Temmuz - Ağustos - Eylül 2007 Sayı:3

Transkript

Temmuz - Ağustos - Eylül 2007 Sayı:3
İÇİNDEKİLER
Zaferin
bayramı:
30 Ağustos
Gel,
ne olursan ol
yine gel
MAKRO HABER
6-19
Makromarket’in
Büyük Yaz Kampanyası
Makromarket’e Ramazan
yine bolluk ve bereketiyle geldi
Makromarket idari kadrosu iftarda bir araya geldi
Eker’in “Woody”si Kanyon’da
Makromarket “100. Yıl Çiğdem 2” ve
“Cebeci Dörtyol”
Banat Genel Müdürü Önder Kaya:
Tüketicinin ihtiyaçları her zaman birinci sırada
Makro kaliteli hizmet, mikro fiyatlarla Polatlı’da
Makromarket ve Gilette’ten 30 HP notebook
5 makromarket müşterisi Ebru Akel ile buluştu
Makromarket 2007 yılı okul
alışverişine nasıl hazırlandı?
Makromarket piknikte
MAKRO GÜNCEL
20-29
Bu
bayram, eski
bayramlar gibi olsun...
Bayramda
dengeli beslenme
Sosyal
2
dayanışma
köprüsü:
Zekat ve fitre
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
MAKRO GÜNCEL
Susuzluk
30
çanları çalıyor
MAKRO RÖPORTAJ
Şükrü
Keskin
Temel gıdada
Makromarket
kalitesi
32-50
Hayrettin
Karaca:
Başka bir dünya
oluşturmak için bilgi
sahibi yurttaşlar
gerekiyor
Emin
Şenyer:
Karagöz
sanatı
yok
oluyor
Zara:
Müzik
benim hayatım
54
MAKRO PSİKOLOJİ
Duygularınızın
kumandası sizde mi?
58
GIDA KÜLTÜRÜ
Sofralarımızın mistik tozları:
Baharatlar
60
MAKRO BESLENME
Okullar açıldı
Çocuğum ne yiyecek?
MAKROVİZYON
TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2007
SAYI: 03
64
MAKRO YAŞAM
Zamanınızı doğru kullanın
MAKROMARKET Adına Sahibi
Mustafa Songör
Genel Yayın Yönetmeni
Nuray Erdoğan
66
MAKRO RÖPORTAJ
İdris
Yazı İşleri Müdürü
Hünkar Sibel Görel
Songör:
Başarının sırrı ayrıntılarda
İÇİMİZDEN SESLER
MAKRO GÜZELLİK
Saçlardaki
güzelliğin sırrı
68
74
80
MAKRO TÜKETİCİ
MAKRO MEKAN
Ankara’da
bir Lale devri
KÜLTÜR SANAT
88
72
76
MAKRO SAĞLIK
Sonbahar yorgunluğuyla
başa çıkmanın yolları
MAKRO ÖZEL
YAŞAM KAYNAKLARI
Mübarek
Doğanın bir
gecelerimiz: Kandiller mucizesi: Süt
RAFIN KONUKLARI
70
84
MAKRO TARİF
82
PÜF NOKTASI
90
MAKRO BULMACA
Yazı İşleri
Öznur Arslan
Bikem Öğünç
Görsel Yönetmen
Mehmet Emin
Sayfa Uygulama
Numan İlhan
Mustafa Özen
Reklam Tasarım
Aydın Güdüllü
Hamit Dumlupınar
Cenk Atarer
Fotoğraf
Salih Yılar
Naz Güler
Yayına Hazırlık
Simurg Sanat Yapımları
Renkayrım/Baskı ve Cilt
Euromat
Entegre Basım
Yayın Türü
Yerel Süreli
86
94
Yönetim Yeri
Kocatepe Mh. 12. Sk. C32 Blok Kat: 9
Mega Center-Bayrampaşa/İstanbul
Tel: (0212) 640 60 11 (pbx)
Fax: (0212) 640 82 62
www.makromarket.net
[email protected]
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
3
MAKRO
editör
Makro Vizyon’un 3. sayısı dopdolu
Makro Vizyon’un 3. sayısıyla yine sizlerle birlikteyiz. Her sayımızda, sizden gelen istek ve
eleştiriler doğrultusunda dergimizi çok daha faydalı bir hale getirmek için elimizden geleni
yapıyoruz. Hepimiz için çok önemli ve çok yoğun ayların içerisindeyiz.
Dergimizin hazırlıkları aşamasında gördük ki, anlatmamız gereken çok fazla konu var. Bu
konuların hiçbirinden vazgeçemediğimiz için Makro Vizyon artık sizlere 96 sayfa olarak
ulaşacak. Henüz 3. sayısında olan dergimiz, sayenizde her sayı daha çok büyüyor, gelişiyor.
Kapak konumuz olan “kaybetmeden kıymetini bilelim” başlığı altında sağlık, zaman ve tabii
kaynaklarımız konularına, dergimizin farklı sayfalarında değindik. Su, zaman ve güncel
sağlıkla ilgili sayfalarımızı hazırlarken bunların ne kadar önemli olduğunun da altını çizmeye
çalıştık.
3. sayımızın en ağırlıklı konusu, “11 ayın sultanı Ramazan”. Ramazan ayında beslenmeden,
eski bayramlara, Ramazanın müjdecisi kandillerden birer yardımlaşma vesilesi olan fitre ve
zekata kadar pek çok konuyu dergimiz sayfalarında bulacaksınız. Ramazan ayı,
Osmanlı’dan bugüne sadece ibadet hayatımızda değil kültür ve sanat hayatımızda da
önemli bir yere sahip. Ramazan eğlenceleri bugün hala yaşatılmaya çalışılıyor. Ramazan
eğlenceleri dediğimizde de en büyük yeri gölge oyunları alıyor. Makromarket, Hacivat ve
Karagöz’ü tüm Ramazan ayı boyunca Makromarket müşterileriyle buluşturuyor. Büyük
küçük birçok müşterinden büyük ilgi gören gösterilerimiz, pek çok mağazamızda
izlenebiliyor. Ayrıca Makro Vizyon sayfalarında çok önemli bir gölge oyunu ustası olan
Emin Şenyer’le yaptığımız röportajı da okuyabilirsiniz. Unutulmaya yüz tutan bu sanatı
yaşatmak için biz Makromarket olarak elimizden geleni yapmayı bir borç biliyoruz.
Ankara yaz aylarında çok ciddi bir su sıkıntısı atlattı. Hatta hala tam anlamıyla atlattığı
söylenemez. Bu konuya dikkat çekmek için biz de sayfalarımızda “su”yun önemine
değindik. Ayrıca kaybetmekte olduğumuz değerlerin altını çizmek için Erozyon Dede
Hayrettin Karaca’yla bir röportaj gerçekleştirdik. Küresel ısınma ve ardından gelen pek
çok problemin üstesinden gelmek için gençlerin çok fazla bilgilenmesi gerektiğini söyleyen
Karaca, ekonomimize, dilimize ve kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini de üstüne basa
basa vurguluyor.
İlkbaharın rengarenk heyecanını, yazın sımsıcak güneşini yaşadıktan sonra mevsim
sonbahar… Dergimizde sonbaharın kendisiyle birlikte getirdiği yorgunlukla mücadele
etmeniz için size minik ipuçları hazırladık. Eylül ayı aynı zamanda okulların açıldığı ay. Yine
çocuklarımızın okulla birlikte başlayan yeni yaşam düzenleri içinde beslenmenin önemine
değindik.
Tüm bunların yanında sizlerin de yakından takip ettiği 21. Yüzyıl büyük Yaz Kampanyamızı
sonuçlandırdık. Bu kampanyayla 500 bine yakın müşterimize çekiliş kuponlarımızla umut
dağıttık. Kampanya hediyelerinden 21 Fiat Albea Sole kazanan müşterilerimizin yeni
heyecanı, 121 HP Notebook Dizüstü Bigisayar kazanan talihlilerimizin dünyaya açılan
kapısı, 221 70 Ekran Vetsel televizyon kazanan müşterilerimizin de yeni ev hediyesi olduk.
Makromarket yeni dönemde de satış geliştirme, sosyal sorumluluk çalışmaları ve yeni
mağaza açılışlarıyla evlerinize konuk olmaya devam edecek. Makro Vizyon’un 4. sayısında
işlememizi istediğiniz konulardan bizi haberdar ederseniz çok seviniriz.
Sevgiyle kalın…
Nuray Erdoğan
[email protected]
6
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
MAKRO
haber
MAKROMARKET’İN
BÜYÜK YAZ KAMPANYASI
Makromarket yüzyılın en büyük yaz kampanyasını gerçekleştirdi. 363 Makromarket müşterisinin arabadan dizüstü bilgisayara yüzlerce hediye kazandığı kampanya, Makromarket müşterileri tarafından yoğun ilgi gördü. Çekiliş akşamı Makromarket tarafından düzenlenen Gece Yolcuları ve Orhan Hakalmaz
konserleri, Ankara halkı tarafından yoğun ilgiyle karşılandı.
3
63 hediyenin sahiplerini bulduğu Makromarket’in büyük
kampanyası, 8 Eylül günü
gerçekleştirilen çekiliş ve
konserler dizisiyle sona erdi.
Makromarket Yüzyılın Büyük Yaz
Kampanyası kapsamında, 4 Temmuz
2 Eylül tarihleri arasında Makromarket mağazalarından tek seferde 50
YTL’lik alışveriş yapan her Makromarket müşterisine bir çekiliş kuponu
8
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
verdi. Talihlilerin belirlenmesi için, 8
Eylül günü İstanbul Yolu Makromarket’te görkemli bir organizasyon gerçekleştirildi. Noter ve Milli Piyango
yetkilileri huzurunda gerçekleştirilen
çekilişte 21 Fiat Albea Sole, 121 HP
dizüstü bilgisayar, 221 Vestel 70 ekran
televizyon sahiplerini buldu. Başkent
halkının yoğun ilgi gösterdiği kampanya çekilişi, heyecanlı dakikalara sahne
oldu. Araba kazanan talihliler Makro-
market yetkilileri tarafından aranarak
Makromarket’e davet edildi. Makromarket’e gelen talihlilerin sevinci gözlerinden okunuyordu.
Konser dizisi öncesinde araba talihlileri sahnede bir toplu fotoğraf çektirdiler. Hediye talihlilerinin belirlenmesinin ardından saat 19.00’da Gece Yolcuları ve saat 20:30’da da Orhan Hakalmaz sevenleri ile buluştu. Şarkılarıyla tüm halkı coşturan Gece Yolcuları konserinin ardından havai fişek gösterileri gökyüzünü bin bir renge boyadı. Hayranlıkla izlenen gösteriden
sonra, Orhan Hakalmaz sahne aldı.
Söylediği türkülerle izleyicileri coşturan Hakalmaz’la beraber gece sona
erdi.
21. Yüzyıl Büyük Yaz Kampanyası
hediyeleri sahiplerine teslim edildi
Hediye almak her insanı mutlu eder.
Bu düşünceden yola çıkan Makromarket, sürekli alışveriş yapan müşterilerini 363 muhteşem hediye vererek
mutlu etti.
Makromarket mağazalarından alışveriş yaptılar ve muhteşem hediyeler
kazandılar. 363 muhteşem hediye, 22
Eylül Cumartesi 13:00’ten itibaren sahiplerine teslim edildi. 21 Fiat Albea
talihlileri, bir taraftan arabalarını tüm
detaylarıyla incelerken diğer taraftan
da Makromarket’e teşekkürlerini ifade ettiler.
Bunun yanında 121 Adet HP dizüstü
bilgisayar ve 221 Adet Vestel 70 Ekran
TV kazanan talihliler, Makromarket’in
mağazalarında makro kalite hizmet
sunmanın yanında büyük çaplı hediye
kampanyaları düzenleyerek müşterisine de ekstra yüzlerce hediye kazandırdığını ifade ettiler. Yapılan hediye kampanyalarından son derece
memnun kalan Makromarket müşterileri hediye almanın mutluluğunu ve
heyecanını doyasıya yaşadılar.
BÜYÜK KAMPANYADAN ARABA
KAZANAN TALİHLİLER
Saffet Budak, Cemal Yahşi
Ostim Mega Makine
Cemaynur Karataş
Halil İbrahim Mutlu
Ali Haydar Topaloğlu
Ebru Sinaplı
Ayhan Kapkın, Esra Etiz
Zekine Şeremet
Turgut Akyüz, İlkay Salın
Songül Kaya
Ümmi Server Hoşaf
Mehmet Yıldırım
Muharrem Yayabaşı
İlyas Başköy
Nurhayat Erkan
Hayrettin Coşkun
Züleyha Taş, Nafiye Güler
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
9
MAKRO
haber
MAKROMARKET’TE RAMAZAN YİNE
BOLLUK VE BEREKETİYLE GEÇTİ
11 Ayın Sultanı Ramazan geldi, hoş geldi; yüreklerimize, keselerimize,
hanelerimize ve sofralarımıza bereket geldi. Mağazalarında makro kalitede binlerce ürün çeşidini mikro fiyatlarla sunan Makromarket, Ramazanda da modern ve ferah alışveriş mekanlarında binlerce ürün çeşidini hesaplı fiyatlarla sundu. Müşterilerinin mağazalarında yaptıkları alışverişten
keyif almaları adına gerekli tüm şartları sağlayan Makromarket, Başkentte, Polatlı’da ve
Kırıkkale’de müşterisinin tercih noktası olmaya devam ediyor.
MAKROMARKET RAMAZAN SOKAKLARI
Makromarket her Ramazan ayında yaptığı gibi yine müşterisine en iyi hizmeti sunmak adına Ramazan sokakları oluşturdu ve Ramazan sofralarında olması gereken tüm ürün çeşitlerini Ramazan sokaklarında bir araya getirdi. Makromarket müşterileri, zeytinden turşuya, hurmadan yufkaya, pastırmadan güllaca kadar yüzlerce ürünü hazırlanan Ramazan sokaklarında bulabiliyor. Ramazan
sokaklarında Makromarket çalışanları, özel yöresel kıyafetleriyle hizmet veriyorlar. Ramazan sokakları, hem geçmişten günümüze kadar gelen geleneklerimizi yaşatmamızı hem de Makromarket müşterilerinin daha rahat alışveriş yapmalarını sağlıyor.
10
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
POLATLI’YA RAMAZAN, HEDİYELERLE GELDİ
Ramazan ayında müşterilerine pek çok avantajlı fırsat sunan Makromarket,
Polatlı mağazalarına da Ramazan bereketini hediyelerle getirdi. Makromarket
müşterileri, Polatlı mağazasından yaptıkları her alışveriş karşılığı bir hediye aldılar. Makromarket Polatlı mağazalarından yapılan 25, 50, 75, 100, 150 ve 200
YTL değerindeki alışverişler, çoraptan kaşıkçatala, tabaktan fincana, tencereden nevresim takımına pek çok çeşit hediye kazandırdı.
YARDIMLARLA RAMAZAN BEREKETİNİ PAYLAŞTIK
Ramazanın eşsiz bolluk ve bereketini mağazalarına taşıyan Makromarket, Ramazan yardım paketleri ve alışveriş çekleriyle yardımları kolaylaştırdı. Müşterisinin tercihine sunduğu büyük ve küçük, 2 farklı fiyat yapısına sahip Ramazan
yardım paketleri ve alışveriş çekleri, tüketicilerin zekatlarını yönlendirdi. Özel
ve kullanımı kolay ramazan yardım paketleri, Makromarket müşterilerinin arzu ettikleri adreslere teslim edildi. Aynı şekilde alışveriş çeklerinde de müşterilere özel fiyat avantajları sunularak hem genel uygulamalardan hem de kendilerine özel yapılan indirimlerden faydalanmaları kolaylaştırıldı.
MAKROMARKET’TE RAMAZAN EĞLENCELERİ
Her Ramazanda hepimizin
vazgeçilmezi olan Hacivat
ve Karagöz, ortaoyunu ve
meddah, Ramazan ayında
Makromarket’in
minik
müşterilerini eğlendirdi.
“Hokkabazlar” adlı tiyatro
grubu tarafından gerçekleştirilen Ramazan eğlenceleri,
zengin içeriği ve özel kostümleriyle izleyenleri coşturdu.
MAKRO
haber
D
EKER’İN “WOODY”Sİ KANYON’DA
MAKROMARKET İDARİ KADROSU İFTARDA BİR ARAYA GELDİ
Makromarket Yönetim Kurulu Başkanı ve Üyeleri, Ostim Lale Restaurant’ta
mağaza müdürleri, bölge müdürleri, satınalma kategori müdürleri ve diğer departman sorumlularıyla birlikte bir iftar yemeğinde buluştu. 28 Eylül günü gerçekleştirilen iftar yemeği, Hacivat-Karagöz gösterisi ve çeşitli yarışmalarla renklendi. Yarışmalarda dereceye giren yöneticilere Makromarket Genel Müdür
Yardımcısı Mehmet Songör tarafından kol saati ve teselli armağanları verildi.
Tüm idari kadronun bir araya geldiği iftar yemeği, Ramazan ayının anlam ve önemine uygun olarak Makromarket ailesinin daha da kaynaşmasına vesile oldu.
ünyanın en büyük kentsel sanat
ve sosyal sorumluluk etkinliği
olan CowParade, 1 Ağustos’tan itibaren İstanbul sokaklarına sanat ve yaratıcılık getirdi. CowParade İstanbul, 75 markanın sponsorluğunda, 150 sanatçının elinden çıkan
185 inek heykeli ile İstanbul sokaklarını süslüyor. CowParade’ın sponsorlarından biri de Bursa’da kurulu Eker
Süt Ürünleri A.Ş. Etkinliğe, Uludağ
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü mezunu Özden Utku
O d m a n’ ı n
“ Wo o d y ”
adını verdiği inek
tasarımıyla
katılan Eker Süt Ürünleri’nin tasarım ineği,
Kanyon
Alışveriş
Merkezi’nde İstanbullularla
buluşuyor.
MAKROMARKET’İN MAĞAZA VE HİZMET AĞI GÜNDEN GÜNE BÜYÜYOR
B
MAKROMARKET “100. YIL ÇİĞDEM 2” ve “CEBECİ DÖRTYOL”
ÇİĞDEM 2 ŞUBESİ
CEBECİ DÖRTYOL ŞUBESİ
12
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
aşkentte alışveriş, Makromarket mağazalarıyla çok daha keyifli. Modern
ve ferah mağazalarda alışverişin tadına varmak isteyen müşteriler, Makromarket mağazalarını tercih ediyorlar. Mağazalarında etkin hizmet, geniş
ürün yelpazesi, nitelikli çalışan ve hesaplı fiyat
seçeneklerini bir arada bulunduran Makromarket, 100. Yıl Çiğdem 2 ve Cebeci Dörtyol mağazalarını da müşterilerinin hizmetine
açtı. Makromarket Çiğdem 2 mağazası, 20
çalışanı ve 4 kasasıyla; Makromarket Dörtyol
mağazası da 19 çalışanı ve 3 kasasıyle A’dan
Z’ye tüm temel gıda ve ihtiyaç ürünlerini
müşterisinin hizmetine sunuyor. 2007 yılında
istikrarlı ve emin adımlarla büyüme sürecine
hız veren Makromarket, perakende sektöründe iddialı olduğu makro kalite hizmet farkını mikro fiyat stratejisiyle sürdürmeye devam ediyor. Makromarket, kaliteden ödün
vermeden büyümeye devam ediyor.
Banat Genel Müdürü Önder Kaya:
TÜKETİCİNİN İHTİYAÇLARI
HER ZAMAN BİRİNCİ SIRADA
1
947’de kurulan Banat, Türkiye’nin ilk diş fırçası üreticisi ve ilk milli markalarından
biri. Şu an Türkiye’de 5 katlı
tek bir üretim merkezine
sahip olan kuruluşun bu üretim tesislerinde ağız bakım, kişisel bakım ve
ev bakım ürünleri kategorilerinde
400 çeşit üretiliyor. 39 ülkeye ihracat
yapan Banat, özellikle diş fırçası üretiminde dünya standartlarında tasarım ve fonksiyonaliteye sahip. Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan ürünlerle sektöre hareket katmaya başladıklarını söyleyen Banat Genel Müdürü Önder Kaya, “Aynı zamanda,
tüketicilerimizin de diş fırçasından en
iyi verimi alabilmesi ve pek de sevmedikleri diş fırçalama işini kolaylaştırmak adına tüketicinin ihtiyaç ve is-
teklerine en iyi şekilde cevap vermeyi amaçlamaktayız. Bu doğrultuda,
gerek yenilikçi ürün yatırımları gerekse sosyal sorumluluk bilinciyle
Türkiye’nin en büyük sorunlarından
biri olan ağız ve diş sağlığı bilincinin
arttırılması amacıyla, okullarda eğitimler gerçekleştirmekte ve bu çalışmaların yaygınlaştırılması için projeler geliştirmekteyiz” şeklinde konuştu.
Kaya, “Banat olarak
2006’da yenilediğimiz
kurumsal kimliğimiz, en son tek-
nolojiyle donattığımız üretim tesislerimiz ve yeni dönem ürünlerimizle
2007 yılına hızlı ve güzel bir başlangıç
yapmış olduk. Son dönemde, özellikle diş fırçası üretiminde, dünya standartlarında tasarım ve fonksiyonlara
sahip, Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan ürünlerimizle sektöre renk kattık” diyor.
Genel Müdür Önder Kaya, satış ve
pazarlamayla ilgili de şöyle konuşuyor: “Banat olarak bizim için tüketicinin öncelikleri ve ihtiyaçları her zaman birinci sırada geliyor. Türkiye’de
ağız bakımı ve diş sağlığı standartlarını yükselmeyi amaçlayan bir firma
olarak hem marka hem de ürün iletişimine önem veriyoruz.
Entegre pazarlama iletişimi ve reklam çalışmalarıyla kendi
uzmanlık alanımızda hayata
geçirdiğimiz
her şeyi,
tüketiciyle ve tüm
kamuoyuyla
paylaşıyoruz.
MAKRO
haber
MAKRO KALİTELİ HİZMET POLATLI’DA
A
nkara ve Kırıkkale’de mağaza sayısı ve iş kapasitesiyle perakende sektörünün en büyük mağaza zinciri olan Makromarket, Polatlı’da açtığı 4 mağazayla, iddialı olduğu çizgi ötesi hizmet kalitesini yaygınlaştırmaya devam ediyor. Polatlı halkı için
önemli bir istihdam alanı olan Makromarket mağazaları, birçok kalifiye personeli de değerlendirdi. Polatlı halkı tarafından samimiyetle karşılanan Makromarket, yoğun ilgi görüyor. Bu sıcak ilgi karşısında Makromarket, 1 mağaza daha açarak Polatlı’da makro kalite hizmeti mikro fiyat yapısıyla müşterilerine sunmaya devam ediyor.
MAKROMARKET VE GILETTE’TEN 30 HP NOTEBOOK
14
Makromarket müşterilerine kazandırmaya devam ediyor. Hitap ettiği hedef kitlesine en cazip kazanç fırsatlarını sunmak için her zaman çalışan Makromarket, 130 Haziran tarihleri arasında Gilette,
OralB, Duracell, Permatik ve İpana grubu ürünlerden 25 YTL alışveriş yapan müşterilerine 30 HP Notebook kazanma fırsatı sundu.
Milli Piyango ve noter işbirliğiyle düzenlenen hediye çekiliş piyangosu talihlileri, 8 Temmuz Cumartesi günü 15:00’te, yine Milli Piyango ve noter yetkilileri huzurunda yapılan çekilişle belirlendi. 30
şanslı Makromarket müşterisinin belirlendiği çekilişte, sürpriz yarışmalarla birçok tüketiciye hediyeler dağıtıldı. Özel ikramların sunulduğu çekiliş, yedek talihlilerin de belirlenmesiyle son buldu.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
MAKROMARKET ETLİK MAĞAZASI AÇILDI
Başkentin her semtinde mağazaları bulunan Makromarket, 6 Ekim günü Etlik General Tevfik Sağlam Caddesi’ne 500 metrekare satış alanına sahip
yeni bir mağaza daha hizmete açtı. Ankara’da
önemli bir müşteri portföyüne sahip olan Keçiören Etlik sakinleri, Makromarket kalitesini yanı
başlarında bulmaktan son derece mutlu oldular.
Mağazada aradıkları tüm ürünleri bir arada bulan
ve son derece cazip fiyatlarla karşılan semt müşterisi, alışverişlerinde makro kaliteye mikro fiyatlarla
sahip olmanın tadını çıkarıyor. Makromarket Etlik
mağazası, 3 kasası ve 20 nitelikli çalışanıyla bölge
halkına hizmet veriyor.
5 MAKROMARKET MÜŞTERİSİ
EBRU AKEL İLE BULUŞTU
Rejoice, 5 Makromarket müşterisini Ebru
Akel’le buluşturdu. Makromarket’ten 7
YTL tutarında Rejoice saç bakım ürünü alan
Makromarket müşterilerinden beşi, Sheraton Ankara’da Ebru Akel’le birlikte büyülü
bir akşam yemeği yeme fırsatı buldu. Makromarket müşterileri, gece boyunca Ebru
Akel’le uzun uzun sohbet ettiler. Talihliler,
Milli Piyango ve noter huzurunda yapılan
çekilişle belirlendi.
MAKRO
H
haber
MAKROMARKET, 2007 YILI
OKUL ALIŞVERİŞİNE NASIL HAZIRLANDI?
İ D R İ S
S O N G Ö R
er üründe olduğu gibi kırtasiyede de süreç, ürün alımıyla
başlar. Okul kırtasiyesinde
alım tamamen bölgesel yapılmak zorundadır. Çünkü her
okul kendi listesini oluşturur ve her
okulun listesinde değişik marka ürünler bulunur. Biz öncelikle mağazalarımızın çevresindeki okulları ziyaret
ederek listelerini ve hangi tarz ürünlere ağırlık vereceklerini öğreniyoruz.
Buna göre de alımımızı bölgesel olarak yapıyoruz. Genel olarak bilinen
markaların dışındaki ürünleri hangi
okullar istiyorsa o bölgedeki mağazalarımızda satışa sunuyoruz.
Okulların açılmasıyla birlikte kırtasiye
alışverişi doruk noktaya çıkar. Bizim
görevimiz, tam bu dönemde müşterilerimizin rahat alışveriş yapmasını sağlamaktır. Bunun için mağazalarımızda
kırtasiye reyonlarını geniş tutuyoruz.
Kasa ve personel takviyesi yapıyoruz.
Birbiriyle bağlantılı ürünleri yan yana
sergileyerek müşterilerimizin alışverişini kolaylaştırıyoruz. Ürün teşhiriyle
ilgili yerleşim planları oluşturuyoruz
ve mağazalarımızda bu plana göre teşhir ve tanzim çalışmaları yapıyoruz.
Perakende sektöründe artık satış artırıcı kampanyalar, hayatımızın bir parçası oldu. Biz de 200 YTL kırtasiye
alışverişi yapan müşterilerimize 30
YTL değerinde hediye sepeti verdik.
Bunun yanında tekstil ve ayakkabı reyonlarımızda da ürün alımlarına çeşitli
16
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
hediyeler vermeyi tercih ettik.
Hedef müşterilerimize, hem ürün
hem de fiyat avantajlarımızı, 400 bin
tirajlı Makronomi indirim bülteniyle,
TV ve radyo reklamlarıyla ilan ediyoruz. Kırtasiye reyonunda sattığımız
ürünlerin fiyat ve kalite yapısıyla ilgili
her şeyin net olması ve kafa karıştırıcı
hiçbir ürünün olmaması için bu ürünleri kiloyla değil adetle satmayı seçtik.
Makromarket olarak, 2007 yılında da
ürün çeşitliliği, ürün kalitesi, uygun fiyat, rahat ve hediyeli okul alışverişi
için doğru adres olmaya çalıştık ve
böyle devam edeceğiz.
MAKRO
B
haber
D U D U
MAKROMARKET PİKNİKTE
A L T U N D A Ğ
ir akşam üstüydü… Yazın en
güzel akşamıydı bekli de. Hafif bir esinti… Yıldızlarla dolu
bir gecede, Makromarket
özel pikniğindeyiz.
Şaşırmayın!!! Perakendecilerin pikniği
gündüz olmaz zaten, çünkü hizmettir
hedef öncelikle.
Ama bu gecede,
Herkes mutlu…
Gözlerde mutluluk tebessümleri…
Arkadaşlarıyla sohbetler ediyor Makromarket mensupları,
Kahkahalar, devasa Makromarket binasının çardak bölümünde, yeşillikler
içinde, hafif bir müzik eşliğinde atılıyor.
Herkes bir ağızdan şarkılar söylüyor
Ve yapılan mangalların kokusu burnumuzda tütüyor.
Özel Lale çorbası geliyor, mükemmel
hazırlanmış bir salatayla beraber, ekmekler özel ekmek; tadı da, doyulmaz dediklerinden. Rejimdeydim o
18
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
güne kadar, ama o akşam ara verdim,
zaten günlerden cumaydı ve rejime
pazartesi başlanmalıydı. Kalabalıktık,
sayamadığımız kadar kalabalık…
Makromarket et tesislerinde özel yapılmış pirzolalar, köfteler ve tavuk çeşitleri, Lale Restoran’dan gelen becerikli garsonların marifetli ellerinde tat
buldu.
Ahhhh… Bir de sesim olsaydı, şu şarkı söyleme yarışmasına katılabilseydim
ama olsun, arkadaşlarım inletti sesleriyle Sarayköy semalarını bir akşamüstü. Ben de sessizce mırıldandım.
Ankara oyun havaları da olmasa, bu
insanlar neyle coşacakmış bilmem!
Halayın geleneksel birlik beraberliğidir kenetlenmek. Kenetlenerek birbiriyle halaylar çekti, benim sevgili müdür arkadaşlarım.
Gökyüzü yıldızlarla doluydu, binlerce yıldız vardı.
Onlar da bu gecede bizim kadar şen
ve şakraktı.
Neden ben yazdım bu yazıyı biliyor
musunuz? Dışardan gören birileri yazamazdı bizim hissettiklerimizi. Ben
herkesin gönlündeki ses oldum, birlik
ve beraberliğimizin hikayesini ancak
ben anlatabilirdim.
Yaşamımızdan bir gündü, gülümseyerek ayrıldığımız...
MAKRO
güncel
Bir Ramazan ayını daha, kulağımız sabahları
davul, akşamları da ezan sesinde geçirdik. Kalabalık iftar sofralarında tanıdık yüzlerle yenen
keyifli yemekler sona erdi ve işte bir bayram
zamanı daha geldi. Son yıllarda, bayramlar biraz daha buruk geçiyor, çünkü çoğumuz geçmişe büyük bir özlem duyuyoruz. “Nerede o
eski bayramlar?” cümlesi, hepimizin oldukça
aşina olduğu, özellikle büyüklerimizin her
bayram tekrarladığı, tanıdık bir cümle. O halde neden geleneklerimizi yaşatmaya devam
etmiyoruz? Haydi bu bayramı, çocukluğumuzdaki bayramların tadında geçirelim.
Mendillerin önemi
Geçmiş bayram sabahlarında erkenden uyanır, yepyeni elbiselerimizi ve pabuçlarımızı
giyerdik. Ailece yapılan keyifli bir kahvaltı
sonrasında, büyüklerimizi ziyaret etmek için
yollara düşerdik. Çalan her kapıya koşardık,
gelen çocuklara şeker dağıtabilmek için. Bugün ise korkuyoruz, bayramlarda kapı zillerinden.
Bayramlaşıp elini öptüğümüz büyüklerimiz,
mendil verirdi bizlere. O mendili açmak için
sabırsızlanırdık, çünkü içinden ya tatlı bayram şekerlerinden çıkardı ya da bozuk para.
Ziyaretlerimiz sona erdiğinde ise topladığımız şekerleri yerdik mahalle arkadaşlarımızla. Şimdi mendiller yok belki ama harçlık ve
şeker geleneği hala devam ediyor.
20
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Neydi o eski
bayramları
heyecanlı yapan?
Geçmişte bayramlar, günler öncesinden büyük bir heyecanla beklenirdi. Özellikle de Ramazan Bayramı. Şimdilerde ise bayram kelimesi tatille eş değerde kullanılıyor. Kapı komşularımıza yabancı yaşadığımız günümüzde, akraba ziyaretleri de gittikçe azalıyor. Şöyle
bir hafızaları kurcalayalım... Neydi o eski bayramları heyecanlı yapan? Bulduğunuz cevaplar çok açık değil mi? Küreselleşen dünyada
yoğun iş temposu, bayramlarımızı da ele geçirdi sonunda. Çalışmaktan nefes alacak zaman bulduğumuzda, kıyılara, sahillerle kaçar
olduk.
Tekrar geçmişe dönersek göreceğiz ki, eskiden
bayramlarda yepyeni elbiseler giyilirdi. Günler öncesinden takımlar diktirilir, ütülenir
ve büyük bir özenle bayram sabahına kadar saklanırdı. Bu kadar mağaza bolluğunun, hazır giyim çılgınlığının olmadığı o
dönemlerde terziler çifte bayram yapardı.
Şimdilerde ise, her gün bayram günüymüş
gibi giyiniyoruz.
Bayram eğlenceleri
Bayramın ilk günü, yapılan ziyaretler ve kapı
zillerinin curcunasıyla geçtikten sonra, akşam yenecek olan bayram yemeğinin telaşı
başlardı. Göz alıcı sofralar kurulur, büyükler
başköşeye oturtulur, akrabalar, komşular
davet edilir ve bayram yemeği yenirdi. Yemeğin üstüne de Ramazanın vazgeçilmez
tatlısı güllaç ya da baklava… Sonrasında ise
bayram eğlenceleri başlardı. Bayramı evinde
geçirenler şarkılarla, türkülerle eğlenir, dışarıda kutlayanlar ise tiyatrolara, konserlere
giderlerdi. Sokaklarda, Hacivat-Karagöz
oyunları düzenlenir, macun ve pamuk şeker
satılırdı.
Geçmiş Ramazan Bayramları böyleydi işte.
Siz hala ‘ben bu bayramı evimde televizyon
seyrederek, kapımı kimseye açmadan geçireceğim, zaten 3 gün tatilim var’ diyorsanız,
ya da her bayram öncesi tatil beldelerine kaçanlardansanız;
“ne ola benim ola / kalbiniz nurla dola
iki gözüm, efendim / bayramınız mübarek ola”
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
21
beslenme
BAYRAMDA
DENGELİ BESLENME
MAKRO
B
ir Ramazan ayı daha sabahın erken saatlerinde sokağımızdan
geçen davulcunun manileri ile kalabalık iftar sofralarının keyifli dakikaları arasında gelip geçti. Bu süre zarfında birçoğumuz
gündelik yaşamdaki yeme alışkanlıklarımızı bir kenara bıraktık ve gelecek olan bayramı sabırla bekledik. Sonunda Ramazan
Bayramı kapımızı çaldı. Şimdi gerek evimizde gerek bayram ziyaretlerinde sevdiğimiz tatlılardan dilediğimizce yeme zamanı.
Ramazan Bayramı’nın en önemli özelliklerinden biri, şüphesiz ki evlerde yapılan
mis gibi şerbetli tatlılardır. Ziyaretine gittiğimiz her evde mutlaka şekerpare, revani, fındık tatlısı ve hiçbirimizin vazgeçemediği fıstıklı veya cevizli baklava başköşeyi alır. Ancak özlediğimiz bu tatlıları
keyifle yerken yine de dikkatli olmakta
fayda var. Bir ay boyunca yeme alışkanlıklarımızda ciddi bir değişim olduğu için,
normal yeme alışkanlıklarımıza geri dö-
22
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
nerken yine her şeyi kararında yemek
gerekiyor. Çünkü vücudumuz bir ay boyunca alıştığı oruçtan, normal yeme düzenine geçerken sıkıntılar yaşayabiliyor.
Bayramda tatlı dahil olmak üzere her şeyi aşırıya kaçmadan yemek ve dengeli
beslenmeyi korumak son derece önemli. Bunun yanı sıra tatlı tüketimindeki artışa paralel olarak bayram süresince bol
bol su tüketmeye de özen göstermek
gerekiyor. Aksi takdirde midede ülser ve
gastrit gibi rahatsızlıklar oluşabiliyor. Ağır ve fazla
yemeye bağlı olarak
oluşan sindirim bozuklukları, tansiyon sorunları,
uyku hali ve yorgunluk hissi gibi rahatsızlıklar da cabası. Bu bayramı, doğru
seçimler yaparak ve geri çeviremeseniz
bile yapılan ikramlardan azar azar yiyerek, bu tarz problemler yaşamadan ve
midenize zarar vermeden geçirmeniz
mümkün. Böylece tatlı yiyip tatlı konuştuğunuz Ramazan Bayramı boyunca ağzınızdan tat, yüzünüzden gülümseme eksik olmayacak.
Bayramda tatlılara dikkat
Ramazan boyunca uyguladığınız yemek
yeme alışkanlığını, fazla tatlı tüketmeden
bayramda da dengede tutun. Ramazan
boyunca oruç tutan kişilerin, günlük
öğün sayısını azaltmaları ve beslenme
alışkanlıklarındaki değişiklik, bayramda
aşırı tatlı isteğini de beraberinde getiriyor. Psikolojik olarak görülen bu durumdan kendinizi korumanız gerekiyor. Bayramda aşırı çikolata, şeker gibi tatlıların
yanında baklava, tulumba gibi hamur işi
tatlıları tüketmek, sindirim sisteminde ve
diğer organlarda çeşitli rahatsızlıklara sebep olabiliyor. Vücudunuzun dengesini
korumak için keşkül, sütlaç, güllaç gibi
sütlü tatlıları tercih edip, hafif yemeklere
yönelin.
MAKRO
güncel
E
R
T
İ
F
E
V
T
ZEKA
RÜSÜ:
KÖP
SOSYAL DAYANIŞMA
yan, borcundan fazla mala sahip olmayan, memleketinde parası olduğu halde yolda parasız kalan kimselerden
oluşuyor.
Anne, baba, büyükanne ve büyükbabalara, evlatlara, zenginlere, Müslüman olmayanlara verilemeyen zekatı
ayrıca karıkocalar birbirlerine de veremiyorlar. Zekat verirken önceliği sırasıyla kardeşler, kardeş çocukları, amca,
hala, teyze ve daha sonra diğer akraba
ve komşular alırken, mahallede oturan
fakir komşular ve memleketteki fakirlere daha sonra sıra geliyor.
İnsan yaradılışının
bir sadakası: Fitre
i
“Mallarınızı zekat ile koruyunuz.
Hastalıklarınızı sadaka ile iyileştiriniz, bela dalgalarını
dua ve niyaz ile karşılayınız”
H z . M U M A M M E D ( S . A . V. )
slam dininin 5 şartından biri
olan zekat, kelime anlamı olarak temizlik, bereketli olmak,
iyi ve düzgün olmak manasına
geliyor. Dinde ise zengin olan
Müslümanların, Allah’ın hakkı olanlara
verilmesini emrettiği belli miktarda
malını vermesi anlamına geliyor. Kur’anı Kerim’de en çok tekrarlanan emirlerden biri olan zekat, aynı zamanda
bir yardımlaşma ve sosyal dayanışma
unsuru.
Kişileri cimrilikten koruyan ve cömertliğin kapılarını açan zekat ile yok-
24
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
sul olanın da rahat yaşaması amaçlanıyor. Mal varlığı bakımından zengin olan
kişiler, her yıl malının yüzde 40’ını yoksul kimselere bağışlayarak yardımda
bulunuyor. Böylece birlik ve beraberlik
duygusu pekişiyor.
İslam dininin emirlerinden biri olan
zekatı vermenin de elbette bazı kuralları var. Örneğin, zekatı ancak Müslüman olan, akıllı olan, ergenlik çağına
erişmiş, hür ve dinen zengin olan kimseler verebiliyor. Bu kişilerin zekat vereceği kişilerse ancak dini ölçülere göre zengin sayılmayan, yani malı olma-
Kök olarak yaratılış kelimesinden
gelen fitre, ‘insanın yaradılışının bir sadakası’ anlamına geliyor. Ramazan Bayramı sadakası da denen fitre ile amaçlanan, yoksul kimseleri bayram öncesinde sevindirebilmek. Zekata nazaran
daha kolay kuralları olan fitre, vermeye
gücü yeten, sıkıntıya düşmeyecek olan
herkes tarafından bayramda veya bayram öncesinde verilebiliyor.
Varlığa ve sağlığa şükür sadakası
olarak verilen fitre, fakir bir kimseye
verilebilirken, fakir olan birkaç kişi arasında da paylaştırılabiliyor. Fitre verilecek kişinin yaşantısına bakılmazken, bu
kişi bir öğrenci, bir sokak çocuğu veya
ruhsal ve bedensel rahatsızlığı olan bir
kişi de olabiliyor. Ayrıca kişi, fakir olan
kardeşlerine, kardeşlerinin çocuklarına
ve diğer fakir akrabalarına da fitre verebiliyor.
Fitre verilirken dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, yoksulun onurunu kırmamak. Yoksulun aldığı parayı
fitre olarak bilmesine gerek yok. Fitre
veren kişinin bunu bilmesi ve fitreyi verirken ki iyi niyeti dinen yeterli oluyor.
Zenginle yoksulu birbirine yaklaştıran, sınırları ortadan kaldıran
fitre ve zekat sayesinde, manevi
huzur daha çok hissediliyor.
MAKRO
güncel
ZAFERİN BAYRAMI
30 AĞUSTOS
B
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması’yla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu.
irinci Dünya Savaşı sonunda
imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması’yla yurdumuz tamamen
elimizden alınıyor, hür olarak yaşama hakkımıza son
veriliyordu. Millet olarak bu durumu
kabullenmek mümkün değildi. 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla birlikte Kurtuluş Savaşı da
başlamış oldu. Amasya Genelgesi’nin
yayınlanmasının ardından Erzurum ve
Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra
27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen
30 Ağustos Düşü
Donduruyorum tertemiz güzelliğini denizlerin,
El-ele vermiş dostlukların minderinde,
Sarılıp kenetlenmiş yüreklerimizi,
Donduruyorum sevdamızı en güzel yerinde.
Donduruyorum kuş seslerini dallarda
Çiçek açmış erik ağacını yeşilinde,
Çocuklarımızı oyuncaklarıyla baş başa,
Donduruyorum seni, gel diyen sesinde.
Donduruyorum yurdumun Atatürk kokan yıllarını,
İnsan güzellikleri yüklenmiş yüreğimde.
Kelebeklerin kanadını, denizlerimin menevişini,
Donduruyorum içli bakışlarını gözlerimde.
Donduruyorum omuz-omuza 30 Ağustos sabahlarını
Yırtıyorum kapkara düşleri dişlerimle,
Kaldırıyorum şerefli bayrağımı yukarı-yukarı,
Donduruyorum kalelerin yücesine-yücesine.
Donduruyorum ki gün gelecek, haydi diyeceğim;
Sileceğim yeryüzünden kirleri-pasları,
Fidanlarımız yeşerecek, Ata'm gülecek elbet,
Donduruyorum ki gün gelecek, salıvereceğim.
Sadettin Deren
26
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Atatürk, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi
kurdu. Böylece, hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı’nın
merkezi Ankara oluyordu. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan
Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir
taarruzla düşmanı tamamen yok etme
kararı alındı. 1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal’in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi ve 30 Ağustos günü İtilaf Devletleri yenilgiye uğradı.
Zafer Bayramı, 1922 yılında 22
Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta
Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in
başkumandanlığında galibiyet ile tamamlanan, Başkomutanlık Meydan
Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. Gerçekte, tüm düşman birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra olsa da,
30 Ağustos, sembolik olarak, ülke
topraklarının düşmandan arındığı günü temsil eder.
İlk defa 30 Ağustos 1923 günü
Afyon, Ankara ve İzmir’de kutlanmıştır. Resmi olarak Zafer Bayra-
mı ilan edilmesi 1935 yılı Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı ülkede
törenlerle kutlanır. Devlet erkanı ve
birçok vatandaş, Ankara’da Anıtkabir’i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri
ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve komutasında
savaşmış askerleri anarlar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askeri birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır.
MAKRO
güncel
GEL, NE OLURSAN OL YİNE GEL
Y
üzyıllar öncesinden bugüne, bizlere kadar gelen yedi
öğüt, aslına bakılırsa Mevlana felsefesinin bir özeti. Ne
olursa olsun, suçlu, suçsuz, iyi, kötü fark etmeden bütün insanları sevgi ve saygıya çağırıyor Mevlana. Etkisini geçen yüzyıllara rağmen yitirmeyen bu büyük düşünce
adamının en büyük özelliği ise kişilerin inanç ve özgürlüklerine, bugün çağdaş dünyada bile böylesine rastlanılmayan bir
biçimde değer vermesi.
Normal şartlarda “kişiye bağlı özel
yıl” ilan etme yetkisi olmayan Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) 800. doğum yılı
olması nedeniyle, dünyada bazı değerlerin hatırlatılması gerektiğine inanarak 2007 yılını, “Mevlana ve Hoşgörü Yılı” olarak ilan etti. Bu nedenle
biz de Mevlana’ya, hayatına ve felsefesine kısaca değinelim ve Mevlana’yı
daha yakından tanıyalım istedik.
“Hamdım, piştim, yandım”
Mevlana’nın ilkelerinden ve İslam
inancına getirdiği yorumdan doğan
Mevleviliğe göre, tasavvufi eğitimin
amacı, insanın kendine gelmesini,
kendini bulmasını sağlamaktır
28
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Yaşamını bu sözlerle özetleyen Mevlana Celaleddin Rumi, 1207 yılında
bugün Afganistan sınırları içinde bulunan Horasan yöresinin Belh şehrinde doğdu. Mevlana’nın babası Belh
şehrinin ileri gelenlerinden olan ve
sağlığında Sultanü’l Ulema (bilginlerin
sultanı) unvanını alan Bahaeddin Veled’di. Mevlana ve ailesi, 1222 yılında
Karaman’a gelip, buraya yerleştiler.
Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir
kısmı Selçuklu egemenliği altındaydı.
Sanat eserleri ile dolup taşan Konya
ise devletin başkentiydi. Devletin hükümdarı olan Alaeddin Keykubad’ın
çağrısıyla Mevlana ve babası Konya’ya yerleştiler. Bahaeddin Veled
1231 yılında vefat edince, öğrencileri, oğlu olan Mevlana’nın çevresinde
toplanmaya ve onu varis olarak görmeye başladılar. Gerçekten de Mevlana büyük bir ilim ve din bilgini olmuştu. İplikçi Medresesi’ne gelenlerin ruhlarını arıtıyor, onlara vaazlar
veriyordu. Medrese onu görmeye
gelenlerle dolup taşıyordu.
1273 yılında ölen Mevlana, ölüm gününü yeniden doğuş olarak kabul
ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine,
yani Allah’a kavuşacaktı. Bu nedenle
Mevlana ölüm gününe ‘düğün gecesi’
manasına gelen ‘Şebi Arus’ diyor ve
dostlarına arkasından ağlamamalarını
öğütlüyordu. Yaşadığı dönemde ünü
Selçuklu Devleti sınırlarını aşarak Bizans’tan Semerkend’a kadar ulaşan,
vefatından sonra da ismi ve düşünceleri çerçevesinde oluşturulan tasavvuf anlayışıyla dünyaya yayılmış olan
Mevlana, tüm insanlığı barışa ve hoşgörüye çağırdı.
“Ey başkasının yüzünde kötü bir
ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme!
Müminler birbirinin aynasıdır. Bu
hadisi peygamberden rivayet etmediler mi? Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil! Kendine kötü
de, başkasına deme! Eğer karga
kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi. Herkes
önce kendi kusurunu görseydi,
halini ıslah etmekten gaflet eder
miydi? Halk kendisinden gafildir
babam, gafil! Onun için birbirlerinin kusurlarını görürler. Ne
mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını söylerse,
onu kendisine almış olur. Ört ki
senin ayıbını örtsünler.”
Biçimci olmayan Mevlana, her türlü
kısıtlamanın karşısındaydı. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek anlamını aramayı ve insanlara bunu öğretmeyi iş edinmişti.
Ona göre asıl konu ‘insan’dı. Din, fel-
sefe, ahlak, insanı mutlu etme yolunda gelişen araçlardı. Bu araçlara takılıp kalmak, gelişmeyi ve
gelişme hızını kesecek yanlış
davranışlardı. Doğru olan, gerçeğe giden yolu bulmaktı ve bu
yol, “aşk”tan geçiyordu. Bu
sevgi, hoşgörü ve vefa kavramlarıyla desteklenecek ve
beslenecekti. Tam bir varlık
birliği savunucusu olan
Mevlana’ya göre soyut bir
Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi yani Hak’kı
halkta ve halkı Hak’ta sevmek gerekiyordu.
Mevlevilik
Mevlana’nın hayatı boyunca tarikatlara özgü bir takım kurallara uymadığı,
kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı biliniyor. Mevleviliğin
başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayıyordu.
Mevlana’nın ilkelerinden ve İslam
inancına getirdiği yorumdan doğan
Mevleviliğe göre, tasavvufi eğitimin
amacı, insanın kendine gelmesini,
kendini bulmasını sağlamaktır. Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır.
Bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip Allah’ı bulmak, Allah dışındaki varlıklardan arınmak gerekir.
Bütün varlığı kuşatan Allah’ın varlığı,
tek gerçektir. Varmış gibi görünen
varlıklar gerçekte yoktur; var olan,
bu varlıklar aracılığıyla kendini gösteren Allah’tır. Evren her an yeniden
yaratılmaktadır. Allah’ı gerçek anlamıyla tanımayan insanlar dünyanın,
altın ve gümüşün kulu kölesi olurlar.
Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu
da Allah aşkıdır.
Türk düşünce ve sanat hayatına
önemli katkıları olan ve yüzyıllar boyunca etkisini sürdüren Mevlevilik,
canlılığını günümüzde korumaya devam ediyor. Her yılın aralık ayında,
Konya’da, turistik amaçlı Mevlevi
ayinleri icra ediliyor.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
29
güncel
SUSUZLUK ÇANLARI ÇALIYOR
MAKRO
K
SUYUN DEĞERİNİN FARKINDA MIYIZ?
üresel ısınmanın da tetiklemesiyle yaşanan su sıkıntısı, uzun zamandır gündemimizi meşgul eden önemli bir konu. Hatta senelerdir, çöl olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz, bizlere
çeşitli kanallardan hatırlatıp duruluyor. Su azaldıkça canlı türlerinde azalmalar başlayacağı gibi, çeşitli sağlık sorunlarıyla da yüz
yüze kalacağız. Bu nedenle su, olmazsa olmaz bir yaşamsal kaynak. Peki, çalan tehlike çanlarına karşın susuzluk için yeterince önlem alıyor muyuz? Suyun taşıdığı hayati değerin ne kadar farkındayız?
Yıllardır “felaket senaryosu bunlar” diyerek kulaklarımızı tıkadığımız
susuzluk tehlikesi, gelip kapımızı çaldı,
sonunda. 3 tarafımızın denizlerle çevrili olması, nehirlerin ve göllerin bolluğu nedeniyle su sıkıntısı yaşanabileceğine inanmıyorduk ya da inanmak istemiyorduk. Ancak yağışsız geçen
uzun bir kış mevsimi ve
yine kurak geçen aşırı
sıcak yaz ayları sonrasında, barajlarda su
kalmadı, göller ve dereler ise bir bir kuruyor. Birçok yerde de
su kesintileri çoktan
başladı.
30
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Yaşanan su sıkıntısının yanında
şimdi bir de hastalık tehlikesiyle karşı
karşıyayız. Çünkü su olmadığı zaman
mikroorganizmalar rahatlıkla üreyip
yayılabiliyor, bu da tifo, dizanteri, kolera, bağırsak enfeksiyonları gibi ciddi
hastalıklara davetiye çıkarıyor. Bu hastalıklardan korunmanın yolları elbette
var. Ama öncelikle işe doğal birer zenginlik olan su kaynaklarını dikkatli bir
şekilde kullanarak başlamak gerekiyor.
Su tasarrufu yapmak çok da zor
değil. Herkes kendi çabasıyla suyu tasarruflu kullanmaya çalışırsa, su sıkıntısını azaltabilir. Dişleri fırçalarken veya tıraş olurken musluğu açık bırakmayarak, bulaşıkları makinede yıkayarak, temizliği mümkün olduğunca daha az su ile yaparak, duş alma süresini
kısaltarak, ciddi su tasarrufu sağlayabilirsiniz.
Öte yandan hastalıklardan korunmak için
çeşitli önlemler almak
da gerekli. Susuzluk
nedeniyle oluşabilecek
sağlık problemlerinden korunmak için
mutlaka, içeceğiniz suyu 10 dakika kadar kaynatın ve ağzı kapalı bir şekilde
saklayın. Kesinti olmadığı günlerde,
doldurduğunuz deponuzun temiz olduğundan emin olun, suları klorlayın,
satın aldığınız ambalajlı suların ruhsatlı
olmasına özen gösterin. Aldığınız suyun etiketinde üretim tarihinin ve
analiz değerlerinin olup olmadığına
çok dikkat edin. Şüphelendiğiniz durumlarda ise Sağlık Bakanlığı’nın Alo
184 hattına başvurun.
Su bir yaşam mucizesi. Susuz bir yaşam
düşünülemez. Peki ama neden?
Su, vücudun her hücresinde enerji
üretir, bize yaşam gücü verir.
Bağışıklık sistemini güçlendirerek,
kanser de dahil olmak üzere çeşitli
hastalıklara karşı koruyucudur.
SU TASARRUFU İÇİN
Akciğerlerde oksijen
toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini
artırır.
Kalp krizi ve felce karşı
koruyucudur.
Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.
Uykuyu düzenler.
Cildi yumuşatır, yaşlılık
belirtilerinin azalmasına
yardımcı olur.
Yaşlılıkta bellek kaybının
önlenmesine neden olur.
Beden sağlığımız için su
Bedenimiz için suyun her
formu ayrı bir gereklilik ve
keyiftir. Hem içimizi serinleten hem de dışımızı güzelleştiren, doğanın en büyük mucizesini hayatımızın
her alanında kullanmamız
gerekiyor. İnsan vücudunun
%70’inin sudan oluştuğunu
düşünürsek su bizim için
hayati önem taşıyor.
Muslukları ve sifonları daima bakımlı
tutmalıyız. Bozuk olanlarsa hemen onarılmalı. Çünkü saniyede bir damla akan su,
yılda 3 metreküplük yani 3 tonluk bir tüketime denk geliyor.
Tıraş olurken, ellerimizi yıkarken,
dişlerimizi fırçalarken açık bıraktığımız
musluk, dakikada yaklaşık 15-20 litre suyun boşa akmasına sebep oluyor. Bu durumlarda musluğu ihtiyacımız
olduğu kadar açalım.
Bulaşıkları elde değil makinede yıkamak
gerekiyor. 4 kişilik bir aile, günlük bulaşığını elde yıkarsa, ortalama 84126 litre su
harcanıyor. Oysa bulaşık makinesi aynı
bulaşığı sadece 12 litre su ile yıkıyor. Bu
da bir yılda ortalama 2640 ton su tasarrufu anlamına geliyor.
İçme suyu dışındaki suları birkaç kez kullanmaya çalışabiliriz. Sebze ve meyve yıkadığınız suyla çiçekleri ve
bahçeyi sulayabilir, temizlik yapabiliriz.
Daha kısa duş almaya özen gösterin. 5
dakikalık bir duş sırasında ortalama 60 litre su harcanıyor. 4 kişilik bir ailenin her
bir ferdi duş süresini 1 dakika azaltırsa
yaklaşık 18 ton suyu kurtarır. Duş başlığını, yeni çıkan ve suyu daha iyi püskürten ekonomik duş başlıklarıyla değiştirin.
Böylece suyu daha az açarak daha tazyikli suyla
duş alınabilir.
Otomobilinizi ve balkonlarınızı hortumla yıkamak yerine silerek veya kova ve
sünger kullanarak temizleyebiliriz. Hortumla yıkama, yaklaşık 550 litre su kullanımı demektir.
Kollarınızı soğuk suyla yıkamanız bitkinlik ve stres
halleri için birebirdir.
Klasik sıcak-soğuk su
banyosu, selülitlerinizin azalmasına ve cildinizin diri bir
hale gelmesine yardımcı
olur.
Sabahları yüzü soğuk suyla yıkamak, cildi güçlendirir,
canlandırır ve rahatlatır.
Gün içinde bol bol su tüketin. İçeriden sağlayacağınız nem, cildinizi elastikleştirir.
Kilolu kişiler
daha çok su tüketmeli
Kilolu insanlar daha büyük
bir su ihtiyacı hissederler.
Yağların kullanılmasında suyun özel bir yeri olduğundan
şişmanlar daha çok suya ihtiyaç duyarlar. Kişi, her 1-2 kilo fazlası için 1 bardak daha
su tüketmelidir. Suyun soğuk
olması tercih edilmeli çünkü
soğuk su bedende daha çabuk yayılır ve kana karışır.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
31
MAKRO
röportaj
TEMEL GIDADA MAKROMARKET KALİTESİ
Bir market düşünün… Sırf müşterileri en taze, en lezzetli
ürünleri tüm sene boyunca ilk günkü tadıyla yesin diye pek
çok marketin yapmadığı yatırımlar yapıyor. Peynirin, zeytinin
en iyisini, en doğru zamanda alıp en doğru şartlarda saklıyor.
Ve bunları, size en lezzetli olduğu zamanda alınmış koyun
peynirini, Kars kaşarını, tulum peynirini ve daha pek çok tadı
doğru bir şekilde sunmak için yapıyor. Makromarket farkı da
burada ortaya çıkıyor.
M
akromarket, standart dışı adıyla tabir edilen
mandıra, süt ürünleri,
pastanetatlı, kuruyemiş
gibi ürünlerde yarattığı
farkla göz dolduruyor.
Makromarket’in temel gıda ürünlerinin satınalmasını yapan Makromarket
Temel Gıda Kategorisi Satınalma Müdürü Şükrü Keskin’le kendi kategorisindeki ürünleri ve bu ürünlere Makromarket kalitesini katma sürecini konuştuk. Keskin, kaliteyi uygun fiyata
sattıklarının altını çiziyor ve ekliyor
“Hep aynı kaliteyi sürdürebilmenin
çabası içerisindeyiz”.
Bize kısaca kendinizden bahseder
misiniz?
Perakende sektöründe uzun yıllar boyunca Satınalma Müdürü olarak görev
yaptım. Makromarket’ten önce farklı
bir yerel zincirde 8 yıl tüm ürünlerin
satınalma müdürlüğünü yaptım. Makromarket’te de 8 yıldır standart dışı
dediğimiz temel gıda ürünlerinin
(mandıra, süt ürünleri, sıvı yağ, un,
pastanetatlı, kuruyemiş, balreçel, yumurta, çay, kahve vs) Kategori Satınalma Müdürlüğünü yapıyorum.
32
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Temel gıda kategorisi kapsamında
hangi ürünlerin satınalmasını yapıyorsunuz?
Standart dışı diye tabir edilen, açık
şarküteri, kuruyemiş, tatlı, unlu mamuller, konserve, yağ, çay gibi temel
gıda ürünlerinin satılmasını yapıyorum.
Ürün portföyü oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
Çok yönlü olarak dikkat ettiğimiz hususlar var. Müşteri beklentisine cevap
verirken, bölgesel talepleri de dikkate
alıyoruz. Ancak bölgesel ayrımları çok
fazla yaptığımız da söylenemez. Bunun dışında, standart dışı ürünlerle ilgili, özellikle yine müşterilerin talepleri doğrultusunda, edindiğimiz tecrübemizle beraber, aynı ürünleri tüm
bölgelerde bulunduruyoruz.
Semt ayrımı yapmadan her semtte aynı ürünleri satıyoruz. Kalitemizden taviz vermiyoruz. Biz kaliteyi uygun fiyata sattığımızı düşünüyoruz. Bu anlamda bölgesel olarak çok farklı ürünlere girmiyoruz. Belli bir standardı,
yani Makromarket kalitesini koruyoruz. Artık tüketicimiz Makromarket
kalitesini biliyor. Biz de aynı kaliteyi
sürdürebilmenin çabası içerisindeyiz.
Bir market için merkezi deposunun olması, bugün artık bir zorunluluk. Merkezi deponuzun
olması, temel gıda satınalma yönetiminizi ne yönde etkiliyor?
Temelde bir ürünü ne kadar alırsanız
alın, ürünü reyona düzgün akıtmadığınız sürece başarılı olamazsınız. Yani satın almak değil, ürünü tüketiciye
doğru zamanda göndermek önemli.
Bizim bu konudaki lojistik merkezimiz, Ankara’da birçok yerel markette olmayan bir yapı. Bu da bize büyük avantaj sağlıyor. Bir ürün geldiği
zaman onu ortalama 24 saat içerisinde tüm şubelere indirme imkanı buluyoruz. Bu da bize büyük bir avantaj sağlıyor. Piyasamız çok hızlı ilerliyor, oluşabilecek her türlü aktivitede
temel ürün bulunabilirliğini sağlamış
oluyoruz.
Mutlaka lojistik önemli, bunun dışında bizim lojistiğimiz sadece depolamanın dışında, et entegre gibi, soğuk hava depoları gibi tüm ihtiyaçları da içerisinde barındırıyor. Örnek
verecek olursak; soğuk hava deposu
birçok yerel zincirde yok ve bunu
sağlayabilmek için dışarıdan lojistik
desteği alınıyor. Bu da zaman ve maliyet kaybı yaratabiliyor. Makromar-
ket’te böyle bir durum yok. Biz bu
avantajı güzel kullanıyoruz. Mutlaka
lojistiğin bize kattığı çok şey var. Her
şeyden önemlisi satınalmasını yaptığınız ürünlerin doğru zamanda mağazaya inmesini sağlıyor ki bu da çok
önemli.
Açık şarküteri ürünleri satınalmasını yaptığınızı belirttiniz. Bu
ürünlerin özelliklerinden bize biraz bahseder misiniz?
Koyun peyniri, tulum peyniri, eski
kaşar gibi ürünler, yıl içerisinde devamlı üretimi olan ürünler değil. Koyun sütü yılın belli aylarında 2 ay süre ile olur. Bunu üretici alır; üretimini mevsiminde yapar ve kendi muhafaza eder. Biz bu tarz ürünleri sezonunda alıyoruz ve sezonda aldığımız ürünlerin yıl içerisinde muhafazasını kendi soğuk hava depolarımızda her ürünün saklama koşuluna göre yapıyoruz. Bu ürünlerin saklama
koşuları ayrı ayrı derecelerdedir. Biz
soğuk hava depolarımızı bu özelliğe
göre organize ettik. Bu standardizasyon bize büyük avantajlar sağlıyor. Bir yıl boyunca tüketici aynı damak tadını Makromarket’te bulabiliyor. Bunu sağlayabilmek ciddi bir
MAKRO
röportaj
maliyet ama biz müşteri her geldiğinde peynir çeşitlerimizde farklı bir damak tadı bulsun istemiyoruz. Alıştığı
lezzeti her zaman bulabilsin, istiyoruz.
Bu nedenle maliyetten tasarruf etmiyoruz. Bu durum Makromarket’in kaliteye verdiği önemi ön plana çıkarıyor. Bunu sağlayabilmek de zaten çok
kolay değil. Makromarket müşterisinin alıştığı lezzeti korumak adına
ürünlerini sezonda üreticiden alır ve
belli sürelerde beklemesini sağlayıp,
tüketiciye bir yıl boyunca aynı damak
tadını sunar. Ayrıca peynir, yaşayan bir
ürün. Arzu edilen damak tadını alması
zaman alabiliyor. Bu nedenle peyniri
doğru şekilde muhafaza etmek çok
önemli.
Açık şarküteri aldığınız ürünleri
nasıl seçiyorsunuz? Seçim önemli
mi, nelere dikkat ediyorsunuz?
Biz, üretim izni ve sertifikası olmayan
hiçbir firmayla çalışmıyoruz. Farklı bölgelerde bulunan mağazalarımızda, satınalmasını yapacağımız ürünlerin fiyat
yapısını da ortak bir dilde buluşturup
alımı bu şekilde gerçekleştiriyoruz.
Kuruyemiş kategorisine de siz bakıyorsunuz. Bu kategoride kalite unsurunu neye göre belirliyorsunuz?
Kuruyemişte standart bir kalite yok.
Piyasa şartlarında en üst kalite neyse
onu belirliyoruz ve fiyatı çok ön planda tutmuyoruz. Kuruyemişte fiyatından ziyade kaliteyi ön planda tutuyo-
Makromarket’in 5 mağazasında bulunan fırınlarda,
16 çeşit ekmek üretiliyor.
ruz. Şöyle düşünüyoruz, kuruyemiş
genelde insanların, planlı olarak yaptığı bir alışveriş değil. Keyfe keder diye
geçen bir ürün grubu. Biz de piyasamızda bu işi en iyi yapan firmaları tespit ettik. 78 yıldır aynı tedarikçilerle
çalışıyoruz. Onlar da Makromarket’in
hangi kalitede ürün talep ettiğini bilir
ve buna göre ürün gönderir. Tüm tarımsal ürünler, mevsimsel iklim şartlarına göre değişebiliyor. Biz, sezonun
en iyi ürününü seçiyoruz ve yine uygun fiyatla tüketicimize sunuyoruz.
Makromarket’in unlu mamuller
kategorisi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Şu anda 5 mağazamızda fırınımız var
ve bu fırınlarda normal ekmek ile çeşit ekmek üretimi yapıyoruz. Bunun
dışında unlu mamullerin içerisinde
34
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
pastane grubu, Antep grubu dediğimiz gruplar da var. Tatlılarımızı dışarıdan tedarik ediyoruz. Çalıştığımız tedarikçiler, sadece bizimle çalışan başka hiçbir yerle bağlantısı bulunmayan,
bizim tüm şartlarımızı yerine getiren
ve periyodik olarak yaptığımız kontroller sonucunda bizim standartlarımıza göre üretim yapan firmalar. Yani
kendi yerimiz gibi düşündüğümüz
noktalar. Dolayısıyla tatlı ve pasta üretimini Makromarket kalite standardına uygun yapıp müşterilerimize sunuyoruz.
Peki sizin fırınlarınızda neler üretiliyor?
Fırıncılar Odası’nın verdiği gramajlarda normal ekmekle beraber, çeşit ekmek de üretiyoruz. Bu işi uluslararası
yapan firmalarla ortak çalışma yapıp
MAKRO
röportaj
belli çeşitleri oluşturduk ve tüketicimizin beğenisine sunduk. Şu an 16
çeşit ekmeği kendi fırınlarımızda üretiyoruz. Tabi tüm mağazalarımızda fırınımız yok. 5 mağazamızda fırınımız
mevcut. Açıkçası bu konuda da iyi
şeyler yaptığımızı ve piyasada örnek
teşkil ettiğimizi düşünüyorum. Son
yıllarda tüketicinin alışkanlıkları değişiyor. Bu değişimi
görmek ve buna göre hazırlıklar yapmak gerekiyor.
Artık insanlar beyaz un ile üretilen ürünlerin tüketiminden kaçınıyor. Biz de buna bağlı olarak sağlıklı
ekmek çeşitleri dediğimiz tam buğday, kepekli grubu ve farklı un çeşitleriyle ürettiğimiz ürünlerimizi müşterilerimizin beğenisine sunuyoruz.
Satınalma süreçlerinizin nasıl yürüdüğünden bahsedebilir misiniz?
Benim grubumda yufka ve süt ürünleri gibi günlük ürünler de var. Bunların
satınalması her gün ve hatta gün içerisinde saatle bile yürüyebiliyor. Yani
benim kategorimin diğer gruplardan
bu farklılığı var. Her gün alıyorsunuz,
sıcak satış yapıyorsunuz. Bunun dışında haftada bir gün, iki gün şeklinde periyodik görüşme yaptığınız firmalar da
var. Mağaza ayağında her malın teslim
edildiğini düşünürsek, satınalma için
haftada bir gün ya da ayda üç gün, beş
gün demek çok doğru değil bence.
Her gün, her saat satınalma yapabiliyorum.
Rekabeti bu ürünlerde nasıl sağlıyorsunuz? Hem kaliteyi hem de
uygun fiyatı nasıl koruyorsunuz ya
da ikisi birlikte olur mu?
Markalı ürünlerdeki rekabette, fiyat
çok ön plana çıkar. Siz markaya, fiyat
ve bulunurluğunun dışında çok şey katamazsınız. Ama bunun dışındaki standart dışı ürünlerde, kalite farklılığı vardır. Yani kaliteye göre fiyat vardır. Burada tüketiciye, kalitenin de ön planda
36
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
olması gerektiğini, zaman zaman yaptığımız çalışmalarla gösteriyoruz. Biz,
kaliteyle rekabete varız. Standart dışı
ürünlerde, rekabetten yana hiçbir çekincemiz yok. Tüketicimiz de bundan
oldukça memnun. Mutlaka, zaman zaman bazı eleştiriler olacaktır. Bu da
sektörümüzün doğal durumu. Biz de
bu eleştirileri göz önüne alarak ürünlerdeki kalitemizi daha ileriye götürme adına çalışmalar yapıyoruz. Makromarket olarak kaliteyi uygun fiyata
satıyoruz.
Sizinle aynı hizmeti veren birçok
grup var. Bu konuda, bu anlamda
yaşadığınız sorunlar nedir?
Makromarket kurumsal anlamda çok
yol kat etti ve etmeye de devam ediyor. Bizim tüm alımlarımız, tüm çıkışlarımız resmi. Kalitemizle, müşteriye
verdiğimiz önemle, hijyenik koşullarımızla, rakiplerimizin bir adım önünde
olduğumuzu düşünüyorum. Şu an Ankara piyasasını söyleyecek olursak işletmemiz, gıda sektöründe ön planda.
Pazar payında lider diye ifade edilecek
bir yapıda. Lider olmak çok kolay değil. Bulunduğumuz yeri muhafaza etmek ve aynı zamanda şartlarımızı daha iyiye götürmek için, çok daha fazla
çalışmalıyız. Ekip olarak bunun gayreti içerisindeyiz. Fakat siz gayret gösterip çıtayı yükselttikçe diğerlerinin de
size en azından yaklaşmak amacıyla iş
yapması gerekiyor. Maalesef piyasamızda bu yok. Ama yine de ben rekabet yönüyle Makromarket’in ileride
Ankara piyasasında, hatta Türkiye piyasasında söz sahibi olacağına inanıyorum.
Makromarket, Ankara’da uzun yıllardır hizmet veren, devamlı büyüyen bir
işletme ve bugün tüketici tarafından
kabul görüyor. Artık her şey fiyat değil. Yapılan araştırmalar da bunu gösteriyor. Biz Makromarket olarak kazanma adına, koyduğumuz kuralları
hiçbir zaman çiğnemedik ve çiğnemeyiz. Dolayısıyla da rekabet artık sadece fiyatla değil, kaliteli hizmetle de yapılıyor.
MAKRO
S
güncel
on zamanlarda dünyanın her tarafında felaket senaryoları anlatılır oldu, çünkü dünya değişiyor ve değişen dünyada pek çok yaşamsal sorunla karşı karşıyayız. Doğal
kaynakları hoyratça tükettiğimiz için hastalıklar, yoksulluk, açlık ve kuraklık her geçen gün artıyor. Felaket tellalı değiliz elbette, ama şunu da söylemeliyiz ki, artık dünyaya sadece
kendi penceremizden bakmama zamanı geldi de geçiyor bile.
Doğal kaynaklar hızla tükeniyor, küresel ısınma ciddi tehditlerle kapımızı çalıyor, ekonomik hırslar nedeniyle savaşlar artıyor.
Biz de böyle bir dünyaya vicdanıyla bakan, TEMA Vakfı’nın kurucularından Hayrettin Karaca ile bir söyleşi yaptık.
Uzun süren söyleşimizin kısa notlarını sizlerle
paylaşıyoruz. “Toprak Dede”ye göre dünyayı
ancak ortak bir vicdana erişirsek kurtarabiliriz.
Toplum bilinçlenmeli!
Amerika’da başkan yardımcılığı da
yapmış olan Al Gore’un müthiş bir kitabı var: “Küresel Denge, Ekoloji ve
İnsan Ruhu”. Çevre sorunlarını bundan daha iyi anlatan çok az kitap var.
Bu kitapta Al Gore, baba Bush’u suçluyor. Diyor ki, “biz çok büyük bir
şansı kaybettik. Pek çok ülkeye örnek
olacaktık. Dünya barışının temelini
atacaktık. Biyolojik istilaya karşı hazırlanmış bir biyolojik çeşitlilik anlaşması
imzalayacaktı ancak onu imzalamadan
BAŞKA BİR DÜNYA OLUŞTURMAK İÇİN
BİLGİ SAHİBİ YURTTAŞLAR GEREKİYOR
Yeni bir tüketim ahlakı
Bizler yaşamlarımızı sürdürebilmek
için tüketmek zorunda olan varlıklarız. Açlığımızın giderilmesi, ısınma ve
barınma en temel ihtiyaçlarımız. Bunları elde etmek için dünyanın bize cömertçe sunduğu doğal kaynaklardan
yararlanırız. Ancak, her ne kadar bu
kaynaklar “sınırsız” olarak kabul edilse
de, biz çevreciler aşırı tüketim sonucu
bunların giderek insan yaşamını tehdit
eder noktaya ulaştığını gözlemliyoruz.
Yerküremiz bugün insanoğlunun doymak ve tükenmek bilmez ihtirası sayesinde pek çok yaşamsal sorunla
karşı karşıya. Bu sorunlar yumağı, küresel ısınmadan başlayarak, iklim değişikliği, doğal gen kaynaklarının yok olması, toprak aşımı, su kaynaklarının
38
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
kuruması, ozon tabakasının tahribine
kadar uzayıp gider. Doğal kaynaklar
üzerindeki bu baskının insan hayatına
yansıması ise, soluduğumuz havadan tutun da, aldığımız
gıdaya kadar tüm yaşantımızı giderek
daha anlamlı bir
şekilde etkiliyor.
Günümüzde bu
etkilerin sonuçlarını açlık, kuraklık,
yoksulluk, hastalık ve hatta savaş gibi bedellerle
ödemek zorunda
kalıyoruz.
gitti.” Al Gore, Bush’u eleştiriyor ve
insanlara çareler sunuyor. “Çözüm
anahtarı yine toplumun dünya çevresinin karşısındaki tehdidinin ne kadar
ciddi olduğu konusunda bilinçlenmesinde yatmaktadır. Günümüzde statükodan çıkar sağlayanlar, anlamlı
tüm değişiklikleri bastırma-
MAKRO
güncel
Karaca Çiftliği’nden
Karaca Arboretum’una
Hayrettin Karaca’nın doğa sevgisi
gençlik yıllarında başladı. Konforlu
evinden ayrılıp, çevre köylere gider
ve hasat zamanı köylüye yardım
ederdi. “Mısır soyar, harmanda döven kullanır, tarla bekçiliği yapardım; bilabedel” diyerek anılarını dile getirir.
Karaca Arboretum’u kurma fikri
1980 yılında çalışma hayatını noktalayıp, özlemiş olduğu doğal yaşama
dönüşümle başladı. Yalova’da bulunan 135 dönümlük Karaca Çiftliği’nin eski elma ve armut bahçeleri
yavaş yavaş yerini Karaca Arboretum’a bıraktı.
Böylece ellili yaşlarında, Türkiye’nin
ilk özel arboretumunu kurdu. Yurtiçi ve yurtdışında gezdiği her yerden
tohumlar topladı, botanik bahçelerini gezdi, bağlantılar kurdu. Bugün
Yalova’daki Karaca Arboretum,
dünyanın her yerindeki botanikçiler
tarafından bilinmektedir. Yılda iki
kez yayımlanan “Arboretum Magazin” bilimadamlarının araştırma ve
görüşlerinin yayımlandığı bir forumdur. 14 bin türü barındıran arboretum, aynı zamanda ülkenin tehlikedeki türleri için bir gen koruma
merkezidir. Hanoover Üniversitesi’nden Ekoloji profesörü Franz H.
Meyer Hayrettin Karaca’dan “Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar
gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım” diye bahsediyor.
40
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
ya çalışmaya devam edeceklerdir, ta ki ekosistem konusunda kaygı duyan yeterince vatandaş sesini yükseltip liderlerini dünyanın dengesini kurtarmaya zorlayana dek.” Yani biz zorlayacağız. Başka çare yok diyor, Al Gore. İşi “birey”e indirgiyor. Gençlerin çok okuması, çok bilgilenmesi lazım. Bugün medya, bilgilenmememiz için herşeyi yapıyor. Çünkü tedbir alırsınız, çare ararsınız. Bunu engellemek zorunda. Al Gore bunlara ekliyor: “Bugün de dünyanın büyük bir kısmı başka taraflara bakmakta, endüstri uygarlığının doğaya acımasız saldırısını
görmezden gelmektedir. Dünyanın her yanında ise o tanıdık cesaret ve vicdan
alarmları çalmaya başlamıştır. Bu yeni canavarın karşısına cesaretle dikilen yeni
direnişçiler türemişlerdir. Bunlar ormanları ve denizleri, atmosferi ve tatlı suları,
rüzgarı, yağmurları ve yaşamın zengin çeşitliliğini kemiren gücün acımasızlığının
farkına varan kadın ve erkeklerdir. Baskı güçleri her zaman sessiz ortaklara, yalnızca kendi güçlerini pekiştirme peşindeki liderlere ve kuruluşlara ses çıkarmadan boyun eğen büyük insan kitlelerine dayanmışlardır. Özgür dünyada ise çoğu
zaman insanı ürküten iktidar güçlerine baş kaldıranlara çok şey borçludur. Kanımca çevre yıkımı karşısında suskun kalmayı reddeden insanlara daha şimdiden
çok şey borçluyuz.”
Ben artık tüketmiyorum
Ben artık tüketemiyorum çünkü hakkım yok. Param var ama hakkım yok. Bütün mesele burada. Bu vicdana erişmekte yatıyor bütün mesele. Ortaklarıma,
bana hayat verenlere pay ayırmak zorundayım. Bunun adına da “yeni paylaşım
sistemi” diyorum. Kim bu bana hayat verenler? Hayvanlar ve bitkiler. Onlar bana hayat veriyorlar. Müşterek yaşıyoruz. Onlar yoksa ben yokum. O halde onları yaşatmak zorundayım. Onları yaşatmak için de, har gür tüketmemem lazım.
Ormanlar tükendi, sular kirlendi. Küresel ısınma, kimyasal kirlilik...
Benim düşüncemin temeli bu: “Yeni paylaşma düzeni”. Ben, beni yaşatanlara
pay ayırmak zorundayım. Bu benim yaşama biçimim. Yeni paylaşma düzenim.
Gerçek ihtiyaçlarımızı belirleyip, tüketim alışkanlıklarımızı bu çerçevede yeniden
gözden geçirmeliyiz. Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak adına, bilinçli birer tüketici olmamız gerekiyor.
Dilimde, kültürümde ve ekonomimde bağımsız olacağım
İşin ekonomi dışında bir de kültür boyutu var. Ben dilimde, kültürümde ve
ekonomimde bağımsız olacağım. Bu
üç olgu, benim için çok önemli: Dil,
kültür ve ekonomi.
Biz eskiden, geleceğimizden çok
emindik. Ve çok mutluyduk. Böyle bir
ülkenin vatandaşı olduğumuz için iftihar ediyorduk. Cihanda sulh demişim,
yurtta sulh demişim ve bunları yapmı-
şım. Bir inanç vardı insanlarda. Ben
Cumhuriyet çocuğu olmanın gururunu yaşıyorum. Kültürden de bahsetmek istiyorum size.
Çocukluğumu hatırlıyorum. Mahalledeki varlıklı 12 varlıklı aileden birinin
çocuğuydum. Harpten sonraki varlık
da ne kadar olur? En azından ayakkabım vardı. Ama yalınayak oyun oynatırlardı bize. Çünkü mahallenin çocukları öyle oynardı. Bu nasıl bir
inançtır, nasıl bir kültürdür? Fakire fukaraya hissettirilmezdi fakirliği.
Olanın olmayana borcu vardı. Komşusu aç yatanın yediği helal değildi. Bizim
halkımızda söz verildi mi, o sözdü ve
bir daha geri dönülmezdi.
MAKRO
kültür
Emin Şenyer:
Karagöz sanatı
yok oluyor
V
azgeçilmez sanatlarımızdan Karagöz sanatı, silinmeye yüz tutmuş
yönüyle daha fazla ilgi bekliyor. Bu sanatı bilmeyen insanların
eline düşen gölge oyunu, birkaç usta sayesinde yaşam savaşı
veriyor. Bu ustalardan biri olan Emin Şenyer, Karagöz sanatında klasik bir yol çizerek geleneğimizi yaşatmaya çalışıyor. Karagöz tasvirlerini kendisi hazırlayan Şenyer, bu sanatın bozulmaması
için elinden gelen çabayı gösteriyor. Eski Karagöz ve Hacivatları yad ettiğimiz şu zamanlarda, hayatımızdaki renkleri daha fazla öldürmemek için Emin Şenyer’e
kulak verelim.
Gölge oyunu ustası
olarak, bu oyunun tarihçesi ve gelişimi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Geleneksel gölge oyunumuz
olan Karagöz’ün nasıl ortaya
çıktığı hakkında farklı görüşler var. Bu görüşlerin
hiçbiri kesinlik kazanamamış ve rivayet olmaktan
öteye gidememiş. Bunların içinde en yaygın
olarak bilineni; Sultan
Orhan devrinde Ulucamii’de
çalışan Hacivat ve Karagöz’ün Sultan tarafından astırıldığı söylentisidir. Bu söylentiye göre demirci ustası olarak çalışan Karagöz ile duvarcı ustası olarak çalışan Hacivat’ın
42
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
şakalaşmalarıyla arkadaşlarının işleri ile ilgilenmesini engellediğinden Sultan Orhan tarafından astırıldığıdır. Fakat bu
konu hakkında herhangi bir
bilgi ya da belge yoktur.
Bilindiği gibi gölge oyunu
eski zamanlarda Asya ülkelerinde ortaya çıkar.
Atalarımız da Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ettiklerinde kültürleriyle gölge
oyununu birleştirirler.
Karagöz oyunlarının ilk
halini ortaya çıkarır, daha sonra geliştirerek
günümüze değin gelmesini sağlarlar. Zira
Orta Anadolu’daki arkeolojik
kazılarda ortaya çıkarılan Hitit duvar
kabartmalarındaki tiplemelerin giyimkuşam ve duruşuna baktığımızda, Karagöz tasvirleri ile bire bir örtüştüğünü görebiliriz.
Tasvirlerinizi kendiniz hazırlıyorsunuz. Hazırladığınız tasvirlerin oyuna uygunluğunu nasıl
ayarlıyorsunuz?
Tasvirleri yaparken klasik tiplemeleri bozmamaya özen göstermek gerekiyor. Yalnız Karagöz oyunları doğaçlamaya yöneliktir. Elbette ki güncel olaylar ya da güncel kişiler de Karagöz oyunları içinde yer alabilir. Bu
yüzden oyun içinde klasik tiplemelerle güncel tiplemeler de kullanılabilir. Tek dikkat edilmesi gereken,
yeni tiplemeleri yaparken klasik yapıya uygun olarak tasarlamak…
Bir Karagöz sanatı aşığı olarak,
günümüzde bu oyuna verilen
önemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden, radyoların ve televizyonların olmadığı dönemlerde, İstanbul’da bir günde 300 Karagöz perdesi kurulurmuş. Bunu yapan sanatçılar, oyunlarında güncel olayları
mizahi bir dille yorumlar ve hiciv
sanatını ustaca kullanırlarmış.
Oyunlardaki bazı mizahi sözler taşlamaya yönelik bulunduğundan sansürden geçirilmesine karar verilmiş.
Bundan dolayı oyun,
yazılı metne bağlı
kalınarak oynatılmış. O tarihten itibaren Karagöz, ‘sade suya
tirit misali’ hiçbir
özelliği olmayan,
sıradan, kaba saba
bir çocuk oyunu
olarak gelenekselleşmiş ve ne yazık
Karagöz
sanatı
doğaçlama
özelliğinden
dolayı canlı bir
yapıya sahip.
Karagöz
perdesinde
izleyicilerin yaş ve
kültür seviyesine
göre güncel
olaylar yer
alabiliyor
ki günümüze kadar böyle gelmiştir.
Ben kendi oyunlarımdan, yazılı metne
bağlı kalınmadan oynatılan oyunların
yediden yetmişe herkesin dikkatini
çektiğini biliyorum. Bu oyunları da
seyredenler büyük bir mutlulukla izliyorlar. Bir de tabii ki Ramazan aylarında bu sanatı suiistimal eden insanlar
ortaya çıkıyor. Bunlar Karagöz hakkında hiçbir eğitimleri olmadığı halde bir
yerlerden bulduğu tasvirlerle Karagöz
oynatmaya çalışıyorlar. Bu insanların
bir yerlerden buldukları sıkıcı, kısa
metni ezberleyerek sunduğu gösteriyi
izleyenler “Amaaan! Karagöz de bu
muymuş?” diyerek, bir daha bu
oyunu seyretmeye gitmiyorlar.
Belediyeler, kurumlar ya da şirketler, Ramazan etkinliklerini
düzenlemesi için organizasyon
şirketlerine veriyor. Bu şirketlerin büyük bölümü ne
yazık ki daha fazla para kazanmak adına hiçbir şey
bilmeyen insanlarla çalışıyorlar. Kaliteli bir sunum yapılmazsa, elbette ki bu sanata verilen önem azalacaktır.
Peki zaman geçtikçe
Hacivat ve Karagöz’e
yüklenen özelliklerin
farklılaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karagöz sanatı doğaçlama
özelliğinden dolayı canlı bir
yapıya sahiptir. Karagöz
perdesinde seyircinin yaş ve
kültür düzeyine göre güncel
olaylar yer alır. Bu açıdan
bakıldığında her oyunda
farklılıkların olması son derece doğal. Asıl doğal olmayan ise Karagöz oyunlarının her zaman aynı olması. Karagöz gerekirse uzaya gider, gerekirse bilgisayar kullanır,
gerekirse futbolcu olur.
Peki globalleşen dünyada silinmeye yüz tutan, bir kültürü
yansıtan sanatlar var mı?
Maalesef dünyanın her tarafında her
an yüzlerce gelenek yok oluyor. Bu
kültürleri korumaya yönelik
UNESCO gibi uluslararası
kuruluşlar var. Ama ne yazık ki bu kuruluşlar da,
bu yok oluşa engel olamıyorlar. Kitle iletişim
araçları o kadar etkili ki,
bu araçlarla herhangi
bir kültürel unsur tüm insanlara dayatılabiliyor. Yoksa
güzelim köftemiz varken kim
hamburger yer;
güzelim lahmacunumuz varken
kim pizza yer.
Sanırım, dünyanın
her yerinde benzer olaylar oluyor.
Dünyanın renkleri kaybolursa hayatımız da daha renksiz hale gelir.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
43
MAKRO
kültür
HACİVAT VE KARAGÖZ MAKROMARKET’TE
M
akromarket, Ramazanın geleneksel eğlencesi Hacivat ve Karagöz’ü Ramazan ayı boyunca müşterileriyle
buluşturuyor. “Hokkabazlar Kukla
Tiyatrosu”nun Karagöz ve Hacivat’ı Ramazan ayı boyunca Makromarket mağazalarını dolaşıyorlar
ve yediden yetmişe tüm Makromarket müşterilerinden yoğun ilgi
görüyorlar.
10 yıldır geleneksel Türk tiyatrosunu izleyicilerle buluşturup unutulmaması için elinden geleni yapan Halit Eker ve Korhan Tuçdan,
yani Karagöz ve Hacivat, aynı zamanda birer UNİMA (Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği)
sanatçısı. Bu sanatı yılın ortalama
250300 gününde icra eden ikili, bu
Ramazan ayında da Makromarket
müşterilerinin Ramazan gecelerini
renklendiriyor.
Makromarket müşterilerinin eğlenceli dakikalar geçirmesini sağlayan Halit Eker ve Korhan Tuçdan,
icra ettikleri sanat ve Makromarket’in yaklaşımını şöyle değerlendiriyorlar:
“Bazı gruplar var ki, sadece maddi
beklentiler çerçevesinde Ramazan
ayını fırsat bilip birçok firmaya biz de
bu işi yapıyoruz diye teklifler sunuyor. Daha sonra ise bu sanatın öyle
kolay olmadığını görünce, ellerine
yüzlerine bulaştırıp firmalarını da zor
duruma düşürüyorlar. Tüm ayrıntılara titizlikle eğilen Makromarket ise
izleyicisine en güzelini sunmak için
gelen teklifleri ince eleyip sık dokuyarak, Ramazan boyunca “Hokkabazlar Kukla Tiyatrosu”yla çalışmaya
karar verdi. Daha ilk gösterimizde
44
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
diğer gruplardan farkımızı ortaya
koyduk ve izleyicilerden gelen
tepkiler de Makromarket’in doğru karar verdiğini gösterdi. Hokkabazlar olarak, Makromarket
müşterilerini, KaragözHacivat,
orta oyunu, meddah, kukla, AşukMaşuk, palyaço show, Uzun
Adam vb. görsel faaliyetlerle eğlendirmek ve eğlendirirken de
onlara bir şeyler öğretmeyi hedefliyoruz. Bu sanatı en güzel şekliyle icra edip seyirciye ulaştırmaya çalışıyoruz.”
MAKRO
röportaj
ZARA
MUZIK
BENIM
HAYATIM
Dinlerken insanı alıp uzaklara götüren, sesindeki o ince
ve duygu dolu tını ile yürekleri fetheden bir isim, Zara.
Mütevazı yaşamıyla da topluma örnek olan ender sanatçılardan... Yaptığımız bu
keyifli söyleşiyle, “önemli
olan sevmek ve bunu insanlarla paylaşmak” diyen Zara’yı daha yakından tanıma fırsatı bulacaksınız.
48
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Sanat hayatınıza nasıl başladınız?
Amatör olarak 7 yaşımdan itibaren
sahne ve albüm çalışmalarım oldu.
1991 ve 1993 yıllarında, Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği Liselerarası Müzik ve Halk Oyunları Yarışması’nda kız
solist olarak iki kere Türkiye Birinciliği kazandım. 1993 yılında İstanbul
Teknik Üniversitesi Türk Musikisi
Devlet Konservatuarı Şan Bölümü’ne
girerek profesyonel müzik yaşantıma
başlamış oldum. Esas amacım hizmet
olduğu için işin neresinde olduğum
değil, ne kadar hizmet verebildiğim
beni ilgilendiriyor.
Müziği çok seviyorum. Bu, hayatta
yaptığımız şeyleri sevmekten de öte
bir duygu. Her gittiğim yerde gerek
müzisyen büyüklerimden, gerekse
dinleyicilerimden duyduğum, “Sen ne
yaparsan yap, biz altına imzamızı atarız” yaklaşımı beni çok sevindiriyor.
Bu benim için çok büyük bir onur ve
yaşam kaynağı. Niçin uğraşıyoruz ki
bu dünyada? Bu duyguları yaşayabilmek, görebilmek ve bu duyguları insanlara verebilmek için değil mi?
Halk müziğinin ardından Türk Sanat Müziği albümü çıkardınız.
Bundan sonra tarzınızda bir değişiklik olacak mı?
Olabilir. Biz, kültür hizmeti diyerek bu
yola koyulduk. Kültürümüzün bir dalı
Türk Halk Müziği, bir diğer dalı da
Türk Sanat Müziği’dir.
Her iki tarzın eğitimini almış biri olarak hem gençlerimize sunumda bulunabilmek, hem de bizleri yetiştiren
çok değerli hocalarımıza vefa gösterebilmek adına bu albümleri hazırladık.
Ülkemi, milletimi, insanları çok seviyorum.
Onlara müzik, sinema, dizi gibi her
alanda bir şeyler verebildiğime inandığım sürece hizmet ederim. Tabi insanlar bana, “Evet sen bu işi yapabiliyorsun” dedikten sonra.
Duygu yüklü bir sesiniz var. Bu
duygunun kaynağı nedir?
Sesimi çok seven insanlar da var, çıldırıp fanatizm boyutuna ulaştıranlar
da… Bunun yanında hiç sevmeyenler
de var ve olacaktır. Ama büyük çoğunluktan duyduğum, “Sizin sesinizde
ne var, bizi yakıyor” yorumu. Bunu
ben de çok düşündüm. Fakat şuna
bağlıyorum: Ben işimde çok samimiyim. Gerek Türk Halk Müziği, gerek
Türk Sanat Müziği icra ettiğim eserlerin halkımıza ait yaşanmışlıkları var,
yani ısmarlama değil. Hissedilmiş ve
samimiyetle hissedilerek aktarılmaya
çalışılıyor. Orada ben bir aracıyım. Aslında sizi yakan o eserler ve sözleri.
Ben samimiyetle orada olduğum için
öyle geliyor.
Sizinle burada 45 saat sohbet edebilirim. Ama 45 saatte anlatamayacağım
sözleri Aşık Veysel’in birkaç mısrasında buluyoruz.
Bu onların büyüklüğü, benim sesim
değil. İdrak edebildiğim, kavrayabildiğim, anladığım kadarını samimiyetle
yorumluyorum. Ses bana ait değil, o
bir emanet. Sabah kalktınız ve sesiniz
yok, kime faturayı çıkaracaksınız? Sadece ses değil, hareketler, duygular,
kaşımız, gözümüz...
Ülkemi, milletimi,
insanları çok seviyorum.
Onlara müzik, sinema, dizi
gibi her alanda bir şeyler
verebildiğime inandığım
sürece hizmet ederim.
Tabi insanlar bana,
“Evet sen bu işi
yapabiliyorsun”
dedikten sonra
Karakterinizi, yaşam tarzınızı tanımlar mısınız?
Günah işlemeyen bir tek peygamberlerdir, biliyoruz. Ama ben günahlarımdan, hatalarımdan ders almaya, bunları en aza indirmeye çalışan, dışarıyla
kavga etme yerine içimde kavga eden,
kendi nefsiyle boğuşan bir insan olmaya çalışıyorum. Yani bu milletin, toplumun, annemin, babamın, kardeşimin,
çalıştığım arkadaşlarımın, en önemlisi
hakkın razı olduğu bir birey olmaya
çalışıyorum.
Kendinizi görmek istediğiniz yerde misiniz?
Ben bir yer istemiyorum. İbrahim Erkal’ın bir kaseti vardı, “Gönlünüze Talibim” adında… Bu söz benim hayatımın
felsefesi. Ben ülkesine, milletine, tarihine, fikrine, halkına hayran bir insan olarak onlara hizmet edebilme aşkıyla doluyum. Her gittiğim yerde insanların
önümde diz çökmesini, herkesin benden bahsetmesini isteyen biri değilim.
Tabi ki bunlar bir meziyet değil, olması
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
49
MAKRO
röportaj
rum ve her zaman da onların yanındayım. Bir topluma bakıp, o toplumun
kadınının ve annesinin yerini görebilirsiniz. Çünkü o toplumu yetiştiren de
bir annedir. Bu yüzden o annenin herşeyi çok iyi bilmesi, her konuya hakim
olabilmesi, çocuğuyla sağlam diyaloglar kurması gerekiyor. Henüz kendini
ifade edemeyen kadınlarımız var. Bu
onların suçu ve günahı değil. Televizyonlarda, maalesef çocuğu kız diye ısrarla okula göndermeyenleri görüyoruz. Tam tersi, kız olduğu için önce
onun okula gitmesi gerekir. Çünkü o
önce dünyayı tanıyacak, sonra da çocuğunu yetiştirecek.
gereken bu. Hiç kimsenin terbiye edemediğini, zaman terbiye eder.
Sizce yaşadığımız hayatın anlamı
nedir?
Öğrenmek. Ben hep şu soruyla hayatını irdeleyen bir insanım; “Bu hayata
niye geliyoruz”. Çok kitaplar okudum,
çok insanlarla konuştum. Edep, bu
dünyada yaratılmış, var olan, hacim
tutan her ne varsa ona saygı duymaktır. Büyüklerimiz bizi yetiştirirken,
“yeryüzünde ne varsa, bir ruhu vardır
ve canlıdır” derlerdi. Tek başımıza olduğumuzu farz edelim; insan, canlı,
eşya yok! Bütün dünya sizin olsun, neye yarar? Önemli olan sevmek, paylaşmak…
Kıyafetlerinizi nasıl seçiyorsunuz?
Yönlendirildiğim zamanlar oldu. Sevgili Koray Kasap ve modacı arkadaşlar,
bende var olanı, beni tanımadan yakıştırdılar. O fularları, eşarpları ben
üniversite öğrencisiyken de kullanıyordum. Kendime ait bir tarzım ve sitilim var. Anadolu’yu ve modernliği
çok seviyorum. İkisini biraraya getirdiğim zaman Zara oluyor.
Bir topluma bakıp,
o toplumun kadınının ve
annesinin yerini
görebilirsiniz. Çünkü o
toplumu yetiştiren de bir
annedir. Bu yüzden o
annenin herşeyi çok iyi
bilmesi, her konuya hakim
olabilmesi, çocuğuyla
sağlam diyaloglar kurması
gerekiyor
50
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Kadınlara önerileriniz var mı?
Buradan tüm hanımlara sesleniyorum.
Lütfen yemeklerinizi asla ve asla atmayın. Ben evde yemek kaldıysa ertesi gün yaptığım yemeğin içine koyuyorum. Her ne olursa olsun, isterse
çok alakasız olsun, koyuyorum ve bir
lezzet veriyor. Bunu ben, o nimetin
bana teşekkürü olarak nitelendiriyorum. Bu dünyada yediğimiz içtiğimiz
her şeyin büyük kıymeti var. Binlerce
aç Afrikalı’ya şahidiz. Bir tas çorbayı
bile atarken, o aç çocukların gözyaşları aklınıza gelirse atamazsınız.
Kadının toplumdaki yeri hakkında
neler söylemek istersiniz?
Kadınlarımızın eğitimi şart. Bazı belediyelerimiz bu anlamda çok duyarlı
davranıyorlar. Onları şevkle alkışlıyo-
Bir tüketici olarak şikayetleriniz
nelerdir?
Ben, yaptığım iş ne olursa olsun prensipliyimdir. Sonuna kadar da takip
ederim. Alışverişten sonra da faturamı
mutlaka alırım. Bir ürünün üzerine
defalarca etiket konulması, çalıntı mal
olabilmesi, faturasız çalışılması, en
muzdarip olduğum konular. Asık suratla yapılan alışverişi saymadım, dikkat ederseniz.
Son zamanlarda sıkça karşımıza
çıkan kalite, hijyen ve gıda güvenliği konusunda neler söylemek istersiniz?
Biz de ne yapacağımızı şaşırdık. Bir sabah sütün faydalarıyla uyanıyorum; ertesi sabah aksi haberler yayımlanıyor.
Besin alışverişinde imal ve son kullanma tarihine çok dikkat ediyorum.
Yaklaşan Ramazan ayı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Heyecan ve özlemle beklenen mübarek Ramazan ayının tüm insanlar için
barış, sağlık, mutluluk, birlik ve bereket getirmesini temenni ediyorum.
Her şeye kadir olan yüce Allah, bizleri doğru yoldan ve sevdiklerimizden
ayırmasın.
Demek gidiyorsun Sueda!
B
ir sabah ansızın doğduğun hayatımın tam orta yerinden tarifsiz ağrılarımı yetim bırakarak
gidiyorsun. Şehrin kaldırımlarıyla dertleşemeyen yığınlara
inat, caddeleri uyandırıyorum
sabaha karşı. Ben hangi şehri
sevdiysem, gözyaşlarını hüzün bulutlarıyla
yüreğime bıraktı. Edebiyatın karın doyurmadığı doğru, bitimsiz gecelerde bolca çay
içiriyor, tütüne ihanet etmemek gerekir,
dumanının her zerresinde senin hasretini
iliklerime nakşediyor. Bıraktığın şehrin perişanlıklarıyla uğraşmaktan bitkin düşen bir
savaşçıdan geriye kalan bu sözleri yatağıma serpiştiriyorum. Duvarlarda resimlerinin yansıması, derdimin dermanı oluyor.
Ah Sueda, denize kızmamalısın, baktığında
sevgimin büyüklüğünü anımsattığı için sana. Martıların suçu yok söylemelisin onlara, vefasızlığımı hatırlatmasınlar sana. Vapurlar beni sormuş olmalılar, sahi Sueda
ne söyledin onlara? Güzel gözlerindeki hayata adıyorum, geride kalan hatıraların bıraktıklarını… Söyleyemeden içinde biriktirdiğin anlamlar yumağını bir sır gibi saklayarak gidiyorsun. Sabahları güneş bir başka şehirde aydınlatacak pencereni, geceleri gökyüzü hasreti çağıracak sisler arasından. Belki ağlayacaksın pencerelerin ardından. Sana aşık olanlar umudunu yarınlara bağlayacaklar. Sen aşık olacaksın, belki
de sonrasında buruk bir anı olarak hatırlayacaksın beni. Sonbahar yağmurları şehri
bunalttığı vakitlerde aklına gelirsem bir
ikindi sonrası, bir çiçek al, bir çocuğa ver.
O çocuğun buruk sevinci beni yaşatsın minarelerden süzülen, saba makamı akşamüstü ezanlarında. Şimdi kendime sorsam, bir muhayyer kürdi şarkının içinden
çıkarak gülümsemenden korkuyorum.
Gözlerindeki hüzzam canlanarak hüzne
boğacak diye ürperiyorum. Oysa sen tarife sığmayan bir melodinin sevinç dolu notalarını canlandırmalısın, yaşama inat bir
neşeyle. Sana şiirler çiziktirdiğimi bilme-
52
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Y
U
N
melisin, Sueda. Adı olmamalı bu sevdanın.
Kaf Dağı’nın ardındaki bir vadiyi andırmalı
bakışın. Sen bir şehri yaşatmalısın içimde,
gurbet gecelerime inat.
Şimdilerde ben Sueda, hayata karşı
bütün kepenklerimi indiriyorum. Yüzüm
soluklaşıyor, bütün mavilerimi siyahlar bürüyor. Uçurtmam tellere takıldığında yüreğim kanıyor ve tutunduğum bütün yumaklar birer birer taşlaşıyor. Bilirsin Sueda, ben incindiğimde kabuğumu zorluyorum, ceplerimde çocukluğumdan bu yana
sakladığım bütün umutlarımı yağmurlara
bırakıyorum. Şehir, taşıyamayacağım kadar ağır yüklerle üzerime geliyor ardından.
Ben incinirsem, bilirsin susarım, sabır taşlarına inat. Kendi yalnızlığımda boğarım
kendimi.
Ve ben incindim Sueda. Güneş ısıtsa
da bu kenti, ben hala iliklerime kadar üşüyorum ve düşen her kar tanesi içime işliyor artık. Kaldırımlar soluk alış verişlerimi
dinlemekten öteye geçemiyor. Şarkılar içli
nağmelerini göğsümün tam ortasında bir
yerlere boşaltıyorlar. Gemiler umudu
uzaklara, haritada belli olmayan adalara
götürüyorlar, gözlerimi şahit tutarak. Güvercinler sabırlı ve ürkek bekleyişlerine
U
S
M
E
Ş
K
U
beni de ortak ediyorlar. Gün batımları
kenti saklıyor benden, ruhumun eriyen
yanlarını akıtmamam için sokaklara. Ve
ben incindim Sueda. Nasıl da mahzun bakıyor, bakışlarımın hüznünü konuk eden
saksı çiçekleri. Gece yoldaş olmaya çağırıyor dostane sıcaklığıyla. Yıldızlara inandıramıyorum, sevgimin mirası şiirlerimin yaşanmışlığını. Ve ben incindim Sueda…
Çölde susuz kalan yolcu gibiyim. Sen zamanı öne sürüyorsun, ben zamanın sadece yolcunun ölümüne şahitlik edebileceğini haykırıyorum, sana inat. Oysa bu hazin
sondan ne su haberdardır, ne de çöl. Sadece yolcu bilmektedir yolun yolcuyu incittiğini. Aslında yol da yolcu da zaman denilen
değirmenin kadere mahpus tecellisini yaşamaktadır, birbirlerinden habersiz. Çöl
engellese de suya ulaşmanın metruk çabalarını suda şahitlik edebileceği kaderin anlamlandıracağı anı beklemektedir, zamanın
tasarrufsuz kollarında… Ve ben incindim
Sueda. Ne çöl ne su ne de yolcu, zafer kazanmayacak bu iklimde. Sueda, sana bir
meczuptan aklıma takılan bir sözü bırakıyorum, katip yüreğimin zabtına geçsin.
“Dağlarda duman var, sen n’eylersin, ben
n’eylerim…”
Bir Garip Çocuk
Nedense gecelerde özlerdim, çocukluğumun
Gülen taraflarını, babamın çatık kaşlarını,
Annemin müsrif gülücüklerinden yansıyan mutluluklarımı.
Ceplerim delikti umudum sonsuz,
Uçurtmam yoktu gökyüzü benimdi.
Bilyelerimi yutmuştu hayallerimin tacirleri,
Geride sadece tüketilmiş bir yaşam kalmıştı bana düşen,
Eskiciler dünyayı eskite dursun.
İçimdeki çocuk hala bir o kadar suskun.
Hayata dair notlar düşmekte yalın, sade ve durgun...
L
MAKRO
psikoloji
Duygularınızın
kumandası sizde mi?
H
ayatın bizi ne zaman, nereye savuracağı pek belli olmuyor. Her an ne yapacağımızı
en ince ayrıntısına kadar planlamaya çalışsak bile bazen bazı şeyler yolunda gitmeyebiliyor. Ancak bunlar da hayatın bir parçası ve hatta güzelliği. Bizi gülümseten durumlar kadar üzenleriyle de karşılaşıyoruz. Önemli olan, bu ruh hallerini olabildiğince az
yarayla atlatabilmek. Olumsuz duyguların esiri olmaktansa olumlu düşünmek, kendini kötü
durumlarda kontrol edebilmek, hayatımızı daha kolay bir hale getirdiği gibi hayattan zevk almamızı da sağlar. Ruhsal iniş çıkışlarınızı kontrol altında tutabildiğiniz sürece, daha kaliteli bir
hayat yaşayacağınızı unutmayın. İşte size günlük hayatta sık sık karşılaştığımız kötü ruh hallerini tamir edebilmek için küçük ipuçları.
Başımıza gelen olaylar
duygularımızı değiştirebiliyor. Ama hayat kalitemizi düşürmemek
için duygularımızın
kontrolünü elimizde
tutmalıyız
54
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Korku
Her canlı varlık, kendini rahatsız eden, tehdit eden
unsurlardan korkar. Korku
hali, bir çeşit savunma
mekanizmasıdır ve canlıların hayatlarını
sürdürebilmeleri için gereklidir. Mesela insanların çok büyük bir kısmı, kendi için bir tehlike kaynağı olabilecek köpekten korkar. Ancak korkuları, “fobi” ya da saplantı haline gelmeden kontrol altına almak gerekiyor. Korku duyduğunuz anlarda duyularınıza odaklanın. Derin derin nefes alın. Heyecanlanmayın ve neden korktuğunuzdan
emin olun. Onun dışındaki hiçbir şeyin o anda sizi daha
fazla korkutmasına izin vermeyin.
MAKRO
psikoloji
Öfke
Aslında öfke, doğru bir dille ifade edildiğinde ve kontrol altına alınabildiğinde sağlıklı ve doğal bir duygu. Ancak
kontrol dışına çıktığı zamanlarda hayat
kalitemizi düşürmesi, kuvvetle muhtemel. Öfkenizi yatıştırmak ve çevrenizdekilere aslında istemediğiniz sözler söylememek için bulunduğunuz
ortamı derhal terk edin. Bağırıp çağırmak istiyorsanız, bunu, yalnız başınıza
ve başka bir ortamda yapın. Olayın
üzerinden en az yarım saat geçmeden
olayların cereyan ettiği ortama girmeyin.
Şok
Yalnızlık
Bizi çok şaşırtan, hatta hayatımızı derinden etkileyecek olaylar karşısında
yaşadığımız duygu, şoktur. Bu durumda, ruhsal durumumuzla beraber, bedenimizde de çeşitli değişiklikler meydana gelebilir. Kan basıncımız tamamen değişebilir. Bu durumda sırt üstü
yatın ve bacaklarınızı havaya dikin. Sakinleşmeye çalışın. Yanınızda birinin
bulunmasını rica edin. Etkiler daha da
büyüyüp baş ağrısı yarattıysa mutlaka
bir doktora başvurun.
Bazen yalnız kalıp kafamızı dinlemek
için yanıp tutuşsak da yalnızlık çoğu
zaman ve çoğu insan için kötü bir duygudur. Bu duygudan kurtulmak için
öncelikle bir hobi edinin ve bu paralel
olarak da bu hobiyle ilgilenen arkadaşlar… Farklı sosyal gruplara dahil olarak yalnızlığınızı giderebilirsiniz. Sizi
her dakika daha çok yalnızlığa gömecek olan televizyondan da bir an önce
kurtulun.
Kıskançlığın varlığı da yokluğu da rahatsız edici. Aşırı kıskançlığın aslında
kendinize olan güveninizin bir çeşit dışa vurumu olduğunu unutmayın. Kıskançlığın esiri olmamaya, onu doğru
dozda tutmaya çalışın. Kıskançlık, insanın hayatta başarılı olması için gerekli bir duygudur ama uygun dozun
ayarlanması durumunda. Özellikle ikili ilişkilerde, bu dozu iyi ayarlayın.
Daha çok mevsim değişikliklerinde
metabolizmamızın düzensizleşmesi
sonucu hissettiğimiz halsizlik, bütün
bir güne yayılıyorsa tehlike çanları çalıyor demektir. Hayatınıza şöyle bir
göz atıp sizi yoran durumlardan uzaklaşmaya çalışın. Yemeklerinizi düzenli
olarak ve sevdiğiniz insanlarla yiyin.
Çalışıyorsanız, yorucu bir iş gününün
sonunda zevk aldığınız bir şeyler yapıp
kendinizi şımartın. Daha erken yatmaya ve kalkmaya çalışın. Doğan güneşi görmek kadar rahatlatıcı bir duygu olmadığını unutmayın.
Kıskançlık
56
Tereddüt
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Halsizlik
Artık karar vermelisiniz! Hayatınızla ilgili çok önemli kararlar verirken tereddüt etmekte haklısınız ama en
azından dakikalarca ne giyeceğinizi düşünmeyin. Size
en uygun olacak yolu tutacağınıza emin olun ve ona
göre hareket edin. Farklı
seçeneklerden size en yakın olanları seçin ve uygulayın. Yanılsanız bile, o sizin kararınız. Doğru yolu, ancak yanlışlar yaparak bulabilirsiniz.
Uykusuzluk
Yatağa yatmak ve uyumak sizin için bir
kabus haline geldiyse bunun için acil
önlemler almanız gerekiyor. Kafanızdaki sorunlar, uyumanıza izin vermeyecek duruma geldiyse ilk önce onlardan kurtulmaya çalışın. Yatağa yatıp da
uyuyamıyorsanız, hemen kalkın ve bir
şeylerle meşgul olun. Kitap okuyun,
dolaplarınızı düzeltin ya da sevdiğiniz
bir filmi tekrar seyredin. Kendinizi
yorgun hissetmeye başladığınızda yatağa geri dönün. Yatarken ışığı kapatmayı ihmal etmeyin. Parlak ışıklar uykunuzu kaçırabilir. Ayrıca alacağınız sıcak bir duş da uyumanıza yardımcı
olabilir.
GIDA
kültürü
SOFRALARIMIZIN MİSTİK TOZLARI
BAHARATLAR
B
aharatların ve şifalı bitkilerin tarihi, insanlığın tarihi kadar eski. İlk kullanıldığı yer olarak,
Uzak Doğu kabul ediliyor ve Antikçağlardan beri dünya pazarlarında yer alıyor. Dünden
bugüne kıymetli ve mistik bir yeri olan baharatlar, yiyecek ve içeceklere, sağlığa, parfümlere, dinsel hayata, büyülere ve törenlere damgasını vurmuş. Eski Yunan, Çin, Sümer,
Asur, Mısır ve Roma’da şifalı ot olarak hastalıkları iyileştirmede baharatların kullanıldığı biliniyor.
Efsanelere bir tutam baharat
Ticaret ağları yoluyla dünyayı dolaşmış ilk ürün olan baharat, binlerce
yıldır efsanelerde ve tarihte adından
sıkça söz ettirmiş. Örneğin, erkek
kardeşi Hz. Yusuf’u sattığı zaman, onu
satın alanlar Arabistan’dan Mısır’a giden baharat tüccarlarıydı. Saba Melikesi, Hz. Süleyman’ı ziyaret edip de
erdemini sınadığında, ona ödül olarak
kraliyet armağanı olan, Arabistan baharatı vermişti. Baharata duyulan istek, Vasco da Gama’nın Afrika’yı dola-
58
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
şan yeni bir deniz yolu açmasını ve bu
olayla hemen hemen eşzamanlı olarak, Kristof Kolomb’un Yeni Dünya’yı
keşfini sağladı.
Baharata verilen önem öylesine
büyüktü ki bu önem, zenginliğe, fetihlere, soykırımlara yol açtı. Asurlular,
Arabistan’ın baharat vergisi uğruna savaşıp öldüler. Cenevizliler ve Venedikliler, Ortaçağ Avrupasında
baharat ticareti için uzun süre mücadele ettiler. Dör-
düncü Haçlı Seferi’ne katılan askerler,
Venedik’in telkiniyle İstanbul’u kuşattı
ve şehrin efsanevi baharat ticaretini
Venedik’in denetimine verdi. Benzer
şekilde, 19. yy’da afyon fiyatlarının
düşmesi sonucu ekonomisi tehdit altında kalan İngiltere, Çin’i Hint Adaları’ndan afyon ithal etmeyi
sürdürmeye ikna etmek amacıyla, Çin’e karşı iki kere
savaş açtı.
Peki nedir baharatı bu kadar vazgeçilmez yapan?
Tıbbın temelinin doğal yollarla, şifalı bitkilerle ve baharatlarla atıldığını
göz önüne aldığımızda baharatın neden bu kadar önem arz ettiğini daha
iyi anlayabiliyoruz. Doğru yerde ve
doğru miktarda kullanıldığında bir çok
hastalığa iyi gelmesinin yanı sıra yemeklere olan katkısını da inkar edemeyiz. Yediğimiz yemekler ne kadar
iyi malzemeyle, ne kadar iyi pişirilirse
pişirilsin, yapılırken baharat kullanılmazsa veya baharatı yerinde kullanıl-
mazsa lezzeti de olmaz. Tarih boyunca baharatın hangisinin, ne zaman, nerede ve ne kadar kullanılması gerektiğini iyi bilen kişiler, en iyi yemek pişiren kişiler olmuşlardır. Bu durum evlerde ve yemek pişen her yerde geçerlidir.
Biz de evimizin en başarılı aşçısı
olmak için işe baharatları tanımakla
başlayalım. Bakalım bu sihirli tozları
nerede kullanırsak, mutfağımızdan
harika kokular yükseltebiliyoruz?
Karabiber: Kuru ve siyah tanelerinin
baharlı ve acı bir tadı vardır. Hemen
hemen her türlü yemekte bütün veya
toz durumda kullanmak mümkündür.
de de kullanılmaktadır. Bitkinin yaprak
ve filizleri de çorba ve salatalara doğranarak yenir.
Kakule: Sıcak iklimlerde yetişen kakulenin tohumları küçük ve beyazımsı
renktedir. İştah açıcı ve mide bozukluklarını giderici özelliği vardır. Bu nedenle hem baharat, hem de ilaç olarak
kullanılır.
Kekik: Etlerde, ızgaralarda, sebzelerde ve
balıklarda kullanılır.
Özellikle çorbalarda
nane gibi kekik de
bol kullanılır.
Safran: Kullanıldığı yemeğe sapsarı bir
renk veren safran, keskin ve hafif
acımsı bir tada sahiptir. Bazı balık ve
deniz mahsulleri yahnilerinde, pilavlarda ve sütlü, pirinçli tatlılarda kullanılır
ve safrandan zerde adı verilen bir tatlı
da yapılır.
Kişniş: Kişniş genellikle şuruplarda ve
likörlerde kullanılmaktadır. Kişniş şekeri pastacılıkta ve bazı et yemeklerin-
Zencefil: Bir bitkinin toprak altında
kalan gövdesinin kurutulmasıyla elde
edilir. Genellikle şerbet, meşrubat ve
likör yapımında kullanılmaktadır.
Miskotu: Kaz, ördek, yılanbalığı gibi
yağlı yiyeceklerde ve yahnilerde kullanılır.
Zerdeçal: Yaprakları sivri uçlu, çiçekleri sarı renkte bir bitkidir. Et, balık,
yumurtalı yemeklere katılır.
Ayrıca kimi zaman safranın yerine de kullanılmaktadır.
Beyaz toz biber: Karabiberin dış kabuğu
alınmış ve öğütülmüş olanıdır.
Karabiberden
daha
keskin
kokuludur ama
tadı karabibere
göre daha hafiftir.
Kimyon: Genel olarak
toz halinde kullanılmaktadır. Türk mutfağında,
köftelerde, bazı et yemeklerinde ve sucuk yapımında kullanılır.
Köri: Kimyon,
biber, zerdeçal,
kişniş, karanfil,
kakule, zencefil,
hintcevizi, demirhindi ve acı kırmızıbiberden oluşan bir baharat
karışımıdır.
Sumak: Toz haline getirilerek kullanılmaktadır. Ekşimsi bir tadı vardır. Kebaplara ve bazı salatalara ekşilik vermek için kullanılır.
Yenibahar: Kullanılan kısmı meyvesidir. İştah açıcı, gaz söktürücü ve kabıza karşı etkilidir. Mutfakta ise etli yemeklerde, köfte, sosis, çeşitli tatlı ve
dolmalarda kullanılır.
Cevzi bevva: Sıcak bölgelerde yetişen bir ağacın yemişidir. Rendelenerek toz haline getirilir ve tavalarda, beşamel soslarda, et, dolma ve sarmalarda kullanılır.
Tarhun: Bazı soslarda, salçalı et yemeklerinde, yumurtalarda ve salatalarda kullanılır.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
59
I
D
L
I
Ç
A
R
A
OKULL
MAKRO
beslenme
?
K
E
C
E
Y
İ
Y
E
N
M
U
ÇOCUĞ
O
kullar açılınca çocukları
ders kaygısıyla birlikte arkadaşlarına kavuşma sevinci sararken anneleri de bir
yemek telaşı alır. Evde oldukları zamanlarda çoğu
zaman oyun oynamaktan yemek yemeye vakit ayırmak istemeyen ufaklıklar, okulda kim bilir nasıl yemek yiyecekler? Her anne çocuğuna okula
gitmeden önce arkadaşlarıyla iyi geçinme öğüdü verdiği kadar, yemeğini
düzgünce yeme öğüdü de verir. Beslenmesine koyduğu yiyecekleri düzenli tüketmesi gerektiği ya da öğlen
okulda verilen yemeği düzgünce yemesi öğütlenen miniklerse, genelde
soluğu kantinin önünde alırlar.
Her annenin korkulu rüyasıdır kantinler.
Çocukların beslenme
alışkanlıkları
Beslenme alışkanlığının evden ve ai-
60
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
leden oluşturulduğunu göz önüne alırsak öncelikle dikkat edilmesi gereken
nokta, çocuğumuzun evde olduğu zamanlarda düzenli sofraya oturtulması
ve öğün atlatılmamasıdır.
Okul çağında bir çocuk için erken
başlayan günün ilk öğünü olan kahval-
tı mutlaka yaptırılmalıdır. Çünkü kahvaltı, çocuklar ve yetişkinler için
günün en önemli öğünlerinden birisidir. Kahvaltı sağlıklı beslenmenin ilk ve
en önemli adımıdır. Okul çağındaki
çocukların sağlıklı beslenmesi, okuldaki performanslarını arttırır, başarılı
ve aktif olmalarını sağlar.
Okul çağı çocuklarının
sağlıklı beslenebilmesinin
temel ilkeleri arasında,
besinlerde çeşitliliğin
sağlanması gelir. Bunun
için de çocuğun yemek
seçme alışkanlığı en
aza
indirgenmelidir.
Toplumda inanılan yanlış
yargının tersine; çocuğun
kilolu olması, sağlıklı olduğunu göstermez. Önemli
olan, sağlıklı vücut ağırlığının
korunmasıdır. Örneğin, kilo
yapması için sadece börek ve pasta gibi gıda-
MAKRO
beslenme
Okul çocukları için menü örneği (6-10 yaş için)
KAHVALTI
veya meyve suyu (taze sıkılmış)
1 su bardağı süt (200 ml)
su kadar peynir
1 yumurta veya 1 kibrit kutu
ez, fındık ezmesi (birisi)
2 tatlı kaşığı reçel, bal, pekm
ekmek (meyve suyu yoksa)
5-6 adet zeytin 2 ince dilim
KUŞLUK
3-4 kuru kayısı
1 orta boy taze meyve veya
ÖĞLE
1 porsiyon makarna
1 kase yoğurt veya cacık
e) zeytinyağlı sebze yemeği
4-5 yemek kaşığı (1 kepç
İKİNDİ
bir dilim kek veya 1 kase dondurma
1 küçük peynirli sandviç veya
AKŞAM
yayla, sebze, tarhana...)
1 kase çorba (mercimek,
ızgara balık
1 porsiyon sebzeli tavuk veya
1-2 ince dilim ekmek
Az yağlı salata
YEMEKTEN SONRA
1 avuç fındık, ceviz
1 orta boy meyve
larla beslenen çocuklarda hem ileriki
yaşlarda meydana gelebilecek obezite
sorununa temel hazırlanmış olur hem
de beslenmedeki yağ ve şeker dengesi korunamaz.
Yine bilinenin aksine, yağ ve şeker
dengesi sadece ilerleyen yaşlara has
bir durum değildir. Çocukların da kalp
ve damar sağlığının korunması açısından yağı ve şekeri dengeli tüketmeleri gerekir. Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocuk yaşlardan itibaren oluşturulmasının ilerleyen yaşlardaki faydası
göz önüne alındığında, bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. Nişastalı karbonhidratların ve lif bakı-
62
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
mından zengin besinlerin bol tüketilmesi de çocuklarda sağlıklı beslenmenin temel ayaklarından birisi olarak biliniyor. Lifli gıda alışkanlığı, çocuklarda
ileriki yaşlarda oluşabilecek mide ve
bağırsak sorunlarını en aza indiriyor
ve kilo problemini azaltıyor.
Bedensel ve zihinsel
gelişim için vitamin
Okul döneminde hem bedensel hem
de fiziksel anlamda enerji harcayan
çocukların yeterli düzeyde vitamin ve
mineral alması da gerekiyor. Yeterli
düzeyde alınan vitamin ve mineraller,
çocuğunuzun bağışıklık sistemini güç-
lendiriyor ve daha az hasta olmasını
sağlıyor. Okul döneminde çocuklar,
yavaş ancak sürekli bir büyüme gösterirler. Büyümenin devamlılığı için, alınması gereken günlük enerji ve besin
öğelerinin de yeterli olması gerekiyor.
Bunun için çok özel bir beslenme
programına gereksinim yok. Evde pişen tüm yemekler çocuğumuz için uygundur ancak anne babadan farklı olarak, tüketmeleri gereken miktar farklıdır. Olumlu beslenme alışkanlıklarının bu dönemde geliştirilmesi çok
önemli olduğundan mutlaka düzenli
olarak 3 ara öğün ve 3 ana öğünde
beslenmelerini sağlamak gerekli.
yaşam
ZAMANINIZI DOĞRU KULLANIN
MAKRO
G
Günlük yaşam gereklerini yerine getirirken, kendimize
ayırdığımız özel zamanları
çoğu zaman erteleriz. Bu durum stresli günleri beraberinde getirirken, ilerleyen zamanlarda da
depresyonun habercisi oluyor. Zamanımızın avucumuzdan kayıp gitmesini
engellemek ‘zaman yönetimi’ ile
mümkün olabiliyor. Öncelikle zamanınızı nasıl geçireceğinizi belirleyerek
yapmanız gereken işlerin planını yapın. Programlı yaşamak, kendinize daha çok vakit ayırmamızı sağlayıp, mutlu ve stressiz günleri de beraberinde
getiriyor. Zaman yönetiminde öncelikli olarak, akıp giden zamanlarımızı
nasıl kaybettiğimizin bilincinde olmak
gerekiyor. İşte zamanımızı doğru
kullanmamızı engelleyen
ruh halleri:
‘Mükemmeliyetçi’
olarak zamanı
engellemeyin
Herkes mükemmeli
başarmak ister. Yalnız, mükemmel bir
zaman planlayıcı
olarak her şeyin kusursuzluğuna dikkat etmek, düş kırıklığını da peşinden getiriyor. Hedefleri belirlerken
esnek olmak ve
olası aksilikleri göz
önünde bulundurmak, yaşamdaki
kazanımları çoğaltıyor.
Yapmak istediklerinizi ertelemeyin
Yapmamız gereken
zorunlu koşulları
yerine getirirken,
64
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
bireysel olan istekleri erteleme davranışı içerisine giriyoruz. Bu durum, zamanı planlama ve başarı karşısında en
büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Erteleme alışkanlığından
vazgeçmek için öncelikle ‘ertelenen
işler listesi’ hazırlamak, yoğun bir
strese karşı korunaklı olmayı sağlıyor.
Kendinize aşırı güvenmeyin
Kendine güven, iyi ve yararlı bir özelliktir ama fazlası boş verdiciliğe yol açıyor.
‘Bunların hepsini aklımda tutabilirim’ ya
da ‘herkes bu işi 3 saatte bitiriyor, nasıl
olsa ben 1 saatte bitiririm’ diyerek kendinize bu kadar güvenmeyin. Kendine
duyulan güvenden dolayı programlı yaşamamak, düzensiz ve başarısız bir yaşamla karşı karşıya bırakıyor.
‘Hayır’ demeyi bilin
Artık başkalarının istekleri doğrultusunda yaşamaktan vazgeçin. Biraz da
kendi isteklerinizi önemseyin. ‘Hayır’
diyememeniz, yapmak istediklerinizi
erteleyeceği gibi, karşınızdaki insana
öfke biriktirmenize de sebep olacaktır.
Hayatı hafife almayın
Olaylara karşı kaderci yaklaşım, hayatı hafife almaya yol açarken, düş kırıklıklarını da beraberinde getiriyor. Bazı
işler için ‘ne de olsa elinde sonunda
kendiliğinden olacak’ deyip geçmeyin.
Çaba sarf etmemek, başarısızlığı peşinden getiriyor.
Önyargılı olmayın
‘Bu teknikler benim işime yaramaz’,
‘bu toplumda organize olmak mümkün değil’, ‘bu kadar organize olmak
çok ürkütücü’ gibi kanaatlere kapılmayın. Programlı yaşamanın bilincine
varmak, hayatınıza farklılıklar getirecektir.
MAKRO
röportaj
BAŞARININ SIRRI
AYRINTILARDA
M
akromarket pek çok mağazasında gıda dışı ürünlere
çok geniş alanlar ayırıyor. Ayakkabıdan tekstile, mobilyadan beyaz eşyaya, küçük ev aletlerinden ev tekstiline pek çok ürünün satıldığı Makromarket mağazalarında bu ürünlerin satılması, çok iyi bir altyapı ve organizasyon
sonucu gerçekleştiriliyor. İdris Songör ve eğitimli ekibi sayesinde
kusursuz bir şekilde işleyen bu süreç sayesinde Makromarket
müşterileri kaliteli ve uygun fiyatlı ürünlere ulaşabiliyor. İdris Songör’le, non-food kategorisi, satınalma süreçleri ve ürünleri alırken dikkat ettiği noktalar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Makromarket’in satınalma departmanı hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Ticari olarak kurulmuş olan firmaların
amacı kardır. Firma kar etmelidir ki
maliyet dediğimiz giderleri ödeyebilsin ve yatırımlar yapabilsin. Bu da
metrekare bazında en yüksek ciro ve
maksimum karlılığı sağlayabilmek ve
doğru zamanda, doğru ürünü, doğru
fiyattan almakla başlar. Biz nonfood
kategorisi olarak bu bilinçle, Makromarket şubelerinin gıda dışı ürünlerinin, yani ayakkabı, saraciye, giyim, iç
giyim, ev tekstil, mobilya, züccaciye,
beyaz eşya, elektronik, kırtasiye,
oyuncak, pet shop, hırdavat ve kültür
reyonlarının ürün temini, teşhiri ve
pazarlaması başlıkları altında yönetimimizi gerçekleştiriyoruz.
66
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Satınalma süreçleriniz nasıl yürüyor?
Nonfood kategorisi tarafından yönetilen reyonların kendine özgü
özellikleri vardır. Ayakkabı ve giyimde satınalma çalışmaları altı ay öncesinden başlar. Ürün alımına başlamadan önce sezonun modasını bilmeniz
gerekir. Yaza ayrı, kışa ayrı modeller ve renkler vardır ki rengin
tonu bile çok önemlidir.
Bunun için yurt dışı ve
yurt içi moda defilelerini ve moda dergilerini
çok iyi takip etmeniz
gerekir. Özellikle
çocuklar için çizgi film karakterleri çok
ö n e m l i d i r.
Hangi sezonda hangi karakterin çocuklar tarafından sevileceğini bilmek
size düşer. Çünkü bu ürünleri pazarlayan firmalara göre en önemli karakter
kendi pazarladıkları karakterdir.
Elektronik sektörü çok hızlı gelişen bir
sektördür. Bugün çok yeni olan bir
özellik, yarın eski kalmaktadır. Bundan
dolayı bu reyonların satınalma süreçleri çok kısa aralıklarda yapılmalıdır ki
yeniliklere ayak uydurabilesiniz. Artık
tek bir alet olan cep telefonları, fotoğraf makinesi, mp3, mp4, radyo, hafıza
kartı gibi birçok özelliği kendi içinde
barındırmaktadır ve bu ürünlerin satışı, hızlı bir şekilde bu sektöre kaymaktadır. Bu hıza ayak uydurabilmek, altı
ay sonra hangi teknolojinin piyasaya
sürüleceğini bilmekle sağlanır. Ev
tekstil, mobilya ve züccaciye reyonlarındaki ürünler bir evde uzun süreli
kullanılır. İnsanlar eşyalarını ya eskiyince ya da sıkılınca değiştirirler. Bu reyonlardaki hızlı yenilikler, değiştirme
isteğini daha da hızlı hale getirmektedir. Müşterinin de isteği bu yöndedir.
Markete haftada bir uğrayan müşteri bile reyonlarda
yeni ürünler
görmek istemektedir.
Ürün portföyü oluştururken mağaza yapısı, yeri ve müşteri kitlesi çok
önemlidir. Bir bölgede, hatta bir mağazada vazgeçilmez olan ürün diğer bir mağazada hiçbir önem taşımayabilir.
Nonfood satınalma departmanınız kaç kişiden oluşuyor?
Yukarıda bahsettiğim konuları bir kişinin yapması elbette ki imkansız. İyi
bir ekip olmanız gerekir ve bizim de
iyi bir ekimiz var. Biz bu süreci ben ve
kendi kategorilerinde uzman, işin temelinden kendi yetiştirdiğimiz dört
kişilik bir satınalma ekibi ve üç kişilik
asistan kadrosuyla gerçekleştiriyoruz.
Ürün portföyünüzü oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
Ürün portföyü oluştururken mağaza
yapısı, yeri ve müşteri kitlesi çok
önemlidir. Bir bölgede, hatta bir mağazada vazgeçilmez olan ürün diğer
bir mağazada hiçbir önem taşımayabilmektedir. Burada alan ve ürün yönetimi devreye giriyor. Nasıl ürün
portföyü oluştururken modayı ve
yenilikleri takip ediyorsak, mağazasal
özellikleri de gerek personelimiz
aracılığıyla, gerekse anketler aracılığıyla takip ediyoruz. Zaten başarı, bu
ayrıntılardan geliyor.
Bir market için merkezi deposunun olması bugün artık bir zorunluluk. Merkezi deponuzun
olması, satınalma yönetiminizi
ne yönde etkiliyor?
Konuya gıda kategorisi açısında baktığımızda bu elbette ki bir zorunluluk.
Çünkü yıllardır birçok ürün aynı marka ve aynı özellikle satılmaktadır.
Standart olan bu ürünlerin günlük
olarak rutin sevkiyatları gerçekleşmektedir. Ama nonfood ürünlerinde
sürekli aynı markaları satsanız da ürünün özelliğine göre her sezon, her ay
ya da her hafta reyonlara yeni ve değişik ürünler koymak zorundasınız.
Müşterinin beklentisi bu yöndedir. Bu
açıdan düşünürsek nonfood ürünlerinde depo dezavantajdır. Biz mağazalarımıza günlük sevkiyat yaptığımız
için özellikle mağazalarımızın cep depolarında kesinlikle yedek ürün bulundurmuyoruz. Merkezi depomuzu
ise gelen ürünü düzenleyerek mağazalara göndermede transit alan olarak kullanıyoruz.
. . .
IÇIMIZDEN
sesler
ÇALIŞANL ARININ GÖZÜYLE MAKROMARKET
Makromarket çalışanlarına sorduk: Makromarket sizin için ne ifade ediyor? Makromarket’in en beğendiğiniz tarafı nedir? Makromarket’te başınızdan geçen küçük bir anınızı kısaca anlatır mısınız?
Ç
Gülten Çolak (Kasiyer)
inli bir çiftçi, çiftliğine bamya ekmiş ve çıkmasını beklemeye başlamış. Birinci yıl hiçbir şey çıkmamış, ikinci yıl da görünürlerde bir şey
yokmuş üçüncü ve dördüncü yılda da bir şey yokmuş, fakat beşinci yıl bir mucize olmuş ve bamya toprağı yarıp, yarım metre boy atmış. Bu boy daha da uzamış ve çiftçi çok sevinmiş, emeğinin karşılığını aldığı için. Olay doğru mudur bilemem ama sabretmek önemlidir. Ve Makromarket ailem, çalışmamızın karşılığını almaya devam etmekte. Ailem diyorum çünkü ailem kadar yakın görüyorum.
Müşterilerimizden bir tanesi neden burada olduğumuzu ve çalıştığımızı
sordu. Burada güvenin olduğunu ve bir aile ortamı içinde olduğumuzu ifade ettim. Müşteri de bana bir o kadar güzel bir cevap verdi: Ben de bu
ailenin bir ferdi sayılırım; senelerdir Makromarket’ten alışveriş yaparım ve
senin söylediğin şeyleri ben de bir müşteri olarak hissediyorum. Burası
güven duyulan bir aile ortamı.
Ayfer Güngör (Kasiyer)
Makromarket bana hayat okulu gibi geliyor.
Sabah işe geldiğim zaman 33 kişi beni “günaydın” diye karşılıyor.
Üzücü bir olay ama bir anne, kaybetmiş olduğu kızına benzerliğimi görünce dondu, kaldı. Kendisiyle bir süre konuştuktan sonra sakinleşti. Şimdi sık sık beni ziyaret ediyor ve kızım diye seviyor.
M
Fatma Karakuş (Manav yardımcısı)
akromarket manevi duygularla beraber, ay sonundaki ev kiram,
yediğim yemek, içtiğim su, yani şu an ki ekmek kapım oluyor.
Ben, daha önce çalıştığım yerlerde kandırıldım. Hep benden fedakarlık istediler fakat Makromarket, karşılıklı akitlerin imzalandığı, güven veren bir şirket. Manav reyonumuz seçmece olduğu için müşteriler genelde kendileri seçiyorlar ve bizden ara sıra yardım istiyorlar. Bir
gün bir müşterimiz ürünleri seçiyordu, ben de yaşlı olan bir diğer müşteriye yardım ediyordum. Öbür müşteri “sen daha iyi seçiyorsun, bana da
sen seç” diyerek bütün aldıklarını tekrar boşalttı ve arkasından gelen diğer müşteriler de arka arkaya aynısını talep etti.
68
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Yavuz Kaymazlar (Reyon sorumlusu)
Güveni anımsatıyor. Ben bu şirkete güven duyuyorum.
Bizimle çok ilgileniyorlar.
Ben, yüksek olan bir reyona tabure yardımıyla ürünleri yerleştiriyordum. Tabi bu
arada inip çıkıyordum. Birinin bana ürünleri uzattığını gördüm ve arkadaşlardan biridir diye bakmadan devam ettim. Sonra
bir baktım ki, mağazamıza sürekli gelen
bir müşterimiz. Çok mahcup oldum ve
yapabildiğim tek şey teşekkür etmek oldu. Bugün hala, her geldiğinde, “yardım
edeyim mi” diye sorar.
Mehmet Z. Nazlı (Mağaza yöneticisi)
Yaşadığımız her yeni bir günün insan hayatına yeni bir şeyler kattığını ve öğreneceğimiz ne kadar çok şeyin olduğunu gösteriyor.
Kurumda çalışanların seçilerek kabul
edilmesi ve hepsinin çok güzel özelliklere
sahip olması çok güzel. Aynı zamanda maneviyata çok önem verilmesi, benim en
çok beğendiğim yönü.
Ben 22 yaşındayım ve işletme mezunuyum. Genç yaşta da yönetici olma şansına
erişmiş birisiyim. Çalıştığım kurumun
Makromarket gibi özel bir kurum olması
tabi ayrıca güzel. Buraya sürekli gelen
müşterilerimiz var ve bu müşterilerle zaman içinde samimi oluyoruz. Bundan dolayıdır ki, çeşitli hitap etme şekilleri gelişiyor: Sayın Şefim, Yakışıklı Şefim, Küçük
Müdürüm gibi.
MAKRO
tüketici
Makromarket’in Emek
mağazasından alışveriş
eden 10 Makromarket
müşterisine,
Makromarket
hakkındaki
düşüncelerini
söylemeleri için 3 soru
sorduk. Bu soruları
sorarken en çok
dikkatimizi çeken nokta,
insanların bir solukta
cevap vermeleriydi. Pek
çok kişi, bir anket
yapılırken, zamanım yok
deyip kaçıp gitmek ister
veya cevap verme
taraftarı olmaz. Biz bu
soruları sorarken en
çok hoşumuza giden,
müşterilerimizin hiç
tereddütsüz cevap
vermeleri ve zaman
ayırmalarıydı. Bundan
dolayı, tüm
müşterilerimize
Makromarket adına çok
teşekkür ederiz.
Müşterilerimize
sorduk!
1. Neden
Makromarket’i tercih
ediyorsunuz?
2. Makromarket’i neyle
özdeşleştiriyorsunuz?
3. Makromarket’e,
ufkunu genişletmesi için
herhangi bir öneriniz
var mı?
70
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Hacer Kok (Öğretim üyesi)
Cezmi Tural (B. sorumlusu)
Yakup Dalkılıç (Muhasebeci)
Türkan Candemir (Halkla ilişkiler)
Ahmet Kazan (İşletmeci)
Can Demir Yazgın
Nadire Göktuğ (Modacı)
Gülümser Ovacık
Hakan Aydoğdu
Özgür Günşen (Şoför)
1. Ailece gidebileceğimiz güvenilir bir yer
olduğunu düşündüğüm için.
2. Üründe kalite, personelde kalite, mekanda kalite, yani “kalite” kelimesiyle…
3. Çizginizi bozmamanız yeterli.
1. Temizliği, personeli ve ürün çeşitliliği için.
2. Ulusal zincirlerden daha iyi olduğunu düşünüyorum.
3. Şube sayınızı artırabilirsiniz.
1. Müşteriye değer verdiği için.
2. Ailemle…
3. Bu soruyu sormakla bile ufkunuzu genişletme çabanızı gösteriyorsunuz.
1. İyi hizmet verdiği için.
2. Su ile… Su sıkıntısı çektiğimiz şu günlerde su ne kadar değerliyse Makromarket
de o kadar değerli
3. Ufkunuz zaten geniş, sloganınız gibi.
1. Rahat alışveriş yaptığım için.
2. Hiçbir şeyle özdeştirleşmem; rakip göremiyorum.
3. Müşterilerinize bu tür soruları sık sık sorun ve onların isteklerini, önerilerini, şikayetlerini öğrenin.
1. Öncelikle fiyatları cazip olduğu için.
2. Makromarket’i kıyaslayabileceğim tek
market vardır o da başka bir Makromarket’tir. Rakibi yoktur.
3. Teknolojik ekipmanlarınızı genişletiniz.
1. İlgili olduğunuz için tercih ediyorum.
2. Ben sizden başkasına gitmem.
3. Internet sipariş yöntemiyle sipariş alırsanız seviniriz.
1. Alışkanlık haline geldi burası, bizim için.
2. Makromarket’i kendi iş yerimle özdeşleştiriyorum; o kadar bizden.
3. Dürüstlükten asla vazgeçmeyin.
1. Rahat, ferah, güleryüzlü, temiz ve ucuz
olduğu için.
2. Rakibiniz olduğunu sanmıyorum.
3. Kampanyalarınız çok cazip. Bunlara benzer kampanyalar yapmaya devam ediniz.
1. Evime yakın olduğu için.
2. Hayır, hiçbir şeyle özdeşleştiremiyorum.
3. Neden Makromarket’in kendine ait
ürünleri yok? Makro Süt, Makro Chokella, Makro Yoğurt gibi.
MAKRO
mekan
Ankara’da bir
Laledevri
A
nkara’nın dört bir köşesinde 2001 yılından beri mis gibi dört
tane Lale bulunuyor.
Türk kültürünün önemli simgelerinden biri olan, bir devre adını vermiş zarif lale çiçeğinden adını alan Lale Restaurantlar Zinciri’nde zarafet ve
kalite, üstün hizmetle buluşuyor. Bu kalitenin ve lezzetin
sırrını merak ettik ve Genel
Müdür İsmail Kütük’le bir röportaj gerçekleştirdik. Muhteşem bir kahvaltı sofrasının
eşlik ettiği röportajda, İsmail Kütük bizi, Lale projesinin
başlangıcından şu anda bulundukları duruma kadar pek
çok konuda aydınlattı.
72
Lale Restaurant projesi nasıl ortaya çıktı?
Makromarket Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Songör’le 1997 yılında tanıştıktan sonra kendisinden ve fikirlerinden çok etkilenmiştim. Kendisi her
zaman şunu söylüyordu: “en güzeli,
en iyiyi, en kaliteliyi, en ucuzu ve en iyi
hizmeti nasıl bulurum ve bunu insanların hizmetine nasıl sunarım?” daha
sonraki günlerde bana bir restaurant
projesi olduğunu ve bunu benim idaremde yapmak istediğini dile getirdi.
Böylece yola çıktık. İlk Lale Restaurant 22 Eylül 2001 tarihinde Ostim’de açıldı. Restaurantımızda hizmet veren tüm ekibi profesyonel kişilerden
seçtik.
Bir gün Ostim’de esnaf olan bir arkadaşımız buraya neden bu kadar lüks
bir yer yaptığımızı sordu ve yazık ola-
ABİDİNPAŞA ORKİDE VE PAPATYA DÜĞÜN SALONL ARI
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
cağını söyledi. Ben de “Ostim’e yapılan hiçbir yatırıma yazık gözüyle bakmıyorum. Kaldı ki sizler ve misafirleriniz buna layıksınız” dedim. Bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu görmek şu anda beni ayrıca mutlu ediyor.
Lale Restaurant’ın kaç şubesi var
ve bu şubeler hangi semtlerde?
Ostim, Abidinpaşa, Yüzüncüyıl ve Keçiören’de olmak üzere 4 şubemiz var.
Ayrıca Abidinpaşa şubemiz başta olmak üzere restaurantlarımızda düğün
ve yemek organizasyonları da düzenliyoruz. Bu hizmeti de en iyi şekilde
yerine getirdiğimize inanıyorum.
ABİDİNPAŞA L ALE
YÜZÜNCÜYIL L ALE
OSTİM LALE
OSTİM LALE
Lale Restaurant’ın bu kadar tercih edilen bir yer olmasında şüphesiz ilkelerinizden taviz vermemeniz önemli bir rol oynuyor. Nedir Lale Restaurant’ın ilkeleri?
Biz mükemmeli yakalamak için yeniliklere açık olan bir şirket politikasıyla
kendimizi sürekli geliştiriyoruz. Müşteri memnuniyeti sağlamak, hijyenden
ve temizlikten taviz vermemek, dürüstlük ilkelerinden ve ahlaki değerleri gözetmek bizim en önemli ilkelerimiz. Ayrıca mesleki heyecanımızı yaşam biçimimiz haline getirdiğimiz için,
işimizi çok sevdiğimiz için başarılı oluyoruz.
Sizi farklı kılan da bu ilkeler olmalı…
Evet. Bence bizi diğer restaurantlardan ayıran en önemli özellik, ilkelerimiz. Bu işe hiçbir zaman, geçici gözüyle bakmıyoruz. Belli bir süre yapalım, sonra gittiği yere kadar gitsin demiyoruz. Biz, mükemmeli yakalamak
için, yenilikçi şirket politikasıyla kendimizi devamlı geliştiriyoruz. İkincisi,
müşteri memnuniyetini sağlamak için
elimizden geleni yapıyoruz. Müşterilerle devamlı sohbet ediyoruz, onların
dileklerini alıyoruz.
Hijyen ve temizlikte kesinlikle taviz
vermiyoruz. Bizim tuvaletimize giren
insan sağlık laboratuarına girmiş kadar
temiz buluyor. Böyle bir ilkeyle çalışıyoruz. Ve kesinlikle aldığımız tüm
ürünleri, HACCP üyesi olan firmalardan temin ediyoruz. Tedarikçilerimizi
buna göre seçiyoruz. Et kalitemizde
tamamıyla Makromarket kullanıyoruz. Çünkü Makromarket’in tedarik
ettiği eti biliyoruz. Makromarket’in eti
çok sağlıklı ortamlarda hazırladığını
gözlerimizle gördük. Son derece hassaslar çünkü insan sağlığına son derece önem veriyorlar.
Bir de dürüstlük ilkesinden hiçbir zaman taviz vermiyoruz. Biz, müşterimize iyi ve kaliteli hizmet sunarken, fiyatlarımızı da abartmıyoruz. Çok fazla kazanalım, bu kazandığımız bizim
şirketimize para olarak dönsün diye
bir düşüncemiz yok.
KEÇİÖREN LALE
Başkent halkına sunduğunuz yemek çeşitlerinden bahsedebilir
misiniz?
Restaurantlarımızda ızgara et, pide ve
tava çeşitleri, mevsiminde balık, özel
makarna ve ara sıcak çeşitleri sunuyoruz. Bu çeşitlerin hepsinin usta ellerden
çıktığını hemen fark edersiniz.
Ben Lale’ye gelenlere Lale Çorba, Lale
Spesiyal, Şefin Salatası ve tatlı olarak da
Lale Krep yemelerini öneririm. Özellikle restaurantımıza ilk gelen müşterilerimize bu menüyü öneriyoruz. Çünkü bunlar, Lale’nin özel lezzetleri; başka hiçbir yerde bulunamazlar.
Lale Restaurant’da düzenlenen
düğün ve yemek organizasyonları
hiç aksamadan ve çok lezzetli yemeklerle gerçekleşiyor. Bu kalitenin sırrı nedir?
Abidinpaşa’da restaurantımızın altında
düğün salonlarımız var. Düğün salonlarımızın oturur vaziyette bir tanesi bin kişilik, diğer biri de 600 kişilik. Son dönemde, aşırı talepten dolayı yazın terası
da kullanmaya başladık ki orası da 400
kişilik. Biz altyapımızı çok doğru kurduk.
Mesela bin kişilik ve 600 kişilik salonumuzun tam ortasına 400 metrekare bir
mutfak oturttuk. Bu mutfağın içerisine,
2500 kişiye anında yemek yapabileceğimiz hizmeti koyduk.
Diyelim bin kişi geldi, 600 kişi de diğer
tarafa geldi, o zaman mutfağı tezgahlarıyla birlikte ikiye ayırıyoruz. Bazen
dışarıdan personel alıyoruz ve aldığımız personel de dahil olmak üzere
ekibimiz son derece profesyonel. Bizim, normalde personel sayımız 100.
Yazın bu sayı 180’e çıkıyor. 2005 senesinde yılda 160 düğün yaptık, bir
sene sonra bu sayı 285’e çıktı. Bu sene ise 350 düğüne ulaştık. Diğer restaurantlarımızla birlikte bu sayı 450
oluyor. Kalitenin düşmemesi, altyapıyla ve personel kalitesiyle ilgili. Bu kalitede bir ekip de bizde var.
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
73
MAKRO
güzellik
SAÇLARDAKİ GÜZELLİĞİN SIRRI
H
er kadın saçlarının kusursuz görünmesini ve gün
boyunca şeklini korumasını ister. Özellikle de iş yaşamındaki kadınlar. İşte bu
nedenle de güzellik salonları dolup taşar. Ama çalışan kadınlar
için güzellik salonlarına gitmek bir
hayli zaman aldığından bu büyük bir
probleme dönüşebiliyor. Sizin için de
bu, büyük bir problemse, saçlarıma
şekil vermekte zorlanıyorum diyenlerdenseniz, Taft şekillendiricileri, üstün formülüyle en iddialı saç şekillerinde bile ultra güçlü tutuş sağlıyor ve
saçlarınızın şeklini gün boyunca koruyor. Besleyici özelliği sayesinde de
saçlarınız ışıl ışıl parlıyor.
Saç güzelliğinde dış etkenler de oldukça önemli bir faktör. Güneş ışınlarının yıpratıcı etkisi veya kuvvetli
esen rüzgar nedeniyle gün içinde saç
şeklini korumak oldukça güçleşebiliyor. Taft saç şekillendiricileriyle saçlarınızdaki yıpranmanın önüne geçebilir ve gün boyunca güzelliğinizden
hiçbir şey kaybetmeyebilirsiniz.
Taft Saç Spreyi ile
saçınızda benzersiz esneklik
Taft Sprey, özel Senso-Touch teknolojisi ile 24 saat boyunca kalıcı tutuş
ve esneklik hissi verir. Saçlarınız gün
boyu canlılığını ve şeklini korurken,
ipeksi bir parlaklığa kavuşur.
Taft Sprey, UV filtreli özel formülüyle saçınızın güneş, rüzgar ve nemden
etkilenmesini engeller.
Her türlü hava koşulunda, Taft Köpük
Taft Köpük, kuruluk ve sertlik yaratmayan benzersiz formülüyle gün boyu fark edilir güzellik hissi ve tüm ha-
74
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
va koşullarında
bozulmayan saç
şekli sağlar.
Özel Senso-Touch teknolojisi
ile 24 saat boyunca kalıcı tutuş
ve canlılığını koruyan ipeksi parlaklıkta saçlar için
Taft Köpük ideal. Taft
Köpük,
içeriğindeki
Termo-All-Around Protection formülünün nemlendirici etkisiyle saçınızı fön
ısısının zararlı etkilerine karşı
korur.
Taft Jöle ile hayata karşı dik dur!
Taft Jöle ile yaratıcı, her koşulda bozulmadan aynı sertlikte saçlar yaratabilirsiniz. Taft Jöle, içeriğindeki Protectin sayesinde, saç şeklinizde maksimum güçlü ve uzun süreli tutuş sağlar. Provitamin B5 ile saçınızı besler
ve güçlendirir. En zor hava koşullarında bile mükemmel performans,
sert ve güçlü bir görünüm elde etmenize yardımcı olur.
KATKIL ARIYL A
MAKRO
sağlık
SONBAHAR YORGUNLUĞUYLA
BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI
Y
az aylarının pırıl pırıl
güneşli, sıcacık günleri yerini yavaş yavaş dökülen yaprakların sarı mevsimi sonbahara bırakıyor. Doğa
bir değişim geçiriyor ve bu da
zaman zaman bizlerin hayatına yansıyor. Mevsim değişimlerinde kendinizi bitkin ve yorgun hissedenlerdenseniz, ilk
yapmanız gereken şey sonbahar hüznünü kafanızdan çıkarmak. Ayrıca mevsim değişikliklerinde vücut dengesi değiştiği için beslenmenize de dikkat etmelisiniz. Pozitif düşünün ve dengeli beslenin!
76
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Sonbaharda vücut dengesini yitirebilir
Mevsim geçişlerinde bünyemizde meydana gelen dalgalanmalar,
yazdan sonbahara geçildiğinde daha da belirgin olarak hissettirir
kendini. Çünkü yaz mevsimi güneşin ve sıcağın birçok olumlu
etkisini bünyemize katmıştır. Yazın bittiği ve yaprakların düşmeye başladığı sonbahar günlerinde birçoğumuz; sabahları ya
erkenden uyanıyor, ya da yataktan kalkmak istemiyor.
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
Attila İlhan
Kendimizi yorgun, bitkin, keyifsiz hissedebiliriz. Tembellik diye adlandırabileceğimiz bir hal yaşarız. İşe gitmek, okula gitmek zor gelebilir... Depresyon ve panik
atak geçirenler, manik-depresifler, sonbaharla birlikte bir sarsıntı yaşarlar. Şikayetler artmaya ve sonbaharın tadını kaçırmaya başlar. Peki, ne oluyor da bazılarımız için sonbahar bir gerileme, mutsuzluk sebebi olabiliyor? Hatta mevsimsel
depresyon yaşayan hastaların çoğu, güneşin doğuşunu ve etrafı aydınlatmasını
istemez, rahatsız olur. Birçoğu perdelerini çekip yatağında uyumayı tercih eder.
Vücudun biyolojik saati vardır. Bu saat, yeni durumlara uyumumuzu ayarlar. Bu
ayarı daha çok proteinler, vitaminler, mineraller, hormonlar, güneş ışınları ve
uyku ile yapar. Genetik olarak ya biyolojik saatimizde problem vardır ya biyolojik saatimizin bakımını yapamıyoruzdur, ya da her ikisinde de sorun vardır. Genetiğimizi kısa vadede düzeltme imkanı olmadığına göre, saatimizin bakımına özen göstermeliyiz.
MAKRO
sağlık
Doğal yollarla neler yapabiliriz?
Sonbaharın gelişiyle daha da çok maruz kalınan sürekli yorgunluk tedavisinde,
bol miktarda C vitamini, Selenyum ve A ile E vitaminlerinin alınmasının faydalı
olabileceğinin altı çiziliyor.
Sonbaharın gelişiyle bünyenizde meydana gelen değişimlere ve sıkıntılara kendi
başınıza da karşı koymanız mümkün. Önemli olan kendinize bir yol çizebilmeniz. Eğer ben sonbaharı sonbahar gibi yaşamak istiyorum, yorgun değil melankolik bir sonbahar arzusundayım diyorsanız şimdi size önereceğimiz 10 altın
kuralı dikkatlice okuyun. Bu kuralları hayatınıza geçirebildiğiniz noktada, mevsimsel değişiklikler sizi sadece üşüme ya da ısınma anlamında etkileyecektir.
İşte sonbaharda da
mutlu olmanın
10 altın kuralı
düşünce inancı ve
01 Pozitif
kararlılık
kanunlarına ve genel
02 Doğanın
haline uyum gösterme, doğanın
önemli bir parçası bilinciyle
hareket etmek
düzenli beslenme yanı
03 Dengeli,
sıra biyolojik saatin sonbaharkış bakımını gerçekleştirecek
yiyecek içeceklere dikkat etmek
egzersiz ve
04 Düzenli
hareketlilik
gelmeden önce
05 Sonbahar-kış
sonbahar ve kışla ilgili önemli
planlar yapmak, hedefler
koymak, bu amaçla arkadaş
grupları oluşturmak
miskin, bezgin, mutsuz
06 Tembel,
ve bağımlılık davranışları olan
En çok kadınlar etkileniyor
Sonbahar aylarında görülen ve özellikle bayanlarda daha etkili olan sürekli yorgunluk hissinin nedenlerinin henüz birçok doktor tarafından tam anlamıyla belirlenemediği biliniyor. İyi tedavi edilmeyen hastalığın kronikleştiğine dikkat çeken
hekimler, hastalığın teşhis edilmesinin, tedavisinden zor olduğunu vurguluyorlar.
Almanya’nın Lübeck Üniversitesi hekimlerinden Ebcrhard Schwarz, “Kronik
yorgunluk sendromu” olarak adlandırdıkları hastalığa virüs veya bakterilerin
neden olabileceği ihtimali üzerinde uzun süre durulduğunu ifade ederek hastalığın temel nedeninin kan hücrelerine yeterince enerji kaynağı sağlanamaması
olduğuna dikkat çekti. Dr. Schwarz, kronik yorgunluğa Hepres
virüsü ve psikolojik nedenlerin yanı sıra, evdeki döşeme ve
dekorasyon malzemelerindeki zehirli maddelerin, yiyecek
maddelerine karşı alerjilerin, bir yıl içinde yedi kezden
fazla antibiyotik kullanılmasının, mikrodalga fırınlar ve
cep telefonlarının yarattığı manyetik alanın beyin hücrelerini etkilemesinin, eski tip amalgam diş dolgularının yol açabildiğini söyledi.
78
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
arkadaşlardan uzak durmak
ilgilenmek, mutlaka
07 Mizahla
gülebilmek, gülemiyorsak onu
öğrenmek
değerlerini önemsemek ve
08 Aile
iyi bir aile ortamı oluşturmak
işte olursa olsun işini
09 Hangi
önemsemek ve işin hakkını
vermek
insani değerlere sahip
10 Temel
olarak kişilikli ve nitelikli bir
insan olmak
MAKRO
özel
Mübarek gecelerimiz
Kandiller
B
azı zamanlar ve mekanlar, ayrı bir kıymet ve kutsiyet içerir. İslam alemi için Kutsal
Topraklar, dinî anlatımda ‘şühûrü selâse’ denen ‘üç aylar’ ve kandiller bize kıymetli
olarak müjdelenmişlerdir ve bu yerlerde ve zamanlarda Müslüman ruhlarını bambaşka bir hava kaplar. Çünkü bu zamanlar, ilâhî rahmetin çoğaldığı kutsal zamanlardır.
Mevlid Kandili, Regaib Kandili, Miraç Kandili, Berat Kandili ve Kadir Gecesi, kerametlerinin
olduğuna inanılan ve ilahi bir ihsan olarak bilinen gecelerdir. İnananlar bu geceleri fırsat bilerek, yaradana kulluk derecelerini gösterme, rahmetini ve bereketini edinme, bilerek veya
bilmeyerek işledikleri günahlarını affettirme şansı elde ederler. Mevlid Kandili hariç, diğer
kandillerin hepsi üç aylar içinde yer alır ve bunlara “mübarek geceler” adı verilir. Regaib ve
Miraç kandilleri Recep ayında, Berat Kandili Şaban ayında, Kadir Gecesi’yse Ramazan ayında bulunur. Mevlid Kandili ise Ramazan’dan 5 ay sonra, Rebiü’levvel ayında kutlanır.
Af kapılarının açıldığı Regaib Kandili
Recep ayının ilk cuma gecesine denk gelen Regaib
Gecesi denilince, “büyük lütuf ve ihsanla dolu,
değeri büyük gece” anlamının çıkarılması gerekir.
İslam dininde kıymetli olan cuma gecesine denk
gelen kandilin böylece daha mübarek olduğuna
inanılır. Manen çok bereketli olan bu gecenin bir
başka önemi de, Ramazan ayının habercisi
olmasıdır. İsmini meleklerin verdiğine inanılan bu
özel gecede Allah’ın af kapılarını açtığı bilinir ve
bundan dolayı bol bol dua edilir.
80
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Bin aydan hayırlı gece, Kadir Gecesi
Kur’ân’da adı geçen tek ay Ramazan ayı, tek gece de “bin aydan hayırlı
gece” olarak adlandırılan Kadir Gecesi’dir. Bu gecenin en önemli
özelliği, Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayetinin indiği gece olmasıdır.
Ramazan ayının son on gününe denk gelen Kadir Gecesi’nin
ilk yıl dönümünde Kur’ân-ı Kerim’in ilk bütünü tamamlanır.
Yine bu mübarek gecede insanlığın sonsuz refahına neden
olacak, ona bereketli bir ömür kazandıracak fırsatlar verilir.
“Bin ay” 83 sene 4 aylık bir süreye tekabül eder. Bu,
geçmişteki salih kimselerin bir ömür boyu kazandıkları manevi
mertebeyi bir gece içinde elde etme fırsatıdır.
Özel­geceler­“kandil”­
ismini­alıyor
Uzun yıllar boyunca yaşanan kandil gecelerinin
evveliyatı, sanıldığı gibi çok eskiye dayanmıyor. Bu
mübarek geceler Hz. Muhammed’le (sav) beraber
idrak edilmeye başlandı. Bu gecelerin ‘kandil’ ismini
alması da II. Selim dönemine dayanıyor. Osmanlı
Devleti’nin padişahı II. Selim, bu özel geceler
kutlanırken minarelerde kandil yaktırıyordu. Yakılan
kandillerle beraber bu geceler ‘kandil’ adıyla
anılmaya başlandı.
“Miraç”­olayından­ismini­alan­kandil
İslam âleminde kutsal gecelerden biri olan Miraç
Kandili, ismini ‘miraç’ olayından alır. Hz.
Muhammed’in Mekke’deki Mescid-i Haram’dan,
Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesinin
ardından gökleri aşarak Allah katına yükselmesi
olayı, ‘miraç’ olarak adlandırılır. İki aşamalı
bu gökler ötesi yolculuk, peygamberliğin
12. yılında, hicretten 18 ay önce,
mübarek üç ayların ilki olan Recep ayının
27. gecesinde gerçekleşmiştir. Hazret-i
Peygamber’in şahsında “insanlığın önüne
açılan sınırsız bir yükseliş ufku; varlığın özüne
yolculuk” anlamına gelen Miraç Kandili’nde
Kur’an okunmalı ve namaz kılınmalıdır.
ecesi
Müslümanların kutlu g
li
Mevlid Kandimm
ed’in
ha
Mevlid Kandili Hz. Mu
anda da Hicri
zam
ı
ayn
i,
doğum geces
ikinci gecesidir.
Rebuil-evvel ayının on
‘doğum zamada
Kelime anlamı olarak
klı mezhepfar
,
vlid
Me
nı’ demek olan
n tarafından
lerden birçok Müslüma
esnasında camikutlanır. Bu kutlamalar
televizyonlarve
lerde, evlerde, radyo
dığı; Hz.
yaz
in
i’n
leb
da Süleyman Çe
nu anlatan ve
Muhammed’in doğumu
ur, ilahiler söyöven ‘Mevlid’ şiiri okun
ilir.
ed
t
lenir ve Kur’an tilave
Bütün­senenin­çekirdeği,
Berat­Kandili
Üç ayların ikincisi olan Şaban ayının
15. gecesi, Berat Kandili’dir.
İnsanlığın kader programının
çizildiğine inanılan bir gece olan
Berat, bütün bir senenin çekirdeği
hükmündedir. Bu gecede, kulların bir
sene içindeki rızklarına, zengin veya
fakir, aziz veya zelil olacaklarına,
ecellerine dair Allah tarafından
meleklerine bilgi verilir. Berat
Gecesi’nin beş ayrı özelliği vardır:
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına
başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin
diğer vakitlere nispetle kat kat
sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi
kuşatması.
4. Allah’ın af ve bağışlamasının
coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat
yetkisinin verilmiş olması.
Ayrıca bir hadiste Berat Gecesi’nde
yapılan duaların geri çevrilmeyeceği
müjdesi de yer alıyor.
Mübarek­geceleri­nasıl­değerlendirmeliyiz?
Kur’an-ı Kerim okuyarak, Peygamberimiz’in mübarek duası
olan Cevşen-ül Kebir’i okuyarak, aile bireyleriyle birlikte günün
mana ve ehemmiyeti hakkında sohbet ederek, Allah rızası için
namaz kılarak, hayatımızın geçmiş günleri ve yılları hakkında
muhasebe yaparak, günahlarımızın bağışlanması için Allah’tan
af dileyerek, Peygamberimize bol bol salât ve selâm okuyarak,
dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua ederek, hastaları,
yaşlıları ziyaret ederek; yoksulları, öksüz ve yetimleri
sevindirerek, eş, dost ve yakınlarımızla tebrikleşerek, dargın ve
küskünleri barıştırarak...
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
81
YAŞAM
kaynakları
SÜT
Doğanın bir mucizesi
Süt, bebeklikten itibaren insan yaşamının her evresinde
tüketilmesi gereken
bir besin maddesi.
Yaşamımızın ilk
besini olan süt, bize
doğanın sunduğu en
mucizevi içeceklerden biri.
Her yaşta süt
Süt, çocuklar, yetişkinler ve yaşlılar
için vazgeçilmez olduğu kadar, hastalar için de hem ilaç hem de gıda maddesi özelliği taşıyor. Çünkü süt, yeterli ve dengeli beslenebilmek için gerekli ve tanımlanmış 40’tan fazla besin
öğesinin tamamına yakınını bileşiminde bulunduruyor. Sofralarımızdan
hiçbir zaman eksilmeyecek olan ve
besin değerinin yüksekliğiyle daha
sağlıklı yaşam olanakları sunan süt ve
süt ürünleri bizim için vazgeçilmez.
Sütün beslenmemizdeki yeri ve önemi, peynirin 4 bin yıldır beslenmemizdeki yerine kaybetmemesi, yoğurdun
Anadolu topraklarından tüm dünyaya
yayılması, sütün ve süt ürünlerinin hayatımızdan hiçbir zaman çıkmayacağını gösteriyor.
Peynir nasıl üretildi?
İnsanoğlu, hayvanları evcilleştirdikten
sonra bunlardan elde ettiği sütü, önceleri olduğu gibi tüketti. Daha sonraki dönemlerde sütü, peynir, yoğurt,
tereyağı gibi ürünlere dönüştürerek
de kullandı.
Bazı bilim insanları peynirin ilk kez İskit Türkleri tarafından kısrak sütünün
82
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Süt, yüksek ısıd
kaynama derece a,
si
üstünde uzun sürenin
kaynatılırsa, vita
minlerinde
kayıplar olur
ekşitilmesi yoluyla yapıldığını ileri sürüyor. Ayrıca İsviçre’de yapılan bazı
kazılarda göl kenarında yaşayan kavimlere ait mezarlarda sığır iskeletleri yanında peynir yapımında kullanılmış aletlere rastlandığı bildiriliyor. Bu
bilgiler ışığında, peynir yapımının 4
bin yıllık bir geçmişi olduğu söylenebilir. Daha sonraları her toplumun
ağız tadına göre farklı peynir türleri
ortaya çıktı. Bugün dünya üzerinde 4
bin çeşit peynir yapıldığı ve bunlardan
bir kısmının ticari olarak çok fazla
miktarda, bazılarınınsa bölgesel olarak üretildiği biliniyor.
ı
Sütün yararlar
Sağlık eşittir süt
Günde 2 bardak süt, sağlıklı bireyler
yetişmesini sağlıyor. Ergenlik dönemindeki gençlerin, hamile kadınlarla
menopoz sonrası kadınların düzenli
olarak süt içmesi gerekiyor. Süt, kemik ve diş sağlığını koruyor. Yüksek
tansiyonu düzenliyor. Sinir sistemini
koruyor. Sindirim sistemini düzenliyor. Kilo kontrolü sağladığı da biliniyor.
Organizmanın gelişimi açısından gerekli olan kalsiyum, çocuklarda kemiklerin ve dişlerin oluşumunda
önemli rol oynuyor. A vitamini göz ve
diş sağlığı için önem taşırken, E vitamini bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. B vitamini iştah, sinir ve
sindirim sisteminin düzenlenmesinde
önemli rol üstleniyor. D vitamini de,
özellikle çocuklarda diş ve kemiklerin
büyümesine, gelişimine etki ediyor.
Sütün içeriğindeki biotin, saç ve deri
sağlığı için önem taşıyor. B2 vitamini
ise, büyümeyi hızlandırıyor. Çocukların gelişme çağından itibaren sağlıklı
büyümesi için ve kadınlarda görülen
osteoperoz (kemik erimesi) sorununa karşı, kalsiyum ve vitamin deposu
olan günlük süt tüketimine ağırlık verilmesi gerekiyor.
Kemik erimesini önler. Sütte
bulunan fosfor, kemik
oluşumunda önemli rol oynar.
Laktoz enerji sağlarken
galaktoz beyin ve sinir
dokularının oluşumunda
önemli rol oynar.
Süt yağındaki fosfolipitler,
beyin ve sinir hücrelerinin
hayati önem taşıyan
kısımlarını oluşturur.
Mikrobik enfeksiyonlara karşı
etkilidir. İshali tedavi eder.
Büyüme ve gelişmeyi sağlar.
Saç ve tırnakların
oluşumunda büyük rol oynar.
Özellikle zeka gelişimde etkili
olan, deri ve göz sağlığında
gerekli B2 (rb oflavin)
vitamini için süt en iyi
kaynaktır.
Mide rahatsızlıklarını giderir,
sindirim sistemini düzene
sokar ve ülseri önler.
Beyine enerji verir.
Diş çürüklerini önler.
Kronik bronşiti önler.
Kanserin önlenmesine
yardımcı olur.
Tansiyonu düşürür.
Vücutta ödem yapan şeylerin
toplanmasını önler.
Bağırsaklarda işlenmeyen
mikroorganizmaların
gelişimini engeller ve tipik
bağırsak florasını geliştirici
etki yapar.
Hastalıklara karşı direnci
artırır.
RAFIN
konukları
Persil Gold imkansızı
gerçekleştiriyor
Persil son buluşu “Persil Gold” ile
lekelere tam anlamıyla meydan okuyor.
Yeni Persil Gold’un formülünde özel
olarak geliştirilen ve “aktif leke çıkarıcı”
adı verilen benzersiz bir madde
bulunuyor. Bu madde, özellikle saç
boyası ve keçeli kalem lekesi gibi inatçı
lekeleri çıkarmakta oldukça etkili sonuç
veriyor.
Cola Turka Cappucino
Kahve keyfi ve kola serinliği Cola Turka
Cappuccino’da buluşuyor. Cola Turka tüketicisini
yepyeni bir ürünle tanıştırıyor. Türkiye’nin tek
kahveli kolası Cola Turka Cappuccino; kokusu ve
tadıyla vazgeçilmez lezzetler arasında yerini alıyor.
Özellikle gençlerin tercihi olan bu ürün, 200 ml
cam şişe ve 250 ml ince kutu ambalajlarıyla
piyasaya sunuluyor.
Ülker Oranj
Portakal parçacıklarından oluşan
Ülker’in çıkardığı Oranj meyve suyu,
muhteşem lezzetiyle dikkat çekiyor.
İçimi keyifli, tadı olağanüstü olan meyve
suyu, içinde gerçek portakal
parçacıklarını içeren ilk portakal suyu
özelliğini taşıyor. Portakalın doğal
lezzetinin buluştuğu bu ürün, ilgi odağı
olmayı sürdürüyor.
Pınar Geleneksel Tereyağı
Pınar, sağlık, yenilik ve lezzet misyonuyla
hayatımıza özel tatlar katmaya devam ediyor.
Damak zevkimize hitap eden birbirinden
farklı lezzet ve çeşitte ürünler sunan Pınar,
geleneksel lezzetlere bir kez daha sahip çıktı.
Türk mutfağının vazgeçilmez halis, saf ve
lezzetli tereyağı Pınar Geleneksel Tereyağı ile
sofralarımızda yerini alıyor.
PÜF
noktası
Yumurtaları çırpmadan önce karıştırma
kabını soğuk suyla çalkalarsanız yumurtaları
çırparken kabın etrafına bulaşmasını engellersiniz.
Sarımsak ve bademin kabuklarını soyarken
bir süre sıcak suda bekletin. Kolayca
soyulduğunu göreceksiniz.
Matlaşan ya da lekeli tencereler çok çirkin
durur. Temizlemek için genellikle toz deter Saklama kabında kalan peynir kırıntılarını
jan ve tel kullanılır. Ancak bunlar da yüzeyi
soğanla karıştırıp fırın yemeklerinde kullanaçizer. Bunların yerine limonu ortadan ikiye
bilirsiniz.
bölüp çelik yüzeyi ovabilirsiniz.
Tavuk etini ve kırmızı eti yumuşatmak
için en iyi malzeme
yoğurttur.
r
e
l
i
g
l
i
b
pratik
Meyve ve sebzeleri yıkadıktan sonra içine 23 damla sirke konmuş suda bekletin.
Eskimiş diş fırçaları ulaşılması zor köşeleri
Böylece daha çok mikroptan kurtulmuş olatemizlemek için çok yararlıdır.
caksınız.
Tart hamurunun hafif olması için fazla işlen- Balık kızartırken
memesi gerekir. Bu nedenle hamuru mikmutfağa yoğun
serle hazırlamak yerine kendiniz yoğurun.
bir balık kokusu
siner. Bu kokuyu
Elinize bulaşan sarımsak kokusu için avucuönlemek için balınuza bir miktar tuz alıp biraz nemlendirdikğı
kızartırken
ten sonra parmaklarınızı iyice ovalayın.
tavanın içine işi
Sabunla da yıkadıktan sonra ellerinizin artık
bitinceye kadar birkokmadığını göreceksiniz.
kaç sap maydanoz
koyun.
Reçeliniz küflenmişse, küflü kısımları
güzelce ayırın. Bir tencerede birkaç Fırında pişireceğiniz tavuğun iyi kızarmasını
yemek kaşığı suyla kaynatın. Temiz
istiyorsanız, pişmeden kısa bir süre önce
bir kavanoza koyun.
tuzlu su sürerek fırına verin. Tavuğu kızart-
madan önce haşlarken suyuna biraz limon
koyarsanız daha iyi pişer.
86
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
MAKRO
kültür
Derin İmparatorluk raflarda
Orkun Uçar ve Saygın Ersin’in üç yıl süren araştırmalarının ardından kaleme aldıkları Derin İmparatorluk, özellikle Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki iddiaları ile büyük tartışmalar yaratmaya
aday! Büyük bölümü günümüzde geçen ve politik kurgu türünde bir roman olan Derin İmparatorluk’a tarihsel kurgu da eşlik ediyor. Derin İmparatorluk, tarihe farklı bir açıdan bakan, şifrelerin ve
gizli bir örgütün izlerini arayan heyecanlı bir roman. Okurların Metal Fırtına, Asi ve Zifir romanlarıyla tanıdığı Orkun Uçar ve Zülfikar’ın Hükmü, Erbain Fırtınası ve Emekli Polisler Lokali romanlarıyla tanıdığı Saygın Ersin bu iddialı politik kurgu için üç yıl araştırma yaptı ve kitapta insanı
şaşırtan şifrelerle tarihsel iddialarını hazırladılar.
Karanlık Yükseliyor, 26 Ekim’de vizyonda
David L. Cunningham’ın yönettiği ve Ian
McShane, Frances Conroy, Christopher
Eccleston ile Alexander Ludwig’in oynadığı Karanlık Yükseliyor (The Dark is Rising), 26 Ekim 2007’de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarılıyor. İşaret avcısı Will, altı büyülü işareti
bulmalı ve Karanlık ile Aydınlık arasındaki
savaşta ölümsüzlere yardımcı olmalıdır.
Will’in macerası ve işaretleri bulma çabası,
onu tehlikeler, mucizeler ve ödüllerle donanmış bir yola sürükler. Bu macera boyunca düşmanları, müttefikleri olacak ve
işaretleri bulması engellenmeye çalışılacaktır. Will yüzlerce yıl önce Kral
Arthur’un son savaşı hakkında da çok önemli bilgilere ulaşacaktır.
Garfield beyazperdede yeniden bizlerle
Çok uyuyan, yapmak istemediklerini yapmayan,
her zaman otoriteye karşı çıkan, şişko ve tembel
kedi üşenmedi, sevenleri için filmlerini üçledi. Mark
A. Z. Dippe’nin yönettiği ve Jennifer Darling, Pat
Fraley, Jason Marsden ile Neil Ross’in seslendirdiği
animasyon film Garfield Geri Dönüyor (Garfield
Gets Real), 16 Kasım 2007’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarılıyor.
Çizgi bant yıldızı olmanın tekdüzeliğinden sıkılan
Garfield, gazete sayfasından firar ederek “gerçek
dünyanın” yolunu tutar. Gerçek bir ev kedisi olarak
düşük profilli bir hayat yaşarken, gazete baskıya girmeden geri dönmediği takdirde çizgi serinin iptal edileceğini öğrenir. Ancak bugüne kadar gerçek dünyaya kaçan hiçbir çizgi karakter, sonradan geri dönmeyi başaramamıştır.
88
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Hıfzı Topuz’dan
“Özgürlüğe Kurşun”
Türkiye’de gazeteci-yazar kıyımı 98 yıl önce Hasan Fehmi’yle
başlatıldı. 1909’dan bu yana 61
gazeteci öldürüldü. Bu onurlu
insanlar, özgür düşünceyi baskı
altında tutmak isteyen Ortaçağ
zihniyetinin kurbanı oldular. Hıfzı Topuz, Özgürlüğe Kurşun’da,
II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında sokak ortasında vurulan namuslu
gazetecileri ve bu ilk cinayetleri
örgütleyen dönemin “derin
devlet”ini, ayrıca yıllar sonra İzmir’de Atatürk’e yapılan suikastın perde arkasını anlatıyor.
MAKRO
tarif
AVCI USULÜ TAVUK
ŞEF SALATASI
Malzemeler (4 kişilik)
1 adet orta boy iceberg (iri doğranmış)
2 adet kabuğu soyulmuş domates (iri doğranmış)
2 adet kabuğu soyulmuş ve çapraz doğranmış salatalık
4 adet sivri biber (iri doğranmış)
4 adet salatalık turşusu (iri doğranmış)
1/4 roka
1/4 maydanoz (iri doğranmış)
100 gram küp şeklinde doğranmış yağlı beyaz peynir
Yeterince pul biber ve tuz
Sızma zeytinyağı
Limon suyu
İsteğe göre yeşil soğan
Hazırlanışı
Tüm malzemeler bir
kapta
karıştırılır.
Salata tabaklarında servise
sunulur.
90
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
Malzemeler (4 kişilik)
4 adet derisiz tavuk
bonfile (her biri
4 eşit parçaya kesilir)
150 gram kuru soğan
(ince doğranmış)
75 gram sivri biber
(ince doğranmış)
150 gram domates
(ince doğranmış)
100 gram mantar (ince doğranmış)
1/5 maydanoz (ince doğranmış)
Kekik
Yeteri kadar tuz ve karabiber
1 çorba kaşığı krema
1 çay bardağı sıvı yağ
2 çorba kaşığı tereyağı
2 çorba kaşığı margarin
Hazırlanışı
Margarin ve tereyağı tencereye konur ve soğanlar
pembeleşinceye kadar kavrulur. Sırasıyla mantar, sivri
biber, domates, maydanoz, tuz, baharatlar ve krema,
pişirilerek sote haline getirilir. Ayrı bir tavada tavuklar,
sıvı yağda pişirilerek servis tabağına 4’er parça şeklinde düzgünce alınır ve sotelenen harç, 4 eşit parça
şeklinde tavukların üzerine konularak servis edilir.
MAKRO
tarif
KEDİ DİLİ
Malzemeler
250 gram tereyağı
250 gram (1 paket) margarin
500 gram pudra şekeri
7 adet yumurta
1 kilogram un
50 gram Hindistan cevizi
Hazırlanışı
Tereyağı ve margarin mikserde biraz
karıştırılır. Üzerine pudra şekeri, un,
yumurta konulduktan sonra karışım
tam homojen oluncaya kadar mikserde karıştırılır. Evinizde şanti torbası
varsa onunla, yoksa verecek diğer
malzemelerle istediğiniz şekil verilerek tepsiye dizilir. Normal ısıtılmış fırında pembeleşinceye kadar pişirilir.
Daha sonra üzerine pudra şekeri konularak servis edilir.
DÜĞÜN ÇORBASI
Malzemeler (4 kişilik)
80 gram dana eti (Haşlanmış ve
küp şeklinde doğranmış)
80 gram un
2 adet yumurta
100 gram yoğurt
1 büyük limonun suyu
1/5 dereotu
60 gram margarin
60 gram tereyağı
40 gram havuç (Haşlanmış ve küp
şeklinde doğranmış)
92
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007
KAHKE
İNCİR TATLISI
Malzemeler
1,25 kilogram un
375 gram böreklik yağ
375 gram sıvı yağ
1,5 su bardağı su
20 gram mahlep
25 gram tuz
50 gram toz şeker
10 gram yaş maya
2 adet yumurta
Malzemeler
500 gram kuru incir
3 su bardağı toz şeker
2 su bardağı su
1 su bardağı ceviz içi
(Kırık fındık iriliğinde dövülmüş)
Yeteri kadar kiraz şekerlemesi
Hazırlanışı
Yumurta hariç, malzemelerin hepsi
karıştırılır ve yoğrulur. Kulak memesi
kıvamına getirilir. Şekillendirici bir alet
veya el yordamıyla hamura şekiller
verilerek fırın tepsisine dizilir. Yapılan
şekillerin üzeri yumurta sarısıyla yağlanır. Üzerilerine çörekotu veya susam atılır. 170 derece ısıtılmış fırında
pişmeye bırakılır.
Hazırlanışı
Un, yumurta, yoğurt, limon suyu ve
tuz, soğuk su kullanılarak açılır. Ayrı
bir kapta yağlar eritilip 1 litre et suyu
veya su konup kaynatılır. Kaynatılan
suya çırpmış olduğumuz harç
ilave edilir ve kıvamına gelene kadar kaynatılıp et,
havuç ve dereotu
ilave edilerek
biraz daha pişirildikten sonra
servise sunulur.
Şanti için
1 su bardağı toz şanti
1,5 su bardağı soğuk su
Hazırlanışı
Oval bir kaba toz şanti konur. Çırpma
teliyle, su ilave edilerek çırpılır. Katılaşıncaya kadar karıştırılır. Böylece şanti
hazırlanmış olur. Kuru incirler, soğuk
suyla iyice yıkanır. Bir kaba, yıkanan
incirler, 2 su bardağı soğuk su ve 3 su
bardağı şeker konur ve hafif ateşte
kaynatılır. İncirler yumuşayıp şiştikten
sonra süzülerek kaptan alınır. Başları
kesilir ve ortadan yarılarak içine yeteri kadar ceviz konur. Soğuduktan sonra hazırlamış olduğumuz şanti, incirlerin üzerine şanti torbası yardımıyla sıkılır. Üzerine birer adet kiraz şekerlemesi konularak
servis edilir.
MAKRO
1
bulmaca
1
2
3
4
HAZIRLAYAN: ATEŞ BÖCEĞİ ERCAN
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOLDAN-SAĞA: 1. Makromarket’in radyosunun adı Mercek. 2. Bireyler, fertler - Alınan bir şeyi geri verme Üzerine yapı yapılmak için ayrılmış yer. 3. Uyma, saygı
gösterme - Ağız boşluğunun tavanı - Kafi gelmeyen. 4.
Sevi - Gemi barınağı - Fen ilimlerinden biri. 5. İlave Yağma, çapul - Havadaki su buharı. 6. Piyangodan bir
kimseye çıkan para veya eşya - Yemek yemesi gereken Kadınların giydiği kolsuz üstlük. 7. En gelişmiş röntgen
tekniği - Uzay - Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı. 8.
İlham - Sema ayini yapan kimse. 9. Gerçekleşmesi zamana bağlı istek - Bir kimsenin doğup büyüdüğü yere duyduğu özlem - Yeraltında bulunan patlayıcı gaz. 10. İsteme,
dileme - Bir nota - Bilinmeyen ya da geçmiş tarihi anlatan
sözcük - Elma, armut kurusu.
YUKARIDAN-AŞAĞIYA: 1. Tören - Bir besin maddesi. 2.
Resimli duvar ilanı - Kaymak. 3. Bir tür tuzlu bisküvi - Su
taşkını. 4. Demiryolu - Birlikte yolculuk eden topluluk. 5.
Yolcu evi - Yasaklama. 6. Temizliğe aşırı düşkün kadın. 7.
Bir nota - Egzama. 8. Kas - Bir göz rengi. 9. Bir ilimiz Gözleri görmeyen. 10. Hazırlanan çayın renk ve koku
bakımından kıvamı - Yüksek sesle bağırma. 11. Temiz,
namuslu - Makromarket’in sloganındaki sözcüklerden
biri. 12. Durgun, sessiz - Gözde canlılık. 13. Yiğit - Denge
ve hareket kurallarıyla ilgili. 14. Muhasebeci, hesap uzmanı - Güney Afrika’nın plaka işareti. 15. İlçe - Takma saç
Bulmacamızı doğru çözüp gönderen
ilk 30 kişi bizden, “Kent Samba Çikolata” kazanacak.
Adınızı, soyadınızı, adres ve telefon
bilgilerinizi bulmacanın çözümüyle birlikte
aşağıdaki adrese gönderin.
Gönderi Adresi:
Saray Mah. Gıdacılar Cad. No: 11
06980 Sarayköy - Kazan / Ankara
94
TEMMUZ/AĞUSTOS/EYLÜL 2007

Benzer belgeler