Ortak Yarın - Süreç Analiz

Transkript

Ortak Yarın - Süreç Analiz
Editörden
Kasım
Aralık
2012
Sayı:3
Hatay “Ortak Yarın” Toplantısı
Suriye İmtihanında Türk Medyası
Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor?
Tek Soru İki Cevap: Prof. Dr. Yasin Aktay & Doç. Dr. Veysel Ayhan
Arap Baharından Kürt Baharına Doğru: Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları
İÇİNDEKİLER
Kasım-Aralık 2012 Sayı:3
Sosyal Üretim ve Eğitim
Çalışmaları Derneği
adına imtiyaz sahibi
Murat Sofuoğlu
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Hüseyin Aksu
Neden “Ortak Yarın”? ........................................ 5
Süreç & Ortak Yarın:
“Hatay” Toplantısı Bilgi Notları...................... 8
Kelle Paça Ekonomisi........................................24
Yönetim Merkezi
Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad.
No:2 Koç Han Kat:4
34353/Beşiktaş – İstanbul
Tel: 0212 259 2045
Fax: 0212 259 2045
“Öteki” Ve “Beriki” Arasında Kalmak...........26
http://www.surecanaliz.org
Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor?..........40
Yayın Türü
Yerel Süreli
Arap Baharından Kürt Baharına Doğru:
Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları........43
Editörler
Bilal UYAR, Hakan AYDIN
Hüseyin AKSU, Kamuran YAVUZ
Mehmet ALACA, Şükran BEKLİM
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
Murat Sofuoğlu, Halil İbrahim Uysal
Gökhan Övenç, Mehmet Alaca
Tarık Özkaraman, Melek Cevahiroğlu Ömür
Ayşegül Sofuoğlu, Yusuf Ergen
Deniz Çifçi, Hakan Çopur
Clara Rivas Alonso, Hakan Aydın
Gülmelek Alev, Gülsünay Uysal
Suat Baran , Firdevs Yiğit
Yasin Aktay, Veysel Ayhan,
Kamuran Yavuz, Luay Gemu
Grafik Tasarım
Ridwan Xelîl
[email protected]
2
Editör’den............................................................... 3
Linç Olgusu Ve Hukuk Devleti’nin İflası ...30
Modernleşme
Ve Osmanlı Devlet Aklının Evrimi................34
Mezarlıkta İsyan Var.........................................38
Suriye İmtihanında Türk Medyası................47
Tek Soru İki Cevap:
Türkiye’nin Suriye Politikası?........................50
Katalonya Nereye?............................................63
Arap Hareketlenmeleri Kompleksi...............67
Arap Baharı Düşünceleri ................................70
150 Yıl Sonra Yine Rus Silahları…................73
Ne Mutlu Modern Türk Erkeğine (!).............79
Ölümsüzlük Ardında İnsanoğlu
Ve İnsanın Kendinde Boğulması...................82
“También La Lluvia” İçin
Gecikmiş Birkaç Satır........................................85
Süreç Kitap...........................................................88
Çizik.........................................................................90
Murat Sofuoğlu
[email protected]
EDİTÖR’DEN
Editörden
Süreç Analiz 3. sayısı ile okuyucusunun önümüze çıkacak birkaç tanesi. Ermeni
huzurlarında…
Sorunu’ndan neşet tehcir-soykırım tartışÜlkemiz kendine has bir kültüre sahip ve malarından tutalım yüzyıllarca yıl Osmanlı
bu kültür pek çok çatışmanın yaşandığı bir siyasası altında yaşamış olan ve Osmanlı
coğrafyada oluşu dolayısıyla farklı mede- milletinin dört ana unsurundan biri olan
niyetlerin etkileri ile tecessüs ediyor. Kuş- Yunanlıların Balkan toplumlarının daha
kusuz kendine özgü bir medeniyet havza- sonraki başkaldırısının yolunu açacak isyasından neşet ediyor; ancak bu medeniyet nının bir bakıma sonuçlanmamış bir alanı
havzası da karşılaştığı muarız medeniyet- olan Kıbrıs Meselesi’ne kadar her yerde
lerle mücadele ve bir yandan da kendi iç bunları görebiliriz. Daha biraz içeri gelsek
mücadelesi ile şekillenmiş vaziyette. Özel- Osmanlı’nın Yavuz Sultan Selim’in Şah İslikle son iki yüz yıllık Batılılaşma macerası mail’e karşı aldığı Sünni kararın II. Mahda Türkiye’deki kültürel, sosyo-ekonomik mut’un merkezileşme politikaları ve Yenive politik hayatın şekillenmesinde belirle- çeri Ocağı’nın Bektaşi tekkeleri ile beraber
kaldırması neticesinde pekişmesi ve yeni
yici etkiler yapmış durumda.
kurulan Cumhuriyet’in Sünnilik üzerinden
Bu haliyle güzel ülkemiz dışarıdan bir kurguladığı Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu
gözlemci için dışarıdan bakıldığında Batı- politikayı sürdürmesi ile günümüzdeki Alelı bir yüze sahip. Ancak biraz yaklaşmaya vi Meselesi’ne nasıl dönüştüğünü gözlembaşladığında resmin ayrıntıları daha bir leyebileceğiz.
ortaya çıkıyor ve yüzeyin altındaki Doğulu
Daha çapraşık olanı eski travmalarımızla
tabakalar kendini belli ediyor. Psikanalizdeki bilinçüstü-bilinçaltı ayrımından yola yüzleşmemiz ve her şey yolundaymış gibi
çıkarsak Doğulu bilinçaltımızın egemenliği bir tavır takınmamızla (yas tutmayı redaltında kendini Batılılaşmaya çalıştıran bir detme) ortaya çıkıyor ve bu hal yeni travbilinçüstü ile yaşamaya çalışıyoruz. Bu ki- maları da üretiyor. Kürt meselesi deyince
şilik durumuna sahip yapı kendi kendisiy- herhalde kimse yabancılık çekmeyecektir.
le yüzleşmeye çalıştığında da biraz nahoş Daha ilerisi eskileri yenileri ile birleştiriyodurumlarla karşılaşıyor. Batılı kurumlarla ruz. Kürt meselesinin aksiyon istikametikendi kurumlarımızı karşılaştırdığımızda nin bugün belirleyicisi olan PKK’nın kurubu durum kolaylıkla kendini ele veriyor. cularının Ermeni kökenli olduğu iddiaları
Ne laikliğimiz, ne demokrasimiz ne siya- bunun iyi örneklerinden biri. Avrupa birliği
si partilerimiz ne üniversitelerimiz ne de ile yaşadığımız aşk-nefret ilişkisi tüm travthink-tanklarimiz ve STKlarımız onlarınki- malarımızı belki de müşahhaslaştıran en
ne benzemiyor. Doğulu bir kafa yapısına iyi örnek. Atalarımızın fethetmeye çalıştığı
geçirilmiş Batılı bir takım elbise ile etrafta Frenk diyarının bir parçası olmak istiyoruz;
bunun için bir sürü yasa çıkartıyoruz. Ama
dolaşır gibi bir halimiz var.
adamlar bizim travma meselelerimize biBu çatışma her zaman olduğu gibi bilin- raz dokununca ve ayak direyince hemen
çaltının kendini rasyonel ya da irrasyonel adamların birliğinin esasında bir “Hıristiyollardan ifade etmesi ile kendine göre yan Birliği” olduğunu hatırlıyoruz.
bir seyir arzedecek. Bilinçaltımız ne kadar
Bu sefer yavaş yavaş neşvüneva eden
saklasak da travmalarını açığa vuracak. Yaşadığımız sorunlara biraz bakalım hemen o Doğulu kimliğimizin de tecessüm etmesine paralel ve ayrıca ekonomik ve siyasi
3
yan ve sanki iyileşeceğine de pek inanmak
istemeyen ülkelerin bize yardım etmeye mi
yoksa travmalarımızı biraz daha arttıracak
paranoid bir hal mi üretmeye çalıştıklarının
da pek anlaşılamadığı bazı ahfada malum
olmuyor değil. Ancak haddinden çok fazla
komplo teoriye de inanmıyor değiliz. KenYaralı bilincimizin sarkacı bir tarafta dimizi yalnız hissediyoruz tekrar ama bu
“herkesten ve her şeyden özür dileyelim” halle de yaşamak zorundayız diyoruz. Ne
psikolojisi ile “Zinhar! Bre gafiller Erme- yapacağız?
nilere ne yaptıysak Kürtlere de onu yapaTravmalarımızı tavan yaptıran acımasız
rız” psikolojisi arasında tehlikeli salınımlar bir savaş –I. Dünya Savaşı- sonunda çiziyapıyor. Biraz çatışmaya ara verildiğinde len bir coğrafyanın kendi sınırları içinde
veya çatışmanın yorgunluğu ile kendimiz- artık yaşayamaz hale geldiği baharla kışın
den geçtiğimizde bir an uykuya dalsak rü- birbirine karıştığı bir zamanda bu kadim
yalarımız “Biz kimiz?! Doğulu muyuz? Batılı coğrafyaya hükmetmiş bir imparatorluğun
mıyız? Müslüman mıyız? Laik miyiz? Türki- merkez ülkesi olarak ciddi kararlar almanın
yeli miyiz? Türk müyüz? Kürt müyüz? Ata- arifesindeyiz. Travmaları ile yüzleşerek
türk’ü seviyor muyuz veya sevmeli miyiz?” hatası, günahı ile doğrusunu, sevabını birgibi türlü kimlik sorgulamaları ile geçiyor. birine karıştırmadan yani sapla samanı birBir yandan kendi psikolojimiz derin bir kim- birine karıştırmadan bu işin içinden çıkabilik bunalımı ve krizi içinde çırpınırken diğer lecek miyiz? Kendi sorunlarımızı evrensel
yanda topluma karşı –bu toplum uluslar bir bakışla ve önyargısız bir etikle ve gearası toplum yani nam-ı diğer “dış güçler”- rekli tüm iç ve dış yardımları kabul ederek
kendi şahsi bütünlüğümüzü, dik ve onurlu ancak kendi öz kapasitesini arttırma iradeduruşumuzu ve dahi saygınlığımızı koru- siyle çözebilecek erişkinliğe ulaşabilecek
mak vaziyetindeyiz.
miyiz? Kendisine malik bir hal içinde kendi
Tabi tüm bunların hepsinin mükemmel öz kaynaklarına ve varlıklarına hiçbir ayrım
bir senaryo dahilinde gerçekleşemeyece- yapmadan kendi öz evlatlarına inanan ve
ği aşikar. Absürd durumlar oluyor. Ame- onların yaratıcı eylemelerinin gerçekleşrika’da Ermeni lobisinin tehcir dediğimiz mesinden korkmayan bir zihniyete ve yüşeyi soykırım tanımlaması ile Kongre’den rek genişliğine malik olabilecek miyiz?
Editörden
gücümüzün de Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir pik yapmasının da güveniyle
Yeni Osmanlıcılık yollarına düşebiliyoruz.
Tabi bu bir gerçek durum mu yoksa bilinçaltımızın bize bir oyunu mu yani bir fantezi mi bunu da tam bilmiyoruz. Ama zaten
kim biliyor ki değil mi?
geçirme teşebbüslerini Yahudi lobisini
mobilize ederek engellemeye çalışıyoruz.
Ancak Müslüman Ortadoğu’da büyük güç
olma yollarına düşünce de bu sefer mezkur
Yahudi lobisinin desteklediği İsrail devleti
ile papaz olabiliyoruz. Girmeye çalıştığımız
Avrupa Birliği’ne tanımadığımız ve askeri bir harekat düzenleyerek bir kısmında
başka bir Türk Cumhuriyeti ilan ettiğimiz
bir ülke –“Kıbrıs Cumhuriyeti” denilen nev’i
şahsına münhasır mahluk- dönem başkanı
olduğunda durumu protesto ediyoruz.
Bütün bunlar olurken garip bir şekilde
bizi geçmişte “Avrupa’nın Hasta Adamı”
olarak tanımlamaktan da özel bir haz du4
Sanırız kendi ülkesel geleceğimiz kadar
içinde yaşadığımız bölgesel geleceği ve bir
“Ortak Yarın”a sahip olup olamayacağımızı
da belirleyecek olan bu sorulara vereceğimiz cevapların üreteceği paradigmada olacaktır.
Hakikatin hepimizi ve her şeyi kuşattığı
ve kaçınılmaz olduğu bilinciyle…
Hakikat her şeyi kuşatır.
Murat Sofuoğlu
[email protected]
Neden “Ortak Yarın”?
Dosya
İnsanlar için yapmaya çalıştığımız ve önerdiğimiz süreçleri kendi içimizde geliştiremedikçe, birbirimizle doğru ilişki biçimini kuramadıkça ve kendi
eylemlerimizle yaşamımız arasında gerçekleşmesi gereken sahici tutarlılığa sahip olmadıkça bir bakıma içinde olduğumuz fasit daireden çıkamayacağımızı da
gördük.
Türkiye’de yeni bir şey yapılmak istendiğinde insanlar heyecanlanır, bu sefer
farklı olacak diye düşünürler ve faaliyetlere başlanır. Bir süre hem yeniliğin hem insanlardaki iştiyak ve merakın da etkisiyle
mesafe alınır. Ancak daha kısa bir zaman
geçmeden hem ülkenin tarihinden mülhem hem de varolan konjonktürel nedenlerin etkisiyle siyasi kutuplaşmalar kendini ortaya koymaya başlar. Herkes birlik ve
beraberlikten, Türkiye’nin büyüklüğünden,
zengin tarihinden ve derin coğrafyasından
bahseder; fakat yaşanan zaman kesitinde
tüm bu olumlu sayılan olgular bir türlü ortak bir politika ve zeminde uzlaşılmasına
ve birlikte hareket etmeye ve toplumsal
5
güçlerin sorunların çözümü için ortak mobilizasyonuna kanalize edilemezler.
Klasikleşmiş ayrışmalar yeni geliştirilmeye çalışılan süreçleri sekteye uğratır ve
daha kötüsü malul eder ve hep beraberce
tekrar başa döneriz. Herkes birbirini suçlamaya başlar ve üslup gitgide sertleşir. Gitgide politik sürecin koridorları daralmaya
ve bir fasit daireye dönüşmeye başlar ve
insanlar umutlarını yitirirler. Bu sefer yeni
arayışlar ortaya çıkar ve yeni politik hareketlenmelerin işaretleri etrafta görülür.
Günümüz Türkiyesi yukarıda resmedilmeye çalışılan süreçlerin neresine denk
düşüyor bunu bilmiyoruz. Biz yıllardır yeni
Dosya
SÜREÇ ekibi olarak kurmayı düşündüğümüz yeni bir sivil toplum
platformu olan “Ortak Yarın” çatısı altında yalnızca farklı kesimlerin kendi
kimliklerini özgürce ifade edebildiği
bir platform değil aynı zamanda bu
farklı kimliklerin karşılıklılık ve yeniden
bir tanışma ortamında ortak bir yarını
nasıl kurabileceklerini de konuşabilecekleri bir süreç başlatmak istiyoruz.
sivil toplum süreçleri geliştirmeye çalışan
SÜREÇ ekibi olarak toplumun içinde insanlarımız arasında hangi etnik kökenden
gelirse gelsin, hangi mezhebe ya da hizbe
ve dünya görüşüne yakın olursa olsun ve
nerede yaşarlarsa yaşasınlar aralarında
birbirlerinin seslerini duyabilecekleri ve
birbirlerinin kaygılarını ve endişelerini hissedebilecekleri yakınlıklarda toplantılar ve
bir araya gelişler organize etmeye çalışıyoruz ki sorunlarımızı çatışarak değil karşılıklı
konuşarak çözebilecek bir yetkinlik, duygu,
düşünce, ehliyet ve liyakatinin pratiğinin
gelişebilmesine yardımcı olabilelim.
Özellikle 2009 Temmuzunda başlayan
“Demokratik Açılım” politik programının
Türkiye için bir şans olabileceğini düşündük ve getirdiği bir takım imkanların oluşturduğu alanda yeni bir sivil toplum hareketi geliştirmeye çalıştık. Türkiye’nin farklı
kesimlerinden önde gelen aydın ve aksiyon
insanından mütevellit ülkesel çekirdek ekip
çalışmamız ve bu çalışmanın lokal yansımaları olan yerel çekirdek ekip çalışmalarımız bünyesinde sorunlarımızı samimiyet
ve iyi niyet kadar hakiki ama aynı zamanda
gerçekçi atmosferlerin hakim olduğu yeni
diyalog süreçleri geliştirmeye çalıştık. İstanbul başta olmak üzere Mersin, Hakkari,
Malatya, Van ve Siirt şehirlerimizde farklı
ve çoğu zaman zıt kutuplardan insanları bir
araya getiren otuzu aşkın toplantı organize
ettik. Faaliyetlerimizi daha önce çalışmalarımızı başlattığımız Kuzey Irak ve Kuzey
Kıbrıs’a da yayarak sorunlarımızın bölgesel
6
implikasyonlarının izinde yeni rabıtalar geliştirebilmenin yollarını araştırmaya çalıştık.
Tüm bu süreçte esasında önümüzdeki
en büyük yegane engelin kendimiz olduğunu gördük. Kendimizi aşabildikçe, kendi
yüreğimizle hesaplaşabildikçe ve kendi aklımızı kullanma cesaretimizde sebat edebildikçe şansımızın yaver gittiğine ve her
şeyin ötesinde Allah’ın yardımına mazhar
olabildiğimizi gözlemledik ve şahit olduk.
İnsanlar için yapmaya çalıştığımız ve önerdiğimiz süreçleri kendi içimizde geliştiremedikçe, birbirimizle doğru ilişki biçimini
kuramadıkça ve kendi eylemlerimizle yaşamımız arasında gerçekleşmesi gereken sahici tutarlılığa sahip olmadıkça bir bakıma
içinde olduğumuz fasit daireden çıkamayacağımızı da gördük. Toplumsal ve bireysel
hayatlarımızdaki fasit dairelerden toplumsal ve bireysel hayatlarımız arasında bir
uyum ve tutarlılık sağlayabildiğimiz ölçüde
çıkabiliriz. Yani kendi nefsimize hoş gelmeyen bir şeyi başkasına yapmaya ve teklif
etmeye yanaşmamak meselesi. Bunu yapamadıkça iç çelişkilerin pençesine düşeceğiz ve ne kadar ertelense de kaçınılmaz
kaderin ağına hangi pozisyonda olursak
olalım yakalanacağız. Bu herkes ve hepimiz için bir zaman meselesi.
Kendimizle öteki arasında kendi bilinçaltımızla yüzleşerek kuracağımız bilinçli köprüler kendimizde ve ilişkilerimizde müştereklik duygusunu arttıracak ve
“karşılıklılı”ğın ve “yeniden tanışma”nın
geliştireceği müşterek alanlar hem bireysel hem de toplumsal ortak yarınlar oluşturabilmenin katalizatörlerine dönüşebilecektir.
Bu çerçevede SÜREÇ ekibi olarak kurmayı düşündüğümüz yeni bir sivil toplum
platformu olan “Ortak Yarın” çatısı altında
yalnızca farklı kesimlerin kendi kimliklerini
özgürce ifade edebildiği bir platform değil
aynı zamanda bu farklı kimliklerin karşılıklılık ve yeniden bir tanışma ortamında
ortak bir yarını nasıl kurabileceklerini de
konuşabilecekleri bir süreç başlatmak is-
Dosya
tiyoruz. Belki bu talep Türkiye’nin sertleşen ve tuhaflaşan politik atmosferinin
ürettiği kuvvetli ama soğuk rüzgarlarının
etkisi altında derin savrulmalara uğrayan
ve sinikleşen ve sinikleştikçe de garip yorumların mahkumu haline gelen ve yorgun
ve bezgin toplumsal zeminleri nezdinde ilk
etapta çok bir karşılık bulmayabilir. Ancak
ne olursa olsun bu talep son beş yılımıza
damgasını vuran ısrarlı çabalarımızın karşılaştığımız tüm objektif ve sübjektif engellere rağmen hala Bu Ülke’de bir karşılığı
olduğuna inanan insanlarına duyduğumuz
sorumluluktan kaynaklandığının bilinmesini isteriz.
arttıracak ve onların dertlerini paylaşmanın ötesinde beraberce sorunlarımıza ortak
çözümler nasıl geliştirebiliriz düşünceleri
tüm zorluklara ve ülkemizdeki kötümser
ve karamsar kimi algılamalara rağmen bu
faaliyetleri sürdürme ısrarımızın temelinde
yatıyor. Bu temelin üstünde kendimize ve
kendi coğrafyamızın insan kaynağına ve
insanlığımıza olan zincirleme inanç faaliyetlerimizin taşıyıcı gücü oluyor.
Bu açıdan herhangi bir siyasi hareket ya
da hizbin himayesi altında değil ama ülkenin ve bölgemizin tarihinden neşet eden
ve kendini ortaya koyan her ne kadar sınırları günümüzde büyük ölçüde belirsizleşmiş olsa da esasta kendinin var olduğunu
hissettiren evrensel büyük çatısından aldığımız toplumsal güç bize bu işlere girişme
kuvveti veriyor. Kendi tarihimizin ve insanlığımızın bize yüklediği misyon kadar kendi
kendimizi gerçekleştirme duygumuz yeni
ortak yarın çatıları kurabileceğimize bizi
ikna ediyor.
Her şeyin ötesinde insanları bir araya
getirme, toplantılar organize etme ve ülkenin önünü açacak ve insan kaynağını daha
yaratıcı kılacak ve bu yaratıcı insan kaynağını da etkili bir şekilde toplumsal dolaşıma sokacak faaliyetler yapma isteğimiz
dışında yaşanılan her şeyi kendimiz için
de bir süreç olarak değerlendirdiğimiz için
bu işlerin peşindeyiz. Kendimizi daha iyi
Bunun yaşadığımız ülke için ne kadar
insanlar yapacak, kendimiz dışındakilerin ikna edici olduğunu da süreç içinde göredertleri ile hemhal olabilme imkanlarımızı ceğiz.
7
Süreç Analiz
[email protected]
SÜREÇ & Ortak Yarın: “Hatay” Toplantısı
Bilgi Notları
17 Kasım 2012
Dosya
SÜREÇ Araştırma Merkezi tarafından “Ortak Yarın” başlığı altında Antakya-Hatay’da 17 Kasım tarihinde düzenlenen çalıştay sonuçlanmıştır. Çalıştay boyunca Antakya, Samandağı, Yayladağı ve İskenderun gibi yerleşim merkezlerimizden olduğu
kadar Alevi, Sünni, Hıristiyan ve Musevi gibi pek çok farklı kesimlerden gelen katılımcılarımız “Hatay” merkezinde olmak üzere ülkemizin sorunları üzerine karşılıklı konuşabilme imkanını bulabilmiştir. Çalıştayda ortaya konan daha geniş görüşler en kısa
zamanda kamuoyu ve medya ile paylaşılacaktır. Bu bağlamda katılımcılarımızın kendilerine özgü geliştirdiği çözüm önerileri aşağıda kamuoyu ve medya ile paylaşılmıştır...
Konuşmacılar:
• Selim Kamacı (Oda Başkanı),
• Ahmet Hamdi Ayan (Sivil Toplum),
• Selim Matkap (Oda Başkanı),
• Alaattin Taş (Sivil Toplum),
• Serdar Güven (Antakya Belediye Başkan Yardımcısı),
• Aşkın Demir (İşadamı),
• Şaul Cenudi (Musevi Cemaati Başkanı),
• Ayhan Kara (İşadamı),
• Şemsettin Günay (Sivil Toplum),
• Cem Çapar (Ermeni Cemaati Başkanı),
• Yusuf Kılınç (Öğretmen)
• Doğan Camuz (Öğretmen),
• Erol Aygen (İşadamı),
Gözlemciler:
• Hatice Can (Sivil Toplum),
• Ali Doğan (İşadamı & Mersin),
• Hayrettin Neşeli (Avukat),
• Ali Yaman (Akademisyen & Bolu),
• İsa Aydın (Kültürler Arası Diyalog Merkezi Genel Sekreteri),
• Çetiner Çetin (Gazeteci & Ankara),
• Jozef Naseh (Arkeolog),
• Gamze Güngörmüş Kona (Akademisyen),
• Jan Dellüller (Ortodoks Cemaati Temsilcisi),
• İnci Karahan (İşkadını & İstanbul),
• Kenan Kahiloğulları (Yazar),
• Kaan Dilek (Akademisyen & Ankara),
• Lümeys Yetim (Sivil Toplum),
• Murat Belge (Bilgi Üniversitesi & İstanbul),
• Mahmut Sönmez (Türkiye-Suriye Dostluk Derneği Başk.),
• Necdet Yıldırım (Avukat & Mersin),
• Mehmet Aksu (Nehir Derneği Başkanı),
• Ömer Laçiner (Yazar & İstanbul),
• Mehmet Emin Okuyucu (Antakya Müftü Vekili),
• Şenay Yıldız (Gazeteci & İstanbul),
• Mehmet İstanbullu (Dini Önder),
• Şener Aktürk (Koç Üniversitesi & İstanbul),
• Mehmet Yalçın (Esnaf),
• Veysel Ayhan (Akademisyen & Ankara)
• Mithat Nehir (Samandağı Belediye Başkanı),
• Mustafa Kemal Dağıstanlı (Yayladağı Belediye Başkanı),
• Mustafa Öztürk (İdareci),
• Nevin Zeytineli (Yazar),
8
Moderatör:
• Murat Sofuoğlu
(SÜREÇ Direktörü)
I. OTURUM
Dosya
MÜZAKERELERE GİRİŞ
Murat Sofuoğlu: Bizim toplantımız politik bir toplantı değil. Akademik bir toplantı da değil. Birbirimizi daha fazla nasıl
anlayabiliriz diyerek bir araya geldik. Biz
sizlerden bu işin nasıl yapıldığını da öğrenmek için buradayız.
Ülkemizde bu konunun sıkıntılı olduğunu
düşünmekteyim. 30 yıllık Kürt sorunu çözülmeden siyasi iktidar Kürt Açılımı, Alevi
Açılımı ve Roman Açılımı yaparken nereye
gelmişiz? Bir ötekileştirme yaşıyor muyuz?
Evet sıkıntılarımız var.
Hakikat hepimizi bireysel veya toplumsal hayatımızda bir şekilde yakalıyor. Biz
de burada hakikatin ortaya çıkmasını istiyoruz. Sizler de bu sebeple içinizden geldiği gibi konuşursanız, burada bir ilerleme
kaydedilebilir. Herkesin hikayesi bizleri yenileyebilir ve sürecimizi devam ettirebilir.
Antakya’da çok kimlikli mozaik kendisini
korusa da sürekli eksiliyor ve tutunmak için
de kendisini zorluyor. Çoğunluk olanlar nasıl durumda? Alevilerin, Hıristiyanların, Musevilerin, Kürtlerin vb birbirleriyle sorunları yok. Sanıyorum ki anadilleri de Arapça.
Anadil halkları birbirlerine yakınlaştıran bir
araçtır. Ama hala kendilerini öteki gibi hissetmektedirler.
Hatice Can: Hatay ve Türkiye savaş ortamlarında ne duruma düşüyor? Komşularla sıfır sorundan bugüne nasıl gelindi? Yanı
başımızdaki savaştan Antakya nasıl etkilendi? Bunları konuşmamız gerekir. Ortak
Yarının işlemesi için hukukun doğru işlemesi, yereli muhafaza ederken evrensel ile
buluşulması gerektiğini düşünmekteyim.
9
Suriye’de Türkiye’nin savaşa lojistik
destek veren rolünün arttığı bir dönemde
burada yaşayan insanlar nasıl kendilerini
ötekileştirilmiş hissetmesin?
Bugün ortak yaşama iradesini halk kendisi koyacaktır. Yeter ki halkı ayrıştırmayalım. Halk kendi ortak yarınını kurabilecektir.
Dosya
Jozef Naseh: İnsanlara yaşamayı öğretmemiz, yaşamla nasıl mücadele edebileceğimizi öğretmemiz lazım. Ben HıristiyanOrtodoks Arabım. Eğitim hayatım boyunca
sıkıntılar yaşadım. Birçok okul değiştirmek
zorunda kaldım. Türkçeyi 7 yaşımda biraz
da zorla öğrendim.
tır. Çok kültürlülükten tek kültürlülüğe geçilmiştir. Halkların birbirleri ile bir sıkıntısı
yoktur. Bu bir kurgudur ve bu kurgu Cumhuriyettir. Tehcir, mübadele gibi tarihsel
olumsuzluklar modern kültürün bir parçası
olan cumhuriyetten kaynaklanmıştır diye
düşünmekteyim.
Üniversitede okula en rahat giren çıkan
da bendim. Ne sol, ne sağ grupları bana
Kenan Kahiloğulları: Hatay’da Alevi,
karışıyordu. Benim de bir kimliğim var di- Türk, Arap hepsini ve daha sonradan gelen
yordum ama anladım ki bu karmaşayı ya- insanlarımızı da Hatay olarak kabul ediyoşamışım.
rum. Biz Lazkiye’den geldik. Suriye’den naÖzal döneminde siyasete girdiysem de sıl kopabiliriz?
kendisinden sonra partiden çıktım, CHP’nin
Bazı söyleyemediklerimiz var. Ortak
kurucu üyesi olmama rağmen düşüncele- yarını nasıl oluşturacağız? Bana göre birrimden dolayı oradan da çıkartıldım. İsmi- birimizle akrabalık, komşuluk kurarak birmin bile telaffuzunu Yusuf diye yapmam birimize dokunarak oluşturabiliriz. Biz Sagerektiği çokça söylenmiştir.
mandağ’da yaşıyoruz. Ailelerin içerisinde
Hangi örgütlenme içinde olacağımı dahi bir ayrımcılık yok. Yarısı Hıristiyan olan aibilemedim.
leler birbirlerine hiçbir ayrımcılık yapmaz.
Zaten kendileri de başkaları tarafından
öyle algılanıyor.
Şemsettin Günay: Hatay’da yakın tariİsrail, Gazze’yi vurup insanları öldürdühimizde etnik çatışmaların ortaya çıktığı 3
kırılma noktası var. Kozmopolit bir yapıya ğü halde, Suriye’de tank, top ile yığınak
sahiptir. Birincisi Hatay’ın Fransızların işga- yapmışlar. Gücün yetiyorsa ve Müslümanlinde olduğu dönemdir. İkincisi ise 12 Eylül san İsrail’e karşı tepki vermelisin.
öncesi olarak düşünüyorum. Hatay’da sorunlar sağ-sol kavgası olarak doğsa da alMehmet Yetmez: Hatay’da ötekileştirtında etnik çatışma vardır. Üçüncü kırılma menin ve mezhepler arasındaki ayrımın denoktası ise şu günlerde yaşadığımız Suriye rinleşmesinde Suriye meselesi önemlidir.
meselesidir.
Hatay’da cemaatler arasında bazı kırmıSuriye’deki savaş kendisine taraftar zı çizgiler oluşmuştur. Alış-veriş yapıyor,
bulmak için mezhepsel bir rotaya evrilmiş, geziyor ve hayatı paylaşıyoruz ama bazı
Hatay da bundan etkilenmiştir. Hatay’da şeylere geldiğimiz zaman ötekileştiriliyoinsanlar kendi dini ve mezhebinden insan- ruz. Ev tutarken Sünni olduğum için Alevi
ların yaşadığı komşularının yanında yaşa- mahallelerinde bana ev vermediler. Sanımak istemektedirler.
rım Sünni mahallelerinde de aynı şeyler
Hatay’da ötekileştirme etnik yapılardan oluyordur. Bunlar doğru şeyler değil ben
değil, aşiretler ve Çingeneler üzerinden bir herkes için üzülüyorum.
ötekileştirme yaşanıyor.
Seçime bir sene kala herkes taraflara
Ahmet Hamdi Ayan: Alevilerin Cumhuriyet öncesi bir sorunları yok, Çanakkale’de
çarpışmışlardır. Sorun Cumhuriyetle birlikte jakoben bakış açısından kaynaklanmış-
10
ayrılıyor ama ciddi anlamda bir ötekileştirme yok. Bu Lübnan’daki boyutlara varmıyor. Böyle bir ayrışma Hatay’da yok. Ama
sosyal hayatın içinde bazı ötekileşme ve
ayrıştırmalar görülüyor.
Dosya
Yusuf Kılınç: Ortaklık kurulur, evlilikler
kurulursa yeni bir kültür kurulur. Hatay’da
geçmiş dönemde yaptıklarımız ve atalarımızın yaşadıklarını göz önünde bulundurun. Burada Suriye’ye mi, Türkiye’ye mi
katılım olacak diye geçmişte referandum
yapıldığında dışarıdan bir sürü insanlar
getirilmiştir. Burada yapılan toplantılarda
Beşşar Esad’ın resmi taşınmaktadır. Burada mazlum olan 4 milyon insan mülteci
durumda. Suriye’deki olaylara yaklaşırken
daha fazla sorumluluk taşımalıyız. Hatay,
etnik alanda Türkiye’nin mikro örneğidir.
Haritasını ters çevirip Türkiye haritasının
üzerine koyduğunuzda bile neredeyse aynısını bulursunuz.
Lümeys Yetim: İlkokulda Arapça konuşanlardan toplanan paralar bir kutuya toplanırdı. Dilimiz unutturulmuş ve yok edilmiştir. Ortaokulda din dersinde öğretmen
beni kaldırıp dua okutturacak ama ben bilmediğim için hocadan dayak yerdim. Hıristiyan çocuklar okumadığında ceza almazdı
11
ama biz Müslüman olduğumuz için alırdık.
Dilim Arapça olduğu için telaffuzda sorun
yaşardım aslında.
Çocuklarımızda yaşadığımız ötekileştirme sıkıntılarını 80’lerde yaşadık. Bugünlerde de yaşıyoruz. Antakya’da insanlarımız
oyuna gelmediler ama Başbakanımızın
bazı sözleri bizleri incitmektedir. Buradaki
mitinglere izin verilmiyor; ama yarın birgün
insanlar patlama noktasına da gelebilir.
Yağmur yağarsa kamplardaki insanlara ne
olacak diye düşünüyorum.
Selim Kamacı: Hatay’da yaşayan Arap
Alevileri bürokratik engeller ile karşılaşacaklarından dolayı Ortadoğu’ya açılmış ve
işçilikten başlayan bir süreçle ticarete kadar devam etmiş ve ticaretlerini geliştirmişlerdir.
Arap ülkelerinden gelen turistler artmış, eğitimde öne çıkılmış, Suriye, Ürdün
ve Lübnan’da önemli ticari atılımlar yapılmıştır.
Dosya
Bu 30-35 yılda oluşturulan sınır ticareti
bugünkü politikalar sonrasında dağılmıştır.
Farklı dil, din ve inanç yapısıyla bir arada
yaşayabilme duygusunu tehlikeye sokmuşlardır. Hizbullah, Müslüman Kardeşler
ve El-Kaide gibi grupların aramıza girmesini de çok tehlikeli buluyorum.
12
Erol Aygen: Süreç Analiz’i çalışmalarından ötürü kutluyorum. İnanıyorum ki Hatay
çok çok analiz edilmeli ve üzerinde durulmalı. Hiçbir seçeneğim olmadan dünyaya
Sünni olarak geldim ve Sünni olmaktan da
bir çekincem yok. Hatay’da Alevi vatandaşlarımızın sıcak tavrı önemlidir. İzmir, İstanbul ve Ankara’da gece 1-1.5’da bir bayan
tek başına yürüyemezken Hatay’daki hoşgörü dillere destan bir durumdadır.
Çocukken Hz. Ali’yi rüyamda gördüğümde Anneme nedir bu Alevilik bu Sünnilik
dediğimde annem; herkes Müslümandır
Tıpkı Demokrat Parti ile CHP’nin arasındaki çekişme gibi bir şey vardır ama esasında
hepimiz aynıyızdır demişti.
Burada Hatay’ın diğer illere göre genel
kültür seviyesi çok yüksektir. Ama Türkiye’nin genel kültürü düşük sosyo-ekonomik yapısı düşük, toplumların nüfus
üretkenlikleri hızlı bir şekilde artmaktadır.
Genel kültürü yüksek ve sosyo- ekonomik
yapısı yüksek nüfusun da artış hızı azalmaktadır. Bu analiz edilmelidir.
Türkiye burada BOP ile ayrıştırılmak istenen desenlerde kullanılmak isteniyor.
Ama ırk bakımından farklılaştırılan din yönünden farklılaştırılan insanlarımız genel
kültür ile göz ardı edilmemesi düşüncesindeyim. Bireyde biz aile fertleri olarak ihmal
etmeyeceğimiz bir konu vardır. Ayıp, günah
ve yasak. Bunlar öğretilmeli. Dini kurallarda
günah, ahlak kurallarında ayıp, hukuk kurallarında ise yasak. Hatay’ın genel desenlerinde bunu görürsünüz. Bugün Mısır’da
bazı güçler Mısır Piramitlerinin yıkılmasından bahsediyorlar. Ünlü bir Rus, bugün 3.
bir dünya savaşı çıksa sadece Ortadoğu’da
olur diyor.
Hatay, bölgelere ayrıştırılmıştır.
Mithat Nehir: Süreç Analiz’i temsilen
bizi ziyaret ettiklerinde empati tabirini kullanmaları çok hoşuma gitmişti. Ben bu kavramı çok önemserim.
Üniversite yıllarımda neredeyse oruç
yedi diye bıçaklanan öğrenciler vardı. Tek
taraflı değildi tabi bu ama empati kavramını
değerli buluyorum. Burada benim inancıma
göre herkes bu ülkenin sınırları içerisinde
bir arayış içerisinde. Kavga etmeden, birbirimizi kırmadan bir şansımız var mı diye
bunu aramalıyız.
Kökleri çok öncelerden gelen sıkıntılar
var.
Daha çok devletin temsiliyetinin örneği
olarak ve lütfediyorum psikolojisi içinde
ortaya çıkan hoşgörü kavramını doğru bulmuyoruz. Bize gerçekten saygı duymalısınız.
Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, Hıristiyanlar ötekiydi. Peki bu ülkenin sahipleri kimdi? Bunun aşılması ve ortak bir irade oluşturulması gerekir. Buradaki ortam aslında
buna müsaittir.
Burada en uçlar, en altlar bile bir araya geldiyse ortak bir şeyler bulabiliriz. En
azından aynı sınırlar içerisinde yaşıyoruz.
Bu ülkede kim ne derse desin bir Kürt
gerçeği var. Bugün geçmişe nazaran bu kabul ediliyor ve savaşın durdurulmasına dair
en tepeden en diptekine kadar herkesin bir
düşüncesi var.
Bugünkü Suriye meselesinde, böylesine
Türkiye halkından destek alan Başbakanın
dili doğru değil, inciticidir.
Alaattin Taş: Öncelikle böylesi bir araya gelişlerin çok önemli olduğunu belirtmek isterim. Sivil toplum kuruluşlarının zayıf olduğu ve etkisizleştirildiğini de çok iyi
biliyoruz. Hem Hatay’da hem de Türkiye’de
bu yetersizdir. Süreç Araştırma Merkezi’nin
Ortak Yarın başlığını duyduğumda çok sevindim. Biz de Antakya’da bunu sağlamaya
çalışıyoruz. Farklı kimlik, ideoloji ve dine
Dosya
sahip bir avuç insan birlikte oturup konuşmayı, Antakya’nın geleceği için neler yapabileceğimizi değerlendirmeyi düşündük.
Tek düşüncemiz ortak yaşam zarar görmesin. Acı yaşaya yaşaya neredeyse güzel
şeyleri de unutacağız.
ler görünüyorsak bu işe yaramaz. Ama birisinin gözlerinin içine bakarak dinliyorsak
işte o zaman anlıyoruz demektir (3.kulakla
dinlemek). Bu anlamda bu camia gerçekten istisna ve mükemmel organize edilmiş.
Bunu organize eden arkadaşlara gerçekten
Derhal müzakere masasına oturulma- teşekkür ediyorum.
lıdır Suriye meselesinde. İnsani açıdan bu
Herkes hikayelerini anlatıyor burada.
konuyu nasıl çözeriz diyebiliriz ama bir mü- Çocukluk dönemleri gerçekten önemlidir.
dahaleyi ne Türkiye’den, ne NATO’dan ne Çocuklarımıza söylediklerimiz geleceği şede başka bir yerden doğru bulmuyoruz.
killendirebilir. Kriz anında çözüm yaratmak
“Dünyanın hiçbir toprağı bir insanın ca- biraz daha sıkıntılıdır. Geçmişe dönük bir
sürü sıkıntı içimizde dolaşıyordur çünkü.
nına değmez” diyor Gandhi.
Birbirimize kaliteli zaman ayırarak, ne
dediğini dinleyerek bir değişim yaşayabiliMehmet Aksu: Bir Sünni Türk olarak riz. Ailelerde bir değişim olursa toplumlarben de en az sizden 10 katı kadar mevcut da da bir değişim olabilir.
düzenden rahatsızım.
Bir an için bütün bayrakları ve sınırları
Abdülhamit dönemi meclis zabıtlarında unutalım ve insanlık için bir tane gezegen
Hatay’da Alevi topluluğun meclise bir yazı olduğunu hatırlayalım. Bu dünyanın kayyazıp dinlerini öğrenemedikleri, yaşayama- naklarını harcayarak savaşmak var ve bir
dıkları ifade ettikleri yazar. Bunun üzerine de hepimizin bu gezegenin bir vatandaşı
Abdülhamit 24 tane okul ve cami açmıştır olduğunu bilerek en faydalı bir şekilde bu
ve hala devam etmektedir bir kısmı bunla- kaynakları kullanmak var. Barışçı çözümrın. Alevi çocukların bu okullarda okutulma- lere odaklanmak hepimize fayda sağlayaması için gayret sarf edilmiş ve mezunlara caktır..
iş verilmemiş. İstanbul’a giden bu bilgiler
Harvard Üniversitesi’nin bir çalışmasınsonucunda bir rapor yazılmıştır. Raporda,
da
birbirinden farklı disiplinlerden gelen in3 tane Antakyalı toprak ağasının Alevilerin
eğitim gördüğünde tarlalarda ırgat gibi yok sanlardan veya uzmanlardan oluşan ekipparasına çalıştırılmasının imkânsızlaştırıla- lerin yaptıkları çalışmaların daha yaratıcı
cağını düşündüğü için bu okulların işletil- olduğu ortaya konmuştur. Tabi bunun için
bu farklı kesimlerden gelen insanların ormesini engelledikleri ortaya çıkıyor.
tak çalışma alanında güven ortamı içinde
Hatay’da siyasi kaygılarla adım atılması olacağı duygusu sağlanmalı. Bu ekip, bu
doğru değildir. Hatay’da bir Sünni belediye çalışma için iyi bir örnek olabilir.
başkanı Alevi mahallesine hizmet götürdüğünde Sünni halk hemen “bak bu da bozuldu, bize bakmıyor” diyor. Yine aynı şekilde
***
diğer inançtan insanlarda da bu görülüyor.
Farklılıklarımızı mezhep gettolarına dönüştürmeden, birbirimizle yaptıklarımızı özel
günlerimizi, inançlarımızı paylaşmalıyız.
İnci Karahan: Dinlemek önemlidir. Biz 3
aşamada dinliyoruz. Anne ve baba olarak
bir şeyle uğraşırken dinliyorsak ya da din-
13
II. OTURUM
Dosya
MÜZAKERELERİN AÇILIMI
Ayhan Kara: Ortak bir yarından bahsetmeden önce ortak bir dünü konuşmamız
gerekir. Hatay topraklarında 40 bin yıllık
bir yaşam söz konusudur. Bu 40 bin yıl içerisinde ne yaşandıysa ben oyum. Bir mezhebe, zaman dilimine saklanıp kalmamak
lazım. Dün, bugün ve yarın bir bütündür ve
bunları ayırdığımız zaman tarih sayfaları
içerisinde kaybolur gideriz.
Yasaklar üzerine kurulmuş bir devlet
geleneği vardı geçmişte. Pasaport almalarımız bile yasaklanıyor, ağabeylerimiz nüfuslarını İstanbul’da gösterip yurt dışına
çıkabiliyordu.
Bugün, kendi vatandaşına mermi doğrultan bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Bu
insanlar devletten savaş istemiyoruz talebinde bulunmuştur. Hatay’daki hoşgörüyü
kaybetmemek için uğraşsak da kaygı içerisindeyiz.
14
98 yılında Demirel, Hatay’a geldiğinde bugünkü gibi o gün de Alevi olan Samandağlılar, Suriye’den Abdullah Öcalan’ı
Türkiye’ye teslim etmesi için bağırmıştı.
Demek ki sadece mezhepsel bir politika
benimsemiyor bu insanlar.
Jozef Naseh: Biz din konularında eleştiri yaptığımızda hiciv kullanırız. Alt kimlikler geçmişte karşımızda değildi toprak
altındaydı ve belirli bir demokratik sistem
ve standartlaşan kültürel yapımız vardı. O
kültürel yapı bozulunca toprağa gömdüğümüz sorunlarımız ortaya çıkmaya başladı.
Şimdi bunları nasıl bir bahçenin içinde muhafaza edeceğiz diye düşünüyoruz. Kırsal
alandan kente gelen yurttaşları eğer kent
kültürüne uzlaştıramazsak, kendi küme
kültürleri ile kente gelecekler ve bu da sorun oluşturacaktır.
Dosya
Ben biraz Yahudi, biraz Türk, biraz Erme- te Suriye’ye gittik ve başbakan Muhammet
ni, biraz Arapım. Aklınıza ne geliyorsa ben Naci Itri bizi karşıladı. Kendisi Sünniydi. Babiraz ondanım.
kanlar kurulunda da bir sürü Sünni vardı.
Mehmet İstanbullu: Sorunlar ya mücadele yoluyla ya da müzakere yoluyla
çözülür. Müzakere yoluyla çözülmesi daha
medeni olduğu kesindir. Hangi inanç ve
düşünceden olursa olsun insan toplulukları birbiriyle anlaşabilir ve ortak yarınlar kurabilir ancak buna engel olan şey; bazı yöneticilerin hırslarıdır. Yöneticilerin bazıları
insanların en hassas olan milli ve dini duygularını kullanıyorlar. Bölgemizde de böyle bir fitne ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Uluslararası güçler bölgemize demokrasi
getireceklerini söyleyerek kendilerine bağımlı yönetimler kurmak amacıyla çalışmalara başlamışlardır. İran, Suriye ve Irak gibi
ülkelere Vahhabi ve El- Kaide gibi gruplar
yoluyla zarar vermek istiyorlar.
Monarşik yapılara karşı olduğumuz kadar oligarşik yapılara da karşı olmalıyız.
Yanımızda bir kargaşa varken tabi ki bir
şeyler yapmalıyız. Ama Hatay’ın da mozaiğini bozmamamız lazım. Burada yaşayan
30 bin vatandaşımızın korkması lazım.
Esad’a düşman binlerce insanın bölge içinde olması doğru değildir. Biz de mağdura
ve mazluma yardım etsek de bu kriterlere
dikkat ederek bölgenin dışına taşınmasını
istedik kampların.
Başka bir ilde, bu kadar farklı inanç ve
etnik gruba bağlı kişileri bir araya getiremezsiniz. Ama Hatay geçmişte çok sıkıntı
yaşamış. Fransız işgali sırasında tek yürek
olarak savaşmıştır. Hataylıların hoşgörüleri
vardır. Başka ülkelerin sırtlarına dayanarak
Enerji kaynaklarına hükmetmek ve İsra- özgürleşen ülkelerin ne hale geldiğini göril’i rahatlatmak için taşeronlarıyla birlikte dük.
çalışıyorlar.
Hükümetimiz ne yazık ki bu savaşta taraf olmuştur. Savaşan taraftarların arasını
bulması yönünde bir görev üstlenmeliydi.
Dış müdahale olmaksızın bir çözüm üretebilirlerse daha iyi bir gelecek olabileceğini
düşünüyorum.
Mehmet Yalçın: 2012 yılında Alevi-Sünni çatışması gibi bir tanımlama ile
Suriye’de yaşananları tanımlamak doğru
değildir. Saldırıya, tecavüze uğrayan ve
tanıdığım Suriye’den gelenler var. Onlara
kayıtsız kalamayız. Orada insanların başlarına her gün bombalar yağıyor ve biz, bize
ne diyoruz. Bu doğru değildir.
Nevin Zeytineli: Başlığımız çok güzel.
Hatay’ı kurtarırsak Türkiye’yi, Ortadoğu’yu
kurtarırız. Geçmişte Suriye, Hatay’ı haritalarda kendi sınırlarında gösteriyordu.
Ticaret yaparak ekonomik durumumuzu
güçlendirirsek insanlara bakışımız daha iyi
olur. Zamanında biz de iş adamları ile birlik15
Hayrettin Neşeli: İyi bir Hıristiyan bana
göre iyi bir Müslümandır. İyi bir Müslüman
iyi bir Hıristiyandır. Türkiye’de ayrımcılık
yapan bazı aydın grup ve yazarlar yüzünden toplumun birbirine düşmesini istemiyoruz.
Mehmet Emin Okuyucu: Alevi kardeşlerimizle birlikte yemek yedik, cenazelerine gittik ve onlar da memnun kaldılar.
Birlikteliğimizin açık bir ifadesidir bu. Biz
nasıl bir toplum istiyoruz, öncelikle bunu
düşünmeliyiz. Dil konusunda sıkıntı yaşayan bazı arkadaşlar vardır, bunlar hayatın
cilveleridir.
Jan Dellüller: Bir arada kardeşçe yaşama kültürünü içimize sindirmemiz insanları
oldukları gibi kabul etmemiz ve onları sevmemiz lazım. Ortak Yarın Hatay güzel bir
konu. Ama öncesinde Ortak Yarın Hatay’ın
dününü iyi konuşmamız lazım. İnsanları
Dosya
hangi yargıyla yargılarsanız bir gün gelir o
Kimsenin kimseyi ayrıştırmadığı, şeklini
yargıyla siz yargılanırsınız. Olayın temelin- şemalini, dilini dinin sormadığı bir süreç bıde sevgi ve saygı çok önemlidir.
rakabilirsek ne mutlu bize. Ancak o zaman
Meydan Çarşısı’nın camisinin restoras- insan olduğumuza ve insanlık görevini yeyonu için çarşı esnafı maaş toplarken An- rine getirdiğimize inanabiliriz.
takya’lı bir müslümana gitmişler ve kendisi
para vermeyince bunu duyan gayri müslüm
de neden bana gelmediniz demiş. Antakya’daki Hıristiyan doktorlar kendi kimlikleri
ile değil Antakyalı olmanın kimliği ile işlerini yapmaktadırlar.
Suriye konusunun bu kadar çok konuşulmasını doğru bulmuyor, zarar getirebileceğini düşünüyorum. Türk medyasının
söylediği her 100 kelimenin 99’ı yalandır.
Suriye’de savaşmak adına El-Kaide mensupları ülkelerinde hapishanelerden çıkarBenim yanımda Yahudi bir dostum da tılıyorlar.
var. Bizleri görenler Araplar ile Yahudiler
nasıl anlaşır, savaşıyorlar ne önerirsiniz
Cem Çapar: Hatay’da bu kadar çeşitlidiyorlar. Ben de birbirlerini affetsinler ve liğin olması bize zenginlik katıyor. Hatay
sevsinler diyorum. Yüreklerimizde Tanrı- mutfağı mesela. Arap, Hıristiyan, Akdeniz,
nın sevgisini ekmemiz lazım. Burada, An- 20 yıl Fransız işgalinde kalmamızdan dolatakya’da insanların yüreklerinde Tanrı’nın yı Fransız, Türk mutfakları etkisi vardır.
sevgisi vardır.
Hatay’da yaşamak dilimize zenginlik katıyor. Arapça ve Türkçe biliniyor. Ben de 3
Şaul Cenudi: Ankara’da Hatay günleri dil biliyorum. Arapça, Ermenice ve Türkçeiçin gittiğimiz bir programda il müftümüz, yi gururla bildiğimi söylüyorum. İngilizce
ben ve Ortodoks cemaati temsilcimiz bir- de biliyorum ama onu dilden saymıyorum.
likte yemek yerken bizleri görüp konuşan Onun için çaba harcadım, kitap aldım, kursbayanlar hoşgörümüze şaşırırlardı. Her di- lara gittim. Ama Hatay’da öğrendiğim bu 3
nin bayramını küçükken kendi bayramımız dil farklı.
gibi yaşardık. Neler oldu da böyle şeyler
Hatay’da yaşamak maneviyatımıza da
yaşanıyor.
zenginlik katıyor. Biz aynı Allah inancını
Mustafa Kemal Dağıstanlı: Gerek Hatay gerek Türkiye oyuna düşmemelidir.
Bölgede bir oyun oynanmak isteniyor. Hatay bu oyuna düşmesin.
Herkes ne söylediğine dikkat etmelidir.
Masanın arkasında konuşan insanlar dikkat
etmelidir.
Mahmut Sönmez: Alevi ve Arap olduğum için çocukluğumda aşağılanma yaşadım ama bunun geçmişte kaldığına inanıyorum. Hatay’ın ortak yarını için bir şey
yapmak gerektiğine inanıyorum. Sivil alanda toplumun örgütlenmesi için gerekli her
çalışmayı yapmaya çalışıyorum.
16
yaşıyoruz. Bizim Paskalya Bayramımız Yahudi Cemaatinin de aynı gün bir bayramına
denk geldi. Aynı hafta kutlu doğum haftasına da denk geldi. Aynı inancı 3 ayrı dinde
yaşayarak birbirimizi öteki olarak görmüyor, insan olarak görüyor ve ilişkilerimizi
öteki kavramı ile değil, komşuluk ilişkileri
paydasında, sorundaşlık ilişkileri paydasında ilişkilerimizi kurup sağlıklı bir Hatay
toplumu oluşturabiliyoruz.
Hatay’da herkes birbirlerinin sorunlarını
çok iyi biliyor ve bu durumda herkes birbirinin haklarını savunuyor. Burada kuvvetli
bir yapı var. Hatay’da oluşan iftiraların genel vücutta bir önemi olmadığını düşünüyorum.
Dosya
Mustafa Öztürk: Ben Hatay-Yayladağlıyım. Okulumdaki Alevi öğretmenlerimizin
taziyelerine, düğünlerine, bayramlarına
gidiyoruz. Onlar da yine aynı şekilde bizlerin özel günlerine geliyorlar. Dolayısıyla
yaratılmak istenen sorunların konjonkturel
olduğunu düşünüyor ve suni olduğuna inanıyorum.
Kimse Hatay’da birbirini farklı inanç ve
dilden diye ayıplamaz ve kötü gözle bakmaz. Temel sorun birbirimize karşı acabalar
ve meraklardır. Arkadaşlarımızla dostlarımızla bir araya gelip konuştuğumuz zaman
aradaki buzlar eriyor ve diyalog ortamı oluşuyor. O da bizim gibi bir insanmış diyoruz
ve dostluklar da ilerliyor. O yüzden bu tür
toplantıların çoğalması gerekiyor. Özellikle
Hatay’da çoğalması gerekiyor.
Elbette ki kırmızı çizgilerimiz vardır. İnsanın olduğu yerde bunlar olacaktır tabidir.
Herkesin aklı kendisine en iyidir. Herkes
benim düşüncemde olacak diye bir yaptırım içine giremeyiz. Bu insanın tabiatına da
aykırıdır zaten.
Kullandığımız dil önemli.
17
İsa Aydın: Beraber yaşadığımız bir
memlekette ortak dünümüzü tespit edelim. Tek maddeden yaratılmadığımız için
sıkıntılar olabilir. Ebrunun ya da mozaiğin
bir tarafını çıkartırsanız ebru ya da mozaik olmaktan çıkar o şey. Balkanlarda Türk
okullarını açarken, sadece Boşnak öğrenciler için okul açılsın dendiğinde, biz her
kesimi içine alacak bir okul kurmak istedik
ve bugün 7 etnik gruptan öğrenciler eğitim alıyor bölgede. Birbirlerini tanımalılar
diye düşündük ve şimdi aynı şarkıları söylüyorlar.
Üslup çok önemlidir. Geçmişte yaşanan
problemler vardır ama bunları dile getirirken de dikkat etmek gerekir.
Devlet millet için vardır.
Aşkın Demir: Ben bir Hıristiyanım. Babam 70’lerde sıkıntı çekmiş diye benim ismimi böyle koymuş. Ama ben çocuğumun
adını Jan Piyer koyabilmişim. İnşallah o sıkıntılar geri gelmez.
Dosya
Hatice Can: Devletler halkının yararı
için vardır ve insanın en temel haklarını
güvence altına almak zorunda olan bir oluşumdur. Anadilimizi kullanma konusunda
sıkıntı yaşadık. Arapçanın unutulmaması
için çözüm üretmek zorundayız.
Lümeys Yetim: Büyükşehir yasası Hatay’da problem oluşturacaktır. Alevilerin
olduğu bir yere neden Sünni bir imam gönderiliyor? Bizden Alevilerden dini bilen yok
mudur?
Şam’da bir patrikhanesi var arkadaşımıDiyanet işlerinin olmamasını düşünü- zın, peki neden Antakya’da yok? Kendisi
yorum. Aleviler yok sayılıyor. Anadolu Ale- burada hem de.
vileri ile birlikte Arap Alevileri 15 milyonu
Bir umudum var. Bir anayasa. Burada bebuluyor ama geçenlerde medeniyetler nim haklarımın yazılmasını istiyor ve hangi
toplantısı oldu Hatay’da, dünyadan herkes iktidar gelirse gelsin değişmesin istiyorum.
geldi ama Aleviler orada da yoktu.
Hatay’ın Türkiye’ye katılma plebisitinde
Suriye mi Türkiye mi diye bir ayrım yoktu.
Türkiye mi, bağımsız diye mi bir plebisit yapıldı Hatay için. Hatay ismi de Türkleştirme
operasyonunun adıdır. Eski Türk isimlerindendir. Antakya’yı da unutturmak isterler.
O yüzden Hatay merkez yazar yeni doğan
çocukların nüfus cüzdanında.
Jozef Naseh: Suriye’de olayların yaşandığı bölgeler buranın bir parçası. Hepimizin
bir parçası var orada. Suriye’nin yönetimi
önceden nasıl kuruldu biliyor musunuz?
Baas fikrini kuran üç kişiden biri Hıristiyan,
biri Alevi biri Sünniydi. Baas fikrini ortaya
atarak Irak’a kadar götürdüler. Bu kanatlardan birinin yok olması tüm dengeyi bozuMozaik ya da ebru evet, ben de Ebruyu yor ve biz de o dengeler üzerine çatışıyoseverim. Ama mozaikten farklı olarak Eb- ruz.
ru’da geçiş vardır. Birbirini olumlu olarak
Fransa işgal ettiğinde Hatay’ı, demoketkilediği bir ortamı yansıtır.
rasiyi öğretti bize. Ermeni, Rum ve Alevi
Amik Gölü kurutulduğunda tek santimi milletvekilleri vardı. Bu demokratik bilinçle
Alevilere verilmemiştir. Nüfus planlaması Türkiye cumhuriyetine adapte olduk. Teryapılmaktadır burada. Şu anda Hatay’daki cih aydınlanmadan yanaydı. Atatürk’ün o
demografik yapının değiştirilmesi için göç dönemde yaptığı harf devriminden diğer
ettiriliyor. Afgan Özbekleri de var bu coğ- devrimlere kadar etkiliydi tercihlerde.
rafyada ama onlar çok kapalılar sanırım geToplumsal uzlaşı olarak parada uzlaşalenek göreneklerini çok kapalı yaşıyorlar.
biliriz.
Devlet Hatay’ı hep yok saymıştır. Yurt
dışı işçiliği refah seviyesini yükseltmektedir. Ailelerini götürmedikleri için parayı buMehmet Yatmaz: Hatay ismi esasında
raya gönderiyorlardır.
Hattilerden Hititlerden geliyor.
Suriye’de sığınanlara karşı bir refleks
olacağını düşünmüyorum. Sığınma hakkı
en temel haktır. Ama Özgür Suriye Ordusunun etrafta dolaşıp buradan oraya gittiğinin konuşulduğu bir dönemde, Antakya
sınırlarının savaşın aracı olarak kullanılması herkesin dikkatini çekecek bir konudur.
Her toplum kendi demokrasisini kendisi
üretmelidir. Irak örneği ortadadır. O yüzden
kesinlikle işgal olmamalı, müdahale olmamalıdır.
18
III. OTURUM
Dosya
GÖZLEMLER & SONUÇLAR VE REÇETELER
Ali Doğan: Kin insan yüreğinde çok büyük bir yüktür. Böyle mesafe alınmaz. Sevgi en güzel şeydir. Hatay’da bunu görebilmek güzel bir şeydir. Mersin de Hatay gibi
zengin etnik ve dini yapılara sahiptir. Ben
Alevidir kestiği yenilmez zihniyetine karşı
olduğum gibi Sünninin içine Yezid kokusu
sinmiştir yanına yaklaşma zihniyetine de
karşıyım.
le Diyanete yapılan harcamaları helal etmiyoruz. Başbakan herhangi bir kimlikle ilgili
olumsuz bir açıklama yaparsa bu doğru
olmaz. Aleviler olarak, inciniyoruz. Bu nedenle de böylesi ırkçı ve kin, içeren söylemi
kınıyoruz, kabullenmiyoruz.
Necdet Yıldırım: Belli ki Hatay’da yaşayan sizler bu durumdan son derece rahatsızsınız. Ben de birçoğunuz gibi Suriye’de
demokrasinin olmadığına inananlardanım.
Ne Türkiye’de ne de diğer Ortadoğu ülkelerinde demokrasi vardır. Dışarıdan kimileri
ülkenizde demokrasi yok, biz ülkenizdeki
muhalefete destek veriyoruz derlerse, biz
dış etkiler, dış müdahale diye bağırıyoruz.
Ülkemizdeki iç çatışmaları dış güçlere bağlıyoruz. Suriye olayında ise biz açıktan muhalefetle birlikte çalışıyoruz, Hatta Dışişleri
Bakanı Katar’da muhalif örgütlerin liderlerini seçiyor. Bu nasıl Devlet politikasıdır,
bu nasıl Dışişleri politikasıdır. Yarın öbür
gün başka bir ülke bizim içimize müdahale
ederse biz ne diyeceğiz. Devlet politikaları
bölgesel, küresel ve ülkesel çıkarlar üzerine kuruludur. Devlet politikaları kin ve
nefret üzerine, düşmanlıklar üzerine bina
edilmez. İş adamları bölgesel çıkarlardan
olumsuz etkilendi. Bölgede etkin olarak
küresel güç olarak ABD orda etkin olacak.
Bizim hiçbir çıkarımız yok.
Şenay Yıldız: Burada sıkıntı çektiğini
söyleyenler genelde Arap Alevileri. Devletin mezhepçi yaklaştığını söylüyorlar ama
kendileri de bence bu konuda biraz mezhepsel bakıyorlar. Suriye olayında Arap
Alevilerinin, Aleviliklerinden dolayı mı yoksa Arap oluşlarından dolayı mı daha çok etkilendiklerini merak ediyorum.
Suriye’de yönetime getirilmesi için çabalananlar bari demokrat olsa. Küçücük
çocukları ve teslim olan askerleri sivilleri
yere yatırarak koyun gibi boğazlayan, El
Kaidecilerin, Selefilerin, Vahabilerin, Müslüman kardeşlerin Demokrasiyi kuracaklarına nasıl inanabiliriz. Bu katilleri iktidara
getirmek mi demokrasi olacak.
Kısaca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
Suriye politikasını ülkesel çıkarımızla ve
bölgesel çıkarımızla bağdaşır bulmuyoruz.
Şener Aktürk: Çok boyutlu bir kimlik
sorunu gördüm. Ortodoks vatandaşlarda,
Yahudilerde, Alevilerde yaşadıkları ayrımcılığa dair sıkıntılarını paylaştılar. 1920lerde
uygulanan ve empoze edilen Türkçe, Sünni
Müslümanların da anlamadığı bir Türkçeydi.
Patriğin ekümenliğini tanımayan zihniyeti
de, Asuri Suryani patrikhanesini Suriye’ye
yollayan zihniyeti de, Sünni Müslüman hanımın başını kapayarak kamuda çalışmasını
engelleyen zihniyeti de, yani kamusal alanı
her türlü etnik ve dini simgeden ayırmaya
çalışan zihniyetle aynı görüyorum. Resmi
politikayı gevşetmek gerekir.
Türkiye’de eğitimim sırasında da Musevi arkadaşlarım vardı ama onların Musevi
olduklarını hiçbir zaman öğrenemedim.
Çünkü onlar kamusal alanda kimliği olmadığından soyut ve renksiz bir kimliği
benimsemek zorunda kalarak kimliklerini
saklamışlardı. Bu da psikolojik travmalara
sebep olmuş olabilir. Amerika’da eğitimiBenim vergimle bana ayrımcılık yapıl- me devam ettiğimde de Musevi okul arkamamalı. Biz Aleviler bizden alınan vergiler- daşlarım vardı ama onları tanımış, Musevi19
Dosya
liğe dair bir şeyler öğrenebilmiştim. Çünkü sayma şeklinde bir söyleme dönüştürmeyi
onların orada kimliklerini yaşama hakları oldukça yanlış buluyorum. Sorunlarımızı
vardı.
görmezden gelme, erteleme şeklinde değil
Yeni Osmanlıcığı da doğru bulmuyorum. de konuşarak ve her türlü sorunu ele alaOsmanlı millet sistemini temsil etme nok- rak çözüme gidebiliriz. Herkes bir şekilde
tasında şu an sadece Müslümanlar var. Os- acı çekti diyerek özellikle de hakim kesimmanlı’da Müslüman, Yahudi, Ermeni ve Rum ler, çoğunlukçu bir mantıkla sorunları çözmilletleri vardı. Osmanlı hoşgörülü derken müyor, sürekli erteliyoruz.
de yaşanan belirli problemler vardır. Daha
Kürde ayrı, Araplara ayrı, Alevilere ayrı
derin bir sorundur bu. O yüzden sadece tek çözümler üretmek doğru değildir. Ya insan
Müslüman gruplarla yeni Osmanlıcılık ola- haklarını, inanç özgürlüğünü verirsin ya
maz.
vermezsin. Verirsen zaten her grup inancıHatay’ın şansı, Türkiye’ye geç katılma- nı yaşar. Güç mücadelesi yapılırsa ve güçlü
sıdır. İlk 20 yılda yaşananları görmediği kimsenin dediği olursa çözüm olmaz. Oy
için şanslıdır. Hatay’a eleştirel zeka ve gücüne dayalı bir yaklaşımla çözüm üreşans vermiştir bu yıllarda ülkeye katılma- tilemez, zaten üretilemiyor da. İnsanlığın
mış ve ulus devlet inşasına şahit olmamış bugün ulaştığı aşamada, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM Medeni ve Siyasi
olmaları.
Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları
Anayasanın kardeşlik söylevinden çıka- Sözleşmesi gibi tarihsel birikimin ürünü
rak bir kontrat olması lazım. Kardeş kavga- olan metinlerde yer alan ilkelerin ışığında
ları da var. Amerika’da evlenenlerin %80’i çözüm üretmekten başka yol yok.
kontrat yapıyor. Boşandıktan sonrası için.
Suriyelilerin bulunduğu mülteci kamplaAnayasa da güçlü ve temel insan haklarını
rının
yoğunluğunun Hatay dışındaki illere
ele almalı ve korumalıdır. Açıkça hangi duyönlendirilmesi kararını doğru bir yaklarumda neyin nasıl olacağı belirtilmeli.
şım olarak görüyorum. Bu nedenledir ki,
Hatay’da o ilk başlarda yaşanan gerilim
Kaan Dilek: Burada toplumsal kesimle- nispeten azalmış gibi gözüküyor. Bugün
rin tutumları ve davranışları daha net. Sı- Hükümetin politikasının daha realist bir
çerçeveye oturduğu görülüyor.
nırları içerisinde radikalleşmişler.
Genel çözümler üretilmeli. Yamalar şekHatay Suriye meselesinden doğrudan
lindeki
Kürt Çalıştayı, Alevi Çalıştayı çabave çok boyutlu etkilenmiştir.
larının bir sonuç üretmediği görüldü. SiyasiHoşgörünün özde mi sözde mi olduğuna
ler tarafından pek çok sözler verildi, ancak
dair bir endişeye kapıldım.
bir sonuç çıkmadı. Temel insan haklarının
hayata geçirilmesi durumunda herkesin
Ali Yaman: Ayrımcılıkla mücadeleyi iba- de sorunlarına çözüm üretilmiş olacaktır.
det olarak görüyorum ve bugün burada bu- 2012 Türkiyesinde ayrımcılık ve çoğunluknun yapıldığına inanıyorum.
çu bir yaklaşım sorunlarımızın çözümüne
Siyasiler ayrımcılık yapıyor ve ardından değil, daha da kronikleşmesine yol açar.
takipçileri de bunu yapıyor. Sonra da bu yapılan davranış şekli bizlere normalmiş gibi
Veysel Ayhan: Suriye ile ilişkilerin iyi
geliyor. Ayrımcı dilin mutlaka önlenmesi,
olduğu dönemde herkesin Suriye algısı aybu ülkede siyasiler ve hepimiz bunun kötü
nıydı. Şimdi Hatay halkı arasında bir çözülbir şey olduğunu anlamamız gerekir.
me, radikalleşme ve yakın çatışma unsuru
Burada hepimiz kardeşiz şeklindeki ar- var. Ayrışma, derinleşme ve çatışma izlenizulanan bir durumu varolan sorunları yok yor. Saflaşma var.
20
Dosya
Çoğunluk olan gruplarda buyurgan ve kutsadıkça da bir üstünlük meselesi olarak
devleti sahiplenen bir üslup var. Bu 2 ay ele alıyoruz.
öncesinde yoktu. Siyasal pozisyon alma
Sorun yok biz çok kardeşiz dediklerinde
var.
bir sorun vardır zaten.
Burada 30-40 yıl yaşamak bence bir
Bizim konuşmamız gereken de şunlar
Antakya kimliğine sahip olmayı getirmiyor. sorun, şunları çözelim olmalı.
Burada yüzyıllardır oluşan bir ortak kültür
Buralar iç dökme rehabilitasyon toplanalgısı olmalı. Saygı da değil, hoşgörü de değil ama içselleştirilmeli. Sizin gibi görmeli tıları gibi geliyor. Sorun alanları, alt sorun
ve tanımalısınız eğer ortak bir kimlik varsa alanları, uygun stratejiler ve mikro makro
senaryolar yazılmalı.
içselleştirirsiniz.
Her şeyçe rağmen insanların yarı yarıya
Genel itibari ile bakarsanız gençleriniz
ayrı sizler ayrı bir siyasallaşma yaşıyorsu- da olsa samimi olmalarını iyi görüyorum.
nuz. Ortak bir tarih okumasına sahip değilsiniz. Herkesin Osmanlıyı okuması bir deÇetiner Çetin: Bu ülkede bir an önce
ğil. Ortak nokta bu bölgede yaşıyor olmak.
sivil bir anayasa olmalıdır. Çözüm için…
Herkes kendi mahallesinde yaşıyor bu da
Anadilde eğitimin önündeki engeller kaldıbunun göstergesi. Farklı grupların temsilirılmalıdır.
yeti noktasında ayrımcılık var. Bu da temsiliyet noktasında adaletsizliğin olduğunu
ortaya koyar. Hoşgörü ile bu sorunlar geHayrettin Neşeli: Türkiye’yi kuran iraçiştiriliyor.
de Lozan antlaşmasında anadilde eğitimin
Suriye meselesi Hatay’ı mutlaka etkileyecektir. Herkesin Suriye’ye bakışı farklıdır.
Kendimizi hangi alt kimlikle tanımlıyorsak
öyle konum alıyoruz.
yapısını tespit etmiştir. Anadilde savunma
azınlıklar için olabilir ve gerektiğinde tercüman yardımı alınır. Ancak bunların dışındakiler Türkçe savunma olarak yapmak
zorundadır.
Türkiye’de artık Türk’ün sorunu var.
Gamze Güngörmüş Kona: İki katmanda değerlendirmeye çalışacağım. Kendimizin yarattığı sorunları başkasının yarattığı
Ömer Laçiner: Çok ciddi bir şekilde
sorunlar gibi gösterip başkalarını suçladık. problem var. Ve en son Suriye olayında bu
Kimi ulus devleti suçladı, kimi kemalizmin problem ciddi derecede oynadı. Rahatsız
tek partisinin olumsuz etkisi olduğunu etmeye başladı.
söyledi. Kimi de üsluplarından dolayı poli15-20 yıl içinde Ortadoğu tekrar şekilletikacıları suçladı.
necek o eski devletlerin hepsi gidecek.
Biz kimliklerimizi bir araç olarak kullaOrtadoğu bir ameliyat yeridir. Şu anda
nıyoruz. Bir yere taşımak için öncelikli rololan
olay ameliyat yerini sızlatmaktadır.
lerdir.
Şu anda Suriye’de 20-30 bin kişi öldü.
İnsanlar bu kadar bencil oldukça, kimlikBunlar kolay hazmedilebilecek şeyler değil.
ler de hoyrat oluyor.
Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi
Biz hep “mış” gibi görünüyoruz. Bu toplantının isminin varlığı bile bir sorunu gös- şansı kullanılmalıdır.
teriyor. Demek ki ülkenin ve Hatay’ın yarını
Maalesef ki ne kadar yanlış da olsa biz
ortak olamazmış gibi bir tehlike var.
Suriye olayına dahil olduk ve artık gelecek
Ait olduğumuz yerleri kutsuyoruz ve bir Ortadoğu’da öyle de olsa böyle de olsa
21
Dosya
yer alacağız. Burada doğru yer almanın ka- sıkı sıkıya sahipleneceksek bunu hangi
rarını vermeliyiz.
yöntemle nasıl yapmalıyız. Biz bunu bulHatay Osmanlı’dan son kalan topraktır. malıyız. Eğer bunu yapamazsak bunu sadece bir felsefe olarak benimsemekten
Farklı etnik gruplar açısından…
öteye gitmez bunu sadece benimseyen bir
Gerçekten eşit bir toplum olmak istiyor- toplum oluruz.
sak toplumumuzun eşit zihniyetinin değişÖzgür eşit vatandaşlık bağıyla barışı
mesi lazım. Gerçekten eşit olmalıyız.
sağlayabiliriz. Mevcut siyasi yönetim yaYeni yollarla artık çözüm yolları bulmalı- pıyor mu yeteri kadar yapmıyor. Ancak
yız. Çünkü artık büyük öldürme araçlarımız burada kızıp suçlamak yerine sivil topluvar. Bir anda 50-100 bin insan ölüyor.
mumuzu geliştirerek burada öncü bir rol
Suriye meselesi bir şeyin tetikleyicisidir. oynayabiliriz.
Bunları görmemiz lazım.
İnsanlığın ortak değerleri var. Bu değerleri hakim kılacak bir birliktelik şarttır.
Tarih boyunca en büyük insiyatifleri
Türkiye yapmıştır. Bu bölgede en kalabalık toplum biziz. Eğer bu bölgede biz yeni
medeniyetin temellerini atacaksak eşitlik
temelinde yapmalıyız. Böyle bir zihniyet
devrimi yapmalıyız. Eğer bu olmazsa maalesef ki bizi hep bencilliğe kendi kimliğimizin yalnızlığına itecektir.
Murat Belge: Konuştuklarımız bir dert
dökme biçiminde cereyan ediyor. Biz hep
sınırlar içinde kalıyoruz. Konuşulanlar hep
belli bir sınırlar dahilinde konuşuluyor.
Türkiye heterojen bir toplumdan homojen bir ulus devlete dönüşmüştür. Burada
da yeni durumları kabullenmekte problemler yaşıyoruz.
Hiçbir toplum tam mozaik bir toplum
değildir. Her toplumda hem erimek isteyen
bireyler vardır hem de erimek istemeyen
bireyler vardır. Yani bazı insanlar (Yahudi,
Çerkes, Laz ) kendiliğinden içinde bulundukları ulus devletle özdeşleşirler. Bazıları da kendi kimliğini korur ben hangi ulus
devlette yaşarsam yaşayayım ben Yahudiyim, Çerkesim vs. der.
Türkiye’de kurulan ulus devlet içinde
de bir cemaatin ötesine geçilemedi. Sünni
Türk vs tarzında kaldı.
Biz Türkiye’de Ortak Yarın diye bir şeyi
22
***
Dosya
“HATAY” TOPLANTISI REÇETELERİ
23
• Cehaletle savaşmalıyız, sevgi bağ• Dış politikamız Suriye konusunda
larını arttırmalıyız, karamsar olmamalıyız.
fevkalade ağır bir hareket izliyor. Ve bunun
• Hatay’daki huzur dinler üzerinden bedelini Hatay halkı ödüyor. Türkiye mutyapılamaz. Bu Suriye olayının dinsel grup- lak ve mutlaka Suriye politikasını değiştirlar arasındaki bağı germesinden ortadadır. melidir. Ve biz bu toplantının sonucu olarak
bunu istemeliyiz.
• Hatay’da huzur dinler ve mezhepler
• Üç bacaklı bir çalışmanın daha yoüzerinden sağlanmalıdır ve ancak böyle
sağlanabilir. Solanda bunun yaşanmış ör- ğun olarak yapılması gerekli. Bunlardan bineklerle ispatı defalarca farklı kişiler tara- rincisi akademik olarak bir envanter çıkarılması. Farklı etnik grupların olduğu gelişmiş
fından ifade edildi.
ülkeleri incelemeliyiz. Bunu o ülkeler nasıl
• Hatay’ın kendi kentsel sorunlarında yapmış bakmalıyız. Sivil toplum kuruluşlabir araya gelerek uzlaşalım.
rının yaptığı çalışmaları da akademisyenle• Biz birlikte rahat olmalıyız; farklı rin entegre etmesi lazım. Karar vericiler de
gruplar Hatay için, hepimiz için, namusu- uzun süreli değişmeyecek bir yol haritası
muzdur, şerefimizdir. Onlara bir şey olma- yapmalılar. Müzakere teknikleri ve etkili
iletişim teknikleri örgün eğitimin içine girsına izin vermeyiz.
meli.
• Yerleşim yerlerinin hala ayrı olması
• Hatay’daki halk savaş istemiyor bapotansiyel olarak bir tehlike taşımaktadır.
rış istiyor diye bütün sivil toplum kuruluş• Siyasetçilerin ve din adamlarının
larıyla bir araya gelerek ısrarla bu düşüncekullandıkları dile çok dikkat etmeleri gereyi iletmeliyiz.
kir. Çünkü bu kişilerin söylemleri toplumu
• Hatay’daki zayıflayan ekonomik durahatlatır ya da gerer.
rumu göz önüne alarak bir ekonomik des• Ötekileştirmek birbirimizi düşman
tek paketi hazırlanmalı.
yaptı. Biz birbirimize sahip çıkmalıyız; .di• Gerçeklerimizden korkmazsak soğer grupların dertlerini dert edinirsek sorunlarımızı
çok daha kısa bir sürede çözebirunlarımız çözülür. Empati kültürünü gelişliriz.
tirmeliyiz.
• Hepimizi insani değerler bağlamın• Hep beraber nerelerde yanlış yapıda görmeliyiz. Herkesi olduğu konumda
yorsak oraları birlikte çözmeliyiz.
kabul etme ve bir araya gelerek çözme
• Evrensel insan hakları, evrensel dealışkanlığını kazanmalıyız. Birbirimizi tamokrasi niyetiyle buradaki bütün sivil topnımaya çalışmalıyız. Kullanılacak üsluplar
lum kuruluşlarıyla bir bildiri yayınlayarak
ortak üsluplar olmalı.
her sivil toplum kuruluşu imza atarak karar
• Sevgi, dostluk, kardeşlik duyguları
vericilere ulaştıralım.
devam etmeli.
• Komşu ülkede insanların kafasına
• Farklılıklara tahammül etmeliyiz.
bomba yağarken bizim buna bigane kalmamız mümkün olamaz; o yüzden doğru müdahillik üzerinde düşünmeliyiz.
(Süreç Analiz, 23 Kasım 2012)
Parabol
Gökhan Övenç
[email protected]
Kelle Paça Ekonomisi
Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü’ne göre dünyada üretilen
gıdaların yaklaşık olarak % 50’si yenilmeden çürümekte veya çöpe
atılmaktadır. Sadece İngiltere’deki restoranlarda yılda 600 bin ton
gıda çöpe atılmaktadır.
Birçoğumuzun bildiği ama pek azımızın yere konuşmakta israf kategorisine girmektedir. O yüzden ekonomik anlamda neiçmek istediği bir çorba: Kelle paça.
Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların yin israf olup, olmadığına karar vermek ve
özellikle kıkırdak ve eklem bölgelerinde bol israfı ölçmek kolay bir iş değildir.
Genel anlamda iktisat teorisinde kaymiktarda protein bulunmaktadır. Bu proteinler zahmetli bir sürecin sonunda özenle nakların kıt ve sınırlı, insanların ise dohazırlanan enfes bir kelle paça çorbasıyla yumsuz olduğu kabul edilir. Bu varsayımlar
içenleriyle buluşmaktadır.
altında insanoğlundan beklenen şey kıt
Kusura bakmayın, bu yazıda kelle paça kaynakları en etkin, faydalı ve verimli şeçorbasının tarifini veya faydalarını anlat- kilde değerlendirmeleridir.
mayacağım. Ama özelden bu çorba nerede
Peki kendi bireysel yaşantımızı ele alaiçilir diye sorarsanız birkaç yer tavsiye ede- cak olursak sahip olduğumuz kaynaklarıbilirim.
mızı nasıl kullanıyoruz: Zaman, yemek, su,
Bu yazıda kelle paça çorbası üzerinden elektrik, kılık ve kıyafet vs. hareketle israf ekonomisinden bahsetme
Kamu kuruluşlarından sanayiye, bireygayreti içerisinde olacağım.
sel yaşantılarımızdan evlerimize kadar
Gereksiz, amaçsız ve yararsız yere yapı- her alanda israfla karşılaşmakta ve israfın
lan her türlü iş ve harcamaya israf denil- bizatihi sebebi olmaktayız. Örneğin, ormektedir. Bu açıdan bakıldığında gereksiz talama 5 kişilik bir aile günde toplam 15
24
Parabol
Kelle ve paçaya çöpe atılması
gereken bir uzuv olarak değil, bir
değer olarak bakılması ve nasıl bir
yöntemle içerisindekilerden istifade edebiliriz arayışı sonucu bu zahmetli çorba ortaya çıkmaktadır.
defa lavaboya gidip 10 litrelik sifonu çekse
günlük 150 litre, aylık ise 4,5 ton su kullanmış olur. 10 litrelik sifon yerine 5 litrelik
bir sifon kullanılması durumunda ayda 2,2
ton su israfı önlenmiş olur. Aile ekonomisi
içerisindeki bu tabloyu İstanbul genelinde
düşündüğümüzde aylık ortalama 5 milyon
litre su israfından kaçınmış oluruz.
Modern iktisat teorisinde arka planlarda
kalmış olsa da iktisadi aktörün ve toplumun içerisinde bulunduğu veya sahip olduğu zihniyet konusu önemli analiz imkanları
sunmaktadır.
Kelle paça çorbası aslında bir bakış açısının ortaya çıkmış somut göstergesi yani
zihniyetin reel yansımasıdır. Kelle ve paçaya çöpe atılması gereken bir uzuv olarak
değil, bir değer olarak bakılması ve nasıl
bir yöntemle içerisindekilerden istifade
edebiliriz arayışı sonucu bu zahmetli çorba
ortaya çıkmaktadır.
Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü’ne
göre dünyada üretilen gıdaların yaklaşık
olarak % 50’si yenilmeden çürümekte veya
çöpe atılmaktadır. Sadece İngiltere’deki
restoranlarda yılda 600 bin ton gıda çöpe
atılmaktadır.
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı’nın açıklamalarına göre ülkemizdeki israfın tüm kategorilerdeki toplamı GSYH’nın ¼’üne denk
gelmektedir. Başka bir ifadeyle kamu kuruluşlarımızdan özel sektörümüze evlerimizden sosyal yaşantımıza uzanan israfın
büyüklüğü yaklaşık 200 milyar TL civarındadır.
Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların
kelle ve paçaları kullanarak çorba yapma
örneğinde görüldüğü gibi, bir tarafta bütünün en ufak parçalarını bile çöpe atmadan değerlendirerek ekonomiye konu etme
kapasitesine ve itinasına sahip olan insanoğlu diğer tarafta içerisinde bulunduğu
kaynakları rahat bir şekilde israf edebilen
insanoğlu. İkisi de biziz.
Kelle ve ayaklar ocak ateşinde iyice
ütülür, tüyler hepsi yakılır. Hiç tüy kalmamalıdır. Sonra, hepsini beyazlayıncaya kadar, bıçakla kazımak gerekir. Ayakların kıl
dağarcığı çıkarılır. Bir müddet suda ıslattıktan sonra, tekrar temizlenir. Burnun içi
yere vurularak temizlenir ve yıkanır. Sonra
tuz ve yeteri kadar su ilave edip kaynatılır.
Kaynama esnasında köpük yığılır. Pişenden
sonra et çıkarılarak iri kemiklerden ayrılır
ve doğranıp yeniden piştiği suya koyulup
1-2 taşım kaynatılır. Sarımsaklar ayıklanıp
havanda dövülür ve hazır yemeğin suyundan bir az götürülerek ona katılır ve yemek
zamanı arzuya göre istifade olunur.1
Sahip olduğumuz kaynaklarımızla kelle
İktisadi kaynakların etkin ve verimli paça ilişkisi kurmamız dileğiyle...
kullanılmaması sonucu ortaya çıkan israf
Afiyet olsun.
ekonomisi doğrudan sosyal politikayla, gelir dağılımıyla, yoksullukla vs. ilişkilidir. Bu
1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Kelle_pa%C3%A7a
konulara ayrı bir yazıda değinmek daha yerinde olacaktır. Bu konulardan daha önem- Food Waste,Clean Plates http://www.economist.
com/node/21561884
lisi zihniyet meselesidir.
25
www.israf.org
Siyaset
Mehmet Alaca
[email protected]
“Öteki” ve “Beriki” Arasında Kalmak
Sistem kendinden olmayanı “pis Kürt, hain Arap, yobaz İslamcı, dinsiz Alevi, sahtekar Çerkes, Ermeni dölü” ifadeleriyle yaftalamıştır. Gariptir,
bu acımasız törpülemeye rağmen Kürtler ve bir kısım Alevi dışında herkes
“beriki” olacak ve milliyetçi bir retorik kullanmaya başlayacaktır.
Kimlikleşme genel olarak kültürel kodlar üzerinden şekilleniyor olsa da daha çok
siyasal ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin ortaya çıkması ile beraber “görünür”
ve “etkili” olmaya başlamıştır. Kimlikleşmenin kendisini en iyi ifade ettiği toplumsal örgütlenme biçimi “ulus”, milliyetçilik
ideolojisi ile yakından ilişkilidir. Özellikle,
26
modern dönem sosyal, siyasal, kültürel ve
ekonomik ilişiklerin bir ürünü olan ulus
olgusunun, kendisini “homojen” bir “etni”
üzerinden tanımlamaya çalışması farklı
tarih, kültür, soy, mit ve inanca sahip olan
bir çok toplumun da ötekileşmesine zemin
hazırlamıştır. Böylece, daha önce var olan
toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimleri-
Siyaset
nin yerini ulus olgusuna bırakması, merkezi
bürokrasi, dilde standartlaşma ve merkezi
ordu gibi yeni anlayış ve yapıların ortaya
çıkması ile doğrudan ilişkilidir. Belli bir gruba dayalı olarak “inşa edilen-hayali cemaat”
kendisini daha çok merkez olarak görürken,
kendi “siyasal, kültürel ve sosyal” yapısının
dışında duranları ötekileştirmiştir.
Bu bağlamda “biz” ve “öteki” kavramlarının gelişimi milliyetçilikle paraleldir. Zira
milliyetçilik, sadece milli/ulusal kimliğin
“öteki”lere göre inşasında ve “öteki” olarak
kodlanan kategorilerden “düşman” imgelerinin devşirilmesinde değil ulusal kimliğin
yeniden üretilmesinde hem hitap ettiği
üyeler arasındaki benzerliğe hem de dışarıdakilerin farklılığına vurgu yapar. Yani “biz”
ve öteki(ler) arasında bir ayrım yapılmasına işaret eder. Böylelikle insanların içinde
yer aldıkları topluluğa ilişkin aidiyetin, bilincin ve duyarlılığın, yani “grup kimliği”nin
hırçınca gelişmesine ortam hazırlanır. Bu
noktadan hareketle “ulus”un yaratılması/
icat edilmesinde milliyetçilik en önemli
sosyal dinamik olup, etnik farklılıklar üzerinden “biz” ve “öteki”nin oluşmasında ve
aralarındaki sınırların keskinleşmesinde de
belirleyici olmuştur. “Öteki” yoksa “biz” de
mümkün olamaz. Milli “biz”in mümkün ol27
ması için mutlaka bir “öteki”ye ihtiyaç vardır, hatta öteki yoksa yaratılır. Ve bir adım
ilerisi olan biriciklik ve aynılık düşüncesiyle
milli aidiyet fikri desteklenir ve milli kimlik
olgusu üretilir.
Ülkemizde yaratılan militer milli kimliğin sivil olan her şeyi esir almasının derin
kökleri cumhuriyete kadar uzanmaktadır.
Çok dilli/kültürlü/etnisiteli bir imparatorluğun tasfiyesiyle ortaya çıkmasına rağmen,
cumhuriyet tek tipçi bir
siyasal, toplumsal ve düşünsel biçem üretmeye
soyunmuştur. Bu monolitik yapı, eskiden var olan
iletişim, diyalog ve halklar
arası ülfeti tercih etmek
yerine, resmi ideolojinin
yapay ve tahrif edici prensipleriyle oluşturulmuştur.
Cumhuriyet Türkiye’sinin
bu dayatmacı, dışlayıcı ve
ötekileştirici zihinsel havsalası kendi dışında herkesi ötekileştirip acı çektirirken kendi gibi olanı veya
olmak yolunda temayül
edeni ödüllendirmiş, ama
araçlaştırmayı da ihmal
etmemiştir. Bu havsala her üniter yapı gibi
“öteki” gruplar üzerinde asimilasyon politikaları uygulamışsa da özellikle Kürtler ve
Aleviler üzerinde pek başarı yakalayamamış ve gariptir bu iki kadim öteki grup direnişleriyle “beriki ötekilere” ilerleyen zamanlarda ilham olmuştur. Zira bu havsala
azınlıkları kendine entegre etmek için zor
ve rıza dilemmasını sistematik şekilde kullanmış ve “ötekiler”e karşı “beriki” kartını
kuvvetlendirmiştir. Doğal olarak kendinden
olmayanı da sistem dışına itmiştir.
Bu dışlamadan dolayıdır ki kendini hâkim kültürel kimlik tarafından baskılanmış,
“ötekilenmiş” hissedenlerin verdiği farklılık
mücadelesi siyasal sistem içinde bölücülük, ayrılıkçılık olarak algılanmakta ve bu
durum “ötekileşme” sürecini daha derinleştirmektedir. Bu süreç Kürt hareketiyle önü-
Siyaset
28
ne geçilemez bir hal almışken diğer öteki- beklenirken ötekileri en çok ötekileştiren
ler çeşitli gerekçelerle sistemle uzlaşma grup içinde yer almaları psikopolitik açıdan
yolunu tercih etmişlerdir.
ele alınmaya değer bir paradoksluk arz etMustafa Kemal, Birinci Meclis konuşma- mektedir. Mesela Çerkesler; Rusya’nın Kularında “Meclis’in yalnız Türk değil, yalnız zey Kafkasya’yı pasifize etmesiyle başlaÇerkes değil, yalnız Kürt değil, yalnız Laz yan 1864 sürgünün mağdurları. Sürgünün
değil fakat hepsinden mürekkep anasır-ı Çerkesler açısından belirleyici olan sonucu
İslamiye” tanımıyla meclisin Müslüman un- “vatan kaybetmişlik” hafızası yaratmasıdır.
surlardan oluştuğunun altını çizse de bu Bir vatan kaybettiğini düşünerek geldikleri
tavır kısa süre içerisinde değişmiş ve ken- toprakları -ikinci vatanını belki de son şandinden olmayan herkes “öteki” ilan edilmiş- sını- kaybetmemeye çabalamış; Osmanlıytir. Benedict Anderson, böylesi durumlarda la ilişkilerini ‘sadakat’ ve “vefa” kapsamınmilletin zamansal ve mekansal anlamda da kurmuşlardır. Bu dönemde Müslüman
biricik bir varlık olarak tahayyül edildiğini tebaa paydasında bir kimlik tanımına büifade eder. Yeni cumhuriyette de “biriciklik” rünmüşlerken cumhuriyetle birlikte yeni
vurgusu ön plana çıkmalıydı. Artık öteki ol- hakim etnik gruba bürünülmüştür. Bu bağmayan tek biricik grup: “Türk/Sünni/Kema- lamda bürünülen milliyetçi idelojik değişim
list/laik”ti. Böylelikle Türkiye’de “ötekilik” monolitik bir tip vazetmese de Çerkeslere
kavramı bütün etnik/dini/kültür gruplara dair iki güçlü paradigma ön plana çıkmıştır:
acımasızca uygulanmıştır. Sistem kendin- “Vatansız olmak” korkusunu aşarak üzeden olmayanı “pis Kürt, hain Arap, yobaz İs- rinde yaşadıkları toprakların sahibi olmak
lamcı, dinsiz Alevi, sahtekar Çerkes, Ermeni veya Çerkesliklerinden tamamen vazdölü” ifadeleriyle yaftalamıştır. Gariptir, bu geçerek, kendilerini herkesten daha çok
acımasız törpülemeye rağmen Kürtler ve Türk ilan etmek. Çerkeslikten büsbütün
bir kısım Alevi dışında herkes “beriki” ola- vazgeçemediklerinde ise “Çerkes Türkleri”
cak ve milliyetçi bir retorik kullanmaya baş- kavramı bile ön plana çıkartılmış ve anavatanlarının kurtuluşunu Turan ülküsünde
layacaktır.
arama yolu da düşünülmüştür. Ya da daha
Bu bağlamda her şeye rağmen Kürtler pasif bir söyleme çekilip uzaklaştırıldıkları
ve Alevilerin verdiği mücadele bir arada ya- topraklarına yas tutmayı bırakarak üzerinşamanın imkân ve risklerin ortaya çıkması de yaşadıkları topraklara daha sıkı bağlarla
bakımından çok büyük önem taşımaktadır. bağlanmışlardır.
Çünkü hantallaşan yapıyı iten en büyük
“Biz ve öteki” olguları daha yoğunlaşahareketler bu iki grubun içindeki saflardan
neşv-ü nema etmiştir. Kürtler ve Aleviler, rak “ötekinin ötekisi” biçimine evrilir. Böyçoğunlukla toplumsal düzeyde yaşadıkları lece “öteki” sisteme entegre olur ve adeta
ayrımcılık ya da baskıdan çok, devlet dü- bayraktarlık yapar. “Ötekinin ötekisi millizeyinde karşılaştıkları sorunlara işaret et- yetçiliği” örneğine İsmail Gaspıralı, Adalet
mektedir. Toplumsal düzeyde ise Kürtlere Ağaoğlu, Yusuf Akçura vs. gibi ideologların
karşı bu baskının sadece Türk milliyetçile- göçmen olması örnek verilebilir. Hatta Teşrinden değil, İslamcılar, Alevilerin ulusalcı kilat-ı Mahsusa’nın efsane ismi Kuşçubaşı
kanadı, Kafkas ve Balkan göçmenlerinden Eşref’in Çerkes olması ve MİT’in içerisinde Çerkeslerin uzun süre etkili olmaları ya
de geldiği ifade edilmektedir.
da Türk ordusunun komuta kademesinin
%30-40’a yakınının Çerkeslerden oluştuğu
iddiası göz önüne alındığında sistemin en
“Ötekinin öteki milliyetçiliği”
kilit ve en stratejik kurumlarında aktif rol
Vatanlarından öteki ilan edilerek süoynamaları hem çok ilginç hem de bahsetrülen halkların –Kafkas ve Balkan- doğal
tiğimiz ruh haletiyle ilişkilendirilebilir.
olarak ötekiliğin mağduriyetini anlamaları
Siyaset
Vatanlarından öteki ilan edilerek
sürülen halkların –Kafkas ve Balkandoğal olarak ötekiliğin mağduriyetini
anlamaları beklenirken ötekileri en çok
ötekileştiren grup içinde yer almaları
psikopolitik açıdan ele alınmaya değer
bir paradoksluk arz etmektedir.
Tabi sistemle barışık olmalarına rağmen
kültürel bakımdan Çerkes milliyetçiliğini
içten içe yaşayan çok güçlü bir kanat da
mevcut, bu kesim için ümit asla bitmemiş
sadece bir süreliğine rafa kaldırılmıştır. Zira
bu yapı, 1990’lardan sonra Kürt hareketinin gelişmesi ve mezkur açılımlar sonrası
yoğun biçimde filizlenecektir.
Hükümetin Kürt, Alevi ve Roman halkları için yapmaya çalıştığı açılımlar ve Kürt
hareketinin gelişimi şüphesiz Çerkesler dahil bütün azınlıklar için gerek itici bir güç
olmuş gerekse kimliklerine duydukları özlemi gidermek için yeni bir fırsat oluşturmuştur. Zira birçok azınlık grup gibi Çerkes
sol gruplarının da HDK (Halkların Demokratik Kongresi) çatısı altında toplanmaları
veya açılımların Çerkeslerin kendi kimlikleriyle daha görünür hale gelmeleri, Çerkes soyadlarının iadesi, resmi tarihin içine
Çerkeslerin dahil edilmesi, Çerkes dillerinin
seçmeli ders olarak okullarda okutulması,
24 saat yayın yapan Çerkes televizyonu ve
radyosu gibi taleplerin dillendirmeye başlaması bunların neticesidir.
Çerkes
örneğinde
olduğu
gibi
“beriki”leşmede –haklı olarak belki de mecburi olarak- önemli paradigmalardan olan
minnet duygusu ve “bir daha vatansız kalma korkusu” bakımından Kafkas ve Balkan
göçmenlerinin geliştirdikleri savunma mekanizması kısmen kabul edilebilir bir durum
arz etse de Kemalist sistemin en büyük
ötekileri –İslamcılar- Kürt ve Alevi hakları
konusunda neden uzun süre sessiz kalmayı tercih ettiler? Neden yaşanan haksızlıklar konusunda son dönemlere kadar hiçbir
29
çaba harcamadılar, ki aynı sorunları kendileri de yaşamaktaydı. Veya Dersim, Maraş,
Çorum, Malatya, Sivas kıyımını yaşamış
Alevilerin bir kısmının cumhuriyetin bekçiliğini üstlenmelerinin sebebi neydi hakikaten… Vatansız kalma korkusu mu, yoksa
yok edilme korkusu mu?! Gelecek yazıda
bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.
Hasılı, ülkemizin herhangi bir kültür,
etnik ya da inanç grubuna karşı bir ötekilik yaratmayacak politikalar üretmesi gerekmektedir. Farklılıkları bastırmadan bir
arada-oldukları gibi- var olabilecekleri bir
Türkiye’nin inşası herkesi mutlu edecektir.
Zira ülkedeki toplumsal ülfet, rabıta ve hakikat ancak böyle tekemmül edecektir.
Siyaset
Tarık Özkaraman
[email protected]
Linç Olgusu ve Hukuk Devleti’nin İflası
İletişim çağında, bütün diğer eylem, olgu ve nesneler gibi, linç eyleminin de ihracı kolay olmuş; dünyanın diğer ülkelerindeki egemen sınıfların “vatan-millet düşmanlarını” yola getirmek için bütün illegalitesine
rağmen kullandıkları bir “infaz” mekanizmasına dönüşmüştür.
Linç Eyleminin Kökeni
Linçin ortaya çıkış
tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, bu konuda yapılmış az sayıda
çalışmanın hemen hepsinin değindiği iki isim
vardır: William Lynch ve
Charles Lynch. İngilizce
vikipedinin
Amerikan
Ulusal Biyografisi’ne dayandırdığı bilgiye göre,
linç eyleminin kökeni
olan “Linç Kanunu” (Lynch Law), ilk defa Amerikan Bağımsızlık Savaşı
sırasında kraliyet yanlılarının karşı çıkışlarını
bastırmak için, Virjinya’nın önde gelenlerinden Charles Lynch tarafından ortaya
atılmış; 1811’de William Lynch tarafından
Virjinya’da uygulanmaya devam edilmiştir1. Daha sonraları bu kural, ABD’deki toprak sahiplerinin “köleleri yönetmek” için
başvurdukları bir yönteme; oradan da siyahilere karşı süre gelen katliam ve saldırılara evirilmiştir. İletişim çağında, bütün diğer
eylem, olgu ve nesneler gibi, linç eyleminin
de ihracı kolay olmuş; dünyanın diğer ülkelerindeki egemen sınıfların “vatan-millet
düşmanlarını” yola getirmek için bütün illegalitesine rağmen kullandıkları bir “infaz”
mekanizmasına dönüşmüştür.
İnsanlar yaşamları boyunca çok ve çeşitli sayıda eylemde bulunurlar. Bu eylemler, yaşanılan toplumun normlarına göre
birden fazla şekilde (günah, sevap, ahlaki,
gayriahlaki, suç, nötr vs.) kategorize edilebilir. Hukuk devletlerinde bir yaptırıma tabi
tutulan eylemler, “suç” kategorisine giren
eylemlerdir ve yaptırım, evrensel hukuk
normlarına uygun bir şekilde icra edilir. Ancak hukuku içselleştirememiş toplumlarda, egemen grup/sınıf üyeleri kendileri ve
“kendilerine ait devlet” için zararlı/tehlikeli
gördükleri kesimleri, grupları veya gruplardan bireyleri “hizaya çekmek amaçlı”, yeni
caydırıcı yargılama ve infaz teknikleri üretirler. Linç, en sık başvurulan yöntemdir ve
Türkiye bu illegal eylemin en sık rastlandığı
ülkelerdendir. Bu çalışmada linç olgusunu
tanımlayıp, kökenini, türlerini ve Türkiye’de
1 http://en.wikipedia.org/wiki/William_Lynch_
ortaya çıkış nedenlerini inceleyeceğiz.
(Lynch_law)
30
Siyaset
Bazı şehirlerde Alevi evlerinin
işaretlenmesi, Zeytinburnu’nda
Kürt işçilerin linç edilmesi, Manisa’nın selendi ilçesinde Romanlara yapılan saldırılar, Bursa’da Kürt
mahallelerinde yeni 6-7 Eylül
provalarının yapılmasıdır.
Linç Eyleminin Tanımı
ve Türleri/Yöntemleri
mış; çok failli bir suç olarak, Ceza Kanunu’nun “iştirak hükümleri” doğrultusunda
değerlendirilmiştir1. Doktrinde tartışma
yaratan bu yaklaşıma muhalif hukukçular,
Ceza Kanunu’ndaki ilgili maddelerin linç
olaylarının değerlendirilmesinde yeterli
olmayacağını ve asli failin belirlenmemesi
durumunda olayın “faili meçhul” olarak kalabileceğini belirtmektedirler.
Peki, linç eylemi, sadece, ölümle de sonuçlanabilen, fiziksel saldırılardan ibaret
midir? Ya da daha doğrudan sorarsak, linç
eylemi için sembolik/psikolojik saldırı kampanyaları bir yöntem midir? Yukarıda da
atıfta bulunduğumuz Ahmet Özgür, yüksek
lisans çalışmasında linç olgusunun güncel
halini, “herhangi bir sebeple, bir grup insanın, bir veya birkaç kişiye, sembolik veya
fiziksel olarak gayrimeşru şiddet uygulaması2” olarak tanımlamıştır. Tanımdan da
anlaşılacağı üzere, “fiziksel linç”in dışında,
kişinin zarar görmesine, sindirilmesine ve
dışlanmasına yönelik yapılan ve süresi fiziksel linçten daha uzun olan ikinci yöntem, “sembolik linç”tir. Bu ikinci yöntem,
basın-yayın organları sayesinde, sistematik olarak yürütülebilecek bir kara propaganda olabildiği gibi; günümüz teknolojisi
sayesinde kitle iletişim araçları ve sosyal
Linç olayının kökeni kadar tanımı da
tartışma konusudur. Ülkemizde konuyla ilgili ilk bilimsel çalışmayı yapan Ahmet Özgür’ün aktardığına göre, Anabritannica Ansiklopedisi Linç olayını, “bir kitlenin, suçlu
kabul ettiği kişinin yargılanmasına olanak
tanımadan, kendi başına adaleti yerine getirme iddiasıyla gerçekleştirdiği şiddet eylemi” olarak tanımlarken; Türk Dil Kurumu
sözlüğü, “birden çok kimsenin, kendilerine
göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş,
sopa vb. araçlarla döverek öldürmesi” olarak tanımlamıştır. Özgür’e göre bu (TDK’nin
tanımı), iki açıdan sıkıntılıdır: Birincisi, “taş,
sopa vb. araçlarla…” ibaresiyle eylemin
amatörce yapıldığı vurgulanmaya çalışılmakta; ikincisi, ölüm, linç eyleminin
bir unsuru olarak değil, bir
sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bu durum,
2005-2006 yılları arasında Türkiye’de yapılan ve
Anabritannica’nın tanımına göre linç kategorisine
giren 75 eylemden sadece
iki tanesinin linç eylemi
olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Geri
kalan yetmiş üç olay linç
girişimi olarak kabul edilmektedir. Öte yandan,
Türkiye hukuk sisteminde
1 http://ahmetozgur.com/akademik/Linc_2007.
linç, bağımsız bir suç olarak tanımlanma- pdf s.80
2 Ahmet Özgür, age, s.11
31
Siyaset
medya üzerinden de kolayca organize edilebilmektedir. Burada, doğrudan amaç, hedefteki kişinin/grubun marjinalleştirilmesi,
dışlanması, itibarsızlaştırılması iken; fiziksel saldırı görmesi ya hedeflenmemiştir ya
da ikincil hedeftir. (Bu her iki linç yöntemi
de kendi içinde “siyasi linç” ve “adi linç” olarak ikiye ayrılır. Bu konuya “Türkiye’de Linç
Eyleminin Nedenleri” bölümünde değineceğiz). Sembolik linç eylemi için, gazeteciyazar Ali Bayramoğlu’na yönelik, bir gazete
tarafından yürütülen karalama kampanyası açıklayıcı bir örnek olabilir. Geçtiğimiz
Haziran ayında bir gazete, Ali Bayramoğlu
için “kripto Ermeni” demiş, Kürt sorunu ve
Ermeni taktili konusundaki görüşlerinin,
gizlediği Ermeni kimliğinden kaynaklandığı
iddiasında bulunmuştu. Gazete, Ali Bayramoğlu’na yönelik başlattığı sembolik linçle,
hem Bayramoğlu’nu karalamaya ve hedef
göstermeye çalışmış hem de Ermeni kimliğine pejoratif bir anlam yükleyerek, dolaylı
olarak da olsa Ermenilere yönelik nefret
söyleminde bulunmuştur.
32
Türkiye’de Linç Eyleminin Nedenleri
2005-2006 yılları arasında, gazete haberlerine yansıyan linç eylemleri incelendiğinde, bunların çoğunun siyasi nedenlerden
kaynaklandığı görülecektir. Ancak bunların
yanında, hırsızlık, yaralama, kapkaç gibi adi
suçlardan dolayı gerçekleşen linç eylemlerinin sayısı da gittikçe artmıştır. Bu noktada
linç eylemlerini nedenlerine göre ayırmak
gerekirse; “adi linç” ve “siyasi linç” olarak
ikiye ayırabiliriz. 2004 yılında medyaya
yansıyan linç olayı sayısı 6’dır ve bunların
hiçbirisi siyasi linç değildir. 2005 yılından
itibaren linç olayları enteresan bir şekilde
tırmanışa geçmiş, 2005-2006 yıllarında bu
sayı 75’i bulmuş ve bunların 31 tanesi siyasi linç olarak değerlendirilmiştir1.
Bilim ve Gelecek dergisine röportaj veren Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, linç eyleminin ana nedenlerini, “engellenme”
ve “kimliksizleşme” olarak açıklamıştır.
ABD’de pamuk fiyatlarının düştüğü yıl1 http://cetinyilmaz.wordpress.com/2010/07/27/
turkiye-linc-cumhuriyeti/
Siyaset
larda linç olaylarında artış olduğunu söyleyen Kağıtçıbaşı’na göre geliri azalan
birey engellendiğini düşünür ve bu düşünce kişiyi saldırganlığa iter1. Öte yandan
“kimliksizleşme”de saldırganlığı besleyen
faktörlerdendir. Bir gruba dahil olan birey,
birey olmaktan çıkıp “kimliksizleşir”. Yaptığı eylemin sorumluluğunu, gruptaki diğer
kişilerle paylaştığını düşünür. Bunu örneklemek için de, 1860’lardan 1960’lara kadar
ki yüz yıllık dönemde siyahilere katliamlar,
saldırılar yapan Ku Klux Klan örgütünün
yönteminden bahseder. Kağıtçıbaşı’na
göre örgüt üyeleri, başlarına maske taktıktan sonra siyahileri linç etmeye başlıyorlar
ve böylece sorumluluğu grubun diğer üyeleriyle paylaştıklarını düşünüyorlardı.
Türkiye’de linç grupları, her türlü politik
eylemi, sendikal hareketleri/protestoları
“huzur bozma girişimi” olarak tanımladığı için ve egemen grupla, sistemle barışık
olduğunu kanıtlamak için organize olurlar.
Elbette ki bunda, medyanın, siyasal sistemin, toplumun bazı kesimlerini ötekileştiren, yaftalayan uygulamaları da etkili olmaktadır. Linç grupları, saldırdıkları Kürtleri
“bölücü”, vatan haini”; Alevileri “dinsiz”; eşcinselleri ve transseksüelleri ise “ahlaksız”,
“sapkın” olarak tanımlamakta ve eylemine
toplum nezdinde, bu argümanlarla meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Bunda, medyanın haber verme tarzı ile eğitim sistemi
ve geleneksel yaşam tarzı etkili olmaktadır. Ancak asıl etken, önleyici hukuki yaptırımların olmamasıdır.
Bütün bu verilere, linç olaylarından
sonra, yetkililerin linç eylemini destekleyen demeç ve tavırlarını da eklediğimizde,
durumun vahameti daha da artmaktadır.
Bu konuda hafızalarda en çok yer edinen
örnekler, başbakan Erdoğan’ın Trabzon’da
bildiri dağıtırken linçe maruz kalan TAYAD’lılarla ilgili söylediği “Halkımızın hassasiyetleri vardır. Bir şey yapıldığında, bu
hassasiyetleri dikkate alarak yapmak gerekir” sözleri ile aynı olayla ilgili Trabzon
1 http://www.bilimvegelecek.com.
tr/?goster=166
33
valisi Hüseyin Yavuzdemir’in sarf ettiği,
“huzur bozan cezasını çeker!” cümlesidir.
Nisan 2005’te gerçekleşen bu saldırı ve
yorumlar, “düzen sağlayıcılar” ile “düzen
bozucular” arasındaki paradoksal işbirliğini
göstermesi bakımından önemlidir. Elbette
ki linç eylemleri ve idarecilerin, bürokratların bu linçlere prim veren demeçleri bunlarla sınırlı olmamıştır. Benzer şekilde, Rize’de eylem yapan TAYAD’lılar linçe maruz
kalmış, Rize valisi “vatandaş tahrik oldu”
demiş, milletvekili Abdulkadir Kart “devlete ve millete bağlı Karadeniz insanı gerekli
dersi vermiştir” sözleriyle olayı meşru göstermeye çalışmışlardır. Her linç eyleminden
sonra gelen bu tarz demeçler, saldırıların
linç olarak kabul edilmesinin ölüm şartına bağlanması, linç eyleminin yasalardaki
muğlak ve esnek tanımından dolayı –Ceza
Kanunu’nda linç eyleminin müstakil bir suç
olarak tanımlanmamış olmasından dolayı
(yukarıda değinmiştik)- faillerinin yargılanmasının zorluğu gibi birbirini destekleyen
nedenlerin bizi getirdiği nokta; bazı şehirlerde Alevi evlerinin işaretlenmesi, Zeytinburnu’nda Kürt işçilerin linç edilmesi, Manisa’nın selendi ilçesinde Romanlara yapılan
saldırılar, Bursa’da Kürt mahallelerinde
yeni 6-7 Eylül provalarının yapılmasıdır. Bu
tablo, Türkiye’de yasaların ve yasa koyucuların tavrı ile egemen kitlenin psikolojisinin, linç eyleminin mağdurundan çok failini
koruduğunu ve bu konjonktürde, linç olaylarının artmasa bile, engellenemeyeceğini
öngörmemize yol açmaktadır.
Hukukun egemen olduğu normal toplumlarda linç, normal olmayan bir “adalet
ve düzen” sağlama arayışıdır. Dolayısıyla,
ülkemizde de linç eylemlerinin –özellikle
son yıllarda- bu kadar artmış olması, hem
toplumun haletiruhiyesi açısından hem de
hukukun ülkemizdeki işlevi/etkisi konusunda kuşku yaratmaktadır. Linç olaylarının ve nefret suçlarının önlenmesi için yapılması gereken, TCK’de bunun müstakil bir
suç olarak tanımlanması ve caydırıcı cezai
müeyyidelerin uygulanmasıdır. Aksi takdirde gidişat, daha vahim olaylara gebedir.
Sada-i Tarih
E. Melek Cevahiroğlu Ömür
[email protected]
Tipik hikmet-i hükümet üzerinden çalışan devlet aklına göre
bir sorun ortaya çıktığında mesele önce soğutulmalıydı. Devlet aklı
işletilmeliydi zira en büyük kazanç zamandı. Meseleler uhulet ve suhulet ile halledilmeliydi. Orta yol ahlaki olandı.
Dünya tarihinde ilk toplumlar suyun etrafında öbeklenmişlerdir. Bu nedenle de
ilk toplumların hidrolik toplumlar olduğunu
söylenebilir. Tarım bu aşamada gelişir ve
toplumu da zamanla dönüştürür. Siyaset
tarihi de tam buna paralel olarak iki aşamada gelişmiştir; 1- Hidrolik toplumların
ortaya çıkması, 2- toplumların kendi kendilerine yeterli olmamaya başlaması. Bu aynı
zamanda ticari tarihin de başlangıcıdır.
İpek Yolu, Baharat Yolu, Kürk Yolu, Amber
Yolu, Köle Yolu buna en güzel örneklerdir.
Ticaret yollarının ortaya çıkmasıyla bu yollar üzerinde denetim kurma meselesi de
ortaya çıkar. Bu da siyasetin görevlerinden
olur. Yönetme sanatının malzemelerinden
olur. Hikmetlere doğru bir gidişattır bu. Bu
yolun temelinde de “adalet” vardır. Adaletli
olmak demek, adil olan her parçanın bütündeki yerini yine adil bir şekilde bulmasını sağlamak ve bütüne hizmet etmesini temin etmektir. Diğer bir ifadeyle adil olmak
demek, aşama aşama, önce bütünü tanımlamak, ardından parçaları belirlemek, son34
Modernleşme
ve Osmanlı Devlet Aklının Evrimi
ra parçalar arasında uyumu sağlamak, ve
son olarak bu adil parçaları bütüne adil bir
şekilde entegre etmektir. “Çark-ı felek”in
devamlılığı için de bu parçaları başkalarına
karşı korumalı, parçaların kılıç kullanmasına izin vermemeli ve topraklardaki üretimin devamlılığı sağlanmalı ve üretimin artıklarından da hizmet verilmelidir. İşte bu
adalet çarkıdır. Bu çarkın tesisi, adaletin tesisidir ve siyaset teorisinin de konusudur.
Osmanlı’da klasik dönemden itibaren
siyaset teorisi ile ilgilenilmiştir. Bu konuda siyasetname ve adaletname adı verilen
zengin bir literatür mevcuttur. Siyasetnameler yöneticilere iktidarlarını sağlam bir
şekilde tesis etmeleri ve korumaları için izlemeleri gereken yolu göstermeye çalışırlar. Genelde tek bir hükümdara özel olarak
sunulan bu metinlerde ideal yönetici imgesi tasvir edilir ve adalet, mutluluk, itaat
ve mücadele gibi temel nosyonlar üzerine
inşa edilir. En önemli özellikleri de devlet
mekanizmasının karmaşıklaşmasına sebep
olacak bir takım siyasal ve toplumsal krizlerin etkisiyle yazılmalarıdır. (Türk 2012)
Yöneticinin isteğiyle kaleme alınan siyasetnamelere de adaletname adı verilmektedir. Ahmed Dai, Aşıkpaşazade, Oruç Bey,
Tursun Bey, Koçi Bey gibi şair, yazar ve
tarihçilerin eserlerinde devlet yönetimiyle
ilgili ipuçları ve siyasetnamelere özgü öneriler bulunmaktadır.(Levend 1963)Genelde
kriz ortamında yazılan bu siyasetnameler
adalet sisteminde meydana gelen sorun
nedeniyle devreye girer ve siyaset teorisi
Sada-i Tarih
Doğu’nun zenginliği ve geleneksel yapı ile ilişkili olan Osmanlı yeni
dünya düzeninde dünyanın gözbebeği olma konumundan düşer. Sermayenin yapılandığı dünya ile servetin yapılandırıldığı dünya çatışır ve
başarı da siyasal seçkinlerin sermaye
üretiminin içine girmeleriyle olabilirdi. Siyaset ise rasyonalize edilmelidir.
Adalet siyasetin meselesi olmaktan
çıkar ve ekonominin meselesi haline
gelir. Hükümdarın rolü değişir ve siyaset bir sanat oluverir.
ortaya çıkar. Ancak sistemdeki bu aksaklık
arızidir. Sistem mükemmel olduğundan bu
aksaklık geçicidir. Nizam-ı alem tartışılmazdır ve kusursuzdur. 1699 yılında imzalanan
Karlofça Antlaşması ile “onarıcı siyasetname” türü ortaya çıkmıştır. Koçi Bey bunun
en iyi örneği ve sipariş olmasından dolayı
da bir adaletnamedir. Aynı zamanda bir
menteşe metindir. Nizam-ı alem yerli yerinde olmasına rağmen sistemde ariza baş
göstermiştir. Hazine boşalmış, isyanlar çıkmış, fiyatlar artmış, ordunun başı bozuktur.
Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya üzerinde yer alan, İpek Yolu ile Baharat Yolunun
kesiştiği noktalarda bulunan ve emperyal
bir yapı olması dolayısıyla dünyanın gözbebeği durumunda olan Osmanlı’nın çark-ı
feleği ne oldu da dönmemeye başladı?
Osmanlı’nın da içinde yer aldığı eski
dünya 16. yüzyıl itibariyle değişmeye başlar. Yeni Dünya’nın yani Amerika’nın keşfi
dünyanın merkezinin değişmesine sebep
olur. Dünya Atlantik merkezli olmuştur ve
Doğunun zenginliği Amerika’nın zenginliği ile yarışacak boyutta değildir. Neticede
Balkanlar zengindir ancak doğuya doğru
gidilince Anadolu kuraktır; Mezopotamya
verimlidir ancak onun doğusunda da çöl
vardır. Amerika ise kesintisiz bir zenginlik kaynağıdır. Doğu’nun zenginliği ve ge-
35
leneksel yapı ile ilişkili olan Osmanlı yeni
dünya düzeninde dünyanın gözbebeği
olma konumundan düşer. Sermayenin yapılandığı dünya ile servetin yapılandırıldığı
dünya çatışır ve başarı da siyasal seçkinlerin sermaye üretiminin içine girmeleriyle
olabilirdi. Siyaset ise rasyonalize edilmelidir. Adalet siyasetin meselesi olmaktan
çıkar ve ekonominin meselesi haline gelir.
Hükümdarın rolü değişir ve siyaset bir sanat oluverir. Bu minvalde Avrupa’da 1532
yılında bir kitap yayınlanır. Hükümdar aynası olarak da tanımlanan bir tür nasihatname olan bu kitap ünlü İtalyan diplomat
Nicolo Machiavelli tarafından kaleme alınmıştı. Ahlak ve adaletin artık siyasetin
meselesi olmadığının altını çiziyor ve ideal
hükümdarın nasıl davranması gerektiğini
açıklıyordu. Diğer bir ifadeyle politikanın
üzerindeki ahlak ve hikmet örtülerini kaldırmış, devlet ve hükümdar üzerindeki dinsel kılıfı da söküp atmıştır. Machiavelli realpolitiki tanımlamış ve öne çıkarmıştır.
Avrupa Realpolitik’e doğru yönelir. Rasyonel bir örgütlenme ile araçlar ile amaçlar
arasındaki ilişki uzman ve nesnel bilgilere
dayandırılır. Saray toplumu değişir ve aristokratlar siyasetten uzaklaştırılır. Raison
d’etat yeni dünya siyasetindeki rolünü alır.
Hikmet-i hükümet demek olan bu formül
dünyevidir ve Tanrı’ya karşı da mesafelidir. Eski dünyanın aristokratları üretimdeki
yerlerini alır ve yeni siyasal sınıfı oluştururlar, ki başarının sırrı da budur. Buna yeni
bir sınıf olarak burjuvazi de eklemlenir. Bu
yeni sınıf kraldan yeni taleplerde bulunurlar. Bu taleplerin karşılanması vergi sisteminin devreye girmesini gerektirir, ve bu
vergilendirme yeni bir ekonomi pratiğinin
doğmasını sağlar; kapitalizm. Modern dünya oluşmaya başlar. Uzun ve kanlı iç savaşların ve kurumlar arası çatışmaların ardından yeni bir toplum-devlet algısı ortaya
çıkar. Devlet ve toplum birbirine eklemlenir. Egemenliğin tanımı yeniden yapılır ve
sınırları belirlenir. Devletin ve toplumun bir
Sada-i Tarih
araya geleceği koşullar belirlenir. Siyasal ginlik olarak algılanan bu ikircikli durumda
algı değişir.
kendilerinin geleneksel bakış ile modern
Osmanlı’nın bu dönüşümü mevcut kod- zamanı karşıladıklarını düşündüler. Hala nilarıyla anlamasına imkan yoktu. Bu gerçek zam-ı aleme inanıyor ve devlet dönüşünce
ile kötü yüzleşti. Toprak sistemi çöktü, ithal herşeyin yoluna gireceğini düşünüyorlarmallardaki fiyat artışlarından dolayı kıtlık dı. Ekonomi, siyaset ve toplum arasındaki
baş gösterdi, isyanlar ve ayrılıkçı hareket- bağı ilintili olarak okumadılar, sadece devlenmeler başladı. 3. Selim tahta çıktığında let kategorisinde düşündüler. Devletin beOsmanlı 100 yılını boşa harcamıştı. Deli kası başlıca amaçlarıydı ve okullar, mahkePetro 17. yüzyıldaki gelişimi doğru değer- meler ve yerel yönetimler ile değişime ön
ayak oldular. Tanzimat ile din farkı toplum
lendirmiş ve Rusya için gerekli dönüşümü gerçekleştirirken, Osmanlı
bu yüzyılı harcamıştır. Hazine boşalmış. Celali İsyanları ortaya çıkmış. Vaka-i ardiye baş göstermiş.
Ve yine onarıcı siyasetnameler
gelmeye başlamıştı. Ancak nizam-ı
alem algısı hiç değişmedi. Sorunun
arızi olduğu düşüncesi devam etti
taki Tanzimat’a kadar.
18. yüzyıl ise Osmanlı için ilginç
bir yıldır. Devlet kabuk değiştirir fakat bu zaruri olarak algılanır.
Aynı zamanda 3. Selim ile Fransız
Kralı XVI. Louis arasındaki yazışmalar değişimin Avrupa modelli
olduğuna dair bir fikrin varlığını yansıtır.
(Ortaylı 2001)Yayınlanan ıslahat layihalarının çoğu değişen dünyaya ve bilhassa da
değişen askeri teknolojiye işaret eder. Kısacası adı konmadan Batıcı bir siyasal düşünce cereyan eder. Ardından Tanzimat ile
devam eden bu değişim fikri dönüşmeye
devam etti. Tanzimat ile sorunun geleneksel kültürel ve siyasal kodlarda olduğu bilincine varıldı ve hakiki değişim başladı zira
dönüşüm siyasal teori düzeyine taşındı.
Tanzimat ile devlet yeniden şekillendi.
Artık Zeyrek’te oturmayan devlet ricalinin
mekanı değişti. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
romanlarında anlattığı bu sınıfın bir ayağı Doğu’da bir ayağı Batı’daydı. (Tanpınar
2012)Zaman zaman “cream de la cream”
olarak nitelendirilen bu Tanzimat sınıfı
ikircikli bir fikir içindeydi. Ancak bir zen-
36
arasında bir ayrıcalık olmaktan çıktı. Yasa
önünde eşitlik sağlandı ve toplumsal farklılıklar sistem dışına itildi. Ancak yeterli
gelmedi. Tanzimat aklı geleneksel devlet
aklından kopamadı. (Alkan 2001)
Tipik hikmet-i hükümet üzerinden çalışan devlet aklına göre bir sorun ortaya
çıktığında mesele önce soğutulmalıydı.
Devlet aklı işletilmeliydi zira en büyük kazanç zamandı. Meseleler uhulet ve suhulet
ile halledilmeliydi. Orta yol ahlaki olandı.
Tanzimat ile milletler eşitlendi ve millet
yeniden tanımlandı. Osmanlıcılık ile devlet
ile toplum arasındaki bağ yeniden kurulmak istendi ancak bu tereddütlü bir adımdı. Ulus merkezli bir kimlik oluşturulmak
istendi ve Ahmet Cevdet Paşa bu kimliğin
mimarlığına soyundu.
27 Mart 1823’te Lofça’da (Bulgaristan’daki Lovec) doğan Ahmet Cevdet, 16
Sada-i Tarih
yaşındayken medrese eğitimi almak üzere
büyükbabası tarafından İstanbul’a gönderilir. Akli ve nakli ilimlerin yanında, bir parça Fransızca içeren çok yönlü bir eğitimin
ardından Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın
muhitine girerek onun ekolünde bir Tanzimat siyasetçisi olur. Olağanüstü zekası ve
entelektüel birikimi sayesinde eserlerinde
Tanzimat ekolünü en iyi yansıtan, ortaya
koyan, açıklayan ve savunan isimlerinden
olur.
Cevdet’in siyasi düşünceleri devlet ekseninde döner. Daha önce de değindiğimiz
gibi buradaki asıl sorun 18. yüzyıl itibariyle dünyada değişmeye başlayan devlet
kavramının ve siyasi geleneğin Osmanlı’da
mevcut olmamasıdır. Cevdet de bu bağlamda formüller üretmeye çalışır.
Ahmet Cevdet’e göre devleti yeniden
kurmak yetersizdi. Öncelikle devletin ruhu
açığa çıkartılmalıydı. Bu anlamda Cevdet
Paşa bir hukukçu yaklaşımıyla sivil yasaların yapılması ve şeriat ile fıkıh kanunların
temeli olmasını önermektedir. Ardından
odak devletten millete kaydırılmalıydı. Millet ise İslamdı. Medrese dönüşmeli ve yaratıcı ve yorumcu olmalıydı. Kısaca, toplum
iyi tanımlanmalı, şeri devlet tesis edilmeli
ve devletin esenliği sağlanmalıydı. Toplum olunmalı, Osmanlılık ve İslam bu toplumun kimliği olmalı ve ulusun ruhu devletin ruhunun üzerinde konumlanmalıydı.
Cevdet’in devlete yüklediği iki ana görev
vardır; ihkak-ı hukuk ve ülke savunması.
37
Yani devlet ya da yöneticiler tebaanın hak
ve mükellefiyetlerini ikame etmeliydiler.
Cevdet “mutfağın içinde” edindiği tecrübeler ile somut veriler üzerinden Osmanlı’nın
problemlerine cevap aramaya çalıştı, bu
bağlamda da Osmanlı’nın Machiavelli’siydi.
(Neumann 1999)
Tanzimat ikircikli ve sancılı bir dönemdi. Amaç parlayan Doğu Sorunu’nun içinde
ayakta kalabilmek ve devletin eksikliğini
giderebilmekti. Fakat 19. yüzyılın ikinci
yarısında ortaya çıkan Kırım Savaşı ve dış
müdahaleler, ardından Sultan Abdülaziz’in
hali ve isyanlar ile Tanzimat hem iç hem
de dış dünyanın tehdidiyle karşılaştı. 1876
yılında tahta çıkan Sultan 2. Abdülhamid
döneminde göreceli bir yatışma dönemi
başladığında Osmanlı alimleri arasında iki
alternatif maarif ortaya çıkmıştı; Genç Osmanlılar ve Jöntürkler. Bu iki maarif ekolü
yaklaşık 20 sene sonrasında kurulacak modern Türkiye’nin siyasal düşüncesinin de
temeli olacaktır.
Okuma Önerileri:
Alkan, Mehmet Ö., ed. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi. Vol. 1. İstanbul: İletişim
Yayınları, 2001.
Levend, Agah Sırrı. “Siyasetnameler.” In
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı. Ankara: Türk
Tarih Kurumu, 1963.
Neumann, Christoph K. Araç Tarih Amaç
Tanzimat Tarih-i Cevdet’in Siyasi Anlamı.
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
Ortaylı, İlber. Vol. 1, in Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce , edited by Mehmet
Ö. Alkan. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
Türk, H. Bahadır. Çoban ve Kral. İstanbul:
İletişim Yayınları, 2012.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. On Dokuzuncu
Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergah
Yayınları, 2012.
Sada-i Tarih
Ayşegül E. Sofuoğlu
[email protected]
Mezarlıkta İsyan var; Melamet hırkasını
giyen meftalar haykırıyor!
Biz burdayız der o sesler, unutmadık der, affetmedik der, sen ordaysan
biz de burdayız der... Bunu bir tek padişah duyar, hiddetlenir ancak haykıran mezar taşlarını nasıl susturabilir, bu savaşı nasıl kazanabilir ki?
Kanuni sadece 3 kelle aldı, ama isyan
baki kaldı... Sonraki melamiler alemi bekaya giderken “bi seru pa” olup, başsız
ve ayaksız mezar taşları ile direndiklerini
ve unutmadıklarını sonsuza dek seesizce
haykırdılar.
susturabilir, bu savaşı nasıl kazanabilir ki?
İmparatorluk aslında bir tarikatlar mozaiğidir. Her çeşit, her usul, her inanış mevcuttur. Lakin bazısının çizmeyi aştığı düşünülür ve gazaba garkedilir. İşte Melami
tarikatının kaderi de böyle mühürlenmiştir.
En kudretli kılıcını takmış, en şatafatlı Bu gazap onların yüzyıllar boyunca alameti
esvabına bürünmüş, seçme kul ve asker- farikaları olmuştur.
lerini arkasına alarak olağanca debdebesi
Kanuni Sultan Süleyman zamanında
ile Divanyolunda mağrur bir şekilde iler- “Biz Allah’ız” diyerek zikreden bu tarikatın
leyen padişahın gözü, tüm sevgi gösteri- şeyhi ve ileri gelenleri için ölüm fermanı
lerinin arasından imparatorluğun bu ana bir hışımla yazılmıştır. Emir demiri, ferman
caddesinden kendisine hem sessiz hem Melamilerin boynunu keser. Sultan Ahmet
amansızca haykıran isyankarlara takılır. Biz Meydanına getirilen 3 Melamiye diz çökburdayız der o sesler, unutmadık der, af- türülür, Siyaset çeşmesinin yanı başında
fetmedik der, sen ordaysan biz de burdayız cümle aleme ibret olsun diye boyunları
der... Bunu bir tek padişah duyar, hiddet- vurulur, cesetleri de Sarayburnundan denilenir ancak haykıran mezar taşlarını nasıl ze atılır. Padişah zanneder ki bu iş burada
38
Sada-i Tarih
biter, bu defter kapanır, bu korku herkese
yeter. Oysa bizzat kendisi bu tarikatı unutulmayacaklar güruhuna dahil etmiştir, insanların boynunu vurmakla fikirleri nefessiz bırakamayacağını bilememiştir başında
devlet kuşuyla yaşayan fakir.
başkalarına ayan olmayacaktır. Sadece
müritler birbirlerini bilecek, halkın içinde
Allah’ı anmayan, oruç yiyen, namaz kılmayan melamet insanlar olarak bilineceklerdir. Bir de bu olay unutulmayacak, nesilden
nesile aktarılacaktır.
Melami müritleri cesur çıkar; şeyhlerinin cesedini güneş batana kadar denize
emanet ederler ancak güneş batar batmaz
takip ettikleri cesetleri, sürüklendikleri Rumeli hisarı kayalıklarından yukarı çeker ve
Kayalar mescidine gömerler. O akşam bir
karar verilir. Artık Melamiler kendilerinden
Şimdi Divanyolunda dolaşanlar eski Osmanlı mezartaşlarına bakarken, kavuklu,
fesli mezartaşlarının yanından küçük, başı
olmayan mezartaşlarına rastlayabilirler.
İşte bu boynu vurulmuş, sadece omuzları
kalmış mezartaşları Kanuni dönemindeki
travmayı kendine alameti farika edinmiş
Melamilerin mezar taşlarıdır. Farsça “bi seru pa” yani “başsız ve ayaksız” diye adlandırılan bu taşlar iki yönlü mesaj taşır anlayana. İlk mesaj Melamilerden padişaha gider:
Yaşarken haykırmadıysak ve varlığımızdan
bile haberdar etmediysek de; kendini emin
hissetme. İşte burdayız ve yaptığını unutmadık. Bu mezar taşı ile de sonsuza dek
haykıracağız. İkinci mesaj ise padişahtan
Melamileredir: Gözüme görünmeden var
olun madem, ama eğer başınızı kaldırır da
sesinizi çıkarırsanız başsız olan sadece
mezar taşınız değil bizatihi cesediniz olur.
Tarih ah tarih... Sesle, sözle, yazı ile değil de mezar taşı ile anlaşan tarih....
39
Kapak
Yusuf Ergen
[email protected]
Suriye’de Terörizmi Kim Tanımlıyor?
Suriye bir egemen devlet midir? ya da Suriye PKK’yı bir terör örgütü olarak
kabul etmesi bir yana, Suriye konusunda uluslararası toplumun çeşitli gerekçelerle, üzerinde mutabakata varamadığı terörizm tanımı, Suriye’de rejim ve
Özgür Suriye Ordusu gibi yapılar arasında kalabilmektedir.
3201/1937 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu şemsiyesi ile kurulan Emniyet Genel
Müdürlüğü terör ve terörizm ayrımında, terörizm tanımını; “Savaş ve diplomasi ile
kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye,
felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi
maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin
sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır.” şeklinde yapılmaktadır1. Emniyet
Genel Müdürlüğü’nün kurumsal çatısı altında yapılan bu tanımlamanın, devlet sistematiği ve hiyerarşisi dahilinde önemli bir
yeri vardır. Tanım ifadesinde geçen; Savaş,
Diplomasi, Korku, İtaat, İdeoloji ve Siyasi
1 Emniyet Genel Müdürlüğü, http://www.egm.
gov.tr/temuh/terorizm4.htm
40
maksatlar; öncelikle devlet sistematiğinin
hangi alanlarına denk geldiğinin ortaya
konulması gerekmektedir. Bu kapsam çerçevesinde terörle mücadele ile terörizmle
mücadele arasında; üstten alta, alttan üste
ve yatay olarak sistemik problemleri ve çatışma alanlarını besleyecek sorunlarla karşılaşılması mümkündür.
Terörizm topyekun milli güvenlik sorunu
olmakla birlikte, devlet sisteminin bütününü ilgilendirmektedir. Terörizmin tanımından yola çıkarak bir bütün olarak, devlet
sisteminin işlerliğini varlık gerekçesini ve
yönetim kapsamına dönük çerçevelerin çizilmesi mümkündür. Bu çerçevede ulaşılan
son noktayı, Dönemin Genel Kurmay Eski
Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın PKK ile müca-
Kapak
Suriye uluslararası terörizm
anlaşmalarından ancak bir kaçına
imza atmıştır. Bu durum Suriye’nin
hem kendi iç güvenliğini hem de
dış politika alanlarını hayli zayıf
hale getirmektedir.
dele konusunda yaptığı, “Terör hem siyasallaştı, hem de legalleşti, legalleşmeyen
şey tek onun silahlı terör boyutu” açıklamasında görmek mümkündür. Bu nokta,
devlet sistematiği içerisinde mutlak bir
terör ve terörizmin tanımının yapılamamış
olmasıdır. Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi SAREM’in düzenlediği “PKK Kongra/Gel Terör
Örgütüne Yönelik Ekonomik ve İdeolojik
Desteğin Kesilmesi” başlıklı toplantıda yapılan bu açıklamayla, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, PKK’nın uluslararası toplum tarafından da, bir terör olarak tavır alınması
noktasında ‘silah bırakılmasına’ odaklanılmıştır1. Bu durum bir şekilde uluslararası
toplumun tek ortak tanım noktasının, ilgili
Suriye’deki bu durumu daha iyi anlamak
terör yapılanmalarının silahla birlikte şidiçin,
terörizmin ilk tanımlanmasına dönük
dete başvurmaması gerektiğidir.
girişim olan 1937 tarihli, “Terörizmle müHem egemen devletler sınırları içerisincadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair
de, hem de egemen devletlerin birbirleriySözleşme’nin gelişim sürecindeki tecrübele olan ilişkiler de terör tanımlamalarının
lere bakmak yerinde bir yaklaşım olacaktır.
gri alanlarının hayli fazla olması, yukarda
Bu tecrübeler, dış politikadan diplomasiye,
değinilmeye çalışılan tanımlama problemKamu Güvenliği’nden Siyaset Kurumlarılerini beraberinde getirmektedir. Benzer
na kadar geniş bir yelpazeyi bünyesinde
bir durum; Terörizmi; kim/kime karşı/ne
barındırmaktadır. Sözleşmenin hazırlaniçin/ nasıl? Şeklinde tanımlamaları, hali haması sürecindeki ilk 5 toplantıda özellikle
zırda 20 aydır Suriye’de devam olaylarda
‘siyasi suç’ kavramı ve hangi eylemlerin
da görebilmek mümkündür. Her ne şekilde
‘terör’ eylemi olduğuna dair bir mutabayönetilirse yönetilsin, uluslararası toplum
kata varılamamış ve bir terörizm tanımlatarafından konumlandırılan ‘egemen devması yapılamamıştır. Bir terörizm tanımlalet’ tanımlaması devletler arası ilişkilerin
ması sonucuna ancak Yugoslavya Kralı I.
de boyut ve çerçevesini çizmektedir. SuriAlexandre ile Fransız Dışişleri Bakanı Lois
ye bir egemen devlet midir? ya da Suriye
Barthou’nun suikastlar sonucunda öldürülmesinden sonra taraflar terörizmi; “Bir
1 Büyükanıt, Yaşar. Terör Siyasallaştı ve Ledevlete karşı yönetilmiş cezai nitelikte
galleşti, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Stratejik
Araştırma ve Etüd Merkezi SAREM, 2007. Bkz:
olan ve belirli insan veya insan gruplarınhttp://www.cnnturk.com/2007/turkiye/12/11/teda, kamuoyunda infial, korku ve dehşet yaror.siyasallasti.ve.legallesti/411011.0/index.html
41
PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesi bir yana, Suriye konusunda uluslararası
toplumun çeşitli gerekçelerle, üzerinde
mutabakata varamadığı terörizm tanımı,
Suriye’de rejim ve Özgür Suriye Ordusu
gibi yapılar arasında kalabilmektedir. Uluslararası toplumun bir kesimi, Suriye’yi bir
egemen devlet olarak kabul ederek, Muhalifleri egemen bir devletin rejimini silah kullanarak devirmeye çalıştığını savunmakta,
diğer kesimi ise, Suriye Devletini, tıpkı Irak
için tanımlandığı gibi ‘terör devleti’ olarak
kabul etmek suretiyle, Suriyeli muhalifleri
özgürlük mücadelesi veren bir halkın meşru istekleri olarak kabul edebilmektedirler.
Kapak
ratmak için planlanmış eylemler” şeklinde dair suçlayıcı karşılıklar vermesi, Suriye hutanımlayabilmişlerdir1.
kuk sistemiyle, uluslararası hukuk normları
Suriye uluslararası terörizm anlaşmala- arasındaki bu 3uyuşmazlıktan da kaynaklarından ancak bir kaçına imza atmıştır2. Bu nabilmektedir .
durum Suriye’nin hem kendi iç güvenliğini
hem de dış politika alanlarını hayli zayıf
hale getirmektedir. Suriye 1998 yılında
Terörle Mücadele’de Arap Konvansiyonu
mutabakatını kabul ederek, terörizmi; patlamalarla, yanıcı maddelerle, zehirli yada
yanını materyallerle, salgın hastalık yada
mikrobiyal yolla halkı tehlikeye atmaya yönelik her türlü eylem” olarak tanımlamıştır.
1998 yılında imzalanan bu konvansiyonla birlikte Suriye terörizm ile dış destekli
müdahale arasında bir ayrım yapmanın hukuki zeminini aramıştır. Suriye Devleti’nin
resmi ağızdan sıklıkla uluslararası sistem
unsurlarına, terörizmi desteklediklerine
1 Daha Geniş Bilgi İçin Bkz: http://www.un.org/
terrorism/instruments.shtml
2 Suriye’nin terörizmle ilgili kendi yasaları ve
uluslararası anlaşmalarını için bkz: http://www.law.
depaul.edu/centers_institutes/ihrli/downloads/
publications/Syria.pdf
42
Uluslararası sistemin üzerinde mutabakata varılamayan konulardan biri de, her bir
egemen devletin terörizm tanımlaması ve
standardının farklılıklar arz etmesi olarak
nitelendirilebilmektedir. Suriye’nin başta
kendi bölgesi olmak üzere kurguladığı dış
politika alanlarında, milli güvenliği kapsamında oluşturduğu terörizm üzerinden
tehdit algısı, Arap ayaklanmaları sonrasında, özellikle uluslararası sistemin terörizm
algısıyla çatışması Suriye’de insani kıyıma
neden olmaktadır. Bu noktada başta BM
olmak üzere uluslararası sistemin, terörizm yeni şartlara göre tanımlama standardını, Suriyeli Muhalifler üzerinden yeni
boyuta taşımaları Suriye’de hâkim düzeni
yeniden revize etmeye dönük bir yaklaşım
olacaktır.
3 Syria: UN Chief Encourages Terrorism,
http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/04/2012428193327335303.html
Kapak
Deniz Çifçi
[email protected]
Arap Baharından Kürt Baharına Doğru:
Suriye Kürtlerinin Politik Kazanımları
Arap milliyetçiliğinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleri Araplaştırma ve Kürt kimliğini inkar etme politikaları, Kürt-Arap ayrışmasının ve aralarında çatışmaların başlamasının da fitilini ateşledi.
Ortadoğu gibi çok etnikli ve çok dinli bir
bölgede siyasal bir “olguyu” tüm çıplaklığı
ile açıklamaya çalışmak, o olgunun tarihsel
arka planının çok iyi analiz edilmesi ile yakından ilişkilidir. Söz konusu metodolojik
ilişki Kürtler söz konusu olduğunda daha
da önem kazanmaktadır.
2- Tarihleri parçalanmışlık ile özdeşlesen
bir halk nasıl olur da kendi içerisinde sosyal, kültürel, ideolojik vb. birçok çelişkiyi
bir kenara bırakarak Ulusal bir Konsey -Kürt
Ulusal Konseyi- kurmayı başardı?
Suriye Kürtlerinin bugün ki siyasal mücadelelerini belirleyen temel faktörlerin
başında, Arap milliyetçiliği ile tarihsel süreç içerisinde yasadıkları kültürel ve siyasal
çatışmalar gelmektedir. Bu perspektiften
ele aldığımızda, Suriye Kürtlerinin bugün ki
siyasal kazanımlarını aşağıdaki iki soruya
cevap bularak açıklamak mümkündür:
Osmanlı devletinin yıkılması ve ulusdevletlerin Avrupa’dan diğer bölgelere ihraç edilmesi ile beraber Orta Doğu da irili
ufaklı çok sayıda “devlet-ulus” modeli kuruldu.1 Devlet-ulus modelinin önemli bir örneği, Fransızlar tarafından farklı dini ve et-
1-Kürtler neden Baas iktidarına karşı
Sünni Arap muhalefeti ile ortak hareket etmedi?
43
Kürt Kimliğinin
Arap Milliyetçiliğine Karşı Mücadelesi
1 Gabriel Ben-Dor, ‘Etno-Politiakalar Ve Ortadoğu Devleti’, Ortadoğu’da Etnisite, Çoğulculuk ve
Devlet, icerisinde ed. by Milton J. Esman and İtamar
Rabinoviç, cev. by Zafer Avşar (İstanbul: Avesta,
2004), pp. 109–138 (pp. 109–138).
Kapak
Suriye Kürtlerinin bugün kurdukları
özerk bölge iki açıdan oldukça önemlidir: İlki Kürtlerin kendi öz güçlerini esas
alarak üçüncü bir yolu tercih etmeleri,
ikincisi ise tarihi parçalanmışlık ve bölünmelerle özdeşlesen bir halkın kendi
iç çelişkilerini bir kenara bırakarak ulusal
bir siyaset izlemeyi başarmasıdır.
ateşledi.3 Baas rejiminin Kürt inkârı üzerine
kurulu Laik Arap kimliğini yayma politikasına karşı gelen Kürtler büyük bir baskı ile
karşılaştılar. Suriye’nin Kürtlere karşı uyguladığı inkârcı politika 1963 yılında sistematikleşerek tam bir devlet politikasına
dönüştü. 1963 yılında yapılan nüfus sayımı ile 1945 yılından önce Suriye’de ikamet
ettiğini ispat edemeyen yaklaşık 120.000
Kürt tüm vatandaşlık haklarından mahrum
edildi. Bu sayının bugün 300 bin dolayında
olduğu tahmin edilmektedir.4 Vatandaşlıktan çıkartılan Kürtlerin büyük çoğunluğu
1920’den sonra özellikle Şeyh Sait İsyanı
ile beraber Türkiye’den kaçmak zorunda
kalan Kürtlerdi.5
nik kimliğe sahip gurupların yapay sınırlar
üzerinde adeta zorla bir araya getirilerek
oluşturulan Suriye’dir.1 Fransızlar, egemen
oldukları bölgeyi daha rahat bir şekilde
kontrol altında tutmak için önce Lübnan’ı
Suriye’den ayırdılar daha sonra Nusayri ve
Laik Arap Milliyetçiliğine Karşı
Dürzîlere ait din eksenli federatif bir yapı
Kürt Muhalefetinin Örgütlenmeye
kurdular. Kürtlerin federasyon talebine ise
Başlaması
dini bir azınlık olmadıkları ve coğrafi olarak
Suriye’nin laik Arap milliyetçiliğini yaydağınık bir şekilde yaşadıklarını gerekçe
göstererek reddettiler. Kürtlerin daha faz- gınlaştırma politikasına karşı Kürtler 1957
la siyasi özerklik taleplerine sürekli karşı yılında Suriye Kürdistan Demokrat Partisini (SKDP) kurdular. Parti daha çok Molla
çıktılar. 2
Mustafa Barzani liderliğinde ki Irak KürdisFransız manda yönetiminin hakim oltan Demokrat Partisi’nin Suriye kolu olup
duğu 1922-1946 arası dönemde, Araplar
Irak’taki Kürt siyasal mücadelesi ile yakın
ile Kürtler arasında gerek askeri gerekse
bir örgütsel ve ideolojik ilişki içerisindeydi.6
siyasi yönden çok ciddi bir çatışma yaşanSuriye Kürtlerinin örgütlenme tarihinde
madı. Bu durum Suriye’nin 1946 yılında
bağımsızlığını elde etmesi ve Arap milliyet- diğer önemli bir dönüm noktası ise PKK
çiliğinin gelişmesi ile beraber bozulmaya lideri Abdullah Öcalan’ın uzun süre Suribaşladı. Suriye yönetimi, Arap milliyetçiliği- ye’de kalması ve PKK’nin burada faaliyet
nin gelişmesini bir devlet politikası olarak yürütmesidir. Öcalan’ın Suriye’de kaldığı
benimseyip Kürtleri inkar ve Araplaştırma 1999 yılına kadar, Suriye ile PKK arasınpolitikalarına yöneldi. Arap milliyetçiliği- da çok yakın ilişkiler söz konusu olup örnin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleri güt Suriye Kürtleri arasında çok geniş bir
Araplaştırma ve Kürt kimliğini inkar etme tabana yayılma fırsatı buldu. Bugün PKK
politikaları, Kürt-Arap ayrışmasının ve ara- militanlarının yaklaşık olarak yüzde 20’silarında çatışmaların başlamasının da fitilini
1 Musa Budeiri, ‘The Palestinians Tensions
Between Nationalist and Religious Identities’, in
Rethinking Nationalism in the Arab Middle East,,
ed. by İsrael Gershoni and James Jankowski (New
York: Colombia University, 1997) New York, http://
www.ciaonet.org/book/jankowski/biblio.html
[8/9/2002 2:04:31 PM]
2 Gary C. Gambill, ‘The Kurdish Reawakening in
Syria’, Middle East intelligence Bulletin, 6 (2004),
http://www.meforum.org/meib/articles/0404_
s1.htm.
44
3 Harriet Montgomery, The Kurds of Syria An
Existence Denied (Berlin: Zentrum for Kurdische
Studien, 2005), pp. 8–9 . http://www.yasaonline.
org/reports/The%20Kurds
4 Montgomery., s.10
5 Neşe Düzel’in Veysel Ayhan ile yaptığı
görüşme, Kürtler Üçüncü Yolu Tercih Etti. Taraf’,
30.07.2012 <http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/
makale-veysel-ayhan-kurtler-ucuncu-yolu-tercihetti.htm>.
6 Gambill, http://www.meforum.org/meib/articles/0404_s1.htm.
Kapak
nin Suriye’de yaşayan Kürtlerden oluştuğu
tahmin edilmektedir. Öcalan’ın Suriye’de
ikamet ettiği 1999 yılına kadar Suriye
Kürtlerinin çoğunluğu PKK’nin etkisi ile
Esad yönetimine karşı gelmekten kaçınıp
daha çok kendi örgütlenmelerini tamamlamaya çalıştılar. Suriye ile PKK arasındaki
ilişkiler, Suriye’nin Öcalan’ı sınırları dışına çıkmaya zorlaması ve daha sonrasında
Türkiye ile 1998 yılında Adana Antlaşması’nın imzalanması ile bitme noktasında
geldi. Adana Antlaşması ile Suriye kendi
sınırları içerisinde PKK’nin tüm faaliyetlerini yasaklayıp örgüt ile arasına ciddi bir
mesafe koydu. Baas yönetimi ile Kürtler
arasındaki ilişkilerin gerilmesi 2004 yılında Kürtlerin yoğun olarak yasadığı Qamislo
(Kamışlı) kentinde bir futbol maçı sonrasında çıkan olaylar ile etnik bir çatışmaya
dönüştü. Kürt-Arap çatışması kısa sürede
diğer Kürt kentlerine de yayıldı. Baas rejimi
çatışmalar sırasında Kürt kentlerini askeri
abluka altına alıp büyük bir baskı uyguladı
ve yüzlerce kişiyi tutukladı.1 Sokaklarda
Kürt-Arap etnik çatışmasına dönüşen bu
olaylar ve Baas rejiminin Kürtlere karşı
çok sert tedbirler alması, Kürtler arasında
var olan örgütlenme ve kimlik bilincinin
gelişmesini önemli oranda hızlandırdı.
Suriye Kürtlerinde gelişen kimlik bilinci PKK ile aynı paradigmaya sahip Partiya
45
1 Christian Sinclar, ‘The Evolution of the Kurdish
Politics in Syria’, Kurd net, 2011, http://www.
ekurd.net/mismas/articles/misc2011/9/syriakurd348.htm.
Yekîtiya Demokrat-PYD’nin (Demokratik
Birlik Partisi-2003) kurulmasının objektif koşullarını hazırladı. PYD her ne kadar
doğrudan PKK tarafından yönetilmese de
tabanı PKK’ye büyük bir sempati duymaktadır. Bugün Suriye de yer alan irili ufaklı
18 Kürt partisi içerisinde de en örgütlü ve
geniş tabana sahip olan partidir.2
Ne Sünni Arap Muhalefeti ne de Esad
Rejimi: Kürtlerin Üçüncü Yol Tercihi
ve Özerk Kürt Bölgesinin Kurulması
Kürtler, bugün Suriye nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 10 ile 15’ini oluşturmaktadır. Suriye’de ki toplam nüfus göz önüne alındığında Kürt nüfusun 2 milyonun
üzerinde olduğunu söylemek mümkündür.
Suriye Kürtleri yoğunluklu olarak, Suriye-Türkiye ve Suriye-Irak sınırlarına yakın yerlerde Sere Kanî ve Ciyayè Kurmanc
bölgelerinde yaşamaktadır. Qamislo, Dèrik,
Tirbè Sipîye, Amûde, Efrîn, Serè Kanyè,
Heseka ve Kobanî Suriye’de ki önemli Kürt
kentleridir.3 Sözü edilen kentlerin çoğunun
yönetimi Arap baharının Suriye’ye sıçraması ile beraber bugün 11 Kürt partisinin
birliğinden oluşan Suriye Kürt Ulusal Konseyinin elindedir.
Kürtlerin ciddi bir çatışma yaşamadan
2 Gonul Tol, ‘Syria’s Kurdish Challenge to Turkey’, Foreign Policy, 18 November 2012, http://
mideast.foreignpolicy.com/posts/2012/08/29/
syrias_kurdish_challenge_to_turkey.
3 Kerim Yıldız, The Kurds in Syria The Forgotten
People (London. Ann Arbor,MI: Pluto Press, 2005).
Kapak
bu kentlerin yönetimini ele geçirmesi Türkiye kamuoyunda büyük bir şaşkınlıkla
karşılandı. Kürtlerin Sünni Arap muhalefeti
ile ortak hareket etmemesi Kürt-Esad ittifakı olarak adlandırıldı. Bu noktada yapılan
eleştirilerin hedefinde olan parti ise ideolojik olarak PKK’ye yakın olan PYD oldu.
Oysa, yukarıda da belirtildiği gibi Kürtlerin
Suriye’de verdikleri mücadelenin tarihsel
arka planı ve isyanın Suriye’ye uzanması
ile beraber Kürtlerin Sünni Arap muhalefeti
ile ilişkileri objektif bir şekilde göz önüne
alındığında, bugün Suriye’de oluşan siyasi denklemin göründüğünden daha farklı
siyasi parametreler tarafından şekillendiği
ortaya çıkmaktadır.
Arap Baharının Ortadoğu’da filizlenmeye başlaması ile beraber gerek Kürtler gerekse Sünni Arap muhalefeti bu fırsatı kaçırmayarak Esad rejimine karşı daha güçlü
bir şekilde muhalefet etmeye başladılar.
Özellikle Sünni Arap muhalefeti 1982 yılında Baas rejimi tarafından Hama ve Humus’ta yapılan katliamları ve daha sonra
uygulanan baskıları unutmamış olup kısa
sürede oğul Esad yönetimindeki azınlık
yönetimine karşı sokaklara döküldü. Sünni Arapların isyanı kısa bir süre içerisinde
silahlı mücadeleye, sonrasında da bir iç savaşa dönüştü.
İsyan dalgasının Suriye’ye sıçraması
ile beraber, Sünni Araplar ile Kürtler önce
ortak hareket etmek için bazı görüşmeler
yaptılar. Yapılan bu görüşmelerde Suriye
muhalefeti ülkenin en örgütlü güçlerinden
biri olan Kürtleri yanına çekmeyi başaramadı. Aralarında ki en temel çelişki ise muhalefetin Kürtlerin siyasal taleplerine yaklaşımı noktasında ortaya çıktı. Sünni Arap
muhalefeti Kürtlerin demokratik özerklik
ve federasyon gibi siyasal taleplerine karşı
gelip Kürtlerin daha çok kültürel haklarının
tanınmasına olumlu bakıyordu. Sünni Arap
muhalefeti, Kürtlerin taleplerini kolektif
haklar çerçevesinden ve territoryal (toprak temelli) bir zeminden çıkartma noktasında kararlıydı.1 Muhalefetin bu tutumu
1 Aylin Unver Noi, ‘ The Arab Spring, its efefcts
46
almasında kendisini her türlü konuda destekleyen Türkiye’nin büyük bir etkisinin
olduğunu unutmamak gerekir. Sünni Arap
muhalefetin Kürtlerin territoryal haklarına karşı gelmesi ve Türkiye’nin PYD’yi
dışlaması, Kürtlerin Suriye siyasetinde alternatif bir üçüncü yolu izlemelerine yol
açtı. Böylece, Suriye Kürtleri hem seküler
Baas milliyetçiliğine hem de Müslüman
Kardeşlerin hâkimiyetinde kimlikleşen muhafazakâr Sünni Arap milliyetçiliğine karşı
gelerek kendi öz gücüne dayalı ulusal bir
politika izledi.
Yukarıdaki açıklamalar gözüne alındığında, Suriye Kürtlerinin bugün kurdukları
özerk bölge iki açıdan oldukça önemlidir:
İlki Kürtlerin kendi öz güçlerini esas alarak
üçüncü bir yolu tercih etmeleri, ikincisi ise
tarihi parçalanmışlık ve bölünmelerle özdeşlesen bir halkın kendi iç çelişkilerini bir
kenara bırakarak ulusal bir siyaset izlemeyi başarmasıdır. Bu noktada Azadi Partisi
hariç, Suriye’deki Kürt partilerinin kendi
aralarındaki bir çok çelişkiyi bir kenara bırakarak ortak hareket etmesini, tarih bilinci ışığında oluşan ulusal kimlik bilincinin
güçlenmesi ile açıklamak mümkündür. Tüm
bunlara Türkiye’nin kendi Kürt sorununu
çözmedeki gönülsüzlüğü ve Suriye Kürtlerine karşı tehditkar bir üslup kullanması da
eklendiğinde Suriye Kürtleri, ortak bir gelecek tasavvuru etrafında bir araya gelmenin zaruriyetinin bir kez daha farkına vararak ulusal bir siyaset izliyorlar. Bu durum
aynı zamanda, Bengiou’nun da ifade ettiği
gibi Kürtler arasında çizilen coğrafi sınırları
daha da geçirgenleştirecektir.2
on the Kurds, and the approaches of Turkey, Iran,
Syria, and Iraq on the Kurdish issue’, Middle East
Review of International Affairs,, 16 (2012), 15–29
(p. 24).
Also see: Fatih Akol and Idris Kardas, Suriye’nin
Geleceği Ve Bölgeye Etkileri (http://pgchallenges.
org/wp-content/uploads/2012/08/KSP-Suriye-14082012.pdf, 14 August 2012).
2 Ofra Bengio, ‘Kurdistan Reaches Toward the
Sea’, Haaretz, 8 July 2012, http://www.haaretz.
com/weekend/weekend-opinions/kurdistan-reaches-toward-the-sea-1.455675.
Kapak
Hakan Çopur
[email protected]
Suriye İmtihanında Türk Medyası
Esasen bir “araç” olan medya (unsurları), bir noktadan sonra
“karar veren”, “belirleyen” ve “amaç” değeri taşıyan bir güce dönüşebilir. Bu bağlamda Suriye, son dönemde Türk medyası için
en ciddi sınavlardan biri olmuştur.
Giriş
hatta durumun bu noktaya gelmemesi için
aylarca uğraşan Türkiye, ortaya koyduğu
samimi çabanın karşılığını, Suriye’deki iç
savaşın olumsuz yansımalarına maruz kalarak almaktadır. Bu kısa tahlil, Türk medyasının Suriye konusunda bazen iyi bazen
kötü sınavlar verdiği bir ortamda meselenin arka planını açıklamak amacıyla paylaşılmıştır.
Son dönemde Türk dış politikasındaki
zenginleşme ve derinleşme, birkaç yıl öncesine kadar çok somut ve değerli meyveler veren bir zemin teşkil etmekteydi. Esasen bugün de aynı derinleşmenin değerli
sonuçlarını görmek mümkündür. Ancak
Arap Baharı süreciyle başlayan netameli
gidişat Suriye’de zirve yapınca, bu ülkenin
en yakın komşusu olarak Türkiye de yeni
İnsanlara gerçeği aktarmak ve bunu yadurumdan en olumsuz etkilenen ülke nok- parken de 5N-1K kuralına göre ve temel
tasına geldi. Suriye’deki kötü tablonun or- gazetecilik prensiplerine uygun habercilik
taya çıkmasına herhangi bir dahli olmayan, yapmak; yazılı, görsel, internet vd. tüm
medya unsurlarının en temel görevidir.
Dolayısıyla insanlar ile gerçek arasında
bir yerde durur medya ve bir prizma görevi görür. Bu bakımdan medya araçları,
ister istemez, gerçeği okuma biçimlerine göre insanlara haber aktarır. Eğer
ideolojik veya politik angajmanlarınız
varsa, örneğin, Suriye tarafından düşürülen Türk jeti ile ilgili hikâyeyi farklı
görürsünüz. Eğer alanda uzmanlığınız
yoksa, biraz tarihî veya coğrafi bilgi gerektiren önemli bir haberde saçma bir
pozisyona düşebilirsiniz. Bu örnekler
çoğaltılabilir; asıl anlatmak istediğim
husus şudur: Esasen bir “araç” olan
medya (unsurları), bir noktadan sonra “karar veren”, “belirleyen” ve “amaç”
değeri taşıyan bir güce dönüşebilir. Bu
bağlamda Suriye, son dönemde Türk
medyası için en ciddi sınavlardan biri
olmuştur ve tartışılmaya değer birçok
soruyu beraberinde getirdi.
47
Kapak
Türkiye’de dış habercilik alanı,
(teşbihte hata olmasın) sürekli teste
tabi tutulan bir denek gibidir bir bakıma. İçinde bulunduğumuz inanılmaz
hızlı, değişken ve çok katmanlı bölgesel yapı, Türkiye’yi ister istemez her
gün değişen durumlara göre yeni pozisyonlar almaya itmektedir.
Türk Medyasındaki
Suriye Bölünmesi
Türk medyasında, geleneksel olarak,
iç haberler (bir diğer deyişle güncel siyaset haberleri) her zaman ağırlıklı olmuş ve
medyada en çok bu tür haberler yer bulmuştur. Bu durumun, bana göre, iki sebebi
vardır. Birinci sebep, medyanın önemli bir
bölümünün eskiden beri
siyasetle/devletle/rejimle
yakın ilişkisinin olmasıdır.
Diğer sebep de ülkedeki siyasal kültürün “çatışmacı”
doğasından kaynaklanan
mücadelenin medya üzerinden devşiriliyor olmasıdır. Bugün de geçerli olan
bu durum, son dönemde
yüzünü dışarıya dönmeye
daha istekli olan karar vericilerin açtığı yolla biraz olsun değişmeye başladı. Uzun yıllardır unutulan coğrafyalara ulaşan açılım
politikaları, birçok ülkede yeni büyükelçiliklerin açılması, bölgede komşularla yakın
ilişkilerin tesis edilmesi gibi birçok adım,
doğal olarak, ülke gündemini değiştirdiği
gibi medyanın gündemini de değiştirdi. Bu
süreç, dış haberlerin medyada daha fazla
yer bulması sonucunu beraberinde getirdi.
Genel anlamda gayet iyi gözüken bu
tablo, Suriye gibi en uzun kara sınırına
sahip olduğumuz komşumuzda iç savaşın
çıkması ve Türkiye’nin birkaç krizle aynı
anda karşı karşıya kalmasıyla bir anda kararmaya başladı. İşte Türk medyasının son
48
döneminde dış politika (özelde Suriye)
üzerinden netleşmeye başlayan “çizgileri
ayırma” süreci böyle başladı. Suriye, iktidara yakın olanlar ile iktidara uzak/muhalif olan medya grupları arasında adeta bir
turnusol kâğıdı haline geldi. Bu noktada
ortaya çıkan temel eleştiriler, Türkiye’nin
Suriye’deki sürece fazla angaje olduğu,
Batı’nın isteklerine göre hareket ettiği, jet
krizinde hatalı davrandığı, on binlerce Suriyeli mülteciyi Hatay ve diğer illerde yanlış
bir politika ile barındırdığı, Suriyeli muhaliflere silah temin ettiği ve bunlara benzer
diğer eleştiriler şeklinde sıralanabilir. Tüm
bu “malzeme” bazı gazete ve televizyonlar
için hükümeti yıpratma vesilesi olarak kodlanırken, bazı medya grupları tüm bu maddelerde hükümetin attığı adımları tasvip
eden bir habercilik çizgisi izlemişlerdir.
Suriye Meselesinde Dış Habercilik
Özne mi, Nesne mi?
Dış habercilik, özünde, ülke sınırları dışında yaşananları belli bir bağlamda okura
aktarma işidir. Ancak iç politika ile dış politika arasında artık bir ayrım kalmadığı ve
ülkelerin kaderlerini belki de daha çok dış
dünyadaki gelişmelerin tayin ettiği kaotik
bir uluslararası düzende yaşıyoruz. Bu düzende dış habercilik özne olduğu kadar siyasi süreçlere yaptığı etki çerçevesinde bir
nesne gibi kurgulanır. Örneğin Suriye’de
yaşananların bizatihi kendisi önemlidir; ancak bu ülkede yaşananların Türk siyasetine doğrudan ya da dolaylı etkisi çok daha
önemlidir. Bu da, tabii, Suriye’nin bizim en
Kapak
49
önemli ve yakın komşularımızdan biri ol- beklemek pek de gerçekçi olmayacaktır.
masıyla ilgilidir. Bu tür bir iç savaş durumu Elbette Türk medyası Suriye’de olan bitedaha uzak ve daha az ilişkide olduğumuz ni çok yakından takip etmektedir. Ancak
hemen her medya grubu kendi
pozisyonuna göre dış haberlere
politik/ideolojik bir renk katarak habercilik yapmaktadır. Son
bir yılda bunun sayısız örneğini,
seçeceğiniz iki farklı medya grubunun gazetelerinde görebilirsiniz. Bu bakımdan dış haberlerle
ilgili olabildiğince fazla sayıda
güvenilir kaynaklardan meseleleri takip etmek, gerçeğe ulaşma amacı taşıyan herkesin ortak
yöntemi olmalıdır.
bir ülkede yaşansaydı Türkiye yine insani
Sonuç Yerine:
ve diğer hususlarda yardım ederdi, ancak
Bir Taşla İki Kuş Vurulmaz
iç politikaya yansımaları görece az olurdu.
Dış habercilik, önemli ölçüde iç politiDolayısıyla meselenin bizatihi kendisinden
daha önemli olan konu, o meselenin/süre- kayla ilişkili olarak kodlandığı için, “bir taşla
cin “içeride” nasıl algılandığıdır. Ve medya iki kuş vurma” operasyonlarının mümkün
bu algı sürecinin baş mimarlarından biridir. olduğu bir alandır. Örneğin Filistin meselesiyle ilgili bir haber gündeme geldiğinde,
Türkiye’de dış habercilik alanı, (teşbihte ilgili haberi, hem Filistin davasına sahip
hata olmasın) sürekli teste tabi tutulan bir çıkma hem de hükümetin bu konuyla ilgili
denek gibidir bir bakıma. İçinde bulundu- çizgisini teyit etme şeklinde yapabilirsiniz.
ğumuz inanılmaz hızlı, değişken ve çok kat- Böylece hem gerçekte kendi ideolojik pomanlı bölgesel yapı, Türkiye’yi ister iste- zisyonunuzu hem de iktidarın yanında durmez her gün değişen durumlara göre yeni duğunuzu göstermiş olursunuz. Tabii tersi
pozisyonlar almaya itmektedir. Tüm bu sü- de mümkün; yaptığınız haber ile hem Filisreci medyanın, dış habercilik bağlamında, tin meselesine olan ideolojik mesafenizi
sağlıklı bir şekilde takip etmesi, okuması, hem de iktidarın bu konudaki “yanlışlarını”
anlaması, anlamlandırması ve yönlendir- topluma deklare etmiş olursunuz. Bunu
mesi hayati derecede önemlidir. Çünkü İran, ABD ile ilişkiler vb. birçok örnek üzetoplumun büyük kesimi, kitle iletişim araç- rinden görebilirsiniz. Bu yaklaşımın doğru
larında gördüklerine ve duyduklarına göre ya da yanlış olduğunu tartışmıyorum; sasiyasilere not vermektedir. Bu bakımdan dece Türkiye’de yoğun olarak uygulanan
siyasilerin olduğu kadar ülkelerin kaderi de bir yönteme işaret etmek istiyorum. Belki
medya ile yakından ilgilidir. Suriye bağla- de Türk siyasetinin yapısı, medyayı böyle
mında Türk medyasındaki bölünmüşlüğü davranmaya itiyor. Ancak her halükarda bir
eğer demokratik çoğulculuğun bir sonucu taşla iki hatta üç kuş vurma yöntemi, hem
olarak görüyorsanız sorun yok demektir. kuşlara hem de sapanı tutan ellere uzun
Ancak, eğer bu bölünmüşlük halinin ana vadede fayda vermeyecek bir yöntemdir.
sebebi Türk siyasetindeki ayrışmanın med- Keşke medya sadece gerçeğin peşinden
yaya yansıması ise, o zaman medyanın dış gitme yolunu tercih edip gücünü kendinhaberlerinde gerçek anlamda “tarafsızlık” den alan bir güç olabilse…
Tek Soru İki Cevap
Süreç Analiz
[email protected]
Süreç Analiz bu sayısında “Tek Soru İki Cevap” sorularının yönünü Suriye’ye
yöneltiyor. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Başkanı Prof. Dr. Yasin Aktay ve
Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR) Başkanı Doç Dr. Veysel Ayhan aynı soruları farklı açılardan değerlendirdiler…
Süreç Analiz: Suriye’de Arap Baharı’ndan mülhem bir demokratikleşme mücadelesi mi yoksa mezhepsel bir mücadele mi hakim? Türkiye’nin Suriye politikası
mezhepsel bir tona sahip mi?
Prof. Dr. Yasin Aktay: Türkiye’nin Suriye ile ilgili verdiği destek, Suriye’deki mücadeleye verdiği destek ve Suriye’deki iç
gerilimlerle ilgisinin mezheple uzaktan yakından ilgisi yok. Türkiye’nin bir mezhepsel tercihi yok ancak Suriye’nin kendi içerisindeki mücadeleler süreç ilerledikçe bir
takım mezhebi ayrışmaları da beraberinde
getiriyor olabilir. Ama Türkiye’nin tercihi
asla mezhep değil. Olayların başlangıcı da
mezhebi değil, ama zamanla böyle bir alana evirilmesi böyle bir noktaya doğru evirilmesi Türkiye’nin kaçınılmaya ve kaçındırmaya çalıştığı bir sonuç veya bir gelişme
olsa bile ne yazık ki sosyolojik bir sonuç
oluyor. Olayların neticesi oluyor, ama Türkiye hala en son neticede bile orada mezhebi ayrışmayı engellemek gibi bir misyon
yüklenmeye çalışıyor.
Suriye’de olayların başlangıcı kesinlikle
son derece barışçıl gösteriler ve barışçıl
bir reform arayışı idi. Arap Baharının etkisiyle Suriye’deki halkın zaten öteden beri
biriktiregeldiği birtakım taleplerini tekrar
ifade etmek için bu dalganın etkisini bir
fırsat olarak değerlendirmesi söz konusuydu. Ancak bu son derece barışçıl bir şekilde
kendini ifade olarak ortaya konan bu harekete karşı Baas rejiminin ve Esad’ın sergilediği tepki olayları daha fazla büyüttü.
Büyüyen olaylara tekrar rejimin sergilediği
50
Tek Soru İki Cevap:
Türkiye’nin Suriye Politikası?
daha keskin daha sert tepkiler tekrar bir
tür sarmala yakalanmasını bir cendereye
yakalanmasını beraberinde getirdi. Suriye’deki gelişmelerin ve bugün karşımıza
çıkan hadise artık meşruiyetini tamamen
yitirmiş halkın hiçbir şekilde razı olmadığı,
halkına karşı savaşan halkına karşı savaştığı ölçüde de kendi varlık gerekçelerini
varlık koşullarını da ortadan kaldıran bir
rejimle karşı karşıyayız. Giderek bu rejim
ülke içerisindeki diğer unsurlar ile güç yarıştırma noktasında da geriye düşme eğilimi taşıyor, dolayısıyla halihazırda Suriye’de
bir anlamda kaotik bir duruma doğru gitmiş
oluyor. Bu da sivil savaş yani iç savaş şartlarını da beraberinde getiriyor.
Doç. Dr. Veysel Ayhan: Esasında tümünü içeriyor. Soru cevabını kendi içerisinde barındırıyor. Suriye’de elbette otoriter bir yönetim var, elbette bir demokrasi
problemi var. Ve buna yönelik bir de muhalefet hareketi var. Ama aynı zamanda
bunun mezhepsel yansımaları olduğunu
da görmemiz gerekiyor. Sadece mezhepsel
de değil, aslında son dönemde yaşananlara baktığınız zaman bu mezhepsel, dinsel,
etnik bir çatışmaya doğru sürükleniyor. Ve
bu çatışmalar Suriye’yi kapsadığı gibi Suriye dışı bölgeyi de kapsayabilecek bir hal ve
mahiyet almaya başladı.
Bakıldığı zaman 15 Mart 2011 olayların ilk başladığı tarihte, sivil ve demokratik
taleplerle ortaya çıkan bir kitle vardı. Bu
kitlenin geçmişine baktığınız vakit, Beşar
Esad’ın iktidara geldiği ilk gün bile parlemento konuşmasına bakacak olursanız,
Tek Soru İki Cevap
51
bazı parlementerler TV’de canlı yayında
çok net bir şekilde protesto eylemi gerçekleştirmişlerdi. Ve ondan sonraki süreçte de
bu eylemler devam etti. Toplantılar oldu,
sivil gösteriler oldu vs. Ama sonrasında
tabii rejim, Beşar Esad iktidarını belli ölçüde sağladıktan sonra olayları kontrol altına aldı ve bu tür taleplerin önüne geçti.
Sonra 2004-2005 yıllarında tekrar bu tür
talepler ortaya çıktı ama onlar da bir şekilde bastırıldı. Ancak, 2011 biraz daha farklı gelişti, talepler ilk önce 3. bir dalgaymış
gibi ortaya çıktı. Ancak
daha sonra 5-6 y gibi
kısa bir süre içinde askeri bir çatışmaya, bir
silahlı muhalefete dönüşmeye başladı. İşte
o zaman Suriye’de işin
çerçevesinin değişmeye başladığına dönük
işaretler belirdi. Çatışmalar derinleştikçe saflar da belirginleşti. Artık Suriye’de evrimsel,
sistem içi bir demokrasi mücadelesinden
ziyade, devrimsel dönüşüm talep eden kesimler ortaya çıkmaya başladı. Bu kesimler
dışardan askeri ve lojistik destek almaya
başladılar. Bir süre sonra bu lojistik destek
daha da öteye geçerek parti, örgüt, eleman
desteğine dönüştü. Bugün bakıldığı zaman
Suriye’de bir demokrasi sorunu, bir demokrasi talebi vardır. Ve buna bağlı olarak bir
muhalefet hareketi vardır. Aynı zamanda
mezhepsel güdülerle hareket eden bazı
gruplar da vardır. Bunların ortaya koymuş
oldukları bir yöntem, bir mücadele tarzı
vardır. Ve Suriye’de öteki gruplara karşı çok
ciddi bir baskı uygulayan taraflar da mevcuttur. Örneğin, bir kaç gün önce yayınlanan bir video da belli bir askeri bölgeyi ele
geçiren muhalifler ordaki tüm askerleri teker teker infaz ettiler. Şimdi bu durum, bu
insanlar Suriye’ye demokrasi getirebilir mi
sorusunu getiriyor gündeme. Farklı şekillerde rejimle çalışan insanların sokak orta-
sında öldürülmesi, sivillere yönelik bombalı
saldırıların gerçekleştirilmesi.. Açıkça savaş
suçu işliyorlar. Her iki tarafta aynı şeyi yapıyor, yani rejim de sivil bir bölgeyi vurduğu
zaman o da savaş suçu işlemiş oluyor. Dolayısıyla bir yanlışı diğer bir yanlışla düzeltemezsiniz. Elimizde anti-demokratik, insan
haklarına uymayan, Suriye’de demokrasiyi
uygulama gibi bir derdi olmayan bir rejim
var ama öte yandan onun karşısında duran,
onu ortadan kaldırmaya çalışan yapının da
ondan çok farklı bir ajandaya sahip olduğu
söylenemez. Bir anlamda o da iktidara geldiği
vakit diğerlerine aynı
şeyleri uygulayacak.
Yani bu mezhepsel bir
nitelik taşıyor aslına
bakılırsa.
Türkiye’nin politikasına baktığımız zaman,
dün Doha’da başlayan
görüşmelerle
Suriye
Ulusal İnisiyatifi adında yeni bir muhalefet
yaratılmaya çalışılıyor.
Bu bize şunu gösteriyor; Suriye Ulusal Konseyi (SUK) varken
neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyuluyor?
Bu hareket hem bölegeden hem Suriye
içinden hem de Batı’daki en önemli destekçileri olarak görünen ABD’den- Clinton’ın
açıklamaları ortada- böyle bir desteği neden görüyor? Bu şunu gösteriyor, demek
ki Türkiye’nin içinde yer aldığı Suriye muhalefeti kapsayıcı değildi, bütün kesimleri
içermiyordu ve bu nedenle bu yapının Suriye’ye demokrasi getirebileceğine dair Batı
inancını kaybetti. Bu da Türkiye’nin izlediği
politikaların tartışılmasına yol açtı. Şimdi
SUK’u kimlerin kurduğu ve bugüne kadar
yaptığı olaylar ortada. SUK’u Dişişleri Bakanlığımız kurmuştur, bu kesin. Çünkü yapılan açıklamalardan, söylemlerden bunu
anlıyoruz. Ancak bu Konsey tüm tarafları
kapsayıcı bir konsey olamamıştır. Dolayısıyla burada şunu sormalıyız, SUK’un tüm
tarafları kapsayıcı bir yapı olamayışı kendi
Tek Soru İki Cevap
iç dinamikleriyle mi ilgilidir yoksa bu durum
onu ortaya koyan iradenin Suriye’deki bütün tarafları kapsayan bir politikaya sahip
olmayışının bir sonucu mudur? Eğer ikincisiyse dediğimiz noktaya geliyoruz.
Türkiye’nin Suriye politikası, aslında
Türkiye’nin politikası da dememek lazım,
Suriye’ye yönelik bu politikayı oluşturan
aktörlerin kafasındaki Suriye kapsayıcı bir
Suriye değil. Belli kesimleri içine alan, belli kesimleri ise dışlayan bir Suriye’dir. Bu
tespite de şuradan varıyoruz. Suriye’deki
Hristiyanlar Türkiye’de geniş katılımlı bir
konferans bir toplantı yapmışlar mıdır? Hayır. Suriyeli Dürziler? Bunlar muhalif unsurlardır. Ama bakıyorsunuz büyük çaplı bir örgütlenmeleri, organizasyonları yoktur. Bu
da bir çelişkidir. Bunun da ötesinde Aleviler var, Esad’ın amcası bile muhaliftir. Bizim
ülkemizde de Arap Alevileri var. Buna rağmen Arap Alevileri Türkiye’de bir toplantı
gerçekleştirmiş midir? Son olarak Kürtleri
örnek verelim. Kapsamlı bir şekilde, gelipte Türkiye’de kaç toplantı yapmışlardır?
Yapmamışlardır. Bu saydığımız kesimler
Suriye’nin %40ına yaklaşık bir oranı temsil ederler. Bunlar ülkemizde herhangi bir
organizasyon yapmamış bir destek görmemişlerse bu Türkiye dar çerçeveli bir Suriye
52
politikasına sahip demektir. Dışişleri Baknlığımız böyle bir politikalarının olmadığını
söylese de SUK adına yapılan toplantılardan kaç tanesi, buna İstanbul’da yapılan
Suriye’nin dostları toplantısı da dahil, Suriye’de bu saydığımız kesimleri içine alacak şekilde organize
edilmiştir? Neden bu kesimleri
temsil edecek bir platform oluşturulmamıştır? Burada şu düşünüldü heralde, dünya Türkiye’nin
bu politikasına alternatif bir politika oluşturamayacak, eninde
sonunda kabul etmek zorunda
kalacak, biz de bu sayede Suriye’de istediğimiz kesimle ilişki
kurup istediğimiz kesimi dışlayabileceğiz. İstediğimiz grubu istediğimiz şekilde nitelendiririz, şu
terörist bir gruptur vs. Suriye’de
istediğimiz politikayı uygularız.
Ama bu böyle değil. Gerçekte
siyaset, hele hele iç savaş yaşanan bir ülkede, asla boşluk kaldırmaz. Sizin dışladığınız, boşluk bıraktığınız
alanlarda birileri gelir daha kapsayıcı yeni
bir yapı kurar. Neticede sizin yapınızda, sizi
dışlayıcı olmak mezhepçi olmak gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakır. O yüzden ben
olayların bu şekilde yorumlanabileceğini
düşünüyorum.
Süreç Analiz: Ortadoğu’daki yeni blokların liderliğine soyunan İran ve Türkiye’nin
tavrı çerçevesinde yaşanan Şii-Sünni geriliminden bir ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ senaryosu yazılabilir mi?
Prof. Dr. Yasin Aktay: Bir defa Şii-Sünni geriliminin bir savaşa dönüşmemesinin
garantörü Türkiye’dir. Bu bağlamda bu sürecin konvansiyonel bir savaşa dönüşeceğini düşünmüyorum. Türkiye Sünni bir bloğun lideri olma görüntüsünü asla vermeye
çalışmıyor, vermekten kaçınıyor. Türkiye,
Arap Baharı süreci başladığında bütün bu
rejimler devrildiğinde o rejimlerin hepsi
Sünni’ydi. Bütün o Sünni rejimlerin devrilmesinde İran’la paralel bir tavır sergilemişti, yani bir Şii devleti olan İran’la paralel bir
Tek Soru İki Cevap
tavır sergilemişti. Dolayısıyla Türkiye’nin
oradaki önceliklerinin veya hassasiyetinin
Sünni bir hassasiyet olmadığı çok açık, çok
aşikardı. Üstelik ilginç bir şekilde orada Suudi Arabistan buradaki rejimlerin değişmesine o kadar da çok sıcak bakmıyordu. Libya hariç diğer iki ülke Tunus ve Mısır’daki
rejimlerin değişmesine o kadar
da sıcak bakmıyordu. Buna mukabil İran sıcak bakıyordu ve Türkiye İran’la paralel, birçok ülke de
İran’la paralel Suudi Arabistan’la
ters düşüyordu. Libya’da bir tek
üçü birden paralel düşmüş oldular. Suriye’de ise Türkiye ile Suudi Arabistan’ın tam anlamıyla
paralel düştüğünü söylemek de
çok mümkün değil. Suudi Arabistan’ın arayışları ve endişeleri
farklı Türkiye’nin oradaki beklentileri çok daha farklı. Türkiye
iç savaşın tamamen bitmesini ve
yine demokratik, Suriye’deki bütün unsurlarını ihata eden bütün
unsurlarını kucaklayan demokratik bir rejimin kurulmasını istiyor.
Doğrusu demokratik bir rejimin
kurulmasının Suudi Arabistan için ne kadar
işlevsel olabileceği ne kadar arzulayabileceği bir rejim olacağı çok da tabi su götürür
bir konudur.
Suriye’de tek adam veya monarşik bir
yapı artık bu saatten sonra kurulamaz.
Monarşik bir yapı genellikle geleneksel bir
temeli ve bir arka planı varsa olabilir bir
şeydir. Suriye’de Baas rejimi kurulduğu andan itibaren geleneksel anlamda monarşik
bir rejim kurma ihtimali kalmamıştır. Ancak
yine de oradaki geleneksel unsurların da
ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılayabilecek bir çok katılımlı demokratik bir yapı söz
konusu olabilir.
Türkiye’nin oradaki önceliği kesinlikle
dediğim gibi bir mezhebi bir temsil veya
bir hassasiyete dayanmıyor. Aksine bir
mezhep çatışmasına dönüşmemesi için
elinden geleni yapmaya çalışıyor Türkiye.
Kaldı ki Türkiye bölgenin bir barış havza-
53
sı olması için bir takım formüllerin arayışı
içerisinde yani İran’ın da süreç içerisinde
rahatsız olmayacağı bir formülün arayışı
içinde, yani aynı anda hem Suriye’yle hem
Suudi Arabistan’la hem İran’la ilişkilerini ve
diyalogunu iyi götürmeyi başaran bir ülke
konumunda şu anda bile.
Doç. Dr. Veysel Ayhan: Biz Uluslararası
İlişkilerde herşey masada deriz. Yani eğer
gelecek hakkında konuşuyorsak herşey
olasılık dahilindedir. Burada kesin bir ifade
kullanmak pek mümkün değil. Potansiyel
veriler, işaretler önemli burada. Halihazırda
çok kanlı bir çatışmanın yaşandığını görmekteyiz. Bu çatışmalar Suriye’de yaşanıyor, Irak’ta yaşanıyor, Lübnan’da yaşanıyor,
Bahreyn’de yaşanıyor, Suudi Arabistan’da
yaşanıyor. En son Kuveyt’te çatışmaya
dönük bazı olaylar yaşandı. Toparladığınız vakit, şu an Ortadoğu coğrafyasında
en az 3-4 ülkede, bu saydığımız ülkelerle
sınırlayacak olursak, Şii-Sünni çatışması
yaşanıyor. Bakın gerginlik değil çatışma
yaşanıyor. Ama konvansiyonel bir çatışmaya dönüşmesi noktasında devletlerin
rasyonel davranacağını düşünüyorum.Bunun içerisine sürüklenme ihtimalleri düşük. Ancak sorun şu ki devlet dediğimiz
yapılar kalmıyor Ortadoğuda. Bu dediğimiz
Tek Soru İki Cevap
54
noktalarda sorumlu olan ülkelerde devlet
otoritesinin meşruiyetinin sorgulandığı bir
süreç yaşanıyor. Yani şu an Irak’ta hangi
devlet yapısından bahsedebiliyoruz? Veya
Bahreyn’de? Elbette Anayasal bir yönetim
mevcuttur ama bunun halk nezdinde, en
Iraklılar, Lübnanlılar da var. Aynı şekilde
muhaliflerin de safında Pakistan’dan Çeçenistan’a kadar farklı ülkelerden gelen
gruplar var. Bakıldığı vakit devletin kendisi
yok, devlet dışı diyebileceğimiz aktörler bu
savaşın bir cephesini oluşturuyor.
azından büyük bir çoğunlunun nezdindeki
meşruiyeti tartışmalıdır. Bu ülkeler kamuda istediği politikaları üretip hayata geçirebiliyor mu? Hayır. Bir muhalefet hareketi
var ve bu hareketler sürekli istikrarsız bir
ortam yaratıyor. Suriye’ye bakıldığı zaman
artık ülkede hakim tek bir rejim yoktur, kimi
bölgelerde farklı grupların etkinliği söz konusudur. Her grup ele geçirdiği bölgede
kendi yasasını kendi düzenini oluşturmuştur. Yemen’de de durum böyledir, Sahada
bölgesinde Şiiler kendi yönetimlerini oluşturmuştur mesela. Aden ve alt bölgesine
iniyorsunuz El Kaide’ye varana kadar farklı
örgütlenmeler farklı yapılanmalar mevcuttur. Dolayısıyla devlet yapılarının çözüldüğü bir süreçten geçiyoruz. Özellikle
Şii-Sünni çatışmasının yaşandığı ülkelerde
bunu görebiliyoruz. Bu bir dönüşüm, çatışmacı bir dönüşmdür. Topyekün bir savaşa
dönüşürmü? Suriye’deki duruma bakıyorsunuz, rejimin yanında savaşan İranlılar,
Bir dönem Irak’ta Şiilere yönelik eylemler gerçekleştiren
kesimler, bugün Suriye’de Şii
olarak nitelendirdikleri rejime
karşı savaşıyorlar. Aynı şekilde
düne kadar Lübnan’da savaşan
kesimler de bugün Suriye’deki
savaşa dahil olmuş durumdalar.
Dolayısıyla Şii-Sünni çatışması zaten halihazırda yaşanıyor.
Daha kapsayıcı, daha şiddetli, artık orduların karşı karşıya geldiği
bir yapıya dönüşür mü bunu da
zaman bize gösterecek. Bu asla
gerçekleşmez diyemeyiz, olabilecek bir şey çünkü. Çok basit bir
örnek vereyim; Akçakale olayında ordular birbirlerine karşı irrasyonel bir tutum sergilemiş olsa
bugün biz bir savaşın içindeydik. Savaş çok
hızlı bir şekilde, yani ansızın cereyan edebilecek birşey. Küresel güçler doğrudan
bu savaşın bir tarafı değiller, evet önemli
aktörlerdir ama politik ve diplomatik anlamda. Rusya ve Çin gibi küresel güçler BM
nezdinde olsun, lojistik ve silah desteği
sağlama da olsun bir tarafın yanında dururken aynı şekilde Batı ülkeleri de istihbarat
desteği verme, silah desteği sağlama noktasında bu savaşa dahil olmuş durumdadır.
Ama cephede yer alanlar Ortadoğululardır,
yani bizleriz. Aslında İslam alemi kendi içinde bir savaş yürütüyor. Batı doğrudan bu
savaşın içinde değil, bunu ben gerçekten
böyle görüyorum. Biz kendi içimizde bir savaşa giriştik ve Batı bu savaştan çok ciddi
bir kazanç elde ediyor. İki kutuba da destek
verilir ve bu nedenle savaş uzayıp gidiyor.
Bu savaşta kaybeden bölge medeniyeti,
bölge ülkeleri ve bölge halklarıdır. Bu savaşı derinleştiren de yine bölge ülkeleridir.
Bir Proxy War (Vekalet Savaşı) örneği di-
Tek Soru İki Cevap
yebiliriz ancak bunun tarafları Batılı ülkeler
değil, onlar oynatmıyor aktörleri yine bölge ülkelerinin kendileri yönetiyor aktörleri.
Proxy’i yaratan da bölge ülkeleri olarak bizleriz. İran’ın desteklediği farklı aktörler var,
Türkiye’nin desteklediği farklı aktörler var.
Batı burada ancak olayların gidişatına göre
pozisyon değişikliğine gidiyordur.
Süreç Analiz: PKK ile PYD
arasındaki ilişki göz önüne alındığında Suriye’nin kuzeyindeki
mevcut yapının Ortadoğu’da oluşan yeni denklemde geleceğini
nasıl görüyorsunuz? Özellikle
Türkiye’nin duruşu nasıl olacak?
Prof. Dr. Yasin Aktay: Ne
yazık ki Esad rejimi Türkiye’nin
içini karıştırmanın yolu olarak şu
anda PKK’yı kullanıyor. Dolayısıyla aslında Esad’ın bir an önce
gitmesi PKK’nın daha sağlıklı ki
PKK’nın kendisi bir terör örgütü
olarak sağlıklı zaten olamaz ama
yine de gerçekleri görebilmesi açısından PKK’nın neyi yapıp
neyi yapamayacağının sınırlarını
görebilmesi açısından Esad’ın bir
an önce gitmesi gerekiyor. Esad gittiği taktirde doğrusu şu anda Esad bütün diğer
unsurlarla savaşırken Kürt unsuru PYD’yi
Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak
üzere önünü açıyor ve birçok alanı yani
Kürt bölgelerinde Kürtlerin daha ağırlıklı
olarak yaşadıkları bölgelerde silahlı PYD
unsurlarına sahayı terk etmiş bulunuyor.
Aslında sahayı terk etmesi Kürtlere yenilip çekilmesinden kaynaklanmıyor aksine
Kürtlere alan açmasından kaynaklanıyor.
Bu alan açmada Türkiye’ye karşı yapılmış
bir hamle olarak değerlendiriliyor. Tabii
Kürtler için bu çok kötü bir durum olacaktır. Çünkü eninde sonunda bölgede bir şey
kurulacaksa -eğer bir Suriye sonrası Esad
sonrası durumda- oradaki Kürtlerin Araplar
karşısında çok zor durumda kalmalarına yol
açacaktır. Nitekim aslında Kürtler Araplar
karşısında zor durumda kalan özellikle kuzey Irak’ta Araplar karşısında zor durumda
55
kalan Kürtlerin sığınacakları bir yer lazım,
o da Türkiye’den başka bir yer olmuyor.
Yani PYD bugün Esad’a karşı tavrını net bir
şekilde koymadığı taktirde Araplara ters
bir duruma düşecektir. Araplarla ters bir
duruma düşerse Türkleri tercih etmek zorunda kalacaktır. Yani hem Araplarla hem
Türkiye’yle çatışma halinde bir Kürt bölge-
si Kürtler için çok makul bir seçenek değil
onun için PYD’nin Suriye’deki seçenekleri
PKK’nın seçenekleriyle birebir örtüşmüyor. Dolayısıyla PYD ile PKK arasında nihai
anlamda bir ittifakın oluşması bu saatten
sonra zaten mümkün değil. Yani orada da
bir ayrışma olmak zorunda zaten. Onun
için PKK beni nihai anlamda çok da fazla
kaygılandırmıyor. Türkiye’yi de çok fazla
kaygılandırmıyor. Eninde sonunda PYD ya
Araplara dayanmak zorunda kalacak veya
Türklere dayanmak zorunda kalacak. Araplara dayanırsa zaten Araplarla Türkler arasında şu anda ciddi bir ittifak var. Araplarla
çatışıp Türklere dayanırsa, Araplarla çatışmak zorunda kalırsa Türklere dayanmak
kalacaktır. O zaman şimdi Türklerle gelecekte yaşamalarını daha da zorlaştıracak,
uzlaşmayı daha da zorlaştıracak derin bir
ihtilaf yaratmamak zorundadır. Bu PYD’nin
Tek Soru İki Cevap
56
seçeneğidir. Ama PYD de tabi bu şuanda
Esad’ı ilelebet kalacak gibi görmemesi gerekiyor. İlelebet devam edecek payidar kalacak bir Esad hesabı yapmaması gerekiyor
PYD’nin. Yani bu hesabı yapıyorsa zararlı
çıkacak olan PYD olacaktır.
bütünleşme açısından bütünleşmenin istikameti açısından çok hayırlı sonuçlara yol
açmaz tabii.
Türkiye bir defa bir Kürt fobisini atlatmış durumdadır. Türkiye Barzani’yle yaptığı alışveriş şunu gösteriyor ki artık Türkiye
90’lı yıllar hatta 2000’li yılların ortalarına
kadar devam eden Kürt fobisinden kurtulmuş durumda. Kürt Özerk Bölgesi hatta
Kürt bağımsız devleti bile Türkiye için korkutucu veya Türkiye’yi kaygılandırıcı bir
unsur değil. Bir tek açıdan kaygılandırıcı
bir unsur olabilir. Türkiye Kürtlerin bölgede hiçbir ülke tarafından kabul görmeyen
izole bir yapı olarak kalmasından Kürtlerin
lehine olmak üzere istemez. Çünkü Türkiye
böyle bütünleşmiş bir coğrafya içerisinde
birbirine entegre olmuş bir coğrafya içerisinde dünyadan izole bir adacığın ortaya
çıkmasını istemez. Bu bölgede Kürtlerin de
aleyhine bir durum oluşturur çünkü. Bölge
artık bölgenin geleceği bölgesel bütünleşmelere bağlı, yani sınırlarının öneminin kalmadığı bir yapıya doğru gidiyor dünya. Durum böyleyken Kürtlerin izole olması hem
Kürtlerin işine yaramaz hem de bölgesel
PYD’nin ideolojisi farklı olabilir. El Kaideci unsurlar da var ona bakacak olursanız.
Dünya ve insanlık açısından düşündüğünüz vakit hangisinin ideolojisi daha tehlikeli? Burada bizim temel referans noktamız, Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin
karar vermesidir. Eğer PYD Suriyeli ise ki
öyle olduğunu ve Suriye içindeki bir halk
tarafından var edildiğini kabul ediyoruz, o
zaman PYD’nin yeni Suriye’nin inşasında
bir aktör olabileceğini kabul etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bu aktörün Suriye’nin
Kuzeyinde oluşturacağı yapıyı da, eğer taraflar anlaşabiliyorsa, çünkü yeni modeli
birlikte yaratacaklardır, kabul etmemiz gerekiyor. Dünyanın bugünkü merkezi ilke ve
değerlerine baktığınız zaman, bu bölgede
yaşayanlar kendilerini etnik mezhepsel vs
farklı olarak nitelendiriyorlarsa bunların
kendi kendilerini yönetme hakları vardır.
Yerinden yönetim dediğimiz olgu artık mahallelere kadar ulaşmış durumda. Bir ilçe,
bir mahalle bile farklı düşünüyorsa kendi
Doç. Dr. Veysel Ayhan: Türkiye nasıl bir
Suriye düşünüyor? Eğer demokratik, tüm
Suriye halkını temsil eden, tüm Suriye halkının içinde yer aldığı kendi yapısını oluşturmuş bir Suriye arzuluyorsak Suriye’nin
Kuzeyinde kimlerin olduğu bizi çok fazla
ilgilendirmemeli. Eğer doğrudan Türkiye’yi
tehdit edecek bir silahlı yapı oluşurda bu
anlamda herhangi bir saldırgan tutum içine girilirse, Türkiye’nin kendini savunma
hakkı, meşru müdafa hakkı tabiki de vardır. Uluslararası hukuk buna cevaz veriyor.
Ama bunun dışında, ben şu etnik grubu ya
da şu siyasal partinin düşüncesini beğenmiyorum diyip o siyasal partinin Suriye içerisindeki varlığını yok etmeye kalkışırsanız
bu ne uluslararası hukuka uyar ne Suriye
içerisindeki demokrasi mücadelesine katkı
sağlar ne de Suriye içerisindeki grupların
diyaloğuna ve uzlaşmasına katkı sağlar.
Dolayısıyla Türkiye’nin burada net bir şekilde pozisyonunu ortaya koyması gerekiyor.
Tek Soru İki Cevap
kendini yönetme hakkına sahiptir. Farklı
olan kesimlerden, birinin diğerini tahakküm altına aldığı bir yönetim biçimi ortaya
koymamak lazım. Sonra Türkiye’nin kendi demokrasi sorunu.. Eğer Türkiye kendi
demokrasi sorununu çözemezse başka ülkelerdeki bu tür gelişmeleri tehdit unsuru
olarak görür. Kendi sorununu çözmüş olsa,
Suriye’nin Kuzeyinde hangi sistem uygulanırsa uygulansın Türkiye açısından bir
sorun teşkil etmez. Bizim kendi Kürt sounumuzu bölgedeki bütün bu gelişmelerden
bağımsız olarak ele alıp çözmemiz gerekiyor. Biz A veya B ülkesindeki olaylara göre
kendi Kürt sorunumuzu çözüp çözmemeye
karar verecek olursak her gelişme bizim
açımızdan sorun olarak görülür. Perspektifimiz farklı burada. Perspektif şu olmalı.
Bizim böyle bir sorunumuz var mı var. Biz
kendi sorunumuzu kendimiz çözdükten
sonra Suriye’nin Kuzeyinde ne olursa bizi
etkilemez. Bunu tehdit olarak algılamayız.
Aksine bir kazanım olarak bile görebiliriz.
Eğer bu bölge istikrarlı bir yapıya kavuşursa, bizim ekonomik olarak, kültürel olarak,
siyasi olarak kazanımlarımız olacaktır. Bugün Irak Kürt Yönetimi ile 12 milyar dolarlık
ticaret yapıyorsak bu bölgenin istikrarlı olmasından kaynaklanıyor. Bağdat’la ticaretimiz ne kadar? Basra gibi petrol zengini bir
bölgede bırakın milyarı milyon dolarlık bir
yatırımımız bile yok. Ama biz istikrarlı bir
Kürt bölgesinden 12 milyar dolarlık bir kazanç elde edebiliyoruz. Aynı şey Suriye’nin
Kuzeyi içinde mümkün olabilir.
Öte yandan Suriye’de sadece Kuzey sorunu yok ki. Ben aynı şekilde Lazkiye sorunu vardır diyorum mesela, Suveyde sorunu
vardır bunları nasıl çözeceğiz? Şimdi biz
kendi iç sorunumuzdan kaynaklı bir bakış
açısıyla Suriye’ye baktığımız için sadece
Kuzeye odaklanıyoruz. Suriye’de yalnızca Kuzey Suriye’nin geleceği tartışılmıyor.
Aynı zamanda Batısı da tartışılıyor. Ne olacak Lazkiye bölgesinin geleceği? Ne olacak
Dürzilerin Suveyda bölgesinin geleceği?
Ne olacak Şam’ın geleceği? Bunların hepsini birlikte ele almak lazım. Hepsi birlikte çö-
57
zülebilecek sorunlar bunlar. Çözüm ancak
bütün bu bölgelerin istikrara kavuşturulmasıyla mümkündür. Yoksa bu toplumsal
bir çözülmeye doğru gider ve Suriye gibi
bir devletin ortadan kalkmasına yol açar.
Süreç Analiz: Geçtiğimiz günlerde Hillary Clinton’ın SUK’un liderliğinin değişmesi
gerektiği yönünde yaptığı açıklamadan hareketle ABD başkanlık seçimlerinden sonra
yeniden şekillendirilmesi muhtemel Suriye
muhalefetinin geleceğini ve Türkiye’nin
konumlanmasını nasıl görüyorsunuz? KürtArap gerginliği süreci nasıl etkileyecek?
Prof. Dr. Yasin Aktay: Zaten şu ana
kadar bütün uluslararası toplumun yeterince ağırlığını koyamamasının en önemli
sebeplerinden bir tanesi Esad sonrası oluşacak olan tablo sonrasındaki kaygılar. Yani
Esad’ın gitmesi çok da kimseyi ilgilendirmiyor. Esad bu haliyle kalsa da kalabiliyor,
ama esas Esad sonrası önemli herkes için
tabi muhalif yapının bir karşılığının olması
gerekiyor.
Aslında SUK yeterince karşılığını buluyor, bayağı karşılığını buluyor. SUK’a
alternatif arayışların SUK düzeyinde bir
karşılığı eğer olmayacaksa veya SUK’u da
ihata edecek bir karşılığı olmayacaksa yeni
Tek Soru İki Cevap
krizler yeni problemler ortaya çıkacak demektir. Sonuçta SUK bir şeye karşılık geliyor. Orada Özgür Suriye Ordusu’nun önemli
bir kesimini temsil ediyor. Belki yeterli bir
temsile sahip olmamakla eleştirilebilir ama
eğer yeni yeterli bir temsil iddiası ortaya
çıkan yeni bir yapılanma ortaya konulacaksa SUK’u da içermek zorunda kalacaktır, çünkü SUK bu bölgedeki yapılanmadan
tamamen uzak bir yapılanma değil. Yeni
bir temsil, bu uzlaşma sorunudur. Uzlaşma meselesidir, yani hiç bir zaman böyle,
hele hele Suriye gibi çatışan ortamlarda,
benim dediğim dedik sadece herkes benim
dediğimi kabul edecek demeye kalkışırsa
iç savaş devam eder. İç savaşın hiç kimseye bir faydası olmayacak ve iç savaşa da
bir toplum ne kadar tahammül edebilir. O
toplum kalmadıktan sonra iç savaş neyin
savaşı olacak o da bir soru işareti. Sonuçta
ÖSO’yu da ihata eden SUK’u da ihata eden
biraz daha şeyi genişletecek bir yapılanma
ancak söz konusu olabilir.
destek vermiyorsa kaçınılmaz olarak Sünnilerden müteşekkil bir yapı ortaya çıkar,
ama bu Esadın zulmünü görmezden gelmeyi gerektiren bir durum değil. Aslında
Alevilere çağrı yapmak lazım buyurun siz
de gelin. Alevilerin orada artık Esad’ın zulmünü sahiplenmemeleri gerekiyor. Esad
gibi bir katilin, bir gaddarın, bir katliamcının, kendi halkını katleden bir unsurun yanında Alevilerin durmaması gerekiyor. Yani
durmadıkları taktirde ÖSO’nun onları dışlamak gibi bir tercihi olmaz aksine onlardan
bir katılım olduğu taktirde ÖSO’nun eli çok
daha güçleneceği için onları dışlamayı tercih etmez. Dolayısıyla mezhepsel bir yapılanmayı zaten tercih etmez ama oradan bir
destek gelmediği durum olursa kaçınılmaz
olarak böyle bir mezhepçi, mezhepçi değilse bile mezhep ağırlıklı bir görüntü oluşur.
Nitekim Esad rejiminin de Nusayri görüntüye sahip olması gibi. Yani bütün üst düzey
elemanları Nusayrilerden teşekkül edecek
şekilde oluşturduğunuz zaman o mezhebi
Bütün bu unsurların içinde, yeni muha- bir görüntü olmuyor da öbür tarafta buna
lefetin içinde Kürtler de olmak zorunda. Sa- karşı çıkan neden mezhepçi bir görüntü
dece Kürtler değil Aleviler de olur Hıristi- oluyor.
yanlar da olur oradaki Müslüman Kardeşler
Bu mezhepçi iddialarından sıyrılmak için
de olur, olmak zorundadır. Ama Amerika’nın bir takım garantiler verilebilir. Hem Türkiarayışı veya Avrupalı ülkelerin arayışı nere- ye olarak hem de tabii ki ÖSO veya SUK’un
deyse Müslüman Kardeşlerin hiçbir şekilde verdiği çabalar aslında bunlar şimdiye kadahil edilmediği bir yapılanma. Bu da hiç dar verdiği mesajlar son derece sağlıklı
sağlıklı bir şey olmaz.
yerinde mesajlar, biraz da Türkiye’nin de
Türkiye SUK’u desteklerken liderlerini telkinleriyle Suriye’de bütün kesimleri eşit
desteklerken Dürzilerden bir temsilci gel- ve adil bir biçimde temsil edecek herkesin
medi zannediyorum. Çünkü orada Dürziler kendini temsil etmesine imkan verecek bir
neredeyse bir ekip olarak bir grup olarak demokratik yapılanma, yani hedef bu.
tamamen bu olaydan uzak durmayı tercih
ettiler, daha politik davranıyorlar. Alevilerden temsilciler bildiğim kadarıyla var,
çünkü Alevileri de içine almak istediler.
Hıristiyanlardan temsilciler var mı yok mu
bilmiyorum, bildiğim kadarıyla yok. Çünkü
Hıristiyanlar da uzak kalmayı tercih etti.
Geçenlerde ÖSO’ya katılan Aleviler oldu.
Bir yapılanma oluşturuyorsun ve Alevileri
de temsil edilebilir diyorsun. Alevilerden
kimse gelmiyorsa eğer böyle bir yapıya
58
Doç. Dr. Veysel Ayhan: SUK’un yeniden
yapılandırılması değil, yeni bir muhalefetin
yaratılması durumu söz konusu. Bu yapı
yeni bir yapıdır. Buna bir şekilde 66 yaşındaki önemli bir muhalif olan Riyad Seyf’in
planı lanse ediliyor. Az evvel değindiğim
2000 yılından önceki parlemento eylemlerini örgütleyen en önemli parlementerlerden biriydi. Burada temel eleştiri şuydu;
SUK Suriye’deki muhalefeti temsil etmiyor, sürgündekileri temsil ediyor. Ve nitekim biz bunu geçmişte söylediğimiz vakit
Tek Soru İki Cevap
SUK’un temsilcileri çıkıp hayır biz Suriye’yi
temsil ediyoruz diyorlardı ama bakıyorsunuz bunu söyleyenler yaklaşık 20-30 yıldır
Türkiye’de yaşıyorlar. Türkiye’de meslek
sahibi olmuş, çocukları Türkiye’de büyümüş isimler bunlar. Tamam yıllar önce çok
sağlam bir direniş gösterdiniz ve sürgün
edildiniz ama bu realiteyi kabul etmek zorundasınız. Bu isimler üzerinden bir Suriye
muhalefeti örgütlenemez. 20-30 yıldır Avrupa’da olan liderleri getirip SUK’un başına
koydular. İnanın bu isimleri bugün Halep’e
gönderseniz belki sokaklarını karıştırırlar.
Şam’ı görüp görmedikleri bile tartışmalıdır,
şu an lider olarak öne çıkarılan isimlerin.
Çağımızdaki hızlı değişim göz önüne alınacak olursa 20-30 yıl dışarıda kalan bir
insan ülkesinden uzaklaşır, hem fiziksel
olarak hem de zihinsel ve kültürel olarak
büyük bir kopuş yaşanır. Bu nedenle SUK
başarısız bir projeye dönüşmeye başladı. O
yüzden Batı SUK’u bir köşeye atıyor. Bunu
Türkiye’nin yarattığı bir yapı olduğu için
değil, bu kadar sürede bütün Suriye halkını
kapsayıcı bir yapı bir model ortaya koyamadığı için yapıyor. SUK başarısız olduğu için
ona verilen destek çekiliyor. Ama acaba burada sorumlu SUK’un kendisi mi yoksa lider seçimine varana kadar yapıya müdahale eden Dişişleri Bakanlığı mı? Bu yaşanan
süreçten sonra, Türkiye Suriye politikasında sadece belli askeri unsurları destekleyen bir ülke konumuna gelebilir. Ve bu da
Türkiye açısından çok ciddi bir sorun teşkil
eder. ABD’nin tavrına gelecek olursak; ABD
şunu görüyor bölge ülkeleri tek başlarına
Suriye’deki sorunu çözebilecek güce sahip
değiller. ABD hala ciddi bir küresel etkiye
sahip bir aktördür. Eğer Rusya ile uzlaşılarak orta bir yol bulunabilirse muhaliflerin
kendi içinde yada rejimle olan mücadelelerinde bir gelişme sağlanabilir. Şu an 50
kişiden oluşan bir Konsey gündemdedir ve
bu yapıda Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ne
(SKUK) de 3 sandalye önerilmiş.
Suriye’deki tüm farklı grupları içerecek
bir yapı olacaktır. Burada geçmiş hatalara
düşülmeyeceğini, Kürtler de dahil bütün
unsurların yeni yapının içine dahil edileceğini düşünüyorum. Yapısal detaylara gelecek olursak, silahlı muhalefet sürdürülecek ancak bir yandan da Libya modelinde
olduğu gibi yerel meclisler oluşturulabilir,
bunlar kendi fiili bölgelerini yaratır ve meclis eğer Konseye üye ise her meclis kendi
bölgesinde herhangi bir savaş dışı uygulama olursa bundan sorumlu tutulur. Yani
eğer bir taburu ele geçirdikten sonra kalkıp tümünü infaz ederseniz meclis olarak
siz sorumlu tutulursunuz. Yapılar tek çatı
altında toplanmaya çalışılacak. ÖSO’nun
da bu bağlamda çatısı güçlendirilecek ve
bugün o yapı ile birlikte çalışmayan tevhid
gibi bazı hareketlerde adapte edilmeye çalışılacak. Bu çok zor bir iştir, kolay olduğunu
söylemiyoruz tabi. On dokuz ay sonra yeni
bir siyasi hareket oluşturup bütün askeri
birimleri bununla birlikte hareket etmeye
davet edeceksiniz. Kolay bir yol değildir
ama buna rağmen böyle bir şeyin başlamış olması yeni bir şeylere duyulan ihiyaçı
ortaya koymuştur. Nasıl ki Suriye artık 11
Mart öncesine dönemezse, bu tartışmanın
başlamasıyla SUK’ta artık liderliğini kaybetmiştir, eskiye dönülemez.
PYD ve ÖSO arasında son dönemde yaşanan gerilimlerin bir Arap-Kürt çatışmasına dönüşme riski konusunda da iki tespit ile başlamak lazım. Birincisi Kürtler ve
Araplar arasında bir gerginlik gerçekten var
mı? İkincisi varsa bu gerginlik devrim öncesine mi yoksa devrim sonrasına mı dayanıyor? Şimdi öncelikle Suriye’de tarihsel olarak Araplar ve Kürtler arasında bir gerginlik
olduğunu görmekteyiz. Osmanlı döneminde bölgeyi yönetenler Kürtlerdi, Fransızlar döneminde kendi döneminde kültürel
anlamda nispeten özerklikleri vardı ama
anayasal, siyasi ve ekonomik bir özerklik
yoktu. Ama özellikle 60’lardan sonra bölge
Temel nokta şu; Hilary Clinton’un ve doğrudan Arap yönetiminin etkisinde kalFrançois Hollande’nin açıklamalarında da dı ve Araplaştırma sürecine girdi. İnsanlar
belirtildiği gibi oluşturulacak yeni yapı yalnızca kimliklerini kaybetmediler aynı za59
Tek Soru İki Cevap
manda topraklarını da kaybettiler. Araplar
gelip bölgede kendi yönetimlerini kurdular.
Dolayısıyla bu bir gerginliğe yol açtı. Kamışlı’yı örnek alalım mesela, polisten idarecilerine kadar yönetimin tamamı Araplardan oluşuyor ve size diledikleri yönetimi
uyguluyorlar. Keyfi uygulamalara ve baskılara maruz kalıyorsunuz. 60’lardan itibaren
yaşanan bunlar. Dolayısıyla bir Kürt-Arap
gerginliğinin olduğunu söylemek mümkün.
2003 yılındaki Irak savaşından sonra Kürt
Federe Bölgesinin kurulması ile bu gerginlik çatışmaya dönüştü. Örneğin Kamışlı ve
Afrin’deki çatışmalar, Halep’te öğrenciler
arasında yaşanan kavgalar vs. Dolayısıyla
Kürt-Arap gerginliği vardır ve bu devrim
öncesine dayanıyor diyebiliriz.
Sonra değişim hareketi başladı ve Kürtler belli taleplerle ortaya çıktılar. En öncelikli talep, anayasada varlıklarının kabul
edilmesi. Araplarla birlikte kurucu unsur
olarak kabul edilmek, yani Suriye Arap
Cumhuriyeti kavramından Suriye Cumhuriyeti kavramına geçiş isteniyor. Şimdi rejim
zaten bunu kabul etmiyor, muhalifler de
dağınık olmalarına, zayıf olmalarına rağmen Kürtlerin bu taleplerine olumlu cevap
vermediler. Bu kadar zayıfken bile bu ta60
lepleri karşılamıyorsanız
yarın iktidara geldiğinizde hiçbir şekilde karşılamazsınız. Bu da Kürtlerde
Araplara karşı bir güvensizliğe yol açtı. Bir diğer
nokta ise ideolojik olarak
Kürt grupların örgütlenmeleri, toplumsal yapıları ve kültürleri ile bugün
Suriye’de askeri muhalefete liderlik eden grupların ideolojik yapılanmaları
farklıdır. Daha seküler bir
yapı mevcut Kürtlerde,
kadın erkek ilişkilerinden
diğer ilişkilere kadar. Ama
muhalefet
unsurlarına
baktığımız zaman İslami
tonu daha baskın yapılar
olduğunu görüyoruz. Öyle olunca Suriye’nin geleceği noktasında tasavvurları da
birbirinden farklı oluyor. Bu sorunlu ilişki çatışmaya dönüşebilir mi? Bu taraflara
bağlı. Eğer taraflar birbirlerinin varlığına
saygı duyarlarsa ki içlerinde bu vardır; hem
Arapların içinde hem Kürtlerin içinde karşılıklı birbirine saygı duyan aktörler vardır
ve bunlar 2005 yılında bir deklarasyon imzaladılar, çatışma ihtimali ortadan kalkar.
Bu biraz da dışardan Suriye’ye empoze
edilmeye çalışılan, dışardan gelenlerin getirdiği fikirlerle bir Kürt-Arap çatışması gibi
görülebilir. Bölge ülkelerinin bazı Kürt partileri dışlaması ve Türkiye’den yardım alan,
almak zorunda kalan bazı partilerin Kürtleri
sorun olarak görmeleri de ilişkileri olumsuz
etkiliyor. Bir çatışma zemini oluşacaksa bu
yüzden oluşacaktır.
Süreç Analiz: Ortadoğu’daki Baas rejimleri ile Kemalizm arasında bir ilişki görüyor musunuz?
Prof. Dr. Yasin Aktay: Var, şöyle ikisi de halkın değerlerine biraz uzak. Halka
rağmen kurulmuş, halka rağmen devam
eden halka rağmen devam ettirilen dar
elit kadrolarla devam ettirilen kapalı rejimlerdir. Bu her iki tarz rejimler de aslında
Tek Soru İki Cevap
kendi aralarında ilginç organik ittifaklar da
kurmuşlardır. Bu organik ittifak Türkiye’nin
rejimiyle Suriye’nin rejimi arasında zımni
anlaşmalar olmuştur. Bir tür Soğuk Savaş
yıllarının zımni anlaşmalarıdır yani görünür
de gerilimli ve kopuktur ilişkiler hatta düşmancadır, ama birbirleriyle ilişkileri simbiyotik çıkar ilişkilerine doğru evrilmiştir
zamanla. Birbirlerine ihtiyaç duyan birbirlerini besleyen ilişkilere dönüşmüştür zaman zaman bu ilişkiler. Öyle zannediyorum
ki bir takım organik ilişkilerde beraberinde
getirmiştir. Türkiye’nin PKK’sını yıllarca
Suriye barındırmıştır. PPK’yı barındırırken
Türkiye’nin kendi içerisinde bir takım savaş lordları, savaş beyleri de Suriye’nin bu
sergilediği düşmanca tutumundan dolayı
Suriye’ye düşman muamelesi yapmak yerine bu ilişkiyi adeta bir emanet ilişkisi gibi
görmüştür. Ve kendileri de PKK’yı aynı şekilde kullanmışlardır. Bu ilginç bir biçimde
Suriye rejimiyle Türkiye rejiminin farklı gizli servisleri, derin yapıları arasında birtakım
ittifak ilişkilerinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Doğrusu Kemalizm sadece Mustafa Kemal’e nispet ediliyor olsa da Mustafa Kemal’le ilişkisi olmayan bir ideolojidir. Soğuk
Savaş yıllarından sonra bütün İslam ülkelerinde aslında denenen bir rejimin adıdır.
Gündelik hayatı, sosyal hayatı ve siyasal
hayatı İslamsızlaştırma siyasetinin adıdır.
Bir yandan da komşu rejimlerle komşu ülkelerle araya aşılmaz engellerin ve sınırların tesis edildiği kapalı ulus devlet rejimlerinin adıdır. Burada güçlü bir muhaberat
sistemiyle ayakta duran rejimler söz konusudur. Türkiye’de belli bir zamana kadar
demokratik rejimine rağmen muhaberat
rejimi yani askeri vesayetle sürdürülen bir
muhaberat rejimi tesis etmiştir. Bu muhaberat rejimi aslında bütün Ortadoğu rejimlerinin aynı zamanda temel karakteristiği
olmuştur. Her birisi komşu iki ülke arasına
aşılmaz sınırlar koymak suretiyle İslam ülkelerinde bir birliğin bir birleşmenin oluşmamasının da teminatı olmuştur.
61
Doç. Dr. Veysel Ayhan: Yani şimdi şöyle bakmak lazım. Öyle felsefi bir analiz yapmaya gerek yok. Şu aşamada, bu rejimlerin
uygulandığı ülkelerde, özellikle Arap ülkelerini kastediyorum, Kürt sorunu çözülmüş
müdür? Veya İslami şeriatla yönettiğini
söyleyen İran’da bu sorun çözülmüş müdür? Burda Kemalizm olsun, Baasçılık olsun, İslami rejim olsun kavramlar üzerinde
çok fazla durmaya gerek yok. Bu kavramlardan kaynaklanan bir sorun değil. Buradaki insanlar her ne isimle olursa olsun bir
yönetim oluşturuyorlar. Burada insani bir
sorun var. İslami rejimle yönetilen bir ülkenin, ya da medeniyet tasavvuru içerisinde
demokratik bir yönetim benimsediğini öne
süren bir ülkenin bu sorunu çözmesi gerekir. Hangi ideolojk çerçeveden bakarsanız
bakın, burada bir sorun var ve çözülmesi
gerekiyor.
Kemalizm, Baasçılık, İslamcılık; bu kavramların malesef siyasette bir karşılığı yok.
Mesela Kemalizm, bugüne kadar en çok
tarşılan kavram olması açısından, sorun
doğrudan ideoloji kaynaklı değil, yani baktığınız zaman başka ülkelerde başka ideolojiler vardı, İran’da İslamcılık vardı sonuçta
sorun çözülmedi ve bugüne kadar geldi.
Dediğimiz gibi ortada bir sorun var ve tek
mesele bunu çözme iradesi gösteren ülkeler var ya da göstermeyen ülkeler var. İngiltere demokrasinin beşiği kabul ediliyor
ama hala ciddi anlamda çözemediği içsel
sorunları vardır. Dolayısıyla sorun yönetim
felsefesi ve oradaki insanların gelişmişliği
ile ilgilidir. Sorunu çözmek yerine ötelersen
çatışma zeminine çekmiş olursunuz. Yani
sorun doğrudan kavramlarla ilgili değil.
Süreç Analiz: Türkiye’de İslamcı köklere sahip AK Parti iktidarı döneminde Ergenekon süreçleri ile gerilediği düşünülen
Kemalist trend ile Ortadoğu’da Arap Baharları ile yükselişe geçen İslamcı hareketler
ve partiler ile gerileme trendindeki Baas
rejimleri arasında bir korelasyon görüyor
musunuz?
Tek Soru İki Cevap
Prof. Dr. Yasin Aktay: Tam da demin
söylediğim şekilde artık bu çağ yeni bir çağ
ve bu çağda o muhaberat rejimleri dediğimiz Kemalist rejimlerin artık ayakta kalamayacağı bir kültürel ve toplumsal ortama girmiş bulunuyoruz. Küresel dünyanın
ortaya çıkardığı yeni sosyalleşme biçimleri
yeni iletişim biçimleri ve yeni zihniyetler
o muhaberat rejimlerinin yeterince kontrol edemeyeceği yapılar ortaya çıkardı.
Aynı zamanda kültürel dünyanın da yeterince ihata edemeyeceği, yeterince etkileyemediği ve silemediği bir durum ortaya
koymuştur. Tek bir kanaldan beslenmekle
hiçbir zaman yetinemeyecek olan kitleler
dünya ölçeğinde, küre ölçeğinde beslenme ve iletişim kanallarına açılmış oldukları andan itibaren zaten Kemalizm gibi
muhaberat rejimleri krize girmiş oldular.
Bu durum ortaya yapılabilecek dünyanın
da yapılabilecek her çeşit siyasal talebin
ve siyasal İslam başlığı altında ve İslami
değerlerle ifade edilebileceği yeni alanlar
ortaya çıkarmıştır. Bu alanda da dolayısıyla
küresel muhalefet küresel dünyaya karşı
kapalı rejimlere karşı muhalefet biraz daha
toplumun kültürel kodlarında en zengin ve
en potansiyel olarak etkin olan yapıları gün
yüzüne çıkarmıştır. Dolayısıyla Kemalizmin
gerilemesiyle İslam’ın ön plana çıkması
arasında doğrudan bir korelasyon var. Baas
rejimlerinin gerilemesiyle İslam’ın daha
rahat daha demokratik bir yapı olarak toplumsal taleplere cevap veren bir zihniyet
olarak ortaya çıkması arasında çok yakın
bir korelasyon var.
rine İslami değerleri referans alan bir parti
iktidara geldi deniliyor, Kürtler de İslami
bir gelenekten geliyor ama bakıyorsunuz
binlerce insan hapishanede. Binlerce insan
her gün sokaklarda gaz bombası vesaireye maruz kalıyor. Tamam o dönemlerde de
öldürülüyordu, katliamlara uğruyorlardı bu
insanlar ama hangi dönemde daha rahatlardı? O dönemin faili meçhul cinayetlerini
işleyenlerin, o uygulamaları gerçekleştirenlerin kaçı bu suçları nedeniyle cezalandırılıyor bugün? Ben henüz rastlamadım,
gerçekten o eylemlerinden ötürü cezalandırılmış birine. Ama bakıyorsunuz bugün
on binlerce insan hapiste, açlık grevleri 56.
güne dayanmış. 680 küsür insandan bahsediyoruz. Bu muazzam bir rakam, dünyada bu kadar büyük çapta gerçekleştirilmiş
benzer bir eylem görülmemiş. Dolayısıyla
burada bu yüzden bu kavramların içi boş
diyorum, uygulamada bir anlam ifade etmiyorlar çünkü. Bu nedenle bu kavramlar
arasında pek bi fark göremiyorum.
Ortadoğu’da zaten asıl sorun rejimlerin
kendi toplumsal değerleri ile uyuşmamasıydı. Bu ülkelerde siyasal istikrar adına
toplumsal istikrarsızlık yaratıldı. Farklı etnik gruplar, mezhepler, bazen aşiretler sistem tarafından dışlandılar, baskıya maruz
kaldılar. Bütün bunlar neden kabul gördü?
Siyasal istikrar olsun veya ittifak ilişkileri
zarar görmesin diye. O yüzden insanlar da
fırsatı buldukları zaman ayaklanıyorlardı,
bugüne kadar bir şekilde bastırılıyordu başarılı olunamıyordu ama bugün itibariyle
bazı yerlerde başarıya ulaşabildiklerini görüyoruz. Bu söz konusu ülkelere demokrasi
getirir mi bilmiyoruz, çünkü bu kez iktidarı
ele geçiren grupların diğerlerini dışlama
ihtimali var. Farklı aktörlerle yeni otoriter
rejimler de ortaya çıkabilir bunu bilemeyiz.
Doç. Dr. Veysel Ayhan: Burada bir önceki soruyla da ilişkili olarak şunu söylemek istiyorum: Ergenekoncuların aktif olduğu bir dönemden bahsediliyor sürekli. O
dönemlerde kaç bin Kürt, belediye başkanı
veya seçilmiş, meclis başkanı veya milletvekili hapishanedeydi bugün kaç bin kişi
hapishanede? Bakın bugün on bin kişiden (Süreç Analiz: Kamuran Yavuz – Mehmet Alaca)
bahsediyoruz. Bütün şehirlerde gösterilerden bahsediyoruz. Ergenekoncular bitti ye62
Hariciye
Clara Rivas Alonso*
[email protected]
Katalonya Nereye?
Katalonya bir ulustur ve bağımsızlık üzerine düşüncelerinin sorulması
reddedilemez bir haktır. İspanya demokrasiye geçiş süreci boyunca işe yaramış bir anayasaya sahip olmakla beraber aynı anayasanın zayıflıkları ile
mücadele etme cesaretini göstermelidir.
İspanya siyasetinde bağımsızlık, gücün
Convergència i Unió Katalan parlamenmerkezileşmesi, federalizm veya duman tosunu yöneten partidir. Katalan hükügörüntüleri mi? Katalonya’daki mevcut ba- metinin şimdiki başkanı olan Artur Mas
ğımsızlıkçı trend.
tarafından yönetilen ve iki partinin fedeHaber kuruluşlarının en kompleks halleri rasyonuna dayanan bir yapıdır. Geleneksel
bile değersizleştirme alışkanlıkları var. Re- olarak açıkça bağımsız bir devleti destekalitenin aktarımının basit görüntüler içinde lemedi ama İspanya Anayasası çerçevesi
mümkün olabildiğine dair sahte algılama içinde bir kendi kendini yönetmenin azami
altında biz reddedilemez bir hakikate tanık seviyesini de talep ediyor. Sosyal ve ekooluyormuşuz izlenimine
kapılmaya yönlendiriliyoruz. Bu medya mekanizmaları farklı nedenlerden dolayı herhangi
birinin ulusal ya da uluslararası medya kuruluşlarını takip imkanının
arttığı bugünlerde çok
daha görünür hale geldi.
Görünüşe göre birdenbire Katalan Bağımsızlıkçılığı manşetlere taşınıyor
ve farklı örnekler yan
yana koyulup birilerinin siyasi amaçları için
karşılaştırmalar yapılıyor. Kendim İspanya
basınını tarayıp onun Katalonya’daki bağımsızlıkçı hareketin ipuçlarına bakan diğer ülkelerdeki basın yayın kuruluşlarında
oluşturduğu etkinin titremelerini yakalamaya çalıştım. İlk reaksiyonum normal olarak hiçbir durumun göründüğü kadar basit
olmadığı oldu. Aşağıda bu makale boyunca
farklı pozisyonları özetlemeye, milliyetçiliklerin arkasındaki mantığı analiz etmeye
ve yaşanan tecrübelerin daha kişisel hikayelerini aktarmaya çalışacağım.
63
nomik politikalarda neoliberal ve muhafazakar yönelimleri destekliyorlar ve birkaç
durumda da şimdiki İspanya’yı yöneten
Partido Popular ile ittifaklar kurdular. CiU
şu an yolsuzluk davalarına karışmış durumda ve siyasi sınıfın hükümet partisi de dahil
pek çok üyesini bu davalar ilgilendiriyor1.
İspanya nüfusunun kendisini temsil edenlere karşı hissettiği hoşnutsuzluk ise geniş
bir şekilde basın camiasında yer buldu.
1 http://elpais.com/elpais/2012/09/12/opinion/1347452463_372481.html
Hariciye
Bunların üstüne Katalonya ekonomik
durumunun İspanya’nın geriye kalanında
olduğu gibi içinde bulunduğu dehşetli haldir. Ağustos’ta onlar merkezi hükümetten
iflastan kaçınmak için 5 milyar dolarlık
kurtarma fonu talep ettiler1. Hala kamu
çalışanlarının maaşları ve temel hizmetler
ödemeleri zamanında yapılamamaktadır2.
Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik
yapmak pek kalıcı ve uzun vadeli
bir çözüm sunmuyor. Her iki taraftaki ulusal gururlara yapılan çağrılar normalde iyi düşünülmüş pozisyonlardan çok uzak ve popülist
duygularda yüksek olan diskurları
besliyor.
zında yayılan dayanışmayı bölmek için iyi
nedenler bulmak için çaresizce çabalıyordu. Bu noktada geçmiş politikaların hataları ve hükümetin tarihi bir sorunu cesaretle
çözmede göstermesi gereken gerekli alakanın yokluğu bugün Katalonya ve İspanya’nın yüzyüze kaldığı durumu yarattı.
İspanya ve Katalonya’daki hükümetler
tarafından tetiklenen bir medya histerisine şu an mahkum edildik. Daha ötesi onlar
bizim olanın, sanki İspanya Ligi’ndeki Barca
ile Madrid arasındaki klasik maçlar gibi İspanya milliyetçileri ile bağımsızlıkçılar arasındaki problemlerin sahada ortaya çıktığı
iki karşıt pozisyonun açık mücadelesi olduğuna inanmaya zorluyorlar. Kusura bakmayın fakat bu tam bir rezilliktir.
İlk olarak insanların demokratik olarak
kendi kaderlerini seçme hakkı tartışılmamalıdır. Katalonya bir ulustur ve bağımsızlık üzerine düşüncelerinin sorulması reddedilemez bir haktır. İspanya demokrasiye
geçiş süreci boyunca işe yaramış bir anayasaya sahip olmakla beraber aynı anayasanın zayıflıkları ile mücadele etme cesaretini göstermelidir. Eğer anayasa mevcut
ulusal kimliklerin taleplerine cevap vermek
için değiştirilmeye ihtiyaç duyuyorsa o zaman bu yapılmalıdır. Referandumlar bunun
içindir.
Eylül ayında Katalonya ulusal bayramı
olan Diada sonrası –ki Katalonya sokakları
açık bir bağımsızlıkçı mesajın hakim olduğu
büyük topluluklarla doldurulmuştu- Mariano Rajoy, Artur Mas tarafından Katalonya’daki vergi sistemini sürdürmek için daha
fazla özerklik kuvveti almayı amaçlayan
bütçe paktını kabul etmeyi reddetmişti.
Daha fazla yönetme gücünü İspanya merkezi hükümetinden alamama haliyle yüzleşen Artur Mas 25 Kasım’da düzenlenecek
bölgesel seçimlerde bir referandum yapılİkinci olarak faşist Franko rejimini asla
masını anons etti. Referandum Katalanlara
resmen
lanetlemeyen bir parti tarafından
Katalonya’nın self-determinasyonu ile ilgili
bir soru soracaktı; Mas için bu sorunun içe- yönetilen İspanya’nın mevcut hükümeti
etkili bir şekilde ilerlemeci taleplerin herriği henüz tam netleşmemişti.
hangi biri karşısında kulaklarını tıkıyorlar.
Katalonya’da siyasi sınıf kendi ulusunun İspanya’yı oluşturan farklı halklara nasıl
bağımsızlıkçı istekleri ile mücadele eder- muamele ettikleri düşünülürse genel çerken İspanya hükümeti de ülkenin demok- çeveleri yeniden değerlendirme ihtiyacı
ratik doğası, vatandaşların özgürlüğü ve tartışmasızdır. Onlarsa bu işleri kendilerisosyal politikalar üzerine görülmemiş bir ne uygun düştükçe, muhalefeti suçlama
atakla uğraşmaktaydı. İç bir isyanla karşı- imkanı oluşturdukça ve elitleri korumak
laştığını düşünen Rajoy hükümeti yapma- için yapıyorlar. Açık yalan ise eğer bağımyacağı sözünü verdiği tüm politikaları tek sızlıkçılıkla aynı kulvarda olmazsam benim
tek uyguladığı için eyaletlerde sokak ba- İspanya merkeziyetçiliği ve milliyetçiliği
1 http://www.guardian.co.uk/world/2012/aug/28/ tarafında olacağımdır. Onların sosyal meselelere cevapları bütün İspanya’yı savaş
catalonias-plea-brings-spanish-bailout-nearer
2 http://www.eldiario.es/catalunyaplural/Politisonrasından beri görülmemiş şartlarda
ca-Catalunya-Mas-Finanzas_6_56754334.html
64
Hariciye
yaşamaya itiyor. Popular Party İspanyolluk için yaptıkları histerik çağrılarla İspanya’nın nasıl bir durumda olması gerektiği
ile ilgili olarak tek taraflı bir anlayış empoze ediyorlar. Bir ülke ki sosyal ve kültürel
fakirlik içinde ama siyasi elitleri imtiyazlıların lehine çalışıyor ve geri kalanları da
cezalandırıyor.
bir ulusal kimliğe sahip değilse ne yapacak? Gerçek problem inancıma göre burada yatıyor. Milliyetçiliğe karşı milliyetçilik
yapmak pek kalıcı ve uzun vadeli bir çözüm
sunmuyor. Her iki taraftaki ulusal gururlara
yapılan çağrılar normalde iyi düşünülmüş
pozisyonlardan çok uzak ve popülist duygularda yüksek olan diskurları besliyor.
Bu ufuk çizgisinde daha önce söylendiği gibi mevcut hükümetin İspanya sınırları
içindeki milliyetçiliklerin gerçek amili olduğu söylendi1. Bu çok kolay sonuca varmak
olur. Şahsen bazılarının kendisini böylesine
ehliyetsiz bir ulusal hükümetten ayrı tutma isteklerini anlayabilirim. Fakat biri açık
Kişisel bir not olarak kendim hiçbir zaman bir ulusun herhangi bir ayrılmaz nosyonunu tamamıyla anlayamadım. Barcelona’dan 1,000 km uzak bir sınır şehrinde
doğmuş biri olarak çocukluğumun bazı
yıllarını Katalan başkentinde geçirdim. Katalanca ve İspanyolca öğrendim ve oradaki
tecrübemin her dakikasını sevdim. Şu ana
kadar sahip olduğum hayat tecrübelerimi
düşündüğümde kendimi birazcık Katalan
1 http://www.eldiario.es/politica/derechaespanola-maquina-fabricar-independentistas_0_57744352.html
65
Hariciye
hissetmeye müsaade ediyorum. Oradaki
yıllarımdan sonra politikacılar için hayatı
kolaylaştıran basma kalıp yargıları ortaya
koyan ifadelerle karşılaştım ve karşı çıktım. Hayır; bütün Katalanlar bağımsızlıkçı
değil ve Madrid’de yaşayan herkes de sağcı değil. (Tıpkı bütün İspanyolların tembel
olmadığı gibi) Ulusların bu
temsillerinin yalnızca her toplumu oluşturan kompleks çok
tabakalı gerçekliklerden çok
uzak kurgular olduğu ne zaman unutuldu?
Milliyetçilikler
ilerlemeci
sosyal temayüller olmaktan
uzaktır. Katalanlar umut edilir
ki kendi referandumlarını oylayabilirler. Sonuç İspanya’nın
farklı halkları arasındaki gerçek kohezyon ile ilgili ipuçları
temin edecektir. Düşünülmesi
gereken başka çözümler de
olmalıdır. Örneğin federalizm bütün İspanya toplumunun tüm tarafları arasındaki bir
uzlaşmayı gerektirir. Federalizm İspanyol
ulusalcı merkeziyetçiliğine (tehlikeli bir
şekilde faşist olan) karşı oluşuyla karşılıklı
saygı ve diyalogun hakim olduğu bir kültür
içinde farklı ulusların kendi beklentilerini
gerçekleştirebildiği bir platformu temin
edecektir. Tabi bu zor seçimdir. Bu seçenek
Katalanlardan köprüleri yakmak yerine yapacak yeterli cesareti göstermelerini talep
etmektedir. Aynı seçenek yönettiği farzedilen insanlara gerçekten saygı duyan tamamıyla farklı bir İspanyol hükümetini ayrıca talep ediyor. Eğer milliyetçilik geçerli
bir seçenek olursa ve daha fazla sınırlar
yaparsak toplumların temelinin bencillik
ve korku olduğunu kabul etmiş olmaz mıyız? (Bu şimdiki ana akım Avrupa siyasetinde hakim olan söylem değil midir? Gerici
milliyetçiliklerin karşısında enternasyonalizmin hakiki bir şekilde parlaması zamanı
değil midir?) Şahsen referandumun olmasını umut ediyorum. Bazılarının yutkunamadığı bazı gerçekleri gösterse de demokratik süreçlere her zaman saygı duyulmalıdır.
66
Baskı asla olumlu sonuç doğurmaz.
Benim ayrıca bağımsızlıkçılık isteyenlere de sorularım var. Sınır nerededir? Katalan olmanın ne anlama geldiğine kim karar
verecek? Bu sözde İspanyolluk faşist sağ
kanat nedenler için kullanıldığında eğer
ben bir İspanyol pasaporta sahip olmaktan
dehşete düşüyorsam bu statüyü yeniden
anlamlandırmak ve İspanyolluğu açık uçlu
bir anlayışa kavuşturma yolunda çalışmak
benim gibi düşünenlere kalıyor. Sonunda
nerede doğduğun tamamıyla tesadüfidir.
Aynı şekilde belki de Katalanlar da farklılıkları takdir etme ama araçsallaştırmama ve
adaletsizlik üzerine değil ama eşitlik üzere
bir toplum kurma amacıyla diğerleriyle rabıtalar geliştirmeyi istemek için ayağa kalkabilirler. Aksi halde onlar siyaseten doğru
olmasına göre mutlulukla taraf değiştiren
(CiU ve PP gibi okuyabilirsiniz) ve sinirli
bir iklimde değil ama saygılı bir konuşma
aracılığıyla çözülebilecek sorunlardan faydalanacak ve onları kullanabilecek güç sahiplerine av olacaklar. İspanya’nın içinde
bulunduğu kriz şu an insani ölçütlerde, sınır ötesi karakterli ve çok dilli, hakların herkesçe kullanılabildiği ve düşüşteki tehlikeli
piyasa rejimine karşı ittifakların kurulabildiği bir sivil uyanışa ihtiyaç duymaktadır.
*Yazar bu yazıyı Süreç Analiz için kaleme almıştır.
Çeviren: Süreç Analiz
Hariciye
Hakan Aydın
[email protected]
Arap Hareketlenmeleri* Kompleksi
Batı referanslı özgürlük ve demokrasi söylemlerinin Arap hareketlenmeleri süresince kullanılması, bu hareketlenmelerin “Batı karşıtı” bir hal almasına engel olacaktır.
Ayrıca bu durum ABD için de avantaj sağlamaktadır. Çünkü bu tarz söylemler üzerinden oyunun kuralları belirlenmekte ve oyunun gidişatı da şekillendirilmektedir.
2011 yılının başından beri Arap dünyasını etkisi altına alan siyasal ve sosyal
gelişmelerin nereye vardığı ya da varacağı anlamlandırılmaya çalışılıyor. Kimilerine
göre Arapların yıllardır özlem duydukları demokratik rejimlere sahip olma isteği
mevzu bahisken, kimileri için bu hareketlenmeler, sadece demokratik rejimlere sahip olmayı amaç edinmiyor. Bir diğer kanı
ise, çıkar odaklarının bu süreci sabote ve
provoke etmeye çalıştıkları yönünde. Bu
yazıda Arap dünyasını etkisi altına alan
Arap hareketlenmelerinin kompleks bir
kimliğe büründüğü tartışılacaktır.
67
Günümüz dünyasında kitlesel hareketlenmelerin varlığı ve etkisi yadsınamaz
bir gerçektir. Demokratik anlayış çerçevesinde bireylerin taleplerinin önündeki
tartışma duvarının esnekleşmesinin ve
bireylerin taleplerini daha kolay dile getirebilmelerinin de bu durumda payı büyük.
Bu hareketlenmelerle birlikte Ortadoğu’da
kitlesel örgütlenmelerin potansiyelinin
ötesinde, büyük bir etkisi olduğu görülmüştür. Hatta bu etkinin askeri yöntemleri kullanmaya kadar varabileceği açığa
çıkmıştır. Bunun sebebi, siyasal kültürü
itibariyle tartışmaların Arap dünyasını et-
Hariciye
kisi altına alması ve bölgedeki halk taba- arasındaki bağımsız gruplar tarafından da
nında otoriter liderlik anlayışına olan mü- Mübarek karşıtlığı sert bir şekilde gösterilsamahanın kalmadığıdır.
miştir. Ancak Tahrir Meydanı’nda toplanan
Bölgede kötü giden ekonomi, hareket- kalabalığın Mısır’ın gerçek profilini yansılenmelerin kısa sürede etkili olmasına tıp yansıtmadığı tartışmalıdır. Yani iç veya
neden olmuştur. Buna sosyal alanlardaki dış çıkar odaklarının süreci sabote ettikleri
reform eksiklikleri de eklendiğinde durum göz önüne alındığında hareketlenmelerin
daha bir çıkmaza girmiş, sosyal ağlar bün- masumiyetleri ya da amaçladıkları sorguyesinde örgütlenen insanlar tepkilerini lanmalıdır.
protestolarla
göstermişlerdir. Büyük ya da küçük
çapta olmak üzere bu hareketlenmeler; Tunus, Mısır,
Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Umman, Irak
ve Lübnan gibi devletleri de
etkisi altına almıştır. Temel
anlamda hareketlenmelerin
etkili olduğu Tunus, Mısır,
Libya ve Suriye’nin fotoğrafı ortaya koyulup, hareketlenmelerin kompleks hali
açıklanmaya çalışılacaktır.
Kabilelere dayalı olan
Libya’daki siyasal yapı da
çok farklıdır. Muammer
Kaddafi döneminde ülke
Arap
kabileleri bir
hareketlenmelerinin içerisindeki
arada tutma hususunda
Batının değerlerini Kaddafi’nin rolü şüphesiz
özümseme yolu
çok önemliydi. Libya, iç
açması, ABD’nin
savaş içerisinde bu hareketlenmelerden nasibini
bozulan imajını
almıştır. Hatta bu durum
düzeltmesine
BM müdahalesini bile geimkan tanıyacak
rekli kılmıştır. Libya’daki
ve aşırı terörist
durum tam anlamıyla ülke
örgütlenmelerin
içindeki ve dışındaki çıkar
Tunus’ta başlayan hareodaklarıyla Kaddafi arade
destek
ketlenmelerin kısa sürede
sındaki hesaplaşmanın
görememesine
başarılı olmasının sebebi,
eseridir. Bu hesaplaşmaneden olacaktır.
Buazzizi’nin kendini yakda petrolün rolü tartışmamasının halkta uyandırdığı
ya açılmalıdır. Kaddafi’nin
duygusal etkinin netice verpetrol kuyularını yaktığı
mesi olarak gösterilebilir.
Ayrıca Tunus’un laik ve ulusal yapıya sahip veya yaktırdığı yönündeki haberler, BM
olması, hareketlenmelerin mezhep ya da müdahalesinin kağıt üzerinde olmayan geetnik hesaplaşmalara dönmesine imkan rekçesini oluşturmuş ve hareketlenmelerin
tanımamıştır. Ordu ve halk nezdinde zayıf çıkmaza girmesini engellemiştir.
kalan Zeynel Bin Abidin, direnç kuramamış
Suriye’de ise hareketlenmeler, mezve ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
hep çatışmalarına dönüşmüş, Esad yanlıMısır’ı hareketlenmelerin etkili oldu- ları (Baasçılar) ve Esad karşıtları arasında
ğu devletlerden ayıran faktör ise, askeri seyretmiştir. Her iki taraf da, büyük oranrejime sahip olmasıdır. Hareketlenmeler da güç kaybetmiş ve her geçen gün ölü
öncesinde, rejimin ordusu ve dini oluşum- sayısının arttığı bir manzarayla karşı karlar arasında gerilim ön plandaydı. Siyasal, şıya kalınmıştır. Ancak ne gariptir ki, Libekonomik ve sosyal alanlardaki reformla- ya’yla karşılaştırılmayacak derecede bir iç
rın eksikliği ve Hüsnü Mübarek tarafından savaşa sahip olan Suriye için BM herhangi
verilen sözlerin yerine getirilmeyişi reji- bir müdahalede bulunmayıp, henüz çıkar
min kredisinin git gide düşmesine neden odakları arasında bir anlaşmanın sağlaoldu. İhvan-ı Müslimin dini hareketi önemli namadığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu
bir muhalif kitleyi temsil ederken, kitleler sebeple, Suriye’deki durumun netleşmesi
dış dinamiklere bağlı olarak şekillenecek-
68
Hariciye
tir. Dış dinamikler arasında anlaşma zemini
kurulamaması, fiilen bölünmüş durumdaki
Suriye’nin kağıt üzerinde de bölünmesine
sebep olacaktır. Fakat iç ve dış dinamiklerin uzlaşısı ulusal temelli bir Suriye’nin kurulmasına olumlu katkı sağlayabilecektir.
Arap dünyasındaki otoriter rejimlere
başkaldırı sürecinin Amerikan karşıtlığına
dönüşmesinden endişelenen ABD, Amerikan çıkarları doğrudan tehdit edilmediği
sürece devrimleri destekledi. Mısır örneğinde Mübarek yönetiminden vazgeçmek
zorunda kalınması, ABD yönetiminin Suudi
yönetimiyle arasını açtı. İleride de Suudi
yönetiminden vazgeçilebilir anlamı taşıdı.
Obama’nın çıkarlarla (Suudi Arabistan’la
ilişkiler), idealler (insan hakları ve özgürlükler) çatıştığında, çıkarlarla idealler arasında denge kurma tavrı, ABD’nin Arap hareketlenmelerindeki ana çizgisiydi.
Afganistan ve Irak müdahaleleri ABD
açısından hem maliyetli olmuş hem de
itibar kaybı anlamına gelmiştir. Ortadoğu
dengeleri açısından iç hareketlenmelerle
siyasetin şekillenmesi hem ABD açısından
makbulken hem de yeni yönetimin halk tabanında benimsenmesine olanak tanımıştır. Batı referanslı özgürlük ve demokrasi
söylemlerinin Arap hareketlenmeleri süresince kullanılması, bu hareketlenmelerin
“Batı karşıtı” bir hal almasına engel olacaktır. Ayrıca bu durum ABD için de avantaj
sağlamaktadır. Çünkü bu tarz söylemler
üzerinden oyunun kuralları belirlenmekte
69
ve oyunun gidişatı da şekillendirilmektedir.
Bir diğer husus da, Libya örneğinde görüldüğü gibi; Barack Obama yönetimi Libya
müdahalesindeki tavrını ‘geriden liderlik’
olarak tanımlayarak yeni dönemde Amerikan politikalarını dikte eden bir görüntüden uzak durmaya çalıştı. Uluslararası koalisyonlarla çalışarak müdahalenin siyasi ve
ekonomik maliyetlerinin bölge ülkeleri ve
Amerikan müttefikleri tarafından paylaşılmasını tercih eden bir politika izledi.
Arap hareketlenmeleri sürecinde El Kaide’yle birlikte İran’ında göreceli biçimde
prestij kaybettiği öne sürülüyor. Usame
Bin Ladin’in ölümüyle büyük bir darbe alan
El Kaide’nin, çok daha pasif bir hal alacağı öngörülebilir. Arap hareketlenmelerinin
Batının değerlerini özümseme yolu açması, ABD’nin bozulan imajını düzeltmesine
imkan tanıyacak ve aşırı terörist örgütlenmelerin de destek görememesine neden
olacaktır. İran’da 2013 genel seçimleri
sonrasında ortaya çıkması muhtemel halk
hareketlenmeleri, ileriki süreçte İran’daki
siyasal yapıyı zorlayacak ve iç karışıklıklara
sebebiyet verebilecektir.
Sonuç olarak, Arap hareketlenmelerinin
kompleks bir halde seyrettiği ve etkilenen
devletler nezdinde de bu durumun net bir
biçimde hissedildiği ortada. Hareketlenmelerin bu şekilde kalıp kalmayacağı, yeni
gelen yönetimlere karşı da protestoların
yükselmesi aslında tüm bunların ne kadar
karmaşık bir biçimde gerçekleştiğinin göstergesidir. Dış çıkar odaklarının da sürece
dahil olup siyasal ve ekonomik çıkarlarını
öncelemeleri bu kompleksteki aktör ve çıkmaz sayısını daha da arttırmaktadır. Arap
hareketlenmeleri sürecinin çok boyutlu biçimde ele alınması, durumun daha iyi anlaşılmasında katkı sağlayacaktır.
*Yazı boyunca hareketlenmeler kelimesi
kullanılmıştır. Çünkü Arap Baharı, Devrimi,
İhtilali gibi kelimelerin bu durumu karşılamadığı düşünülmekte bu tarz kelimelerin
söylemler oluşturmayı amaçladıkları savunulmaktadır.
Hariciye
Murat Sofuoğlu
[email protected]
Makalenin girişindeki italik giriş o şekilde kalacak olup ikinci spot makalenin içinde münasip bir yere yerleştirilecektir.
2010 Aralık ayında başlayan Arap Baharı pek çok farklı değerlendirmeyi haklı kılacak
düşünceleri ilham etmeye aday ve Ortadoğu’da yalnızca geç başlamış bir demokratikleşme hareketi olarak görülmemelidir.
Arap Baharı 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile sembolize edilen Komünist
blokun çökmesi ile karşılaştırılabilecek hususiyetlere sahip olduğu gibi kimi açılardan
da Avrupa’da kralları ve monarşileri deviren
toplumsal ve politik hareketlerle de benzerlikler göstermektedir. İlkine benzerlik
bir bakıma demokrasinin güçlü bir şekilde
gelişmediği Balkanlar ile Ortadoğu’nun tarihsel deneyimlerine dayanmaktadır. Uzun
bir zaman önemli bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında olmuş Doğu Avrupa’nın II. Dünya Savaşı sonunda da süper
güç paylaşımının da bir sonucu olarak bir
başka monolitik yapı olan Sovyet etkisi altına girişi ile Ortadoğu’da olanlar tarihen
birbirine benzemektedir. Gene uzun bir
zaman Osmanlı İmparatorluğu yönetimi
altında olan Ortadoğu I. Dünya Savaşı’nda
Düvel-i Muazzama’nın paylaşım planlarına
konu olmuş ve sonrasında manda rejimle70
Arap Baharı Düşünceleri
rinden çıkan ülkeler Amerikan ya da Sovyet
etki alanları içinde Baasçı, Nasirist ya da
benzer tanımlı sekülarist otokratik rejimlerce yönetilmiştir.
Doğu Avrupa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla bir bakıma demokrasi yoluna girerken Avrupa Birliği projesinin de uygulama
alanı haline dönüşmüştür. Ortadoğu ise
Arap Baharı ile demokrasi yoluna girme
işaretleri vermekte ancak nasıl bir projenin
uygulama alanı olacağı belirsizliğini korumaktadır. Ancak tahmin yapmak gerekirse
adayların, kolonyalist zamanın mandacı
ülkelerinden Osmanlı-İran güç mücadelelerinin günümüzdeki halefiyetini sürdürecek ülkelerin olduğu bir spectrumda gözler
önüne gelebilir. Kuşkusuz I. Dünya Savaşı
sonlarında kurulabilme ihtimali en azından
konuşulan bir Birleşik Arap devleti de olasılıklar arasındadır.
Hariciye
Arap Baharı’nın Avrupa’daki devrimlere ile Arap Baharı dinamiklerinin benzeştiği
benzeyen yanıysa meselenin sadece bir söylenebilir. Özellikle Fransız Devrimi’nde
rejim değişikliği ve demokratikleşme ol- kristalize olan mezkur dinamikler demokmayıp aynı zamanda derin bir toplumsal rasi-monarşi, kapitalizm-feodalite ve kidönüşüm olduğuna dair özellikler taşıma- lise-sekülarizm karşıtlıklarında kendini
sıdır. Doğu Avrupa’da Berlin Duvarı’nın yı- göstermiş; demokrasi isteyen kapitalist ve
kılması ile daha çok Batı Avrupa-Amerika seküler burjuva hareketleri halk desteğini
çizgisine yakın seküler-demokratik güçle- alarak monarşileri ya devirerek ya da dörin siyasi sistemlere egemen olduğu göz- nüştürerek iktidarı büyük ölçüde ele geçirlemlenmektedir. Aynı şeyin Ortadoğu’da miş ve günümüzde hala varlıklarını sürdüolduğunu söyleyemeyiz. Ortadoğu’da hali- ren ulus-devletleri kurmuşlardı.
hazırda olan orijinal temelleri I. Dünya SaArap Baharı’nı Berlin Duvarı’nın yıkılışı
vaşı sonrası başlayan ve Batılı devletlerce sonrası hadiselerden ayıran ve onu erken
yürütülen istila hareketlerine karşıtlık ma- Avrupa devrimlerine daha çok yaklaştıran
nasında atılmış, anti-embaşka bir yön ise ait olunan
peryalist, anti-sekülarist
büyük bir siyasi-ekonomikve esasında anti-kapitaArap Baharı’nı
askeri birliğin (Varşova Paklist İslamcı hareketlerin
tı) dağılması ya da korumaBerlin Duvarı’nın
iktidara
yürüyüşüdür.
sı altında olunan büyük bir
yıkılışı sonrası
Bu haliyle İslamcılar tadevletin güçten düşmesi
rafından domine edilen hadiselerden ayıran
sonucu ortaya çıkmadığının
Arap Baharı hareketleriaçık oluşundadır. Nihayenin –İranlılar “İslami Uya- ve onu erken Avrupa tinde Berlin Duvarı’nın yınış” diyorlar- toplumsal
devrimlerine daha kılması Sovyet sisteminin
dönüşüm dinamiklerinin
Gorbaçov’un Glasnost ve
çok yaklaştıran
post-Berlin Duvarı süreci
Perestroyka politikaları ile
ile ortaya çıkan Doğu Av- başka bir yön ise ait kendi kendini tasfiyesi ile
rupa’daki hareketlerden
olunan büyük bir
doğrudan bağlantılıdır. Vardaha güçlü olduğunu
şova Paktı ülkeleri hami ülke
siyasi-ekonomikhem ekonomik güçleolan Sovyetler Birliği’nin darin değişimi ve karşılıklı
askeri birliğin
ğılması ile çözülmeye girmiş
güçleri bakımından yani
ve bu durum doğrudan Doğu
(Varşova Paktı)
sınıfsal zaviyeden hem
Avrupa’da politik sonuçlar
dağılması ya da
de politik dönüşüm bakıoluşturmuş;
nihayetinde
mından söyleyebiliriz.
koruması altında
Berlin Duvarı’nın yıkılması
Ortadoğu’da daha İsile neticelenecek toplumsal
olunan büyük bir
lamcı köklere sahip bir
hareketleri tetiklemişti.
devletin güçten
burjuvazinin ekonomik
Arap Baharı ise yukarıda
anlamda tedrici olarak
düşmesi sonucu
bahsedilen bir paktın Ortagüç sahibi olduğu göz- ortaya çıkmadığının doğu’da etkisini yitirmesi
lemlenirken politik maya da hami bir devletin artık
açık oluşundadır.
nada da kendi inançlabu işi yapamaz hale gelmesi
rının ve coğrafyasının
sonucunda ortaya çıkmadı.
hususiliği
noktasında
Arap Baharı çok iyi açıklanamayacak ama
fazlasıyla ve özellikle hassas İslamcı ha- özellikle ülkelerin kendi iç insicamları ve
reketlerin iktidara yürüdükleri gözlemlen- sosyal dokuları ve siyasi sistemleri ile alamektedir. Bu bakımdan Avrupa’da ulus- kalı pek çok etkinin kümülatif birleşmesi
devletleri kuran devrimlerin dinamikleri ile kendini gösterdi. Bu yönüyle de sos71
Hariciye
yal-ekonomik ve siyasi yönleri ağır basan ler’le kimi akrabalıklara sahip Milli Görüşçü
erken Avrupa devrimlerine benzemektedir. bir İslamcılıktan neşvüneva etmiş olan ve
Kuşkusuz Arap Baharı dinamiklerinin or- tüm Kemalist badirelerden sonra –henüz
taya çıkmasında Irak’ta Saddam Hüseyin’in bitmediğine dair güçlü işaretler var- iktidaBaasçı rejiminin Amerikan Neocon dok- ra demokratik yollardan sağlam bir şekilde
trinlerinin etkisi altındaki Bush yönetimi ulaşabilmiş AK Parti, Arap Baharı güçleritarafından askeri güç kullanımı yoluyla II. nin Batı dünyası ile ittifakının bazen aracısı
Körfez Savaşı sonrası devrilmesinin ne ka- bazen destekçisi çoğu zaman da koordinadar etkili olduğu da düşünülmeye değerdir. törü olmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak
Troçkist “tek dünyada devrim” teorileri ile Türkiye başbakanı Davos’ta İsrail’e kafa tuStraussian dünya devleti tartışmaları te- tarak böyle bir koordinatörlük için Ortadomelinde gelişen Neocon doktrin askeri güç ğu’da ihtiyaç duyulabilecek yeterli krediye
yoluyla Ortadoğu’ya Doğu Avrupa’dan son- sahip olduğunu da göstermiştir.
ra demokrasinin ihraç
–terimin kendisi paradoksal olarak Stalinist
köklere sahip- edilebileceğini ve “sürekli
‘demokratik’ devrim”
yoluyla tüm dünyanın
demokratikleşebileceğini düşünüyordu. Bu
düşünceler daha sonra
Neocon hareketten ayrıldığını deklare eden
Francis Fukuyama’nın
“Tarihin Sonu” olarak
tanımladığı tezine de
paraleldir.
Başkaları ise Arap
Baharı’nın I. Dünya
Savaşı sonrası işgalci (Hıristiyan) Avrupa
emperyalizmine karşı Ortadoğu’da ortaya
çıkan İslamcı hareketlerin en teşekküllüsü
olan Sünni Müslüman Kardeşler ile belki
de bütün İslamcı hareketlerin içinde en erken sonuç alan 1979 İran Devrimcilerinin
yolundan gittiği iddiasındaki Şii İslamcı
hareketler arasındaki rekabet ve güç mücadelesinin gitgide alanı haline geldiğini
düşünüyorlar. Bunun günümüzdeki jeopolitik manada doğal sonucu demokrasiye
sadakatleri ölçüsünde saygı ve koruma gören İslamcı Müslüman Kardeşler ile Amerika liderliğindeki Batı dünyası arasında bir
ittifakın oluşmasıdır.
Bu rol dahilinde özellikle Sünniliği belirgin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve
İhvan-i Müslümin çizgisindeki İslamcı hareketlerin aktif desteğini alan Suriye’de
Müslüman Kardeşler’in öncülüğünü yaptığı
silahlı muhalefetin Şii İran desteği altındaki Alevilerin domine ettiği Esad rejimiyle
mücadelesinin tarihi Sünni-Şii mücadelesini yeniden canlandırma imkanları ortaya
çıkarttığı da gözlemlenmektedir.
Son olarak tüm bu düşünceler eşliğinde
Arap Baharı ile ilgili özellikle unutulmaması
gereken kritik nokta Kissinger’ın ifade ettiği gibi “devrim(lerin) kökeni değil istikameti ve iddiaları değil sonuçları üzerinden
Bu tabloda Türkiye Müslüman Kardeş- sorgulanacak” oluşudur.
72
Röportaj
Gülmelek Alev
[email protected]
73
Barışın sesi var mıdır?
Duydunuz mu, nasıl seslenir barış?
Ben duymadım.
Sanırım barış sesini çıkarmaya korkuyor.
İnsandan mı korkuyor?
İnsana rağmen insan için gelir halbuki. Sessizce… Ama gidişi patırtılıdır. Daha
doğrusu savaş patırtıyla gelir. Çok büyüktür onun sesi. Bu sefer de insan savaştan korkar. Her an yanı başındadır Azrail insanın. Hep mi ensesindedir nefesi
savaş vakti? Azrail’den mi korkar insan
yoksa savaşın koca sesinden mi? Savaşın
gürültüsüdür korkutan, ölüm değil. Her
kafadan, her silahtan ses çıkar. Savaşın
karmaşasıdır korkutan insanı. Siyasiler
konuşurlar, adamları savaşır. Zarar gören
ise halktır. Kalmayınca başka şansı o da
katılır bazen savaşa. Direnir rejime. Alır
150 yıl sonra yine Rus silahları…
eline dedesinin emanetini, korumaya çalışır karısını, çocuğunu, anasını, babasını,
kardeşini, komşusunu… Bakmaz cinsine,
türüne, mezhebine koruduğu varlıkların.
Çünkü bilir hepsi birer değerdir. Değerlidirler… Aynı topraklarda kardeşçe yaşamışlardır uzun yıllar ama bir gün bir insan evladı iradeyi eline alır almaz içine
etmiştir bu kardeşliğin. Ya birbirine düşürmüştür onları ya da başlarını ezmeye
çalışmıştır, kendine itaate zorlamıştır. Suriye’de rejimden memnun olmayan halk,
devirmek istedi Esad’ı. İstediği sadece rejim değişikliğiydi. Esad ise silahla karşılık
verdi halkına. Her hükümetle iyi ilişkiler
kurabilmiş olan Çerkesleri de Rus yapımı
bombalarından mahrum bırakmadı elbette. Çerkesler, 150 yıl sonra yine Rus silahları ile karşı karşıyaydı.
Röportaj
► Biraz kendinden bahsedebilir misin zannetmiyorum. Demek istediğim özel ya
Luay?
da kişisel bir derdim yok. Olmayacak diye
➢ Suriyeliyim Babam Çerkes. Anne ta- de düşünüyorum.
rafım Türk kökenli. Ailem Şam’da yaşıyor.
1982 doğumluyum. İstanbul’da yaşıyorum.
Telekomünikasyon sektörüyle meşgulüm.
Özellikle “voice over internet protocol”
sistemi ile. Biz 3 yıl önce Limited şirketi kurduk. Benim okulum bitmedi. Sakarya Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı
okuyorum. Okulumun bitmeme sebebi yaptığım işle ilgili olmaması tabii ki.
► Suriye’de nerede yaşıyordun?
➢ Bizim mahalle merkezden 20 dakika uzaklıkta ve merkezin güney tarafında.
Halk mahallesi. Orada yaşayan insanlar çok
karışık. Etnik açıdan, dini açıdan, bilinç seviyesi açısından... Her türlü insan bulunur
bizim bölgede. 10 civarında Çerkes aile var.
Dağınık halde yaşıyorlar. Türkmen, Alevi,
► Türkiye’ye ne zaman geldin?
Dürzi… Suriye’nin başka şehirlerinden ge➢ 2007 sonunda geldim. Aşağı yukarı 4 len farklı gruplardan oluşuyor. Karışık ama
yıldır Türkiye’deyim.
toplu ve ayrı ayrı sokaklarda yaşıyorlar. Bir-
Luay Gemu Suriyeli bir Çerkes. Ataları 150 yıl önce Karaçay’dan
sürgün edilmiş Osmanlı topraklarına. Suriye’ye yerleştirilmişler. 150
yıl önce Ruslar tarafından topraklarından kovulan Luay ve onun
gibiler şimdi Suriye’den kaçıyorlar. Çok istedikleri için değil tabii ki.
Kim doğduğu, büyüdüğü toprakları terk etmek ister ki. Savaştan
kaçıyorlar. Luay Gemu Suriye’deki bu olaylar başlamadan önce
Sakarya Üniversitesi’nde eğitim almak için Türkiye’ye geldi. Ailesi
Suriye’deydi ve olayların cereyan etmesiyle birlikte kendilerini
güvende hissetmedikleri için Nalçik’e kaçtılar. Kardeşi hala Suriye’de.
Bu aileyi böyle dağıtan bir savaşın hikâyesini şimdi Luay’den
dinleyelim.
► Biraz bu kararı alma sürecini, göç yolunda yaşadıklarını ve Türkiye’deki ilk gün- kaç tane de Hıristiyan aile var. Onlar toplu
halde yaşamıyorlar.
lerini anlatabilir misin?
➢ Ben Türkiye’ye geldiğimde Suriye’deki durumlar normaldi. Sistemi ve rejimi zaten sevmiyordum. Onun dışında, ülkeden
çıkmak için herhangi bir mecburiyetim yoktu. Türkiye’ye hızla alıştım. Bunun çok sebebi var tabii farkındayım ama bana kültür
çok farklı gelmediğinden zorluk çekmedim.
Dile biraz hâkim olana kadar zorlandım. Bu
da normal bir şey. Yani Türkiye’de sıra dışı
ya da farklı, büyük bir sıkıntı yaşadığımı
74
► Çerkesler çoğunlukla Suriye’de hangi
bölgede bulunuyorlar?
➢ Suriye’deki Çerkes köylerinin çoğu
Golan tepesinde. Sonra Halep’te, Humus’ta,
Şam’ın etrafında da var. Hama, Haseke ve
Rakka illerinde. Şam’daki Çerkeslerin çoğu
1967 savaşından sonra Golan tepesinden
Şam ve Şam etrafına göç edip yerleşmiş-
Röportaj
ler. Bazıları Amerika’ya göç etti. Tabii başka
şehirlerden Şam’a gelip yerleşen Çerkesler
de var. Bildiğimiz meşhur Çerkes bölgeleri
Golan’da bulunan Bir Acem ve Bareka köyleri. Şam etrafında Mercu-Sultan köyü var.
Çerkes sokakları da var: Kudsayya –Kisve.
Şam’da Rukni, Adlin, Barza. Başka yerleşim yerleri de var. Ben en büyük yerleri
söyledim. Humus’ta Bayyada, Dair –ful abo
hammame –Asile köyleri var. Humus merkezinde çok yaşayan var. Halep’te Hanasir –Membij –Ayn Danka köyleri var. Halep
merkezde çok var. Hama tel Sinan köyü.
Haseke Raasul Ayn Çeçen yerleşimidir. Suriye’nin kuzeyinde bulunur.
► Arap Baharı konusunda ne düşünüyorsun? Suriye’de yaşanan olayları nasıl
değerlendiriyorsun?
➢ Arap Baharı, kopmuş bir tespih nasıl
savrulursa Arap halklarının da öyle savrulduğunu gösteriyor. Bu konuda hiç genelleme yapamayız. Yani Suriye, Mısır, Tunus,
Libya, Yemen ve Arabistan tarafında tek
tük olayların başlaması... Her ülkede başka
ve farklı sistemler uygulanıyor. Ortak olan
şey halkların bu sistemlerden memnun olmaması, sabırlarının doruk noktasına geldiğidir ve Arap Baharı diye bir patlama oldu.
Senelerce biriken farklı sorunlar nedeniyle
bence sokaklara dökülen insanlar, cahil bile
olsalar, bir dertleri var. Oradaki hükümetler
bunu düşünseydi daha akıllıca sindirebilirlerdi.
75
Suriye’deki olaylardan bahsedeyim:
Güney tarafında Daraa diye bir il var. 13
yaşlarında birkaç çocuk duvarlara Mısır’da
kullanılan sloganları yazmışlar. O dönemde
bölgeye bakan istihbarat paşasının başkanla bir akrabalığı var. Şimdi çocuklar tutuklanmış. İşkence falan görmüşler. Hamze
Alhatib Fotları zaten her yerde. İnternette
görebilirsin. Araplarda aşiret kültürü var.
Bunu hafife almamak lazım. Hükümetin
bir şekilde aşiret başkanlarını bağlaması lazım. Bu daha önce yapılıyordu. Hafız
Esed zamanında ne kadar diktatördü! Ama
bir taraftan da gönülleri kazanabiliyordu.
Aşiret başkanı geldi ve Atif Necib’e çocukları serbest bırakmasını, yaşlarının küçük
olduğunu, cahilliklerine vermesi gerektiğini söyledi. Paşa reddetti ve çok saygısızca davrandı. Öyle olaylar başladı tabii. Bu
paşa, Atif Necib, saldırıya uğradı. Bu gelişmelere karşı yine devlet çözüm bulmaya
çalışmadı. Sert tepki gösterdi. Sanki şöyle
bir mesaj verdi: Susup oturamazsanız ezeriz sizi. Çok aptalca davrandı. Ya da saray
da ikiye bölündü. Şiddeti düşünen başkanın akrabaları da orduda. Siyasetle çözmek
isteyen de birkaç kişi vardır diye düşünüyorum. Eski dışişleri bakanı gibi önemli ve
çok iyi bir siyasetçi, Hafız Esed zamanında. Ama tabii şiddeti bu şekilde kullanmak
ve hassas bir zamanda o kadar sert tepki
göstermek... Mahkeme bir yargılama yaparak bu halkı susturabilirdi. Olaylar o kadar sıçramazdı. Ama sarayda başka şeyler
dönüyor. Başkanın karakteri zayıf, acemi.
Yönetim, asker ve istihbarat onun elinde.
Kardeşi ve eniştesi. Bunun için daha iyi bir
karar alınmadı ve büyük bir hata yaptılar.
► Olaylar başlamadan önce sen zaten
Türkiye’deydin. Ailense Suriye’de. Nasıl bir
duygu dışarıda olmak? Görüşebiliyor muydunuz? Anlatabilir misin o dönemde yaşadıklarınızı?
➢ Ailemi özlüyordum tabii. Zaten 3 yılda iki kere gittim, az süre kaldım. Her seferinde 3 hafta, bir ay kaldım. Olaylar baş-
Röportaj
layınca gidecektim, olmadı. Ama nerdeyse
her gün arıyordum. Ya da internette yazışıyordum kardeşimle. Şuana kadar internet
erişimi var. Tabii ki zordu ama babam ve
annem Kafkasya’ya gidince rahatladım. O
da tatil gibi bir şey oldu. Bir tek kardeşim
eşiyle kaldı. Onu hala merak ediyoruz ve
en yakın zamanda yanımıza getirmek istiyoruz. Aslında Suriye’yle ilgili böyle şeyler
olacağını düşünüyordum ama bu kadar kötüye gideceğini tahmin edemezdim. Bazen
şaşırıyorum. Olaylar başlayınca, tamam dedim, çok zor bir şey. Uzun süre gerekecek
ama bu rejimden kurtulmamız lazım. Tabii
dışardan kimsenin karışmasını istemedim.
Halkın kendisinin kendi hakkını ve özgürlüğünü alabileceğini düşünüyordum ve dışarıdaki muhalefete güvenim vardı. Şimdi pek
fazla güvenmiyorum. İç savaştan korkmadım. Suriye’de din ayrımı pek fazla olmaz.
İnsanlar eskiden beri birlikte yaşıyorlar. Tarihte çatışma falan olmadı. Kendi görüşüm
şu: Bir imtihan olarak görüyordum bunu.
Özgürlük vadeden lider ya da hükümete hiç inanmadım. Bu hiç bir yerde olmadı
çünkü. Olmuşsa sözde olmuştur. Özgürlüğün daha iyi oluşması için mücadele gerekiyor. Oradaki devlet bir tarafta şiddeti kullandı. Bunun yanı sıra reform yapacaklarını
ve Olağanüstü Hali kaldıracaklarını söylediler. Onların siyasetini bildiğim için tabii ki
bana gerçek ve inandırıcı gelmedi. Kısacası
76
uzun süreceğini biliyordum ama en fazla
bir sene gibi düşünmüştüm. Ölü sayısı da
aşırı derecede fazla. Hiç düşündüğüm gibi
değil. Çok üzülüyorum. Uçakla ya da tankla
girip her yeri bombalayacağını kim tahmin
edebilir ki. İran’dan ve Rusya’dan o kadar
silah, para, asker, uzman geleceğini nereden bilecektim.
► Suriyeli Çerkesler bu durumdan nasıl
etkilendiler? Orada yaşananların canlı tanıklarıyla görüştün mü? Sana anlatılanlardan bahsedebilir misin bize?
➢
Şimdiye kadar bir kaç arkadaşımla konuştum. Suriye’de yaşıyorlar. Ara sıra soruyorum ne
oluyor diye. Tabii haberlerde
bahsedilenlerden farklı şeyler
söylemiyorlar. Çerkes arkadaşlarımdan… Diyelim ki 10 arkadaşımdan 2si olaylar başladığında rejimi tutuyorken 3 kişi
koyu muhalefette, 5’i tarafsız.
Tabii bunlar da muhalefete güvenmedikleri için tarafsızlar.
Katliamlar başlayınca ve şu
üzücü olayları izleyince bizimkilerin çoğu muhalefet saffına
geçtiler.
► Çerkeslerin tavrı nasıl Esad rejimine
karşı?
➢ Çerkesler tarafsız sayılırlar. Muhalefette çok Çerkes var. Özgür Suriye Ordusu’nda çok kişi var. Ama Çerkes köyleri
veya mahalleleri ayaklanmadı, isyan etmedi, eylem yapmadı. Tarafsız davranıyorlar.
Bir tek Dayr ful Humus’ta ve Raasul Ayn
Haseke’de Çerkesler iki muhalefet olarak
ayaklandılar. Çok ölen oldu. Raasul Ayn
şimdi bombalanıyor. Son haberlerde oradaki Çeçenler muhalefetle hareket etmişler
ve isyan etmişler. En zarar görenler onlar
ve hemen hemen hepsi mülteci oldu. Humus Çerkesleri… Tabii Humus il olarak tamamen yıkılmış. En çok zarar gören bölge
Röportaj
orası. Kısacası, Suriye’deki bütün Çerkesler
ayaklanmadan, isyan etmeden mahallelerini boşalttılar. Çatışmadan bir yerden başka bir yere kaçış hayatı yaşıyorlar. Özgür
Suriye Ordusu’nda da varlar ama şahsi iradeleriyle katılmışlar.
► Aileni Kafkasya’ya yerleştirmiştin.
Suriye’deki iç savaşın bu kararı almanızda
etkisi var mıydı?
➢ Bizim mahalle, babam ve annem ülkeden çıktıktan sonra karıştı. Kardeşim
eşiyle birlikte teyzemin yanına gittiler.
Onun evi bize yakın. 15 dk. Sonra orası da
karıştı. Teyzem öbür teyzemin yanına kaçtı. Kardeşlerim halamın yanına gittiler bu
sefer. Onlar da Şam’da oturuyorlar. Sonra
tekrar Hama şehrine gittiler, kayınpederinin yanına kaçtılar. Bir süre sonra düzeldi
mahallemiz biraz. Döndüler topladılar evi.
Eksikleri falan tamamladılar tekrar. Onlar
şuanda hala Hama’dalar. Nalçik’e gitmeleri
için bazı evraklar gerekiyor. Evlilik kayıtlarını nüfusa daha yeni yaptırdılar. Rusya’da
Benim ailem Temmuz 2012’de Nalçik’e
gitti. Orda 3 ay kaldılar. Oturma izni için
evraklarını verdiler ama bitene kadar 3 ay
geçmesi gerekiyormuş. Onların vizesi bir
yıl ama 3 ayda bir giriş-çıkış yapmak gerekiyormuş. Onun için Türkiye’ye geldiler.
Ailem Nalçik’te mi kalacak yoksa Suriye’ye
geri mi dönecekler bilmiyoruz. Hala konuşuyoruz. Henüz netleşmedi. Kardeşimin
durumuna göre belli olur. Sonuçta babam
ve annem tek başına Nalçik’te kalamazlar.
Yani ailemiz dağıldı. Kardeşim eşiyle Nalçik’e de gidebilir. Bazen Türkiye’yi de düşünüyoruz. Çünkü Rusya zorluk çıkarıyor.
► Eviniz ne durumda? Çerkes yerleşim
yerleri de bombalanıyor çünkü.
➢ Evimize rejimin kurduğu çeteler girdi.
Sabiha deniyor onlara. Sokaktaki bütün evlere girip değerli eşyaları çalmışlar. Bizden
pek fazla çalınmadı. Ailem evde önemli bir
şey bırakmamıştı zaten. Suriye’nin genel
olarak her yeri zarar görmüş. Tabii gayri
Sünni ya da gayri Müslüman köyler ve mahallelerde herhangi bir zarar yok. Çerkes yerleşim
yerleri genel olarak iki
taraf arasındaki çatışmalardan dolayı bombalandı ya da zarar gördü.
► Türkiye’deki Çerkesler Suriye’dekiler için
kampanyalar düzenlediler. Türkiyeli Çerkesler
arasında para yardımı
toplandı ki Çerkesler
Suriye’den kaçabilsinler.
Bunlar hakkında bilgin
oturma izni almak için bazı evraklar gereki- var mı?
yor: Sabıka kaydı, aile beyanı vs. Bunların
➢ Bazı dernekler, 6 aylığına bazı aileler
hepsi tasdikli olmalı. Vize için davetiye geiçin ev kiralamışlar Gaziantep ve Mersin’de.
rekiyor. Onları da engellediler. Ve Perit’ten
Ama paraları Kafkasya’ya göndermişler.
gelen davetiyeleri sanırım Temmuzdan
beri konsolosluk artık kabul etmiyor.
77
► Bu şekilde toplanan yardımların fay- ama adam diyor ki sağlık olsun. “O rejim
dalı olduklarını düşünüyor musun?
gitsin gerisi kolay. Muhalefet kazanmazsa
➢ Kafkasya veya Türkiye’de Suriye’den üzüleceğim.”, diyor.
Röportaj
gelen Çerkeslerin elini tutup yardım ede► Sen dönmeyi düşünüyor musun Suricek bir sivil toplum örgütünün olması çok ye’ye? Yoksa Kafkasya hayalin mi var? Belönemli tabii.
ki de Türkiye’de olmaktan memnunsundur.
78
► Kaç kişi gönderildi Kafkasya’ya bu
➢ Ben bunu daha önce çok düşündüm.
yardımlarla birlikte?
Türkiye’de kalmaktan memnun olmak için
➢ Kafkasya’da Perit Derneği’ne para çok sebebim var. Ben Suriye’yi olaylardan
gönderildiğini biliyorum. Kafkasya’ya ai- 3,5 sene önce terk ettim. Dönmeyi düşünleler gönderildiğini duymadım. Suriye’den müyordum. Birçok zorlukları atlattım. Şimkendileri çıktılar. Ama Kafkasya’da 9 ev di dönmeye kalkarsam olmaz. Dönemem
satın alınmış ve ilk gelenlere dağıtmışlar. artık. Oraya tekrar alışmak zor. Kafkasya
Tabii parasıyla. Ama çok uzun vadeli öde- hayali her Çerkesin hafızasında vardır. Kafme imkânları sunmuşlar. 5 yıl falan. İlk yıl kasya güzel bir yer ama yaşamak çok farklı
bir şey. Biz Kafkasya’ya dönmekten bahsealmıyorlar ve ikinci yıl başlıyor vade.
diyoruz da bu proje çok uzun sürebilir. Belki
torunlarımız için çalışıyoruz. Kafkasya has► İç savaştan sonra Türkiye’ye gelen ta bir adam gibi. Kafkasya’nın ruhunu kurtarmak lazım. Yani Suriyeli Çerkesler için
Çerkeslerden tanıdıkların var mı?
en büyük sıkıntı Kafkasya’daki işsizlik. Ta➢ 2 aile tanıyorum yakından. Biri Habii ki ilk gittiğinde standart sorunlar vardır:
lep’ten öbürü Şam etrafından. Onlar nordil (Rusça) ve yeni ülkeye alışmak. Bunu
mal pasaportla girdiler Türkiye’ye. Yani
herkes biliyor. Kafkasya’ya dönen SuriyeHalep’ten gelen aile Temmuzdan sonra
li Çerkes çok zaten. 1990’lardan bugüne
gelmiş. Halep iyice karışınca Gaziantep’e
kadar Kafkasya’daki Çerkeslere bakarsak
kaçmışlar. Bu aileye göre, bu olaylardan
çoğu Suriyeli. Daha rahat alışmışlar. Çoönce rahat yaşıyorlardı. Yani Suriye’yi terk
cuklarının oradaki çocuklardan hiçbir farkı
etmeye gerek yoktu. Öteki aile Ağustosta
yok şimdi. Benim görüşüm şu: Suriye’den
Mersin’e geldi. Oradan İstanbul’a geçtiler.
giden dönüşçünün bildiğim ve gördüğüm
Şu anda Yalova’da bir Çerkes köyüne yerkadarıyla ekonomik sıkıntıdan başka hiçbir
leştiler. Ben bu aileyle bire bir ilgilendim ve
sorunu yok. Türkiyeli Çerkeslerden orada
burada oluşan komite onlara yardım etti.
din yok, Müslümanlık yok, et domuz eti olaTürkiye’deki Çerkesler için ilk kez para topbilir diye korkan ve korkutan duydum. Ama
landıktan sonra dernekler toplantılar falan
Suriye’den giden Çerkesten öyle abartılı
yapmaya başladılar. Maksat ileride gelecek
şeyler duymadım. Hatta sürekli diyorlar ki:
olan Çerkes mülteciler için hazırlıklı olmak.
“Eğer anavatan olarak düşünüyorsanız, geTabii sonuçta bu son oluşan komite Çerkes
liniz. Yaşayabilirsiniz.” Bu cümleyi Suriyeli
köylerinde evler hazırladı. Para yardımı yadönüşçüden çok duydum.
pıldı. Oturma izinleri için çaba sarf edildi.
Ama tabii ki biz birçok şeyin farkındayız.
Okul oralarda daha kolay olur diye düşünüldü. Komite başkanı Dr. Nusret Baş Bil- Onun için toplu dönüş istiyoruz. Zaten şuge. Komitede Nart Tamzouk ve Av. Lina İs- anda Suriyeli Çerkesler Kafkasya’da büyük
lam da var. Bunlar Suriyeli Çerkes. Eskiden bir kitle oluşturuyorlar. Ve yaşamak istegelmişler buraya. Neyse. Bu aile Suriye’de yen yaşayabilir. Neden yaşanmasın ki orda.
oturduğu evini kaybetti. Bir-Acem’de yeni
Çok teşekkür ederim Luay,
ev inşa ediyorlarmış ama bitmemiş henüz.
Çerkes dostlarıma selam olsun…
O eve bomba gelmiş çatışmalardan dolayı
Sığ
Gülsünay Uysal
[email protected]
Ne Mutlu Modern Türk Erkeğine (!)
Aşinayız sokakta “mini etekli, kırmızı ruj sürmüş, topuklu ayakkabı
giymiş” kadını “bakış”larıyla taciz eden erkeklere. Bakar, süzer, izler, takip
eder, peşine düşer. Hükmeder. Bakmak sanki “öz”ü itibariyle erkeğe aitmiş
gibi sineye çekeriz, bazen çekmeyiz. Bunu ise limitler belirler.
Sevişmek ayıpsa okumayın. Bunu konuşmak ayıpsa yine okumayın. Vaziyetimizle yüzleşmeye biraz hazırsanız; afiyet
olsun!
28 yaşında bir erkek. Türk. Beyaz yakalı. İstanbul’da yaşıyor. Deyim yerindeyse
Anadolu’nun bağrından kopup gelmek ona
tam denk düşüyor. Onun farkı diğerlerinden biraz daha şanslı olması. Daha zeki,
daha yetenekli ve rakiplerinin farkında.
Dolayısıyla da genç yaşında sosyoekonomik ve sosyokültürel anlamda bağlılıklarını
aşarak bir sıçrama göstermiş geçmiş hayatından. Zihinsel anlamda da aidiyetlerinin
tabularını kırmış diyebiliriz. En önemlisi
hırsı, azmi ve inadı ona ekonomik rahatlığı
sağlayarak sınıf atlatmış. Şimdiden “yeni yanlışlığına karar verdiğinde bile “çoğunorta sınıf”a dâhil. Uzun bir sohbet ettik. luk” yanlışı doğruladığı için onun ardından
gitmeye devam eder. ‘Körü körüne’lik ayrı.
Ama bu sefer daha derin.
Bunlar galat-ı meşhurlarımıza benzer halModern Erkeğin İdeal Kadını
lerimiz. ‘Hehe’ciliğimiz ise kolayı sevmeİdeal kadını tanımlar mısın? Diyorum. miz. Bir ideal tipi seçip, o ne derse doğruSevişmek için mi? Evlenmek için mi? Diye dur nasılsa diyerek aklımızın gözlerine bin
soruyor. Çok yabancı ya da beklenmedik yıllık zift karası sürmeler çekişimiz. Konubir tepki değil. Yabancı ya da beklenmedik muz toplum değil, konumuz aslında daima
olmaması onu doğrulamıyor elbette. Yanlış toplum. Uzatmayalım, bu yazıda toplumun
bir davranış biçimi varsa ortada onu red- bir bireyinden yola çıkarak bir zihniyet sundetmek gerekir. Toplum bağımsız fikirleriy- maya çalışacağız.
le yekûn bir yapı değildir. Toplumun yargı
Aşinayız sokakta “mini etekli, kırmızı ruj
mekanizmaları sürü psikolojisi ve ‘hehe’cisürmüş, topuklu ayakkabı giymiş” kadını
likten oluşmuyor mu zaten?
“bakış”larıyla taciz eden erkeklere. Bakar,
Sürü psikolojisi bildiğimiz bir şey. Bunun süzer, izler, takip eder, peşine düşer. Hükiçin hayvanları gözlemlersek minimalize meder. Bakmak sanki “öz”ü itibariyle erkeedilmiş halimizi görebiliriz. Koyunlar, karın- ğe aitmiş gibi sineye çekeriz, bazen çekcalar vs. Keza zaman zaman insan aklının meyiz. Bunu ise limitler belirler. Otobüste
bir durumun yanlışlığını süzdüğünde ve hiç “pandik” yememiş çok az kadın vardır.
79
Sığ
Sorun soruşturun. Çok kadın bunu etkile- sustu çünkü “vurun kahpe”ye deyip taşlaşim alanlarının yoğun olduğu mekânlarda yabilirdi onu toplum. Adam gayet efendi
yaşamıştır. Bir çarşıda mesela, herhangi efendi duruyor kaymamıştır eli bunca kalabir pazarda, yolda yürürken bir ara sokakta, balık arasında gidip de bir kadının iki bacak
konserde, otobüste… Hadi ama kadınlar, hiç arasına. ‘Kaydıysa’ya mahal yok.
mi başınıza gelmedi? Geldi
Toplum vicdansız, kör.
değil mi? Geldi ve sustuErkek bakan. Kadın bakıEvlenilecek
nuz. Çünkü konuşsaydınız
lan. Erkek yolda, bilmedigünah yine sizindi. Çünkü
kadın da çoktan
ği, tanımadığı kadına baksiz muhtemelen erkekleri
belliydi
çünkü.
Çok
tı. Utangaçça, aşkla veya
cezbetmek için toplumun
masumane değil; arzuladı.
“normal”inin dışında bir kı- konuşmayan, sorun
Olamaz mı? İnsani bir duyyafet giymiştiniz. Rujunuz,
çıkarmayan, çok
gu. Ama şehvetle baktı.
ojeniz, saçınız, başınız da
Kadın bundan hoşlanadagüzel olmasına
cabası. Belki erkeklerin her
bilir. Ama öyle olmadı. Kagerek yok ama
şekildeki ufak bir detayla
dın rahatsız oldu bir küfür
insanlıktan çıkmasını kışçirkin de olmayan, patlattı. Dedikodu eli kulakırtacak bir şey giymemiştatminkâr, edepli, ğında: Ne pervasız ne aşiftiniz ama baktınız. Cilveyte kadın! Sonra toplum da
le baktınız muhtemelen.
sağlıklı genlere
baktı kadına. Önce kıçına
Haşa! Bakmak erkeğin. Kasonra başına. Ne giymişsahip ki sağlıklı
dın, erkeğe bakıyorsa “gel”
de ayartmıştı kim bilir?
aslan oğullar, asker tiBuldu,
diyordur. Taciz et diyordur.
bulamadı, bir şeyler
Öyle ya.
oğullar…
uydurdu. Nihayetinde erToplumun Vicdanı
Ana Rahminden Ölü
Doğdu
Bakmayı erkeğe, bakılan olmayı ise kadına biçen toplum erkeği doğruladı. Kadın
baktırmak istemezse baktırmaz dedi bir çırpıda. Çünkü toplumun vicdanı ana rahminden ölü doğdu. Kadın taciz edilince sustu.
Susmadığında erdemsiz oldu. Lekeli oldu.
Ellenmiş oldu. Hiçbir şey yapmamış olmasının anlamı olmadı. Zaten bu hiç sorulmadı.
Diyelim ki kadın toplumun merhametli yanına rastladı. Olabilir. Toplumumuzun, merhamet ve vicdansızlık arasında ara renkleri olmadığı için bu sefer de incir çekirdeği
dolmadan ya da dolar mı bilemedim kadına
“pandik” atan erkeği eşek sudan gelinceye
kadar dövdü, yetmedi öldürdü. Oh iyi mi
oldu? Adamın canı çekti n’apalım? Ahlak
bekçisi kesilip canına mı kıyalım? Namusu
mu insan canını mı yabana atalım? Hem
bir şey yapmazsak “erkek”liğimize leke sürülmez mi? Laf gelmez mi? O zaman her
zamanki film başlasın: Üç maymun! Kadın
80
kek yine kazandı.
Kazanıp durduğu için
erkek, yeni yeni alışkanlıklar edindi: Yolda
gördüğü kadına bakmak gibi, ellemek gibi…
Sonra erkeğin zihninde kadın üzerine bir
tipoloji daha gelişti ve kadın ikiye ayrıldı.
Yolda bakılacak kadın. İleriye götürenler
buna sevişilecek kadın dedi. Bu kadınlar
güzel ve seksiydi ama evlenilmezdi. İsteme hakkı, karar hakkı erkeğe aitti ve o istediği kadını tanımladı. Güzel bir vücudu olmalıydı, kaşı, gözü, göbeği, kalçası vesaire
vesaire detaylarıyla onu kafasında yarattı,
onayladı, uyguladı. Diyelim ki: Erkeğe yolda gördüğü, beğendiği kadınla “git evlen”
dedin: Ne münasebet! Bu kadınla nasıl evlenilir. Aile ne der? Elalem ne der? Konu ne
der? Komşu ne der? Dedikodular mahallede gırla gider. Evlenilecek kadın da çoktan
belliydi çünkü. Çok konuşmayan, sorun çıkarmayan, çok güzel olmasına gerek yok
ama çirkin de olmayan, tatminkâr, edepli,
sağlıklı genlere sahip ki sağlıklı aslan oğullar, asker oğullar…
Sığ
Erkek sevişmek istediği ve evlenmek
istediği kadını işte böylece ikiye ayırdı ve
tanımladı. Kadının sevişmek isteyeceği erkek diye bir şey zaten olamaz. Bu özgürlük
sadece erkeğe ait yedi göbekten. Yaptıkça
kahraman yaptıkça erkek. Kadın ise yaptıkça fitne, fücur.
bütünlüğüyle bir ömür hayalini kurduğu
kadına duyduğu his anlamında yer verdik.)
hiç hesaba katmamaktadır. Erkek ikilemde
kalmış, çabalamaktadır. Kafasında edinimler vardır. Bir de tecrübe ettikleri. Edinimler
anneden aktarılanlarla biçimlendirilmişken
Bazı erkekler erkeğe has bu davranış biçimlerini -kendileri böyle yapsın veya yapmasın- işte böyle anlatıyorlar: Türk erkeği
bakar ama yolda baktığı kadınla evlenmez
diyorlar, diyebiliyorlar. Kimileriyse kendi
algısıyla sevişmek isteyeceği kadını tanımlayıveriyor. Şöyle olsun, böyle olsun, öyle
olmasın diye.
Kafası mı karışık, ikiyüzlü mü?
O zaman Türk erkeği ikiyüzlüdür diyebiliriz. Tabii ki çok iddialı ve sadece bir genelleme. Ama değil de diyemeyiz. Aslında
Türk erkeğine ait olarak benim kafamı kurcalayan asıl özellik: Çelişkileri! Türk erkeği
geleneklerle kuşatılmış ataerkil bağlarını
bir türlü yırtıp aşamamakla birlikte modern
hayata ardılıyor. Buralarda bir yerlerde de
sıkışıp kalıyor. İşin esası bu. Örneğimize
dönecek olursak; ideal kadını sorduğumuz
Türk erkeği: “Sevişmek için mi evlenmek
için mi?” diye soruyla cevap verip ertesinde
ikisini de anlatmasını istediğimizde ikisini
de ayrı ayrı anlatırken sohbetin bir başka
bölümünde ise şöyle söylüyor: “Beni kadının geçmişi ilgilendirmez. Huzur veriyorsa,
seviyorsam hayat kadınıyla bile evlenirim.”
Burada ise geleneklerden sıyrılmış, özgür
ve modern bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Peki, ideal kadını tek parça görmeyip ikiye
ayıran faşist akla ne oldu?
Elbette Türk erkeği denen kimlik çok geniş bir kümeyi kapsadığı için bu kadar kolay
tanımlayamayız. Ama açık olan bir şey vardır ki; bugün Türkiye’de Türk erkeği çelişkileriyle boğuşmaktadır. Annesi, yengesi,
ablası ya da kısası ataerkisi bu erkeği evleneceği kadını seçeceği zaman orasından
burasından çekerken; erkeğin kendini adadığı hayatı, duygularını, aşkını (Aşk çok soyut bir kavram, burada erkeğin akıl ve kalp
81
kendi tecrübeleri bambaşka yerlere düşmektedir. Kimlik bölünüp, parçalanmaktadır. Hiçbir şey o kapalı fanusların (ev, aile)
içinde konuşulduğu gibi değildir. Hayat kadını kötü müdür? Belki de değildir. Modern
hayatın içinde yıpranmış, parçalanmış milyonlarca kişilik ve kimlikle karşılaşıp, aldatılıp, terk edilen ve neticede yorulan erkek
artık sadece huzur aramaktadır. (Huzurdan
herkes farklı şey anlayabilir.) Topluma yerleşmiş namus değerlerinden kendini sıyırmıştır ama zaman zaman yine boşluğa
düşüvermektedir. Onun sevişmek istediği
bir kadın tipi vardır ve onu karısı olarak düşünememektedir. Karısı olarak düşündüğüyle ne yapmayı hayal etmektedir? Hepsi
bir arada mümkün değildir erkek zihni için.
Belki de sağlıklı cinsel hayatı olan evlilikler
çok az olduğundan. Evlilik evliliktir. Kutsaldır. Seks hakkında konuşulmaz. Seks ayıp.
Ama erkek bu ayıba bir hayli düşkün? Ya aldatmak? Eşi bunu karşılamıyorsa evet olabilir? Eşi tatmin oluyor mudur? Umurunda
mı? Olmuyorsa kadın eşini aldatabilir mi?
Haşa!
Bugün Türkiye’de ‘Modern Türk Erkeği’
ikiyüzlü mü bilemem ama kafası bir hayli
karışıktır. Vicdanı ise çoktan çıkmıştır aya.
Herkes çağ atlıyorken kadınlar ise yine kaldı sınıfta.
Derin
Suat Baran
[email protected]
Ölümsüzlük Ardında İnsanoğlu
Ve İnsanın Kendinde Boğulması*
Herkesin kendi dünyası dışında kalan dünyalara yabancı kalma ve
öteki hakkında yanılıyor olma hakkı vardır.
Martin Lings, Öze Dönüş (s.44)
Ivan Aivazovsky (1871-1900) Caucasus From Sea, 1899
Modern dünyanın “şanslı” insanları olarak okul sıralarından tutun, dost muhabbetlerine, televizyon ekranlarından gazete başlıklarına kadar bizlere hep ne kadar
şanslı olduğumuz söylenmekte, bundan
dolayı kendimizi tarihin gelmiş geçmiş en
ileri, en güzide, en biricik “cemaati” saymamız gerektiği hissi aşılanmaktadır. Lakin bireysel-toplumsal, mikro-makro tüm
topluluklar arasındaki diyalog ve ilişkilere
şöyle bir yakından baktığımızda, esasında
insan ruhunu sonsuz bir kara bulutun sardığını, kendine ve çevresine yabancılaşmanın “had safhaya” vardığını görebilmek ve
duyumsamak için kâhin olmaya hiç gerek
olmadığı aşikâr. Sanki bir delilik nöbetin82
den geçersine dipsiz ve sonu olmayan bir
sanrı içerisinde yaşıyor gibiyiz. Bu histerik yalnızlık ve müzmin yabancılaşmanın
birçok nedeni var, ancak, insanın derinliklerinde kayıtlı olan ve bilinçli veya bilinçsizce yaşamın her anında taşıdığımız “ölüm
korkusu”nu bunların belki en temel nedeni
olarak söyleyebiliriz.
Freud thanatos ilkesi kuramını oluştururken Schopenhauer’dan ödünç aldığı
“hayatın amacı ölümdür” sözünü kullanarak ölüm olgusunu çok daha biyolojik ve
psikolojik yahut da daha da ileri götürürsek evrimsel bir çerçevede dillendirmiştir. Şüphesiz ki dile getirilen bu olgu çok
Derin
83
anlamlıdır, her ne kadar olaya daha çok
materyalist ve evrimsel bir noktadan bakılmış olsa da. Lakin vurgulamak gerekir
ki, Hakikat/Veritas birdir, nerden bakarsak
bakalım… İnsanın yaşarken kesin bilgisine
vardığı en büyük hakikat de büyük bir olasılıkla ölümdür. İnsanoğlunun iliklerine dek
yaşadığı ama kendisine karşı hep kör kalmayı tercih ettiği bu ölüm korkusunun ve
bu korkuyu yenme arzu ve çabasının, insan
yaşamı üzerinde gözle görülür birçok sonucu bulunmaktadır. Bilhassa yaşadığımız bu
çağda bu sonuçlar çok net bir şekilde görülmekte, etkilerini de bir tehdit olarak, acımasız bir şekilde hem kendi bütünlüğümüz
hem de kozmosun bütünlüğü üzerinde hissetmekteyiz. Bunlar arasında en göze çarpanları; tüketim çılgınlığı, hep genç kalma
arzusunun sürekli kışkırtılması, teknolojiye
duyulan tağutvari ve fetişsel bir hayranlık,
betonlaşma, haliyle tabiattan kopma ve
onu yok etme dürtüleri, hezeyanları…
iyi haliyle de, betonlar arasında ağaçlandırma, yeşillendirme yaparak, yapay çimenler
ekerek kontrol altına almayı deneriz. Lakin
ne yaparsak yapalım, mezarların üzerinde
açan ağaçlar, çiçekler denetimsiz ve korkutucudur, orada doğa yutucudur, ürkütücüdür, nefes tüketicidir. Çünkü kontrol
edilebilirliğin dışındadır ve insanın en temel korkusunun nasıl olup da bir selvi haline girerek göğe değdiğini gösterir. Ünlü
İngiliz yazar D.H. Lawrence St. Mawr adlı
öyküsündeki kadın kahraman, insan beyninin hâkim olduğu medeniyet ile cazibesini
kaybetmemiş, bakir ve saf doğa arasında
sürekli içsel bir yolculuk, bir gel-git yaşar
ama gönlü her zaman doğadan yana olur
ki sonunda yönünü tamamen doğaya çevirip Las Chivas’a yerleşir. Aynen bunun gibi
günümüz insanlarının da bir kısmı kendini
bu dilemma arasında hissedip bir tercih
yapma zorunluluğu hissetmektedir; ya var
olacak yahut da yok olacaklardır.
İnsanoğlu, ölüm korkusunu yenerek
ölümsüzlüğü gerçekleştirmek ister, kendi
varoluşsal anlamını kendinde bulmak arzusuyla da yıkılması, bozulması, yok edilmesi
zor şeyler kurup bırakma isteğiyle yanıp
tutuşur. Çünkü ancak böylelikle ölümü “alt
edebilecektir”. Dahası insan evladı kendi
eliyle yaptığı bir şeyi ne kadar çok görürse, onunla ne kadar çok hasbihal olursa, o
kadar çok “içi açılacak”, çünkü inşa ederek,
oluşturarak, yaratarak kendisinde de bir
yaratıcı rolü oluşturma çabası gütmektedir.
Bununla beraber son tahlilde insanlık ve
dünya tarihi göz önüne alındığında, bütün
bu çaba ve uğraşılar, insanın Tanrı’ya ve
doğaya karşı giriştiği amansız ve beyhude
bir çaba olarak da okunabilir. Peki, insan
neden doğayı yok etmek ister? Şu nedenle; doğa tüm haliyle dokunulmamış, vahşi,
korkutucu, sırlarla dolu bir âlem olarak tahayyül edildiğinden yahut algılandığından,
insanda kontrol altına alınması ve ehlileştirilmesi gerektiği duygusu uyandırır. O
yüzden kendi oluşturduğumuz asfaltlarla,
çimento yığınlarıyla doğayı yok etmeyi,
onunla aramızda sınırlar çizmeyi veya en
Konuya biraz daha destekleyici bir perspektiften bakarsak, Sosyal Psikoloji’de Terror Management Theory adında ilginç bir
teori mevcuttur. Bu teoriye göre insanoğlu,
ölümün baskınlığı sonucunda kendi içinde
oluşan korkuyu kontrol etmek ve sonsuza
dek yaşamak için birtakım yollar bulmaya
çalışır. Bu yollar, edebi bir eserde, bir mimari eserin inşasında yahut fiziki ölüm
sonrasında bile uzun süre yaşayacak herhangi bir eserin oluşturulmasında kendini
gösterir. Şöyle gözümüzü çevirip etrafımıza bir baktığımızda, sağım solum sobe yerine maalesef sağımızın solumuzun beton
olduğu bir dünyada yaşadığımızı, etrafımızın “ucubelerle” çevirili olduğunu müşahede etmekteyiz. Ölümsüzlüğü alt etmek
adına ölümsüz eserler yaratma arzusunun
gerisinde insan kendisini, belli bir oranda,
bir arzu nesnesi saydığından tamamıyla
narsistik güdülerin egemenliğinden de söz
edebiliriz. Çünkü hangi aynaya baksak kendi güzelliğimizi, muhteşemliğimizi ve yüceliğimizi göreceğiz ve de bizlere hayranlığını
ifade eden, önümüzde gönülleriyle secdeye kapanan yığınları. Ne mutlu bu kibirden
Derin
Edmund Tarbell (1862-1938)
yoksun insana! İnsanın kendisini doğadan
ve parçası olduğu kozmos’tan koparma çabaları maalesef hiçbir zaman onun istediği
şekilde olumlu seyretmeyecektir, her ne
kadar kısa vadede bu böyle gözükse de,
yıkıcı ve yok edici etkileri uzun vadede
ortaya çıkacaktır. Bunu daha net anlamak
için buzul çağdan itibaren dünya tarihine
bakmak lazım.
Allah insanı bu kâinatta, kozmos içerisinde uyumlu ve dengeli bir yaşayışa
yönlendirmiş ve bunun altını çizerek insanlara doğru yolu göstermiştir. Yığınlarla betonların döküldüğü, doğanın yok edildiği,
hayvanların, insanların hiçe giden arzular
adına katledildiği veyahut bir süs nesnesine indirgendiği bu çağda en büyük ölümsüzlük herhalde insanın kendine olan sonu
gelmez narsistik aşkı olsa gerek. İnsanoğlu
Narkisos suretine bürünse de, bir süre sonra yardım ve çaresizlik çığlıkları bir Echo
olarak yalnızca kendi kulağında çınlayacak
ve karşılık bulmayacaktır. Kendine bu kadar tapan bir varlık haliyle yalnızca kendi
sesini duymaya mahkûm olacaktır.
84
“Peki, (Allah’ın) göklerdeki ve yerdeki mutlak egemenliğini, yarattığı bütün
o nesneleri hiç göz önüne almıyorlar mı? Ve
[sormuyorlar mı kendilerine] ya vakt erişip
ecelleri gelmişse? Artık bundan sonra, başka hangi habere inanacaklar?” (7:185)
* Başlığı koyarken, Melih Cevdet Anday’ın meşhur Ölümsüzlük Ardında Gılgamış adlı şiiri esin kaynağım oldu. Ayrıca
bu yazıyı yazarken bazı önemli noktalara
dikkatimi çeken Yasemin Acar’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Yararlanılan Kaynaklar:
—Kur’an Mesajı: Muhammed Esed MealiTefsiri (2009). Çev. Cahit Koytak ve Ahmet
Ertürk. İstanbul: İşaret Yayınları
—Lings, Martin (2012). Öze Dönüş. İstanbul: İnsan Yayınları.
—Lawrence, D. H. (2005). St Mawr, “The
Selected Works of D. H. Lawrence”. London: Wordsworth Editions.
A4 Sinema
Firdevs Yiğit
[email protected]
“También la Lluvia” İçin Gecikmiş Birkaç
Satır
Türkçe afişinde ‘su haktır, satılamaz’ sloganıyla izleyicisine göz kırpan film, aslında içeride çok daha derin bir sorunu, ‘beyaz adam’ ve ona karşı yerlilerin yüzyıllardır verdiği, vermek zorunda bırakıldığı varoluş mücadelesini, birbirine paralel iki farklı
hikâyeyle harmanlıyor.
‘Gerçeğin birçok düşmanı vardır,
yalanınsa pek çok dostu.’
İspanyol sinemasının 2011 yılında Oscar
adayı olarak beyazperdede yer bulan filmi
También la Lluvia’yı, İstanbul sinemalarında ‘Yağmuru Bile’ adıyla izleme şansına
erişmiştik. Yönetmenliğini Icíar Bollaín’in
üstlendiği filmin senaryosu “Carla’nın Şarkısı” ve “Ülke ve Özgürlük” gibi filmlerden
tanıdığımız Paul Laverty’nin kaleminden
çıkmıştı. Gael García Bernal ve Luis Tosar
gibi, İspanyol sinemasının önemli isimlerini
bir araya getiren Yağmuru Bile, ‘tarihin kaybedenlere karşı acımasızlığının’ altını bu
kez Latin Amerika’nın kesik damarlarıyla1
çiziyor. Latin Amerika-Bolivya-Cochabamba üçgeninde, konvansiyonel bir kurgu olarak değerlendirilebilecek filmi, sömürgeciliğin sınır tanımayan tarihine ışık tutan bir
dram olarak özetlemek mümkün.
Türkçe afişinde ‘su haktır, satılamaz’ sloganıyla izleyicisine göz kırpan film, aslında
içeride çok daha derin bir sorunu, ‘beyaz
adam’ ve ona karşı yerlilerin yüzyıllardır
verdiği, vermek zorunda bırakıldığı varoluş mücadelesini, birbirine paralel iki farklı
hikâyeyle harmanlıyor.
Hatırlayalım; Avrupa sömürge yayılma1 bkz Eduardo Galeano: Latin Amerika’nın Kesik cılığı ilk olarak 16 yy.ın başlarında, İspanDamarları kitabının sahibi, futbolcu olmayı umarken yol ve Portekizli denizcilerin öncülüğünde
yazar olan Uruguaylı gazeteci. Bazı entelektüel
çevrelerce ‘galeyana’ getiren kalem olarak da tanı-
85
nır.
A4 Sinema
ilerleyip, 19 yy.da sömürünün meşruiyeti- sızlığını kazanan, Simon Bolivar’ın adından
ni hümanist argümanlarla1 neredeyse tüm ilhamla sonraları Bolivya olarak anılmaya
dünyaya kabul ettirinceye dek sürdü. Orta başlanan Yukarı Peru topraklarında, BolivAmerika, Meksika ve yakın zamana kadar ya Devrim Hareketinin3 öncülüğünde, BoABD’nin arka bahçesi2 olarak anılan Latin livya Düzenli Hareketine karşı elde edilen
Amerika’nın pek çok bölgesi, İspanyol sö- bazı başarıları saymazsak, 200’e yakın darmürgesi olan ülkelerden
be ve anayasa değişikliği
sadece birkaçıydı. Bu topsahne aldı. Sınır anlaşmazraklarda bağlı bulundukları
lıkları sebebiyle katıldığı
Sol popülizmi
hükümet tarafından sö1879’daki Pasifik Savaşını
üzerinden
ilerleyen
mürge askerlerine ve kâkaybederek okyanus kıyı
şiflere (konkistador) belli senaryo, devrimlerin şeridini Şili’ye kaptırdığı
bir ücret karşılığında topsınırlar içerisindeki tarihten itibaren bugüne
rak edinme ve yerlileri işçi
dek neredeyse tüm savaşçaresizliğini
sıfatıyla çalıştırma hakkı
larını en büyük yaşam kaytanınmıştı.
çarpıcı bir şekilde nağı olan su için, su adına
2000’de Koçabamİspanyol bayrağı altınsunuyor. ‘Her şeye verdi.
ba’daki Su Savaşı (La guerda o dönemin ilk konkisrağmen
hayatta
ra del agua de Cochabamtador’u olan Kristof Koba) olarak kayıtlara geçen
kalmak’ yerlilerin
lomb’un, 1492’deki kıta
belediye suyunun özelAmerika’sına seyahatini
yapabildikleri en iyi ve
leştirilmesine
karşı ayaklave sonrasında gelişen bir
şeye dönüşüyor.
nan halkın verdiği gerçek
dizi haksızlığı filme konu
mücadelenin zaferle soyapmak amacıyla 2000
nuçlanmasını konu edinen
yılında Bolivya’da bulunan
bir sinema ekibinin, Kolomb’un karşısında filmin ismine ilham kaynağı ‘nehirleri, kubir tavır geliştirerek sömürgeciliği bir nevi yuları, yağmuru bile satın alan kim?’ sorusu
sorgulama ve ‘Tanrı seni korusun peder, is- olsa gerek. ‘Su varsa hayat var, su yoksa
tersen bu masadaki yemeklerden artanları hiçbir şey yok’ değil mi?
toplayıp plastik bir poşete koyup onları, o
zayıf çocuklara vermek için götürebilirsin.
Bu yemeği bir aylık maaşlarıyla bile yiyemezler. İşte o zaman peder, kendini bir misyoner gibi hissedebilirsin.’ ya da ‘onlara iyi
davranın, yiyeceklerine ihtiyacımız var’ gibi
ve benzeri cümlelerle yerme gayreti içinde
olduğunu görüyoruz.
Film içinde bir film olarak karşımıza çıkan bu senaryo ile birlikte devam eden asıl
kurgu ise bugüne, 21.yy Bolivyasına ışık
tutuyor. 1809’da İspanya’ya karşı bağım1 bkz Frantz Fanon: Yeryüzünün Lanetlileri.
Dünyadaki tüm siyahî direnişin babası sayılabilecek olan, Ali Şeriati, Steve Biko ve Che Guevara
gibi isimlere ilham kaynağı olan düşünür kişi.
2 bkz James Monroe: 1800’lerin ilk yarısında
ABD başkanlığı yaparken ‘Amerika Amerikalılarındır’ cümlesiyle kayıtlara geçen adam.
86
Venezüella, Şili, Nikaragua, Paraguay ve
Bolivya başta olmak üzere, devrimci geleneklerin ve halkçı hareketlerin Latin Amerika’sında, sosyalizmin kendi üslubuyla
oluşmasını o günlere dayandıracak olursak,
Küba ve Kolombiya gibi ülkelerin haricinde
sosyalizm devrimlerinin Bolivya başta olmak üzere hemen her ülkede çok ağır yaralar aldığını söyleyebiliriz. Sol popülizmi
üzerinden ilerleyen senaryo, devrimlerin
sınırlar içerisindeki çaresizliğini çarpıcı bir
şekilde sunuyor. ‘Her şeye rağmen hayatta
kalmak’ yerlilerin yapabildikleri en iyi şeye
dönüşüyor.
3 bkz Ernesto Che Guevara: Bolivya Devrim
Hareketinin önemli aktörlerinden biri olan Arjantinli Marksist doktor, gerilla lideri.
A4 Sinema
Latin Amerika’da soykırımlarla birlikte
İspanyolcanın, Hıristiyanlığın1 ve evliliklerin yaygınlaşmasıyla sömürgecilik ve yerli
halkın direnişi kronik bir hal aldı. O günlerden 1970’lere dek uzanan sömürü zihniyeti, bugün yeni sömürgecilik2 kavramıyla
kendini kolektif dünyanın kalbiyle yaşatma
çabasını sürdürürken kan dökmüyor belki,
ama ruhları öldürmeye devam ediyor. Filmin hemen her karesinde kaba ideolojilerin
ve aşırılıkların tetikleyicisi olarak, sömürüler sonucunda ortaya çıkan açlık ve yoksulluklar, direniş tarihinin en kuvvetli kaleleri
olarak Avrupa’ya, Avrupalı beyaz adama
ilham kaynağı oluyor.
Kendi filmini çekebilmek çıkarıyla yerli
figüranlara, diğer bir değişle ucuz işçilere
ihtiyacı olan film ekibinin, bu doğrultuda
bir silah olarak parayı kullanmaları (günde 2
dolar veriyorsun ve kendilerini kral sanıyorlar), alaşağı edilen evrensel değerlerle çok
daha önemli bir gerçeği, susuz bir hayatın
var olamayacağı gerçeğini ıskalamalarına
sebep oluyor. Juan Carlos Aduviri’nin canlandırdığı Daniel karakteri, halkçı direnişin
1 bkz Bartolomé de Las Casas: İspanya kralı tarafından Kolomb’un gemisiyle Hıristiyanlığı tebliğ
için Latin Amerika’ya gönderilen papaz.
2 bkz Kwame Nkrumah: “Afrika’ya bir elle bağımsızlığını verip öteki elle geri alma metodudur. ...
yeni-sömürgeci devletin eski sömürgesine, onu bir
müşteri-devlet haline getirip politika dışı yollarla
kontrol altına alabilmek için bir çeşit egemenlik tanıdığı yalancı bir bağımsızlıktır” tanımıyla
emperyalist çağın değişmezini vurgulayan yenisömürgecilik kavramının mucidi, Gana’nın kurucusu
Pan-Afrikacı lider.
87
su adına başlattığı isyanın bayrağını yüklenerek yaşamının mücadelesini verirken,
Kolomb filminin idealist senaristi Sebastian
için kabile reisini canlandıran vazgeçilmez
bir oyuncu olarak her iki kurgunun da arada
kalmış ve en belirgin ismidir. Temel haklarının varlığını sonuna kadar savunmaktan
vazgeçmeyerek yenidünyanın hedefi olan
ve ‘Sebastian, senin filminden daha önemli şeyler de var’ diyerek esaslı bir gerçeğe
dikkat çekmek için ölümü göze alan Daniel,
Kolomb filminin yönetmeni Costa’yı(Luis
Tosar) etkileyerek, Kolomb karşısında vicdanın sesi olan, tek başına neredeyse tüm
İspanya’ya haksızlıklarını haykırarak kafa
tutan çağdaş bir Bartolomé de Las Casas’a
dönüşütürüyor. Fakat bu, geri kalanların
orada yaşanan insanlık dramına ve ayaklanan halka karşı kayıtsızlıklarını değiştirmeye yetmiyor elbette ve film beklenmedik bir şekilde, ekibin çekmeye çalıştıkları
film aracılığıyla kıyasıya eleştirilen sömürü olgusunun farklı çıkarlar ve gerekçeler
doğrultusunda gerçekçi ve esaslı bir taklidi
haline dönüşürken izleyicisini huzursuz etmeyi başarıyor.
Her iki kurgunun da filmin sonuna kadar
devam etmesi ve 1492’deki sömürü unsurlarının bugün farklı ve hatta kişisel amaçlara hizmet eder halde gelmesi, insanlığın 21.yy da yalnızca araçları ve aktörleri
değişen en kadim hikâyesine, sömürüler
tarihine yeni bir gönderme olarak kendini
güncelliyor.
Cazibe İstasyonu
Joan Wallach Scott
Ahmet Büke
Süreç Kitap
Örtünmenin Siyaseti
Kısacık öyküler, upuzun düşünceler…
Fransız hükümeti, 2004 yılında, dine
ait "çarpıcı simgeler"in devlet okullarında Ahmet Büke öykülerini okurken bir çırpıda
kullanımına dair bir yasak başlattı. Yasak bitişine üzülüyor insan ama bir yenisi için
herkese yönelik olsa bile, Müslüman kız- heyecanlanıyor bir yandan. Son öykü kitabı
ların kullandığı başörtüsünü hedefliyor- Cazibe İstasyonu ise öykücünün kaleminin
du. Yasak tarafında yer alanlar Fransa'nın gücünü ve yeteneğini ferahlıkla sunduğu
seküler liberal değerlerini savunuyor ve bir çalışma olmuş. Ferahlık demişken okubaşörtüsünü İslamın moderniteye karşı yunca neden bu kelimeyi kullandığımızı
direnişinin bir sembolü olarak yorumluyor- anlayacaksınız. Büke’nin öyküleri bembelardı. Örtünmenin Siyaseti bu bakış açısın yazdır. Acıların bile rengi beyazdır. Akar
hararetli bir tartışmayla çürüten önemli gider. Bir çırpıda yazılan öyküler bir çırpıda
bir kitap. Toplumsal cinsiyet araştırmaları- okunur ama bir anda üstünüzden gitmeznın öncüsü Joan Wallach Scott, söz konusu ler. Son zamanların en duru ve bir o kadar
yasanın, Fransa'nın eski kolonilerinin te- tesirli öykücülerinden biri olan Büke’nin
baalarını gerçek vatandaşlar olarak enteg- Cazibe İstasyonu yine büyülüyor. Kitaptan
re etme sürecinin başarısızlığının bir gös- bir alıntıyla bitirelim: "İnsan bazen istese
tergesi olduğunu öne sürmektedir. Scott, de olmaz. O kadar olmaz ki, istemez bile.
yasanın ardındaki ırkçılığın uzun tarihinin Hem hayat insandan hızlıdır."
yanı sıra Müslümanların asimilasyonuna
yönelik ideolojik engelleri de incelemektedir. Tartışmanın kalbinde yatan cinselliğe yönelik yaklaşımlardaki çelişkileri ortaya koymakta; yasağın Fransız savunucularının cinsiyet konusundaki açıklığı normalliğin, özgürleşmenin ve ferdiyetin bir ölçütü olarak gördüklerini buna karşı başörtüsü ile ima edilen
cinselliğin örtülmesini, Müslümanların asla gerçek Fransızlar olamayacağının bir kanıtı
olarak gördüklerine dikkat çekmektedir. Scott, yasanın dini ve etnik farklılıkları uzlaştırmaktan öte, bilakis söz konusu farklılıkları daha da keskinleştirdiğini belirtmektedir.
Homojenlik hususundaki diretmenin Fransa veya genel olarak Batı için artık mümkün olmadığını göstermekte ve bunun "medeniyetler çatışması" denilen gerilimlerin kökenini
oluşturduğunu öne sürmektedir. Örtünmenin Siyaseti farklılıklarımızı ortak bir zeminde
inşa eden, farklılıkları kuşatan, onları baskılamayan, toplumsal uyum için onları tanıyan
yeni bir toplumsal vizyon çağrısı yapıyor.
88
Doğu'dan Uzakta
Samuel Beckett
Amin Maalouf
Süreç Kitap
Godot'yu Beklerken
"Godot'yu Beklerken", 1969 Nobel Yazın Ödülünü kazanan ve 26 Aralık 1989'da
seksen üç yaşında ölen "Samuel Beckett"in
en önemli oyunu.
"Beckett"in kişileri, temelde, ödün vermez akılcı kişilerdir. İnsanlığın çekmek zorunda olduğu acıların da bilincinde olan bu
kişiler, kendilerinin belirsiz bir süreyle içine
atıldıkları yaşamda kim tarafından mahkum
edildiklerini öğrenmek isterler. "Beckett"in
kişileri oyun boyunca karar veremeden
beklerler. "Godot"yu beklerler. Onların dünyaları, Vladimir'in oyunun sonlarına doğru
dediği gibi, mutlu mu mutsuz mu olduklarını tam kestiremedikleri, içinde gizini çözemedikleri zaman ile cebelleştikleri, renksiz
bir düş-karabasan ortamıdır. Aslında hepimiz, Estragon ve Vladimir'le birlikte aynı
soruyu soruyoruz. Gerçekte çekip gitmek
istiyoruz, ancak nereye gideceğiz? Bir şey
bekliyoruz, hepimiz, ancak neyi beklediğimizin bilincinde miyiz? Bizi ne bekliyor, biliyor muyuz? (Arka kapaktan)
89
Geçmiş aynı yerde bekler mi bizi? Amin
Maalouf'un merakla beklenen yeni romanı
Doğu'dan Uzakta, kaderin ve tarihin acımasızlığında terk ettikleri yurtlarına dönen bir grup arkadaşın hikâyesini anlatıyor.
Doğu'dan Uzakta: Gençliklerinin en güzel
dönemlerini bir arada geçiren, ülkelerinde
patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere
dağılan ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından
birinin cenazesi için tekrar ülkelerine dönen bir grup arkadaş. Lübnan İç Savaşı'nın
getirdiği yıkımlara ve Ortadoğu coğrafyasının kültürel, tarihsel ve toplumsal sorunlarına dair gözlemlere de yer veren Doğu'dan
Uzakta'da Maalouf, yine; Doğu'yu anlatıyor.
90
Çizik
Bu eser, Sosyal Üretim ve Eğitim Çalışmaları Derneği
bünyesinde hazırlanmıştır.
© Copyright
Bu eserin tüm yayın hakları saklıdır. Yayıncının yazılı izni olmadan eserin
herhangi bir bölümü, metni ve fotoğrafları yeniden basılamaz, elektronik,
mekanik ve fotokopi yöntemleri ile yeniden çoğaltılıp dağıtılamaz.
SÜREÇ
Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4
Beşiktaş - İstanbul Tel: 0212 259 2045
91
Editörden
92
Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4
Beşiktaş - İstanbul Tel: 0212 259 2045

Benzer belgeler