafızlardandır. Çünkü
bu lafız, İslâm’ı almaya ve reddetmeye elverişli bir fikirden ibaret saymamızı gerektirir. Bu, İslâm düşmanlarının biz farkında olmadan içimize soktuğu büyük bir tehlikedir.
“İslâm düşünürü” tabirine gelince ben bunda bir sakınca bilmiyorum. Çünkü bu Müslüman kişinin bir vasfıdır. Müslüman kişi düşünür
de olabilir.
(1) Buhârî Kitâbu’n-Nafakat, Bâbu Ameli’l-Mer’e fi Beyti zevciha, (5361). Müslim,
Kitâbu Fadli’s-Sahabe (4491) (4496).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
171
SORU-116: Dîni, kabuk ve öz diye kısımlara ayırmak doğru olur
mu? (Mesela sakalda olduğu gibi).
CEVAP: Dîni, kabuk ve öz diye taksim etmek hatalı ve bâtıl bir taksimdir. Çünkü dînin tamamı özdür. Tamamı kul için yararlıdır. Tamamı onu Allah’a yaklaştırır. Hepsiyle mükâfatlandırılır. Îmânı ve Rabbine itaatinin artmasıyla kişi dînin tamamından fayda temin eder. Giyim
kuşam ve benzeri şeylerle ilgili mes’elelere varıncaya kadar insan bunların tamamını Allah’a yaklaşmak ve O’nun Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
tabi olmak maksadıyla yaptığı zaman sevaba nail olur. Bildiğimiz gibi
kabuktan yararlanılamaz. Bilakis o atılır. İslâm dîninde ve şerîatında bu
durumda olan bir şey yoktur. Aksine İslâm şerîatının tamamı kişinin
niyeti halis ve Peygambere bağlılığı güzel olduğu zaman kişi için yararlı
bir özdür. Bu sözü yayanların gerçeği ve doğruyu anlamaları için konuyu çok iyi düşünmeleri, sonra hakka tabi olmalar ve bu gibi tabirleri terk
etmeleri gerekir. Doğrudur, İslâm dîninin içinde Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in:
“İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve Allah’ın beytini
haccetmek”(1) diye açıkladığı İslâm’ın beş rüknü gibi çok önemli konular
da vardır, bunun altında olan şeyler de vardır. Fakat insanlar için yararlı
olmayıp da bir kenara fırlatıp attıkları kabuklar yoktur.
Sakal mes’elesine gelince, şüphesiz sakal bırakmak bir ibâdettir.
Çünkü onu Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬emretmiştir. Sakal bırakmak
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrine uymak suretiyle insanın Rabbine
yaklaştığı bir ibâdettir. Hatta bu, hem Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hem
de diğer peygamberlerin bir sünnetidir. Nitekim Allah teâlâ Harûn’dan
söz ederken onun Mûsâ’ya şöyle dediğini anlatır: “(Harûn:) Ey annemin
oğlu! dedi, saçımı sakalımı, çekiştirme!” (Tâhâ: 94). Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
sakal bırakmanın insanların üzerinde yaratıldığı fıtrat özelliklerinden
biri olduğunu söylediği sabittir. Demek ki sakal bırakmak bir ibâdettir,
âdet değildir. Bazılarının iddia ettiği gibi asla bir kabuk değildir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Duaukum Îmânukum (8). Müslim, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Beyâni Erkâni’l-İslam ve Deaimuhu’l-Izam (16).
172
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-117: “Son meskenine/ebedî istirahatgâhına defnedildi” demenin hükmü nedir?
CEVAP: “Son meskenine/ebedî istirahatgâhına defnedildi” demek
haramdır, câiz değildir. Çünkü bu sözün gerektirdiği şey kabrin onun
için son şey olmasıdır. Hâlbuki bu yeniden dirilişi inkâr etmeyi içerir.
Bütün Müslümanlar tarafından malumdur ki kabir son durak değildir.
Ancak âhiret gününe îmân etmeyenlere göre kabir son duraktır. Fakat
Müslümanlara göre kabir son durak değildir. Bir bedevi “Çokluk kuruntusu sizi oyaladı, kabirleri ziyaret edinceye kadar.” (Tekâsür: 1, 2) âyetini
okuyan bir adamı duyunca şöyle demiştir: “Allah’a yemîn olsun ki hiçbir
ziyaretçi mukim değildir.” Çünkü ziyaret eden kimse ziyaretini bitirince
kalkar gider. Bunun için de yeniden dirilmek gerekir. Bu doğrudur.
Bu sebeple bu ibareden sakınmak gerekir. Kabir için son ikâmetgâh
denilmez. Çünkü son ikâmetgâh kıyâmet gününde ya cennet, ya da cehennemdir.
SORU-118: Hıristiyanlığa Mesîhîyyet denilmesi ve Hıristiyanlara
mesîhî denilmesi doğru olur mu?
CEVAP: Şüphesiz Hıristiyanların Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in gönderilmesinden sonra Mesîh’e intisap etmeleri sahîh ve geçerli bir intisap
değildir. Çünkü eğer sahîh olsaydı Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e de îmân
ederlerdi. Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e îmânları Meryem oğlu Mesîh
Îsâ’ya îmân demektir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hatırla ki, Meryem oğlu Îsâ: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim,
benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed
adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o,
kendilerine açık delîller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saf:
6). Meryem oğlu Mesîh Îsâ onlara Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i sadece onun getirdiği şeyleri kabul etmeleri için müjdeledi. Çünkü faydası olmayan bir şeyi müjdelemek, değil büyük ve saygın bir Peygamber
olan Îsâ’nın, en akılsız bir insanın bile yapması mümkün olmayan boş
bir sözdür. Îsâ’nın müjdelediği bu kişi Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬dir.
“Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” sözü de Îsâ’nın müjdelediği Peygam-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
173
berin geldiğine delâlet eder. Fakat onlar onu inkâr ettiler ve bu apaçık
bir büyüdür dediler. Onlar Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i inkâr ettikleri
zaman bu, Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i müjdeleyen Meryem oğlu Îsâ’yı
da inkâr etmek demektir. O zaman da onların Îsâ’ya nispet edilmeleri
ve kendilerinin Mesîhîler olduklarını söylemeleri doğru değildir. Çünkü Meryem oğlu Îsâ’dan ve diğer peygamberlerden Allah subhânehu ve
teâlâ Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e îmân etmeleri için söz almıştır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hani Allah, peygamberlerden:
“Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra elinizdekileri tasdîk eden bir
peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye söz
almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul
ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben
de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.” (Al-i İmrân: 81).
Onların elindekileri tasdîk eden Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬dir. Bunun
delîli Allah’ın şu âyetidir: “Sana da, daha önceki kitâbı doğrulamak ve
onu korumak üzere hak olarak Kitâbı (Kur’ân’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.” (Mâide: 48).
Özet olarak söylemek gerekirse, Hıristiyanların Meryem oğlu Îsâ
Mesîh’e nispet edilmeleri gerçek durumu yalanlayan bir nispettir. Çünkü onlar Meryem oğlu Îsâ Mesîh’in müjdesini inkâr ettiler. Bu müjde
Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬dir. Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i inkâr etmeleri Meryem oğlu Îsâ’yı inkâr etmek demektir.
SORU-119: “‫ﻻ ﺳﻤﺢ ﺍﷲ‬/Allah hoş görmesin” ifadesi hakkındaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Bir kimsenin “Allah hoş görmesin” demesini hoş karşılamam. Çünkü bu ifade bazen bir kimsenin Allah teâlâ’yı bir şeye zorladığı ve “Allah hoş görmesin” dediği zannını uyandırır. Hâlbuki Allah
teâlâ’yı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in de buyurduğu gibi “zorlayacak
kimse yoktur.” Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Sizden
biriniz Allah’ım, dilersen beni bağışla, Allah’ım dilersen bana merhamet
et, demesin. Fakat azim ve kararlılıkla istesin, rağbetini büyük tutsun.
174
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Çünkü Allah’ı zorlayacak kimse yoktur. Verdiği hiçbir şey ona büyük
değildir.”(1) “‫ ”ﻻ ﺳﻤﺢ ﺍﷲ‬demek yerine “Allah takdir etmesin” anlamında
“‫ ”ﻻ ﻗﺪﺭ ﺍﷲ‬demek daha uygundur. Çünkü bu, Allah teâlâ hakkında câiz
olmayan bir zanda bulunmaktan daha uzaktır.
SORU-120: Bazı kimseler birisi öldüğü zaman “Ey huzura kavuşmuş
insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.” demektedirler. Bunun hükmü nedir?
CEVAP: Bu sözleri muayyen bir şahıs için söylemek câiz değildir.
Çünkü bu, o şahsın bu sınıftan olduğuna şahitlik etmek demektir.
(1) Buhârî, Kitâbu’d-Deavât, Bâbu Liya’zimi’l-Mes’elete fe İnnehu La Mükrihe lehu
(6339). Müslim, Kitâbu’z-Zikir ve’d-Dua, Bâbu el-Azmudi’d-Duai vela Yeku in Şi’ta
(2679).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
175
NAMAZLA İLGİLİ
FETVALAR*
*Namazdan önce tahâret hükümleriyle ilgili fetvalara yer verilecektir.
176
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
NAMAZ
SORU-121: Hadesten ve necâsetten tahârette asıl olan nedir?
CEVAP: Hadesten tahârette asıl olan sudur. Su ister saf su olsun,
isterse temiz bir şeyle değişime uğramış olsun tahâret ancak su ile olur.
Çünkü tercih edilen görüşe göre su, temiz bir şeyle değişime uğradığı
ve su ismi baki kaldığı müddetçe temizleyicilik vasfı zâil olmaz. Hatta
böyle bir su hem bizzat temizdir, hem de temizleyicidir. Eğer su bulunmazsa veya kullanılması halinde zarar vereceğinden korkulursa teyemmüme müracaat edilir. Teyemmüm iki eli toprağa vurup sonra yüze ve
birbirine mesh edilmesi suretiyle yapılır. Teyemmüm hadesten tahâret
için geçerlidir.
Necâsetten tahârete gelince ister su olsun isterse başka bir şey olsun
kendisiyle temizliğin gerçekleşebileceği herhangi bir necâset giderici ile
bu temizlik yapılabilir. Çünkü necâsetten tahâret ile kast edilen bu pisliğin bizzat kendisinin herhangi bir necâset gidericisi ile izale edilmesidir. Bu pisliğin kendisi su ile veya benzin ile veya sıvı ya da katı başka
bir şeyle tam olarak ortadan kalktığı zaman bu, o pisliğin temizlenmesi
demektir. Ancak köpeğin necaseti durumunda bir tanesi toprakla olmak
üzere yedi defa yıkanması gerekir. Necâsetten tahâret konusunda yapılan işlem ile hadesten tahâret konusun da yapılan işlem arasındaki fark
böylece anlaşılmış oldu.
SORU-122: Suyun dışında başka bir şeyle necâset temizlenir mi?
Kotların temizliğinde kullanılan buhar necâseti temizlemek için de kullanılabilir mi?
CEVAP: Necâseti giderme ibâdet maksadıyla yapılan bir şey değildir. Necâseti gidermek pisliğin kendisinden kurtulmaktan ibarettir.
Hangi şeyle necâset giderilirse, hangi şeyle necâset ve izi kaybolursa, bu
şey ister su olsun ister benzin olsun isterse herhangi bir pislik giderici
olsun, o şey necâset temizleyici olarak kullanılabilir. Necaset hehangi
bir şeyle ortadan kalkıyor ise o, necâsetin temizlenmesi olarak kabul
178
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
edilir. Hatta Şeyhulislâm İbn Teymiye’nin tercih ettiği râcih görüşe göre
necâset güneşle ve rüzgârla bile zâil olsa, necâset mahalli temizlenmiş
olur. Çünkü biraz önce de dediğim gibi asıl olan necâsetin kendisinden
kurtulmaktır. Necâset bulunduğu zaman onun bulunduğu mahal de pis
olur. Necâset zâil olduğu zaman o mahal de aslına döner. Yani eski temiz
haline döner. Demek ki necâsetin kendisini ve izini ortadan kaldıran her
şey –pisliğin tamamen giderilemeyen rengi bundan muaftır- o necâsetin
temizleyicisi olarak kabul edilir. Buna dayanarak deriz ki, kotların temizliğinde kullanılan buharla necâset giderilebiliyorsa buhar da bir temizleyici olarak kabul edilir.
SORU-123: Uzun zaman beklediği için değişime uğrayan suyun
hükmü nedir?
CEVAP: Bu su değişime uğrasa bile temizdir. Çünkü bu su dışardan
içine karışan herhangi bir şeyle değil bulunduğu yerde beklediği için
değişmiştir. Alınan abdest sahîhtir. Bunda bir sakınca yoktur, onunla
abdest alınabilir. Abdest sahîhtir.
SORU-124: Altın takmanın erkeklere haram kılınmasındaki hikmet nedir?
CEVAP: Ey bu soruyu soran kişi, sen ve bu sorunun cevabını merak
eden herkes şunu bilsin ki, her mü’min için şer‘î hükümlerin illeti Allah
ve Rasûlünün sözlerinden başka bir şey değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış
bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” (Ahzab: 36). Herhangi bir kimse bize Kitap ve Sünnet tarafından vâcibliğine
veya haramlığına hükmedilen bir şey hakkında soru soracak olursa, deriz ki, bu konudaki illet Allah teâlâ’nın sözüdür veya Peygamberi ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sözüdür. Bu illet her mü’min için yeterlidir. Bu sebepledir ki
Aişe radıyallahu anha kendisine hayızlı kadının orucu kaza edip de namazı kaza etmemesinin sebebi sorulduğu zaman şöyle cevap verdi: “Bizim başımıza böyle bir şey geldiği zaman orucu kaza etmemiz emredilir,
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
179
namazı kaza etmemiz emredilmezdi.”(1) Çünkü Allah’ın kitâbından veya
Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetinden bir nass her mü’min için gerekli illettir. Fakat bir kimsenin illet istemesinde ve Allah’ın hükümlerinin hikmetini araştırmasında bir sakınca yoktur. Çünkü bu, (öncelikle) onun itminanını artırır; (sonra) hükümleri illetlerine bağladığı için
İslâm şerîatının yüceliğini ortaya koyar. Bir de hakkında nass olan bu
hükmün illeti, hakkında nass olmayan başka bir şey için de sabit olduğu
zaman onunla kıyas yapma imkânını da sağlar. Demek ki şer‘î hikmeti
bilmenin bu üç faydası vardır.
Bundan sonra sorunun cevabı hakkında şunları söyleriz: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den altın takmanın kadınlara değil erkeklere haram
kılındığı sabit olmuştur. Bunun izah şekli şu olsa gerek: Altın, insanın
güzelleşmek ve süslenmek için kullandığı en pahalı şeylerden biridir. O
bir ziynet ve süstür. Bu da erkek için uygun değildir. Yani erkek başka bir
şeyle eksiğini tamamlayacak bir varlık değildir. Bilakis erkek sahip olduğu erkeklik özelliğinden dolayı kendiliğinden kâmil bir varlıktır. Çünkü
o, -kadının aksine- hoşlandığı başka bir şahıs için süslenmek ihtiyacını
duymaz. Kadın eksik bir varlıktır, güzelliğiyle eksikliğini tamamlamak
ihtiyacındadır. O, kendisiyle eşi arasında dostluğun muharrik unsuru
olması için ziynet çeşitlerinin en pahalısı ile güzelleşmeye ihtiyaç duyar.
Bu sebeple altınla süslenmek erkeğe değil kadına mubah kılınmıştır. Allah teâlâ kadını tanıtırken şöyle buyurdu: “Süs içinde yetiştirilip savaş
edemeyecek olanı mı istemiyorlar?” (Zuhruf: 18). Böylece altın takmanın
erkeklere haram kılınmasının hikmeti açıklığa kavuşmuş oldu.
Bu münasebetle ben altınla süslenme müptelası olan bu erkeklere bir nasihatte bulunmak istiyorum. Onlar bu iptilalarıyla Allah’a ve
Rasûlüne isyan etmektedirler, kendilerini kadınların nitelikleriyle nitelenenler sınıfına dâhil etmektedirler ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in de
dediği gibi süslenmek için ateşi avuçlamış olmaktadırlar. Allah teâlâ’ya
tevbe etmeleri gerekir. Onların diledikleri zaman şer‘î sınırlar içinde gümüşle süslenmelerinde bir sakınca yoktur. Altın dışındaki diğer maden(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Lâ Takdil Hâiz es-Salât (321). Müslim, Kitâbu’l-Hayz,
Bâbu Vucûbi Kadai’s-Savm (335).
180
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lerde de durum böyledir. İsraf sınırına varmadıkça altın dışındaki diğer
madenlerden yapılmış yüzükler takınmalarında da bir sakınca yoktur.
SORU-125: Altın diş yaptırmanın hükmü nedir?
CEVAP: Zarûret olmadıkça erkeklerin altın diş yaptırmaları câiz
değildir. Çünkü erkeğin altın takınması ve altınla süslenmesi haramdır. Kadına gelince kadınların altın dişle süslenmeleri âdeti geçerli ise
bunun bir sakıncası yoktur. Bununla güzelleşmek âdeti geçerli olduğu
ve israf yapılmadığı zaman kadınlar altın diş taktırabilirler. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Altın ve ipek ümmetimin
kadınlarına helal kılınmıştır.”(1) Kadın bu hal üzere öldüğü veya erkek
zarûret sebebiyle taktırdığı altın dişleriyle öldüğü zaman, çenesinin parçalanmasından korkulmadıkça bunlar ağzından çıkartılır. Çıkarılırken
çenesinin parçalanacağından korkulursa bırakılır. Çünkü altın bir mal
olarak kabul edilir. Öldükten sonra mal varislere miras kalır. Onun ölüde bırakılması ve onunla defnedilmesi malın zayi edilmesi demektir.
SORU-126: Avret yerinin açılmasına yol açacak yerlerde abdest bozmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimsenin kendisine bakması haram olan kimselerin göreceği şekilde avret mahallini açması câiz değildir. Bir kimse abdest almak için hazırlanmış yerlerde başkalarının göreceği şekilde avret yerini
açtığı zaman günahkâr olur. Fıkıhçılar böyle durumlarda kişinin su ile
tahâretlenmek yerine taş ile tahâretlenmesi gerektiğini zikrederler. Yani
ihtiyacını insanlardan uzak bir yerde gidermesi ve pisliğin dışarı çıktığı
yer temizleninceye kadar üç veya daha fazla defa taşlarla veya mendillerle ve tahâretlenmenin mubah olduğu benzeri şeylerle temizlenmesi gerekir dediler. Onlar şöyle dediler: Bu vâcibdir, çünkü tahâretlenmek için
avret yerini açtığı zaman insanlara görünür, bu da haramdır. Haramın
telafisinin ancak kendisiyle mümkün olduğu şeyi yapmak vâcib olur.
Buna dayanarak biz şöyle cevap veririz: Kişinin kendisini gören(1) Tirmizî,Kitâbu’l-Libas, Bâbu Mâ Câe fi’l-Hariri ve’z-Zehebi (1720); Nesâî, Kitâbu’zZiynet, Bâbu Tahrimu’z-Zehebi ale’r-rical (5163).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
181
lerin önünde açılıp saçılması câiz değildir. Bilakis bu işi hiç kimsenin
kendisini göremeyeceği bir yerde yapmaya çalışması gerekir.
SORU-127: Ayakta abdest bozmanın hükmü nedir?
CEVAP: Ayakta abdest bozmak iki şartla câizdir:
Birincisi üzerine pislik sıçramasından emin olması gerekir.
İkincisi başka birinin onun avret yerini görmeyeceğinden emin olması gerekir.
SORU-128: Mushaf’la tuvalete girmenin hükmü nedir?
CEVAP: İlim adamları bir kimsenin Mushaf’la tuvalete girmesinin
câiz olmadığını söylerler. Çünkü malum olduğu üzere Mushaf’ın bir
saygınlığı vardır, böyle yerlere onunla girilmesi uygun değildir. Başarı
Allah’tandır.
SORU-129: İçinde Allah ismi yazılı kâğıtlarla tuvalete girmenin
hükmü nedir?
CEVAP: Açıkta değil de cepte olduğu, gizli ve örtülü olduğu müddetçe içinde Allah ismi yazılı kâğıtlarla tuvalete girmek câizdir. Abdullah ve Abdulaziz de olduğu gibi, isimlerin pek çoğu genellikle Allah’ın
bir ismiyle beraber zikredilir.
SORU-130: İnsan tuvalette olduğu zaman nasıl besmele çeker?
CEVAP: İnsan tuvalette olduğu zaman diliyle değil, kalbiyle besmele çeker. Çünkü abdestte ve gusülde besmele çekmenin vâcibliği kuvvetli bir görüş değildir. İmam Ahmed rahimehullah bu konuda şöyle
demektedir: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den abdestte besmele çekmek
hakkında sahîh bir şey rivâyet edilmemiştir.” Bu sebeple el-Muğnî sahibi
el-Muvaffak ve diğerleri abdestte besmele çekmenin vâcib değil sünnet
olduğu görüşündedirler.
182
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-131: İhtiyaç giderirken kıbleye önünü veya arkasını dönmenin hükmü nedir?
CEVAP: Âlimler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:
Bazıları binaların dışında ihtiyaç giderirken kıbleye önünü ve arkasını dönmenin haram olduğu görüşündedirler. Bunun için Ebû Eyyûb
radıyallahu anh’in şu hadîsini delîl getirmişlerdir: Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurdu: “Büyük veya küçük abdest bozarken önünüzü ve arkanızı
kıbleye dönmeyin, fakat doğuya veya batıya doğru dönün.”(1) Ebû Eyyûb
dedi ki: Biz Şam’a geldiğimizde orada Kâbe’ye doğru yapılmış tuvaletler
bulduk. Oralarda abdest bozarken başka tarafa yönelir ve Allah’tan af
dilerdik. Binaların içindeki duruma gelince İbn Ömer radıyallahu anhuma hadîsine göre içeride kıbleye önünü veya arkasını dönmek câizdir.
O şöyle dedi: “Ben bir defasında Hafsa’nın evine çıkmıştım. Orada Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Kâbe’ye arkasını dönüp Şam’a doğru abdest
bozduğunu gördüm.”(2)
Bazı âlimler dediler ki: İster bina içinde olsun ister başka yerde olsun hiçbir durumda önünü veya arkasını kıbleye dönmek câiz değildir.
Onlar yukarıda geçen Ebû Eyyûb hadîsiyle istidlal ettiler ve İbn Ömer
hadîsine şu şekilde cevap verdiler:
Birincisi İbn Ömer hadîsi, olayın yasaklama emrinden önce meydana geldiğine yorulur.
İkincisi: Yasaklık tercih edilir. Çünkü yasaklık, hükmü aslından
başka bir yöne taşımaktadır. Asıl olan ise cevazdır. Asıldan taşıyan daha
evladır.
Üçüncüsü: Ebû Eyyûb hadîsi sözdür, İbn Ömer hadîsi ise fiildir. Fiilin söze muhalif olması mümkün değildir. Çünkü fiil özel bir duruma
veya unutmaya veya başka bir mazerete hamledilebilir.
Bu konudaki benim tercih ettiğim görüş ise şudur: Boş alanlarda
ihtiyaç giderirken yönünü veya arkasını kıbleye dönmek haramdır. Binaların içerisinde ise önünü değil de arkasını dönmek câizdir. Çünkü
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Vudu’, Bâbu La Yustakbelu’l-Kıblete bı ğâitın vela bevlin (144).
Müslim, Kitâbu’l- Tahâret, Bâbu el-İstitabe (59).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Vudu’, Bâbu Men Teberraze ala Lebneteyni (145).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
183
önünü dönme yasağı korunmuş olup onda bir tahsîs yoktur. Arkasını
dönmek yasağı fiil ile tahsîs edilmiştir. Üstelik arkasını dönmek önünü
dönmekten daha ehvendir. Allah bilir belki de bu sebeple insanlar bina
içinde bulundukları durumlarda bu konuda bir hafifletme gelmiştir. Tabii ki imkân bulunduğu zaman arkasını da dönmemek daha faziletlidir.
SORU-132: İnsandan yel çıktığında tahâretlenmesi gerekir mi?
CEVAP: Arkadan yel çıktığı zaman bu abdesti bozar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse ses İşitmedikçe
veya koku duymadıkça namazdan çıkmaz.”(1) Fakat bu, tahâretlenmeyi
gerektirmez. Yani bundan dolayı fercin yıkanması icap etmez. Çünkü
yıkanmasını gerektirecek bir şey çıkmamıştır. Buna göre yel çıktığı zaman abdest bozulur ve insanın sadece abdest alması yeterlidir. Yani ağzına, burnuna su vererek yüzünü, dirseklerine kadar ellerini yıkaması,
başını ve kulaklarını mesh etmesi ve topuklarına kadar ayaklarını yıkaması yeterlidir.
Burada pek çok kimsenin gözünden kaçan bir mes’eleye dikkat çekmek istiyorum: Bazı kimseler namaz vakti girmeden önce büyük abdest veya küçük abdest bozuyor, sonra tahâretleniyorlar. Namaz vakti girdiği ve abdest almak istedikleri zaman zannediyorlar ki tekrar
tahâretlenmeleri ve ferclerini ikinci defa yıkamaları gerekir. Bu doğru
değildir. Çünkü çıkacak şey oradan çıktıktan sonra insan fercini yıkadığı zaman artık o mahal temizlenmiş olur. Temiz olduğu zaman artık tekrar yıkanmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü su ile veya taşla tahâretlenmenin
bilinen şartlarıyla birlikte gerçekleştirilmesinden maksat o bölgenin temizlenmesidir. O bölge temizlendiği zaman ikinci bir defa oradan herhangi bir şey çıkmadıkça necâset geri gelmez.
SORU-133: Hangi zamanlarda misvak kullanmak meşru ve müek(1) Buhârî, Kitâbu’l-Vudu’, La Yetevaddau Mine’ş-Şekki hatta Yesteykıne (1387). Müslim Kitâbu’l-Hayz, Bâbu ed-Delîlu ala Men Teyakkane’t-Taharate Summe Şekke fi’lhadesi fe lehu en Yüsalliye bi Taharatihi Tilke (361).
184
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
keddir? Hutbe esnasında namazı bekleyen bir kimsenin misvak kullanmasının hükmü nedir?
CEVAP: Uykudan uyanınca, eve ilk girişte, abdest esnasında ağza
su verirken ve namaza kalktığı zaman misvak kullanmak güzeldir.
Namazı bekleyen kimsenin misvak kullanmasında bir sakınca yoktur. Fakat hutbe dinlerken misvak kullanılmaz. Çünkü bu esnada misvak kullanmak onu meşgul eder. Fakat kendisine bir uyuklama hali gelmişse bu hali üzerinden atmak için misvak kullanabilir.
SORU-134: Abdest alırken besmele çekmenin hükmü nedir?
CEVAP: Abdest alırken besmele çekmek vâcib değil sünnettir. Çünkü bu konudaki hadîsin sübutu tartışmalıdır. İmam Ahmed bu konuda
herhangi bir şeyin sabit olmadığını söylemiştir. Herkes tarafından da
bilindiği gibi İmam Ahmed bu konunun uzmanlarından ve hadîs hafızlarından biridir. O bu konuda herhangi bir şeyin sabit olmadığını
söylediği zaman abdest besmelesi ile ilgili hadîsin kendisi de şaibeli bir
durumda kalır. Bu hadîsin sübutu tartışmalı olunca da insan kendisinde Allah’ın kullarını Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sabit olmayan bir
şeyi yapmaya zorlama hakkını göremez. Bu sebeple ben abdest alırken
besmele çekmenin sünnet olduğu görüşündeyim. Fakat kendi kanaatine
göre besmele hadîsini sahîh kabul eden kimseye nispetle bunun gereği
vâcib olur. Yani abdest alırken besmele çekmek onun için vâcib olur.
Çünkü söz konusu hadîsteki “besmele çekmeyenin abdesti yoktur” ifadesi o abdestin kemâli yoktur anlamında değil, sıhhati yoktur anlamındadır.
SORU-135: Erkek ve kadınların sünnet olmalarının hükmü nedir?
CEVAP: Sünnet olmanın hükmü ihtilâflıdır. Bu görüşlerin içinde
doğruya en yakın olanı erkekler için vâcib, kadınlar için sünnet olmasıdır. Hükmünün farklı olmasının sebebi, erkekler için bunda bir maslahat olmasıdır. Bu maslahat/yarar namazın şartlarından biri olan tahâret
şartıyla ilgilidir. Çünkü sünnet derisi yerinde kaldığı zaman idrar haşefe
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
185
deliğinden çıktığında bir kısmı orada kalıp birikir, bu da ya yanmaya
veya iltihaba sebep olur veya hareket ettikçe bir miktarı dışarı çıkarak
necâsete sebep olur.
Kadının sünnet edilmesindeki maksat ise ondaki şehveti azaltmaktır. Bu bir kemâl sahibi olma isteğidir. Bunda pisliğe ve hastalığa engel
olma gayesi yoktur.
Âlimler sünnet olmanın vâcib olması için sünnet olacak kişinin canının tehlikeye girmesi korkusunun olmamasını şart koşmuşlardır. Canın tehlikeye girmesinden veya hastalanmasından korkarsa sünnet olmak ona vâcib değildir. Çünkü vâcibler, acizlikle birlikte veya telef olma
ya da zarar görme korkusuyla birlikte vâcib olmaktan çıkarlar.
Erkeklerin sünnet olmalarının vâcib olduğunun delîlleri şunlardır:
Birincisi: Müslüman olan kimselerin sünnet olmalarını emrettiğine
dair Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den çeşitli hadîsler gelmiştir.(1) Emir de
asıl olan vâcibliktir.
İkincisi: Sünnet Müslümanlarla Hıristiyanları birbirinden ayırt
eden bir vasıftır. Öyle ki Müslümanlar savaş alanlarında kendi ölülerini sünnetli olmalarından tanırlar. Dediler ki sünnet, ayırt edici bir alamettir. Bir şey alamet olduğu zaman Müslümanı kâfirden ayırt etmenin
vâcibliğinden dolayı vâcib olur. Bu sebeple kâfirlere benzemek haram
kılınmıştır. Çünkü Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim
bir topluluğa benzerse o da onlardandır.”(2)
Üçüncüsü: Sünnet olmak vücuttan bir şeyi kesmektir. Vücuttan bir
şeyi kesmek haramdır. Haram ancak vâcib bir şey sebebiyle mubah olur.
Buna göre sünnet olmak vâcibtir.
Dördüncüsü: Yetimi velîsi sünnet ettirir. Bu ona ve malına zarar
vermektir. Çünkü sünnetçiye ücret verecektir. Eğer vâcib olmasaydı bu
şekilde onun malına ve bedenine zarar vermesi câiz olmazdı.
Bu aklî ve naklî delîller erkeklerin sünnet olmalarının vâcib olduğuna delâlet etmektedirler.
(1) Ahmed, Müsned, 3/415.
(2) Tahrîci daha önce geçti.
186
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Kadınlara gelince onların sünnet olmalarının vâcibliğinde ihtilâf
vardır. En kuvvetli görüşe göre sünnet olmak kadınlara değil erkeklere
vâcibtir. Bu konuda zayıf bir hadîs vardır. O hadîs de şudur: “Sünnet olmak, erkekler hakkında sünnet, kadınlar hakkında soylu bir davranıştır.”(1)
Bu hadîs sahîh olsaydı bu konuda son söz olurdu.
SORU-136: Bir kimsenin takma dişleri olduğu zaman ağzına su verirken bunları çıkarması gerekir mi?
CEVAP: İnsanın takma dişleri olduğu zaman, kuvvetli görüşe göre
bunları çıkarması gerekmez. Bunlar yüzüğe benzerler. Abdest alırken
yüzük çıkartılmaz, ancak hareket ettirilmesi daha faziletlidir. Fakat
bunu da yapmak vâcib değildir. Çünkü Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yüzük
takardı ve abdest alırken bunu çıkardığına dair kendisinden herhangi
bir şey nakledilmedi. Hâlbuki yüzük suyun ulaşmasına bu dişlerden
daha fazla manidir. Özellikle bazı kimselere dişleri çıkartıp tekrar takmak zorluk verir.
SORU-137: Abdest alan kişinin kulakları için yeni bir su alması gerekir mi?
CEVAP: Kulaklar için yeniden su almaya gerek yoktur. Hatta sahîh
görüşe göre yeniden su almak müstehap bile değildir. Çünkü Rasûlullah
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in abdestini tarif eden kimselerin hiçbirisi onun kulakları için yeniden su aldığını zikretmediler. Başı mesh ettikten sonra elde
kalan ıslaklık ile kulakları mesh etmek daha faziletlidir.
SORU-138: Abdestte tertibin hükmü nedir? Abdestte muvâlât/peşi
peşine yıkamakla ne kast edilmiştir. Bunun hükmü nedir?
CEVAP: Abdestte tertibin anlamı abdest almaya Allah’ın belirlediği sırayla başlamaktır. Allah teâlâ abdest âyetinde önce yüzü yıkamayı,
sonra kolları yıkamayı, sonra başı mesh etmeyi, sonra ayakları yıka(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Mâcae fi’l-Akbiye, (4031).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
187
mayı zikretti. Allah teâlâ yüzü yıkamadan önce avuçların yıkanmasını
zikretmedi. Çünkü yüzü yıkamadan önce avuçları yıkamak vâcib değil,
sünnettir. İşte bu tertiptir. Yani, Allah’ın sıraladığı şekilde abdest azalarını sıraya koyarak yıkamatır. Çünkü Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬haccettiği zaman say yapılan yere çıktı ve Safa tepesinden başladı. Safa’ya
yönelirken şu âyeti okuyordu: “Safa ve Merve Allah’ın alametlerindendir.” (Bakara: 158) Allah’ın başladığı yerden(1) Safa’dan başladı. Allah’ın
başladığıyla başlamak için Merve’den önce Safa’ya geldiğini böylece
açıklamış oldu.
Peş peşe yıkamanın anlamına gelince, abdest azalarının arasını
birbirinden ayıracak bir zaman süresince ayırmamaktır. Mesela yüzünü yıkasa, sonra ellerini yıkamak istese fakat bunu geciktirse muvâlât/
peş peşe yıkama ilkesini terk etmiş olur. Bu durumda abdest almaya
baştan yeniden başlaması gerekir. Çünkü Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬abdest alan bir adam görmüştü. Ayağında tırnak büyüklüğünde bir yere su
isabet etmemişti. Ona şöyle dedi: “Haydi dön, abdestini güzel al.”(2) Ebû
Dâvûd’un rivâyetinde: “Ona abdestini yeniden almasını emretti” ifadesi
vardır. Bu, azaları peş peşe yıkamanın şart olduğunun delîlidir. Çünkü
abdest tek bir ibâdettir. Tek bir ibâdet parçalara ayrılarak birbirine bina
edilmez.
Sahîh olan görüşe göre abdestte tertip ve muvâlât/peş peşe yıkamak,
abdestin farzlarındandır.
SORU-139: İnsan abdest aldığı ve azalardan birini unuttuğu zaman
hüküm nedir?
CEVAP: İnsan abdest aldığı ve azalardan birini unuttuğu zaman
bunu kısa zamanda hatırlarsa onu hemen yıkar ve ondan sonrakini yıkar. Mesela bir şahıs abdest alır, sol kolunu yıkamayı unutur ve sağ kolunu yıkadıktan sonra başına ve kulaklarına mesh eder, sonra ayaklarını yıkarsa ve ayaklarını yıkamayı bitirdiği zaman sol kolunu yıkamayı
unuttuğunu hatırlarsa ona deriz ki: Sol kolunu yıka, başını ve kulakları(1) Müslim Kitâbu’l-Hac, Bâbu Sıfatu Haccetu’n-Nebî sallallahu aleyhi ve sellem.
(2) Müslim Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu Vucubi İstiabi Cemi Eczai Mahallu’t-Tahâreti (243).
188
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
nı mesh et ve ayaklarını yıka. Tertibin yerine gelmesi için ona başını ve
kulaklarını tekrar mesh etmesini ve ayaklarını tekrar yıkamasını emrettik. Çünkü abdestin Allah’ın sıraladığı tertibe göre alınması gerekir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı mesh edip, topuklara
kadar ayaklarınızı yıkayın.” (Mâide: 6).
Fakat uzun bir süre geçtikten sonra hatırlarsa abdestin aslını yeniden alması gerekir. Mesela bir kimse sol kolunu yıkamayı unutsa, sonra
abdestinin sonuna gelse ve uzun müddet geçinceye kadar gitse, sonra
sol kolunu yıkamadığı aklına gelse, peş peşe yıkama ilkesini terk etmiş
olduğu için abdestini baştan itibaren yeniden alması gerekir. Çünkü abdest azalarını peş peşe yıkamak abdestin sahîh olması için şarttır. Fakat
bilinmelidir ki, yıkayıp yıkamadığından şüphe ederse, yani abdestinin
sonuna geldikten sonra sol kolunu veya sağ kolunu yıkayıp yıkamadığından şüpheye düşerse veya ağza ya da buruna su verip vermediğinden
şüphe ederse artık bu şüpheye iltifat etmez. Bilakis devam eder ve namazını kılar. Namazına engel bir şey yoktur. Çünkü ibâdetlerde o ibâdet
sona erdikten sonra ortaya çıkan şüpheye itibar edilmez. Eğer itibar edilir dersek insanların önüne vesvese kapısı açılmış olur. Herkes ibâdetinde
şüpheye düşer. İbâdetin bitiminden sonra meydana gelen şüpheye iltifat
edilmemesi ve insanın buna ilgi göstermemesi Allah’ın bir rahmetidir.
Ancak abdeste halel getirici bir eksikliğin olduğunda kesin olarak emin
olursa onu telafi etmesi gerekir. Allah en iyi bilendir.
SORU-140: Abdest esnasında su kesilse ve yıkanan azalar kuruduktan sonra su tekrar gelse kişi kaldığı yerden mi devam etmeli, yoksa yeniden mi abdest almalı?
CEVAP: Bu mes’elenin cevabı abdest azalarını peş peşe yıkama/
muvâlât ilkesine ve bunun abdestin sıhhati için şart olmasına dayanır.
Bu mes’elenin aslında âlimlerin iki görüşü vardır:
Bunlardan birisine göre peş peşe yıkamak/muvâlât şarttır. Abdest
ancak azaların peş peşe yıkanmasıyla sahîh olur. Bunları birbirinden
ayırırsa abdest sahîh olmaz. Tercih edilen görüş budur. Çünkü abdest
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
189
tek bir ibâdettir. Parçalarının birbirine bitişik olması gerekir. Peş peşe
yıkamanın vâcib olduğunu ve bunun abdestin sıhhati için şart olduğunu söylediğimiz zaman, peş peşe yıkamak nasıl olacaktır? Bazı âlimler
dediler ki: Bu, ortalama bir zamanla bir azanın kendisinden önceki aza
kuruyuncaya kadar yıkanmasının ertelenmemesidir. Ancak tahâretle ilgili bir durumdan dolayı ertelenirse, mesela azalarından birinde boya
olsa da onu çıkarmak için çalışsa ve bu boyayı çıkarırken diğer azalar
kuruyuncaya kadar o azanın yıkanması ertelenmiş olsa kalan azalarını
öncekilerin üzerine bina eder ve uzun bir süre ertelemiş olsa bile abdeste
kaldığı azadan devam eder. Çünkü o temizliğiyle ilgili bir ameliye sebebiyle ertelemede bulunmuştur. Ancak bu soruda da belirtildiği gibi suya
ulaşmak için ertelediği zaman bu konuda bazı ilim adamları diyorlar ki:
Peş peşe yıkama ilkesi terk edilmiş olacağından abdestin yeniden alınması gerekir. Bazı ilim adamları da diyorlar ki: Peş peşe yıkama ilkesi
ihlal edilmiş olmaz. Çünkü bu elde olmayan bir durumdur. O, sadece abdest tamamlamak için beklemektedir. Buna göre su tekrar geldiği
zaman azaları kurumuş olsa bile abdestine kaldığı yerden devam eder.
Peş peşe yıkamanın/muvâlâtın vâcib ve şart olduğunu söyleyen bazı
âlimle de diyorlar ki: Peş peşe yıkamak/muvâlât bir azanın yıkanmasıyla kayıtlanmaz, örfle kayıtlanır. Örfün fasıla olarak kabul ettiği şey
peş peşe yıkama/muvâlât ilkesini bozan bir fasıladır. Örfün fasıla olarak
kabul etmediği şey fasıla değildir. Mesela su kesildiği zaman onu bekleyen kimseler bu esnada suyu getirme işiyle meşgul olsalar insanlara
göre bunlar abeste ara vermiş sayılmazlar, dolayısıyla kaldıkları yerden
abdeste devam ederler. Faziletli olan budur. Su geldiği zaman geçmişin
üzerine bina ederler. Ancak örfün dışına çıkacak kadar uzun bir süre
geçmişse o zaman yeniden başlarlar. Bunda kolaylık vardır.
SORU-141: Tırnaklarında oje bulunan kimsenin abdestinin hükmü
nedir?
CEVAP: Oje veya manikür diye isimlendirilen şey, tırnaklar üzerine konulan bir boyadır. Kadınlar kullanırlar ve kabuğu vardır. Namaz
kılacağı zaman bir kadının bunu kullanması câiz değildir. Çünkü te-
190
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mizlikte suyun ulaşmasına manidir. Suyun ulaşmasına mani olan hiçbir
şeyin abdest veya gusül alan kişi tarafından kullanılması câiz değildir.
Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın.” (Mâide: 6). Kadının tırnaklarında oje olduğu zaman bu, suyun ulaşmasına engel olur. Dolayısıyla elleri yıkanmamış olur. Böylece abdestin
veya guslün farzlarından birisi terk edilmiş olur.
Ancak hayızlı ve nifaslı olduğundan namaz kılmıyor ise oje kullanmasında bir sakınca yoktur. Ancak bunun kâfir kadınlarının özelliklerinden olmaması gerekir. Bunu kullanmakla onlara benzemiş olacaksa
câiz değildir.
Bazı kimselerin bunun mest giymek cinsinden bir şey olduğuna
dair fetva verdiklerini, kadın mukim ise bir gün ve gece, yolcu ise üç gün
boyunca oje kullanmaların câiz olduğunu söylediklerini duydum. Fakat
bu fetva yanlıştır. İnsanların bedenlerini örttükleri her şey mest kapsamına girecek değildir. Çünkü mestler üzerine mesh etmek bir ihtiyaçtan
dolayı meşru kılınmıştır. Ayakların ısıtılması ve örtülmesi bir ihtiyaçtır.
Çünkü onlar yerle, taşlarla, soğukla ve daha başka şeylerle doğrudan temas halinde olan bir organdır. Şari sadece onun meshine izin vermiştir.
Bunu sarık üzerine yapılan meshe de kıyas edebilirler. Bu da doğru değildir. Çünkü sarığın yeri baştır. Baştaki farz olan şey aslında hafifleştirilmiştir. Ellerin aksine baştaki farz olan husus, onun mesh edilmesidir.
Ellerde farz olan, -mesh edilmeleri değil- onların yıkanmalarıdır. Bu sebepledir ki Rasûlullah sallallahü aleyhi ve selem elleri örtmesine rağmen
eldivenlerin mesh edilmesine izin vermemiştir. Bu, bir kimsenin suyun
ulaşmasına mani olan herhangi bir engeli sarık ve mestlere kıyas etmesinin câiz olmadığının delîlidir. Bir Müslüman’ın gerçeği öğrenmek için
bütün gücünü ortaya koyması ve Allah’ın bunun hesabını soracağı bilinciyle fetva vermesi vâcibtir. Çünkü o, Allah’ın şerîatını ifade etmektedir.
Başarıyı verecek olan Allah’tır. Doğru yola hidâyet edecek olan O’dur.
SORU-142: Şer‘î bir abdest nasıl alınır?
CEVAP: Şer‘î abdestin alınışı aşağıdaki iki şekilde olur:
Abdestin sahîh olması için uyulması vâcib olan şekli ki bu husus
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
191
Allah’ın şu âyetinde anlatılmaktadır: “Ey îmân edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edin. İki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın.”
(Mâide: 6). Abdest alma şekli şöyledir: Bir defa yüzü yıkamak ki ağza ve
buruna su vermek de yüzü yıkama emrine dâhildir, parmakların uçlarından itibaren dirseklere kadar bir defa elleri yıkamak. Abdest alan
kişinin kollarını yıkarken avuçlarını da dikkate alması, kollarıyla birlikte avuçlarını da yıkaması gerekir. Bazı kimseler bu konuda gaflete
düşüyorlar ve sadece kollarını yıkıyorlar ki bu bir hatadır. Sonra bir defa
başını mesh eder ki kulaklar da başa dâhildir. Sonra topuklarına kadar
ayaklarını bir defa yıkar. İşte abdestin uyulması vâcib olan şekli budur.
İkinci şekli ise abdestin müstehap olan şeklidir. Allah’ın yardımıyla
bunu da şöyle anlatabiliriz: İnsan abdesti esnasında besmele çeker. Üç
defa ellerini yıkar. Sonra üç avuç suyla üç defa ağza ve burna birlikte su
alır. Sonra üç defa yüzünü yıkar. Sonra üçer defa kollarını dirseklerine
kadar yıkar. Sağdan başlar, solla devam eder. Sonra bir defa başını mesh
eder. Ellerini ıslatır, önce başının önünden arkasına kadar götürür, sonra
geri getirir. Sonra kulaklarını mesh eder, şehâdet parmağını kulağının
için sokar ve başparmağıyla kulağının dışına mesh eder. Sonra topuklarına kadar ayaklarını üçer defa yıkar, sağdan başlar, sonra solla devam
eder. Ayaklarını da yıkadıktan sonra şöyle der: “Allah’tan başka hak ilâh
olmadığına, sadece O’nun ilâh olduğuna ve ortağının olmadığına şahitlik
ederim. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna da şahitlik ederim.
Allah’ım! Beni tevbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden eyle.” Böylece
abdest alırsa ona yedi cennetin kapısı açılır ve dilediği kapıdan girer.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh yolla bu manada bir hadîs gelmiştir. Bunu, Ömer radıyallahu anh ifade etmiştir.(1)
(1) Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu ez-Zikri’l-Mustehabbi Akıbe’l-Vudûi (234).
192
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
HASTANIN TEMİZLİĞİNİN KEYFİYETİ
HAKKINDA BİR RİSALE
Değerli hocamız bu konuda şunları söyledi:
Her türlü hamd Allah’adır. Biz O’na hamd eder, O’ndan yardım dileriz. O’ndan af diler, O’na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve yaptıklarımızın kötü sonuçlarından Allah’a sığınırız. Allah kimi hidâyete
erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi saptırırsa onu da hidâyete erdirecek yoktur. Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, bir ve tek olduğuna ve ortağının olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in O’nun kulu
ve elçisi olduğuna da şahitlik ederim. Allah’ın salât ve pek çok selamı
onun, ailesinin, arkadaşlarının ve güzel bir şekilde onlara tabi olanların
üzerine olsun.
Bu, hastaların temizlenmeleri ve namazları ile ilgili olarak kendilerine nelerin gerektiği konusunda muhtasar bir risaledir. Bu konuda sadece hastaya ait hükümler vardır. Çünkü İslâm şerîatı hastanın halinin
dikkate alınmasını istemektedir. Allah teâlâ Peygamberi Muhammed
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i kolaylık ve sadelik üzere bina ettiği müsamahalı haniflik ile gönderdi. Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Allah teâlâ dînde üzerinize
herhangi bir güçlük yüklememiştir.” (Hac: 78). “Allah sizin için kolaylık
ister, zorluk istemez.” (Bakara: 185). “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan
sakının, dinleyin, itaat edin.” (Teğabün: 16). Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurdu: “Dîn kolaylıktır.”(1) “Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiğince onu yerine getirin.”(2) Bu temel kaideden dolayı Allah
teâlâ mazeretlilerin ibâdetlerini mazeretleri ölçüsünde hafifleştirmiştir.
Ta ki hiçbir güçlük ve meşakkat olmaksızın Allah’a ibâdet edebilsinler.
Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu ed-Dinu Yusrun (39).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-İ’tisam, Bâbu el-İktidau bi Suneni Rasulillahi (7288). Müslim,
Kitâbu’l-Fedail, Bâbu Tevkıruhu sallallahu aleyhi ve sellem ve Terku İksari-Sualihi
Amma La Zarurete ileyhi (1337).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
193
HASTA NASIL TEMİZLENİR?
1- Hastanın su ile temizlenmesi, abdestsizlik halinden kurtulması
için abdest alması, cünüplükten kurtulması için de gusletmesi gerekir.
2- Acizliği sebebiyle su ile temizlenmeye gücü yetmezse veya hastalığının artmasından ya da iyileşmesinin gecikmesinden korkarsa teyemmüm eder.
3- Teyemmümün yapılışı: Elleriyle temiz bir toprağa bir defa vurduktan sonra yüzünün tamamını mesh eder sonra (kollarını değil) ellerini birbiriyle mesh eder.
4- Eğer kendi kendine abdest almaya gücü yetmezse ona bir başka
şahıs abdest aldırır veya teyemmüm ettirir. Elleriyle temiz toprağa vurur, onunla hastanın yüzüne ve ellerine mesh eder. Nitekim şâyet kendi
kendine abdest alamazsa ona bir başka şahıs abdest aldırır.
5- Azalarından birinde yara olduğu zaman onu su ile yıkar. Su ile
yıkamak ona zarar verecekse mesh eder. Elini su ile ıslatır ve yaranın
üzerinden geçirir. Eliyle mesh etmesi de zarar verecekse onun yerine teyemmüm eder.
6- Azalarından birinde çaputla bağlanmış veya alçıya alınmış bir
kırık olduğu zaman yıkamak yerine üzerine mesh eder. Teyemmüme
ihtiyaç yoktur. Çünkü mesh yıkamaktan bedeldir.
7- Duvar üzerinden veya tozlu başka temiz bir şeyin üzerinden teyemmüm yapmak câizdir. Eğer duvarın üzerine boya gibi toprak cinsinden olmayan bir şey sürülmüşse üzerinde toz olmadıkça onunla teyemmüm yapılmaz.
8- Yer veya duvar veya tozlu başka bir şey üzerinden teyemmüm
yapma imkânı bulunmadığı zaman bir kaba veya mendile toprak koyup
teyemmüm yapmakta bir sakınca yoktur.
9- Namaz için teyemmüm yaptığı ve diğer namazın vaktine kadar
temiz kaldığı zaman ilk yaptığı teyemmümle o namazını da kılar, ikinci namaz için teyemmümü yenilemez. Çünkü temizliği zâil olmamıştır,
onu iptal edecek bir şey de yoktur.
194
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
10- Hastanın bedenini necâsetten temizlemesi gerekir. Eğer temizlemeye gücü yetmezse o haliyle namazını kılar. Namazı sahîhtir. İade
etmesi gerekmez.
11- Hastanın temiz bir elbise ile namaz kılması gerekir. Elbisesine
necâset bulaşmışsa onu yıkaması veya temiz bir elbise ile değiştirmesi
gerekir. Eğer buna imkân bulamazsa o haliyle namazını kılar. Namazı
sahîhtir. İade etmesi gerekmez.
12- Hastanın temiz bir şey üzerinde namaz kılması gerekir. Namaz
kıldığı mekâna necâset bulaşmışa onu yıkaması veya temiz bir şeyle değiştirmesi ya da üzerine temiz bir şeyi yayması gerekir. Eğer buna imkân
bulamazsa o haliyle namazını kılar. Namazı sahîhtir. İade etmesi gerekmez.
13- Temizlenmekten aciz kaldığı için hastanın namazının vaktini
ertelemesi câiz değildir. Bilakis bedeni ve elbisesi veya namaz kılacağı
mekânda temizlemekten aciz kaldığı bir necâset olsa bile imkânı ölçüsünde temizlenir sonra namazını vakti içinde kılar.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
195
SORU-143: Her abdestte ihtiyaten çorapları çıkarmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bu sünnete aykırıdır. Bu, mestler üzerine mesh etmeyi câiz
görmeyen Râfizîlere benzemektir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mestlerini
çıkarmak isteyen Muğire’ye: “Bırak onları, çünkü ben onları temiz olarak giydim.”(1) buyurdu ve mestler üzerine mesh etti.
SORU-144: Mestler üzerine mesh etmenin vaktinin belirlenmesi
nasıl olur? Bu süre ne zaman başlar?
CEVAP: Bu mes’ele insanların bilmek ihtiyacında oldukları en
önemli mes’elelerden biridir. Bu sebeple inşaallah sorudan daha geniş
bir cevap vereceğiz?
Mesh, Kitap ve Sünnet’in delâletiyle sabittir. Kitap’tan delîli Allah’ın
şu âyetidir: “Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı mesh edip, topuklara kadar ayaklarınızı
yıkayın.” (Mâide: 6). Âyetteki “ayaklarınızı” anlamında geçen “‫”ﺃﺭﺟﻠﹺﻜﻢ‬
kelimesi kesreli okunduğu zaman “başlarınızı” kelimesine atfedilmiş
olur ki o zaman mesh edileceklerin kapsamına ayaklar da girer. Mushaflarda insanların okudukları şekil ise “‫ ”ﺃﺭﺟﻠﹶﻜﻢ‬şeklinde fethalı okuyuştur
ki “yüzlerinizi” kelimesine matuftur ve bu okuyuşta ayaklar yıkanacak
şeyler kapsamına girer. O zaman ayaklar bu iki kıraate göre ya yıkanacaktır veya mesh edilecektir. Sünnet ayakların ne zaman mesh edileceklerini ve ne zaman yıkanacaklarını beyân etmiştir. Buna göre ayaklar
açıkta olduğu zaman yıkanırlar, mest ve benzeri bir şeyle örtülü olduğu
zaman mesh edilirler.
Sünnette mestler üzerine mesh etmek Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
tevatür yoluyla nakledilmiştir. İlim adamları tevatür hadîsleri sayarken
bunu da içine dâhil etmişlerdir. Nitekim bunu şiir halinde söyleyenler
bile vardır.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Vudu’, Bâbu İzâ Edhale Ricleyhi ve Hüma Tâhiretani (206). Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu el-Meshu ale’l-Huffeyni (274) (79).
196
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Tevatür eden hadîslerdendir şu hadîsler:
Kim benim üzerimden yalan söylerse,
Kim Allah için bir ev bina ederse
Ru’yet, şefaat ve havz ve mestleri mesh etmek
İşte bunlardır bazıları.
Demek ki mestler üzerine mesh etmek, Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den tevatüren gelen hadîslerdendir. İnsan bu mestleri abdest aldıktan sonra
giydiği zaman mestler üzerine mesh etmek bunları çıkarıp yıkamaktan daha faziletlidir. Bu sebeple el-Muğire b. Şu’be radıyallahu anh Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬abdest alırken onun mestlerini çıkarmak istediği
zaman ona: “Bırak onları, çünkü ben onları temiz olarak giydim.” buyurdu. Sonra da mestler üzerine mesh etti. Bu hadîsi Buhârî ve Müslim
birlikte rivâyet ettiler.
Mestler üzerine mesh etmenin şartları vardır:
Birinci Şart: Küçük ve büyük hadesten tam olarak temizlenmesidir,
yani abdestsiz ise abdest alması, gusül gerekiyorsa gusletmesidir. Büyük
ve küçük hadesten temizlenmeden mestleri giymişse bunların üzerine
mesh etmesi câiz değildir.
İkinci Şart: Meshin mesh müddeti içinde yapılmasıdır ki inşaallah
aşağıda bu müddetin ne olduğu beyân edilecektir.
Üçüncü Şart: Meshin küçük tahârette yani abdest alırken yapılmasıdır. Bir kimse gusletmesini gerektirecek bir duruma düştüğü zaman
ise bütün bedenini yıkayabilmesi için mestlerini de çıkarması gerekir.
Bu sebeple cünüplük halinde mesh yapılamaz. Nitekim Safvan b. Assal
radıyallahu anh şöyle anlatmıştır: “Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬biz yolculukta olduğumuz zaman cünüp olmadıkça üç gün ve üç gece mestlerimizi çıkarmamamızı emrederdi.” Bu hadîsi Nesâî, Tirmizî ve İbn
Huzeyme tahrîc etti.(1)
Bu üç şart mestler üzerine mesh etmenin câiz olmasının şartlarıdır.
(1) Nesâî, Kitâbu't-Tahâre, Bâbu'-t-Tevkît fî'l-Mesh. Tirmizî, Bâbu Mâ câe fî'l-Mesh
ale'l-Huffeyn.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
197
Mesh müddetine gelince: Mukim için bir gün ve bir gece, yolcu
için üç gün ve üç gecedir. Namaz sayısına değil zamana itibar edilir.
Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onun müddetini mukim için bir gece ve bir
gündüz, yolcu için geceleriyle birlikte üç gün olarak belirledi. Bir gün
ve bir gece yirmi dört saattir. Geceleriyle birlikte üç gün ise yetmiş iki
saattir.
Fakat bu süre ne zaman başlayacaktır? Bu süre ilk meshten itibaren
başlar. Yoksa meshi giydiği andan itibaren veya meshi giydikten sonraki
abdest bozmadan itibaren değil. Çünkü şer‘î hüküm mesh lafzıyla birlikte gelmiştir. Mesh ancak onun fiilen mevcudiyetiyle birlikte tahakkuk eder. “Mukim bir gün ve bir gece mesh eder, yolcu üç gün ve üç gece
mesh eder.” Müddetin başlaması için meshin gerçekleşmesi zorunludur.
Bu da ancak ilk defa meshe başlamakla olur. İlk meshi yaptığı andan
itibaren yirmi dört saat tamamlandığında mukim açısından mesh etme
vakti sona ermiş olur. Yetmiş iki saat geçtiğinde de yolcu açısından mesh
etme vakti sona ermiş olur. Bunu daha iyi açıklayacak bir örnek verelim:
Bir adam sabah namazı için abdest alsa sonra mestlerini giyse, öğle
namazını kılıncaya kadar da bu abdestiyle kalsa ve ikindi namazını da
aynı abdestle kılsa, ikindi namazını kıldıktan sonra saat on yedide akşam namazı için yeniden abdest alsa ve mesh etse bu adam ertesi günü
saat on yediye kadar mesh etme hakkına sahiptir. Faraza ikinci gün de
saat on altı kırk beşte mesh etmiş olsa ve bu abdestiyle de ikinci günün
ikindi akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılmış olsa bu süre içinde dokuz tane namaz kılmış olur. Bununla öğrenmiş oluyoruz ki halkın pek
çoğunun anladığı gibi mesh müddetinde namaz sayısına itibar edilmez.
Çünkü onlar mesh müddetinin beş vakit namazla sınırlı olduğunu söylüyorlar ki bunun aslı yoktur. Şerîat onun süresini bir gün ve bir gece
olarak belirlemiştir. Bu da birinci meshle birlikte başlar. Zikrettiğimiz
bu örnekte kaç tane namaz kıldığını öğrendin. Zikrettiğimiz bu örnekle birlikte mesh müddeti tamamlandığı zaman artık bu müddetin bitmesinden sonra meshin yapılamayacağı açıklığa kavuşmuş olmaktadır.
Eğer bu müddetten sonra mesh ederse onun yaptığı mesh geçersizdir.
198
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Abdestsizlik hali ortadan kalkmaz. Fakat müddet tamam olmadan önce
mesh ederse ve müddet tamamlandıktan sonra da tahâret üzere devam
ederse abdesti bozulmaz, abdest bozucu bir hal kendisinden zuhur edinceye kadar temiz ve abdestli olarak kalır. Çünkü mesh müddetinin bitimiyle birlikte abdest bozulur sözü delîlsiz bir sözdür. Müddetin tamam
olmasının anlamı, müddetin tamam olmasıyla birlikte mesh yapılamaz
demektir. Yoksa müddetin tamam olmasıyla birlikte temizliği/abdestli hali ortadan kalkar demek değildir. Süreyi belirleyen abdest değil de
mesh olunca sürenin tamamlanmasıyla birlikte abdestin bozulduğunun delîli yoktur. O zaman ulaştığımız delîli ifade ederken şöyle deriz:
Bu adam şer‘î delîlin gereğince sahîh bir abdest almıştır. Durum böyle
olunca da onun bu abdestinin bozulduğunu da ancak şer‘î ve sahîh bir
delîle dayanarak söyleyebiliriz. Mesh müddetinin tamamlanmasıyla birlikte abdestinin bozulduğunu söylemenin hiçbir delîli yoktur. O zaman
kendisinden abdestini bozan herhangi bir hal zuhur etmedikçe tahâret
üzere kalacak demektir. Bu hallerin neler olduğu da Kitap, Sünnet veya
icma ile sabittir.
Yolcuya gelince onun mesh müddeti geceleriyle birlikte üç gündür,
yani yetmiş iki saattir, ilk meshle birlikte başlar. Bu sebeple Hanbelî fıkıhçıları dediler ki, bir adam kendi beldesinde mukim iken mestlerini
giyse, sonra aynı beldede abdesti bozulsa, sonra mesh yapmadan yolculuğa çıksa ve ancak yolculuğa çıktıktan sonra mesh yapsa bu durumda
da mesh müddeti bu andan itibaren başlar ve yolcunun mesh müddeti
olan yetmiş iki saatlik süreyi tamamlar. Bu da, mesh müddetinin mestleri giydikten sonraki ilk hadesle birlikte başladığı görüşünün zayıf olduğuna delâlet eden hususlardan biridir.
Mest üzerine meshi iptal eden şey müddetin dolması ve mestlerin
çıkarılmasıdır. Mesti çıkardığı zaman mesh iptal olur, fakat tahâret
devam eder. Mesti çıkarmanın meshi iptal edeceğinin delîli Safvan b.
Assal hadîsidir. O, şöyle demiştir: “Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize mestlerimizi çıkarmamamızı emretti.”(1) Bu, mesti çıkarmanın meshi iptal
edeceğinin delîlidir. İnsan mesh ettikten sonra mestini çıkardığı zaman
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
199
onun üzerine yaptığı mesh iptal olur. Yani tam bir abdest alıp da ayaklarını yıkamadıkça mestlerini tekrar giyemez ve üzerine mesh yapamaz.
Mestini çıkardığı zaman tahâretinin yani abdestinin durumuna gelince o devam eder. Tahâret mesh edilen mestin çıkarılmasıyla bozulmaz.
Çünkü mesh eden kimse mesh ettiği zaman tahâreti şer‘î delîl gereğince
tamam olmuştu. Bu tahâret yine şer‘î bir delîl gereğince bozulur. Burada mesh edilen şey çıkarıldığı zaman abdestin bozulduğuna dair şer‘î
bir delîl yoktur. Sadece mesh edilen şey çıkarıldığında meshin geçersiz
hale geleceğine dair delîl vardır. Yani tam bir abdestin içinde ayakları
yıkamadıkça tekrar başka bir mesh yapılamaz. Buna göre deriz ki: Asıl
olan, şer‘î delîl gereğince sabit olan bu tahâretin delîl bulununcaya kadar
devam etmesidir. Delîl bulunmadığı zaman abdest bozulmadan devam
eder. Bizim tercih ettiğimiz görüş budur. Başarı Allah’tandır.
SORU-145: Yırtık ve ince çorap üzerine mesh yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Tercih edilen kuvvetli görüşe göre yırtık çoraba da arkasından deriyi gösteren ince çoraba da mesh yapmak câizdir. Çünkü çorap ve benzeri bir şey üzerine mesh yapmanın cevazındaki maksat bu
tür şeylerin ayakları örtmesi değildir. Çünkü ayaklar örtülmesi gereken
avret yerlerinden değildir. Maksat mükellefe bir ruhsat ve kolaylıktır.
Şöyle ki, biz ona abdest alırken bu çorabı veya mesti çıkarmaya mecbur
etmediğimiz ve bunun üzerine mesh etmen yeterlidir dediğimiz için bir
kolaylık sağlamış olmaktayız. Mestler üzerine mesh etmenin meşru kılınış illeti budur. Bu illet, gördüğün gibi mestte veya yırtık, sağlam, ince
ve kalın çorapta aynı ölçüde mevcuttur.
SORU-146: Sargı üzerine mesh etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Önce sargının ne olduğunu tanımamız gerekir.
Sargı aslında kırık veya çıkık kemiği tedavi etmek için onun üzerine
sarılan şeye denir. Fıkıhçıların örfünde bununla kast edilen “bir ihtiyaçtan dolayı abdest mahalline konulan şeydir.” Mesela kırık üzerinde
200
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bulunan alçı veya yara ya da sırt veya benzeri yerlerdeki ağrı üzerinde
bulunan bant veya yakı gibi şeyler. Bunların üzerine mesh yapmak yıkamanın yerine geçer. Abdest alan kişinin kolundaki yaranın üzerine ihtiyaçtan dolayı bir bant bulunduğunu düşündüğümüz zaman o, bu kolunu yıkamak yerine bu bandın üzerine mesh eder ve bu abdest tam olur.
Yani faraza bu adam bu sargıyı veya bandı çıkarmış olsa tahâreti devam
eder, abdesti bozulmaz. Çünkü meşru bir şekilde bu tahâretini tamamlamıştır. Bandın çıkarılması burada abdestin veya tahâretin bozulacağına delîl değildir. Sargı üzerine mesh konusunda muhalefet edilmemiş
bir delîl yoktur. Bu konuda zayıf hadîsler vardır. Bu zayıf hadîslerle amel
eden bazı ilim adamları bunların tamamı bir araya gelince delîl olma
mertebesine yükselir, dediler.
Bazı ilim adamları da dediler ki, zayıf oldukları için bu hadîslere itimat edilemez. Böylece âlimler bu konuda ihtilâf ettiler. Kimisi sargı mahallinin yıkanması mecburiyeti düşer, çünkü orayı yıkamaktan acizdir,
dedi. Kimisi de sargının üzerine mesh etmez, teyemmüm eder, dedi.
Fakat sargı üzerine mesh etmek, bu konudaki varit olan hadîslere
bakmaksızın kurallara en yakın olan görüştür. Bu mesh, teyemmümden
müstağni kılar, artık teyemmüme ihtiyaç kalmaz. O zaman biz deriz ki
abdest azalarından birinde bir yara bulunduğu zaman bunun bir takım
mertebeleri vardır:
Birinci Mertebe: Yaranın açıkta bulunması ve yıkanmasının ona bir
zarar vermemesidir. Bu mertebede yara abdest esnasında yıkanacak bir
mahalde bulunduğu zaman yıkanması gerekir.
İkinci Mertebe: Yaranın açıkta olması ve meshin değil yıkamanın
ona zararlı olmasıdır. Bu mertebedeki bir yarayı yıkamak değil mesh
etmek gerekir.
Üçüncü Mertebe: Yaranın açıkta olması yıkamanın da mesh etmenin de ona zarara vermesidir ki bu durumda teyemmüm eder.
Dördüncü Mertebe: Yaranın bir bant veya ihtiyaç duyulan benzeri
bir şeyle örtülü olmasıdır ki bu mertebedeki bir yarada örtünün/sargının üzeri mesh edilir. Bu mesh o azayı yıkamaktan kurtarır, teyemmüm
de etmez.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
201
SORU-147: Sargı üzerinde meshi ve teyemmümü birleştirmek gerekir mi, gerekmez mi?
CEVAP: Meshin ve teyemmümün ikisini birden yapmak gerekmez.
Çünkü bir uzva iki tahâreti vâcib kılmak şer‘î kurallara aykırıdır. Çünkü biz: Bu uzvu ya şu şekilde veya bu şekilde temizlemek gerekir, deriz.
İki şekilde temizlemeyi gerekli kılmamızın şerîatta bir benzeri yoktur.
Allah teâlâ kulunu aynı sebepten dolayı iki ibâdetle yükümlü kılmaz.
SORU-148: Abdest alıp da sağ ayağını yıkadıktan sonra mestini
veya çorabını giyen sonra sol ayağını yıkayıp mestini veya çorabını giyen
kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: İlim adamları arasında bu mes’ele ihtilâf konusudur. Bazılarına göre mesti veya çorabı giymeden önce abdesti tamamlamak gerekir. Bazılarına göre de sağ ayağını yıkayıp mesti veya çorabı giymek,
sonra sol ayağını yıkayıp mesti veya çorabı giymek câizdir. Çünkü o, sağ
ayağını yıkamadan meste veya çoraba sokmamıştır. Sol ayağını da yıkamadan sokmamıştır. Her ikisini de gerçekten temiz olarak meste veya
çoraba sokmuştur. Fakat burada Darekutni ve Hâkim’in tahrîc ettiği ve
Hâkim’in sahîh olduğunu söylediği bir hadîs vardır ki bu hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle demektedir: “Biriniz abdest alıp mestlerini
giydiği zaman.” “Abdest aldığınız zaman” sözü birinci görüşü desteklemektedir. Çünkü sol ayağını yıkamamış olan kimse henüz abdest almış
olmaz. Bu görüş daha evladır.
SORU-149: Bir kimse mukim iken mesh ettiği sonra yola çıktığı zaman mesh müddetini yolculuğa göre mi tamamlar?
CEVAP: Mukim iken mesh ettiği sonra yolculuğa çıktığı zaman
kabul edilen râcih görüşe göre yolcu için geçerli olan mesh müddetini
tamamlar. Bazı ilim adamları mukim iken mesh edip sonra yolcu olan
kimselerin mukim için geçerli olan mesh müddetine uyacağını söylediler. Fakat bizim görüşümüz daha kuvvetlidir. Çünkü bu adam, yolculuğa çıkmadan önce meshinin süresi içinde bulunuyorken yolculuğa
202
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
çıkmıştır. Böylece o gerçekten üç gün boyunca mesh edecek yolculardan
biri olmaktadır. Allah rahmet eylesin İmam Ahmed’in de önce mukimin mesh müddetine göre süreyi tamamlar dediği halde sonra bu görüşe döndüğü zikredilmiştir.
SORU-150: Bir kimse meshin başlangıcında ve vaktinde şüpheye
düşerse ne yapar?
CEVAP: Bu durumda kesin bilgiye dayanır. Öğlen namazı için mi
yoksa ikindi namazı için mi mesh ettiğinde şüpheye düştüğü zaman süreyi ikindi namazından başlatır. Çünkü asıl olan meshin olmamasıdır.
Bu kuralın delîli, olan şeyin olduğu gibi kalması esastır ilkesidir. Asıl
olan meshin olmamasıdır. Bir diğer delîl de şudur: Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
bir adam gelerek kendisinin namazda sanki abdestini kaçırmış gibi hissettiğini şikâyet etmişti. Ona şöyle buyurdu: “Bir kimse ses işitmedikçe
veya koku duymadıkça namazdan çıkmaz.”(1)
SORU-151: Bir kimse ayakkabı üzerine mesh eder, sonra onu çıkarıp çorap üzerine mesh ederse meshi sahîh olur mu?
CEVAP: İlim adamlarınca bilinen şey şudur: Bir kimse iki mestten
birine, alttakine veya üsttekine mesh ettiği zaman hüküm ilkin meshettiği şeye taalluk eder, ikincisine intikal etmez. Mesh edilen altta olduğu
ve mesh müddeti devam ettiği zaman bunun ikinciye de intikal etmesini
câiz gören ilim adamları da vardır. Tercih edilen görüş de budur. Buna
göre eğer çoraplara mesh eder, sonra bunun üzerine başka çoraplar veya
ayakkabılar giyer ve üsttekine mesh ederse mesh süresi devam ettiği
müddetçe tercih edilen görüşe göre bunun bir sakıncası yoktur. Fakat
mesh müddeti ilk meshten itibaren hesap edilir, ikinci meshten değil.
SORU-152: Bir kimse abdestli iken çorabını çıkardığı ve abdesti bozulmadan çorabını tekrar giydiği zaman bunların üzerine mesh etmesi
câiz olur mu?
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
203
CEVAP: Çorabı çıkardığı sonra abdestli iken tekrar giydiği zaman
şu iki durumdan hali değildir:
Birincisi: Bu abdestin ilk aldığı abdest olmasıdır. Yani çorapları giydikten sonra abdestinin bozulmamış olmasıdır ki bu durumda çorabını
tekrar giymesinde ve abdest aldığı zaman üzerine mesh etmesinde bir
sakınca yoktur.
İkincisi: Bu abdest çoraplarının üzerine mesh ettiği abdest olduğu
zaman bu durumda çoraplarını çıkardığında onları giymesi ve üzerlerine mesh etmesi câiz değildir. Çünkü onları su ile aldığı abdestin üzerine
giymesi gerekir. Bu ise mesh ile alınan bir abdesttir. İlim adamlarının
söylediklerinden anlaşılan budur. Fakat eğer bir kimse, mesh ile alınan
abdestle de olsa abdestli iken çorabını çıkarıp yeniden giyerse, mesh süresi devam ettiği müddetçe mesh etmesi câizdir derse bu da kuvvetli bir
sözdür fakat ben bu görüşte olan bir ilim adamı bilmiyorum. Benim bu
görüşü kabul etmeme engel olan şey de zaten bu görüşte olan kimseye
rastlamamış olmamdır. İlim ehlinden bir kimse bunu söylerse bana göre
bu da doğrudur. Çünkü mesh abdesti da tam bir abdesttir. O halde yıkama abdestinin üzerine giydiği şeye mesh ettiğine göre mesh abdesti
üzerine giydiği şeye de mesh etsin denilmelidir. Fakat ben böyle diyen
bir kimse görmedim. İlim Allah katındadır.
SORU-153: Mesh süresi sona erdikten sonra mesh eden ve bununla
namaz kılan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Mesh süresi sona erdikten sonra namaz kılan kimse eğer
bu sürenin bitiminde abdesti bozulmuş da mesh etmişse, ayaklarını da
yıkayarak yeniden tam bir abdest alması ve o namazı tekrar kılması gerekir. Çünkü daha öncekinde ayaklarını yıkamamış ve eksik bir abdestle namaz kılmıştır. Fakat meshin süresi sona erdiği halde abdesti devam
ediyorsa ve bu haliyle namaz kılmışsa onun namazı sahîhtir. Çünkü
mesh süresinin sona ermesi abdesti bozmaz. Her ne kadar bazı âlimler
mesh süresinin sona ermesi abdesti bozar demiş olsalar da bu sözün
hiçbir delîli yoktur. Buna göre meshin süresi sona erdiği ve bu sürenin
bitiminden sonra da abdestli kaldığı zaman tam bir gün boyunca bile
204
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
olsa, mesh süresinin bitiminden sonra bile olsa namazlarını kılabilir.
Çünkü şer‘î delîle göre o hala abdestlidir. Bu hal ondan ancak şer‘î bir
delîlle kalkar. Mesh süresinin sona ermesinin abdest almayı gerektirdiğine dair Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den herhangi bir delîl rivâyet edilmemiştir. Allah en iyi bilendir.
SORU-154: Abdesti bozan şeyler nelerdir?
CEVAP: Abdesti bozan şeyler konusu ilim ehli arasında ihtilâflı
konulardan biridir. Fakat biz, abdesti bozan şeyleri delîllere dayanarak
zikredeceğiz:
Birincisi: İki yoldan, yani önden ve arkadan çıkan şeylerdir. Önden
ve arkadan çıkan her şey abdesti bozar. İster idrar olsun ister dışkı, ister
yel olsun ister mezi ve medi, önden ve arkadan çıkan her şey abdesti
bozucudur. Ne çıktığı sorulmaz. Ancak çıkan şey meni olur ve şehvetle çıkarsa gusül gerekeceği malumdur. Mezi olduğu zaman ise abdestle
birlikte cinsel organın da yıkanması gerekir.
İkincisi: Uykudur. Uyuyan kimse hiçbir şeyi, hatta abdstinin bozulduğunu bile hissetmeyecek şekilde çok uyuduğu zaman abdesti bozulur.
Eğer abdesti bozulsa kendi kendine hissedeceği şekilde az bir uyku olduğu zaman bu uyku ile abdest bozulmaz. Bu konuda uyuyan kimsenin
yan yatması, oturması veya bir yere dayanması arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan kalbinin uyanık olmasıdır. Abdesti bozulduğu zaman
kendi kendine hissedecek şekilde uyursa abdesti bozulmaz. Eğer abdesti
bozulsa hissetmeyecek bir halde uyursa abdest alması gerekir. Çünkü
uyku kendi başına abdesti bozan bir şey değildir. Sadece abdesti bozma ihtimalinin bulunduğu bir durumdur. İnsan abdesti bozacak bir şey
kendisinden zuhur etse bunu hissedecek durumda olduğu için hades olmadığı zaman abdest bozulmaz. Uykunun kendisinin abdest bozucu bir
şey olmadığının delîli, az bir uykunun abdesti bozmayacak olmasıdır.
Eğer uyku abdest bozucu bir şey olsaydı, tıpkı idrarın azının da çoğunun
da abdesti bozması gibi uykunun azı da çoğu da abdesti bozardı.
Üçüncüsü: Deve eti yemektir. İnsan erkek veya dişi deve eti yediği
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
205
zaman, ister çiğ olsun ister pişmiş olsun abdesti bozulur. Çünkü Câbir
b. Semura tarafından Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edildiğine
göre ona soruldu: Koyun etinden dolayı abdest alalım mı? Şöyle buyurdu: “İstersen alırsın.” Câbir: Deve etinden dolayı abdest alalım mı? dedi.
“Evet” buyurdu.(1) Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in koyun etinden dolayı abdest almayı kişinin kendi isteğine bırakmış olması, deve etinden dolayı
abdest almayı kişinin kendi isteğine bırakmadığının ve bundan dolayı
abdest alması gerektiğinin delîlidir. Buna göre bir kimse çiğ veya pişmiş
deve eti yediği zaman abdest alması gerekir. Etin kırmızı olması veya olmaması fark etmez. Devenin karnını bağırsaklarını, ciğerini, kalbini ve
iç yağını yemek de abdesti bozar. Devenin bütün parçaları abdesti bozar.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬insanların bunları yediklerini bildiği
halde ayrıntıya girmemiştir. Eğer her birinin hükmü farklı olsaydı, insanların dînlerinde bilinçli olmaları için bu farklılıkları açıklardı. Sonra
biz İslâm şerîatında parçalarına nispetle hükmü farklılaşan bir hayvan
bilmiyoruz. Hayvan ya helaldir veya haramdır, ya abdesti gerektirmez
veya gerektirmez. Hayvanın bir parçasına bir hüküm, bir parçasına başka hüküm olması her ne kadar Yahudilikte bilinse de İslâm şerîatında
bilinen bir durum değildir. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut
bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak
üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık.” (En‘âm: 146).
Bu sebepledir ki Allah teâlâ Kur’ân’da domuzun etinden başka bir yerini zikretmediği halde âlimler domuzun içyağının haramlığında icma
etmişlerdir. Allah teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Leş, kan, domuz eti… size haram kılındı.” (Mâide: 3). Domuz içyağının haramlığı
konusunda ulema arasında bir ihtilâf bilmiyorum. Buna göre deriz ki:
Hadîste sözü edilen deve etinin içine devenin içyağı, bağırsakları, karnı
ve diğer organları da dâhildir.
SORU-155: Kadına dokunmak abdesti bozar mı?
CEVAP: Doğrusu kadına dokunmak mutlak manada abdesti boz(1) Müslim, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu el-Vudûi min Luhumi’l-İbili (360).
206
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
maz. Ancak dokunandan bir şey çıktığı zaman abdest bozulur. Bunun
delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kadınlarından birsini öpmesi ve abdest almamasıdır. Çünkü bozduğuna dair açık ve sahîh bir delîl olmadıkça abdestin bozulmamış olması asıldır. Çünkü erkek şer‘î bir delîl
gereğince abdestini tamamlamıştır. Şer‘î bir delîl gereğince sabit olan
bir şey ancak yine şer‘î bir delîlle kaldırılabilir.
Allah teâlâ abdesti bozan şeyleri zikrederken : “Yahut kadınlara dokunmuşsanız” buyurdu, denilirse, buna şöyle cevap verilir: İbn Abbas’tan
sahîh olarak rivâyet edildiğine göre âyetteki dokunmakla kast edilen şey
cinsel temastır. Sonra burada âyetin yaptığı taksimatta da bir delîl vardır ki âyette tahâret iki aslî tahâret ve alternatif tahâret, büyük tahâret,
küçük tahâret, büyük tahâretin sebepleri, küçük tahâretin sebepleri diye
taksim edilmiştir. Allah teâlâ: “Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı mesh edip, topuklara
kadar ayaklarınızı yıkayın.” (Mâide: 6). buyurmuştur. Bu, su ile yapılan
aslî küçük tahârettir. Sonra: “Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın” buyurmuştur ki bu su ile yapılan aslî büyük tahârettir. Sonra: “Hasta yahut
yolculuk halinde bulunursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse yahut da
kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde
su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin” buyurmuştur ki
bu alternatif tahârettir. “yahut biriniz tuvaletten gelirse” küçük sebebin
beyânıdır.. “yahut da kadınlara dokunmuşsanız” sözü de büyük sebebin
beyânıdır. Eğer bunu elle dokunmak diye yorumlarsak Allah teâlâ bu
âyette küçük tahâretin iki sebebini zikretmiş ve büyük tahâretin sebebini zikretmemiş olur. Hâlbuki Allah teâlâ “Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın” buyurmuştur. Su ile yapılan aslî büyük tahâreti zikredip de
bunun sebebini zikretmemek Kur’ân’ın belagatine aykırıdır. Buna göre
âyet “yahut da kadınlara dokunmuşsanız” sözüyle kast edilenin kadınlarla cinsel ilişkide bulunmuşsanız anlamına işaret etmektedir. Böylece
âyet tahâreti gerektiren her iki sebebi yani hem büyük sebebi hem küçük
sebebi, dört azadaki iki tahâreti ve bütün bedendeki büyük tahâreti ve
alternatif tahâreti yani sadece iki uzva yapılan teyemmümü de kapsamış
olmaktadır. Çünkü alternatif tahârette büyük tahâret ve küçük tahâret
eşittir.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
207
Buna göre ister şehvetle olsun ister şehvetsiz olsun ondan bir şey
çıkmadıkça tercih edilen görüşe göre kadına dokunmak mutlak manada
abdesti bozmaz. Erkekten bir şey çıkarsa ve çıkan şey meni ise gusletmesi gerekir. Eğer çıkan şey mezi ise kadın ve erkeğin abdestle birlikte
gusletmeleri de gerekir.
SORU-156: Bir öğretmen öğrencilerine Kur’ân öğretiyor. Okulda
veya yakınında su bulunmuyor. Hâlbuki Kur’ân’a ancak abdestli olanlar
dokunabilir. Bu durumda öğretmen ne yapacaktır?
CEVAP: Okulda ve yakınında su bulunmadığı zaman öğrencilerine
okula abdestli gelelerini tenbih etmelidir. Çünkü Kur’ân’a ancak abdestli olanlar dokunabilir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Amr b. Hazm’a yazdığı mektupta şu ifadeler geçmektedir: “Kur’ân’a temiz olandan başkası
dokunmasın.”(1) Buradaki temiz, kendisinden abdestsizlik hali kalkmış
olan kimsedir. Bunun delîli, abdest, gusül ve teyemmüm hakkındaki şu
âyettir: “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsân ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur
ki şükredersiniz.” (Mâide: 6). Âyetteki “Allah sizi tertemiz kılmak ister”
ifadesi insanın abdest ve gusülden önce temiz olamayacağının delîlidir.
Buna göre bir kimsenin temiz ve abdestli olmadıkça Kur’ân’a dokunması câiz değildir. Ancak bazı ilim adamları, ihtiyaçları ve abdesti henüz
idrak edememiş olmaları sebebiyle küçüklerin Kur’ân’a dokunmalarına
ruhsat vermişlerdir. Fakat Kur’ân’a temiz olarak dokunmaları için öğrencilere abdestin emredilmesi daha evladır.
Soruyu soran kimsenin: Çünkü Kur’ân’a ancak abdestli olanlar dokunur, demesine gelince sanki o, Mushaf’a dokunmak için abdestli olmanın vâcibliğine bu âyetle istidlal etmeyi kast ediyor. Âyette buna dair
bir delâlet yoktur. Çünkü “Ona ancak temiz olanlar dokunur” (Vakıa:
79) âyetiyle kast edilen, âyetin öncesinde geçen saklı kitaptır, yani Levh-i
Mahfuz’dur. Temiz olanlar ile kast edilen ise meleklerdir. Eğer bunun‫ ﻻ ﳝﺴﻪ‬veya ‫ﺇﻻﺍﳌﺘﻄﻬﺮﻭﻥ‬
la abdestli olanlar kast edilmiş olsaydı ‫ﺍﻻﺍﳌﻄﻬﺮﻭﻥ‬
‫ﱢ‬
‫ﱢ‬
(1) Dârimî, Kitâbu’t-Talak, 3. bâb; Nesâî, 5718.
208
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
buyrulurdu. Mushaf’a sadece abdestle dokunmak câizdir demedi. Fakat
biraz önce işaret ettiğimiz hadîs buna delîlidir.
SORU-157: Guslü gerektiren şeyler nelerdir?
CEVAP: Guslü gerektiren haller şunlardır:
Birincisi: Uykuda veya uyanık iken şehvetle meninin gelmesidir.
Fakat uykuda iken şehveti hissetmese bile meni geldiği zaman gusletmesi gerekir. Çünkü uyuyan kimse kendi kendine hissetmediği halde
ihtilam olabilir. Her durumda ondan şehvetle meni çıktığı zaman gusletmesi gerekir.
İkincisi: Cinsel ilişkidir. Erkek karısıyla cinsel ilişkiye girdiği zaman cinsel organının sünnet mahalli veya daha fazlası karısının fercine
girmekle gusletmesi gerekir. Birincisinin delîli Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu
hadîsidir: “Su ancak sudan dolayı icap eder.”(1) Yani meni indiği zaman
gusletmek gerekir. İkincisinin delîli ise Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu
sözüdür: “Erkek kadının dört şubesi arasına oturup da onu yorarsa yıkanmak vâcib olur.”(2) Bu durumda meni inmese bile gusül vâcib olur.
Bu mes’elenin, yani menisiz birleşme mes’elesinin hükmü pek çok kimse tarafından bilinmemektedir. Hatta bazı kimseler haftalarca ve aylarca eşiyle inzal vaki olmadan cinsel ilişkide bulunduğu halde hükmünü
bilmediği için boy abdesti almamaktadır. Bu, tehlikeli bir durumdur.
Allah’ın Peygamberine indirdiği şeylerin sınırlarını bir insanın bilmesi
gerekir. Bir kimse karısıyla cinsel ilişkide bulunduğu zaman biraz önce
zikrettiğimiz hadîsten dolayı inzal vaki olmasa/meni gelmese bile her
ikisine de gusül vâcib olur.
Üçüncüsü: Guslü gerektiren şeylerden birisi de hayız ve loğusalık
kanının çıkmasıdır. Kadın aybaşı olup da daha sonra temizlendiği zaman gusletmesi gerekir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sana
kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay
halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara
(1) Müslim, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu İnneme’l-Mau bi’l-Mai, (343).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ğusl, Bâbu İze’lteka’l-Hıtanani (291), Müslim Kitâbu’l-Hayz, Bâbu
Nisbeti’l-Mai mine’l-Mai.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
209
yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara: 222). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de kendilerinde özür kanı gören kadınların hayız müddeti kadar oturup bekledikleri
zaman gusletmelerini emretmiştir. Loğusalar da onlar gibidir, onların
da gusletmeleri gerekir.
Hayız ve loğusalıktan dolayı yıkanmanın şekli cünüplükten dolayı
yıkanmanın şekli gibidir. Ancak bazı ilim adamları hayızlı kadının sidirle gusletmesinin müstehap olduğunu söylediler. Çünkü bu, onların
daha iyi temizlenmelerini sağlar.
Bazı âlimler Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kızını yıkayan kadınlara
söylediği şu sözleri delîl getirerek ölümü de guslü gerektiren haller içine
dâhil etmişlerdir: “Kızımı su ve sidr ile üç yahut beş yahut lüzum görürseniz bundan daha çok yıkayınız.”(1) Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬, Arafat’ta
ihramlı iken biniti tarafından boynu kırılıp ölen bir adam hakkında şöyle buyurdu: “Onu su ve sidr ile yıkayın ve iki elbisesinin içinde defnedin.”(2)
Onlar ölümün de guslü vâcib kılan şeylerden biri olduğunu söylediler,
fakat buradaki vâciblik dirilikle ilgilidir. Çünkü ölünün yükümlülüğü
ölümüyle birlikte sona erer. Fakat Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bu konudaki emri sebebiyle hayattakilerin ölülerini yıkamaları gerekir.
SORU-158: Oynaşmak ve öpüşmek guslü gerektirir mi?
CEVAP: Meni inmedikçe sadece oynaşmak ve öpüşmekle ne erkeğe
ne de kadına gusletmek gerekmez. Ancak her ikisinden de bu esnada
meni geldiği zaman her ikisine de gusletmek gerekir. Sadece birisinden meni gelirse sadece onun gusletmesi gerekir. Bu sadece oynaşma,
öpüşme veya kucaklaşma durumu olduğu zaman geçerlidir. Cinsel ilişki
gerçekleştiği zaman ise cinsel ilişki her durumda hem kadına hem erkeğe, meni gelmese bile guslü gerektirir. Çünkü Ebû Hureyre radıyal(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Ğuslu’l-Meyyiti ve Vudûihi bi’l-Mai ve’s-Sidr (1253).
Müslim, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Fi Ğusli’l-Meyyiti (939).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Keyfe Yükfenu’l-Muhrim (1267). Müslim, Kitâbu’lHac, Bâbu Mâ Yüf’alü bi’l-Muhrimi iza Mâte (1206).
210
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lahu anh’in rivâyet ettiği bir hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Erkek kadının dört şubesi arasına oturup da onu yorarsa
yıkanmak vâcib olur.”(1) Bu hadîsin Müslim tarafından rivâyet edilen lafzında “meni inmese bile” ilavesi vardır. Bu mes’ele kadınların pek çoğu
tarafından bilinmemektedir. Kadın, hatta bazen de inzal vaki olmadan
yapılan cinsel birleşmelerde guslün gerekmediğini zannetmektedirler.
Bu büyük bir cehalettir. Her ne olursa olsun cinsel birleşme guslü gerektirir. Cinsel birleşmenin dışındaki yararlanmalarda ise ancak meni
geldiği zaman gusül gerekir.
SORU-159: Bir kimse uyandığı zaman elbisesinde bir ıslaklık görürse gusletmesi gerekir mi?
CEVAP: Bir kimse uyanıp da bir ıslaklık gördüğü zaman şu üç durumdan hali değildir:
Birinci Durum: Bunun meni olduğuna kesin kanaat getirir. İhtilam
olduğunu ister hatırlasın ister hatırlamasın bu durumda yıkanması gerekir.
İkinci Durum: Meni olmadığına kesin kanaat getirmesidir. Bu durumda yıkanması gerekmez. Fakat ıslaklığın isabet ettiği yeri yıkaması
gerekir. Çünkü onun hükmü idrarın hükmü gibidir.
Üçüncü Durum: Bu ıslaklığın meni olup olmadığını bilememesidir.
Bu durumun ayrıntısı vardır:
Birincisi: Eğer uykusunda ihtilam olduğunu hatırlarsa, bunu meni
olarak kabul eder ve yıkanır. Çünkü Ummu Seleme radıyallahu anha
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e: Uykusunda erkeğin gördüğü şeyi gören kadına gusül gerekir mi? diye sorduğu zaman şöyle buyurdu: “Suyu gördüğü zaman evet.”(2) Bu hadîs, ihtilam olup da ıslaklık gören kimseye
guslün gerektiğinin delîlidir.
İkincisi: Uykusunda bir şey görmediği zaman, eğer uyumadan önce
cima konusunu düşünmüşse bunu mezi olarak kabul eder.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) Müslim, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Vucubi’l-Ğusli ale’l-Mer’eti bi Huruci’l-Meniyyi Minha (311).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
211
Eğer uykusundan önce böyle bir şey düşünmemişse bu ihtilâf konusudur.
İhtiyaten yıkanması gerekir de denildi
Yıkanması gerekmez de denildi. Çünkü asıl olan beraet-i zimmettir.
SORU-160: Cenabetle ilgili hükümler nelerdir?
CEVAP: Cenabetle ilgili hükümler şunlardır:
Birincisi: Cünüp olan kimsenin farz, nafile hatta cenaze namazını kılması haramdır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Namaz
kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi,
başlarınızı mesh edip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın” (Mâide:6).
İkincisi: Cünübün Kâbe’yi tavaf etmesi haramdır. Çünkü Kâbe’yi
tavaf etmek mescitte beklemek demektir. Hâlbuki Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Ne söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoş iken ve yolcu olmanız dışında, cünüp iken namaza yaklaşmayın.”
(Nisâ: 43).
Üçüncüsü: Cünübün Mushaf’a dokunması haramdır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’a ancak temiz olan
dokunsun.”(1)
Dördüncüsü: Abdestli olmadıkça cünübün mescitte beklemesi haramdır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler! Ne
söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoş iken ve yolcu olmanız dışında,
cünüp iken namaza yaklaşmayın.” (Nisâ: 43).
Beşincisi: Gusletmedikçe cünübün Kur’ân okuması da haramdır.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬cünüp olmadığı sürece sahâbîlere
Kur’ân okuturdu.
Bu beş hüküm üzerinde cenabet olan kimselerle ilgilidir.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
212
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-161: Gusül nasıl yapılır?
CEVAP: Gusül iki şekilde yapılır:
Birinci Şekli: Vâcib olan şeklidir. Bu, bütün vücuda suyun ulaştırılmasıdır ki ağza ve buruna su vermek de buna dâhildir. Hangi şekilde
olursa olsun kişi, bütün vücuduna suyu ulaştırdığı zaman büyük hadesten kurtulmuş ve tam olarak temizlenmiş olur. Çünkü Allah teâlâ: “Eğer
cünüp iseniz boy abdesti alın” (Mâide: 6). buyurmuştur.
İkinci şekli: Tıpkı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in guslettiği gibi tam
olarak gusül abdesti almaktır. O cünüplükten dolayı gusletmek istediği zaman ellerini yıkardı, sonra fercini ve cenabetten kirlenen yerlerini
yıkardı. Sonra abdest bölümünde zikrettiğimiz gibi tam olarak abdest
alırdı. Sonra başına su dökerek üç defa yıkardı. Sonra bedeninin kalan
kısmını tam olarak yıkardı. İşte tam boy abdestinin şekli budur.
SORU-162: Bir kimse guslettiği zaman ağzına burnuna su vermezse
guslü sahîh olur mu?
CEVAP: Ağza ve buruna su vermeden gusül sahîh olmaz. Çünkü
“Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın” âyeti bütün bedeni kapsar. Ağzın
ve burunun içi de yıkanması gereken bedene dâhildir. Bu sebeple Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬abdestte ağza ve buruna su vermeyi emretmiştir. Çünkü ağzı ve burunun içi abdest âyetindeki “yüzlerinizi yıkayın”
(Mâide: 6) emrine dâhildir. Yüzü yıkarken ağzın ve burnun içi de ona
dâhil olduğu zaman –ki yüz boy abdestinde yıkanması vâcib olan yerlerdendir- cenabetten dolayı boy abdesti alırken de ağza ve buruna su
vermek vâcib olur.
SORU-163: Suyu kullanmak imkânsız olduğu zaman ne ile tahâret
yapılır?
CEVAP: Bulunmaması veya kullanılmasının zarar vermesi sebebiyle suyu kullanma imkânı olmadığı zaman teyemmüm onun yerine
geçer. Teyemmüm yapılırken, iki el toprağa vurulur, sonra ellerle önce
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
213
yüze mesh edilir, sonra eller birbirine mesh edilir. Fakat bu sadece hadesten tahâret için geçerlidir.
Necâsetten tahârete gelince bu necâset ister bedende olsun ister
elbisede olsun, isterse namaz kılınacak mekânda olsun teyemmüm ile
necâset temizliği yapılamaz. Çünkü necâsetten temizlenmekten maksat bu necâsetin kendisinin ortadan kaldırılmasıdır. Bunda taabbüd şart
değildir. Bu sebeple bu pisliğin kendisi insanın kastı olmaksızın ortadan
kaybolursa o pisliğin bulunduğu mahal temiz hale gelir. Pis bir mekâna
veya pis bir elbisenin üzerine yağmur yağsa da inen yağmur damlalarıyla pislik zâil olsa insanın bununla ilgili bir bilgisi olmasa bile necâsetin
bulunduğu mahal bununla temizlenmiş olur. Hadesten tahâret böyle
değildir. Çünkü hadesten tahâret, yani abdest ve gusül insanın Allah’a
yaklaştığı birer ibâdettir. Bu sebeple bunda niyet gereklidir.
SORU-164: Soğuk bir zamanda cünüp olan bir kimse teyemmüm
yapabilir mi?
CEVAP: Bir kimse cünüp olduğu zaman “Eğer cünüp iseniz boy
abdesti alın” (Mâide: 6) âyeti sebebiyle gusletmesi gerekir. Eğer soğuk
bir gecede cünüp olmuşsa ve soğuk su ile yıkanamazsa imkân bulduğu
zaman suyu ısıtması gerekir. Su ısıtıcısı bulunmadığı için suyu ısıtma
imkânını bulamadığı zaman böyle bir durumda cünüplükten kurtulmak için teyemmüm eder ve namazının kılar. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz yahut
yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh
edin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve
şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.” (Mâide:
6). Cünüplükten dolayı teyemmüm ettiği zaman bununla temiz olur ve
suyu buluncaya kadar da temiz olarak kalır. Suyu bulduğu zaman gusletmesi üzerine vâcib olur. Çünkü Sahîh-i Buhârî’de İmran b. Husayn
tarafından rivâyet edilen uzun bir hadîste anlatıldığına göre Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namaz kılmakta olan bir topluluktan ayrılıp bir kenarda
214
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bekleyen bir adam görür ve ona: “Seni bunlara katılmaktan engelleyen
şey nedir?” diye sorar. Adam cünüp olduğunu ve yıkanacak su bulamadığını söyler. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona der ki: “Yeryüzündeki toprağa
bak, o sana yeter.” Sonra su bulundu ve Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬o adama
suyu verdi ve dedi ki: “Haydi bunu üzerine dök.”(1) Bu hadîs, teyemmüm
eden kimse, ister cenabetten dolayı teyemmüm etsin, ister abdest için teyemmüm etsin suyu bulduğu zaman onunla gusletmesi ve abdest alması
gerektiğinin delîlidir. Teyemmüm eden cenabetten dolayı veya abdest
almak için teyemmüm ettiği zaman tekrar cünüp oluncaya veya suyu
buluncaya kadar temizdir. Buna göre her bir vakit için cenabetten dolayı
aldığı teyemmümü yenilemesine gerek yoktur. Bir daha cünüp olmadıkça sadece abdesti bozulduğu zaman yeniden teyemmüm eder.
SORU-165: Teyemmüm yapılan toprağın tozlu olması şart mıdır?
“Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin.” âyetindeki
“o toprakla” sözü tozun şart olduğuna delâlet eder mi?
CEVAP: Tercih edilen görüşe göre teyemmüm için tozlu toprak olması şart değildir. İçinde toz olsun veya olmasın yer üzerine teyemmüm
edildiği zaman bu yeterlidir. Buna göre yeryüzüne yağmur yağdığı zaman bu durumda yerde toz olmasa bile insan ellerini yere vurur ve yüzüyle ellerini mesh eder. Çünkü Allah teâlâ “Bunun için de yüzlerinizi
ve ellerinizi o toprakla mesh edin.” buyurmaktadır. Çünkü Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ve ashâbı sadece kum bulunan yerlere yolculuk yaparlardı, oralarda yağmura tutulurlardı ve Allah’ın emrettiği gibi teyemmüm
yaparlardı. Tercih edilen görüşe göre insan arz üzerine teyemmüm ettiği
zaman bu arzın üzerinde toz bulunsun veya bulunmasın teyemmümü
sahîhtir.
“Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin.”
Âyetindeki “o toprakla” ifadesi ibtida-i gaye içindir, teb’iz için değildir.
Yani toprağı parçalayıp kullanmak için değil maksadı gerçekleştirmeye
topraktan başlamayı ifade etmek içindir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
(1) Buhârî, Kitâbu’t-Teyemmüm, Bâbu Saîdi’t-Tayyibi (344)
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
215
de teyemmüm için ellerini yere vurduğu zaman ellerindeki tozu temizlemek için üflediği rivâyet edilmektedir.(1)
SORU-166: Hasta toprak bulamadığı zaman duvara teyemmüm
edebilir mi? Aynı şekilde yatağına teyemmüm edebilir mi?
CEVAP: Duvar da temiz topraktan sayılır. İster taştan olsun ister
kerpiçten olsun duvar topraktan yapıldığı zaman üzerinden teyemmüm
yapılması câiz olur. Ancak duvar ahşap kaplamalı veya boyalı olduğu
zaman, üzerinde toz toprak varsa teyemmüm yapılır, bunda bir sakınca
yoktur. Arza teyemmüm yapar gibi olur. Çünkü toprak, arzın bir parçasıdır. Üzerinde toz/toprak olmadığı zaman onun üzerinden teyemmüm
yapılmaz. Yatak üzerinden teyemmüm yapmaya gelince eğer üzerinde
toz varsa teyemmüm edilmeli, yoksa teyemmüm edilmemeli. Çünkü
üzerinde toz yoksa topraktan sayılmaz.
SORU-167: Küçük bir çocuğun idrarı elbiseye isabet ettiği zaman
hükmü nedir?
CEVAP: Bu mes’elede sahîh olan şudur: Sütle beslenen oğlan çocuğunun idrarı hafif necâsettir, onu temizlemek için üzerine su dökmek
yeterlidir. Bu, söz konusu elbiseyi ovalamaksızın ve sıkmaksızın necâset
bulunan kısmı kapsayacak şekilde üzerine su dökmektir. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edildiğine göre ona küçük bir oğlan
çocuğu getirilmişti, onu kucağına aldığında çocuk üzerine işedi. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬hemen bir su istedi, üzerine döktü ve yıkamadı.(2)
Kız çocuğuna gelince onun idrarını yıkamak gerekir. Çünkü idrar aslında necistir, yıkanması gerekir. Fakat sünnetin delâleti sebebiyle küçük
oğlan çocuğu istisna edilmiştir.
SORU-168: Elli yaşını geçmiş bir kadın var. Kendisinden bilinen va(1) Buhârî, Kitâbu’t-Teyemmüm, Bâbu Muteyemmimü Hel Yunfehu Fî hima (338).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Vudu’, Bâbu Bevli’s-Sıbyan (223). Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu
Bevli’t-Tıfli’r-Radı’ ve Keyfiyetü Ğuslihi, (286).
216
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
sıfta kan geliyor. Yine elli yaşını geçmiş bir başka kadın var. Ondan da
bilinen vasıfta olmayıp, sadece sarı veya bulanık bir kan geliyor?
CEVAP: Kendisinden bilinen vasıfta kan gelen kadının kanı sahîh
ve tercih edilen görüşe göre hayız kanıdır. Çünkü hayız yaşının üst sınırı
yoktur. Buna göre onun kanı için bilinen hayız kanı hükümleri geçerlidir; namazda, oruçtan ve cimadan uzak durur, temizlenince yıkanması
ve oruçlarını kaza etmesi gerekir.
Kendisinden sarı ve bulanık renkte kan gelen kadına gelince eğer bu
adet zamanında gelirse hayızdır. Adet zamanının dışında gelirse hayız
değildir. Bilinen hayız kanı ise fakat erken veya geç gelmişse –hükmün
değişmesinde- bunun bir etkisi yoktur. Bilakis kan geldiği zaman oturur, bekler, kan kesildiği zaman yıkanır, temizlenir. Bütün bunlar hayız
yaşının sınırı yoktur şeklindeki sahîh ve tercihli görüşe göredir. Elli yaşından sonra hayız olmaz diyenlere göre ise gelen kan siyah ve normal
bir kan bile olsa oruç tutması ve namazı kılması gerekir kan kesildiği
zaman da yıkanması gerekmez. Fakat bu görüş sahîh değildir.
SORU-169: Hamile kadından çıkan kan hayız kanı mıdır?
CEVAP: İmam Ahmed’in dediğine göre hamile kadın hayız görmez. Kadınlar hamile olduklarını hayız kanının kesilmesiyle anlarlar.
İlim ehlinin de dediği gibi hayız, annesinin karnındaki cenini beslemek
için Allah tarafından yaratılmıştır. Bu sebeple hamilelik başladığı zaman kan kesilir. Ancak bazı kadınlar hamilelikten önce olduğu gibi hamilelikten sonra da hayız görmeye devam ederler. Bu kadının hayzının
gerçek hayız olduğuna hükmedilir. Çünkü onun hayzı devam etmektedir ve hamilelikten etkilenmemiştir. Dolayısıyla hamile olmayanların
hayzının mani olduğu her şeye bu hayız da mani olur, onun gerektirdiği
şeyleri bu da gerektirir, onun düşürdüğü şeyleri düşürür. Kısaca hamile
kadından çıkan kan iki türlüdür:
Birincisi: Hayız olduğuna hükmedilen türüdür ki bu, kadında hamile olmadan önceki gibi devam eder. Çünkü bu, hamileliğin hayızı etkilemediğinin delîlidir, bu sebeple hayızdır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
217
İkincisi: Hamile kadının arızi bir sebeple karşılaştığı kandır ki, ya
bir olay sebebiyle veya bir şey taşıdığı için veya bir yerden düştüğü için
gelebilir. Bu, hayız kanı değil, damardan gelen bir kandır. Bu sebeple
namaza ve oruca mani değildir, kadın temiz hükmündedir.
SORU-170: Hayzın günlerle bilinen alt ve üst sınırı var mıdır?
CEVAP: Sahîh olan görüşe göre hayzın günlerle belirlenmiş bir alt
ve üst sınırı yoktur. Çünkü Allah teâlâ: “Sana kadınların aybaşı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir. Onun için aybaşı halinde
oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın.” (Bakara: 222) buyurdu ve yasaklamaya gün olarak bir üst
sınır koymadı, bilakis yasaklamanın üst sınırını kadının hayızdan temizlenmesi olarak belirledi. Bu, hükmün illetinin hayzın olması veya
olmaması olduğunun delîlidir. Kadın hayız gördüğü zaman hüküm sabit
olur, hayızdan ne zaman temizlenirse hayız hükümleri o zaman ortadan
kalkar. Sonra buna bir sınır koymanın delîli yoktur. Hâlbuki zarûret bunun açıklanmasını gerektirir. Eğer bu şer‘an belirli bir yaş veya zamanla
sınırlanmış olsaydı Allah’ın Kitâbı’nda ve Peygamberinin Sünneti’nde
bu açıklanırdı. Bundan dolayı bir kadının kadınlar tarafından hayız olduğu bilinen gördüğü her kan, herhangi bir zamanla sınırlı olmaksızın
hayız kanıdır. Ancak kadının gördüğü bu kan hiç kesintisiz devam ederse veya ay içinde bir iki gün gibi kısa sürede kesilirse o zaman bu kan
istihaza kanıdır, yani hastalık kanıdır.
SORU-171: İlaç kullanarak kendisinden hayız kanı gelmesine sebep
olan ve namazı terk eden bir kadın bu namazları kaza eder mi etmez
mi?
CEVAP: Hayzın gelmesine sebep olan ve bu yüzden hayzı gelen kadın namazlarını kaza etmez. Çünkü hayız bir kandır, bulunduğu zaman
hükmü de bulunur. Nitekim hayıza engel olacak bir ilaç almış olsa da bu
yüzden hayız gelmeseydi, namazını kılacak, orucunu tutacak ve orucu
kaza etmeyecekti. Çünkü hayızlı değildir. Hüküm illetiyle birlikte gelir
218
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
gider. Allah teâlâ: “Sana kadınların aybaşı halinden de soruyorlar. De
ki: O bir eziyettir” (Bakara: 222) buyurmaktadır. Dolayısıyla bu eziyet bulunduğu zaman onun hükmü de bulunur, bulunmadığı zaman hükmü
de bulunmaz.
SORU-172: Hayızlı bir kadının Kur’ân okuması câiz midir?
CEVAP: İhtiyaçtan dolayı hayızlı bir kadının Kur’ân okuması
câizdir. Mesela bir öğretici olabilir ve öğretmek için Kur’ân okuyabilir veya öğrenci olabilir ve öğrenmek için Kur’ân okuyabilir veya küçük
büyük çocuklarına Kur’ân öğretebilir. Onların okuduğunu düzeltebilir
ve onlardan önce âyeti okuyabilir. Önemli olan hayızlı kadının Kur’ân
okumasına ihtiyaç olduğunda okuması câizdir ve bunda bir sakınca
yoktur. Aynı şekilde şâyet unutmaktan korkuyorsa hatırlamak için okuyor olabilir. Hayızlı bile olsa onun okumasında da sakınca yoktur. Bazı
ilim adamlarına göre de ihtiyaç olsun olmasın hayızlı kadının Kur’ân
okuması mutlak olarak câizdir.
Diğer bazılarına göre de ihtiyaç olsa bile hayızlı kadının Kur’ân
okuması haramdır.
Demek ki bu konuda üç tane görüş vardır. Söylenmesi gereken şudur: Öğretmek veya öğrenmek veya unutmamak için Kur’ân okumaya
ihtiyacı olduğu zaman hayızlı kadının Kur’ân okumasında sakınca yoktur.
SORU-173: Bir kadın gördüğü kanın hayız kanı mı, istihaza kanı
mı, yoksa başka bir şey mi olduğunu karıştırdığı zaman neye itibar edecek?
CEVAP: Kadından çıkan kanın istihaza kanı olduğu açıklığa kavuşmadıkça hayız kanı olması esastır. Buna göre bu kanın istihaza kanı olduğu açıklığa kavuşmadıkça hayız kanı olarak kabul edilmesi gerekir.
SORU-174: Namaz vakti girdikten sonra hayız gören kadının hükmü nedir? Hayız vaktinde geçirdiği namazı kaza edecek mi?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
219
CEVAP: Namaz vakti girdikten sonra âdet gördüğü zaman, mesela
zevalden yarım saat sonra âdet gördüğü zaman, hayızdan temizlendikten sonra temiz iken vakti giren namazı kaza eder. Çünkü Allah teâlâ:
“Namaz mü’minlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisâ: 103) buyurmaktadır.
Hayız vaktinde geçirdiği namaza gelince bunları kaza etmez. Çünkü
Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Kadın hayız olduğu zaman namaz kılmaz ve
oruç tutmaz, değil mi?” buyurdu.(1) İlim sahipleri kadının hayız müddeti
esnasında geçirdiği namazı kaza etmeyeceğinde icma etmişlerdir.
Kadın temizlendikten sonra en az bir rekât kılacak kadar bir vakit
kaldığı zaman ise temiz olduğu bu vaktin namazını kılacaktır. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim güneş batmadan
önce ikindinin bir rekâtına yetişirse ikindiye yetişmiş olur.”(2) İkindi vakti
çıkmadan veya güneş doğmadan önce temizlendiği ve bir rekâtı kılacak
kadar vakti kaldığı zaman birincisinde ikindi namazını, ikincisinde sabah namazını kılar.
SORU-175: Altı gün hayız görmeyi âdet edinen bir kadının daha
sonra âdetli günlerinin sayısı arttığı zaman ne yapmalıdır?
CEVAP: Bu kadının âdeti altı gün olduğu sonra bu müddet uzadığı,
dokuz, on, hatta on bir güne kadar âdet gördüğü zaman, temizleninceye
kadar namaz kılmadan bekleyecektir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
hayız için beli bir süre sınırı koymamıştır. Allah teâlâ da: “Sana kadınların aybaşı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir” (Bakara: 222)
buyurmuştur. Bu kan devam ettiği zaman kadın temizlenip yıkanıncaya
kadar bu hali üzere kalır. Temizlenip yıkandıktan sonra namazını kılar.
İkinci ay bundan daha az bir süre kan geldiği zaman öncekinden eksik
bile olsa temizlenince yıkanır. Önemli olan kadının hayızlı olduğunda
namaz kılmamasıdır. Hayzı önceki âdetine ister uygun olsun, isterse
fazla veya eksik olsun fark etmez. Temizlendiği zaman namazını kılar.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Terki’l-Hâizi’s-Savme. (304).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu Men Edrake Rekaten mine’s-Salati (607).
220
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-176: Bir kadın aylık âdetini gördükten sonra temizlenip yıkandı. Dokuz gün namaz kıldıktan sonra kendisinden kan geldi. Üç gün
namaz kılmayıp bekledi. Sonra temizlendi, on bir gün namaz kıldı ve
aylık mutat âdeti tekrar geldi. Bu üç günde kılmadığı namazları iade
edecek mi yoksa onları hayız olarak mı kabul edecek?
CEVAP: İki hayız arasındaki müddet ister kısa olsun ister uzun olsun hayız ne zaman gelirse gelsin hayızdır. Hayız gördüğü ve temizlendiği zaman ve beş gün veya altı gün veya on gün sonra ikinci defa âdeti
geldiği zaman oturur ve namaz kılmaz. Çünkü o hayızdır ve devamlı
böyledir. Ne zaman temizlenir sonra hayız görürse oturup beklemesi
gerekir. Ancak kanı kesilmeden devam ederse veya çok az kesilirse o
zaman istihazalı olur ve sadece âdeti kadar oturur.
SORU-177: Hayızdan iki gün önce kadından gelen sarı sıvının hükmü nedir?
CEVAP: Bu sarı sıvı hayız gelmeden önce gelirse hiçbir şey değildir. Çünkü Ümmü Atıyye şöyle dedi: “Biz sarılığı ve bozluğu hiçbir şey
(yani namaza mani) addetmezdik.” Bu hadîsi Buhârî tahrîc etti. Ebû
Dâvûd’un rivâyetinde bu hadîs şöyle geçer: “Biz temizlendikten sonraki sarılığı ve bozluğu hiçbir şey (yani namaza mani) addetmezdik.” Bu
sarılık hayızdan önce olduğu ve hayız kanından farklı olduğu zaman
bir şey ifade etmez, namaza mani olmaz. Ancak kadın bunu hayzın bir
mukaddimesi, habercisi olduğunu bilirse temizleninceye kadar oturur,
namaz kılmaz.
SORU-178: Temizlendikten sonra görülen sarı ve bulanık sıvının
hükmü nedir?
CEVAP: Kadınların hayız konusundaki sorunları sahili olmayan
bir denizdir. Bu sorunların sebeplerinden birisi de hamileliği ve hayzı
engellemek için kullandıkları haplardır. Daha önceki insanlar bu gibi
problemlerin çoğunu bilmiyorlardı. Kadınlar var olduğu sürece bu
problemin bitmeyeceği doğrudur. Fakat sorunlarının çözümünde insanı
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
221
şaşkın bırakan bu şekildeki bir artış üzüntü verici bir durumdur. Genel kural şudur: Kadın temizlendiği ve hayızdan temizlendiğine kesin
kanaat getirdiği zaman, yani hayız bezi kireç gibi beyaz çıktığı zaman
ki o kadınların bildikleri beyaz bir sudur, artık temizlendikten sonraki
hiçbir sarılık veya bulanıklık veya nokta veya rutubet hayız değildir. Namaza engel değildir, oruca engel değildir ve erkeğin eşiyle birleşmesine
engel değildir. Çünkü o bir hayız değildir. Ümmü Atıyye dedi ki: : “Biz
sarılığı ve bozluğu hiçbir şey (yani namaza mani) addetmezdik.”(1) Bunu
Buhârî rivâyet etti, Ebû Dâvûd buna “temizlendikten sonra” ilavesinde
bulundu. Bunun da senedi sahîhtir.(2)
Buna göre deriz ki: Hayızdan temizlendiğine kesin kanaat getirdikten sonra meydana gelen bu gibi şeylerin hiçbirisi kadına bir zarar
vermez, namazına, orucuna ve kocasıyla birleşmesine mani olmaz. Fakat temizlendiğini görünceye kadar acele etmemesi gerekir. Çünkü bazı
kadınlar kan hafiflediği zaman acele ederler ve temizliği görmeden hemen yıkanırlar. Bu sebeple sahâbe kadınları mü’minlerin annesi Aişe’ye
içinde sarılık olan bir pamuk göndermişler ve fikrini sormuşlardı. Aişe
radıyallahu anha onlara şöyle demişti: “Kireç beyazlığını görünceye kadar acele etmeyin.”(3)
SORU-179: Hayzı engelleyici hapları kullanmanın hükmü nedir?
CEVAP: Sağlık açısından kendisine zarar vermediği zaman kadının
hayzı engellemek için haplar kullanmasında kocasının izin vermesi şartıyla bir sakınca yoktur. Fakat benim bildiğime göre bu haplar kadına
zararlıdır. Malumdur ki hayız kanının çıkması tabii bir çıkıştır. Tabii
olan bir şey geleceği vakitte engellendiği zaman bu engellemenin vücuda zarar vermesi kaçınılmazdır. Bu hapların sakıncalarından biri de
kadının âdetini karıştırması ve farklılaştırmasıdır. O zaman da kadın
tedirginlik içinde kalır, namazında, kocasıyla ilişkisinde ve diğer şeylerde şüphe ve tereddüt düşer. Bu sebeple ben bunların haram olduğunu
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu Sufrati ve’l-Kederâti Ba’de’t-Tuhr (326).
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’t-Tahare, Bâbu fi’l-Mer’eti Tera’l-Kederati ve’s-Sufrati Ba’de’tTuhri (306).
(3) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu İkbalü’l-Mehızi ve İdbaruhu.
222
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
söylemiyorum, fakat zarar vereceğinden korktuğum için kadınların bu
hapları kullanmalarını hoş karşılamıyorum.
Ben diyorum ki kadının Allah’ın takdirine razı olması gerekir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Veda haccında mü’minlerin annesi Aişe radıyallahu anha’nın yanına girmişti. Aişe ağlıyordu. Umre için ihrama girmişti. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona: “Neyin var, hayız mı oldun?” diye
sordu. Aişe: Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Bu, Allah’ın Âdem kızları üzerine yazdığı bir durumdur.”(1)
Kadının yapması gereken şey sabretmektir ve sevabını Allah’tan beklemektir. Hayız sebebiyle oruç tutamadığı ve namaz kılamadığı zaman
Allah’a hamd olsun zikir kapısı açıktır. Allah’ı zikreder ve tesbih eder,
sadaka verir, insanlara sözle ve fiille iyilik yapar. Bunlar amellerin en
faziletlilerindendir.
SORU-180: Loğusa bir kadın kırk gün geçtikten sonra da kanaması
devam ettiği zaman namaz kılıp oruç tutabilir mi?
CEVAP: Loğusa bir kadının kanaması kırk günden sonra da devam
ettiği ve durumunda bir değişiklik olmadığı zaman bu fazlalık geçmişteki âdet günlerine tesadüf etmişse oturup bekler, geçmişteki âdet günlerine tesadüf etmezse bu konuda âlimler ihtilâf etmişlerdir:
Onlardan bir kısmı demişlerdir ki: Kanı akmaya devam etse bile
gusleder, namazını kılar ve orucunu tutar. Çünkü o böyle bir durumda
istihazalı gibidir.
Bir kısmı da şöyle demiştir: Altmış günü tamamlayıncaya kadar
bekler. Çünkü loğusalığı altmış gün devam eden kadınlar vardır. Bu bir
gerçektir. Bazı kadınların loğusalığı altmış gündür. Buna dayanarak o
altmış günü tamamlayıncaya kadar bekler. Bundan sonra mutat hayzına
döner, âdeti miktarınca oturur, sonra yıkanır ve namazını kılar. Çünkü
artık o zaman o istihazalıdır, özür sahibidir.
SORU-181: Loğusa bir kadın kırk günü tamamlamadan önce temiz(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayz, Bâbu el-Emru bi’n-Nisai iza Nefisne (294). Müslim, Kitâbu’lHac, Bâbu Beyâni Vucuhi’l-İhrami (1211) (120).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
223
lenirse kocasıyla birleşebilir mi? Kırk günden sonra yeniden kan gelmeye başlarsa hüküm ne olur?
CEVAP: Loğusa bir kadının kocasıyla cinsel ilişkiye girmesi câiz
değildir. Kırk günün içinde temizlendiği zaman namazını kılması gerekir ve kıldığı namaz sahîh olur. Bu durumda kocasıyla birleşmesi de
sahîhtir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Sana kadınların ay halini
sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın.” (Bakara:
222). Rahatsızlık var olduğu müddetçe ki o bir kandır, cima etmesi câiz
değildir. Bundan temizlendiği zaman cima câiz olur, ayrıca namazını
da kılması gerekir. Kırk gün içinde temizlendiği zaman loğusalıkta yapamadığı her şeyi yapabilir. Kocasıyla cima etmesi de câiz olur. Ancak
cima sebebiyle kanın tekrar gelmemesi için kırk günü tamamlayıncaya
kadar sabretmesi gerekir. Fakat bundan önce cima ederse bunda da bir
sakınca yoktur.
Kırk günden sonra ve temizlendikten sonra kan gördüğü zaman
bunu loğusalık kanı olarak değil hayız kanı olarak kabul etmesi gerekir. Hayız kanının ne olduğu kadınlarca bilinir. Bunu hissettiği zaman
bu bir hayız kanıdır. Eğer kanı devam ederse ve sadece çok az bir süre
kesilirse o kadın istihazalı olur. Böyle bir durumda hayzındaki âdetine
döner ve âdeti kadar oturur, bekler. Âdetinden fazla devam ederse yıkanır ve namazını kılar. En iyi bilen Allah’tır.
SORU-182: Bir kadın üçüncü ayda düşük yaparsa namazını kılar
mı, yoksa namazı terk eder mi?
CEVAP: İlim sahiplerince bilinmektedir ki bir kadın üç aylık hamileyken düşük yaptığı zaman namaz kılmaz. Çünkü bir kadın insan şekli
belirgin hale gelmiş bir cenini düşürdüğü zaman kendisinden gelen kan
loğusalık kanıdır, bu kanı gördüğü zaman namazını kılmaz.
Âlimler dediler ki: Seksen bir günü tamamladığı zaman ceninin
şekli belirgin hale gelebilir. Bu, üç aydan daha az bir süredir. Cenini
224
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
üç aylık hamileyken düşürdüğüne kesin olarak kanaat getirdiği zaman
kendisinden gelen kan hayız kanıdır. Ancak seksen günden önce düşürdüğü zaman kendisinden gelen bu kan hastalık kanıdır, bundan dolayı
namazı terk etmez. Soruyu soran bu kadının kendi kendisine düşünmesi gerekir: Cenin seksen günden önce düştüğü zaman namazı kaza
eder. Namazı ne kadar terk ettiğini bilemediği zaman tahminde bulunur, araştırır ve zannı galibine göre kılmadığını düşündüğü namazları
kaza eder.
SORU-183: Devamlı kanaması olan bir kadın nasıl namaz kılar ve
ne zaman oruç tutar?
CEVAP: Devamlı kanaması olan böyle bir kadının hükmü, kendisine isabet eden hadesten önceki geçen âdet müddetince namazdan ve
oruçtan uzak durarak oturup beklemesidir. Her ayın başında mesela altı
gün hayız görmek âdeti olduğu zaman böyle kanamalı bir durumda da
her ayın başında altı gün oturur, namaz kılmaz ve oruç tutmaz. Altı gün
geçince yıkanır, namazını kılar ve orucunu tutar.
Bu kadın ve benzerlerinin namazı şöyledir: Bunlar ferçlerini tam
olarak yıkadıktan sonra bir bezle bağlarlar ve abdest alırlar. Bunu farz
namazın vakti girdiği zaman yaparlar, vakit girmeden önce yapmazlar.
Vakit girdikten sonra yapar, sonra namaz kılarlar. Farz namazların vakitlerinin dışında nafile namaz kılmak istedikleri zaman da böyle yaparlar. Böyle bir durumda ve çekecekleri meşakkat sebebiyle ikindi ile
birlikte öğleyi veya öğleyle birlikte ikindiyi ve yatsı ile birlikte akşamı
veya akşamla birlikte yatsıyı birleştirerek kılabilirler. Böylece bir işlemle
öğle ve ikindi namazlarını, bir işlemle akşamla yatsı namazlarını ve bir
işlemle de sabah namazını kılmış olurlar. Bu işlemi beş defa yapmak
yerine üç defa yapmış olurlar. Başarı Allah’tandır.
SORU-184: Namazın hükmü nedir ve kimlere farzdır?
CEVAP: Namaz İslâm’ın en kuvvetli rukünlerinden biridir, hatta
şehâdet kelimelerinden sonraki ikinci rukündür. Organların amelle-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
225
rinden en güçlüsüdür. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hadîsinde de ifade
edildiği gibi İslâm’ın direğidir. O şöyle buyurmuştur: “İslâm’ın direği
namazdır.”(1) Allah teâlâ namazı Muhammed ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e bir beşerin ulaştığı en yüce mekânda, Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in en şerefli
gecesinde ve hiçbir vâsıta olmaksızın bir günde elli defa olarak farz kılmıştır. Fakat Allah teâlâ bunu kullarına günde beş defa ve mîzânda elli
olacak şekilde hafifletmiştir. Bu Allah teâlâ’nın namaza verdiği önemi,
namazı ne kadar çok sevdiğini ve insanın ona vaktinden çok şeyi ayırmasının uygun olacağını gösterir. Namazın farz oluşuna Kitap, Sünnet
ve Müslümanların icmaı delâlet etmektedir:
Kitap’ta Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Korkudan kurtulduğunuzda namazı tam erkânı ile kılın. Çünkü namaz mü’minlere belirli
vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisâ: 103).
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Muâz b. Cebel radıyallahu anh’i Yemen’e
gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu: “Onlara Allah’ın kendilerine günde beş vakit namazı farz kıldığını öğret.”(2)
Müslümanlar namazın farz olduğunda icma ettiler. Bu sebeple
âlimler dediler ki: Bir kimse beş vakit namazı veya bunlardan birini
bile bile inkâr ettiği zaman kâfirdir, dînden çıkmıştır, tevbe etmediği
takdirde kanı ve malı helal olur. Ancak İslâm’a yeni girmiş de İslâm’ın
temel esaslarını henüz bilmiyorsa affedilir. Çünkü bu durumda onun
bilmemesi mazeret olarak kabul edilir. Kendisine bunlar öğretildikten
sonra da namazın farz oluşunu inkârda ısrar ederse kâfirdir.
Namaz ergenlik çağına girmiş aklı başında kadın ve erkek her Müslümana farzdır.
Müslümanın zıddı kâfirdir. Kâfire namaz farz değildir. Yani kâfir
iken namazı eda etmesi gerekmez ve Müslüman olduğu zaman da bunları kaza etmesi gerekmez. Ancak namaz kılmadığı için kıyâmet günü
(1) İmam Ahmed, 5/231; Tirmizî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Mâ Câe fi Hurmeti’s-Salâti
(2616); Nesâî, “el-Kübra”, Kitâbu’t-Tefsîr, Bâbu Kavkihi teâlâ: ‫ﺗﺘﺠﺎﺛﻰ ﺟﻨﻮﺑﻬﻢ ﻋﻦ ﺍﳌﻀﺎﺟﻊ‬
11394)); İbn Mâce, Kitâbu’l-Fiten, Bâbu Keffi’l-Lisan fi’l-Fitneti (3973). Tirmizî hadîs
hasen-sahîhtir dedi.
(2) Buhârî, Kitâbu’z-Zekat, Bâbu Vücubi’z-Zekât (1395); Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu
ed-Duai ile’ş-Şehâdeteeyn ve Şeraia’l-İslami.
226
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
cezalandırılır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ancak amel
defterleri sağından verilenler hariç. Onlar cennettedirler, sorup dururlar, suçluların durumunu. “Nedir sizi Sekar'a sokan?” diye. Suçlular der
ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik. Ceza gününü yalanlardık.” (Müddessir:
39–46) “Biz namaz kılanlardan değildik.” sözü, küfürleriyle ve kıyâmet
gününü yalanlamalarıyla birlikte namazı terkten dolayı cezalandırıldıklarının delîlidir.
Ergenlik çağına giren, erkeğe nispetle kendisinde ergenliğin üç alametinden biri, kadına nispetle dört alametinden biri bulunan kimsedir.
Bu alametlerden birincisi, on beş yaşını tamamlamaktır.
İkincisi uykuda veya uyanık iken şehvetle meninin gelmesidir.
Üçüncüsü cinsel organının etrafında kılların bitmesidir. Bu üç
alamet erkeklerde ve kadınlarda müşterektir. Kadınlarda bunlar ilave
olarak dördüncü bir alamet daha vardır ki o da hayız görmektir. Hayız
ergenlik alametlerindendir.
Akılı olan kimseye gelince bunun zıddı aklı olmayan mecnundur.
Yaşlı erkek veya yaşlı kadın temyiz gücünü kaybedecek derecede ileri
yaşlara ulaştığı zaman ki biz onu bunak olarak biliriz, aklı bulunmadığı
için ona namaz farz değildir.
Hayız ve loğusalığa gelince bu da namazın farz oluşun engeldir. Bir
kadında hayız ve loğusalık hali bulunduğu zaman ona namaz farz değildir. Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Kadın hayız olduğu zaman
namaz kılmaz ve oruç tutmaz, değil mi?”(1) buyurdu.
SORU-185: Hafızasını kaybeden ve bayılan kimselerin dîni yükümlülükleri yerine getirmeleri gerekir mi?
CEVAP: İnsanın eşyayı kavrayabilecek bir aklı olup da vücup ehliyeti bulunduğu zaman Allah teâlâ ona birtakım ibâdetleri farz kılmıştır.
Aklı olmayan kimsenin şer‘î yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmez.
Bu sebeple mecnun mükellef değildir, ayırt etme gücü olmayan çocuk
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
227
mükellef değildir ve ergenlik çağına girmeyen kimse mükellef değildir.
Bu, Allah’ın bir rahmetidir. Delilik derecesine ulaşmayacak şekilde aklını yitirmiş bunak da böyledir, hafızasını kaybetme noktasına gelmiş
yaşlı da böyledir. Buna namaz ve oruç farz değildir. Çünkü o, hafızasını
kaybetmiştir, doğruyu yanlışı ayırt edemeyen çocuk mertebesindedir.
Yükümlülükler ondan düşer, bunları yerine getirmesi gerekmez.
Mali yükümlülüklere gelince, hafızasını kaybetse bile bu yükümlülükler onun malı üzerine vâcibtir
Mesela zekât, onun malının zekâtının verilmesi farzdır. Velîsinin
onun malından zekâtı vermesi gerekir. Çünkü buradaki farzlık malla
ilgili bir farzlıktır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz
edersin.” (Tevbe: 103). Onlardan al demedi, “onların mallarından al” dedi.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Muâz b. Cebel radıyallahu anh’i Yemene gönderdiği zaman ona şöyle dedi: “Onlara Allah’ın kendilerine mallarında
zenginlerinden alıp fakirlerine vereceğin sadakayı farz kıldığını öğret.”(1)
Buna göre hafızasını kaybetmiş kişiden mali yükümlülükler düşmez.
Namaz, abdest ve oruç gibi bedeni yükümlülüklere gelince böyle kimselerden bunlar düşer, çünkü akıl edemezler.
Bir hastalıktan veya benzeri bir sebepten dolayı bayılıp aklını kaybeden kimseye gelince ilim sahiplerinin çoğuna göre ona namaz farz değildir. Hasta bir veya iki gün baygın kalmışsa ona kaza gerekmez. Çünkü aklı yoktur. Onun durumu uyuyan kimsenin durumu gibi değildir.
Uyuduğu için namazını geçiren kimse hakkında Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle demiştir: “Kim uyuduğu veya unuttuğu için namazını geçirirse hatırladığı zaman kılsın.”(2) Çünkü uyuyan kişinin idraki yerindedir. Yani
uyandırıldığı zaman uyanabilir. Baygınlık geçiren kimse ise uyarılsa bile
uyanamaz. Sebepsiz yere bayılan kimsenin durumu budur. Ancak haşhaş gibi uyuşturucu bir şey alarak bayılmasına kendisi sebep olmuşsa
baygınlığı esnasında geçirdiği namazı kaza eder. En iyi bilen Allah’tır.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Mevakit, b. Men Nesiye Salaten… Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu
kazai’s-Salati’l-Faiteti.
228
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-186: Bir adam iki ay boyunca bilincini kaybetti, bu esnada
namaz kılmadı ve Ramazan orucunu tutmadı. Ne yapması gerekir.
CEVAP: Bilincini kaybettiği için adama hiçbir şey gerekmez. Fakat
Allah teâlâ ona ayılmasını takdir ederse Ramazan orucunu kaza etmesi
gerekir. Allah teâlâ onun ölümüne hükmederse bir şey lazım gelmez.
Ancak çok yaşlı ve benzeri kimseler gibi sürekli özür sahibi olan kimselerin velîleri onların oruç tutamadıkları her bir günün bedeli olarak bir
fakiri doyurmaları gerekir.
Namaz gelince âlimler namaz konusunda iki görüşe sahiptirler.
Bu görüşlerden biri cumhura aittir. Onlara göre böyle kimselerin
namazlarının kazası yoktur. Çünkü İbn Ömer radıyallahu anhuma bir
gün ve bir gece baygın kalmış ve bu esnada geçirdiği namazlarını kaza
etmemiştir.(1)
İkinci görüşe göre kaza etmesi gerekir. Bu, sonraki dönemlerin
Hanbelî âlimlerinin görüşüdür. Bu, mezhebin müfredatındandır. Ammar b. Yasir’den rivâyet edilmiştir. O üç gün bayılmış ve geçirdiği namazları kaza etmiştir.(2) Bu fetva 23.2.1394 tarihinde yazılmıştır.
SORU-187: Bir kimsenin namazın şartlarından birini elde etmek
için namazı geciktirmesi câiz olur mu? Mesela su çıkarmak için meşgul
olsa da bu sebeple namazı te’hîr etse câiz olur mu?
CEVAP: Doğrusu mutlak olarak namazı vaktinde kılmamak câiz
değildir. Bir kimse namazın vaktinin çıkacağından korkarsa yakında o
şartı elde etme imkânı olsa bile bulunduğu duruma göre namazını kılar.
Çünkü Allah teâlâ: “Namaz mü’minlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisâ: 103) buyurmaktadır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de namazların
vakitlerini belirlemiştir. Bu, namazları vaktinde kılmanın vâcibliğini
gerektirir. Eğer şartların oluşmasını beklemek câiz olsaydı namaz vaktinden sonra suyu elde etme imkânı olacağı için teyemmümün meşru
kılınması sahîh olmazdı. Namazı uzun bir süre ertelemekle kısa bir süre
(1) Mâlik, Bâbu Mâ Câe fi Camii’l-Vakt (23).
(2) Mâlik, Bâbu Mâ Câe fi Camii’l-Vakt (23).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
229
ertelemek arasında fark yoktur. Çünkü her ikisi de namazı vaktinin dışına çıkarmaktır. Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin tercîhi budur.
SORU-188: Geceyi uykusuz geçirip de sabah namazını ancak vakti
çıktıktan sonra kılabilen kimsenin namazı kabul edilir mi? Vaktinde
kıldığı diğer namazlarının hükmü nedir?
CEVAP: Erkence uyuma imkânına sahip olduğu için sabah namazını vaktinde kılmaya muktedir olduğu halde namazın vaktini erteleyen
kimsenin bu namazı kendisinden kabul edilmez. Çünkü bir adam hiçbir
mazereti olmaksızın namazı vaktinden erteler de daha sonra kılarsa bu
namaz kendisinden kabul edilmez. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim bizim dînimizde olmayan bir iş yaparsa o reddedilir.”(1) Namazı
vaktinde kılmayıp kasten erteleyen kimse Allah’ın ve Rasûlünün emrine uygun olmayan bir iş yapmış olur ve bu iş ondan reddedilir, kabul
edilmez.
Fakat bir kimse ben uyuyorum diyebilir. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
dedi ki: “Kim uyuduğu veya unuttuğu için namazını geçirirse hatırladığı
zaman kılsın. Bu namazın bundan başka keffareti yoktur.”(2)
Biz deriz ki: Erken uyanmak için erken yatma imkânı olduğu zaman
veya kendisini uyandıracak bir saati bulunduğu zaman veya kendisini
uyandıracak kişiye talimat verdiği zaman böyle bir kimsenin namazını
geciktirmesi ve kalkmaması namazı vaktinden kasıtlı olarak te’hîr etmek sayılır ve onun namazı kabul edilmez.
Vaktinde kıldığı diğer namazlara gelince bunlar makbuldür.
Ben bu münasebetle şunu söylemek itiyorum: Bir Müslümanın
Allah’a yapacağı ibâdetini Allah’ın razı olacağı şekilde yapması gerekir.
Çünkü bu dünya hayatında sadece Allah’a ibâdet etmek için yaratılmıştır. Ölümün ne zaman karşısına çıkacağını ve âhiret âlemine, içinde
amelin olmadığı ceza dünyasına ne zaman intikal edeceğini bilemez.
(1) Müslim, Kitâbu’l-Akzıye, Bâbu Nakzı’l-Ahkami’l-Bâtıle ve Raddi Muhdesatu’lUmur.
(2) Tahrîci yukarıda geçti.
230
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Nitekim Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “İnsan öldüğü
zaman ameli kesilir. Sadece şu üç şeyden dolayı kesilmez: Sadakayı cariye, yararlı bir ilim ve kendisine dua eden bir evlat.”(1)
SORU-189: Sabah namazını vakti çıkıncaya te’hîr eden kimsenin
hükmü nedir?
CEVAP: Sabah namazını vakti çıkıncaya kadar erteleyen bu kişiler
eğer bunun helal olduğuna inanıyor idiyseler bu Allah’a karşı bir küfürdür. Çünkü mazeretsiz olarak namaz vaktinin ertelenmesinin helal
olduğuna inanan bir kimse Kitap’a, Sünnet’e ve Müslümanların icmaına
muhalefetinden dolayı kafirdir.
Bunu helal görmeyip de te’hîr etmekle günah işlediğine inanan fakat nefsi veya uykusu galip geldiği için namazı vaktinde kılmayan kimsenin hemen Allah’a tevbe etmesi ve bu fiilinden vazgeçmesi gerekir.
Kâfirlerin en kâfiri için bile tevbe kapısı açıktır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş
olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet
edicidir.” (Zümer: 53). Onları bilen ve tanıyan kimselerin onlara nasihat
etmeleri ve hayra yönlendirmeleri gerekir. Eğer tevbe ederlerse mes’ele
yok. Yoksa sorumluluktan kurtulmak için bu durumu yetkililere bildirmeleri gerekir. Ta ki yetkililer bu ve benzerlerini cezalandırsın. Başarı
Allah’tandır.
SORU-190: Bir adam kızını bir kişiyle nişanlıyor. Nişanladığı adamın durumunu soruşturduğu zaman onun namaz kılmadığını öğreniyor. Kendisine sorulan kişi ona şöyle cevap veriyor: Allah ona hidâyet
eder. Bu duruma göre kızını o adamla evlendirebilir mi?
CEVAP: Kızını nişanladığı adam cemaatle namaz kılmadığı zaman, Allah’a ve Peygamberine isyan etmiş bir fasık olur. Çünkü cema(1) Müslim, Kitâbu’l-Vasiyet, Bâbu Mâ Yulhaku’l-İnsane Mine’t-Tevvabi Ba’de Vefatihi.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
231
atle namaz ibâdetlerin en faziletlisi olduğu için Müslümanların icmaına muhalefet etmiştir. Allah rahmet eylesin Şeyhulislâm İbn Teymiye
Mecmûu’l-Fetava, c.23, s.222’de şöyle demiştir: “Âlimler cemaatle namazın en kuvvetli ibâdetlerden, en kıymetli itaatlerden ve İslâm’ın sembollerinin en büyüklerinden biri olduğunda ittifak etmişlerdir.” Fakat
bu günah kişiyi dînden çıkarmaz. Dolayısıyla Müslüman bir kadınla
evlenmesi câiz olur. Fakat dînde istikâmet ve ahlâk sahibi diğer kişiler,
malca ve soyca ondan geri bile olsalar ondan daha evladırlar. Nitekim bir
hadîsi şerifte şöyle geçmektedir: “Dîninden ve ahlâkından hoşlandığınız
birisi size gelirse onu hemen evlendirin.” Bunu üç defa söyledi. Bu hadîsi
Tirmizî tahrîc etti.(1) Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten rivâyet edilen bir hadîste Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmaktadır: “Bir kadın dört şeyinden dolayı nikâh edilir: Malı,
soyu, güzelliği ve dîni. Sen dîndar olanını tercih et ki elin bereketlensin.”(2)
Bu iki hadîs dîn ve ahlâkı gözetmenin kadın ve erkeğin en önemli gayesi
olması gerektiğinin delîlidir. Allah’tan korkan ve kendi sorumluluğunu
gözeten bir velîye yakışan, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in irşadına önem
vermek ve ona itina göstermektir. Çünkü kıyâmet gününde bundan sorumludur. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O gün Allah onları çağırıp
"Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir.” (Kasas: 65). “Kendilerine
elçi gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen elçilere de soracağız.
Ve elbette onlara, olan-biten her şeyi bir bilgi ile anlatacağız; çünkü biz
onlardan uzak değiliz.” (A’râf: 6, 7).
Eğer kızını nişanladığı adam ne cemaatle ne de kendi başına hiç
namaz kılmıyorsa o İslâm’dan çıkan bir kâfirdir. Tevbe etmesi gerekir.
Eğer tevbe eder ve namaz kılarsa, tevbesinde samimi olduğu zaman
Allah teâlâ tevbesini kabul eder. Yoksa kâfir ve mürted olarak öldürülür. Yıkanmadan, kefenlenmeden ve namazı kılınmadan Müslüman
olamayanların kabristanına gömülür. Kâfir olduğunun delîli Allah’ın
Kitâbındaki ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Sünnetindeki naslardır:
(1) Tirmizî, Kitâbu’n-Nikâh, Bâbu Mâ Câe İzâ Caekum Men Terzavne Dinehu ve Hulukahu fe Zevvicuhu (1085) Tirmiz dedi ki: Bu hadîs hasen-garîbtir. İbn Mâce (1967).
el-Hâkim, 2/175.
(2) Buhârî, Kitâbu’n-Nikah, Bâbu el-Ekfau fi’d-Din, Müslim, Kitâbu’r-Rada’, Bâbu İstihbabu Zati’l-Yedeyn.
232
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Allah teâlâ Kitâbında şöyle buyurmaktadır: “Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.) Fakat tevbe edip îmân
eden ve sâlih amel işleyen bunun dışındadır.” (Meryem: 59–60) “Fakat tevbe edip îmân edenler bunun dışındadır” âyeti, onun namazı kaybedip
şehvetlerine uyduğu zaman mü’min olmayacağının delîlidir.
“Bundan böyle eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse
dînde kardeşleriniz olurlar” (Tevbe: 11). Bu âyet, dînde kardeşliğin ancak namaz kılmak ve zekât vermekle olacağının delîlidir. Fakat Sünnet,
zekâtı terk eden kimse onun farz oluşunu kabul ettiği fakat eda etmediği
zaman kâfir olmayacağının delîlidir. Bu duruma göre îmân kardeşliğinin şartı olarak sadece namaz kılmak kalmaktadır. Bu, namazı terk
etmenin, sadece bir fasıklık veya küçük küfür değil, îmân kardeşliğini
ortadan kaldıran küfür olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Çünkü fasıklık ve küçük küfür, sahibini îmân kardeşliği dairesinin dışına çıkarmaz.
Nitekim Allah teâlâ mü’minlerle savaşan iki topluluğun arasını düzeltme konusunda şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler ancak kardeştirler:
onun için iki kardeşinizin aralarını düzeltin.” (Hucurat: 10). Buhârî’nin
ve diğerlerini İbn Mes‘ûd’dan rivâyet ettiği sahîh bir hadîste mü’minle
savaşmak küfürdür diye ifade edildiği halde bu âyeti kerime birbiriye
savaşan iki topluluğu îmân kardeşliği dairesinden çıkarmamıştır. Söz
konusu hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmaktadır: “Müslümana sövme fasıklıktır, onunla savaşmak küfürdür.”(1)
Namazı terk edenin küfrü konusunda Sünnet’ten delîllere gelince,
mesela Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kişi ile şirk ve
küfrün arasında (yalnız) namazı terk etmek vardır.”(2) Bunu Müslim,
Câbir b. Abdillah’tan nakletmiştir. Burayde b. el-Husayb şöyle dedi: Ben
Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle dediğini işittim: “Bizimle onlar arasındaki ahit namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olur.”(3) Bu hadîsi
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Havfi’l-Mü’min en Yuhbeta Ameluhu ve hüve la Yeş’uru;
Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Kavli’n-Nebiyyi “Sebbu’l-Müslim Fusukun..”
(2) Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Beyâni ıtlaki’l-Küfri ala men Terake’s-Salate.
(3) Ahmed, 5/346; Tirmizî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Mâ Câefi Terki’s-Salâti (2621); Nesâî,
Kitâbu’s-Salâ, Bâbu el-Hukmü fi Tariki’s-Salat; İbn Mâce, Kitâbu İkamet’s-Salat,
Bâbu Mâ Câe fimen Terake’s-Salat (1079). Tirmizî bu hadîsin hasen-sahîh olduğunu
söyledi.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
233
Ahmed ve Sünen sahipleri tahrîc ettiler. Ubâde b. es-Samit radıyallahu
anh’ten rivâyet edildiğine göre onlar Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e yöneticilerin açık bir küfrünü görmedikçe ve onun küfrü hakkında yanınızda Allah’ın Kitâbından bir delîliniz olmadıkça onlara karşı gelmemek
üzere biat ettiler. Bunu anladığın zaman Müslim’in Ümmü Seleme’den
rivâyet ettiği şu hadîsi de iyi düşün: Ümmü Seleme şöyle dedi: Peygamberimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu : “Bir takım emirler gelecek! Onların yaptıkları işlerden bir kısmını tanır, bir kısmını inkar edersiniz. İmdi
kim bilirse beri olur (başka bir rivâyetin lafzı şöyledir: Kim hoş görmezse
kurtulur), kim inkar ederse kurtulur. Kim rızâ gösterir de tâbi' olursa!..,”
Ashap: Onlarla savaşmayalım mı? dediler. “Namaz kıldıkları müddetçe
hayır!”(1) buyurdu. Bu hadîsten anlaşılmaktadır ki, namaz kılmadıkları
zaman onlarla savaşılır. Bir önceki Ubâde hadîsi onlara karşı gelinmeyeceğine delâlet eder. Allah’tan delîli bulunan açık bir küfür sebebiyle onlarla haydi haydi savaşılır. Bu iki hadîsten namazı terk etmenin Allah’tan
delîli bulunan açık bir küfür olduğu hükmü çıkarılır.
Bütün bunlar Allah’ın Kitâbından ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
Sünnetinden namazı terk eden kimsenin dînden çıkarıcı bir küfürle
kâfir olduklarının delîlidir. Ayrıca bu konu İbn Ebi Hatem’in Süneni’nde
Ubade b. es-Samit’ten rivâyet ettiği hadîste de açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. Ubâde b. es-Sâmit radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize şöyle vasiyet etti: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın
ve bile bile namazı terk etmeyin. Kim bilerek namazı terk ederse dînden
çıkar.”(2)
Sahâbîlerin bu konudaki sözlerine gelince Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh şöyle demiştir: “Namazı terk eden kimsenin Müslümanlığı
yoktur.”(3)
Abdullah b. Şakik şöyle dedi: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sahâbîleri namazın dışındaki amellerden hiçbirinin terkini küfür olarak gör(1) Buhârî, Kitâbu’l-Fiten, Bâbu Mâ Câe fi Kavlillai teâlâ “Vetteku Fitneten La Tusıbennellezine Zalemu..” Müslim, Kitâbu’l-İmare, Bâbu Vucubu Taati’l-Umera fi Ğayri
Ma’siyetin ve Tahrimuha fi’l-Masiyeti.
(2) el-Heysemi, el-Mecma’, 4/216, Aynısı el-Hakim’in Müstedrek’inde 4/44’ta geçmektedir.
(3) İbn Ebi Şeybe, el-Îmân,34.
234
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mezlerdi.”(1) Bunu Tirmizî ve Hâkim rivâyet etti. Hâkim bunun sahîh
oluğunu söyledi.
Nakli delîller namazı terk eden kimsenin küfrüne delâlet ettiği gibi
aklî delîller de buna delâlet eder. İmam Ahmed şöyle der: “Namazı hafife
alıp önemsemeyen herkes İslâm’ı da hafife alıp önemsemiyor demektir.
Onların İslâm’dan nasipleri ancak namazdan nasipleri kadardır. İslâm’a
rağbetleri, namaza rağbetleri kadardır.” İbnu’l-Kayyim Namaz Kitabının 400. sahifesinde şöyle der: “Namazı Allah’ın emrettiğini tasdîk eden
bir kimse onu terk etmede asla ısrar etmez. Normalde ve doğal olarak
bir kimsenin Allah teâlâ’nın günde beş vakit namazı farz kıldığını ve
onu terk edeni şiddetle cezalandıracağını kesin bir şekilde tasdîk etmesi
ve buna rağmen namazı ısrarla terk etmesi imkânsızdır. Namazın farz
olduğunu tasdîk eden kimse onu devamlı terk edemez. Çünkü îmân,
sahibine namaz kılmasını emreder. Kalbinde namazı emreden bir şey
olmadığı zaman onun kalbinde îmândan bir şey yok demektir. Kalplerin
hükümleri ve amelleri ile ilgili tecrübesi ve bilgisi olmayan kimsenin sözüne kulak verme.” İbnu’l-Kayyim’in söylediği şeyler bunlardır. O bunları söylerken doğruyu söylemiştir. Bu kadar kolay ve basit olmasına, sevabı ve terkindeki cezası büyük olmasına rağmen kalbinde îmân olduğu
halde bir kimsenin namazı terk etmesi imkânsızdır.
Namaz terk eden kimsenin dînden çıkarıcı bir küfürle kâfir olduğu Kitap ve Sünnet’in nasları ile açıklığa kavuştuğu zaman artık Müslüman bir kadının onunla evlenmesi nasla ve icma ile helal değildir.
Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Müşrik kadınları, îmân etmedikçe
nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, îmân etmiş
olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır.” (Bakara: 221). “Eğer siz
de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları kâfirlere geri
döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar.” (Mümtehine: 10). Müslümanlar bu iki âyetin Müslüman bir kadının kâfir bir erkekle evlenmesinin haramlığına delâlet ettiği üzerinde
icma etmişlerdir. Buna göre bir kimse velîsi olduğu kızını veya başka bir
kadını namaz kılmayan bir erkekle evlendirirse onun bu evlendirmesi
(1) Tirmizî, Kitâbu’l- Îmân Bâbu Mâ Câe fi Terki’s-Salati.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
235
sahîh olmaz. Bu akitle kadın ona helal olmaz. Çünkü bu akit Allah ve
Rasûlünün emrine uygun değildir. Aişe radıyallahu anha’dan rivâyet
edilen hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim bizim dînimizde olmayan bir ameli işlese o reddolunur.”(1)
Koca namazı terk ettiği zaman tevbe etmedikçe ve bilfiil namazla
İslâm’a dönmedikçe nikâh fesih olunduğuna göre başlangıçta namazsız
kimse ile evlendirmeye cesaret eden kimse hakkında ne dersin?!
Özet olarak: Namaz kılmayan bu nişanlı eğer cemaatle namazı terk
ediyorsa fasıktır, bundan dolayı kâfir olmaz, bu durumda evlendirilmesi
câizdir fakat dîndar ve ahlâklı başka birisi ondan daha layıktır.
Ne cemaatle ne de tek başına hiçbir şekilde namaz kılmıyorsa
İslâm’dan çıkan bir kâfir konumundadır. Müslüman bir hanımla evlenmesi hiçbir şekilde câiz değildir. Ancak samimi olarak tevbe eder,
namaz kılar ve İslâm dîninde istikâmet üzere olursa evlenebilir.
Soruyu soran kişinin sözünü ettiği diğer konuya gelince, yani nişanlı kızın babasının nişanladığı adamın durumunu sorduğu zaman
kendisine sorulan kişinin: Allah ona da hidâyet verir, şeklindeki cevaba
gelince biz deriz ki: Geleceği Allah bilir ve takdir eder. Biz ancak şu
andaki bildiğimiz şeylerle sorumluyuz. O adamın şu andaki durumu
Müslüman bir kadınla evlenmesine elverişli olmayan küfür durumudur.
Dolayısıyla biz Allah teâlâ’dan onun Müslüman kadınlarla evlenebilmesi için hidâyet etmesini ve İslâm’a dönmesini umarız. Bu Allah’a zor
değildir.
Allah’a muhtaç Muhammed es-Sâlih el-‘Useymîn tarafından hicri
18 Zilhicce 1400 tarihinde bu fetva verildi ve kendi eliyle yazdı.
SORU-191: Bir adam ailesine namazı emrettiği fakat onlar kendisini dinlemediği zaman ne yapar? Onlarla birlikte oturmaya devam eder
mi, yoksa onları evden çıkarır mı?
CEVAP: Bu aile fertleri namazı mutlak olarak terk etmişler ise
(1) Tahrîci daha önce geçti.
236
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
kâfirdirler, İslâm’dan çıkan mürteddirler. Onlarla birlikte oturması câiz
değildir. Fakat bu adamın onları namaza davet etmesi ve Allah’ın onlara
hidâyet vereceği ümidiyle bu konuda ısrarcı ve tekrarcı olması gerekir.
Çünkü namazı terk eden kimse, Kitap, Sünnet, sahâbe sözleri ve sahîh
düşüncenin gereği olarak Allah korusun kâfirdir.(1)
Namazı terk eden kimsenin kâfir olmadığını söyleyen kimselerin
ileri sürdükleri delîlleri ben inceledim ve onların şu dört durumdan hali
olmadıklarını gördüm:
1- Ya onlar temelde bu konunun delîli değildirler.
2- Veya namazı terk etmenin imkânsız olduğu bir vasıfla takyit
edilmişlerdir.
3- Veya namazı terk edenin bu terkinde mazur görüleceği bir durumla takyit edilmişlerdir.
4- Veya delîller geneldir, namazı terk edenin küfrünü ifade eden
hadîslerle tahsis edilirler.
Naslarda namazı terk edenin mü’min olduğu veya cennete gireceği
veya cehennemden kurtulacağı gibi bir anlam yoktur. Naslardan böyle
bir anlam çıkarabilme imkânı olsaydı namazı terk eden kimsenin küfrüne delâlet eden naslardaki küfrü küfran-ı nimet veya dînden çıkarmayan küfür diye te’vîl etme ihtiyacını duyardık.
Namazı terk edenin dînden çıkarıcı bir küfürle kâfir olduğu açıklığa
kavuşunca mürtedler için uygulanan hükümler onun için de uygulanır.
Bu hükümlerden bazıları şunlardır:
Birincisi: Onunla evlenmek sahîh değildir. Namaz kılmadığı halde onunla bir nikâh akdi yapılmış olsa bu akit bâtıldır, geçersizdir. Bu
nikâhla kadının ona eş olması helal değildir. Çünkü Allah teâlâ muhacir kadınlardan söz ederken şöyle buyurmaktadır: “Eğer siz de onların
inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar.”
(Mümtehine: 10).
(1) Yukarıdaki fetvada bu konu genişçe anlatılmıştır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
237
İkincisi: Nikâh akdi yapıldıktan sonra namazı terk ederse nikâhı fesih edilir ve eşi ona artık helal olmaz. Çünkü biraz önce zikrettiğimiz ve
ilim sahiplerince ayrıntılı bir şekilde bilinen âyet, bunun zifaftan önce
veya zifaftan sonra meydana gelebilecek bir durum olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü: Namaz kılmayan bu adamın kestiği yenilmez. Niçin?
Çünkü onun kestiği haramdır. Eğer bunu bir Yahudi veya Hıristiyan
kesmiş olsaydı yememiz helal olacaktı. Demek ki Allah korusun onun
kestiği şey, Yahudi ve Hıristiyan’ın kestiği şeyden daha pistir.
Dördüncüsü: Mekke’ye veya Harem sınırları içine girmesi helal olmaz. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Müşrikler bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” (Tevbe: 28).
Beşincisi: Yakınlarından birisi öldüğü zaman onun mirasçısı olamaz. Mesela bir adam ölse ve geride namaz kılmayan bir oğul bıraksa
ve bir de namaz kılan erkek yeğeni olsa yakın olan kendi oğlu değil,
uzak olan yeğeni mirasçı olur. Çünkü Usâme’nin rivâyet etiği bir hadîste
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Müslüman kâfire, kâfir
de Müslümana mirasçı olamaz.”(1) Bu hadîsi Buhârî ve Müslim rivâyet
etmişlerdir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir başka hadîsinde şöyle buyurmuştur: “Miras paylarını (Kur’ân’da bildirilen) sahiplerine veriniz. Bu
paylardan geri kalan herhangi bir şey de baba tarafından en yakın olan
er kişiye aittir.”(2) Buhârî ve Müslim tarafından rivâyet edilmiştir. Bu örnek bütün vereseler için uygulanır.
Altıncısı: Öldüğü zaman yıkanmaz, kefenlenmez, namazı kılınmaz
ve Müslümanlarla birlikte defnedilmez. O zaman onu ne yaparız? Boş
bir alana çıkartır, orada bir çukur kazar ve elbisesiyle birlikte çukura
atıp gömeriz. Çünkü hiçbir saygınlığı yoktur.
Buna göre bir kimsenin yanında namaz kılmadığını bildiği bir kişi
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Feraiz, Bâbu La Yerisü’l-Müslimü’l-Kafire vele’l-Kâfiru’l-Müslime;
Müslim, Kitâbu’l-Feraiz.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Feraiz, Bâbu Mirasu’l-Veledi Min Ebihi ve Ummihi (6732); Müslim,
Kitâbu’l-Feraiz, Bâbu Elhiku’l-Feraiza bi Ehliha.
238
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ölürse onun namazını kılsınlar diye Müslümanların önüne getirmesi
helal değildir.
Yedincisi: Kıyâmet günü Allah korusun küfrün önderleri olan Firavun, Haman, Karun ve Ubey b. Halef ile birlikte haşrolunur.(1) Cennete
giremez. Ailesinden hiç kimse onun için rahmet dileyemez ve bağışlanması için dua edemez. Çünkü kâfirdir, buna müstahak değildir. Allah
teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber’e
ve mü’minlere yaraşmaz.” (Tevbe: 113).
Mes’ele gerçekten çok önemlidir. Maalesef bazı kimseler bunu
önemsemiyorlar ve evlerinde, namaz kılmayanlarla birlikte oturuyorlar.
Bu câiz değildir. Allah en iyi bilendir. Bu fetva hicri 6.2.1410 tarihinde
yazılmıştır.
SORU-192: Kendisinden olan çocuklarıyla birlikte namaz kılmayan
kocasının yanında kalan kadının hükmü nedir? Namaz kılmayan bir
kimseyi evlendirmenin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kadın ne cemaatle, ne de evinde namaz kılmayan bir
koca ile evlendiği zaman nikâhı sahîh olmaz. Çünkü namazı terk eden
kimse Kitap, Sünnet ve sahâbe sözlerinin de delâlet ettiği gibi kâfirdir.
Nitekim Abdullah b. Şakik şöyle demiştir: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
sahâbîleri namazın dışındaki amellerden hiçbirinin terkini küfür olarak
görmezlerdi.”(2) Kâfir bir erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi helal
değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer siz de onların
inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar.”
(Mümtehine: 10).
Nikâh akdi yapıldıktan sonra namazı terk olayı meydana geldiği
zaman, tevbe edip İslâm’a dönmedikçe nikâhı fesh edilir. Bazı âlimler
bunu iddetin bitimi ile takyit ettiler. Kadının iddeti tamamlandığı zaman yeni bir akit yapılmadıkça koca Müslüman olsa bile geri dönemez.
(1) Ahmed, Müsned, 2/169.
(2) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
239
Kadının böyle bir kocadan ayrılması, ondan olmuş çocukları bile olsa
tevbe edip namaz kılmadıkça onun kendisine yaklaşmasına izin vermemesi gerekir. Çünkü babalarının bu durumda çocuklarını yetiştirip yanında büyütme hakkı yoktur.
Bundan dolayı ben Müslüman kardeşlerimi, bu konudaki tehlikenin büyüklüğünden dolayı kızlarını ve velîsi bulundukları kimseleri namaz kılmayan kişilerle evlendirmekten ve bu konuda akraba ve arkadaş
sevgisinden sakındırıyorum. Herkese için Allah’tan hidâyet istiyorum.
En iyi bilen Allah’tır. Peygamberimiz Muhammed’e, onun ailesine ve
arkadaşlarına salât ve selam olsun. Bu fetva hicri 9.10.1414 tarihinde yazılmıştır.
SORU-193: Namazı kasten terk eden sonra tevbe eden kimse terk
ettiği namazı kaza eder mi?
CEVAP: Namazı bilerek terk ettikten sonra Allah’a tevbe eden ve
dönen kimsenin terk ettiği namazları kaza etmesinin gerekip gerekmediği konusunda âlimler arasında farklı iki görüş vardır
Bende ağır basan ve Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin tercih ettiği görüşe göre namazı bilerek ve kasten vakti çıkıncaya kadar terk eden kimsenin bu namazı kaza etmesinin kendisine bir yararı yoktur. Çünkü belli
bir vakte bağlanmış ibâdetin kendisi için belirlenen vakitte eda edilmesi
gerekir. Bu vakitten önce yapılması sahîh olmadığı gibi bu vakitten sonra yapılması da sahîh değildir. Çünkü Allah’ın koyduğu sınırlara itibar
edilmesi gerekir. Şariin bize şu vakitten şu vakte kadar farz kıldığı bu
namazın mahalli o vakittir. Nitekim namazı Allah’ın tayin etmediği bir
mekânda kılmak da sahîh olmadığı gibi Allah’ın tayin etmediği zamanda kılmak da sahîh olmaz. Fakat namazı terk eden kimsenin çokça tevbe
etmesi, af dilemesi ve sâlih ameller işlemesi gerekir. Allah’ın onu bununla affedeceğini ve namazı terk etmesini bağışlayacağını umarız. Başarı
Allah’tandır.
SORU-194: Bir ailenin namazı terk eden çocuklarına karşı yapması
gereken şey nedir?
240
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Namaz kılmayan çocukları olduğu zaman, onları sözle,
emirle veya döverek namaz kılmaya mecbur etmeleri gerekir. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Onları on yaşına geldikleri zaman namaz kılmadıkları takdirde dövün.”(1) Dövmek de fayda
vermezse onları namaz kılmaya zorlaması için devletin yetkili makamlarına başvurmaları gerekir. Onlara karşı sessiz kalmaları câiz değildir.
Sessiz kalmak kötülüğü kabullenmek anlamına gelir. Çünkü namazı
terk etmek dînden çıkarıcı bir küfürdür. Namazı terk eden ebedi cehennemlik bir kâfirdir. Bu hal üzere öldüğü zaman yıkanması veya namazının kılınması veya Müslümanların mezarlıklarına gömülmeleri câiz
değildir. Allah’tan esenlik dileriz.
SORU-195: Yolcular hakkında ezânın hükmü nedir?
CEVAP: Bu mes’ele ihtilâf konusudur. Doğrusu yolcular için de ezân
vâcibtir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Mâlik b. Huveyris’e ve arkadaşlarına şöyle buyurmuştur: “Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size
ezân okusun.”(2) Onlar, bir heyet olarak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yanına gelmişlerdi ve ailelerinin yanına döneceklerdi. Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
hazarda ve seferde ezânı ve ikâmeti terk etmedi. Yolculuklarında ezân
okur ve ezân okuması için Bilal’a emrederdi.
SORU-196: Tek Başına namaz kılan için ezân ve ikâmetin hükmü
nedir?
CEVAP: Tek başına namaz kılan kimse için ezân vâcib değildir.
Çünkü yanında ezânı duyuracağı kimse yoktur. Fakat ezânın Allah’ı
zikretmek, O’nu ta’zim etmek ve kendisini namaza ve kurtuluşa çağırmak demek olduğu düşünülürse onu okumak bir sünnettir. İkâmet de
böyledir. Ukbe b. Amir radıyallahu anh’dan gelen bir hadîsten ezân
okumanın müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Ukbe şöyle demiştir: Pey(1) Ahmed, 2/187; Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Salat, Bâbu Meta Yü’meru’l-Ğulamu bi’s-Salati
(495,496); Sahîhu’l-Câmi’ (5868).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Ezâni lil’-Müsafirine iza Kanu Cemaaten ve’l-İkameti;
Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid ,Bâbu Men Ehakku bi’l-İkameti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
241
gamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i şöyle derken işittim: “Dağ başlarında koyun güdüp namaz için ezân okuyan çobanı Rabbin sever ve şöyle buyurur: Bakın
şu kuluma. Namaz için ezân okuyor, kamet ediyor ve benden korkuyor.
Ben de kulumu bağışladım ve cennete soktum.”(1)
SORU-197: Bir kimse öğle ve ikindi namazlarını birleştirse her biri
için ikâmet getirmesi gerekir mi? Nafileler için ikâmet gerekir mi?
CEVAP: Her biri için ayrı ayrı ikâmet gerekir. Nitekim Câbir radıyallahu anh’in Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in haccını anlattığı hadîste
Müzdelife’de akşam ile yatsıyı birleştirdiğini anlatırken şöyle dedi:
“İkâmet ettirdi, akşamı kıldırdı; sonra tekrar ikâmet ettirdi ve yatsıyı
kıldırdı. Bu ikisi arasında tesbih çekmedi.”(2) Nafilelerde ise ikâmet yoktur.
SORU-198: “‫( ”ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬Namaz uykudan daha hayırlıdır)
sözü birinci ezâna mı, yoksa ikinci ezâna mı dâhildir?
CEVAP: “‫( ”ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬Namaz uykudan daha hayırlıdır) sözü
hadîste ifade edildiğine göre birinci ezâna dâhildir: “Sabah namazının
ilk ezânını okuduğun zaman (‫ )ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬de.”(3) Bu, ikinci değil
birinci ezândır.
Ancak hadîste sözü edilen birinci ezânın ne olduğunun bilinmesi gerekir. Sabah namazının vakti girdikten sonra okunan ezân birinci
ezândır. İkinci ezân ise ikâmettir. Çünkü ikâmet ezân diye de isimlendirilmiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “İki ezân arasında namaz vardır.”(4) Burada kast edilen ezân ve ikâmettir.
Buhârî’nin Sahîhi’nde nakledildiğine göre Mü’minlerin Emiri Osman b. Affan Cumada üçüncü ezânı ilave etti.
(1) Ahmed, 4/145,157; Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu sEzân fi’s-Seferi.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Hac,Bâbu el-Cem’u Beyne’s-Salateyni bi’l-Müzdelifeti; Müslim,
Kitâbu’l-Hac, Bâbu el-İfazati min Arafat.
(3) Ahmed, 3/407.
(4) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân; Bâbu Beyne Kulli Ezâneyni Salatun li men Şae; Müslim,
Kitâbu Salatu’l-Müsafirin, Bâbu Beyne Kulli Ezâneyni Salatusn.
242
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
O halde Bilal’ın “‫( ”ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬Namaz uykudan daha hayırlıdır)
demesinin emredildiği ilk ezân sabah namazının ezânıdır.
Şafak sökmeden önceki ezân sabah namazının ezânı değildir. İnsanlar gecenin sonunda okunan ilk ezânı sabah namazının ezânı diye
isimlendiriyorlardı. Gerçekte bu sabah namazının ezânı değildi. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Bilal geceleyin bu ezânı
içinizden uyuyanları uyandırmak, (artık sabah yaklaşıyor diye) namaza
kalkanları vazgeçirmek için okur.”(1) Yani uyuyanlar uyansınlar da sahur
yemeklerini yesinler, vakit girdi diye namaza kalkanlar da dönsünler de
sahur yemeklerini yesinler diye bu ezânı okur.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Mâlik ibnu’l-Huveyris’e de şöyle buyurmuştur: “Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezân okusun.”(2) Malumdur ki sabah namazının vakti şafağın sökmesinden/ufkun aydınlanmasından sonra girer. O halde şafağın sökmesinden önceki ezân sabah
namazının ezânı değildir.
Bundan dolayı insanların bugün yaptıkları ve sabah namazı için
okudukları ezânda “‫( ”ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬Namaz uykudan daha hayırlıdır)
demeleri doğru bir uygulamadır.
Ancak hadîste birinci ezânla kast edilenin şafağın sökmesinden önceki ezân olduğunu zannedenlere gelince onların düşünme ve araştırmadan nasipleri yoktur.
Bazı kimseler dediler ki: Birinci ezânla kast edilen nafile namaza kaldırmak için gecenin sonunda okunan ezândır. Bunun da delîli
“‫( ”ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺧﻴﺮ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻡ‬Namaz uykudan daha hayırlıdır) denilmesidir. Bu
ibaredeki “daha hayırlıdır” kelimesi daha faziletli olmaya delâlet eder.
Biz deriz ki: “Daha hayırlıdır” sözü vâciblerin en kuvvetlisi olan
vâcib hakkında da söylenir. Mesela Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey Îmân edenler! Sizi acı bir azâbtan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu el-Ezânu Kable’l-Fecr, Müslim Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu
Beyânu enne’d-Duhule fi’s-Savmi Yahsulu.
(2) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
243
Allah yolunda savaşırsınız. İşte bu, eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.” (Saf:10, 11).
Allah teâlâ Cuma namazı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya
koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
(Cuma: 9). Demek ki daha hayırlı olmak vâcib için de, müstehap için de
geçerlidir.
SORU-199: Ezânı teypten okumak sahîh olur mu?
CEVAP: Teypten ezân okutmak sahîh değildir. Çünkü ezân bir
ibâdettir. İbâdette ise niyet bir zorunluluktur.
SORU-200: Bir kimse müezzin ezân okurken mescide girdiği zaman onun için daha faziletli olan nedir?
CEVAP: Hadîste vârid olduğu şekilde müezzinin söylediklerini tekrarlaması, sonra dua etmesi, sonra da tehıyyetu’l-mescid kılması daha
faziletlidir. Ancak bazı âlimler bundan Cuma günü müezzin ikinci ezânı
okurken mescide giren kimseyi istisna etmişlerdir. O, hutbeyi dinleyebilmek için tehıyyetu’l-mescidi kılar. Çünkü hutbeyi dinlemek vâcibtir,
müezzinin ezânını tekrarlamak vâcib değildir. Vâcib olanı muhafaza etmek, vâcib olmayanı muhafaza etmekten daha evladır.
SORU-201: Hadîste bir kimsenin müezzine icâbet ederken “Rab olarak Allah’tan, dîn olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed’den
razı oldum” diyeceği ifade edilmiştir. Bunu ne zaman söyleyecektir?
CEVAP: Hadîsin zâhirinden anlaşıldığına göre müezzin “eşhedu
enla ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeder-Rasulullah” dediği vakit
ona icâbet eden kimse de “Rab olarak Allah’tan, dîn olarak İslâm’dan,
Peygamber olarak Muhammed’den razı oldum” der. Çünkü hadîste şöyle geçmektedir: “Kim ezânı işittiği zaman “‫ﺍﺷﻬﺪ ﺍﻥ ﻻ ﺇﻟﻪ ﺍﻻ ﺍﷲ ﻭﺍﺷﻬﺪ ﺍﻥ‬
‫( ”ﻣﺤﻤﺪﺍ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺭﺿﻴﺖ ﺑﺎﷲ ﺭﺑﺎ ﻭ ﺑﺎﻻﺳﻼﻡ ﺩﻳﻨﺎ ﻭﲟﺤﻤﺪ ﺭﺳﻮﻻ‬Allah’tan başka hak
244
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ilâh olmadığına şahitlik ederim, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna
şahitlik ederim; Rab olarak Allah’tan, dîn olarak İslâm’dan, Peygamber
olarak Muhammed’den razı oldum) derse..”(1) Bir başka rivâyette: “Ben
de şahitlik ederim derse” ifadesi geçer. “Ben de şahitlik ederim” sözü, bu
ifadelerin müezzinin “eşhedu enla ilâhe illallah” demesinden sonra söyleneceğinin delîlidir. Çünkü “vav” harfi atıf içindir. Onun sözünü müezzinin sözüne atfetmektedir.
SORU-202: Ezândan sonraki zikirde geçen “Şüphesiz sen vaadinden
dönmezsin” ilavesi sahîh midir?
CEVAP: Bu ilave hadîs âlimleri arasında ihtilâf konusudur. Şaz olduğu için bu ilavenin sabit olmadığını söyleyenler vardır. Çünkü hadîsi
rivâyet edenlerin çoğunluğu bu sözleri rivâyet etmemişlerdir. Bu sözlerin geçtiği makam hazfedilmemelerini, atılmamalarını gerektirir. Çünkü bu makam dua ve övgü makamıdır. Bu yolda söylenen bir sözün hazf
edilmesi câiz değildir. Çünkü bununla ibâdet edilir.
Bazı âlimlere göre de bunun senedi sahîhtir. Ezân duasında bunlar
söylenir, duadaki diğer sözlerle de çelişkili değildir. Bunun sahîh olduğu
görüşünde olan âlimlerden biri de Şeyh Abdulaziz b. Baz’dır. O şöyle
demiştir: Bunun senedi sahîhtir. Çünkü bunu Beyhakî sahîh bir senedle
tahrîc etmiştir.(2)
SORU-203: Bir kimse ikâmette de müezzine icâbet edecek mi?
CEVAP: İkâmette müezzine icâbet etmek hakkında Ebû Dâvûd’un
tahrîc ettiği bir hadîs vardır.(3) Fakat zayıftır, delîl olmaya elverişli değildir. Tercih edilen görüşe göre ikâmette icâbet edilmez.
SORU-204: Bazı kimselerin kametten sonra şöyle dediklerini du(1) Müslim, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu İstihbabi’l-Kavl Misle Kavli’l-Muezzin.
(2) Beyhaki, Sünen, 1/410; Bak: Fetava el-Lecne, 6/88; Fetava İbn Baz, 1/364, 365.
(3) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, Bâbu Mâ Yekulu İzâ Semia’l-İkamete; el-Hafız, Telhîs,
1/212’ta bunun zayıf olduğunu söyledi.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
245
yuyoruz: “Ekamehallahu ve Edamehallah” (Allah namazı kaim eylesin,
Allah namazı daim eylesin). Bunun hükmü nedir?
CEVAP: Hadîsi şerifte Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in, müezzin “Kad
Kameti’s-Salat” dediği zaman “Allah namazı kaim eylesin, Allah namazı daim eylesin” dediği geçmektedir.(1) Fakat hadîs zayıftır, delîl olmaya
elverişli değildir.
SORU-205: Namazın eda edileceği en faziletli vakit hangisidir? İlk
vakit mi daha faziletlidir?
CEVAP: En iyisi namazı şer‘an istenen vakitte kılmaktır. Bu sebepledir ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬hangi amel Allah’a daha sevimlidir,
diye soran kimseye: “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi.(2) (İlk
vaktinde kılınan namazdır) demedi. Çünkü namazların içinde öne alınması sünnet olanlar var, geciktirilmesi sünnet olanlar var. Mesela yatsı
namazını gecenin üçte biri kadar geciktirmek sünnettir. Bu sebeple bir
kadın evde olsa ve yatsı nazını yatsı ezânı okunur okunmaz kılmam mı,
yoksa gecenin üçte bir kadar geciktirmem mi, hangisi daha faziletlidir?
dese;
Biz deriz ki: Gecenin üçte birine kadar geciktirmen daha faziletlidir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir gece o kadar gecikti ki, ey
Allah’ın Rasûlü, kadınlar ve çocuklar uyudular dediler. Bunun üzerine
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mescide çıktı, onlara yatsı namazını kıldırdı
ve şöyle dedi: “İşte bu namazın vakti budur; eğer ümmetime meşakkat
vermiş olmasam. (Bu vakitte kılmalarını emrederdim.)”(3) Demek ki kadın evinde bulunduğu zaman onu geciktirmesi daha faziletlidir.
Yine aynı şekilde diyelim ki erkekler yolculukta bulunuyorlar ve
camiye gitme imkânları yok, namazı geciktirelim mi yoksa hemen mi
kılalım? dediler. Deriz ki, geciktirmeleri daha faziletlidir.
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, Bâbu Ma Yekulü İzâ Semia’l-İkamete; Beyhaki, 1/411;
Beğavi, Şerhu’s-Sünne, 2/28; el-Hafız, Telhis, 1/211’de bunun zayıf olduğunu söyledi.
el-Elbani el-İrva, 1/2582’de zayıf olduğunu söyler.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Mevakit, Bâbu Fazlu’s-Salati li Vaktiha; Müslim, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Kevni’l-Îmâni billahi teâlâ Efdalu’l-A’mali.
(3) Müslim, Kitâbu’l- Mesâcid, Bâbu Vakti’l-İşa ve Te'hiriha.
246
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Yine diyelim ki bir topluluk pikniğe çıktılar ve yatsı namazı vakti
girdi. Yatsı namazını hemen kılmaları mı, yoksa geciktirmeleri mi daha
faziletlidir? Deriz ki, eğer bunda bir zorluk yoksa geciktirmeleri daha
faziletlidir.
Diğer namazları geciktirmeyi gerektirici bir sebep yoksa hemen kılmak daha faziletlidir. Sabah namazı hemen kılınır, öğlen namazı hemen
kılınır, akşam namazı hemen kılınır. Tabi ki engelleyici bir sebep yoksa.
Hemen kılmaya mani sebeplerden bazıları şunlardır: Sıcaklık şiddetlendiği zaman serin bir vakte kadar yani ikindi namazına yakın bir
zamana kadar öğle namazı geciktirilebilir. Çünkü ikindi vakti yaklaştığı zaman ortalık serinler. Sıcaklık şiddetlendiği zaman serin vakti beklemek daha faziletlidir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Sıcaklık şiddetlendiği zaman namazı serinlikte kılın. Çünkü sıcağın
şiddeti cehennemin kaynamasındandır.”(1) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir
yolculuk esnasında Bilal ezân okumak üzere kalktığında ona: “Serinliği
bekle” buyurdu. Sonra Bilal ezân okumak için tekrar kalkınca ona: “Serinliği bekle” buyurdu.(2) Sonra tekrar kalkınca üçüncüsünde izin verdi.
Namazın geciktirilmesinin sebeplerinden birisi de ilk vakitte ulaşılamayan cemaat sayısına sonraki vakitte ulaşılmasıdır. Bu durumda namazı geciktirmek daha faziletlidir. Mesela bir adam belde dışında iken
namaz vakti girer ve vaktin sonunda beldeye ulaşacağını ve cemaate yetişeceğini bilir. Namaz vakti girince hemen kılması mı yoksa cemaate
yetişinceye kadar geciktirmesi mi daha faziletlidir?
Deriz ki, cemaate yetişinceye kadar namazı ertelemesi daha faziletlidir. Hatta cemaatle kılmak için burada namazı te’hîr etmesinin vâcib
olduğunu bile söyleyebiliriz.
SORU-206: Bir kimse bilmeyerek namaz vakti girmeden önce namazı kılarsa hüküm nedir?
(1) Buhârî, Kitâbu Mevakitu’s-Salat, Bâbuel-İbradu bi’z-Zuhri fi Şiddeti’l-Harri; Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu İstihbabi İbradi bi’z-Zuhri.
(2) Buhârî, Kitâbu Mevakitu’s-Salat, Bâbuel-İbradu bi’z-Zuhri fi Şiddeti’l-Harri; Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu İstihbabi İbradi bi’z-Zuhri fi Şiddeti’l-Harri.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
247
CEVAP: Bir kimsenin vaktinden önce kıldığı namaz fariza yerine
geçmez. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Namaz mü’minlere
belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisâ: 103). Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
de bu vakitleri şöyle açıklamıştır: “Öğlen namazının vakti güneş zâil olduğu zamandır.”(1) Buna göre kim namazı vakti girmeden önce kılarsa o
namaz farz namaz yerine geçmez. Ancak nafile namaz yerine geçer, yani
nafile namaz sevabı verilir. Bu kişi vakit girdikten sonra o namazı iade
etmesi gerekir. En iyi bilen Allah’tır.
SORU-207: Unutmak ve cehalet sebebiyle kaza edilen namazlar arasında tertip düşer mi?
CEVAP: Bu mes’ele ihtilâf konusudur. Doğrusu tertibin düşmesidir.
Şu âyetin genel hükmü buna delâlet eder: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya
da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de şöyle buyurdu: “Ümmetimin yanılmasını, unutmasını
ve zorlandığı şey (in günahın)ı Allah teâlâ şüphesiz affetmiştir.”(2)
SORU-208: Bir kimse yatsı namazı için mescide girdiği zaman akşam namazını kılmadığını hatırlarsa ne yapar?
CEVAP: Yatsı namazına durulmuşken mescide girdiğin zaman akşam namazını kılmadığını hatırlarsan akşam namazına niyet ederek
cemaate katılırsın. İmam dördüncü rekâta kalktığı esnada sen üçüncü
rekâtta oturur, imamı bekler, sonra imamla birlikte selam verirsin. İmamı beklemeden selam verip, yatsı namazının kalan kısmında imama
tekrar katılabilirsin. İlim adamlarının görüşlerinden sahîh olanına göre
imamla imama uyan kimsenin niyetlerinin farklı olmasının bir zararı
yoktur. Akşamı tek başına kılıp, sonra yatsı namazının yetişebildiğin
kısmında cemaate katılmanda da bir sakınca yoktur.
SORU-209: Uyku veya unutkanlık sebebiyle birkaç farz namazı ge(1) Buhârî, Kitâbu’l- Mevakît, Bâbu Mâ Yukrahu mine’s-Semri ba’de’l-Işai.s
(2) İbn Mâce, Kitâbu’t-Talak, Bâbu Talakı’l-Mukrehi ve’n-Nasi.
248
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
çirdiğim zaman bunları nasıl kaza edeceğim. Önce geçirdiğim namazı,
sonra şimdiki namazı mı kılacağım, yoksa bunun aksini mi yapacağım?
CEVAP: Önce geçirdiğin namazı sonra şimdiki namazı kılarsın.
Namazı ertelemek câiz değildir. İnsanlar arasında yaygın bir kanaate
göre bir kimse namazı geçirdiği zaman onu ikinci gün o namaza uygun
bir farzla birlikte kılar. Mesela eğer sabah namazını geçirmişse onu ancak ertesi günkü sabah namazıyla birlikte kılar. Bu yanlıştır. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kavlî ve fiilî sünnetine aykırıdır.
Kavlî sünnetine aykırıdır, çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle
buyurduğu sabittir: “Kim uyuduğu veya unuttuğu için namazını geçirirse hatırladığı zaman kılsın.”(1) İkinci gün vakti girdiği zaman kılsın,
demedi, bilakis “hatırladığı zaman kılsın” dedi.
Fiilî sünnetine de aykırıdır, çünkü o Hendek savaşında geçirdiği namazları içinde bulunduğu vaktin namazından önce kıldı. Bu, bir kimsenin önce geçirdiği namazı, sonra içinde bulunduğu vaktin namazını
kılmasının delîlidir. Fakat unutarak veya bilmediği için içinde bulunduğu namazı geçirdiği namazdan önce kılarsa namazı sahîhtir. Çünkü
unutmak ve bilmemek onun için bir mazerettir.
Bu münasebetle kazaya nispetle namazların üç kısma ayrıldıklarını
söylemek isterim:
Birinci Kısım: Mazereti ortadan kalktığı zaman kaza eder. Yani erteleme mazereti ortadan kalktığı zaman kaza edilen namazlardır ki beş
vakit namaz bu kısma girer. O namazı ertelemesine sebep olan mazereti
ortadan kalktığı zaman onu kaza etmesi vâcib olur.
İkinci Kısım: Geçtiği zaman kaza edilmeyen, ancak bedeli kılınan
namazdır ki bu Cuma namazıdır. İmam ikinci rekâtın rükûundan kalktıktan sonra geldiği zaman bu durumda öğle namazını kılar. İmamla
birlikte öğlen namazı niyetiyle namaza girer. İmam selam verdikten
sonra gelen kimse de öğlen namazını kılar. Fakat ikinci rekâta yetişen
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Mevakit, b. Men Nesiye Salaten… Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu
kazai’s-Salati’l-Faiteti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
249
kimse Cuma namazını kılar. Yani imam selam verdikten sonra bir rekât
daha kılar. İnsanların çoğu bunu bilmiyorlar. Bazı kimseler Cuma günü
imam ikinci rekâtın rükûundan başını kaldırdıktan sonra geliyorlar,
sonra Cuma namazı olmak üzere iki rekât daha kılıyorlar ki bu bir hatadır. Bilakis imam ikinci rekâtın rükûundan kalktıktan sonra geldiği zaman artık Cuma namazına yetişememiş demektir ve onun öğle namazı
kılması gerekir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Kim bir namazın bir rekâtına yetişmişse o namaza yetişmiş demektir.”(1)
Bunun anlamı, bir rekâttan daha az kısmına yetişen kimse o namaza
yetişmemiş demektir. Bu sebeple cumaya gidemeyen kadınların ve hastaların evlerinde Cuma namazını değil, öğlen namazını kılmaları gerekir. Bu durumda Cuma namazı kılarlarsa namazları bâtıldır, kabul
edilmez.
Üçüncü Kısım: Geçirildiği zaman ancak benzeri bir vakitte kaza
edilen namazdır. Bu, o günün bayram olduğu ancak zevalden sonra bilindiği zamanki bayram namazıdır. İlim sahipleri bunun ertesi günü
kendi vaktinde kılınacağını söylemişlerdir.
O halde kaza üç kısımdır:
Birincisi: Mazeret ortadan kalktığı zaman kaza edilen namazlar ki,
beş vakit namaz böyledir.
İkincisi: Bedeli kaza edilen namazdır ki bu, Cuma namazıdır. Kaçırıldığı zaman ona bedel olarak öğlen namazı kılınır.
Üçüncüsü: Ertesi günü kendi vaktinde kaza edilen namazdır ki zeval vaktine kadar kılınmayıp geçen bayram namazıdır. Ertesi gün kendi
vaktine denk bir vakitte kılınır. Başarı Allah’tandır.
SORU-210: Bazı kimseler teni gösteren ince elbiselerle namaz kılıyorlar ve bu elbiselerin altına uylukların yarısını geçmeyen kısa donlar
giyiyorlar. Bu sebeple elbisenin arkasında uylukların yarısı görünüyor.
Bu namazın hükmü nedir?
(1) Buhârî, Kitâbu .Mevakıtu’s-Salat, Bâbu Men Edrake mine’s-Salâti rekâten ; Müslim,
Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu Men Edrake Rek’aten mine’s-Salâti fekat Edrake’s-Salat.
250
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Bunların namazının hükmü, kısa bir dondan başka bir
şey giymeyen kimsenin namazının hükmü gibidir. Çünkü teni gösteren
şeffaf elbiseler örtücü değildir. Varlığı yokluğu gibidir. Bundan dolayı
onların namazları âlimlerin iki görüşünden en sahîh olanına göre sahîh
değildir. İmam Ahmed’in meşhur olan görüşüne göre de sahîh değildir.
Çünkü namaz kılan erkeklerin göbekle diz kapakları arasını örtmeleri
gerekir. Allah’ın şu emrini yerine getirmenin asgari sınırı budur: “Ey
Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin.” (A’râf:31).
Onların şu iki şeyden birini yapmaları gerekir: Ya göbekle diz kapakları
arasını örten bir don giymeleri veya bu kısa donun üstüne şeffaf olmayan sık dokunmuş bir elbise giymeleri gerekir.
Soruda zikredilen bu fiil bir hatadır ve tehlikelidir. Bunların Allah’a
tevbe etmeleri ve namazda örtülmesi gereken yerlerini örtmeye daha
fazla özen göstermeleri gerekir. Allah teâlâ’dan hem kendimiz için hem
de Müslüman kardeşlerimiz için sevdiği ve razı olduğu şeylerde hidâyet
ve başarı vermesi dileriz. O çok cömerttir ve kerem sahibidir.
SORU-211: Bir kadının sadece kadınlar arasında bulunduğu gerekçesiyle önünden, yanından ve arkasından bacağının bir kısmını gösterecek şekilde açıklık bulunan bir elbise giymesinin hükmü nedir?
CEVAP: Ben, bir kadının üzerini, örtücü bir elbise ile örtmesi gerektiği görüşündeyim. Şeyhulislâm İbn Teymiyye Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
zamanında kadınların ayak topuklarına ve el avuçlarına kadar ulaşan
uzun elbiseler giydiklerini zikretmiştir. Şüphesiz soruyu soran kişinin
işaret ettiği açıklıklar bacağı gösteriyor. Bazen durum o kadar değişiyor
ki bacağın üstündeki kısım da görülebiliyor. Kadının utangaç olması ve
örtünmeye en elverişli olan her şeyi giymesi gerekir. Ta ki Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözünün kapsamına girmiş olmasın: “Cehennemliklerden görmediğim iki sınıf vardır. (Biri) yanlarında sığırkuyrukları gibi
kamçılar bulunup, onlarla insanları döven bir kavim! (Diğeri) Giyinmiş,
çıplak, meyleden ve meylettiren, başları Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi bir takım kadınlar! Bunlar cennete giremeyecek, onun koku-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
251
sunu da duyamayacaklardır.. Hâlbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar
uzaktan duyulacaktır.”(1)
SORU-212: Bir kadının peçe ve eldivenle namaz kılması câiz olur
mu?
CEVAP: Bir kadın kendi evinde veya sadece kendi mahremi erkeklerin görebildiği bir mekânda namaz kıldığı zaman, alnının, burnunun
ve avuçlarının secde mahalline doğrudan değmesi için yüzünü ve ellerini açması meşrudur.
Ancak etrafında mahremi olmayan erkekler varken namaz kıldığı zaman muhakkak yüzünü örtmesi gerekir. Çünkü yabancı erkeklere
karşı yüzün örtülmesi vâcibtir. Kadının onların önünde yüzünü açması
helal değildir. Nitekim Allah’ın Kitâbı, Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
sünneti ve değil bir mü’minin akıllı bir kimsenin bile göz ardı edemeyeceği inceleme ve araştırma buna delâlet etmektedir.
Ellere eldiven giymek meşru bir şeydir. Sahâbe kadınlarının yaptıkları şeydan açıkça anlaşılan budur. Bunun delîli Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
şu sözüdür: “İhramlı bir kadın yüzünü peçe ile örtmesin ve ellerine elbise geçirmesin.”(2) Bu hadîs onların eldiven kullanma âdetleri olduğunun
delîlidir. Demek ki bir kadın yabancı erkeklerin yanında namaz kıldığı
zaman eldiven takmasında bir sakınca yoktur. Yüzün örtülmesiyle ilgili şeye gelince ayakta veya oturduğu müddetçe yüzünü örter, secdeye
varmak istediği zaman alnının doğrudan secde mahalline değmesi için
açar.
SORU-213: Bilmeden necis bir elbisenin içinde namaz kılan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimse necis bir elbise ile namaz kıldığı, necâset bulaştığını ancak namazı kıldıktan sonra öğrendiği veya namazı kılmadan
(1) Müslim, Kitâbu’l-Libas ve ‘z-Ziynet, Bâbu en-Nisau’l-Kasiyat ve’l-Ariyat.
(2) Buhârî, Kitâbu Cezai’s-Saydi, Bâbu Mâ Yunha mine’t-Tîbi li’l-Murimi ve’lMuhrimeti.
252
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
önce bilip de ancak namazı bitirdikten sonra hatırladığı zaman namazı sahîh olur. Bu namazı iade etmesine gerek yoktur. Çünkü bu yasağı
bilmeden veya unuttuğu için işlemiştir. Allah teâlâ bize şöyle dua etmemizi öğretmiştir: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi
tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Allah teâlâ bu duaya: “Öyle yaptım”
diye icâbet etmiştir.(1) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir gün ayakkabılarıyla namaz kılıyordu. Ayakkabılarında necaset vardı. Namaz kılarken
Cebrail gelip ayakkabılarında necaset olduğunu kendisine haber verince
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namazını kılarken ayakkabılarını çıkardı(2) ve
namazını yeniden kılmadı. Bu hadîs, necâsetin varlığını namaz esnasında öğrenen kimsenin, namazda olsa bile o necâseti gidereceğinin ve
necâseti giderdikten sonra avret yerinin kapalı kalması mümkün olduğu zaman namaza devam edeceğinin delîlidir. Pislik olduğunu unutup
da namaz esnasında hatırlayan kimse de avret yeri kapalı kaldığı bu pis
elbiseyi çıkartacaktır. Namazı bitirdikten sonra necaset olduğunu hatırlarsa veya namazı bitirdikten sonra necaset olduğunu öğrenirse artık o
namazı tekrar kılması gerekmez, kıldığı namaz sahîhtir. Abdest almayı
unuttuğu halde namaz kılan kişi böyle değildir. Mesela abdesti kaçmıştır
ve abdest almayı unutmuş, sonra namaza durmuş ve namazı bitirdikten
sonra abdest almadığını hatırlamıştır. Böyle bir kişinin abdest alması
ve namazı tekrar kılması gerekir. Aynı şekilde bir kimse cenabet olsa ve
bunu da bilmese durum yine aynıdır. Mesela geceleyin ihtilam olsa ve
ihtilam olduğunu bilmediği için de gusletmeden sabah namazını kılsa,
gündüz olunca da elbisesinde geceden kalma bir meni görse bu kişinin
hemen gusletmesi ve namazını iade etmesi gerekir.
Bu mes’ele ile birinci mes’ele arasındaki fark, birincisinde necâsette
yasaklanan şeyin terki söz konusu iken ikincisinde yani abdest ve gusülde emredilen şeyin terk edilmesi söz konusudur. Emredilen şeyin yapılması, insanın yerine getirmesi gereken icat edilecek bir şeydir. İbâdet
ancak onun varlığıyla tamam olur. Necâsetin izale edilmesi ise yok edilecek bir şeydir, namaz ancak onun yokluğuyla tamam olur. Yok edil(1) Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Beyânu Ennehu Subhanehu lem Yukellif illa Mâ Yutaku.
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, Bâbu es-Salatu fi’n-Na’l.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
253
mesi gereken şey namaz halinde unutkanlık veya bilmemek sebebiyle
var olduğu zaman bunun namaza bir zararı olmaz. Çünkü bu, namazda
hâsıl olması istenen bir şeyin husulüne mani değildir.
SORU-214: Kibirlenmek maksadıyla elbisesini ayak bileğinden aşağıya sarkıtanın cezası nedir? Kibirlenmek kastı olmadığı zaman bunun
cezası nedir? Ebû Bekir radıyallahu anh hadîsiyle delîl getiren kimseye
nasıl cevap verilir?
CEVAP: Bir kimse kibirlenmek maksadıyla elbisesini ayak bileğinden aşağıya sarkıtırsa Allah teâlâ ceza olarak kıyâmet günü o kişinin
yüzüne bakmaz, onunla konuşmaz, onu tezkiye etmez ve onun için acı
verici bir azâb vardır.
Kibirlenmek kastı olmaksızın elbisesini ayak bileğinden aşağıya
sarkıtırsa onun cezası ayak bileğinden aşağıya ne kadar uzatılmışsa
o kadar kısmın ateşle azâb edilmesidir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları tezkiye de etmeyecektir.
Hem onlar için acı bir azâb vardır: Elbisesini ayak bileğinden aşağı sarkıtan, verdiğini başa kakan ve ticaret malına yalan yere yemînle revaç
verendir.”(1) “Şüphesiz ki elbisesini büyüklenerek sürükleyen kimseye Allah kıyâmet gününde bakmayacaktır.”(2) Bu hadîsler büyüklenerek elbisesini sürükleyenler hakkındadır. Büyüklenme kastı olmayan kimseye
gelince Sahîh-i Buhârî’de Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Elbiseden
ayak bileğinden aşağı sarkan kısım cehennemdedir.”(3) Bu hadîste büyüklenme kaydı yoktur. Bir önceki hadîse dayanarak böyle bir kayıt koymak da doğru değildir. Çünkü Ebû Sa‘îd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle
demiştir: Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬buyurdu ki: “Mü’minin elbisesinin
uzunluğu dizinin yarısı(na kadar)dır. Dizin yarısı ile topukları arasında
olmasında da bir sakınca yoktur. Topuklardan daha aşağısında olan ise
(1) Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Beyâni Ğalzi Tahrîmi İsbali’l-İzâr.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Men Cerra Sevbehu mine’l-Huyelai; Müslim, Kitâbu’lLibas, Bâbu Tahrîmu Cerri’s-Sevbi Huyelae.
(3) Buhârî, Kitâbu’l-Libas, BâbuMa Esfele’l-Ka’beyni fe fi’n-Nar.
254
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
cehennemdedir. Allah elbisesini büyüklenerek yerlerde sürükleyip gezen
kimsenin yüzüne bakmayacaktır.”(1) Bunu Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn
Mâce ve İbn Hibbân Sahîhi’nde rivâyet etmiştir. Ayrıca et-Terğib ve’tTerhib, 3/88’de zikredilmiştir.
İki amel farklı olduğu için cezaları da farklıdır. Hüküm ve sebep
farklı olduğu zaman mutlakı mukayyete hamletmek imkânsız olur.
Çünkü bu çelişki doğurur.
Bize Ebû Bekir hadîsini delîl getiren kimseye gelince ona deriz ki:
Bu hadîs iki yönden sizin için delîl olamaz:
Birincisi: Ebû Bekir radıyallahu anh: “Benim izarımın yanlarından
birisi -ben onu sürünmekten koruyup dikkat etmezsem- muhakkak sarkar.” dedi.(2) Ebû Bekir elbisesini isteyerek yerde sürüklemedi, bilakis o
kendiliğinden sarktı. Bununla beraber o bunu engellemeye çalışıyordu.
Elbisesini yerde sürükleyenler ve büyüklenme maksadı gütmediklerini
iddia edenler bilerek elbiselerini sarkıtıyorlar. Onlara deriz ki: Eğer siz
büyüklenme kastınız olmaksızın isteyerek elbisenizi ayak bileğinden
aşağıya sarkıtarak yürürseniz sadece sarkan yer üzerinden ateşle azâb
edilirsiniz. Eğer büyüklenmek için elbisenizi sarkıtırsanız bundan daha
büyük bir azâba uğrarsınız; kıyâmet günü Allah sizinle konuşmaz, yüzünüze bakmaz, sizi tezkiye etmez ve sizin için elem verici bir azâb vardır.
İkincisi: Ebû Bekir radıyallahu anh’i bizzat Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬tezkiye etmiş ve onun bunu böbürlenmek için yapmadığına şahitlik etmiştir. Böyle yapanlardan hiçbiri bu tezkiye ve şahitliğe nail oldu mu? Fakat
şeytan bazı kimselere yapmakta oldukları şeyleri temize çıkarmaları
için Kitap ve Sünnet’in naslarından müteşabihlere tabi olmanın kapısını
açar. Allah dilediğini doğru yola iletir. Biz hem kendimiz, hem de onlar
için Allah’tan hidâyet ve afiyet dileriz.
Bu fetva hicrî 29.6.1399 tarihinde yazılmıştır.
(1) Ahmed, 3/5; Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Fi Kadri Mevdıi’l-İzâr (4093); İbn
Mâce, Kitâbu’l-İzâr, Bâbu Mezıi’l-İzâr Eyne Hüve, (3573); Nesâî Kitâbu’l- Ziynet,
Bâbu Mezıi’l-İzâr; Mâlik, 2/217.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Libas, Bâbu Men Cerra Sevbehu mine’l-Huyelai
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
255
SORU-215: Namaz kılan ve namazı kıldıktan sonra gusül yapması
gerektiği ortaya çıkan kimse ne yapmalıdır?
CEVAP: Namaz kılan ve kıldıktan sonra abdestsiz ve cünüp olduğunu anlayan herkesin bu hadesten kurtulmak için abdest alması veya
gusletmesi ve namazını yeniden kılması vâcibtir. Çünkü Peygamberimiz ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Allah abdestli olmayan kimsenin namazını kabul
etmez.”(1) buyurmuştur.
SORU-216: Bir kimsenin namaz esnasında burnu kanarsa hükmü
nedir? Elbisesini kirletirse hükmü nedir?
CEVAP: Burun kanaması az olsun veya çok olsun abdesti bozucu
bir şey değildir. Ön ve arka idrar yolları hariç, vücuttan çıkan bütün
kanlar da böyledir, abdesti bozmazlar. Kusmak gibidir. Yaralarda oluşan
madde (irin, iltahap, sivilcen akan su) az olsun, çok olsun abdesti bozmaz. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den bunların abdesti bozduğuna
dair bir haber sâbit olmamıştır. Asıl olan tahâretin devam etmiş olmasıdır. Çünkü bu tahâret ancak şer‘î bir delîl gereğince sabit olmuştur.
Şer‘î bir delîl gereğince sabit olan şey ancak şer‘î bir delîl gereğince ortadan kalkar. Burada iki idrar yolu hariç vücuttan çıkan bir şeyin abdesti
bozduğuna dair delîl yoktur. Buna göre az olsun veya çok olsun burnun
kanamasıyla veya kusmakla abdest bozulmaz. Ancak bu kanama seni
rahatsız ettiği ve senin huşu içinde namazını tamamlamana imkân vermediği zaman namazdan çıkmanda bir sakınca yoktur. Mescitte namaz
kıldığın zaman eğer mescidi kirletmekten korkarsan çıkan bu kanla
mescidi kirletmemek için namazdan çıkman gerekir. Bu kandan elbisene az miktarda düşerse bu elbiseyi necis kılmaz.
SORU-217: İçinde kabir bulunan bir mescitte namaz kılmanın hükmü nedir?
CEVAP: İçinde kabir bulunan mescitte namaz iki türlü olur:
Birincisi: Kabir mescitten önce var iken mescit onun üzerine yapıl(1) Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu Vucubu’t-Tahâreti li’s-Salati.
256
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mışsa o mescidi terk etmek ve orada namaz kılmamak vâcibtir. Mescidi
oraya yapanın onu yıkması gerekir. O yıkmazsa Müslümanların yöneticisinin onu yıktırması gerekir.
İkincisi: Mescidin kabirden önce yapılmış olması ve ölünün daha
sonra oraya gömülmesidir ki bu durumda kabrin kazılması ve ölünün
oradan çıkarılıp diğer insanlarla birlikte gömülmesi gerekir.
Kabir, namaz kılanın önünde olmamak şartıyla o mescitte namaz
kılmak câizdir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kabirlere doğru namaza durmayı yasaklamıştır.
Mescid-i Nebevi’nin içinde Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kabrinin
bulunmasına gelince, malumdur ki Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in mescidi onun ölümünden önce inşa edildi. Ve yine bilinmektedir ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬o mescidin içine defnedilmedi, mescitten ayrı bir yer
olan kendi evine defnedildi. el-Velîd b. Abdilmelik zamanında o, Medîne
valisi Ömer b. Abdülaziz’e hicri 88 yılında bir mektup yazarak Mescid-i
Nebevi’nin yıkılmasını ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hanımlarının
odalarını mescide ilave etmesini emretti. Ömer b. Abdülaziz halkın ileri
gelenlerini ve fıkıhçıları toplayarak halife el-Velîd’in mektubunu onlara
okudu. Bu iş onlara ağır gelmişti. Dediler ki, ibret için o halde bırakılması daha uygundur. Anlatıldığına göre Said b. el-Müseyyeb, Aişe’nin
odasının Mescit’e dâhil edilmesine karşı çıktı. Sanki kabrin mescit edinilmesinden korkmuştu. Ömer bunu el-Velîd’e yazdı. el-Velîd tekrar haber göndererek istediği uygulamanın yapılmasını emretti. Ömer’in artık
bu emri yerine getirmekten başka çaresi kalmamıştı.
Sen de görüyorsun ki Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kabri Mescit’in
içine konulmamıştı. Üzerine mescid inşa edilmedi. Dolayısıyla bu, mescitlerin içine defin yapılır veya kabirlerin üzerine mescitler inşa edilebilir diyen bir kimsenin delîli olamaz. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den şöyle
buyurduğu sabit olmuştur: “Allah Yahudilere ve Hıristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescit yaptılar.”(1) Peygamberimiz ‫ﺻﲆ‬
‫ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ümmetini onların yaptıklarından sakındırmak için bu söz(1) Buhârî, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu es-Salatu fi’l-Bey’ati; Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid,
Bâbu en-Nehyu an Binai’l-Mesâcidi ale’l-Kuburi.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
257
leri ölüme doğru giderken söylemişti. Ümmü Seleme radıyallahu anha
ona, Habeşistan topraklarında gördüğü bir kiliseyi ve içindeki resimleri anlattığı zaman şöyle buyurdu: “Hakikaten onlar, içlerinde iyi bir
kimse bulunurda vefat ederse, onun kabri üzerine bir mescid yaparlar.
O resimleri bu mescide asarlar. Onlar kıyâmet gününde Allah indinde
mahlûkatın en kötüleri olacaklardır.”(1) İbn Mes‘ûd radıyallahu anh Nebî
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Yaratılmışların en
şerlileri hayattayken kıyâmetin üzerlerine koptuğu kimseler ve kabirleri
mescidler edinenlerdir.”(2) Bunu ceyyid bir senetle Ahmed tahrîc etmiştir. Bir mü’min Yahudilerin ve Hıristiyanların yolundan gitmez ve yaratılmışların en şerlilerinden olmaz.
Bu fetva hicri 7.4.1414 tarihinde yazılmıştır.
SORU-218: Tuvalet damının üstünde namaz kılmanın hükmü nedir? Fosseptik artıklarının toplandığı yerin üstünde namaz kılmanın
hükmü nedir?
CEVAP: Bizim bildiğimiz tuvaletlerimizin damlarının üzerinde
namaz kılmakta bir sakınca yoktur. Çünkü bizim tuvaletlerimiz müstakil binalar değildir, onların çatıları bütün apartmanların ortak çatısıdır.
Fosseptik artıklarının toplandığı yerlerin üzerinde namaz kılmakta da
bir sakınca yoktur. Çünkü bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Yeryüzü
benim için mescit ve temiz kılındı.”(3) hadîsinin genel hükmüne dâhildir.
SORU-219: Mescid-i Haram’da ayakkabılarıyla yürüyen kimse hakkında ne hüküm verilir?
CEVAP: Mescid-i Haram’da ayakkabılarıyla yürümek uygun değildir. Çünkü bu, mescidin kıymetini bilmeyip de kirli ayakkabılarla gelen
halka kapı açar. Bazen onlar necâset bulaşmış ayakkabılarıyla Mescid-i
Haram’a girip orayı kirletebilirler. Şer‘an istenen, bir mefsedetin doğma(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Binai’l-Mescid ale’l-Kabri; Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid,
Bâbu en-Nehyu an Binai’l-Mesâcidi ale’l-Kuburi.
(2) Ahmed, 1405, 435.
(3) Buhârî, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu Kavli’n-Nebiyyi: “Cüilet lî...”
258
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
sından korkulduğu zaman bu mefsedetin gözetilmesi ve terk edilmesi
gerekir. İlim ehlinin kabul ettiği kural şudur: “Yararlar ve zararlar eşit
olduğu veya zararlar ağır bastığı halde birbiriyle çatıştığı zaman zararların ortadan kaldırılması yararların celp edilmesinden daha evladır.”
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Kâbe’yi yıkıp İbrâhîm’in temelleri üzerine
yeniden inşa etmek istediği zaman insanlar küfürden daha yeni kurtuldukları için fesat çıkmasından korkarak bu işi terk etmiştir. Aişe’ye bu
konu ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı ben Kâbe'yi yıkar da İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın temelleri
üzerine kurardım. Ona iki tane kapı yapardım, insanlar birinden girerler, diğerinden çıkarlardı.”(1)
SORU-220: Namaz kılan kişinin kıbleden az bir miktar saptığı ortaya çıktığı zaman namazı iade eder mi?
CEVAP: Kıbleden az miktarda sapmak namaza zarar vermez. Bu,
Mescid-i Haram’ın içinde olmadığı zaman böyledir. Çünkü Mescid-i
Haram’da namaz kılanın kıblesi Kâbe’nin kendisidir. Bu sebeple âlimler
dediler ki: Kâbe’yi görme imkânına sahip olan kimsenin Kâbe’nin kendisine yönelmesi vâcibtir. Faraza Harem’de namaz kılan kimse Kâbe’nin
kendisine değil de bulunduğu tarafa doğru yönelmiş olsa namazı iade
eder, çünkü namazı sahîh olmamıştır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Artık, yüzünü Mescid-i Haram’a (Kabe’ye) doğru çevir. Siz de ey
mü’minler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin!”
(Bakara: 144).
Ancak insan Mekke’de olsa bile Kâbe’den onu göremeyecek kadar
uzakta olduğu zaman onun bulunduğu tarafa doğru yönelmek vâcibtir.
(Kasıtlı olmaksızın) bir miktar sapmak zarar vermez. Bu sebeple Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Medînelilere şöyle dedi: “Doğu ile batı arası
kıbledir.”(2) Çünkü Medîneliler güneye doğru yöneliyorlardı. Dolayısıyla
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Fadli Mekke ve Bunyanuha, Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu
Nakdi’l-Ka’be ve Binauha.
(2) Tirmizî, Kitâbu’s-Salât, Bâbu Mâ Câe Enne Mâ Beyne’l-Meşrikı ve’l-Mağribi; İbn
Mâce (1011); Hâkim bunun sahîh olduğunu söyledi, Zehebî de onu onayladı “elMüstedrek” 1/225.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
259
doğu ile batı arası onlar için kıble sayılırdı. Yine aynı şekilde mesela
batıya doğru namaz kılan kimseye biz deriz ki: Güneyle Kuzey arası kıbledir.
SORU-221: Bir cemaat kıbleden başka yöne doğru namaza dursa bu
namazın hükmü nedir?
CEVAP: Bu mes’ele iki durumdan hali değildir:
Birinci Durum: Kıbleyi bilmeyecekleri bir yerde olmalarıdır. Mesela
yolculuk halinde olmaları, hava kapalı olduğu için kıblenin ne tarafta
olduğunu bulamamaları gibi. Böyle bir durumda araştırarak namaza
durdukları, sonra kıblenin aksi istikâmetine doğru yöneldikleri ortaya
çıktığı zaman onlara bir şey lazım gelmez. Çünkü onlar güçleri yettiğince Allah’tan sakınmışlardır. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O halde
gücünüzün yettiği kadar Allah’tan sakının.” (Teğabün: 16). Peygamberimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Ben size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin.”(1) Allah teâlâ bu mes’ele
özelinde şöyle buyurdu: “Doğu da Allah’ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah’a dönmüş olursunuz.” (Bakara: 115).
İkinci Durum: Kıbleyi sorma imkânlarının olup da sormayı ihmal
ettikleri bir yerde bulunmalardır. Bu durumda kıbleden başka yöne doğru kıldıkları namazı, hatalarını ister vakit çıkmadan önce, ister vakit
çıktıktan sonra bilsinler kaza etmeleri gerekir. Çünkü onlar bu durumda hem yanılmışlardır hem de suçludurlar. Kıble konusunda yanılmışlardır, çünkü kıbleden kasten sapmamışlardır. Suçludurlar çünkü soruşturmayı önemsememişler ve ihmal etmişlerdir. Ancak bilmemiz gerekir
kıbleden az bir sapma zarar vermez. Mesela biraz sağa veya biraz sola
yönelmiş olsa bunun zararı olmaz. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
Medînelilere şöyle dedi: “Doğu ile batı arası kıbledir.”(2) Kâbe’nin kuzeyinde olanlara deriz ki: Doğu ile batı arası kıbledir. Kâbe’nin güneyinde
olanlara da aynı şeyi söyleriz. Kâbe’nin doğusunda veya batısında olan(1) Buhârî, Kitâbu’l-İtisam, Bâbu el-İktidau bi-Sunneti Rasulillahi; Müslim Kitâbu’lHac, Bâbu Farzı’l-Hacci Merraten fi’l-Ömri.
(2) Tahrîci daha önce geçti.
260
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lara da deriz ki: Kuzey ile güney arası kıbledir. Bu sebeple bir miktar
sapmanın zararı yoktur.
Burada ben bir mes’ele üzerinde uyarıda bulunmak istiyorum:
Kâbe’yi görecek şekilde Mescid-i Haram’ın içinde olan kimsenin o tarafa doğru değil Kâbe’nin kendisine yönelmesi gerekir. Çünkü orada
Kâbe’nin kendisinden biraz sapan kimse kıbleye yönelmemiş sayılır. Ben
Mescid-i Haram’ın içinde Kâbe’nin kendisine yönelmemiş çok insan görüyorum. Bu şekilde uzun ve uzatılmış saflar bulursun ve kesin olarak
bilirsin ki bu insanların pek çoğu bizzat Kâbe’ye yönelmiş değillerdir.
Bu, Müslümanların dikkat etmeleri ve telafi etmeleri gereken büyük bir
hatadır. Çünkü onlar bu hal üzere namaz kıldıkları zaman kıbleden başka bir yöne doğru namaz kılmış olmaktadırlar.
SORU-222: Niyeti telaffuz etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Ameller niyetlere bağlıdır. Herkese niyet ettiği şey vardır.”(1) Niyetin yeri kalptir, dil
ile söylemeye ihtiyaç yoktur. Sen abdest almaya kalktığın zaman bu bir
niyettir. Tehdit altında olmayan akıllı bir insanın niyet etmeden bir şey
yapması mümkün değildir. Bu sebeple bazı ilim adamları dediler ki:
Eğer Allah teâlâ bizi niyetsiz bir amelle yükümlü tutmuş olsaydı bu güç
yetirilemeyecek bir yükümlülük olurdu.
Ne Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den, ne de sahâbîlerinden niyeti dilleriyle telaffuz ettikleri rivâyet edilmemiştir. Dilleriyle niyet ettiklerini
duyduğun kimselerin bunu ya câhilliklerinden dolay veya bu görüşte
olan ilim adamlarını taklit ettikleri için yaptıklarını görürsün. Bu görüşte olan ilim adamları kalp ile dilin mutabık olması için niyetin dile
de söylenmesi gerektiğini söylerler. Fakat biz bunun doğru olmadığını
söylüyoruz. Çünkü bu meşru bir iş olsaydı Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
sözlü veya fiili olarak onu ümmetine açıklardı. Başarı Allah’tandır.
SORU-223: Nafile namaz kılan bir kimsenin arkasında farz namaz
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
261
kılmanın hükmü nedir? Mesela teravih kılanlarla birlikte yatsı namazını kılan kimsenin durumu nedir?
CEVAP: Teravih namazı kılan bir imamın arkasında yatsı namazı kılmakta bir sakınca yoktur. İmam Ahmed buna hükmetmiştir. Bir
kimse yolcu ise ve namazın başında imama yetişmişse onunla birlikte
selam verir. Daha sonraki rekâtlarda yetişmişse imam selam verdiği zaman kalan kısmı tamamlar.
SORU-224: Bir yolcu, mukim bir imamla birlikte son iki rekâtı kıldığı zaman kısaltmak niyetiyle imamla beraber selam verebilir mi?
CEVAP: Yolcu olan bir kimse mukim bir imama uyduğu zaman namazı kısaltması câiz değildir. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemeyip kaçırdığınız kısmı tamamlayın.”(1) Sözü
genel hüküm ifade eder, yolcuyu da kapsar. Buna göre bir yolcu imamla
birlikte son iki rekâtı kıldığı zaman, imam selam verdikten sonra kalan iki rekâtı da kılması gerekir. Namazı iki rekât olarak kılmak üzere
imamla birlikte selam vermesi câiz değildir. En iyi bilen Allah’tır.
SORU-225: Namaza giderken hızlı yürümenin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimsenin namaza giderken hızlı yürümesi yasaklanmıştır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize sükûnet ve vakar içinde
yürümemizi emretmiş ve süratli yürümekten men etmiştir. Fakat bazı
ilim adamları namazın bir rekâtını kaçıracağından korktuğu zaman
çirkin olmayacak bir hızla yürümekte beis olmadığını söylemişlerdir.
Mesela imam rükûda iken bir kimse mescide girse o rekâta yetişmek
için çirkin olmayan bir süratle yürüyebilir. Bazı kimselerin çok hızlı bir
şekilde koşuştuklarını görürsün ki bu yasaklanmıştır. Bununla beraber
rekâtı kaçırma korkusu olsa bile fazla hızlı olmaksızın sükûnet ve vakar
içinde yürümek daha faziletlidir. Çünkü hadîsin genel hükmü bunu ifade etmektedir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Lâ yes'a ile's-Salât; Müslim Kitâbu’l-Mesacid, Bâbu İstihbabu İtyani's-Salâtu bi-vakâr, (151).
262
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-226: Cemaatle namazda rekâtı imamla birlikte kılabilmek
için acele etmek câiz midir?
CEVAP: İmam rükûda iken camiye girdiğin zaman acele etme ve
ilk safa yetişmeden önce namaza girme. Çünkü Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ebû
Bekre radıyallahu anh böyle yaptığı zaman ona şöyle buyurmuştur: “Allah senin hırsını artırsın bir daha böyle yapma.”(1)
SORU-227: Mescitte namaz kılanların zihnini karıştıracak şekilde
yüksek sesle Kur’ân okumanın hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimsenin mescidde namaz kılan veya ders yapan veya
Kur’ân okuyan insanların zihinlerini karıştıracak şekilde yüksek sesle Kur’ân okuması haramdır. Çünkü bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
yasakladığı bir şeyi yapmak demektir. İmam Mâlik Muvatta’ında(2) elBeyazi’den (Ferve b. Amr) şöyle rivâyet etmiştir: Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
insanlar namaz kılarken yanlarına çıktı. Namazda yüksek sesle okuyorlardı. Onlara şöyle buyurdu: “Namaz kılan kimse Rabbine niyaz etmekte
ve Rabbinin huzurundadır. Kur’ân’ı yüksek sesle okuyarak birbirinizin
huzurunu bozmayın.” Aynısını Ebû Dâvûd(3) Ebû Sa‘id el-Hudri’den rivâyet etti.
SORU-228: Bazı kimseler ikâmet vaktine yakın mescide girdikleri
zaman imamın gelmesini beklemek üzere ayakta duruyor ve tehıyyetu’lmescidi terk ediyorlar. Bu amelin hükmü nedir?
CEVAP: Zaman tehiyyetu’l-mescidi kılamayacak kadar kısa olduğunda bunda bir sakınca yoktur. Fakat imamın ne zaman geleceğini
bilmiyorlarsa tehıyyetu’l-mescidi kılmak daha faziletlidir. Sonra eğer
sen birinci rekâtta iken imam gelir de kamet getirilirse namazını hemen
keser, cemaate katılırsın. Eğer ikinci rekâtta isen namazını uzatmadan
tamamlarsın.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu 114, İzâ Rakea dûne’s-Saffi.
(2) Muvatta, Kitâbu’s-Salat, Bâbu el-Amelu fi’l-Kıraati, 1/86 (225).
(3) Kitâbu’l-Salat, Bâbu Raf’u’s-Savti bi’l-Kıraeti fi Salati’l-Leyli (1332).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
263
SORU-229: Bazı erkeklerin Mescid-i Haram’da farz namazlarda kadınların saflarının arkasında saf tuttukları görülüyor. Onların bu namazları kabul olunur mu? Onları ön tarafa yönlendirmek gerekir mi?
CEVAP: Erkekler kadınların arkasında namaz kıldıkları zaman
ilim adamları bunda bir sakınca olmadığını söylerler. Fakat bu sünnete
aykırıdır. Çünkü sünnet olan, kadınların erkeklerin arkasında namaza
durmalarıdır. Ancak Mescid-i Haram’da da müşahede ettiğimiz gibi kalabalık ve sıkışıklık oluyor, kadınlar geliyorlar saflarını oluşturuyorlar,
erkekler onlardan sonra geliyorlar ve onların arkasında saf oluşturuyorlar. Fakat namaz kılan bir erkeğin bundan elinden geldiğince sakınması
gerekir. Çünkü bundan dolayı erkekler için fitne meydana gelebilir. Bu
sebeple insan kadınların arkasında namazdan uzak durmalıdır. Fıkıhçıların kabullerine göre bu her ne kadar câiz olsa bile biz deriz ki insanın
elinden geldiği kadar bundan uzak durması, kadınların da erkeklere yakın yerlerde namaza durmamaları gerekir.
SORU-230: Bir çocuğu saftaki bulunduğu yerden uzaklaştırmak
câiz olur mu?
CEVAP: Doğrusu bir çocuğu saftaki bulunduğu yerden kaldırıp uzaklaştırmak câiz değildir. Çünkü İbn Ömer radıyallahu anh’ten
rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse bir kimseyi yerinden kaldırıp da sonra oraya oturmaz.”(1) Çünkü bu, çocuğun hakkına bir tecavüz, onun kalbini kırmak, onu namazdan nefret ettirmek ve onun kalbine öfke ve kin tohumları ekmektir.
Eğer onların arka safa gönderilmelerinin câiz olduğunu söylersek
hepsi tek safta toplanmış olurlar ve namazda oyun ve eğlenceye dalarlar. Fakat namazda oyun oynamalarından korkulduğu zaman aralarını
açmak için yerlerinden alınıp başka yere yerleştirilmelerinde bir sakınca
yoktur.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cuma, Bâbu La Yükimü’r-Raculu Ehahu min Mak’adihi ve Yeclisu
fihi (911). Müslim Kitâbu’s-Selam, Bâbu 11: Tahrimu İkameti’l-İnsani Min Mevzıihi
27 (2177).
264
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-231: Direklerin arasında namaza durmanın hükmü nedir?
CEVAP: Sıkışıklık olduğu zaman direkler arasında namaza durmak
câizdir.
Fakat namaz kılınacak yer geniş olduğunda direkler arasında namaza durulmaz. Çünkü bu safları kesip parçalar.
Bu fetva, h. 29.1.1419’da yazılmıştır.
SORU-232: Kadınların safları hakkındaki hüküm nedir? Bunların
en kötüsü mutlak olarak ilk saf ve en iyisi son saf mıdır, yoksa bu hüküm sadece erkeklerle kadınlar arasında bir perde olmadığı durumda
mı geçerlidir?
CEVAP: Erkeklerle kadınların aynı mekânda bulunmaları kast edildiği zaman kadınların son safları ilk saflarından daha faziletlidir. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Kadınların saflarının en hayırlısı son saflarıdır,
en şerlisi ilk saflarıdır.”(1) buyurmuştur. Çünkü kadınların son safı erkeklere en uzak olan saftır, ilk safı da erkeklere en yakın olan saftır.
Ancak zamanımızdaki mescitlerde olduğu gibi kadınlar için özel
bir mekân bulunduğu zaman erkeklerde olduğu gibi kadınların da ilk
safları daha hayırlıdır.
SORU-233: Mescidin dışında namaz kılmanın hükmü nedir? Mesela mescide bitişik yollarda namaz kılan kimselerin hükmü nedir?
CEVAP: Namaz kılanların tamamını mescid almadığı ve insanlar
bu yüzden mescide bitişik yollarda namaz kıldıkları zaman, imamı izlemeleri mümkün olduğu sürece bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bu bir
zarûrettir.
Bu fetva h. 6.6.1413’de yazılmıştır.
SORU-234: Safların oluşumunda dayanak nedir? Namaz kılan kim(1) Müslim, Namaz, Bâbu 28-Tesviyetu’s-Sufuf 1/326, h 132 (440).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
265
senin topuğunun yanındakinin topuğuna yapışması meşru mudur? Bize
bu konuda fetva veriniz.
CEVAP: Safların düzeltilmesinde doğru olan şey parmak uçlarının
değil ayak topuklarının birbiriyle aynı hizada olmasıdır. Çünkü beden
topuklar üzerine yerleştirilmiştir. Herkesin ayaklarının parmakları
farklıdır. Kiminin ayağı uzundur, kiminin kısadır. Saflardaki düzeni
sağlamak ancak topukların aynı hizada bulunmasıyla mümkündür.
Topukların birbirine yapıştırılması mes’elesine gelince şüphesiz böyle bir şey sahâbîlerden rivâyet edilmiştir. Onlar topuklarını birbirlerine
değdirerek saflarını düzeltiyorlardı.(1) Yani aynı hizada olmayı gerçekleştirmek ve safı düzeltmek için onlardan her biri topuğunu yanındakinin
topuğuna bitiştirirdi. İlim ehlinin de dediği gibi burada asıl maksat topukları birbirine değdirmek değil, safı düzeltmek ve aynı hizada olmaktır. Bu sebeple saflar tamamlandığı ve insanlar ayağa kalktığı zaman safı
düzeltmek için herkesin topuğunu yanındakinin topuğuna bitiştirmesi
gerekir. Bu, yapışıklık devamlı olacak ve namaz boyunca birbirinden
ayrılmayacak anlamına gelmez.
Bu mes’eledeki aşırılıklardan birisi şudur: Bazı kimseler topuğunu
yanındakinin topuğuna değdirmek için ayaklarını o kadar açıyor ki o
zaman da omuzlar arasında boşluk meydana geliyor ve birbirine değmiyor. Bu, sünnete aykırıdır. Maksat omuzların ve topukların aynı seviyede olmasıdır.
SORU-235: Namazda dört yerin dışında ellerin kaldırılması var mıdır? Cenaze ve bayram namazlarında da böyle midir?
CEVAP: Önce ellerin kaldırıldığı bu dört yeri tanımamız gerekir.
Bunlar: Başlama tekbiri esnasında, rükûa giderken, rükûdan kalkarken
ve ilk teşehhütten sonra ayağa kalkınca ellerin kaldırılmasıdır. Buralarda ellerin kaldırılacağına dair Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den İbn Ömer
tarafından sahîh yolla rivâyet edilen şu hadîs vardır: İbn Ömer radıyal(1) Burada Enes b. Mâlik’in şu sözüne işaret edilmektedir: Bizim birimizin omuzu yanındaki arkadaşının omzuna ayağı arkadaşının ayağına yapışırdı. Bunu Buhârî,
Ezân, Bab. 76, İlzaku’l-Menkeb h (725) de rivâyet etmiştir.
266
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lahu anh şöyle demiştir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namaz için tekbir
aldığı zaman, rükû için tekbir aldığı zaman ve semiallahu li men hamideh dediği zaman ellerini kaldırırdı.” İbn Ömer dedi ki: “Secdede bunu
yapmazdı.”(1)
İbn Ömer radıyallahu anh Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ne yaptığını takip etmeye çok hevesli olduğu ve onu bilfiil takip ettiği zaman,
onun ellerini tekbirde, rükûda, rükûdan kalkerken ve birinci teşehhütten kalkarken tekbir aldığını gördü ve: “Bunu secdede yapmazdı” dedi.
Bunun olanı ve olmayanı haber veren kabilinden bir şey olduğu söylenemez. Ellerin kaldırıldığı yerleri haber veren kimse bunu İbn Ömer
hadîsinde bu hareketin yapılmadığı yeri haber veren ifadeden önce dile
getirmiştir. Çünkü İbn Ömer hadîsi ellerin kaldırılmayışına yapılan
vurguyu da açıkça ifade etmiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬rükûa varırken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırdığı zaman buna şahit olan,
sonra bunu secdede yapmazdı diyen bir kimsenin gaflete düşebileceğini/
unutabileceğini ve dikkatsiz olabileceğini söyleyebilir miyiz? Bunu söylemek mümkün değildir. Çünkü o, bunu secdede yapmadığını da kesin
olarak ifade etti, rükûa varırken ve rükûdan kalkarken yaptığını da kesin olarak ifade etti.
SORU-236: Bir kimse cemaate imam rükûda iken yetiştiği zaman
iki tekbir mi alacak?
CEVAP: Bir kimse imam rükûda iken girdiği, sonra başlama tekbirini aldığı zaman hemen rükûa varmalıdır. O zaman rükûa varırken
alacağı tekbir sünnettir, vâcib değildir. Ayrıca rükû için de tekbir alırsa
bu daha faziletli olur. Fakat bunu terk ederse kendisine bir şey lazım
gelmez.
Bundan sonra o kimse şu durumlardan birinden hali değildir:
Birinci Durum: İmam başını kaldırmadan önce rükûa ulaştığına
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu 83 Raf’u’l-Yedeyn fi’t-Tekbirati’l-Ula Mea’l-İftitahi Sevaün, h (735); Müslim, Kitâbu’l- Salâ, Bâbu9, “İstihbabu Raf’i’l-Yedeyn…” h 21,22
(390).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
267
kesin kanaat getirdiği durumdur. Bu durumda o, rekâta yetişmiş demektir ve kendisinden fatiha düşer.
İkinci Durum: Kendisi rükûa ulaşmadan önce imamın başını rükûdan kaldırdığına kesin kanaat getirdiği durumdur. Bu durumda o, rekâtı
kaçırmış sayılır ve o rekâtı kaza etmesi gerekir.
Üçüncü Durum: İmama rükûunda mı yetişti yoksa rükûda ona yetişmeden önce imam başını kaldırdı mı? diye şüphe ve tereddüde düştüğü durumdur. Bu durumda hangi yönde zannı galip gelirse o yönde
hareket eder. Eğer imama rükûda yetiştiği zannı kendisinde ağır basarsa
o rekâta yetişmiş demektir. Eğer imama rükûda yetişemediği zannı kendisinde ağır basarsa o rekâtı kaçırmış demektir. Bu durumda namazda
sehiv secdesi gerektirecek bir şey yapacak olursa selam verdikten sonra
sehiv secdesi yapar. Yetiştiğine galip zannı ile kanaat getirdiği şüpheli
birinci rekâtın namazından bir şeyi eksik yapmadıysa bu durumda kendisinden sehiv secdesi düşer. Çünkü onun namazı imamın namazına
bağlıdır. İmama tabi olan namazdan bir şeyi kaçırmadığı zaman onun
yerine sehiv secdesini imam yüklenir.
Burada bir başka durum daha vardır ki bunda insan imama yetişip
yetişmediğinde her hangi bir tercih yapamayacak ölçüde tereddütlüdür.
Bu durumda kesin ve garantili olacak şeye göre hareket eder. Rekâta yetişememiş olmak en kesin ve garantili durumdur. Çünkü asıl olan budur.
Bu rekâtı kaçırdığını farz eder ve selamdan önce sehiv secdesi yapar.
Bu münasebetle burada dikkat çekmek istediğim bir mes’ele daha
vardır ki o da şudur: Pek çok kimse imam rükûda iken mescide girdiği
zaman şiddetle ve arka arkaya öksürmeye başlıyorlar, bazen “Allah sabredenlerle beraberdir” diyorlar, bazen ayaklarını vuruyorlar. Bunların
hepsi sünnete aykırıdır, imam ve cemaatin zihnini karıştırır. Bazı kimseler de imam rükûda iken mescide girdikleri zaman çirkin bir şekilde
süratle koşuyorlar. Hâlbuki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunu menetmiş
ve şöyle buyurmuştur: “Kameti işittiğiniz zaman namaza yürüyünüz.
Sükûnet ve vakardan ayrılmayınız, koşmayınız. Yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız.”(1)
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu La Yes’â ile’s-Salati…(636). Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid,
Bâbu İstihbabi İtyani’s-Salati bi Vekarin ve Sekinetin (602).
268
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-237: Göğüs üzerinde veya kalbin üstünde sağ eli sol elin üzerine koymanın hükmü nedir? Elleri göbek altına koymanın hükmü nedir? Bu konuda erkekle kadın arasında fark var mıdır?
CEVAP: Sehl b. Sa’d radıyallahu anh hadîsi sebebiyle namazda sağ
eli sol elin üzerine koymanın hükmü sünnettir. Sehl şöyle demiştir:
“Namazda bir kimsenin sağ elini sol kolunun üzerine koyması insanlara
emredilirdi.”(1) Bunu Buhârî tahrîc etmiştir.
Fakat bu ellerini nereye koyacak?
Cevap: Bu konudaki görüşlerin en sahîh olanı göğsün üstüne konulmuş olmasıdır. Çünkü Vail b. Hucr’un rivâyet ettiğine göre “Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬sağ elini sol elinin üstüne göğsünün üstünde koyardı.”(2)
Her ne kadar bu hadîste bir miktar zayıflık varsa da bu konudaki diğer
hadîslerden daha sahîhtir.
Ellerin sol taraftan kalbin üstüne konulmasına gelince bu, bir
bid‘attir, aslı yoktur.
Ellerin göbeğin üstüne konulmasına gelince bu konuda Ali radıyallahu anh’ten gelen bir rivâyete vardır,(3) fakat zayıftır. Vail b. Hucr’un
rivâyeti ondan daha kuvvetlidir.
Bu konuda erkekle kadın arasında bir fark yoktur. Ayırt etmek üzere ve aralarındaki farka dair bir delîl ortaya konulmadıkça hükümlerde
kadın ve erkeğin aynı olması asıldır. Ben bu sünnette kadın ve erkeği
birbirinden ayıracak sahîh bir delîl bilmiyorum.
SORU-238: Besmeleyi açıktan okumanın hükmü nedir?
CEVAP: Racih olan besmelenin açıktan okunmayacağıdır. Onu
içinden okumak sünnettir. Çünkü besmele Fatiha’dan değildir. Fakat
bazen açıktan okunmuş olursa bunda da bir sakınca yoktur. Hatta bazı
ilim adamları besmelenin bazen açıktan okunması gerekli olduğunu bile
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, BâbuVad’u’l-Yedi’l-Yümna ale’l-Yüsra, h (740).
(2) İbn Huzeyme, Salâ, Bâbu Vad’u’l-Yemini ale’ş-Şimal (479). Beyhaki, 2/30.
(3) Ahmed 1/110; Ebû Dâvûd, Kitâbu's-Salât, Bâbu Vad'ul-yumna ale'l-yusra. (756).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
269
söylemişlerdir. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den “Onun besmeleyi
açıktan okuduğu” da rivâyet edilmiştir.(1)
Fakat Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in “besmeleyi açıktan okumadığı”
kesindir.(2) Besmelenin açıktan okunmaması daha evladır.
Fakat besmelenin açıktan okunacağı görüşünde olanlarla birlikte
hareket etmek için açıktan okursa bunda da bir sakınca olmayacağını
umarım.
SORU-239: Başlama tekbirinden sonraki duanın hükmü nedir?
CEVAP: Başlama tekbirinden sonra dua okumak ne farz namazlarda ne de nafile namazlarda vâcib değil, sünnettir.
Bir kimse başlama tekbirinden sonra bu konuda Peygamber efendimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilen duaların hepsini okuyabilir. Bu
konudaki sünneti bütün yönleriyle işlemek için bazen birini, bazen diğerini okumalıdır. Bunlardan sadece birisini biliyorsa onunla yetinmesinde de bir sakınca yoktur. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namaza başlarken ve teşehhütte otururken kullara kolaylık olsun diye çeşit çeşit dualar okurdu. Namazdan sonraki zikir konusunda da böyle yapardı. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬iki faydadan dolayı
bu çeşitlendirmeyi yapardı:
Birinci Fayda: İnsanın bir çeşit üzerinde devam etmemesidir. İnsan
aynı şeyi devamlı söylediği zaman bu, sanki sıradan bir iş haline gelir.
Bu sebeple, eğer gaflet düşse niyet ve kastı olmasa bile kendisini bu zikri
söyler bulur. Çünkü bu sıradan bir iş olmuştur. Zikirler çeşitlendiği ve
insan bazen birini, bazen diğeri söyler hale geldiği zaman bu onun kalbine daha fazla huzur verir ve söylediği şeyi daha iyi anlamasına yardım
eder.
(1) Nesâî, el-İftitah, Bâbu Bismillahirrahmanirrahim, (904); İbn Hıbban, 1788; İbn Huzeyme, 499; Darekutni, 1/305; Beyhaki, 2/46, 58.
(2) Enes b. Mâlik radıyallahu anh bu hadîsi rivâyet ettiği zaman şöyle dedi: “Ben
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında, Ebû Bekir’in arkasında ve
Ömer’in arkasında namaz kıldım ve hiçbirinin besmeleyi okuduğunu duymadım.”
sMüslim, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Huccetü Men Kale La Yecheru bi’l-Besmeleti, (399).
270
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
İkinci Fayda: Ümmete bir kolaylıktır. Şöyle ki insan kendisine uygun olan hangisi ise bazen birini, bazen diğerini okur.
Bu iki faydadan dolayı namaza başladıktan sonraki, teşehhütteki ve
namazdan sonraki dualarda olduğu gibi bazı ibâdetler çeşitli şekillerde
eda edilir.
SORU-240: Âmin demek sünnet midir?
CEVAP: Evet, âmin demek özellikle de imam âmin dediği zaman
müekked sünnettir. Çünkü Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri’nde Ebû Hureyre radıyallahu anh’in rivâyet ettiği bir hadîste Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “İmam âmin dediği zaman siz de âmin deyin. Çünkü
bir kimsenin âmin demesi meleklerin âmin demesine uyarsa o kimsenin
geçmiş günahları affolunur.”(1) İmamın ve cemaatin âmin demesi aynı
anda olur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “İmam
veladdâllin dediği zaman âmin deyiniz.”(2)
SORU-241: İmam “‫ ”ﺇﻳﺎﻙ ﻧﻌﺒﺪ ﻭﺇﻳﺎﻙ ﻧﺴﺘﻌﲔ‬dediği zaman Allah’tan yardım diledik anlamında (‫ )ﺇﺳﺘﻌﻨﺎ ﺑﺎﷲ‬diyen kimseler var. Bunun hükmü
nedir?
CEVAP: Şer‘î açıdan imama uyan kimsenin yapması gereken şey
imamı dinlemektir. İmam Fatihayı bitirdiği zaman âmin der, imama
uyan kimse de âmin der. Zaten bir kimsenin âmin demesi, imam Fatiha
okurken başka bir şey söylemesine ihtiyaç bırakmaz.
SORU-242: Namazda Fatiha okumanın hükmü nedir?
CEVAP: Âlimler Fatiha okunması konusunda farklı görüşlere ayrılmışlardır:
Birinci Görüş: Fatiha okumak ne imama ne cemaate ne de tek başına
(1) Buhârî, Ezân, Bâbu 111: Cehru’l-İmami bi’t-Te’min (780); Müslim, Salâ, Bâbu 18: etTesmi’ ve’t-Tahmid ve’t-Te’min 1/307, h 72 (410).
(2) Buhârî, Ezân, Bâbu113: Cehru’l-İmami bi’t-Te’min (782); Müslim, Salâ, Bâbu18: etTesmi’ ve’t-Tahmid ve’t-Te’min 1/307, h 76 (410).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
271
namaz kılana, ne cehrî namazlarda ne de gizli okunan namazlarda farz
değildir. Farz olan, Kur’ân’dan kolayına geleni okumaktır. Bu görüşte
olanlar Müzzemmil suresindeki “Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.”
âyetini ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bir adama söylediği “Kur’ân’dan
sana kolay geleni oku”(1) hadîsini delîl getirirler.
İkinci Görüş: Fatiha okumak imam için de, cemaat için de, tek başına namaz kılan için de, ister cehrî namazda olsun, ister gizliden okunan
namazda olsun, cemaate ister zamanında yetişsin, isterse sonrada yetişsin hepsine farzdır.
Üçüncü Görüş: Fatiha okumak imama ve münferit namaz kılana
farz, cemaate ise ne cehrî namazda, ne de gizliden okunan namazda
mutlak olarak farz değildir.
Dördüncü Görüş: Fatiha okumak cehrî namazda ve gizliden okunan
namazda imam için ve münferit namaz kılan için farzdır, cehrî değil de
gizliden okunan namazda cemaat için de farzdır.
Benim tercih ettiğim görüşe göre: Fatiha okumak cehrî namazda ve
gizliden okunan namazda imam, cemaat ve münferit namaz kılan herkes için farzdır, bu farz sadece imam rükûda iken namaza yetişen kimseden düşer. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in “Fatiha okumayan kimsenin
namazı yoktur”(2)hadîsi ve “Kim namazda Ummu’l-Kur’ân’ı okumazsa
onun namazı eksiktir”(3) hadîsi buna delâlet etmektedir. Ubade b. esSâmit’in rivâyet ettiği şu hadîs de buna delâlet etmektedir: Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬sabah namazından çıktıktan sonra ashâbına şöyle dedi:
“Belki de siz imamın arkasında da kıraat ediyorsunuzdur?” Ashâbı: Evet
ya Rasûlallah, dediler. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onlara
dedi ki: “Yapmayın, sadece Ummu’l-Kur’ân’ı okuyun. Çünkü onu okumayanın namazı olmaz.”(4) Cehrî namazlarda bu bir nastır.
İmam rükûda iken namaza yetişenlerden Fatihanın düşmesine ge(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Vücubi’l-Kıraeti li’l-İmami ve’l-Me’mum (757); Müslim, Salâ, Bâbu Vücubil-Kıraeti’l-Fatihate fi Külli Rek’atin (397).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Vücubü’l-Kıraeti, (756); Müslim, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu
Vücubü’l-Kıraeti’l-Fatihati (394).
(3) Müslim, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Vucubu’l-Kıraeti’l-Fatihati (395).
(4) Ahmed, 5/316; Ebû Dâvûd, Salâ, Bâbu Men Terake’l-Kıraetefis-Salâti.
272
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lince bunun delîli Ebû Bekre radıyallahu anh’in rivâyet ettiği şu hadîstir:
O, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬rükûda iken namaza yetişmiş, koşmuş ve
safa girmeden rükûa varmış, sonra rükuda yürüyerek safa girmiştir.
Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namazı bitirince bunu kimin yaptığını sormuştu.
Ebû Bekre: Benim ya Rasûlallah demiştir. Bunun üzerine Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬buyurmuştur: “Allah senin hırsını artırsın bir daha böyle yapma.”(1) buyurdu. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona kaçırmamak için
koştuğu rekâtı iade etmesini emretmemiştir. Eğer bu vâcib olsaydı emrederdi. Nitekim namazı sükûnet içinde kılmayan kişiye namazını tekrar kılmasını emretmişti. Naklî delîl yönünden durum budur.
Akli delîl yönünden bakınca biz deriz ki:
Fatihanın okunacağı mahal olan kıyama yetişemeyen bu kişi, o mahalle yetişemediği zaman orada vâcib olan şey düşer. Bunun delîli şudur: Eli dirsekten kesik olan kimsenin onun yerine pazusunu yıkaması
gerekmez. Bilakis abdestte yıkanması gereken mahal mevcut olmadığı
için abdestin bu farzı kendisinden düşer. Aynı şekilde imama rükûda
iken yetişen kimseden de Fatiha düşer. Çünkü Fatihanın okunma mahalli olan kıyama yetişememiştir. İmama tabi olacağından dolayı Fatiha
okuma yükümlülüğü ondan düşer.
Bana göre sahîh olan görüş budur. Biraz önce işaret ettiğim Ubade
b. es-Samit hadîsi olmasaydı - Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sabah namazından çıktıktan sonra söylediği hadîs- cehrî namazda cemaatin Fatiha okuması gerekmez görüşü daha tercihe şayan görüş olurdu. Çünkü
dinleyen kimse ecir elde etmede tıpkı okuyan kimse gibidir. Bu sebeple
Allah teâlâ Mûsâ aleyhisselam’a “İkinizin duası kabul olundu” buyurdu.
Hâlbuki dua eden sadece Mûsâ idi. Allah teâlâ bu konuda şöyle buyurdu:
“Mûsâ dedi: "Ey Rabbimiz! Sen Firavun’a ve adamlarına şu dünya hayatında göz kamaştırıcı zenginlik ve bol bol servet verdin. Ey Rabbimiz!
Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz! Onların mallarını
sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azâbı görmedikçe îmân etmeyecekler."” (Yûnus: 88). Allah teâlâ bize Harun’un da
dua ettiğini söyledi mi? Hayır. Bununla beraber O “İkinizin duası kabul
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
273
olundu” (Yûnus: 89) buyurdu. Âlimler burada hitabın tekilden sonra ikile
yönelmesinin sebebini Mûsâ dua ederken Harun’un âmin demesi şeklinde açıklamışlardır.
Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiği “Kimin imamı varsa imamın okuması onun okumasıdır.”(1) mealindeki hadîs ise sahîh değildir. İbn Kesir’in
Tefsîri’nin mukaddimesinde de dediği gibi bu hadîs mürseldir. Sonra bu
hadîsle istidlal eden kimse bunu mutlak manada söylemiyor. Bu hadîsle
istidlal edenlerden bazıları diyorlar ki gizli okunan namazlarda cemaatin Fatiha okuması vaciptir. Böylece onlar bu hadîsi mutlak manada
kullanmıyorlar.
İmam susmadığı zaman cemaat Fatihayı ne zaman okuyacak diye
sorulacak olursa biz deriz ki: İmam Fatihayı okurken cemaat de okuyacaktır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬okurken sahâbeleri de onunla birlikte okuyorlardı. Bunun üzerine onlara şöyle buyurdu: “Yapmayın, sadece Ummu’l-Kur’ân’ı okuyun. Çünkü onu okumayanın namazı
olmaz.”(2)
SORU-243: Cemaat Fatihayı ne zaman okuyacak, imamla birlikte
mi, yoksa imam sureyi okurken mi?
CEVAP: Cemaatin Fatiha okumasının imamın Fatiha okumasından sonra olması daha faziletlidir. Çünkü farz olan kıraati dinlemek rukündür, farzdır. Çünkü imam Fatihayı okurken cemaat de okursa rüknü
dinlememiş olur. Fatihadan sonrasını dinlemek tatavvudur. Fatihanın
okunuşunu dinlemek daha faziletlidir. Çünkü rukün olan kıraati dinlemek sünneti dinlemekten daha önemlidir. Bir cihetten böyledir. Bir başka cihetten ise imam “veladdâllin” dediği ve sen de imamı takip etmediğin zaman “âmin” dememiş olursun. O zaman da cemaatten çıkarsın.
Daha faziletli olan budur.
SORU-244: Namazda, kıraat esnasında ve kıraatin dışında huşua
nasıl ulaşabiliriz?
(1) Ahmed, 3/339; İbn Mâce, İkameti’s-Salat, Bâbu İzâ Karae, (850).
(2) Tahrîci daha önce geçti.
274
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Namazda huşu namazın özüdür. Huşuun manası kalbin
namazda hazır bulunması ve namaz kılan kişinin kalbinin sağda solda dolaşmamasıdır. İnsan kendisini huşudan alıkoyan bir şey hissettiği
zaman Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in de emrettiği gibi(1) kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmalıdır. Şüphesiz şeytan bütün kulları şehâdetten
sonra özellikle ibâdetlerin en faziletlisi olan namazda ifsat etmeye çok
heveslidir. Namaz kılan kişinin yanına gelir ve ona şunu şunu hatırla
der.(2) Hiçbir faydası olmayan ve namaz biter bitmez kafasından kaybolacak olan düşünceleri salmaya başlar.
O halde insanın Allah’a yönelişinde son derece hırslı olması gerekir.
Bu düşüncelerden ve vesveselerden bir şey hissettiği zaman, ister rükûda,
ister teşehhütte, ister otururken isterse namazın başka bir yerinde olsun
hemen kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmalıdır.
Namazda huşua ulaşmada ona yardımcı olacak en iyi sebeplerden
birisi Allah’ın huzurunda bulunduğunu ve Rabbine münacat ettiğişuurunda olmasıdır.
SORU-245: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Fatiha ile ondan sonraki
sure arasında sustuğu rivâyet edilmiş midir?
CEVAP: Fatiha ile surenin kıraati arasında susmak Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilmemiştir. Bazı fıkıhçılara göre imam, cemaatin Fatihayı okuyabilmesi için bir miktar sükût eder. Böylece imam
bir yönden kendisine gelirken diğer yönden de cemaatin Fatihayı okumasına kapı açar. Ta ki cemaat kıraate başlasın ve imam okurken bile
olsa onu tamamlasın. Bu, uzun değil kısa bir sükûttur.
SORU-246: Sabah namazının bir rekâtına yetişemeyip kaçıran kimse bunu cehrî olarak mı tamamlar, yoksa gizliden okuyarak mı tamamlar?
(1) Müslim, Selam, Bâbu 25-et-Teavvüzü min Şeytani’l-Vesveseti fi’s-Salati, 4/1728 h 68
(2203).
(2) Bu, Buhârî ve Müslim’in birlikte rivâyet ettikleri bir hadîsten bir bölümdür. Buhârî,
Ezân, Bâbu Fadlü’t-Te’zin, h/608. Müslim, Salâ, Bâbu Fadlü’l-Ezân ve Hrbi’ş-Şeytan
ınde Semaıhi, 1/291 h 19 (389).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
275
CEVAP: Muhayyerdir, fakat içinden okuyarak tamamlaması daha
faziletlidir. Çünkü orada geçirdiği rekâtı kaza eden bir başkası daha olabilir ve eğer açıktan okursa onun zihnini karıştırabilir.
SORU-247: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in nasıl namaz kıldığını anlatan kitaplardan birinde, rükûdan kalktıktan sonra elleri göğsün üzerine
koymanın bid‘at ve dalâlet olduğunu okudum. Doğrusu nedir? Allah
bize ve bütün Müslümanlara iyilik versin.
CEVAP: Ben içtihat edilebilecek bir konuda sünnete muhalefet eden
kimseyi bid‘atçi olarak nitelemekten sakınırım. Rükûdan başlarını kaldırdıktan sonra ellerini göğüslerine koyanlar bu görüşlerini sünnetten
bir delîle dayandırırlar. Bizim içtihadımıza muhalif olduğu için bu bir
bid‘atçidir dememiz insan için ağır bir mesuliyettir. Bir kimsenin bu
gibi şeylerde bid‘at kelimesini kullanmaması gerekir. Çünkü bu, gerçeğin şunda ve bunda olması ihtimali bulunan içtihadî mes’elelerde insanların birbirlerini bid‘atçilikle suçlamalarına yol açar. Bu da Allah’tan
başka kimsenin bilemeyeceği ayrılığı ve karşılıklı nefreti doğurur.
Derim ki: Rükûdan sonra elini göğsüne koyanı bid‘atçi, onun yaptığını bid‘at diye vasıflandırmak, insan için ağır bir mesuliyettir, kardeşini bu şekilde vasıflandırmaması gerekir.
Doğrusu: Rükûdan sonra sağ eli sol elin üzerine koymak sünnettir. Bunun delîli Buhârî’nin Sahîhinde Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’in
rivâyet ettiği hadîstir. O şöyle dedi: “İnsanların namazda sağ ellerini sol
kollarının üzerine koymaları emredilirdi.”(1)
Hadîsin delâlet ettiği anlam üzerinde iyice düşündüğümüzde biz
şöyle deriz: Secde halinde eller nereye konulur?
Cevap: Yere konulur.
Rükûda nereye konulur?
Cevap: Dizler üzerine konulur.
Oturma halinde eller nereye konulur?
(1) Tahrîci daha önce geçti.
276
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Cevap: Uyluklar üzerine konulur. Geriye rükûdan önce veya rükûdan sonra kıyam hali kalır ki bu da Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’in rivâyet ettiği hadîsin kapsamına girer: “İnsanların namazda sağ ellerini sol
kollarının üzerine koymaları emredilirdi.” Hadîs, rükûdan önce veya
rükûdan sonraki kıyamda sağ elin sol el üzerine konulacağına delâlet
etmektedir. Sünnetin delâlet ettiği hakikat budur.
Bu soruya verilecek cevap iki fıkradan oluşmaktadır:
Birinci fıkra: İçtihada elverişli bir alana sahip olan bir amel için kolayca bid‘at denilmemelidir.
İkinci fıkra: Doğrusu rükûdan kalktıktan sonra sağ eli sol elin üzerine koymak sünnettir, bid‘at değildir. Bunun delîli yukarıda zikrettiğimiz Sehl b. Sa’d hadîsidir. Çünkü bu hadîs geneldir. Bundan sadece
rükû, secde ve ka’de hali müstesnadır. Çünkü sünnet, bu durumda ellerin nereye konulacağını anlatmak üzere gelmiştir.
SORU-248: Bazı kimseler “Rabbena ve leke’l-hamd” derken “şükür”
kelimesini de ilave ediyorlar. Sizin görüşünüz nedir?
CEVAP: Şüphesiz sünnette geçen zikirleri söylemek daha faziletlidir. Bir kimse başını rükûdan kaldırdığı zaman “Rabbena ve leke’lhamd” demeli ve buna “ve’ş-şükr” kelimesini ilave etmemelidir. Çünkü
bu sünnette geçmemektedir.
Bu münasebetle burada söylenecek zikrin sünnette dört şekilde geçtiğini söyleyelim:
1- Rabbena ve leke’l-hamd
2- Rabbena leke’l-hamd
3- Allahumme Rabbena ve leke’l-hamd
4- Allahumme Rabbena leke’l-hamd.
Bunların dördünü de de söyleyebilirsin. Fakat hepsini birlikte değil,
birini bir defasında, diğerini başka bir defasında söyleyebilirsin. Bazı
namazlarda Rabbena ve leke’l-hamd, bazı namazlarda Rabbena leke’l-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
277
hamd, bazı namazlarda Allahumme Rabbena ve leke’l-hamd, bazı namazlarda Allahumme Rabbena leke’l-hamd dersin.
Şükre gelince, sünnette bu geçmemektedir, o halde terk edilmesi
daha uygudur.
SORU-249: Secdeye varmanın keyfiyeti nasıldır?
CEVAP: Secdeye varılırken yere önce dizler konulur, sonra eller konulur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬eller üzerine secde etmekten
men etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Biriniz secdeye vardığında deve gibi
çökmesin, dizlerinden önce ellerini (yere) koysun."(1) Hadîsin lafzı budur.
Fakat bunun üzerinde biraz konuşacağız. Birinci cümle “deve gibi
çökmesin” cümlesidir ve bir tür secde şeklini yasaklamaktadır. Çünkü
teşbihe delâlet eden “gibi” edatıyla gelmiştir. Üzerinden secde yapılan
uzvu yasaklamamaktadır. Eğer üzerinden secde yapılan uzvu yasaklamış olsaydı (Devenin üzerine çöktüğü şeyin üzerine çökmesin) derdi. O
zaman da biz dizlerin üzerine çökmeyin derdik. Çünkü deve dizlerinin
üzerine çöker. Fakat Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Devenin üzerine çöktüğü şeyin üzerine çökmesin” demedi, “deve gibi çökmesin” dedi. Demek
ki burada bir keyfiyet ve vasıf yasaklanıyor, üzerine secde edilecek uzvu
yasaklamıyor.
Bu sebeple İbn Kayyim Zadu’l-Mead’de(2) bu hadîsin sonunu ravi
tarafından –sehven- ters çevrildiğini kesin olarak ifade etmektedir.
Rivâyette hadîsin sonu (dizlerinden önce ellerini koysun) şeklindedir.
İbnü’l-Kayyim dedi ki: Bunun doğrusu “ellerinden önce dizlerini koysun” olmalıdır. Çünkü eğer dizlerinden önce ellerini koymuş olsa devenin çöktüğü gibi çökmüş olur. Çünkü deve çökerken önce ellerini yani
ön ayaklarını koyar. Deveyi çökerken görmüş olanlar bunu iyi bilirler.
Bu durumda hadîsin sonu ile başının birbiriyle uyumlu olmasını is(1) Ahmed,2/381; Ebû Dâvûd, Salâ, Babü Keyfe Yau Rukbetehu Kalbe Yedeyhi, (840);
Nesâî, Salâ, Bâbu Evvelü Mâ Yesılü ile’l-Arzı mine’l-İnsani fi Sücudihi, (1090).
(2) Zadü’l-Mead, 1/215.
278
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
tediğimiz zaman doğrusu, “ellerinden önce dizlerini koysun” olur. Çünkü dizlerinden önce ellerini koymuş olsa dediğim gibi devenin çöküşü
gibi çökmüş olur. O zaman da hadîsin başı ile sonu birbiriyle çelişir.
Kardeşlerden birisi bu konuda Fethu’l-Ma’bûd fi Vad’i’r-Rukbeteyni
Kable’l-Yedeyni fi’s-Sucûd isimli bir risale yazarak mes’eleyi güzel bir şekilde ifade etti.
Buna göre secdede Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrettiği sünnet,
kişinin ellerinden önce dizlerini yere koymasıdır.
SORU-250: Secde esnasında fazlaca uzanmanın hükmü nedir?
CEVAP: Secde esnasında –gereğinden– fazla uzanmak sünnete aykırıdır. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in namazını anlatanlardan hiçbirisi
onun secde ederken sırtını uzatıp dümdüz yaptığını söylemedi. Nitekim
onlar Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in rükûda iken sırtını uzatıp dümdüz
tuttuğunu söylediler.(1) Secde esnasında meşru olan şey, insanın karnını
baldırlarından kaldırması ve üstte tutmasıdır. Bazılarının yaptığı gibi
uzatmak değildir.
SORU-251: Secdenin alında sâlih kişilerin alametlerinden bir alamet meydana getirdiği haberleri doğru mudur?
CEVAP: Bu, sâlihlerin bir alameti değildir. Sâlihlerin alametleri
sadece, yüzde oluşan bir nûrdur, göğüs ferahlığıdır, güzel ahlâktır ve
benzeri şeylerdir. Secdenin yüzde sebep olduğu iz ise bu, cildin hassaslığı sebebiyle sadece farz namazları kılanlarda da görülebilir, çok namaz
kılanlarda ve uzun secde yapanlarda ise bazen görülmeyebilir.
SORU-252: Namazda iki secde arasında işaret parmağını hareket
ettirmekle ilgili sahîh bir rivâyet var mıdır?
(1) Buhârî Sahîhinde Ebû Humeyd’den şöyle dediğini nakletti: “Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem rükû' etti, sonra belini (kamburlaştırmadan dümdüz) büktü.” Bak:
Buhârî Sıfatü’s-Salat, Bâbu İstivai’z-Zuhri fi’r-Rukûi (758). Müslim Sahîhinde Aişe
radıyallahu anha’dan şöyle nekletti: “…Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem rükû
ettiği zaman başını ne yukarıya diker, ne de aşağıya büker, ikisinin arasında tutardı.” Bak: Müslim, Salâ, Bâbu Sıfati’r-Rükûi ve’l-İ’tidalü Minhü (498)
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
279
CEVAP: Evet, Müslim’in Sahîhi’nde İbn Ömer radıyallahu anh’ten
rivâyet edilen bir hadîste o şöyle demektedir: Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
namazda oturduğu ve zikrettiği zaman parmağıyla işaret ederdi.(1) Bir
lafızda: Teşehhüde oturduğu zaman, denilir.(2) Birincisi genel, ikincisi
özeldir. Özelin genele uygun bir hükümle zikredilmesi tahsisi gerektirmez, diye bir kural vardır. Mesela bir adam diğerine: İlim talebelerine
ikramda bulun, der. Ve ona bir de: Muhammed’e ikramda bulun, der.
Muhammed de bir ilim talebesidir. Bu, diğer ilim talebelerine ikramda bulunmamayı gerektirmez. Usul âlimleri bunu bir ilke olarak kabul
etmişlerdir. Şeyh eş-Şenkîtî, Advaü’l-Beyân isimli eserinde bunu anlatmıştır.
Eğer: İlim talebelerine ikramda bulun dese, sonra da: Derste uyuyanlara ikramda bulunma, dese işte bu tahsisi gerektirir. Çünkü onu
genel hükme muhalif bir hükümle zikretti.
Sonra bu konuda özel bir hadîs de vardır. Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel senediyle birlikte rivâyet etti. el-Fethu’r-Rabbani müellifi bunun
senedinin hasen olduğunu söyler.(3) Zadü’l-Mead üzerine haşiye yazanlardan birisi bunun senedinin sahîh olduğunu söylemiştir.(4) Hadîs şöyledir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬iki secde arasında oturduğu zaman
parmaklarını yumar ve işaret parmağıyla işaret ederdi.”
Parmağını hareket ettirmediğini söyleyen kimseye deriz ki: O zaman sağ eliyle ne yapardı? Sen baldırlarının üzerine açardı, dediğin zaman senden delîl isteriz. Sağ elini baldırlarının üzerine açtığına dair
hadîslerde bir şey geçmemektedir. Eğer onu açmış olsaydı, sahâbîler
onun sol elini sol baldırının üzerine açtığını beyân ettikleri gibi bunu
da beyân ederlerdi. Bu konudaki üç delîl budur.
SORU-253: İstirahat celsesinin(5) hükmü nedir?
(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
Müslim, Mesâcid, Bâbu Sıfatü’l-Cülûsi fi’s-Salâti, 1/408 h114,115 (580).
Geçen yerdeki 115 no’lu hadîstir.
el-Fethu’r-Rabbani, 3/147.
Zadü’l-Mead, 1/231.
İstirahat celsesi, birinci rekâtin secdelerinden sonra kıyama geçmeden önce az bir
miktar oturmaktır.
280
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: İstirahat celsesi konusunda âlimlerin üç görüşü vardır:
Birinci Görüş: Mutlak olarak müstehaptır.
İkinci Görüş: Mutlak olarak müstehap değildir.
Üçüncü Görüş: Kıyama doğrudan geçmek kendisine zor gelen kimse
oturur, zor gelmeyen kimse oturmaz. el-Muğni, c.1, s.529, Daru’l-Menar
baskısında İbn Kudame şöyle demiştir: “Bu bütün haberleri toplayan ve
iki görüşün ortasında olan bir görüştür.” Takip eden sayfada Ali b. Ebi
Tâlib’ten şunu rivâyet etti: “Farz namazlarda bir kimsenin ilk iki rekâtta
ayağa kalktığı zaman ayağa kalkamayacak kadar ihtiyar olmadıkça elleriyle yere dayanmaması sünnettir. Bunu el-Esram rivâyet etti.(1) İbn Kudame sonra şöyle dedi: Mâlik (yani İbn Huveyris) hadîsi şöyledir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬başını ikinci secdeden kaldırdığı zaman oturarak
doğrulur, sonra yere dayanırdı.”(2) Bu hadîs Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bunu
zayıflığı ve yaşlılığı sebebiyle ayağa kalkmakta zorlandığı için yaptığına
hamledilir. Nitekim o şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz ben şişmanladım,
rükûda ve secdelerde beni geçmeyin.”
Bu görüş benim meylettiğim en son görüştür. Çünkü Mâlik b.
el-Huveyris Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yanına gelmişti ve o Tebük
gazvesi için hazırlık yapıyordu.(3) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu esnada yaşlanmıştı ve kendisinde bir zayıflık belirmişti. Muhammed Fuat
Abdulbaki’nin tahkik ettiği Sahîh-i Müslim’in 504. sayfasında Aişe
radıyallahu anha’dan şöyle rivâyet edildi: “Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şişmanladığı ve bedeni ağırlaştığı zaman namazlarını daha çok oturarak kılardı.”(4) Abdullah b. Şakîk ona sordu: Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
oturarak namaz kılar mıydı? Aişe dedi ki: “Evet, insanlar onu ihtiyarlattıktan sonra kıldı.”(5) Hafsa radıyallahu anha da şöyle dedi: “Ben,
Rasûlullah ‫' ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in vefatından bir yıl öncesine kadar nafile
namazında oturduğunu görmedim. Ondan sonra artık nafile namazı(1)
(2)
(3)
(4)
Beyhaki, 2/136; Bak el-Muğni, 2/214.
Buhârî, Ezân, Bâbu 143-Keyfa Ya’temidü ale’l-Arzı İzâ Kâme ine’r-Rek’ati (824).
Bak: Fethu’l-Bari,2/131.
Müslim, Salatü’l-Müsafirin, Bâbu16-Cevazü’n-Nafileti Kaimen ev Kaiden h 117
(732).
(5) Adı geçen yer, h 115 (732).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
281
nı oturarak kılmağa başladı.”(1) Bir rivâyette: “Bir veya iki yıl öncesine
kadar” diye geçer. Bu rivâyetlerin hepsi Müslim’in Sahîhindedir. Mâlik
b. el-Huveyris’in hadîsinde yere dayandığının zikredilmesi de bunu destekler. Bir şeye dayanmak ancak ihtiyaç esnasında olur. Buhârî’de ve diğerlerinde geçen Abdullah b. Buhayne radıyallahu anh’in şu hadîsi de
bunu destekleyebilir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onlara öğle namazını
kıldırdı ve iki rekâttan sonra oturmadan ayağa kalktı.”(2) “oturmadan
ayağa kalktı” sözü geneldir, istirahat celsesi bundan istisna edilmemiştir. Oturmadı denilen celsenin mutlak bir oturuş değil teşehhüt oturuşu
olduğu da söylendi. Allah en iyi bilendir.
SORU-254: Teşehhüdün başından sonuna kadar işaret parmağını
hareket ettirmenin hükmü nedir?
CEVAP: İşaret parmağı bütün teşehhütte değil sadece dua esnasında hareket ettirilir. Dua ettiği zaman bazı hadîslerde geçtiği gibi parmağını hareket ettirir. “Onunla dua ederek parmağını hareket ettirirdi”(3)
Bunun sebebi şudur: Dua eden kişi sadece Allah’a dua eder. Allah teâlâ
ise göktedir. Çünkü O şöyle buyurmaktadır: “Her şeyi kuşatmış olan
Allah’ın yeri sizinle birlikte göçürüvermesinden emin misiniz? O zaman
yer çalkalanıyordur. Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir
kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Tehdidim nasılmış bileceksiniz.” (Mülk:16, 17) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Göktekiler bana güvendikleri halde siz mi bana güvenmiyorsunuz.”(4) Allah teâlâ
gökte, yüksekte, her şeyin üstündedir. Allah’a dua ettiğin zaman sen de
yükseğe işaret eder, ellerini havaya kaldırırsın. Bu sebeple Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬veda haccında insanlara hitap etti zaman: “Tebliğ ettim
mi?” demiş, onlar evet, demişler, o da işaret parmağını semaya kaldırıp
onunla insanlara işaret ederek üç defa: “Ya Rab! Şahit ol! Ya Rab! Şahit
(1) Adı geçen yer, h 118 (833).
(2) Buhârî, Ezân, BâbuMen lem Yera’t-Teşehhüde vaciben…(829). Müslim, Mesâcid,
Bâbues-Sehvü fi’s-Salâ, h 85 (570).
(3) el-Fethu’r-Rabbani, 3/148, senedinin ceyyid olduğunu söyledi.
(4) Buhârî, Meğazi, Bâbu Ba’si Ali b. Ebi Tâlib ve Halit b. el-Velid ile’l-Yemen (4351);
Müslim, Zekât, Bâbu 47-Zikru’l-Havarici ve Sıfatuhum, h 144 (1064).
282
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ol” buyurmuşlardır.(1) Bu, Allah teâlâ’nın her şeyin üstünde olduğuna
delâlet eder. Bu fıtrat, akıl, nakil ve icma ile açıkça bilinen bir şeydir.
Buna göre sen –namazda– Allah teâlâ’ya her dua ettikçe işaret parmağını semaya doğru işaret ederek hareket ettirirsin. Bunun dışında hareketsiz bekletirsin. Şimdi teşehhütteki dua yerlerini inceleyelim: ‫ﺍﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺻﻞ ﻋﻠﻰ‬.‫ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﻭﻋﻠﻰ ﻋﺒﺎﺩﺍﷲ ﺍﻟﺼﺎﳊﲔ‬.‫ﻋﻠﻴﻚ ﺃﻳﻬﺎ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻭﺭﺣﻤﺔ ﺍﷲ ﻭﺑﺮﻛﺎﺗﻪ‬
.‫ ﺃﻋﻮﺫﺑﺎﷲ ﻣﻦ ﻋﺬﺍﺏ ﺟﻬﻨﻢ‬.‫ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺑﺎﺭﻙ ﻋﻠﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ‬.‫ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ‬
‫ ﻭﻣﻦ ﻓﺘﻨﺔ ﺍﳌﺴﻴﺢ ﺍﻟﺪﺟﺎ ﻝ‬.‫ ﻭﻣﻦ ﻓﺘﻨﺔ ﺍﶈﻴﺎ ﻭﺍﳌﻤﺎﺕ‬.‫ﻭﻣﻦ ﻋﺬﺍﺏ ﺍﻟﻘﺒﺮ‬. İşte bu sekiz duanın
yapıldığı yerde insan parmaklarını semaya doğru hareket ettirir. Teşehhütte bunlardan başka dualar yaparsa oralarda da parmağını kaldırır.
Çünkü her dua esnasında parmağı kaldırmak bir kuraldır.
SORU-255: Namaz kılan kimse birinci teşehhütte sadece tehıyyat
ile mi yetinir, yoksa namazda buna ilave yapar mı?
CEVAP: Üç rekâtlı ve dört rekâtlı namazların birinci oturumunda
sadece şu tehıyyat duasını okur:
‫ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬.‫ﺍ ﻟﺘﺤﻴﺎ ﺕ ﷲ ﻭﺍﻟﺼﻠﻮﺍﺕ ﻭﺍﻟﻄﻴﺒﺎﺕ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻋﻠﻴﻚ ﺃﻳﻬﺎ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻭﺭﺣﻤﺔ ﺍﷲ ﻭﺑﺮﻛﺎﺗﻪ‬
: ‫ﻋﻠﻴﻨﺎ ﻭﻋﻠﻰ ﻋﺒﺎﺩﺍﷲ ﺍﻟﺼﺎﳊﲔ ﺃﺷﻬﺪ ﺍﻥ ﻻ ﺇﻟﻪ ﺇﻻﺍﷲ ﻭﺃﺷﻬﺪ ﺃﻥ ﻣﺤﻤﺪﺍ ﻋﺒﺪﻩ ﻭﺭﺳﻮﻟﻪ‬
“Selamlar, dualar ve bütün güzel şeyler Allah’adır. Ey Nebî! Selam
sana, Allah’ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun.Selam bize ve
Allah’ın sâlih kullarına.. Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur
ve yine şehâdet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” Faziletli
olan budur.(2) Eğer buna ilave eder ve şu duaları da söylerse bunda da bir
beis yoktur:
‫ﺻ ﱢﻞ ﹶﻋﻠﹶﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ ﻛﻤﺎﺻﻠﻴﺖ ﻋﻠﻰ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺍﻧﻚ‬
‫ﺍﻟﻠﻬﻢ ﹶ‬
‫ﱠ‬
‫ﺍﻟﻠﻬ ﹼﻢ ﺑ ﹶ ﹾ‬
‫ﺎﺭﻙ ﹶﻋﻠﹶﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ ﻛﻤﺎ ﺑﺎﺭﻛﺖ ﻋﻠﻰ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ‬
‫ ﹸ‬. ‫ﺣﻤﻴﺪ ﻣﺠﻴﺪ‬
: ‫ﺍﻧﻚ ﺣﻤﻴﺪ ﻣﺠﻴﺪ‬
“Allah’ım! İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in ailesine salât ettiğin gibi,
Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine de salât eyle. Şüphesiz sen çok(1) Müslim, Hac, Bâbu Haccetü’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem, 2/890, h 147
(1218).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu et-Teehhüdü fi’l-Ahırati (831); Müslim Kitâbu’s- Salâ,
Bâbu’t-Teşehhüdü fi’s-Salâti (402).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
283
ça hamd edilen, şan ve şeref sahibisin. Allah’ım! İbrâhîm’i ve İbrâhîm’in
ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini de
mübarek kıl. Şüphesiz sen çokça hamd edilen şan ve şeref sahibisin.(1)”
Âlimlerden bazıları bu duayı ilave etmeyi müstehap görmüşlerdir.
Fakat bana göre birincisiyle yetinmek daha uygundur. Özellikle imam
teşehhüdü uzattığı zaman salli ve barik duaları da ilave ederse bunda bir
sakınca yoktur. O zaman sözünü ettiğimiz namaz uzamış olur.
SORU-256: Namazda teverrük oturuşunun(2) hükmü nedir? Bu oturuş erkekler ve kadınlar için genel midir? Bize bunu anlatın, Allah sizi
hayırla mükâfatlandırsın.
CEVAP: Namazda teverrük oturuşu, akşam, yatsı, öğle ve ikindi
namazları gibi iki teşehhüdlü bütün namazların son teşehhüdünde sünnettir. Bir teşehhüdlü namazlarda ise teverrük yapılmaz, ayaklar üzerine oturuluğ sağ ayak dikilir.
Teverrükün kadınlar ve erkekler için olmasına gelince evet bu hem
kadınlar hakkında, hem de erkekler hakkında sabit olmuştur. Aslında
şer‘î hükümler açısından erkeklerle kadınlar eşit olmadıklarına dair
şer‘î bir delîl bulunmadıkça eşittirler, aynı hükümlere tabidirler. Namazın şeklinde kadının erkekten farklı olduğuna dair sahîh bir delîl yoktur. Bilakis bu konuda kadınla erkek aynıdır.
SORU-257: İmam sadece sağına olmak üzere sadece bir defa selam
veriyor. Tek bir selamla yetinmek câiz midir? Bize bu konuda fetva veriniz, Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın.
CEVAP: Bazı âlimler sadece bir selamla yetinmeyi câiz görürler.
Bazı âlimler iki defa selem vermenin gerektiği görüşündedirler. Bazı
âlimler de farzlarda değil de nafilelerde bir defa selam vermeyi yeterli
görürler.
(1) Buhârî, Kitâbu Ehadisu'l-Enbiya, (3369); Müslim Kitâbu’s-Salâ, Bâbu’s-Salati ale!nNebiy (405).
(2) Teverrük oturuşu birinci oturuştan farklı olarak, sol makadın üzerine oturup sol
ayağı, parmak uçları kıbleye doğru dikilmiş olan sağ ayağın altından dışarı çıkararak oturmaktır.
284
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
İnsan ihtiyaten iki defa selam vermelidir. Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
daha çok bu nakledilmiştir. Bu, ihtiyata daha uygundur ve daha çok zikir demektir. İmam bir defa selam verdiği zaman, cemaat bir defa selamı
yeterli görmüyorsa cemaat iki defa selam verebilir, bunda bir sakınca
yoktur. Ancak imam iki defa selam verirse, imama uyan kimse bir defa
selam vermeyi yeterli görse de imama uymak için onunla beraber iki
defa selam vermelidir.
SORU-258: Namazdan sonra imamın hemen ayrılması mı daha evladır, yoksa biraz beklemesi mi daha evladır?
CEVAP: İmamın kıble yönünden dönmeden üç defa estağfirullah
diyecek kadar beklemesi, ‫“ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻧﺖ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻭﻣﻨﻚ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﺗﺒﺎﺭﻛﺖ ﻳﺎﺫﺍﳉﻼﻝ‬Allah’ım!
Sen selamsın, selâmet sendendir. Ey celal ve ikram sahibi! Sen yüceler
yücesisin.” demesi, sonra cemaate doğru dönmesi daha evladır.(1)
Yerinde beklemesine gelince, eğer ayağa kalkıp gitmesi cemaatin
omuzlarına basmasını gerektiriyorsa bir genişlik buluncaya kadar yerinde kalması daha evladır. Yoksa yerinden ayrılabilir.
İmama uyan kimselere gelince onların imamdan önce yerlerinden
ayrılmamaları daha evladır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Ayrılmada beni geçmeyiniz.”(2)
Ancak imam sünnette sabit olandan daha uzun bir müddet kıbleye
dönük olarak oturuşunu uzatırsa imama uyan ayılabilir.
SORU-259: Namazdan hemen sonra karşılıklı tokalaşma ve “Allah kabul etsin” demek hakkında görüşünüz nedir? Allah sizi hayırla
mükâfatlandırsın.
CEVAP: Namazdan sonra karşılıklı tokalaşmanın ve “Allah kabul etsin” demenin aslı yoktur. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ve sahâbîlerden
böyle bir şey rivâyet edilmemiştir. Bu fetva h 25.5.1409 tarihinde yazılmıştır.
(1) Müslim, Mesâcid, Bâbu26-İstihbabü’z-Zikri Ba’de’s-Salati, 1/414, h 135 (591).
(2) Müslim, Salâ, Bâbu 25-Tahrimu Sebkı’l-İmam 1/320 h 112-(426) Hadisin başı şöyledir: Ey cemaat! Ben sizin imamınızım. Öyle ise rükû, sücud, kıyam ve namazdan
çıkma hususlarında beni geçmeyin!”
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
285
SORU-260: Tesbih çekerken tespih kullanmak konusundaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Tespih kullanmak câizdir, fakat parmaklarla tesbih çekmek daha faziletlidir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Parmaklarınızla çekiniz. Çünkü onlar da sorguya çekilecekler
ve konuşturulacaklardır.”(1)
Tespih taşımak riyaya yol açabilir. Çünkü tespihle tesbih çekenlerin
genellikle kalben hazır olmadıklarını tesbih çekerken sağa sola baktıklarını görürsün. Parmaklarla tesbih çekmek daha faziletli ve daha evladır.
SORU-261: Namazdan selam verdikten sonraki meşru dualar nelerdir?
CEVAP: Şu âyeti kerimede Allah teâlâ namazdan sonra zikri emretmiştir: “Namazı kıldınız mı gerek ayakta ve gerek otururken ve gerek
yanlarınız üzerinde hep Allah’ı zikredin.” (Nisâ: 103). Allah’ın mücmel
olarak emrettiği ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in açıkladığı zikirler şunlardır: Selam verdiğin zaman üç defa “estağfirullah” dedikten sonra şu
tesbihatı yaparsın:
‫ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻧﺖ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻭﻣﻨﻚ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﺗﺒﺎﺭﻛﺖ ﻳﺎﺫﺍﳉﻼﻝ ﻭﺍﻻﻛﺮﺍﻡ ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻭﺣﺪﻩ ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ ﻟﻪ‬
‫ ﻭﻻﻳﻨﻔﻊ ﺫﺍﳉﺪ‬،‫ ﻭﻻﻣﻌﻄﻲ ﳌﺎ ﻣﻨﻌﺖ‬،‫ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﻻﻣﺎﻧﻊ ﳌﺎ ﺃﻋﻄﻴﺖ‬،‫ﺍﳌﻠﻚ ﻭﻟﻪ ﺍﳊﻤﺪ ﻭﻫﻮ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﻰﺀﻗﺪﻳﺮ‬
‫ﻣﻨﻚ ﺍﳉﺪ ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻭﻻﻧﻌﺒﺪ ﺍﻻ ﺍﻳﺎﻩ ﻟﻪ ﺍﻟﻨﻌﻤﺔ ﻭﻟﻪ ﺍﻟﻔﻀﻞ ﻭﻟﻪ ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ ﺍﳊﺴﻦ ﻻﺣﻮﻝ ﻭﻻﻗﻮﺓ ﺍﻻﺑﺎﷲ‬
‫ ﻣﺨﻠﺼﲔ ﻟﻪ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﻭﻟﻮ ﻛﺮﻩ ﺍﻟﻜﺎﻓﺮﻭﻥ‬، ‫ ﻻ ﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ‬،
“Allah’ım! Sen selamsın, selâmet sendendir. Ey celâl ve ikrâm sahibi! Sen
yüceler yücesisin.(2) Allah’tan hak başka ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur.
Mülk O’nundur, hamd O’nadır. O, her şeye gücü yetendir. Allah’ım! Verdiğine mani olabilecek, vermediğini de verebilecek kimse yoktur. İtibar
sahibinin itibarı Senin katında kendisine hiçbir fayda vermez.!(3) Güç ve
(1) Ahmed, Müsned, 6/370; Ebû Dâvûd, Salâ, Bâbu et-Tesbihu bi’l-Husa (1501). Tirmizî,
Deavât, b. Fedâilu’t-Tesbih,(3583).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu İstihbâbi’z-Zikri Ba’de’s-Salâti (595).
(3) Buhârî, Ezân, Bâbu ez-ZikruBa’de’s-Salat (844), Bâbu ed-Deavât (6329); Müslim,
Mesâcid, Bâbu 26-İstihbabü’z-Zikri Ba’de’s-Salâ, 1/414 h 137 (593).
286
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
kuvvet ancak Allah’tandır. O’ndan başka hak ilâh yoktur. Biz sadece O’na
ibâdet ederiz. Nimet O’nun, fazilet O’nundur. Güzel övgüler O’nadır.
Kâfirler hoşlanmasa da dîni sadece O’na mahsus kılarız.”(1) Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edildiği şekilde Allah’ı tesbih edersin: Otuz
üçer defa Subhanallah, Elhamdulillah ve Allahuekber dersin.(2) Ve sonunda
‫ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻭﺣﺪﻩ ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ ﻟﻪ ﺍﳌﻠﻚ ﻭﻟﻪ ﺍﳊﻤﺪ ﻭﻫﻮ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﻰﺀﻗﺪﻳﺮ‬
diyerek yüze tamamlarsın.(3) İstersen Subhanallah, Elhamdulillah
ve Allahuekber şeklinde üçünü birden otuz üç defa söylersin, istersen
bunları ayrı ayrı otuz üçer defa söyler ve
‫ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻭﺣﺪﻩ ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ ﻟﻪ ﺍﳌﻠﻚ ﻭﻟﻪ ﺍﳊﻤﺪ ﻭﻫﻮ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﻰﺀﻗﺪﻳﺮ‬
ile bitirirsin.
Otuz üç defa yerine her birinden onar defa olmak üzere de Subhanallah, Elhamdulillah ve Allahuekber diyebilirsin. Böylece toplam otuz
defa söylemiş olursun. Sünnet’te bu şekilde de geçmektedir.(4)
Bu konuda Sünnet’te geçen şeylerden biri de Subhanallahi velhamdulillahi ve la ilâh illallahu vallahu ekber dörtlüsünü yirmi beşer defa
olmak üzere toplam yüz defa da söylenebilir.(5)
Bu türlerden hangisiyle tesbih edersen et, câizdir. Çünkü şer‘î kural
şudur: “Çeşitli şekillerde gelen ibâdetlerin bütün bu çeşitlilikleri üzere
eda edilmesi sünnettir. Bazen birisi, bazen diğeri yapılır.” Böylece insan
sünneti bütün şekilleriyle yerine getirmiş olur. Söylediğim bu zikirler
bütün namazlar için geçerlidir: Sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı. Akşam ve sabahları onar defa
(1) Müslim, Mesâcid, Bâbu 26-İstihbabü’z-Zikri Ba’de’s-Salâ, 1/414 h 139 (594).
(2) Buhârî ve Müslim’d Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği (fakirler hadîsi) olarak bilinen
hadîstir. Buhârî, Ezân, Bâbuez-Zikru Ba’de’s-Salâti (834) ve başka yerlerde. Müslim,
Mesâcid, Bâbu26-İstihbabü’z-Zikri Ba’de’s-Salâ, 1/414 h 142 (595).
(3) Bu ilaveyi Müslim rivâyet etti. Müslim, Mesâcid, Bâbu 26-İstihbabü’z-Zikri Ba’de’sSalâ, 1/414 h 146 (597).
(4) Ebû Dâvûd, Edeb, Bâbu et-Tesbihu ınde’n-Nevm, h (5065). Tirmizî, Deavât, Bâbu
25-(3410). Nesâî, Sehiv, Bâbu Adedü’t-Tesbih Ba’de’t-Teslim, (1347). İbn Mâce,
İkameti’s-Salâ, Bâbu Ma Yükalü Ba’de’t-Teslim (926).
(5) Tirmizî, Deavât, Bâbu25- h (3413) sahîh olduğunu söyledi. Nesâî, Sehiv, Bâbu 93
Nev’un Âhar Mine’t-Tesbih 3/85 (1349), (1350).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
287
‫ﻻﺍﻟﻪ ﺍﻻﺍﷲ ﻭﺣﺪﻩ ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ ﻟﻪ ﺍﳌﻠﻚ ﻭﻟﻪ ﺍﳊﻤﺪ ﻭﻫﻮ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﻰﺀﻗﺪﻳﺮ‬
ve yine sabah ve akşam yedişer defa “‫ ”ﺭﺑﻲ ﺃﺟﺮﻧﻲ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﺎﺭ‬denilir. Başarı
Allah’tandır.
SORU-262: Namazdan sonra elleri kaldırıp dua etmenin hükmü nedir?
CEVAP: Namazı bitirdikten sonra elleri kaldırıp dua etmek meşru
değildir. İnsan dua etmek istediği zaman namazın içinde dua etmek namazdan çıktıktan sonra dua etmekten daha faziletlidir. Bu sebeple İbn
Mes‘ûd radıyallahu anh’in rivâyet ettiği hadîste Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬teşehhüdü anlattığı zaman buna doğru yönlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sonra dilediğini istemekte serbestsin.”(1)
Halktan bazı kimseler de ne zaman bir nafile namaz kılsalar ellerini kaldırırlar. Hatta öylelerini görürsün ki, neredeyse onun dua etmediğini söyleyecek olursun. Çünkü sen onu namaz kılınırken görürsün.
Kıldığı tatavvu namazının teşehhüdündedir. Selam verdiği zaman ellerini kaldırır. Allah bilir, sanki sadece kaldırmıştır, sonra hemen yüzüne
sürer. Bütün bunlar dînde olmadığı halde dînde olduğunu zannettikleri
bu duayı muhafaza etmek içindir. Bu duayı bu noktaya varacak şekilde
muhafaza etmek bid‘at olarak değerlendirilir.
SORU-263: Bazı beldelerde farz namazlardan sonra cemaat halinde
ve sesli olarak Fatihayı okuyor, zikir yapıyorlar ve Âyetelkürsi okuyorlar.
Böyle yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Namazdan sonra cemaat halinde ve yüksek sesle Fatiha ve
Âyetelkürsi okumak ve zikir yapmak bid‘attir. Namazdan sonra Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ve ashâbının da yüksek sesle Allah’ı zikrettikleri bilinmektedir fakat onlar birlikte değil her biri münferit olarak
zikrederlerdi. Farz namazdan sonra yüksek sesle Allah’ı zikretmek sünnettir. Nitekim Sahîh-i Buhârî’de İbn Abbas radıyallahu anh’ten şöyle
(1) Buhârî, Ezân, Bâbu Mâ Yetehayyeru Mine’d-Duâi Ba’de’t-Teşehhüdi. (800).
288
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rivâyet edilmiştir: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zamanında insanlar
farz namazı bitirdikleri zaman yüksek sesle zikrederlerdi.”(1)
İster gizliden olsun ister açıktan olsun namazdan sonra Fatiha okumaya gelince ben bu konuda Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen bir
hadîs bilmiyorum. Ancak Âyetelkürsi, ihlâs ve muavvizeteyn okumakla
ilgili hadîs gelmiştir.(2)
SORU-264: Üstüne daralan kimse tuvalete gittiği zaman cemaatle
namazı kaçıracağından korkarsa cemaate yetişmek için sıkışık vaziyette
namazını kılabilir mi yoksa cemaati kaçırsa bile ihtiyacını mı giderir?
CEVAP: Cemaati kaçıracak olsa bile önce ihtiyacını giderir ve abdestini alır. Çünkü bu bir mazerettir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Yemek hazır olduğunda ve büyük ve küçük abdest sıkıştırdığında namaz kılınmaz.”(3)
SORU-265: Namazda gözleri yummanın hükmü nedir?
CEVAP: Namaz kılarken gözleri kapamak mekruhtur. Çünkü bir
sebep olmadıkça bunu yapmak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetine
aykırıdır. Mesela önündeki duvarda veya sergide süslemeler varsa veya
önünde gözlerini kamaştıracak kuvvetli bir ışık varsa gözlerini kapatabilir. Bir sebebe bağlı olarak gözler kapatıldığı zaman bu önemlidir, bir
sakınca yoktur. Sebepsiz yere kapatılırsa mekruhtur. Bu konuda daha
fazla bilgi sahibi olmak isteyen İbn Kayyim’in Zadu’l-Mead’ine müracaat etsin.
(1) Buhârî, Ezân, Bâbuez-Zikru Ba’de’s-Salat (841). Müslim, Mesâcid, Bâbu ez-Zikru
Ba’de’s-Salâ (583).
(2) Ebû Umame el-Hazreci’nin rivâyet ettiği şu hadîs buna delâlet etmektedir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim her farz namazın sonunda
Ayetelkürsi’yi okursa ölümden başka hiçbir şey onun cennete girmesini engellemez.”
Bunu Nesâî “Amelü’l-Yevmi ve’l-Leyl” s.185’te rivâyet etti. İmam Ahmed’in 4/115’ta
rivâyet ettiği şu hadîs de buna delâlet eder: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
her namazın arkasından muavvizeteyn surelerini okurdu.”.
(3) Müslim, Mesâcid, Bâbu Kerahiyeti’s-Salâti bi Hadrati’t-Taam 1/393 h67 (560).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
289
SORU-266: Namaz esnasında sehven parmakları çıtlatmak namazı
bozar mı?
CEVAP: Parmakları çıtlatmak namazı bozmaz, fakat parmakları
çıtlatmak abesle iştigaldir. Cemaatle namazda yapıldığı zaman çıtlatma
sesini işiten kimsenin zihnini karıştırır. Bu, etrafında kimsenin olmamasından daha zararlı olur.
Bu münasebetle şunu söylemek isterim: Namazdaki hareketler beş
kısma ayrılır: Vâcib hareketler, sünnet hareketler, mekruh hareketler,
haram hareketler ve câiz hareketler.
Vâcib hareketler: Namazda vâcib bir fiilin yapılması kendisine bağlı olan hareketlerdir. Mesela insan namaza durur, sonra takkesinde bir
necâset olduğunu hatırlar, işte o zaman o takkeyi çıkarması gerekir.
Takkeyi çıkarmak için yaptığı hareket vâcib harekettir. Bunun delîli şudur: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namaz kılarken Cebrail gelip ayakkabılarında pislik olduğunu kendisine haber verince Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
namazını kılarken ayakkabılarını çıkardı ve namazına devam etti.(1) Bu,
vâcib bir harekettir. Kuralı şudur: Namazda vâcib bir fiilin veya terki
haram bir fiilin gerektirdiği hareket vâcib harekettir.
Sünnet hareket: Namazın kemâli kendisine bağlı olan harekettir.
Mesela safta bir boşluk meydana geldiği zaman, yakınında bulunan
kimse o boşluğu kapatmak için safa yaklaşır. Bu sünnettir. Bu fiili işlemek de sünnettir.
Mekruh hareket: İhtiyaç olmadan ve namazın kemâliyle ilgili olmayan harekettir.
Haram hareket: Peş peşe yapılan çok sayıda harekettir. Mesela ayakta iken bir yerleri ile oynar, rükûda iken oynar, secdede oynar, otururken
oynar ve namaz, namaz olmaktan çıkıncaya kadar oynar. Bu tür bir hareket namazı bozacağı için haramdır.
Mubah hareket: Bunun dışındaki hareketler mubahtır. Mesela insanın bir yerini kaşıması veya gözünün üzerine inen başlığını kaldırması
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, Bâbu es-Salatü fi’n-Na’l (650).İbn Huzeyme bunun sahîh
olduğunu söylemiştir. 1/384. İbn Hıbban, 5/560 (2185).
290
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bu tür mubah hareketlerdendir. Veya bir kimsenin kendisinden izin istemesi ve elini kaldırarak ona izin vermesi de mubah bir harekettir.
SORU-267: Sütrenin hükmü nedir? Miktarı nedir?
CEVAP: Namazda sütre kullanmak müekked bir sünnettir. Yalnız
imama uyan kimse için sünnet değildir. Çünkü imamın sütresi yeterli
olacağı için cemaatin sütre kullanması sünnet değildir.
Sütrenin miktarına, yani büyüklüğüne gelince Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e
bu konu sorulunca şöyle buyurdu: “Semerin arka çatması gibi.”(1)
Fakat en yükseği bu kadardır, bundan daha küçüğü de câizdir.
Bir hadîste şöyle geçmektedir: “Biriniz namaz kıldığı zaman bir ok ile
de olsa kendisine bir sütre edinsin.”(2) Ebû Dâvûd’un hasen bir isnatla
rivâyet ettiği bir hadîste ise şöyle buyrulur: “Hiçbir şey bulamayan bir
çizgi çeksin.”(3)
İbn Hacer, Büluğu’l-Meram’da(4) şöyle dedi : Bu hadîsin muzdarip
olduğunu iddia edenler isabet etmemişlerdir. Hadîsin reddini gerektirecek bir illeti yoktur. Bu duruma göre biz deriz ki, sütrenin asgarisi bir
çizgi, azamisi semerin arka çatması kadardır.
SORU-268: Namaz kılan kişi ister farzı kılsın, ister nafileyi kılsın,
ister imama uysun ister münferit kılsın, Mescid-i Haram’da namaz kılan kimsenin önünden geçmenin hükmü nedir?
CEVAP: Mescidi Haram’da veya başka bir yerde imama uyarak namaz kılan bir kimsenin önünden geçmekte bir sakınca yoktur. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Mina’da insanlara sütresiz namaz kıldırırken
İbn Abbas radıyallahu anhuma dişi bir merkep üzerinde yanlarına geldi
ve safın önünden geçti. Hiç kimse onu kınamadı.(5)
(1) Müslim, Salat, Bâbu Sütretü’l-Musalli, 1/358 h 241 (499).
(2) İbn Huzeyme, Sütretü’l-Musalli, 2/12 (811). Ahmed, 3/404 .
(3) İbn Huzeyme, Sütretü’l-Musalli, 2/12 (811). Ebû Dâvûd, Salâ, BâbuMa Yestüru’lMusalli. İbn Mâce, İkametü’s-Salat, Bâbu Mâ Yestüru’l-Musalli (934). Bak: Sahîh
İbn Hıbban, 6/125 (2361) h (689).
(4) Bak: Subul’s-Selam Şerhu Büluğu’l-Meram, Bâbu Sutretus’l-Musalli, 1/283.
(5) Buhârî, İlim, Bâbu9, Meta Yesıhhu Semau’s-Sağir (76) ve diğer yerlerde. Müslim,
Salâ, Bâbu 47 Sütretü’l-Musalli, 1/ 361 h 354 (504).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
291
Fakat namaz kılan kişi imam veya münferit namaz kıldığı zaman,
ne Mescidi Haram’da, ne de başka yerlerde önünden geçilmesi câiz
değildir. Çünkü bu konudaki delîller geneldir. Burada Mekke’de veya
Mescid-i Haram’da namaz kılanın önünden geçmenin zarar vermediğine ve geçenin günah işlemediğine dair bir delîl yoktur.
SORU-269: Namaz kılan kimselerin namazlarını kılarken önlerine
elektrikli ısıtıcı koymalarının hükmü nedir? Bu konuda şer‘î bir sakınca
var mıdır? Allah sizi mükâfatlandırsın, Müslümanları sizden ve ilminizden yaralandırsın.
CEVAP: Mescidin kıblesinde namaz kılanların önüne ısıtıcılar konulmasında bir sakınca yoktur. Bu konuda şer‘î bir sakınca bilmiyorum.
SORU-270: Namaz kılan kimse okuduğu âyetlerde cennet ve cehennemin zikri geçtiği zaman Allah’tan cenneti istemesi ve cehennemden
sığınması câiz olur mu? Bu konuda imam ile imama uyan kimse arasında bir fark var mıdır?
CEVAP: Evet, câizdir. Bu konuda imam ile imama uyan kimse arasında bir fark yoktur. Ancak imama uyan kimsenin bunu yaparken imama uyan diğer kişilerin dinlemelerini engelleyecek şekilde onların zihnini meşgul etmemesi şarttır.
SORU-271: Sehiv secdesinin sebepleri nelerdir?
CEVAP: Namazda sehiv secdesi yapmayı gerektiren sebepler özet
olarak üçtür:
1- İlave
2- Eksiltme
3- Şüphe.
İlave: Mesela insanın rükûu veya secdeyi veya kıyamı veya kadeyi
fazla yapması gibi.
292
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Eksiltme: Mesela insanın bir rükünde veya namazın vâciblerinden
birinde eksiklik yapması gibi.
Şüphe: Kaç rekât kıldığında, mesela üç mü kıldı yoksa dört mü kıldı
diye tereddüt etmesi gibi.
Bir kimse namaza bilerek bir rükû veya secde veya kıyam ve ya kade
ilave ederse namazı geçersiz olur. Çünkü o ilave yaptığı zaman namazı
Allah’ın ve Rasûlünün emrettiğinden başka türlü kılmış olur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim bizim dînimizde olmayan
bir ameli işlese o reddolunur.”(1)
Fakat bu ilaveyi unutarak yaparsa namazı geçersiz olmaz lakin selam verdikten sonra sehiv secdesi yapması gerekir. Bunun delîli Ebû Hureyre radıyallahu anh’in rivâyet ettiği şu hadîstir: Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
öğle veya ikindi namazlarından birinde iki rekâtta selam verdi. Kendisine durum hatırlatılınca namazından eksik kalan iki rekâtı da kıldı,
sonra selam verdi ve selam verdikten sonra iki defa secde yaptı.(2) İbn
Mes‘ûd’un rivâyet ettiği hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬öğlen namazını beş rekât olarak kıldırmış, namazı bitirince namaza ilave mi yapıldı?
diye sorulmuştu. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “O da ne demek?” demiş,
ashap: Beş kıldın demişlerdi. Bunun üzerine Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ayaklarını kıvırmış, kıbleye yönelmiş ve iki kere secde yapmıştı.(3)
Eksiltmeye gelince, insan namazın rukünlerinden birini eksik yaptığı zaman:
Ya ikinci rekâttaki aynı rüknü eda ettiği yere varmadan bunu hatırlar ki o zaman geri dönüp eksik bıraktığı rüknü ve ondan sonrakileri
yerine getirmesi gerekir.
(1) Bu lafızlar Müsim’in rivâyetinde geçer. Buhârî bu hadîsi muallak olarak Buyû’’
bölümünde 60 no’lu babta rivâyet etmiştir. Senetli olarak da Sulh bölümünde ve
“haksızlık üzere anlaşırlarsa bu anlaşma reddedilir” babında rivâyet edilmiş olup
şu lafızlarla geçer: “Kim bizim şu din işimizde onda olmayan bir şeyi ihdas ederse
o reddolunur.” (2697). Müslim, Kitâbu’l-Akzıye, b. Nakd’ıl Ahkami’l-Bâtıle (1718)
(18).
(2) Buhârî, Salâ, Bâbu Teşbikü’l-Esabi ‘ fi’l-Mescidi ve Ğayrihi (483) uzun olarak, ezân
ve sehiv bölümünde (714), (715), (1226) kısa olarak rivâyet etti. Müslim, Mesâcid,
Bâbu es-Sehvü fi’s-Salat, h 97 (573).
(3) Buhârî, Salâ, BâbuMâ Câe fi’l-Kıble, (404),(401), Sehv (1227). Müslim, Mesâcid, Bâbu
es-Sehvü fi’s-Salat, h 91 (572).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
293
Ya da ancak ikinci rekâttaki aynı rüknü eda etiği yere vardığı zaman
hatırlar ki o zaman ikinci rekât, rüknünü terk ettiği rekâtın yerine geçer
ve onun yerine bir rekât daha kılar. Her iki durumda da selam verdikten sonra secde etmesi gerekir. Buna bir örnek verelim: Adam namaza
kalktı, birinci rekâtın birinci secdesini yaptı ve ikinci secdeyi yapmadan
ayağa kalktı. Kıraate başlayınca secde yapmadığını ve iki secde arasında
oturmadığını hatırladı. İşte o anda geri döner, iki secde arasında oturur,
sonra secde eder, sonra ayağa kalkar ve namazının kalan kısmını eda
eder, selam verdikten sonra sehiv secdesi yapar.
Bir örnek de ancak ikinci rekâtta aynı rüknün eda edildiği yerde
hatırlayabilen kimseye verelim: Adam birinci rekâtın birinci secdesini yaptı ve ikinci secdeyi yapmadan ayağa kalktı ve iki secde arasında
oturmadı fakat ancak ikinci rekâtın secdeleri arasında oturduğu zaman
hatırlayabildi. Bu durumda ikinci rekât birinci rekât olur. Namazına bir
rekât daha ilave eder, selam verir, sonra sehiv secdesi yapar.
Vacibi eksik yapmaya gelince: Bir vacibi eksik bıraktığı ve o vacibin
bulunduğu yerden onu takip eden yere geçtiği zaman, mesela: “Subhane Rabbiye’l-A’la” demeyi unutsa ve ancak secdeden kalktıktan sonra
hatırlasa bu durumda, namazın vâciblerinden birini sehven terk etmiş
demektir, artık namazına devam eder ve selam vermeden önce sehiv secdesi yapar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬birinci teşehhüdü unuttuğu zaman namazına devam etmiş, geri dönmemiş ve selam vermeden
önce sehiv secdesi yapmıştır.(1)
Şüphe ise fazlalık ve eksiklik arasında tereddüttür. Mesela üç rekât
mı kıldı yoksa dört rekât mı kıldı, teredüt etmesidir. Bu da iki durumdan hali değildir:
Ya ziyade ve noksanlık taraflarından birini tercih eder ve tercih ettiğinin üzerine namazını bina eder, tamamlar ve selam verdikten sonra
sehiv secdesi yapar. Veya iki durumdan birini tercih edemez ve kesin
olan şeyin üzerine namazını bina eder. Kesin olan durum da az olandır.
(1) Abdullah b. Buhayne tarafından rivâyet edilmiştir. Buhârî, Ezân, Bâbu Men Lem
Yera et-Teşehhüde vaciben… (829), Sehv (1224,1225). Müslim, Mesavid, Bâbu esSehvü fi’s-Salat, h 85 (570).
294
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Yani azı kabul eder ve onu tamamlar. Selam vermeden önce de sehiv
secdesi yapar. Bunun örneği şudur: Mesela bir adam öğlen namazı kılar,
sonra üçüncü rekâtta mı yoksa dördüncü rekâtta mı olduğunda şüphe
eder ve üçüncü rekâtta olduğu kanaati kendisinde ağır basar. Bu durumda bir rekât daha kılar sonra selam verir, sonra sehiv secdesi yapar.
Her iki durumun da eşit olmasına örnek: Mesela öğlen namazını
kılan bir adam üçüncü rekâtta mı yoksa dördüncü rekâtta mı olduğunda
tereddüt etti ve bunlardan birini tercih edemedi. O zaman kesin olanın
üzerine namazını bina eder ki o da en az olanıdır. Yani o ana kadar kıldığını üç rekât kabul eder, sonra bir rekât daha kılarak selam vermeden
önce sehiv secdesi yapar.
Bununla açıklığa kavuşan mes’elelerden birisi de şudur: Namaz kılan kişi herhangi bir vacibi terk ettiği veya rekâtların sayısında şüpheye
düşüp de herhangi bir tercih yapamadığı zaman sehiv secdesini selam
vermeden önce yapar.
Namaza bir ilavede bulunduğu veya şüpheye düşüp de bir tercih yapabildiği zaman sehiv secdesini selam verdikten sonra yapar.
SORU-272: Ben mesbuk iken, yani imama birinci rekâttan sonra
yetişmişken imam bir rekât fazla kıldığı ve ben de o rekâta geçtiğim zaman benim namazım sahîh olur mu? Ben o rekâta geçmeyip de bir rekât
ilave ettiğim zaman hüküm nedir?
CEVAP: Sahîh olan görüşe göre senin namazın sahîhtir. Çünkü sen
onu tam olarak kıldın. İmamın ilavesi kendisinedir ve o unuttuğu için
bunda mazurdur. Ancak sen eğer ayağa kalkar ve ondan sonra bir rekât
daha kılarsan mazeretsiz olarak bir rekât ilave etmiş olursun. Bu, namazı iptal eder.
Bu fetva h 25.7.1407’de yazılmıştır.
SORU-273: Bir adam gece namazı kılıyor. Gece namazı ikişer ikişer
kılınır. Adam unutarak üçüncüye kalktı. Ne yapacak?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
295
CEVAP: Geri dönecek. Eğer geri dönmezse namazı geçersiz olur.
Çünkü bilerek ilave etmiştir. Bu sebeple İmam Ahmed, gece namazında
üçüncü rekâta kalktığı zaman sanki sabah namazında üçüncü rekâta
kalkmış gibi olur diye hükmetti. Yani geri dönmezse namazı bâtıl olur
diye hükmetti. Yalnız vitir namazı bundan istisna edilir. Çünkü bir
kimsenin vitir namazında iki rekâtın üzerine ilave yapması câiz olur. Üç
rekâtlı vitir yaparsa câizdir.
Buna göre bir kimse vitir namazına iki rekât artı bir rekât şeklinde
kılmak üzere niyet ederek başlasa fakat unutsa ve selam vermeden üçüncü rekâta kalksa biz ona deriz ki, üçüncüyü tamamlasın. Çünkü vitir
namazını kesintisiz üç rekât olarak kılmak da câizdir.
SORU-274: Birinci teşehhüde oturmadan ayağa kalkan ve kıraate
başlamadan hatırlayan kimse teşehhüde döner mi? Bu durumda sehiv
secdesini ne zaman yapar, selamdan önce mi, selamdan sonra mı?
CEVAP: Bu durumda artık teşehhüde geri dönmez. Çünkü bir sonraki rüknü ulaşacak kadar teşehhütten tamamen ayrılmıştır. Geri dönmesi mekruh olur. Dönerse de namazı bâtıl olmaz. Çünkü yaptığı şey
haram değil sadece mekruhtur. Fakat sehiv secdesi yapması gerekir. Burada sehiv secdesinin yeri selamdan öncedir.
SORU-275: Vitrin hükmü nedir, sadece Ramazana mı mahsustur?
CEVAP: Ramazanda ve diğer zamanlarda vitir namazı kılmak
sünnet-i müekkededir. Hatta İmam Ahmed ve diğerleri derler ki: “Vitir
namazını terk eden kimse kötü bir adamdır; şahitliğinin kabul edilmesi
uygun değildir.” Demek ki vitir namazı sünnet-i müekkededir, ne Ramazanda ne de diğer zamanlarda bir Müslümanın onu terk etmemesi
gerekir. Vitir, gece namazının bir rekâtla bitirilmesidir. Halktan bazılarının anladığı gibi vitir kunut değildir. Vitir başka şeydir, kunut başka
şeydir. Vitir gece namazını müstakil bir rekâtla veya peş peşe kılınan üç
rekâtla bitirmektir.
296
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Her halükârda vitir Ramazanda ve diğer zamanlarda sünnet-i müekkededir. Bir Müslümanın onu terk etmemesi gerekir.
SORU-276: Sizden kunut duası hakkındaki sünneti açıklamanızı
rica ediyoruz; kunuta mahsus dualar var mıdır? Vitir namazında kunutu uzatmak meşru mudur?
CEVAP: Kunut dualarından birisi Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in –torunu– Hasan b. Ali’ye öğrettiği “‫”ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻫﺪﻧﻲ ﻓﻴﻤﻦ ﻫﺪﻳﺖ ﻭﻋﺎﻓﻨﻲ ﻓﻴﻤﻦ ﻋﺎﻓﻴﺖ‬
diye başlayan meşhur duadır.(1) İmam bunu ‫( ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻫﺪﻧﺎ‬bize hidâyet et)
diye çoğul kalıbıyla söyler. Çünkü o hem kendisi için hem de arkasındakiler için dua eder. Uygun başka bir dua ile dua ederse bunda da bir
sakınca yoktur. Fakat arkasındaki cemaate meşakkat verecek veya bıktıracak şekilde uzatmaması gerekir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬,
Muaz b. Cebel radıyallahu anh kendi kavmine kıldırdığı namazı uzattığı zaman ona kızmış ve şöyle demişti: “Sen fitneci misin ey Muaz?!”(2)
SORU-277: Kunut duası esnasında ellerin kaldırılması sünnet midir, delîliyle birlikte söyler misiniz?
CEVAP: Evet, kunut duası esnasında insanın ellerini kaldırması sünnettir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬felaket zamanlarında
farz namazlarda kunut yaptığında ellerini kaldırdığı rivâyet edilmiştir.
Yine sahîh olarak rivâyet edildiğine göre mü’minlerin emiri Ömer b.
el-Hattab radıyallahu anh de vitir namazının kunutunda ellerini kaldırmıştır. Ömer, kendisine uyulması bize emredilen Raşit halifelerden
biridir.
Demek ki ister imam olsun ister imama uysun isterse münferit kılsın vitir kunutunda ellerin kaldırılması sünnettir. Sen de ne zaman kunut yaparsan ellerini kaldır.
SORU-278: Farz namazlardaki kunutun hükmü nedir? Müslüman(1) Tirmizî, Salâ, Bâbu Mâ Câe fi’l-Kunuti fi’l-Vitr (464).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, b. Men Şeka İmamehu İzâ Tavvele (705).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
297
ların başına bir musibet geldiği zaman kunut yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Farz namazlarda kunut yapmak meşru değildir ve kunut
yapmak gerekmez. Fakat imam kunut yaparsa sen de ona uymalısın
çünkü imama muhalefet iyi bir şey değildir.
Müslümanların başına bir musibet gelirse o zaman Allah’tan o musibeti kaldırmasını istemek için kunut yapmakta bir beis yoktur.
SORU-279: Teravih namazının hükmü nedir, kaç rekâttır?
CEVAP: Teravih namazı Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in eda ettiği bir
sünnettir. Buhârî ve Müslim’in Sahîhlerinde Aişe radıyallahu anha’dan
rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir gece Mescitte insanlara teravih namazı kıldırmıştı. Sonra ertesi gece yine kıldırmıştı ve
insanlar çoğalmıştı. İnsanlar üçüncü veya dördüncü gece de toplanmışlar fakat Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onların yanına çıkmamıştı. Sabah
olunca onlara şöyle dedi: “Yaptığınızı gördüm! Benim için de sizin yanınıza çıkmaya bir mâni yoktu. Yalnız bu namazın, size farz kılınacağından endişe ettim.” Bu olay Ramazanda oldu.(1)
Teravih namazının sayısına gelince: On bir rekâttır. Çünkü Buhârî
ve Müslim’de rivâyet edildiğine göre Aişe radıyallahu anha’ya, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Ramazandaki gece namazının nasıl olduğu soruldu. O şöyle dedi: “Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ne Ramazanda, ne de Ramazandan başka gecelerde on bir rekâttan fazla namaz kılmış değildir.”(2)
On üç rekât kılarsa bunda da bir beis yoktur. Çünkü İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in namazı on
üç rekât idi.” Yani gece namazı. Bunu Buhârî rivâyet etti.(3)
Muvatta’da senetlerin en sahîhiyle rivâyet edildiğine göre on bir
rekât Ömer b. el-Hattab’tan sabit olmuştur.(4)
(1) Buhârî, 1/313 h 882. Müslim Salatü’l-Müsafirin, Bed-Duaü fi Salati’l-Leyl (761).
(2) Buhârî, Kitâbu’t-Teheccüt, Bâbu Kıyamü’n-Nebiyyi bi’l-Leyli (1147). Müslim, Kitâbu
Salâti’l-Müsafirin, Bâbu Salati’l-Leyl (125)
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Teheccüt, Bâbu Keyfe Salatü’n-Nebiyyi… h (1138). Müslim,
Salatü’l-Müsafirin, Bâbu Salati’l-Leyli, h 194 (764).
(4) Muvatta, Salat, Bâbu Mâ Câe fi Kıyami Ramazane, 1/110 (280).
298
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Buna ilave yaparsa bunda da bir sakınca yoktur. Çünkü Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e gece namazı sorulduğu zaman: “İkişer ikişer” buyurdu
ve sınırlama koymadı.(1)
Seleften bu konuda çeşitli rivâyetler gelmiştir. Konu geniştir. Fakat
en iyisi Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen ile yetinmektir. O da on bir
veya on üç rekâttır.
Ne Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ne de halifelerden birinden yirmi üç rekât olduğuna dair sahîh bir rivâyet gelmemiştir. Bilakis Ömer
b. el-Hattab’ın on bir rekât kıldırdığı kesindir. Çünkü o Ubey b. Ka’b’a
ve Temim ed-Dari’ye insanlara on bir rekât kıldırmalarını emretmiştir.(2)
Bu konudaki davranış biçimi Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in davranışına
benzeyen Ömer gibi bir insana yakışan da budur.
Sahâbîlerin yirmi üç rekâttan fazla kıldıklarını bilmiyoruz. Bilakis
bunun aksi bilinmektedir. Aişe radıyallahu anhâ’nın Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ne Ramazanda ne de başka zamanlarda on bir rekâttan
fazla kılmadığını söylediği yukarıda geçmiştir.
Sahâbîlerin icmaına gelince bunun bir hüccet olduğunda şüphe
yoktur. Çünkü onların içinde Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kendilerine uyulmasını emrettiği Raşit halifeler bulunmaktadır. Çünkü onlar bu
ümmetin en hayırlı neslidir.
Şunu bil ki teravih namazının rekâtları ve benzeri konulardaki
ihtilâflar içtihadın câiz olduğu konulardır. Bunları -özellikle ümmet de
bu konularda ihtilâf etmişse ve içtihada engel bir delîl yoksa- ümmet
arasında ayrışma ve ihtilâfın körükleyicisi haline getirmemek gerekir.
Bu konuda en güzel sözü içtihadın câiz olduğu bir konuda kendisine
muhalefet eden bir şahsa bir ilim adamı söylemiştir. Bu ilim adamı şöyle
demiştir: Sen bana muhalefet etmekle bana muvafakat etmiş olmaktasın. Çünkü her ikimiz de içtihadın câiz olduğu bir konuda hak bildiğimiz şeye uymanın vâcib olduğu görüşünü taşıyoruz.
(1) Buhârî, k.Vitr, Bâbu Mâ Câe fi’l-Vitr (990). Müslim, Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Salati’l-Leyl
Mesna Mesna (145).
(2) Muvatta, Salat, Bâbu Mâ Câe fi Kıyami Ramazane, 1/110 (280).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
299
Biz Allah teâlâ’dan herkes için O’nun istediği ve razı olduğu şeylerde başarı diliyoruz.
SORU-280: Ramazan ayında gece namazında Kur’ân hatminin duasını yapmanın hükmü nedir?
CEVAP: Ramazan ayında gece namazı kılarken Kur’ân’ı hatmetmenin sünnet olduğuna dair ne Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ne de
sahâbîlerden bir rivâyet geldiğini bilmiyorum. Bu konudaki tek rivâyet
Enes b. Mâlik’ten gelmiştir. O, Kur’ân’ı hatmettiği zaman ailesinin fertlerini toplar ve dua ederdi. Fakat bu namaz dışında yapılan bir dua idi.
Sonra bu hatim konusunda sünnetten bir delîl olmadığı halde insanlar özellikle de kadınlar muayyen bir mescitte toplanıyorlar, çıkarken kadın erkek birbirine karışıyor ve şahit olanların bildiği bir takım
şeyler meydana geliyor.
Fakat bazı ilim adamları Kur’ân’ı böyle bir dua ile bitirmenin müstehap olduğunu söylediler.
Eğer imam Ramazan’ın son gecesi vitir kılarken kunut mahallinde
hatim duası yaparsa bunda da bir sakınca yoktur. Çünkü kunut yapmak
meşrudur.
SORU-281: Kadir gecesi her sene muayyen bir gece midir, yoksa seneden seneye değişir mi?
CEVAP: Kadir gecesinin Ramazanda olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bir bu Kur’ân’ı Kadir Gecesinde indirdik.” (Kadir: 1) Allah teâlâ başka bir âyette Kur’ân’ı Ramazan
ayında indirdiğini açıklamış ve şöyle buyurmuştur: “O Ramazan ayı ki
Kur’ân onda indirildi.” (Bakara: 185). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Kadir
gecesini aramak için Ramazan’ın ilk on gününde itikâfa girdi. Sonra
ortasındaki on gününde itikâfa girdi. Sonra onu Ramazan’ın sonlarındaki on gün içinde gördü.(1) Sonra pek çok sayıda sahâbî onu Ramazanın
(1) Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadri, Bâbu İltimasü Leyleti’l-Kadri (2016). Müslim, Sıyâm,
300
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
sonlarındaki yedi gün içinde görmekte birleştiler. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Görüyorum ki rüyalarınız Ramazanın son yedi gecesi hakkında birbirini tutmaktadır. Arlık kim Kadir
Gecesini arayacaksa onu Ramazanın son yedisinde arasın.”(1) Bu rivâyet,
Kadir gecesini muayyen bir zamana tahsis etme konusundaki en asgari
olanıdır.
Kadir gecesi hakkında varit olan delîlleri incelediğimiz zaman bu
gecenin seneden seneye değiştiğini ve her sene muayyen bir gecede olmadığını bize göstermektedir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Kadir Gecesinin
sabahında kendisine su ve çamurun arasıda secde ettiği rüyasında gösterildi. Bu rüyayı, Ramazan’ın yirmi birinci gecesi görmüştü.(2) Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Kadir Gecesini Ramazan’ın son on günü
içinde arayınız.”(3) Bu, Kadir Gecesinin muayyen bir geceye münhasır
olmadığına delâlet eder. Bununla bütün delîller birleştirilmiş olur.
İnsan on geceden her birinde Kadir Gecesine rastlayacağını umabilir. O gecenin Kadir Gecesi olduğunu bilsin veya bilmesin îmân ederek
ve sevabını Allah’tan umarak geceyi ibâdetle geçirirse Kadir Gecesinin
sevabına nail olur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim îmân ederek ve sevabını Allah’tan ümit ederek Kadir gecesini
ibâdetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.”(4) Kadir Gecesine isabet
ettiğini bildiği zaman demedi. Çünkü Kadir Gecesinin sevabına nail olmak için o geceyi ibâdetle geçiren kişinin bizzat o gecenin Kadir Gecesi
olduğunu bilmesi şart değildir.
Ramazanın son on gecesini îmânla ve sevabını Allah’tan umarak
ibâdetle geçiren kimsenin bu on günün başında veya ortasında veya sonunda mutlaka Kadir gecesine isabet edeceğini kesin olarak söyleyebiliriz. Başarı Allah’tandır.
Bâbu Fadlu Leyleti’l-Kadri (215).
(1) Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadri, Bâbu İltimasü Leyleti’l-Kadri (2015). Müslim, Sıyâm,
Bâbu Fadlu Leyleti’l-Kadri (205).
(2) Daha önce geçti.
(3) Buhârî, Salatü’t-Teravih, BâbuTeharri Leyleti’l-Kadrifi’l-Vitri mine’l-Uşri’l-Evahıri
(1913). Müslim, Sıyâm, Bâbu Fadlu Leyleti’l-Kadri, (1169).
(4) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Tetavvuu Kıyami Ramazan Mine’l-Îmân (37). Müslim
Salatü’l-Müsafirin, Bâbu et-Terğib fi Kıyami Ramazan (173).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
301
SORU-282: Ramazanda teravih namazlarında imama uyan kimseler tarafından imamı izlemek gerekçesiyle ellerinde Kur’ân taşımalarının hükmü nedir?
CEVAP: Bu maksatla Kur’ân taşımak çeşitli yönlerden sünnete aykırıdır:
Birincisi: İnsan kıyam halinde sağ elini sol elinin üzerine koymamış olur.
İkincisi: Bu, gereksiz pek çok harekete yol açar. Bunlar Mushaf’ı
açmak, kapamak, koltuğunun altına veya cebine koymak veya benzeri
hareketlerdir.
Üçüncüsü: Namaz kılan kimseler –namazla değil de- bu hareketlerle meşgul olur.
Dördüncüsü: Namaz kılan kişi secde mahalline bakma imkânını
kaybeder. Hâlbuki âlimlerin çoğu secde mahalline bakmayı sünnet ve
daha faziletli olarak görürler.
Beşincisi: Bunu yapan kişi kalbiyle namazda hazır olmadığı zaman
namazda olduğunu bazen unutabilir. Fakat sağ eli sol elinin üzerinde
huşu içinde, başını secde edeceği yere doğru eğmiş bir halde olduğu zaman namaz kıldığını ve imamın arkasında olduğunu daha iyi tahayyül
eder.
SORU-283: Bazı cami imamları insanların kalplerini yumuşatmak
ve onları etkilemek için teravih namazı esnasında seslerinin tonunu değiştirmeye çalışıyorlar. Bazı kimselerin de bunu hoş karşılamadıklarını
duydum. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Benim görüşüme göre bu iş aşırıya kaçmaksızın şer‘î sınırlar içinde olduğu zaman bir sakıncası yoktur. Bu sebepledir ki Ebû Mûsâ
el-Eş’ari radıyallahu anh Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e şöyle demiştir:
“Eğer senin benim okuyuşumu dinlediğini bilseydim okuyuşumu daha da
güzelleştirirdim.”(1)
(1) Beyhaki, Şehadet, Bâbu Tahsinu’s-Savti bi’l-Kur’ân 10/231. Ebû Ya’la, 13/266
(7279).
302
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bazı kimseler seslerini güzelleştirdikleri veya kalpleri yumuşatacak
hale getirdikleri zaman ben bunda bir beis görmem. Fakat bu konuda,
soruda zikredilen şeye benzer bir şeyi Kur’ân’daki her kelimede yapmayı ben de bir aşırılık olarak görürüm. Böyle bir şeyi de yapmamak
gerekir. İlim Allah katındadır.
SORU-284: Bazı âlimler farz namazlardan önceki ve sonraki revatip
sünnetlerin vakitlerinin ilgili farzın vaktinin girmesiyle başlayıp çıkmasıyla sona erdiğini söylerler. Bazı âlimler de farzlardan önceki sünnetlerin vaktinin o farzın kılınmasıyla birlikte sona ereceğini söylerler. Sizin
bu konudaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Tercih edilen görüşe göre farzlardan önceki sünnetlerin
vakti, farzın vaktinin girmesiyle o farzın kılınması arasındaki süredir.
Mesela öğlen namazının ilk sünnetinin vakti öğle ezânından yani zevalden itibaren başlar ve öğle namazının farzının kılınmasıyla birlikte
sona erer.
Farzlardan sonraki sünnetlerin vakti ise o farzın bitirilmesiyle birlikte başlar vaktin çıkmasıyla sona erer.
Fakat farzlardan önceki bir sünnetin vakti herhangi bir ihmal ve kasıt olmaksızın geçtiği zaman o sünnet farzdan sonra kaza edilebilir. Bu
tür bir sünnet hiçbir mazeret olmaksızın vaktinden sonraya bırakılırsa
kaza edilse bile faydası olmaz. Çünkü sahîh görüşe göre her ibâdet belli
bir vakte bağlıdır. Mazeretsiz olarak vakti çıktığı zaman sahîh olmaz ve
kabul edilmez.
SORU-285: Sabah namazının sünnetini sabah namazından önce
eda etme imkânını bulamayan bir kimsenin sabah namazından sonra
kaza etmesinin hükmü nedir? Bu, sabah namazından sonra namaz kılma yasağına aykırı olmaz mı?
CEVAP: Tercih edilen görüşe göre sabah namazının sünnetini sabah namazının sünnetinden sonra kaza etmesinde bir sakınca yoktur.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
303
Bu, sabah namazından sonra başka namaz kılmayı yasaklayan
hadîse aykırı olmaz. Çünkü yasaklanan şey sebepsiz yere kılınan namazdır.
Fakat bunu kuşluk vaktine ertelese ve unutacağından veya meşguliyetinden dolayı terk edeceğinden korkmazsa bu daha evladır.
SORU-286: Bir kimse ezân okunmadan önce mescide girdiği ve
tahiyyetu’l-mescid namazını kıldıktan sonra ezân okunduğu zaman nafile namaz kılması meşru olur mu?
CEVAP: Okunan ezân sabah ezânı veya öğlen ezânı olduğu zaman,
müezzin ezânı bitirdiğinde namaz kılacak kişi sabahın iki rekât sünnetini ve öğleden önceki dört rekât sünneti kılar. Ezân bu iki vaktin
dışındaki vakitlerin ezânı olduğunda da tatavvu namazı kılması gerekir.
Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “İki ezân arasında namaz vardır.”
buyurmuştur.(1)
SORU-287: Revatip sünnetlerin vakti geçtiği zaman kazası olur
mu?
CEVAP: Evet, unuttuğu veya uyuduğu için vakti çıktığı zaman revatip sünnetler de kaza edilirler. Çünkü onlar da Peygamber efendimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözünün genel hükmüne dâhildirler: “Kim unuttuğu
veya uyuduğu için bir namazı kılmazsa onu hatırladığı zaman kılsın.”(2)
Ümmü Seleme’nin rivâyet ettiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬meşguliyeti sebebiyle öğle namazından sonra kılacağı iki rekât sünneti kılamayınca bunu ikindiden sonra kaza etmiştir.(3)
Ancak bilerek ve kasten geçirdiği zaman bunlar kaza edilmez. Çünkü revatip sünnetler de belli vakitlere bağlı ibâdetlerdir. Vakte bağlı
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Beyne Külli Ezâneyn Salatün (627). Müslim, Salatü’lMüsafirin, Bâbu Beyne Salateyni Salatün (304).
(2) Buhârî, Mevakîtü’s-Salâ, Bâbu Men Nesiye-Salâten fe’l-Yüsalli iza Nesiye…(597).
Müslim, Mesâcid, Bâbu Kazai’s-Salat… h316.
(3) Buhârî, Sehv, Bâbu İzâ Kelleme ve Yusalli fe Eşara bi Yedihi ve’stemea (1176). Müslim, el-Müsafirin, Bâbu Marifeti’r-Rak’ateynilleteyni Kane Yusallihima (834).
304
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ibâdetleri insan vaktinin dışına çıkardığı zaman bunlar kendisinden
kabul edilmezler.
SORU-288: Farz namazdan sonraki sünnetin eda edilmesi için
mekân değiştirilmesiyle ilgili bir delîl varit olmuş mudur?
CEVAP: Evet, Muaviye radıyallahu anh’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize konuşmadıkça veya oradan çıkmadıkça bir namazı diğer namaza bitiştirmememizi emretti.”(1) İlim
adamları bu hadîsten farzla sünnetin arasının ya bir konuşma ile ya da
bir yerden bir yere geçmekle açılması gerektiği sonucunu çıkarmışlardır.
SORU-289: Kuşluk namazı geçtiği zaman kaza edilir mi?
CEVAP: Kuşluk namazının vakti geçince kuşluk namazı da geçmiş
olur. Çünkü kuşluk namazı kuşluk vaktine bağlıdır. Fakat revatip sünnetler farz namazlara bağlı oldukları için onlarla birlikte kaza edilirler.
Sünnet’te sabit olduğu için Vitir namazı da kaza edilir. “Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬uyku kendisine galip geldiği veya geceleyin hastalandığı
zaman gündüz on iki rekât namaz kılardı.”(2) Vitri de kaza ederdi.
SORU-290: Tilâvet secdesinde abdest şart mıdır? Bu secdenin sahîh
lafzı/tesbihi nedir?
CEVAP: Tilâvet secdesi, insanların Kur’ân’daki bilinen bir secde
âyetini ve âyetlerini okudukları zaman yapmalarına hükmedilen secdedir. Bir kimse secde yapmak istediği zaman tekbir alır, secdeye varır ve
şöyle der: “‫( ”ﺳﺒﺤﺎﻥ ﺭﺑﻲ ﺍﻻﻋﻠﻰ‬Ulu Rabbimi tesbih ederim) ، “‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ ﺍﻟﻠﻬﻢ‬
‫( ”ﺭﻳﻨﺎ ﻭﺑﺤﻤﺪﻙ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻏﻔﺮﻟﻲ‬Rabbimiz Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim.
Allah’ım beni bağışla.)
‫ ﻭﺷﻖ‬،‫ ﻭﺻﻮﺭ‬،‫ ﺳﺠﺪ ﻭﺟﻬﻲ ﻟﻠﺬﻱ ﺧﻠﻘﻪ‬،‫ ﻭﻟﻚ ﺃﺳﻠﻤﺖ‬،‫ ﻭﺑﻚ ﺍﻣﻨﺖ‬،‫”ﺍﻟﻠﻬﻢ ﻟﻚ ﺳﺠﺪﺕ‬
“ ‫ﺳﻤﻌﻪ ﻭﺑﺼﺮﻩ ﺑﺤﻮﻟﻪ ﻭﻗﻮﺗﻪ‬
(1) Müslim, Kitâbu’l-Cumua, Bâbu Salati’l-Cumua, 73.
(2) Müslim, Kitâbu Salatü’l-Müsafirin, BâbuCamiu Salati’l-Leyl 139
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
305
(Allah’ım! Sana secde ettim. Sana îmân ettim. Sana teslim oldum.
Yüzüm kendisini yaratana, gücüyle ve kuvvetiyle kulağını ve gözünü yarana secde etti.)(1)
‫ﹼ‬
‫ ﻭﺗﻘـﺒﻠﻬﺎ ﻣﻨﻲ ﻛﻤﺎ‬،‫ ﻭﺍﺟﻌﻠﻬﺎ ﻟﻲ ﻋﻨﺪﻙ ﺫﺧﺮﺍ‬،‫ﻭﺣﻂ ﻋﻨﻲ ﺑﻬﺎ ﻭﺯﺭﺍ‬
،‫”ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻛﺘﺐ ﻟﻲ ﺑﻬﺎ ﺃﺟﺮﺍ‬
“ ‫ﺗﻘـﺒﻠﺘﻬﺎ ﻣﻦ ﻋﺒﺪﻙ ﺩﺍﻭﺩ‬
(Allah’ım bu yaptığım secde karşılığında bana sevap yaz, günahlarımı benden sil, o secdeden meydana gelecek sevabı ihtiyacım olacağı
gün için katında sakla, Davut kulundan kabul etiğin gibi benden de kabul et.)(2) Sonra tekbir ve selam vermeden secdeden kalkar. Fakat namaz
esnasında tilâvet secdesi yaptığı zaman, mesela namaz kılarken içinde
secde bulunan bir âyet okuduğu zaman secdeye varırken de tekbir alması gerekir, secdeden kalkarken de tekbir alması gerekir. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in namazını anlatanlar onun secdeye varırken de
secdeden kalkarken de tekbir aldığını söylediler.(3) Bu, namazın kendi
secdesini de namaz içindeki tilâvet secdesini de içine alır.
Bazı insanların namazda tilâvet secdesi yaparken yaptıkları secdeye
vardıkları zaman tekbir alıp secdeden kalkarken tekbir almamalarına
gelince ben bunun sünnetten ve ilim adamlarının sözlerinden bunun bir
delîlini bilmiyorum.
Soruyu soran kişinin tilâvet secdesinde abdestli olmak şart mıdır?
sorusuna gelince:
Bu konu ilim adamları arasında ihtilâflıdır. Kimisi abdestli olmak
şarttır dediler.
Kimisi de şart değildir dediler. İbn Ömer radıyallahu anh abdestsiz
secde yapardı.
Fakat bana göre abdestli olarak secde yapmak daha ihtiyatlı bir davranıştır.
(1) Ebû Dâvûd, K Salat, b. Mâ Yekulü iza Secede li’t-Tilâveti (1414). Tirmizî, Salat, Bâbu
M Yekulü fi Sücudi’l-Kur’ân h (580). Tirmizî bu hadîsin sahîh olduğunu söyledi.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu İtmamü’t-Tekbir fi’r-Rukui h (785). Müslim, Kitâbu’lSalat, Bâbu İsbati’t-Tekbir fi Kül…h (27 (392).
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Teheccüt, Bâbu Mâ Câe fi’t-Tatavvuu Mesna Mesna, h (1166).
306
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-291: Şükür secdesi ne zaman yapılır? Şükür secdesinde abdestli olmak şart mıdır?
CEVAP: Şükür secdesi savuşturulan bir musibetten veya elde edilen
bir nimetten dolayı yapılır. Bu da namaz dışındaki tilâvet secdesi gibi
yapılır. Bazı âlimler şükür secdesi için de abdest ve tekbiri gerekli görürler. Bazı âlimler sadece birinci tekbiri şart görürler. Bu secdeyi yapan
kişi tekbir alır sonra secdeye varır ve “‫ ”ﺳﺒﺤﺎﻥ ﺭﺑﻲ ﺍﻻﻋﻠﻰ‬dedikten sonra
dua eder.
SORU-292: İstihare namazının hükmü nedir? İnsan mescid namazını (tehıyyetu’l-mescid) veya farz namazlara ait bir sünneti kıldığı zaman da istihare duası yapabilir mi?
CEVAP: İnsan bir şeyi yapmayı tasarlayıp da yapıp yapmamaya karar veremediği zaman istihare yapmak sünnettir.
Bir şeyi yapmaya ve terk etmeye karar verdiği zaman istihare yapmak meşru değildir. Bu sebeple Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬pek çok şey
yapardı ve onları ancak iyice düşünüp karar verdikten sonra yapardı.
Ondan istihare namazı kıldığına dair bir şey nakledilmedi. Dolayısıyla
bir kimse namaz kılmayı veya zekât vermeyi veya haramları terk etmeyi
veya benzeri bir şeyi düşünüp tasarladığı zaman veya yemeyi, içmeyi ya
da uyumayı düşündüğü zaman istihare namazı kılması meşru değildir.
Mescid namazı kıldığı zaman veya revatip sünneti kıldığı ve önceden niyet etmediği zaman istihare duası yapılmaz. Çünkü hadîs, istihare
yapmak için iki rekât kılınması talebini açıkça dile getirmektedir. O iki
rekâtı bu niyetle kılmadığı zaman Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrine
uymamış olur.
Mescid namazını veya revatip sünneti kılmaya başlamadan önce istihare yapmaya niyet ettiği, sonra istihare duasını ettiği zaman bu namaz onun için yeterli olur. Çünkü ilgili hadîste: “Farz olmayan iki rekât
kılsın” buyrulur.(1) Burada farz olmamak dışında bir istisna yapılmamıştır. Yeterli olmaması da muhtemeldir Çünkü hadîste: “Bir şey yapmayı
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Deavât, Bâbu ed-Duai ınde’l-İstihareti. (6382).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
307
düşündüğü zaman” kaydı vardır. Bu da kılınacak bu iki rekâtın istihareden başka sebebinin olmayacağına/olmaması gerektiğine delâlet eder.
Bana göre sadece istihare için müstakil iki rekât kılmak daha evladır.
Çünkü bu ihtimal, yani yeterli olmama ihtimali daima vardır. İstisna ile
farzın tahsis edilmesi burada kast edilen iki rekâtın nafile olabileceğini
ifade eder. Sanki nafile iki rekât kılsın demiş gibidir. Yine de en bilen
Allah’tır.
SORU-293: Tesbih namazı nedir?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh bir yolla tesbih namazı diye bir namaz rivâyet edilmemiştir. İmam Ahmed tesbih namazı
ile ilgili hadîsin sahîh olmadığını söylemiştir. Şeyhulislâm İbn Teymiyye şöyle dedi: “Bu bir yalandır. İmam Ahmed ve onun öğrencisi olan
imamlar bunun mekruh olduğuna hükmetti. İmam onun müstehap olmadığını söyledi. Ebû Hanife, Mâlik ve Şafii ise böyle bir hadîsi hiç duymadılar.” Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin söyledikleri budur ve onun zikrettiği şeyler gerçektir. Eğer Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬gerçekten böyle
bir namazı kılmış veya tavsiye etmiş olsaydı, çok büyük faydaları olduğu
ve diğer namazlardan hatta diğer ibâdetlerden farklı olduğu için şüphe
edilmeyecek şekilde bu ümmete nakledilirdi. Biz bu şekilde günde bir
defa veya haftada bir defa veya ayda bir defa veya yılda bir defa veya
ömürde bir defa diye muhayyer bırakılan başka bir ibâdet bilmiyoruz.
Benzerlerinden çok farklı olan bir şeyi nakletmeye insanlar özen gösterirler. Ondaki gariplikler insanlar arasında yaygın bir şekilde konuşulur.
Bu namazda böyle bir şey olmayınca bunun meşru olmadığı anlaşılır. Bu
sebeple imamlardan hiçbiri böyle bir namazı hoş karşılamamışlardır.
SORU-294: Evlilik gecesi eşiyle zifafa girmeden önce iki rekât namaz kılmanın hükmü nedir?
CEVAP: Evliliğin ilk gecesi eşiyle birleşmeden önce iki rekât namaz
kılmak bazı sahâbîlerin yaptıkları bir şeydi.(1) Bu konuda ben Peygamber
(1) Bak: Abdürezzak, el-Musannef, 6/191. Heysemi, el-Mecma’ 4/291.
308
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen sahîh bir sünnet bilmiyorum. Fakat meşru olan
şey, erkeğin kadının alnından tutması, Allah’tan onun hayrını ve onda
yarattığı huyların hayırlısını istemesi, onun şerrinden ve onun yaratılışındaki huyların şerrinden Allah’a sığınmasıdır.(1) Bu durumda kadının
kendisinden nefret edeceğinden korktuğu zaman sanki ona yaklaşmak
istiyor gibi alnından tutmalı ve onun duymayacağı şekilde gizlice dua
etmelidir. Çünkü bazı kadınlar erkek: “Allah’ım, onun şerrinden ve
onun yaratılışındaki huyların şerrinden sana sığınırım” dediği zaman
“bende şer mi var?” diyebilir.
SORU-295: Yasak vakitler nelerdir? Akşam namazından önceki
mescit namazı ezândan önce mi sonra mı kılınır. Bize bu konuda bir
fetva veriniz, Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın.
CEVAP: Yasak vakitler şunlardır
Birinci vakit: Sabah namazından güneş bir mızrak boyu yükselinceye yani güneş doğduktan on beş yirmi dakika sonrasına kadar.
İkinci vakit: Zevalden önce on dakika kadar, yani öğlen namazının
vaktinin girmesinden önce on dakika kadar.
Üçüncü vakit: ikindi namazından güneş tamamen batıncaya kadar
olan vakitler, namaz kılınması yasak olan vakitlerdir.
Mescit namazı ise her zaman kılınabilir. Ne zaman mescide girersen gir yasak vakitlerde olsa bile iki rekât namaz kılmadan oturma.
İlim sahiplerinin görüşlerinden kabul gören görüşe göre sebepli nafilelerden hiç biri için bir yasak olmadığı bilinmelidir. Bu tür nafileleri
yasak vakitte bile olsa kılarsın. Mesela sabah namazından sonra mescide girdiğin zaman hemen iki rekât namaz kıl, zevalden hemen önce
girdiğin zaman hemen iki rekât namaz kıl, gece veya gündüzün hangi
saatinde girersen gir iki rekât mescit namazını kılmadan oturma.
SORU-296: Cemaatle namaz kılmanın hükmü nedir?
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Nikâh, Bâbu Fi Camii’n-Nikâh h (2160).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
309
CEVAP: Âlimler cemaatle namaz kılmanın en büyük, en kuvvetli
ve en faziletli ibâdetlerden biri olduğunda ittifak etmişlerdir. Allah teâlâ
Kitabında cemaatle namazı zikretmiş onu savaş halinde bile emretmiş
ve şöyle buyurmuştur: “Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun.
Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer
bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım
gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan
bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmur gibi
bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Kuşkusuz Allah
kâfirlere alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır.” (Nisâ: 102).
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetinde cemaatle namazın
vâcibliğine delâlet eden çok sayıda hadîs vardır. Mesela o şöyle buyurmaktadır: “Vallahi içimden öyle geldi ki bir adama cemaate namaz kıldırmasını emredeyim; sonra o cemaate gelmeyen bir takım adamlara gideyim; onlar hakkında emir vereyim de odun demetleri ile evlerini üzerlerine cayır cayır yaksınlar!.. Bunlardan biri yağlı bir kemik bulacağını
bilse ona (yani yatsı namazına) mutlaka gelirdi.” (1)
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Kim ezânı işitir de ona
icâbet etmezse her hangi bir mazereti olmadıkça namazı namaz olmaz.”(2)
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬cemaate gelmemek için kendisinden izin isteyen âmâ bir adama: “Ezân sesini duyuyor musun” diye sordu. Adam:
Evet, deyince ona: “O halde ona icâbet et.” buyurdu.(3) İbn Mes‘ûd radıyallahu anh şöyle dedi: “Vallahi ben nifakı malûm münafıktan yahut
hastadan başka hiç birimizin namazdan geri kalmadığını görmüşümdür. Hasta olan bile iki adam arasına girerek mutlaka namaza gelirdi.”(4)
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Vücubi Salati’l-Cemaa h (644). Müslim, Mesâcid, Bâbu
Fadli’s-Salati’l-Cemaa… h 251 (651)
(2) İbn Mâce, Mesâcid, Bâbu et-Tağliz fi’t-Tehallüfi ani’l-Cemaa, h (793).
(3) Müslim, Mesâcid, Bâbu 23, Yecibü İtyanü’l-Mescidi ala Men Semiz’n-Nidae h 255
(653).
(4) Müslim, aynı yer (654).
310
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Sahîh görüşe göre cemaatle namaz kılmak vâcibtir. İslâm ümmeti
tek bir ümmettir. Birliğin kemâli ancak ibâdetinde birlik olmasıyla gerçekleşir. İbâdetlerin en büyüğü, en faziletlisi ve en kuvvetlisi namazdır.
O halde İslâm ümmetinin bu namaz üzerinde birleşmeleri vâcibtir.
Âlimler cemaatle namazın ibâdetlerin en büyüğü, en faziletlisi ve
en kuvvetlisi olduğunda birleştikten sonra bunun namazın sıhhati için
şart olup olmadığında veya cemaatsiz namazın günah olmakla birlikte
sahîh olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bu konuyla ilgili daha başka
ihtilâfları da vardır.
Sahîh olan görüş şudur: Cemaat, namaz için bir vâcibtir. Fakat sıhhatinin şartı değildir. Şer‘î bir mazereti olmadıkça cemaati terk eden
kimse günahkârdır. Namazın sıhhati için cemaatin şart olmadığının
delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in cemaatle namazın münferit namazdan daha faziletli olduğunu söylemesidir.(1) Cemaatle namazın münferit
namazdan daha faziletli olduğunun söylenmesi, münferit nazmında bir
fazileti olduğunu gösterir. Bir şey ancak sahîh olduğu zaman faziletli
olur.
Her halükârda akıllı erkek ve erişkin her Müslümanın ister seferi
ister hazari olsun cemaatte bulunması gerekir.
SORU-297: Bir gurup insan aynı mekânda oturuyorlar. Bunları bu
mekânda cemaat olup namaz kılmaları câiz olur mu, yoksa camiye mi
gitmeleri gerekir?
CEVAP: Bir meskende toplanan bu cemaatin namazlarını mescitlerde kılmaları vâcibtir. Civarında mescit bulunan herkesin mescitte
namaz kılması gerekir. Hiç kimsenin veya hiçbir topluluğun yakınlarında mescit bulunduğu halde evde namaz kılmaları câiz değildir. Fakat
mescit uzak olduğu ve ezânı duymadıkları zaman namazı cemaat olarak
evde kılmalarında bir sakınca yoktur. Bu mes’elede gevşeklik gösteren
kimselerin dayanakları bazı âlimlerin cemaatle namazdaki maksadın
mescit dışında bile olsa insanların namaz için toplanmalarıdır demele(1) Müslim, aynı yer, Bâb 44, h 256 (654).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
311
ridir. Onlara göre insanlar evlerinde bile olsa namazı cemaatle kıldıkları
zaman vacibi yerine getirmiş olurlar.
Fakat doğrusu cemaatin mescitlerde toplanması bir zorunluluktur.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Vallahi içimden
öyle geldi ki bir adama cemaate namaz kıldırmasını emredeyim; sonra
o cemaate gelmeyen bir takım adamlara gideyim; onlar hakkında emir
vereyim de odun demetleri ile evlerini üzerlerine cayır cayır yaksınlar!.”(1)
Hâlbuki bu insanlar bulundukları yerlerde namazlarını kılıyorlardı.
Demek ki bu topluluğun da namazlarını mescitte cemaatle kılmaları gerekir. Sadece ulaşılması zor bir uzaklıkta oldukları zaman evde
cemaat olabilirler.
SORU-298: Çalışan bir görevlinin ezânı işittiği zaman hemen namaza koşması mı daha faziletlidir, yoksa bazı işlemleri bitirmek için
beklemesi mi? Farzı kıldıktan sonra revatip dışındaki nafilelerde hüküm nedir?
CEVAP: Bütün Müslümanların ezânı duydukları zaman hemen namaza koşmaları daha faziletlidir. Çünkü müezzin “haydin namaza” diye
seslenmektedir. Ağırdan almak cemaatle nazmı kaçırmaya yol açar.
Farzı kıldıktan sonra revetip dışında bir nafile kılmak ise görevli için câiz değildir. Çünkü icare veya iş sözleşmesi gereği onun vakti
başkasının hakkıdır. Revatip sünnetleri kılmaya gelince bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bu konuda yetkililerin müsamaha göstermeleri
âdettendir. Başarı Allah’tandır.
SORU-299: Cemaatle kıldığı namazın birinci veya ikinci rekâtını
kaçırdığı zaman imam selam verdikten sonra namazının eksik kalan
kısmını kaza eden kimse Fatiha ile birlikte sure de okuyacak mı, yoksa
sadece Fatiha okumakla iktifa edecek mi?
CEVAP: Sahîh ve doğru olan, imama sonradan yetişen kimsenin
(1) Tahrîci daha önce geçti.
312
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
imama selam verdikten sonra namazının son bölümünü kaza etmesidir. Buna göre iki rekâtı veya dört rekâtlı bir namazın iki rekâtını veya
akşam namazının bir rekâtını kaçırdığı zaman Fatihadan başka bir şey
okumaz. Fakat sabah namazında hem Fatihayı, hem sureyi okur. Çünkü
sabah namazının her iki rekâtında da hem Fatiha hem sure okunur.
SORU-300: İmam son teşehhütte iken namaz kılacak kişi mescide
girdi. Hemen cemaat katılacak mı, yoksa başka bir cemaati mi bekleyecek? Bu konuda bize bir fetva veriniz.
CEVAP: İmam son teşehhütte iken camiye giren bir kimse eğer
iştirak edeceği bir cemaatin oluşacağını ümit ederse o imama katılmaz.
Eğer böyle bir ümidi yoksa son teşehhütte de olsa o cemaate katılır. Çünkü tercih edilen görüşe göre Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsinin
genel hükmü sebebiyle ancak bir rekâta yetişen kimse cemaate yetişmiş
olur, - bir rekâta dahi yetişemeyen cemaate yetişmemiş olur- : “Kim bir
namazın bir rekâtına yetişmişse o namaza yetişmiş demektir.”(1) Nitekim
Cumaya ancak bir rekâta yetişmekle yetişmiş olunur. Cemaat de böyledir. İmam son teşehhütte iken yetişen kimse cemaate yetişmiş sayılmaz.
Böyle bir kimse umduğu cemaatle birlikte namazı kılıncaya kadar bekler. Bir cemaat oluşacağı ümidi olmadığı zaman teşehhütten kalan kısma yetişmek için imama uyması ondan ayrı kalmasından hayırlıdır.
SORU-301: Bir kimse nafile namaz kılarken farz namaz için kamet
getirildiği zaman ne yapması gerekir.
CEVAP: Sen nafile namaza başlamışken farz namaz için kamet getirildiği zaman, ilim adamlarından ir kısmının görüşüne göre senin son
teşehhütte bile olsan hemen o nafileyi kesip imama uyman gerekir.
Bir kısım âlim de diyorlar ki, sen o namazı kesmez tamamlarsın.
Ancak sen cemaate yetişemeden imamın selam vereceğinden korkarsan
o zaman kıldığın nafileyi kesip imam selam vermeden ona katılman gerekir.
(1) Tahrîci geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
313
İşte karşılıklı iki görüş:
Birinci görüş: Namaz için kamet getirildiği anda son teşehhütte bile
olsan nafileyi hemen kesmelisin.
İkinci görüş: İmamın namazından senin iftitah tekbirini alabileceğin kadar kaldığı müddetçe kıldığın nafileyi kesmemelisin.
İşte karşılıklı iki görüş. Yani son görüşe göre bütün rekâtları kaçırsan bile imam selam vermeden önce iftitah tekbirine yetişme imkânın
olduğu müddetçe namazını devam ettir. Bu nafileyi tamamlamaya çalış.
Bana göre bu konudaki orta yol şudur: Sen ikinci rekâtta iken farzın
kameti getirildiği zaman nafileyi hafifçe kılarak tamamla. Sen birinci rekâtta iken farzın kameti getirildiği zaman ise nafileyi hemen kes.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Kim bir namazın bir
rekâtına yetişmişse o namaza yetişmiş demektir.”(1) O halde farz namaz
için kamet getirilmeden önce sen nafileden bir rekâtı kılıp tamamladığın zaman yasak ve engelden önce nafileden bir rekâta yetişmişsin demektir
Yasak ve engelden önce bir rekâtına yetiştiğin zaman o namaza yetiştin demektir. Böylece o namazın tamamı engellenmeyen bir namaz
haline gelmiş olur. Mademki artık o namazı engelleyen bir durum yoktur, o halde o namazı tamamlamalısın fakat uzatmadan, kısa keserek.
Çünkü farzın bir parçasına yetişmek nafilenin bir parçasına yetişmekten daha hayırlıdır. Fakat sen birinci rekâtın içinde bulunduğunda henüz namaza yetişecek kadar bir vakte ulaşmamışsın demektir. Çünkü
Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Kim bir namazın bir rekâtına yetişmişse o
namaza yetişmiş demektir.” buyurmuştur. Buna dayanarak sen kılmakta
olduğun ve henüz daha birinci rekâtını bile tamamlayamadığın namazını hemen kesersin. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Namaz için
kamet getirildiği zaman farz namazdan başka namaz kılınmaz.” (2)
SORU-302: Bir kimse imamın iftitah tekbirinden ve Fatihayı okumasından sonra namaza girdi ve kendi Fatihasını okumaya başladı. Fa(1) Tahrîci geçti.
(2) Tahrîci daha önce geçti.
314
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
kat Fatihayı daha bitirmeden imam rükûa vardı. O da imamla birlikte
hemen rükûa mı varacak yoksa Fatihayı mı tamamlayacak?
CEVAP: Bir kimse imam tam rükûa varmak isterken namaza katıldığı ve Fatihayı okumaya imkân bulamadığı zaman, eğer sadece bir iki
âyet kalmış da tamamlayıp imama rükûda yetişebilecekse onu tamamlayıp imama rükûda katılması en güzelidir. Daha fazla kısmı kalmış da
okuduğu zaman imama rükûda yetişemeyecekse, o zaman Fatiha’yı tamamlamasa bile imamla beraber rükûa gider.
SORU-303: Bir kimse imama secdede yetiştiği zaman imam kalkıncaya kadar bekler mi yoksa hemen namaza girer mi?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemeyip kaçırdığınız kısmı tamamlayınız.”(1) Sözünün genel hükmü sebebiyle imamı hangi halde bulursa bulsun cemaate katılması daha faziletlidir.
SORU-304: Değerli hocamıza soruldu: Bir kimse gizliden okunan
bir namazda imam rükûa varmadan önce Fatihayı ve sureyi bitirdiği
zaman ne yapacak, sükût edip bekleyecek mi?
CEVAP: İmamın arkasında namaz kılan bir kimse imam rükûa
varmadan önce Fatiha ve sure okumayı bitirdiği zaman sükût edip beklemez. Bilakis imam rükûa varıncaya kadar okumaya devam eder. Hatta
imam birinci teşehhütten sonraki iki rekâtta olsa ve imam rükûa varmadan Fatihayı bitirse imam rükûa varıncaya kadar okumaya devam eder.
İmam rükûa varıncaya kadar başka sureler okur. Çünkü namazda uyduğu imamın kıraatini dinlemenin dışında sükût etmek meşru değildir.
SORU-305: İmamla yarışmanın hükmü nedir?
CEVAP: İmamla yarışmak haramdır. Çünkü Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Başını imamdan önce kaldıran kimse Allah'ın onun
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
315
başını eşek başına çevireceğinden yahut Allah onun yüzünü eşek yüzüne çevireceğinden korkmuyor mu?”(1) Bu, imamdan önce hareket edenler
için bir tehdittir. Tehdit ancak haram kılınmış bir fiilden veya vacibin
terkinden dolayı yapılır..
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“İmam kendisine uyulmak içindir. O halde o tekbir aldığı zaman tekbir
alın, o tekbir almadıkça tekbir almayınız. O rükûa vardığı zaman rükûa
varın, o rükûa varmadıkça rükûa varmayınız.” (2)
Bu münasebetle şunu söylemek isterim: İmama uyan kimsenin
imamla birlikte dört hali vardır:
1) Müsabaka hali
2) Muvafakat hali
3) Tabi olma hali
4) Arkada kalma hali.
Müsabaka hali: Bir şeye imamdan önce başlamasıdır. Bu haramdır.
Başlangıç tekbirini imamdan önce aldığı zaman kesinlikle namazı olmaz. Namazı yeniden kılması gerekir.
Muvafakat hali: İmamla aynı anda yapmasıdır. İmamla beraber
rükûa varır, imamla beraber secde eder ve imamla beraber kalkar.
Delîller açıkça bunun da haram olduğunu göstermektedir. Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬o rükûa varmadıkça rükûa varmayınız.” buyurmuştur.
Bazı âlimler bunun başlama tekbiri dışındaki yerlerde haram değil
mekruh olduğu görüşündedirler. Çünkü başlama tekbirini imamla beraber aynı aldığı zaman namazı olmaz, iade etmesi gerekir.
Tabi olma hali: Namazın fiillerini geciktirmeden imamda sonra
yapmasıdır. Meşru olan budur.
Arkada kalma hali: Tabi olma durumundan çıkacak derecede imamın arkasında kalmaktır ki, bu da meşru değildir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu İsmü Men Rafea Ra’sehu Kable’l-İmam; Müslim,
Kitâbu’s-Salâ, Bâbu Tahrimü Sebkı’l-İmam.
(2) Buhârî, Kitâbu Taksîru's-Salât, Bâbu Salâtu'l-Kâid
316
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-306: Günahkârın arkasında namaz kılmak sahîh olur mu?
CEVAP: Bazı masiyetleri işlese bile bir Müslümanın arkasında namaz kılmak sahîhtir. Tercih edilen görüş budur. Ancak istikâmet sahibi
bir kimsenin arkasında namaz kılmak elbette daha faziletlidir. Fakat bir
kimse İslâmdan çıkaran tekfîr edici şeyler yaptığı zaman onun arkasında namaz kılmak câiz değildir. Çünkü böyle bir kimsenin namazı
sahîh değildir. Müslüman olmayan bir kimsenin namazı sahîh olmaz.
İmamın namazı sahîh olmadığı zaman, ona uymak mümkün değildir.
Çünkü sen imam olmayana uymuş ve imam olmaksızın imamete niyet
etmiş olursun.
SORU-307: Nafile namaz kılan bir kimsenin arkasında farzı kılma,
farzı kılanın arkasında nafile kılmak câiz olur mu?
CEVAP: İkindiyi kılan imamın arkasında öğleyi kılmak, öğleyi kılan imamın arkasında ikindiyi kılmak câiz olduğu gibi bu da câizdir.
Çünkü herkes için kendi niyet ettiği şey vardır. Bu sebeple İmam Ahmed
şöyle demiştir: İmam teravih namazı kılarken camiye girdiğin zaman
sen de yatsı namazını kılmamışsan, hemen onun arkasında yatsıyı kıl.
Çünkü bu namaz senin için farz, onun için nafiledir.
SORU-308: Namaz kılan cemaat arasında şöyle bir tartışma çıktı:
Bir adam mescide sonradan geldiği zaman namaza durulduğunu ve safın tamamlanıp kendisi için o safta yer kalmadığını görse namazını kılabilmek için tamamlanmış saftan bir kişiyi kendi yanına çekmesi câiz
olur mu? Veya safın arkasında kendi başına mı kılar veya ne yapar?
CEVAP: Bu mes’elenin üç şekli vardır: İnsan camiye geldiği ve safın
tamamlandığını bulduğu zaman:
Ya safın arkasında tek başına kılmasıdır.
Veya saftan birini çekerek onunla birlikte kılmasıdır.
Veya öne geçip imamın sağ yanında namaza durmasıdır. Namaza
girdiği zaman karşısında bu üç seçenek vardır. Veyahut ta cemaatle namazı terk edecektir. Peki, bu dört şekilden hangisi tercih edilir?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
317
Biz deriz ki: Safın arkasına tek başına saf yapıp imamla birlikte namazını kılması tercih edilir. Çünkü namazı hem cemaatle kılmak, hem
de safta kılmak vâcibtir. Bu iki vâcibten birini yerine getirmek imkânsız
hale geldiği zaman -ki safa katılmak imkânsızdır- diğeri vâcib olarak
kalır. Ki o da cemaatle namaz kılmaktır. O zaman biz deriz ki: Cemaatin faziletine yetişmek için safın arkasında cemaatle namazını kıl. Bu
durumda safta durmak senin elinde olmadığı için sana vâcib değildir.
Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Gücünüz yettiğince Allah’tan korkun.”
(Teğabün: 16). Bu sebepledir ki beraberinde başka kadınlar olmadığı zaman bir kadının safın arkasında tek başına durduğu görülür. Çünkü
erkeklerin safında şeran onun yeri yoktur. Erkeklerin safında şeran yer
bulması imkânsız olduğu için tek başına kılar.
Saf tamamlandığı ve kendisine safta yer kalmadığı zaman mescide
gelen bu adamdan safta bulunma vacibi düşer ve cemaate katılması vâcib
olur. O halde safın arkasında cemaatle namazını kılmalıdır. Kendisiyle
birlikte namaz kılması için önden bir kişiyi çekmesine gelince bunu yapması uygun değildir. Çünkü bunun üç tane sakıncası vardır:
Birinci sakıncası safta bir boşluk açılmasıdır. Bu, Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in safların sık olması ve aralarındaki boşlukların kapatılması emrine aykırıdır.
İkincisi: Çekilen kişinin daha faziletli bir yerden az faziletli bir yere
nakledilmesidir ki bu ona karşı bir nevi haksızlıktır.
Üçüncüsü: Namazda onun zihnini karıştırmaktır. Çünkü onu kendine doğru çektiği zaman kalbinde bir hareket meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bu da ona karşı bir nevi haksızlıktır.
Üçüncü şekli imamla birlikte yan yana durmaktır ki bu da uygun
değildir. Çünkü imamın cemaatten ayrı yerde bulunması gerekir. Nitekim namazdaki sözler ve fiillerle de onlardan öndedir. Onlardan önce
tekbir alır, onlardan önce rükûa varır ve onlardan önce secdeye varır.
Bulundğu yer itibarıyla da onlardan ayrı olması gerekir.
İmamın cemaatin önünde yer alması Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
bir sünnetidir. İmamın onlardan ayrı tek başına bir yerde bulunması
318
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
için açıkça uygun olan da budur. İmama uyanlardan biri imamla beraber durduğu zaman, namazda sadece imamda bulunması gerekli olan
bu özellik kaybolmuş olur.
Dördüncü şekle yani cemaati terk etmesine gelince onun için bu
şeklin geçerliliği yoktur. Çünkü cemaate uymak vâcibtir, saf olmak da
vâcibtir. Bunlardan birinden aciz olduğu zaman diğeri düşmez.
SORU-309: İki katlı bir mescit var. Üst katta namaz kılanlar alt kattakileri görmüyorlar. Bunların namazları sahîh midir? Bize anlatınız,
Allah size bereket versin.
CEVAP: Mescit tek olduğu müddetçe imamın tekbirini işittikleri
zaman insanların birbirlerini görmeleri şart değildir. Bu fetvayı Muhammed es-Sâlih el Useymin hicri 25.8.1410 tarihinde yazmıştır.
SORU-310: Bir Müslümanın, özellikle kadınların imamı görmeksizin televizyon veya radyodan nakledilen namazla birlikte namaz kılması câiz olur mu?
CEVAP: Bir kimsenin radyo veya televizyon vâsıtasıyla imama uyması câiz değildir. Çünkü cemaatle namazdan maksat bir araya gelmektir. Cemaatin bir yerde olması veya safların birbirine bitişik olması gerekir. Radyo ve televizyon vâsıtasıyla namaz câiz değildir. Çünkü bununla
maksat hâsıl olmaz. Biz bunu câiz görürsek herkesin kendi evinde beş
vakit namazı, hatta cumayı kılması mümkün olur. Bu ise cumanın ve
cemaatin meşruiyetine aykırıdır. Buna göre gerek kadınların gerekse
başkalarının, hiç kimsenin televizyon veya radyo arkasında namaz kılması helal değildir. Başarı Allah’tandır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
319
FASIL
Faziletli Şeyh –Allah İslâm’a ve Müslümanlara hizmetinden dolayı
kendisini hayırla mükâfatlandırsın- şöyle dedi:
‫ﺑﺴـــــــﻢ ﺍﷲ ﺍﻟﺮﺣﻤـﻦ ﺍﻟﺮﺣﻴـــﻢ‬
HASTA OLAN KİŞİ NAMAZINI NASIL KILAR?
Birincisi: Hasta olan kişinin eğilerek veya duvara veya dayanılması
gereken bir asaya dayanarak da olsa farz namazı ayakta kılması gerekir.
İkincisi: Eğer ayakta kılmaya gücü yetmiyorsa oturarak kılması gerekir. Kıyam ve rükû yerinde bağdaş kurması daha faziletlidir.
Üçüncüsü: Oturarak da kılmaya gücü yetmiyorsa yanı üzerinde kıbleye doğru yönelerek kılması gerekir. Sağ yanı üzerine yatması daha faziletlidir. Kıbleye yönelme imkânını bulamazsa nereye yönelebiliyorsa o
şekilde namaz kılar. Namazı sahîhtir. Namazını iade etmesi gerekmez.
Dördüncüsü: Yanı üzere namaz kılmaya gücü yetmezse ayaklarını
kıbleye doğru uzatarak kılar. Bu durumda kıbleye yönelmek için başını
biraz kaldırması daha faziletlidir. Ayaklarını kıbleye doğru uzatmaya
gücü yetmezse olduğu yerde namaz kılar. İade etmesi gerekmez.
Beşincisi: Hastanın da namazında rükû etmesi ve secde etmesi gerekir. Eğer gücü yetmezse bunlara başıyla işaret eder. Secdede başını
rükûdakinden daha fazla indirir. Eğer rükûa gücü yeter de secdeye gücü
yetmezse rükûu yapar secdeyi işaretle yapar. Eğer secdeye gücü yeter de
rükûa gücü yetmezse secde halinde secdeyi yapar, rükûa işaretle yerine
getirir.
Altıncısı: Eğer rükûda ve secdede başıyla işaret etmeye gücü yetmezse gözleriyle işaret eder. Rükûda gözlerini biraz kapatır, secde de daha
fazla kapatır. Bazı hastaların yaptığı gibi parmaklarıyla işaret etmeye
320
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
gelince bu sahîh değildir, Kitap’tan, Sünnet’ten ve ilim adamlarının sözlerinden bunun biri delîlini bilmiyorum.
Yedincisi: Eğer başı ile ve gözü ile işaret etmeye de gücü yetmezse
kalbiyle namaz kılar. Tekbir alır, okur, rükûa, secdeye, kıyama ve oturmaya kalbiyle niyet eder. “Herkes için niyet ettiği şey vardır.”
Sekizincisi: Hastanın bütün namazları vaktinde kılması ve namazın vâciblerinden gücünün yettiği her şeyi yapması gerekir. Her namazı
kendi vaktinde kılmak ona zor gelirse öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kılabilir. Ya ikindiyi öğlenin vaktine ve yatsıyı akşamın vaktine çekerek cemi takdim yapar veya öğleyi ikindinin vaktine ve
akşamı yatsının vaktine erteleyerek cemi te’hîr yapar. Hangisi kolayına
gelirse onu yapar. Sabah namazına gelince onu kendisinden öncekiyle
veya sonrakiyle birleştiremez.
Dokuzuncusu: Hasta bir başka beldede tedavi gören bir yolcu olduğu zaman dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kılar. Yolculuk müddeti
ister uzun olsun ister kısa olsun memleketine dönünceye kadar öğleyi,
ikindiyi ve yatsıyı ikişer ikişer kılar.
Başarı Allah’tandır.
SORU-311: Uçakta namaz ne zaman farz olur? Uçakta farz namaz
nasıl kılınır? Uçakta nafile namaz nasıl kılınır?
CEVAP: Uçakta namaz, vakti girdiği zaman farz olur. Fakat namazın yerde eda edildiği gibi uçakta eda edilmesi imkânı olmadığı zaman,
namazın vakti çıkmadan veya cemedilecek vakit çıkmadan önce uçak
yere inebilecekse farz namazı uçakta kılmaz. Mesela güneş batmadan
biraz önce uçak Cidde’den kalkmış olsa ve havada iken güneş kaybolsa
uçak havaalanına inceye kadar akşam namazını kılmaz. Uçaktan iner ve
namazını kılar. Akşam namazının vaktinin çıkmasından korkarsa onu
yatsı ile cemetmeye niyet eder, cemi te’hîr yapar ve indiği zaman ikisini
birlikte kılar. Eğer uçak yatsı vaktinin çıkmasından korkacağı kadar havada kalmaya devam ederse -ki bu gecenin tam yarısıdır- o zaman vakit
çıkmadan akşam ve yatsı namazlarını uçakta kılar.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
321
Uçakta namazın nasıl kılınacağı mes’elesine gelince şöyledir: Kıbleye yönelir, tekbir alır, Fatihayı ve Fatihadan önceki sünnet olan başlangıç
duasını okur veya Fatihadan sonra Kur’ân okur. Sonra rükû eder, sonra rükûdan kalkar. Sonra secde eder. Secde etme imkânını bulamazsa
oturur ve oturduğu yerden ima ile secde eder. Namazı bitirinceye kadar
böyle yapar. Bütün bunlarda yönü kıbleye yöneliktir.
Uçakta nafile namazın nasıl kılınacağına gelince bunu uçakta koltuğunda oturarak, rükû ve secdelerde ima ile kılar. Secdede başını biraz
fazla indirir. Başarı Allah’tandır.
Bu fetva hicri 22.4.1409 tarihinde yazılmıştır.
SORU-312: Yolcunun namazı kısaltacağı mesafe ne kadardır. Namazı kısaltmadan cem etmek câiz olur mu?
CEVAP: Namazı kısaltmak için yolculuk mesafesini bazı âlimler 83
kilometre olarak belirlemişler, bazı âlimler de bunu örfe göre belirlemişlerdi. Buna göre seksen kilometreye ulaşmasa bile bir yolculuk örfte
yolculuk olarak kabul ediliyorsa yolculuktur, yüz kilometreye ulaşsa bile
örfte yolculuk olarak kabul edilmiyorsa yolculuk değildir.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye bu ikinci görüşü tercih etmiştir. Çünkü
Allah teâlâ namazın kısaltılmasının câiz olması içn muayyen bir mesafe
belirlememiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de muayyen bir mesafe belirlememiştir.
Enes b. Mâlik radıyallahu anh şöyle demiştir: “Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
üç millik veya üç fersahlık bir yolculuğa çıktığı zaman namazlarını kısaltır ve iki rekât kılardı.”(1) Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin görüşü doğruya daha yakındır.
Örfte bu konuda farklılıklar ortaya çıktığı zaman bir kimsenin
mesafeyi sınırlayan görüşü almasında bir sakınca yoktur. Çünkü bazı
âlimler ve müçtehitler de bu görüştedirler. İnşaallah onlar için korkulacak bir durum yoktur. Örfte kesinleşmiş ve belirlenmiş bir durum olduğu müddetçe bu konuda örfe müracaat etmek daha doğru olur.
(1) Müslim , Kitâbu Salâti’l-Müsafirin. Bâbu Salati’l-Misafirin, 691.
322
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Namazı kısaltmak câiz olduğu zaman cem etmek da câiz olur mu?
Biz deriz ki, cem mes’elesi yolculukla irtibatlı değildir. Namazları birleştirmek ihtiyaçla ilgili bir durumdur. İnsan hazarda veya seferde ne zaman namazları birleştirmeye ihtiyaç duyarsa o zaman namazlarını birleştirmelidir. Bu sebeple insanların mescitlere gitmelerini zorlaştıracak
bir yağmur yağdığı zaman cem yapabilirler. Kış günlerinde insanların
mescitlere çıkmalarını zorlaştıracak şiddetli ve soğuk bir rüzgâr olduğu
zaman cem yapabilirler. İnsan malının elinden kaçmasından veya zarar
görmesinden korktuğu zaman veya benzeri bir durumda cem yapabilir.
Müslim’in Sahîhinde Abdullah b. Abbas radıyallahu anhüma’dan şöyle
rivâyet edilmiştir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirdi.”(1) Dediler ki: Bununla
neyi murâd etti? Ümmetine zorluk olmamasını murâd etti. Yani cemi
terk ettiğinde ümmete zorluk olmasın diye.
Kural budur. Cemi terk ettiği zaman insan bir güçlükle karşılaşacaksa cem yapması câiz olur. Bir güçlükle karşılaşmayacaksa cem yapmaz. Fakat yolculuk cem yapılmadığında meşakkat ihtimalinin olduğu
bir durumdur. Buna göre ister fiilen yolda olsun isterse bir yerde ikâmet
eder olsun yolcunun namazları birleştirmesi câizdir. Ancak fili yolculukta cem yapmak daha faziletlidir. İkâmet eden birisi ise cemi terk etmesi daha faziletlidir.
Namazların cemaatle kılındığı bir beldede ikâmet ettiği zamanki hali bundan istisna edilir. Böyle bir yerde cemaatte hazır bulunması
vâcibtir. O zaman ne cem yapar ne de namazı kısaltır. Fakat cemaati
kaçırdığı zaman cem yapmaksızın namazı kısaltır. Ancak ceme ihtiyaç
olduğu zaman cem de yapabilir.
SORU-313: Riyat’ta öğrenim gören bir adam Cuma akşamı gidiyor,
pazartesi akşamı dönüyor. Namazlarda ve diğer mes’elelerde yolculuk
hükümlerinden yararlanabilir mi?
(1) Müslim, Kitâbu Salâti’l-Müsafirin. Bâbu el-Cem’u Beyne’s-Salateyni fi’l-Hazari ,
705.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
323
CEVAP: Şüphesiz o bir yolcudur. Çünkü öğrenim gördüğü beldeyi kendisi için vatan edinmemiş, kesin ikâmete niyet etmemiştir. Bilakis bir maksat için ikâmet etmektedir. Fakat cemaatle namaz kılınan
bir beldede ikâmet ettiği zaman namazlarını cemaatle kılması gerekir.
Halktan bazı kimseler arasındaki yaygın kanaate göre yolcuya cemaat
ve cumanın vâcib olmadığı görüşünün aslı yoktur. Savaş halinde bile
olsa yolcunun namazını cemaatle kılması vâcibtir. Nitekim Allah teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun.” (Nisâ: 102). Cuma namazı da ezânı işiten herkese farzdır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey inananlar! Cuma günü namaz için
çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun.” (Cuma: 9). Fakat cemaati
kaçırdığın zaman veya mescitlerden uzak bir yerde bulunduğun zaman
dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kılarsın.
SORU-314: İkindi namazını Cuma namazıyla birleştirmenin hükmü nedir? Belde dışında olan bir kimsenin bu ikisini birleştirmesi câiz
olur mu?
CEVAP: Bu konuda Sünnet’te herhangi bir bilgi geçmediği için
ikindi namazı Cuma namazı ile birleştirilerek kılınmaz. Cuma namazı
ile öğlen namazı arasında pek çok farklar olması sebebiyle bunu öğle
ile ikindinin birleştirilmesine kıyas etmek de sahîh olmaz. Asıl olan,
birinin diğerine ceminin cevazına bir delîl olmadıkça her namazı kendi
vaktinde kılmaktır.
Belde dışın da iki üç gün ikâmet edecek kimselerin cem yapmaları câizdir. Çünkü onlar yolcudurlar. Ancak yolcu sayılamayacak kadar beldenin yakın çevresinde bulundukları zaman cem yapmaları câiz
değildir. Söz konusu olan da öğle ile ikindi, akşam ile yatsı arasındaki
cemdir. Cuma ile ikindi arasındaki cem hiçbir durumda câiz değildir.
RİSALE
Faziletli Şeyh Muhammed b. Sâlih el Useymin. –Allah onu korusun
ve gözetsin- Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.
324
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Son günlerde namazların ceminde çoğalmalar olduğunu ve insanların bu konuda dikkatsiz davrandıklarını gözlemledik. Soğuk gibi benzeri şeyleri namazları cemetmenin haklı gerekçesi olarak görüyor musunuz?
‫ﺑﺴـــــــﻢ ﺍﷲ ﺍﻟﺮﺣﻤـﻦ ﺍﻟﺮﺣﻴـــﻢ‬
CEVAP: Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun.
Cem konusunda insanların dikkatsiz ve özensiz hareket etmeleri helal değildir. Çünkü Allah Tela şöyle buyurmuştur: “Namaz mü’minlere
belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisâ: 103). “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve
gündüz melekleri hazır bulunur.” (İsra: 78). Bir namaz farz ve vakte bağlı bir namaz olduğu zaman onu kendisi için belirlenen vakitte kılmak
vâcibtir. “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl.” âyeti
özet olarak, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsi de ayrıntılı olarak
bu vakitleri açıklamıştır: “Öğlenin vakti güneş zevale vardığı zamandan
başlayarak, bir kimsenin gölgesi uzunluğu kadar oluncaya kadar (yani)
ikindinin vakti girmediği müddetçedir. İkindinin vakti güneş sararmadığı müddetçedir. Akşam vakti şafak kaybolmadığı müddetçedir. Yatsı
namazının vakti mutedil uzunluktaki gecenin yarısına kadardır; sabah
namazının vakti tan yeri ağardıktan, güneş doğmasına az kalıncaya kadar devam eder.”(1)
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬vakitleri ayrıntılı olarak belirleyince artık bir namazı vaktinin dışında kılmak Allah’ın koyduğu sınırı aşmak
demektir. “Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.”
(Bakara: 229). Her kim bilerek ve kasten bir namazı vaktinden önce kılarsa günahkârdır ve o namazı iade etmesi gerekir. Bu durum şer‘î bir
(1) Müslim, Mesâcid, Bâbu Evkati’s-Salavati’l-Hams 174 (612).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
325
sebep olmaksızın cemi takdimde de geçerlidir. Çünkü vaktinden önce
kılınan namaz sahîh değildir, iadesi gerekir.
Her kim bilerek ve kasten bir namazı vaktinden sonra kılarsa
günahkârdır ve o namazı iade etmesi gerekir. Bu durum şer‘î bir sebep
olmaksızın cemi te’hîrde de geçerlidir. Çünkü vaktinden kılınan namaz,
ağırlıklı görüşe göre kabul edilmez.
O halde bir Müslümanın Allah’tan korkması ve bu önemli ve ciddi
mes’elede özensiz davranmaması gerekir.
Sahîh Müslim’de geçen ve İbn Abbas radıyallahu anhüma’dan
rivâyet edilen “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬korku ve yağmur olmaksızın
öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirdi.” Sözüne gelince bu sözde bu
konuda dikkatsiz ve özensiz hareket etmek için bir delîl yoktur. Çünkü
İbn Abbas radıyallahu anhüma’ya soruldu: “Bununla Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬neyi murâd etti? Ümmetine zorluk olmamasını murâd
etti,” dedi.(1) Bu rivâyete göre namazları birleştirmeyi mubah kılan sebebin her namazı vaktinde kılmadaki güçlüktür. Bir Müslüman her bir
namazı vaktinde kılarken zorluk ve güçlükle karşılaştığı zaman namazları birleştirmesi câizdir veya kendisi için bu sünnettir. Herhangi bir
zorluk ve güçlükle karşılaşmadığı zaman her bir namazı kendi vaktinde
kılması kendisine vâcib olur.
Buna göre mescide çıktıkları zaman insanlara zarar veren bir havayla beraber olmadıkça veya insanlara zarar veren karlı bir havayla beraber olmadıkça sadece soğukluk cem yapmayı mubah kılmaz.
SORU-315: Yolculuğun ruhsatları nelerdir?
CEVAP: Yolculuğun ruhsatları dörttür:
1- Dört rekâtlı namazların iki rekât kılınması
2- Ramazanda oruçsuz olmak ve bunları başka günlerde sayısınca
kaza etmek
3- Mestler üzerine ilk mesh ettiği andan itibaren geceleriyle birlikte
üç gün mesh etmek
(1) Tahrîci geçti.
326
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
4- Öğle, akşam ve yatsı namazlarının sünnetlerinin düşmesi. Sabah
namazının sünneti ve diğer nafileler ise bunların meşrulukları ve müstehap olma özellikleri devam eder.
Yolcu gece namazını, sabah namazının sünnetini, iki rekât kuşluk
namazını, abdest aldıktan sonraki iki rekât sünneti, iki rekâtlık mescit
namazını, yolculuktan dönünce kılınan iki rekât namazı yine kılar. İnsan bir yolculuktan geldiği zaman evine girmeden önce mescide girerek
iki rekât namaz kılar.(1)
Diğer nafile namazların durumu da böyledir. Yukarıdaki söylediklerimin dışında kalanlar yolcuya nispetle meşruiyetlerini devam ettirirler. Yani sadece öğle, akşam ve yatsının sünnetleri düşer. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yolcu iken bu üç sünneti kılmazdı.
SORU-316: Cumanın ilk saati ne zaman başlar?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sözünü ettiği Cuma saatleri
beştir. O şöyle buyurmuştur: “Her kim cuma günü cünüplük guslü ite
yıkanır, sonra (ilk saatte cuma namazına) giderse, bir deve kurban etmiş
gibi; ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi; üçüncü saatte giderse (sağlam) boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü saatte giderse
bir tavuk sadaka etmiş gibi; beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk
etmiş gibi olur.”(2) Demek ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanı güneşin
doğuşundan imamın gelişine kadar beşe taksim etti. Her bölüm kendi
bilinen süresi kadardır. Bu süreler daha az veya daha çok olabilir. Çünkü vakit değişkendir. Güneşin doğuşuyla imamın gelişi arasında beş
bölümlük zaman dilimi vardır. Bu zaman dilimi güneşin doğuşundan
itibaren başlar. Bir görüşe göre şafağın sökmesiyle birlikte başlar fakat
birinci görüş daha tercihe uygundur. Çünkü güneşin doğmasından öncesi sabah namazının vaktidir.
(1) Bu, Ka’b b. Mâlik tövbesinin anlatıldığı uzunca bir hadîste geçer. Lafzı şöyledir: Seferden geldiği zaman ilki n mescide girdi ve orada iki rekât namaz kıldı. Buhârî,
Meğazi, Bâbu Hadisi Ka’b b. Mâlik (4418). Müslim, Tevbe, Bâbu Hadisü Ka’b h 53
(2769).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cuma, BâbuFadli’l-Cuma (881). Müslim, Kitâbu’l-Cuma, Bâbu etTıbu ve’s-Sivaku yevme’l-Cuma (850).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
327
SORU-317: Bir Müslümanın imamın sesini işittiği zaman cumayı
evinde kılması câiz olur mu?
CEVAP: Cuma namazının ancak Müslümanlarla birlikte mescitte
eda edilmesi câizdir. Fakat mescit dolduğu ve saflar yollarla bitiştiği zaman zarûretten dolayı yollarda namaz kılınmasında bir sakınca yoktur.
Fakat bir kimsenin evinde veya dükkânında namaz kılmasına gelince
bu câiz değildir, helal değildir. Çünkü cumadan ve cemaatten maksat
Müslümanların bir araya gelmeleri ve tek bir ümmet olmalarıdır. Böyle
olduğu zaman aralarında dostluk ve merhamet hâsıl olur. Bilmeyenler
bilenlerden öğrenir. Herkese bir kapı açmış olsaydık ve sen radyoya göre
kıl, sen kendi evinde tekbir sesine göre kıl demiş olsaydık o zaman mescitler yapmanın ve namaz kılanların bir araya gelmesinin hiçbir faydası
olmazdı. Çünkü bu kapı açılmış olsaydı gerçekte bu, Cuma ve cemaatin
terkine yol açardı.
SORU-318: Kadın cumayı kaç rekât kılar?
CEVAP: Kadın cumayı imamla birlikte kılarsa imamın kıldığı gibi
kılar. Evinde kıldığı zaman dört rekât öğlen namazı kılar.
SORU-319: Cuma namazı kılan kimse öğlen namazı da kılar mı?
CEVAP: Bir kimse Cuma namazı kıldığı zaman bu, o vaktin farzıdır, öğlen vaktinin farzıdır. Buna göre artık öğlen namazı kılmaz. Cuma
namazını kıldıktan sonra öğlen namazı kılmak bid‘attir. Çünkü Allah’ın
Kitâbında ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetinde böyle bir namaz
geçmemektedir. Dolayısıyla bir şehirde birden fazla Cuma kılınsa bile
bundan sakınmak gerekir. Çünkü bir kimsenin cumayı kıldıktan sonra
öğleyi de kılması meşru değildir, hatta kötü bir bid‘attir. Çünkü Allah
kişiye teâlâ bir vakitte birden fazla namazı farz kılmamıştır. O da Cuma
namazıdır, onu da kılmıştır.
Birden fazla camide Cuma kılmak câiz değildir, eğer kılınırsa ilk
kılınan mescidin cuması sahîhtir, bunun hangi mescit olduğu bilinme-
328
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mektedir, o zaman bütün cumalar geçersizdir, cumadan sonraki öğlen
namazı onun yerine geçer, denilirse;
Bunu söyleyenlere biz deriz ki: Bu delîlinizi veya bu gerekçenizi nereye dayandırıyorsunuz? Bunun Sünnet’ten veya sağlam bir araştırmadan dayandığı bir temel var mı? Hayır. Biz diyoruz ki, ihtiyaçtan dolayı
cumalar birden fazla camide kılındığı zaman bunların hepsi sahîhtir.
Çükü Allah teâlâ “Gücünüz yettiğince Allah’tan korkun” buyurmaktadır.” Bu beldenin insanları birbirilerinden uzak yerlerde oldukları, mescitler dar olduğu ve ihtiyaç sebebiyle birden fazla yerde Cuma namazı
kılındığı zaman onlar güçleri yettiği ölçüde Allahtan korkmuşlardır.
Kim gücü yettiğince Allah’tan korkarsa üzerine farz olan şeyi yerine getirmiş olur. Onun amelinin fasit olduğu ve Cumadan bedel öğle namazı
kılması gerektiği nasıl söylenir?
İhtiyaç olmaksızın çeşitli mekânlarda Cuma kılınmasına gelince
şüphesiz bu, sünnete aykırıdır, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ve Raşit halifelerin yoluna aykırıdır. İlim adamlarının çoğuna göre haramdır. Fakat buna rağmen biz bu ibâdetin sahîh olmadığını söyleyemeyiz. Çünkü
burada sorumluluk halkın üzerine yıkılamaz. Sorumluluk, ihtiyaç olmadığı halde çeşitli camilerde Cuma kılınmasına izin veren yöneticilere
aittir. Bundan dolayı biz deriz ki, cami ve mescitlerden sorumlu idarecilerin ihtiyaç olmadıkça Cuma kılınan camilerin sayısının artmasına izin vermemeleri gerekir. Çünkü şerîat koyucu dostluk ve sevginin
hâsıl olması ve bilmeyenlerin öğrenmesi ve daha pek çok büyük yararın
elde edilmesi için insanların topluca ibâdet etmelerine büyük önem vermiştir. Meşru toplantılar bilindiği gibi ya haftalıktır, ya yıllıktır veya
günlüktür. Günlük toplantılar her mahalledeki mahalle mescitlerinde
yapılır. Çünkü şerîat koyucu insanların her gün beş defa bir yerde toplanmalarını vâcib kılsaydı bu onlara meşakkat verirdi. Bu sebeple onlara
kolaylık gösterildi ve günlük toplantılarının her mahallenin kendi mescidinde yapılmasına imkân verildi.
Haftalık toplantılarına gelince bu, Cuma günüdür. İnsanlar her hafta toplanırlar. Bu sebeple sünnet, bu toplantının birden fazla değil bir
mescitte yapılmasını gerektirir. Çünkü bu haftalık toplantı –bir yerde
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
329
yapıldığı zaman- onlara zarar vermez ve meşakkatli olmaz. Bunda büyük maslahat vardır. İnsanlar kendilerini aynı hedefe yöneltecek tek bir
imamın ve tek bir hatibin etrafında birleşirler ve sonunda aynı öğüdü
almış ve aynı namazı kılmış olarak ayrılırlar.
Yıllık toplantılara gelince bayram namazları bunun örneğidir. İnsanlar bayram namazları münasebetiyle yıllık toplantılarını yaparlar.
Bu da bütün beldenin toplantısıdır. Bu sebeple bayram mescitlerinin de
Cuma mescitleri gibi ihtiyaç olmadıkça sayılarının artırılması câiz değildir.
SORU-320: Biz denizde işimizle meşgulken Cuma namazı vakti geldi. Öğlen ezânı vaktinden yarım saat sonra denizden çıktık. Ezân ve
Cuma namazı bizim için de geçerli midir?
CEVAP: Cuma namazı ancak şehirlerde ve kasabalardaki mescitlerde sahîh olur. Karada veya denizdeki meşguliyeti sebebiyle yetişemeyen
topluluklara Cuma farz değildir. Çünkü şehirler ve kasabalardan başka
yerlerde Cuma namazı kılmak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünneti değildir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬günlerce yolculuk yapardı ve Cuma
namazı kılmazdı. Siz şimdi bir yerde ikâmet etmeksizin denizde bulunuyorsunuz. Sağa sola gidiyorsunuz, vatanlara beldelere dönüyorsunuz.
Size farz olan Cuma namazı değil, öğle namazıdır. Yolcu olduğunuz zaman dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kılabilirsiniz.
SORU-321: Cuma günü imam son teşehhütte iken namaza gelen bir
kimse ne yapacak, dört rekât mı kılacak iki rekât mı kılacak?
CEVAP: Bir kimse Cuma günü imam son teşehhütte iken namaza
geldiği zaman Cuma namazını kaçırmış olur. İmamla birlikte namaza
girer ve öğle namazını kılar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Kim bir namazın bir rekâtına yetişmişse o namaza yetişmiş demektir.”(1) Bunun anlamı bundan daha azına yetişen kimse o
namaza yetişmemiş olur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurduğu
(1) Tahrîci geçti.
330
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rivâyet edilmiştir: “Kim cumanın bir rekâtına yetişirse cumaya yetişmiş
olur.”(1) Yani kalktığı ve ikinci rekâtı kıldığı zaman Cuma namazını kılmış olur.
SORU-322: Cuma namazında hutbeden sonra imam dua ettiği esnada âmin demek bid‘at midir?
CEVAP: Bu bid‘at değildir. Hatip hutbede Müslümanlar için dua
ettiği zaman onun duasına âmin demek müstehaptır. Fakat bu koro halinde ve yüksek sesle olmamalıdır. Herkes münferit olarak ve alçak sesle
âmin demelidir. Çünkü bu zihin karışıklığına yol açmaz veya yüksek
sesler çıkmaz. Herkes başkalarından bağımsız olarak hatibin duasına
gizlice âmin der.
SORU-323: Cuma günü imam hutbe okurken elleri kaldırmanın
hükmü nedir?
CEVAP: Cuma günü imam hutbe okurken elleri kaldırmak da meşru değildir. Sahâbîler Cuma hutbesinde ellerini kaldırdığı zaman Bişr
b. Mervan’a kaşı çıkmışlardır. Ancak yağmur duası bundan istisnadır.
Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Cuma hutbesi esnasında Allah’a
yağmur için dua ederken ellerini kaldırdığı ve insanların da onunla beraber ellerini kaldırdıkları rivâyet edilmiştir. Bunun dışında Cuma hutbesi esnasında dua ederken elleri kaldırmak gereksizdir.
SORU-324: Arapçanın dışında başka bir dille hutbe okumanın hükmü nedir?
CEVAP: Bu mes’elede sahîh olan Cuma hatibini orada hazır bulunanların anlamayacağı bir dille hitap etmesinin câiz olmamasıdır.
Bu topluluk mesela Arap olmadıkları ve Arapçayı bilmedikleri zaman
hatip onlara kendi lisanlarıyla hitap eder. Çünkü dil, onlara açıklama
yapmanın bir aracıdır. Hutbeden maksat, kullara Allah’ın koyduğu sı(1) Nesâî, Kitâbu’l-Cuma, Bâbu Men Edrake rekâten min Salati’l-Cuma, 3/92.İbn Mâce,
Kitâbu’l-İkameti’s-Salâ, Bâbu Mâ Câe fi Men Edrake mine’l-Cuma Rekaten 1/356.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
331
nırları açıklamak, öğüt vermek ve onları irşat etmektir. Ancak Kur’ân
âyetlerinin Arapça olması, sonra topluluğun diliyle tefsîr edilmesi gerekir. Allah teâlâ’nın şu âyeti topluluğa kendi dilleriyle hitap edileceğine
delâlet etmektedir: “Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin
diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın.” (İbrâhîm: 4). Allah teâlâ
açıklama aracının sadece muhatapların anlayacağı dille olacağını beyân
etmektedir.
SORU-325: Cuma günü yıkanmak ve süslenmek hem erkekleri hem
kadınları mı kapsar? Cumadan bir veya iki gün evvel yıkanmanın hükmü nedir?
CEVAP: Bu hükümler cumada hazır bulunacağı için sadece erkeklere mahsustur. Cumaya çıkarlarken onların süslenmeleri de istenir. Kadınlara gelince onlar hakkında bu meşru değildir. Fakat her insanın bedeninde bir kir bulunduğu zaman temizlenmesi gerekir. Bu, bir insanın
bırakmaması gereken güzel davranışlardan biridir.
Cumadan bir iki gün önce yıkanmaya gelince bunun bir yararı yoktur. Çünkü bu konudaki hadîsler Cuma gününe mahsustur. O gün güneşin doğmasından Cuma namazına kadar olan süredir. Yıkanmanın
gerekli olduğu mahal budur. Bundan bir veya iki gün önce yıkanmaya
gelince bu Cuma günü guslü yerine geçmez.
Başarının sahibi Allah’tır.
SORU-326: Cuma günü müezzin ikinci ezânı okurken bir kimse
mescide girdiği zaman mescit namazını mı kılacak, yoksa müezzinin
söylediklerini mi tekrarlayacak?
CEVAP: İlim adamlarının ifadesine göre bir adam Cuma günü müezzin ikinci ezânı okurken mescide girdiği zaman mescit namazı kılar,
müezzinin söylediklerini tekrar etmekle ve ona icâbet etmekle meşgul
olmaz. Bunu bir an evvel işini bitirip hutbeyi dinlemek için yapar. Çünkü hutbeyi dinlemek vâcib, müezzine icâbet etmek sünnettir. Sünnet
vâcible rekabet edemez.
332
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-327: Cuma günü safları aşıp öne geçen kimse hakkındaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Cuma hutbesi esnasında safların arasından geçen kimseleri konuşmadan fakat elbiselerinden çekerek veya işaret ederek bulundukları yere oturtmak gerekir. Bunu hatibin kendisinin yapması daha
evladır. Nitekim Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Cuma günü hutbe okurken
insanların omuzlarını aşıp geçmeye çalışan birini gördüğü zaman bunu
yapar ve şöyle derdi: “Otur, rahatsız, ettin.”(1)
SORU-328: İmam hutbedeyken selam vermenin ve selam almanın
hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimse imam hutbedeyken camiye geldiği zaman hafifçe iki rekât mescit namazı kılar, oturur ve hiç kimseye selam vermez.
Bu durumda selam vermek haramdır. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurur: “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus, dinle
dediği zaman boş işle uğraşmış olursun.”(2) Yine Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Çakıllara dokunan kimse boş bir işle uğraşmış olur.”(3)
Boş ve gereksiz şeyler yapmak bazen cumanın sevabının kaçırılmasına
sebep olur. Bu sebeple hadîste şöyle geçer: “Kim boş konuşursa onun cuması yoktur.”(4) Bir kimse sana selam verdiği zaman ona sözle karşılık
verme ve Aleyke’s-Selam deme. Hatta sana sözlü selam verse bile ona ve
Aleyke’s-Selam deme. Musâfaha etmeye gelince her ne kadar bunu da
yapmamak daha evla olsa da bunda bir sakınca yoktur. Bununla beraber
bazı âlimler dediler ki: Selama karşılık verebilir fakat sahîh olan karşılık vermemesidir. Çünkü hutbeyi dinlemenin vâcibliği selama karşılık
vermenin vâcibliğinden önce gelir. Sonra bu durumda bir Müslümanın
selam verme hakkı yoktur. Çünkü bu, insanları hutbeyi dinleme vacibini yerine getirmekten alıkoyacak şekilde meşgul eder.
(1) İbn Mâce, Kitâbu’l-İkameti’s-Salat, b. Mâ Câefi’n-Nehyi an Tehattı’n-Nasi Yevme’lCumati. İmam Ahmed, 4/188.
(2) Buhârî. Kitâbu’l-Cuma, Bâbu el-İnsatü Yevme’l-Cuma ve’l-İmamü Yahtubu, (934).
Müslim. Kitâbu’l-Cuma, Bâbuel- İnsatü Yevme’l-Cuma fi’l-Hutbe, (851).
(3) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, BâbuFadli’l-Cuma, (1050). Tirmizî, Ebvabü’s-Salat, Bâbu
Mâcae fi’l-Vudûi Yevme’l-Cuma (498).
(4) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Salat, Bâbu Fadli’l-Cuma (1051).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
333
İmam hutbe okurken doğru olan selam vermemek ve selam almamaktır.
SORU-329: Bayram günü tebrikleşmenin hükmü nedir? Bayram
günü için belli bir tebrikleşme kalıbı var mıdır?
CEVAP: Bayram günü tebrikleşmek câizdir. Bunun belli bir kalıbı
yoktur. Günah olmadığı müddetçe insanlar âdet edindikleri şekilde tebrikleşebilirler.
SORU-330: Bayram namazının hükmü nedir?
CEVAP: Benim görüşüme göre bayram namazı farzı ayındır, erkeklerin terk etmesi câiz değildir, bayram namazında hazır bulunmaları
gerekir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunu emretmiştir. Üstelik evlenmemiş kızlarla evlerine kapanmış kadınların bile bayram namazına
çıkmalarını emretmiştir. Hatta hayızlı kadınların bile bayram namazına çıkmalarını emretmiştir. Ancak hayızlı kadınlar namaz kılınan yerden ayrı dururlardı. Bu, bayram namazının farzıyetini tekit eder. Benim
tercih edilen görüştür dediğim bu görüş Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin
de tercih ettiği görüştür.
Fakat bayram namazı Cuma namazı gibi geçirildiği zaman kaza
edilmez. Çünkü kaza edilmesinin gerekliliğine dair bir delîl yoktur.
Onun yerine başka bir namaz da kılınmaz. Çünkü Cuma namazı kaçırıldığı zaman kişinin onun yerine öğlen namazı kılması gerekir, çünkü
vakit öğlen vaktidir. Hâlbuki bayram namazı kaçırıldığı zaman kaza
edilmez.
Ben Müslüman kardeşlerime Allah’tan korkmalarını ve bu namazı
kılmalarını tavsiye ediyorum. Bu namaz pek çok iyiliği ve duayı ihtiva
eder, insanların birbirlerini görmelerini kaynaşmalarını ve birbirlerini
sevmelerini sağlar. Eğer insanlar bir eğlenceye çağırılmış olsalardı koşa
koşa oraya ulaştıklarını görürdün. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onları vaadiyle hak ettikleri Allah’ın sevabına nail olacakları bu namaza çağırdığı
halde onlar bu çağrıya nasıl icâbet etmezler. Fakat kadınlar bayram na-
334
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mazına çıktıkları zaman erkeklerin bulunduğu yerden uzaklaşmaları,
mescidin erkeklerden uzak bir tarafında bulunmaları, süslenip kokulanarak, açılıp saçılarak çıkmamaları gerekir. Bu sebeple Peygamberimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kadınlara bayram namazına çıkmalarını emrettiği
zaman dediler ki: Ya Rasûlallah! (Bazen) birimizin örtüsü bulunmuyor,
dediler. Bunun üzerine “Ona dîn kardeşi, kendi cilbablarından birini
giydiriversin”, buyurdu.(1) Cilbab, çarşaf veya abiyeye benzer bir elbisedir. Bu, bir kadının cilbablı olarak dışarı çıkması gerektiğinin delîlidir.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬cilbabı olmayan kadının durumu sorulduğu zaman bulabildiğiyle çıksın demedi, aksine “Ona dîn kardeşi,
kendi cilbablarından birini giydiriversin”, buyurdu. İmamın –yani bayram namazı imamının- erkeklere hutbe okuduğu zaman kadınlar erkeklerin hutbesini duyamadıklarında özel olarak onlara da hutbe okuması gerekir. Erkeklerin hutbesini duydukları zaman bu yeterlidir. Fakat
hutbesinde kadınlara ait hükümlerle ilgili bir ilave yapması, onlara da
öğüt vermesi ve hatırlatmalarda bulunması gerekir. Nitekim Rasûlullah
efendimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bayram namazında erkeklere hutbe verdiği
zaman kadınlar tarafına döner, onlara da öğüt verir ve hatırlatmalarda
bulunurdu.
SORU-331: Bir beldede birden fazla yerde bayram namazı kılınmasının hükmü nedir? Bize bu konuda fetva veriniz.
CEVAP: İhtiyaç olduğu zaman Cuma namazında olduğu gibi bunda
da bir sakınca yoktur. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah
teâlâ dînde sizin üzerinize herhangi bir güçlük yüklememiştir.” (Hac: 78).
Birden fazla yerde Cuma ve bayram namazı kılınmaz dediğimiz zaman
zorunlu olarak bazı insanları Cuma namazından ve bayram namazından mahrum etmiş oluruz.
O beldenin sınırlarının geniş olması ve insanların bir uçtan bir uca
gelmesinin zor olması bayram namazının birden fazla yerde kılınmasına duyulan ihtiyaca bir örnektir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hayız, Bâbu Şühudi’lğ-Haizı’l-Îdeyni ve Daveti’l-Müslimin, (324).
Müslim, K Salati’l-Îdeyn. BâbuZikru İbahati’n_Nisai fi’l-Îdeyn (890).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
335
SORU-332: Bayram namazı nasıl kılınır?
CEVAP: Bayram namazı şöyle kılınır: İmam hazır olur, insanlar
imama uyarlar, iki rekâttır. Birinci rekâtta başlama tekbirini alır, sonra altı tekbir alır, sonra Fatiha okur. Birinci rekâtta –Fatihadan sonra“Kaf” suresini okur. İkinci rekâtta ayağa kalktığı zaman tekbir alarak
kalkacaktır. Kıyamda sona geldiği zaman beş defa tekbir alır. Fatiha
okur sona Kamer suresini okur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bayram namazlarında bu iki sureyi okurdu.(1) Dilerse birinci rekâtta “Sebbihisme
Rabbike’l-Ala” ve ikinci rekâtta “Hel Etake Hadîsü’l-Ğaşiye” surelerini okuyabilir.(2) Bil ki bayram ve Cuma namazları iki surede ortak, iki
surede ayrıdırlar. Birleştikleri iki sure A’la ve Ğaşiye sureleridir. Ayrıldıkları iki sure ise bayram namazlarında Kaf ve Kamer sureleri, Cuma
namazlarında Cuma ve Münafikun sureleridir. İmamın Müslümanların
bu sureleri öğrenmeleri ve okunduğunda yadırgamamaları için bu sureleri okuyarak bir sünneti ihya etmesi gerekir. Bundan sonra imam hutbe
okur. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yaptığı gibi hutbesinde bir bölümü
kadınlara tahsis etmesi ve yerine getirmeleri gerekli şeyleri onlara emretmesi ve sakınmaları gerekli şeylerden onları men etmesi gerekir.
SORU-333: Bazı şehirlerde bazı camilerde namazdan önce imam
tekbir getiriyor namaza gelenler de onunla birlikte tekbir getiriyorlar.
Bu amelin hükmü nedir?
CEVAP: Soruyu soran kişinin anlattığı şekilde bir uygulama Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ve onun ashâbından rivâyet edilmemiştir.
Sünnet olan herkesin kendi başına tekbir getirmesidir.
SORU-334: Bayram tekbirleri ne zaman başlar ve nasıl yapılır?
CEVAP: Bayram günü tekbirleri Ramazanın son günü güneş battığı
andan itibaren başlar ve imam bayram namazı için hazır oluncaya kadar
devam eder.
(1) Müslim, Kitâbu’l-Îdeyn, Bâbu Mâ Yükrau bihi fi Salati’l-Îdeyn (607).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Cuma Bâbu Mâ Yukrau fi Salati’l-Cuma (598).s
336
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bayram tekbirleri şöyle söylenir: ،‫ ﻻ ﺇﻟﻪ ﺇﻻ ﺍﷲ ﻭﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬
‫ ﻭﷲ ﺍﳊﻤﺪ‬،‫ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬. Veya şöyle söylenir: ‫ ﻻ ﺇﻟﻪ ﺇﻻ ﺍﷲ ﻭﺍﷲ‬،‫ ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬
‫ ﻭﷲ ﺍﳊﻤﺪ‬،‫ ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ ﺍﷲ ﺍﻛﺒﺮ‬،‫ﺍﻛﺒﺮ‬. Yani üç defa tekbir alması da iki defa tekbir
alması da câizdir. Yalnız bu simgeyi açıkça göstermeleri ve erkeklerim
sokaklarda, mescitlerde ve evlerde bunu sesli olarak söylemeleri gerekir.
Kadınların ise içlerinden söylemeleri daha faziletlidir.
SORU-335: Ay tutulması (husuf namazı) ve güneş tutulması (küsuf
namazı) namazlarının hükmü nedir?
CEVAP: Ay tutulması ve güneş tutulması namazları cumhura göre
vâcib değil sünneti müekkededir. Bu namazları şüphesiz Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬emretmiştir. Güneş tutulunca korkulmuştu. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬alışılmışın dışında çok büyük bir namaz kılmıştı.
Bazı ilim adamları bu namazın ya farzı ayın veya farzı kifaye olduğu görüşündedirler. Bununla ilgili delîlleri Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
emridir. Emirde asıl olan vâcibliktir. Bu emrin bu namazın önemine
delâlet eden karinelerle kuşatılmış olması da vâcibliğin delîlidir. Sebepleri gerçekleşen bir ukubete karşı Allah’ın bir uyarısı olduğu için, sebebi
gerçekleşen ve Allah’ın uyardığı bu ukubet sebebiyle Allah’a yalvarmaları yakarmaları kullara vâcib olmuştur.
Şüphesiz bu görüş akli ve nakli delîli yönünden kuvvetli bir görüştür
ve en azından bu namazı kılmak farzı kifayedir. Bu konuda bizim görüşümüz budur. Cumhurun görüşüne gelince onların bu namazı vâcib olmaktan çıkaracak bir delîlleri yoktur. Sadece bir adam Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e: Benim beş vakit namazdan başka bir yükümlülüğüm
var mı? diye sorduğu zaman onun: “Hayır, ancak nafile namaz kılabilirsin” demesi(1) vardır. Bu, vâcib kılıcı bir sebep olduğu zaman beş vakit
namazdan başka bir namazın vâcibliğini ortadan kaldırmaz. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in “Hayır” demesi gece gündüz devamlı tekrar eden
beş vakit namaz gibi bir namaz yoktur anlamına gelir. Sebebe bağlı namazlara gelince bu hadîs bunları vâcibliğini ortadan kaldırmaz.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu ez-Zekâtü mine’l-İslam (46). Müslim, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Beyânü’s-Salavati’lleti Hiye Ehadü Erkâni’l-İslam (11).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
337
Özet olarak bizim görüşümüze göre ay ve güneş tutulması namazı
ya farzı ayındır veya farzı kifayedir.
SORU-336: Husuf namazından bir rekâtı kaçıran kimse bunu nasıl
kaza eder?
CEVAP: Husuf namazından bir rekâtı kaçıran kimse Peygamberimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsinde buyurduğu gibi davranacak: “Kameti
işittiğiniz zaman namaza yürüyünüz. Sükûnet ve vakardan ayrılmayınız, koşmayınız. Yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız.”(1)
Husuf namazının bir rekâtını kaçıran bu kişi de Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in:
“tamamlayınız” emrinin genel hüküm ifade etmesi sebebiyle eksik kalan rekâtı imamın kıldığı namaza göre tamamlar. Bu soru bazı kimseler
nazarında çok daha problemli bir soruyu doğurur ki o da herhangi bir
rekâtın birinci rükûunu kaçıranların durumu hakkındadır. Herhangi
bir rekâtın birinci rükûunu kaçıran kimse o rekâtı kaçırmış olur. İmam
selam verdikten sonra birinci rükûunu tamamen kaçırdığı rekâtı kaza
eder. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in “yetişemediğinizi tamamlayınız” sözü genel hüküm ifade eder, bütün namazları kapsar.
SORU-337: Yağmur duası namazından sonraki dua esnasında gömleğin ters giyilmesi duaya kalkma esnasında mı olacak yoksa evden çıkmadan önce mi olacak? Gömleğin ters giyilmesindeki hikmet nedir?
Bunu bize anlatınız. Allah size bereket versin.
CEVAP: İlim sahiplerinin zikrettiğine göre yağmur duası esnasında
gömleğin ters çevrilmesi işi hutbe okunurken olur. Bunun hikmeti üç
tane faydayı temindir:
Birincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e uymaktır.
İkincisi: Allah teâlâ’nın kıtlık ve kuraklığı bolluk ve berekete dönüştüreceğini ümit etmektir.
Üçüncüsü: Kişinin Allah’tan yüz çevirme ve günahlara düşme ha(1) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu La Yes’â ile’s-Salati…(636). Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid,
Bâbu İstihbabi İtyani’s-Salati bi Vekarin ve Sekinetin (602).
338
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
linden Allah’a yöneleceğine ve Ona itaatten ayrılamayacağına işarettir.
Çünkü takvâ manevi bir elbisedir. Gömlek ve benzeri şeyler maddi elbiselerdir. Maddi elbiseyi ters çevirmekle sanki manevi gömleği ters çevirme sorumluluğunu üstlenmiş olur. Bu da güzel bir münasebettir.
SORU-338: Bazı kimseler diyorlar ki: Yağmur duası yapmasaydınız
da zaten yağmur yağacaktı. Bu konudaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Ben bu sözü söyleyen kimsenin çok tehlikeli bir yaklaşım
içinde olduğundan korkarım. Çünkü Allah teâlâ: “Bana dua edin size
icâbet edeyim” (Ğafir: 60) buyuruyor. Allah teâlâ hikmet sahibidir. İnsanlar kendisine ne kadar çok muhtaç olduklarını ve Allah’tan başka sığınaklarının olmadığını bilsinler diye bazen lütfunu ve ihsânını geciktirir
ve yağmurun yağmasını bir sebebe bağlar. İşte bu sebep insanların duasıdır. İnsanlar dua ettiği zaman ve yağmur yağmadığı zaman Allah’ın
bunda da bir hikmeti vardır. Allah teâlâ en iyi bilendir, en iyi hükmedendir ve kullarına karşı onların kendilerine merhametinden daha merhametlidir. İnsan çoğu zaman bir şeyin olması için dua eder, olmaz,
sonra dua eder, yine olmaz, sonra dua eder, yine olmaz. Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Sizden her birinizin duasına acele
etmediği takdirde icâbet olunur: İnsan (acele edip): ‘Dua ettim de kabul
olunmadı' der’”(1) O zaman yorulur ve Allah korusun dua etmeyi bırakır.
Hâlbuki insan bir kelime dua ettiği zaman mutlaka bunun karşılığında
sevap kazanır. Çünkü dua bir ibâdettir. Dua eden kimse her halükârda
kazançlıdır. Bununla beraber bir hadîste Peygamberimiz ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
dua eden kimsenin şu üç şeyden birini elde edeceğini haber vermektedir: Ya onun duası kabul edilir veya kendisinden daha büyük bir kötülük
uzaklaştırılır veya kıyâmet gününde kendisi için bir azık olur.(2)
Bu sözü söyleyen kardeşe Allah’a tevbe etmesini öğütlerim. Çünkü
bu söz büyük bir günahtır, Allah’ın dua emrine zıttır ve Allah’a muhalefet etmektir.
(1) Buhârî, Kitâbu’d-Deavât, Bâbu Yüstecabü li’l-Abdi Mâ Lem Ya’cil (6340). Müslim,
Kitâbu’z-Zikir ve Dua, Bâbu Beyânu Ennehu Yüstecabu li’d-Dai Mâ lem Ya’cil…
(2735).
(2) Tirmizî, Kitâbu’l- Deavât, Bâbu İntizaru’l-Feraci ve Ğayri Zalik, 3573.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
339
SORU-339: Öldüğü zaman filan yere gömülmesini vasiyet eden
kimse hakkındaki görüşünüz nedir? Bu vasiyet yerine getirilir mi?
CEVAP: İlk olarak ona niçin orayı tercih ettiğini sormak gerekir.
Kim bilir belki uyduruk bir türbenin yanına veya Allah’a ortak koşulan
bir türbenin yanına gömülmeyi tercih etmiştir Veya oraya gömülmeyi
haram kılıcı başka sebepler vardır. O zaman bu vasiyetin yerine getirilmesi câiz olmaz. Eğer Müslümansa Müslümanların defnedildiği yere
defnedilir.
Başka bir maksatla bu vasiyette bulunduğu zaman ise mesela yaşadığı beldeye götürülmesini vasiyet ettiği zaman, çok masraflı olmadığı
müddetçe bu vasiyetin yerine getirilmesinde bir sakınca yoktur. İsrafa
sebep olacak şekilde çok masraflı olacaksa bu vasiyet o zaman da yerine
getirilmez. Müslümanların arzı olduğu müddetçe Allah’ın arzı her yerde
aynıdır.
SORU-340: Telkin ne zaman yapılır?
CEVAP: Telkin vefat anında yapılır. Vefat etmekte olan kişiye la
ilâhe illallah demesi için telkinde bulunulur. Nitekim Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬amcası Ebû Tâlib vefat ederken ona bu telkini yapmış ve
şöyle demişti: "Ey amca! Lâ ilâhe illallah kelimesini söyle de, bununla
Allah katında sana şehâdet edeyim"(1) Fakat amcası Ebû Tâlib bunu söylemedi ve şirk üzere öldü. –Allah korusunDefinden sonra yapılan telkine gelince bu konuda Peygamberimiz
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den bir hadîs gelmediği için bu bir bid‘attir. Fakat Ebû
Dâvûd’un rivâyet ettiği hadîste Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yaptığını
yapmak gerekir. O, defin işlemi bittiği zaman ölünün üzerinde durur
ve şöyle derdi: “Kardeşiniz için bağışlanma dileyin ve onun kararlı olması için dua edin. Çünkü şu anda o sorguya çekiliyor.”(2) Kabir başında
Kur’ân okumak ve telkin yapmaya gelince bu bir bid‘attir, aslı yoktur.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu İzâ Kale’l-Müşriku ınde’l-Mevti La ilâhe illallah,
1360. Müslim, Kitâbu’l-Îmân, Bâbu ed-Delîlu ala Sıhhati’l-İslami Men Hadarahu’lMevtü, 24.
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu İstiğfari ınde’l-Kabri li’l-Meyyiti fi Vakti’lİnsirafi, 3221.
340
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-341: Uzak yerlerdeki bazı akrabalarının cenazeye yetişmeleri
için ölünün defnini geciktiren kimseler hakkında görüşünün nedir?
CEVAP: Meşru ve dîne uygun olan şey ölünün teçhiz ve tekfinine
hemen başlamak ve acele etmektir. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şöyle buyurmuştur: “Cenazeyi süratlice götürün. Eğer cenaze iyi ise (netice) hayırdır. Bir an evvel onu (kabirdeki) hayır ve sevabına ulaştırmış
olursunuz. Şâyet cenaze sâlih bir kimse değilse, (netice) şerdir. Bir an evvel onu omuzlarınızdan atmış olursunuz.”(1)
Ailesinden bazı fertler hazır bulunsunlar diye cenazenin bir an bile
geciktirilmesi uygun değildir. Hemen teçhiz ve tekfin işlemlerine başlamak daha evladır. Ailesi gelirse Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yaptığı gibi
kabri başında namaz kılar. Mescidi süpüren bir kadını öldüğü zaman
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e haber vermeden defnetmişlerdi. Peygamber
‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Bana onun kabrini gösterin.” dedi. Ashap kabrini gösterdiler. O da kabrinin üzerine cenaze namazını kıldı.(2)
SORU-342: Herhangi bir şahsın vefatını akrabalarına ve yakınlarına cenaze namazında bulunsunlar diye haber vermek yasaklanmış bir
duyuru mudur, yoksa mubah bir duyuru mudur?
CEVAP: Bu, mubah bir duyurudur. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬de Necaşi öldüğü gün onun öldüğünü duyurmuştur.(3) Mescidi süpüren bir kadın vefat ettiği ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e haber vermeden defnedildiği zaman: “Bana haber vermeli değimiydiniz?” buyurmuştur. Namazına katılanlar çok olsun diye bir şahsın öldüğünü haber
vermekte bir sakınca yoktur. Çünkü Sünnet’te bunun örnekleri vardır.
Ailesi ve ilgililerine de namazında toplansınlar diye haber vermek de
böyledir. Bir sakınca yoktur.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu es-Sür’tü fi’l-Cenazet, 1315. Müslim, Kitâbu’lCenaze, Bâbu es-Süratü fi’l-Cenazeti, 944.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu es-Salatu ale’l-Kabri Ba’de Mâ Yudfenu (1337). Müslim, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu es-Salatu ale’l-Kabri, 956.
(3) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu er-Raculu Yen’î ila ehli’l-Meyyiti (1245). Müslim,
Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu et-Tekbiru ale’l-Cenaze, 951.s
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
341
SORU-343: Muhammed Mustafa ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen sahîh cenaze yıkama şekli nedir?
CEVAP: Ölü yıkamanın meşru şekli şudur: Ölüyü yıkayacak kimse
önce onun fercini yıkar, sonra yıkamaya başlar. Yıkamaya abdest azalarından başlar ve ona abdest aldırır. Ağzına ve burnuna su vermez, sadece bezle içini ıslatır. Sonra cesedinin kalan kısmını yıkar. Bunu sedirle
yapar (Sedir bilinen bir bitkidir). Bunu önce ezer, sonra suyun içine koyar ve köpürünceye kadar eliyle karıştırır. Köpüğü alır başını ve sakalını
onunla yıkar. Sedir köpüğünün fazlasıyla cesedin kalan kısmını yıkar.
Çünkü bu iyi bir temizleyicidir. Sonuncusunu da kâfurla yapar. Kâfur
bilinen bir kokudur. Âlimler kâfurun faydalarından birinin cesedi sertleştirmesi ve haşaratı yaklaştırmaması olduğunu söylemişlerdir.
Meyyit çok kirli olduğu zaman daha fazla yıkar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kızının cenazesini yıkayan kadınlara şöyle buyurdu:
“Onu üç veya beş veya lüzum görürseniz daha fazla yıkayın.”(1) Bundan
sonra meyyiti kurular ve kefenler.
SORU-344: Zaman zaman trafik kazalarında, yangınlarda ve depremlerde insanın organları parçalanıyor veya yok oluyor. Bazen de küçük bir el parçasından veya kafadan başka bir şey bulunamıyor. Bu parçalar üzerine cenaze namazı kılınır mı, bunlar yıkanır mı?
CEVAP: El ve ayak gibi küçük parçalar bulunduğu zaman bu parçaların sahibi için daha önce cenaze namazı kılınmışsa artık bir daha
namaz kılınmaz. Mesela bir şahsın cenaze namazını kılmış ve ayaksız
olarak defnetmiş olsak sonra da ayağını bulmuş olsak bu da defnedilir,
fakat namazı kılınmaz. Çünkü meyyit üzerine namaz kılınmıştı.
Ama meyyit için namaz kılınmadığı, başı veya ayağı veya eli gibi
organlarından sadece biri bulunduğu ve cesedinin diğer bölümleri bulunamadığı zaman, bulunan parça yıkanıp kefenlendikten sonra üzerine
namazı kılınır sonra defnedilir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Ğasli’l-Meyyiti (1253).
342
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-345: Bir kadın altı aylık düşük yaptı. Meşakkatli ve yorucu
işlerde çalışıyordu. Buna rağmen orucunu tutuyordu. Karnında çocuğun
ölmesine bu zor işlerin sebep olduğundan korkuyor. Bununla beraber
düşük çocuk namazı kılınmadan defnedildi. Namazın terk edilmesinin
hükmü nedir? Çocuğu ölümüyle ilgili kafasına takılan bu şüphelerden
kurtulmak için kadının ne yapması gerekir?
CEVAP: Düşük dört aylık olduğu zaman yıkanması, kefenlenmesi
ve namazının kılınması gerekir. Çünkü dört aylık olduğu zaman kendisine rûh üfürülür. Nitekim Abdullah b. Mes‘ûd radıyallahu anh hadîsi
buna delâlet eder. O şöyle demiştir: Bize Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
dedi: “Sizin her birinizin yaratılması (yaratılma başlangıcında) ana baba
maddeleri kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (yani kırk gün içinde) rahim duvarına asılı bir embriyo
hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem et olur. Sonra
(dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir melek gönderir de tekâmül eden o
bir çiğnem ete şu dört kelime(yi yazması) emrolunur: Onun işini, rızkını,
ecelim, şaki yahut sa‘id olduğunu yaz! denilir. Sonra ona rûh üflenir (cenin canlanır).”(1) Bu toplam yüz yirmi gündür. Yani dört aydır. Düştüğü
zaman yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Kıyâmet günü insanlarla
birlikte haşrolunacaktır.
Dört aylıktan aşağı olduğu zaman yıkanmaz, kefenlenmez ve namazı kılınmaz. Herhangi bir yere defnedilir. Çünkü insan değil, bir et
parçasıdır.
Soruda sözü edilen cenin altı aylık olmuş. Dolayısıyla onun yıkanması, kefenlenmesi ve namazının kılınması gerekirdi. Sualde belirtildiğine göre namazını kılmamışlar. O halde eğer biliyorlarsa şimdi kabri
başında namazını kılmaları gerekir. Kabrini bilmiyorlarsa gıyabi namazını kılarlar.
Annesinin onun düşmesine kendisinin sebep olduğuna dair şüphelerine gelince onun bu şüphelerde bir etkisi yoktur. Bunları kafasından
atması gerekir. Pek çok cenin annelerinin karnında ölmektedir. Bunda
(1) Buhârî, no (3208) Bed’u’l-Halk. Müslim, no (2643) Kitâbu’l-Kader.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
343
annelerin bir sorumluluğu yoktur. Hayatını bulandıran bu şüphelerden
ve vesveselerden vazgeçmelidir. Allah en iyi bilendir.
SORU-346: Cenaze namazı nasıl kılınır?
CEVAP: Meyyit erkek ise imamın önüne konulur. Büyük olsun veya
küçük olsun imam meyyitin başucuna durur. İlk tekbiri alır, sonra Fatiha okur. Fatiha ile birlikte kısa bir sure daha okursa bunda bir beis
yoktur. Hatta bazı âlimler bunun sünnet olduğu görüşündedirler. Sonra ikinci tekbiri alır ve Peygamber aleyhissalâtu vesselam’a şöyle salâvat
getirir:
‫ﺻ ﱢﻞ ﹶﻋﻠﹶﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ ﻛﻤﺎﺻﻠﻴﺖ ﻋﻠﻰ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﺍﻧﻚ‬
‫”ﺍﻟﻠﻬﻢ ﹶ‬
‫ﱠ‬
‫ﹾ‬
‫ﹶ‬
‫ﺍﻟﻠﻬ ﹼﻢ ﺑﹶﺎﺭﻙ ﹶﻋﻠﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﻣﺤﻤﺪ ﻛﻤﺎ ﺑﺎﺭﻛﺖ ﻋﻠﻰ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﻭﻋﻠﻰ ﺍﻝ ﺍﺑﺮﺍﻫﻴﻢ‬
‫ ﹸ‬. ‫ﺣﻤﻴﺪ ﻣﺠﻴﺪ‬
“ ‫ﺍﻧﻚ ﺣﻤﻴﺪ ﻣﺠﻴﺪ‬
(Allah’ım! İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in ailesine salât ettiğin gibi,
Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine de salât eyle. Şüphesiz sen çokça hamd edilen, şan ve şeref sahibisin. Allah’ım! İbrâhîm’i ve İbrâhîm’in
ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini
de mübarek kıl. Şüphesiz sen çokça hamd edilen şan ve şeref sahibisin).
Sonra üçüncü tekbiri alır ve Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilen
dualarla dua eder. Bunlardan bazıları şunlardır:
‫ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﻣﻦ‬،‫ ﻭﺫﻛﺮﻧﺎ ﻭﺃﻧﺜﺎﻧﺎ‬،‫ ﻭﺻﻐﻴﺮﻧﺎ ﻭﻛﺒﻴﺮﻧﺎ‬،‫ ﻭﺷﺎﻫﺪﻧﺎ ﻭﻏﺎﺀﺑﻨﺎ‬،‫ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻏـﻔﺮﳊﻴﻨﺎ ﻭﻣﻴﺘﻨﺎ‬
‫ﻟﻠﻬ ﱠﻢ ﺍ ﹾﻏ ﹺﻔﺮﹾﻟﹶ ﹸﻪ ﻭﹶﺍﺭ ﹾ ﹶﺣ ﹾﻤ ﹸﻪ ﻭ ﹶﻋﺎ ﹺﻓ ﹺﻪ‬
‫ ﺍ ﹶ ﹸ‬،‫ ﻭﻣﻦ ﺗﻮﻓﻴﺘﻪ ﻣﻨﺎ ﻓﺘﻮﻓﻪ ﻋﻠﻰ ﺍﻻﳝﺎﻥ‬،‫ﺃﺣﻴﻴﺘﻪ ﻣﻨﺎ ﻓﺄﺣﻴﻪ ﻋﻠﻰ ﺍﻻﺳﻼﻡ‬
‫ﺴﻠﹾﻪ ﺑﹺﺎﳌﺎﺀﻭﺍﻟﺜﻠﹾﺞ ﻭﺍﻟﹾ ﹶﺒﺮﹾﺩﹺ ﻭﹶﻧ ﹶ ﱢﻘ ﹺﻪ ﹺﻣ ﹶﻦ ﹶﺍﳋﹶ ﹶ‬
‫ﻒ ﹶﻋ ﹾﻨ ﹸﻪ ﻭﹶ ﹾ‬
‫ﻭﹶﺍ ﹾﻋ ﹸ‬
‫ﻄﺎﻳﹶﺎ ﹶﻛ ﹶﻤﺎﻧ ﹶﻘ ﹾﻴ ﹶﺖ ﺍﻟﺜ ﹾﻮ ﹶﺏ‬
‫ﺃﻛﺮﹺ ﹾﻡ ﻧﹸ ﹸﺰﻟ ﹸﻪ ﻭﹶﻭﹶ ﱢ‬
‫ﺳ ﹾﻊ ﹸﻣ ﹾﺪﺧﹶ ﻠﹶ ﹸﻪ ﻭﺍ ﹾﻏ ﹺ‬
‫ﹺ‬
.‫ ﻭﺍﻏﻔﺮﻟﻨﺎ ﻭﻟﻪ‬،‫ ﻭﻻﺗﻀﻠﻨﺎ ﺑﻌﺪﻩ‬،‫ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﻻﲢﺮﻣﻨﺎ ﺃﺟﺮﻩ‬،‫ﹶﺲ‬
‫ﺾ ﹺﻣ ﹶﻦ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺪﻧ ﹺ‬
‫ﺍﻻﺑ ﹾ ﹶﻴ ﹺ‬
(Allah’ım! Dirimizi, ölümüzü, burada bulunanımızı, bulunmayanımızı, küçüğümüzü büyüğümüzü, erkeğimizi kadınımızı bağışla.
Allah’ım! Bizden kimi hayatta bırakırsan onu İslâm üzere yaşat. Bizden
kimi vefat ettirirsen îmân üzere vefat ettir. “Allah’ım onu bağışla ve ona
merhamet et. Ona afiyet ver ve onu affet. Onu hoş karşıla ve yerini genişlet. Onu su, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi
günahlardan temizle. Allah’ım onun sevabından bizi mahrum etme, ondan sonra bizi yoldan çıkarma. Bizi ve onu bağışla.) Bunların dışında
344
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen başka duaları da okuyabilir. Sonra
dördüncü tekbiri alır. Bazı âlimler dedi ki: Bundan sonra şu duayı okuyabilir: ‫( ﺭﺑﻨﺎ ﺁﺗﻨﺎ ﻓﻲ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ ﺣﺴﻨﺔ ﻭﻓﻲ ﺍﻵﺧﺮﺓ ﺣﺴﻨﺔ ﻭﻗﻨﺎ ﻋﺬﺍﺏ ﺍﻟﻨﺎﺭ‬Rabbimiz! Bize
dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi ateşin azâbından koru.)
Bundan sonra beşinci bir tekbir alırsa bunda da sakınca yoktur. Çünkü
bu da Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilmiştir. Hatta Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den bu da rivâyet edildiği için bazen böyle de yapmak
gerekir.(1) Ondan ne sabit olmuşsa kişinin ondan geldiği şekilde yapması
gerekir. Her ne kadar çoğunlukla dört tekbir almış olsa da bir defasında
öyle yapar, bir defasında böyle yapar. Sonra sağına bir defa selam verir.
Eğer meyyit kadın ise cenazenin orta hizasına durur. Erkeğin namazını
kıldığı gibi onu da kılar.
Birden fazla cenaze bir araya geldiği zaman bunların sıraya konulması gerekir. İmam önce yetişkin erkeklerin, sonra erkek çocukların,
sonra yetişkin kadınların, sonra küçük kız çocuklarının namazını kıldırır. Sıralama bu şekilde olur: Bu cenazeleri başlarının nasıl konulacağı
mes’elesine gelince, imamın meşru yerde durması için erkek cenazenin
başı kadın cenazenin orta hizasına gelecek şekilde cemaatin önüne konulur.
Burada bir açıklama yapmak ihtiyacını duyuyorum: Halktan pek
çok kimse cenazeyi getiren kimselerin imamla birlikte aynı hizada durmalarının daha faziletli olduğunu zannediyorlar. Hatta bazıları bir veya
daha fazla kişinin imamla beraber durması gerektiğini zannediyor. Bu
bir hatadır. Çünkü sünnete uygun olan, imamın tek başına durmasıdır.
Cenazeyi getirenler birinci safta kendilerine yer bulamadıkları zaman
imamla birinci saf arasına saf olurlar.
SORU-347: Namazı terk eden veya terk ettiğinden şüphe edilen veya
durumu bilinmeyen bir kimsenin cenaze namazını kılmanın hükmü
nedir? Sahibinin böyle bir cenazeyi namazı kılınsın diye getirmesi câiz
midir?
(1) Zeyd b. Erkam’dan rivâyet edildiğine göre o bir cenazede beş defa tekbir almış ve
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in beş defa tekbir aldığını söylemiştir. Müslim, k.Cenâiz, Bâbu es-Salatu ale’l-Kabri, 2/659.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
345
CEVAP: Namazı kılmayarak vefat ettiği bilinen kimsenin cenaze
namazını kılmak câiz değildir. Ailesini de onu cenaze namazını kılsınlar diye Müslümanların önüne getirmesi helal değildir. Çünkü o
kâfirdir, İslâm’dan çıkan bir mürtettir, Mezarlığın dışında onun için bir
çukur açılması, oraya atılması ve namazının kılınmaması gerekir. Çünkü onun hiçbir saygınlığı yoktur. Kıyâmet günü Firavun’la, Haman’la,
Karun’la ve Ubey b. Ka’b ile birlikte haşr olacaktır.
Durumu Müslümanlarca bilinmeyen veya şüpheli olan kişiye gelince onun namazı kılınır. Çünkü bizim için onun Müslüman olmadığı açıklığa kavuşuncaya kadar onun Müslüman olduğu asıldır. Ancak
bir kimse bu meyyit hakkında şüphe ettiği zaman dua ederken istisna
yapması ve şöyle demesi câizdir: Allah’ım! Eğer mü’minse onu bağışla
ve ona merhamet et. Çünkü duada istisna eşlerini zina ile suçladıkları halde dört şahit getiremeyen kimseler hakkında varit olmuştur. Bir
adam zina ile suçladığı eşini lanetlerken beşincisinde “Yalan söylüyorsam Allah’ın laneti benim üzerime olsun” der. Kadın da buna karşılık
beşincisinde şöyle der: “Eğer o doğru söylüyorsa Allah’ın gazâbı benim
üzerime olsun.”
SORU-348: Cenaze namazının belli bir vakti var mıdır? Geceleyin
defin yapmak câiz olur mu? Cenaze namazı için belli sayıda kişinin hazır olması gerekir mi? Kabristanlarda ve kabirler üzerine cenaze namazı
kılmak câiz olur mu?
CEVAP: Cenaze namazının belli bir vakti yoktur. Çünkü ölümün
belli bir vakti yoktur. İnsan ne zaman ölürse o zaman yıkanır, kefenlenir, gece veya gündüz hangi vakit olursa olsun namazı kılınır ve gece
veya gündüz hangi vakit olursa olsun defnedilir. Ancak üç vakit vardır
ki o vakitlerde defin yapmak câiz değildir. Bunlar: Güneşin doğuşundan bir mızrak boyu yükselinceye kadar, güneş tepe noktasından batıya
meyledinceye kadar –yani zevalden on dakika kadar öncesi- ve batmak
için hazırlanıp batıncaya kadar. Güneşin batmak için hazırlaması demek, battığı yerle güneş arasında bir mızrak boyu kadar mesafe olması
demektir. İşte bu üç vakitte defin yapmak helal olmaz. Bu vakitlerde
346
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
defin yapılması haramdır. Çünkü Ukbe b. Âmir rivâyet ettiği hadîste
şöyle demektedir: “Üç vakit vardır ki bu vakitlerde cenaze namazı kılmamızı ve ölülerimizi defnetmemizi Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bize
yasaklamıştır.”(1)
Cenaze namazı için belli bir sayı yoktur. Bilakis tek kişi bile kılsa
geçerlidir.
Mezarlıkta cenaze namazı kılmak câizdir. Bu sebeple ilim adamları
mezarlıkta namaz kılma yasağından cenaze namazını istisna etmişler ve
şöyle demişlerdir: Mezarlıklarda cenaze namazı kılınması câizdir. Nitekim kabrin başucunda cenaze namaz kılmak da câizdir. Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir kadının cenaze namazını onun kabri başında kıldığı
sabittir. Bu kadın mescidi süpürürdü. Bir gece vefat etti. Sahâbîler de
onu defnettiler. Sonra Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Bana onun kabrini
gösterin.” dedi. Ashap kabrini gösterdiler. O da kabrinin üzerine cenaze
namazını kıldı.(2)
SORU-349: Gıyabî cenaze namazı mutlak olarak meşru mudur, yoksa belli şartları var mıdır?
CEVAP: İlim adamlarının görüşlerinden tercih edilen görüşe göre
gıyabî cenaze namazı meşru değildir. Sadece cenaze namazı kılınmayan
meyyitin gıyabî cenaze namazı kılınır. Mesela bir kimse kâfir diyarında
vefat ettiği ve hiç kimse tarafından cenaze namazı kılınmadığı zaman
veya denizde ya da nehir de boğulduğu veya bir vadiden düştüğü ve cesedine ulaşılamadığı zaman onun gıyabi cenaze namazını kılmak vâcib
olur. Cenaze namazı kılınan kimseye gelince sahîh olan görüşe göre
onun için gıyabi namaz kılmak meşru değildir. Çünkü bu, Sünnet’te
geçmemektedir. Sünnette sadece Necaşi örneği vardır. Necaşi’nin de
kendi ülkesinde cenaze namazı kılınmamıştır. Bu sebeple Peygamber
efendimiz ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Medîne’de onun cenaze namazını kılmıştır.(3)
(1) Müslim, Kitâbu’l- Salati’l-Müsafirin, BâbuEvkati’lleti Neha aniS-Salati Fiha, 1/568
(2) Tahrîci daha önce geçti.
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Menakıbi’l-Ensar, b. Mevti’n-Necaşi 5/65. Müslim, Kitâbu’lCenâiz, Bâbu et-Tekbir ale’l-Cenazeti, 2/656.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
347
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zamanında nice büyük adamlar ve liderler öldüğü halde onların cenaze namazlarının kılındığı nakledilmemiştir. Bazı ilim adamlarına göre malıyla, çalışmasıyla ve ilmiyle dîne
yararlı olmuş kimselerin gıyabi cenaze namazı kılınır, böyle olmayanların kılınmaz. Bazı ilim adamlarına göre ise mutlak olarak kılınır. En
zayıf görüş de budur.
SORU-350: Bazı ülkelerde meyyiti sırt üstü ve elleri karnının üzerinde defnediyorlar. Ölünün defninde doğru olan nedir?
CEVAP: Doğru olan, ölünün sağ yanı üzere ve kıbleye yönelik olarak defnedilmesidir. Çünkü Kâbe, bütün dirilerin ve ölülerin kıblesidir.
Nitekim uyuyan kimse de Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrettiği gibi
sağ yanı üzere uyur. Ölü de sağ yanı üzere yatırılır. Çünkü ölüm ve uyku
her ikisi de vefat olmada ortaktır. Nitekim Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında
alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alı kor, diğerlerini de
takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek
bir kavim için nice ibretler vardır.” (Zümer: 42) “Sizi geceleyin ölü gibi
uyutan, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra ölüm anı gelinceye
kadar gündüzleri sizi uyandırıp kaldıran O'dur. Sonunda da dönüşünüz ancak O'nadır. Sonra bütün yaptıklarınızı size O haber verecektir.”
(En‘âm: 60). Şu halde meyyitin defninde meşru olan, onu kıbleye yönelik
olarak sağ yanı üzere yatırmaktır.
Muhtemeldir ki bu soruyu soran kişinin şahit olduğu olay, defin
işlemini yapan kişinin cehaletinden kaynaklanmıştır. Yoksa hiçbir ilim
sahibinin ölü sırt üstü yatırılır ve elleri karnı üzerine konulur dediği
görülmemiştir.
SORU-351: Kabirlerin başında Kur’ân okumanın, kabrinin yanında
ölü için dua etmenin ve kabrin yanında insanın kendisi için dua etmesinin hükmü nedir?
CEVAP: Kabirlerin başında Kur’ân okumak bid‘attir, ne Peygamber
348
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ne de onun ashâbından böyle bir şey gelmemiştir.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ve ashâbından gelmediği zaman bizim
kendi kendimize böyle bir şey ihdas etmemiz gerekmez. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen sahîh bir hadîste şöyle buyrulmaktadır: “Sonradan icat edilen her şey bid‘attir, her bid‘at bir sapıklıktır. Her
sapıklık ateştedir.”(1) Müslümanlara vâcib olan selefleri olan sahâbîlere
ve en güzel şekilde onları izleyenlere tabi olmaktır. Ta ki hayır ve iyilik
üzere olsunlar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Sözün en hayırlısı Allah’ın kitâbıdır. Hidâyetin en hayırlısı Muhammed
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in hidâyetidir.”(2) Kabri başında ölü için dua etmeyi gelince bunda bir sakınca yoktur. İnsan bir kabrin yanında durur ve onun
için kolayına gelen duaları yapabilir. Mesela şöyle diyebilir: Allah’ım!
Onu bağışla, ona merhamet et ve onu cennete koy. Allah’ım! Onun kabrini genişlet.
İnsanın bir kabrin yanında kendisi için dua etmesine gelince, kendisine dua etmek maksadıyla oraya geldiği zaman bu da bir bid‘at olur.
Çünkü nasta, yani Kitap ve Sünnet’te geçmediği müddetçe dua için
özel bir mekân belirlenemez. Bununla ilgili bir nas varit olmadığı ve
Sünnet’te dua için belli bir mekân tahsisi gelmediği zaman neresi olursa
olsun dua etmek için bir mekânı tahsisi etmek bid‘attir.
SORU-352: Kabirleri ziyaret etmenin hükmü nedir? Fatiha okumanın hükmü nedir? Kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin hükmü nedir?
CEVAP: Kabirleri ziyaret etmek sünnettir. Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
daha önce kabir ziyaretini yasaklamıştı, sonra bunu emretti. Nitekim
bir hadîsi şerifte şöyle buyurmuştur: “Ben, sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim, artık onları ziyaret edin. Çünkü bu size âhireti hatırlatır.”(3)
Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Öğüt ve ders almak için kabirleri ziyaret
(1) Tahrîci geçti.
(2) Tahrîci geçti
(3) Müslim, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu İsri’zanü’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem Rabbehu Azze veCelle fi Ziyareti Kabri Ümmihi, (977).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
349
etmek sünnettir. İnsan bu ölüleri kabirlerinde ziyaret ettiği zaman düşünür: Bunlar daha önce yeryüzünde onunla beraber idiler, onun yediği
gibi yiyor, onun içtiği gibi içiyorlardı, dünyadan yararlanıyorlardı. Şimdi yaptıklarının rehini oldular; yaptıkları iyi ise akıbetleri iyi, kötü ise
kötü olacak. Bütün bunları düşünürken zorunlu olarak ibret alır, kalbi
yumuşar ve günahlardan sıyrılarak itaatle Allah’a yönelir.
Kabir ziyareti yapan kimsenin Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ettiği ve
ümmetine öğrettiği şu dualarla dua etmesi gerekir: “Ey mü’minler topluluğunun diyarı. İnşaallah biz de size kavuşacağız. Allah bizden önce gelenlere ve bizden sonra gelecek olanlara merhamet etsin. Allah’tan bizim
için ve sizin için afiyet dileriz. Allah’ım! Onların kazandıkları sevaptan
bizleri mahrum etme. Onlardan sonra bizleri fitneye düşürme. Bizleri ve
onları bağışla.”(1)
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kabir ziyareti esnasında Fatiha okuduğu rivâyet edilmemiştir. Bu sebeple kabir ziyareti esasında Fatiha okumak Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetine aykırıdır.
Kadınların kabirleri ziyaret etmelerine gelince bu haramdır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kabirleri ziyaret eden kadınları, kabirleri mescit edinenleri ve oralarda kandil yakanları lanetlemiştir.(2) Bir
kadının kabir ziyareti yapması helal değildir. Bu haramlık sırf ziyaret
maksadıyla evinden çıktığı zaman geçerlidir. Ancak ziyaret maksadı
olmaksızın evinden çıktığı zaman kabrin önünden geçerken orada durup, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ümmetine öğrettiği şekilde orada yatanlara selam vermesinde bir sakınca yoktur. Kadınlara nispetle ziyaret
maksadıyla evinden çıkanla ziyaret maksadı olmaksızın evinden çıkan
ve geçerken durup selam veren arasında fark vardır. Ziyaret maksadıyla
evinden çıkan birincisi haram işlemiştir ve kendisini Allah’ın lanetine
maruz bırakmıştır. İkincisi için bir günah yoktur.
(1) Sahîh-i Müslim, Kitâbu'l-Cenâiz, Bâbu Mâ yukalu inde duhuli'l-Kabr.
(2) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Fi Ziyarati’-Nisai’l-Kubur (3236). Tirmizî,
Kitâbu’s-Salat, Bâbu Mâ Câe fi Kerahiyeti en Yettehıze ale’l-Kabri Mesciden (320).
Nsai, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbuet-Tağlizfi’t-Tihazi’s-Seraci ale’l-Kuburi (2042). İbn
Mâce, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Mâ Câe fi’n-Nehyi an-Ziyarari’n-Nisai’l-Kubur
(1575).
350
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-353: Bazı ülkelerde şöyle bir âdet var: Birisi öldüğü zaman
ölünün evinde yüksek sesle ve hoparlörler vâsıtasıyla Kur’ân okuyorlar.
Bunun hükmü nedir?
CEVAP: Biz bunun kesinlikle bid‘at olduğunu söyleriz. Çünkü böyle bir şey ne Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında vardı, ne de onun
ashâbı zamanında vardı. İnsan Kur’ân’ı kendi kendine okuduğu zaman
hüzünleri hafifler. Herkesin işiteceği hatta eğlencelere dalanların bile
işiteceği şekilde hoparlörlerle ilan edildiği zaman değil. Hatta çalgı aletlerini dinleyenlerin bile böylece aynı anda hem Kur’ân’ı dinlediklerini,
hem de bu aletleri dinlediklerini görürsün. Sanki bu Kur’ân’ı eğlenceye
alıyorlar. Sonra ölünün yakınlarının taziyeye gelenleri karşılamak için
toplanmaları da Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında bilinmezdi. Hatta bazı âlimler bunun bid‘at olduğunu söylediler. Bu sebeple biz ölünün
ailesinin taziyeleri kabul etmek için toplanmalarını uygun görmeyiz. Bilakis kapılarını kapatırlar. Sokakta birisiyle karşılaştıkları veya herhangi
bir hazırlık yapmaksızın ve herkes için kapı açmaksızın tanıdıklarından
birisi geldiği zaman bunda bir sakınca yoktur. Taziyeleri kabul etmek
için toplanmaları ve kapıları insanlara açmalarına gelince bu, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında bilinmeyen bir şeydi. Hatta sahâbîler cenaze evinde toplanılmasını ve yemek konulmasını bir nevi yas tutma
saymışlardır. Yas tutmanın büyük günahlardan olduğu bilinmektedir.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ağıt yakan kadınları ve onları dinleyenleri lanetlemiş ve şöyle buyurmuştur: “Yasçılık yapan kadın, ölmezden evvel tevbe etmezse, kıyâmet gününde üzerinde katrandan bir elbise
ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde (kabrinden) kaldırılır.”(1) Allah’tan
esenlik dileriz.
Müslüman kardeşlerime benim tavsiyem bu bid‘atleri terk etmeleridir. Çünkü bu Allah katında onlar için en uygun olanıdır. Ölü açısından
da en uygun olan budur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ailesinin
kendisi için ağlaması ve yas tutması sebebiyle ölünün azâb çekeceğini
haber vermiştir. Yani bu ağlamadan ve yastan dolayı cezalandırılmayacak olsa bile acı çekecektir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
(1) Müslim, Kitâbu’l-Cenâiz, Bâbu Teşdid fi’n-Niyaha (934).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
351
“Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz.” (En‘âm: 164). Çekeceği azâbın/acının ceza olması gerekmez.
Görmüyor musun Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyuruyor: “Yolculuk
bir parça azâbtır/işkencedir.”(1) Hâlbuki yolculuk bir ceza değildir. Bununla beraber elem, keder ve benzeri şeyler acı sayılır. Başlarına şiddetli
bir keder ve üzüntü geldiği zaman insanların dilinden düşmeyen şöyle
bir söz vardır: “Vicdanım sızlıyor.”
Hâsılı ben kardeşlerime onları Allah’tan daha fazla uzaklaştırmaktan ve ölülerinin daha fazla acı çekmelerinden başka bir işe yaramayan
bu gibi âdetleri terk etmelerini tavsiye ediyorum.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Umre b. es-Seferu Kıt’atun Mine’l-Azabi, (1804). Müslim, Kitâbu’lİmara, Bâbu es-Seferu Kıt’atün Mine’l-Azabi (1927).
352
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
ZEKÂTLA İLGİLİ
FETVALAR
353
354
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ZEKÂT
SORU-354: Zekâtın farz olmasının şartları nelerdir?
CEVAP: Zekâtın farz olmasının şartları şunlardır: Müslüman olmak, özgür olmak, nisaba mâlik olmak ve nisapta devamlılık ve toprak
ürünleri hariç nisap miktarı malın üzerinden bir sene geçmek.
Müslüman olmak: Kâfirin zekât vermesi vâcib/farz değildir. Zekât
adıyla verse bu onlardan kabul edilmez. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Rasûlüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene
gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir.” (Tevbe: 54). Bizim, kâfire zekât vâcib değildir, verse bile kabul edilmez sözümüz, âhirette affedilecekleri anlamına gelmez, bilakis bundan dolayı
cezalandırılacaklardır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her
nefis kendi kazancına bağlıdır. Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç. Onlar cennettedirler, sorup dururlar. Suçluların durumunu.
"Nedir sizi Sekar'a sokan?" diye. Suçlular der ki: "Biz namaz kılanlardan değildik." "Yoksula da yedirmezdik." "Boş şeylere dalanlarla dalar
giderdik." "Ceza gününü yalanlardık." "Nihayet bize ölüm gelip çattı."”
(Müddessir:38–47). Bu ayetler, kâfirlerin İslâm’ın fürûunu ihlal etmelerinden dolayı azâb edileceklerinin delîlidir.
Özgür olmak: Çünkü kölelerin malı olmaz, onların malları efendilerinindir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim
malı olan bir köleyi satarsa müşteri şart koşmadıkça bu mal satıcınındır.”(1)
Demek ki onun zekât vermesini gerektirecek bir malı yoktur. Onun temlik yoluyla mülk sahibi olduğu farz edilse bile sonunda bu mal efendisine
kalır. Çünkü efendisinin onu elinden alma hakkı vardır. Buna göre onun
mülkiyetinde bir noksanlık vardır. Hürlerin mallarında olduğu gibi bir
istikrâr yoktur.
Nisâba mâlik olmak: Bunun anlamı, kişinin yanında dînin belirle(1) Buhârî, Kitâbu’l-Musakât, Bâbu er-Racülü Yekunü lehu Memerrun ev Şirbun fi Haitin (2379). Müslim, Kitâbu’l- Buyû’’ Bâbu Men Bâa Nahlen aleyha Semerun (1543)
(80).
356
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
diği nisaba ulaşan bir malın olmasıdır. Bu miktar maldan mala değişir.
Bir kimsenin yanında nisap miktarı mal yoksa ona zekât vâcib değildir.
Çünkü onun malı yardımlaşmayı kaldıramayacak kadar azdır.
Hayvanlarda nisabın başlangıcı ve sonu bellidir. Diğer mallarda ise
sadece başlangıcı/asgarisi bellidir, fazlası üzerinden zekâtın hesabı yapılır.
Malın üzerinden bir yıl geçmesi: Çünkü malın üzerinden bir sene
geçmeden zekât mecburiyeti zengine zarar verir. Bu sürenin bir seneden
fazla olması ise zekât ehline, zekât alacak kimselere zarar verir. Zekâtın
vâcib olması için muayyen bir zamanın belirlenmesi şerîatın hikmetlerindendir. Bu zaman bir senedir. Bu sürenin bir sene ile bağlanması,
zenginlerin hakkı ile zekât alacak kimselerin hakkı arasında bir dengedir.
Buna göre eğer bir insan mesela ölse veya bir sene dolmadan malı
telef olsa zekât düşer. Ancak bir seneyi tamamlama şartından şu üç şey
istisna edilir:
Ticari kazançlar, yılın altı ayını otlaklarda geçiren hayvanların doğurdukları yavrular ve öşre tabi toprak ürünleri.
Ticari kazançların aslının/sermayesinin bir seneyi doldurmuş olması yeterlidir. Saime hayvanların, otlak hayvanlarının annelerinin bir
seneyi doldurması yeterlidir. Toprak ürünlerinde ise ürünün kaldırılma
vakti esas alınır. Bunlar meyveler ve tahıl ürünleridir.
SORU-355: Aylık ücretlerin zekâtı nasıl çıkarılır?
CEVAP: Bu konuda yapılacak en güzel şey, teslim aldığı ilk maaş,
bir yılını tamamladığı zaman yanında kalanın tamamının zekâtını vermektir. Bir yılı tamamlananın zekâtı o yıl içinde verilmiş olur, tamamlanmayanın zekâtı da önceden verilmiş olur. Zekâtın önceden verilmesinde bir şey lazım gelmez. Bu her ayın tek tek gözetilmesinden daha
kolaydır. Fakat her ayın maaşını daha ikinci ay gelmeden harcar bitirirse
ona zekât düşmez. Çünkü bir malda zekâtın farz olmasının şartlarından
birisi üzerinden bir senenin tamam olmasıdır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
357
SORU-356: Çocuk ve akıl hastasının malından zekât vermek gerekir mi?
CEVAP: Bu mes’ele âlimler arasında ihtilâflıdır: Bir kısım âlimler
çocuk ve akıl hastasının mükellef olmadıklarını dikkate alarak onların
mallarında zekâtın vâcib olmadığını söylemişlerdir. Bilindiği gibi çocuk
ve mecnun mükellef değildir. Bu sebeple zekât onlara vâcib değildir.
Bir kısım âlime göre ise çocuk ve akıl hastasının malında da zekât
vâcibtir. Sahîh olan görüş budur. Çünkü zekât malın haklarındandır.
Bu konuda mal sahibine bakılmaz. Çünkü Allah teâlâ: “Onların mallarından zekât al” (Tevbe: 103) buyurmaktadır. Vâcibliğin yeri olarak
malı göstermiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de Muaz b. Cebel’i Yemen’e
gönderdiği zaman ona şöyle emretmiştir: “Onlara Allah’ın, üzerlerine
mallarında zenginlerinden alıp fakirlerine vereceğin zekâtı farz kıldığını
bildir.”(1) Buna göre çocuğun ve mecnunun malına da zekât vâcibtir. Bu
görev velîsine aittir.
SORU-357: Borçların zekâtının hükmü nedir?
CEVAP: Bir şahıstan alacaklı olan kimseye bunu tahsil etmedikçe alacağının zekâtını vermesi vâcib değildir. Çünkü o, elinde değildir.
Fakat borçlu kişi bunu kolayca ödeyebilecek bir kimse ise alacaklı kişi
her sene bunun da zekâtını vermesi gerekir. Elindeki malıyla birlikte
onun da zekâtını verirse borcundan kurtulmuş olur. Eğer elindeki malının zekâtını verirken bu alacağının zekâtını vermezse tahsil ettiği zaman geçmiş yılların zekâtını vermesi gerekir. Çünkü ödeyebilecek durumdaki kişiden bu alacağını her zaman isteyebilir. Terk edilmesi borç
sahibinin ihtiyarıyla olmaktadır. Borçlu kişi bunu zor ödeyecek birisi
veya zengin fakat istenemeyecek birisi olduğu zaman alacaklının her
sene bunun zekâtını ödemesi vâcib değildir. Çünkü onu tahsil etmesi
mümkün değildir. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın.” (Bakara:
280). Bu malı teslim alması ve ondan yararlanması mümkün değildir.
(1) Buhârî, Kitâbu’z-Zekât, Bâbu Vücubi’z-Zekât, (1395). Müslim, Kitâbu’l- Îmân, Bâbu
ed-Dau ile’ş-Şehâdeteyni ve Şeraia’l-İslam (19)
358
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bu sebeple zekâtını vermesi gerekmez. Fakat tahsil ettiği zaman ilim
adamlarından bir kısmına göre yeniden bir sene bekler, bir kısmına göre
bir senelik zekâtını verir, sene devrettiği zaman yine zekât verir. İhtiyata
uygun olan budur. Allah en iyi bilendir.
SORU-358: Geride mal bırakmayan ölünün borcu zekattan ödenebilir mi?
CEVAP: İbn Abdilber ve Ebû Ubeyd ölünün borcunun zekâttan
ödenemeyeceğinde icma olduğunu söylediler. Fakat gerçekte bu mes’ele
ihtilâflıdır. Âlimlerin çoğunluğu zekâttan ölünün borcunun ödenemeyeceğini söylemişlerdir. Çünkü ölü âhirete intikal etmiştir, dirilerin karşılaştığı zillet ve horlukla karşılaşmaz.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ölülerin borçlarını zekâttan ödemezdi,
bir yeri fethettiği zaman ganimet mallarından öderdi. Bu, ölünün borcunun zekâttan ödenmesinin doğru olmayacağının delîlidir.
Denilir ki: Ölü eğer insanların malını ödemek maksadıyla almışsa
Allah teâlâ onu fazlı keremiyle öder, eğer telef etmek maksadıyla almışsa
kendisine karşı bir cinayet işlemiştir, zimmetinde kıyâmette ödeyeceği
bir borç olarak kalır. Bana göre doğruya en yakın görüş budur, ölünün
borcu zekâttan ödenir.
Şöyle de denilebilir: Hayattakilerin fakirlik veya cihâd veya borç ya
da başka bir sebeple zekâta muhtaç oldukları zamanki durumla hayattakilerin zekâta muhtaç olmadıkları zamanki durumu birbirinden ayırt
etmek gerekir. Hayattakilerin zekâta muhtaç oldukları durumda hayattakiler ölülere tercih edilir. Hayattakilerin zekâta muhtaç olmadıkları
bir durumda ise geride mal bırakmadan ölen kimselerin borçlarının
zekâttan ödenmesinde bir sakınca yoktur. Belki de iki görüş arasındaki
orta görüş budur.
SORU-359: Borçlunun sadaka vermesi sahîh olur mu? Borçludan
şer‘î hakları ne düşürür?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
359
CEVAP: Sadaka şeran emredilen harcamalardandır. Yerinde yapıldığı zaman Allah’ın kullarına bir iyiliktir. İnsan bundan dolayı sevap
kazanır ve kıyâmet günü sadakasının gölgesinde gölgelenir. Kabul şartlarını taşıdığı zaman insan ister borçlu olsun ister borçlu olmasın makbuldür, Allah tarafından kabul edilir. Kabul şartları şunlardır: Sadece
Allah rızâsı için olmalı, helal ve temiz kazançtan yapılmalı ve yerinde
yapılmalı. Şer‘î delîller gereği bu şartlarla birlikte kabul edilir. İnsanın
borçlu olmaması şart değildir. Fakat borcu elindeki bütün malını kapsayacak kadar büyük olduğu zaman üzerine vâcib olan borcu bırakıp da
sadaka vermesi hikmete uygun ve akıllı bir davranış değildir. Sadaka
vâcib değil, mendupdur. Önce vacibi yerine getirmeli, sonra sadaka vermelidir. Âlimler bütün malını kapsayacak kadar borçlu olduğu halde bir
kimsenin sadaka vermesi konusunda ihtilâf etmişlerdir.
Bazılarına göre böyle bir kimsenin sadaka vermesi câiz değildir.
Çünkü bu, alacaklısına zarar vermek ve zimmetini bu vâcib borçla meşgul bırakmak demektir.
Bazılarına göre câizdir, fakat hilaf-ı evladır, yani önce borcunu ödemesi daha uygun bir davranıştır.
Her halükârda borcu elindeki bütün malını kapsayan kimsenin borcunu ödeyinceye kadar sadaka vermesi uygun değildir. Çünkü vâcib nafileden öncedir.
Borcunu ödeyince kadar borçlunun muaf tutulduğu şer‘î haklara /
yükümlülüklere gelince:
Bunlardan birisi hacdır. Borçlu bir kimsenin üzerine borcunu ödeyinceye kadar hac farz değildir.
Zekâta gelince âlimler borçludan zekât düşer mi, düşmez mi? ihtilâf
etmişlerdir. Kimine göre ister zâhiri mallar olsun ister zâhiri olmayan
mallar olsun borcun karşılığı olan kısımdan zekât düşer, yani borcu kadar kısmın zekâtını vermez.
Kimine göre ise borcu kadar kısmından da zekât düşmez, aksine
borcu nisabı eksiltse bile elinde olan malının tamamının zekâtını vermesi gerekir.
360
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bazı âlimler de malları ikiye ayırmışlar ve şöyle demişlerdir: Eğer
nakit ve ticaret eşyası gibi görünmeyen ve müşahede edilmeyen bâtıni
mallar ise borç mukabili olan kısmından zekât yükümlülüğü düşer. Eğer
hayvanla ve toprak mahsulleri gibi zâhiri mallar ise zekât yükümlülüğü
düşmez.
Bana göre sahîh olan şudur: İster zâhiri mal olsun ister bâtıni mal olsun zekât yükümlülüğü düşmez ve elinde zekâtı gerektirecek kadar malı
olan herkesin borçlu dahi olsa zekâtını ödemesi gerekir. Çünkü zekât
mala ait bir yükümlülüktür. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz
edersin. Bir de haklarında hayır dua et. Çünkü senin duan kalplerini yatıştırır. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe: 103). Nebî ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
de Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği zaman ona şöyle emretmiştir:
“Onlara Allah’ın, üzerlerine mallarında zenginlerinden alıp fakirlerine
vereceğin zekâtı farz kıldığını bildir.”(1) Hadîs Buhârî’de bu lafızlarla geçer. Kitap ve sünnetten alınan bu delîllerle konu aydınlığa kavuşmuş bulunmaktadır. Demek ki zekât ile borç arasında bir çelişki yoktur. Çünkü
borç zimmette vâcibtir, yani kişinin kendisine ait bir yükümlülüktür.
Zekât ise malda vâcibtir, mala ait bir yükümlülüktür. O halde bunlardan
her biri diğerinin yerinde değil, kendi yerinde vâcibtir. Aralarında bir
çelişki ve çatışma yoktur. O zaman borç, sahibinin zimmetinde varlığını devam ettirir, zekât da varlığını malda devam ettirir, mal sahibi her
halükârda bu zekâtı malından çıkarır, verir.
SORU-360: Dört sene malının zekâtını vermeyen bir kişiye ne lazım
gelir?
CEVAP: Bu kişi zekâtı geciktirdiği için günahkârdır. Çünkü kişinin zekâtı üzerine vâcib olur olmaz ertelemeden hemen ödemesi gerekir. Çünkü vâciblerde asıl olan onların hemen yerine getirilmesidir. Bu
kişinin bu masiyetinden dolayı Allah’a tevbe etmesi ve bütün geçmiş
yılların zekâtını hemen ödemesi gerekir. Bu zekâttan hiçbir şey düşmez.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
361
Bilakis tevbe etmesi ve daha fazla günaha girmemek için hemen ödemesi gerekir.
SORU-361: Senenin yarısını yemle beslenen hayvanların zekâtı var
mıdır?
CEVAP: Senenin yarısını tamamen –ağılda- yemle beslenen hayvanların zekâtı yoktur. Çünkü hayvanlar ancak saime oldukları zaman
zekâta tabi olurlar. Saime, senenin tamamını veya yarıdan fazlasını meralarda Allah’ın bitirdiği bitkileri otlayarak geçiren hayvan demektir.
Senenin bir kısmını veya yarısını -ağılda veya çardakta- yemle beslenerek geçiren hayvanlara gelince bunlar zekâta tabi değildir. Ancak bunlar
ticaret maksadıyla bulunduruluyorsa ticaret mallarının zekât hükümlerine tabidirler. Böyle oldukları zaman bunların kıymetleri her sene eşit
bir şekilde takdir edilir sonra bu kıymetin kırkta biri yani yüzde iki
buçuğu zekât olarak çıkartılır.
SORU-362: Üç sene önce bir ev satın aldım. Hamd olsun içinde iki
çeşit meyveli üç tane hurma ağacı var. Bu ağaçlarda bol miktarda meyve
var. Bu durumda benim zekât vermem gerekir mi? Cevap evet olduğu
zaman, insanlar da gerçekten bu konunun câhili iken ve ben onu güzün
toplarken nisaba ulaştığımı nasıl öğrenebilirim diye bu konuyu sormak
istiyorum.
İkincisi: Zekât nasıl hesap edilir? Her çeşidin zekâtı kendisinden mi
verilir, yoksa bir birine eklenerek her ikisinin zekâtı birinden verilebilir
mi? Nakit olarak vermem câiz olur mu? Geçmiş yılların zekâtını nasıl
yaparım?
CEVAP: Soruyu soran kişinin de dediği gibi pek çok kimsenin evinde bulunan bu hurmaların hükmü gerçekten bilinmemektedir. Çoğu insanın evinde sekiz on tane veya daha fazla ya da daha az hurma ağacı
bulunmakta, bunların meyveleri de zekât nisabına ulaşmakta fakat onlar bu hurmaların zekâtının olduğunu bilmemektedirler. Sadece bahçelerdeki hurmaların zekâtı olduğunu zannetmektedirler. Hâlbuki ister
362
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bahçelerde ister evlerde yetişsin bütün hurmalar zekâta tabidir. Hurma
sahipleri bu konuda uzman bir kişiyi getirmeli bu ağaçlardaki meyvelerin nisap miktarına ulaşıp ulaşmadığını hesap ettirmelidir. Nisâba
ulaştığı zaman bunun zekâtını vermesi gerekir. Fakat güzün hurmaları toplarken bunun zekâtını nasıl verecek? Soruyu soran kişinin dediği
gibi benim görüşüme göre bu gibi durumlarda hurmanın kıymeti hesap
edilir ve kıymetinin yirmide biri, yani yüzde beşi zekât olarak verilir.
Çünkü bu, mâliki için daha kolaydır ve muhtaçlar için daha yararlıdır.
Yani muhtaçlara nakit ödenmesi daha yararlıdır, nakit olarak değerlendirilmesi de sahibi açısından daha kolaydır. Zekâtın miktarı yüzde beştir. Mallarda zekât yüzde iki buçuk iken bunlarda yüzde beştir. Çünkü
bunun zekâtı meyve zekâtıdır, ticaret zekâtı değildir.
Bilmediği için ödemediği geçmiş yılların zekâtına gelince, şimdi
bunların miktarını kendi kendine takdir eder, geçmiş yıllardaki meyvelerin miktarını tahminen hesap eder ve zekâtını şimdi verir. Bilmediği için de geciktirdiğinden dolayı günaha girmez. Fakat geçmiş yılların
zekâtını mutlaka vermesi gerekir.
SORU-363: Altın ve gümüşün nisabı nedir? Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
ölçeği kaç kilogram gelir?
CEVAP: Altının nisabı yirmi miskaldir. Bu, seksen beş grama eştir.
Gümüşün nisabı ise yüz kırk miskaldir. Bu da Suudi gümüş dirhemiyle elli altı riyaldir.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ölçeği ise iki kilo kırk gram iyi buğdaydır.
SORU-364: Bir adamın kızları var. Onlara ziynet olarak takı takmış
ve bunların toplam miktarı nisaba ulaşıyor. Hâlbuki ayrı ayrı tek başlarına nisaba ulaşmıyor. Hepsinin toplayıp zekâtını vermesi gerekir mi?
CEVAP: Bu ziynetleri kızlarına ödünç olarak verdiği zaman bunlar kendi mülküdür. Bu takdirde hepsini toplaması ve nisap miktarına
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
363
ulaştığı zaman zekâtını ödemesi gerekir. Bunları kızlarına onların malı
olsun diye vermişse o zaman her birinin diğeriyle toplanması gerekmez.
Çünkü her biri diğerinden bağımsız olarak kızlarının mülküdür. Buna
göre bir tanesi nisap miktarına ulaştığı zaman onun zekâtını verir, yoksa vermez.
SORU-365: Bir kimse zekâtını o zekâtı almaya müstahak olan birine verdiği sonra zekâtı alan kişi bunu ona hediye ettiği zaman bunu
kabul edebilir mi?
CEVAP: Bir adam zekâtı hak eden bir kişiye zekâtını verdiği sonra
alan kişi bunu ona hediye ettiği zaman aralarında önceden böyle bir
anlaşma yoksa bunda bir sakınca yoktur. Ancak zekât veren kişinin bu
hediyeyi kabul etmemesi ihtiyata daha uygundur.
SORU-366: Bir kimsenin malının zekâtının yerine geçmesi için elbise ve benzeri şeyler vermesi câiz olur mu?
CEVAP: Câiz olmaz.
SORU-367: Altınlı elmas ve benzerlerinin zekâtı nasıl hesaplanır?
CEVAP: Bunu uzmanı hesaplar. Bunu nisaba ulaşıp ulaşmadığını
incelemeleri için sarraflara veya kuyumculara götürür. Eğer nisaba ulaşmamışsa zekâtı yoktur. Ancak elinde nisabı tamamlayacak başka altın
varsa elmaslı altının kıymeti hesap edilir ve zekâtı çıkartılır. Bu da kırkta birdir.
SORU-368: Zekâtın mescit inşaatlarında sarf edilmesinin hükmü
nedir? Fakir kime denir?
CEVAP: Zekât ancak Allah teâlâ’nın ayette zikrettiği sekiz sınıfa
verilir. Çünkü Allah teâlâ zekâtın sarf yerlerini “sadece” kaydını koyarak bu sekiz sınıfla sınırlandırmıştır: “Sadakalar Allah’tan bir farz ola-
364
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rak sadece fakirlere, düşkünlere, sadaka toplayan memurlara, kalpleri
İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelerin kurtarılmasına, borçlulara, Allah yoluna ve yolda kalmışlara aittir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir;
hikmet sahibidir.” (Tevbe: 60). O halde zekâtın mescitlerin inşaatında ve
eğitim öğretim işlerinde harcanması câiz değildir. Ancak nafile sadakaların en faydalı işlere sarf edilmesi daha faziletlidir.
Zekât almaya müstahak olan fakire gelince o, yer ve zamanın şartlarına göre kendisine ve ailesine bir sene yetecek kadar maddi varlığa
sahip olamayan kimsedir. Bazen öyle olur ki bir yerde ve bir zamanda
bin riyal bile bir zenginlik olarak kabul edilir, bazen de öyle bir yer ve
öyle bir zaman olur ki hayat pahlılığı ve benzeri sebeplerle bin riyal bir
zenginlik olarak kabul edilmez.
SORU-369: Ticari arabalarda ve özel arabalarda zekât vermek gerekir mi?
CEVAP: İnsanların ulaşım ve nakliye maksadıyla ücretle tuttukları
arabaların veya kendilerinin özel olarak kullandıkları arabaların hiçbirisinde zekât yoktur. Ancak bunlardan elde edilen kazançlar kendi
başlarına veya elindeki diğer paralarla birlikte nisaba ulaştıkları ve bir
seneyi tamamladıkları zaman bu kazançlar zekâta tabidirler. Kiraya verilen gayrimenkuller de böyledir. Bunların da sadece kira gelirleri zekâta
tabidir.
SORU-370: Kiralık evlerin zekâtının hükmü nedir?
CEVAP: Kiralık evler eğer kiraya vermek ve kirasından yararlanmak için bekletiliyorsa bu evlerin kıymetinde zekât yoktur. Onların sadece kira gelirleri akdin üzerinden bir sene geçtiği zaman zekâta tabidir.
Akdin üzerinden bir sene geçmediği zaman bunlarda yine zekât yoktur.
Mesela bir adam evini yıllık on bin liraya kiraya verse, bunun beş binini
peşin alsa ve hemen harcasa ve senenin yarısında da kalan beş bini alsa
ve sene tamamlanmadan onu da harcasa bu durumda onun zekât vermesi geremez. Çünkü bu paranın üzerinden bir sene geçmemiştir. Fakat
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
365
bu evi ticaret maksadıyla elinde tuttuğu ve kâr etsin diye beklettiği fakat
satılmadığı müddetçe kiraya veririm dediği zaman evin kıymeti üzerinden zekât vermesi gerekir. Evin kirasının üzerinden de yukarıda ifade
edildiği gibi bir sene geçtiği zaman bu kira da zekâta tabidir. O zaman
evin sadece kıymetinden zekât vermesi gerekir. Çünkü onu ticaret için
hazırlamıştır, elinde kalmasını ve kira getirmesini istememektedir. Kendisiyle ticaret yapılmak ve kazanç elde edilmek istenilen her şeyde zekât
vardır. Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ameller niyetlerledir. Herkese
niyet ettiği şey vardır.”(1) buyurmaktadır. Bu onun elinde kendisiyle kazanç elde etmek istediği bir maldır. Onu elinde tutmasındaki maksadı o malın kendisi değil, kıymetidir. Kıymeti ise nakitlerdir. Nakitlerin
de zekâtını vermek gerekir. Buna göre bu evi elinde bulundurmaktaki
maksadı ticaret yapmak ve kirasından yaralanmak ise hem kıymetinden, hem de akdin üzerinden bir sene geçtiği zaman kirasından zekât
vermesi onun üzerine farz olur.
SORU-371: Bir şahıs üzerine ev yaptırmak için bir arsa satın aldı.
Aradan üç sene geçtikten sonra onunla ticaret yapmaya niyet etti. Geçmiş üç senenin zekâtını vermesi gerekir mi?
CEVAP: Geçen üç yılın zekâtını vermesi gerekmez. Çünkü o dönemde o arsa üzerine sadece mesken yapmak istiyordu. Fakat o arsa ile
ticaret yapmaya ve para kazanmaya niyet ettiği andan itibaren zekât
süreci başlar. Bu sürecin başlangıcından itibaren bir yıl tamam olduğu
zaman zekât vermesi gerekir.
SORU-372: Ramazanın ilk on günü içinde fıtır sadakası (fitre) vermenin hükmü nedir?
CEVAP: Fıtır sadakası veya fıtır zekâtı fıtır ve sadaka kelimeleri
arasında bir tamlamadır. Fıtır kelimesinin Türkçe anlamı oruç açmak,
orucu bozmak demektir. Bu sadakaya fıtır sadakası denilmesinin sebebi,
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Bed’u’l-Vahiy, Bâbu Keyfe Kane Bed’u’l-Vahyi . Müslim, Kitâbu’lİmara, Bâbu Kavlühu İnneme’l-A’malü bi’n-Niyat (1908).
366
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
kefaret sebebi olan oruç bozmak Ramazanda olunca bu sadakayı vermenin zamanı da Ramazan ayı ile sınırlandırılmıştır. Daha önce verilemez.
Bu sebeple fıtır sadakasının verileceği en faziletli vakit, bayram günü
bayram namazından önceki vakittir. Fakat veren ve alan için kolaylık
olacağından bayramdan bir iki gün önce verilmesi de câizdir. Daha önce
verilmesi ise âlimlerin daha tercih edilen görüşüne göre câiz değildir.
Buna göre fıtır sadakasının iki vakti vardır: Biri câiz olduğu vakittir
ki bayramdan bir veya iki gün öncesidir. Diğeri faziletli olduğu vakittir
ki o da bayram günü bayram namazından önce verilmesidir. Bayram
namazından sonraya ertelenmesi ise haramdır, İbn Abbas hadîsine göre
fıtır sadakası yerine geçmez: “Kim onu bayram namazından önce verirse, o kabul olun¬muş bir zekâttır. Kim de onu bayram namazından sonra
verirse, o sadakalardan bir sadakadır.”(1) Ancak bir kimse bayram günü
olduğunu bilemediği –mesela çölde bulunması gibi- ve ancak gecikerek
öğrendiği zaman ve benzeri durumlarda bayram namazından sonra
ödemesinde bir sakınca yoktur. fıtır sadakası yerine geçer.
SORU-373: Sadaka niyetiyle fıtır zekâtını (fitreyi) fazla vermek câiz
olur mu?
CEVAP: Evet, bir kimsenin fıtır sadakasını artırması ve fazla olan
kısmının nafile sadaka olmasına niyet etmesi câizdir. Bundan dolayı
günümüzde bazı kimseler mesela on kişilik fitre vermeleri gerekiyorsa
on kişiden fazlasının fitresini karşılayacak bir çuval pirinç satın alıyor
ve kendisi ve aile fertlerinin fitresi olarak hepsini veriyor. Bu çuvalın,
ödemesi gereken fitre miktarını fazlasıyla karşılayacağından emin olduğu zaman bu câizdir. Çünkü fitre ölçüsü anacak bilinen miktarıyla
vâcibtir. Bu miktarın bu çuvalda gerçekleştiğini bildiğimiz ve bunu fakire verdiğimiz zaman bunda bir sakınca yoktur.
SORU-374: Bazı âlimler fitre verilecek ürün çeşitleri nasla belirlen(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Zekât, Bâbu Zekâti’l-Fıtır, (1609). İbn Mâce, Kitâbu’l- Zekât,
Bâbu Zekâtü’l-Fıtır, (1827).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
367
diği için pirinçten fitre verilmesi câiz değildir diyorlar. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Bazı âlimler dediler ki nasla belirlen buğday, arpa, hurma,
üzüm ve peynir mevcut olduğu zaman fitreyi başka bir şeyden vermek
câiz değildir. Bu söz, fitreyi bunlardan ve diğerlerinden, hatta nakit olarak bile vermek câizdir diyen kimselerin sözüne tamamen aykırıdır. Demek ki bu konuda iki taraf var.
Sahîh olan, fitreyi insanların yiyeceklerinden vermektir. Çünkü
Buhârî’nin Sahîhinde sabit olduğuna göre Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh şöyle demiştir: “Biz Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zamanında fitrelerimizi yiyecek maddelerinden çıkarır verirdik. Bizim yiyeceklerimiz,
hurma, arpa, kuru üzüm ve yoğurt kurusu idi.”(1) burada buğday zikredilmedi. Ben sahîh ve açık bir hadîste fitrede buğdayın zikredildiğini bilmiyorum. Fakat buğdaydan fitre vermek de câizdir. Bunda şüphe
yoktur. Sonra İbn Abbas radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬fitreyi oruçlunun söylediği kötü ve boş sözlerin günahından temizlenmesi ve yoksulların duyurulması için farz kılmıştır.”(2)
O halde fıkıhçıların belirlediği beş sınıf yiyecekten bir olmasa bile
insanların yedikleri şeylerden fitre vermek câizdir. Çünkü bu beş çeşit yiyecek yukarıda da işaret edildiği gibi Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
zamanının yiyecekleri idi. Buna göre pirinçten de fitre vermek câizdir.
Hatta benim görüşüme göre bizim zamanımızda pirinçten fitre vermek
diğerlerinden daha faziletlidir. Çünkü bu daha az zahmetlidir ve insanlar nazarında daha kıymetlidir.
Bununla beraber bu durum yer ve zamana göre değişebilir. Köyde
yaşayan kimseler hurmayı çok sevebilirler, oradaki insan fitreyi hurmadan verir. Başka bir yerde insanlar üzümü daha çok severler, o zaman
insan fitreyi üzümden verir. Yoğurt kurusu ve diğerleri için de durum
aynıdır. Her toplulukta o topluluk için en yararlı hangisi ise ondan vermek daha faziletlidir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Zekât, Bâbu Sadakatü’l-fıtır, (1506).
(2) Daha önce geçen İbn Abbas’ın rivâyet ettiği hadîsin bir parçasıdır.
368
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-375: Faziletli Şeyh’e soruldu: Elinde bir terekeden ölünün vasiyet ettiği üçte bir mal ve yetimlerin parası bulunan bir kimse var. Bu
malda ve parada zekât var mıdır?
CEVAP: Faziletli şeyh bu soruya şöyle cevap verdi: Ölen kişinin vasiyet ettiği üçte birde zekât yoktur. Çünkü onun sahibi yoktur. O sadece
hayır yollarında sarf edilmek için hazır beklemektedir. Yetimlerin parasına gelince bunların zekâtını vermek vâcibtir. Bu zekâtı yetimlerin
velîsi onlar adına çıkarıp verecektir. Çünkü ilim adamlarının görüşlerinden sahîh olan görüşe göre zekâtta buluğa erme ve akıllı olma şartı
yoktur. Çünkü zekât malda vâcibtir.
SORU-376: Özel arabaların zekâtı var mıdır?
CEVAP: Bunların zekâtı yoktur. Ziynet eşyası olan altın ve gümüşün dışında insanın kendisinin kullandığı hiçbir şeyin zekâtı yoktur. Bu
ister araba veya at olsun, isterse traktör veya başka bir şey olsun. Çünkü
Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Müslümanın kölesi ve
atında zekât yoktur.”(1)
SORU-377: Bir kimse zekâtını hak sahibine verdiği zaman bunun
zekât olduğunu haber vermesi gerekir mi?
CEVAP: Bir kimse zekâtını muhtaç birine verdiği zaman eğer bu
kişi zekâtı reddeden ve kabul etmeyen birisi ise, bunun zekât olduğunu
bilmesi için zekât veren kişinin bunun zekât olduğunu ona haber vermesi gerekir. Dilerse kabul eder, dilerse reddeder. Zekât almak onun âdeti
ise bunu haber vermeye gerek yoktur. Çünkü ona bunun zekât olduğunu söylemek bir nevi başa kakmak olur. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa
gidermeyin.” (Bakara: 264).
SORU-378: Zekâtı farz olduğu yerden başka bir yere nakletmenin
hükmü nedir?
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Zekât, Bâbu Leyse ale’l-Muslimifi Abdihi Sadakatun, (1464). Müslim, La Zekâte ale’l-Muslimi fi Abdihi ve Ferasihi (982).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
369
CEVAP: Bunda bir yarar olduğu zaman bir kimsenin zekâtını bir
yerden başka bir yere nakletmesi câizdir. Bir kimseni bulunduğu beldeden başka bir beldede zekât almaya layık akrabaları olduğu zaman
zekâtını onlara göndermesinde bir sakınca yoktur.
Yine aynı şekilde yaşam seviyesi yüksek bir yerde olduğu ve zekâtını
halkı daha fakir olan bir beldeye gönderdiği zaman bunda da bir sakınca yoktur. Fakat zekâtı bir beldeden başka bir beldeye nakletmede bir
yarar olmadığı zaman nakledilmez.
SORU-380: Borcunu ödemesi için zekâtı borçlunun kendisine vermek mi daha faziletlidir, yoksa zekât sahibinin bunu alacaklıya götürüp
onun namına bu borcu zekâtla ödemesi mi daha faziletlidir?
CEVAP: Duruma göre değişir. Borçlu kişi borcunu ödemeye ve
borçtan kurtulmaya hırslı birisi olduğu ve verilen şeyin içinden borcunu ödeyeceğinden emin olunduğu zaman, borcunu ödemesi için zekâtı
bizzat kendisine veririz. Çünkü bu onun durumunu daha iyi örter ve
borcunu isteyen kimseler önünde mahcup olmaktan korur.
Fakat borçlu malını har vurup harman savuran birisi ise ve eğer ona
borcunu ödemesi için bir para verildiği zaman bunu da götürüp zaruri
olmayan bir şey satın alacaksa zekâtı eline vermeyiz. Alacaklısına gideriz ve ona deriz ki, filan kişinin sana ne kadar borcu var? Sonra bu borcu
ve imkân ölçüsünde bir kısmını ona veririz.
SORU-381: Her elini uzatan zekâta müstahak olur mu?
CEVAP: Her elini uzatan zekât verilmez. Çünkü zengin olduğu halde elini mala uzatan kimseler vardır. Bu tür insanlar kıyâmet gününde
–şahitlerin ayağa kalktığı ve yüz kemiklerinin göründüğü o günde- Allah korusun yüzlerinde bir parça et olmadan gelecekler. Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Her kim malını çoğaltmak için, nisanlardan mallarını isterse; o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun
ister azını ister çoğunu dilesin.”(1)
(1) Müslim, Kitâbu’l- Zekât, Bâbu Kerahetü Mes’eleti linnasi (1041).
370
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bu münasebetle zengin oldukları halde insanlardan ısrarla isteyen
bu tür insanları, hatta ehil olmadıkları halde zekât kabul eden herkesi
uyarmak istiyorum ve diyorum ki: Ehil olmadığın halde zekât aldığın
zaman Allah korusun haram yemiş olursun. İnsanın Allah’tan korkması gerekir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Her kim iffetli
olmak isterse Allah onu iffetli kılar. Zengin olmak isteyeni Allah zengin
eder.”(1) Fakat bir adam sana elini uzattığı ve onun zekât almaya ehil olduğuna kuvvetle kanaat getirdiğin zaman ona zekât verirsin. Zekât geçerlidir ve sen borcundan kurtulmuş olursun. Daha sonra onun zekâta
ehil olmadığı ortaya çıksa bile tekrar zekât vermezsin.
Bunun delîli hadîste geçen sadaka veren adamın hikâyesidir. Bu
adam önce sadakasını zina eden bir kadına verir. Sabahleyin insanlar:
Bu gece zina eden bir kadına sadaka verilmiş diye konuşur. Adam: Kendi kendine elhamdülillah der. İkinci gece tekrar sadaka verir. Bu sefer
verdiği sadaka bir hırsızın eline düşer. İnsanlar sabahleyin: Bu gece bir
hırsıza sadaka verilmiş diye yine konuşmaya başlarlar. Üçüncü gece bir
zengine sadaka verir. İnsanlar sabah olunca yine konuşurlar: Bu gece
zengine sadaka verilmiş diye. Adam: Hırsıza, fahişeye, zengine sadaka
verdiğim için Allah’a hamd olsun, der. Gece olunca rüyasında kendisine
şöyle denilir: Senin sadakan kabul edilmiştir: Hırsıza verdiğin sadakana gelince, umulur ki, o sadaka sebebiyle hırsız hırsızlığından vazgeçer;
temiz hayata kavuşur. Fahişeye gelince, umulur ki, bu kadın da zinasından vazgeçip, temiz ve iffetli olur. Zengin kişiye gelince, umulur ki, bu
zengin de aldığı sadakadan ibret alıp utanır da, Allah 'in kendisine ihsân
eylemiş olduğu zenginliğinden fakirlere infak etmeye başlar.(2)
Şu samimi niyete bak ey kardeş! Nasıl da etkili oluyor. O halde senden isteyene/dilenene onun fakir olduğunu zannederek verdiğin zaman
daha sonra onun zengin olduğu ortaya çıksa bile tekrar zekât vermen
gerekmez.
(1) Buhârî, Kitâbu’z-Zekât, Bâbu La Sadakate illa an Zahrin Ğaniyyün (1427). Müslim
Kitâbu’l- Zekât, Bâbu Fadlü’t-Teaffüf ve’s-Sabr (1053).
(2) Buhârî, Kitâbu’l- Zekât, Bâbu İzâ Tesaddeka ala Ğaniyyin ve hüve La Ya’lemü, (1421).
Müslim, Kitâbu’l- Zekât, b. Sübûti Ecri’l-Mütesaddıki ve İn Vekaati’s-Sadakati fi
Ğayri Ehliha (1022).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
371
SORU-382: Zengin bir adam zekâtını bir şahsa gönderse ve bunu
kendi incelemene göre dağıt dese, bu vekil zekât memurları kapsamına
girer mi ve kendisine de o zekâttan bir pay ayırabilir mi?
CEVAP: Bu vekil zekât işinde çalışanlar kapsamına giremez ve kendisine bu zekâttan pay ayıramaz. Çünkü bu vekil, özel bir şahsın vekilidir. Allahüâlem Kur’ânın “zekât işinde çalışanlar” ifadesindeki sır
da buradadır. Çünkü bu ifadedeki “ala” harfi ceri bir nevi yönetim ve
sorumluluğu ifade eder. Sanki zekât işinde çalışanlar ifadesi zekât işini
yönetenler anlamını içerir. Bu sebeple muayyen bir şahsın vekili olarak
zekât dağıtımını üstlenen bir kimse zekât işinde çalışanlardan sayılmaz.
SORU-383: Îmânı zayıf bir adama kendi toplumunda lider konumunda olmasa bile îmânı kuvvetlensin diye zekât verilebilir mi?
CEVAP: Bu mes’ele âlimler arasında ihtilâflıdır. Benim tercih ettiğim görüşe göre kendi toplumunda lider konumunda olmasa bile bir kişi
olarak îmânını takviye ederek onu İslâm’a ısındırmak için verilmesinde
bir sakınca yoktur. Çünkü Allah teâlâ zekâtın sarf yerleri içinde “kalpleri ısındırılacak olanları” da zikretmiştir. Çünkü fakire bedeninin maddi
ihtiyaçları için zekât vermek câiz olunca bu zayıf îmânlı kişiye îmânını
kuvvetlendirmek için vermemiz daha evladır. Çünkü bir kişinin îmânını
kuvvetlendirmek onun vücudunu beslemekten daha önemlidir.
SORU-384: Öğrenciye zekât vermenin hükmü nedir?
CEVAP: Kendisini şer‘î ilimlerin tahsiline vermiş bir ilim taliplisine, çalışıp kazanmaya gücü yetse bile zekât verilmesi câizdir. Çünkü
şer‘î ilimleri tahsil etmek Allah yolunda bir nevi cihâd etmektir. Allah
teâlâ kendi yolunda cihâd etmeyi zekât almaya müstehak olmanın sebebi kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Sadakalar ancak şunlar içindir: Fakirler, yoksullar, o işte çalışan görevliler, müellefe-i kulûb (kalpleri İslâm'a
ısındırılacaklar), köleler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar.
372
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Allah tarafından böyle farz kılındı. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.” (Tevbe: 60).
Kendisini dünyevi ilimlere veren bir öğrenciye gelince ona zekât verilmez. Biz ona deriz ki, sen şimdi dünya için çalışıyorsun ve görev yaparak dünyevi kazancını temin edebilirsin; biz sana zekât vermeyiz. Fakat
biz yiyeceğini, içeceğini barınağını kazanabilecek bir adam bulmuş olsak fakat bu adamın evlenmeye ihtiyacı olsa ve elinde de evlenebileceği
parası olmasa bizim bu adamı zekât parası ile evlendirmemiz câiz olur
mu? Cevap: Evet, bizim bu adamı zekât parası ile evlendirmemiz ve mihrinin tamamını zekâttan vermemiz câiz olur. Ona verilen zekât çok bile
olsa fakirin zekât parasıyla evlendirilmesinin sebebi nedir, denilirse;
Biz deriz ki insanın mecburi evliliğe olan ihtiyacı bazen yemeye ve
içmeye ihtiyacı gibi olur. Bu sebeple ilim ehli şöyle demiştir: Bir şahsın
nafakasını teminle yükümlü olan kişinin mali imkânları buna elverişli
ise onu evlendirmesi de vâcibtir. Demek ki bir babanın oğlunu, evlenmeye ihtiyacı varsa ve evlenecek maddi imkânı da yoksa onu evlendirmesi
vâcibtir. Fakat oğlu kendisini evermesini istediği zaman onların gençlik
halini unutan bazı babaları oğullarına: Alnının teriyle kazanarak evlen,
dediklerini duydum. Bu haramdır. Onu evermeye gücü yettiği zaman
ona karşı böyle davranmak haramdır. Oğlunu evermeye gücü yettiği
halde evermediği zaman kıyâmet gününde onunla hesaplaşacaktır.
Burada bir mes’ele daha vardır: Bir adamın birden fazla oğlu olsa ve
bunlardan evlenme çağına geleni everse, bu adamın küçük çocuklarının
mihr parasını malından vasiyet etmesi câiz olur mu? Çünkü büyüklerin
mihrini o vermişti.
Cevap: Bir adamın büyük çocuklarını everdiği zaman küçük çocuklarına mihr parası verilmesini vasiyet etmesi câiz değildir. Fakat
çocuklarından birisi evlenme yaşına geldiği zaman birincisini everdiği
gibi onu da evermesi gerekir. Ölümünden sonrası için vasiyet etmesine
gelince bu haramdır. Bunun delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözüdür: “Allah teâlâ her hak sahibinin hakkını vermiştir. Artık varis için
vasiyet yoktur.”(1)
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Buyû’, Bâbu Mâ Câe fi’l-Vasiyyeti li’l-Varisi. Tirmizî, Vesaya,
Bâbu Mâ Câe La Vasıyyete li Varisin.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
373
SORU-385: Mücahitlere zekât vermek câiz olur mu?
CEVAP: Allah teâlâ zekât almaya ehil sınıfların içine Allah yolunda cihâd edenleri de dâhil etti. Allah yolunda cihâd eden mücahitlere
zekât vermemiz câizdir. Fakat Allah yolunda cihâd edenler kimlerdir?
Allah yolunda cihâd edenlerin kimler olduğunu Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬açıklamıştır. Kahramanlık için savaşan, hamiyet için savaşan ve
mekânını görmek için savaşan adamlardan hangisi Allah yolunda cihâd
edendir? diye sorulduğu zaman Allah’ın Rasûlü bize sağlam bir ölçü
vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’ın sözü en üstün söz olsun diye
savaşırsa o Allah’ın yolundadır.”(1) Allah’ın kelimesini yüceltmek, onun
şerîatını tahkim etmek ve kâfir beldelerinde Allah’ın dînini yerleştirmek
için savaşan herkes Allah yolundadır. Bunlara zekât verilir. Ya cihâdta
yararlanmaları için para verilir veya savaşa hazırlanmaları için teçhizat
satın alınır.
SORU-386: Zekâtın mescit inşaatlarına sarf edilmesi Allah teâlâ’nın
zekâtın sarf yerlerini bildiren ayetindeki “Allah yolunda” kavramının
içine girer mi?
CEVAP: Camiler ve mescitler yapmak ayeti kerimedeki “Allah yolunda” kapsamı içine girmez. Çünkü bu ayeti tefsîr eden müfessirler
“fisebilillah” ile kast edilenin Allah yolunda cihâd etmek olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü eğer fisebilillah ile her türlü iyilik ve hayrın kast
edildiğini söylemiş olursak “Sadakalar ancak şunlar içindir:” ayetindeki
sınırlamanın bir faydası olmazdı. Bilindiği gibi hasr/sınırlama, zikredilen şeylerde hükmü ispat etmek, onların dışındakilerden de bu hükmü
kaldırmak demektir. Biz fisebilillah kavramının bütün hayır yollarını
kapsadığını söylediğimiz zaman sınırlama ifade eden “sadece” kaydını düşmenin hiçbir faydası kalmazdı. Sonra zekâtın cami ve mescit yapımına ve diğer hayır işlerine sarf edilmesi câiz olsaydı bu, insanların
hayır yapmalarını ortadan kaldırırdı. Çünkü insanların pek çoğunda
cimrilik duygusu daha baskındır. Cami ve mescitlerin ve diğer hayır
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Cihâd ve’s-Siyer, Bâbu Men Katele Litekune Kelimetullahi Hiye’lUlya (2810)
374
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
işlerinin zekât paralarıyla yapılabildiğini gördükleri zaman zekâtlarını
hep oralara verirlerdi ve fakirle ve yoksullar devamlı muhtaç bir halde
kalırlardı.
SORU-387: Yakınlara zekât vermenin hükmü nedir?
CEVAP: Bu konudaki kural şudur: Zekât verecek kimsenin bakmakla yükümlü olduğu hiçbir yakınına üzerindeki nafaka yükümlülüğünün kalkmasına sebep olacak zekâtı vermesi câiz değildir. Bakmakla
yükümlü olmadığı bir yakını ise ve zekât almaya da ehil ise o yakınına
zekât vermesi câizdir. Mesela erkek evladı olan bir kardeşi var. Erkek
evladı olan kardeşine nafaka ödemek/onun geçimini sağlamak yükümlülüğü yoktur. Çünkü oğulları olduğu için ona mirasçı olamaz. Bu durumda zekât almaya da ehil ise o kardeşine zekât verebilir. Aynı şekilde
bir insanın geçimlerini sağlamak için zekât almaya ihtiyacı olmayan
yakınları olsa fakat bu yakınlarının borcu olsa, bunlar babası veya oğlu
veya kızı veya annesi bile olsa, ödemeleri gereken borç eksik nafakadan
kaynaklanmadığı sürece onların borçlarını -zekât ile- ödemek câizdir.
Buna bir örnek verelim: Bir adamın oğlu bir trafik kazası geçirdi ve
tazminat ödemek mecburiyetinde kaldı. Elinde de bu tazminatı ödeyecek
parası yok. Oğlun ödeyeceği bu tazminatı babanın zekâtından ödemesi
câizdir. Çünkü bu tazminatın sebebi nafaka değildir, yani baba oğlunun
geçimini sağlamadığı için borçlanmış değildir. Zekât sebebi olmaksızın
ödeme yapması gerekmeyecek yakınına zekât veren herkesin durumu
böyledir. Bunun zekattan karşılanması câizdir.
SORU-388: Sadaka ve zekât sadece Ramazanda mı verilir?
CEVAP: Sadakalar sadece Ramazana mahsus bir ibâdet değildir. Bilakis her zaman müstehap ve meşrudur. Zekâta gelince, insan malının
üzerinden bir sene geçtiği zaman Ramazanı beklemeden zekâtını çıkarıp
vermesi gerekir. Ancak Ramazan ayı yakın olduğu zaman -mesela Şaban
ayında bir seneyi doldurması gibi- Ramazanı bekler, bunda bir sakınca
yoktur. Fakat zekâtının senesi mesela Muharrem ayında tamam olmuşsa
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
375
zekâtını Ramazana ertelemesi câiz değildir. Fakat Muharrem’den önceki Ramazanda vermesi câizdir, bunda bir sakınca yoktur. Farz olduğu
vakitten sonraya bırakması câiz değildir. Çünkü bir sebebe bağlı farzların sebep bulunduğu anda yerin getirilmeleri gerekir, daha sonraya
ertelenmeleri câiz olmaz. Sonra ertelediği zaman insanın onu ileride
ödeyebileceğine garantisi yoktur. Ertelediği vakte kadar hayatta kalabileceğine de garantisi yoktur. Ölebilir. O zaman zekât zimmetinde bir
borç olarak kalır. Varisleri de onun borçlu olduğunu bilmeyebilirler ve
ödemeyebilirler.
Kişinin zekâtı çıkarıp vermede tembellik yaptığı zaman zekâtının
ödenmesini engelleyeceğinden korkulan daha başka pek çok sebep vardır.
Sadakaya gelince bunun belli bir vakti yoktur. Senenin her günü
sadaka verme vaktidir. Fakat insanlar sadaklarını ve zekâtlarını Ramazanda vermeyi tercih ederler. Çünkü Ramazan faziletli bir zamandır.
Cömertlik ve iyilik yapma zamanıdır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬insanların en cömerdi idi ve Ramazanda Cebrail ile buluşup da karşılıklı birbirlerine Kur’ân okudukları zaman daha da cömert olurdu. Fakat bilmemiz gerekir ki Ramazanda zekât ve sadakanın fazileti vakitle ilgili bir
fazilettir. Ondan daha fazla faziletli başka bir zaman olmadığında Ramazanda zekât ve sadaka vermek diğer vakitlerde vermekten faziletlidir.
Ramazanın dışında başka bir vakitte fakirlerin zekât ve sadakaya daha
çok ihtiyaçlarının olması gibi zekât ve sadaka vermeyi daha faziletli kılacak başka bir sebep olduğu zaman ise bunları Ramazan’a ertelemek
doğru olmaz. Bilakis zekât ve sadaka vermek için fakirlere en yararlı
olacak vakit ve zamanı gözetmek ve o zaman vermek gerekir.
Fakirler genellikle Ramazanın dışındaki zamanlarda Ramazandakinden daha fazla muhtaç durumda olurlar. Çünkü Ramazanlarda sadakalar ve zekâtlar çoğalır. Fakirler de verilen şeylerden kendilerine yetecek ve muhtaç duruma düşmekten koruyacak kadar imkâna kavuşurlar.
Fakat senenin diğer günlerinde şiddetli bir fakirliğe düşerler. Zekât ve
sadaka verecek kişinin bu durumu gözetmesi ve zamanın faziletini diğer
faziletlerin hepsinin önüne geçirmemesi gerekir.
376
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-389: Kişinin hayatta iken kendisini yaptığı hayırlar mı sadakayı cariyedir, yoksa öldükten sonra yakınlarının onun adına yaptıkları
hayırlar mı sadakayı cariyedir?
CEVAP: Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬İnsan öldüğü vakit amelleri
kesintiye uğrar. Yalnız üç şeyden: Sadaka-i cariyeden veya faydalanılan
ilimden veya kendisine dua eden sâlih evlattan dolayı kesilmez.”(1) Buyurmuştur. Bu sözün zâhirinden anlaşılan mana evladının ondan sonra
yaptığı hayırlar, bizzat ölünün kendisini yaptığı hayırlardır. Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kendisine dua eden sâlih evlattan dolayı kesilmez” sözüyle zaten evladın yapacağı şeyi de açıklamıştır. O halde insan
bir şeyi vasiyet ettiği zaman bu sadakayı cariye olur veya bir şey vakfettiği zaman bu sadakayı cariye olur. Çünkü onun ölümünden sonra
bunlardan yararlanılır. İlim de böyledir. O da onun kesbidir. Kendisine
arkasından dua ettiği zaman evlat da böyledir. Bu sebeple eğer bize: Babam için iki rekât namaz kılmam mı daha faziletlidir, yoksa kendim için
iki rekât namaz kılıp babam için dua etmem mi daha faziletlidir diye
sorulmuş olsaydı, kendin için iki rekât namaz kılman ve baban için dua
etmen daha faziletlidir derdik. Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬veya
kendisine dua eden sâlih evlattan dolayı kesilmez” sözüyle bizi yönlendirdiği şey budur. Kendisi için namaz kılan veya başka bir amel işleyen
dememiştir.
SORU-390: Bir kadının kocasının malından kendisi için veya ölmüşlerinden birisi için sadaka vermesi câiz olur mu?
CEVAP: Malumdur ki kocanın malı kocaya aittir. Hiç kimsenin bir
başkasının malından onun izni olmadan tasadduk etmesi câiz olmaz.
Kocası karısına malından kendisi için veya ölülerinden dilediği kimseler için tasadduk etmesine izin verdiği zaman bunda bir sakınca yoktur.
Eğer izin vermezse herhangi bir şeyi tasadduk etmesi câiz olmaz. Çünkü onun malıdır. Kendi rızâsı olmadıkça hiçbir Müslümanın malı helal
değildir.
(1) Müslim, Kitâbu’l- Vasiyet, Bâbu Mâ Yelhaku’l-İnsae mine’s-Sevabi Ba’de Vefatihi
(1631).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
377
SORU-391: Fakir bir adam zengin bir arkadaşının zekâtını ben
bunu dağıtacağım diye alıyor, sonra bunu kendisine alıyor. Bu davranışın hükmü nedir?
CEVAP: Bu haramdır. Çünkü arkadaşı ona kendisine vekâleten
başkalarına dağıtsın diye vermiştir. O ise bunu kendisine almıştır. İlim
adamları vekili olduğu şeyde kendisi için bir tasarrufta bulunmasını câiz
görmemişlerdir. Buna göre bu şahsın aldığı şeyi kendisi için de kullanacağını daha önceden arkadaşına açıklaması gerekir. O buna izin verirse
kendisine de alabilir. İzin vermezse kendisi için aldığı şeyi arkadaşının
zekâtını ödemek için tazmin etmesi gerekir.
Bu münasebetle ben bazı câhil insanların içine düştükleri bir duruma da dikkat çekmek istiyorum. O da şuur: Adam fakir olduğu için
zekât alıyor. Sonra Allah teâlâ onu zengin ediyor ve fakirlikten kurtarıyor. Fakat insanlar ona hala fakirdir diye zekât vermeye devam ediyorlar, o da almaya devam ediyor. İnsanlardan öyleleri var ki bunlar zekâtı
alıp yiyorlar ve ben kimseden istemedim ki bu bana Allah’ın gönderdiği
bir rızıktır, diyorlar. Bu haramdır. Çünkü Allah’ın zengin ettiği kimsenin zekâttan bir şey alması haramdır.
Bazıları da zekâtı alıyorlar, sonra zekât sahibinin vekâleti olmadan
bunu başkasına veriyorlar. Bu da haramdır. Birincisinin altında bile olsa
bu şekilde tasarruf etmesi helal değildir. Fakat bunu yapması ona haramdır. Tasarruf izni vermediği zaman sahibine zekâtı tazmin etmesi
gerekir.
378
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
ORUÇLA İLGİLİ
FETVALAR
379
380
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ORUÇ
SORU-392: Orucun farz kılınmasının hikmeti nedir?
CEVAP: Allah teâlâ’nın: “Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere
farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (Bakara: 183) ayetini okuduğumuz zaman orucun farz kılınmasındaki hikmetin takvâ ve Allah kulluk olduğunu anlarız. Takva, haramları terk
etmektir. Mutlak olarak zikredildiğinde emredilen şeyleri yapmayı ve
yasakları terk etmeyi kapsar. Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Yalan sözü, yalanla amel etmeyi ve cehaleti terk etmeyen kimsenin yemeyi içmeyi terk
etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur.”(1) buyurmuştur. Buna göre oruçlunun
farzları yerine getirmesi ve haram sözler ve haram fiillerden uzak durması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. İnsanları gıybet etmemeli, yalan
söylememeli, aralarında laf taşımamalı, haram alışveriş yapmamalı ve
bütün haramlardan uzak durmalıdır. İnsan tam bir ay boyunca bunu
yaparsa senenin kalan kısmında kendi kendine istikâmet üzere olacaktır.
Fakat maalesef oruçluların pek çoğunun oruçlu günleri ile oruçsuz
günleri arasında bir fark görülmüyor. Onlar âdetleri olduğu gibi yine
farzları terk ediyorlar ve haramları işliyorlar. Üzerlerinde orucun vakarı
hissedilmiyor. Bu fiiller orucu iptal etmez fakat sevabını eksiltir. Bazen
terazide bu fiiller orucun ecrinden ağır gelebilir ve oruçlunun sevabı
zayi olur.
SORU-393: Burada ümmetin birliğini sağlamak arzusuyla mübarek Ramazan ayının girişinde ve diğer aylarda hilalin değişik yerlerde
değişik zamanlarda görünmesini hilalin Mekke’deki görünme zamanlarına bağlanmasını isteyenler bulunmaktadır. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
CEVAP: Astronomi ilmi açısından bu mümkün değildir. Çünkü
(1) Buhârî, Kitâbu’s-Sıyâm, BâbuMen lem Yedeu Kavle’z-Zûri (1903).
382
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Şeyhulislâm İbn Teymiye’nin de dediği gibi bu ilmi bilen kimseler hilalin
farklı yerlerde farklı zamanlarda doğacağında görüş birliği içindedirler.
Böyle bir farklılık olunca da her belde için ayrı bir hükmün olması (her
beldede ayın farklı zamanda başlaması) akli ve nakli delîlin gereğidir.
Nakli delîl Allah teâlâ’nın şu ayetidir: “O halde sizden her kim bu
aya şahit olursa onda oruç tutsun.” (Bakara: 185). Mekkeliler hilali gördükleri halde dünyanın en uzak bölgesindeki insanların hilali görmedikleri farz edildiği zaman bu ayetteki hitap hilali görmeyenlere nasıl
yönelik olur? Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Hilali gördüğünüz zaman oruç
tutun, hilali gördüğünüz zaman bayram ediniz.” buyurmuştur.(1) Bu
hadîsi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Mekkeliler hilali gördüğü zaman mesela Pakistanlıları ve onların doğusundakileri onların ufuklarında hilal görülmediği ve Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de orucu hilalin
görülmesine bağladığı halde oruç tutmaya nasıl mecbur ederiz?
Akli delîle gelince bu karşı çıkılması mümkün olmayan doğru bir
kıyastır. Biz biliyoruz ki fecrin aydınlığı dünyanın doğu tarafında batı
tarafından önce ortaya çıkar. Bizim doğumuzdaki bölgelerde şafak söktüğü zaman biz henüz gecenin karanlığında olduğumuz halde imsake
başlamaya mecbur muyuz? Hayır. Bizim batımızdaki bölgelerde güneş
battığı fakat biz henüz gündüzün içinde olduğumuz zaman orucumuzu
açmamız câiz olur mu? Hayır. O halde hilal, tamamen güneş gibidir.
Hilalle vakit belirlenirken aylık olarak belirlenir. Güneşle belirlenirken
günlük olarak belirlenir. “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size
helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın
sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde itikâf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah,
ayetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.” (Bakara: 187)
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Savm, Bâbu Kavli’n-Nbiyyi sallallahu aleyhi ve sellem: ‫ﺍﺫﺍﺭﺃﻳﺘﻢ ﺍﻟﻬﻼﻝ‬
1909)) Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu Vücubi Savmi Ramazan eli Ru’yeti’l-Hilal.
(1081).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
383
buyuran Allah teâlâ “O halde sizden her kim bu aya şahit olursa onda
oruç tutsun.” (Bakara: 185) diye buyurandır. Oruç ve iftarla ilgili şeylerde
her yer için o yere ait bir hükmün varlığını kabul etmemiz akli ve nakli
delîlin gereğidir. Bu, Allah’ın Kitâbında ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
sünnetinde belirlediği hissi (görülen) bir alametle irtibatlıdır. Bu alametler hilalin görülmesidir, güneşin veya fecrin görülmesidir.
SORU-394: Oruçlu bir kişi bir beldeden başka bir beldeye gittiği
ve birinci belde Şevval hilalinin görüldüğünü ilan ettiği zaman, ikinci
beldenin Şevval hilalini görmediğini bilerek birinci belde halkına tabi
olmak suretiyle bayram edebilir mi?
CEVAP: Bir kimse bir İslâm beldesinden başka bir İslâm beldesine
gittiği ve bayramını gittiği beldeye varıncaya kadar ertelediği zaman o
belde halkı bayram edinceye kadar oruçlu kalır. Çünkü insanların oruç
tuttukları gün tutulan oruç oruçtur. Bayram insanların bayram ettikleri
gün yapılan bayram bayramdır. Kurban da insanların kurban kestikleri gün kesilen kurbandır. Bu böyledir. Hilalin görülmediği bir beldeye
geldiği için bir iki gün fazla oruç tutması tıpkı güneşin bir iki saat geç
battığı başka bir beldeye geldiği gün öncekilerden iki üç saat veya daha
fazla oruç tutmasına benzer. Çünkü ikinci beldeye geldiği zaman hilal
henüz orada görülmemiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬hilali görmedikçe oruç tutmamamızı emretmiştir. Aynı şekilde “Hilali görünce bayram
edin”(1) buyurmuştur.
Bunun tersi olsa mesela henüz hilalin görülmediği bir beldeden hilalin görüldüğü başka bir beldeye gitmiş olsa gittiği beldenin insanlarıyla birlikte bayram yapar ve eksik kalan orucunu daha sonra kaza eder.
Bir gün eksik ise bir gün, iki gün eksik ise iki gün kaza eder. İkincisinde
kaza eder dedik. Çünkü ayın yirmi dokuz günden eksik, otuz günden
fazla olması mümkün değildir. Biz ona yirmi dokuz gün tamam olmasa
bile iftar et dedik. Çünkü hilal görülmüştür. Hilal görüldüğü zaman iftar
edilmesi ve bayram yapılması bir zorunluluktur. Yirmi dokuz günden
eksik tuttuğun zaman, çünkü bir ay yirmi dokuz günden eksik olamaz,
(1) Tahrîci geçti.
384
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
senin bunu yirmi dokuz güne tamamlaman gerekir. Birinci mes’ele yani
hilalin görüldüğü beldeden hilalin görülmediği beldeye intikal etmesi
mes’elesi böyle değildir. Sen geldiğin beldede hilal görülünceye kadar
iftar edemezsin/bayram yapamazsın. Ayın süresi senin için uzasa bile
senin yine de oruç tutman gerekir. Bu uzama günün birkaç sat uzamasına benzer.
SORU-395: Meşakkatli bir işte çalışıp da oruç tutmakta zorlanan
kimse hakkında görüşünüz nedir? Böyle birisini oruç tutmaması câiz
olur mu?
CEVAP: Bu mes’elede benim görüşüm, çalıştığı için oruç tutmamak
haramdır, câiz değildir. İşle orucu bir arada götürmesi mümkün olmadığı zaman Ramazanda orucunu kolayca tutabilmesi için izin almalıdır.
Çünkü Ramazan orucu İslâm’ın rukünlerinden bir rukündür, onu ihlal
etmek câiz değildir.
SORU-396: Küçük bir kız hayız gördü ve bilmediği için hayızlı günlerde de oruç tuttu. Bu kızcağız ne yapması gerekir?
CEVAP: Hayızlı olduğu günlerde tutmuş olduğu oruçları kaza etmesi gerekir. Çünkü bilmeyerek de olsa hayızlı günlerde tutulan oruç
kabul edilmez, sahîh değildir. Kazanın belli bir vakti yoktur.
Bir de bu mes’elenin tersi vardır: Kadın küçükken hayız görür, ailesine söylemeye utanır. Küçük olduğu için oruç da tutmamaktadır. Bunu
da tutmadığı Ramazan orucunu kaza etmesi gerekir. Çünkü bir kadın
hayız gördüğü zaman mükellef olur. Çünkü hayız görmek erişkin olmanın alametlerindendir.
SORU-397: Kendi maişetini ve çoluk çocuğunun maişetini temin
etmek için Ramazan orucunu terk eden bir kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Kendisinin ve çocuklarının maişetini temin etmek gerekçesiyle Ramazan orucunu terk eden bu adam te’vîl ederek bunu yaptığı
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
385
zaman zanneder ki, hastanın oruç tutmaması câiz olduğu gibi ancak
oruç tutmayarak maişetini temin edebilen kimsenin oruç tutmaması da
câizdir. Böyle düşünüp de oruç tutmayan kimse bir te’vîlcidir, hayatta
ise orucunu kaza eder, ölmüş ise onun adına oruç tutulur. Velîsi onun
adına oruç tutmazsa, tutmadığı her bir gün için onun adına bir fakiri
doyurur.
Te’vîl yapmaksızın orucu terk ettiği zaman ilim adamlarının tercih
edilen görüşüne göre her ibâdetin belli bir zamanı vardır, insan o ibâdeti
herhangi bir mazereti olmaksızın belirlenen vaktinin dışına çıkardığı
zaman bu ibâdet kendisinden kabul edilmez. Mazeretsiz olarak vaktinin
dışında yaptığı bir ibâdetten eline geçecek olan sâlih amel, bol nafile ve
istiğfar sevabından başka bir şey değildir. Bunun delîli Peygamber ‫ﺻﲆ‬
‫’اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh olarak gelen şu hadîstir: “Kim bizim dînimizde olmayan bir ameli işlese o reddolunur.”(1) Vakti belirlenmiş bir ibâdet vaktinden önce de yapılmadığı gibi vaktinden sonra da yapılmaz. Cehalet
ve unutkanlık gibi bir mazeret olduğu zaman ise Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kim uyuduğu veya unuttuğu için
namazını geçirirse hatırladığı zaman kılsın. Bu namazın bundan başka
kefareti yoktur.”(2) Bununla beraber cehaletin daha ayrıntılı anlatılmasına ihtiyaç vardır, onun da yeri burası değildir.
SORU-398: Oruç tutmamayı mubah kılan mazeretler nelerdir?
CEVAP: Kur’ân’da geçtiği gibi oruç tutmamayı mubah kıllan mazeretler hastalık ve yolculuktur. Kadının hamile olması ve oruç tuttuğu zaman kendi canının veya çocuğunun canının tehlikeye girmesinden korkması bir mazerettir. Kadının emzikli olması ve oruç tuttuğu
zaman kendisine veya çocuğuna zarar vereceğinden korkması yine bir
mazerettir. Bir kimsenin masum bir insanı ölmekten kurtarmak için
orucunu bozmaya ihtiyaç duyması yine bir mazerettir. Mesela: Denizde
boğulmakta olan bir kişiyi veya etrafı ateşle çevrilmiş yanmakta olan bir
şahsı görmesi ve onu kurtarmak için orucunu bozmaya ihtiyaç duyması
(1) Tahrîci geçti.
(2) Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid, Bâbu kazai’s-Salati’l-Faiteti.
386
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
durumunda orucunu bozup onu kurtarır. Bir kimsenin Allah yolunda
cihâd ederken daha güçlü olmak için orucunu bozmaya ihtiyaç duyduğu
zaman iftar etmesi de mubah kılan sebeplerdendir. Çünkü Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Sizler yarın sabah düşmanınızla
karşılaşacaksınız, oruç tutmamak size daha çok kuvvet kazandırır. Binaenaleyh oruç tutmayın.”(1) Kişi oruç tutmamayı mubah kılan bir sebep
bulunduğu ve orucunu bozduğu zaman günün kalan kısmında oruç tutması gerekmez. Bir kimsenin masum bir insanı ölümden kurtarmak için
orucunu bozduğu farz edilse onu kurtardıktan sonra da oruçsuz olarak
devam edebilir. Çünkü orucunu bozmasını mubah kılan bir sebeple orucunu bozmuştur. O zaman bu günün saygınlığından dolayı günün kalan
kısmını oruçlu geçirmesi gerekmez. Oruç bozmayı mubah kılan sebebin
ortaya çıkmasıyla bu saygınlık zâil olmuştur. Bu sebeple biz bu mes’elede
tercih edilen görüşü şöyle ifade ederiz: Hasta olduğu için oruç tutmayan
kimse gün içinde iyi olsa bile günün kalan kısmında oruç tutması gerekmez. Yolcu olduğu için oruç tutmayan kimse gün içinde kendi beldesine
dönse bile günün kalanında oruç tutması gerekmez. Hayızlı olduğu için
oruç tutmayan bir kadın gün içinde temizlense bile günün kalanında
oruç tutması gerekmez. Çünkü bunların hepsi meşru bir sebepten dolayı
o güne oruçsuz girmişlerdir. Dîn onlara oruç tutmamayı mubah kıldığı
için onlar açısından o gün orucun saygınlığı söz konusu değildir. Onların oruç tutmaları gerekmez. Ramazan ayının girdiği kesinlik kazandığı
zamanki durum böyle değildir, o zaman oruç tutmak gerekir. İkisi arasındaki fark açıktır. Çünkü gündüz esnasında Ramazan ayının girdiği
kesin bir delîlle sabit olduğu zaman o gün onlara oruç tutmak farz olur.
Fakat delîl gelmeden önce bilmedikleri için mazurdurlar.
Bu sebeple eğer o gün Ramazan olduğunu bilenler olursa onların
oruç tutmaları gerekir. Ama yukarıda işaret ettiğim diğerleri bilseler
bile oruç tutmamaları mubahtır. İkisi arasındaki fark açıktır.
SORU-399: Ramazanın ilk gecesi hilalin görüldüğü kesinleşmeden
önce uyuyan ve geceden oruca niyet etmeyen kimse şafak söktükten/
(1) Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu Ecru’l-Muftırı fi’s-Seferi İzâ Tevelle’l-Amel (1120).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
387
imsak vaktinden sonra o günün Ramazan olduğunu öğrenirse bu durumda ne yapar? Bu günü kaza eder mi?
CEVAP: Ramazanın ilk gecesi hilalin görüldüğü kesinleşmeden
önce uyuyan ve geceden oruca niyet etmeyen kimse şafak söktükten /
imsak vaktinden sonra o günün Ramazan olduğunu öğrendiği zaman o
andan itibaren oruç tutmaya başlar ve cumhura göre o günü daha sonra
kaza eder. Bildiğim kadarıyla bu konuda sadece Şeyhulislâm İbn Teymiyye muhalif kalmıştır. Çünkü o şöyle demektedir: Niyet bilgiyi takip
eder. Hâlbuki o bilmemektedir. Bilmediği için de mazurdur. Geceden
niyet etmeyi bilerek terk etmiş değildir, bilmemektedir. Bilmeyen ise
mazurdur. Buna göre bildiği andan itibaren oruç tuttuğu zaman orucu
sahîhtir. Bu görüşe göre kaza etmesi gerekmez.
Âlimlerin cumhuru ise şöyle demişlerdir: Hem oruç tutması, hem
de onu kaza etmesi gerekir. Onlar bunu, o günün bir parçasını niyetsiz
geçirmişlerdir diye açıklamışlardır.
Bana göre o günü kaza etmek ihtiyata daha uygundur.
SORU-400: Bir kimse bir mazeretten dolayı gündüz orucunu bozduğu ve gün bitmeden mazereti zâil olduğu zaman o günün kalanını
oruçlu geçirmesi gerekir mi?
CEVAP: Gerekmez. Çünkü bu adam şer‘î bir delîlle o gün oruç
bozmayı mubah görmüştür. Şerîat mecbur kalan kişinin mesela ilaç almasını mubah kılmıştır. Lakin ilacı aldığı zaman orucu bozulur. Artık
onun açısından o günün haramlığı yoktur. Çükü onun iftar etmesine
izin verilmiştir. Fakat o günü kaza etmesi gerekir. Şeran hiçbir faydası
olmaksızın onu oruç tutmaya mecbur etmemiz doğru olmaz. Hiçbir yararı olmadığı için onu yemekten içmekten alıkoymayız.
Bunun bir örneği de şudur: Suda boğulmakta olan birini gören ve
eğer su içersem ben bu adamı kurtarabilirim, içmezsem kurtaramam
diyen bir adam suyu içer, boğulmakta olanı kurtarır ve gününün kalanında da yer ve içer. Çünkü şer‘î bir delîl gereğince bunu mubah gördüğü için bu günün haramlığı onun açısından ortadan kalkmıştır. Artık
388
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
günün kalanında oruç tutması gerekmez. Bu sebeple eğer burada hasta
bir şahıs olsaydı o hasta kişiye: Ancak acıktığın zaman ye, ancak susadığın zaman iç, der miydik? Yani ancak zarûret miktarınca yiyebilirsin
ve ancak zarûret miktarınca içebilirsin der miydik? Ona bunu söyleyemezdik. Çünkü hastanın iftar etmesi mubah kılınmıştır. Şer‘î bir delîl
gereği Ramazanda orucunu açan hiç kimsenin yemekten ve içmekten
kendisini alıkoyması gerekmez. Aksi olursa bunun aksi geçerlidir. Yani
mazeretsiz olarak orucunu açan kimsenin kaldığı yerden orucun devam
etmesi gerekir. Çünkü onun orucunu açması helal değildir, şer‘î bir izin
olmaksızın o günün saygınlığını çiğnemiştir. Dolayısıyla onun ünün kalan kısmında oruçlu kalması ve bozduğu orucunu kaza etmesi gerekir.
Allah en iyi bilendir.
SORU-401: Kanaması olan ve doktorlar tarafından oruç tutması yasaklanan bir kadının hükmü nedir?
CEVAP: Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı ki, insanları irşat için, hak ile bâtılı ayıracak olan, hidâyet rehberi ve delîller
halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu
aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık
diler zorluk dilemez.” (Bakara: 185). Bir kimse iyileşme umudu olmayan
bir hastalıkla hasta olduğu zaman her bir gün için bir fakiri doyurur.
Doyurma şekli şudur: Onlara pirinç dağıtır, pirinçle beraber et ve daha
başka şeylerin de bulunması güzel olur. Veya onları akşam yemeğine
veya sabah kahvaltısına çağırır, yemek yedirir veya kahvaltı yaptırır. İyileşme umudu bulunmayan hastanın hükmü budur. Sözü esilen şekilde
akıntısı olan kadın da bu tür dendir. Onun da her gün için bir fakiri
doyurması gerekir.
SORU-402: Yolcunun namazı ve orucu nasıl olur?(1)
CEVAP: Yolcu beldesinden çıktığı andan itibaren tekrar dönün(1) Fetvayı ibaresiyle muhafaza etmek için burada namazı da zikrettim.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
389
ceye kadar namazları iki rekâttır. Çünkü Aişe radıyallahu anha şöyle
dedi: “Namaz ilkin iki rekât olarak farz kılındı, yolculukta iki rekât
olarak kaldı, hazarda namaz –dörde- tamamlandı.” Başka bir rivâyette:
“Hazarda kılınan namaza ilave yapıldı” ifadesi geçmektedir.(1) Enes b.
Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ile birlikte
Medîne’den Mekke’ye gitmek üzere yola çıktık. Medîne’ye dönünceye
kadar iki rekât iki rekât olarak kıldı.”(2)
Fakat imamla birlikte kıldığı zaman, ister namaza başından yetişsin, isterse sonradan yetişsin dörde tamamlar. Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
şu hadîsi genel hüküm ifade eder: “Kameti işittiğiniz zaman namaza
yürüyünüz. Sükûnet ve vakardan ayrılmayınız, koşmayınız. Yetiştiğinizi
kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız.”(3) “Yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız.” sözü dört rekât namazı ve diğer namazları kılan
imamın arkasında namaza duran yolcuları da içine alır. İbn Abbas radıyallahu anhüma’ya: Yolcu niçin münferit namaz kıldığında iki rekât kılar da mukim bir imama uyduğu zaman dört rekât kılar? diye sorulunca
şöyle dedi: “Sünnet olan budur.”
Namazları cemaatle kılma yükümlülüğü yolcudan düşmez. Çünkü
Allah teâlâ savaş anında bile namazı cemaatle kılmayı emretti ve şöyle
buyurdu: “Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı
arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin
seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına
alsınlar.” (Nisâ: 102). Buna göre yolcu kendi beldesinden başka bir beldede olduğu zaman ezânı işitince mescitte cemaate katılması vâcibtir.
Ancak mescitten uzak bir yerde olduğu veya yol arkadaşlarını kaybetmekten korktuğu zaman cemaate katılmayabilir. Çünkü delîllerin ge(1) Buhârî, K. Taksıri’s-Salat, Bâbu İzâ Harace min Mevzıihi (1090). Müslim, K.
Salatüü’l-Müsafirin ve Kasriha, Bâbu Salatü’l-Müsafirin ve Kasriha, (685).
(2) Buhârî, K.Taksiru’s-Salâ, BâbuMâ Câe fi’t-Taksir,(1081). Müslim, K. Salatüü’lMüsafirin ve Kasriha, Bâbu Salatüü’l-Müsafirin ve Kasriha, (693).
(3) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu La Yes’â ile’s-Salati…(636). Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid,
Bâbu İstihbabi İtyani’s-Salati bi Vekarin ve Sekinetin (602).
390
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
nelliği ezânı veya kameti işiten kimsenin namazı cemaatle kılmalarının
vâcibliğine delâlet etmektedir.
Gönüllü kılınan nafile namazlara gelince, yolcu öğlen, akşam ve
yatsı namazlarının sünnetleri dışındaki bütün nafileleri kılar. Vitri, gece
namazını, kuşluk namazını, sabah namazını ve yukarıda istisna edilen
sünnetlerin dışındaki diğer nafileleri kılar.
Namazların birleştirilerek kılınmasına gelince eğer fiili yolculuk
halinde bulunuyorsa öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek kılması daha faziletlidir. Cemi takdim veya cemi te’hîrden hangisi kolayına geliyorsa bu namazları o şekilde kılması daha faziletlidir.
Eğer bir yerde konaklıyorsa cem yapmaması daha faziletlidir. Cem
yaparsa da bir sakınca yoktur. Çünkü her ikisi de Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
sahîh olarak rivâyet edilmiştir.
Yolcunun Ramazanda oruç tutmasına gelince her ne kadar iftar etmesinde sakınca olmasa da oruç tutması daha faziletlidir. İftar ederse
tutmadığı günleri kaza eder. Ancak iftar etmesi kendisine kolaylık sağlayacaksa iftar etmesi daha faziletlidir. Çünkü Allah teâlâ ruhsatlarıyla
amel edilmesini sever. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.
SORU-403: Yolcunun meşakkat çekerek oruç tutmasının hükmü
nedir?
CEVAP: Oruç tutmak yolcuya tahammül edilebilir bir meşakkat
verdiği zaman mekruhtur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬gölgelendirilen bir adam gördü. Etrafını kalabalık bir insan topluluğu sarmıştı.
“Ona ne olmuş?” diye sordu. Ashap: Oruç tutan bir adam, cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Yolculukta oruç tutmak iyilik değildir.”(1)
Ancak şiddetli bir meşakkat olduğu zaman iftar etmesi vâcib olur.
Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬insanlar orucun kendilerine meşak(1) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, BâbuKavli’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem li men Zallele aleyhi ve ‘ştedde’l-Harru: “1946) “‫)ﻟﻴﺲ ﻣﻦ ﺍﻟﺒﺮﺍﻟﺼﻮﻡ ﻓﻲ ﺍﻟﺴﻔﺮ‬. Müslim Kitâbu’sSıyâm, Babü Cevazi’s-Savmive’l-Fıtri fi Şehri Ramazan li’l-Müsafiri min Ğayri Masiyetin..(1115).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
391
kat verdiğinden şikâyetçi oldukları zaman onlara oruçlarını açtırmıştır.
Sonra kendisine bazı kimselerin oruç tuttukları söylendiğinde şöyle demiştir: “Onlar isyankârdır, onlar isyankârdır.” (1)
Oruç tutmak kendinse zor gelmeyen yolcuya gelince Peygamber ‫ﺻﲆ‬
‫ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yolculuk esnasında da oruç tuttuğu için ona uyarak oruç
tutması daha faziletlidir. Nitekim Ebu’d-Derda radıyallahu anh şöyle
demiştir: “Şiddetli sıcak bir Ramazanda biz Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ile birlikte yolculuk yapıyorduk. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ve Abdullah b. Ravaha’dan başka içimizde oruç tutan kimse yoktu.”(2)
SORU-404: Zamanımızda modern ulaşım araçlarının bol olması sebebiyle oruç tutmak oruçluya meşakkat vermediği halde yolcunun
oruç tutmasının hükmü nedir?
CEVAP: Yolcu orucunu isterse tutar, isterse tutmaz. Çünkü Allah
teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler
zorluk dilemez.” (Bakara: 185). Allah kendilerinden razı olsun sahâbîler
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ile birlikte yolculuk ederlerdi ve kimisi oruçlu
olur, kimisi oruçsuz olurdu. Oruç tutan oruç tutmayanı ve tutmayan
tutanı ayıplamazdı. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yolculuk esnasında oruç
tutardı. Ebu’d-Derda radıyallahu anh şöyle dedi: “Şiddetli sıcak bir Ramazanda biz Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ile birlikte yolculuk yapıyorduk.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den ve Abdullah b. Ravaha’dan başka içimizde oruç tutan kimse yoktu.”(3)
Yolcu hakkındaki kural oruç tutup tutmamakta serbestliktir. Fakat
eğer oruç kendisine meşakkat vermeyecekse tutması daha faziletlidir.
Çünkü bunda üç tane fayda vardır:
Birincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e uymaktır.
(1) Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Babü Cevazi’s-Savmive’l-Fıtri fi Şehri Ramazan li’lMüsafiri min Ğayri Masiyetin..(1114).
(2) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu 35 (1945), Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu Te’hîr fi’sSavm ve’l-Fıtıt fi’s-Sefer, (1122).
(3) Tahrîci geçti.
392
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
İkincisi: Kolaylıktır. Oruç tutmanın insana daha kolay gelmesidir.
Çünkü insan başkalarıyla birlikte tuttuğu zaman oruç kendisine daha
kolay gelir.
Üçüncüsü: Süratle borçtan kurtulmasıdır.
Eğer oruç tutmak kendisine meşakkat veriyor ise oruç tutmaz. Bu
gibi durumlarda yolculukta oruç tutmak iyi bir şey değildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬gölgelendirilen bir adam gördü. Etrafını kalabalık bir insan topluluğu sarmıştı. “Ona ne olmuş?” diye sordu. Ashap:
Oruç tutan bir adam, cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurdu: “Yolculukta oruç tutmak iyilik değildir.”(1)
Bu hüküm, oruç tutmak kendisine zor gelen bu adamın durumunda
olan herkes için geçerlidir.
Buna göre biz deriz ki: Soruyu soran kişinin de dediği gibi zamanımızda yolculuk kolaylaşmıştır. Yolculukta oruç tutmak genellikle zor
değildir. Yolculukta oruç tutmak meşakkat vermediği zaman oruç tutması daha faziletlidir.
SORU-405: Yolcu Mekke’ye oruç olarak ulaştığı zaman umreyi eda
etmede kendisini güçlendirmek için orucunu bozabilir mi?
CEVAP: Biz deriz ki, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Fetih yılı
Ramazan’ın yirmisinde Mekke’ye girmişti. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
oruçlu değildi. Mekkelilerin içinde namazlarını iki rekât kılıyordu ve
onlara şöyle diyordu: “Ey Mekkeliler! Siz tam kılınız. Çünkü biz yolcu
bir toplumuz.”(2) Buhârî’nin rivâyetine göre Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
yolcu olduğu için ayın kalan günlerinde de oruç tutmamıştı. Umrecinin
yolculuğu Mekke’ye ulaşmasıyla sona ermez. Mekke’ye oruçsuz olarak
geldiği zaman orada oruç tutması gerekmez. Bazı insanlar günümüzdeki yolculukta oruç tutmak meşakkatli olmaktan çıkmıştır düşüncesiyle
yolculukta bile oruç tutmaya devam edebilirler, sonra Mekke’ye gelirler
ve yorgun düşerler. Bunun üzerine acaba oruca devam edip umreyi if(1) Tahrîci geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Meğazi, BâbuĞazveti’l-Fetih fi Ramazan (4275).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
393
tardan sonraya mı ertelesem yoksa Mekke’ye varır varmaz Umreyi eda
etmek için orucumu bozsam mı diye kendi kendilerine konuşurlar.
Ben derim ki Mekke’ye ulaşır ulaşmaz şevkli ve heyecanlı iken umreyi eda etmen için orucu bozman daha efdaldir. Çünkü umre ibâdetini
eda etmek için Mekke’ye gelen bir kimsenin bu ibâdeti hemen eda etmek için acele etmesi sünnettir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ihramlı iken
Mekke’ye girince hemen Mescid-i Haram’a koşmuştur. Ta ki hayvanını
mescidin yanına çöktürmüş ve ihramına büründüğü umresini eda etmek için Mescid-i Haram’a girmiştir. Senin de – ey umreci kardeş- gündüz şevk ve heyecanla umreni eda etmen için orucunu bozman, oruçlu
kalıp sonra gece iftardan sonra umreyi kaza etmenden daha hayırlıdır.
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sabit olduğuna göre o Mekke gazvesi için
yola çıktığında oruçlu idi. İnsanlar ona geldiler ve: Ya Rasûlallah! İnsanlar oruç meşakkat veriyor, onlar senin ne yapacağını bekliyorlar, dediler.
Bu konuşma ikindiden sonra olmuştu. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir su
istedi ve insanların bakışları altıda suyu içti. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yolculuk esnasında, üstelik günün sonunda orucunu bozdu.(1) Bütün bunları
ümmetine bunun câiz olduğunu açıklamak için yaptı. Bazı insanların
meşakkatli olmasına rağmen kendilerini oruca zorlamaları kesinlikle
sünnete aykırıdır ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Yolculukta oruç tutmak iyi bir şey değildir.”(2) sözüne uygundur.
SORU-406: Emzikli kadının oruç tutmaması câiz midir? Ne zaman
kaza eder? Fidye verebilir mi?
CEVAP: Emzikli kadın oruçtan dolayı çocuğunun zarar görecek şekilde sütsüz kalacağından korktuğu zaman orucunu bozması câizdir.
Fakat tutmadığı oruçları daha sonra kaza eder. Çünkü o, şu ayetteki
hastaya benzer: “Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler
sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez.” (Bakara: 185). Mahzur ortadan kalktığı zaman ister kışın kısa ve
serin günlerde, isterse gelecek sene başka günlerde orucunu kaza eder.
(1) Müslim, Kitâbu's-Sıyâm, Bâbu Cevâzu's-Savm... (1114).
(2) Tahrîci geçti.
394
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Fidye vermesine gelince oruç tutmasına mani bir durum veya iyileşme
umudu bulunmayan devamlı bir özrü bulunmadıkça fidye vermesi câiz
olmaz. Fidye tutulamayan orucun karşılığında bir fakirin doyurulması
demektir.
SORU-407: Oruçlu bir kimse gününün bir kısmını açlık ve susuzluğun şiddetinden dolayı kendini salmış bir halde geçirdiği zaman bunun
orucun sıhhatine bir etkisi olur mu?
CEVAP: Bunun orucun sıhhatine hiçbir etkisi olmaz. Bunda orucun ecri bile artar. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Aişe radıyallahu anha’ya şöyle dedi: “Senin ecir ve sevabın katlanacağın meşakkate
göredir.”(1) İnsanın Allah’a itaatte karşılaştığı zorluklar arttıkça ecir ve
sevabı da artar. Orucu hafifletmek için suyla serinlemek ve serin bir yerde oturmak gibi şeyler yapabilir.
SORU-408: Ramazanda her gün oruç tutmaya niyet etmek gerekir
mi, yoksa toptan bir ay oruç tutmaya niyet etmek yeterli midir?
CEVAP: Ramazanın başında bir defa niyet etmek yeterlidir. Çünkü
oruçlu her gün geceden niyet etmese bile ayın başından itibaren oruç
tutmaya niyet etmiştir. Fakat ay içinde yolculuk veya hastalık veya başka
bir sebeple oruca ara verecek olursa yeniden niyet etmesi gerekir. Çünkü
yolculuk, hastalık ve benzeri bir şeyle orucu kesintiye uğramıştır.
SORU-409: Yeme ve içme olmaksızın orucu tutmamaya kesin niyet
etmek orucu bozar mı?
CEVAP: Malumdur ki oruç, niyetle birlikte orucu bozan şeyleri terk
etmektir. İnsan orucu bozan şeyleri terkle birlikte oruç tutarak Allah’a
yaklaşmaya niyet eder. Orucu fiilen keseceğine karar verdiği zaman
orucu geçersiz olur. Fakat Ramazanda güneş batıncaya kadar kendisini
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Umre, Bâbu Ecru’l-Umrati ala Kadri’t-Teabi (1787). Müslim,
Kitâbu’l-Hac, Bâbuİhramü’n-Nüfesa… (1211) (126).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
395
yemekten içmekten tutması gerekir. Çünkü Ramazanda mazeretsiz olarak orucunu bozan kimsenin kendisini tutması ve kaza etmesi gerekir.
Karar vermeyip tereddütlü olduğu zaman ise konu âlimler arasında
ihtilâflıdır.
Kimine göre orucu bâtıldır/geçersizdir, çünkü tereddüt kararlılığa
aykırıdır.
Kimine göre ise orucu geçersiz değildir. Çünkü asıl olan oruca ara
vermeye karar verinceye ve tereddüdünü giderinceye kadar niyetin bekasıdır. Bu görüş daha kuvvetli olduğu için benim de tercihimdir. Allah
en iyi bilendir.
SORU-410: Oruçlu unutarak yediği zaman hüküm nedir? Bunu gören kimsenin ne yapması gerekir?
CEVAP: Oruçlu olduğu halde unutarak yiyip içen kimsenin orucu
sahîhtir. Fakat hatırladığı zaman hemen bırakması gerekir. Hatta lokma
veya yudum ağzında iken hatırladığı zaman hemen çıkarıp atması gerekir. Orucun tamam olduğunun delîli Ebû Hureyre radıyallahu anh’in
rivâyet ettiği şu hadîstir: “Kim oruçlu iken unutarak yer veya içerse orucunu tamamlasın. Onu sadece Allah yedirmiş ve içirmiştir.”(1) Çünkü Kişi
unutarak yasak bir fiili işlediği zaman hesaba çekilmez. Çünkü Allah
teâlâ bize şu duayı öğretmiştir: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Böyle dua eden kimseye
Allah teâlâ’nın öyle yaptım diyeceğini bize Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
haber vermiştir.
Bunu gören kimsenin ise ona hemen oruç olduğunu hatırlatması
gerekir. Çünkü bu bir münkeri değiştirmektir. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen
eliyle değiştirsin: Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da
gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. Îmânın en zayıfı da budur.”(2) Şüphesiz oruçlunun oruçlu halinde yemesi ve içmesi bir kötülüktür. Fakat
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Savm, Bâbu İzâ Ekele ev ŞeribeNasiyen (1933). Müslim, Kitâbu’sSıyâm, Bâbu Eklü’n-Nâsî ve Şürbihi (1155).
(2) Müslim, Kitâbu’l- Îmân, Bâbu Kevni’n-Nehyi Ani’l-Münkeri mine'l-Îmân (49).
396
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
unutma halinde sorumlu tutulmayacağı için affedilmiştir. Fakat gören
kimsenin bu kötülüğü görmezlikten gelmesi affedilir bir şey değildir.
SORU-411: Oruçlunun sürme kullanmasının hükmü nedir?
CEVAP: Oruçlunun gözlerine sürme çekmesinde, damla damlatmasında, keza kulağına damla damlatmasında, tadını boğazında hissetse bile bir sakınca yoktur. Bu tür şeyler orucunu bozmaz. Çünkü
bunlar yemek ve içmek değildir. Veya yeme ve içme anlamına gelmez.
Oruçlu iken yeme ve içmeyi yasaklayıcı delîl gelmiştir. Yeme ve içme
anlamında olmayan şeyler onlara ilhak edilemezler. Bizim bu söylediğimiz, Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin tercih ettiği görüştür ve doğrusu da
budur. Ancak burnuna damla damlatır da kasıtlı olarak karnına giderse
orucu bozulur. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Oruçlu olmadıkça burnuna su verirken mübalağa et.”(1)
SORU-412: Oruçlunun misvak ve koku kullanmasının hükmü nedir?
CEVAP: Doğrusu oruçlunun günün başında ve sonunda misvak
kullanması sünnetiir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsi oruçluyu da
kapsar: “Misvaklanmak, ağızın temiz kalmasına ve Rabb'in razı olmasına
sebebdir”(2) “Ümmetime meşakkat verecek olmayaydım, her abdest alışta
dişlerini misvakla temizlemelerini onlara muhakkak emrederdim.”(3)
Güzel kokuya gelince günün başında ve sonunda oruçlu için bu da
câizdir. Bu koku ister buhur olsun, ister yağ olsun isterse başka bir şey
olsun fark etmez. Ancak buhuru buruna çekmek câiz değildir. Çünkü
buhurun maddi ve görünen parçaları vardır. Burnuna çektiği zaman
burnun içinde ilerler sonra mideye ulaşır. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Lekît b.
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- İstinsar, (142). Tirmizî, Kitâbu’t-Tahâret, Bâbu el-Mübalağatü
fi’l-İstinşak, (87). İbn Mâce, Kitâbu’l- Tahâret ve Sünenüha, Bâbu Tahlili’l-Esabiı
(448).
(2) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu es-Sivaku’rRatbu ve’l-Yabisi li’s-Saimi.
(3) Buhârî. Müslim, Kitâbu’t-sTahâret, Bâbu es-Sivak (252).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
397
Sabre’ye şöyle buyurmuştur: “Oruçlu olmadıkça burnuna su verirken
mübalağa et.”(1)
SORU-413: Orucu bozan şeyler nelerdir?
CEVAP: Orucu bozan şeyler şnlardır:
1- Cinsel ilişki
2- Yemek
3- İçmek
4- Meninin şehvetle inmesi
5-Yeme ve içme manasına gelen şeyler
6- Kasten kusmak
7- Hacamatla kan aldırmak
8- Hayız ve nifas kanının çıkması.
Yemek, içmek ve cinsel ilişkinin orucu bozduğunun delîli Allah
teâlâ’nın şu ayetidir: “Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar
yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun.” (Bakara: 187)
Şehvetle meninin inmesine gelince bunun delîli Allah teâlâ’nın şu
hadîsi kuside söyledikleridir: “Kulum, yemesini, içmesini ve şehvetini benim için terk ediyor.”(2) Meninin gelmesi bir şehvettir. Bunun delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsidir: “Birinizin cinsî münasebetinde
bile sadaka vardır.” Ashâb: Ya Resûlallah! Birimiz şehvetini tatmin eder
de, onda da ecir mi olur? diye sormuşlar. Resûlüllah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
cevap vermiş: “Ne dersiniz, o kimse şehvetini haramla tatmin ederse, ona
günah olur mu? İşte bunun gibi helâlde tatmin ettiği zaman da ona sevap
olur.”(3) Tatmin edilen şey dışarı atılan menidir. Bu sebepledir ki tercih
edilen görüşe göre birleşme olmaksızın şehvetle ve dokunmakla gelse
bile mezi orucu bozmaz.
(1) Tahrîci geçti.
(2) İbn Mâce, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu Mâ Câe fi FadliS-Sıyâm (1638).
(3) Müslim, Kitâbu’z-Zekât, Bâbu Beyâni İsmi’s-Sadakati Yekau ala Külli Nev’in mine’lMa’rufi (1006).
398
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Beşincisi yeme ve içme manasına gelen şeydir ki bu insanı yemekten
ve içmekten müstağni kılan besleyici iğnelerdir. Çünkü bunlar her ne
kadar yemek ve içmek olmasa da insanı yemekten içmekten müstağni
kıldığı için yemek ve içmek anlamındadır. Bir şeyin anlamını taşıyan
onun hükmünü de alır. Bu sebeple vücudun bekası bu iğneyi almasına
bağlıdır. Yani vücut her ne kadar başka bir şeyle beslenmese de bu iğnelerle beslenmesini sürdürür. Besin değeri olmayan ve yeme içme yerine
geçmeyen iğnelere gelince ister damardan alsın, ister adeleden isterse
bedenin başka bir yerinden alsın bunlarla oruç bozulmaz.
Altıncısı kasıtlı kusmaktır. Yani insanın karnındaki şeyin ağzından dışarı çıkıncaya kadar kusmasıdır. Bu orucu bozar. Çünkü Ebû
Hureyre’nin rivâyet ettiği hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle demiştir: “Oruçlu iken istemiyerek kusan kimseye kaza gerekmez. (Ama)
Kendi isteği ile kusarsa, orucunu kaza etsin.”(1) Bunun hikmeti şudur:
İnsan kustuğu zaman karnı yemekten boşalır. Vücut bu boşluğun üzerini tekrar doldurmak ihtiyacını hisseder. Bu sebeple biz deriz ki: Oruç
farz olduğu zaman insanın kusması câiz olmaz. Çünkü kustuğu zman
farz olan orucu bozulur.
Yedincisi ise hacamatla kan çıkmasıdır. Bunun delîli şu hadîstir:
“Hacamat yaptıran da hacamatı yapan da orucunu bozmuş olur.”(2)
Sekizinci ise hayız ve nifas kanının çıkmasıdır. Bunun delîli Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kadınlar hakkındaki şu hadîsidir: “Bir kadın
hayız gördüğü zaman namaz kılmıyor ve oruç tutmuyor değil mi?”(3) Ehli
ilim hayızlının orucunun sahîh olmadığında icma etmişlerdir. Loğusalık (nifas) kanı gören de böyledir.
Bu oruç bozucu şeyler ancak şu üç şartla orucu bozarlar:
1- Bilmek
2- Hatırlamak
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Savm, Bâbu es-Saimu Yestekıü Amden, 2380. Tirmizî, Kitâbu’lSavm, Bâbu Mâ Câe fi Mâ İstekae Amden (720).
(2) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu el-Hacamatü ve’l Kay’u li’s-Saimi. Tirmizî, Kitâbu’sSavm, Bâbu Kerahiyetü’l-Hacamatü li’s-Saimi (774).
(3) Buhârî, Kitâbu’l- Hayz, Bâbu Terkü’l-Haizi’s-Savme (304). Müslim, Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Beyâni Naksi’l-Îmâni bi Naksi’t-Taati, (79).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
399
3- Kasıt.
Oruçlunun orucu ancak bu üç şartla birlikte bozulur:
Birincisi: Şer‘î hükmü bilmesidir, hali yani vakti bilmesidir. Şeri
hükmü veya vakti bilmediği zaman orucu sahîhtir. Bunun delîli Allah’ın
şu ayetleridir: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup
sorguya çekme!” (Bakara: 286). Böyle dua eden kimseye Allah teâlâ’nın
öyle yaptım diyeceğini bize Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬haber vermiştir.
“Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat
kalblerinizin kasdettiğinde vardır.” (Ahzab: 5) bu iki delîl geneldir/oruçluyu da kapsar.
Bu konuda Sünnet’te sadece oruca mahsus delîller de sabit olmuştur.
Adiy b. Hatim radıyallahu anh’ten sahîh olarak gelen hadîste anlatıldığına göre o, oruç tuttu ve –gece- yastığının altına iki ip koydu. Bunlar
deve çöktüğü zaman ön ayaklarını bağladığı biri beyaz, diğeri siyah iki
ip idi. Bu iki ipi birbirinden ayırt edinceye kadar, yer içer, sonra imsake
başlardı. Sabah olunca Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yanına gitti ve bunu
ona söyledi. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de ona ayetteki beyaz ve siyah
ipliklerle bilinen ipliklerin kast edilmediğini, beyaz iplikle gündüzün
beyazlığının, siyah iplikle de gecenin karanlığının kast edildiğini açıkladı ve ona orucunu kaza etmesini emretmedi.(1) Çünkü o, bu konudaki
hükmü bilmiyordu, ayetin anlamının bu olduğunu zannediyordu.
Vakti bilmemeye gelince Sahîhi Buhârî’de Esma binti Ebi Bekir radıyallahu anhüma’dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Biz Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zamanında havanın kapalı olduğu bir günde iftarımızı açmıştık, sonra güneş açıldı.”(2) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onlara bu orucu
kaza etmelerini emretmedi. Eğer kaza etmek vâcib olsaydı onlara bunu
mutlaka emrederdi. Eğer emretmiş olsaydı mutlak ümmete nakledilirdi. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı
biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr: 9). Nakledilmesi
‫ﻭﹶ ﹸﻛ ﹸﻠﻮﺍ ﹾ ﻭﹶ ﹾ‬
‫ﲔ ﻟﹶ ﹸﻜ ﹸﻢ ﹾﺍﳋﹶ ﹾﻴ ﹸ‬
(1) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu Kavlillahi teâlâ: ‫ﺾ ﹺﻣ ﹶﻦ‬
‫ﻂ ﺍﻷﹶﺑ ﹾ ﹶﻴ ﹸ‬
‫ﺍﺷﺮﹶﺑﹸﻮﺍ ﹾ ﹶﺣﺘﱠﻰ ﻳ ﹶ ﹶﺘ ﹶﺒ ﱠ ﹶ‬
‫ﹶ‬
‫ﹾ‬
‫ﹶ‬
‫ﹾ‬
1916)‫ﹶﺠﺮﹺ‬
‫ﻂ ﺍﻷ ﹾ‬
‫ﺳ ﹶﻮﺩﹺ ﹺﻣ ﹶﻦ ﺍﻟﻔ ﹾ‬
‫)ﺍﳋ ﹾﻴ ﹺ‬. Müslim. Kitâbu’l- Sıyâm, BâbuBeyânü İnne’d-Dühule fi’sSavmi Yahsulü bi Tului’l-Fecri (1090).
(2) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu İzâ Eftara fi Ramazane sümme Talalati’ş-Şemsü
(19159).
400
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
için gerekli sebeplerin hepsi olmasına rağmen nakledilmediği zaman
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bunu emretmediği anlaşılır. Onlara bunu
–yani kazayı- emretmeyince bunun gerekli olmadığı anlaşılır. Bunun bir
benzeri şudur: Bir kimse uykudan kalksa ve gece olduğunu zannederek
yese içse, sonra şafak söktükten sonra yediğini ve içtiğini anlasa ona da
kaza gerekmez. Çünkü şafağın söktüğünü bilememişti.
İkinci şart: Hatırlamış olmasıdır. Hatırlamanın zıddı unutmaktır.
Bu şarta göre unutarak yer veya içerse orucu sahîhtir, kaza etmesi gerekmez. Bunun delîli Allah’ın şu ayetidir: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya
da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286).
Böyle dua eden kimseye Allah teâlâ’nın öyle yaptım diyeceğini bize
Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬haber vermiştir. Ebû Hureyre radıyallahu anh’in
rivâyet ettiği bir hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Kim oruçlu iken unutur da yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Onu
sadece Allah yedirmiş ve içirmiştir.”(1)
Üçüncü şart: Kasıttır. Yani insanın bu kişinin oruç bozucu bu fiili
kendi irâdesiyle işlemesidir. Zorlama altında olsun veya olmasın kendi
istek ve irâdesiyle işlemediği zaman orucu sahîhtir. Çünkü Allah teâlâ
küfre zorlanan kimse hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kalbi îmân ile
sükûnet bulduğu halde (dînden dönmeye) zorlananlar dışında, her
kim îmânından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazâb gelir ve kendilerine çok büyük bir azâb vardır.”
(Nahl: 106). Zorda kaldığı için küfre düşenin hükmü bağışlanmak olunca
küfrün altındaki bir günahı işleyenin zorlandığı için bağışlanması daha
evladır. Bunun bir delîli şu hadîstir: “Ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlandığı şey (in günahın)ı Allah teâlâ şüphesiz affetmiştir.”(2)
Buna göre oruçlunun burnuna doğru bir toz uçsa, bu tozun tadını boğazında hissetse ve midesine kadar inse bununla oruç bozulmaz. Çünkü
o bunu kasıtlı yapmamıştır. Aynı şekilde orucunu açmaya zorlansa o
da zorlamayı defetmek için orucunu açsa orucu sahîhtir. Çünkü bunu
kendi isteğiyle yapmamıştır. Yine bir kimse uyurken ihtilam olsa orucu
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) İbn Mâce, Kitâbu’t-Talak, BâbuTalaku’l-Mükrehive’n-Nâsî (2043).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
401
sahîhtir. Çünkü uyuyan kimsenin ihtilam olmak gibi bir maksadı yoktur. Bir erkek oruçlu eşini cinsel ilişkiye zorlasa ve ilişkiye girse kadının
orucu sahîhtir. Çünkü bunu isteyerek yapmamıştır.
Burada iyi anlaşılması gereken bir mes’ele vardır: Bir erkek oruç tutmak üzerine farz olduğu halde Ramazn günü cima ile orucunu bozduğu
zaman bunun beş tane sonucu vardır:
1- Günah
2- Günün kalan kısmında imsake /oruca devamın vâcibliği
3- Orucunun bozulması
4- Orucun kazası
5- Orucun kefareti.
Bu cîmânın sonucunda kendisine gerekecek şeylerin neler olduğunu
bilip bilmemesi arasında fark yoktur. Yani bir adam üzerine oruç farz
oduğu halde Ramazanda cima ettiği fakat bundan dolayı kendisine kefaretin gerekeceğini bilmediği zaman da yukarıdaki sonuçlara katlanır.
Çünkü oruç bozucu fiili kasten işlemiştir. Oruç bozucu bir fiili kasten
işlemesi onun hükümleriyle karşı karşıya kalmasını gerektirir. Ayrıca
Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadîste anlatıldığına göre bir adam
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e geldi ve: Ya Rasûlallah helak oldum, dedi.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona: “Seni helak eden şey nedir?”(1) diye sordu.
Adam: Ramazanda oruçlu iken hanımımla ilişkiye girdim, dedi. Bunun
üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona kefareti emretti. Hâlbuki adam
bunun kefareti gerektirip gerektirmediğini bilmiyordu.
“Oruç üzerine farz olduğu halde” kaydı oruçlunun Ramazanda mesela yolcu iken cima ettiği zamanki halini istisna etmek içindir. Çünkü
bu durumda ona kefaret gerekmez. Mesela bir adam ailesiyle birlikte
Ramazanda ikisi de oruçlu olarak yolculuğa çıksa, sonra eşiyle cinsel
ilişkiye girse bundan dolayı ona kefaret gerekmez. Çünkü yolcu oruca
başladığı zaman bunu tamamlaması gerekmez. Dilerse tamamlar, dilerse orucunu bozar ve kaza eder.
(1) Buhârî, Kitâbu's-Savm (1936); Müslim Kitâbu's-Siyâm, (1111).
402
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-414: Oruçlunun nefes açıcı sprey kullanmasının hükmü nedir? Oru bozulur mu?
CEVAP: Bu sprey buharlaşır ve mideye ulaşmaz. O halde oruçlu
iken bunu kullanmanda bir sakınca yoktur. Bununla orucun bozulmaz.
Çünkü dediğimiz gibi onun parçaları mideye girmez. Çünkü bunlar
uçuşan, buharlaşan ve kaybolan parçaladır. Ondan hiçbir şey mideye
ulaşmaz. O halde oruçlu iken bunu kullanman câizdir. Bununla oruç
bâtıl olmaz.
SORU-415: Kusmak orucu bozar mı?
CEVAP: İnsan kasten kusarsa orucu bozulur, kasıtsız olarak kusarsa
bozulmaz. Bunun delîli Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadîstir: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle demiştir: “Oruçlu iken istemiyerek kusan
kimseye kaza gerekmez. (Ama) Kendi isteği ile kusarsa, orucunu kaza
etsin.”(1)
Kusuntu sana galip gelirse senin orucun bozulmaz. Şayet insan midesinin dalgalandığını ve içindekini çıkaracağını hissederse biz ona deriz ki: Ona engel olma ve içine çekme. Nötr bir konumda dur. Kusmayı
sen isteme, mani de olma. Çünkü kusmayı sen istersen orucun bozulur,
mani olursan zarar görürsün. Senin bir fiilin olmaksızın çıktığı zaman
bırak çıksın. Çünkü bu sana zarar vermez ve orucunu bozmaz.
SORU-416: Diş etlerinden çıkan kan orucu bozar mı?
CEVAP: Dişlerden çıkan kanın oruca bir etekisi olmaz. Fakat mümkün olduğunca onu yutmakan sakınmak gerekir. Aynı şekilde şayet burnu kanarsa ve yutmaktan sakınırsa onun durumu da böyledir. Bundan
dolayı ona bir şey olmaz, kaza etmesi gerekmez.
SORU-417: Hayızlı kadın şafak sökmeden önce temizlense ve imsak
vaktinden sonra yıkansa hüküm nedir?
(1) Tahrîci daha önce geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
403
CEVAP: İmsak vaktinden önce hayızdan temizlendiğinden kesin
olarak emin olduğu zaman orucu sahîhtir. Önemli olan temizlendiğinden emin olmasıdır. Çünkü bazı kadınlar temizlenmedikleri halde
temizlendiklerini zannederler. Bu sebeple kadınlar ellerinde pamukla
Aişe radıyallahu anha’ya gelirler ve onu temizlik alameti olarak ona gösterirlerdi. Aişe onlara şöyle derdi: “Kireç beyazlığını görünceye kadar
acele etmeyin.” O halde bir kadının hayızdan temizlendiğinden emin
oluncaya kadar acele etmemesi gerekir. Temizlendiği zaman şafak sökmeden/imsak vakti girmeden gusletmemiş olsa bile oruca niyet eder.
Fakat namazı da gözetmesi ve sabah namazını vaktinde kılmak için yıkanmada acele etmesi gerekir.
Bize ulaşan bilgilere göre bazı kadınlar şafak söktükten sonra veya
önce hayızdan temizlendikleri halde, daha iyi yıkanmak ve daha iyi
temizlenmek istedikleri gerekçesiyle gusletmeyi güneşin doğuşundan
sonraya erteliyorlarmış. Bu, Ramazanda da başka zaman da yanlıştır.
Çünkü namazı vaktinde kılmaları için acele etmeleri ve yıkanmaları gerekir. Namazı eda etmek için guslün vâcib olanıyla yetinmelidir. Güneş
doğduktan sonra daha fazla yıkanmak ve temizlenmek isterlerse bunda
bir sakınca yoktur. Hayızlı kadın gibi üzerinde cenabet olan bir kadın
fecrin doğuşundan sonra yani imsak vakti girdikten sonra yıkanırsa
bunda bir sakınca yoktur, orucu sahîh olur.
Nitekim bir erkek de şayet üzerinde cünüplük olsa ve ancak fecrin doğuşundan sonra oruçlu olarak yıkansa ona da bir şey lazım gelmez. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ailesine yaklaştığı için cünüplü
iken imsak vakti girince oruca başlamış ve fecrin doğuşundan sonra
gusletmiştir.(1) En iyi bilen Allah’tır.
SORU-418: Oruçlunun diş çektirmesinin hükmü nedir? Orucu bozulur mu?
CEVAP: Diş çekim ve benzeri sebeplerle çıkan kan orucu bozmaz.
Çünkü bu, hacamat tkisi yapmaz ve bununla oruç bozulmaz.
(1) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu İğtisali’s-Saimi (1930). Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu
Sıhhati Savmi Men Talea Aleyhi’l-Fecru ve hüve Cünübün (1109).
404
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-419: Oruçlunun kan tahlili yaptırmasının hükmü nedir?
Orucu bozulur mu?
CEVAP: Tahlil için çıkan kanla oruçlunun orucu bozulmaz. Çünkü
doktorun teşhis koyabilmesi için kan almaya ihtiyaç duyulabilir. Bu orucu bozmaz. Çünkü bu bedende hacamat etkisi yapmayan az bir kandır.
Bu kadar bir kan orucu bozucu değildir. Asıl olan orucun devamıdır.
Orucun bozulması ancak şer‘î bir delîlle mümkündür. Burada oruçlunun bu gibi az bir kanla orucunun bozulacağının delîli yoktur. Ancak
kana ihtiyacı olan bir hastaya enjekte etmek için oruçludan çok miktarda kan alınmasına gelince, bu kadar çok kan alındığı zaman bunun
bedendeki etkisi hacamat etkisi gibi olacağından bununla oruç bozulur.
Bu sebeple tutulan oruç farz bir oruç olduğu zaman oruçlunun herhangi bir kimse için bu kadar çok miktarda kan bağışlaması câiz olmaz.
Ancak bağışlanacak kişi güneş batıncaya kadar sabredemeyecek ölçüde
tehlikeli bir durumda olduğu ve doktorlar da oruçlunun vereceği kanın
yararlı olacağına ve zarûreti gidereceğine karar verdiği zaman kanını
bağışlamasında bir sakınca yoktur. Böyle bir durumda orucunu bozar ve
kuvveti yerine gelinceye kadar yer ve içer. Bozduğu orucunu daha sonra
kaza eder. Allah en iyi bilendir.
SORU-420: Oruçlu mastürbasyon yaptığı zaman bununla orucu
bozulur mu? Kendisine kefaret gerekir mi?
CEVAP: Oruçlu mastürbasyon yaptığı zaman meni gelirse orucu bozulur ve o günü kaza etmesi gerekir, kendisine kefaret gerekmez.
Çünkü kefaret ancak cinsel birleşmeden dolayı gerekir. Ayrıca yaptığından dolayı tevbe etmesi gerekir.
SORU-421: Oruçlunun güzel koku koklamasının hükmü nedir?
CEVAP: İster yağ şeklinde olsun, ister buhur şeklinde olsun oruçlunun güzel koku koklamasında bir beis yoktur. Fakat buhur olduğu
zaman dumanını burnuna çekmemesi gerekir. Çünkü dumanın karna
kadar nüfuz eden bir hacmi vardır. Su ve benzerleri gibi orucu bozar.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
405
Fakat karnına ulaşıncaya kadar içine çekmedikçe sadece koklamakta bir
beis yoktur.
SORU-422: Buhur koklamak ile damla damlatmak arasında ne fark
var? Birincisi orucu bozuyor, ikincisi bozmuyor.
CEVAP: Bu ikisi arasındaki fark şudur: Burnuna buhur çeken kişi
bunun karnına kadar ulaşması için kasten yapmaktadır, fakat damla damlatmakta onu karnına kadar ulaşmasını kastetmemiştir. Sadece
burnunda ve genzinde kalmasını kasertmiştir.
SORU-423: Oruçlunun buruna, göze ve kulağa damla damlatmasının hükmü nedir?
CEVAP: Burun damlası mideye ulaştığı zaman orucu bozar. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Lekît b. Sabre’ye şöyle dedi: “Oruçlu olmadıkça burnuna su verirken mübalağa et.”(1) O halde oruçlunun midesine ulaşacak damlayı burnuna damlatması câiz değildir. Buraya ulaşmayacak
damlayı buruna damlatmak ise orucu bozmaz.
Göz damlası, yine onun gibi sürme ve kulak damlasına gelince bunlar orucu bozmazlar. Çünkü bunlar herhangi bir nasla ve nas manasına
gelecek bir şeyle hükme bağlanmamıştır. Göz yemek ve içmek için bir
menfez değildir. Kulak da böyledir. Bunlar derideki diğer gözenekler
gibi gözeneklerdir. İlim adamları demişlerdir ki bir kimsenin ayağının
içi bir şeyle bulanıp kirlense ve bunun tadını da boğazında hissetse bununla orucu bozulmaz. Çünkü orası bir menfez değildir.
Buna göre sürme kullanan veya gözüne damla damlatan veya kulaklarına damla damlatan kimse bunların tadını boğazında hissetse bile
orucu bozulmaz. Yine bunun gibi oruçlu şayet tedavi amacıyla veya başka bir amaçla kırem sürünse bunun ona bir zararı olmaz. Yine şayet nefes darlığı olsa ve nefesini kolaylaştırmak için şu ağıza sıkılan spreyden
kullansa bununla da orucu bozulmaz. Çünkü bu mideye ulaşmaz, yeme
ve içme olmaz.
(1) Tahrîci geçti.
406
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-424: Oruçlu iken ihtilam olan kimsenin orucu sahîh olur
mu?
CEVAP: Evet, onun orucu sahîhtir. İhtilam olmak orucu bozmaz.
Çünkü insanın irâdesi dışında olan bir şeydir. Uyku halinde ondan
kalem kaldırılmıştır. Zamanımızda pek çok kimsenin yaptığı bir şeye
daikkat çekmem uygun olur: Onlar Ramazan gecelerini uykusuz geçiriyorlar. Bazen hiçbir faydası ve zararı olmayan işlerle uykusuz kalıyorlar. Sonra gündüz olunca da bütün gün uykuya dalıyorlar. Bu uygun
değildir. Bilakis insanın yapması gereken şey orucunu itaatlerle, zikirle,
Kur’ân kıraatiyle ve Allah’a yaklaştırıcı diğer amellerle geçirmesidir.
SORU-425: Oruçlunun serinlemesinin hükmü nedir?
CEVAP: Oruçlunun serinlemesi câizdir, bunda bir beis yoktur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬oruçlu iken sıcaktan veya susuzluktan dolayı başına su dökerdi. İbn Ömer oruçlu iken hararetin şiddetini veya susuzluğun hafifletmek için elbisesini ıslatırdı.(1) Rutubetin oruca etkisi olmaz.
Çünkü o mideye ulaşan bir su değildir.
SORU-426: Oruçlu ağzına veya burnuna su aldığı zaman su karnına
kadar girse bununla oruçcu bozulur mu?
CEVAP: Oruçlu ağzına veya burnuna su aldığı zaman karnına kadar su gitse orucu bozulmaz. Çünkü suyun karnına gitmesinde onun bir
kastı yoktur. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yanılarak yaptıklarınızda
size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır.
Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzab: 5).
SORU-427: Oruçlunun kokulu parfüm kullanmasının hükmü nedir?
CEVAP: Buhur şeklinde olmadıkça bunları Ramazan günü kullan(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Sıyâm, Bâbu es-Saimu Yesubbü aleyhi2l-Mae mine’l-Ataşi…
(2365).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
407
makta ve buruna çekmekte sakınca yoktur. Buhur burna çekilmez. Çünkü onun mideye ulaşan hacmi vardır. O da dumandır.
SORU-428: Burun kanaması orucu bozar mı?
CEVAP: Çok bile olsa burun kanaması orucu bozmaz. Çünkü sahibinin irâdesi dışında bir kanamadır.
SORU-429: Ramazan ayında içine imsak diye bir bölüm konulan
bazı takvimler görüyoruz. Bu bölümde imsak vakitleri sabah namazı vaktinden on onbeş dakika kadar önce olarak gösteriliyor. Bunun
Sünnet’ten bir aslı var mıdır, yoksa bir bid‘at midir? Bize bir fetva veriniz?
CEVAP: Bu bir bid‘attir, Sünnet’te aslı yoktur. Bilakis Sünnet’te
böyle değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ta fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin, için.” (Bakara:
187). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Bilal geceleyin ezân
okur, Şimdi siz İbn Ümmü Mektüm'ün ezânını İşitinceye kadar yiyip
için. Çünkü o fecrin doğuşuna kadar ezânı okumaz.”(1) Bazı insanların
yaptıkları bu imsak ayarlaması Allah’ın farz kıldığı şeye ilave yapmaktır.
Bâtıldır. Bu Allah’ın dîninde aşırı gitmektir. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Aşırılar helâk omuştur. Aşırılar helâk olmuştur. Aşırılar
helak olmuştur.”(2)
SORU-430: Bir kimse havaalanında iken güneş batsa ve müezzin
ezânı okuyunca iftarını açsa, fakat uçak havalandıktan sonra güneşi
görse imsake devam edecek mi?
CEVAP: Bizim buna cevabımız hayır imsak etmesi gerekmezdir.
Çünkü o yeryüzünde iken iftar vakti gelmiştir. O güneşin battığı yer(1) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu Kavli’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem: ““...‫ﻻﳝﻨﻌﻜﻢ‬
1917)). Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu Beyânü enne’d-Dühule fi’s-Savmi Yahsulu bi
Tuluı’l-Fecri.. (1092).
(2) Müslim, Kitâbu’l-İlim, Bâbu Heleke’l-Mütenattıûn (2670).
408
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
de iken güneş batmıştır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Gece şuradan gündüz şuradan gidince ve güneş batınca oruçlu orucunu
açar.”(1) Kendisi havaalanında iken güneş batan kimse orucunu açtığı
zaman onun günü artık sona ermiştir. Günü sona erdiği zaman onun
ertesi güne kadar imsak etmesi gerekmez.
Bu durumda da o kişinin imsak etmesi, kendisini yemeden içmeden
alıkoyması gerekmez. Çünkü o şer‘î bir delîle dayanarak orucunu açmıştır. Şer‘î bir delîl olmadıkça imsak etmesi gerekmez.
SORU-431: Oruçlunun balgam ve sümük yutmasının hükmü nedir?
CEVAP: Balgam veya sümük ağıza gelmediği zaman mezhepteki bir
görüşe göre oruç bozulmaz. Ağıza geldiği ve sonra onu yuttuğu zaman
bu konuda ilim sahiplerinin iki görüşü vardır:
Kimisi bunu yeme ve içmeye ilhak ederek bozar dediler
Kimise de bunu tükürüğe ilhak ederek bozmaz dediler. Çünkü tükürük orucu bozmaz. Hatta tükürüğünü biriktirip yutsa bile orucu bozulmaz.
Âlimler ihtilâf edince Kitap ve Sünnet’e müracaat edilir. Bu mes’elede
ibâdet bozulur mu bozulmaz mı diye şüpheye düştüğümüz zaman asıl
olan bozulmamasıdır. Binaenaleyh balgam yutmak orucu bozmaz.
Önemli olan balgamı kendi halinde bırakması, boğazının altından
ağzına çekmeye çalışmamasıdır. Fakat ağzına kadar çıkarsa oruçlu olsun
veya olmasın onu dışarı atsın. Orucu bozup bozmayacağı mes’elesine
gelince orucu bozması konusunda Allah huzurunda insanın gerekçesi
olacak delîle ihtiyaç vardır.
SORU-432: Yemeğin tadına bakmak orucu bozar mı?
CEVAP: Yutmadığı müddetçe yemeğin tadına bakmakla oruç bo(1) Buhârî, Kitâbu’l- Savm, Bâbu es-Savmü fi’s-Seferi ve’l-İftar (1941).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
409
zulmaz. Fakat ihtiyaç olmadıkça bunu yapma. Bu durumda kasıtsız olarak karnına bir şey girse senin orucun bozulmaz.
SORU-433: Kişinin Ramazan günü haram şeyler konuşması orucunu bozar mı?
CEVAP: Allah teâlâ’nın: “Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere
farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (Bakara: 183) ayetini okuduğumuz zaman orucun farz kılınmasındaki hikmetin takvâ ve Allah kulluk olduğunu anlarız. Takva, haramları terk
etmektir. Mutlak olarak zikredildiğinde emredilen şeyleri yapmayı ve
yasakları terk etmeyi kapsar. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Yalan sözü, yalanla amel etmeyi ve cehaleti terk etmeyen kimsenin yemeyi içmeyi terk
etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur.”(1) buyurmuştur.
Buna göre oruçlunun farzları yerine getirmesi ve haram sözler ve
haram fiillerden uzak durması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. İnsanları gıybet etmemeli, yalan söylememeli, aralarında laf taşımamalı, haram alışveriş yapmamalı ve bütün haramlardan uzak durmalıdır. İnsan
tam bir ay boyunca bunu yaparsa senenin kalan kısmında kendi kendine
istikâmet üzere olacaktır.
Fakat maalesef oruçluların pek çoğunun oruçlu günleri ile oruçsuz
günleri arasında bir fark görülmüyor. Onlar âdetleri olduğu gibi yine
farzları terk ediyorlar ve haramları işliyorlar. Üzerlerinde orucun vakarı
hissedilmiyor. Bu fiiller orucu iptal etmez fakat sevabını eksiltir. Bazen
terazide bu fiiller orucun ecrinden ağır gelebilir ve oruçlunun sevabı
zayi olur.
SORU-434: Yalana şahitlik etmek nedir? Orucu bozar mı?
CEVAP: Yalancı şahitlik en büyük günahlardandır. Yalancı şahitlik
insanın bilmediği bir şeye şahitlik etmesidir veya bildiği şeyin aksine
şahilik etmesidir. Bu, orucu bozmaz fakat sevabını noksanlaştırır.
(1) Buhârî, Kitâbu’s-Sıyâm, BâbuMen lem Yedeu Kavle’z-Zûri (1903).
410
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-435: Orucun adabı nedir?
CEVAP: Orucun adabı, Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve yasaklarından sakınarak takvâya sarılmaktır. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı
gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (Bakara: 183). . Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Yalan sözü, yalanla amel
etmeyi ve cehaleti terk etmeyen kimsenin yemeyi içmeyi terk etmesine
Allah’ın ihtiyacı yoktur.”(1)
Özellikle Ramazanda bol sadaka vermek ve insanlara iyilik yapmak
orucun adabındandır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬insanların en cömerdi
idi ve Ramazanda Cebrail ile buluşup da karşılıklı birbirlerine Kur’ân
okudukları zaman daha da cömert olurdu.
Allah’ın haram kıldığı yalandan, kötü söz ve sövgüden, aldatma ve
hiyanetten, harama bakmak ve haram şeylere kulak vermekten ve oruçlunun ve başkalarının sakınması fakat özellikle oruçlunun sakınması
gereken diğer haramlardan uzak durması orucun adabındandır.
Sahura kalkmak ve sahuru geciktirmek de orucun adabındandır.
Çünkü Peygamber ‫“ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Sahur yapın, çünkü sahurda bereket
vardır.” buyurmuştur.(2)
Yaş hurma ile iftar etmek, bulamazsa kuru hurma ile, onu da bulamazsa su ile iftar etmek, güneş batar batmaz veya güneşin battığına
kesin kanaat getirdiği andan itibaren iftarda acele etmek de orucun adabındandır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece hep hayırda olacaklardır.”(3)
SORU-436: İftar esnasında okunacak rivâyet edilen bir dua var mıdır? Oruçlu müezzinin sözlerini mi tekrarlar, yoksa iftarına mı devam
eder?
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu’l- Avm, b. Bereketi’s-Sahur… (1923). Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm. Bâbu
Fadli’s-Sahur… (1095)
(3) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu Ta’cilü’l-İftyar (1957). Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu
Fazlu’s-Sahur… (1098).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
411
CEVAP: İftar esnasında yapılan dua icâbet zamanında yapılan bir
duadır. Çünkü ibâdetin sonudur. Çünkü iftar saati genellikle insan nefsinin en zayıf düştüğü zamandır. İnsanın nefsi ne zaman zayıf düşerse,
kalbi ne zaman incelirse o zaman huşu ve saygı içinde Allaha daha çok
yönelir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den bu konuda nakledilen dualardan bazılrı şunlardır: Allah’ım senin için oruç tuttum ve senin rızkınla
orucumu açtım. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬orucunu açtığı zaman şöyle
derdi: “Açlık gitti, damarlar ıslandı ve inşaallah ecir ve sevap kesinleşti.”(1)
Her ne kadar bu iki hadîste zayıflık olsa da bazı ilim adamları bunların
hasen olduklarını söylemişlerdir. Her halükârda sen iftar esnasında ister bunlarla dua et, ister aklına gelen başka dualarla dua et o an icâbet
anıdır.
İnsanın iftarını açarken müezzine de icâbet etmesine gelince bu
meşrudur. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: “Müezzini işittiğiniz zaman onun söylediklerini siz de söyleyiniz.”(2) sözü her durumu kapsar.
Sadece delîlin istisnaya delâlet ettiği durumlar bunun dışındadır.
SORU-437: Üzerinde kaza borcu bulunan kimsenin Şevval ayını altı
gün orucunu tutması konusundaki görüşünüz nedir?
CEVAP: Bu sorunun cevabı Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şu hadîsinden
hareketle verilebilir: O şöyle buyurmuştur: “Kim Ramazan orucunu tutar, sonra onun peşinden Şevval ayında altı gün oruç tutarsa sanki bütün
seneyi oruç tutmuş gibi olur.”(3) Bir kimsenin üzerinde kaza borcu olduğu
ve Şevvalden altı gün oruç tuttuğu zaman bunları Ramazandan önce mi
tutmuş olur, yoksa Ramazandan sonra mı tutmuş olur?
Mesela: Ramazanda yirmi dört gün oruç tutan ve üzerinde altı gün
oruç borcu kan bu adam altı günlük borcunu kaza etmeden önce Şevval
ayının altı gün orucunu tuttuğu zaman: Bu adam Ramazanı tuttu sonra
onun peşinden Şevval’in altı gününü tuttu, denilemez. Çünkü bu adam
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu el-Kavl Inde’l-İftar (2357).
(2) Buhârî, Kitâbu’l-Ezân, Bâbu Mâ Yekulü iza Semi’tümü’l-Münadi (611). Müslim,
Kitâbu’s-Salat, Bâbu İstihbabü’l-Kavl Misle Kavli’l-Müezzini (384).
(3) Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm, Bâbu İstihbabi Savmi Sitteti Eyyamin Min Şevval (1164).
412
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Ramazan’ın tamamını tutmadıkça Ramazanı tuttu, denilemez. Şu halde üzerinde Ramazandan kaza borcu bulunduğu halde Şevvalin altı gününü tutan kimseye Şevval orucunun sevabı yazılmaz.
Bu mes’ele, âlimlerin kaza borcu olanın nafile oruç tutmasının cevazı konusundaki ihtilâfı kapsamına girmez. Çünkü âlimlerin ihtilâfı
altı gün orucunun dışındaki nafilelerle ilgilidir. Altı gün orucuna gelince bu, Ramaan orucuna tabidir. Bunun sevabı Ramazanı ancak eksiksiz
tutan için sabit olur.
SORU-438: Ramazanda oruç tutmayan ve Ramazan ayı çıktıktan
dört gün sonra da vefat eden bir hastanın tutmadığı oruçların onun adına kaza edilmesi gerekir mi?
CEVAP: Ona isabet edn bu hastalık beklenmedik bir şekilde gelen
hastalıklardan biri olup da ölünceye kadar devam ettiği zaman onun
adına bu oruç –yakınları tarafından– kaza edilmez. Çünkü Allah teâlâ
şöyle burmaktadır: “Kim hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler
sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez.” (Bakara: 185). Bu hastanın tutamadığı günler sayısınca diğer günler
oruç tutması gerekir. Buna imkân bulamadan öldüğü zaman oruç borcu
ondan düşer. Çünkü orucun ona vâcib olacağı zamana ulaşmamıştır. O,
Şaban ayında ölen kimse gibidir. Şaban ayında ölen kimseye önündeki
Ramazan orucu farz değildir. Fakat hastalık, iyileşme umudu bulunmayan hastalıklardan olduğu zaman aslında ona her bir gün için bir fakiri
doyurmak farz olur.
SORU-439: Ramazandan kalan oruç borcunu ertesi Ramazana kadar kaza etmeyen adam nasıl yapacak?
CEVAP: Malumdur ki Allah teâlâ şöyle buyurmuş bulunmaktadır:
“Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim
de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez.” (Bakara: 185).
Meşru bir mazereti sebebiyle oruç tutmayan bu adamın Allah’ın emrini
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
413
yerine getirmek için onu kaza etmesi gerekir. Bu orucu aynı sene içinde
kaza etmesi üzerine vâcibtir. Ertesi Ramazana kadar erteleyemez. Çünkü Aişe radıyallahu anhüma şöyle demişti: “Bazen üzerimde Ramazan
orucundan borç bulunduğu olurdu da ben bu kaza borcumu ödemeye
muktedir olamazdım, ancak Şaban ayında öderdim.”(1) Aişe Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ile meşguliyeti sebebiyle orucunun kazasını Şaban’a kadar yapamazdı. “Ben bu kaza borcumu ödemeye muktedir olamazdım,
ancak Şaban ayında öderdim.” sözü ertesi Ramazan girmeden önce kaza
orucunun tutulması gerektiğinin delîlidir. Ancak ertesi Ramazandan
sonraya te’hîr ettiği zaman Allah’a istiğfar etmesi, tevbe etmesi, yaptığına pişman olması ve hemen o günden itibaren kaza etmesi gerekir.
Çünkü kazanın, te’hîrle birlikte vakti geçmez. Ertesi Ramazandan sonra
o günden itibaren kaza etmesi gerekir. Başarı Allah’tandır.
SORU-440: Şevval ayında tutulacak altı gün orucunu ne zaman tumak daha faziletlidir:
CEVAP: İlim ehlinin de ifade ettiği gibi Şevval ayının altı gün orucunun bayramdan hemen sonra tutulması ve arka arkaya kesintisiz tutulması daha faziletlidir. Çünkü bu, hadîste geçen “sonra onun peşinden” emrini yerine getirmeye daha uygundur. Bu, nasların teşvik ettiği
ve failin övdüğü hayra ulaşmaktır. Bu, mü’minin kemâlini gösteren bir
basiret ve kararlıktır. O halde fırsatların kaçırılmaması gerekir. Çünkü
kişi daha sonra başına ne geleceğini bilemez. Şunu demek istiyorum.:
Bütün işlerde doğrunun ne olduğu belli olduğu zaman kulun izlemesi
gereken şey, onu hemen yapması ve fırsatları değerlendirmesidir.
SORU-441: İnsanın Şevval ayıda tutacağı altı gün orucunu istediği
günler tutması câiz olur mu, yoksa bunun belli bir vakti var mıdır? Müslüman bu günlerde oruç tuttuğu zaman üzerine farz olur da her sene
tutması gerekir mi?
CEVAP: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Kim ra(1) Buhârî, Kitâbu's-Savm, (1950).
414
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
mazan orucunu tutar, sonra onun peşinden Şevval ayında altı gün oruç
tutarsa sanki bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur.”(1) Bu altı günün belli
bir zamanı yoktur. Şevval ayının içindeki bütün günlerden tercih ettiği
günlerde tutabilir. Dilerse ayın başındaki günlerde, dilerse ortasındaki, dilerse sonundaki günlerde tutar. Dilerse ayın içine dağıtarak tutar.
Allah’a hamd olsun bu işte bir genişlik vardır. Dilerse hemen başlar,
Şevval ayının başında peşpeşe tutar ki hayır işinde acele etmek babında
bu daha faziletlidir. Fakat bu konuda bir darlık yoktur elhamdülillah.
Bilakis genişlik vadır. Dilerse arka arkaya tutar, dilerse parça parça tutar. Sonra bazı seneler tutup, bazı seneler terk etmesinde de bir sakınca
yoktur. Çünkü farz değil nafile bir oruçtur.
SORU-442: Aşura günü orucunun hükmü nedir?
CEVAP: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Medîne’ye geldiği zaman Yahudilerin Muharrem ayının onuncu günü oruç tuttuklarını görünce: “Ben
Mûsâ’ya sizden daha layığım ve daha yakım” dedi, o gün oruç tuttu ve
tutulmasını emretti.(2) Buhârî ve Müslim’in sıhhatinde ittifak ettikleri İbn Abbas’ın rivâyet ettiği hadîste, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Aşura
günü oruç tutardı ve o gün oruç tutulmasını emrederdi. O gün oruç tutmanın fazileti kendisine sorulduğu zaman şöyle cevap verdi: “Bu oruç
geçen senenin günahlarına 'keffâret olur.”(3)
Ancak Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Aşura günüyle birlikte bir gün
önce veya bir gün sonra yani Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri veya onuncu ve on birinci günleri oruç tutmak suretiyle Yahudilere
muhalefet edilmesini emretmiştir.
Buna göre Aşura günü oruç tutmak ve buna bir gün öncesini veya
bir gün sonrasını ilave etmek daha faziletlidir. Muharremin dokuzuncu
gününü onuncu gününe ilave etmek, on birinci gününü ilave etmekten
daha faziletlidir.
(1) Tahrîci daha önce geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, b. Savmu Yevmi Aşura, (2004). Müslim, Kitâbu’s-Sıyâm,
Bâbu Savmi Yevmi Aşura, (1130).
(3) Müslim, Kitâbu’l- Sıyâm, Bâbu İstihbabi Sıyâmi Selaseti Eyyamin Min Külli Şehrin
ve Savmü Yevmi Arafe (1162).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
415
SORU-443: Şaban ayında oruç tutmanın hükmü nedir?
CEVAP: Şaban ayında oruç tutmak sünnettir, Şaban ayında orucu artırmak sünnettir. Hatta Aişe radıyallahu anhüma şöyle demiştir:
“Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i Şaban ayında tuttuğu oruç kadar çok başka
hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim.”(1)
İlim ehli şöyle demişlerdir: Şaban orucu, farz namazlara nispetle
revatip sünnetler gibidir. Sanki bu oruçlar Ramazan ayını karşılama, bir
mukaddime gibi olur. Yani sanki Ramazan ayının revatibi gibidir. Bu
sebeple Şaban ayında oruç tutmak ve Şevval ayında altı gün oruç tutmak, farz namazlardan önceki ve sonraki revatip sünnetleri gibi sünnet
olmuştur.
Şaban ayında oruç tutmanın bir başka faydası daha vardır ki o da
Ramazan orucunu kolayca eda edebilmek için nefsi alıştırmak ve onu
oruca hazırlamaktır.
SORU-444: İnsan birer gün arayla oruç tuttuğu ve Cuma günü de
oruca denk geldiği zaman bu câiz olur mu?
CEVAP: Evet, Oruç tutulması haram olan günlere tesadüf etmediği
sürece bir kimsenin birer gün arayla oruç tuttuğu zaman Cuma günü
veya cumartesi günü veya pazar günü ya da başka bir gün tek gün olarak
oruç tutması câizdir.
Eğer oruç tutulması haram olan günlere denk gelirse o günler orucu
terk etmesi gerekir. Faraza bir kimse bir gün oruç tutsa, bir gün tutmasa,
bu arada oruç tutmadığı gün Perşembe olsa, Cuma günü oruç tutmasında bir sakınca yoktur. Çünkü o Cuma günkü orucu Cuma günü olduğu
için değil, günaşırı tuttuğu oruçlardan biri Cuma gününe tesadüf ettiği
için tutmuştur. Ancak oruç tutacağı gün orucun haram olduğu bir güne
denk gelse o günkü orucu terk etmesi gerekir. Mesela Kurbam bayramı
gününe veya teşrik günlerine denk gelse, mesela günaşırı oruç tutan bir
kadının oruç tutacağı gün hayzının geldiği güne denk gelse veya loğusa
olsa o günler oruç tutmaz.
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Savm, Bâbu Savmi Şaban (1969).
416
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-445: Visal orucu nedir? Bu oruç meşru mudur?
CEVAP: Visal orucu bir kimsenin iki gün boyunca iftar yapmaması
ve iki gün ara vermeden peş peşe oruç tutmasıdır. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬böyle bir orucu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Visal yapmak
isteyen sahura kadar visal yapsın.”(1) Sahura ulaşıncaya kadar iftar etmeden oruca devam etmek câizdir fakat meşru değildir. Çünkü Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬iftarda acele edilmesini teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur: “İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece hep hayırda olacaklardır.”(2)
Fakat sadece sahura kadar visal yapmayı onlara mübah kılmıştır. Ashap:
Ey Allah’ın Rasûlü, sen visal yapıyorsun, dedikleri zaman şöyle demiştr:
“Ben sizin gibi değilim.”(3)
SORU-446: Özel olarak Cuma günü oruç tutulmasının yasaklanmasının sebebi nedir? Bu yasağın kapsamına kaza orucu da girer mi?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle buyurduğu sabittir:
“Sadece Cuma gününü oruca ve sadece Cuma gecesini ibâdete tahsis
etmeyin.”(4) Orucun Cuma gününe tahsis edilmesinin yasaklanmasının
hikmeti, Cuma gününün haftanın bayramı olmasıdır. Bu bayram üç
şer‘î bayramdan biridir. Çünkü İslâmda üç tane bayram vardır: Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve bir de haftanın bayramı ki o da Cuma
günüdür. Bu sebeple o gün diğer günlerden bağımsız olarak tek başına oruç tutulması yasaklanmıştır. Çünkü Cuma günü erkeklerin Cuma
namazına gitmeleri, dua ve zikirle meşgul olmaları gerekir. Bu yönüyle
hacıların oruç tutmalarının haram olduğu Arafa gününe benzer. Çünkü
hacılar da Arafa günü zikir ve dua ile meşguldürler. Malumdur ki bazıları ertelenebilecek ibâdetler üst üste geldiği zaman ertelenemeyenler
ertelenebilenlere tercih edilir.
Bu yasağın hikmeti, o günün haftalık bayram olmasıdır denildiği
(1) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu el-Visalü ile’s-Sehar (1967).
(2) Tahrîci geçti.
(3) Buhârî, Kitâbu’s-Savm, Bâbu Bereketi’s-Sahuri fi Ğayri İcabin (1922). Müslim,
Kitâbu’s-Savm, Bâbu Nehyi ani’l-Visal (1102).
(4) Müslim, Kitâbu’l- Sıyâm, Bâbu KerahiyetüSıyâmi’l-Cumuati Münferiden (1144).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
417
zaman sadece tahsis etmenin değil, bayram günleri gibi Cuma günü de
oruç tutmanın haram olmasını gerektirir, diyen bir kimseye biz şöyle
cevap veririz:
Cuma günü Ramazan ve Kurban bayramı günlerinden farklıdır.
Çünkü Cuma günü her ay dört defa tekrar eder. Bu sebeple Cuma günü
oruç tutmanın yasaklığı haram derecesinde bir yasaklık değildir. Sonra bayram günlerinde Cuma gününde bulunmayan başka anlamlar da
vardır.
Fakat bir kimse Cuma gününden önceki gün veya Cuma gününden
sonraki gün oruç tuttuğu zaman onun maksadının orucu cumaya tahsis
etmek olmadığı anlaşılır. Çünkü Perşembe günü veya Cuma günü de
oruç tutmuştur.
Soru sahibini bu yasak sadece nafileye has bir yasak mı, yoksa kaza
orucunu da kapsar mı diye sormasına gelince:
Delîllerin zâhiri hükmün genel olduğunu gösteriyor. Yani ister nafile olsun ister farz olsun Cuma gününü oruca tahsis etmek mekruhtur.
Ancak adam işçi olabilir, çalışmaktan dolayı Cuma gününün dışında
boş kaldığı başka zamanı yoktur ve sadece Cuma günü orucunu kaza etmek onun için kolaydır. İşte o zaman orucu Cuma gününü oruca tahsis
etmesi onun için mekruh değildir. Çünkü o buna muhtaçtır.
SORU-447: Bir kimse nafile orucunu herhangi bir şekilde bozduğu
zaman günahkâr olur mu? Nafile orucunu cima ile bozduğu zaman kefaret gerekir mi?
CEVAP: Bir kimse nafile oruç tuttuğu zaman bu orucunu yemek,
içmek veya cinsel ilişkide bulunmak suretiyle bozduğu zaman günahkâr
olmaz. Hac ve umrenin dışında kim olursa olsun nafile bir ibâdete başlayan kimsenin o ibâdeti tamamlaması gerekmez. Fakat tamamlaması
daha faziletlidir. O halde nafile oruç esnasında cima eden kimse için de
kefaret yoktur. Çünkü onu tamamlamak mecburiyeti yoktu.
Fakat farz bir orucu tuttuğu zaman cima etmesi câiz değildir. Çünkü bir zarûret olmadıkça farz orucun kesilmesi câiz değildir. Keserse de
418
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ona kefaret gerekmez. Sadece Ramazan günü orucunu zaruri bir sebep
olmadığı halde kestiğinde kefaret gerekir. Çünkü o oruç tutması gereken kimselerdendir. “Oruç tutması gereken kimselerdendir” sözümüze
dikkat et. Çünkü faraza bir adam Ramazanda eşi ile birlikte yolculuğa
çıksa ve yolculuk esnasında ikisi de oruç olsa, sonra cima etseler günah
işlemiş olmazlar, bunlara kefaret de gerekmez. Onun ve eşinin sadece
cima ettikleri o günü kaza etmeleri gerekir.
SORU-448: İtikâfın hükmü nedir? İtikâfa giren kimsenin abdest
bozmak, yemek, içmek ve tedavi olmak olmak amacıyla dışarı çıkması
câiz olur mu? İtikâfın sünnetleri neledir? Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
rivâyet edilen sahîh itikâfın mahiyeti nasıldır?
CEVAP: İtikâf, kendisini tamamen Allah’a ibâdete vermek için
mescitlerden ayrılmamaktır. Kadir gecesini aramak için bu sünnettir.
Allah teâlâ Kur’ân’da buna şu ayetiyle işaret etmiştir: “Bununla beraber siz mescitlerde itikâf halinde iken onlara yaklaşmayın.” (Bakara: 187)
Buhârî, Müslim ve diğer hadîs kitaplarında anlatıldığına göre Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬itikâfa girerdi, ashâbı da onunla birlikte itikâfa girerdi.(1)
İtikâf nesh edilmeden sünnet olarak kaldı. Buhârî ve Müslim’de Aişe
radıyallahu anhüma’dan şöyle rivâyet edildi: Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
vefat edineye kadar Ramazanın son on günlerinde itikâfa girerdi, ondan
sonra da eşleri itikâfa girdi.(2) Müslim’de Ebû Said el-Hudri’den rivâyet
edildiğine göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ramazanın ilk on gününde
itikâfa girdi, sonra ortasında itikâfa girdi, sonra şöyle buyurdu: “Ben bu
geceyi (kadir gecesini) aramak için Ramazanın ilk on gününde itikâfa
girdim. Sonra ortasındaki gecelerde itikâfa girdim. Sonra bana gelindi
ve denildi ki: Bu gece Ramazanın son on günüiçindedir. O halde sizden
kim itikâfa girmek isterse –bu gecelerde itikâfa girsin.”(3)
Buna göre itikâf nas ve icma ile sünnet olmuştur.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İtikaf, Bâbuİtikaf (2036).
(2) Buhârî, Kitâbu’l- İtikâf, Bâbu el-İtikâfu fi’l-Aşri’l-Evahiri (2026). Müslim, Kitâbu’lİtikaf, Bâbu el-İtikâfu fi’l-Aşri’l-Evahiri (1172).
(3) Buhârî, Kitâbu’l-İtikâf, Bâbu el-İtikâfü fi Aşri’l-Evahiri (2027).s
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
419
İtikâf yeri, hangi beldede olursa olsun içinde cemaatle namaz kılınan mescitlerdir. Çünkü “siz mescitlesrde itikâf halinde iken” ayetinin
genel hükmü bunu ifade eder. Dışarı çıkılma ihtiyacının olmaması için
Cuma kılınan bir mescitte itikâfa girilmesi daha faziletlidir.
İtikâfa giren kimsenin namaz, Kur’ân kıraati ve zikir gibi ibâdetlerle
meşgul olması gerekir. Çünkü itikâftan maksat budur. Özellikle fayda
olduğu zaman arkadaşlarıyla birkaç kelime konuşmasında beis yoktur.
İtikâfa giren kimsenin cima etmesi ve cimaın mukaddimesi olan
fiilleri işlemesi haramdır.
Mescidin dışına çıkmaya gelince âlimler bunu üç kısma ayırmışlardır.
Birinci kısım: Şeran ve tab’an gerekli bir iş için dışarı çıkması
câizdir. Mesela Cuma namazı için, kendisine yiyecek ve içecek getiren
yoksa yemek ve içmek için dışarı çıkması, farz olan abdest ve gusül için
ve büyük ve küçük abdest bozması için çıkması bu kısma girer.
İkinci kısım: Hasta ziyareti ve cenazede bulunmak gibi üzerine farz
olmayan itaatler için çıkması eğer itikâfının başında bunu şart koşmuşsa câizdir, şart koşmamışsa câiz değildir.
Üçüncü kısım: Alış veriş ve ailesiyle cima etmek gibi itikâfa aykırı bir şey için çıkması, şart koşsun veya koşmasın câiz değildir. Başarı
Allah’tandır.
420
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
HAC İLE İLGİLİ
FETVALAR
421
422
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
HAC
SORU-449: Namaz kılmayan ve oruç tutmayan bir kimse haccettiği
zaman o bu durumda iken yaptığı haccın hükmü nedir? Allah’a tevbe
ettiği zaman terk ettiği ibâdetleri kaza etmesi gerekir mi?
CEVAP: Namazı terk etmek küfürdür, kişiyi dnden çıkartır ve ebedi
cehennemlik olmasını gerektirir.
Nitekim Kitap, Sünnet ve selefin sözleri buna delâlet etmektedir. Bu
duruma göre namaz kılmayan bu adamın Mekke’ye girmesi helal değildir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Müşrikler bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.” (Tevbe: 28).
Namaz kılmıyorken yaptığı hac geçerli değildir, kabul edilmez.
Çünkü kâfirin yaptığı bir hacdır. Kâfirin yaptığı ibâdetler sahîh değildir.
Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Verdikleri şeylerin onlardan
hayır olarak kabul olunmamasının sebebi, gerçekte Allah'a ve Rasûlüne
inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de
ancak istemeye istemeye vermeleridir.” (Tevbe: 54).
Geçmişte terk ettikleri amelleri açısından durumlarına gelince bunları kaza etmeleri gerekmez. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“O kâfirlere de ki: Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak.” (Enfal: 38).
Bu duruma düşen kimsenin Allah’a içtenlikle tevbe etmesi ve
ibâdetlere devam etmesi, sâlih amellerle Allah’a yaklaşması ve çokça
tevbe istiğfar etmesi gerekir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “De ki: Ey
haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Zümer: 53).
Bu ayet tevbe edenler hakkına nazil olmuştur. Demek ki kulun tevbe
ettiği günah şirk bile olsa Allah onun tevbesini kabul eder. Allah doğru
yola hidâyet edendir.
424
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-450: Çoğu zaman bazı Müslümanların ve özellikle gençlerin
hac farizasını yerine getirmeyi ihmal ettiklerini ve bunu ertelediklerini,
bazen de birtakım meşguliyetler sebebiyle bunu gerçekleştiremediklerini görüyoruz. Bunun hükmü nedir?
Zaman zaman da bazı babaların haccın şartları bulunduğu halde
evlatlarının başına bir şey geleceğinden korktukları için veya onların
küçüklüklerini gerekçe göstererek onların haccetmelerine engel olduklarını görüyoruz. Babaların bu yaptıklarının hükmü nedir? Evlatların
bu konuda babalarına itaat etmelerinin hükmü nedir? Allah sana iyilik
versin ve seni dünya ve âhiret iyiliklerinde başarılı kılsın.
CEVAP: Malumdur ki hac, İslâm’ın rukünlerinden ve en büyük
esaslarından biridir. Bir kişi kendisine haccın farz olması için gerekli
olan şartların tamamını taşıdığı halde haccı eda etmediği zaman tam
bir Müslüman olmaz. Kendisine haccın farz olması için gerekli şartların
tamamını taşıyan kimsenin bunu ertelemesi helal değildir. Çünkü Allah
teâlâ’nın ve Onun Peygamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emirlerinin bekletilmeden yerine getirilmesi gerekir. Çünkü insan başına neyin geleceğini
bilemez. Belki fakirleşebilir veya hastalanabilir veya ölebilir.
Babaların ve annelerin evlatlarının dînlerini ve ahlâklarını korumakla yükümüklü oldukları halde onları haccın şartlarını taşıdıkları
zaman hactan alıkoymaları helal değildir.
Hac kendilerine farz olduğu zaman evlatların haccı terk etme konusunda annelerine ve babalarına itaat etmeleri câiz değildir. Ancak anneler ve babaların evlatlarının haccını niçin engellediklerinin şer‘î gerekçesini/meşru mazereti belirtmeleri gerekir. O zaman ertelemenin bu gerekçesi ortadan kalkıncaya kadar evlatların haccı ertelemeleri gerekir.
Allah teâlâ’dan herkesi iyi ve doğru olan şeylerde başarılı kılmasını
diliyorum.
SORU-451: Borçlu olan kimsenin haccetmesi gerekir mi?
CEVAP: Elindeki mal varlığını kapsayacak büyüklükte borcu olan
kimseye hac farz değildir. Çünkü Allah teâlâ haccı sadece gücü yetenle-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
425
re farz kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i
haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmrân: 97) Elindeki malını kapsayacak kadar borçlu olan kimsenin haccetmeye gücü
yetmez. Bu durumda önce borcunu ödemeli, sonra imkân bulursa haccetmelidir.
Fakat borcu elindekinden az olduğu zaman, borcunu ödedikten
sonra elinde kalan hacca gitmeye yeterli ise borcunu öder ve farz olsun,
nafile olsun o zaman hacceder. Fakat farz haccı hemen yapması gerekir. Farz olmayan haccı dilerse yapar, dilerse yapmaz. Yapmadığı zaman
günahkâr omaz.
SORU-452: Annesi namına haccetmesi için bir şahsı vekil tayin
eden kimse daha sonra bu şahsın başka pek çok kişiden daha vekâlet
aldığını öğrendiği zaman hüküm ne olur? Bize bu konuda bilgi veriniz,
Allah size mağfiret etsin.
CEVAP: Bir kimsenin tasarruflarında basiretli davranması, dîninde
güven duymadığı bir şahsı vekil yapmaması gerekir. Şöyle ki, vekâlet vereceği şahsın güvenilir ve vekâlet verdiği bu gibi bir konuda lazım olan
bilgileri bilmesi gerekir. O halde ölen annen veya baban adına haccetmesi için vekâlet vermek istediğin zaman insanların içinden ilmine ve
dînine güvendiğin birisini seçmen gerekir. Çünkü insanların çoğu haccın hükümleri konusunda büyük bir cehalet içinde bulunuyorlar. Kendileri güvenilir kimseler olsa bile gerektiği şekilde haccı eda edemiyorlar.
Fakat bunun kendilerine vâcib olduğunu zannediyorlar. Çoğu zaman
yanlış yapıyorlar. Bu gibi kimselere bilgilerinin eksikliğinden dolayı hac
vekâleti vermemek gerekir. İnsanlardan bazılarının da bilgileri vadır, fakat güvenilirlikleri yoktur.
Güvenilirliklerindeki ve dînlerindeki zayıflık sebebiyle haccın menasikinde söyledikleri ve yaptıkları şeylere özen göstermediklerini görürsün. Böyle kimselere de hac vekâleti vermemek gerekir. Bir şahsı
kendi adına haccetmesi için vekil yapmak isteyen kimsenin bilgi ve güvenilirlik yönünden en faziletli bulduğu kişiyi tercih etmesi gerekir. Ta
ki ondan istediği şeyi en güzel şekilde eda etsin.
426
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Soruyu soranın, annesi namına haccetmesi için vekâlet verdiğini ve
daha sonra vekâlet verdiği kişinin aynı konuda başkalarından da vekâlet
aldığını işittiğini söylediği bu adam bekler. Belki bu adam başkalarından aldığı bu vekâletleri yerine getirecek isanlar görevlendirmiş olabilir
de onun verdiği vekâlet görevini kendisi yerine getirmiş olabilir. Fakat
bir kimsenin böyle bir şey yapması câiz olur mu? Yani bir kimsenin hac
ve umra konusunda birden fazla kişiden vekâlet alması sonra bu görevi doğrudan kendisi yapmayıp da başkalarını görevlendirmesi câiz olur
mu?
Cevap olarak biz deriz ki Bu câiz değildir, helal değildir. Bu, başkasının malını haksız yere yemektir. Bu konuyu ticaret haline getiren
pek çok kimsenin çok sayıda hac veya umreyi kendileri yapmak üzere
vekâlet aldıklarını fakat daha az bir ücretle bu iş için başka şahısları
görevlendirdiklerini görürsün. Onlar bu yolla haksız kazanç elde ederler
ve kendilerine hac ve umre görevini veren kimselerin razı olmadıkları kimselere vekâlet verebilirler. Bir kimsenin Müslüman kardeşleri ve
kendisi hakkında Allah’tan korkması gerekir. Çünkü bu yolla elde ettiği
kazanç haksız kazançtır. Çünkü kardeşleri tarafından haccı veya umreyi eda edecek diye kendisine güvenilen bir kimsenin bu işle başkalarını
görevlendirmesi câiz değildir. Çünkü kendisine hac ve umre vekâletini
veren kimseler belki bu başkalarına razı olmayacaklardır.
SORU-453: Umre için ihrama giren ve Beytullah’a vardığı zaman
umreyi eda etmekten aciz kalan yaşlı bir adam ne yapması gerekir?
CEVAP: Canlanıp gücünü toplayıncaya kadar ihramlı olarak kalır.
Ancak ihrama girerken: “Bir engelle karşılaşırsam engelle karşılaştığım
yer, ihramdan çıkma yerim olsun” diye şart koştuğu zaman ihramdan
çıkabilir ve kendisine ne umre, ne veda tavafı, hiçbir şey lazım gelmez.
İhrama girerken böyle bir şey söylemediği ve iyileşme umudu olmadığı
zaman ise ihramdan çıkar ve imkân bulduğu zaman fidye olarak bir
kurban keser. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hac ve umreyi de
Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesile-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
427
ceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.” (Bakara: 253). Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Hudeybiye umresini yapmaktan alınonulduğu
zaman hedy kurbanını kesti ve ihramdan çıktı.
SORU-454: Bir kimse başkası adına ücretle haccettiği zaman elinde
bu ücretten bir miktar artsa bunu alabilir mi?
CEVAP: Başkası adına haccetmek için para aldığı ve hac harcamalarını yaptıktan sonra bu paradan bir kısmı arttığı zaman artan kısmı
parayı kendisine verene iade etmesi gerekmez. Ancak bu parayı kendisine veren kişi: “Al bununla haccet” demeyip de “Bunun içinden alacağın parayla haccet” dediği zaman hac harcamalarından bir şey artarsa
onu sahibine iade etmesi gerekir. Paranın sahibi dilerse bunu almaktan
vazgeçer, dilerse alır. “Al bununla haccet” dediği zaman ise kaldığında
hiçbir şeyi iade etmesi gerekmez.
Ancak para verdiği adamın, hac ile ilgili mes’eleleri bilmemesi ve
haccın çok masrafa mal olacağını zannetmesi halinde onun dikkatsiz ve
bilgisizce davranışlarını da hesaba katarak ona göre –fazla para- vermiş
olabilir. O zaman parayı alan kişinin sonunda ona bir açıklama yapması
ve “şu şu paraları harcayarak haccettim, sen bana hak ettiğimden fazla
para vermişsin” demesi gerekir.
O zaman -parayı veren kişi- kendisine ruhsat verir ve müsamaha
gösterirse bunda bir sakınca yoktur.
SORU-455: Oğul babası adına umre yaptığı zaman kendisi için dua
etmesi câiz olur mu?
CEVAP: Bu umrede onun kendis için de babası için de dilediği Müslümanlar için de dua etmesi câizdir. Çünkü maksat, adına umre yapmak
istediği kişinin umresinin fiillerini yerine getirmesidir.
Dua mes’elesine gelince bu, umrenin şartı da değildir, rüknü de değildir. O halde hem kendisi, hem umre yaptığı kişi, hem de bütün Müslümanlar için dua etmesi câizdir.
428
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-456: Hac veya umrede birisini vekil tayin etmenin hükmü
nedir?
CEVAP: Bir kimsenin kendisi adına haccedecek birisini vekil tayin
etmesi şu iki halden hali değildir:
Birincisi: Bu vekâletin farz haccın veya umrenin eda edilmesi için
olmasıdır.
İkincisi: Nafile bir haccın veya umrenin eda edilmesi için olmasıdır.
Bir kimsenin üzerine farz olan hac veya umreyi kendisi adına eda
etmesi için bir başkasına vekâlet vermesi câiz değildir. Ancak iyileşme
umudu bulunmayan devamlı bir hastalık veya yaşlılık gibi bir sebeple
Beytullah’a kendisinin ulaşması mümkün olmadığı zaman bu konuda
başkasını vekil tayin etmesi câizdir. Bu hastalıktan iyileşme umudu varsa Allah kendisine afiyet verinceye kadar bekler ve haccını kendisi eda
eder. Hacca gitmesine mani bir durumu olmayıp da kendi kendine haccetme gücüne sahipse başkasını vekil tayin etmsi helal olmaz. Çünkü
bu ibâdet ondan şahsen istenen bir ibâdettir. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar
üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmrân: 97) Kulluğu ve Allah’a itaati tam olarak
gerçekleştirebilmesi için ibâdetlerde maksat kişinin bunları kendisinin
yapmasıdır. Malumdur ki başkasına vekâlet veren kimsenin ibâdetlerin
meşru kılınış gayesi olan bu büyük manayı gerçekleştirmesi mümkün
değildir.
Fakat vekâlet verecek kimse daha önce kendi üzerine farz olan haccı
kendisi eda etmiş de nafile hac veya umre için vekâlet vermek istiyorsa
bu konu ilinm adamları arasında ihtilâflıdır.
Kimisi buna cevaz vermiştir.
Kimisi de buna mani olmuştur.
Bana göre de engelleyici görüş daha isabetlidir, hiç kimsenin nafile
hac veya nafile umre yapacağı zaman bir başkasını kendisine vekil tayin etmesi câiz değildir. Çünkü ibâdetlerde asıl olan insanın kendisinin
yapmasıdır. Nitekim bir insan hiç kimseyi kendisi adına oruç tutması
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
429
için vekil yapamaz. Bununla beraber üerinde oruç borcu olduğu halde
vefat ederse velîsi onun yerine bu orucu tutar. Hac da da durum böyledir. Hac insanın bedeniyle yaptığı bir ibâdettir. Başkasına faydalı olmak
maksadıyla yapılan mali bir ibâdet değildir. İnsanın bedeniyle yaptığı
bir ibâdet olduğu zaman bir başkasının bu ibâdeti onun adına yapması sahîh olmaz. Ancak yapılabileceğine dair sünnette bir delîl olması
durumunda sahîh olur. Bir kimsenin başkası adına nafile hac yapması
konusunda sünnetten bir delîl gelmemiştir. İmam Ahmed’ten gelen iki
rivâyetten biri budur. Yani o rivâyete göre insanın kendisinin ister gücü
yetsin ister yetmesin bir başkasını nafile hac veya umre için vekil tayin
etmesi sahîh değildir. Biz bunu söylediğimiz zaman bu, kendi kendilerine haccedebilecek zenginler için bir teşvik olur. Çünkü bazı kimseler her
sene kendisi adına haccedecek birini görevlendirebileceğine güvenerek
uzun seneler geçtiği halde Mekke’ye gitmezler. Kendileri adına haccedecek kimselere vekâlet vermeleri sebebiyle haccın meşru kılınış amacı
olan bu manayı kaçırmış olurlar.
SORU-457: Ölen kimse adına umre yapmak câiz olur mu?
CEVAP: Ölen kimse adına haccetmek câiz olduğu gibi umre yapmak da câizdir, tavaf aypmak da câizdir. Bütün sâlih ameller de böyle
dir, câizdir. İmam Ahmed şöyle dedi: Yapılan ve sevabı diriye veya ölüye
bağışlanan her ibâdetin onlara faydası ulaşır. Fakat ölüye dua etmek ona
sevap bağışlamaktan daha faziletlidir. Bunun delîli Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ‬
‫’ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu sözüdür: “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Sadece şu üç
şeyden dolayı kesilmez: Sadakayı cariye veya yararlı bir ilim veya kendisine dua eden sâlih bir evlat.”(1) Bu hadîsten duanın daha faziletli olduğu
sonucu şöyle çıkar: Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Veya kendisi için ibâdet
eden vaya Kur’ân okuyan veya namaz kılan veya umre yapan veya oruç
tutan sâlih bir evlat” gibi şeyler söylemedi. Hâlbuki hadîs amel bağlamında gelmiştir. Yani bu hadîs ölümle kesintiye uğrayan amellerden söz
etmektedir. Eğer insandan annesi veya babası için amel etmesi/bir şeyler
(1) Müslim, Kitâbu’l-Vasiyet, Bâbu Mâ Yülhaku’l-İnsane Mine’t-Tevvabi Ba’de Vefatihi
(1632).s
430
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
yapması istenseydi Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Kendisi için amel eden
sâlih evlat derdi. Fakat insan sâlih bir amel işlese ve sevabını herhangi
bir Müslümana bağışlasa bu da câizdir.
SORU-458: Bir kadın yanında mahremi olmaksızın haccettiği zaman haccı sahîh olur mu? Mümeyyiz çocuk mahrem olarak kabul edilir
mi? Mahremde şart olan şey nedir?
CEVAP: Haccı sahîhtir. Fakat mahremsiz yolculuk yapması haramdır ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in emrine karşı gelmektir. Çünkü o
şöyle buyurmuştur: “Kadın mahremsiz olarak yolculuk etmesin.”(1)
Büluğa ermemiş küçük çocuk mahrem değildir. Çünkü onun kendisi bir velîye ve bakıma muhtaçtır. Bu durumda olan bir kimsenin başkasının velîsi ve bakıcısı olması mümkün değildir.
Mahremin Müslüman, erkek, erişkin ve akıllı olması şarttır. Bu
şartları taşımayan kimse mahrem değildir.
Burada çok esefle karşıladığımız bir durum vardır ki bu bazı kadınlar mahremsiz uçak yolculuğunu basite almalarıdır. Onlar bu konuda gerekli özeni göstermiyorlar. Bir kadının tek başına uçak yolculuğu
yaptığını görürsün. Onların gerekçeleri şudur: Kadının mahremi onu
uçağın havalanacağı yerde uğurlamaktadır. Diğer bir mahremi de onu
uçağın ineceği havaalanında karşılayacaktır. Kadın uçağın içinde de güvenliklidir.
Bu gerekçe gerçekte geçerli değildir. Çünkü onu uğurlamaya gelen
mahremi uçağın içine giremez. Sadece bekleme salonuna girebilir.
Bazen uçak te’hîr edebilir ve bu kadın garip kalabilir. Bazen uçak
havalanır fakat herhangi bir sebeple inmesi gereken havaalanına inemez
da başka bir yere inebilir ve bu kadın orada yalnız kalabilir.
Bazen uçak inmesi gereken havaalanına iner fakat o kadını karşılayacak mahremi hastalık veya uyku veya gelişini engelleyecek bir trafik
kazası veya başka bir sebeple gelemeyebilir.
(1) Buhârî, K. Cezaü’s-Sayd, Bâbu Haccü’n-Nisa (1862). Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu
Seferu’l-Mer’eti Mea Mahramin ile’l-Hacci ve Ğayrihi, (1341).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
431
Bu engellerin ve olumsuzlukların hiçbirisi olmadığı, uçak vaktinde
varacağı yere vardığı ve kadını karşılayacak bir mahremi bulunduğu zaman uçakta yanına düşenlerden birisi Allah’tan korkmayan ve Allah’ın
kullarına merhamet etmeyen bir adam olabilir, kadını tuzağa düşürebilir ve kadın da onun tuzağına düşebilir. Bilindiği gibi bununla fitne ve
ve sakınca ortaya çıkar.
O halde kadının Allah’tan korkması ve mahremsiz olarak yolculuğa
çıkmaması gerekir. Allah teâlâ’nın kadınları koruyup kollamakla görevlendirdiği erkek velîlerinin de Allah’tan korkmaları, mahremlerini
ihmal etmemeleri, kıskançlıklarını ve dînlerini kaybetmemeleri gerekir.
İnsan ailesinden/çoluğundan çocuğundan sorumludur. Çünkü Allah
teâlâ onları kendilerine bir emanet olarak verdi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun
ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli,
Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi
yapan melekler vardır.” (Tahrim: 6).
SORU-459: Bir kadın şöyle diyor: Ben Ramazanda umreye gitmeye
niyet ettim, fakat kızkardeşim, kızkardeşimin eşi ve annemle birlikte.
Benim bu şekilde umreye gitmem câiz olur mu?
CEVAP: Onlarla birlikte umreye gitmen câiz değildir. Çünkü kızkardeşiyin kocası senin mahremin değildir. İbn Abbas’ın işitip rivâyet ettiği bir hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Bir erkek
yanında mahremi bulunmayan bir kadınla yalnız başına kalmasın. Bir
kadın yanında mahremi olmaksızın yolculuğa çıkmasın.” Bunun üzerine
bir adam kalktı ve dedi ki: Ya Rasûlallah benim eşim hacı olmak üzere
çıktı ben de savaşa gitmek için yazıldım. Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona şöyle
dedi: “Git eşinle birlikte haccet.”(1) Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬adamdan
bu kadının yanında başka kadınlar var mı, genç mi, ihtiyar mı, güvenilir
mi, güvenilmez mi diye ayrıntılı bilgi istememiştir.
Bu kadın mahremi olmadığı için umreden geri kaldığı zaman daha
(1) Tahrîci geçti.
432
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
önce umre yapmamış olsa bile günahkâr olmaz. Çünkü umrenin ve haccın şartlarından birisi de kadının mahreminin olmasıdır.
SORU-460: Hac mevsimi ne zamandır?
CEVAP: Hac mevsimi Şevval ayının girmesyle başlar ve Zilhicce ayının onuyla birlikte yani Kurban bayramı günüyle veya Zilhicce ayının
son günüyle birlikte sona erer. Tercih edilen görüş budur. Çünkü Allah
teâlâ: “Hac bilinen aylardır.” (Bakara: 197) buyurmuştur. “aylar” kelimesi çoğuldur. Çoğul ile o çoğulun hakiki anlamının kast edilmiş olması
esastır. Bu zamanın anlamı haccın bu üç ayın herhangi bir gününde değil bu üç aylık zaman zarfında yapılır olması demektir. Çünkü haccın
tavaf ve say bölümleri hariç belli günleri vardır. Zilhicce ayının tamamı
haccın vaktidir dediğimiz zaman bir kimsenin ifaza tavafını haccın sayini Zilhicce ayının son gününe kadar ertelemesi câiz olur. Bunları bir
mazereti olmadıkça daha bu günden sonrasına ertelemesi câiz olmaz.
Nitekim bir kadın ifaza tavafını yapmadan önce loğusa olursa ve Zilhicce ayı çıkıncaya kadar da loğusalığı devam ederse o zaman ifaza tavafını
ertelemede mazeretli olur. İşte haccın zamanı budur.
Umreye gelince, onun belli bir zamanı yoktur. Onu senenin herhangi bir gününde yaparsın. Ancak Ramazanda yapılan bir umre hacca bedeldir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bütün umrelerini hac aylarında
yapmıştır. Hudeybiye umresi Zilkade’de, Kaza umresi Zilkade’de, Cirane umresi Zilkade’de ve Hac umresi de hacla birlikte yine Zilkade’de
olmuştur. Bu da gösteriyor ki hac aylarında yapılan umrelerin bir ayrıcalığı ve fazileti vardır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬umre için bu
ayları tercih etmiştir.
SORU-461: Hac mevsimi girmeden önce haccın ihramına giren
kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Âlimler hac ayları girmeden önce haccın ihramına girme
konusunda ihtilâf etmişlerdir:
Âlimlerden bazıları hac ayları girmeden önce girilen ve hac ayları
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
433
girinceye kadar devam eden ihramla haccın yapılabileceği görüşündedirler. Ancak hac ayları girmeden önce haccın ihramına girmek mekruhtur.
Bazı âlimler ise hac ayları girmeden önce girilen ihramla haccın
yapılamayacağını ve bunun umre olacağını veya umreye dönüşeceğini
söylemişlerdir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
“Umre hacca dâhil olmuştur.”(1) Amr ibn Hazm’in meşhur mürsel olarak
rivâyet ettiği ve insanların da kabul ile karşıladıkları bir hadîste(2) de
geçtiği gibi Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬umreyi küçük hac olarak isimlendirmiştir.
SORU-462: Haccın mikat yerleri nelerdir?
CEVAP: İhrama girilen yerler beştir: Zülhuleyfe, Cuhfe, Yelemlem,
Karnü’l-Menazil, Zatü Irk.
Zülhuleyfe: Ebyar-ı Ali diye de isimlendirilen yerdir. Medîne’nin
yakınlarındadır. Mekke’den on konak uzaklıktadır. Medînelilerin ve
Medîneli olmayıp da oradan geçenlerin ihrama girecekleri yerdir.
Cuhfe: Şamlıların Mekke’ye gittikleri yolun üzerinde eski bir kasabadır. Cuhfe ile Mekke arası üç konak kadar mesafedir. Kasaba harap
olmuştur. İnsanlar onun yerine Rabiğ’de ihrama girer olmuşlardır.
Yelemlem: Burası bir dağdır veya Yemenlilerin Mekke’ye gittikleri
yolun üzerindeki bir yerdir. Bugün es-Sa’diyye diye isimlendirilir. Mekke ile arasında iki konak mesafe vardır.
Karnü’l-Menazil: Necidlilerin Mekke yolu üzerindeki bir dağdır.
Şimdilerde es-Seylü’l-Kebir diye isimlendirilmektedir. Mekke’ye iki konak kadar mesafededir.
Bu dördünü mikat yeri olarak Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬belirlemiştir. Zatü Irk’a gelince, bunu da Sünen sahiplerinin Aişe’den rivâyet
ettikleri hadîse göre Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mikat yeri olarak
(1) Müslim, Kitâbu’l-Hac, BâbuCevazi’l-Umrati, fi Eşhuri’l-Hac, (1241).
(2) Dârekutni, es-Sünen, (2/285) no: (122).
434
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
belirlemiştir.(1) İbn Ömer’den sahîh olarak rivâyet edildiğine göre Ömer
b. el-Hattab Kufeliler ve Basralılar kendisine geldikleri zaman Zatü Irk’ı
onlara mikat yeri olarak tayin etti. Onlar dediler ki: Ey mü’minlerin
emiri Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Necidlilere Karne’l- Menazil’i mikat
yeri olarak gösterdi. Orası bizim yolumuza sapadır. Ömer onlara dedi
ki: Sizin yolunuzun üzerinden onun hizasındaki bir noktaya bakıp orayı
mikat edininin.(2)
Her halükârda bu, Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬tarafından tesbit edilen
bir konudur. Durum gayet açıktır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬tarafından
tesbit edilmemiş olsa bile Ömer b. Hattab’ın –radıyallahu anh- sünnetiyle belirlenmiştir. Ki, kendilerine uymamız emredilen hidâyet önderi
Raşit halifelerden biridir ve pek çok konuda onun muvafakat ettiği şeylerin Allah’ın hükmüne uygun olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer Karne’l-Irk’ı
mikat yeri olmak üzere Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬belirlediği rivâyeti
sahîh ise bu da onlardan biridir ve kıyasın gereği de budur. Çünkü insan
bir mikat yerinden geçtiği zaman ihrama girmesi gerekir. Mikat yerinin
hizasından geçtiği zaman da oraya uğramış gibi olur. Ömer radıyallahu
anh’in söylediği şeyde günümüzde insanlar için büyük faydalar vardır.
Şöyle ki, bir kimse hac veya umre niyetiyle Mekke’ye uçakla geldiği zaman yukarıdan mikât yerinin hizasından geçtiği sırada ihrama girmesi
gerekir. Bazı kimselerin yaptığı gibi Cidde’ye ulaşıncaya kadar ihramını ertelemesi helal değildir. Çünkü mikât yerinin hizasından geçmede
karada veya denizde veya havada geçmeler arasında bir fark yoktur. Bu
sebeple deniz yoluyla yolculuk yapan gemi yolcuları da ihrama girerler.
Onlar Yelemlem veya Rabiğ hizasından geçecekleri için bu iki mikâtın
hizasından geçtikleri zaman ihrama girerler.
SORU-463: Mikâtı ihramsız olarak geçen kimselerin hükmü nedir?
CEVAP: Mikat yerlerini ihramsız olarak geçen kişi şu iki durumdan
hali değildir:
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Ala Ehli Mekkete el-Haccu ve’l-Umre (1524). Müslim,
Kitâbu’l-Hac, b. Mevakıtü’l-Hac ve’l-Umre (1181).
(2) Buhârî, Kitâbu’l- Hac, Bâbu Zatü ırk li Ehli’l-Irak (1531).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
435
Ya hac veya umre yapmak isteyen bir kimse olmasıdır ki o zaman
yapmak istediğ hac veya umrenin ihramına girmek için mikat yerine
geri dönmesi gerekir. Eğer bunu yapmazsa bu ibâdetin farzlarından bir
farzı terk etmiş olur. Böyle bir kimsenin ilim ehline göre fidye olarak
Mekke’de bir kurban kesmesi ve onu oradaki fakirlere dğıtması gerekir.
Ya da hac ve umre yapmak istemediği halde mikat yerini geçtiği
zamanki durumdur. Böyle bir kimsenin Mekke’den uzak kalması ister
uzun sürsün, ister kısa sürsün kendisine bir şey lazım gelmez. Çünkü
eğer biz onu mikatlardan bu geçişlerinde ihrama girmeye mecbur edersek ona birden fazla haccetmek veye umre yapmak farz olmuş olurdu.
Hâlbuki Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edildiğine göre haccı
ömürde bir defa yapmak farzdır. Birden fazlası nafiledir. Mikat yerlerini ihramsız olarak geçmek konusunda ilim adamlarının görüşlerinden
tercih edilmiş olan görüş budur. Yani bir kimse hac veya umre niyeti
olmaksızın geçtiği zaman hiçbir şey gerkmez, mikat yerinden ihrama
girmesi gerekmez.
SORU-464: Hac veya umre ibâdetine girmek için telbiye esnasında
yapılan niyetin dille söylenmesi gerekir mi?
CEVAP: Umre için olduğu zaman “lebbeyke umraten” denilir. Hac
için olduğu zaman “lebbeyke haccen” denilir. Niyeti dille telaffuz etmek
câiz değildir. Mesela “Allah’ım Ben Umre yapmak istiyorum veya hac
yapmak istiyorum” denilmez. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den böyle bir
şey rivâyet edilmemiştir.
SORU-465: Hava yoluyla Mekke’ye gelen bir kimse ihrama nasıl girer?
CEVAP: Hava yoluyla Mekke’ye gelen kimsenin mikat mahallinin
hizasına ulaştığı zaman ihrama girmesi gerekir. Böyle bir kimsenin önceden evinde guslederek hazırlanması sonra mikat mahalline ulaşmadan
önce ihram elbisesini giymesi ve mikat mahallinin hizasına ulaştığı andan itibaren de yapacağı ibâdet için niyet etmesi ve gecikmemesi gerekir.
436
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Çünkü uçak orayı süratle geçecektir. Bir dakikada büyük mesdafelerin
kat edilmesi mümkündür. Bu, bazı insanların dikkatsiz davrandıkları
bir durumdur. Bazı kimselerin hazır olmadıklarını görürsün. Uçak görevlisi mikat yerine ulaştıklarını anons ettiği zaman hazırlıksız olan bu
kişiler giderler elbiselerini çıkarırlar ve ihramlarını giyerler. Bu, gerçekten büyük bir kusurdur. Hâlbuki uçak görevlileri ortaya çıktıklarında
daha mikat yerine ulaşmadan on beş yirmi dakika önceden uyarılarda
bulunmaya başlarlar. Bu, teşekkür edilecek bir davrsanıştır. Çünkü onlar bu süreden önce kendilerini uyardıkları zaman, elbiselerini değiştirmeleri ve hazırlanmaları için fırsat vermiş olmaktadırlar. Fakat bu
durumda da ihrama girmek isteyen kimselerin vakte dikkat etmeleri
gerekir. Uçak görevlisi on beş dakika kaldığını ilan ettiği zaman saate
bakmalılar, ta ki bu on beş dakika geçtiği zaman veya iki üç dakika öncesinden hac ya da umre için telbiye getirmelidir.
SORU-466: Umre yapmak istediği halde mikat yerini ihramsız geçen kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Hac veya umre yapmak isteyen ve mikat yerine uğrayan
kimsenin ihrama girmedikçe mikatı geçmemesi farzdır. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Medîneliler Zülhuleyfe’de
ihrama girip telbiye getirirler…”(1) “İhrama girip telbiye getirirler” ifadesi
emir manasında bir haber cümlesidir. Buna göre hac veya umre yapmak
isteyen bir kimse mikata uğradığı zaman orayı gçmeden ihrama girip
telbiye getirmesi gerekir. Eğer ihrama girmeden orayı geçerse oradan
ihrama girmek için geri dönmesi gerekir. Geri dönüp oradan ihrama
girdiği zaman kendisine fidye gerekmez. Geri dönmeksizin geldiği yerde ihrama girerse, ilim adamlarına göre fidye olarak kurban kesmesi ve
Mekke’nin fakirlerine dağıtması gerekir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Mikati Ehli’l-Medîne (1525).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
437
İNSAN UÇAKTA NASIL NAMAZ KILAR VE
NASIL İHRAMA GİRER?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Âlemlerin Rabbi Allah’a
hamd olsun. Peygamberimiz Muhammed’e, onun ailesine ve arkadaşlarına salât ve selam olsun.
İlk olarak: İnsan uçakta nasıl namaz kılar?
1- Uçak nereye doğru giderse gitsin insan uçakta koltuğunda oturarak nafile namazı kılar, rükû ve secdeleri ima ile yapar ve secdelerde
daha fazla eğilir.
2- Uçakta farz namazı ancak bütün namazlarda kıbleye yönelme
imkânı bulduğu zaman ve aynı şekilde rükû, secde, kıyam ve kadeleri
yapabildiği zaman kılar.
3- Buna imkân bulamadığı zaman namazı uçak havaalanına ininceye kadar erteler ve namazını yerde kılar. Havaalanına inmeden vaktin
çıkacağından korkarsa ve öğle ile ikindi, akşam ile yatsı gibi birleştirilerek kılınabilecek namazlardan ise onu ikinci vakte kadar erteler. İkinci
vaktin de çıkacağından korkarsa vakit çıkmadan önce uçakta o namazları kılar ve namazın şartları, rukünleri ve vâciblerinden yapabildiklerini yapar.
Mesela uçak güneş batmadan hemen önce havalansa ve havada iken
güneş batsa, havaalanına ininceye kadar akşam namazını kılmaz. Uçak
inince akşam namazını yerde kılar. Eğer akşamın vaktinin çıkacağından
korkarsa onu yatsı vaktine kadar erteler. İndikten sonra akşamla yatsıyı
cemi te’hîrle kılar. Yatsı namazının vaktinin de çıkacağından korkarsa
-ki bu vaktin sonu gecenin yarısının bittiği andır- bu iki namazı vakit
çıkmadan uçakta kılar.
4- Uçakta namaz şöyle kılınır: Kıbleye yönelerek namaza durur,
tekbir alır, Fatihadan önce okunması sünnet olan duaları okur, sonra
fatihayı okur. Fatihadan sonra Kur’ân okur, sonra rükûa gider, sonra
438
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
rükûdan kalkar ve tam olarak doğrulur, sonra secdeleri yapar, iki secde
arasında tam olarak oturur, sonra namazının kalan kısmını aynı şekilde
tamamalar. Secde yapmaya imkân bulamazsa oturarak secdeyi işaretle
/ ima ile yapar. Kıbleyi bilemezse ve güvendiği birisi de kıbleyi ona gösteremezse, içtihat eder, araştırır, bunun sonucunda karar verdiği yere
doğru namaza durur.
5- Uçakta yolcunun namazı kısa namazdır. Yani diğer yolcular gibi
uçak yolcusu da dört rekâtlı namazlarını iki rekât olarak kılar.
İkinci olarak: Uçakta yolculuk eden kimse hac ve umre için ihrama
nasıl girer?
1- Evinde gusleder, her zamanki elbiselerinin içinde kalır, dilerse
ihram elbiselerini giyer.
2- Uçak mikat mahallinin hizasına yaklaştığı zaman, daha önce
giymemişse ihram elbiselerini giyer.
4- Uçak mikat mahallinin hizasına yaklaştığı zaman ibâdete girmek için niyet eder. Hac veya umre için yaptığı niyetle birlikte telbiye
getirir. Dalgınlıktan veya unutmaktan korktuğu için mikat mahallinin
hizasına gelmeden önce ihrama girerse bunda da bir sakınca yoktur.
SORU-467: Kendi memleketinden Cidde’ye gitmek üzere yola çıkan,
sonra umre yapmak isteyen kimse Cidde’den ihram’a girer mi?
CEVAP: Bu iş şu iki halden hali değildir:
1- Bir kimsenin umrenin niyeti olmaksızın Cidde’ye yolculuk etmesi fakat Cidde’de iken aklına umre yapma düşüncesi gelmesidir. Böyle bir kimse Cidde’de ihrama girer, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü
İbn Abbas radıyallahu anhüma rivâyet ettiği bir hadîste mikat yerlerini
söylerken şöyle dedi: “Bunlardan başka bu mikatlarla Mekke arasındaki
yerler halkı da haccı inşa etmiş bulundukları mahallerden ihrama girerler. Hatta Mekkeliler de Mekke'den ihrama girerler.”(1)
2- Kendi beldesinden umre niyetiyle ve umre yapmaya karar vermiş
(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Mahalli Ehli Mekke li’l-Haccı ve’l-Umrati (1524).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
439
olarak çıkmasıdır. Bu durumda uğradığı mikat mahallinde ihrama girer. Cidde’de ihrama girmesi câiz değildir. Çünkü Cidde mikat mahallinin gerisinde kalır. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in mikat yerlerini belirldiği ve şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bu yerler, hacc ve umre yapmak
isteyen bu memleketler ahalileri ile diğer memleketler hal-kından yolları
bu yerlere gelen kimselerin mikatlarıdır.”(1)
Cidde’de ihrama girer ve bu halde Mekke’ye inerse âlimlere göre
fidye olarak bir kurban keser ve onu fakirlere tasadduk eder, böylece
umresi sahîh olur. Cidde’ye gelmeden önce umreye niyet ettiği halde
oraya ulaştıktan sonra Cidde’den ihrama girmezse mikat yerine döner
ve oradan ihrama girer. Kendisine de bir şey lazım gelmez.
SORU-468: İhramlının ihram elbisesini giydikten sonra gusletmesinin hükmü nedir?
CEVAP: İhramlının ister bir defa ister ik defa yıkanmasında bir sakınca yoktur. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ihramlı iken yıkandığı sabittir. Fakat ihamlı iken ihtilam olduğu zaman yıkanması farzdır.
Cenabetten dolayı gusletmek farzdır, ihram için gusletmek sünnettir.
SORU-469: Daha önce kensisi için haccetmiş bir kimsenin ölmüş
dedesi adına haccetmesinin hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimsenin haccetmemiş dedesi adına haccetmesinde bir
sakınca yoktur. Çünkü bu Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sünnetinde sabit
olan bir husustur.
SORU-470: İhram için özel bir namaz var mıdır?
CEVAP: İhramın özel bir namazı yoktur. Fakat insan mikat yerine
ulaşınca ve kılacağ farz namazın vakti de yaklaşmışsa o farzı kılıncaya
kadar ihrama girmeyi ertelemesi ve sonra ihrama girmesi daha faziletlidir. Farz namazının vaktinin dışında bir vakitte mikat mahalline ulaş(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, (1529).
440
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
tığı zaman ise malum olduğu üzere cünüplükten yıkandığı gibi yıkanır,
kokulanır, ihram elbisesini giyer, sonra kuşluk vaktinde bulunduğunda
kuşluk namazı kılmak isterse veya kuşluk vaktinde değil de sünnet olan
abadest namazını kılmak isterse ve bundan sonra ihrama girerse bu da
güzel olur. Burada ihram için özel bir namaz kılmasına gelince bu konuda Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den herhangi bir rivâyet gelmemiştir.
SORU-471: Hac ayları içinde umre yapan sonra Medîne’ye bir yolculuk yapan ve dönüşte Ebyar-ı Ali’de (Zülhuleyfe’de) hac için ihrama
girse temettu haccı yapmış olur mu?
CEVAP: Bu adam hac aylarında umre yapmaya geldiği zaman hac
yapmaya da karar verdiği müddetçe temettu haccından yararlanır. Çünkü kendi ülkesine gitmediği müddetçe umre ile hac arasında yapacağı
bir yaolculuk, onun temettunu iptal etmez. Ancak kendi ülkesine döndüğü zaman hac yolculuğunu yeniden başlatır ve önceki temettuu kesintiye uğramış olur. Çünkü hac ile ilgili her ibâdete müstakil bir yolculuk
tahsis edilir. Umreyi eda ettikten sonra Medîne’ye giden, sonra Ebyar-ı
Ali mevkiinde haccın ihramına giren bu adamın şu ayetin genel hükmü
gereğice bir temettu kurbanı kesmesi gerekir: “Kim hacca kadar umre
yapıp yararlanmak isterse kolayına gelen kurbanı kesmesi gerekir.” (Bakara: 196).
SORU-472: Hac yapmak istemediği halde Şevval ayında umre için
ihrama girip umresini tamamalayan sonra hac yapma imkânına kavuşan kimse temettu haccı yapmış olur mu?
CEVAP: Temettu yapmış olmaz, bunun kurban kesmesi de gerekmez.
SORU-473: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh olarak gelen telbiyenin sözleri nelerdir? Hac ve umrenin telbiyesi ne zaman kesilir?
CEVAP: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den sahîh olarak gelen telbiye
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
441
sözleri şunlardır: :(‫ ﺍﻥ ﺍﳊﻤﺪ ﻭﺍﻟﻨﻌﻤﺔ ﻟﻚ‬،‫ ﻟﺒﻴﻚ ﻻ ﺷﺮﻳﻚ ﻟﻚ ﻟﺒﻴﻚ‬،‫ﻟﺒﻴﻚ ﺍﻟﻠﻬﻢ ﻟﺒﻴﻚ‬
‫ ﻻ ﺷﺮﻳﻚ ﻟﻚ‬،‫“ )ﻭﺍﳌﻠﻚ‬Lebbeyk Allahümme lebbeyk, innel hamde veni’mete
leke el mülk, la şerike lek.” (Buyur Allah’ım buyur! Senin ortağın yoktur
buyur! Hamd sanadır, nimet ve mülk senindir. Senin ortağın yoktur.)
(1)
Ahmed b. Hanbel’in rivâyetinde şu fazlalık vardır: “‫ ”ﻟﺒﻴﻚ ﺍﻟﻪ ﺍﳊﻖ‬Bunun
isnadı hasendir.(2)
Umrede tavafa başlandığı zaman, hacda ise bayram günü cemre-i
akabeye taş atmaya başlandığı zaman telbiye kesilir. Bunun delîli, İbn
Abbas radıyallahu anhüma tarafından merfu olarak rivâyet edilen şu
hadîstir: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Umrede Hacerul-Esved’i istilam
ettiği zaman telbiyeyi keserdi.”(3) Tirmizî bu hadîsin sahîh olduğunu
söyledi, fakat ravilerin içinde bulunan Muhammed b. Abdurrahman
b. Ebi Leyla’yı pek çokları zayıf olarak niteledi. İbn Abbas radıyallahu
anhüma’dan rivâyet edildiğine göre Üsame, Arafat’tan Müzdelife’ye
kadar Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in terkisinde yer almıştı. Sonra Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Müzdelife’den Mina’ya kadar el-Fadl’ı terkisine
almıştı. Her ikisi de şöyle dediler: “Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Cemre-i
Akabe’ye taş atmaya başlayıncaya kadar telbiyeyi hiç kesmedi.”(4) Bunları Buhârî ve Müslim Sahîhleri’nde tahrîc ettiler. Mâlik umrede Harem’e
ulaştığı zaman telbiyeyi keserdi. Bir rivâyete göre Beyt’e ulaştığı zaman
veya Beyt’i gördüğü zaman telbiyeyi keserdi. Telbiyenin anlamı: Senin
emrine itaat ederim, senin çağrına icâbet ederim, demektir. Lafzın iki
defa tekrarlanması çokluk manasınadır.
SORU-474: İhramlının başını taraması câiz olur mu?
CEVAP: İhramlının saçını taraması gerekmez. Çünkü ihramlı için
gerekli olan şey onun saçınını başının dağınık ve tozlu olmasıdır. Yıkanmasında bir sakınca yoktur. Taraması ise saçı düşmeye maruz bırakır.
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Hac, Bâbu Telbiye, (1549). Müslim, Kitâbu’l- Hac, Bâbu Telbiye ve
sıfatuha (1184).
(2) İmam Ahmed tahrîc etmiştir.
(3) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Menasik, BâbuMeta Yaktau’l-Mu’temiru et-Telbiyete (1817).
Tirmizî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Mâ Câe Meta Taktau’t-Telbiyetü fi’l-Umreti, (1919)
(4) Buhârî, Kitâbu’l- Hac, Bâbu er-Rukûbi ve’t-Teradüfi fi’l-Hacci (1543).
442
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Fakat başını kaşımak veya ovalamak veya benzeri bir sebeple ihramlının kastı olmaksızın saçı düştüğü zaman bunda bir sakınca yoktur.
Çünkü onun düşmesinde ihramlının bir kastı yoktur. Bilinmelidir ki
bütün ihram yasakları insanın kastı olmadığı ve onun yanılması veya
unutması sonucu meydana geldiği zaman bundan dolayı ona bir günah
yotur. Çünkü Allah teâlâ yüce Kitâbında şöyle buyurmaktadır: “Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Ahzab: 5) “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup
sorguya çekme!” (Bakara: 286). Allah teâlâ bu duaya: “Öyle yaptım” diye
icâbet etmiştir.
İhram yasaklarından olan avlanma konusunda Allah Treala şöyle
buyurmuştur: “Ey îmân edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin.
İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için,
öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban
olmak üzere buna yine içinizden iki adâletli kişi hükmeder.” (Mâide: 95).
Ayetteki “kasten” kaydı avı kasten öldürmeyen kimseye ceza gerekmeyeceğini ifade eder. Bu kayıt bir ihtirazi kayıttır. Çünkü hükme uygun
bir kayıttır. Bu dînin bir hoşgörü ve kolaylık dîni olduğu bilinince ona
cezânın gerekmemesi uygun olur. Buna göre biz deriz ki, istisnasız bütün ihram yasaklarını insan bilmeden veya unutarak çiğnerse ona ihramın hükümlerinen hiçbirisi uygulanmaz, yani ona ne fidye gerekir ne
de cima gibi ibâdeti geçersiz kılan durumlarda ibâdeti fesada uğratır.
İşaret ettiğimiz şer‘î delîllerin gereği budur.
SORU-475: Bilmeyerek saçlarının bir kısmını kısaltıp ihramdan çıkan hacıya ne lazım gelir?
CEVAP: Bilmeden saçlarının bir kısmını kesen sonra ihramda çıkan kimseye bir şey lazım gelmez. Çünkü o bunu bilmeden yapmıştır.
Fakat başındaki saçlarını kısaltma işini tamamlama yükümlülüğü üzerinde kalır.
Ben bu münasebetle kardeşlerime, herhangi bir ibâdeti yapmak iste-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
443
dikleri zaman herhangi bir kural ihlalinde bulunmamaları için o ibâdetle
ilgili Allah’ın koyduğu sınırları öğrenmeden işe girişmemelerini tavsiye
ederim. Çünkü Allah teâlâ Peyagamberi ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e şöyle buyurdu:
“De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum.
Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben
müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108) “De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.” (Zümer: 9). İnsanın bu
ibâdetle ilgili sınırları/hükümleri bilerek basiretle Allah’a ibâdet etmesi,
bilmeyerek, hatta bilen veya bilmeyen bir topluluğu sadece taklit ederek
ibâdet etmesinden çok daha hayırlıdır.
SORU-476: Uzak bir ülkeden gelen bir kimse haccetmek maksadıyla gelmediğini söyleyip yöneticileri atlatarak Mekke’ye girdiği, sonra Mekke’den ihrama girdiği zaman haccı sahîh olurmu? Bize bir fetva
verin, Alah sizi bize ve Müslümanlara vereceğiniz bu fetvadan dolayı
hayırla mükâfatlandırsın.
CEVAP: Böyle bir kimsenin haccı sahîhtir fakat yaptığı iş iki yönden haramdır:
Birincisi: Mikat mahallerinden ihrama girmeyi terk ederek Allah’ın
koyduğu sınırlara tecavüz etmesidir.
İkincisi: Allah’a masiyetin dışında kendilerine itaat etmemiz emredilen yöneticilere muhalefet etmesidir. Bundan dolayı Allah’a tevbe
etmesi ve Ondan bağışlanma dilemesi gerekir. Ayrıca ilim adamlarına göre mikat mahallinde ihrama girmeyi terk ettiği için fidye olarak
Mekke’de bir kurban kesmesi ve bunu fakirlere dağıtması gerekir. Onlar
haccın veya umrenin vâciblerinden birini terk edenin fidye olarak kurban kesmesi gerektiğini söylemişlerdir.
SORU-477: Temettu haccı yapmak için niyet eden bir kimse umreyi yaptıktan sonra ülkesine dönse sonra ypmak üzere tekrar gelse ifrat
haccı sayılır mı?
444
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: Evet, temettu haccının umresini yapan kimse ülkesine dönüp sonra tekrar geldiği zaman ifrat haccı yapmış sayılır. Çünkü ailesine dönerek umre ile hac arasında kesintiye sebep olmuştur. Onun daha
sonra memleketinden çıkması, yeniden hac için yolculuğa çıkması anlamına gelir. Bu durumda onun haccı ifrat haccıdır. O zaman kurban
kesmesi gerekmez. Fakat bunu kurbanı üzerinden düşürmek üzere hile
için yaparsa kurban ondan düşmez. Çünkü vacibi düşürmek üzere hile
yapmak o vacibin düşmesini gerektirmez. Nitekim harama yapılan hile
onun helal olmasını gerektirmez.
SORU-478: İhramlının şemsiye kullanmasının hükmü nedir ve
aynı şekilde dikişli olduğunu bildiği halde kemer kullanmasının hükmü
nedir?
CEVAP: Güneşin sıcaklığından korunmak için baş üzerinde şemsiye taşımanın bir sakıncası yoktur. Bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
erkeğe getirdiği başı örtme yasağının kapsamına girmez. Çünkü bu
bir örtme değildir. Bilakis bu güneşten ve sıcaklıktan bir korunmadır.
Müslim’in Sahîhinde rivâyet edildiğine göre Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
Üsame ve Bilal ile birlikte bulunuyordu. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
Akabe cemresine taş atması için onun devesinin yularını tutuyordu,
diğeri de onu güneşten korumak için elbisesini başından kaldırıyordu.(1)
Bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ihramlı iken bu elbise ile gölgelendiğinin delîlidir.
Eteğinin üzerine kemer bağlamasına gelince bunda da bir sakınca
ve günah yoktur. Soruyu soran kişinin “dikişli olduğu halde” sözü halkın bu konudaki bir yanlış anlamasına dayanır. Çünkü onlar âlimlerin
“ihramlının dikişli giymesi haramdır” sözüyle kast edilen mananın üzerinde dikiş olan şey olduğunu zannettiler. Hâlbuki öyle değildir. İlim
adamlarının dikişli giymekle kast ettikleri, organların kalıbına uygun
olarak imal edilen şey demektir. Gömlek, şalvar, fanila ve benzeri her
zaman giydikleri şeyleri giymek bu kapsama girer. İlim adamlarının
(1) Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu İstihbabi Ramyi’l-Cemrati’l-Akabeti Yevme’n-Nahri
Rakiben (1298).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
445
kastı üzerinde dikiş olan her şey değildir. Bu sebeple bir kimse mesela
yamalı bir ihram elbisesine bürünse bunda bir sakınca yoktur.
SORU-479: İhram elbisesini giyemeyen engelli bir şahıs nasıl yapacak?
CEVAP: Bir kimse ihram elbisesi giyemediği zaman giyebileceği
başka bir elbise giyer. İlim adamlarına göre böyle bir kimse ya Mekke’de
bir koyun kesip fakirlere dağıtması veya her birine yarım ölçek olmak
üzere altı fakiri doyurması veya üç gün oruç tutması gerekir. Başı tıraş
etme konusunda gelen nassa kıyasen ilim adamları böyle söylemişlerdir.
Allah teâlâ bu konudaki ayette şöyle buyurmuştur: “İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka
yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir.” (Bakara: 196) Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬sözünü ettiğimiz orucu ve sadakayı açıklamıştır.
SORU-480: Hacda cinsel ilişkinin haramlığını bilmeden cinsel ilişkide bulunan kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Malumdur ki ihram yasaklarından birisi de cinsel ilişkidir.
Hatta bu, ihram yasaklarının en büyüğüdür. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp
kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek
ve kavga etmek yoktur.” (Bakara: 197). Kadına yaklaşmak diye tercüme
edilen ‫ ﺭﻓﺚ‬kelimesi, cinsel ilişki ve öncesindeki davranışlar anlamına
gelir. Cinsel ilişki, ihram yasaklarının en büyüğüdür. Bir kimse haccın
ihramında iken cinsel ilişkide bulunduğu zaman -ki bu ya ilk tehallülden önce olabilir veya ilk tehallülden sonra olabilir- ilk tehallülden evvel
olursa bu ilişki şu sonuçları doğurur:
Birincisi: Bu ibâdet bozulur, ne nafile yerine geçer, ne de farz yerine
geçer.
İkincisi: Bu bir günahtır.
Üçüncüsü: Bu ibâdetin diğer aşamalarına devam etmesi gerekir.
Yani ibâdet fesada uğramış olsa bile yapmaya devam eder, onu tamam-
446
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lar ve bu fasit ibâdet bütün hükümlerinde sanki sahîh bir ibâdet gibi
muamele görür.
Dördüncüsü: Bu hac ister farz olsun, ister nafile olsun hemen gelecek sene kaza edilmesi gerekir. Farz bir hac olduğu zaman kaza edilmesini gerekliliği gayet açıktır. Çünkü içinde cinsel ilişki bulunan bir hac,
zimmetten düşmez/borç olmaktan çıkmaz. Nafile olduğu zaman ise
başlanan bir haccı devam ettirmek, Allah’ın şu ayeti sebebiyle farz olur:
“Hac ve umreyi Allah için tamamlayın.” (Bakara: 196). Allah teâlâ hacca
bulaşmayı farz olarak isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse;
artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur.”
(Bakara: 197). Bu sebepledir ki biz, ister nafile olsun, ister farz olsun bu
fasit haccın kaza edilmesi gerektiğini söyledik.
Bu ilişkinin doğurduğu sonuçlardan beşincisi ise: İşlediği fiilin fidyesi olarak büyük baş bir hayvan kurban kesmesi ve bunu fakirlere dağıtmasıdır. Bunun yerine yedi tane davar keserse bunda bir beis yoktur.
Birinci tehallülden önce cima etmenin hükmü budur.
Birinci tehallülden sonra cima etemenin doğuracağı sonuçlara gelince, bunlar:
Birincisi: Bu da günahtır.
İkincisi: Sadece ihramı bozulur.
Üçüncüsü: Bir koyun kesmesi ve fakirlere dağıtması veya her birine
yarım ölçek buğday ya da başka bir yiyecekle olmak üzere altı fakiri
doyurması veya üç gün oruç tutması gerekir. Bu üçünden birini tercih
etmede serbesttir. Bu kişi yeniden ihrama girer, en yakın mikat mahalline giderek ifaza tavafını ihramlı olarak yapmak için ihrama girer. Fıkıhçılarımız böyle söylemişlerdir.
Birinci tehallül ne zaman meydana gelir? diye sorulacak olursa;
Biz deriz ki: Bayram günü Akabe cemresinin taşlanması, tıraş olunması veya saçların kısaltılmasıyla birlikte birinci tehallül gerçekleşir. Bir
kimse bayram günü Akabe cemresini taşlayıp tıraş olduğu veya saçlarını kısalttığı zaman birinci tehallül aşamasına ulaşmış olur ve kadınlara
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
447
yaklaşmanın dışında bütün yasaklardan kurtulur. Aişe radıyallahu anhüma şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i ihrama girerken,
ihramı için, bir de ihramı çıkarıp hılle girdiği için Ka'be'yi tavaf etmesinden önce güzel koku ile kokulandırır idim.”(1) Bu hadîs, ihramdan çıkışı müteakiben Beyt’in tavaf edileceğinin delîlidir. Biraz önce de ifade
ettiğimiz gibi bu, ihramdan çıkmadan önce tıraş olmayı gerektirir. Şöyle
ki, birinci tehallül, yani ihramdan çıkmanın ilk aşaması, bayram günü
tıraş olmakla veya saçları kısaltmakla birlikte Akabe cemresine taş atmakla gerçekleşmiş olur. O halde bu tehallülden önce cinsel ilişkide bulunmak biraz önce sözünü ettiğimiz beş sonucun doğmasına sebep olur.
Bu tehallülden sonra cinsel ilişkide bulunmanın doğurduğu sonuçlar ise
günah, ihramın bozulması –ibâdetin değil– ve fidyenin veya fakirleri
doyurmanın ya da Mekke’de veya başka yerde, peş peşe veya ayrı ayrı
oruç tutmaktır. Bu kişi câhil, yani bu fiilin haram olduğunu bilmezse,
ister birinci tehallülden önce, ister birinci tehallülden sonra işlesin kendisine bir şey lazım gelmez. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Allah teâlâ bu duaya: “Öyle yaptım” diye icâbet etmiştir. Başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: “Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde
vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Ahzab: 5)
SORU-480: Bu adam ihramlı iken cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bildiği fakat bu sonuçların hepsini doğurmayacağını
zannettiği zaman mazur sayılır mı? Bu sonuçların hepsini doğuracağını
zannetmiş olsaydı bu fiili işlemeyecekti.
CEVAP: Bu bir mazeret değildir. Çünkü hükmün câhili olmak mazerettir, yani bu fiilin haram olduğunu bilmeyen mazur olur. Fiilin doğuracağı sonuçları bilmemek mazeret değildir. Bu sebeple zinanın haram olduğunu bilen evli bir adam, akıl baliğ ve evli olmanın şartlarını
eksiksiz bulundurduğu halde zina ederse ona recm cezası uygulanması
gerekir. Ben bunun cezasının recm olduğunu bilmiyordum, bilseydim
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Hac, Bâbu et-Tîbu ınde’l-İhram, (1539). Müslim, Kitâbu’l-Hac,
Bâbu et-Tîbu li’l-Muhrimi Inde’l-İhram (1189).
448
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
yapmazdım dese biz ona deriz ki: Bu bir mazeret değildir, zinanın cezasını bilmesen bile recmedilmen gerekir. Bu sebeple Ramazan günü eşiyle
cinsel ilişkiye giren bir adam kendisine hangi kefaretin gerektiğini sormak üzere Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e geldiği zaman bu fiili işlediğinde
kendisine ne lazım geleceğini bilmiyordu. Bu hadîs, bir kimsenin bir
masiyeti işlemeye cesaret ettiği ve Allah’ın yasaklarını çiğnediği zaman,
her ne kadar o esnada bunun sonuçlarını bilmese bile bu sonuçları doğurduğunun delîlidir.
SORU-481: İhramlı bir kadın nasıl örtünür? Yüzünü açıkta bırakması şart mıdır?
CEVAP: İhramlı bir kadın erkeklerin yanından geçtiği zaman veya
ihramlı bir kadının yanından mahremi olmayan erkekler geçtiği zaman
sahâbe kadınlarının yaptığı gibi yüzünü örtmesi gerekir. Bu durumda
fidye ödemeleri gerekmez. Çünkü bu zaten kendilerine emredilen bir
şeydir. Emredilen bir şey yasaklanan şey haline dönüşmez.
İhramlı bir kadının yüzünü örtmesi şart değildir. Bununla beraber
yüzünü örterse bunda bir sakınca yoktur. Demek ki erkeklerin yanında
bulunduğu müddetçe yüzünü örtmesi gerekir. Çadıra girdiği veya evinde bulunduğu zaman yüzünü açar. Çünkü ihramlı bir kadının yüzünü
açması meşrudur.
SORU-482: Veda tavafından önce hayız gören hacı kadının hükmü
nedir?
CEVAP: Bu konudaki hüküm şudur: Bir kadın ziyaret (ifaza) tavafını yaptığı ve haccın menasikini tamamladıktan sonra hayız gördüğü
zaman eğer sadece veda tavafı kalmışsa bu durumda veda tavafı yükümlülüğü ondan düşer. Bunun delîli İbn Abbas’ın rivâyet ettiği şu hadîstir:
İbn Abbas şöyle dedi: “Halka son varacakları yerin Beyt-i Şerif olması
emir buyruldu. Yalnız hayızlı kadına ruhsat verildi.”(1) Peygamberimiz
(1) Buhârî, Tavafü’l-Veda, (1756). Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Vücubü Tavafi’l-Vedaı
ve Sükutihi ani’l-Haizi (1338).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
449
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e Safiye bint Huyey’in ziyaret tavafını yaptıktan sonra
hayız gördüğü söylendiği zaman: “O halde haydin yola çıkın” buyurdu(1)
ve ondan veda tavafını düşürdü.
Ziyaret (ifaza) tavafına gelince hayız sebebiyle bu tavaf düşmez. Kadın ya temizlenip ziyaret tavafını yapıncaya kadar Mekke’de kalır ya da
ihramlı olarak memeleketine gider, temizlendiği zaman döner ve ziyaret tavafını yapar. Burada memleketinden tekrar döndüğü zaman önce
umre yapması, tavaf edip say etmesi ve sçlarını kısalttıktan sonra ziyaret
(ifaza) tavafını yapması güzel olur. Hiçbir şekilde buna imkân bulamadığı zaman hayız mahalline hayzın inip mescidi kirletmesini engelleyecek bir şey koyar ve zorunlu olarak tavafını yapar. Tercih edilen görüş
budur.
SORU-483: Hayızlı iken kocasıyla birlikte ihrama giren bir kadın,
temizlenince mahremsiz olarak umre yaptı, sonra tekrar kan gördü. Bunun hükmü nedir. Bize bir fetva veriniz.
CEVAP: Anlaşıldığı kadarıyla bu kadın Mekke’ye mahremiyle birlikte gelmiş ve hayızlı iken mikat mahallinde ihrama girmiştir. Hayızlı olarak mikat mahallinde ihrama girmesi sahîh bir ihramdır. Çünkü
Esma binti Umeys Zülhuleyfede Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e loğusa olduğunu söylemiş ve ne yapacağını sormuştu. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
ona: “Yıkan da bir elbise ile kuşak sarın ve ihrama gir!” buyurdu.(2) Kadın Mekke’ye geldiği ve temizlenip de mahremsiz olarak umre yaptığı
zaman bunda ona bir günah yoktur. Çünkü beldenin ortasındadır. Fakat kanın daha sonra tekrar gelmesi gördüğü bu temizliği şüpheli hale
getirir. Bu durumda biz ona deriz ki: Temizliği kesin olarak gördüğün
zaman senin umren sahîhtir. Bu temizlikte şüpheye düştüğün zaman
umreni yeniden yap. Fakat umreyi yeniden yapmak mikat yerine gidip
yeniden ihrama girmen demek değildir. Biz sadece tavafı, sayi ve saçları
kesmeni kastediyoruz.
(1) Buhârî, Kitâbu’l- Hac, Bâbu İzâ Hâzati’l-Mer’etü Ba’de Mâ Efazat (1757), Müslim
Kitâbu’l-Hac, Bâbu Vücubi Tavafi’l-Vedai ve Sükutihi ani’l-Haizi (1211).
(2) Müslim, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Haccetü’n-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem (1218).
450
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-484: Ziyaret tavafını yapmadığı halde hayız gören bir kadın Suud ülkesinin dışında ikâmet ediyorsa, Suud’dan ayrılma zamanı geldiği zaman geride kalması ve bir daha memleketine dönmesi
imkânsız ise ne yapacak. Bize bu konuda bir fetva verin, Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın.
CEVAP: Durum anlatıldığı gibi olduğu zaman, yani ziyaret tavafını yapmayan ve hayız gören bir kadın Mekke’de kalması veya tavaf
etmeden önce yola çıkmış olsa geri dönmesi imkânsız olduğu zaman bu
durumda şu iki şeyden birini yapması câizdir:
1- Ya bu kanı durduracak bir iğne kullanır ve bu iğneyi kulanmasında kendisine bir zarar olmadığı zaman tavaf eder,
2- Ya da kanın mescide akmasını engelleyecek bir tedbir alarak
zarûreten tavaf eder. Bu görüş Şeyhulislâm İbn Teymiyye’nin de tercih
ettiği bir görüştür. Allah ona rahmet eylesin.
Bunun aksi şu iki durumdan biridir:
1- Ya ihramlı olaraka kalır ki o zaman kocasıyla cinsel ilişkide bulunması ve evli değilse evlilik akdi yapması kendisine helal olmaz.
2- Ya da engellenmiş olarak kabul edilir, kurban keser ve ihramından çıkar. Bu durumda bu haccı yapmış sayılmaz.
Her ikisi de zordur. Yani ihramlı olarak kalmaya devam etmesi de,
haccı kaçırmış olması da zor bir iştir.
O halde bu gibi durumlarda zarûret sebebiyle İbn Teymiyye’nin görüşü tercih edilmeye daha layıktır. Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah dînde sizin üzerinize bir güçlük yüklememiştir.” (Hac: 78).
“Allah size kolaylığı ister, güçlüğü istemez.” (Bakara: 185).
Fakat bu kadının yolculuk yapması sonra temizlenince geri dönmesi
mümkün olduğu zaman yolculuk yapmasında bir sakınca yoktur. Temizlendiği zaman tekrar gelir ve haccın tavfını yapar. Bu müddet içinde
eşlerin ilişkiye girmesi helal olmaz. Çünkü ikinci tehallül henüz gerçekleşmemiştir/ihramdan tamamen çıkmış değildir.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
451
SORU-485: Umre yapmak için ihrama giren sonra hayız gören bir
kadın umreyi yapmadan Mekke’den ayrılırsa ne yapar?
CEVAP: Bir kadın umre için ihramam girdiği ve hayız gördüğü zaman ihramı iptal olmaz, bilakis ihramlı olarak kalır. Umre için ihrama
giren ve tavaf ve sayi yapmadan Mekke’den ayrılan bu kadının umre
süreci devam eder. Bu kadının ihramdan çıkması için Mekke’ye tekrar
gelmesi, tavaf ve sayini yapması ve saçlarını kesmesi gerekir.
Bu süre içinde koku sürünmek, saçlarını veya tırnaklarını kesmek,
evli ise kocasına yaklaşmak gibi bütün ihram yasaklarından da uzak
durması gerekir. Ancak hayzının geleceğinden korkar da engellendiği
yerde ihramdan çıkmayı önceden şart koşarsa o zaman ihramdan çıkması dururmunda kendisine bir şey lazım gelmez.
SORU-486: İhramlı bir kadının ihrama girdiği elbiseyi değiştirmesi
câiz olur mu? İhram için özel bir elbise var mıdır?
CEVAP: İhramlı bir kadının gerekli olsun veya olmasın elbiseini
değiştirmesi câizdir. Fakat diğer elbisenin erkekler önünde açılıp saçılmak ve güzel görünmek için giyilen bir elbise olmaması şarttır. Buna
göre kadın ihrama girdiği elbisesini değiştirmek istediği zaman bundan
dolayı kendisine bir günah yoktur.
Kadınların ihramda giyecekleri özel bir elbisesi yoktur. Bilakis dilediği elbiseyi giyebilir. Ancak peçe ve eldiven giyemez. Peçe yüzün üzerine konulan ve sadece gözleri açıkta bırakan bir örtüdür. Eldiven ise
ellere takılan şeydir. Buna el çorabı da denilir.
Erkeklere gelince onların ihram için özel bir elbiseleri vardır. Bu elbise izar ve ridadan meydana gelir. İhram esnasında erkek gömlek, pantolon, sarık, bornos ve ayakkabı/mest gibi şeyleri giyemez.
SORU-487: İhramlı bir kadının eldiven ve çorap giymesi câiz olur
mu?
452
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
CEVAP: İhramlı kadının çorap giymesinde bir beis yoktur.
Eldiven giymesine gelince Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bunu yasaklamış ve ihramlı kadın hakkında şöyle buyurmuştur: “İhramlı kadın eldiven giymesin.”(1)
SORU-488: Hayızlı iken mikat mahallinden geçen bir kadın var Kadın orada ihrama girdi, Mekke’ye geldi ve temizleninceye kadar umresini te’hîr etti. Onun umresinin hükmü nedir?
CEVAP: Umresini bir iki gün geçirse bile umresi sahîh olur. Fakat bu umrenin hayızdan temizlendikten sonra yapılmış olması gerekir.
Çünkü hayızlı bir kadının Kâbe’yi tavaf etmesi helal olmaz. Bu sebeple
Aişe radıyallahu anha umre ihramıyla Mekke’ye doğru giderken hayız
görünce Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona şöyle buyurdu: “Haccın ihramına
gir ve bir hacının yapacağı işleri sen de yap, şu kadar ki, sen ancak temiz
oluncaya kadar Beyt'i tavaf etme!”(2) Safiye hayız gördüğünde Peygamber
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona şöyle dedi: “Bu şimdi bizi -yolumuzdan- alıkoydu
mu?” Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onun ziyaret tavafını yapmadığını zannetmişti. Onun ziyaret tavafını yaptığını söylediklerinde şöyle buyurdu:
“O halde çıkın yola.”(3) Demek ki hayızlı bir kadının Beyt’i tavaf etmesi helal değildir. Kadın hayızlı olarak Mekke’ye geldiği zaman temizleninceye kadar beklemesi gerekir. Umre tavafını yaptıktan sonra ve sayi
yapmadan önce hayız olduğu zaman ise umresini tamamlamalıdır, yani
sayini yapmalıdır. Bunda bir sakınca yoktur. Sayi yaptıktan sonra hayız
geldiği zaman artık veda tavafı yapması gerekmez. Çünkü veda tavafı
hayızlı kadından düşer.
SORU-489: Hayızlı iken mikat mahallinde ihrama giren, sonra
Meke’de temizlenip elbiselerini değiştiren bir kadının hükmü nedir?
CEVAP: Kadın hayızlı iken mikat mahallinde ihrama girdiği, sonra
(1) Buhârî, Cezai’s-Sayd, Bâbu Mâ Yunha ani’t-Tîbi li’l-Muhrimi ve’l-Muhrimeti
(1838).
(2) Buhârî, Kitâbu’l- Hayız, Bâbu Takzı’l-Haizu el-Menasike Külleha ille’t-Tavaf (305).
(3) Tahrîci geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
453
Mekke’ye ulaştığı ve temizlendiği zaman giyilmesi mübah elbiselerden
olduğu müddetçe dilediği elbiseyi değiştirmesi ve dilediği elbiseyi giymesi câizdir. Erkeğin de ihram elbisesini başka bir ihram elbisesiyle değiştirmesi câizdir, bundan dolayı kendisine bir günah yoktur.
SORU-490: Hacda yüzü peçe ile örtmenin hükmü nedir? Ben şu
manada bir hadîs okumuştum: “İhramlı kadın yüzüne peçe takmasın
ve eldiven giymesin.” Aişe radıyallahu anha’ya ait de bir söz okumuştum. Hacda iken nasıl davrandıklarını şöyle anlatıyordu: Biz erkeklerin
hizasına geldiğimiz zaman yüzümüzü örtüyor, onları geçtiğimiz zaman
açıyorduk.” Bu iki sözün arasını nasıl bulacağız?
CEVAP: Bu konuda doğru olan şey, hadîsin delâlet ettiğidir. Yani
Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in ihramlı kadının yüzünü örtmesini yasaklamış olmasıdır. Bu hadîse göre yabancı erkeklerin yanından geçsin veya
geçmesin ihramlı bir kadının yüzünü peçe ile örtmesi kesin olarak yasaklanmıştır. Bundan dolayı ister hacda olsun, ister umrede olsun ihramlı kadının yüzünü peçe ile örtmesi haramdır. Peçe kadınlar tarafından bilinen bir örtüdür. Peçe, kadının iki gözünü açıkta bırakacak
şekilde yüzünü örtmesidir. Aişe hadîsine gelince bu hadîs, yüzü peçe
ile örtme emrine aykırı değildir. Çünkü Aişe hadîsinde kadınların yüzlerini peçe ile örttüklerine dair bir işaret yoktur. Sadece yüzlerini peçe
kullanmadan örttüklerine işaret edilmektedir. Bu da kadınlar erkeklerin yanından geçtikleri esnada gerekli bir şeydir. Onların yüzlerini örtmeleri gerekir. Çünkü yabancı erkeklerden yüzü gizlemek vâcibtir. Buna
göre biz deriz ki: İhramlı kadının peçe giymesi mutlak olarak haramdır.
Yüzünü örtmesi ise yüzünü açmasından daha faziletlidir. Yakınından
erkekler geçtiği zaman yüznü örtmesi gerekir örtmesi fakat peçesiz örtmesi gerekir.
SORU-491: Unutarak veya bilmeden ihram yasaklarından herhangi
birisini çiğneyen kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: İhram elbisesini giydikten sonra ve henüz niyet etmeden
454
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
önce ihram yasaklarından herhangi birisini çiğnediği zaman kendisine
herhangi bir şey lazım gelmez. Çünkü ihram elbisesini giymesine değil
niyete itibar edilir. Fakat niyet ettiği ve ibâdetin içine girdiği zaman yasaklardan herhangi birisini unutarak veya bilmeyerek çiğnerse kendisine yine bir şey lazım gelmez. Fakat mazeretin mücerret zâil olmasıyla
birlikte – unutmuşsa hatırlamasıyla, bilmeden yapmışsa öğrenmesiyle
birlikte hemen o yasağı terk etmesi gerekir.
Mesela bir kimse ihramlı iken unutarak bir elbise giymiş olsa kendisine bir şey lazım gelmez. Fakat hatırladığı andan itibaren hemen o
elbiseyi hemen çıkarması gerekir. Aynı şekilde ihrama girerken üzerinden donunu çıkarmayı unutsa, niyet ettikten ve telbiye getirdikten sonra
hatırlasa donunu hemen çıkarması gerekir, bundan dolayı da kendisine
herhangi bir ceza gerekmez. Bilmeden böyle bir şey yapsa yine bir şey
lazım gelmez. Mesela bir kimse ihramlının dikişsiz fanila giyebileceğini
zannederek dikişli değil de örme bir fanila giyse kendisine bir şey lazım
gelmez. Fakat bağlantısı olmasa bile fanilanın ihramlı için yasaklanmış
bir elbise olduğunu öğrendiği zaman onu hemen çıkarması gerekir.
Bu konudaki genel kaide şudur: Bir kimse unutarak veya bilmeyerek veya tehdit altında işlediği hiçbir ihram yasağından dolayı kendisine
herhangi bir şey lazım gelmez. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Allah teâlâ bu duaya: “Öyle yaptım” diye icâbet etmiştir. “Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur.
Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok
merhamet edicidir.” (Ahzab: 5). Allah teâlâ ihram yasaklarından olan av
yasağı hakkında da özel olarak: “İçinizden kim kasten onu öldürürse,”
(Mâide: 95) buyururken kasıtsız öldürmenin ceza gerektirmediğine işaret etmiştir. Bu konuda ihram yasağının giyim, güzel koku sürünmek
ve benzeri şeyler olmasıyla, avı öldürmek ve başı tıraş etmek gibi şeyler
olması arasında fark yoktur. Her ne kadar bazı âlimler bunlar arasında fark gözetmişlerse de doğrusu bunları birbirinden ayırt etmemektir.
Çünkü bunların hepsi insanın bilmediği, unuttuğu ve zorda kaldığı zaman mazur sayıldığı yasaklardandır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
455
SORU-492: Hac ibâdetini eda ederken bazı hatalar işleyen ve yanında bunlar için kefaret ödeme imkânını bulamadan kendi ülkesine dönen
bir hacı ödemesi gereken kefareti kendi ülkesinde ödeyebilir mi, yoksa
bunları Mekke’de mi ödemesi gerekir. Mekke’de ödemesi gerektiği zaman bunun için vekil tayin etmesi câiz olur mu?
CEVAP: Meydana gelen bu hatanın mahiyetini bilmemiz gerekir:
Eğer yapılan hata bir vacibin terk edilmesi şeklinde olmuşsa bunun karşılığında fidye olarak Meke’de bir kuban kesmesi gerekir. Çünkü bu hac
ibâdetiyle ilgilidir. Bu Kurban’ın Mekke’nin dışında kesilmesi câiz değildir.
Bu hata eğer yasaklanmış bir fiilin işlenmesi şeklinde meydana gelmişse bunda şu üç şeyden birisi geçerlidir: Bunun kefareti ya altı fakiri
doyurmaktır ki bu kefareti Mekke’de de ödeyebilir yasağı çiğnediği yerde de ödeyebilir.
Veya altı gün oruç tutmaktır. Bu durumda bu oruçların üçünü
Mekke’de de tutabilir, başka yerde de tutabilir.
Ancak bu hata hac esnasında birinci tehallülden önce cinsel ilişki
şeklinde meydana gelmişse bu hatayı yaptığı yerde veya Mekke’de büyük baş bir hayvanı kurban kesmesi ve bunu fakirlere dağıtması vâcib
olur.
Veya bu kefaret öldürdüğü bir avın cezası olur. Bunun cezası onun
dengi bir hayvanı kurban etmektir veya fakirleri doyurmaktır veya oruç
tutmaktır. Oruç olursa bunu istediği yerde tutabilir. Fakirleri doyurmak veya kurban kesmek ise bu konuda Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere..” (Mâide: 5). O halde bu
cezânın Harem bölgesinde ödenmesi gerekir. Bu konuda vekil de tayin
edebilir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kalan kurbanlarının kesiminde Ali radıyallahu anh’i vekil tayin etmiştir.
SORU-493: Sayin tavaftan önce yapılması câiz olur mu?
CEVAP: Sayin ziyaret tavafından önceye alınması câizdir. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kurban kesme günü halkın karşısına durdu
456
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ve insanlar ona sorular sormaya başladılar: Birisi ona dedi ki: Tavaftan
önce say yaptım? Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Zararı yok” bıuyurdu.(1)
Demek ki kim temettu haccı yapar da haccın sayini tavaftan önce eda
ederse veya ifrat haccı ya da kıran haccı yapar da kudüm tavafıyla birlikte say yapmayıp ifaza tavafından önce say yaparsa bunda bir sakınca
yoktur. Çünkü Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬: “Zararı yok” demiştir.
SORU-494: Ramazanda tekrar tekrar umre yapmanın hükmü nedir? İki umre arasında belirlenmiş bir süre var mıdır?
CEVAP: Ramazan ayında tekrar tekrar umre yapmak bir bid‘attir.
Çünkü bir ayın içinde umreyi tekrarlamak selefin yoluna aykırıdır. Hatta Şeyhulislâm İbn Teymiyye el-Fetava’da umreyi tekrarlamanın ve onu
çok yapmanın selefin ittifakıyla mekruh olduğunu zikretmiştir. Özellikle bunu Ramazanda yapanlar mekruh işlemiş olurlar. Bu böyledir.
Çünkü eğer bu hoş bir şey olsaydı selef bunu yapmaya bizden daha hırslı
olurdu ve tekrar tekrar umre yapardı.
İşte Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬. İnsanların en takvâlısı ve iyi şeyleri yapmayı en çok seveni idi. Fetih yılı Mekke’de on dokuz gün kaldı.
Bu süre zarfında namazları iki rekât kıldı ve hiç umre yapmadı. İşte
Aişe radıyallahu anhüma. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e umre yapmak
için ısrar edince Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kardeşi Abdurrahman b. Ebi
Bekr’e onu ihrama girmesi için Harem’in dışına çıkarmasını emretti.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Abdurrahman’ı umre yapması için yönlendirmedi. Eğer bu meşru olsaydı Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onu da buna
teşvik ederdi. Eğer bunun meşruiyeti sahâbîler tarafından bilinseydi
Abdurrahman b. Ebi Bekir de umre yapardı. Çünkü o da Hill’e, yani
mikât mahalline kadar çıkmıştı.
İki umre arasındaki belirlenen süre hakkında İmam Ahmed –Allah
ona rahmet eylesin- şöyle dedi: “Tıraş ettiği başı kömür gibi siyahlaşıncaya kadar bekler.”
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İlim, Bâbu el-Futya, ve huve Vakıfun ale’d-Dabbeti ve Ğayriha,
(83). Müslim, Kitâbu’l- Hac, Bâbu Men Haleka Kable’n-Nahri (1306).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
457
SORU-495: Tavaf esnasında namaz için kamet edildiği zaman hüküm nedir? Tavafa yeniden mi başlar? Yeniden başlamadığı zaman tavafı nasıl tamamlar?
CEVAP: İster umre tavafı, ister hac tavafı, isterse nafile tavaf olsun
bir kimse tavaf ederken namaz için kamet getirildiği zaman tavafını bırakır, namazı kılar sonra döner ve tavafı tamamlar. Tavafa yeniden başlamaz, daha önce kaldığı yerden itibaren tamamlar. Daha önce yaptığı
şavtları yeniden yapmasına gerek yoktur. Çünkü önceki yaptığı şavtlar
sahîh bir temele dayanır ve şer‘î bir izin gereği böyle yapmaktadır. Şer‘î
bir delîl olmadıkça bâtıl olması mümkün değildir.
SORU-496: Umreci tavaftan önce sayi yaptığı zaman kendisine ne
lazım gelir?
CEVAP: Umre yapan bir kimse tavaf etmeden önce sayini yapsa
sonra tavaf etse sadece sayi yeniden yapması gerekir. Çünkü tavaf ile
say arasındaki tertip vâcibtir. Bu ikisi arasındaki sıralama Peygamber
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e aittir ve o şöyle buyurmuştur: “Hac ibâdetinizi benden
öğrenin.”(1) Biz haccın menasikini ondan öğrendiğimize göre işe önce
tavaftan başlarız, ikinci olarak sayederiz. Fakat eğer ben birinci sayde
yoruldum derse biz ona deriz ki yorulduğu için ecir kazanır fakat hatada
ısrar etmez.
Bazı tabiiler ve bazı âlimlere göre unutarak veya bilmeyerek tavaftan önce say yaptığı zaman ona bir şey gerekmez. Nitekim bunu hacda
yapmış olsaydı yine bir şey lazım gelmezdi.
SORU-497: Izdıba nedir, ne zaman meşrudur?
CEVAP: Izdıba, insanın sağ omzunu açıkta bırakması ve ridasının
iki ucunu sol omzunun üzerine atmasıdır.
Bu kudüm tavafında meşrudur, başka tavaflarda meşru değildir.
(1) Buhârî, Kitâbu’l-İlim, Bâbuel-Futya vehüve Vakıfun ale’d-Dabbeti ve Ğayriha, (83).
Müslim, Kitâbu’l- Hac, b. Men Haleka Kable’n-Nahri… (1306).
458
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-498: Nafile say yapmak câiz midir?
CEVAP: Nafile say yapmak câiz değildir. Çünkü say ancak hac ve
umre ibâdetinin içinde meşrudur. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Safa ve Merve, Allah'ın, alâmetlerindendir. Bundan dolayı kim
Beyt (Kâbe)'i hacceder yahut umre yaparsa, her ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Kim gönlünden bir iyilik yaparsa, şüphesiz ki Allah,
(iyiliğe) iyilikle mukabele eden ve (bunu hak edeni) hakkiyle bilendir.”
(Bakara: 157)
SORU-499: Bilmeyerek ifaza tavafını terk eden kimseye ne lazım
gelir?
CEVAP: İfaza tavafı haccın rukünlerinden biridir. O olmadan hac
tamamlanmış olmaz. İnsan bunu terk ettiğ zaman haccı eksik kalır. Onu
mutlaka tamamlaması gerekir. Ülkesine dönmüş bile olsa geri döner ve
ifaza tavafını yapar. Bu durumda tavafı yapmadığı müddetçe eşinden
yararlanamaz. Çünkü ikinci tehallül ile ihramdan çıkmış değildir. Çünkü ister temettu, ister kıran, ister ifrat haccı yapsın ikinci tehallül ile
ihramdan ancak ifaza tavafından ve sayden sonra çıkılır. Tabii ifrat haccında kudüm tavafı ile birlikte say yapmamışsa.
SORU-500: Bazı tavaf edenlerin kadınlarını Hacerulesved’i öpsünler diye ileriye doğru ittiklerini gördüm. Hacerulesved’i öpmek mi yoksa
erkeklerden uzak durmak mı daha faziletlidir?
CEVAP: Soruyu soran kişi böyle tuhaf bir şeyi görmüşse ben ondan
daha tuhafını gördüm: Ben, kıldığı farz namazın daha selamını vermeden Hacerulesvdi öpmeye şiddetle koşmak için ayağa kalkan ve namazını bozan kimseleri gördüm. Hâlbuki namaz İslâmın rukünlerinden
biridir, Hacerulesved’i öpmek ise vâcib bile değildir, tavafla birlikte olmadığı zaman meşru da değildir. Böyle yapmak insanların bir cehaletidir, insanın esef edeceği katmerli bir cehalettir. Hacerulesved’i öpmek ve
dokunmak sadece tavafta sünnettir. Çünkü ben tavaftan bağımsız olarak ona istilam etmenin (dokunmanın) sünnet olduğunu bilmiyorum.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
459
Ben burada bilmediğimi söylüyorum ve benim bu bilgimin aksine bir
bilgisi olanların bunu bana ulaştırmalarını rica ediyorum. Allah onları
iyilikle mükâfatlandırsın.
Demek ki bu, tavafın sünnetlerinden biridir. Sonra bu ancak tavaf
edenlere ve başkalarına eziyet vermediği zaman sünnettir. Tavaf edene
veya bir başkasına bu zarar verirse biz o zaman Nebî ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
bizim için meşru kıldığı ikinci merteeye geçeriz ki o da Hacrulesved’e
eliyle dokunmak ve elini öpmektir. Eziyetsiz ve meşekkatsiz bu da mümkün olmazsa o zaman Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bizim için meşru
kıldığı üçüncü mertebeye geçeriz ki o da Hacerulesved’e işaret etmektir.
Hacerulesved’e iki elimizle değil bir elimizle işaret ederiz. Fakat sadece
sağ elimizle işaret ederiz ve onu öpmeyiz. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in
bu konudaki sünneti budur.
Bundan daha çirkin ve daha kötü olan şey ise soruyu soran kimsenin zikrettiği gibi tavaf edenlerin kadınlarını itmeleridir. Kadın hamile
olabilir, ihtiyar olabilir veya gücü yetmeyen genç bir kız veya çocuk olabilir; Hacerulesvedi öpsün diye adam eliyle onu kaldırır. Bütün bunlar
çirkin şeylerdir. Çünkü bununla ailesine zarar vermiş ve onu erkeklerin
arasında sıkştırmış olur. Bütün bunlar haram veya mekruhluk dairesi
içinde kalan şeylerdir. Durum böyle olduğu müddetçe kişinin bunu yapmaması gerekir. Allah’a hamdet, kendini sıkıntıya sokma. Yoksa Allah
da seni sıkıntıya sokar.
SORU-501: Kocasıyla birlikte temettu haccı yapan bir kadın umre
tavafının altıncı şavtına geldiğinde kocası bunun yedinci şavt olduğunu
söylerse ve bu görüşünde de ısrar ederse bu kadının ne yapması gerekir?
CEVAP: Kadın altıncı şavtta olduğuna ve tavafı tamamlamadığına
kesin olarak kanaat getirirse o ana kadar umresini tamamlamamış demektir. Çünkü tavaf, umrenin rukünlerinden bir rukündür. Umre ancak onunla tamam olur. Daha sonra haccın ihramına girdiği zaman bu
bir kıran haccı haline gelir. Çünkü umreyi tamamlamadan önce haccı
460
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
umrenin içine dâhil etmiştir. Kocası bunun yedinci şavt olduğunda ısrar
ettiği zaman kendisinde şüphe hâsıl olsa kadına bir şey lazım gelmez.
Çünkü kendisinde şüphe, kocasında kesin kanaat hâsıl olmuştur. Bu durumda kocasının görüşünü tercih eder. Allah en iyi bilendir.
SORU-502: Hac veya umre yapan kişi çok az bir dua bildiği zaman
tavafında sayinde ve bu ibâdetin diğer bölümlerinde dua kitaplarından
okuyarak dua edebilir mi?
CEVAP: Hac veya umre yapan kişinin bildiği dualar kendisine yeterlidir. Çünkü o, bildiği dualarla dua eder ve bunların manalarını bilir.
İhtiyacını bu dualarla Alah’tan ister. Bir dua kitâbı aldığı veya kendisine
bilmediği şeyleri telkin edecek bir tavafcı tuttuğu zaman bunun kendisine bir faydası yoktur. Pek çok kimse tavafçının kendilerine söyledikleri şeyleri onların manalarını bilmeden tekrarlıyorlar. Pek çok kimse
de bu kitapçıkları ellerine alıyorlar ve manasını bilmeden onları okuyorlar. İçinde her bir şavt için belli bir dua bulunan bu kitapçıklar birer
bid‘attir. Bir Müslümanın bunları kullanması câiz değildir. Çünkü bu
bir sapıklıktır. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬her bir şavt için bir dua belirlememiştir. O sadece şöyle buyurmuştur: "Beyt'i tavaf etmek ve Safa ile
Merve arasında sa'y etmek ve Cemrelere taş atmak sadece Allah'ı zikretmek için meşru kılınmıştır."(1) Hal böyle olunca bir mü’minin bu kitapçıklardan sakınması, ihtiyacını Allah’tan istemesi ve gücünün yettiği ve
bildiği şeylerle Allah’ı zikretmesi gerekir. Bu, onun için değil manasını,
lafzını bile bilemediği bu kitapçıkları kullanmasından daha hayırlıdır.
SORU-503: Hac ve umre ibâdetlerinin tavafı, sayi ve diğer bölümleri
için özel dualar var mıdır?
CEVAP: Hac ve umrenin özel bir duası yoktur. Bilakis insan bu
ibâdetlerinde dilediği duayı yapabilir. Fakat Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫’وﺳﻠﻢ‬den gelen bir dua varsa onunla dua etmek daha iyi olur. Mesela
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu'l-Menâsik, Bâbu fî'r-Remel. Tirmizî, Ebvâbu'l-Hac, Bâbu Keyfe
termi el-Cimâr. Ahmed 6/64.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
461
Beyt’in Rukn-i Yemani ve Hacerulesvet hizalarına geldiği zaman “‫ﺭﺑﻨﺎ‬
‫( ”ﺍﺗﻨﺎ ﻓﻲ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ ﺣﺴﻨﺔ ﻭﻓﻲ ﺍﻻﺧﺮﺓ ﺣﺴﻨﺔ ﻭﻗﻨﺎ ﻋـﺬﺍﺏ ﺍﻟﻨﺎﺭ‬Rabbimiz! Bize dünyada
ve âhirette iyilik ver ve bizi ateşin azâbından koru) diye dua etmek gibi.
Arafe günü yapılacak dua ve Safa ile Merve’de yapılacak zikirler ve benzeri şeylerle ilgili Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelen rivâyetler bunlardandır. Sünnette geçen dualardan bir şeyler biliyorsa onları söylemesi
gerekir. Sünnetten bu konuda bir şey bilmiyorsa ezberinden bildiği şeyler kendisi için yeterlidir. Bu da vâcib değildir, sadece müstehaptır.
Bu münasebetle şunu söylemek istiyorum: Hacıların ve umrecilerin
ellerinde bulunan küçük kitaplarda her şavt için yazılmış özel dualar
bid‘attir. Bunlarda bilinen pek çok mefsedet vardır. Çünkü bunları okuyanlar bu duaların Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬tarafından emredildiğini zannediyorlar, sonra bu muayyen lafızlarla ibâdet edileceğine i’tikâd
ediyorlar. Sonra onlar bunlarla ne kastedildiğini bilmeden okuyorlar.
Sonra her şavta bu duayı tahsis ediyorlar. Kalabalık zamanlarda olduğu
gibi şavtı tamamlamadan önce dua bittiği zaman şavtın kalan kısmında
sükût ediyorlar. Bu dua bitmeden önce şavt bittiği zaman duayı kesiyorlar ve terk ediyorlar. Hatta “Allahümme” lafzında dursalar da kesmek
ve terk etmek istemedikleri kısım gelse bile şavt bitti diye orada duayı
kesiyorlar. Bütün bunlar bu bid‘atin sebep olduğu zararlardır. Makam-ı
İbrâhîm’de yapılan dua da böyledir. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den
Makam-ı İbrâhîm’de dua ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Oraya
yöneldiği zaman sadece “‫“ ”ﻭﺍﺗﺨﺬﻭﺍﻣﻦ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﺑﺮﻳﻬﻴﻢ ﻣﺼﻠﻰ‬İbrâhîm’in makamını namazgâh edinin.” (Bakara: 125) ayetini okurdu ve onun arkasında
iki rekât namaz kılardı. İnsanların burada yaptıkları ve makamda namaz kılanların zihinlerini karıştırdıkları bu duaya gelince iki sebeple bu
bir münkerdir/kötülüktür:
a) Bu, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den gelmediği için bir bid‘attir.
b) Onlar bu yaptıklarıyla makamın arkasında namaz kılanlara eziyet etmiş olmaktadırlar.
Bu ibâdetlerde yapılan bu tür şeylerin çoğu bid‘attir. Ya keyfiyeti
veya vakti veya yeri yönünden bid‘attir. Allah’tan hidâyet dileriz.
462
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-504: Bir adam umresini tamamladıktan sonra ihram elbisesinde bir necâset görürse hüküm nedir?
CEVAP: Bir kimse umrenin tavafını ve sa’yini yaptıktsan sonra ihram elbisesinde necâset bulduğu zaman tavafı sahîhtir, sa’yi sahîhtir ve
umresi sahîhtir. Çünkü bir kimse, elbisesinde necâset olduğunu bilmediği veya bilip de yıkamayı unuttuğu zaman bu elbiseyle namaz kılarsa
namazı sahîhtir. Aynı şekilde bu elbise ile tavaf ederse tavafı da sahîhtir.
Bunun delîli Allah’ın şu ayetidir: “Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme!” (Bakara: 286). Bu, dînin kaidelerinden büyük bir kaide olarak kabul edilen genel bir delîldir. Bu mes’elede
özel bir delîl daha vardır ki o da şudur: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bir
gün ashâbıyla birlikte namaz kıldı. Terlikleriyle birlikte namaz kılmak
onun bir sünneti idi. O namazı kılarken –namaz esnasında- terliklerini
çıkardı. İnsanlar da –ondan gördükleri için- terliklerini çıkardılar. Namazı tamamlayınca onlara sordu: “Size ne oldu?” Dediler ki: Ey Allah’ın
Rasûlü! Senin çıkrttığını görünce biz de çıkartık. Bunun üzerine Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle dedi: “Cebrail bana geldi ve terliklerimde
pislik olduğunu bana haber verdi.”(1) Namazının bir kısmını pis terliklerle kıldığı halde onu yeniden kılmadı. Bu, unatarak veya bilmeyerek
necâsetle namaz kılan kimsenin namazının sahîh olduğunun delîlidir.
Burada bir mes’ele var: Bir kimse deve eti yediği ve koyun eti yediğini zannederek abdest almadan namaz kıldığı zaman bunu öğrenince
namazını iade eder mi etmez mi?
Biz deriz ki: Abdest aldıktan sonra namazı iade eder.
Bir kimse: Niçin bilmeyerek necâsetle namaz kılan kimse namazını
iade etmez dediniz de bilmeyerek deve eti yiyen kimsenin namazını iade
edeceğini söylediniz, dediği zaman;
Biz deriz ki: Bizim elimizde faydalı ve önemli bir kaide vardır ki
o da şudur: “Emredilen şeyler cehalet ve unutmakla düşmez, yasaklanan şeyler cehalet ve unutmakla düşer.” Bu kaidenin delîli Peygamberimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şu hadîsidir: “Kim unuttuğu veya uyuduğu için
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l- Salâ, Bâbues-Salâtüfi’n-Nial (650).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
463
namazını geçirirse hatırladığı zaman onu kılsın.”(1) Bir kimse akşam ve
yatsının iki rekâtını kıldıktan sonra selam verdiği ve kalanını unuttuğu
zaman hatırlayınca onları tamamlar. Bu, emredilen şeylerin unutmakla düşmeyeceğinin delîlidir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬namazı
unutan kişiye hatırladığı zaman kılmasını emretmiştir. Unutmakla o
namaz ondan düşmemiştir. Böylece namazı tamamlar. Unutmakla kalan namaz düşmez.
Emredilen şeylerin cehaletle düşmediğinin delîli ise şudur:
Resûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬mescide girmiş onun arkasından bir zat girerek namaz kılmış fakat namazı sakin bir şekilde kılmamıştır. Sonra Nebî
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e selâm vermiş, Resûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬selâmı almış ve
o zata: “Dön de namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın" buyurmuştur.
Bunu üç defa tekrar etmiş, adam üçünde de namaz kılmış ve gelmiştir.
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬her seferinde: “Dön de namazını kıl, çünkü
sen namaz kılmadın" demiştir.(2) Nihayet Nebî ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ona nasıl
namaz kılacağını öğretince adam sahîh bir şekilşde namazını kılmıştır.
Bu adam bilmediği için vacibi terk etmiştir. Çünkü adam şöyle diyordu:
“Seni hak (dîn) ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben bundan iyisini
beceremiyorum. Bana öğret.” Eğer bilmemekten dolayı vâcib düşseydi
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬onu mazur görürdü. Bu, ilim talebeleri için
önemli ve faydalı bir kaidedir.
SORU-505: Makam-ı İbrâhîm’deki ayak izi İbrâhîm aleyhisselam’ın
ayak izi midir yoksa nedir?
CEVAP: Şüphesiz Makam-ı İbrâhîm vardır ve üzeri bugün cam
fanusla örtülü olan yer Makam-ı İbrâhîm’dir. Fakat o fanusun içinde
bulunan oyuğun ayak izi olduğu belli değildir. Çünkü tarihi açıdan bilinmektedir ki aradan geçen uzun yıllar boyunca ayak izleri kaybolup
gitmiştir. Orada bulunan oyuk sadece bir işaret olması için oyulmuştur
veya yapılmıştır. Bu oyuğun İbrâhîm’in ayaklarını koyduğu yer olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz.
(1) Tahrîci geçti.
(2) Buhârî, Kitâbu'l-Ezân, Bâbu Vucûbu'l-Kıraa; Müslim, Kitâbu's-Salât, Bâbu Vucûbu
Kiraati'l-Fatiha fî Kulli Rek'at.
464
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Bu münasebetle ben bir mes’eleye dikkat çekmek istiyorum ki o da
şudur: Bazı umreciler ve bazı hacılar Makam-ı İbrâhîm’ın yanında duruyorlar ve Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet edilmeyen dualarla
dua ediyorlar.
Bazen de yüksek sesle dua ediyorlar. Bu yüzden Makam-ı ibrahim’in
arkasında iki rekât tavaf namazı kılan kimselerin zihinleri karışıyor. Bu
makam’da dua etmek yoktur. Burada sadece kısaca iki rekât namaz kılmak sünnettir. Burada namaz kılan kimse selam verdikten hemen sonra
kalkmalı ve mekânı, orada iki rekât tavaf namazı kılmak isteyenlere terk
etmelidir. Selam verdikten sonra onlar kendisiden daha çok hak sahibidirler.
SORU-506: Kâbenin örtüsüne sürünmek câiz midir?
CEVAP: Kâbe’nin örtüsüyle teberrük etmek ve ona el sürmek
bid‘attir. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den böyle bir şey rivâyet edilmemiştir. Muaviye b. Ebi Süfyan radıyallahu anh Kâbe’yi tavaf edince
ve bütün rukünlerine elini sürmeye başlayınca Abdullah b. Abbas onu
ayıplamıştı. Bunun üzerine Muaviye şöyle demişti: “Beyt’in hiçbir şeyi
terk edilemez.” İbn Abbas ona şu sözlerle cevap verdi: “Allah’ın Rasulünde sizin için güzel bir örnek vardır. Ben Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in sadece Yemen tarafındaki köşelere yani Hacerulesvet ile Rüknü Yemani’ye
el sürdüğünü gördüm.
Bu, bizim -sünnette geçtiği üzere- Kâbe’ye ve rukünlerine el sürmek
için duracağımızın delîlidir. Çünkü bu, Rasûlullah ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬i güzel bir şekilde örnek almak demektir.
Hacerulesvet ile kapı arasındaki Mültezem’e gelince bu konuda
Sahâbîlerin ona sarılıp dua ettikleri rivâyet edilmiştir. Allah en iyi bilendir.
SORU-507: Umrede traş olmak veya saç kesmenin hükmü nedir?
Hangisi daha faziletlidir?
CEVAP: Umreye nisbetle traş olmak (saçı kökünden kazımak) veya
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
465
saç kesmek vâcibtir. Çünkü Rasûlullah ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬veda haccında
Mekke’ye gelip de tavaf ve sa’yi yaptığı zaman kurban getirmeyen herkesin saçlarını kesip ihramdan çıkmalarını emretmiştir. Onlara saçlarını
kesmelerini emredince –ki emirde asıl olan vâcibliktir– bu saç kesmenin
gerekliliğine delâlet eder. Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in Hudeybiye gazvesinde umresi engellendiği zaman onlara başlarını traş etmelerini emretmesi de buna delâlet eder. Hatta o seneki umreyi erteledikleri zaman
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kızmıştı.
Umrede saç kesmek mi traş olmak mı (kazımak mı) daha faziletlidir? Geç gelen temettu hacısı değilse traş olması daha faziletlidir. Hacca
geç gelen temettu hacısının başını hacda traş edebilmesi için umrede
saçını kesmesi daha faziletlidir.
SORU-508: Temettu haccı yapan bir hacı umrenin tavafını ve sa’yini
yaptı, saçını kesmediği ve tıraş olmadığı halde normal elbisesini giydi.
Hacdan sonra bunu sordu, kendisine bunun bir hata olduğu söylendi.
Ne yapacak?
CEVAP: Bu adam umrenin vâciblerinden olan saç kesme veya traş
olma vacibini terk etmiştir. Âlimlere göre fidye olarak bir kurban kesmesi ve onu Mekke fakirlerine dağıtması gerekir. Onun temettu haccı ve
umresi sahîh olarak kalır.
SORU-509: Temettu haccı yapıp da umresinin sonunda saçını kesmeyen veya traş olmayan ve haccını bu şekilde tamamlayan kimseye ne
lazım gelir?
CEVAP: Bu hacı umresinin vâciblerinden birini terk etmiş olur. Saç
kesmek veya traş olmak umrenin vâciblerindendir. Âlimlere göre vacibi
terk eden kimsenin Mekke’de bir kurban kesmesi ve onu fakirlere dağıtması gerekir. Buna göre biz bu hacıya deriz ki: İlim adamlarının dediklerine göre senin fidye olarak Mekke’de bir kurban kesmen ve onu fakirlere dağıtman gerekir. Senin umren ve haccın ancak bununla tamam
olur. Bu kişi Mekke’den çıkmış ise Mekke’de kendisi için fidye kurbanı
kesecek birini görevlendirir. Başarı Alah’tandır.
466
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-510: Kurban kesme imkânı bulamayan bir temettu hacısı
hacda üç gün oruç tuttu fakat kalan yedi günü tutmadı. Üzerinden üç
sene geçti. Bu adam ne yapacak?
CEVAP: On günün kalanını tutması gerekir. O da yedi gündür.
Allah’tan onun için yardım dileriz.
SORU-511: Umresinin tıraşını kendi beldesinde olan/yaptıran kişinin umresinin hükmü nedir?
CEVAP: İlim adamları başı traş etmenin belli bir yerinin olmadığını söylüyorlar. Mekke’de veya Mekke dışında traş olmasında bir sakınca
yoktur. Fakat umrede ihramdan çıkış başı tıraş etmeye bağlıdır. Veda
tavafı da traşdan sonra olacaktır. Demek ki umrenin tertibi şöyledir: İhram, tavaf, sa’y, tıraş veya saç kesme ve umreyi eda ettikten sonra ikâmet
edecekse veda tavafı.
Umrenin fiillerini yerine getirdiği zaman yola çıkacaksa veda tavafı
yapması gerekmez. O halde ikâmet etmek istediği zaman başını tıraş
etmesi veya saçını kesmesi gerekir demektir. Çünkü bundan sonra veda
tavafı yapacaktır. Tavaf ve sa’yden hemen sonra beldesine gideceği zaman ise kendi beldesinde tıraş olmasında veya saçını kesmesinde bir sakınca yoktur. Fakat bu durumda saçını kesinceye veya tıraşını oluncaya
kadar ihramlı olarak kalır.
SORU-512: Temettu haccı yapmak isteyen bir kimse umrenin ihramına girer de daha sonra hac yapmaktan vaz geçerse kendisine bir şey
lazım gelir mi?
CEVAP: Hiçbir şey lazım gelmez. Çünkü temettu hacısı umrenin
tavafına girdiği zaman umresini tamamlar sonra haccın ihramına girmeden önce hac yapmaktan vaz geçerse ona bir şey gerekmez.
Ancak o sene hac yapmayı adamışsa bu adağını yerine getirmesi
gerekir. Böyle bir adağı yoksa umreyi tamamladıktan sonra haccı terk
ettği zaman ona bir günah yoktur. Başarı Allah’tandır.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
467
SORU-513: Temettu hacısı olarak ihrama girip umre yapan fakat
kurban kesinceye kadar bilmeyerek ihramdan çıkmayan kimseye ne lazım gelir? Bu kişinin haccı sahîh midir?
CEVAP: Temettu hacısı olarak ihrama giren bir kimsenin tavaf ve
sa’yi yaptığı zaman başının tamamındaki saçını kesmesi ve ihramından
çıkması gerektiğini bilmesi gerekir. Bu bir vâcibtir. İhramında kalmaya
devam ettiği zaman tavafa başlamadan önce –yani umre tavafına başlamadan önce– hacca niyet ettiyse kendisine bir şey lazım gelmez. Çünkü
bu durmda o artık kıran hacısı olmuştur. Keseceği kurban da kıran haccının kurbanı olur.
Tavaf ve sa’yi yapıncaya kadar umre niyeti üzere kaldığı zaman ilim
adamlarının çoğuna göre onun hac ihramı sahîh ve geçerli olmaz. Çünkü umrenin tavafına başladıktan sonra artık haccı umreye dâhil etmek
sahîh olmaz.
Bazı ilim adamlarına göre bunda da bir sakınca yoktur. Çünkü bilmemektedir. Benim görüşüme göre kendisine bir şey lazım gelmez. İnşaallah haccı da sahîhtir. Başarı Allah’tandır.
SORU-514: Müzdelife’ye giderken yolunu kaybeden bir topluluk
Müzdelifeye yaklaştıklarında durdular ve gece saat birde akşam ile yatsıyı kıldılar. Sonra sabah ezânıyla birlikte Müzdelife’ye girdiler ve orada
da sabah namazını kıldılar. Bunlara bir şey lazım gelir mi? Bize bir fetva
verin. Allah sizi bize vereceğiniz fetvadan dolayı mükâfatlandırsın.
CEVAP: Bunlara bir şey lazım gelmez. Çünkü sabah ezânı vaktine
girdikleri zaman Müzdelife’de sabah namazına yetişmişler ve sabahın
ilk ışıklarıyla birlikte orada sabah namazını kılmışlardır. Peygamber ‫ﺻﲆ‬
‫’اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bizim kılacağımız şu sabah namazına katılan burayı terk edinceye kadar bizimle beraber olan
bundan öncede gece veya gündüzden bir an bile olsa Arafat’ta bulunan
kimse hac vazifesini yapmış olur ve ihramdan çıkış temizliğini yapar.”(1)
Fakat bunlar namazı gece yarısından sonraya erteledikleri zaman hata
(1) Buhârî, Kitâbu'l-Ezân (757); Müslim, Kitâbu's-Salât (397).
468
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
etmiş olurlar. Çünkü Sahîh-i Müslim’de geçen Abdullah b. Amr b. elAs’ın Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬den rivâyet ettiği hadîse göre yatsı namazının vakti gece yarısına kadardır.
SORU-515: Gecenin sonunda Müzdelife’den ayrılan ve gücü yettiği
halde Cemreyi taşlaması için oğluna vekâlet veren kadının hükmü nedir? Bize bir fetva verin.
CEVAP: Cemreleri taşlamak haccın menasikindendir. Çünkü bunu
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬emretmiş ve kendisi de yapmıştır. O şöyle
buyurmuştur: "Beyt'i tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında sa'y etmek
ve Cemrelere taş atmak sadece Allah'ı zikretmek için meşru kılınmıştır."
(1)
Bu, insanı Rabbine yaklaştıran bir ibâdettir. Bu bir ibâdettir, çünkü
insanAllah’a ibâdet etmek ve Onun zikrini ikame etmek için bu taşları
bu mekânda atar. Bu, sadece Allah’a ibâdet üzerine bina edilmiştir. Bu
sebeple insanın cemrelere taş atarken olabildiğince huşu ve huzur içinde olması gerekir. Bu cemrelere vaktin başlangıcında da taş atılabilir,
vaktin sonuna da te’hîr ediebilir. Fakat huşu, huzur ve sükûnet içinde
taşlama imkânı olduğu zaman taş atma işini vaktin sonuna ertelemek
daha faziletlidir. Çünkü bu fazilet ibâdetin kendisiyle ilgili bir fazilettir.
İbâdetin kendisiyle ilgili olan şey, ibâdetin zamanı veya mekânıyla ilgili
olan şeye tercih edilir. Bu sebepledir ki Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle
buyurmuştur: “Yemek hazır olduğunda ve büyük ve küçük abdest sıkıştırdığında namaz kılınmaz.”(2) İnsan tuvalet ihtiyacını gidermek ve gereği
hazırken şiddetli yemek arzusunu def etmek için namazını ilk vaktinden
erteleyebilir. O halde ilk vaktinde fakat meşakkatle, şiddetli kalabalıkta
ve can tehlikesi içinde cemreleri taşlamak durumu ile geceleyin bile olsa
kalp huzuru ve sükûnetle taşlamak durumu arasında kalsa taşlamayı
geceye ertelemesi daha faziletlidir. Bu sebeple Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
şafak söktükten sonra insanlar toplanca kalabalıktan zarar görmemeleri
için ailesinin içinden zayıf olanlara geceleyin Müzdelife’den ayrılmaları
çin izin vermiştir. Bu mes’ele böylece açıklığa kavuşunca bir kimsenin
(1) Tahrîci geçti.
(2) Tahrîci geçti.
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
469
cemreleri taşlamak için başkasına vekâlet vermesi câiz değildir. Çünkü
Allah teâlâ: “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” buyurmuştur. Bu
konuda erkekler ile kadınlar arasında hiç bir fark yoktur. Bu mes’ele de
açıklığa kavuşunca ve cemrelere taş atmanın bir ibâdet olduğu, kadın
olsun erkek olsun gücü yetenin bu konuda vekâlet vermesinin câiz olmadığı belli olunca artık herkesin taşı kendisinin atması gerekir. Ancak
hasta erkek veya hasta kadın veya karnındaki çocuğun zarar görmesinden korkan hamile kadın vekâlet verebilir.
Yukarıda sözü edilen ve gücü yettiği halde taşı kendisi atmayan bu
kadının mes’elesine gelince benim görüşüme göre ihtiyaten bu kadının
bu vacibi terk etmesinin fidyesi olarak Mekke’de bir kurban kestirmesi
ve onu fakirlere dağıtması uygun olur.
SORU-516: Bir hacı Akabe cemresine Zilhicce’nin on üçüncü günü
doğu tarafından taş attı ve attığı taşı havuzun içine düşüremedi. Bu adamın bütün taşları yeniden mi atması gerekir?
CEVAP: Bu adamın bütün taşları yeniden atması gerekmez. Sadece
havuzun içine düşüremediği taşları yeniden atması gerekir. Buna göre
sadece Akabe cemresine attığı taşları yeniden atar ve onları havuza düşürecek şekilde atar. Taşlar atış yeri olan havuza düşmediği zaman doğu
tarafından attığı atmış olması yeterli olmaz. Bu sebeple onları doğu tarafından köprüden atarsa câizdir. Çünkü o havuzun içine düşer.
SORU-517: Atılan yedi taştan bir iki tanesi isabet etmediği ve aradan bir iki gün geçtiği zaman bu taşları yeniden mi atar? Yeniden atması
gerekiyorsa sonraki attığı taşları da mı yeniden atar?
CEVAP: Taşlardan bir iki tanesini isabet ettirememiş de üzerinde
borç olarak kalmışsa, daha açık bir ifade ile cemrelerden birinin bir iki
taşı kalmışsa bu konuyla ilgili olarak fıkıhçılar derler ki: Eğer bu, son
cemre ise onu tamamlar, yani sadece bu eksikliği tamamlar. Eğer son
cemre değilse eksiği tamamlar ve sonrakilere de atar.
Benim görüşüme öre doğrusu şudur: Mutlak olarak eksiği tamam-
470
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
lar. Daha sonraki attığını tekrarlaması gerekmez. Çünkü cehalet ve
unutmak tertibi düşürür. Bu adam öncesinde işlediği hatadan dolayı
kendisine bir şeyin lazım geleceği inancında olmaksızın ikinciye atmıştır. Bu durumda o, cehaletle unutma arasında bir konumdadır. O zaman
biz kendisine deriz ki: Eksik bıraktığın taşları at, daha sonrakileri tekrar
atman gerekmez.
Cevabı bitirdikten sonra bir uyarıda bulunmak istiyorum: Taşların
atılacağı yer taşların toplandığı yerdir, işaret için dikilen direkler değildir. Bu duruma göre bir kimse taşları havuza atsa da direklere hiçbirini
isabet ettiremese atışı geçerlidir. Allah en iyi bilendir.
SORU-518: Atılan taşları atmanın câiz olmadığı söyleniyor. Bu doğru mudur? Bunun delîli nedir? Müslümanlara vereceğiniz fetvadan dolayı Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın.
CEVAP: Bu doğru değildir. Çünkü atılan taşların atılmayacağına
delîl getirenler bunu şu üç delîlle izah ettiler:
1 –Dediler ki atılan taşlar vâcib tahârette kullanılan su gibidir. Vâcib
tahârette kullanılan su temizdir, fakat temizleyici değildir.
2 – Bu taşlar azat edilen köle gibidir. Bu köle kefarette veya başka bir
maksatta tekrar azat edilmez.
3 –Atılan taşları atmanın câiz olduğunu söylemek bütün hacıların
aynı taşları atmaları sonucunu doğurur. Yani sen bu taşı atarsın, sonra
onu alır tekrar atarsın, sonra onu alır ve yediye tamamlayıncaya kadar
tekrar tekrar atarsın. Sonra ikinci kişi gelir onu alır ve yediye tamamlayıncaya kadar onu atar. Bu üç delîlin üçü de dikkatlice bakanlar için
gerçekten illetlidir.
Birinci izah tarzı hakkında biz deriz ki: Kıyasın asıl unsurunda verilen hüküm doğru değildir. Yani vâcib tahârette kullanılan suyun temiz
olup temizleyici olmadığı hükmü doğru değildir. Çünkü bu hükmün bir
delîli yoktur. Suyun asli vasfından nakledilmesi mümkün değildir. Suyun asli vasfı temiz oluşudur. Bu vasıf ondan ancak bir delîlle kaldırılabilir. Böyle bir delîl olmadığına göre vâcib tahârette kullanılan su temiz-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
471
dir ve temizleyicidir. Üzerine kıyas yapılan asla verilen hüküm ortadan
kalkınca fer’in hükmü de ortadan kalkar.
İkinci delîle yani atılan taşların azat edilen köleye kıyas edilmesine
gelince bu, farklı şeylerin kıyası olur. Çünkü köle azat edildiği zaman
köle olmaktan çıkar, hür olur. Artık o azat mahalli değildir. Hâlbuki
atılan taş böyle değildir. O atıldıktan sonra da taş olarak kalır. Atılmaya
elverişli olmasının sebebi olan mana kendisinden kaybolmaz. Bu sebeple
eğer azat edilen bu köle meşru bir yolla tekrar köleleştirlmiş olsa ikinci
defa azat edilmesi câiz olur.
Üçüncü delîle yani bütün hacıların aynı taşı atmaları gerekeceğine
gelince biz deriz ki böyle bir şey olacaksa varsın olsun. Fakat bu mümkün değildir. Hiç kimse taşaları toplayıp tekrar atmaya gelemez.
Bundan dolayı cemerat civarında elindeki taşların bir kısmı veya
çoğu düştüğü zaman onların yerine yanındakileri al ve attığına kanaat
getir veye getirme onları da at.
SORU-519: Bir hacının ifaza (ziyaret) tavafından önce haccın sa’yini
yapması câiz olur mu?
CEVAP: Eğer bu hacı ifrat haccı veya kıran haccı yapıyorsa sa’yi
ifaza tavafından önce yapması câiz olur. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬ve
kurbanlık getiren ashâbının yaptığı gibi kudüm tavafından sonra sa’yini
yapabilir.
Temettu haccı yapıyorsa o zaman iki tane sa’y yapması gerekir. Birincisi Mekke’ye geldiği zaman yapar ki bu umrenin sa’yidir; kudüm
tavafını yapar, sa’y eder ve saçını keser. İkincisi haccın sa’yidir, bunu da
ifaza tavafından sonra yapması daha faziletlidir. Çünkü sa’y bir tavafın peşinden yapılır. Tavaftan önce yapılmasında da tercih edilen görüşe
göre bir sakınca yoktur. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e soruldu ve
ona: Ben tavaf etmeden sa’y ettim, denildi. Bunun üzerine o: “Zararı
yok” dedi. Bir hacı bayram günü haccın şu beş bölümünü şu sıraya göre
yapar: Akabe cemresine taş atmak, sonra kurban kesmek, sonra saçını
kesmek veya tıraş etmek, sonra Beyt’i tavaf etmek, sonra Safa ile Merve
472
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
arasında sa’y etmek. Ancak ifrat veya kıran haccı yapan bir hacı ise kudüm tavafından sonra sa’yini yapar ve bir daha başka bir sa’y yapmaz.
Bu zikrettiğimiz tertibe uyması daha faziletlidir. Özellikle hacılarla
birlikte bunlardan bazısını bazısından önce yaparsa bunda bir sakınca
yoktur. Bu Allah’ın bir rahmeti ve kolaylaştırmasıdır. Hamd âlemlerin
Rabbi Allah içindir.
SORU-520: Akabe cemresini taşlamanın eda vakti ne zaman sona
erer, kaza vakti ne zaman sona erer?
CEVAP: Akabe cemresi bayram günü taşlanır. Bunun vakti
Zilhicce’nin on birinci günü fecrin doğuşuyla/şafak vaktinin girişiyle
birlikte sona erer. Akabe cemresine taş atmanın vakti, zayıflar ve kalabalık sebebiyle gücü yetmeyen benzerleri için bayram gecesi gecenin
sonundan itibaren başlar. Teşrik günlerindeki taşlanması ise onunla
beraber diğer iki cemrenin taşlanması gibi zevalden itibaren başlar, takip eden gecenin şafağının ilk ışıklarıyla birlikte nihayete erer. Ancak
son teşrik günü geldiği zaman artık o gece, yani Zilhicce’nin on dördüncü gecesi artık taş atlmaz. Çünkü güneşin batışıyla birlikte teşrik
günleri sona ermiştir. Bununla beraber gündüz taşlamak daha faziletlidir. Ancak bu vakitlerde hacıların çokluğu, rastgele hareket etmeleri ve
birbirlerine dikkat etmemeleriyle birlikte hacı tehlikeye düşeceğinden
veya zarar göreceğinden veya şiddetli meşakkat çekeceğinden korktuğu
zaman gece de taşlayabilir, bundan dolayı kendisine bir günah olmaz.
Nitekim böyle bir korku olmadan da gece taşlarsa bunda da bir günah
yoktur. Fakat bu mes’elede ihtiyatı gözetmesi ve ihtiyaç olmadıkça gece
taşlamaması daha faziletlidir.
Taşalamanın kaza vaktine gelince ertesi günü ışıkları göründüğü
andan itibaren taşlamak -eda değil- kaza olur.
SORU-521: Sa’yin tavaftan önce yapılmasının cevazı sadece bayram
gününe mi mahsustur?
CEVAP: Doğrusu sa’yin tavaftan önce yapılmasının cevazında bay-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
473
ram günü ile diğer günler arasında hatta bayramdan sonraki günler arasında bile fark yoktur. Çünkü hadîsin genel manası buna delâlet eder.
Söz konusu hadîste bir adam Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e tavaf etmeden
önce sa’y ettiğini söyleyince o: “Zararı yok” dedi. Hadîs genel hüküm
ifade edince bunun bayram günü yapılması ile daha sonraki günlerde
yapılması arasında fark yoktur.
SORU-522: Sa’y etmesi gereken bir kimse tavaf ettiği, sonra dışarı
çıktığı ve sa’y etmediği, daha sonra kendisine sa’y etmesinin gerekliliği
hatırlatıldığı zaman sadece sa’yi mi yapar yoksa tavafı da tekrar yapması
gerekir mi?
CEVAP: Bir kimse sa’y yapması gerekmediğine inanarak tavaf ettiği
sonra sa’y etmesinin gerekliliği kendisine haber verildiği zaman sadece
sa’y eder, tavafı tekrar yapmasına gerek yoktur. Çünkü tavaf ile sa’yin
peş peşe yapılması şart değildir.
Hatta bir adamın bunu kasten terk ettiği farz edilse –yani tavaftan
sonra sa’yi kasten ertelediği farz edilse- kendisine bir günah yoktur. Fakat sa’yin tavafın peşinden yapılması daha faziletlidir.
SORU-523: Umre yapan bir kimsenin başının sadece bir kısmını kısaltması hakkında ne dersiniz?
CEVAP: Bu konudaki benim görüşüm böyle yapan bir kimse saç
kesme işini tam yapmamış olur. Onun elbiselerini çıkarması, ihram elbisesini giymesi, sahîh bir şekilde saçlarını kısaltması sonra ihramdan
çıkması gerekir.
Ben bu münasebetle bir uyarıda bulunmak istiyorum: Allah’a ibâdet
etmek isteyen her mü’minin Allah’a bilinçsiz olarak değil de bilinçli olarak/basiret üzere ibâdet edebilmesi için Allah’ın Peygamberine gösterdiği sınırları tanıması gerekir. Allah teâlâ peygamberi Muhammed ‫ﺻﲆ‬
‫’اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬e şöyle buyurdu: “De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben bana
tabi olanlarla birlikte, basiretle Allah'a davet ediyorum.” (Yusuf: 108).
Bir kimse Medîne’ye gitmek üzere Mekke’den yolculuğa çıkmak iste-
474
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
se, asfaltlanmış yollar da bulunmasa, yolu sormadan yolculuğa çıkmaz.
Maddi yolda durum böyle olunca Allah’a ulaştıracak manevi yolda niçin
böyle olmasın.
Saçları kısaltmak demek saçların hepsinden almak demektir. Saç
kesmede makine kullanmak daha uygundur. Çünkü o başın her tarafına gider. Her ne kadar makasla kesmek de câiz olsa da onu başın her
tatafından geçirmek şarttır. Abdest alırken nasıl ki elin başın tamamına
uğraması gerekiyorsa tıraş da da böyle dir. Allah en iyi bilendir.
SORU-524: Cemeratı taşlamanın vakti ne zamandır?
CEVAP: Akabe cemresini taşlamnın zamanı bayramın birinci günüdür. Gücü kuvveti yerinde olanlar için bunun vakti bayram günü
güneş doğduğu andan itibaren başlar. Kalabalık ve sıkışıklık sebebiyle gücü yetmeyen zayıflar, çocuklar ve kadınlar için gecenin sonundan
itibaren başlar. Esma binti Ebibekir radıyallahu anhüma bayram gecesi
ayın batmasını beklerdi. Ay battığı zaman Müzdelife’den Mina’ya hareket eder ve cemreyi taşlardı. Akabe cemresini taşlamanın son vakti ise
bayram günü güneş batıncaya kadardır. Kalabalık olduğu veya cemerata
uzak bir yerde bulunduğu ve geceye kadar ertelemek istediği zaman bu
konuda kendisine bir günah yoktur. Fakat on birinci gün fecri doğuncaya kadar erteleyemez.
Teşrik günlerinde cemeratı taşlama vaktine gelince, bu günler
Zilhicce’nin onbirinci, on ikinci ve on üçüncü günleridir. Bu günlerde
taşlama vakti öğle namazının vaktininin girdiği zeval vaktinden yani
gün ortasından başlar geceye kadar devam eder. Bunlarda da kalabalıktan ve başka sebepten dolayı meşakkat olduğu zaman fecrin doğuşuna
kadar atmasında bir sakınca yoktur. On birinci, on ikinci ve on üçüncü
günlerde zeval vaktinden önce taşlama yapılması helal değildir. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬sadece zevalden sonra taşlama yamıştır ve:
“Hacla ilgili amellernizi benden öğreniniz” buyurmuştur. Peygamberimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in şiddetli sıcağa rağmen taşlamayı bu vakte kadar
ertelemesi, daha serin ve daha kolay olmasına rağmen gündüzün başında taşlama yapmaması bu vakitten önce taşlamanın helal olmadığının
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
475
delîlidir. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zeval vakti girdiği andan itibaren
öğlen namazını kılmadan önce taş atması da buna delâlet eder. Bu, zevalden önce taşlama yapmanın helal olmadığının delîlidir. Böyle olmasaydı öğle namazını ilk vaktinde kılmak için zevalden önce taşlamak
daha faziletli olurdu. Çünkü namazı ilk vaktinde kılmak daha faziletlidir. Hâsılı bütün delîller teşrik günlerinde zevalden önce taş atmanın
helal olmadığına delâlet etmektedir.
SORU-525: Arefe günü hastalığa yakalnan, Mina’da gecelemeyen,
cemeratı taşlamayan ve ifaza tavafını yapmayan bir adama ne lazım gelir?
CEVAP: Arefe günü hac ibâdetini tamamlayamayacak şekilde hastalanan ve ihramının başlangıcında: “Bir engel beni hac yapmaktan alıkoyarsa engelle karşılaştığım yer ihramdan çıktığım yer olsun” diye şart
koşan bir adam ihramdan çıkar ve kendisine hiçbir şey lazım gelmez.
Fakat bu hac üzerine farz olan bir hac ise bir başka sene bu haccı eda
eder. Eğer böyle bir şart koşmamışsa, haccı tamamlama imkânını bulamadığı zaman tercih edilen görüşe göre ihramdan çıkar fakat Allah’ın şu
ayeti sebebiyle bir kurban göndermesi gerekir: “Hac ve umreyi de Allah
için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin.” (Bakara: 196). “Alıkonursanız” ifadesinin
düşmanın engellemesini de başka engelleeleri de kapsaması doğru olur.
Alıkonulmanın anlamı insanın ibâdetinin herhangi bir engel tarafından engellenmesi demektir.
Bu duruma göre o kişi ihramdan çıkar ve bir kurban keser. Bundan
başka kendisine herhangi bir şey lazım gelmez. Ancak üzerine farz olan
haccı eda etmemişse gelecek sene hacceder.
Ancak bu hasta Arafat’a ulaştığı ve Müzdelife vakfesini de yaptığı
fakat Mina’da gecelemediği ve cemeratı taşlamadığı zaman bu durumda
onun haccı sahîh olur, fakat terk ettiği her bir vâcib için bir kurban kesmesi gerekir. Buna göre bu kurbanlardan birini Mina’da gecelemediği
için diğerini de cemeratı taşlamadığ için keser.
476
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
İfaza tavafına gelince bu, onun üzerinde borç olarak kalır ve Allah
sağlık verdiği zaman tavaf eder. Çünkü ifaza tavafının vakti tercih edilen görüşe göre Zilhicce ayının bitimine kadardır. Eğer bir mazeretten
dolayı yapamamışsa mazereti sona erinceye kadardır.
SORU-526: Müzdelife’nin sınırlarını bilmediği için Müzdelife’nin
dışında geceleyen kimseye ne lazım gelir?
CEVAP: İlim adamlarına göre bu kişinin fidye olarak bir davar
kesmesi ve onu Mekke’nin fakirlerine dağıtması gerekir. Çünkü haccın
vâciblerinen bir vacibi terk etmiştir.
Bu münasebetle hacı kardeşlerime Arafat’taki ve Müzdelife’deki
ibâdet yerlerinin sınırlarına dikkat etmelerini hatırlatmak isterim. Çünkü pek çok kimse Arafat’ta Arafat sınırlarının dışında konaklıyorlar ve
güneş batıncaya kadar orada kalıyorlar. Sonra Arafat’a girmeden oradan
ayrılıyorlar. Bunlar Arafat’a girmeden ayrıldıkları zaman hac yapmadan
ayrılmış olmaktadırlar. Bu sebepledir ki bir kimsenin Arafat’ın sınırlarını araştırması ve bunları tanıması gerekir. Allah’a hamd olsun ki
bunlar dikili taşlarla belirlenmiştir.
SORU-527: İfrat haccı yapan ve kudüm tavafından sonra sa’y yapan
kimsenin ifaza tavafından sonra da sa’y yapması gerekir mi?
CEVAP: Onun ifaza tavafından sonra sa’y yapması gerekmez. Çünkü ifrat haccı yapan kimse kuum tavafını yaptığı ve kudüm tavafından
sonra da sa’y yaptığı zaman bu sa’y haccın sa’yi olur. Artık ifaza tavafından sonra birdaha tavaf yapmasına gerek kalmaz.
SORU-528: Bir defa tavaf yapmak ve bir defa sa’y yapmak kıran hacısı için yeterli olur mu?
CEVAP: Bir kimse kıran haccı yaptığı zaman haccın tavafı ve haccın sa’yi hem umre için hem de hac için geçerlidir. Kudüm tavafı sünnet tavaf olur. Dilerse Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in yaptığı gibi kudüm
tavafından sonra sa’yini yapar, dilerse ifaza tavafından sonra yapmak
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
477
üzere bayram gününe kadar erteler. Fakat önce yapması daha faziletlidir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬böyle yapmıştır. Bayram günü
geldiği zaman da sadece ifaza tavafını yapar, daha önce yaptığı için sa’y
yapmaz. Tavaf ve sa’yin hem umre hem de hac için yeterli olduğunun
delîli, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in kıran haccı yapan Aişe radıyallahu
anhüma’ya söylediği şu sözdür: "Haccın ve umren için Beyt'i (bir kere)
tavaf etmen, (bir kere de) Safa ile Merve arasında sa’y etmen sana yeter."
(1)
Bu hadîste Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kıran hacısının tavafı ve sa’yinin
hem hac hem de umre için yeterli olduğunu beyân etmiştir.
SORU-529: Gece saat on ikiye kadar Mina’da geceleyip sonra
Mekke’ye giden ve şafak sökünceye kadar da dönmeyen kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Her ne kada gece ve gündüz Mina’da kalmak daha faziletli
ise de Mina’da gece yarısı saat on ikide olduğu zaman bu saatten sonra
Mina’dan çıkmakta bir sakınca yoktur. Eğer gece yarısından önce saat
on iki olmuşsa Mina’dan çıkamaz. Çünkü fıkıhçıların söylediklerine
göre gecenin büyük bir kısmını Mina’da geçirmek şarttır. Allah onlara
rahmet eylesin.
SORU-530: Bir hacı Mina’da güneş battıktan sonra dönüp yapacağı
işleri olduğu halde Zilhicce’nin on ikinci günü acele davranmak niyetiyle güneş batmadan önce Mina’dan çıktığı zaman aceleci olarak kabul
edilebilir mi?
CEVAP: Evet aceleci olarak kabul edilir. Çünkü haccı bitirmiştir.
Oradaki işi sebebiyle Mina’ya dönmeye niyet etmesi onun aceleci olasına engel değildir. Çünkü ibâdet için değil sadece takıntılı olduğu iş için
dönmeye niyet etmiştir.
SORU-531: Suud ülkesinin dışından gelen bir hacı, Zilhicce ayının
on üçüncü günü ikindin saat dörtte memleketine dönecektir. Bu hacı
(1) Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Menasik, Bâbu Tavafü’l-Karin (1897).
478
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
on ikinci gün taşı attıktan sonra Mina’dan ayrılmadı ve on üçüncü günün gecesini de Mina’da geçirdi. Bu hacının sabahleyin cemeratı taşlayıp sonra yola çıkması câiz olur mu? Çünkü taşlamayı zevalden sonraya bıraksa yolculuğu kaçıracağı ve bunun sonucu büyük meşakkatlerle karşılaşacağını bilmektedir. Cevap câiz değildir ise, zevalden önce
taşlamayı câiz gören başka bir görüş var mıdır? Bize bunu anlatınız.
Bize ve Müslümanlara vereceğiniz fetvadan dolayı Allah sizi iyilikle
mükâfatlandırsın.
CEVAP: Zevalden önce taşlamak câiz değildir. Fakat biz bu adamdan zarûretten dolayı taşlama yükümlülüğünü düşürebiliriz ve ona şöyle deriz: Senin Mina’da veya Mekke’de fidye olarak bir kurban kesmen
veya senin adına bunu kesecek birine vekâlet vermen, bunu fakirlere dağıtman ve veda tavafını yaptıktan sonra yola çıkman gerekir.
Biz deriz ki: “Cevap câiz değildir ise, zevalden önce taşlamayı câiz
gören başka bir görüş var mıdır?” sorusuna gelince;
Evet, zevalden önce taşlamayı câiz gören bir görüş vardır fakat bu
görüş sahîh değildir. Doğrusu bayramdan sonraki günlerde zevalden
önce taş atmak câiz değildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Hacla ilgili amellerinizi benden öğreniniz.” Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu günlerde sadece zevalden sonra taşlama yapmıştır.
Eğer bir kimse, Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in zevalden sonra taşlaması sadece bir fiilden ibarettir, Peygamber’in bir fiili tek başına vücup
ifade etmez, derse;
Biz deriz ki: Evet, bunun sadece bir fiil olduğu ve tek başına fiilin
vucûba delâlet etmeyeceği doğrudur. Bu sadece bir fiildir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬zevalden sonra taş atmıştır, taşlamanın zevalden
sonra yapılmasını emretmemiş, zevalden önce yaplmasını da yasaklamamıştır. Bir fiil tek başına vücup ifade etmez. Çünkü vâciblik ancak
fiilin emredilmesiyle veya terkinin yasaklanmasıyla meydana gelir.
Fakat biz bu fiilin karine ile vücup ifade ettiğini söyleriz. Rasûlullah
‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in taşlamayı zeval vaktine kadar ertelemesi bunun karinesidir. Çünkü zevalden önce taşlama câiz olsaydı bunu Peygamberimiz
‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬de yapardı. Çünkü kullar için bu daha kolay olurdu. Pey-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
479
gamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬iki şey arasında serbest bırakıldığı zaman günah
olmadığı müddetçe bunlardan en kolay olanını tercih ederdi. Burada
kolay olanı tercih etmemesi –ki kolay olan burada zevalden önce atmaktır– bunun günah olduğunun delîlidir.
Bu filin vücup ifade etmesinin ikinci karinesi ise Peygamber efendimiz ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bunu zevalden hemen sonra ve öğle namazını kılmadan atmasıdır. Sanki taşı hemen atmak için zevali sabırsızlıkla
beklemektedir. Bunun için öğle namazını bile ertelemektedir. Hâlbuki
namazı ilk vaktinde kılmak daha faziletlidir. Bütün bunlar zevalden
sonra atmak içindir.
SORU-532: Bunun bir meşru acelecilik olduğunu zannederek on
ikinci gün taş atmayı terk eden ve veda tavafını yapmadan Mekke’den
ayrılan kimsenin yaptığı haccın hükmü nedir?
CEVAP: Bu kişinin haccı sahîhtir. Çünkü haccın rukünlerinden
herhangi bir rüknü terk etmiş değildir. Fakat on ikinci geceyi Mina’da
geçirmediyse bu hareketiyle üç tane vacibi terk etmiş olur.
Birinci vâcib: Zilhicce’nin on ikinci gecesi Mina’da gecelemek.
İkinci vâcib: On ikinci gün cemeratı taşlamak.
Üçüncü vâcib: Veda tavafıdır.
Bunlardan her birisi için Mekke’de kurban kesmesi ve fakirlere dağıtması gerekir. Çünkü âlimlere göre bir kimse haccın vâciblerinden
birini terk ettiği zaman fidye olarak Mekke’de kurban kesmesi ve onu
fakirlere dağıtması gerekir.
Bu münasebetlehacı kardeşlerime soruyu soran kişinin işlediği
bu hataya karşı bir uyarıda bulunmak istiyorum. Çünkü hacıların pek
çoğu: “Kim acele edip Mina’daki ibâdeti iki günde bitirirse..” (Bakara:
203) ayetini onun anladığı gibi anlıyorlar. Yani on birinci gün çıkıyorlar
ve bayram günüyle on birinci günü iki gün sayıyorlar. Hâlbuki durum
öyle değildir. Bilakis bu yanlış bir anlamadır. Çünkü Alah teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Allah'ı sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan kimseye, acele edip, Mina'daki ibâdeti iki günde bitirirse günah yoktur.”
480
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Sayılı günler teşrik günleridir. Teşrik günlerinin birincisi
Zilhicce’nin on birinci günüdür. Buna göre“Kim acele edip Mina’daki
ibâdeti iki günde bitirirse..” ayetindeki iki gün, on birinci ve on ikinci
günlerdir. Bir kimsenin yanılgıya düşmemek için bu mes’ele hakkındaki
anlayışını düzeltmesi gerekir.
(Bakara: 203).
SORU-533: Mina’da yer bulamayıp geceleyin Mina’ya gelen ve gece
yarısı sonuna kadar orada kalan, sonra Harem’e gidip gününün kalanını
orada geçiren kimsenin hükmü nedir?
CEVAP: Bu amel yeterlidir fakat bundan farklı bir şey yapmak gerekir. Çünkü gerekli olan şey, hacının teşrik günlerinde gece ve gündüz
Mina’da kalmasıdır. Tam olarak araştırdıktan sonra Mina’da yer bulamazsa Mina dışında da olsa insan kalabalığının son bulduğu yerde,
yani çadırların sonunda konaklar. Zamanımızda bazı âlimler Mina’da
yer bulunmadığı zaman orada gecelemek yükümlülüğünün düşeceği ve
Mekke’de veya başka bir yerde gecelemenin câiz olacağı görüşünü ileri
sürmüşler ve bunu abdest azalarından birini kaybeden kimseden o azayı yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas etmişlerdir. Fakat yapılan
bu kıyas tartışma götürür. Çünkü tahâret hükmü aza ile ilgilidir, o aza
da mevcut değildir. Mina’da gecelemekten maksat ise insanların toplu
olarak tek bir ümmet olmalarıdır. O halde insanın hacılarla bir arada
bulunmak için en son çadırın yanında olması gerekir. Bunun benzeri,
mescit dolduğu ve insanlar mescidin etrafında namaz kıldıkları zaman
tek bir cemaat olmak için safları birbirine eklemelerinin gerekliliğidir.
Mina’da gecelemek bunun benzeridir, kesik uzvun benzeri değildir.
SORU-534: Sabahleyin veda tavafı yaptıktan sonra uyuyan ve ikindiden sonra yola çıkmak isteyen kimse için bir şey lazım gelir mi?
CEVAP: Umre de olsa hac da olsa bu kişinin veda tavafını tekrar
yapması gerekir. Çünkü Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur:
"En son olarak Beyt'i tavaf etmedikçe hiçbir kimse hiç bir yere gitmesin"(1)
(1) Müslim, Kitâbu'l-Hac, (963).
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
481
Bunu veda haccında söyledi. O halde veda tavafının vâcibliği bu andan
itibaren başlar. Çünkü Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in bundan önce umre
yaptığı bize rivâyet edilmedi ve veda tavafı yaptığı ondan nakledilmedi. Çünkü veda tavafı veda haccında vâcib oldu. Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫وﺳﻠﻢ‬: “Umrende yaptığın şeyi haccında da yap.”(1) buyurmuştur. Bu genel
bir hükümdür. Bundan Arafat vakfesi, Mina’da gecelemek ve cemeratı
taşlamak istisna edilir. Çünkü bunlar sadece hacca mahsustur. Bu konuda görüş birliği vardır. Bunun dışındakiler hadîsin genel hükmü içinde
kalır. Âlimler tarafından da kabul ile karşılanan Amr b. Hazm’in meşhur ve uzun hadîsinde de ifade edildiği gibi Peygamber ‫ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
umreyi küçük bir hac olarak isimlendirmiştir. Bu hadîs mürseldir, fakat
âlimlerin kabul ile karşılamaları sebebiyle sahîhtir.
Çünkü Allah teâlâ: “Allah için haccı ve umreyi tamamlayın.” Buyurdu. Veda tavafı haccı tamamlayan şeylerdendir. Aynı zamanda umreyi de tamamlayan şeylerdendir.
Çünkü umre yapan bu adam mescidi selamlayarak içeri girmiştir.
Ancak selamlayarak mescitten çıkmalıdır.
Buna göre veda tavafı hacta olduğu gibi umrede de vâcibtir. Bu konuda Tirmizî şu hadîsi tahrîc etmiştir: “Bir adam hac veya umre yaptığı
zaman en son olarak Beyt’i tavaf etmedikçe çıkmasın.”(2) Bu hadîste zayıflık var. Çünkü Haccac b. Ertae tarafından rivâyet edilmiştir. Eğer bu
hadîs zayıf olmasaydı bu mes’elede nas olurdu ve tartışmayı keserdi. Fakat zayıf olduğu için delîl olmaya elverişli değildir. Fakat biraz önce sözünü ettiğimiz yöntem umre için veda tavafının vâcib olduğuna delâlet
eder.
Çünkü o umre için veda tavafı yaptığı zaman daha ihtiyatlı hareket
etmiş ve borçtan kurtulmuş olur. Çünkü sen umrede veda tavafı yaptığın zaman hiç kimse senin yanıldığını söylemez. Fakat veda tavafı yapmadığın zaman bunun vâcib oduğu görüşünde olanlar senin yanıldığını
söylerler. O zaman tavaf eden her haliyle isabet etmiş olur. Tavaf etme(1) Buhârî, Kitâbu’l-Hac, Bâbu Ğaslü’l-Haluku Selase Mertrat (1536). Müslim, Kitâbu’lHac, Bâbu Mâ Yübahu Li’l-Muhrimi bi Haccin ev Umratin (1180).
(2) Tahrîci geçti.
482
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
yen kimse ise bazı ilim adamlarına göre hata etmiş ve umresini tehlikeye atmış olur.
SORU-535: Umre yapan için veda tavafının hükmü nedir?
CEVAP: Mekke’ye geldiği zaman tavaf, sa’y ve traştan sonra hemen
dönmeye niyet eden bir kimsenin umre için veda tavafı yapmasına gerek
yoktur. Çünkü kudüm tavafı onun için veda tavafı yerine de geçer. Ancak Mekke’de kaldığı zaman tercih edilen görüşe göre aşağıdaki delîller
sebebiyle veda tavafı yapması gerekir:
Birincisi: Peygamber ‫’ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬in: "En son olarak Beyt'i tavaf
etmedikçe hiçbir kimse hiç bir yere gitmesin" hadîsinin genel hüküm ifade etmesidir. Yasak bağlamında “hiçbir kimse” ifadesi belirsiz kullanılmıştır, dolayısıyla dışarı çıkan herkesi kapsar.
İkincisi: Umre hac gibidir. Hatta Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬meşhur Amr b. Hazm hadîsinde onu hac olarak isimlendirmiştir. Ümmetin
kabul ile karşıladığı bu hadîste o şöyle buyurmuştur: “Umre küçük bir
hactır.”
Üçüncüsü: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬şöyle buyurmuştur: “Umre
kıyâmete kadar haccın içine dâhil olmuştur.”
Dördüncüsü: Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Ya’la b. Ümeyye’ye şöyle
demiştir: “Umrende yaptığın şeyi haccında da yap.” O halde haccında
veda tavafı yaptıysan umrende de yap. Arafat’ta vakfe, Müzdelife’de gecelemek, Mina’da gecelemek ve cemeratı taşlamak gibi âlimlerin umreden çıkarılmasında icma ettikleri şeylerden başka hiçbir şey umreden
çıkarılmaz. Çünkü bunlar icma ile umrede meşru değildir.
Çünkü insan tavaf ettiği zaman borçtan kurtulur ve daha ihtiyatlı
olur. Başarı Allah’tandır.
SORU-536: Bir adam mikât mahallinde hac için ihrama girdi ve
Mekke’ye ulaştığı zamanyanında hac pasaportu olmadığı için teftiş merkezi tarafından girişi engellendi. Bunun hükmü nedir?
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
483
CEVAP: Bu durumda Mekke’ye girişi imkânsız olduğu zaman haccı
engellenmiş kişi durumuna düşer. Engellendiği yerde bir kurban keser
ve ihramdan çıkar. Sonra eğer bu hac üzerine farz olan bir hac ise daha
sonra bunu ilk fırsatta eda eder. Bu bir kaza değildir. Eğer farz bir hac
değilse tercih edilen görüşe göre kendisine bir şey lazım gelmez. Çünkü
Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬Hudeybiye gazvesinde engellenen kimselere
engellendikleri bu umreyi kaza etmelerini emretmemiştir. Ne Allah’ın
kitâbında ne de Rasûlünün sünnetinde engellenen kimsenin onu kaza
etmesi gerektiğine dair herhangi bir şey yoktur. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer hac ve umreden alıkonursanız, o zaman kolayınıza
gelen bir kurban gönderin.” (Bakara: 196). Allah teâlâ bundan başka bir
şey zikretmemiştir. Peygamber ‫ ﺻﲆ اﻟ ﱣﻠ ﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu umrenin yapılması
üzerinde Kureyşle anlaşmaya vardığı için bu umreye kaza umresi diye
isim verilmiştir. Yoksa bu kaçırılan bir ibâdetin telafisi anlamında bir
kaza değildir. En iyi bilen Allah’tır.
SORU-537: Hacca niyetlenip de sonra bundan engellenen kimseya
ne lazım gelir:
CEVAP: İhrama bürünmediği zaman bu durumda ona bir şey lazım
gelmez. Çünkü insan ihrama bürünmediği zaman dilerse yoluna devam
eder, dilerse ailesine geri döner. Şu kadar var ki bu hac, üzerine farz olan
bir hac ise onu hemen yapması gerekir. Fakat karşısına bir engel çıktığı
zaman üzerine bir şey lazım gelmez.
Ancak bu engel ihrama girdikten sonra ortaya çıktığı zaman eğer
ihrama girerken: “Bir engelle karşılaşırsam engelle karşılaştığım yer,
ihramdan çıkma yerim olsun” diye şart koşarsa ihramdan çıkar ve
kendisine bir şey lazım gelmez. Böyle bir şart koşmamışsa ve yakın bir
zamanda bu engelin ortadan kalkacağını umuyorsa engel kalkıncaya kadar bekler, sonra haccı tamamlar. Engel Arafat’ta vakfeden önce ortadan
kalkarsa Arafat vakfesini yapar ve haccını tamamlar. Arafat vakfesinden
sonra ortadan kalkarsa vakfe yapmaz ve haccı kaçırmış olur. Umre ihramından çıkar ve haccı farz bir hac ise gelecek sene kaza eder. Engelin
yakın bir zamanda ortadan kalkacığını ümit etmezse ihramından çıkar
484
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
ve şu ayetin genel hükmü gereği bir kurban keser. “Eğer hac ve umreden
alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin.” (Bakara:
196).
SORU-538: Hacının işlediği günahlar haccın sevabını eksiltir mi?
CEVAP: Mutlak olarak masiyet haccın sevabını eksiltir. Çünkü Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga
etmek yoktur.” (Bakara: 197). Hatta bazı âlimler hacta işlenen masiyetin
haccı ifsat edeceğini bile söylemişlerdirs. Çünkü bunlar hac esnasında
yasaktır. Fakat âlimlerin cumhurunun bilinen kaidesine göre haramlık
bir ibâdete mahsus olmadığı zaman onu iptal etmez. Masiyetler sadece
ihrama mahsus olmak üzere yasaklanmamışlardır. Çünkü masiyetler
ihramlı iken de haramdır, ihramsız iken de haramdır. Doğrusu da budur. Bu masiyetler haccı iptal etmez fakat haccı eksiltir.
SORU-539: Sahte pasaportla hacca gelen kimsenin haccının hükmü
nedir?
CEVAP: Bunun haccı sahîhtir. Çünkü pasaportun sahteliğinin haccın sıhhatinde bir etkisi olmaz. Fakat bu kişi günahkâr olur. Allah’a tevbe etmesi ve kendi ismini doğru bir şekilde yazdırarak düzeltmesi gerekir. Ta ki sorumluların yanında bir hile ve aldatma meydana gelmesin
ve ilk ismin ikinci ismiyle farklı olması sebebiyle ilk isimle üzerine vâcib
olan yükümlülükler kendisinden düşmesin. Bununla isim değişikliğinde yalan söyleyerek haksız yere mal elde eden kimse olur.
Bu münasebetle kardeşlerime şu nasihati yapmak isterim: Hükümetin yardımından yararlanmak için veya başka gayelerle sahte isimler
kullanan ve başkalarının isimlerini alan bu kişilerin yaptığı öyle basit
bir şey değildir. Bu, muamelatta bir hiledir, yalandır, aldatmadır ve sorumluları ve yöneticileri kandırmaktır. Onlar şunu bilsinler ki Allah
Tela kendisinden korkan kimseye bir çıkış yolu gösterir ve onu hesap
etmediği yerden rızıklandırır. Allah teâlâ kendisinden korkan kimsenin
işini kolalaştırır. Allah teâlâ takvâlı olan ve doğru söz söyleyen kimsenin işini düzeltir ve onun günahını bağışlar.
‫‪485‬‬
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
486
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
487
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ................................................................................................................5
AKÎDE..............................................................................................................7
SORU-1: Tevhîdin tarifi ve türleri nelerdir?................................................9
SORU-2: Müşriklerin, Peygamber’in gönderilmesine sebep olan
şirklerinin mahiyeti ne idi?..........................................................................16
SORU-3: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akîde konusunda ve diğer dîni
konulardaki usûlü nedir?.............................................................................18
SORU-4: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kimlerdir?.........................................19
SORU-5: Peygamber ölümünden sonra ümmetinin parçalanacağını
haber vermiştir. Bunun tarafınızdan açıklanmasını bekliyoruz?..........19
SORU-6: Kurtulan fırkanın en belirgin özellikleri nelerdir? Bu özelliklerinden bazıları eksik olan insan kurtulan fırkadan çıkar mı?............20
SORU-7: Dînde orta yol ne demektir?........................................................23
SORU-8: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e göre îmânın tanımı nedir? Îmân
eden âyetler çoktur........................................................................................27
SORU-9: Peygamber’in; îmânı, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve âhiret gününe inanman ve bir de hayrıyla şerriyle
kadere inanmandır.” diye tefsîr ettiği Cibrîl hadîsi ile Abdulkays heyetine
îmânı, “Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, bir ve tek olduğuna ve O’nun
ortağının olmadığına şahitlik etmek, namaz kılmak, zekâtı vermek ve
ganimetin beşte birini eda etmektir.” diye tefsîr ettiği hadîsinin arasını
nasıl birleştiririz?..........................................................................................28
SORU-10: Îmânı, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe ve hayrı ile şerri ile kadere îmân” diye tanımlayan hadîs
ile Peygamber’in: “Îmân yetmiş küsur şubedir…” hadîsinin arasını nasıl
birleştiririz?....................................................................................................29
SORU-11: Hadîste geçtiği gibi bir kimsenin sadece mescitlere gitme
alışkanlığından dolayı îmânına şahitlik edilebilir mi?...........................30
SORU-12: Allah azze ve celle ile ilgili konularda şeytanın kendisine
büyük vesveseler verdiği bir adam var. Bundan dolayı gerçekten çok
488
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
korkuyor. Bu kimseye neyi tavsiye edersiniz?...........................................30
SORU-13: Kâfirlerin İslâm dînine girmeleri vâcib midir?......................33
SORU-14: Gaybı bildiğini iddia eden kimsenin hükmü nedir?..............34
SORU-15: Anne karnındaki çocuğun erkek veya kız olduğunu doktorların
bilmesi ile Allah teâlâ’nın “Rahimlerde olanı O bilir” âyetini ve İbn
Cerîr Tefsîri’nde Mucâhid’den nakledilen rivâyeti ve Katâde’den gelen
rivâyeti birbiriyle nasıl uzlaştıracağız? Mucâhid’den gelen rivâyette bir
adam Peygamber’e karısının ne doğuracağını sorunca Allah’ın bu âyeti
indirdiği anlatılıyor. “Rahimlerde olanı O bilir” âyetinin genel hükmünü
tahsis eden şey nedir?...................................................................................35
SORU-16: Güneş mi dünyanın etrafında dönmektedir?.........................38
SORU-17: Fazîlet sahibi Şeyh’e şehâdet kelimeleri hakkında soruldu...40
SORU-18: “La ilâhe illallah” cümlesi tevhîdin bütün kısımlarını nasıl
kapsar?............................................................................................................43
SORU-19: Cinlerin ve insanların yaratılış hikmeti nedir?......................44
SORU-20: Neden insan dua ediyor ama kabul olmuyor? Hâlbuki Allah azze
ve celle, “Bana dua edin, size icâbet edeyim.” buyurmuştur..................45
SORU-21: İhlâsın manası nedir? Kul ibâdetiyle başka bir maksat güderse
hüküm nedir?................................................................................................48
SORU-22: Korku ve ümit konusunda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşü
nedir?..............................................................................................................50
SORU-23: Sebepler edinmek tevekküle aykırı mıdır? Bazı insanlar Körfez
savaşı esnasında sebeplere tutundular, bazılar da sebepleri terk ettiler ve
bunlar, Allah’a tevekkül eden kimselerdir, denildi?.................................51
SORU-24: Sebeplere bağlanmanın hükmü nedir?....................................53
SORU-25: Rukye yapmanın/okuyarak tedavi etmenin hükmü nedir?
Birtakım âyetleri yazarak hastanın boynuna takmanın hükmü nedir?.....
.........................................................................................................................54
SORU-26: Rukye yapmak tevekküle aykırı mıdır?..................................55
SORU-27: Muska ve benzeri şeyleri takmanın hükmü nedir?................55
SORU-28: “Âyetu’l-Kürsî” gibi bazı Kur’ân âyetlerinin tedâvi maksadıyla
yiyecek ve içecek kaplarının içine yazılması câiz olur mu?.....................56
SORU-29: Bazı İslâm ülkelerinde medrese öğrencileri Ehl-i Sünnet’in
yolunu “Allah’ın isimlerine ve sıfatlarına tahrîf, ta’tîl, tekyîf ve temsîl
olmaksızın îmân etmek” olarak öğreniyorlar. Ehl-i Sünnet mezhebini: 1-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
489
İbn Teymiye ve öğrencileri ekolü, 2- Eş’arî ve Maturidîler ekolü diye iki
kısma ayırmak doğru bir taksîm olur mu? Te’vîlci âlimler karşısında bir
Müslümanın konumu ne olmalıdır?..........................................................57
SORU-30: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Allah’ın isimleri ve sıfatları
konusundaki akîdesi nedir? İsim ve sıfat arasındaki fark nedir? İsmin
kabulü sıfatın kabulünü gerektirir mi? Sıfatın kabulü ismin kabulünü
gerektirir mi?.................................................................................................63
SORU-31: Allah’ın isimleri sınırlı mıdır?..................................................63
SORU-32: Allah’ın yüceliği (uluvvu) konusunda selef-i sâlihîn’in görüşü
nedir. O, altı cihetin hiçbirinde değil, mü’minin kalbindedir, diyen
kimsenin hükmü nedir?...............................................................................65
SORU-33: Allah azze ve celle’nin arşı’na istivâ etmesini O’nun kendi
şanına layık bir şekilde arşına yükselmesi/üstüne çıkması şeklinde tefsîr
etmek selefi sâlihîn’in mi tefsîridir?...........................................................71
SORU-34: Fazîletli Şeyh! –Allah sizi korusun- dediniz ki “Allah’ın arşı’na
istivâ etmesi, celâline ve azametine layık olarak arş üzerine özel bir
uluvvudur.” Bunun tarafınızdan biraz açıklanmasını bekliyoruz.........73
SORU-35: Allah’ın dilemesine bağlanması gereken şeylerle Allah’ın
dilemesine bağlanması gerekmeyen şeyler nelerdir? (Yani hangi şeylerde
inşâallah denilmelidir, hangi şeylerde denilmez?)....................................74
SORU-36: İrâdenin kısımları nelerdir?......................................................75
SORU-37: Allah’ın isimleri konusunda ilhâd nedir çeşitleri nelerdir?..76
SORU-38: Vechullah (Allah’ın yüzü), yedullah (Allah’ın eli) gibi Allah’ın
kendisine izâfe ettiği şeylerin kısımları nelerdir?....................................77
SORU-39: Allah’ın isimlerinden veya sıfatlarından herhangi bir şeyi
inkâr etmenin hükmü nedir?......................................................................78
SORU-40: Yaratıcının sıfatlarının yaratıkların sıfatları gibi olduğuna
inanan kimsenin hükmü nedir?..................................................................79
SORU-41: Malumdur ki gece, yerkürenin etrafında deveran eder ve
Allah teâlâ gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüne iner. Bunun
gereği olarak bütün gece dünya göğünde olması gerekmez mi? Buna
nasıl cevap verilir?.........................................................................................80
SORU-42: Allah’ın görülmesi konusunda selefin görüşü nedir? “Allah
gözle görülemez, görmek yakînin kemâlinden ibarettir” diye iddia eden
kimsenin hükmü nedir?...............................................................................81
490
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-43: Cinlerin insanlar üstünde etkisi var mıdır? Onlardan korunmanın yolu nelerdir?.....................................................................................82
SORU-44: Cinler gaybı bilirler mi?............................................................83
SORU-45: Peygamber’i Allah’ın sevgilisi/habîbi (habîbullah) diye nitelendirmenin hükmü nedir?..........................................................................83
SORU-46: Peygamber’i övmeyi ticarete vâsıta kılmanın hükmü nedir?....
.........................................................................................................................84
SORU-47: Peygamber’in bir beşer değil Allah’ın nûrundan bir nûr
olduğuna, gaybı bildiğine inanan, sonra onun fayda ve zarar vermeye
gücünün yettiğine inanarak ondan yardım isteyen kimsenin hükmü
nedir? Bu ve benzeri kimselerin arkasında namaz kılmak câiz olur mu?
Bize bunu anlatın, Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın..........................85
SORU-48: Mehdi’nin çıkacağına dair hadîsler sahîh midir, değil midir?..
.........................................................................................................................86
SORU-49: Ye’cûc ve Me’cûc kimlerdir?......................................................87
SORU-50: Sadece âhir zamanda çıkacağı halde peygamberler kendi
kavimlerini Deccâl’a karşı niçin uyardılar?..............................................88
SORU-51: Âhiret hayatını inkâr eden ve bunun bir ortaçağ hurafesi
olduğunu iddia eden kimsenin hükmü nedir? Bu inkârcılar nasıl ikna e
dilebilir?..........................................................................................................89
SORU-52: Kabir azâbı var mıdır?...............................................................91
SORU-53: Ölü defnedilmediği zaman yırtıcı hayvanlar cesedini yemiş
olsa veya rüzgârlar dağıtsa yine de kabir azâbı çeker mi?.......................92
SORU-54: Kabir azâbını inkâr eden ve eğer kabir açılmış olsa değişmediği,
daralmadığı ve genişlemediği görülür diye delîl getiren kişiye nasıl cevap
veririz?............................................................................................................93
SORU-55: Günahkâr mü’minin kabir azâbı hafifletilir mi?...................94
SORU-56: Şefaat nedir? Şefaatin kısımları nelerdir?...............................95
SORU-57: Mü’minlerin çocuklarının durumu ve müşriklerin küçük
yaşta ölen çocuklarının durumu ne olacaktır?.........................................97
SORU-58: Cennette erkeklere huriler olduğu söylendi, peki kadınlara ne
var?..................................................................................................................98
SORU-59: Cehennemliklerin çoğunun kadınlardan oluşacağı rivâyeti
sahîh midir? Sahîh ise Niçin?......................................................................99
SORU-60: Ayağının kaymasından korktuğu için akîde konusunda ve
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
491
özellikle de kader konusunda ders yapmak ve öğrenim görmek istemeyen
kimse hakkındaki görüşünüz nedir?.........................................................99
SORU-61: Kader mes’elesini açıklayacağınızı ümit ediyoruz? Fiilin aslı
takdir edilmiş de insan keyfiyetinde mi muhayyerdir? Mesela Allah
teâlâ bir kulunun mescit yapmasını takdir ettiği zaman kul kesin
bunu yapacaktır. Fakat kulun bu binayı nasıl yapacağını onun aklına
bırakmıştır. Masiyet de böyledir; Allah kulun masiyet işleyeceğini
takdir ettiği zaman insan onu mutlaka işleyecektir. Fakat kulun bu
günahı nasıl işleyeceğini kulun aklına bırakmıştır. Bu görüşün hülasası,
kulun kendisi hakkında takdir edilen şeyi nasıl infaz edeceği konusunda
serbest olduğudur. Bu görüş doğru mudur?.............................................101
SORU-62: İnsanın yaratılışından önce kendisi için yazılanları değiştirmede
duanın bir etkisi olur mu?..............................................................................105
SORU-63: Rızık ve evlenmek de levh-i mahfûz’da yazılı mıdır?.................105
SORU-64: Başına bir musibet geldiği zaman kızıp canı sıkılan kimsenin
hükmü nedir?................................................................................................107
SORU-65: Sizden Peygamber’in şu hadîsini açıklamanızı rica ediyoruz:
“Hastalık bulaşması, uğursuzluk, karın kurdu, baykuş ve Safer yoktur.” Bu
hadîsi Buhârî ve Müslim birlikte rivâyet etmişlerdir. Hadîste reddedilen
şeylerin mahiyeti nedir? “Aslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaçın.” hadîsi
ile bu hadîsin arasını nasıl telif ederiz?.......................................................108
SORU-66: Bir kimseye nazar değebilir mi? Tedavisi nedir? Bundan
sakınmak tevekküle aykırı mıdır? ...............................................................112
SORU-67: Akîde ile ilgili konularda insanın bilmemesi mazeret sayılır
mı?.......................................................................................................113
SORU-68: Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden kimsenin
hükmü nedir?................................................................................................122
SORU-69: Allah’tan başkasına yaklaşmak için kesilen kurbanın hükmü
nedir? Bu kurbanın etinden yemek câiz olur mu?.........................................126
SORU-70: İçinde Allah, peygamber veya dîn ile alay ve istihza bulunan
sözlerle şaka yapan kimsenin hükmü nedir?..........................................126
SORU-71: Kabirlerde yatanlara dua etmenin hükmü nedir?......................127
SORU-72: Allah’tan başkasından medet bekleyen ve onun Allah’ın velîsi
olduğunu iddia eden kişinin durumu nedir? Velî olmanın alâmetleri
nelerdir?.......................................................................................128
492
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-73: Sihir nedir ve sihir öğrenmenin hükmü nedir?..........................130
SORU-74: Sihir yoluyla eşleri birleştirmenin hükmü nedir?......................131
SORU-75: Kehanet nedir? Kâhinlere gitmenin hükmü nedir?...................131
SORU-76: Riyaya bulaştığı zaman ibâdetin hükmü nedir?.........................133
SORU-77: Mushaf’a yemîn etmenin hükmü nedir?..................................134
SORU-78: Peygamber’e ve Kâbe’ye yemîn etmenin hükmü nedir? Şere-fe
ve zimmete yemîn etmenin hükmü nedir? İnsanın “bi zimmeti” demesinin hükmü nedir?........................................................................................136
SORU-79: Etrafında tavaf ederek, içindekilere dua ederek, kurbanlar
adayarak ve benzeri diğer ibâdetlerle ibâdet ederek kabirlere tapmanın
hükmü nedir?...............................................................................................137
SORU-80: Peygamber’in Mescid-i Nebevî’de metfun olduğunu gerekçe
göstererek kabirlere ibâdet edenlere ne cevap veririz?.................................141
SORU-81: Kabirlerin üzerine bina yapmanın hükmü nedir?.....................142
SORU-82: Ölüleri mescitlere defnetmenin hükmü nedir?.........................142
SORU-83: Peygamber’in kabrini ziyaret etmek için yolculuk yapmanın
hükmü nedir? ................................................................................................142
SORU-84: Kabirlerle teberrük etmenin, ihtiyaçların giderilmesi veya
takarrub maksadıyla etraflarında tavaf edilmesinin hükmü nedir?
Allah’tan başkasına yemîn etmenin hükmü nedir?....................................143
SORU-85: Üzerinde hayvan veya insan resmi bulunan elbiseleri giymenin hükmü nedir?...................................................................................145
SORU-86: Duvarlara resimler asmanın hükmü nedir?............................145
SORU-87: Fotoğraf makinesi ile resim çekmenin hükmü nedir?...............145
SORU-88: Kendi uydurdukları bid‘atlerine “Kim İslâm’da güzel bir çığır
açarsa…” hadîsini delîl getiren bid‘atçilere nasıl cevap veririz?............146
SORU-89: Peygamberin doğum gününü kutlamanın hükmü nedir?....147
SORU-90: Anneler günü adı verilen kutlamanın hükmü nedir?.........149
SORU-91: Doğum günü ve evlilik günü kutlamalarının hükmü nedir?...150
SORU-92: Adam bir evde ikâmet ediyor ve başına kendisinin ve ailesinin
bu evin uğursuzluğuna bağladıkları pek çok hastalık ve musibet geliyor.
Bu sebeple bu evi terk etmesi câiz olur mu?..........................................150
SORU-93: Tevessülün hükmü nedir?........................................................151
SORU-94: Velâ/Dostluk ve Berâ/düşmanlık nedir?................................156
SORU-95: Kâfirlerin ülkelerine yolculuk yapmanın hükmü nedir? Ora-
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
493
lara turistik seyahatler yapmanın hükmü nedir?...............................157
SORU-96: Değerli hocam, kâfirlerle birlikte çalışan bir kişiye neyi
tavsiye edersiniz?.........................................................................................158
SORU-97: Kâfirlerin ellerindeki imkânlardan sakıncalı bir duruma
düşmeden nasıl yararlanabiliriz? Bununla mürsel maslahatların bir
ilgisi var mıdır?............................................................................................158
SORU-98: Gayrimüslimleri Arap yarımadasına yerleştirmenin hükmü
nedir?..............................................................................................159
SORU-99: Fazîletli Şeyh! Bazıları Müslümanların geri kalmışlıklarının
sebebinin dînlerine bağlılıkları olduğunu iddia ediyor. Onların bu
konudaki şüpheleri şuna dayanıyor: Batılılar dîndarlıklarından
tamamen uzaklaştıkları ve kurtuldukları zaman ileri bir medeniyet
seviyesine ulaştılar. Oralara çok yağmur yağması ve bol mahsul elde
etmeleri de bazen onların şüphelerini destekliyor. Sizin bu konudaki
görüşünüz nedir?.........................................................................................160
SORU-100: Bazıları diyorlar ki, lafızların düzgün olması önemli değildir,
önemli olan kalp temizliğidir. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?....163
SORU-101: “Allah senin günlerini devamlı kılsın” demenin hükmü
nedir?............................................................................................163
SORU-102: Bazı kimseler bir şey isterken Allah’ın yüzüyle istiyorlar ve
Allah’ın yüzüyle senden şunu şunu isterim diyorlar. Böyle söylemenin
hükmü nedir?...............................................................................................163
SORU-103: “Allah senin bekanı uzatsın” “Allah senin ömrünü uzatsın”
demenin hükmü nedir?...............................................................................163
SORU-104: Çoğu zaman duvarlarda “Allah” lafzı ile “Muhammed” lafzının
yan yana yazıldığını görüryoruz. Bunu kâğıt üzerinde veya kitaplarda
veya bazı Mushaflarda da buluyoruz. Bu doğru mudur?.................164
SORU-105: “Allah senin halini soracak” demenin hükmü nedir?........164
SORU-106: “Rahmetli filan kişi”, “Allah ona rahmetiyle muamele etsin”
ve “Allah’ın rahmetine kavuştu” demenin hükmü nedir?.......................164
SORU-107: Şu ifadeleri kullanmanın hükmü nedir: “Vatan adına”,
“Halk adına”, “Araplık adına”?..................................................................165
SORU-108: Halkın “Bize bereketli geldin” ve “bizi bereket ziyaret etti”
demesinin hükmü nedir?...........................................................................165
SORU-109: “Kader müdahale etti” ve “Allah’ın inâyeti/takdiri müdahale
494
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
etti” demelerinin hükmü nedir?................................................................166
SORU-110: “Düşünce özgürlüğü” sözcüğünü işitiyor ve okuyoruz. Hâlbuki
bu, inanç özgürlüğüne çağrıdır. Bu konuda sizin değerlendirmeniz
nedir?..........................................................................................166
SORU-111: Bir kimsenin müftüye gidip şu şu konularda İslâm’ın hükmü
nedir? veya İslâm’ın görüşü nedir? demesi câiz olur mu?.................167
SORU-112: “Zaman bunun böyle olmasını istedi” ve “Kader böyle
istedi” demenin hükmü nedir?..................................................................168
SORU-113: Falan kişi şehittir, demenin hükmü nedir?..........................168
SORU-114: “Tesadüfen” kelimesini kullanmak konusunda sizin
görüşünüz nedir?...........................................................................................70
SORU-115: Allah onu iyilikle mükâfatlandırsın, acaba “İslâm düşüncesi”
ve “İslâm düşünürü” kavramları konusunda değerli hocamızın görüşü
nedir?...............................................................................................170
SORU-116: Dîni, kabuk ve öz diye kısımlara ayırmak doğru olur mu?
(Mesela sakalda olduğu gibi)..................................................................171
SORU-117: “Son meskenine/ebedî istirahatgâhına defnedildi” demenin
hükmü nedir?...............................................................................................172
SORU-118: Hıristiyanlığa Mesîhîyyet denilmesi ve Hıristiyanlara
mesîhî denilmesi doğru olur mu?..........................................................172
SORU-119: Allah hoş görmesin” ifadesi hakkındaki görüşünüz nedir?....173
SORU-120: Bazı kimseler birisi öldüğü zaman “Ey huzura kavuşmuş
insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.”
demektedirler. Bunun hükmü nedir?........................................................174
SORU-121: Hadesten ve necâsetten tahârette asıl olan nedir?..................177
SORU-122: Suyun dışında başka bir şeyle necâset temizlenir mi?
Kotların temizliğinde kullanılan buhar necâseti temizlemek için de
kullanılabilir mi? .......................................................................................177
SORU-123: Uzun zaman beklediği için değişime uğrayan suyun
hükmü nedir?...............................................................................................178
SORU-124: Altın takmanın erkeklere haram kılınmasındaki hikmet
nedir?............................................................................................178
SORU-125: Altın diş yaptırmanın hükmü nedir?...................................180
SORU-126: Avret yerinin açılmasına yol açacak yerlerde abdest bozmanın
hükmü nedir?...............................................................................................180
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
495
SORU-127: Ayakta abdest bozmanın hükmü nedir?...........................181
SORU-128: Mushaf’la tuvalete girmenin hükmü nedir?......................181
SORU-129: İçinde Allah ismi yazılı kâğıtlarla tuvalete girmenin hükmü
nedir?................................................................................................181
SORU-130: İnsan tuvalette olduğu zaman nasıl besmele çeker?.............181
SORU-131: İhtiyaç giderirken kıbleye önünü veya arkasını dönmenin
hükmü nedir?...............................................................................................182
SORU-132: İnsandan yel çıktığında tahâretlenmesi gerekir mi?.........183
SORU-133: Hangi zamanlarda misvak kullanmak meşru ve müekkeddir?
Hutbe esnasında namazı bekleyen bir kimsenin misvak kullanmasının
hükmü nedir?................................................................................................183
SORU-134: Abdest alırken besmele çekmenin hükmü nedir?...............184
SORU-135: Erkek ve kadınların sünnet olmalarının hükmü nedir?.....184
SORU-136: Bir kimsenin takma dişleri olduğu zaman ağzına su
verirken bunları çıkarması gerekir mi?.............................................186
SORU-137: Abdest alan kişinin kulakları için yeni bir su alması
gerekir mi?...................................................................................................186
SORU-138: Abdestte tertibin hükmü nedir? Abdestte muvâlât/peşi
peşine yıkamakla ne kast edilmiştir. Bunun hükmü nedir?.................186
SORU-139: İnsan abdest aldığı ve azalardan birini unuttuğu zaman
hüküm nedir?...............................................................................................187
SORU-140: Abdest esnasında su kesilse ve yıkanan azalar kuruduktan
sonra su tekrar gelse kişi kaldığı yerden mi devam etmeli, yoksa
yeniden mi abdest almalı?......................................................................188
SORU-141: Tırnaklarında oje bulunan kimsenin abdestinin hükmü
nedir?........................................................................................189
SORU-142: Şer‘î bir abdest nasıl alınır?.................................................190
HASTANIN TEMİZLİĞİNİN KEYFİYETİ HAKKINDA BİR RİSALE
HASTA NASIL TEMİZLENİR?................................................................193
SORU-143: Her abdestte ihtiyaten çorapları çıkarmanın hükmü
nedir?............................................................................................195
SORU-144: Mestler üzerine mesh etmenin vaktinin belirlenmesi
nasıl olur? Bu süre ne zaman başlar?.................................................195
SORU-145: Yırtık ve ince çorap üzerine mesh yapmanın hükmü nedir?..199
SORU-146: Sargı üzerine mesh etmenin hükmü nedir?...................199
496
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-147: Sargı üzerinde meshi ve teyemmümü birleştirmek gerekir
mi, gerekmez mi?......................................................................................201
SORU-148: Abdest alıp da sağ ayağını yıkadıktan sonra mestini
veya çorabını giyen sonra sol ayağını yıkayıp mestini veya çorabını
giyen kimsenin hükmü nedir?..............................................................201
SORU-149: Bir kimse mukim iken mesh ettiği sonra yola çıktığı
zaman mesh müddetini yolculuğa göre mi tamamlar?..................201
SORU-150: Bir kimse meshin başlangıcında ve vaktinde şüpheye
düşerse ne yapar?........................................................................................202
SORU-151: Bir kimse ayakkabı üzerine mesh eder, sonra onu
çıkarıp çorap üzerine mesh ederse meshi sahîh olur mu?...........202
SORU-152: Bir kimse abdestli iken çorabını çıkardığı ve abdesti
bozulmadan çorabını tekrar giydiği zaman bunların üzerine mesh
etmesi câiz olur mu?...............................................................................202
SORU-153: Mesh süresi sona erdikten sonra mesh eden ve bununla
namaz kılan kimsenin hükmü nedir?.................................................203
SORU-154: Abdesti bozan şeyler nelerdir?.............................................204
SORU-155: Kadına dokunmak abdesti bozar mı? .............................205
SORU-156: Bir öğretmen öğrencilerine Kur’ân öğretiyor. Okulda veya
yakınında su bulunmuyor. Hâlbuki Kur’ân’a ancak abdestli olanlar
dokunabilir. Bu durumda öğretmen ne yapacaktır?.................................207
SORU-157: Guslü gerektiren şeyler nelerdir?........................................208
SORU-158: Oynaşmak ve öpüşmek guslü gerektirir mi?.....................209
SORU-159: Bir kimse uyandığı zaman elbisesinde bir ıslaklık görürse
gusletmesi gerekir mi?..............................................................................210
SORU-160: Cenabetle ilgili hükümler nelerdir?.....................................211
SORU-161: Gusül nasıl yapılır? ...............................................................212
SORU-162: Bir kimse guslettiği zaman ağzına burnuna su vermezse
guslü sahîh olur mu?................................................................................212
SORU-163: Suyu kullanmak imkânsız olduğu zaman ne ile tahâret
yapılır?......................................................................................212
SORU-164: Soğuk bir zamanda cünüp olan bir kimse teyemmüm
yapabilir mi?.................................................................................................213
SORU-165: Teyemmüm yapılan toprağın tozlu olması şart mıdır?
“Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin.”
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
497
âyetindeki “o toprakla” sözü tozun şart olduğuna delâlet eder mi?....214
SORU-166: Hasta toprak bulamadığı zaman duvara teyemmüm edebilir
mi? Aynı şekilde yatağına teyemmüm edebilir mi?..........................215
SORU-167: Küçük bir çocuğun idrarı elbiseye isabet ettiği zaman
hükmü nedir?..............................................................................................215
SORU-168: Elli yaşını geçmiş bir kadın var. Kendisinden bilinen vasıfta
kan geliyor. Yine elli yaşını geçmiş bir başka kadın var. Ondan da
bilinen vasıfta olmayıp, sadece sarı veya bulanık bir kan geliyor?.....215
SORU-169: Hamile kadından çıkan kan hayız kanı mıdır?.................216
SORU-170: Hayzın günlerle bilinen alt ve üst sınırı var mıdır?.........217
SORU-171: İlaç kullanarak kendisinden hayız kanı gelmesine sebep olan
ve namazı terk eden bir kadın bu namazları kaza eder mi etmez mi?....217
SORU-172: Hayızlı bir kadının Kur’ân okuması câiz midir?................218
SORU-173: Bir kadın gördüğü kanın hayız kanı mı, istihaza kanı mı, yoksa
başka bir şey mi olduğunu karıştırdığı zaman neye itibar edecek?....218
SORU-174: Namaz vakti girdikten sonra hayız gören kadının hükmü
nedir? Hayız vaktinde geçirdiği namazı kaza edecek mi?.................218
SORU-175: Altı gün hayız görmeyi âdet edinen bir kadının daha
sonra âdetli günlerinin sayısı arttığı zaman ne yapmalıdır?.............219
SORU-176: Bir kadın aylık âdetini gördükten sonra temizlenip yıkandı.
Dokuz gün namaz kıldıktan sonra kendisinden kan geldi. Üç gün
namaz kılmayıp bekledi. Sonra temizlendi, on bir gün namaz kıldı ve
aylık mutat âdeti tekrar geldi. Bu üç günde kılmadığı namazları iade
edecek mi yoksa onları hayız olarak mı kabul edecek?..............220
SORU-177: Hayızdan iki gün önce kadından gelen sarı sıvının hükmü
nedir?.............................................................................................220
SORU-178: Temizlendikten sonra görülen sarı ve bulanık sıvının
hükmü nedir?..............................................................................................220
SORU-179: Hayzı engelleyici hapları kullanmanın hükmü nedir?............221
SORU-180: Loğusa bir kadın kırk gün geçtikten sonra da kanaması
devam ettiği zaman namaz kılıp oruç tutabilir mi?.......................222
SORU-181: Loğusa bir kadın kırk günü tamamlamadan önce
temizlenirse kocasıyla birleşebilir mi? Kırk günden sonra yeniden kan
gelmeye başlarsa hüküm ne olur?..........................................................222
SORU-182: Bir kadın üçüncü ayda düşük yaparsa namazını kılar mı,
498
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
yoksa namazı terk eder mi?............................................................223
SORU-183: Devamlı kanaması olan bir kadın nasıl namaz kılar ve ne
zaman oruç tutar?......................................................................................224
SORU-184: Namazın hükmü nedir ve kimlere farzdır?...................224
SORU-185: Hafızasını kaybeden ve bayılan kimselerin dîni yükümlülükleri
yerine getirmeleri gerekir mi?................................................................226
SORU-186: Bir adam iki ay boyunca bilincini kaybetti, bu esnada namaz
kılmadı ve Ramazan orucunu tutmadı. Ne yapması gerekir.............228
SORU-187: Bir kimsenin namazın şartlarından birini elde etmek
için namazı geciktirmesi câiz olur mu? Mesela su çıkarmak için
meşgul olsa da bu sebeple namazı tehir etse câiz olur mu?...............228
SORU-188: Geceyi uykusuz geçirip de sabah namazını ancak
vakti çıktıktan sonra kılabilen kimsenin namazı kabul edilir mi?
Vaktinde kıldığı diğer namazlarının hükmü nedir?.........................229
SORU-189: Sabah nazını vakti çıkıncaya tehir eden kimsenin hükmü
nedir?...........................................................................................230
SORU-190: Bir adam kızını bir kişiyle nişanlıyor. Nişanladığı adamın
durumunu soruşturduğu zaman onun namaz kılmadığını öğreniyor.
Kendisine sorulan kişi ona şöyle cevap veriyor: Allah ona hidâyet
eder. Bu duruma göre kızını o adamla evlendirebilir mi? ...............230
SORU-191: Bir adam ailesine namazı emrettiği fakat onlar kendisini
dinlemediği zaman ne yapar? Onlarla birlikte oturmaya devam eder mi,
yoksa onları evden çıkarır mı?.................................................................235
SORU-192: Kendisinden olan çocuklarıyla birlikte namaz kılmayan
kocasının yanında kalan kadının hükmü nedir? Namaz kılmayan bir
kimseyi evlendirmenin hükmü nedir?..................................................238
SORU-193: Namazı kasten terk eden sonra tevbe eden kimse terk
ettiği namazı kaza eder mi?................................................................239
SORU-194: Bir ailenin namazı terk eden çocuklarına karşı yapması
gereken şey nedir?......................................................................................239
SORU-195: Yolcular hakkında ezanın hükmü nedir?...........................240
SORU-196: Tek Başına namaz kılan için ezan ve ikâmetin hükmü nedir?..240
SORU-197: Bir kimse öğle ve ikindi namazlarını birleştirse her biri için
ikâmet getirmesi gerekir mi? Nafileler için ikâmet gerekir mi?.....241
SORU-198: (Namaz uykudan daha hayırlıdır) sözü birinci ezana mı,
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
499
yoksa ikinci ezana mı dâhildir?..........................................................241
SORU-199: Ezanı teypten okumak sahîh olur mu?..........................243
SORU-200: Bir kimse müezzin ezan okurken mescide girdiği zaman
onun için daha faziletli olan nedir?.....................................................243
SORU-201: Hadîste bir kimsenin müezzine icâbet ederken “Rab olarak
Allah’tan, dîn olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed’den razı
oldum” diyeceği ifade edilmiştir. Bunu ne zaman söyleyecektir?.....243
SORU-202: Ezandan sonraki zikirde geçen “Şüphesiz sen vaadinden
dönmezsin” ilavesi sahîh midir?.............................................................244
SORU-203: Bir kimse ikâmette de müezzine icâbet edecek mi?..........244
SORU-204: Bazı kimselerin kametten sonra şöyle dediklerini duyuyoruz:
“Ekamehallahu ve Edamehallah” (Allah namazı kaim eylesin, Allah
namazı daim eylesin). Bunun hükmü nedir?.........................................244
SORU-205: Namazın eda edileceği en faziletli vakit hangisidir? İlk
vakit mi daha faziletlidir?.........................................................................245
SORU-206: Bir kimse bilmeyerek namaz vakti girmeden önce namazı
kılarsa hüküm nedir?.................................................................................246
SORU-207: Unutmak ve cehalet sebebiyle kaza edilen namazlar
arasında tertip düşer mi?..........................................................................247
SORU-208: Bir kimse yatsı namazı için mescide girdiği zaman akşam
namazını kılmadığını hatırlarsa ne yapar?....................................247
SORU-209: Uyku veya unutkanlık sebebiyle birkaç farz namazı geçirdiğim
zaman bunları nasıl kaza edeceğim. Önce geçirdiğim namazı, sonra şimdiki
namazı mı kılacağım, yoksa bunun aksini mi yapacağım?................247
SORU-210: Bazı kimseler teni gösteren ince elbiselerle namaz kılıyorlar
ve bu elbiselerin altına baldırların yarısını geçmeyen kısa donlar
giyiyorlar. Bu sebeple elbisenin arkasında baldırların yarısı görünüyor.
Bu namazın hükmü nedir?.........................................................................249
SORU-211: Bir kadının sadece kadınlar arasında bulunduğu gerekçesiyle
önünden, yanından ve arkasından bacağının bir kısmını gösterecek
şekilde açıklık bulunan bir elbise giymesinin hükmü nedir? ...................250
SORU-212: Bir kadının peçe ve eldivenle namaz kılması câiz olur mu?..251
SORU-213: Bilmeden necis bir elbisenin içinde namaz kılan kimsenin
hükmü nedir?..............................................................................................251
SORU-214: Kibirlenmek maksadıyla elbisesini ayak bileğinden
500
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
aşağıya sarkıtanın cezası nedir? Kibirlenmek kastı olmadığı zaman
bunun cezası nedir? Ebû Bekir radıyallahu anh hadîsiyle delîl getiren
kimseye nasıl cevap verilir?.......................................................................253
SORU-215: Namaz kılan ve namazı kıldıktan sonra gusül yapması
gerektiği ortaya çıkan kimse ne yapmalıdır?..........................................255
SORU-216: Bir kimsenin namaz esnasında burnu kanarsa hükmü
nedir? Elbisesini kirletirse hükmü nedir?...............................................255
SORU-217: İçinde kabir bulunan bir mescitte namaz kılmanın
hükmü nedir?...........................................................................................255
SORU-218: Tuvalet damının üstünde namaz kılmanın hükmü nedir?
Fosseptik artıklarının toplandığı yerin üstünde namaz kılmanın
hükmü nedir?...............................................................................................257
SORU-219: Mescid-i Haram’da ayakkabılarıyla yürüyen kimse
hakkında ne hüküm verilir?......................................................................257
SORU-220: Namaz kılan kişinin kıbleden az bir miktar saptığı
ortaya çıktığı zaman namazı iade eder mi?......................................258
SORU-221: Bir cemaat kıbleden başka yöne doğru namaza dursa bu
namazın hükmü nedir?............................................................................259
SORU-222: Niyeti telaffuz etmenin hüksmü nedir?...........................260
SORU-223: Nafile namaz kılan bir kimsenin arkasında farz namaz
kılmanın hükmü nedir? Mesela teravih kılanlarla birlikte yatsı
namazını kılan kimsenin durumu nedir?.........................................260
SORU-224: Bir yolcu, mukim bir imamla birlikte son iki rekâtı kıldığı
zaman kısaltmak niyetiyle imamla beraber selam verebilir mi?.........261
SORU-225: Namaza giderken hızlı yürümenin hükmü nedir?.........261
SORU-226: Cemaatle namazda rekâtı imamla birlikte kılabilmek için
acele etmek câiz midir?..........................................................................262
SORU-227: Mescitte namaz kılanların zihnini karıştıracak şekilde
yüksek sesle Kur’ân okumanın hükmü nedir?................................262
SORU-228: Bazı kimseler ikâmet vaktine yakın mescide girdikleri
zaman imamın gelmesini beklemek üzere ayakta duruyorlar ve
tehıyyetü’l-mescidi terk ediyorlar. Bu amelin hükmü nedir?.......262
SORU-229: Bazı erkeklerin Mescid-i Haram’da farz namazlarda kadınların
saflarının arkasında saf tuttukları görülüyor. Onların bu namazları
kabul olunur mu? Onları ön tarafa yönlendirmek gerekir mi?.263
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
501
SORU-230: Bir çocuğu saftaki bulunduğu yerden uzaklaştırmak
câiz olur mu?...........................................................................................263
SORU-231: Direklerin arasında namaza durmanın hükmü nedir?..264
SORU-232: Kadınların safları hakkındaki hüküm nedir? Bunların en
kötüsü mutlak olarak ilk saf ve en iyisi son saf mıdır, yoksa bu hüküm sadece
erkeklerle kadınlar arasında bir perde olmadığı durumda mı geçerlidir?.264
SORU-233: Mescidin dışında namaz kılmanın hükmü nedir? Mesela
mescide bitişik yollarda namaz kılan kimselerin hükmü nedir?.....264
SORU-234: Safların oluşumunda dayanak nedir? Namaz kılan kimsenin
topuğunun yanındakinin topuğuna yapışması meşru mudur? Bize bu
konuda fetva veriniz...............................................................................264
SORU-235: Namazda dört yerin dışında ellerin kaldırılması var
mıdır? Cenaze ve bayram namazlarında da böyle midir?.....265
SORU-236: Bir kimse cemaate imam rükûda iken yetiştiği
zaman iki tekbir mi alacak?............................................................266
SORU-237: Göğüs üzerinde veya kalbin üstünde sağ eli sol elin
üzerine koymanın hükmü nedir? Elleri göbek altına koymanın
hükmü nedir? Bu konuda erkekle kadın arasında fark var mıdır?....268
SORU-238: Besmeleyi açıktan okumanın hükmü nedir?....................268
SORU-239: Başlama tekbirinden sonraki duanın hükmü nedir?.......269
SORU-240: Âmin demek sünnet midir?..................................................270
SORU-241: İmam dediği zaman Allah’tan yardım diledik anlamında
diyen kimseler var. Bunun hükmü nedir?..........................................270
SORU-242: Namazda Fatiha okumanın hükmü nedir?.......................270
SORU-243: Cemaat Fatihayı ne zaman okuyacak, imamla birlikte mi,
yoksa imam sureyi okurken mi?..........................................................273
SORU-244: Namazda, kıraat esnasında ve kıraatin dışında huşua nasıl
ulaşabiliriz?.......................................................................................273
SORU-245: Peygamber’in Fatiha ile ondan sonraki sure arasında
sustuğu rivâyet edilmiş midir?..............................................................274
SORU-246: Sabah namazının bir rekâtına yetişemeyip kaçıran kimse bunu
cehri olarak mı tamamlar, yoksa gizliden okuyarak mı tamamlar?...274
SORU-247: Peygamber’in nasıl namaz kıldığını anlatan kitaplardan
birinde, rükûdan kalktıktan sonra elleri göğsün üzerine koymanın
bid‘at ve sapıklık olduğunu okudum. Doğrusu nedir? Allah bize ve
502
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
bütün Müslümanlara iyilik versin.........................................................275
SORU-248: Bazı kimseler “Rabbena ve leke’l-hamd” derken “şükür”
kelimsini de ilave ediyorlar. Sizin görüşünüz nedir?.......................276
SORU-249: Secdeye varmanın keyfiyeti nasıldır?...............................277
SORU-250: Secde esnasında fazlaca uzanmanın hükmü nedir?...........278
SORU-251: Secdenin alında sâlih kişilerin alametlerinden bir alamet
meydana getirdiği haberleri doğru mudur?........................................278
SORU-252: Namazda iki secde arasında işaret parmağını hareket
ettirmekle ilgili sahîh bir rivâyet var mıdır?.......................................278
SORU-253: İstirahat celsesinin hükmü nedir?......................................279
SORU-254: Teşehhüdün başından sonuna kadar işaret parmağını
hareket ettirmenin hükmü nedir?..........................................................281
SORU-255: Namaz kılan kimse birinci teşehhütte sadece tehıyyat
ile mi yetinir, yoksa namazda buna ilave yapar mı?........................282
SORU-256: Namazda teverrük oturuşunun hükmü nedir? Bu oturuş
erkekler ve kadınlar için genel midir? Bize bunu anlatın, Allah sizi
hayırla mükâfatlandırsın...........................................................................283
SORU-257: İmam sadece sağına olmak üzere sadece bir defa selam
veriyor. Tek bir selamla yetinmek câiz midir? Bize bu konuda fetva
veriniz, Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın.....................................283
SORU-258: Namazdan sonra imamın hemen ayrılması mı daha
evladır, yoksa biraz beklemesi mi daha evladır?...............................284
SORU-259: Namazdan hemen sonra karşılıklı tokalaşma ve “Allah
kabul etsin” demek hakkında görüşünüz nedir? Allah sizi hayırla
mükâfatlandırsın......................................................................284
SORU-260: Tesbih çekerken tespih kullanmak konusundaki
görüşünüz nedir?........................................................................................285
SORU-261: Namazdan selam verdikten sonraki meşru dualar nelerdir?..285
SORU-262: Namazdan sonra elleri kaldırıp dua etmenin hükmü
nedir?....................................................................................287
SORU-263: Bazı beldelerde farz namazlardan sonra cemaat halinde
ve sesli olarak Fatihayı okuyorlar, zikir yapıyorlar ve Âyetelkürsi
okuyorlar. Böyle yapmanın hükmü nedir?............................................287
SORU-264: Üstüne daralan kimse tuvalete gittiği zaman cemaatle namazı
kaçıracağından korkarsa cemaate yetişmek için sıkışık vaziyette namazını
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
503
kılabilir mi yoksa cemaati kaçırsa bile ihtiyacını mı giderir?....288
SORU-265: Namazda gözleri yummanın hükmü nedir?....................288
SORU-266: Namaz esnasında sehven parmakları çıtlatmak namazı
bozar mı?......................................................................................................289
SORU-267: Sütrenin hükmü nedir? Miktarı nedir?............................290
SORU-268: Namaz kılan kişi ister farzı kılsın, ister nafileyi kılsın,
ister imama uysun ister münferit kılsın, Mescid-i Haram’da namaz
kılan kimsenin önünden geçmenin hükmü nedir?.........................290
SORU-269: Namaz kılan kimselerin namazlarını kılarken önlerine
elektrikli ısıtıcı koymalarının hükmü nedir? Bu konuda şer‘î bir
sakınca var mıdır? Allah sizi mükâfatlandırsın, Müslümanları
sizden ve ilminizden yaralandırsın. ....................................................291
SORU-270: Namaz kılan kimse okuduğu âyetlerde cennet ve
cehennemin zikri geçtiği zaman Allah’tan cenneti istemesi ve
cehennemden sığınması câiz olur mu? Bu konuda imam ile imama
uyan kimse arasında bir fark var mıdır?.....................................291
SORU-271: Sehiv secdesinin sebepleri nelerdir?...............................291
SORU-272: Ben mesbuk iken, yani imama birinci rekâttan sonra
yetişmişken imam bir rekât fazla kıldığı ve ben de o rekâta geçtiğim
zaman benim namazım sahîh olur mu? Ben o rekâta geçmeyip de bir
rekât ilave ettiğim zaman hüküm nedir?.......................................294
SORU-273: Bir adam gece namazı kılıyor. Gece namazı ikişer ikişer
kılınır. Adam unutarak üçüncüye kalktı. Ne yapacak?...................294
SORU-274: Birinci teşehhüde oturmadan ayağa kalkan ve kıraate
başlamadan hatırlayan kimse teşehhüde döner mi? Bu durumda sehiv
secdesini ne zaman yapar, selamdan önce mi, selamdan sonra mı?.295
SORU-275: Vitrin hükmü nedir, sadece Ramazana mı mahsustur?...295
SORU-276: Sizden kunut duası hakkındaki sünneti açıklamanızı
rica ediyoruz; kunuta mahsus dualar var mıdır? Vitir namazında
kunutu uzatmak meşru mudur?............................................................296
SORU-277: Kunut duası esnasında ellerin kaldırılması sünnet midir,
delîliyle birlikte söyler misiniz?...............................................................296
SORU-278: Farz namazlardaki kunutun hükmü nedir? Müslümanların
başına bir musibet geldiği zaman kunut yapmanın hükmü nedir? ....296
SORU-279: Teravih namazının hükmü nedir, kaç rekâttır?..............297
504
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-280: Ramazan ayında gece namazında Kur’ân hatminin
duasını yapmanın hükmü nedir?.........................................................299
SORU-281: Kadir gecesi her sene muayyen bir gece midir, yoksa
seneden seneye değişir mi?....................................................................299
SORU-282: Ramazanda teravih namazlarında imama uyan
kimseler tarafından imamı izlemek gerekçesiyle ellerinde Kur’ân
taşımalarının hükmü nedir?...................................................................301
SORU-283: Bazı cami imamları insanların kalplerini yumuşatmak
ve onları etkilemek için teravih namazı esnasında seslerinin tonunu
değiştirmeye çalışıyorlar. Bazı kimselerin de bunu hoş karşılamadıklarını
duydum. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?.................................301
SORU-284: Bazı âlimler farz namazlardan önceki ve sonraki revatip
sünnetlerin vakitlerinin ilgili farzın vaktinin girmesiyle başlayıp
çıkmasıyla sona erdiğini söylerler. Bazı âlimler de farzlardan önceki
sünnetlerin vaktinin o farzın kılınmasıyla birlikte sona ereceğini
söylerler. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?....................................302
SORU-285: Sabah namazının sünnetini sabah namazından önce
eda etme imkânını bulamayan bir kimsenin sabah namazından
sonra kaza etmesinin hükmü nedir? Bu, sabah namazından sonra
namaz kılma yasağına aykırı olmaz mı?........................................302
SORU-286: Bir kimse ezan okunmadan önce mescide girdiği ve
tahiyyetü’l-mescit namazını kıldıktan sonra ezan okunduğu zaman
nafile namaz kılması meşru olur mu?.....................................................303
SORU-287: Revatip sünnetlerin vakti geçtiği zaman kazası olur mu?...303
SORU-288: Farz namazdan sonraki sünnetin eda edilmesi için mekân
değiştirilmesiyle ilgili bir delîl varit olmuş mudur?...................304
SORU-289: Kuşluk namazı geçtiği zaman kaza edilir mi?................304
SORU-290: Tilâvet secdesinde abdest şart mıdır? Bu secdenin sahîh
lafzı/tesbihi nedir?......................................................................................304
SORU-291: Şükür secdesi ne zaman yapılır? Şükür secdesinde abdestli
olmak şart mıdır?.......................................................................................306
SORU-292: İstihare namazının hükmü nedir? İnsan mescit namazını
(tehıyyetü’l-mescit) veya farz namazlara ait bir sünneti kıldığı zaman
da istihare duası yapabilir mi?..............................................................306
SORU-293: Tesbih namazı nedir?..............................................................307
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
505
SORU-294: Evlilik gecesi eşiyle zifafa girmeden önce iki rekât namaz
kılmanın hükmü nedir? .......................................................................307
SORU-295: Yasak vakitler nelerdir? Akşam namazından önceki mescit
namazı ezandan önce mi sonra mı kılınır. Bize bu konuda bir fetva
veriniz, Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın....................................308
SORU-296: Cemaatle namaz kılmanın hükmü nedir?......................308
SORU-297: Bir gurup insan aynı mekânda oturuyorlar. Bunları bu
mekânda cemaat olup namaz kılmaları câiz olur mu, yoksa camiye
mi gitmeleri gerekir?................................................................................310
SORU-298: Çalışan bir görevlinin ezanı işittiği zaman hemen namaza
koşması mı daha faziletlidir, yoksa bazı işlemleri bitirmek için beklemesi
mi? Farzı kıldıktan sonra revatip dışındaki nafilelerde hüküm nedir?....311
SORU-299: Cemaatle kıldığı namazın birinci veya ikinci rekâtını
kaçırdığı zaman imam selam verdikten sonra namazının eksik kalan
kısmını kaza eden kimse Fatiha ile birlikte sure de okuyacak mı,
yoksa sadece Fatiha okumakla iktifa edecek mi?.......................311
SORU-300: İmam son teşehhütte iken namaz kılacak kişi mescide girdi.
Hemen cemaat katılacak mı, yoksa başka bir cemaati mi bekleyecek?
Bu konuda bize bir fetva veriniz.....................................................312
SORU-301: Bir kimse nafile namaz kılarken farz namaz için kamet
getirildiği zaman ne yapması gerekir..................................................312
SORU-302: Bir kimse imamın iftitah tekbirinden ve Fatihayı okumasından sonra namaza girdi ve kendi Fatihasını okumaya başladı. Fakat
Fatihayı daha bitirmeden imam rükûa vardı. O da imamla birlikte hemen
rükûa mı varacak yoksa Fatihayı mı tamamlayacak?......................313
SORU-303: Bir kimse imama secdede yetiştiği zaman imam kalkıncaya
kadar bekler mi yoksa hemen namaza girer mi?...........................314
SORU-304: Değerli hocamıza soruldu: Bir kimse gizliden okunan
bir namazda imam rükûa varmadan önce Fatihayı ve sureyi
bitirdiği zaman ne yapacak, sükût edip bekleyecek mi?...............314
SORU-305: İmamla yarışmanın hükmü nedir?...................................314
SORU-306: Günahkârın arkasında namaz kılmak sahîh olur mu?.......316
SORU-307: Nafile namaz kılan bir kimsenin arkasında farzı kılma, farzı
kılanın arkasında nafile kılmak câiz olur mu?................................316
SORU-308: Namaz kılan cemaat arasında şöyle bir tartışma çıktı: Bir
506
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
adam mescide sonradan geldiği zaman namaza durulduğunu ve safın
tamamlanıp kendisi için o safta yer kalmadığını görse namazını kılabilmek
için tamamlanmış saftan bir kişiyi kendi yanına çekmesi câiz olur mu?
Veya safın arkasında kendi başına mı kılar veya ne yapar?............316
SORU-309: İki katlı bir mescit var. Üst katta namaz kılanlar alt
kattakileri görmüyorlar. Bunların namazları sahîh midir? Bize
anlatınız, Allah size bereket versin......................................................318
SORU-310: Bir Müslümanın, özellikle kadınların imamı görmeksizin
televizyon veya radyodan nakledilen namazla birlikte namaz
kılması câiz olur mu?.............................................................................318
FASIL..............................................................................................319
HASTA OLAN KİŞİ NAMAZINI NASIL KILAR?..................................319
SORU-311: Uçakta namaz ne zaman farz olur? Uçakta farz namaz
nasıl kılınır? Uçakta nafile namaz nasıl kılınır?................................320
SORU-312: Yolcunun namazı kısaltacağı mesafe ne kadardır. Namazı
kısaltmadan cem etmek câiz olur mu?...............................................321
SORU-313: Riyat’ta öğrenim gören bir adam Cuma akşamı gidiyor,
pazartesi akşamı dönüyor. Namazlarda ve diğer mes’elelerde yolculuk
hükümlerinden yararlanabilir mi?.........................................................322
SORU-314: İkindi namazını Cuma namazıyla birleştirmenin hükmü nedir?
Belde dışında olan bir kimsenin bu ikisini birleştirmesi câiz olur mu?..323
RİSALE..........................................................................................323
SORU-315: Yolculuğun ruhsatları nelerdir?...........................................325
SORU-316: Cumanın ilk saati ne zaman başlar?................................326
SORU-317: Bir Müslümanın imamın sesini işittiği zaman cumayı
evinde kılması câiz olur mu?................................................................327
SORU-318: Kadın cumayı kaç rekât kılar?...........................................327
SORU-319: Cuma namazı kılan kimse öğlen namazı da kılar mı?.....327
SORU-320: Biz denizde işimizle meşgulken Cuma namazı vakti
geldi. Öğlen ezanı vaktinden yarım saat sonra denizden çıktık. Ezan
ve Cuma namazı bizim için de geçerli midir?...................................329
SORU-321: Cuma günü imam son teşehhütte iken namaza gelen bir
kimse ne yapacak, dört rekât mı kılacak iki rekât mı kılacak?...........329
SORU-322: Cuma namazında hutbeden sonra imam dua ettiği esnada
âmin demek bid‘at midir?.......................................................................330
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
507
SORU-323: Cuma günü imam hutbe okurken elleri kaldırmanın
hükmü nedir?...............................................................................................330
SORU-324: Arapçanın dışında başka bir dille hutbe okumanın hükmü
nedir?..............................................................................................330
SORU-325: Cuma günü yıkanmak ve süslenmek hem erkekleri
hem kadınları mı kapsar? Cumadan bir veya iki gün evvel
yıkanmanın hükmü nedir?.....................................................................331
SORU-326: Cuma günü müezzin ikinci ezanı okurken bir kimse
mescide girdiği zaman mescit namazını mı kılacak, yoksa müezzinin
söylediklerini mi tekrarlayacak?.............................................................331
SORU-327: Cuma günü safları aşıp öne geçen kimse hakkındaki
görüşünüz nedir?......................................................................................332
SORU-328: İmam hutbedeyken selam vermenin ve selam almanın
hükmü nedir?...............................................................................................332
SORU-329: Bayram günü tebrikleşmenin hükmü nedir? Bayram günü
için belli bir tebrikleşme kalıbı var mıdır?..................................333
SORU-330: Bayram namazının hükmü nedir?.......................................333
SORU-331: Bir beldede birden fazla yerde bayram namazı kılınmasının
hükmü nedir? Bize bu konuda fetva veriniz......................................334
SORU-332: Bayram namazı nasıl kılınır?............................................335
SORU-333: Bazı şehirlerde bazı camilerde namazdan önce imam
tekbir getiriyor namaza gelenler de onunla birlikte tekbir getiriyorlar.
Bu amelin hükmü nedir?.........................................................................335
SORU-334: Bayram tekbirleri ne zaman başlar ve nasıl yapılır?......335
SORU-335: Ay tutulması (husuf namazı) ve güneş tutulması (küsuf
namazı) namazlarının hükmü nedir?...................................................336
SORU-336: Husuf namazından bir rekâtı kaçıran kimse bunu nasıl
kaza eder?.....................................................................................................337
SORU-337: Yağmur duası namazından sonraki dua esnasında
gömleğin ters giyilmesi duaya kalkma esnasında mı olacak yoksa
evden çıkmadan önce mi olacak? Gömleğin ters giyilmesindeki
hikmet nedir? Bunu bize anlatınız. Allah size bereket versin.....337
SORU-338: Bazı kimseler diyorlar ki: Yağmur duası yapmasaydınız
da zaten yağmur yağacaktı. Bu konudaki görüşünüz nedir?.........338
SORU-339: Öldüğü zaman filan yere gömülmesini vasiyet eden kimse
508
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
hakkındaki görüşünüz nedir? Bu vasiyet yerine getirilir mi?............339
SORU-340: Telkin ne zaman yapılır?...................................................339
SORU-341: Uzak yerlerdeki bazı akrabalarının cenazeye yetişmeleri için
ölünün defnini geciktiren kimseler hakkında görüşünün nedir?.........340
SORU-342: Herhangi bir şahsın vefatını akrabalarına ve yakınlarına
cenaze namazında bulunsunlar diye haber vermek yasaklanmış bir
duyuru mudur, yoksa mubah bir duyuru mudur?.............................340
SORU-343: Muhammed Mustafa’den gelen sahîh cenaze yıkama şekli
nedir?.................................................................................................341
SORU-344: Zaman zaman trafik kazalarında, yangınlarda ve
depremlerde insanın organları parçalanıyor veya yok oluyor. Bazen de
küçük bir el parçasından veya kafadan başka bir şey bulunamıyor. Bu
parçalar üzerine cenaze namazı kılınır mı, bunlar yıkanır mı?......341
SORU-345: Bir kadın altı aylık düşük yaptı. Meşakkatli ve yorucu
işlerde çalışıyordu. Buna rağmen orucunu tutuyordu. Karnında
çocuğun ölmesine bu zor işlerin sebep olduğundan korkuyor. Bununla
beraber düşük çocuk namazı kılınmadan defnedildi. Namazın terk
edilmesinin hükmü nedir? Çocuğu ölümüyle ilgili kafasına takılan
bu şüphelerden kurtulmak için kadının ne yapması gerekir?........342
SORU-346: Cenaze namazı nasıl kılınır?...........................................343
SORU-347: Namazı terk eden veya terk ettiğinden şüphe edilen veya
durumu bilinmeyen bir kimsenin cenaze namazını kılmanın hükmü nedir?
Sahibinin böyle bir cenazeyi namazı kılınsın diye getirmesi câiz midir?...344
SORU-348: Cenaze namazının belli bir vakti var mıdır? Geceleyin
defin yapmak câiz olur mu? Cenaze namazı için belli sayıda kişinin
hazır olması gerekir mi? Kabristanlarda ve kabirler üzerine cenaze
namazı kılmak câiz olur mu?.............................................................345
SORU-349: Gıyabî cenaze namazı mutlak olarak meşru mudur, yoksa
belli şartları var mıdır?............................................................................346
SORU-350: Bazı ülkelerde meyyiti sırt üstü ve elleri karnının
üzerinde defnediyorlar. Ölünün defninde doğru olan nedir?............347
SORU-351: Kabirlerin başında Kur’ân okumanın, kabrinin yanında
ölü için dua etmenin ve kabrin yanında insanın kendisi için dua
etmesinin hükmü nedir?..........................................................................347
SORU-352: Kabirleri ziyaret etmenin hükmü nedir? Fatiha okumanın
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
509
hükmü nedir? Kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin hükmü nedir?...348
SORU-353: Bazı ülkelerde şöyle bir âdet var: Birisi öldüğü zaman
ölünün evinde yüksek sesle ve hoparlörler vâsıtasıyla Kur’ân okuyorlar.
Bunun hükmü nedir?................................................................................350
ZEKÂTLA İLGİLİ FETVALAR.................................................................353
SORU-354: Zekâtın farz olmasının şartları nelerdir?.........................355
SORU-355: Aylık ücretlerin zekâtı nasıl çıkarılır?..................................356
SORU-356: Çocuk ve akıl hastasının malından zekât vermek gerekir mi?.357
SORU-357: Borçların zekâtının hükmü nedir?......................................357
SORU-358: Geride mal bırakmayan ölünün borcu zekattan ödenebilir mi?...................................................................................................358
SORU-359: Borçlunun sadaka vermesi sahîh olur mu? Borçludan
şer‘î hakları ne düşürür?........................................................................358
SORU-360: Dört sene malının zekâtını vermeyen bir kişiye ne lazım
gelir?..............................................................................................360
SORU-361: Senenin yarısını yemle beslenen hayvanların zekâtı var
mıdır?..............................................................................................361
SORU-363: Altın ve gümüşün nisabı nedir? Nebî’in ölçeği kaç
kilogram gelir?...........................................................................................362
SORU-364: Bir adamın kızları var. Onlara ziynet olarak takı takmış ve
bunların toplam miktarı nisaba ulaşıyor. Hâlbuki ayrı ayrı tek başlarına
nisaba ulaşmıyor. Hepsinin toplayıp zekâtını vermesi gerekir mi?....362
SORU-365: Bir kimse zekâtını o zekâtı almaya müstahak olan
birine verdiği sonra zekâtı alan kişi bunu ona hediye ettiği zaman
bunu kabul edebilir mi?.......................................................................363
SORU-366: Bir kimsenin malının zekâtının yerine geçmesi için
elbise ve benzeri şeyler vermesi câiz olur mu?.................................363
SORU-367: Altınlı elmas ve benzerlerinin zekâtı nasıl hesaplanır?.363
SORU-368: Zekâtın mescit inşaatlarında sarf edilmesinin hükmü
nedir? Fakir kime denir?.........................................................................363
SORU-369: Ticari arabalarda ve özel arabalarda zekât vermek
gerekir mi?...............................................................................................364
SORU-370: Kiralık evlerin zekâtının hükmü nedir?......................364
SORU-371: Bir şahıs üzerine ev yaptırmak için bir arsa satın aldı.
Aradan üç sene geçtikten sonra onunla ticaret yapmaya niyet etti.
510
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
Geçmiş üç senenin zekâtını vermesi gerekir mi?...........................365
SORU-372: Ramazanın ilk on günü içinde fıtır sadakası (fitre)
vermenin hükmü nedir?..........................................................................365
SORU-373: Sadaka niyetiyle fıtır zekâtını (fitreyi) fazla vermek câiz
olur mu?.......................................................................................................366
SORU-374: Bazı âlimler fitre verilecek ürün çeşitleri nasla belirlendiği
için pirinçten fitre verilmesi câiz değildir diyorlar. Sizin bu
konudaki görüşünüz nedir?..................................................................366
SORU-375: Faziletli Şeyh’e soruldu: Elinde bir terekeden ölünün
vasiyet ettiği üçte bir mal ve yetimlerin parası bulunan bir kimse var.
Bu malda ve parada zekât var mıdır?............................................368
SORU-376: Özel arabaların zekâtı var mıdır?...................................368
SORU-377: Bir kimse zekâtını hak sahibine verdiği zaman bunun
zekât olduğunu haber vermesi gerekir mi?........................................368
SORU-378: Zekâtı farz olduğu yerden başka bir yere nakletmenin
hükmü nedir?..............................................................................................368
SORU-380: Borcunu ödemesi için zekâtı borçlunun kendisine vermek
mi daha faziletlidir, yoksa zekât sahibinin bunu alacaklıya götürüp
onun namına bu borcu zekâtla ödemesi mi daha faziletlidir?.....369
SORU-381: Her elini uzatan zekâta müstahak olur mu?................369
SORU-382: Zengin bir adam zekâtını bir şahsa gönderse ve bunu
kendi incelemene göre dağıt dese, bu vekil zekât memurları kapsamına
girer mi ve kendisine de o zekâttan bir pay ayırabilir mi?.................371
SORU-383: Îmânı zayıf bir adama kendi toplumunda lider konumunda
olmasa bile îmânı kuvvetlensin diye zekât verilebilir mi?...............371
SORU-384: Öğrenciye zekât vermenin hükmü nedir?........................371
SORU-385: Mücahitlere zekât vermek câiz olur mu?........................373
SORU-386: Zekâtın mescit inşaatlarına sarf edilmesi Allah
teâlâ’nın zekâtın sarf yerlerini bildiren ayetindeki “Allah yolunda”
kavramının içine girer mi?....................................................................373
SORU-387: Yakınlara zekât vermenin hükmü nedir?.......................374
SORU-388: Sadaka ve zekât sadece Ramazanda mı verilir?............374
SORU-389: Kişinin hayatta iken kendisini yaptığı hayırlar mı
sadakayı cariyedir, yoksa öldükten sonra yakınlarının onun adına
yaptıkları hayırlar mı sadakayı cariyedir?...........................................376
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
511
SORU-390: Bir kadının kocasının malından kendisi için veya
ölmüşlerinden birisi için sadaka vermesi câiz olur mu?.................376
SORU-391: Fakir bir adam zengin bir arkadaşının zekâtını ben
bunu dağıtacağım diye alıyor, sonra bunu kendisine alıyor. Bu
davranışın hükmü nedir?........................................................................377
ORUÇLA İLGİLİ FETVALAR................................................................379
SORU-392: Orucun farz kılınmasının hikmeti nedir?..........................381
SORU-393:
Burada ümmetin birliğini sağlamak arzusuyla
mübarek Ramazan ayının girişinde ve diğer aylarda hilalin değişik
yerlerde değişik zamanlarda görünmesini hilalin Mekke’deki
görünme zamanlarına bağlanmasını isteyenler bulunmaktadır. Bu
konuda sizin görüşünüz nedir?........................................................381
SORU-394: Oruçlu bir kişi bir beldeden başka bir beldeye gittiği
ve birinci belde Şevval hilalinin görüldüğünü ilan ettiği zaman,
ikinci beldenin Şevval hilalini görmediğini bilerek birinci belde
halkına tabi olmak suretiyle bayram edebilir mi?..........................383
SORU-395: Meşakkatli bir işte çalışıp da oruç tutmakta zorlanan kimse
hakkında görüşünüz nedir? Böyle birisini oruç tutmaması câiz olur mu?.384
SORU-396: Küçük bir kız hayız gördü ve bilmediği için hayızlı günlerde
de oruç tuttu. Bu kızcağız ne yapması gerekir?................................384
SORU-397: Kendi maişetini ve çoluk çocuğunun maişetini temin etmek
için Ramazan orucunu terk eden bir kimsenin hükmü nedir?........384
SORU-398: Oruç tutmamayı mubah kılan mazeretler nelerdir?..........385
SORU-399: Ramazanın ilk gecesi hilalin görüldüğü kesinleşmeden önce
uyuyan ve geceden oruca niyet etmeyen kimse şafak söktükten/ imsak
vaktinden sonra o günün Ramazan olduğunu öğrenirse bu durumda
ne yapar? Bu günü kaza eder mi?.......................................................386
SORU-400: Bir kimse bir mazeretten dolayı gündüz orucunu bozduğu
ve gün bitmeden mazereti zâil olduğu zaman o günün kalanını
oruçlu geçirmesi gerekir mi?.................................................................387
SORU-401: Kanaması olan ve doktorlar tarafından oruç tutması
yasaklanan bir kadının hükmü nedir?.................................................388
SORU-402: Yolcunun namazı ve orucu nasıl olur?.................................388
SORU-403: Yolcunun meşakkat çekerek oruç tutmasının hükmü nedir? 390
SORU-404: Zamanımızda modern ulaşım araçlarının bol olması
512
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
sebebiyle oruç tutmak oruçluya meşakkat vermediği halde yolcunun
oruç tutmasının hükmü nedir?..............................................................391
SORU-405: Yolcu Mekke’ye oruç olarak ulaştığı zaman umreyi eda
etmede kendisini güçlendirmek için orucunu bozabilir mi?...........392
SORU-406: Emzikli kadının oruç tutmaması câiz midir? Ne zaman
kaza eder? Fidye verebilir mi?..............................................................393
SORU-407: Oruçlu bir kimse gününün bir kısmını açlık ve susuzluğun
şiddetinden dolayı kendini salmış bir halde geçirdiği zaman bunun
orucun sıhhatine bir etkisi olur mu?.................................................394
SORU-408: Ramazanda her gün oruç tutmaya niyet etmek gerekir mi,
yoksa toptan bir ay oruç tutmaya niyet etmek yeterli midir?..............394
SORU-409: Yeme ve içme olmaksızın orucu tutmamaya kesin niyet
etmek orucu bozar mı? ...............................................................................394
SORU-410: Oruçlu unutarak yediği zaman hüküm nedir? Bunu
gören kimsenin ne yapması gerekir?....................................................395
SORU-411: Oruçlunun sürme kullanmasının hükmü nedir? ..........396
SORU-412: Oruçlunun misvak ve koku kullanmasının hükmü nedir?.396
SORU-413: Orucu bozan şeyler nelerdir?..............................................397
SORU-414: Oruçlunun nefes açıcı sprey kullanmasının hükmü nedir?
Oruç bozulur mu?....................................................................................402
SORU-415: Kusmak orucu bozar mı?....................................................402
SORU-416: Diş etlerinden çıkan kan orucu bozar mı?......................402
SORU-417: Hayızlı kadın şafak sökmeden önce temizlense ve imsak
vaktinden sonra yıkansa hüküm nedir?.............................................402
SORU-418: Oruçlunun diş çektirmesinin hükmü nedir? Orucu
bozulur mu? ................................................................................................403
SORU-419: Oruçlunun kan tahlili yaptırmasının hükmü nedir?
Orucu bozulur mu?...................................................................................404
SORU-420: Oruçlu mastürbasyon yaptığı zaman bununla orucu bozulur
mu? Kendisine kefaret gerekir mi?...............................................404
SORU-421: Oruçlunun güzel koku koklamasının hükmü nedir?...404
SORU-422: Buhur koklamak ile damla damlatmak arasında ne fark
var? Birincisi orucu bozuyor, ikincisi bozmuyor............................405
SORU-423: Oruçlunun buruna, göze ve kulağa damla damlatmasının
hükmü nedir?.............................................................................................405
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
513
SORU-424: Oruçlu iken ihtilam olan kimsenin orucu sahîh olur mu? .406
SORU-425: Oruçlunun serinlemesinin hükmü nedir?.........................406
SORU-426: Oruçlu ağzına veya burnuna su aldığı zaman su karnına
kadar girse bununla oruçcu bozulur mu?............................................406
SORU-427: Oruçlunun kokulu parfüm kullanmasının hükmü nedir?.406
SORU-428: Burun kanaması orucu bozar mı?.......................................407
SORU-429: Ramazan ayında içine imsak diye bir bölüm konulan bazı
takvimler görüyoruz. Bu bölümde imsak vakitleri sabah namazı vaktinden
on onbeş dakika kadar önce olarak gösteriliyor. Bunun Sünnet’ten
bir aslı var mıdır, yoksa bir bid‘at midir? Bize bir fetva veriniz?.....407
SORU-430: Bir kimse havaalanında iken güneş batsa ve müezzin
ezanı okuyunca iftarını açsa, fakat uçak havalandıktan sonra güneşi
görse imsake devam edecek mi?.............................................................407
SORU-431: Oruçlunun balgam ve sümük yutmasının hükmü nedir?.408
SORU-432: Yemeğin tadına bakmak orucu bozar mı?...........................408
SORU-433: Kişinin Ramazan günü haram şeyler konuşması orucunu
bozar mı?......................................................................................................409
SORU-434: Yalana şahitlik etmek nedir? Orucu bozar mı?................409
SORU-435: Orucun adabı nedir?.............................................................410
SORU-436: İftar esnasında okunacak rivâyet edilen bir dua var mıdır?
Oruçlu müezzinin sözlerini mi tekrarlar, yoksa iftarına mı devam eder?..410
SORU-437: Üzerinde kaza borcu bulunan kimsenin Şevval ayını altı
gün orucunu tutması konusundaki görüşünüz nedir?.......................411
SORU-438: Ramazanda oruç tutmayan ve Ramazan ayı çıktıktan
dört gün sonra da vefat eden bir hastanın tutmadığı oruçların onun
adına kaza edilmesi gerekir mi?..............................................................412
SORU-439: Ramazandan kalan oruç borcunu ertesi Ramazana kadar
kaza etmeyen adam nasıl yapacak?........................................................412
SORU-440: Şevval ayında tutulacak altı gün orucunu ne zaman
tumak daha faziletlidir?............................................................................413
SORU-441: İnsanın Şevval ayıda tutacağı altı gün orucunu istediği
günler tutması câiz olur mu, yoksa bunun belli bir vakti var mıdır?
Müslüman bu günlerde oruç tuttuğu zaman üzerine farz olur da her
sene tutması gerekir mi?..........................................................................413
SORU-442: Aşura günü orucunun hükmü nedir?............................414
514
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-443: Şaban ayında oruç tutmanın hükmü nedir?......................415
SORU-444: İnsan birer gün arayla oruç tuttuğu ve Cuma günü de
oruca denk geldiği zaman bu câiz olur mu?......................................415
SORU-445: Visal orucu nedir? Bu oruç meşru mudur?.....................416
SORU-446: Özel olarak Cuma günü oruç tutulmasının yasaklanmasının
sebebi nedir? Bu yasağın kapsamına kaza orucu da girer mi?................416
SORU-447: Bir kimse nafile orucunu herhangi bir şekilde bozduğu
zaman günahkâr olur mu? Nafile orucunu cima ile bozduğu zaman
kefaret gerekir mi?......................................................................................417
SORU-448: İtikâfın hükmü nedir? İtikâfa giren kimsenin abdest
bozmak, yemek, içmek ve tedavi olmak olmak amacıyla dışarı çıkması
câiz olur mu? İtikâfın sünnetleri neledir? Peygamber’den rivâyet
edilen sahîh itikâfın mahiyeti nasıldır?...............................................418
HAC İLE İLGİLİ FETVALAR...............................................................421
SORU-449: Namaz kılmayan ve oruç tutmayan bir kimse haccettiği
zaman o bu durumda iken yaptığı haccın hükmü nedir? Allah’a tevbe
ettiği zaman terk ettiği ibâdetleri kaza etmesi gerekir mi?..............423
SORU-450: Çoğu zaman bazı Müslümanların ve özellikle gençlerin hac
farizasını yerine getirmeyi ihmal ettiklerini ve bunu ertelediklerini,
bazen de birtakım meşguliyetler sebebiyle bunu gerçekleştiremediklerini
görüyoruz. Bunun hükmü nedir? ..........................................................424
SORU-451: Borçlu olan kimsenin haccetmesi gerekir mi?....................424
SORU-452: Annesi namına haccetmesi için bir şahsı vekil tayin
eden kimse daha sonra bu şahsın başka pek çok kişiden daha vekâlet
aldığını öğrendiği zaman hüküm ne olur? Bize bu konuda bilgi
veriniz, Allah size mağfiret etsin..........................................................425
SORU-453: Umre için ihrama giren ve Beytullah’a vardığı zaman umreyi
eda etmekten aciz kalan yaşlı bir adam ne yapması gerekir?.......426
SORU-454: Bir kimse başkası adına ücretle haccettiği zaman elinde
bu ücretten bir miktar artsa bunu alabilir mi?...................................427
SORU-455: Oğul babası adına umre yaptığı zaman kendisi için dua
etmesi câiz olur mu?..................................................................................427
SORU-456: Hac veya umrede birisini vekil tayin etmenin hükmü nedir?. 428
SORU-457: Ölen kimse adına umre yapmak câiz olur mu?...............429
SORU-458: Bir kadın yanında mahremi olmaksızın haccettiği zaman
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
515
haccı sahîh olur mu? Mümeyyiz çocuk mahrem olarak kabul edilir
mi? Mahremde şart olan şey nedir?.......................................................430
SORU-459: Bir kadın şöyle diyor: Ben Ramazanda umreye gitmeye
niyet ettim, fakat kızkardeşim, kızkardeşimin eşi ve annemle birlikte.
Benim bu şekilde umreye gitmem câiz olur mu?...............................431
SORU-460: Hac mevsimi ne zamandır?................................................432
SORU-461: Hac mevsimi girmeden önce haccın ihramına giren kimsenin
hükmü nedir?...............................................................................................432
SORU-462: Haccın mikat yerleri nelerdir?...............................................433
SORU-463: Mikâtı ihramsız olarak geçen kimselerin hükmü nedir?...434
SORU-464: Hac veya umre ibâdetine girmek için telbiye esnasında
yapılan niyetin dille söylenmesi gerekir mi?.........................................435
SORU-465: Hava yoluyla Mekke’ye gelen bir kimse ihrama nasıl girer?....435
SORU-466: Umre yapmak istediği halde mikat yerini ihramsız geçen
kimsenin hükmü nedir?.............................................................................436
İNSAN UÇAKTA NASIL NAMAZ KILAR VE NASIL İHRAMA
GİRER?............................................................................................437
SORU-467: Kendi memleketinden Cidde’ye gitmek üzere yola çıkan, sonra
umre yapmak isteyen kimse Cidde’den ihram’a girer mi?................438
SORU-468: İhramlının ihram elbisesini giydikten sonra gusletmesinin
hükmü nedir?..............................................................................................439
SORU-469: Daha önce kensisi için haccetmiş bir kimsenin ölmüş dedesi
adına haccetmesinin hükmü nedir?........................................................439
SORU-470: İhram için özel bir namaz var mıdır?..................................439
SORU-471: Hac ayları içinde umre yapan sonra Medîne’ye bir yolculuk
yapan ve dönüşte Ebyar-ı Ali’de (Zülhuleyfe’de) hac için ihrama girse
temettu haccı yapmış olur mu?...............................................................440
SORU-472: Hac yapmak istemediği halde Şevval ayında umre için
ihrama girip umresini tamamalayan sonra hac yapma imkânına kavuşan
kimse temettu haccı yapmış olur mu?.................................................440
SORU-473: Peygamber’den sahîh olarak gelen telbiyenin sözleri nelerdir?
Hac ve umrenin telbiyesi ne zaman kesilir?...............................................440
SORU-474: İhramlının başını taraması câiz olur mu?.........................441
SORU-475: Bilmeyerek saçlarının bir kısmını kısaltıp ihramdan çıkan
hacıya ne lazım gelir?.................................................................................442
516
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
SORU-476: Uzak bir ülkeden gelen bir kimse haccetmek maksadıyla
gelmediğini söyleyip yöneticileri atlatarak Mekke’ye girdiği, sonra
Mekke’den ihrama girdiği zaman haccı sahîh olurmu? Bize bir fetva
verin, Alah sizi bize ve Müslümanlara vereceğiniz bu fetvadan dolayı
hayırla mükâfatlandırsın............................................................................443
SORU-477: Temettu haccı yapmak için niyet eden bir kimse umreyi
yaptıktan sonra ülkesine dönse sonra yapmak üzere tekrar gelse ifrat
haccı sayılır mı?..........................................................................................443
SORU-478: İhramlının şemsiye kullanmasının hükmü nedir ve aynı
şekilde dikişli olduğunu bildiği halde kemer kullanmasının hükmü
nedir?.............................................................................................444
SORU-479: İhram elbisesini giyemeyen engelli bir şahıs nasıl
yapacak?..............................................................................445
SORU-480: Hacda cinsel ilişkinin haramlığını bilmeden cinsel ilişkide
bulunan kimsenin hükmü nedir?...............................................................445
SORU-480: Bu adam ihramlı iken cinsel ilişkide bulunmanın haram
olduğunu bildiği fakat bu sonuçların hepsini doğurmayacağını zannettiği
zaman mazur sayılır mı? Bu sonuçların hepsini doğuracağını zannetmiş
olsaydı bu fiili işlemeyecekti.................................................................447
SORU-481: İhramlı bir kadın nasıl örtünür? Yüzünü açıkta bırakması
şart mıdır?...................................................................................................448
SORU-482: Veda tavafından önce hayız gören hacı kadının hükmü
nedir?.............................................................................................448
SORU-483: Hayızlı iken kocasıyla birlikte ihrama giren bir kadın,
temizlenince mahremsiz olarak umre yaptı, sonra tekrar kan gördü.
Bunun hükmü nedir. Bize bir fetva veriniz.....................................449
SORU-484: Ziyaret tavafını yapmadığı halde hayız gören bir kadın
Suud ülkesinin dışında ikâmet ediyorsa, Suud’dan ayrılma zamanı
geldiği zaman geride kalması ve bir daha memleketine dönmesi
imkânsız ise ne yapacak. Bize bu konuda bir fetva verin, Allah sizi
hayırla mükâfatlandırsın...........................................................................450
SORU-485: Umre yapmak için ihrama giren sonra hayız gören bir kadın
umreyi yapmadan Mekke’den ayrılırsa ne yapar?..............................451
SORU-486: İhramlı bir kadının ihrama girdiği elbiseyi değiştirmesi
câiz olur mu? İhram için özel bir elbise var mıdır?...........................451
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
517
SORU-487: İhramlı bir kadının eldiven ve çorap giymesi câiz olur mu?.451
SORU-488: Hayızlı iken mikat mahallinden geçen bir kadın var
Kadın orada ihrama girdi, Mekke’ye geldi ve temizleninceye kadar
umresini tehir etti. Onun umresinin hükmü nedir?........................452
SORU-489: Hayızlı iken mikat mahallinde ihrama giren, sonra Meke’de
temizlenip elbiselerini değiştiren bir kadının hükmü nedir?............452
SORU-490: Hacda yüzü peçe ile örtmenin hükmü nedir? Ben şu
manada bir hadîs okumuştum: “İhramlı kadın yüzüne peçe takmasın ve
eldiven giymesin.” Aişe radıyallahu anha’ya ait de bir söz okumuştum.
Hacda iken nasıl davrandıklarını şöyle anlatıyordu: Biz erkeklerin
hizasına geldiğimiz zaman yüzümüzü örtüyor, onları geçtiğimiz zaman
açıyorduk.” Bu iki sözün arasını nasıl bulacağız?....................................453
SORU-491: Unutarak veya bilmeden ihram yasaklarından herhangi
birisini çiğneyen kimsenin hükmü nedir?..............................................453
SORU-492: Hac ibâdetini eda ederken bazı hatalar işleyen ve yanında
bunlar için kefaret ödeme imkânını bulamadan kendi ülkesine
dönen bir hacı ödemesi gereken kefareti kendi ülkesinde ödeyebilir
mi, yoksa bunları Mekke’de mi ödemesi gerekir. Mekke’de ödemesi
gerektiği zaman bunun için vekil tayin etmesi câiz olur mu?............455
SORU-493: Sayin tavaftan önce yapılması câiz olur mu?.....................455
SORU-494: Ramazanda tekrar tekrar umre yapmanın hükmü nedir?
İki umre arasında belirlenmiş bir süre var mıdır?..................................456
SORU-495: Tavaf esnasında namaz için kamet edildiği zaman hüküm
nedir? Tavafa yeniden mi başlar? Yeniden başlamadığı zaman tavafı
nasıl tamamlar?...........................................................................................457
SORU-496: Umreci tavaftan önce sayi yaptığı zaman kendisine ne
lazım gelir?..................................................................................................457
SORU-497: Izdıba nedir, ne zaman meşrudur?...................................457
SORU-498: Nafile say yapmak câiz midir?...........................................458
SORU-499: Bilmeyerek ifaza tavafını terk eden kimseye ne lazım gelir?.458
SORU-500: Bazı tavaf edenlerin kadınlarını Hacerulesved’i öpsünler
diye ileriye doğru ittiklerini gördüm. Hacerulesved’i öpmek mi yoksa
erkeklerden uzak durmak mı daha faziletlidir?.......................458
SORU-501: Kocasıyla birlikte temettu haccı yapan bir kadın umre
tavafının altıncı şavtına geldiğinde kocası bunun yedinci şavt
518
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
olduğunu söylerse ve bu görüşünde de ısrar ederse bu kadının ne
yapması gerekir?.........................................................................................459
SORU-502: Hac veya umre yapan kişi çok az bir dua bildiği zaman
tavafında sayinde ve bu ibâdetin diğer bölümlerinde dua kitaplarından
okuyarak dua edebilir mi?......................................................................460
SORU-503: Hac ve umre ibâdetlerinin tavafı, sayi ve diğer bölümleri
için özel dualar var mıdır?...................................................................460
SORU-504: Bir adam umresini tamamladıktan sonra ihram elbisesinde
bir necâset görürse hüküm nedir?.........................................................462
SORU-505: Makam-ı İbrâhîm’deki ayak izi İbrâhîm aleyhisselam’ın
ayak izi midir yoksa nedir?...................................................................463
SORU-506: Kâbenin örtüsüne sürünmek câiz midir?.......................464
SORU-507: Umrede traş olmak veya saç kesmenin hükmü nedir?
Hangisi daha faziletlidir?..........................................................................464
SORU-508: Temettu haccı yapan bir hacı umrenin tavafını ve sa’yini
yaptı, saçını kesmediği ve tıraş olmadığı halde normal elbisesini
giydi. Hacdan sonra bunu sordu, kendisine bunun bir hata olduğu
söylendi. Ne yapacak?.................................................................................465
SORU-509: Temettu haccı yapıp da umresinin sonunda saçını kesmeyen
veya traş olmayan ve haccını bu şekilde tamamlayan kimseye ne lazım
gelir?.................................................................................................465
SORU-510: Kurban kesme imkânı bulamayan bir temettu hacısı
hacda üç gün oruç tuttu fakat kalan yedi günü tutmadı. Üzerinden
üç sene geçti. Bu adam ne yapacak? ..................................................466
SORU-511: Umresinin tıraşını kendi beldesinde olan/yaptıran kişinin
umresinin hükmü nedir?.........................................................................466
SORU-512: Temettu haccı yapmak isteyen bir kimse umrenin
ihramına girer de daha sonra hac yapmaktan vaz geçerse kendisine
bir şey lazım gelir mi?...............................................................................466
SORU-513: Temettu hacısı olarak ihrama girip umre yapan fakat
kurban kesinceye kadar bilmeyerek ihramdan çıkmayan kimseye ne
lazım gelir? Bu kişinin haccı sahîh midir?...........................................467
SORU-514: Müzdelife’ye giderken yolunu kaybeden bir topluluk
Müzdelifeye yaklaştıklarında durdular ve gece saat birde akşam ile
yatsıyı kıldılar. Sonra sabah ezanıyla birlikte Müzdelife’ye girdiler
‫ﻓﺘﺎوى أرﻛﺎن اﻹﺳﻼم‬
519
ve orada da sabah namazını kıldılar. Bunlara bir şey lazım gelir
mi? Bize bir fetva verin. Allah sizi bize vereceğiniz fetvadan dolayı
mükâfatlandırsın..........................................................................467
SORU-515: Gecenin sonunda Müzdelife’den ayrılan ve gücü yettiği
halde Cemreyi taşlaması için oğluna vekâlet veren kadının hükmü
nedir? Bize bir fetva verin.......................................................................468
SORU-516: Bir hacı Akabe cemresine Zilhicce’nin on üçüncü günü
doğu tarafından taş attı ve attığı taşı havuzun içine düşüremedi.
Bu adamın bütün taşları yeniden mi atması gerekir?....................469
SORU-517: Atılan yedi taştan bir iki tanesi isabet etmediği ve aradan
bir iki gün geçtiği zaman bu taşları yeniden mi atar? Yeniden atması
gerekiyorsa sonraki attığı taşları da mı yeniden atar?....................469
SORU-518: Atılan taşları atmanın câiz olmadığı söyleniyor. Bu doğru
mudur? Bunun delîli nedir? Müslümanlara vereceğiniz fetvadan dolayı
Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın.......................................................470
SORU-519: Bir hacının ifaza (ziyaret) tavafından önce haccın sa’yini
yapması câiz olur mu?.............................................................................471
SORU-520: Akabe cemresini taşlamanın eda vakti ne zaman sona
erer, kaza vakti ne zaman sona erer?....................................................472
SORU-521: Sa’yin tavaftan önce yapılmasının cevazı sadece bayram
gününe mi mahsustur?...............................................................................472
SORU-522: Sa’y etmesi gereken bir kimse tavaf ettiği, sonra dışarı
çıktığı ve sa’y etmediği, daha sonra kendisine sa’y etmesinin gerekliliği
hatırlatıldığı zaman sadece sa’yi mi yapar yoksa tavafı da tekrar
yapması gerekir mi?....................................................................................473
SORU-523: Umre yapan bir kimsenin başının sadece bir kısmını
kısaltması hakkında ne dersiniz?.............................................................473
SORU-524: Cemeratı taşlamanın vakti ne zamandır?.....................474
SORU-525: Arefe günü hastalığa yakalnan, Mina’da gecelemeyen, cemeratı
taşlamayan ve ifaza tavafını yapmayan bir adama ne lazım gelir?.............475
SORU-526: Müzdelife’nin sınırlarını bilmediği için Müzdelife’nin
dışında geceleyen kimseye ne lazım gelir?.................................................476
SORU-527: İfrat haccı yapan ve kudüm tavafından sonra sa’y yapan
kimsenin ifaza tavafından sonra da sa’y yapması gerekir mi?...........476
SORU-528: Bir defa tavaf yapmak ve bir defa sa’y yapmak kıran hacısı
520
Soru ve Cevaplarla İslâm’ın Rukünleri
için yeterli olur mu?..................................................................................476
SORU-529: Gece saat on ikiye kadar Mina’da geceleyip sonra Mekke’ye
giden ve şafak sökünceye kadar da dönmeyen kimsenin hükmü nedir?..477
SORU-530: Bir hacı Mina’da güneş battıktan sonra dönüp yapacağı
işleri olduğu halde Zilhicce’nin on ikinci günü acele davranmak
niyetiyle güneş batmadan önce Mina’dan çıktığı zaman aceleci olarak
kabul edilebilir mi?.....................................................................................477
SORU-531: Suud ülkesinin dışından gelen bir hacı, Zilhicce ayının on
üçüncü günü ikindin saat dörtte memleketine dönecektir. Bu hacı on
ikinci gün taşı attıktan sonra Mina’dan ayrılmadı ve on üçüncü günün
gecesini de Mina’da geçirdi. Bu hacının sabahleyin cemeratı taşlayıp sonra
yola çıkması câiz olur mu? Çünkü taşlamayı zevalden sonraya bıraksa
yolculuğu kaçıracağı ve bunun sonucu büyük meşakkatlerle karşılaşacağını
bilmektedir. Cevap câiz değildir ise, zevalden önce taşlamayı câiz gören
başka bir görüş var mıdır? Bize bunu anlatınız. Bize ve Müslümanlara
vereceğiniz fetvadan dolayı Allah sizi iyilikle mükâfatlandırsın.....477
SORU-532: Bunun bir meşru acelecilik olduğunu zannederek on ikinci
gün taş atmayı terk eden ve veda tavafını yapmadan Mekke’den ayrılan
kimsenin yaptığı haccın hükmü nedir?...............................................479
SORU-533: Mina’da yer bulamayıp geceleyin Mina’ya gelen ve gece
yarısı sonuna kadar orada kalan, sonra Harem’e gidip gününün kalanını
orada geçiren kimsenin hükmü nedir?................................................480
SORU-534: Sabahleyin veda tavafı yaptıktan sonra uyuyan ve ikindiden
sonra yola çıkmak isteyen kimse için bir şey lazım gelir mi?................480
SORU-535: Umre yapan için veda tavafının hükmü nedir?...................482
SORU-536: Bir adam mikât mahallinde hac için ihrama girdi ve
Mekke’ye ulaştığı zamanyanında hac pasaportu olmadığı için teftiş
merkezi tarafından girişi engellendi. Bunun hükmü nedir?...........482
SORU-537: Hacca niyetlenip de sonra bundan engellenen kimseya ne
lazım gelir:...................................................................................................483
SORU-538: Hacının işlediği günahlar haccın sevabını eksiltir mi?..484
SORU-539: Sahte pasaportla hacca gelen kimsenin haccının hükmü
nedir?..............................................................................................484
İÇİNDEKİLER.......................................................................487

Benzer belgeler