GECİKMİŞ KONUŞMANIN NEDENLERİ VE TEDAVİ SÜRECİ UYKU

Transkript

GECİKMİŞ KONUŞMANIN NEDENLERİ VE TEDAVİ SÜRECİ UYKU
Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği • Çocuk Sağlığı ve Gelişimi Dergisi • 2012 • Sayı: 4
GECİKMİŞ KONUŞMANIN NEDENLERİ VE
TEDAVİ SÜRECİ
UYKU VAKTİ: MIŞIL MIŞIL MI YOKSA…
ÇOCUKLARDA KANSIZLIK (Anemi)
MOTOR-MENTAL GELİŞME NEDİR?
“BEN ÇOCUK BAKICISI DEĞİLİM”
DAHA İYİ ANA-BABA OLMAK
İSTER MİSİNİZ?
OKUL BAŞARISI HAKKINDA...
editör
Sevgili Anne ve Babalar,
Anne ve babaların eğitiminde çocuklarının sağlık sorunlarını ayrıntılı olarak
gündeme getiriyoruz.
Aile içinde iletişim ve davranış konularında temel bilgi eksikliğini çok defa
gözden kaçırıyoruz. Özellikle çocuğun davranışı, topluma uyumu ve okul
başarısındaki yeri açısından önemlidir.
Bu sayımızda Psikolog Lale Vanlı’nın çoğunlukla kişisel deneyimine dayanan
gözlem ve önerileri sorunlara yaklaşımımızı düzeltecek niteliktedir.
Anne ve Babaların çocuklara karşı davranışının temel prensipleri ve toplumdaki
yoğun uyaranları da göz önüne alarak tekrar irdelenmelidir.
Çocuğunuzu en iyi koşullarda yetiştirmek her zaman koşulsuz sevgi, düzen ve
disiplin ile mümkündür.
Gelişimsel Çocuk Nörolojisi
Dernek Başkanı
Prof. Dr. Kalbiye YALAZ
Yayın Sahibi
Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği adına Dernek Başkanı Prof. Dr. Kalbiye YALAZ,
Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Banu ANLAR
Yayına Hazırlayanlar
Banu ANLAR, Birgül BAYOĞLU, Ayşe VURAL,
Handan ERCAN, Damla SEYDAN, Hazan OĞUZ, Kaan TÜRKÖZ
Yayına Katkıda Bulunanlar
Demet AÇIKGÖZ, İclal ERTAŞ,
A. Şebnem SOYSAL, Nihal TANRIÖĞER, Lale B. VANLI
GELiŞiMSEL ÇOCUK
NÖROLOJiSi DERNEĞi
GÇN Derneği, çocukluk çağında sinir sisteminin gelişimsel sorunlarının tanınması ve nedenlerinin ortaya konulması,
tedavisi, özellikle bu sorunların önlenmesi konusunda çalışmalar yapmak amacı ile 2007 yılında Prof. Dr. Kalbiye
Yalaz önderliğinde Ankara’da kurulmuştur.
Çocuklarda beyin ve sinir sistemi gelişimi alanında hizmet, eğitim ve araştırma yapmayı hedeflemektedir. Gelişimsel
sorunlarla çalışan Çocuk Nörologları, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanları, Çocuk Ruh Sağlığı Uzmanları,
Psikologlar, Fizyoterapistler, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanları, Sosyal Hizmet Uzmanları, Odyolog ve Eğitim
Odyologları derneğimize üye olabilir ve dernek çalışmalarına katılabilirler.
Nöroloji, Beyin cerrahisi, Kadın Doğum Hastalıkları Uzmanları, Ortopedi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Kulak Boğaz
Burun ve Göz Hastalıkları, Pratisyen Hekim ve Halk Sağlığı Uzmanları, Hemşire, Ebe, Özel Eğitim Öğretmenleri
dernek çalışmalarına katkıda bulunabilir, klinik ve eğitim programlarına katılabilirler.
Derneğin çalışma konuları; nörolojik gelişim konusunda kitap, broşür, dergi, görsel ve yazılı eğitim materyali
yayımlamak; konferanslar, seminerler, kurslar ve kongreler düzenlemek, Gelişimsel Çocuk Nörolojisi alanında
araştırma, inceleme ve yayın yapmak ve gelişimsel değerlendirmeyi yaygınlaştırmaktır.
NASIL SÖYLEDİĞİNİZ ÖNEMLİDİR!
Gözleri görmeyen bir çocuk, sokakta ayaklarının dibinde bir şapka ile oturuyormuş. Önünde büyükçe
bir kâğıt ve kâğıdın üzerinde de bir yazı varmış:
“ Ben körüm! Lütfen yardım edin!”
Şapkanın içinde sadece birkaç adet demir para varmış. O sırada elinde çantası ile oradan geçmekte olan bir adam
cebinden biraz bozuk para çıkarmış ve onları şapkanın içine koymuş. Tam gidecekken durmuş ve çocuğun önündeki
kâğıdı almış. Kalemini çıkarmış ve kâğıda bir şeyler yazmış. Kâğıdı herkesin yazdıklarını görebileceği şekilde koymuş ve
yürüyüp gitmiş. Kısa bir süre içinde şapka dolmaya başlamış. İnsanlar kör çocuğa daha fazla para vermeye başlamışlar.
Öğleden sonra kâğıttaki yazıyı değiştiren adam geri gelmiş. Çocuk, adamın yürüyüşünden onu tanımış.
“Siz, sabah yazımı değiştiren kişisiniz değil mi? Siz gittikten sonra bugüne kadar hiç dolmadığı kadar çabuk doldu
şapkam. Söyler misiniz ne yazdınız oraya ?”
Adam gülümsemiş. “Sadece doğruyu yazdım. Senin söylediğini farklı bir şekilde söyledim o kadar” demiş.
Ne mi yazıyormuş kâğıtta?
BUGÜN HARİKA BİR GÜN VE BEN ONU GÖREMİYORUM...
ÇOCUKLARDA KANSIZLIK
(Anemi)
Nihal TANRIÖĞER, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
Çocuklarda en sık DEMİR Eksikliğine bağlı kansızlık
görülür. Ayrıca Akdeniz anemisi, B12, folik asit eksikliği
ve kronik hastalıklara bağlı kansızlık olabilir.
7. Ciltte solukluk, tırnakların incelmesi.
8. Toprak, kum, kağıt, buz yeme gibi davranışlar.
9. Oturma, emekleme, yürüme gibi motor gelişmede gecikme.
Özellikle yaşamın ilk 2 yılında oluşan kansızlık,
çocukların ZEKA GELİŞİMİNİ etkileyerek ALGILAMA
VE ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNE yol açar.
KANSIZLIKTAN KORUNMAK İÇİN:
**Anne sütünün ilk 6 ay tek başına, 6 aydan sonra ise
demirden zengin ek gıdalarla beraber 2 yaşına kadar
verilmesi en ideal beslenmedir.
**Dengeli beslenme şarttır. Özellikle 6 aylıktan sonra
inek sütü ağırlıklı beslenip ek gıdaların yetersiz alınması
demir eksikliğine yol açabilir.
**Mümkünse 1 yaşından önce inek sütü verilmemeli,
1 yaşından sonra da günlük inek sütü tüketimi 1-2
bardaktan fazla olmamalı
**Çocukların demirden zengin gıdalarla beslenmesine
dikkat edilmelidir.
Demirden zengin gıdalar: Kırmızı et, karaciğer, yumurta
sarısı, yeşil sebze ve kuru baklagiller, üzüm, pekmez gibi
gıdalar.
DEMİR EKSİKLİĞİ SEBEPLERİ:
Büyümenin çok hızlı olduğu 0-2 yaş ile ergenlik
döneminde gıdalarla alınan demirin yetersiz olması
kansızlığa sebep olur. Fazla çay tüketimi, inek sütüne
erken başlanması ya da aşırı tüketim demir eksikliği
yapabilir. Çünkü inek sütünün hem demir içeriği
yetersizdir hem de bağırsaktan gizli kanama yaparak
kansızlığa sebep olabilir. Aşırı süt tüketimi ise tokluk
hissi yaratarak farklı gıdaların alımını azaltır.
Buğday ve yulaf, taneli iken demirden zengindir. Buğday
öğütülürken içerdiği demirin yarıdan fazlası kepeğinde
kalır. C vitamini içeren meyvalar demir emilimini artırır,
çay ise emilimi azalttığından çocukların diyetinde yer
almamalıdır.
Dışkı ve idrarla kan kaybı da demir eksikliği yapar. Mide
ülseri, inek sütü alerjisi, barsak polipleri ve makattaki
çatlaklar dışkı ile kan kaybı yapan nedenlerdir.
Aspirin ve bazı romatizma ilaçları da mide barsak
sisteminde kanama yaparak kansızlığa yol açabilirler.
BELİRTİLER:
1.İştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı, baş ağrısı,
baş dönmesi, aşırı terleme.
2. Huy değişiklikleri: huysuz, huzursuz, hırçın aşırı sinirli,
uyku problemi olan çocuklar.
3. Katılma nöbetleri (ağlarken nefes tutma).
4. Vücut savunma sisteminin zayıflaması sonucu sık hastalık.
5. Büyüme ve gelişme geriliği.
6. Algılama, öğrenme güçlüğü ve dikkat dağınıklığı. (ÇOCUKLARDA OKUL BAŞARISINI AZALTIR).
**Demir eksikliğini önlemek için erken doğan bebeklere
2 aylık, zamanında doğanlara ise 4-6 aylıkken düşük doz
demir takviyesi yapılmakta olup demir ilaçları sağlık
ocaklarından ücretsiz olarak temin edilebilmektedir.
“BEN ÇOCUK BAKICISI DEĞİLİM”
Hazan Oğuz
Türk halkı, günde 4 saat televizyon izleme süresiyle dünya sıralamasında ilk sırada yer alıyor. Televizyon karşısında etkiye
en fazla açık durumdakiler ise çocuklar. Televizyon izleme alışkanlığı nesiller arasında kültürel olarak geçiyor. Sabah
uyanınca aile bireylerinin elii pencereyi açmak yerine televizyon kumandasına uzanıyor. Seyredilmese bile televizyon
hep açık. Bu nedenle yıllar içinde aile bireyleri arasındaki iletişim de azaldı. Eskiden konuk olunan evlerde sohbet
edilirken artık misafirliğe gidilen evde hep birlikte televizyon izleniyor. Televizyonu hayatımızdan çıkarmak mümkün
değil ama kontrollü kullanmak mümkün. Çocuğun seyredebileceği programın başlama saatinde açıp, bittiğinde
kapatmak en etkili yollardan birisi. Aynı şekilde anne babalar da kendi izleyecekleri diziler/filmler için aynı davranışı
sergileyerek çocuklara örnek olabilirler.
TELEVİZYONUN ÇOCUK ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ:
Televizyonla çocuklar arasına bir sınır koyma nedenleri şunlardır:
- Televizyon çocuğu şiddete yöneltir.
- Çocuk televizyonu tek başına izlediğinde, televizyonun sunduğu her şeyi
gerçekmiş gibi kabul eder.
- Televizyona soru soramadığı için bu durum çocuğun düşünmesini, eleştirmesini engeller.
- Konuşmasında gecikmeye neden olur.
- Çocuğun televizyon karşısında uzun süre kalması şişmanlamasına neden olur.
- Uzun süre yere yüzükoyun yatıp, dirseklerini yere dayayarak kıpırdamadan
televizyon seyreden çocuk, eklem rahatsızlıklarına yakalanır.
- Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde önem taşıyan insan ve arkadaş ilişkilerini azaltır.
- Çocuğun aşırı televizyon izlemesi ders çalışma ve arkadaşlarıyla oyun oynama gibi olumlu faaliyetlerden,
hatta yemek yemekten bile alıkoyar.
- Çocuklar reklamda gördüğü yiyecekleri, oyuncakları isteyebilir. Bu istekler, aileye ekonomik açıdan zarar verir.
NE YAPILMALI?
Televizyonu hayatımızdan çıkarmak mümkün değildir. Ancak doğru kullanabilmek ve
olumsuz etkilerden korunmak için;
- Kendinize ya da ev işlerine zaman ayırmak için de olsa, kesinlikle televizyon karşısında
çocuğunuzu yalnız bırakmayın.
- Çocuğunuza örnek olarak, televizyon karşısında daha az vakit geçirin.
- Televizyonu sürekli açık tutmayın, sadece izleyeceğiniz zamanlar açık olsun.
- Yemek yerken televizyon seyretmeyin ve çocuğunuzun da seyretmesine izin vermeyin.
- Çocuğunuza doğru örnek olun.
- Program seçimi ve süresi konusunda kararlı olun.
- Çocuğunuzun hangi programları seyredeceğine yönelik planı önceden yapın.
- Televizyondaki şiddet programlarını izletmeyin.
- Çocuk oyunları içeren programları seyretmesini sağlayın.
TELEVİZYON YERİNE HANGİ ETKİNLİKLER KONABİLİR?
Tüm günümüzü ya da akşamımızı, çocuğunuzla birlikte televizyon karşısında geçirmek yerine televizyon için bir süre
belirleyin, ve bunun dışında kalan sürede;
Birlikte spor yapın, Birlikte veya ayrı kitap okuyun, Tüm aile bireylerinin katıldığı
oyunlar oynayın: tavla, yap-boz, lego gibi, Birlikte yemekler yapın, Evde
bulunan kağıt, karton, boya, hamur gibi bazı malzemelerle çocuğunuzun
ilgisini çekecek oyunlar hazırlayın, Ev işlerini yaparken çocuğunuza bunları
açıklayın, Gün içinde yaptıklarını çocuğunuza anlattırın, siz de anlatın.
Unutmayın: Televizyon önemli bir buluştur ve doğru kullanıldığında size
hizmet eder. Önemli olan onun bakıcı olmadığını ve kontrolün sizin elinizde
olduğunu unutmamanızdır.
KAYNAKLAR:
www.birguluralbayoglu.com / www.bsm.gov.tr / www.bengisemerci.com
Daha İyi Ana-Baba Olmak
İster misiniz?
Lale B. Vanlı, Psikolog
Otuz yılı aşkın süredir çocukların davranış sorunlarıyla ilgilenmekteyim. Çok sayıda ve çeşitli ortamlardan gelen,
sosyoekonomik düzeyi farklı ana-babalar ve çocukları ile çalıştım. Elde ettiğim deneyim bana her çocuğun üç temel
gereksinimi olduğunu öğretti: Koşulsuz sevgi, düzen ve disiplin. Birçok düşünceli, iyi niyetli ana-babalar bile, bu üç
temel gereksinimi çocuklarına sağlamakta yetersiz kalmakta. Böylelikle de çocuklarını aslında ihmal etmekteler. Bu
ihmal içinde çocuklarıyla yeterli iletişim kuramama, sevgilerini gösterememe, onları doğru biçimde onaylamama
ve davranışlarına sınır koymama, her isteklerine çanak tutma yer almakta.
Disiplin sözcüğünün ana-babalar tarafından genelde, sertlik, hükmetme gibi olumsuz anlam taşıdığını gördüm. Bu
tutum eğitilmiş, meslek sahibi ana-baba için de geçerli. Dolayısı ile günümüzde ana-babalar ile çocukları arasında
ciddi bir iletişim kopukluğu yaşanmakta; uyum sorunu olan çocukların sayısı artmaktadır.
Sizlerle, mesleki deneyimim ve kendi çocuklarım ile yaptığım hataları göz önünde bulundurarak, bu sorunun
üstesinden nasıl gelebiliriz konusunu işlemek istiyorum.
İyi ana-babalık öğrenilir
Her ana-babanın en önemli görevlerinden biri, çocuklarını topluma uyumlu bireyler olarak yetiştirmek. Anababaların büyük bir çoğunluğu, çocuk sahibi olduklarında ana-babalığın doğal olarak geliştiğini düşünüyorlar. Oysa
bu doğru değil. Hepimiz mesleklerimizi, görevlerimizi, işlerimizi yürütmek için eğitim görüyoruz ama ana-babalık
yapmada eğitimsiziz; çocuklarımıza uygulamamız gereken kuralları, davranışlarını nasıl biçimlendireceğimizi
bilmiyoruz.
Geçenlerde bir dostum, torununun davranışı için başvurdu. İki yaşındaki Emre arkadaşları ile oynarken onların
karşısında güçsüz kalıyormuş, dövüldüğü bile oluyormuş. Dostum bu durumda Emre’ye de o çocuklara vurmasını
söylemenin doğru bir öneri olup olmadığını sordu. Kendini savunmak için bile olsa, bir çocuğa vurmayı öğretmek,
onu şiddet kullanmaya teşvik eder. Ayrıca, bu önerimizi çocuk yerine getiremiyebilir. Bu dostuma, kişiliğimizin
gelişiminde, en önemli unsurun kalıtım olduğundan söz ettim. Her kişinin farklı yapısı vardır. Buna saygı duymalıyız.
Çekingen ya da yumuşak huylu bir çocuğu temelde değiştiremeyiz. Ondan doğasına aykırı davranmasını
istediğimizde, bu ona, bizim onun davranışını onaylamadığımızı hissettirir. Böylelikle hem onu değiştiremeyiz,
hem de onunla olan ilişkimiz zedelenmiş olur. Çocuğu, doğuştan gelen özellikleri ile kabul edersek onun kendine
güven duymasını sağlarız. Peki davranış hiç mi değişmez? Değişse de, bu o kişinin kendi yaşam deneyimi ile oluşur,
bizim nasihatımız ile değil.
Bu ve bunun gibi, çocuklarla yaşadığımız sorunlar için en işe yarar çare aile terapisi yapan merkezlere başvurmaktır.
Bu merkezlerde psikolog ve terapistler ana-babalara çocukları ile daha etkili iletişim yollarını öğretirler.
İyi ana-babalar sınır koyarlar
Günümüzde ana-babalar neredeyse çocuklarının denetiminin altına girmişler. Yaşamlarının büyük bir bölümünü
çocuklarının isteklerine ‘boyun eğme’, ‘istenilmeyen davranışlarına çanak tutma’, genelde onları her an ‘mutlu kılma’
çabası içindeler. Buna gerekçe olarak da “çocuğumun kişiliği gelişsin diye, onu serbest bırakıyorum” “seçimlerine
karışmıyorum”, “özgür olmasını istiyorum”, gibi sözler ediyorlar. Hem de çocukları henüz iki, üç yaşlarındayken. Yani
henüz ne seçeceğini bilmezken. Tahminim bu tutumun son 15-20 yılda artış göstermesi, evlilik ve ana-babalık
yaşının 20’li yıllardan 30’lu yıllara yükselmesi. Hem yaşam deneyimi hem de ekonomik açıdan daha güçlü durumda
olduklarından çocuklarına daha çok vakit ayırabiliyor, onları bir ‘proje’ haline getiriyorlar. Çocuklarını, kendileri için
bir ‘hobi’ gibi görüyorlar. Hem aşırı koruma içindeler, hem de çocuklarını kendilerine bağlamak için onları ‘şımartma’
eğilimindeler.
Öncelikle, hiç kimsenin kişiliği ‘kolayı’ yaşıyarak gelişmez. Kişilik emek sarfederek, sorunların üstesinden gelmeyi
öğrenerek gelişir; ana-babalarının ‘aferin’ demeleri ile değil.
Eğer evde, ana-baba yerine çocuğun dediği olursa çocuklar kendilerini korumasız hisseder. Küçük çocuklar kendi
başlarına yaşıyamadıkları için ana-babalarının bakımına muhtaçtırlar. Ana-babalar, çocuklarının dediklerini yerine
getirirlerse bu koruma görevlerini yapamadıklarını belirtmiş olurlar. Çocuklar “annem benim dediğimi yaparsa
bana kim sahip çıkacak?’ kaygısına kapılırlar, kendilerini güvensiz hissederler.
Sıklıkla karşılaştığım bir yanılgı da – özellikle eğitim düzeyi yüksek olan ana-babalarda – “Biz çocuğumuzla arkadaşız”
tutumu. Ümidimiz çocuğumuzun pek çok arkadaşı olması. Ama anne baba tektir ve çocuklarının
arkadaşı konumunda değildirler. Siz, onunla, isteseniz de arkadaşlık edemezsiniz; enerji, ilgi ve bilgi
Daha İyi Ana-Baba Olmak
İster misiniz?
Lale B. Vanlı, Psikolog
düzeyiniz farklıdır. Çocuk arkadaşları ile oynamak ister, ana-babalarıyla değil. Dolayısıyla, çocuğumuza karşı en
doğru tutum bizim anne babalığımızı korumamızdır.
Ana-babanın görevi çocuklarına yapmaları gerekeni yapmayı , bir düzen içinde yaşamayı öğretmektir. Bu düzen
kendi evinin, toplumun içinde uyumlu yaşamayı sağladığı gibi, iş bulmayı, görevini doğru yapmayı, kendi kuracağı
aillesinin sorumluluğunu taşımayı öğretir. Çocuklar hep bizimle yaşamayacaklardır, onları kendi yaşamlarında
başarılı olmaya hazırlamak ise bizim görevimizdir.
İyi ana-babalar çocuklarının her isteğine boyun eğmezler
Çocuklarımız bizim en değerli varlığımız. Onları mutlu kılmak isteriz. Bunu da çoğunlukla onların her istediğini
yerine getirmekle sağlarız. Ne var ki gerçek dünyada her istediğimizi istediğimiz anda elde edemeyiz. Biz ana-baba
olarak çocuğumuzun kölesi olmaya karar verebiliriz. Bunu yapmaya psikologlar dahil kimse bizi engelleyemez.
Ancak şunu bilmemiz gerekir, çocuğumuzun her istediğini yapmakla ona iyilik değil kötülük yapmış oluruz. Çocuk
yalnız bizimle değil başka insanlarla da iletişim kuracak. Onlardan da her istediğinin yapılmasını bekleyecek. Bu
elbette mümkün değil. Ayrıca, biz çocuklarımızın hayatı boyunca onlarla beraber olamayız. Bizi yitirdikten sonra
yaşamlarını nasıl sürdürecekler?
Bir başka engel daha var. Çocuklar küçükken istekerini yerine getirmek kolay ama büyüdükçe istekleri şeker,
çikolata, oyuncak gibi basit olmayacak. Pahalı tatillere çıkmak, araba almak gibi belki de karşılayamayacağımız
istekler olacak.
Varlıklı ana-babalar için bu istekler yerine getirilebilse de, çocukların, hiçbir ana-babanın yerine getiremeyeceği
istekleri vardır. Bunlardan biri, çocuğumuzun istediği mesleği ona veremeyiz. İkincisi, istediği kişiyle evlenebilmesini
sağlayamayız. Her istedikleri ana-babalar tarafından sağlanmış çocuklar bu durumu nasıl karşılayacaklar? Düş
kırıklığı ve ana-babalarına öfke duyarak!
İyi ana-babalar “HAYIR” demesini bilirler
‘Hayır’ dediğimizde en geçerli yol tartışmaya girmemek, çocuğu ‘hayır’ a alıştırmaya çalışmamak. Biz lafı uzattıkça
o da bize söyleyecek laf bulur, böylelikle konu dağılmış olur. Ayrıca onu ikna etmeye çalışmak bizim güçsüz
olduğumuzu gösterir ya da ‘hayır’ da kararlı olmadığımız ortaya çıkar. Ana-baba olarak çocuğumuzu sınırlamak
bizim sadece hakkımız değil, görevimizdir.
İyi ana-babalar çocukları ile iyi iletişim kurarlar
Doğada her büyüyen canlı için uygun bir ortam olduğu gibi, çocuğumuzun en iyi gelişmesi için de uygun bir ortam
yaratabiliriz.
Bu ortamın bazı özellikleri nedir?
- Çocuğumuzun değerini kayıtsız şartsız kabullenmemiz, onu ‘iyi’ olduğu, ‘başarılı’ olduğu için değil, ‘çocuğumuz’
olduğu için koşulsuz sevmek.
- Hayalleri hakkında konuşurken onu dinlemek; onun varlığına, isteklerine saygı duymak. Ona sadece alışılmış
denenmiş yollarda destek olmak yerine, yeniyi denemesi için yüreklendirmek.
- “Hiç öyle yapılır mı, hayatımda mor kedi görmedim ” gibi alayvari eleştirilerden kaçınmak.
- Onu kardeşleri, arkadaşlarıyla karşılaştırmamak (“sen neden … gibi olamıyorsun?), kendi yaşamınızdan
(“ben senin yaşındayken…) örnekler vermemek.
- Oyun oynamanın, sevdiği faaliyetleri yapmanın, dersini çalışmak kadar önemli olduğunu vurgulamak.
- Duygularını geliştirmesini ve kullanmasını öğretmek.
- Hayal gücünü kullandığında, soru sorduğunda, çeşitli konulara ilgisini belirttiğinde, okuduğu bir kitabı
tartışmak istediğinde, onu pekiştirmek.
Bu yazımda, ana-baba olarak çocuklarımıza olan bazı sorumlulukları sizlerle paylaşmak istedim. Paylaşmak
istediğim başka konuları da daha sonraki yazılarımda işleyeceğim.
Sanırım ana-baba olarak bizim en zorlanacağımız konu: Bir zamanlar çocuklarımızın yaşamında en önemli
kişiler iken onları önce arkadaşları, sonra eşleri, daha sonra da onların yaşamında en önemli kişiler olacak, sevgili
torunlarımız ile paylaşmak; çocuklarımızın bizim birer uzantımız değil bizden çok farklı bireyler olduğu fikrine
kendimizi alıştırmak.
Ne mutlu ki çocuk sahibiyiz. Çocuklarımız bizimle yaşarken onların tadına varalım, kendi yaşamlarını kurduklarında
onlara dostluğumuzu gösterelim.
GECİKMİŞ KONUŞMANIN
NEDENLERİ VE TEDAVİ SÜRECİ
İclal ERTAŞ, Odyolog Fizyoterapist
Çocuğunuzun konuşması yaşından beklenenden belirgin derecede geriyse ya da konuşması yavaş gelişiyorsa bu
“gecikmiş konuşma” olarak adlandırılır.
Çocukların konuşması fiziksel veya zihinsel yetersizlikler nedeniyle gecikebilir. Ama daha sıklıkla, konuşma bu
nedenler olmaksızın gecikir. Bunda rol oyanayan nedenler nelerdir? Aile ve eğitmenler ne yapmalıdır?
En sık neden; uyarıcıların eksik kalmasıdır. Çocuğun bakımı ile ilgilenen kişilerin anadilini tam ve doğru kullanması,
konuşurken göz teması kurmaları ve iletişim fırsatları yaratmaları gerekir. Seslerin kaynakları, farklılıkları oyun ve
taklitlerle tanıtılmalı, çocuğun duyularını keşfetmesi ve kullanması sağlanmalıdır. Çocuğun ihtiyaçlarını karşılarken
eylemleri, sözcükleri tekrar etmeli ve bu arada yüzüne bakarak konuşmalıyız.
Dili basit düzeyde kullanmalı, çocuğun da ses çıkartmasına ve konuşmasına fırsat vermeliyiz. İşaret dilini kabul
etmemeliyiz. Bizim ona seslenmelerimizde yumuşak ve melodik bir ses tonu kullanmalı, çocuğun bizimle iletişime
geçmesine fırsat vermeliyiz, ve ona sesle, gülümseme ile cevap vermeliyiz. Yarım ve eksik cümlelerini, çocuğun
konuşması bittikten sonra doğru olarak tamamlamalıyız.
Oyun zamanları en önemli uyaran anlarıdır. Basit cümlelerle konuşarak, oyunu çocuğun da taklit etmesine,
yönetmesine fırsat vererek oyun oynamalıyız. Çocuğun ait olma, sevme ve sevilme, kabul edilme gibi
gereksinimlerinin giderilmesi anne ve babanın çocukları ile oyun oynayarak, sosyal ve çevresel uyaranlarla
destekleyerek geçirmesiye gerçekleşmektedir.
DİL VE KONUŞMA UZMANLARI NE ZAMAN VE NASIL DEVREYE GİRMELİDİR?
Çocuğunuz, yaşıtları gibi kendisini ve duygularını ifade edemiyorsa, basit yönergelerinize cevap vermiyor ve
akranları ile oyun iletişimi kuramıyorsa, bireysel etkinlikleri (TV-Bilgisayar gibi) tercih ediyorsa, göz
teması kurmayıp, kendi istediği oyunu istediği şekilde, genellikle kısa süreli ve amaçsız oynuyor,
çabuk sıkılıyor ise lütfen dil ve konuşma bozuklukları uzmanına başvurunuz.
MOTOR-MENTAL GELİŞME
NEDİR
Banu ANLAR, Çocuk Nörolojisi Uzmanı
“Gelişme” terimi çocuklarda boy, kilo artışı gibi vücut ölçülerindeki artışı da kapsamakla birilikte, konumuz içinde
“gelişme” sözcüğü ile çocuğun oturma, yürüme, gülümseme, konuşma gibi işlevlerini kasdetmekteyiz. Gelişim
genellikle çocuğun bu tür işlevleri ne zaman başardığına, bu bakımdan yaşıtlarından geri kalıp kalmadığına
bakılarak değerlendirilir. Hangi işlevi, hangi yaşta başarması gerekir? Bütün biyolojik değerlerde ve ölçümlerde
olduğu gibi motor-mental gelişimde de tek bir “normal değer”
yoktur. Örneğin kan basıncının, boyun, kilonun,... normal bir erişkin
için ya da 6 yaş çocuğu için değeri “.... olmalıdır” şeklinde değil, “... ila
.... arasında olmalıdır” şeklinde normal bir aralık ile ifade edilir.
Gelişmede yapısal ve çevresel etkenler belirleyici rol oynar. Bunlar;
Yapısal etmenler büyük ölçüde aileden kalıtılan özelliklerdir. Bunların
dışında cinsiyet (örneğin kızlarda beyin dokusunun daha erken
olgunlaşması), kişilik yapısı (olumsuz koşullara uyum yeteneği), gibi
kişiye has özelliklerin tümü yapısal özelliklerdir.
Çevresel etkenler arasında, beslenme, anne/baba ile ilişki*, streslerin
niteliği ve birlikteliği, sosyal ve kültürel özellikler, yaşanan deneyimler gibi pek çok örnek sayılabilir.
* Beyin gelişimi için bebekle annenin yakınlığı büyük önem taşır: bu ilişki gerek doğum öncesinde, gerekse de sonrasında
bebeğin beynindeki stres hormonlarını etkiler. Çok sevilen, temas edilen, kucağa alınan bebekler ileride stres karşısında daha
dayanıklı ve daha az kaygılı kişiler olurlar.
OKUL BAŞARISI HAKKINDA..
Demet Açıkgöz, Klinik Nöropsikoloji Uzmanı
Öğrenme ve eğitim için temel koşul, erken uyaran olanaklarının zamanında seferber edilmesidir. Aslında öğrenme
ve eğitim yaşam boyu süren, kişiyi sosyal bir varlığa dönüştüren biyo-psikolojik bir deneyimdir. Eğitim ailede
ve özellikle anneyle başlar. Bebek annesinin rehberliğinde pek çok davranışını ortaya koyar. Aile ortamında
yapılanmaya başlayan eğitim süreci okul yaşantısının devreye girmesiyle yeni bir nitelik kazanır. Okul yaşamında,
eğitim ve öğrenim belirli bir sisteme dönüşür. Okul hayatı ağırlıklı olarak “Sözel Öğrenme” ortamıdır ve özellikle
bu yüzden karmaşık beyin faaliyetleri sözkonusudur. Örneğin yatakta ders çalışmak gibi bir gevşeme eğilimi,
öğrenmeyi engelleyici bir durumdur. Diğer taraftan
çok aşırı uyarılmışlık hali de öğrenmeyi engelleyicidir.
Sınavlara çalışan öğrenciler programlı çalışmaz ve kaygı
düzeylerini makul bir düzeyde tutmayı başaramazlarsa
sınavlarda paniğe kolayca kapılabilirler. Bu durumda
dikkatleri dağılır ve sınav kaygısı oluşmaya başlar.
Öğrenmenin yolunda gitmesi ve dolayısıyla okul
başarısının sağlanması için pek çok koşul bulunmaktadır.
Bunlardan en belirleyici olanı, çocuğun zeka düzeyinin
ve bilişsel kapasitesinin takvim yaşıyla uyumlu olmasıdır.
Gelişimleri ve zeka düzeyleri yaşıtlarıyla uyumlu olmayan çocukların ilköğretim müfredatına tam
anlamıyla dahil olmaları zihinsel kapasitelerindeki kısıtlılıklar nedeniyle mümkün değildir. Ancak zeka
sorunu bulunan çocukların, özellikle yaşamın ilk iki yılında içinde uzman bir psikolog, çocuk hastalıkları
doktoru ve çocuk gelişimi uzmanının yer aldığı sağlık ekibince değerlendirilmesi sonucunda “erken
müdahale” adı verilen özel eğitim programlarına dahil olması ve zihinsel becerilerini geliştirme
olanağına kavuşması büyük önem taşır.
UYKU VAKTİ: MIŞIL MIŞIL MI YOKSA…
A. Şebnem Soysal Acar, Psikolog
Çocuklarıyla ilgili uyku sorunu yaşayan ailelerin sayısı bir hayli fazladır. Bu durumun nedeni uyku konusunda belli
bir düzen ve ritmin tutturulamamasıdır. Çocuklarınızın hemen uyumamak istememesi hayat düzenimizle ilgilidir.
İş yaşantısı nedeniyle eve geç saatte gelmek aile olarak paylaşacağımız saatleri öteler. Gün boyu annesiyle ve
babasıyla zaman geçirmeyi bekleyen çocuk önce yemek saati hazırlıklarının bitmesini, ardından televizyon ile
mücadelesinde galip gelip oyun oynamayı düşler. Çocuk tam anne-babasına kavuşup oyun oynayacakken o büyü
bozan cümle ile karşılaşır: “Haydi yatağa, uyku vakti geldi…”
Anne-babalar genellikle çocuklarının uykuda geçirdikleri sürenin yaşına uygun olup olmadığı konusunda
endişelenirler. Çocuğun uykuya direnmesi, uykuya dalmada yaşadığı güçlükler anne-babaları çok yoran
meselelerdir. Okul öncesi dönemde çocukların %15 ile 20’si uykuya geçiş sırasında sorunlar yaşar. Bu durumun pek
çok nedeni olabilir. Uykunun niteliği ve düzeni sinir sisteminin olgunlaşmasından, çocuğun mizacına kadar pek çok
etkene göre belirlenir.
Bu sorunların çözülmesinde yatış pozisyonu çok önemlidir. Uyku pozisyonu bebeğin rahat uykuya dalabildiği ve
uyumayı sürdürebildiği biçimde olmalıdır. Bebeğin yan yatırılması kusmuğunu yutmaması için de daha uygun
olabilir. Böylece boğulma gibi kazalar da önlenmiş olur.
Bebekler bir yaşına gelinceye kadar,
özellikle ilk üç ayda geceleri daha sık
uyanır çünkü karınları acıkır. Karnı doyan
bebek hemen uykusuna geri döner.
Bebekler dördüncü aydan sonra geceleri
beslenmek için hiç uyanmayabilir.
Bazen de bir-iki kez meme emmek için
uyanabilir ancak kısa sürede uykuya
dalarlar. Bu dönem, annenin de uykuya
doyduğu huzurlu günlerdir.
Tam işler düzeldi, bebek uyuyor artık
derken sekizinci ve dokuzuncu aylarda
bebeklerin büyük bölümünde geceleri
bir huzursuzlanma dönemi başlar. Bu
durumun nedeni bebeğin kendisine
bakan kişiden ya da kişilerden ayrı
düşme kaygısını yaşamaya başlamasıdır. Bu dönemde bebeği daha çok kucakta tutmak, tensel teması artırmak
gerekir. Bebekle konuşmak, evin içinde herhangi bir odaya dahi giderken yumuşak bir sesle durumu ona anlatmak
yararlı olacaktır.
Bebekleri geceleri uyumayan anneler, çocukların yataktaki hareketlerine çok duyarlıdır. Bebek kıpırdasa hemen
yanlarına koşup onu kucaklarına alırlar. Bebeğin kıpırdaması, sesler çıkarması ve ağlaması hafif uyku
döneminde olur. Bu süreçte çocuğu kucağınıza alırsanız derin uykuya geçemez. Bebeğin uykuya dalması
için müziği, baş ucundaki bir oyuncağı kullanmak yeterli olacaktır. Bebek huzursuzlandığında yanında
olduğunuzu ona hissettirin. Yumuşak dokunuşlarla sırtını okşayın. Ancak görme alanında olmamaya
özen gösterin. Mırıldanacağınız bir ninni ve dokunuşlarınız yeniden uykuya dalmasını kolaylaştıracaktır.
UYKU VAKTİ: MIŞIL MIŞIL MI YOKSA…
A. Şebnem Soysal Acar, Psikolog
Çocuğumuzu uyutabilmek için pek çoğumuz, önce çevreyi her türlü sesten yalıtır, yapay bir düzenek kurarız.
İğne atsan duyulacak türde bir ortamda uyumaya alışan bir çocuk büyüdükçe yaşamdaki seslerin çeşitlenmesine
kolayca uyum sağlayabilir mi sizce? Uyumak için sesten yalıtılmış bir ortama gerek yoktur. Çünkü dünya çok sesli bir
yerdir. Bulunduğumuz ortamı sesten arındırdığımızda çocuğumuzu dünyaya ilişkin en önemli bilgi kaynaklarından
birinden mahrum bıraktığımızı unutmayalım.
Bebeğinizin rahatça uykuya dalması
için odayı aydınlatmaya gerek
yoktur. Çünkü bebek karanlıkta
korkmayı deneyimlememiştir. Çocuk
büyüdükçe uyanma nedeni tuvalet
ihtiyacını giderme, korkulu bir
rüya görme ya da hastalık olabilir.
Çocuğunuz büyüdükçe tuvalete
rahatça gidebilmesi, ev kazalarından
korunması ve istediğinde rahatça
anne-babasının yanına gelebilmesi
için uyuduğu odanın loş bir ışıkla
aydınlatılması gerekebilir.
Çocuğunuz iki yaşına yaklaştıkça
uykuda dokunabileceği bir nesneye ihtiyaç duyar. Kimi çocuk annesinin saçını, kulağını okşamadan uykuya geçmeyi
reddeder. İşte bu durumda çocuğun bir uyku arkadaşına ihtiyacı vardır. Genelde bu dönemdeki uyku arkadaşları
yumuşak bir battaniye, anne-babaya ait bir eşya, emzik ya da tüylü yumuşak bir oyuncak olabilir. Uykuya geçiş
için kullanılan bu eşyalar, özellikle örtü ve emzik, bir dönem sonra anne-babaların bıraktırmada sorun yaşadıkları
nesnelere dönüşebilir. Burada çocuğun ihtiyaçlarına duyarlı olunması önemlidir. Çocuk eğer bir konuda ısrarcıysa,
orada doyurulmamış bir ihtiyacı var demektir.
Çocuğunuz üç yaşına geldikten sonra belli bir yatma saati belirlememizde fayda vardır. Eve gelir gelmez
çocuğumuza uykuyu hatırlatacak kıyafetleri giydirmekten kaçınalım. Uyku saatini 15 dakika öncesinden hatırlatalım.
Çocuğunuzun oyun, televizyon izlemek gibi nedenlerle uykuyu ötelemesinin önüne bu sayede geçilebilir. Böylece
çocuğunuz zamanını kullanmayı ve yeni bir etkinliğe geçmemeyi de öğrenecektir. Uyku öncesi alışılageldik
davranışları sıraya koyalım. Hangi masal okunacaksa birlikte karar verelim. Okunacak kitabı seçme süresini çok
uzun tutmayalım. Uzunluğuna göre bir ya da iki masal okuyalım. Mutlaka aynı odada ve aynı yatakta uyuması için
çocuğunuzu teşvik edin. Yatma vakti çocuk için güzel bir zaman dilimidir. Onu uyutan kişiyle günü değerlendirme,
dertleşme, masal okuma ya da hikâye dinleme için ayrılmış özgün bir saattir. Bu nedenle çocuğunuzu yatırmadan
önce yarım saat özel bir şeyler yapmak için ayırın. Ancak bunların hareketli aktiviteler olmamasına özen gösterelim.
İyi uykular, tatlı rüyalar…
DERNEĞiMiZDEN;
Eylül-Kasım 2012 tarihleri arasında BAYINDIR TIP MERKEZİ’nin desteğiyle “Çocuk Sağlığı ve Gelişimi Tarama
Projesi” yürütüldü. Proje kapsamında Ankara’daki ilkokul birinci sınıf çocuklarının bedensel muayeneleri, görme
muayenesi ve gelişimsel taramaları yapıldı. Projeye destek veren başta Ankara BAYINDIR TIP MERKEZİ olmak üzere;
DR. AYSUN İDİL VE EKİBİ, DR. DENİZ YILMAZ, AYŞE VURAL, BANU ERGÜNAL, MERVE ÖZBAL, CEMİL ÖZAL VE PROJE
GÖNÜLLÜLERİNE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ.
Yönetim Kurulu ve üyelerimiz ile 16-19 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul’da düzenlenen
24th EACD Annual Meeting toplantısındaydık.
12-13 Ekim ve 03-04 Kasım 2012 tarihlerinde DENVER II Gelişimsel Tarama Testi Sertifika Programları
düzenlendi. Türkiye’nin çeşitli illerinden Çocuk Gelişim Uzmanları, Hekimler, Fizyoterapistler, Okulöncesi
Öğretmenleri, Özel Eğitimciler ve Psikologlar katıldı.
Yeni dönem “GÇN Derneği / Aylık Eğitim Toplantıları” başladı. 23 Kasım 2012, Cuma günü düzenlenen
“0-1 yaşta fizyoterapi yaklaşımlarına güncel bakış” konulu dersin konuşmacısı
Prof. Dr. Mintaze Kerem Günel idi.
Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği Çocuk Gelişimi Değerlendirme ve Danışma Merkezi Ankara öncelikli olmak
üzere farklı illerden gelen ailelere çocuk gelişimi, erken girişim, anne-babalık becerileri ve gelişimsel sorunlar
konusunda bireysel danışmanlık hizmeti yürütmektedir. Telefonla danışmanlarımızdan randevu alabilirsiniz.
GELİŞİMSEL ÇOCUK NÖROLOJİSİ DERNEĞİ
Tunalı Hilmi Caddesi Buğday Sokak Kozlar İş Hanı 2. kat 6/34 KAVAKLIDERE/ANKARA
Tel: 0312 427 50 57 - E-posta: [email protected]
www.gcn.org.tr