Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 13 - Edebiyat Fakültesi

Transkript

Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 13 - Edebiyat Fakültesi
TARİH
E N S T İ TÜ SÜ
XIII
DERGİSİ
Tarih Araştırma Merkezi Müdürü
P rof. D r. M übahat S. K ütükoğlu
Yayın Kurulu :
Prof. Dr. Oktay Akşit — Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu
Prof. Dr. Erdoğan Merçil — Doç. Dr. Taner Tarhan
Doç. Dr. İsmet Miroğlu
A dres :
İstanbul Ü niversitesi
E debiyat Fakültesi,
Tarih A raştırm a M erkezi - İS T A N B U L .
S a y ı: 13
Sene : 1983 - 1987
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH ENSTİTÜSÜ
DERGİSİ
Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOÖLU
HATIRA
SAYISI
E D E B İY A T F A K Ü L T E S İ B A S IM E V İ
İS T A N B U L — 1987
Tarih Enstitüsü D ergisinin bu sayısı,
ömrünü Türk Tarihi araştırma ve
öğretim ine hasr eden merhum
Prof. Dr. İbrahim KAFES OĞLU’nun
aziz hatırasına ithaf edilmiştir.
i
!
İÇİNDEKİLER
Abdülkadir Donuk
Prof. Dr. İbrahim. Kafesoğlu’nun Ha­
yatı ve E serleri..................................
1
Semavi Eyice
Ay-Yıldız’m Tarihi H akkında
31
Mahmut Arslan
İslâm/da D evlet Düşüncesi ve Kutadgu-Bilig ..............................................
67
Nadir Devlet
İdil-UraVda İslâmiyet’in Durumu ...
109
Erdoğan Merçil
Simcûrîler V -E bu’l-Easım b. Ebu’l
Haşan Simcûrî ..................................
123
Yusuf Derviş Gavanime El-Efdal b. Bedrü’l-Cemâlî ve Birinci
(gev. A. Özaydm)
Haçlı Seferindeki Rolü ....................
139
Gülçin Çandarlıoğlu
Abdülkadir Donuk
Tuncer Baykara
Feridun M. Emeeen
İlhan Şahin
Ming Devri Orta-Asya Çin Münase­
betleri Hakkında Bir Kaynak Eser
Gh’ en Gh’ eng Seyahatnamesi Hak­
kında Bir Kaç Söz ..........................
155
Oğuz Kağan Destanında Yanlış Yo­
rumlanan Bir Terim : Üleştirmek mi?
İliştirm ek m i? ..................................
161
İzmir Câmii’ne A it Bir Kitabe ve
Tahlili ..................................................
169
Manisa Muradiye Camii İnşâsına
D â ir......................................................
177
Osmanlı Devrinde Konar-Göçer A şi­
retlerin İsim Almalarına Dâir Bâzı
Mülâhazalar ......................................
195
VIII
Mehmet îpşirli
Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi .......
209
Nezihi Aykut
OsmanZı Imparatorluğünda
Tecdidleri ..........................
257
Sikke
Abdülkadir Özcan
Daltaban Mustafa Paşa ...................
299
Ahmet Ağırakça
Müneccimbaşı Ahmed Dede E fendi
nin Tarihi GâmVü’dL-Düvel Dışında
Kalan ve İstanbul Kütüphanelerinde
Bulunan Bazı Yazma Eserlerinin
Tavsifleri ...........................................
335
Cihan Okuyucu
Mustafa Cinânî ve «Bedâyi’ü’l-Âsâr»ı
351
Kemal Beydilli
İlk Mühendislerimizden Seyyid Mus­
tafa ve Nizâm-ı Gedîd’e Dair Risalesi
387
1826 Düzenlemesinden Sonra İzmir
Ihtisab Nezâreti ..............................
481
Binbaşı Ismâil Hakkı Bey3in Kâşgar’a Dâir Eseri ..............................
521
Balkanlarda Rus Yayılması, Gazi
Osman Paşa ve Plevne Müdâfaası ...
551
ihtilâlci Ermeniler’in «Kaza ihtilâl
Teşkilâtı» Talimatnamesi ...............
577
<
i
Mübahat S. Kütükoğlu
Yusuf Halaçoğlu
Mehmet Saray
Ali Ihsan Gencer
KİTABİYÂT
Kemal Beydilli
Hans Georg Majer, Dos osmanische
«Registerbuch der Beschwerden»
(Şikâyet D efteri) vom Jahre 1675.
68+450 S. Verlag der Österreiehi
sehen Akademie der Wissenschaften.
Wien 1984 ..........................................
607
IX
Feridun M. Emecen
Mücteba İlgürel
Mübahat S. Kütükoğlu
Mahir Aydın
Anton C. Sehaendlinger, Die Sch­
reiben Suleymans des Prächtigen an
Vasallen, Militärbeamte, Beamte und
Richter, aus dem Haus-, Hof-und
Staatsarchiv zu Wien, Teil 2, Viyana
1986, I (XXVm +84s.) TL (48 s.) ...
611
Ismail Erünsal, A. Yaşar Ocak (ha­
zırlayanlar) , M enâkıbül-Kudsiyye fî
Menâsîbi’ l-Ünsiyye (Baba Ilyas-% Horasânî ve Sülâlesinin Menkabem Ta­
rih i), İstanbul 1984, İ. Ü. Edebiyat
Fakültesi Yayınları, No. 3223, X C +
188 s......................................................
614
Suraiya Faroqhi, Towns and Towns­
men o f Ottoman Anatolia. Trade,
Crafts and Food Production in an
Urban Setting, 1520-1650. Cambridge
University Press, GB 1#84, XIV +
425 s., 21 harita, 50 tablo ...............
615
Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğünda Dağlı İsyanları (1791-1808),
Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Yayınları No:
344, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Basımevi, Ankara 1983, 171 sahife,
vesikalar, dipnotlar, dizin, 32 foto­
kopi ve 1 harita ..............................
618
Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOÖLU
(1914-1984)
Prof. Dr. IBRAHIM KAFESOĞLU’NUN HAYATI
V E ESERLERİ
Abdülkadir Donuk,
Türk tarih ve kültürünün yorulmam araştırıcısı, büyük âlim,
Kafesoğlu hoca 18 Ağustos 1984 cumartesi günü aramızdan ayrıla­
rak ebedî âleme intikal etmiştir. 70 yaşında Hak’ın rahmetine ka­
vuşan ve ömrünün 40 yılından fazlasmı Türk tarihine hasreden bu
mümtaz, saygıdeğer hocamızı kayb etmenin üzüntüsü içerisindeyiz.
Güney-batı Anadolu’da, Burdur iline bağlı, Tefenni kasabasın­
da h. 1329 (1914 Ocak ayının 2. ya n sı)’da doğan Halil İbrahim’in
babası Recep, anası Hatice adlarını taşır. Kasabanın bir semtini
isimlendirecek kadar kalabalık «Kafesler» âilesinden Recep’in I. Ci­
han Savaşında Erzurum cephesinde şehit düşmesi üzerine İbrahim,
dedesi, herkesin «Koca-baba» dediği Hacı Mehmed Ağa’nm yanmda
Tefenni ilkokulunu bitirmiş (1926), sınıflannı hep birincilikle geç­
tiği için kendisini çok seven ve aziz hâtırası Kafesoğlu’nun gönlün­
de daima muhafaza edilen hocası M. Emin Bey’in ısrarı ile, o tarih­
lerde bölgeye en yakm meslek okulu durumundaki İzmir Muallim
Mektebi’ne gönderilmiştir. Vatanperver bir Türkçe hocasının yeni
Türkiye sathına yayılacak genç öğretmen adaylarına tarihî Türk
büyüklerinin adlarını vermesi ve Ziya Gökalp’ten manzumeler ezber­
letmesi neticesinde, ruhunda uyanan millet sevgisi ile, oradan me­
zun olduktan (1932) sonra Afyon vilâyetinde göreve başlayan ve ilk
askerliği yıllarında çıkarılan soyadı kanunu (1934) gereğine uya­
rak, şüphesiz derin ilgi duyduğu Türk tarihinin tesiri üe, önce, eski
Türk unvanı Tanju (doğrusu Tan-hu) tâbirini soyadı seçmişken (ki
böyle çeşitli soyadları almaları yüzünden «Kafesler» topluluğu 4’e
bölünmüştür), bir müddet sonra doğum yerindeki resmî nüfus ka­
yıtlarını dikkate alan mahkeme karan ile gerçek âile ismi soyadı
A BDÜLKAD İR DONUK
olarak tescil edilen İbrahim Kafesoğlu, 1936’da girdiği Ankara Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Hungarolo.ji (Prof. L. Râsonyi),
Ortaçağ Tarihi (Prof. F. Köprülü) ve Türk Dili (Prof. Abdülkadir
İnan) bilim dallarından yüksek tahsilini tamamlamış (1940), aynı
Fakültede «İlmî yardımcı» iken çağrıldığı ikinci askerlik hizmetin­
den (1941-1943 Haziran) terhisini müteakip, Asya Türk tarih ve
kültürü konularında doktora yapmak üzere, devlet hesabına, Buda­
peşte Üniversitesine gönderilmiştir, ü . Dünya Savaşının iyice şid­
detlendiği devreye rastlayan o sene, Macaristan’a yapılan aralıksız
hava hücumları öğretimi felce uğrattığı için, A. Alföldi, Gy. Nemeth,
L. Iigeti gibi ünlü Türkiyatçılarm derslerine ancak 2 sömestre
(1943-1944 kışı) devam edebilen Kafesoğlu, hava bombardımanları,
sokak çarpışmaları, açlık, aylarca ışıksız-susuz bodrumlarda otur­
mak vb., gibi muharebenin dehşet verici sahnelerini yaşadıktan ve
şehri ele geçiren Rus kuvvetlerinin elinden birkaç kere, firar ederek
kurtulduktan sonra 1945 Nisanı başmda, Türk elçilik mensuplan
arasında, yurda dönmüştür.
Kısa bir müddet Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde çalışan
İbrahim Kafesoğlu aynı yıl (1945) yaz aylarında Eğitimcilerden
merhum H. Akverdi, Müzeler ve Eski Eserler genel müdürlerinden
sayın Dr. H, Zübeyir Koşay’m yardımları ve o zamanki dekan rah­
metli Ord. Prof. H. Ongunsu’nun iyi niyeti ile İstanbul Edebiyat Fa­
kültesinde Ortaçağ Tarihi asistanlığına tâyin edildi. Kürsü-başkanı
merhum Prof. M. H. Ymanç daha çok Selçuklu devri ile meşgul ol­
duğu için, Türk tarihinin İslâm devresi üzerinde çalışmak durumu­
na giren Kafesoğlu da Büyük Selçuklu sultanı Melikşah hakkında
hazırladığı monografik tez ile «D oktor» pâyesini kazandı (1949) ye
sonra yine adı geçen kürsüde «Harezmşahlar Devleti Tarihi» adlı ça­
lışması üe «D oçent» oldu (eylemlilik tarihi 1953 başları). Bu arada
İlmî dergilere eser tanıtmaları ve İslâm Ansiklopedisine maddeler
yazıyordu. 1957’de Erzurum Atatürk Üniversitesinde Tarih hocası
olarak ilk vazife alan ve 16 Kasım 1957’de bu Üniversitenin açılış
dersini veren Kafesoğlu 1959 Ekim ayında, aynı Üniversiteye o sıra­
da yürürlükteki Üniversiteler kanununa uygun işlemler sonunda, fa­
kat «ek görev» olarak Umumî Türk Tarihi profesörü tâyin edilmiş
ise de, aslî vazifesinin devam ettiği İstanbul Edebiyat Fakültesinde
«kadro» yokluğu ileri sürülerek bu profesörlüğün İstanbul Üniver­
K A F E S O G L U ’N U N
h a ya ti ve
eserleri
3
sitesi için geçerli olmadığı beyan edildiğinden, Kafesoğlu, ancak Erzurumdan döndükten sonra, aynı işlemler 2. defa tekrarlanarak,
Edebiyat Fakültesi Umumî Türk Tarihi profesörlüğüne getirildi
(Yüksek tasdik tarihi, Nisan 1962). Kürsüde Ord. Prof. Dr. Z. V.
Togan ie birlikte çalışan Kafesoğlu, adı geçen profesörün ölümünden
(1970) itibaren, yaş haddi dolayısiyle emekliye ayrıldığı Ocak 1983’e
kadar Umumî Türk Tarihi Kürsüsü başkanlığını yaptı. Bu esnada
İlmî araştırmalarım islâmiyetten önceki Türk kültür meseleleri üze­
rinde yoğunlaştırmış bulunuyordu. Zira, ona göre, Türk tarih ve me­
deniyetini bütün hâlinde kavrayabilmek için bu devrenin iyi bilin­
mesine kesin ihtiyaç vardı.
1958, 1968 ve 1972 yıllarında incelemeler yapmak maksadiyle
Fransa ve İngiltere’de: Paris, Londra, Oxford, Cambridge şehirle­
rine giden merhum hocam Kafesoğlu, 1956’da «Dünya Öğretmen
Teşekkülleri Konfederasyonu»nun Frankfurt’daki kongresine katıl­
mış ve 1965’de Danimarka'nın Helsingör şehrinde toplanan Avrupa
Konseyi devletlerinin «Orta dereceli okullarda, tarih kitapları» se­
minerinde Türkiye’yi temsil etmiş, ayrıca 1974’de Sofya’da tertip­
lenen Türkiye-Rulgaristan kültür ilişkilerini tanzim hey’etinde Millî
Eğitim Bakanlığı adına hazır bulunmuştur. Ayrıca yurt içinde ve
yurt dışında tertip edilen kongrelere orijinal tebliğlerle iştirak et­
miştir.
Prof. Kafesoğlu 1954-1955’lerde İstanbul Enstitüsü Tarih Bö­
lümü başkanı olmuş, Kültür Bakanlıklarının çeşitli devrelerinde «İs­
tişare Kurulu» üyeliği yapmış, «1000 Temel Eser» hey’etinde vazife
almış, 1962-1967 ve 1977-1981 seneleri arasında Islâm Ansiklopedisi
redaksiyon hey’eti üyesi sıfatiyle çalışmış, 1967-1968 yıllarında da,
ek görev olarak, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu müdürlüğünü
üstlenmiş; Türkiyat, Islâm Tetkikleri, Şarkiyat, Tarih Araştırma­
ları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüleri ve 1983’ten itibaren de
Türk Tarih Kurumu üyeliklerinde bulunmuştur.
İngilizce, Fransızca, Almanca, Macarca’ya, Arap ve Fars dille­
rine vâkıf olan Kafesoğlu’nun tercüme ve te’lif kitapları dışmda
Türkiyat Mecmuası, Islâm Ansiklopedisi, Tarih Dergisi, Tarih Ens­
titüsü Dergisi, Cultura Turcica, Türk Kültürü Araştırmaları, İstan­
bul Enstitüsü Dergisi, Belleten, Bilgi, Türk Yurdu, İstanbul ve bil­
hassa Türk Kültürü dergilerinde ve diğer çeşitli mecmua ve gazete­
4
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
lerde (Tercüman, Yeni Düşünce) kültür ve milliyetçilik konusunda
birçok yazısı yayınlanmış, bunlar arasında bazı kitap ve makale­
leri yabancı dillere çevrilmiştir.
Meslekî çalışmaları dışında sosyal sahada da faaliyet göstermiş
olan Kafesoğlu Türkiye Muallimler Birliği başkanlığı (1956-1957),
Milliyetçi Öğretmenler Sendikası Genel başkanlığı (1964-1968), İs­
tanbul Milliyetçi Öğretmenler Birliği başkanlığı (1964-1970) yap­
mış ; İstanbul (eski Halk evinde, Türkiye Muallimler Birliğinde, Mil­
liyetçi Öğretmenler Birliğinde, Türk Kültür Derneğinde, Aydınlar
Ocağında, Kubbe Altında, Türk Edebiyatı Vakfında, Yüksek Öğret­
men Okulunda ve diğer bazı yüksek okullarda)’da ve Türkiye’nin
muhtelif il (Edirne, Kırklareli, Bursa, Babaeski, Tekirdağ, Konya,
Erzurum, Ankara, Adapazarı ve Van) ve ilçelerinde İlmî ve halk
için Türk kültür ve medeniyeti konularında konferanslar vermiş;
Sultanahmet ve Taksim meydanlarında halka açık konuşmalar yap­
mış; 1967’de (10-11 Şubat) İstanbul’da toplanan ve yurttaki bütün
milliyetçi kuruluşlar temsilcilerinin katıldığı I, Milliyetçiler Büyük
Kurultayına başkanlık etmiş, 1969’da (9-10 Mayıs) yine İstanbul’da
düzenlenen ve 70 civarında tanınmış iüm ve fikir adamının çeşitli
konulardaki tebliğleri ile iştirak ettikleri «Milliyetçiler İlmî Semi­
n erin i yürütmüştür. Bunlara ilâveten YAYKUR münasebetiyle 12
televizyon ve 9 radyo konuşması yapmıştır. Kafesoğlu, aynı zaman­
da, çağdaş Türk milliyetçilik hareketinin destekleyicisi bir kuruluş
olarak memleketimizde önemli işler başardığı bilinen «Aydınlar
Ocağı»mn da kurucu üyesi ve ilk başkamdir (1970-1974).
Bu sosyal ve kültürel faaliyetlerinden dolayı Prof. Kafesoğlu
Aydınlar Ocağı’nm Sheraton oteli salonlarında tertiplediği özel bir
törende, kendisine «Üstün Hizmet Armağam» sunulmak suretiyle
taltif edilmiştir. Bu törende gerek Ocak başkanı sayın Prof. S. Tuğ
tarafından yapılan konuşma, gerek «İbrahim Kafesoğlu, bugüne 'ka­
dar gelip geçm iş bilginler arasında belki de, Türklüğü, bilhassa eski
kültür ve medeniyetimizi en iyi bilen Türk’tür» diyerek sözlerine
başlayan Prof. M. Ergin’in Kafesoğlu’nu, milliyetçilik fikriyatım iş­
lemek açısından ancak Ziya Gökalp ile, İlmî çalışmalar bakımından
da Prof. F. Köprülü ile karşılaştırılabilecek değerde bulduğunu be­
yan etmesi, takdir duygularının izharına yol açmıştır (6 Şubat 1982).
K A F E S O Ğ L U ’N U N
h a ya ti
VE ESERLERİ
5
Daha önceki bir tarihte de (1978, Mayıs) İstanbul Sheraton
otelinde, Türkiye Millî Kültür Vakfınca tertiplenen yine müzikli bir
toplantıda, Prof. Kafesoğlu’na, yazdığı «Türk Millî Kültürü, 1977»
adlı ilmî eseri dolayısiyle Vakf’ın «Büyük Armağanı» verilmişti.
37 yılı Edebiyat Fakültesinde geçmek üzere 40 yılı aşkın mes­
lek hayatının sonunda 1983 yılı başmda emekli’ye ayrılan Prof. Kafesoğlu için düzenlenen törenlerin en ihtişamlısı, şüphesiz, Fakülte­
nin 5 nolu geniş anfisinde, bütün eski ve yeni talebelerinin iştirakleri
ile yapılanı idi. Hocanın 20 senelik mesaî arkadaşı ve aynı zamanda
talebesi Prof. M. Kafah’nm içten bir konuşması ile açılan bu toplan­
tıda, başta Umumî Türk Tarihi Kürsüsü öğretim üyeleri (Kafesoğlu’nun eski talebeleri) olmak üzere, hâl-i hazır öğrenciler, her sınıf
ayrı ayrı şükranlarını bildirdikleri Hocalarına, çok değerli ve hepsi
de ithafiyeli hatıra-hediyeler sundular. Emekliliği münasebetiyle
(1983 başı) Tarih Bölümü Adına hocaya Prof. Dr. M. Kütükoğlu ta­
rafından bir plaket de takdim edilmiştir.
Ayrıca Boğaziçi Yayınevi müessesesi tarafından 25.H.1984 günü
Pera Palas oteli salonunda, kalabalık ve seçkin bir davetli kütlesi
huzurunda yapılan bir törenle Prof. Kafesoğlu’na 1983 yılı «Kültür
Büyük Ödülü» sunulmuştur. Törende Prof. S. Yalçın, Kafesoğlu’nun
Türk tarih ve kültürüne yaptığı hizmetlerin önemini belirtmiş ve
Hoca’nm toplumlunuzdaki nâdir ve müstesna insanlardan biri ol­
duğunu ifade etmiştir. Daha sonra Kafesoğlu’na mükafat plaketini
takdim eden Prof T. Banguoğlu konuşmasının başmda şunları söy­
lemiştir: «Kafesoğlu’nun eserlerini sayıp dökmek mümkün değildir.
Ama bir şaheseri vardır. Türk Millî Kültürü isimli, son neşrettiği
kitap. Bu kitapla Türk tarihine ışık tutmuş; Türk tarihinin ne ka­
dar derinlerden geldiğini ve nasıl bir medeniyet getirdiğini göster­
miştir...». Merhum hocam Kafesoğlu da cevabî konuşmasının giri­
şinde şu mânah sözleri ile tarihçilikte çizdiği yolu şöyle özetlemiş
idi: «Ben, küçükten beri tarihe meraklı bir insan olarak biliyorum
kendimi. Benim bir inancım vardı. Mensubu bulunduğum milletin
gerçekten yüksek kalitede, insanlığa değer getirm iş bir cem iyet, bir
topluluk olduğu inancı idi. Bu kanaatimin iki büyük besleyici kay­
nağı olmuştur. Bunlardan biri Ziya Gökalp’ tir. Çok şiirlerini ezber­
lemiştim vaktiyle. Ala Geyik hikâyesini şimdi bile okuyabilirim.
İkincisi de Gökalp’ ten sonra aynı izde yürüyen ve çok kuvvetli te­
6
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
sirleriyle yıkılmaz bir nesil yetiştiren merkum Nihal A tsızdır.
O’nun da çok tesiri altında kalmışımdır. Romanlarıyle, hikâyeleriy­
le. Yalnız, bu iki şahsiyetin bende uyandırdığı hayranlık yanında;
eksik taraflarını da sezmemiş değilim. Onu da açıkça itiraf edeyim.
H er ikisi, Türk M illiyetçiliği, Türk vatanperverliği sahasında ger­
çekten erişilmez iki doruk noktasıdır. Fakat, her ikisi de, bu mese­
lenin romantik tarafım ele almış ve işlemişlerdir. Ziya, GÖkalp, bil­
diğiniz gibi masal yazm ıştır, efsâne yazmıştır, destan yazm ıştır ve
gerçekten Türk milletinin direkt olarak ruhuna, kalbine hitap et­
miştir. O’nu tâki/p eden A tsız da,, biraz tarihle uğraşmakla beraber,
aslında bildiğiniz gibi şairdi, edebiyatçıydı. Beni doyurmayan ciheti
şuydu,: Ben istiyordum ki, bunlar bu romantik v e destanî plânda kal­
masın. E ğer inanıyorsak ki, Türk milleti gerçekten yüksek bir me­
deniyetin soM bidir; bunu biz kimsenin itiraz edem iyeceği tarihî
delillerle isbatlayalım. İşte ben, bu yola saptım. Onlardan farkım bu.
Ve, 25 yılımı verdim. Önce, yadcın olduğu için Selçuklu tarihiyle baş­
ladım ve hayranlıkla seyrettim ki, Selçuklu dem i gerçekten insan­
lığa yeni bir çağ açan büyük bir devir. Şimdi 15 yıl kadar bu mesele
üzerinde çalıştım. Fakat, ikinci bir eksiklik ortaya, çıktı. Peki, bu
Selçuklular nerden geldiler? Bunlar kimlerdi? Bunlara, bu büyük
medenî vasfı veren ataları nasıl insanlardı, neler yapıyorlardı? Hat­
tâ o kadar teferruatta, indim ki, günlük hayatları neydi, sabahleyin
kaçta kalkıp ne iş yapıyorlardı? Kadınları ne yapardı, erkekleri ne
yapardı? ve tabii, pek çok vesika, buldum. Son 25 yılım ı buraya
hasrettim ve gördüm ki, gerçekten gayri kabil-i m ukayese bir cemi­
yettir ve biz bu büyük cem iyetin torunlarıyız...».
Hoca’ya son olarak 7.IV.1984 tarihinde Millî Kültür Vakfınca
Sheraton otelinde tertip edilen bir törenle de «Türk Millî Kültürüne
Hizmet Şeref Armağanı» verilmiştir. Kafesoğlu’na armağanını Baş­
bakan Turgut Özal adına Devlet Bakanı Kâzım Oksay takdim et­
miştir. Toplantıda Prof. Dr. S. Tuğ’un bocayı tanıtma konuşmasın­
dan sonra söz alan Kafesoğlu, daba çok Türk-îslâm sentezi fikri
üzerindeki görüşlerini anlatmıştır.
Şahsiyetiyle, düşüncesiyle, davranışlarıyla, konuşmasıyla herke­
sin takdirini kazanmış olan ve kendinden sonra geleceklere örnek
olabilecek vasıflara sahip bulunan hocam, herşeyden önce Türk ol­
makla iftihar eder, mensubu bulunduğu milletin yükselmesi için de
K A F E S O Ğ L U ’NTJN H A Y A T I V E E S E R L E R İ
7
elinden gelen her gayreti gösterirdi. Çünkü, hocaya göre, Türkler
«efendi» ve «beylik gururu»na. sahip olan bir milletti. Türk’ü diğer
topluluklardan ayıran faziletleri de şöyle sıralardı: Türkler âdil, ko­
ruyucu, hürriyet âşığı, saygılı, töresine ve âdetlerine bağlı, misafir­
perver, kahraman, utangaç, öğünmekten ve öğütmekten hoşlanmaz,
namus ve iffetine düşkün, esir olmayı ve köle durumuna düşmeyi
sevmez, yalancılıktan şiddetle nefret eder, meşrûiyete hürmetkâr,
sükûneti sever, kargaşadan nefret eder vb... Hoca, bu karakterleri
ve ahlâkî vasıfları dolayısiyle de Türklerin hakka saygılı, doğruya
hürmetkâr olmalarını, «nizam a» bir cemiyet teşkil etmelerine bağ­
lardı. Ayrıca «nizamcı» olduğu için Türk’ün bütün işlerini hukukî
esaslara göre düzenlediğini ifade eden Kafesoğlu hoca, bu nizamcılığm faal hayattaki bir çok belirtilerini de şu şekilde izah etmiş idi:
«Türk verilen sözü namus garantisi sayardı, teşkilâtçılığa hayran­
dı, dünyada ilk devlet kurucu bir toyluluk idi, toylumda imtiyaz tanvrrmzda, sınıf fikrine yabancı idi, feodaliteyi redderdi, töre karşı­
sında bey ile sıradan bir kimse arasında fark gözetmezdi, herkes vic­
dan hürriyetine sahiyti v b ...». Hoca, bunların aynı zamanda, «Türk­
lerin her gittikleri yerde niçin kolayca devlet kurduklarını ve halk­
ça sevinçle karşılandıklarını da açıklar» kanaatinde idi.
Kafesoğlu’na göre, «adaletçi ve haktanır Türk, tabiatiyle, in­
sanları da severdi, onları incitmek istem ez, zulme karşı dururdu».
Bu itibarla Türk’ün diğer bir özelliğini de «gerçekçi» olmasına bağ­
lardı: «Hakikatleri görebilmesi, insanlara nasıl muamele edileceğini
hesaplaması, m illetleri idarede yabancı di/yarlarda kurduğu devlet­
lerde yeşin hükümlü, yâni doktrinci olmayıy, halkın genel istekle­
rine uygun bir usul yürütmesi, bu arada yalnız halkı tedirgin eden
uygulamaları (m eselâ, kölelik, derebeylik vb. gibi) ilga ediy toplu­
luğum, alışkın olduğu gelenek ve göreneklere karışmaması, hey ger­
çekçilik vasfının tecellileri idi».
Hoca, kendine has bir düşünce ve onun uygulanmasından ibaret
ahlâkî davranışları ile Türk’ün, diğer topluluklardan ayrılan bir baş­
ka vasfım da «maneviyatçı» olmasına bağlamakta idi: «İnançtan
arasında kâinatın tek bir ulu varlık ( Gök Tann) tarafından yaratıl­
dığı, bu kudretin benzeri olmayan, heryerde hâzır-nâzvr bulunan eyi
halleri mükâfatlandıran, kaadird, mutlak bir güc olduğu itikadı baş­
8
A B D Ü L K A D İR D O N U K '
ta geliyordu. Hattâ Türk'lerde hükümdarlık etm e yetkisi ile birlikte
idare kabiliyeti de (k u t) onun tarafından bağışlanmakta idi».
Kafesoğlu hoca kalbinde yaşattığı vatan ve millet sevgisini ye­
tiştirdiği binlerce öğrencisine aşılayan ve kaleme aldığı yazılarında
Türklük sevgisini işleyen ender kişilerden biri olarak temayüz et­
miştir. Nitekim ele aldığı konuları «his» ederek yazar, ama bunun
yanında da asla «hissî» olarak kalem oynatmazdı. Tarihî gerçekler
ne ise aynen verilmesini isterdi ve «Tarih tekerrür etmiyeceğine»
göre, geçmiş olaylar hakkında ne yerinmemiz ne de gocunmamız ge­
rekir derdi. Bunun yarımda, bazan o an vesika bulamadığı bir konu­
da tahmini olarak yazdığı bazı mes’elelerin daha sonra temin ettiği
kaynak mahiyetindeki eserlerde, kendi fikrini teyid edici notları
bulması hocayı çocuklar gibi sevindirir ve «demek ki y anılmamışım»
derdi. Buna mukabil, daha önceki tahmin ettiği hususların doğru
çıkmaması hâlinde de, ilk görüşünde ısrar etmez ve «vaktiyle böyle
düşünmüştüm ama doğrusu bu şekilde imiş» demek suretiyle açık
yüreklilik göstermekten kaçmmazdı. Bununla beraber, her zaman
rahmetle andığı hocası tanınmış türkolog F, Köprülü’den naklen,
talebelerine «bir tarihçi olarak, sonucunu bilmediğiniz bir konuda
kesin konuşmayın ve yazmayın» tavsiyesinde bulunurdu. Ancak, bu
gibi hâllerde cümlelerinizin sonunu şu şekillerde bağlayabilirsiniz
derdi: «Tahmin edilmektedir», «söylenmektedir», «görünmektedir»,
«ileri sürülmektedir» gibi. Bu şekilde sorumluluğu hem sizden önce
yazana bırakmış olursunuz, hem de bir noktada iştirak etmiş hissini
vermiş bulunursunuz derdi.
Hoca, kendisine tevdî edilen vazifeleri ciddiyetle ele alır ve za­
manında yerine getirirdi. Şimdiye kadar hiç bir dersini kaçırmadı­
ğına şahid olduğum hoca, bu yönleri ile de bizlere örnek olmuştur.
Hattâ 12 Eylül 1980 öncesinin o tehlikeli günlerinde dahi dersleri­
ne devam eden bir kaç kişiden biri idi.
Hoca, sadece ilim adamı olarak değil, aynı zamanda değerli gö­
rüşleri ile Türk fikir hayatına yön vermiş müstesna bir şahsiyet idi.
Türk milletinin lâyık olduğu şanlı ve şerefli mevkie yükselmesi hu­
susunda elinden gelen her gayreti gösterir, hattâ müstakbel tehli­
keleri zaman zaman devleti yöneten idarecilere ve umumî efkara bil­
direrek üzerine düşen vazifeyi yerine getirirdi. «Vatan, millet, dev­
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
9
let» üçgeni üzerinde âdeta titreyen hoca, hak bildiği yoldan asla ay­
rılmamış ve hiç bir zaman bu millî dâvalarda taviz vermemiştir.
Rahmetli hocam, sohbetlerinde, konferanslarında veya dersle­
rinde ele aldığı mevzuyu en ince noktasma kadar anlatır, sorulan
sualleri de en iyi şekilde cevaplandırırdı. Hemen herkesin ifade et­
tiği gibi, hocanın derslerinde heyecanlanmamak ve o eski tarihi gün­
lerin haşmetini his etmemek mümkün değildi.
Hocanın en büyük zevki çalışmak idi. Çalışınca kendimi çok
daha dinlenmiş his ediyorum derdi. Hasta yatağında dahi kendisini
birşeyler okurken görmek mümkün idi. Hoca, tarih ilminin ilk adımı
sayılan çok iyi bir «bibliyoğrafya.» bilgisine sahipti. Bunun için yurt
içinde ve yurt dışında neşredüen yayınları günü gününe tâkip eder
ve bunlardan faydalanırdı. Mesleğinde otoriter bir ilim adamı ola­
rak tanınması bu bibliyoğrafya bilgisinden ileri geliyordu. Ayrıca
tarihimizin ve kültürümüzün bilinmiyen ve yanlış anlaşılan nokta­
larını belgelere dayandırarak açıklığa kavuşturması Kafesoğlu’nun
Türk töresini, devlet kuruculuğunu bümesine bağlı idi.
Hoca, bir cümle kurabilmek için konuşmadan önce iyice düşün­
mek gerektiğini ihtar eden ve bu hususiyeti ile diğer dillerden ayrı­
lan Türkçe’yi daima özne + nesne + fiil tertibi ile çok iyi kullan­
masını bilirdi. Bu özelliği dolayısiyle de fikirlerini usta bir dilci gibi
ifade eder, okuyucuyu da sıkmazdı.
Kafesoğlu hoca, Tefenninin «tütüncüler» âüesinden Müzeyyen
hanım ile evlenmiş ve 2’si kız Ti oğlan 3 evlât sahibi olmuştur:
Cumhur, Gülnur ve Celâleddin.
ESERLERİ
İlmî hayatına daha asistanlık görevine başlamadan adım atan
Kafesoğlu, yazdığı kitap ve makalelerinde Türk tarihinin bilinmiyen
mes’elelerini ele almış idi. Türk tarih ve kültürünün iyi anlaşılması
için, araştırıcıların tarihimizi bir bütün olarak değerlendirmesini is­
terdi. Bu şekilde hareket edilmediği takdirde, çok önemli konularda
eksik ve hatalı sonuçların ortaya çıktığına dikkati çeken hoca, Türk
tarihinin Osmanlı devresi ile meşgul olanların Selçuklu ve îslâm ön­
10
A B D Ü L K A D İR D O N U K
cesi Türk tarih ve kültürünü de iyi bilmesi gerektiğine inanır, keza
tarihimizin başlangıç kısmı üzerinde çalışanların da bilhassa kültür
mevzuularında günümüze kadar meseleleri birbirine bağlayarak ge­
tirmesini arzu ederdi.
Kafesoğlu’nun çalışmalarmı iki ana noktada toplamak mümkün­
dür : 1 - İlmî dergilerde yayınlanan İlmî makale ve kitapları. 2 - Kül­
tür konularını ihtiva eden fikrî yazıları.
1 — İlmî hüviyeti: Mesleğinin ilk 15 yılını Selçuklu devri Türk
tarihi meselelerine hasreden Kafesoğlu, ömrünün son 25 yılından
fazlasını, talebeliğinden beri büyük merak duyduğu İslâmiyet öncesi
Türk tarih ve kültürü mevzuulanna vermiştir. Ele aldığı konuları
eldeki mevcut bütün kaynakların da yardımıyla bir terkib süzgecin­
den geçirerek değerlendirirdi. Bu itibarla Türk tarihinin ana mese­
leleri üzerindeki konuları gece-gündüz demeden bir mimar dehası ile
işleye işleye sağlam temeller üzerine binâ etmeye muvaffak olmuş­
tur. Bundan sonra araştırıcılara düşecek görev, kurulan bu binanın
eksik görülen taraflarını ikmâl etmeğe çalışmak olmalıdır.
Kafesoğlu, aşağı yukarı 4000 yıllık bir millet olarak kendimize
has bir millî kültürümüzün bulunduğunu ve «tarihilik» vasfı ile de
diğer milletlerin kültürlerinden üstün bir hüviyete sahip olduğu fik­
rinde idi. Bu noktadan hareket ederek hocanın Türk ilmine verdiği
emeği şöyle özetlemek mümkündür: Doğu Anadolu’ya 1015-1021 yıl­
ları arasında vuku bulan ilk Selçuklu akınım isbat etmiş;" Moğolla­
rın Türk oldukları iddiasını çürütmüş; ilk defa derli toplu bir Sel­
çuklular ile Harezmşahlar devleti tarihini ortaya çıkarmış; XII. asra
kadar Türklerin İstanbul muhasaralarım tesbit etmiş; «Türk» ve
«Türkmen» adının manasım, mâhiyetini belirtmiş; Batıhlardan ay­
nen aldığımız «Çağ sisteminin» Türk tarihine uymadığım izah ede­
rek, Üniversitelerimizde hâlen de tatbik edilen eğitim ve öğretimin
yanlış olduğunu ikaz etmiş ve Tarih öğretiminde yeni bir plân tek­
lif etmiş; Türk kültürü içerisinde «adâlet» ve «kanun» mevzuularmı
aydınlatması bakımından elimizde mevcut en kıymetli kaynak duru­
munda bulunan ve İslâm medeniyeti çevresindeki Türk toplulukları­
nın siyâsî-içtimaî bünyesini gözler önüne seren ve eski Türk gele­
neklerini de belirlemesi bakımından çok mühim bir devrin «aynası»
olarak kabul edilen Yusuf Has Hacib’in «Kutadgu-Bilig» adlı ese­
rini en mükemmel şekilde değerlendirmiş; şimdiye kadar doğru ola­
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
11
rak bilinen «eski Türklerin dini şamanizm idi» fikrinin yanlışlığını
göstermiş ve eski Türklerin «Gök Tanrı» itikadında olduklarını, kay­
nak eserlere istinad etmek suretiyle açıklığa kavuşturmuş; buna pa­
ralel olarak eski Türk Gök Tanrı inancı ile Islâm’ın İlâhî itikadları
arasındaki benzerlikleri tek tek tesbit etmiş; Selçuklu çağındaki İz­
mir Türk bey’inin adının «Çaka» değil de «Çakan» olması gerekti­
ğini belirtmiş; Anadolu Selçuklu devletinin hangi tarihte kurulduğu
keşmekeşine son vererek doğrusunu göstermiş; Cumhurbaşkanlığı
forsunda 16 yıldız ile simgelenen Türk devlet sayısının ve amblem­
lerinin eksik, hâtalı ve yanlış olduğunu her yerde haykırmış; Ata­
türk ilkelerini tarihî temeller üzerine oturtmuş; yanlış kullanılan
kültür kelimelerinden bazılarının (ulus, yasa, kurultay vb.) Türkçe
olmadıklarım göstermiş; en son yazdığı « Türk Millî Kültürü,» adlı
eseri ile de Türk kültürünün ölümsüzlüğünü belgelemiştir.
2 — Bilindiği üzere, İlmî çalışmaları yanında Kafesoğlu’nun
kültür mevzuulannı işleyen fikrî yazıları, memleketimizde birkaç
neslin yetişmesinde rehberlik vazifesi görmüş ve Hoea’yı da haklı
bir şöhretin doruğuna yükseltmiştir. Ülkemizde «milliyetçilik» fik­
rinin en büyük savunucusu idi. Türk milliyetçiliğinin İlmî esaslar
üzerine oturtularak, sistemleştirilip yaygınlaştırılması en büyük ar­
zularından biri olmuştur. Vaktiyle «Türk dilini konuyan, Türk seciye
ve ahlâkım yükselten, Türk düşüncesinin İlmî ve fikrî, edebî, felsefî
ve teknik sahalarda, imkânlarım zenginleştiren, islâm iyeti muhterem
tutan, dünya Türklüğünün istiklâl, hürriyet, refah ve saadeti için
çahşan insan» olarak tavsif ettiği Türk milliyetçisinin bu hususi­
yetlerini hocanın şahsında görmek, anlamak mümkün idi.
Kafesoğlu’nun sayısız eserleri içinde en önemli sırayı alan ma­
kaleleri hiç şüphesiz kültürümüzü yakından ilgilendiren eserleridir.
Bilhassa «Türk Kültürü» Dergisinde neşredilen yazıları ülke çapın­
da büyük alâka toplamış idi. Hattâ bu yazıların bir kısmı bir araya
getirilerek «Türk M illiyetçiliğinin M eseleleri» adı altında toplanmış
ve iki defa basılmıştır. Bugün her Türk milliyetçisinin rehberi saya­
bileceğimiz bu eser, millî kültüre yapılan en büyük hizmetlerden biri
olarak kabûl edilmektedir. Daha sonra bu konuları takviye edici ni­
teliğindeki yazılan da, ülkemiz üzerinde dolaşan karabulutları göz­
ler önüne sermesi bakımından dikkate değer ikaz mâhiyetindeki gö­
rüşlerini aksettirir.
ESERLERİ*
1943
— Türkçülüğüm, Tarihçesi, bk. L. Râsonyi, Dünya Tarihinde Türk­
lük, Ankara, 1942, s. 221-238.
1948
— Dünya Tarihinde Türklük, Millet Mecmuası, sayı 11, İstanbul,
1943, s. 348-350.
1945
— Ahlat, Akşam Gazetesi, 20 Ekim 1945.
1946
— Türk Tarihinde Mukaddes Yurd Telâkkisi, Cumhuriyet Gazetesi,
3 Ocak 1946.
— Gürcü Iddialarvmn Tarih Karşısında Muhakemesi, Jeopolitik, İs­
tanbul, 1946, s. 25-28.
— Ahlat Araştırma Enstitüsü, İş Mecmuası, XII, sayı 57, İstanbul,
1946, s. 5-9.
1949
— Ahlat Çevresinde 191f5 de Yapılan Tarihî ve A rkeolojik Tetkik
Seyahati Raporu, Tarih Dergisi, sayı 1, İstanbul, 1949, s. 167-
.
200
— Macaristan Tarihi (F. Eckhart’dan Macarcadan tere.), Ankara,
1949, Türk Tarih Kurumu Yayını, XIII + 316 s.
* işaretli m akaleler, P rof. Dr. İbrahim K a fesoğ lu ’nun B ilg i M ecm uasının
n eşriyat m üdürlüğünü fn len idare ettiği zam anlarda yazdığı, fa k a t im zası ye­
rine B ilgi im zasını kullandığı m akalelerdir.
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
13
1950
İbn Arabşah, ÎA, V /2, 1950, s. 698-701.
İbn Battuta, ÎA, V /2, 1950, s. 708-711.
İbn Dokrnak, İA, V /2, 1950, s. 723-721.
1951
Yıltavar TJnvam (K. Czegledy’den Macarcadan tere.), TM, IX,
İstanbul, 1951, s. 179-187.
/Kitap tanıtımı/, B, Szâsz, A Hûnok törtenete, A ttila nagykiraly,
TM, IX, İstanbul, 1951, s. 189-198.
1952
Kalkaşandi, İA, VI, 1952, s. 134-139.
Kansuh Ga/vri (ikmal), İA, VI, 1952, s. 162-165.
1953
Fetih ve Biz, Türkiye Dergisi, 30 Mayıs 1953.
Yıkılan İstanbul, Türkiye Dergisi, 20 Haziran 1953.
Bizim İstanbul, Türkiye Dergisi, 27 Haziran 1953.
Bir Mukayese, İstanbul Dergisi, sayı 2, Aralık, 1953, s. 18-19.
Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akım (1015-1021) ve Tarihî
Ehemmiyeti, F. Köprülü Armağanı, İstanbul, 1953, s. 259-274.
Türk Tarihinde MoğoUar v e Cengiz Meselesi, TD, sayı 8, 1953,
s. 105-136.
, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstan­
bul, 1953, İst. Üni. Ed. Fak. Yayınlan.
1954
Tarih 1951/, İstanbul Dergisi, sayı 4, Şubat, 1954, s. 5-6.
Hakikat Karşısında, İstanbul Dergisi, sayı 5, Mart, 1954, s. 16-17.
Türk Şiiri, İstanbul Dergisi, sayı 6, Nisan, 1954, s. 10-12.
Kavurd, İA, VI, 1954, s. 456-459.
14
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
— Türkiye ve CâmÂ-ül Ezher Medresesi, Türk Düşüncesi Mecmuası,
Nisan, I, sayı 5, 1954, s. 377-379.
— Remzi Oğuz Arık, Dünya Gazetesi, 10 Nisan 1954.
— Remzi Oğuz A rık İçin, İstanbul Dergisi, sayı 7, Mayıs, 1954, s. 12.
— Süleymaniye - Ayasofya, İstanbul Dergisi, sayı 7, Mayıs, 1954,
s. 18-19.
— Yıldönümü ( Dandanakan Savaşı); İstanbul Dergisi, sayı 8, Ha­
ziran, 1954, s. 20-21.
— Anadolu’nun Sesi, İstanbul Dergisi, sayı 9, Temmuz, 1954, s. 11-12.
-— İki 26 Ağustos, İstanbul Dergisi, sayı 10, Ağustos, 1954, s. 20-21.
— Gerçeklerimizden Biri, İstanbul Dergisi, sayı 11, Eylül, 1954,
s. 14-15.
— Bizim Üniversiteler, Bilgi, savı 89, Eylül, İstanbul, 1954, s. 14.
— Münevverin Vazifesi, İstanbul Dergisi, sayı 12, Ekim, 1954,
s. 17-18.
— Bir Devrin Tarihi, Prof. Ahm et A teş’in Yayınladığı Mevlid Mü­
nasebetiyle, İstanbul Dergisi, sayı 13, Kasım, 1954, s. 19-20.
— Cambazhane Arslanı, İstanbul Dergisi, sayı 14, Aralık, 1954, s.
16-17.
— Alâüddin Keykubat III., ÎA, VI, 1954, s. 662-663.
1955
:
,
— Millet Olma Yolunda, İstanbul Dergisi, II, sayı 1, Ocak, .1955,
s. 17-18.
— İmlâ Keşm ekeşi, Bilgi, sayı 94, Şubat, 1955, s. 7-8.
— Garplılaşmanın Neresindeyiz?, İstanbul Dergisi, n , sayı 3, Mart,
1955, s. 18-21.
— İki Çeşit M edeniyet Anlayışı, İstanbul Dergisi, ü , sayı 5, Mayıs,
1955, s. 20-21.
— Eski Türk Medeniyetinin Tarihi Rolü, İstanbul Dergisi, H, sayı
6, Haziran, 1955, s. 22-23.
— Tarih Üzerine Soruşturmalar (Anket), Yeni Ufuklar Mecmuası,
İstanbul, 1955, s. 9-11.
— Eski Türk Hukuku, İstanbul Dergisi, n, sayı 7, Temmuz, 1955,
s. 18-19.
K A F E S O Ğ L U ’NTJN H A Y A T I V E E S E R L E R İ
15
Fatih ve MiIM Birlik,, Türk Yurdu, sayı 246, Temmuz, 1955,
s. 28-30.
Yabancı Gözü ile Türk'ler, Türk Yürdu, sayı 247, Ağustos, 1955,
s. 99-101.
A tağa Bir «İlinç Yam t», Yeni Ufuklar Mecmuası, Ağustos, 1955,
s. 105.
Türk Kadrnı, İstanbul Dergisi, n , sayı 8, Ağustos, 1955, s. 11-12.
Türklerde Sanat, İstanbul Dergisi, II, sayı 9, Eylül, 1955, s. 14-16.
Eski Türklerde Şehir Hayatı, İstanbul Dergisi, ü , sayı 10, Ekim,
1955, s. 17-19.
Selçuklu TariMnin M eseleleri, Belleten, XIX, sayı 76, Ankara,
1955, s. 463-489.
Tuhaf Bir Zihniyet, Türk Yurdu, sayı 250, Kasım, 1955, s. 343345.
Eski Türklerde Yerleşik Hayat, İstanbul Dergisi, n , Kasım, 1955,
s. 11-13.
Eski Türklerde M iM yet Fikri, İstanbul Dergisi, İL sayı 12, Ara­
lık, 1955, s. 18-20.
İstanbul Enstitüsü Dergisi, Türk Yurdu, sayı 251, Aralık, 1955,
s. 421-423.
Kök-Börü, İA, VI, 1955, s, 885-892.
Kutbeddm Muhammed Harezmşah, İA, VI, 1955, s. 1048-1049.
Kuteybe (Tadil ve İkmâl), İA, VI, 1955, s. 1051-1052.
Kür Boga, İA, VI, 1955, s. 1084-1086.
Büyük Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülkfün Eseri. Siyâsetnâme ve
Türkçe Tercümesi, TM, XII, İstanbul, 1955, s. 231-256.
Selçuklu Ailesinin Menşei Hakkmda, İstanbul, 1955 (Kitap).
1956
Türk'ler v e Din, İstanbul Dergisi, III, sayı 1, Ocak, 1956, s. 15-16.
Türkler, MoğoTlar Ve Cengiz>in M illiyeti, Türk Yurdu, sayı 252,
Ocak, 1956, s. 505-508.
Niçin Bir Umumî Türk Tarihi Yazalamıyor (Anket), Galeri Der­
gisi, Şubat, 1956, s. 9-10.
A B D Ü L K A D İR D O N U K
Türkler ve İslâmlık, İstanbul Dergisi, HE. sayı 2, Şubat, 1956,
s. 22-23.
Cengiz Türk müdür?, Türk Yurdu, sayı 253, Şubat, 1956, s. 583586.
Gençlik Haklı, Yürk Yurdu, sayı 256, Mayıs, 1956, s. 829-830.
Türk Tarihinin Üç Büyük Şahsiyeti (Anket), Ocak Gazetesi, 4
Mayıs 1956,
Türk Tarihinde Laiklik, İstanbul Dergisi, HE, sayı 6, Haziran,
1956, s. 19-20.
Bir Açıklama (x), Bilgi, sayı 111-112, Haziran-Temmuz, 1956,
s. 3.
Türkiye Muallimler Birliği, Türkiye Öğretmen D em ekleri Midi
Federasyonu Kongresinde ( x ), Bilgi, sayı 111-112, HaziranTemmuz, 1956, s. 10-11.
İlim Ahlâkı, Türk Yurdu, Temmuz, sayı 258, 1956, s. 23-24.
Batı M edeniyeti ve Türkler, İstanbul Dergisi, HE, sayı 8, Ağus­
tos, 1956, s. 22-23.
Kongrelerimiz v e Matbuat (x ) , Bilgi, sayı 113-114, Ağustos-Eylül, 1956, s. 3, 20. '
Dünya Müzeler Haftası v e Türkiye Müzeleri (x ) , Bilgi, sayı 115,
Ekim, 1956, s. 3.
Atatürk İçin, Türk Yurdu, sayı 262, Kasım, 1956, s. 321-322.
Atatürk N e İstiyordu ? (x ), Bilgi, sayı 116, Kasım, 1956, s. 3.
Prof. A. Gabriel ve Türk Sanat Âbideleri, Bilgi, sayı 116, Kasım
1956, s, 7-8, 18.
Ölümünün 683. Yıldönümü Münasebetiyle Mevlâna Celâleddin (x ) ,
Bilgi, sayı 117, Aralık, 1956, s. 3.
Bir Tenkide Cevap (Fr.), Journal Asiatique, VUE, Paris, 1956,
s. 129-134.
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Dünya Tarihindeki Bolü, V.
Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1956, s. 267-278.
Kalkaşandî’nin Bilinmiyen Bir E seri: Meâsirü’ l-lnâfe, TD, sayı
11-12, İstanbul, 1956, s. 99-104.
Prof. Dr. B. Spuler’in Konferansları, TD, sayı 11-12, 1956, s. 230233.
K A F E S O G L U ’NTJN H A Y A T I V E E S E R L E R İ
17
Mahmud Gaznevî, ÎA, VII, 1956, s. 173-183 (Ayrıca Türk An­
siklopedisi, Cilt 23, Ankara, 1976, s. 175-180 de de yayınlanmış­
tır).
Malazgirt Muharebesi, İA, VII, 1956, s. 242-248.
Mecd-ul-Mülk Kum/mî, İA, VII, 1956, s. 432-433.
Harezmşahlar D evleti Tarihi (1092-1220), Ankara, 1956, 19842.
Türk Tarih Kurumu Yayınları no.
1957
İnkılâplarımız (x), Bilgi, sayı 118, Ocak, 1957, s. 3-4.
VI. Maarif Şûrası (x), Bilgi, sayı 120, Mart, 1957, s. 3.
11. Yıla Girerken (x), Bilgi, sayı 121, Nisan, 1957, s. 3.
Fatih ve Istahbul’ım Fethi (x ), Bilgi, sayı 122, Mayıs, 1957, s. 3.
Mülteci Macar Meslektaşlara Yardım (x ), Bilgi, sayı 123, Hazi­
ran, 1957, s. 3, 13.
Dün/ya öğretim M esleği Teşekkülleri Konfederasyonmıun VI.
Kongresi, Bilgi, sayı 126-127, Eylül-Ekim, 1957, s. 3, 6.
Ölümünün 300, Yıldönümü M ünasebetiyle: Kâtip Çelebi (x ) , Bil­
gi, sayı 128, Kasım, 1957, s. 3.
XII. Asra Kadar Türklerin İstanbul Muhasaraları, İstanbul
Enstitüsü Dergisi, IH, 1957, s. 1-16.
Melikşah, İA, VH, 1957, s. 665-673.
Türk'ler ve M edeniyet, İstanbul, 1957, İstanbul Yayınlan: no. 11,
104 s.
1958
Türkmen Adı Mânası ve Mahiyeti, J. Deny Armağanı, Ankara,
1958, s. 121-133 (Aynı yazı Kardaşkk Dergisi, Bağdad, sayı 7-8,
Kasım-Aralık, 1970, s. 18-19, sayı 9-10, Ocak-Şubat, 1971, s. 2325, sayı 11, Mart, 1971, s. 14-16’da da Türkçe eski harflerle ya­
yınlanmıştır) ,
A propos du nem Türkmen (Fr.), Oriens, IX, 1-2, Leiden, 1958,
s. 146-150.
Selçukun Oğulları v e Torunları, TM, XIH, İstanbul, 1958, s. 117130.
18
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
1959
— Türk M edeniyeti ve Batıya Tesirleri, Türk Yurdu, sayı 271, Mart,
1959 s. 20-22 (Aynı yazı ARMAĞAN 1958-1959 /Maarif Vekaleti
Yayını/, İstanbul, 1959, s. 103-111’de iktibas, edilmiştir). .
— Dünya Tarihinde İstanbul’un Fethi, Türk Yurdu, sayı 274, Hazi­
ran, 1959, s. 16-17.
— Arapların ve Türrklerin İstanbul Seferleri (İstanbul Maddesi içe­
risinde), İA, V /2, 1959, s. 1173-1180.
— Malazgirt Meydan Muharebesi, Türk Yurdu, sayı 276, Ağustos,
1959, s. 16-19.
— Selçuklular ve İslâm Dünyası, Türk Yurdu, sayı 279, Aralık, İ959,
s. 13-14.
— Malazgirt Meydan Muharebesi, Erzurum, 1959 (Kitap. Atatürk
Üniversitesi Yayını).
1960
— N e Kara K uvvet Ne Beyaz Taassup, Türk Yurdu, sayı 287, Ağus­
tos, 1960, s. 23-24.
— Orta Çağ Türk-lslâm Dünyasında İlim ve Batıya Tesirleri, Türk
Yurdu, sayı 290, Kasım, 1960, s. 17-21.
1962
— Bir Yıl Dönümü, Türk Kültürü, sayı 1, Kasım, 1962, s. 29-32.
— Tairihin Işığında Türk M illiyetçiliği, Türk Kültürü, sayı 2, Ara­
lık, 1962, s. 1-5.
— Nizâmü’ l-Mülk,tÎA, IX, 1962, s. 329-333.
— -Ali Şîr Nevaî Devri Tarihine Bir Bakış: A li Şîr Nevaî Ha/yatı,
Eserleri, İstanbul, 1962, s. 18-26 (Doğu Türkistan Göç. Gem.
. N eşri). ■
,
1963
— Rebîb-üd-Devle, İA, IX, 1963, s. 656-657.
— Tarihin Işığında Millet A tatürk Beraberliği, Türk Kültürü, sayı
4, Şubat, 1963, s. 1-4.
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
19
Kültür M illiyetçiliği, Türk Kültürü, sayı 5, Mart, 1963, s. 1-5.
Milliyetçiliğin Ya/rifaş Tefsirleri, Türk Kültürü, sayı 7, Mayıs,
1963, s. 1-5.
Bütün Türklük, Türk Kültürü, sayı 8, Haziran, 1963, s. 1-4.
Türk Dil Kurultayı Dolaytsiyle: Türkçenin Yamm, Türk Kültürü,
sayı 9, Temmuz, 1963, s. 1-3.
Büyük Dâvamız, Türk Kültürü, sayı 12, Ekim, 1963, s. 1-4.
Atatürk ve Atatürkçülük, Türk Kültürü, sayı 13, Kasım, 1963,
s. 5-8.
Tarih tim i ve Bizde Tarihçilik, TD, sayı 17-18, 1963, s. 1-16.
1964
Türk Milletinin M edeniyet Yola, Türk Kültürü, sayı. 15, Ocak,
1964, s. 1-5.
Kıbrıs Faciası ve Tarih, Türk Kültürü, sayı 16, Şubat, 1964,
s. 2-4.
Bir MUM Kültür Siyasetine İhtiyacımız Var rmdır ?, Türk Kül­
türü, sayı 18, Nisan, 1964, s. 3-6.
Millet Anlayışımız ve Azerbaycan, Türk Kültürü, sayı 19-, Mayls,
1964, s. 6-9.
Milliyetçiliğin İlmî Temelleri, Türk Kültürü, sayı 20, Haziran,
1964, s. 2-7.
Esaret ve İstiklâl, Türk Kültürü, sâyı 21, Temmuz, 1964, s. 3-5.
Türk Ordusu, Türk Kültürü, sayı 22, Ağustos, 1964, s. 7-10.
Ölümünün 40. Yıl Döniümü Münasebetiyle Ziya Gökalp, Türk
Kültürü, sayı 24, Ekim, 1964, s. 7-9.
Bir Türk Kültürü Yok mudur ?, Türk Kültürü, sayı 25, Kasım,
1964, s. 5-9.
1
Üniversite Tarih Öğreniminde Yeni Bir Plân, TD, sayı 19, 1964,
s. 1-14. (Diğer bir neşri için bk. «Türk Tarihinde Çağlar M esele­
si», Türk Kültürü, sayı 254, Haziran, 1984, s. 343-354).
Orta Çağm Türk Asıllı Tarihçileri: Aynî, Türk Kültürü Araştır­
maları, I, Sayı 1, Ankara, 1964, s. 54-58.
Orta Çağın Türk Asılh Tarihçileri: 2 Zehebî, Türk Kültürü Araş­
tırmaları, I, sayı 2, s. 191-196. (Aynı yazı Kardâşlık Dergisi,
A B D Ü L K A D İR D O N U K
Bağdad, sayı 12, Nisan, 1972, s. 1-3, 20’de Arapçaya tercüme
edilerek yayınlanmıştır)..
Solurlar (ikmâl), ÎA, X, 1964, s. 136-138.
1965
Türk Kültürünün Özellikleri, «Türklük Ülküsü/nün Yılmaz Mü­
dafii Merhum Reşîd Rahmeti Arattın Hâtırasına», Türk Kültürü,
sayı 27, Ocak, 1965, s. 41-44.
Bir Gençlik Meselemiz V ar: Gençlik Buhranı, Yeni İstanbul Ga­
zetesi, 30 Haziran 1965.
Bir Gençlik Meselemiz V ar: Gençlik Bühram, En Mühim Mesele,
Yeni İstanbul Gazetesi, 1 Temmuz 1965.
Türk Zaferleri, Türk Kültürü, sayı 34, Ağustos, 1965, s. 10-13.
(Aynı yazı Türk Kültürü, sayı 256, Ağustos 1984, s. 1-4 de tek­
rar yayınlanmıştır).
II. K ılıç Arslan Bizans’ı Nasıl Dize Getirdi, Hayat Tarih Mec­
muası, sayı 6, 1965, s. 13-17.
Millî Siyaset, Türk Kültürü, sayı 35, Eylül, 1965, s. 4-7.
Danimarka’da Topilana/n Tarih Kongresi, Türk Kültürü, sayı 36,
Ekim, 1965, s. 117-118.
Atatürkçülükte Tarihi Gerçek, Türk Kültürü, sayı 37, Kasım,
1965, s. 5-8. (Aynı yazı Gençlikte Hamle, sayı 114, Nisan, 1973,
s. 18-19, 34 ve tekrar Aynı Derginin sayı 140, Haziran, 1975,
s. 18-20’de iki defa daha yayınlanmıştır. Ayrıca önemine binaen
yeniden yayınlanmıştır, bk. Türk Kültürü, sayı 271, Kasım, 1985,
s. 2-5).
Sadaka (Sadaka B. Mamsûr), ÎA, X, 1965 (İkmâl), s. 24-25.
Selçuklular, İA. X, 1964-1965, s. 353-416.
/Kitap Tanıtımı/, Prof. Dr. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Islâm-Türk Medeniyeti, Ankara., 1965, bk. TD, sayı 20, 1965, s. 171188.
Millî Varlık ve Gayelerimiz Baknrmndan Türk Tarih v e Kültürü­
nün Ehemmiyeti, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Konferans­
lar, I, Ankara, 1965, s. 42-49.
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
21
Türkiye’de İlmin Millileşmesi Lâzımdır (Mülakat), Hayat Tarih
Mecmuası, sayı 7, Ağustos, 1965, s. 25-28.
Is there no Turkish Culture ?, Cultura Turcica, H, Ankara, 1965
(TKAE yayım), s, 131-136.
1966
D evlet Siyasetimizde M illiyetçilik, Türk Kültürü, sayı 39, Ocak,
1966, s. 1-4.
Türkiye’de MUM Eğitim ve M eseleleri, Türk Kültürü, sayı 40,
Şubat, 1966, s. 1-4.
Gençlik Meselesi, Türkiye’de Gençlik Buhranı, İstanbul, 1966,
s. 9-18 (M.T.T.B. Ed. Fak. Talebe Demeği Yayım).
19 Mayıs’m Işığında Türk Gençliğinin Vazifesi, Türk Kültürü,
sayı 43, Mayıs, 1966, s. 1-4.
Türk M illiyetçiliğinde Zafere Doğru, Türk Kültürü, sayı 44, Ha­
ziran, 1966, s. 10-12.
Türk M illiyetçiliğinin M eseleleri, Ankara, 1966, Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları, nr: 17, 208 s. (Genişletilmiş 2.
Baskı: 1000 Temel Eser. Nu: 22, İstanbul, 1970, 284 s.).
Kaybettiğim iz D eğer ve Hazin Bir Gerçek, Türk Kültürü, sayı
45, Temmuz, 1966, s. 8-10.
Türk Ordusunun Tarihi, Türk Kültürü, sayı 46, Ağustos, 1966,
s. 5-8.
Ziya Gökcdp’in Ebedi Hâtırasına «Türk M illiyetçiliği ve Türk
Dili», Türk Kültürü, sayı 48, Ekim, 1966, s. 5-8.
Hakikat Yolu, Türk Kültürü, sayı 49, Kasım, 1966, s. 5-9.
Selçuklu Tarihi M eselelerine Toylu Bir Bakış, Belleten, XXX/119,
1966, s. 467-479.
Tarihte «Türk» Adı, R.R. Arat İçin, Ankara, 1966, s. 306-319.
1967
M illiyetçilik ve İktisat, Türk Kültürü, sayı 51, Ocak, 1967, s. 1-6.
M illiyetçilik ve İdeoloji, Türk Kültürü, sayı 52, Şubat, 1967,
s. 1-7.
A B D Ü L/K A D İR D O N U K
Subaşı (Tâdil ve. ikm âl), ÎA, XL, 1967, s. 78-79.
M illiyetçilikte Şahsiyet, Türk Kültürü, sayı 54, Nisan, 1967, 1-4.
M illiyetçilikte ihtilâl Görüşü, Türk Kültürü, sayı 55 Mayıs, 1967,
s. 1-5.
Ne Diyarlar ? (röportaj), Millî Işık, sayı 1, Mayıs, 1967, s. 9-10.
Türk M illiyetçilik Nedir? Türk Kültürü, sayı 58, Ağustos, 1967,
s. 1-15.
Atatürk ve Türk D evleti, Türk Kültürü, sayı 61, Kasım, _1967,
s. 8-11,
1968
Türk Kültürünün Özellikleri, Millî Işık, sayı 12, Nisan, 1968,
s. 1-5,
Türkiye’de İlmi Millileştirme Mes’elesi, Türk Kültürü, sayı 65,
Mart, 1968, s. 2-5.
Türkiye’de Gençlik Buhranı, Türk Kültürü, sayı 72, Ekim, 1968,
s. 1-5,
Türk Genci Dikkat, TMTF. Açılış, 1968-1969.
1969
13. Milliyetçiler İlmî Seminerinin Açılış Konuşması :• Milliyetçi
Türkiyeye Doğru, İstanbul, 1969, s. 17-22.
Öğretmen Meselesi, Millî Işık, sayı 23, Mart, 1969, s. 30-31.
Türk Milleti ve Tarih İçindeki Yeri, Büyük Türkiye Mecmuası,
1969 (TMTF), s. 11-13.
Kültür Nedir ?, Türk Kültürü, sayı 77, Mart, 1969, s. 15-18.
Millî Kültürün Kudreti, Türk Kültürü, sayı 79, Mayıs, 1969, s. 1-4.
Ordumun Vazifesi, Türk Kültürü, sayı 82, Ağustos, 1969, s. 1-4.
Demokraside Soysuzlaşma ve M illiyetçilik, Türk Kültürü, sayı
85, Kasım, 1969, s. 11-14.
1970
Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’m Ardımdan, Millî Işık, sayı 40,
Ağustos, 1970, s. 16.
t.
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
23
— M illiyetçilik ve Aile, Türk Kültürü, sayı 88, Şubat, 1970, s. 1-3.
— Hümanizm ve M illiyetçilik, Türk Kültürü, sayı 89, Mart, 1970,
s. 1-5.
— Rahmetli Cafer Bey, Emel Mecmuası, Nisan, İstanbul, 1970, s. 13.
— Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, TED, sayı 1, 1970,
s. 1-38.
— Türkiye Vatammız, TMT Federasyonu Dergisi, Kasım, 1970.
— Türk Aydmlar Ocağının Açılış Konuşması, Millî Işık, sayı 44,
Aralık, 1970, s. 4.
1971
— Tekiş, Sihab al-Davla, İA, XH /1, 1971, s. 135.
— Tekiş, Ala al-Din M. Harizmşâh, ÎA, X H /1, 1971, s. 135-139.
— Türk Fütuhat F elsefesi v e Malazgirt Muharebesi, TED, sayı 2,
1971, s. 1-14,
— Fetih ve Fatih, Büyük Türkiye, sayı 14, Haziran, 1971, s. 10-11.
— îbn Dokmak, Türk Ansiklopedisi, XIX, 1971, s. 491.
—- îbn Arabşah, Türk Ansiklopedisi, XIX, 1971, s. 491-492..
1972
— Eski Türk Dini, TED, sayı 3, İstanbul, 1972, s. 1-34 (Aynı yazı
Kardaşlık Dergisi, Bağdad, sayı 7-8, Kasım-Aralık, 1973, s. 18-21,
sayı 9, Ocak, 1974, s, 24-25, sayı. 10-11, Şubat-Mart, 1974, s. 2526, sayı 12, Nisan, 1974, s. 24-25’de de Türkçe eski harflerle ya­
yınlanmıştır) .
— Selçuklu Tarihi, Kültür Müsteşarlığı Yaymı, Ankara, 1972,
189 s.
— el-Fikr el-lslâmî ve Avrupa Kubeyl en-Nahda, Kardaşlık Dergisi,
Bağdad, sayı 1-2, Mayıs-Haziran, 1972, s. 6-8.
1978
— Sultan Melihşah, Kültür Müsteşarlığı Yaymı, Ankara, 1973.
. (Kitap).
. '
— Türkiye’de Seçuklu Turi/ıçiZiği/Cumhuriyetin 50. Yılma Armağan
(Edebiyat Fakültesi), İstanbul, 1973, s. 83-92.
1
22
A B D Ü L K A D İR D O N U K
—• Subaşı (;Tâdil ve,İkmâl), İA, XI, 1967, s. 78-79.
— M illiyetçilikte Şahsiyet, Türk Kültürü, sayı 54, Nisan, 1967, 1-4.
— M illiyetçilikte İhtilâl Görüşü, Türk Kültürü, sayı 55 Mayıs, 1967,
s. 1-5.
— N e Diyarlar ? (röportaj), Millî Işık, sayı 1, Mayıs, 1967, s. 9-10.
— Türk M illiyetçilik Nedıir? Türk Kültürü, sayı 58, Ağustos, 1967,
s. 1-15.
— A tatü rk ve Türk Devleti, Türk Kültürü, sayı 61, Kasım,, 1967,
s. 8-11,
1968
— Türk Kültürünüm, Özellikleri, Millî Işık, sayı 12, Nisan, 1968,
s. 1-5,
— Türkiye’de timi M alileştirme Mes’elesi, Türk Kültürü, sayı 65,
Mart, 1968, s. 2-5.
— Türkiye’de Gençlik Buhranı, Türk Kültürü, sayı 72, Ekim, 1968,
s. 1-5,
— Türk Genci Dikkat, TMTF. Açılış, 1968-1969.
1969
— II. Müliyetçiler timi Seminerinin Açılış Konuşması î M illiyetçi
Türkiyeye Doğru, İstanbul, 1969, s. 17-22.
— Öğretmen Meselem, M illî Işık, sayı 23, Mart, 1969, s. 30-31.
— Türk Milleti ve Tarih İçindeki Yeri, Büyük Türkiye Mecmuası,
1969 (TMTF), s. 11-13.
— Kültür Nedir ?, Türk Kültürü, sayı 77, Mart, 1969, s. 15-18.
— Millî Kültürün Kudreti, Türk Kültürü, sayı 79, Mayıs, 1969, s. 1-4.
— Ordunun Vazifesi, Türk Kültürü, sayı 82, Ağustos, 1969, s. 1-4.
— Demokraside Soysuzlaşma ve M illiyetçilik, Türk Kültürü, sayı
85, Kasım, 1969, s. 11-14.
1970
— Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Ardmdan, Millî Işık, sayı 40,
Ağustos, 1970, s. 16.
K A F E S O & L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
23
M illiyetçilik v e Aile, Türk Kültürü, sayı 88, Şubat, 1970, s. 1-3.
Hümanizm ve M illiyetçilik, Türk Kültürü, sayı 89, Mart, 1970,
s. 1-5.
Rahmetli Cafer Bey, Emel Mecmuası, Nisan, İstanbul, 197Ó, s. 13.
Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, TED, sayı 1, 1970,
s. 1-38.
Türkiye Vatammız, TMT Federasyonu Dergisi, Kasım, 1970.
Türk Ayâm lar Ocağmm Açılış Konuşması, Millî Işık, sayı 44,
Aralık, 1970, s. 4.
1971
Tekiş, Sihdb al-Davla, İA, XH /1, 1971, s. 135.
Tekiş, A la al-Din M. Harizmşâh, İA, X H /1, 1971, s. 135-139.
Türk Fütuhat F elsefesi ve Malazgirt Muharebesi, TED, sayı 2,
1971, s. 1-14,
Fetih ve Fatih, Büyük Türkiye, sayı 14, Haziran, 1971, s. 10-11.
İbn Dokmgk, Türk Ansiklopedisi, XIX, 1971, s. 491.
Hm Arabşah, Türk Ansiklopedisi, XEX, 1971, s. 491-492..
1972
Eski Türk Dini, TED, sayı 3, İstanbul, 1972, s. 1-34 (Aynı yazı
Kardaşlık Dergisi; Bağdad, sayı 7-8, Kasım-Aralık, 1973, s. 18-21,
sayı 9, Ocak, 1974, s. 24-25, sayı 10-11, Şubat-Mart, 1974, s. 2526, sayı 12, Nisan, 1974, s. 24-25’de de Türkçe eski harflerle ya­
yınlanmıştır) .
Selçuklu Tarihi, Kültür Müsteşarlığı Yayını, Ankara, 1972,
189 s.
ehFikr eiîslâm î ve Avnupa Kubeyl en-Nahda, Kardaşlık Dergisi,
Bağdad, sayı 1-2, Mayıs-Haziran, 1972, s. 6-8.
1973
Sultan Melihşah, Kültür Müsteşarlığı Yayını, Ankara, 1973.
(Kitap).
. ■
Türkiye’de Seçuklu Tarihçiliği, Cumhuriyetin 50. Yılma Armağan
(Edebiyat Fakültesi), İstanbul, 1973, s. 83-92.
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
24
1975
— Türk D evleti, Orta Doğu Gazetesi, 11 sayı (21 Ocak - 31 Ocak
1975 arası), 1975.
— MiM Kültür v e Siyâset, Türk Kültürü, sayı 157, Kasım, 1975 s.
5-7,
1976
— Türk D evleti, N. Atsız Armağanı, İstanbul, 1976, s. 307-353.
— Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976 (Bu kitapta şu yazılan
bulunmaktadır: Türk Tarihi: Giriş, A sya Türk D evletleri, s. 691738; Küttür ve Teşkilât, s. 752-790; İlk Türk-İslâm Siyâsî Teşek­
külleri: Türklerin Islârmyete Girişi, Abbasiler Zamanmda Türkler, s. 791-793; Selçuklular, s. 801-831; Orta Doğuda Kurülrrmş
Türk D evletleri, s, 838-841; Atdbeylikler, s. 842-843; Delhi Türk
Sültanhğı, s. 865; HarezmşaJilar D evleti, s. 876-882; KararKoyunlu Devleti, s. 883; Ak-Koyunlu D evleti, s. 884; İslâmî Türk
Devletlerim le Kültür v e Teşkilât, s. 885-909; lif. yüzyıldan son­
ra Orta Asya’da Kurulmuş Türk D evletleri, s. 969-973. Bu kitap­
ta neşredilen «Uygurlar» bahsi, yeniden yayınlanmıştır, bk. Doğu
Türkistanm Sesi, sayı 7-8, Aralık, 1985, s. 9-11).
— Türkler, İA, Cüz 127, 128, 129, 1976-1979.
— Türk Tarihi (YAYKUR), Ankara, 1976 (Kitap).
— Türk Tarih ve Kültürü (YAYKU R), Ankara, 1976 (Kitap).
— Tarih, Lise I (A. Deliorman ile birlikte), Ankara, 1976, 19772.
(Kitap).
— Tarih, Lise II (A. Deliorman ile birlikte), Ankara, 1976, 19772.
(Kitap).
— Millî D evlet, Türk Kültürü, sayı 161, Mart, 1976, s. 1-3.
— Ordu-Millet, Türk Kültürü, sayı 167, Eylül, 1976, s. 8-10.
1977
— Türk Millî Kültürü, Ankara, 1977 Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınlan, nr: 46, 413 s. (2. baskı İstanbul 1982 ; 3.
baskı, İstanbul 1984 Boğaziçi Yayınları, nr: 74, 445 s.).
|
K A F E S O Ğ L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
25
§•
|
Ş
;
— Cevap (Lise Tarih I, n hakkmdaki tenkidlere cevap), İstanbul,
1977, s. 13-23.
— Türk Kültür Tarihi (YAYKUR), Ankara, 1977 (Kitap).
|
1978
f;
M
|
f
— Millî Tarih Şuuru, Türk Kültürü, sayı 189, Ankara, 1978, s. 1-4
(Ayrıca bk. M illiyetçiler III. Büyük İlmî Kurultayı Tebliğler,
Açıklamalar, Müzakereler, Kültür ve Sanat, İstanbul, 1980,
s. 11-14).
£
|
— Millî Tarih Şuuru, Kültür ve San’at (Boğaziçi Yayınlarından),
İstanbul, 1978, s. 11-14, 25-26.
?:
— Anadolu (ikmâl), Küçük İslâm Ansiklopedisi, 2. Fasikül, İstan­
bul, 1978, s. 116-118.
1979
|
|
|
— Malazgirt Bizlere Vatan Verdi, Köprü (Dergi), sayı 29, Ağustos,
1979, s. 33, 34.
— Selçuklu’ lar ve İslâm Dünyası, (Ropartöj), Tercüman Gazetesi,
30 Temmuz 1979.
1980
— Seminerden
15.V.1980.
;
i
t
;r
Beklenen,
Aydınlar
Ocağı
Haberleri,
İstanbul,
— Kültür ve Millî Kültür (Aydınlar Ocağı Seminerinde Tebliğ),
Türk Edebiyatı, sayı 80, Haziran, 1980, s. 4-6.
— Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı, 19802 (Kitap).
— Eski Türklerde D evlet M eclisi (T o y ), I. Millî Türkoloji Kongresi,
İstanbul, 1980, s. 205-209 (Aynı Yazı Türk Kültürü, sayı 211214, Mayıs-Ağustos, 1980, s. 218-222’de ve daha sonra Doğu Türkistan’ın Sesi, sayı 2, Mayıs, 1984, s. 12-16’da İngilizce ve Türkçesi yayınlanmıştır).
— Kutadgu-Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Kültür Bakanlığı,
19802 (kitap).
— Aynî, Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi, 3. Fasikül, İstanbul, 1980,
s. 249-250.
I
ı
AB D Ü LıK A D İR D O N U K
1981
Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 Yıldız (Röportaj), Yıllarboyu
TARİH, Şubat, İstanbul, 1981, s. 33-37.
Anadolu Selçuklu D evleti Hangi Tarihte Kuruldu ?, TED, X-XI,
İstanbul, 1981, s. 1-28.
Gençliğin M eseleleri, Yeni Düşünce, 1 Eylül 1981, s. 22-23.
Abdullah Baranî Hakkında Açıklarım, Orkun Dergi, Aralık, sayı
4, İstanbul, 1981, s. 29 vd.
1982
A sırlık Adam Değil, Asrın Adamı, 100. Yaşında Celâl Bayar’a
Armağan, İstanbul, 1982, s. 123-125.
Ana/yasa’mn Prensipleri M eselesi, Yeni Düşünce, sayı 21,
26.2.1982, s. 7-8.
Mülakat, Yeni Düşünce, sayı 34, 28.V.1982, s. 12 vd.
Tarih Tartışması (Mülâkat), Türk Edebiyatı, sayı 105, Temmuz,
1982, s. 15 vd.
Anayasa Tasarısı Hakkında (Mülâkat), Yeni Düşünce, sayı 44,
Ağustos, 1982, s. 10.
Millî Kültür ve Siyaset (Tebüğ), Millî Kültür Şûrası (23-27 Ekim
1982), Ankara, s. 53-58.
Zaferler A y’ı, Yeni Düşünce, sayı 47, Ağustos, 1982, s. 16-17.
Dil Akademisi (Anket), Türk Edebiyatı, sayı 108, Ekim, 1982,
s. 51 vd.
I. Millî Kültür Şûrası (Mülâkat), Teni Düşünce, sayı 57, Kasım,
1982, s. 10 vd.
Ziya Gökalp’te Tarihçilik, Yeni Düşünce, sayı 58, Kasım, 1982,
s. 24 vd.
Millî Tarih Şuuru, Boğaziçi Dergisi, İstanbul, 1982.
The State Parliement among Aneient Turks, Studia Turcologica
Memoriae Alexıı Bombaci Dicata, Napoli, 1982, s. 285-290.
Millî Kültür Şûrası (Mülâkat), Türk Edebiyatı, sayı 110, Aralık,
1982, s. 6-7.
Millî Kültür ve Siyaset /I. Millî Kültür Şûrası, 23-27 Ekim 1982/,
Ankara, 1982, s. 161-171.
K A F E S O G L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
27
1983
Lö
• ry.r^trTV-^ • •-f tî «-^rv ' -5^Tr>t>%.T
— Yarihş KuUamlan Kültür Kelim eleri: Ulus, Yasa, Km ültay vb.,
TED, sayı 12, 1983, s. 249-258.
— Tuna Bulgar Devletinin 1300. Kuruluş Yıldönümü M ünasebetiyle:
Türk Bulgarların Tarih ve Kültürlerine Kısa Bir Bakış, GüneyDoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, sayı 10-11, İstanbul, 1983,
s. 91-122 (Bu makale Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tara­
fından «Bulgarların Kökeni, Ankara, 1985, 57 s. adı altmda kitap
hâlinde basılmıştır),
— Kafesoğlu D iyor ki (Mülâkat), Boğaziçi, sayı 9, Mart, 1983,
s. 14-17.
— Prof. Dr. 1. Kafesoğlu ile mülâkat, Töre, sayı 142, Mart, 1983,
s. 18-20,
— Fâtih ve Fetih, Yeni Düşünce, sayı 86, 27.V.1983, s. 27 vd.
— Ne Yazık (Prof. Dr. E. Güngör İçin), Türk Edebiyatı Dergisi,
sayı 116, Haziran, 1983, s. 30.
— Türk Zaferlerinin Özellikleri, Yeni Düşünce, sayı 98, 26.8.1983,
s. 7-8.
— Atatürk ilkeleri v e Dayandığı Tarihî Temeller (M. Saray ile bir­
likte), İstanbul, 1983, 19842 (Kitap).
— Anadolu M edeniyetleri Sergisi Hakkında (Mülâkat), Türk Ede­
biyatı Dergisi, Eylül, sayı 119, 1983, s. 8-9.
— Prof. Dr. 1. Kafesoğlu ile bir Konuşma (Anadolu Medeniyetleri
Sergisi Hakkında, Yeni Düşünce, sayı 89, 17 Haziran 1983, s. 20—
—
—
—
$
21.
Atatürk Kültür Yüksek Kurumu, Tercüman Gazetesi, 14 Eylül,
1983, s. 2 (Aynı Yazı, And Gazetesi, sayı 4, Ekim, 1983, s. 12’de
yayınlanmıştır).
Okul Kitapları, Tercüman Gazetesi, 13 Ekim 1983, s. 2 (Aynı yazı,
And Gazetesi, sayı 10, Aralık, 1983, s. 6’da yayınlanmıştır).
Atatürk’ün Doğumunun Yüzüncü Yılı Takvimi Üzerine Düzeltme
ve Düşünceler, Türk Kültürü Araştırmaları, X V H -X X I/l-2, An­
kara, 1983, s. 141-171.
İbn-î Sîna v e Kimliği, Tercüman, 21 Eylül 1983, s. 2 (Aynı yazı,
Türk Kültürü, sayı 246, Ekim, 1983, s. 61 vd. de yayınlanmıştır).
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
Millî Türkoloji Kongresi, Tercüman, 3 Ekim 1983, s. 2.
Tarih Kitapları Mes’elesi, Tercüman, 3.XH.1983, s. 2.
1984
Eşitlik mi, Adalet mi ?, Tercüman, 21 Ocak 1984, s. 2.
«Üç İstanbul» ve TRT, Yeni Düşünce, sayı 121, 10 Şubat, 1984,
s. 1, 8.
Millî Siyaset İlkesi, Tercüman, 13 Mart 1984, s. 2.
Atatürk ihtilâlci mi İdi ?, Tercüman, 26 Mart 1984, s. 2 (Aynı
yazı, Gençlikte Hamle, sayı 248, Haziran, 1984, s. 28’de de ya­
yınlanmıştır) .
Kültür Büyük Ödülü Münasebetiyle, Boğaziçi, sayı 21, Mart,
1984, s. 30 vd.
Konuşma (Büyük Kültür Ödülü Töreni Münasebetiyle), Boğaziçi,
sayı 22, Nisan, 1984, s. 35 vd.
Konuşma (Millî siyaset’in mâhiyetine dair), Yeni Düşünce, sayı
129, 6.4.1984, s, 2 vd.
Türkiye’de Eğitim Meselesi, Tercüman, 11 Nisan 1984, s. 2 (Aynı
yazı, Gençlikte Hamle, sayı 246, Nisan, 1984, s. 32’de de yayın­
lanmıştır) .
Millî Kültür Siyaset ilişkisi, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı
29, Nisan, 1984, s. 1-17 (Kısa bir özeti: Yeni Düşünce, sayı 135,
18.5.1984, s. 9’da yayınlanmıştır).
Çanakkale’deki §ehid, Tercüman, 8 Mayıs 1984, s. 2.
Türk Terbiye Üçgeni, Tercüman, 23 Mayıs 1984, s. 2.
Türk Kültürü, Yeni Düşünce, sayı 135, 18 Mayıs 1984, s. 2.
Ankara’daki Anıt ve 16 Türk D evleti Meselesi, Tercüman, 11 Ha­
ziran 1984, s. 2.
Türk Tarihinde Çağlar Mes’elesi, Türk Kültürü, sayı 254, Hazi­
ran, 1984, s. 343-354 (bk. Üniversite Tarih Öğretiminde Yeni Bir
Plân, TD, sayı 19, İstanbul, 1964, s. 1-14).
Türkçenin Hakkı, Tercüman, 30 Haziran 1984, s. 2. (Aynı yazı
Gençlikte Hamle, sayı 249, Temmuz 1984, s. 26-27’de de yayın­
lanmıştır) .
K A F E S O G L U ’N U N H A Y A T I V E E S E R L E R İ
29
— Millî Kültürümüz («Millî Kültürümüz ve Temel Meseleleri» Se­
mineri I. Tebliği), Boğaziçi, sayı 25, Temmuz, 1984, s. 24-28.
— İstanbul Festivali Dedikleri, Yeni Düşünce, 13 Temmuz 1984,
s. 3.
— Komedi Sona Erdi (İstanbul Festivali Hakkında), Yeni Düşün­
ce, 27 Temmuz 1984, s. 144.
— Yabancı Dil Hastalığı, Türk Edebiyatı Dergisi, sayı 132, Ekim,
1984, s. 57.
— O toriter D evlet ve Demokrasi, Tercüman, 26 Ağustos 1984 (Pa­
zar ilâvesinde). Daha sonra aynı yazı, Boğaziçi Dergisi, sayı 27,
Eylül, 1984 s, 24 vd. de de yayınlanmıştır.
— Millî Kültür ve D evlet Politikası, İnanç Dergisi, sayı 7, Eylül,
1984, s. 26-28 (Kültür Şurasındaki Konuşması).
— Türk MiMiyetçiliğinin Bugünkü Durumu (Röportaj), Boğaziçi,
sayı 27, Eylül, 1984, s. 24-25 (Aynı röportaj Millî Işık Dergisinin
Mayıs 1967 tarihli 1, sayısında neşredilmişti).
— Türkiye’nin «Millî Kültür Politikası» Yok (Röportaj), Boğaziçi,
sayı 27, Eylül, 1984, s. 25-27.
— Atatürk’ün Kurduğu D evlet, Atatürk Haftası Armağanı /1 0 Ka­
sım 1984, Atatürk Dizisi, sayı 17, Gn. Kur. As. Tarih ve St. Etüd.
Bşk. Y ay./, Ankara, 1984, s. 81-84.
— Selçuklu Çağındaki İzmir Türk Beyinin A dı: Çaka mı, Çaya mı,
Çakan rm?, TD, sayı 34, 1984, s. 55-60.
— Türkiye’y i Bugünkü Şartlara Getiren Tarihî Gelişme, Ülkemizi
12 Eylül’e Getiren Sebebler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar, İs­
tanbul, 1984, s. 37-63.
1985
— Türk-lslâm Sentezi, İstanbul, 1985, 213 s.
— Bilge Kagan’m Adı ve Lâkabı, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı
35, Nisan, 1985, s. 4-8.
— Ziya Gökalp’te Tarihçilik, Belleten, sayı 189-190, 1985, s. 241-248.
— Ölümünün 1250. Yıldönümü Münasebetiyle Bilge Kağan, Belleten,
sayı 194, Ankara, 1985, s. 261-271.
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
Yayınlanacak Olanlar :
Alp Arslan (Büyiik İslâm Ansiklopedisi’nde).
A t (Büyük İslâm Ansiklopedisi’nde).
Türk Tarihi A tlası (İslâmî Çağ, 11. yy. dan beri, 40 adet atlas,
özetlerle birlikte), 1971’de hazırlanmıştı.
Tarih Metodu (Kitap).
Ortaçağ’da Türk'ler ve İslâm Dünyası (Unesco’nun tasarladığı
«İslâm Tarihi ve Kültürü» adlı kitapta basılacak. Bunun için
Hoca, hazırladığı bu yazıyı Amerika’da bulunan Prof. Dr. H.
İnalcık’a göndermiş idi).
Hocanın «Türkiye’de Selçuklu Tarihçiliği» adlı makalesi ile «Sel­
çuklular» (İA) maddesi Gary Leiser tarafından İngilizceye ter­
cüme edilmiş olup «International Journal o f Turkish Studies,
USA» dergisinde basılmaktadır.
Türk Tarihinden Okuma Parçalar (Türk Kültürü Dergisinde tefri­
ka halinde yayınlanacaktır).
A Y - YILDIZ’IN TARlH l HAKKINDA
Semam Eyice
Çok yıl önce Türk denizcilik tarihçisi rahmetli Fevzi Kurtoğlu,
Türk bayrağı ve ayyıldız hakkında ufak bir araştırma yapmış1, son­
raları bunu daha geliştirerek, bol resimli bir kitap halinde bir daha
bastırmak imkânını bulmuştur2. Bu kitabda Türkiye’nin resmi alâ­
meti olan ayyıldızın ayrı ayrı tarihçesi tesbite çahşıldıktan başka,
önce Osmanb devleti’nin sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin alâmeti
olan ayyıldızın bugüne kadar geçirdiği gelişme üzerinde durulmuş­
tur. Fakat içindeki malzemenin zenginliğine rağmen, F. Kurtoğlu’nun kitabında ayyıldız’m bir arada Osmanb devletinin resmî alâ­
meti olarak ilk defa ne vakit kullanıldığına dair yeterh bilgi bulun­
maz. Türk tarihini yakından alâkadar eden bu millî sembolümüzün
ilk olarak hangi tarihe doğru, ortaya çıktığına dair gözümüze çar­
pan ufak notlan burada sıralamayı faydalı bulduk.
Yalnız ay, yani hilâl, Osmanlı devrinde sancaklarda, ve çeşitli
başka yerlerde, alemlerde ve tuğların gönderlerinde kullanılan bir
alâmettir3. Fakat bunun önüne bir yıldız konulması nisbeten yeni­
* B u k ü çü k araştırm am ızı hazırlarken yardım cı olan A n a B ilim D alım ız
mensuplarından D r. T an ju Cantay ile D r. H üsam eddin A k su ’y a teşek kür ederim .
1 F ev zi (K u rto ğ lu ), S ancağım ız ( D en iz M ecm uası, sayı 329’ın T arih k ıs­
mı Uâvesi) İstanbul 1933. A y n ı kitap ay rıca da satışa çıkarılm ıştır, Sancağım ız,
İstanbul 1934.
2 F e v z i K urtoğlu, T ü rk B a yra ğ ı v e A y yıldız (T ü rk Tarih K urum u yayım ,
V n , 4 ), A n k ara 1938.
• 3 T ürklerde v e İslâm âlem inde a y (h ilâl) âlâm eti hakkında pek ç o k y a ­
yın vardır. Bunlardan bazılarım burada işaret etm eği yerinde bulduk: G [ou rd on ]
de G [en ou illa c], C roissant m addesi, L a Grande E n cyclopédie, X H I, s. 463;
Y acou b A rtin P acha, C ontribution à l’étu d e du blason en O rient, L on don 1902,
32
S E M A V Î E Y İC E
dir. Önceleri bu yıldız, çok şualı bir rozet biçiminde oluyordu. Onun
değişerek şimdiki beş uçlu bildiğimiz şekli alması çok yenidir. Hat­
ta, Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında bile belirli bir nizama uymak­
sızın yapılan ay ve yıldızların bayrakları süslediği eski fotoğraflar­
da görülür4. Osmanlı devleti ondokuzuncu yüzyılda, resmi alâmet
olarak iki tarafı sancaklı, çeşitli silâhlarla donatılmış ve resmi daire­
lerin çoğunda cephelerinde hâlâ görülen armayı kabul etmiş olmak­
la beraber ay - yıldız da devlet sembolü olarak resmî binalarda yer
alıyordu.
îsrael’de Tantura’da Eski Eserler Müdürlüğünün Sualtı Araştır­
ma Kurumu’ndan J. Galili idaresinde Shelley Wachsman ve Kurt
an cak ü gyüz nüsha ola ra k basılan bu eser zen gin m alzem e ih tiv a etm ekle be­
raber, bir am atör tarafın dan yazıldığından b irço k ak sakh k lara sahip olduktan
başka, çok eski m alzem eye dayandığı için bazı hususlarda ek sik kalm ıştır,
fa k a t bunlara rağm en değerli bir araştırm adır; A li (M ira layk k ta n m ütekait)
Sancağım ız v e ay-yild ız nakşı, « T ürk Tarih E n cüm en i M ecm u ası» V E , sayı
46-48 (1333 = 1917), s. 193-208, 257-265, 376- 390; W . B arthold, İslâm lığın sem ­
bolü olarak hilâl m eselesin e dair bilgiler (r u s ca ), «B u lletin d e l’A ca d ém ie des
S cien ces de R u ssie» (1918) [bu y a y ın g örü lem em iştir]; W . R id gw ay , The Origin
o f th e T urkish C rescen t, «R o y a l A n th ropologicd l S o ciety » (L on don 1908), tou
m akale tü rk çey e de çevrilm iştir, bkz. T ürk hilâlinin aslı, çev. H alil H âlid, «İla ­
h iyat F a k ü ltesi M ecm u ası» I, 2 (1926), s. 158-182, I, 3, s. 36-51 a y rıca 7 levha,
bu ikin ci kısım Y a co u b P ach a’nın kitabının Hilâl faslının tercüm esidir; R iza
N our (R iz a N u r), L ’ h istoire du Croissant, «T ü rk B ilik R ö v ü s ü - R é v u e de Turcolog ie» I, 3 (İsken deriye 1933), bütün sa yıyı bu m akale işg a l etm ektedir; A r méinag Sakısian, L e Croissant com m e em blèm e national e t relig ieu x en Tur­
qu ie», « Syria» X X I I (1941), s. 66-80; R . E ttinghausen, Hilâl m addesi, E n cy clo paedia o f Islam , yeni baskı, H t (1965), s. 381-385; m a lesef T ü rk A nsiklopedisi
ile İslâm A n sik lop ed isin d ek i H ilâl m addeleri ç o k yetersizdir. E m el Esin, «E Ü N A Y » , A y -Y ild ız m otifinin p roto-T ü rk devirden H akanlilara kadar ikon ografisi,
V II. T ürk Tarih K o n g resi-A n k a ra 25-29 E ylü l 1970, Bildiriler, A n k ara 1972,
s. 313-359 ve levhalar; ise Osmanlı devrine ç o k az tem as etm ekte, ay-yıldız
m otifin in T ü rk tarihinin erken devresindeki tarihçesi üzerinde durm aktadır.
4 A n on im (A . Süheyl Ü n ver), T ürk bayrağı, «İstan bul Ş ehrem an eti M ec ­
m uası» VI, sayı 63-64 (1929), s. 63-64, 103-113; ay rıca bkz. T osy a v î zade Osman
R ifat, B ayra ğ ım ıza dair birkaç söz, «İstan bul B eled iye M ecm u ası» V H , sayı
84 (1931), s. 446-458; B ugünkü bayrağım ızın esasları a n cak 1936’da bir k a ­
nunla tesbit olunm uş, arkasından d a nizam nam esi çıkarılm ıştır, bkz. T ürk B a y ­
ra ğı kanunu, İstanbul 1936; T ürk B ayra ğ ı kanunu v e nizam nam esi, İstanbul
1938; bu kanunun çık m asın a dair bir araştırm a ola ra k bkz. M ehm ed Kemal,
B ayrak kanununun öykü sü, « Cum huriyet» gazetesi, 28 E k im 1983’ den itibaren.
A Y - Y IL D IZ ’EN T A R İH İ
33
Raveh tarafmdan yapılan araştırma sonunda çeşitli silâhlar ve gül­
leler ile beraber iki de top bulunarak karaya çıkarılmıştır. Bu top­
lardan biri temizlendiğinde onun bir Türk topu olduğu görülmüştür.
Namlusunun üst yüzünde bir tuğra ile ay - yıldız alâmeti kabartma
olarak işlenmiş olan bu topun böylece Türk eseri olduğunda hiç bir
şüphe kalmamaktadır5.
Israilli arkeologlar buldukları çeşitli silâhlar hakkında yaptık­
ları araştırmalar sırasında, Napolyon’un Akkâ seferi hakkında bil­
gi veren Louis - Alexandre Berthier’nin yazdığı bir notu tesbit etmişdirler. Buiıa göre Napolyon Yafa’da ganimet olarak, ele geçir­
diği Türk toplarını kalenin muhasarasında kullanmak üzere Akkâ
önüne getirtmişti. Fakat 1799 yılının 20 Mayısında Akkâ’da bir. ba­
şarı elde edemeyen ve askerlik hayatının ilk mağlubiyetini gören
Napolyon geri çekilmeğe karar vermişti. Amiral Perrée kumanda­
sında Fransız donanması da Tantura önünde ricati desteklemek, üze­
re demirlemişti. Fransızların götürmekten vazgeçtikleri silâh ve mal­
zeme Tantura önünde denize atılmıştı6. Bunlar yirmi top idi. Beş
adet çok ağır muhasara topundan ikisi ise acele kıyıda küma gömül­
müş ve 22 Mayıs günü Nâpolyon Tantura’dan ayrılmıştı. Yeteri ka­
dar hayvan olmadığından toplan bırakmak zorunda kalan Bonapar­
te, elindeki Türk toplarından sadece hafifleri beraberinde götürmüş
ve ağırlarım Tantura sahilinde denize attırmıştır. Öyle anlaşılıyor
ki, namlusu üzerinde ayyıldız olan top, 1799’da Fransız ordusunun
denize attıklarından biridir. Şimdi bu top diğerleri ile Nahsholin
Kibutz’unda Deniz ve Bölge Arkeolojisi merkezinde muhafaza edil­
mektedir.
1799’da denize atıldığı böylece açıkça anlaşılan bu topun üze­
rinde en eski şekilleri ay ve yıldız bir arada bulunmaktadır. Bu duA h m ed R efik , T ü rkiye C u m h u riyetin in arm ası nasıl o lu y o r? , « İkdam », 26.11.1925
(10284). K şl. M. Gökm an, A h m ed R e fik A ltm a y , İstanbul, 1978, s. 320.
5 S. W a ch sm an v e K. Raveh, T he Guns o f Tantura, N apoleon ic w ea p on ry
fr o m ben eath th e sea, «Israel-L an d and N a tu re» IX , 2 (1983-84), s. 56-60.
6 N apoleon tarafın dan m a reşallığa kada r yükseltilen v e kendisine W a g rám prensi ünvanı verilen A lexandre B erthier (1753-1815) R u sy a seferin e riza
gösterm ediğinden gözden düşmüş, ve esrarlı bir biçim de kazaen v e y a bir cinayet
sonunda ölm üştür. M ém oires du M aréchal B erth ier-C am pagn e d’E g y p te , I, P a ­
ris 1827.
34
S E M A V İ E Y İC E
nıma göre Tiirk toplarının üzerlerinde en geç olarak ay - yıldız alâ­
meti Sultan m . Selim (1789 -1808) yıllarında mevcuttur. Nitekim
İstanbul Askeri müze’de ve Rumelihisarı önünde teşhir edilen top­
lardan bazılarında da aynı alâmeti görmek mümkündür. Tantura’da bulunan topun üzerindeki tuğra okunmaya çalışılmadığı gibi, ma­
kalede bir fotosu da olmadığından kime ait olduğu anlaşılamamak­
ta, dolayısiyle ay - yıldızlı topun kimin zamanında dökülmüş olduğu
öğrenilememektedir. Fakat her halükârda en azından 1799’dan bir
kaç yıl önce olmalıdır. İstanbul’da Rumelihisarı önünde duran tunç
toplardan birinin de n am lusunun uç kısmında ay ve yıldız kabart­
ması olduğu gibi, baş kısmında da tuğra ile birlikte tunca oyularak
yazılmış bir yazı ve gayet açık surette belirli H. 1217 ( = 1802/03)
tarihi vardır (Res, 2-4). Sermed Muhtar [Alus] m 1920’de basılan
Askerî Müze kataloğunda ise IH. Selim’in H. 1214 ( = 1799 -1800)
tarihli bir topu olduğu bildirilmektedir7. Bu toplar Filistin’de Tantura’da bulunanlardan daha geç tarihlerde döküldüklerine göre, bu
çeşit silâhın üstüne ay ve yıldız alâmeti işlemek artık yaygınlaşmış
demektir.
.
.
.
İstanbul’da Başbakanlık Arşivinde, Hatt-ı Hümayunlar arasın­
da no. 14553’de bulunan bir vesika, ay-yıldız’m bir arada Devlet alâ­
meti olarak resmen kullanıldığını ve bunun m . Selim devrinde ol­
duğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek surette gösterir8. Bu vesika
ile birlikte olması gereken dört resim ise çıkmamıştır. .Vesikanın
üzerinde tarih yoktur. Arşiv tasnif edilirken önce bu y a zının tarihi
olarak H. 1223 ( = 1808) yazılmış, sonra bu düzeltüerek, H. 1208
( = 1793/94) kaydedilmiştir. Gayet tabiidir ki bu tarih bir tahmin­
den ibarettir.. Bu vesikada Tophane ve Top arabacıları nâzırı Reşid
Mustafa Efendi kaleme aldığı takririnde, sür’at toplarının islâhı ge7 O. Serm ed M uhtar [A lu s ], A sk er î m ü ze reh beri, İstanbul 1920, 2. fa sikül, lev. 22’de res. 1; aynı kitabın fra n sızca baskısı, M u sée M ilitaire O ttom anGuide, İstanbul 1920. Biı yazım ızı hazırlarken A sk erî M üze’de b ir incelem e y a p ­
m am ız v e fo to ğ r a f çekm em iz, form alite engelleri yüzünden v e G enelkurm ay
Başkanlığından izin alm a gerektiğin den m aalesef m üm kün olm am ıştır.
8 T u rg u d Işıksal, III. Selim’in T ürk topçulu ğu n a dair bir H a tt-ı H üm a­
yunu, « 1.0 . Ed. F a k . Tarih D erg isi» 11-12 (1955, baskı 1956), s. 179-184. A rtin
Paşa, n ot S’d ek i yerd e, s. 158-159; Sakısian, n ot S’d ek i y erd e, s. 79’da al sancak
üzerinde a y yıldızın m . Selim devrinde kabul edildiğini kay n ak gösterm eksizin
yazarlar. B u arşiv vesikası ile aydınlanm ış olm aktadır.
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH Î
35
rektiğini bildirerek, Avusturya (Nemçe), İngiltere ve Fransız top­
larının daha hafif olduklarına işaretle bizdeki topların da daha ha­
fif dökülmeleri lüzumuna işaret etmektedir. Bu takrir (Önerge)
Sadrâzama takdim edilmiş, o da bir derkenar yazarak Padişaha sun­
muştur. Bizim için çok ügi çekici olan, bu takririn bir köşesine Padişah’m yazmış olduğu nottur :
'
«Benim Vezirim, Takdir mucibince Fransakârî mişillü isâğa olu­
na ve üzerlerine tuğradan ma’da ağzına karip mahalle hilâl şekli ile
bir yıldız resm oluna arabaları dahi mukaddem verdiğimiz nizam
gibi resimli ve rengi gayet intizamla olsun, ye ohra ile boyansün ye
topların eğesi gayetle ince olub cilâları altım gibi parlasun».
Böylece ay ve yıldızdan meydana gelen Devlet sembolünün hiç
değilse toplar üzerinde yer almasının resmileştiği anlaşılmaktadır.
İstanbul’da Deniz Müzesinde olan Tersane-i Amire Emini Osman
Mendi tarafından takdim edilen H. 18 Zilkade 1207 ( = 1793) ta­
rihli bir buyrultuda donanma kalyonlarına çekilecek sancakların al
renkte olması ve üzerinde beyaz ay ve yıldız bulunması öngörülmüş­
tür: «Tersane-i Amire emini saadetlû Osman Mendi hazretlerinin
takdim eyledikleri defter güna bir kıt’a memhur takrirleri mefhu­
munda Donanma-i Hümâyun kalyonlarının sancakları badezemin
kırmızı şahdan ve ortalarına alâm için ay ve yıldiz resimleri imâli,
irade-i mülükâne olmaktan nâşi...»9.
1957 yılında Sivas’a yaptığımız bir seyahatte, Güdiik minare
denilen Eretna oğullarına ait türbenin karşısında olan eski bir Türk
konağının saçağında sıva üzerine yapılmış süsleme arasında topla­
rın üzerindeki a y -y ıld ız’m benzeri alâmeti ile H, 1211 ( = 1796/97)
tarihini görerek not etmiştik. Bu yazımızı hazırlarken Sivas’da öğ­
retim üyesi Dr. Hakkı Acun ricamız üzerine yerinde yaptığı arâştırmâda konağın bir kısmının hâlâ durmasına karşılık, büyük bir bö­
lümünün yıktırılmış olduğunu ve ay - yıldız ile tarihin görülemedi­
ğini bize mektupla bildirdi. Maalesef elimizde bir fotoğrafı bulun­
mayan fakat not defterimize kurşun kalemle bir resmini çizdiğimiz
bu ay - yıldız’m IH. Selim yıllarında Osmanlı Devleti’nin işareti, ola­
rak Sivas gibi Anadolu’nun uzak bir şehrinde artık tanındığını ve
böylece yaygınlaşmış olduğunu göstermektedir (Res. 7, 8).
9
K urtoğlu, T ürk B a y ra ğ ı v e A y-yıld ız, s. 114-115, kgl. res. 84 A .
36
SE M A V Î E Y ÎC E
Fakat bunların dışında ay ve yıldız alâmetinin kullanılması hu­
susunda Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi (öl. 1787) ’nin şimdiye
kadar bilinen elyazma tek nüshası Topkapı Sarayı kütüphanesi, Ha­
zine kısmı no. 1565’de bulunan Mecmua-i Tevârih- adlı eserinde bir
not ile karşılaşılır, var. 85/â’da şu kayıt bulunmaktadır (Res. I ) 10:
«Hüdâvendigâr-ı esbâk Sultan Mustafa Han Sâlis zamamna gelince
Pâdişâhân-ı eslâf âlât-ı seferiyye ve edâvât-ı ceng ü cidâldan ola
top-ı gülle kûb isti’mâl olunüb Topçular Ocağında rîhte olan musan­
na* toplarm ve gerek Sakız’ın feth-i sânisinde îcâd olunan kebîr top­
ların kalıbına Sultân-ı zaman bulunan Pâdişâh-ı âlempenâhm ism-i
sâmisi ve sâl-i nâmisi dahî resm olunub, lâkin tuğra-yi Garrâ-yi Hü­
mâyûn resm olunmamış idi. Sultan Müşârinüleyhin zamân-ı sa‘diktirânmda Françe Devleti’nden zuhûr iden Hezârfenn-i Frenk Bey­
zade nâm Kont (?) ma’rifetiyle top dökmek ve sonra derûnunu delüb
tahliye eylemek emrinde nice san’at-ı ta’lîm ve teshil ü tefhim idüb
muhassanât-ı ma’ârifden olub Devlet-i Osmaniyye’ye mahsûs olan
Nişân-ı Şerif-i Âlişânm dahî resm ’ olunması müstahsin olmağla
«Tevkiu’ş - Şer* sene 1187» tarihinde mezbûr tuğra-yı zîbâ dahî
resm-i imlâ, ölünmüş idi. Hâlâ Sultan-ı zamân Abdülhamid Han haz­
retleri dahî resm-i mezbûri ibkâ ve istihsân buyurmağla Kanûn-ı
Umûr-ı Sâ’ire gibi o dahî âdet-i bâkiye olunduğu bu mahâlle kayd
ile mâşâ’ ullah yâdigâr-ı devrân, ber-güzâr-ı ihvân kılınmıştır». Ayvansaraylı Hüseyin Efendi, açık olarak ay ve yıldızdan bahsetmez
ise de, toplarm üzerlerine «Sultân-ı zaman bulunan Pâdişâh-ı âlem­
penâhm ism-i sâmisi ve sâl-i nâmisi» yâni kısacası tuğrası işlenir­
ken, Frenk Beyzâde’nin döktürdüğü yeni toplarda «Devlet-i Os­
maniyye’ye mahsus olan Nişân-ı Şerif-i Alişan’m» da. konulması
usulden olmuştur dediğine göre, bu Nişân-ı şerif ancak ay-yıldız
olabilir.
Bu kayıttan anlaşıldığına göre Sultan m . Mustafa (1757 -1774)
nın zamanında Türk hizmetindeki bir yabancının (Hezârfen Frenk
Beyzâde) döktüğü toplarm üzerlerine H. 1187 (= 1773/74) tarihin­
10 M ecm u a-ı T evârih hakkında bkz. F ah m i K aratay, T opkapı Sarayı M ü­
z esi kütüphanesi T ü rkçe yazm alar ka talogu (T op k a p ı Sarayı M üzesi yayınları,
11) İstanbul 1961, I, s. 418, no. 1254; yayını, H â fız H üseyin A yvan sarâyî, M ecm uâ-i T evârih (îs t. Ü niversitesi - E debiyat F akü ltesi yayını, no. 3092) yay. F ah ­
r i Ç. D erin ve Vâhid Çabuk, İstanbul 1985, s. 264-265.
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH İ
37
de bu âlâmeti koyması usulden olmuş ve bu gelenek I. Abdülhamid
(1774 -1789) zamanında da devam ettirilmiştir. Bu bilgiyi kayd eden
Ayvansaray’lı Hüseyin Efendi H. 15 Ramazan 1201 = 1 Temmuz
1787’de vefat ettiğine göre, IH. Selim (1789 -1807) yıllarındaki tat­
bikatı görmemiştir11, Oiıun bahsettiği ve topları islâh ettiğini belirt­
tiği Hezarfen Frenk Beyzade ise Osmanlı ordusunu islâh etmek
üzere bir süre Türk hizmetinde çalışan Macar asıllı olmakla bera­
ber fransizlaşmış bir uzman olarak Fransa’dan gelen Baron François
de Tott (1733-1793) olmalıdır12. 1757 -1763 yılları arasında İstan­
bul’daki Fransız elçiliğinde görevli bulunan, 1767’de Kırım’a Fransa
konsolosu olarak gönderileri, Sultan
Mustafa tarafından Osmanlı
ordusunu yenileştirmek, bilhassa istihkâm ve topçuluğa yenilikler
getirmek üzere İstanbul’a davet edilen Baron de Tott13, Boğazlarda
da bazı istihkâmlar yapmış, 1770’de Kont Orloff’un komutasındaki
Rus donanmasının Çanakkale boğazından geçişini engellemiştir. Fa­
m,
i l G ünay K u t v e T u rg u t Kut, A y v a n sa râ yî S a fız H ü seyin b. İsm ail v e
eserleri, « î.t l. E de. F a k . Tarih D erg isi» 33 (1981-82, baskı 1982) s. 401-439.
12 Osmanlı hizm etine' g irerek hum baracıh k hizm etini islâh ettiği söylenen
transız C laude-A lexandre C om te de B onneval (1675-1745) h atıra gelir ise de,
bu «F ren k B ey-zâd e» görünüşte m üslüm an ola ra k H u m baracı A h m ed P aşa adını
aldığına göre, A y va n sa ra y k H üseyin E fen d i’nin k astettiği o olam az. Çünki ona
«F ren k B ey -zâd e» dem ez, doğru dan d oğ ru ya T ü rk adıyla anardı. F ran çois B a­
ron de Tott, 1733’de- F ran sa’da C ham igny’de doğm uş, İstanbul’da F ran sız elçisi
olarak g örev li Com te de V ergen n es’in yanında 1757-1763 yıllarında tercüm an
olarak çahşm ış, 1767’de K ırım hanlığına kon solos ola ra k gönderilm iş, onları
Ruslara k arşı kışkırtm ış, 1770’de İstanbul’a dönerek B oğ a z kalelerinin y apı­
m ında hizm et etm iş, topçu lu ğu islâh ederek, bazı yenilikler yaparak, döküm e
yenilikler getirm iştir. F ran sa’y a döndükten son ra 1787’de D ouai valisi olmuş,
B üyük İhtilâl’de M acaristan ’a g ö ç etm iş ve B ad T atzm ann sd orf’d a 1793’de öl­
müştür. T ü rkiye ve K ırım h akk ın da y azdığı hatıraları pek ç o k d e fa basılm ıştır,
M ém oires du B aron de T ott su r les T urcs e t les T artares, A m sterda m 1785. Bu
kitabın aynı, y ılla rda İngilizce v e alm an ca b a sk ıla n da yapılm ıştır.
13 T opçu lu k hakkında İstanbul Ü niversitesi kütüphanesindeki ik i yazm a
eser (no. 6850 ve 68 52 )’den başk a bkz. A h m ed M uhtar [p a şa ], Osm anlı to p ­
çuları (K ü lliy at-ı U lum ve Fünun-i H arbiyeden, T ak ım I, kısım 3, sıra 8) İs­
tanbul 1314; İsm ail H ak k ı UzunçarşıU, Osm anlı D ev leti teşkilâtından K apukülu
O cakları, I I - C e b e c i , T opçu, T op arabacıları, H u m ba racı... (T ü rk T arih K u ­
rum u yayım , VUE, 12) A n k a ra 1944; İstanbul Ü niversitesi E debiyat Fakültesi
T arih bölüm ünde top çu lu k h ak kın da bir de dok tora tezi yapılm ıştır. A lâeddin
A v cı, 1100’den 1807’ e kadar Osm anlı a sk erî teşkilâtın da İslâhat h areketleri,
1975, B a ron de T o tt v e İslâhatı hak. bkz. s. 104 ve dev.
38
SE M A V Î E Y ÎC E
kat-hizmetlerinin takdir edilmeyişine üzülerek Fransa’ya dönmüş,
Büyük. İhtilâl başlayınca 1790’da buradan ayrılarak Macaristan’a
göç etmiş ve 1793’de orada ölmüştür.
Şu halde Baron de Tott’un Türk hizmetinde olduğu yıllarda yâni
1768 -1774’e doğru hilâl-yıldız âlâmeti topların üzerlerine konul­
mağa başlamış ve bu usul, hızla gelişerek 1790 yıllarında iyice yay­
gınlaşmıştır. O kadar ki, Chicago’da The A rt Institute’&e Burbon
J. Berry koleksiyonunda olan ve 18. yüzyıl eseri, olarak tarihlendirilen eski bir Türk işlemesinin üzerinde kalyonlar resmedilmiş, yu­
karıda ise, tarif ettiğimiz tipde ay ve yıldızlar işlenmiştir (Res. 5) .
Bu arada bazı eski kâğıtlarda su damgası olarak ay ve yıldız mo­
tiflerinin de kullanıldığına burada işaret edebiliriz14 (Res. 6, 17).
14 M. Briquet, L es filigran es, D ictionnaire h istorique d es m arques du
papier, Genève 1907 (2.' ba sk ı L eipzig 1923), H , s. 314-315, no. 5374-5375’de
ay yıldızlı su d a m g a la n bulunduna işaret edilm iş olm akla beraber, b iz bu kitabı
bulup k on trol edem edik. A y rıca , N .W . N ikolaev, W a term a rk s o f th e M edieval
O ttom an d ocum ents in B ulgarian libraries, Sofia 1954’d e de bu çeşit dam galar
varm ış. B u 'k ita p da görülem edi. H . 1086 (= 1 6 7 5 /7 6 ) tarihli bir vesikanın her­
halde A v ru p a m enşeli olan kâğıdında, ü st üste sıralanm ış ola ra k bir taç, onun
üstünde bir y ıld ız onun üstünde de a y vardır» bkz. A . Süheyl Ü nver, X V . inci
yüzyılda T ü rk iye’de kullanılan kâ ğıtlar v e su dam galan , « B elleten » X X V I, sayı
104 (1962), s. 746, resm i, s. .753 de no. 112. B u biçim de su dam gaların a sahip
p e k . çok k â ğ ıt tespit edilm iş olup bunların hem en hem en hepsi X V H . yüzyıla
aittir. B ir ik i örn ek sadece X V 111. yüzyılın ilk yıllarına g eçm ektedir; bkz. Os­
m an E rsoy, X V III. v e X IX . yüzyıllarda T ü rk iye’ de k â ğ ıt (A .Ü . D il ve TarihC oğ ra fy a P ak. yayım , 145) A n k ara 1963, s. 85, no. 58-62; s. 86, no. 63-64;
s. 87, no. 68, 70; s. 137, no. 188; s. 138, no. 189; s. 162, no. 241, 242; s. 163,
no. .244;. s. 164, no. 245; s. 166, no. 248; s. 169, no. 255. T açh , a y v e yıldızlı pek
ç o k su dam gası IV . M ehm et (1648-1687.) devrine ait B oşn a k O sm an P aşa ar­
şivindeki vesikalarda da görülm üştür. Bu. k âğıtların V enedik’de yapıldıkları k a ­
bul edilir, kşl.. F . Babinger, A p p u n ti sütle ca rtiere e sutt’ m vportazione di carta
nell’ Im p ero O ttom ano sp ecia lm en te da V en ezia, « O riente M o d em o » X I (1931)
s. 1406-415. HilâL ve yıldızlı tip su d a m ga la n ise H. 1218 (1 8 0 3 /0 4 ), bkz. s. 57,
no. 1-3 ve H. 1219 (1 8 04 /0 5) e aittir, bkz. s. 58, no. 5-7. Su dam gaları hakkındaki belli başlı .kitaplar gözden geçirildiğinde daha başka örneklere raslam ak
belki m üm kün olacaktır, bu hususda b ib liy og ra fy a için bkz. Osm an E rsoy,
Bursa’da k â ğ ıt fa b rika sı m eselesi (X V -X V I. y ü z y ıl), « A n k a ra Univ. D il v e Tarih -C oğ ra fya F a k ü ltesi D erg isi» X X U , 1-2 (1964, baskı 1965), s. 101-116 ve
ay. yazar, T ü rk iye’de k â ğ ıt..., s. 2-5.
A Y - Y IL D IZ ’I N . T A R İH Î
39
Fevzi Kurtoğlu, ay - yıldız’m resmi devlet âlâmeti olarak kabu­
lünü sadece m . Selim devrine çıkararak bu husus da dört dayanak
ileri sürer. Esasında bunlardan üçü daha önce Ali Bey tarafından
ortaya atılmış bilgilerdir.
1. Galip Etem Bey’in bahsettiği ve Mısır vakasında yararlığı
görülenlere verilmek H. 1216 ( = 1801/02) yılında bastırılan nişan­
dır. Bunun bir yüzünde tuğra, diğer yüzünde ise «... kebir ay ve
yıldız menkuş...» idi15.
2. Üsküdar’da Tatnhane-i Hümayun (Dar-üt-tıbâat el Cedide) ’da
H. 1219 ( = 1804/05) de basılmış olan Coğrafya kitabında, esas me­
tin ile sona eklenen ve renkli 24 haritadan meydana gelen Cedid A t­
las tercüm esi arasındaki sahifede tuğra ile birlikte armadaki san­
caklarda ay ve yıldız vardır15,
3. H. 1232 ( = 1816/17) de basılan II. Mahmud’un- cülusunda
yararlıkları görülenlere verilen altın madalyanın bir yüzünde a y yıldız vardır.
F. Kurtoğlu’nun eklediği başka bir bilgiye göre ise, Londra se­
fareti katiplerinden Mahmud Râif Efendi’nin H. 1213 muharremin­
de ( = 1798) ’de basılan fransızca kitabındaki gemi resimlerinde ay yıldızlı bayraklar vardır17. Fevzi Kurtoğlu’nun gösterdiği başka bir
dayanak ise Halis Efendi terekesinden alınarak Deniz müzesine ko­
nulan Sancaklara dair albümdür. Tarihi olmamakla beraber H. 1215
15 G alib Edhem , T akvim -i m esk û k â t-ı O sm aniye, (A s a r-ı A tik a M üzeleri
neşriyatı) İstanbul 1307, s. 486 lev. 10, res. 6; K urtoğlu, Sancağım ız, s. 23;
T ü rk B a yra ğ ı v e A y yıldız, s. 113; İbrahim A rtu k ve Çevriye A rtu k , Osmanlı
nişanlan, İstanbul 1967, s. 9.
16 A slın da İn giliz lâ k abı ile tanınan M ehm éd R â if E fen d i tarafın dan fran sızca olarak yazılan İca letü ’ l cu ğ ra fiya , Y a k ov a k i E fen di tarafından türkçeye
çevrilerek, sonuna bir yıl ön ce basılm ış olan 24 haritalı Cedit A tla s tercü m esi
de eklenm ek suretiyle H. 1219’da Ü sküdar’d a basılm ıştır, kşl. Cevdet Türkay,
İstanbul kütüphanelerinde OsmanlI’ lar d evrine ait tü rk çe, arapça, fa r sç a y a z ­
m a v e basm a c o ğ r a fy a eserleri bib liyografyası, İstanbul 1958, s. 24; ay. yazar,
Osmanlı T ürklerinde c o ğ r a fy a , İstanbul 1959, s. 48-49.
17 M ahm oud R a if, T ableau x des n ou v ea u x rég lem en s d e L ’E m p ire O tto­
man, Istanbul 1798. Ç ok değerli bir ilim adam ı olduğu anlaşılan M ahm ud R a if
E fen di N izâm -ı Cedid’in kuruluşu sırasında, B oğaz n â z ın iken, yeni ü niform a­
lara k arşı ayaklanan Y en içeri y a m a k la n tarafından. 1807’de öldürülm üştür.
40
S E M A V İ E Y İG E
( = 1800/01) yılma doğru yapıldığı tahmin edilen bu albümde al­
tıncı kısımda ay ve yıldızlı sancaklar üç tane olarak gösterilmiştir.
«Bunlar Kaptan Paşalara, mahsus olanı al zemin üzerinde beyaz üç
hilalli olup bir hilâlin önünde sekiz şuah yıldız vardır. Beylik gemi­
lerinin kıç gönderlerine ve kumandan gemilerinin orta direklerine
çekilen bayraklarda ise al zemin üzerinde beyaz ay - yıldız vardır ki,
bugünkü b a y ra ğ ımızın esasını teşkil eder» denilmektedir18.
Bazı eski Türk sancaklarında da ay ve yıldız motiflerini andiran
şekiller bulunmaktadır. Nitekim 1571’de İnebahtı (Lepanto) deniz
savaşında İtalyanların eline geçerek Venedik’de Doç’lar sarayında
«Onlar Salonu» nda teşhir edilen al ipekten 9 m. 70 ölçüsündeki bir
sancağın üzerinde iki ucu bir daire halinde birleşen bir hilâl ile boş­
luğu içinde çok şuah bir yıldız vardır. Hilâlin gövdesinin içi de bir
ayet yazısı ile doldurulmuştur19. Aynı savaşda İtalyanların eline ge­
çen ikinci bir Türk sancağı ise Pisa’da Santo Stefano dei Cavalieri
kilisesinde bulunmaktadır. Bunun da üzerinde Zülfikâr’dan ayrıca
'yakın çağlardakine çok benzeyen bir ay ile içinde bir yıldız bulun­
maktadır20. Hatta denilebilirki, burada ay ve yıldızlı Devlet âlâmeti,
şimdikine çok yakın bir biçimde XVI. yüzyılda kullanılmıştır. Daha
geç devirlerin sancaklarında da madalyon biçiminde hilâller ve bun­
ların içlerinde çok şualı yıldızlar görülür. Sultan UL Mustafa’nın
adı işlenmiş olan ve şimdi Deniz Müzesinde bulunan bir sancakda
ise eski Sasanî kumaşlarının madalyonlarını hatırlatan bir dizi yu­
varlak motifin çerçevelerinde yan yana sıralanmış hilâllerin içlerin­
de yıldızlar bulunmaktadır. Ancak bu sancakta bu ay - yıldız veya
ay - güneşleri, tam manası ile Devlet âlâmeti olarak kabul etmek
mümkün değildir21. Nitekim buna benzer motifler Topkapı Sarayında­
ki daha önceki bazı sancaklarda da görülür. Fakat bu motifi kıyafet
olarak kullanılan dokumalarda da raslamak kabildir. Topkapı Sa­
rayında, Kanunî Sultan Süleyman’ın çakşırı olarak kabul edilen bir
18 K urtoğlu, T ürk B a yra ğ ı v e A y-yild ız, s. 120, lev. 95. A .
19 Satasian, n ot S’d ek i yerd e, s. 70, res. 1.
.20 Ettinghausen, n o t S’d ek i yerd e, lev. X V I, res. 17; L. V . Bertarelli,
Ligûria, T oscan a a N ord dell’A rn o, Em ilia (G uida d ’Itâ lia del T ou rin g Club
Ita lia n o) I, M ilano 1924, s. 297.
21 A li Sâm i [B o y a r ], B ah riye m ü zesi ka talogu , İstanbul 1333 (= 1 9 1 7 ),
s. 63, no. 468, inv. no. 667, resm i v a r; K urtoğlu, T ürk B a y r a ğ ı. v e A y-yild ız,
s. 89, res. 56.
A Y - YILıDIZ’IN : T A R İH Î
41
dokuma üzerinde (İnv. no. 4414) , uçları kapalı bir ay (hilâl) içinde
çok şualı bir yuvarlak vardır ki,, bu. bir bakıma yıldız olarak da ka­
bul edilebilir (Res. 13 ) 22. Yine aynı müzedeki iki ipek gömlek, de
üzerlerindeki motifler bakımından oldukça dikkate değer. Bunlar­
dan bir tanesi (inv. no. 4649). Sultan H3. Murad (1574 -1595)’a
ait olarak kabul edilmektedir23. Onun olmasa bile motiflerin klâsik
üslupda oluşu bakımından erken bir devrin eseri olduğu muhakkak­
tır. Bunun üzerinde içi lâle ve karanfillerle doldurulmuş madalyon^
ların içlerinde birer hilâl ve bühün içinde de ön şualı birer ay - yıldız
yer almaktadır. Yıldızın göbeğinde de ayrıca yine yıldız biçiminde
birer rozet vardır (Res. 14-15) . Sultan in. Mshmed (1598 -1803 )’e
izafe edilen başka bir gömlekde ise (inv. no! 4496) kumaşı bezeyen
motif büyük hilâllerden ve bunların içlerinde yer alan dörder tane
altı şualı yıldızdan meydaiıa gelmiştir (Res. 12)24. Şu bir kaç örnek
Türklerde ay-yıldız motifinin OsmanlI tarihînin klâsik çağında da
varlığım isbatlamaktadır. IV. Murad (1623 -1640) devrine âit oldu­
ğu kabul edilen çok değişik bir teknikde kadifeden dokunmuş mavi
renkte bir kumaş üzerinde ise «soğuk damga gibi» baskıyla yapıl­
mış hüâller ve bunların içlerinde dilimli .madalyon biçiminde, yıldız­
lar (?) vardır25 (Res. 9). îlk, bakışta ay-yıldız gibi görülebüen fa­
kat gerçekte hilâl ve uçlarım birleştiren birer tomurcuktan meydana
gelen bir motif IV. Murad (1623 -1640)’m yaptırdığı Bağdat köş­
künün sedef kakmalarında da yer almaktadır (Res. 28). Aynı yer­
deki başka bağa ve sedef kakmalı yerlerde bol sayıda, kumaş ve sancaklardakine benzeyen hilâller vardır.
Ötedenberi mimarîde en eski ay-yıldız motifi örneği olarak
Trabzon’da Ayasofya camü olan kilisenin güney cephesindeki pano
üzerinde durulur. Gerçekten burada taş bir levhaya oyulmak sure­
tiyle yapılmış ve taştan kesilmiş bir ay ile yedi şualı bir yıldızın bu
yuvaya yapıştırılması suretiyle elde edilmiş bir ay-yıldız vardır26.
22
Tahsin Öz, T ü rk kum aş v e kadifeleri, İstanbul 1946, I,s. 82,
23
Tahsin Öz, a y .e s r ., s. 101, İev. X X X I.
24
Tahsin, Öz, ay. esr., s. 101, İev. X X X II.
25
Tahsin Öz, T ürk ku m aş v e kadifeleri, İstanbul 1951, H , s.
İev. X X V I.
22, İev. L.
26 T am ara T albot R ice, D eooration s in th e S eljukid s ty le in th e Church
o f Saint Sophia a t T rebizond, B eitra eg e zu r K u n stgesch ich te A sien s - In M em oriam E m s t D iez, İstanbul 1963, s.- 112, iev. 8 (s. 113’d e ) ; D avid T albot Rice,
42
S E M A V Î E Y İC E
Bunun etrafındaki aynı teknikte geçmeli (entrelac) süsleme hiçbir
şüpheye meydan vermeyecek surette Bizans işidir. Bu motifin bu­
raya kanaatimizce camiin XIX. yüzyıldaki bir tamiri sırasında ko­
nulmuş olması da tamamen ihtimal dışı değildir (Res. 11).
Osmanlı-Tiirk Devletini ifade etmek için daha XVI. yüzyılda
Batı’da bazen ay-yıldız âlâmeti kullanılıyordu. Bunların içinde en
tanınmış olanı Avusturya’da Viyana’da şehrin başkilisesi olan Stephansdom’daki ayyıldızdır. Niçin yapıldığını öğrenemediğimiz bu
sembol 1591 yılında madenî levhadan kesilerek, kilisenin kulesine
takılmıştır. Bu bir hilâl olup içinde altı şuah bir yıldız vardır (Res.
16). Fakat 1683’de ikinci Viyana kuşatmasının Türkler aleyhine
sona ermesinin arkasından 14 Temmuz 1686’da büyük güçlükle ye­
rinden sökülerek, Şehir Meclisi tarafından Martin Lerch’e ayın üs­
tüne lâtince şu yazı kazdırtılarak kaldırılmıştır27 :
A ° 1529
Hac Solymanne Memoria tua
Türk ordusunun Viyana kuşatmasını kaldırarak çekilmeğe başladığı
günün hatırası olarak, Viyana fırıncılarının yaptıkları ayçörek
T he Church o f E a g h ia Sophia at Trebizond, E dinburgh 1968, s. 51, lev. 21 F,
burada bu levha ve m o tif hakkında h erhangi bir açıklam a yapılm am aktadır.
A n adolu ’nun K aradeniz kıyısının doğu kesim inde, m erkezi T rabzon olm ak üzere
K om nenos’lar sülâlesinin k ü çü k bir devlet k u rarak hüküm sürdüğü sıralarda,
XTV. yüzyılda yapılan bu m anastır kilisesinde T ü rk sanatından alınm a ele­
m anlar pek ç o k olm akla beraber, a y yıldızın binanın en fa z la g öze çarpar bir
yerindeki duvara v e yan girişin üstüne işlenm iş olm asına m âna verm ek çok
zordur. K aldı ki, bu levhanın ta m sim etriğinde olan benzeri levhada orta dolgu
zam anla tahribe uğram ış olm akla beraber, orad a d a böy le b ir m otifin varlığına
işaret edebilecek bir iz yoktur. B iz bu a y -y ıld ız m otifinin, levhanın göbeğindeki
baklava biçim indeki çerçeven in iç inin boşaltılm ası suretiyle X IX . yüzyıl baş­
ların da yapıldığını sanıyoruz.
27 A rtin Paşa, n ot S’ d ek i y erd e, s. 152-155, kşl. lev. X V I ; R iza N ur, n ot
S’d ek i y erd e, A rtin P a şa bu alâm et için k ayn ak ola ra k L. Donin, D er Stephansdom und sein e G esch ichte, W ien 1873 başlıklı eseri gösterir.
J. Siebm acher’in 1605’ de basılan W appenbuch... adlı k itabında (yen i bas­
kısı, O. Titan von H efier tarafından, N ü rn berg 1857), m uhtem el O sm anlı ar­
m aları olarak, kırm ızı zem in üzerinde beyaz a y -y ıld ız ile a y v e çark ıfelek g ö s ­
terilm iştir, bkz. A . M atkow ski, L es blasons rep résen ta n t l’E m p ire O ttom an en
Europe, «IV e C ongrès In t. à’A r t T u rc-A vs en P r o v e n ce 1971», 1976, s. 131, res. 9.
A Y - Y IL D IZ 'IN T A R İH İ
43
(E iffe l) ile üst yüzü önceleri altı, sonraları ise beş bıçak çizgisi ile
yarılmış küçük ekmek (Sem/mel) de Türk ay - yıldızının hatıraları­
dır.
Daha XVI. yüzyılda Osmanlı-Türk devletini ay - yıldız ile belirt­
mek hususunda pek az bilinen başka bir örnek vardır. Bartholomeo
Georgievitz adında bir papazın, 1553 yılında, Roma’da basılan :
PROFETIA
DE
I
TVRCHI
delle loro rouina, 6 la Conuersione alla fede di Christo
per forza della spada Christiana
IL
lam ento
delli
chri
-
stiani, che uiuono sotto l’imperio
del
LA
gran
Turcho
ESSORTATIONE
Contra li Turchi alli Rettori della Repub. Christiana.
Cose ueramente pie & a ogni Christiano da legger utile, e molto necessarie
Nouamete cöposte et divalgata,
Per Partolomeo Georgievitz
Pellegrino di Gierusale
Roma
M.D.LEH
başhklı 28 sahifelik risalesinin takdim sahifesinde, ağaç oyma tek­
niğindeki gravürde de Osmanlı Devletinin işareti olarak ay ve yıldız
görülmektedir28. Bu resimde ortada kitabın uzun başlığı yer ahr.
28 C. Göllner, T v rcica -D ie europaeischen T ürken drucke des X V I. Jahrhund erts, I I - M D L I-M D C Jahrhunderts, Bucureşti - Baden Baden 1968, s. 33, no.
S E M A V İ E Y İC E
îki yanında birer resim vardır. Bunlardan biri Alman İmparatoru
V. Kari, diğeri ise Osmanlı.Sultanı Kanunî Süleyman (Res. 18). Bu
iki hükümdarın başları üstlerinde yer alan arma kalkanlarının içle­
rinde her iki Devleti temsil eden armalara yer verilmiştir. Bunlar­
dan Osmanlı Padişahının armasmda bir ay ile altı şuâh bir yıldız
bulunmaktadır. Böylece daha Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566)
yıllarında, Osmanlı devleti ay - yıldızlı bir âlâmetle Batı’da temsil
edilebiliyordu.
Bazı Avrupa şehir ve kasabaları ile hıristiyan asillerinin arma­
larında da ay-yıldız görülmektedir. Bunlardan bir çoğunu Yakub
Artin Paşa toplayarak kitabında tanıtmıştır. Bu örnekler arasında
İrlanda kralı John’un 1199 tarihinde basılan penny’sinin üstünde gö­
rülen ayın içindeki şeklin bir yıldız olmayıp bir çarkı felek olduğunu
sanıyoruz29. Buna karşılık Türk bayrağındaki ay-yıldıza çok benze­
yen bazı motiflere asalet armalarında raslanır. İtalya’da Cenova’da
Bonfiglio30 ve Brevei31 ailelerinin armalarında ayrı ayrı olarak ay
ve yıldız vardır. Fakat Pedralbes’ierin armasında mavi ( Azv/r) bir
zemin üstünde altın bir ay ve bunun içinde altı şualı bir yıldız var­
dır. Böylece bu arma şaşılacak derecede Türk bayrağına benzemek­
tedir32. Tomasini ailesinin armasmda ise ay-yıldızdan başka bir de
ağaç yer almaktadır (Res. 19)33. Avrupa’nın Türklükle ilgisi olma­
yan başka hıristiyan ailelerinin armalarında da ay-yıldızı andırır
motifler görülmektedir. Eflâk Bey'i Mircea cel Batrih (1386-1418) ’in
ve ondan sonradakilerin mühründeki armada böyle bir şekil vardır
930. B u pek nadir risâlenin nüshaları G öllner’in tesbitine g ö re şu kütüphaneler­
de bulunm aktadır : D eutsche Staatsbibliothek-B erlin (U i 2175); O. Szechenyi
K ön y vtat B udapest (R H K İÜ 4 1 6 ); H arvard TJniversity L ib ra ry Cam bridge
M ass. (ZH C . 5G 2958-552); B ritish M useum London (3187. aa 4 2 ); Stadtbibliothek U lm (S ch . 13.818).
29 A rtin Paşa, n ot 3’ d ekl yerd e, s. 149.
30 A.M .G . Scorza, L ibro d’ Oro deTla n obiltâ di G enova, G enova 1920, lev.
V III ; ay. yazar, L e fam iglie nobili G enovesi, G enova 1924, s. 40, no. 110, bu
âile N ice’den gelerek X V I-X V H I. yy. arasında devam etm iş sonra sönmüştür.
31 Scorza, ay. esr. lev-. IX ; ay. yazar, ay. esr., s. 45, ro. 131, D oğu m en­
şeli olan bu aile de sönmüştür.
32 Scorza, ay. esr. lev. X X V 1U , ay. yazar, ay. esr., s. 185, no. 571, Ispan­
y a ’da K ata lon ya m enşeli olan bu aile 1463’den itibaren o rta y a çıkm ış, 1528’de
Lom ellini ailesi ile birleşerek kaybolm uştur.
33 Scorza, ay. esr., lev. X X X V I; ay. yazar, ay. esr., s. 246, no. 765.
A Y - YTLD IZ’IN T A R İH İ
45
(Res. 20)34. Bu armadaki hilâl bazen bir öküzün boynuzlan olmuş,
yıldızın yerini ise bir güneş sembolü almıştır. Arnavutluk’ da bir süre
Berat ve havalisine sahip olan Musacchi âüesine de Charles Quint
tarafından verilen armada üç ufkî şeridin içlerinde bir ay ile iki
yıldız vardır (Res. 19)35.
Ay-yıldız’m Osmanlı Devletinde toplar dışında mimarîde kulla­
nılışının şimdiki halde bildiğimiz en eski örneği Arnavutköyü’nde
İzzet Mehmed Paşa çeşmesi idi. Yıktırılan bu çeşmenin kitabesin­
deki tuğranın yanında ay-yıldız da vardır. Bu tuğra 1974’de Tevfikiye camii avlusunda duruyordu (Res. 26). H. 1208 ( = 1791/92) ta­
rihli olduğuna göre bu âlâmetin kullanıldığı en eski mimarî eser İdi36.
Tophane’de Karabaş camii yakınında H. 1211 ( = 1796/97) tarihli
Bilâl Ağa çeşmesinde ise aym için pek çok şuah, âdeta güneşi- an­
dırır bir yıldız görülmektedir37. Kumkapı’da H. 1214 ( = 1799/1800)
tarihli IH. Selim çeşmesinde tuğra’mn yanında bir ay-yıldız bu­
lunmaktadır38. Üsküdar-Haydarpaşa caddesi üstündeki H. 1217
(—1802/03) tarihli UT. Selim çeşmesinde de ay-yıldız vardır39.
Eminönü’nde, Mısırçarşısı arkasında, Kurukahveci sırasında bulunan
zarif bir eser olan H. 1221 ( = 1806/07) tarihli Hatice Sultan çeş­
mesini de ay-yıldız alâmeti süslemektedir40 (Res. 27). Eyüp’te Şeyh
Murad tekkesinin dış avlu kapısı üstünde kabartma olarak işlenmiş
ay-yıldız motifleri bulunuyordu (Res. 29-30). Maalesef bu kapı bu­
gün tamamen tahrip edilmiş durumdadır. Ancak ay-yıldızlı kınk bir
parça orada görülmektedir. Ne yazık ki bu kapıyı tarihlemek müm­
34 C. M oisil, S tem a R om âniei, origin ea şi evolu tia ei istoricâ şi heraldicâ
(A rhivele Statului şcoala supérioara de arhivistieâ şi p a leogra fie) Bucureşti
1931, s. 1-2, res. 1 (M ircea cel Bâtrân, 1390), res. 2 (V la d I, 1396), res. 3 (V lad
D racul, 1437), res. 4 (R a d u cel M are, 1497), res. Pâtraşcu Vodâ, 1557); bunlar­
dan yalnız birin cisi için bkz. V . Cândea, A n Outline o f Rom anian H istory,
B ucarest 1977, s. 24.
35 M .D. Sturdza, D iction naire historique e t gén éalog iqu es des grandes
fam illes de G rèce, d’A lban ie et de C onstantinople, P aris 1983, s. 361. B u âile
X V H . y ü zyıld a sönm üştür.
36 ib ra h im H ilm i Tanışık, Istanbul çeşm eleri, İstanbul 1943-45, H , s. 149,
no. 114, s. 150’deki fo to ğ ra fd a ay-yıldızlı tu ğrası görülm üyor.
37 ay. yazar, ay. esr. H, s. 157, no. 121.
38 ay. yazar, ay. esr. I, s. 220, no. 228.
39 ay. yazar, ay. esr. H, s. 402, no. 313/107.
40 ay. yazar, ay. esr. I, s. 226, no. 234.
46
S E M A V Î E Y İC E
kün olmamaktadır. Fakat ay ve yıldızın biçimlerinden bunların da
m . Selim devrinden daha geriye gitmediği, hatta belki de II. Mahmud veya Abdülmecid yıllarına ait olabileceği söylenebilir.
Karacaahmed mezarlığında cami önünde bulunan H. 1218
( = 1803/04) tarihli bir mezartaşmdaki ay ile çok şualı yıldız bu alâ­
metin artık iyice yerleşmiş olduğunu gösterir (Res. 25)41. Daha son­
raları, Selimiye camii haziresinde, Mehmed Emin Ağa’nın H. 1232
( = 1817) tarihli mezartaşmda da ay-yıldız ile karşılaşılmaktadır
Sonraları Sultan n . Malımud (1808 -1830) devrinde artık ay ve çéşitli biçimlerde yıldız hemen her yerde yer almıştır42. İstanbul-Bağdat kervan yolunun menzil yerlerinden birinin başmda, Bostancı
köprüsü önünde H. 1247 ( = 1831/32)’de Sultan H. Mahmud hatı­
rasına yapılan çeşme’de olduğu gibi43, Sultan n . Mahmud’un türbe­
sinin dışında, kubbeye yakm kısımda, her cephede mermere kabart­
ma olarak birer ay-yıldız işlenmiştir. Abdülmecid ve Abdülaziz de­
virlerinde ise ay-yıldız artık iyice yaygınlaşmış olduğundan, üzerin­
de bu âlâmetin görüldüğü yapıları burada sıralamıyoruz44. Ay-yıldız
motifi XIX. yüzyılda çok yaygınlaştığından mimarî dışında da pek
çok yerde kullanılmıştır. Tarihleri tesbit olunamayan bu çeşit kü­
çük eserleri bu bakımdan erken bir devire indirmek mümkün olma­
maktadır. Nitekim Çanakkale tabakları gibi, (Res. 24)45 ok sadak41 B u m ezar taşının b ir fo to ğ ra fım veren İstanbul V a k ıfla r Başm üdürlüğü
A rşiv kısm ı şefi N ecdet İşli’ye teşek kür ederim.
42 A n k a ra E tn og ra fy a M üzesinde bulunan Sultan n . M ahm ud’a ait bir
tu ğra da (inv. no. 7603) köşede bir a y yıldız bulunm aktadır. B ir resm i E ttin ghausen, n ot 3’d ek i yerd e basılm ıştır.
43 Tanışık, İstanbul çeşm eleri, H , s. 430, no. 336 130; S. E yice, İstanbulŞam -Bağdad yolu ü zerin deki m im arî eserler, I-Ü skü d ar-B ostan cibaşı D erbendi
gü zergah ı, « Tarih D erg isi» sa yı 13 (1958) s. 101-102, kşl. M. K em al Özergin,
K ita b e le r..., s. 128-129.
.44 R iza N ur, n ot S’d ek i y erd e, s. 94’de V iya n a’da H eeresm useum (A sk erî
M üze) de bulunan yeşü renkli bir sancağın da resm ini verm ektedir (lev. X X I,
4 ). Şim diki a y yıldıza ç o k benzeyen bu sancakda a y y a tık olup, u ç la n yukarı
bakar. A y ın içinde ise 1611 rakk am ı vardır. Bunun belki gan im et ola ra k A v u stu rya ’lıla n n eline g e çtiğ i tarih olduğunu da kaydeder. B u sancağın gerçekten
o kada r eski olm ası ç o k şüphelidir.
45 C. E sad A rseven , L es arts d écoratifs tu rcs, İstanbul tz., s. 168, res.
428; Gönül Öney, T ürk d evri Ç anakkale seram ik leri (Ç anakkale Seram ik F ab rik a la n A .Ş. y a y ın ı), A n k a ra 1971, s. 22, no. 18. 1750-1850 ola ra k ç o k geniş
biçim de tarihlendirilm iştir.
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH Î
47
larmda (Res. 10) 46, Osmanlı ordusunda askerlerin kollarına bağla­
dıkları bronzdan muska mahfazalarında (Res. 22), hatta meşinden
veya sim işlemeli, bel kuşağına takılan saat mahfazalarında vs. ay
ve yıldız görülür (Res. 23). Ondokuzuncu yüzyıla ait mavi renkte
bazı fincanların da dış yüzlerinde altın yaldızlı baskı olarak işlenmiş
yayvan hilâl ile sekiz şualı yıldız motifleri bulunmaktadır47. Ancak
daha sonraları bazı resmî Devlet mühürlerinde ay-yıldızm yer aldığı
görülür. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin H. 1256 ( = 1840) tarihli bir
diplomasında, başhkta böyle bir amblem yer almaktadır48. Bu arada
şu hususa da işaret etmek yerinde olacaktır ki, yapılış tarihleri eski
olmakla beraber çok sonraları tamirler sırasmda, yukarıda adı ge­
çen Trabzon Ayasofya’sında da olduğu gibi, bazı yapılara da ay-yıldız işlendiği dikkate alınarak aldanılmamalıdır. İstanbul’da Fmdıklı’da H. 1169 ( = 1755/56) tarihli Zevkî Kadın çeşmesi49 üe Milas
yakınında Kadızâde köprüsünün kitabesi akla gelir. Bunlardan bi­
rincisindeki motif bugünkü ay-yıldızm aynı olduğuna göre, herhalde
arkasındaki Salıpazan sarayı, İstanbul Kolordu merkezi olduğu yıl­
larda yapılmış olmalıdır. İkincisi ise H. 1296 ( = 1878) 'deki tamire
aittir50.
Osmanlı devrinde Türk bayrağı Zülfikârh veya üç hilâlli olmak­
la beraber, daha XVI. yüzyılda Batı’da Osmanlı Devletinin alâmeti
olarak seyrek de olsa ay ve çok şualı yıldızı tanıyorlardı. Fakat ayyıldız’m bir Devlet sembolü olarak resmen kabulu şimdiki halde bil­
diğimiz kadarı ile UL Mustafa devrinde başlamış, I. ‘Abdiilhamid ve
bilhassa IH. Selim devirlerinde gelişerek yerleşmiş olmaktadır. Yok­
sa ötedenberi ileri sürüldüğü gibi ay-yıldızh Devlet sembolü m . Se­
lim yıllarında, veya daha yaygın bir görüşe göre II. Mahmud dev-
46 C. E sad A rseven, ay. esr., s. 325, res. 655. B urada X V H . y ü zy ıl olarak
tarihlendirilm iştir. F a k a t süslem e m otifleri X V I lı. h a fta X IX . yüzyıllara işaret
etm ektedir.
47 Ü zlifa t Canav, T ü rk iye Şişe v e Cam F abrikaları A .Ş . Cam eserler k o ­
leksiyon u , İstanbul 1985, s. 126-127, no. 256-263.
48 Feridun N a fiz U zluk, Bir sertifik a , « T ü rk Tib Tarihi A r k iv i», V I, sayı
21-22 (1943), s. 3, res. 2.
49 Î.H. Tanışık, İstanbul Ç eşm eleri, H, s. 114, no. 85.
50 Cevdet Çulpan, T ü rk T aş köprü leri, O rtaçağdan Osmanlı d evri sonuna
kadar (T ü rk T arih K urum u Y ayını, V I, 16), A n k a ra 1975, s. 198, no. 122.
S E M A V İ E Y İC E
rinde ortaya çıkmış değildir51. Bu küçük araştırmamız bu mevzuda
söylenebilecek muhakkak ki son söz değildir. İleride bulunacak daha
başka bilgilerle Türklüğün vaz geçilmez sembolü olan ay ve yıldızın
tarihçesi daha iyi bir biçimde aydınlığa çıkacaktır.
B ir R ü fâ î şişinde ay ve yıldız.
51 G erek R iza Nur, n ot S’ d eki yerd e, s. 127; gerek A rtin Paşa, n ot S’ deki
y erd e, s. 158-159; gerek E ttinghausen, n ot S’ d eki y erd e, s. 384, ay-yıldızın
N izâm -ı Cedid ile kabul edildiğini, m . Selim ’in hâl edilerek ölüm ü üzerine k a l­
dırıldığım , an cak Y en içeri teşkilâtı lağvolunduktan son ra 1826 dan itibaren
H . M ahm ud tarafın dan yeniden ihdas edildiğini yazarlar.
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH İ
-' Jj
^
¿j'A v j b l b l t il *
49
¿Al LiV
—i|Ly» çL»*öV)^AİtjÇAls^,ı»lAi,rJ^ '
lAabj.V*»^
-
jV^
< A i s l O ^ U ^ L » < u j \» - l i ^ . j S . j y i ’j l l j i « y .W .A *- .A r ^ ^ j L . - Ü i l
• v*>l>' ^ - j ^ a v j - u l ' J l - j
^ ^ ^ - J J ^ j V
—V ^ » 3 ^ 1 j i j ^ OOjIj.j*)*
A»~û\.j<lJ§*n jli-o H L
C j L » » l ü “i O»6
v * l l i j l Lj>«iölûa^>l
^y
^
3*-£“*-» •cJ£>1*r»J*4İi*.j*'
^‘<j \t*j J>ı «
v
^J> * i)\lL.Vl-
^»j
ö^jij^ou* ûl>jû\İL.î^ •vxxL^->'-^,'f"J‘-i‘jV j'j'İAvyj' C^f-jl"
•
'•
jW aliU lîU ^
t
J
.
-— ■* ^ * ' K
~ *
f~
o
_ _ _ : -
^ j j * İ » û si j »' *^ 1*1^ ^ ».
s ^ L ^ t A a ı ^ U ö a * > c j ^ l ' jü /'^ s »ı»1
-A
v jl*
o » j y > c . a » ^ j> > - l â l * « v L j j J A â l y ^ U
y jJ ^ r j 'Jtçfi,
ı \t
* V ^ ,-,jJ'
s uAL <11,1^cL .j ci»’^j'j5a**ı>'İ 'ot>'ut#*y' çi'ji» ; « J fo *A*^9* i k*
ûx
~ ~ \ &
JU-’j j* /¿ y iV â $ k ^ ^ jU A - /o&rjAPV-A*
_3^J> ¿l> t ^ l c l ^ i
«
•
v _ ^ j l * A ^ ”5^ V -> >3f 4 * > * *
*
•
* o j j 'J l y •
^
' ■';■■: 'M'
i
°
• J ^ tA L -«y l
• ¿ ly .ti. v < y p & jl^ ;
' .''L
R es. 1 — H üseyin A y va n sa ra y î’nin M ecm u a-ı T evarih (T op k a p ı Sarayı K tp.
H azine 1565)’inde top lar h akkındaki k ayıt (var. 85 a ).
S E M A V Î E Y ÎC E
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH İ
Res. 5 — C h icago’d a B urbon J. Beray koleksiyon u (The A r t In stitu te)’nda
bir T ü rk işlem esi üzerinde ay-yıldızlar.
51
S E M A V Î E Y İC E
52
Ü
505
•s. 6 — E sk i k âğ ıtlard a H . 1219 ( = 1804/05) tarihli sudam galarında ay-yıldız.
Res
A Y - Y XLDIZ’IN T A R İH İ
53
54
S E M A V Î E Y İC E
R es. 9 ■
— Sultan IV . M urad (1623-1640)'a ait ola ra k
kabul edilen k ad ife kum aş üzerinde h ilâi m otifi.
R es. 10 — O k sadağı üstüne işlenm iş ay-yıldız.
A Y - YILD IZ’ESI T A R İH İ
55
**
S:
i !
R es. 11 — T rabzon ’ da A y a s o fy a cam ii duvarında
ay-yıldız.
R es. 12 — Sultan m . M ehm ed (1595-1603)’e ait ola ra k k abul edilen göm leğin
üzerinde a y ve yıldızlar (T op k a p ı S arayı M üzesi no. 4496).
M
Res. 13 — K anunî Sultan Süleym an (1520-1566)’a
ait ola ra k k abul edilen çakşır üzerinde hilâl ve
güneş ( ? ) (T op k a p ı Sarayı M üzesi no. 4414).
Res. 14 — Sultan İÜ . M urad (1574-1595)’a ait olarak
kabul edilen ipek g öm lek üzerinde a y ve yıldız (T op k a p ı Sarayı M üzesi no. 4649).
I
î
Res. 15 — A y n ı göm leğin detayı.
Res. 16 — B irin ci V iyana kuşatm asının (1529) h atırası olarak
Stephansdom ’a konulan ay-yıldız.
Ol
S E M A V Î E Y İC E
58
\V \N
Res. 17 — E sk i A v ru p a kâğıtların da ay -y ıld ızlı sudam gaları.
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH Î
;|MP>
âMP. K0
m
Ö
D E
F E T î I A
I
W
T V R C H i ,
M la im i roam a,
o U conueTfune/tlU. fid e i i Çkriflç f* t î ,
fona '4elk'sjndtt: Chrifliem efv “
Ğ
^'
l L L A W H N T -0 , D E L h l C U R I
*
*
'
l’lmperio
-y
d e l g r< tn T s u r t b o .
! ' ^ d i i Î > i İ .¿s-:
1 A ESTOKTA TIO N E ^
tûutra h Turebi^yi
- l} f
M la& efu
. Ç fy r iftia n e ,
j
{■
G ofc ucranK nfc.ffC jCra ıvn i G ifc b t
S tia n o d it t e ğ g e r H i l e / m d t o H C ( t ( & $ s ğ \ *
Nomih?« niptfr?
Pir JBirwli»nKe Gmgifuiir
felUgrintdı Gîerufalc.
i
LA <TP A p A
P1
C HRI
•
'C
!
S T f A N f.
R es. 18 — R om a ’ da 1553’ de basılan kitabın başlık sahifesinde O sm anlı
D evleti arm ası ola ra k ay-yıldız.
60
Res. 19
SE M A V Î E Y ÎC E
a - İta ly a ’da Cenova ailelerinden Pedralbes, Tom asini, B revei ailelerinin
asalet arm aları.
c - E flâ k B ey i M ircea’nın arm asm m deseni
(karş. R esim 20 ).
A Y - Y TLD IZTN T A R İH İ
Res. 20 — E flâ k B ey i M ircea cel B atrin ’in m ühüründeki
arm asında ay-yıldız.
R es. 21 — A y a İrin i kilisesi (esk i H arbiye A m ba rı - A sk erî M üze)
kapısında ay-yıldız.
61
S E M A V Î E Y ÎC E
Res. 22 — E v velce erlerin kullandıkları m uska
m ahfazası üstünde ay-yıldız.
R es. 23 — E sk i bir saat m ahfazası üstünde sim
işleme ay-yıldız. -
A Y - Y IL D IZ ’IN T A R İH Î
Res. 24 — B ir Ç anakkale ta ba ğı üstünde ay-yıldız.
63
A Y - Y IL D IZ 'IN T A R İH İ
65
R es. 27 — E m inönü’nde H . 1221 ( = 1806/07) tarihli H atice Sultan .çeşmesinde
a y -y ıld ız (L evn s’in g ra v ü rü ).
R es. 28 — IV . M urad zam anm da yapılan B ağdat K öşkü ’nde ba ğa ve
sed ef işlem eler arasında ay-yıldız.
66
S E M A V Î E Y ÎC E
R es. 29 — Eyıüp’de Şeyh M urad tekkesi k a p ı kem erinde ay-yıldız
(yıkılm adan ö n c e ).
R es. 30 — A y n ı kapı kem erinden m oloz arasında bulunan son parça
İSLÂM’DA DEVLET DÜŞÜNCESİ VE
KUTADGU-BİLİG
Mahmut Arshm
:
«Başınızdaki hükümdar habeşî bir
köle dahi olsa, buyruğunu dinleyi­
niz ve ona itaat ediniz»
Hz. MUHAMMED
«ağırlagu begler özin hem sözin;
kerek hindü bolsun kiımüş yulugı»
( = Eğer hükümdar, para ile satın
alinmiş bir köle bile olsa; onun hem
kendisine, hem de emirlerine üyulmabdır)
YUSUF HAS
HÂCİB
«ilingde biregü kiçe kalça aç;
anı sindin aytur bayat közni a ç » .
( = Ey Bilge Hükümdar! Ülkende
bir kimse bir gece aç kalırsa; onu
Tanrı sana soracaktır, gözünü aç).
YUSUF HAS
HÂCİB
İslâmiyet, bedevîlikten yeni çıkmış ve seçimle iş başına gelen ve
fakat gerçekte ün, itibar ve hatta servete dayanan kabile reisleri
tarafından yönetilen unsurların yaşadığı küçük bir ticaret şehrin­
de ortaya çıkmıştır. Islâmiyetin en eski siyasî ideali, kabile örf ve
68
M AHMUT AR SLA N
âdetlerine uygun olarak seçime dayalı, rızaî ( = Consensus) bir yö­
netim sistemidir. Bu siyasî fikirler ilk İslâm Kamu Hukuku nazariyecilerinin klasik kitaplarında saklı bulunmaktadır.
Peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan ilk devlet kurumu
«halifelik»tir: Çıkış olarak halifelik, İslâm öncesi Arap kabile reis­
liği sisteminin temelleri üzerine kurulmuştur ve Araplar bu eski sis­
temi, kendilerine bir örnek olarak almışlardır. Nazarî olarak halife­
nin otoritesi teokratik bir temele dayanmaktadır. Fakat, Peygambe­
rin ölümü üzerinden birkaç nesil geçtikten sonra, Islâm devleti, an­
tik uygarlıkların yaşamış oldukları geniş topraklar üzerinde yöne­
timi ele geçirdi ve Islâm devlet teorisi ve kamu hukuku eski monarşik eğilimlerin, özellikle Iran ve Yakm-Doğu Helenistik devletlerin
sahip bulundukları monarşik geleneklerin etkisi altmda değişiklik­
lere uğradı.
KÖPRtİLÜ’ye göre, bir çok Sasanî devlet geleneğine vâris olan
Abbasî imparatorluğunda, Abbasî devleti, Sasanî devletinin deva­
mıymış gibi görülüyordu. Öyle ki, Sasanî devrinin ahlâkî-siyasî ge­
leneklerini, Sasanî hükümdarlarının büyüklüklerini, adalet ve haş­
metlerini, Sasanî devlet kurumlarmı ideal birer örnek gibi göster­
mek, yalnız Iranlı yazarlara özgü kalmamış, diğer bir çok Islâm ya­
zarları da aynı düşünceleri ileri sürmüşlerdir1.
Ayrıca Sasanî bürokrasisi, bütün ruhu ve incelikleriyle, gele­
nekleriyle Islâm devletlerine de geçmiştir. Aristokratik ‘ve başka
sınıflara tamamiyle kapalı, tekelci niteliğini yüzyıllarca koruyan,
devlet işlerini belli aile çevrelerine bırakan bu zihniyetin ifadesini
«Siyaset-name», «Kabus-nâme» ve daha bu gibi birçok klasik eserde
bulabiliriz2.
Emevîler’in sadece Islâm topluluğunun başında «cismanî» bir
reis olmalarına karşılık, Abbasîler, Peygamberin kutsal emanetleri­
ne de veraset yoluyla sahip olan «ruhanî» bir reis sıfatını taşıyor­
lardı.
Bazı Batüı tarihçilerin, pek de haksız olmayarak, Yeni-Sasanî
(Néo-Sassanide) admı verdikleri Abbasî devletinde Halifelik, hem
1 K öprülü, F., İslâm M edeniyeti Tarihi, A n k ara 1973, İzahlar, s. 101.
2 Bkz. : Christensen, A . L ’İran sous les Sassanides, C openhague 1936,
p. 129.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
69
cismanî ( = Temporel), hem de ruhanî ( = sprituel) olmak üzere iki
kudreti kişiliklerinde birleştirmek suretiyle âdeta kutsal ( = sacré)
bir nitelik aldığını görüyoruz ki, bunu doğrudan doğruya eski Sasanî geleneklerine ve bu geleneklere sadakatle bağlı kalan -müslümanlığı da kabul etmiş- İran aristokratlarının etkisine atfetmek ge­
rekir.
Hıristiyan Batı tarihinde «Césaro-papisme» denilen, hükümda­
rı, hem imparator (césar), hem de «papa» sayma geleneği, eski İran
geleneklerinde bulunmasına rağmen, İslâm kamu hukukunda böyle
bir şey bulunmamaktadır. Yani İslâm devlet geleneğinde, birbirin­
den ayrı «cismanî» ve «ruhanî» iki kuvvet mevcut olmadığı gibi,
geniş İslâm dünyasının da, başında ruhanî bir reise ihtiyaç olma­
mıştır3.
Sasanîler sarayının parlaklığı, devletin ihtişamı, hükümdar ve
vezirlerin akıl ve tedbirleri, ülkedeki medenî hizmetler, müslümanlarm daima hayret ve gıptalarını çekmiştir. İslâm devrinde bile, ken­
dilerini Sasanî hanedanına bağlamak endişesiyle bir takım hayalî
şecereler uyduruldu. KÖPRÜLÜ’ye göre, kendilerini Sasanî hüküm­
dar sülâlesine bağlamak suretiyle eski asalet köküne dayanmak me­
rakı, bir çok İslâm hükümdar sülâlesinde göze çarpmaktadır.
Sasanî devri İran’ı, müslüman Araplar için, her zaman, ideal
olacak şekilde görkemli bir devlet olarak görünmüştür. Eski İran
devlet müesseselerinin aynen alınması ve taklidi, İslâm devletinin
ihtişamını yükseltecek bir araç gibi görüldü. Bu sebeple, Halifeler,
vezir ve valileri daha ziyade fars aslından seçiyorlardı4.
A. İSLÂM’DA DEVLET KAVRAMI
Hz. Muhammed’in dünyaya geldiği devirde, Arabistan’da ger­
çek anlamıyla hiçbir devlet yoktu. Mekke şehri, kendi oligarşik pe­
derşahî teşkilâtı bir tarafa bırakılacak olursa, hiç bir zaman bir dev­
let düzeni tanımamıştı. Bununla beraber, Kur’an’da hükümdarlara
ve hükümdarların görevlerine atıflar bulunmaktadır. Gerçekte,
Kur’an sadece monarşilerden söz açmaktadır. Yani, Cumhuriyet gibi
i
3
4
K öprülü, F., izahlar, s. 138-140.
Barthold, W ., Islâm M edeniyeti Tarihi, A n k ara 1973, s. 44.
MAHMUT AR SLA N
70
diğer hükümet şekillerinden hiç söz açılmaz. Halbuki Peygamber’in
ölümünden sonra İslâm devleti, bir cumhuriyet rejimi görüntüsü ka­
zanmıştır. Kur’an’a göre Peygamberin görevi, hükümdar ya da baş­
ka kötü yöneticilerin tutumu sonucu örf ve ahlâkı bozulmuş bir kavmi ıslah etmektir5.
İslâm’da hâkimiyet sadece Allah’a aittir.. Yani, İslâm’da bir dev­
letin, bir hükümetin, bir reis tarafından yönetilen bir topluluğun te­
melinde bir çeşit toplum sözleşmesi, söz konusu değildir., Peygam­
ber’in yerine geçenler mutlak bir hükümdar, bir zâlim olamazlardı,
çünkü Kur’an’daki Allah iradesine itaat etmeğe söz verilerek «hali­
fe» olunabiliyordu. Peygamber de diğer herhangi bir müslüman gibi
bu ilahi kanuna tâbi olacak bir fert idi, îster müslüman, ister gayri­
müslim olsun, sıradan bir fert Peygamber’e karşı hukukî bir dava
açabiliyor ve gerek maddî haksızhk, gerek naktî bir yükümlülük
konusunda adalet elde edebiliyordu. Peygamber ya da halife, devlet
gelirleri üzerinde, herhangi bir müslümandan daha fazla bir hakka
sahip değildi.
'
Arapçada yemin karşıhğı kullanılan kelime «bîat»tır ve bu ke­
lime «satış sözleşmesi» anlamına gelir. Sadakat yemini ( = bîat)
Peygamber’in şahsına değil, onun aracılığıyla Allah’a yapılır, dedi­
ğimiz gibi, hâkimiyet prensip olarak Allah’a aittir ve onu istediği­
ne veren ödur. Fakat uygulamada, İlâhî iradeyi temsil eden cemaatin
iradesi önem kazanır. îslâmm Peygamberi «Vox Populi vox dei»
(=: Halkın sesi, Allah'ın sesi) demiyor, fakat: «Allah’ın eli birlik
olan cemaatin üzerindedir» diyor. Ya da diyor ki: «Benim cemaatim
asla yanlışta ittifak etmiyecektir».
Peygamber’in yerine geçecek olan Halife’nin seçimi ise cemaat
ve onun yetkili temsilcileri vasıtasıyla olur. Şu halde bir reis yeter­
siz görüldüğünde temsilcilerin kararıyla görevinden af edüebilir.
Islâm devleti, klasik devrinde, irsî bir veraset rejimini değil,
cumhuriyeti tanımıştır. Fakat, belli bir süre için seçim yapılmamış,
devlet reislerinin gerektiğinde görevden affedilmeleri bir yana, ha­
lifeler «ömür-boyu» yönetmek için seçilmişlerdir. Şurası bir ger­
5
Bkz., M oham m et A li, L a pensee de M ahom et, P aris 1949.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
71
çektir ki, İslâm, nazarî olarak, devlet başkanlığının veraset yoluyla
intikali usulünü reddeder6.
İslâm Devletinin bütün siyasetinin amacı, sadece Allah’ın hü­
kümranlığını yeryüzüne yaymaktır. Bu amaç ve görev devlete ev­
rensel çapta verilmiştir7.
İslâm hukukçularının sert nazariyelerinde hiç bir İnsanî yasa­
ma, makam ve kurumuna yer verilmemiştir. Bütün kanunlar Allah’­
tan gelmiştir ve Allah hem yasama kuvvetinin ve hem de devlet hâ­
kimiyetinin biricik kaynağıdır. Vahiy yoluyla yürürlüğe giren ve
sahih tefsirlerle üzerinde çalışılan İlahî kanunlar mükemmeldir ve
değişmezler. Halife, hilafet makamına gelmeden önceki kanunlar sa­
yesinde iktidara geldiği için, kendisi bizzat kanun-koyma yetkisine
sahip değildir. Halifelik makamı İlahî bir yoldan düzenlendiği için
halifeye itaat da dinî bir görevdir. Şu halde ona isyan, büyük
bir cürüm ve günah sayılır. Eğer halife, İlahî kanunlara, aykırı bir
kararını uygulamaya koymak isterse, tebaanın ona itaat yükümlü­
lüğü kendiliğinden ortadan kalkar. Çünkü İslâm hukukçularının ka­
bul ettiklerine göre, «yaradana karşı gelen herhangi bir yaratık’a
itaat edilemez».
Peygamber sağken, müslümanlar arasmda çıkan anlaşmazlıkla­
rı çözer ve suç işleyenleri cezalandırırdı. Sonradan «Dar ül-îslâm»
genişleyince Halifeler ülkede çıkan bütün anlaşmazlıkları çözemez
oldukları için, illerde valiler de bu işlere bakmağa başladılar ve daha
Ömer ve Osman zamanmda bile hukukî anlaşmazlıkları çözmek için
«Kadı»ler atanmıştı.
İslâm devletinde «Halife»ler hem din, hem de dünya işlerine
bakmakla görevli idiler. İslâm devlet anlayışında, yargı gücü de bir­
likte olmak üzere bir «kuvvetler ayrılığı» (séparation des pouvoirs)
ilkesinin bulunmadığı görülmektedir8.
İslâm devletinde en önemli siyasî prensip «adalet» (= a d l)’dir.
Çünkü adalet, bütün bir siyasî ahlâk teorisini kapsamına almakta6
1958.
7
8
Bkz., Zikria, N. A ., Les P rincipes de L ’îs la m et la D ém ocratie, P aris
Ham idullah, M., Islâm P eygam beri, H, Istanbul 1969, s. 170.
Ü çok-M u m cu, T ü rk H u ku k Tarihi, A n k a ra 1976, s. 63.
M AHMUT AR SLA N
72
dır. Islâm’da adalet, siyaseti din ile birleştirir ve tamamlar. Adalet,
doğruluk, hakkaniyet, meşruluk ve muvazene ifade eder. Bu bakım­
dan adalete uygun davranmak, doğrudan doğruya Kur’an’m emir­
lerini yerine getirmek sayılır. Çünkü, Kur’an’a göre; «Tanrı adalet
\ ve insaf gösterenleri sever». Böylece adalet, siyasî iktidarm kulla­
nılmasına meşruluk sağlayan bir prensip olmaktadır.
Adalet, İslâm siyasî edebiyatına ve devlet felsefesine bir ahla­
kilik prensibi olarak girmiştir. «Adalet mülkün temelidir» özdeyişi,
siyasî kuramların ve davranışların özünü ve ölçüsünü tayin eder.
Islâm devletinin başkanmda da, herşeyden önce adalet şartı aranır.
Bütün müçtehitler, belli meselelerde ayrılmış olabilirler, fakat ada­
lette «ittifak eylemişlerdir»9.
B. ISLÂM’DA SIYASI SÖZLEŞME
İslâm siyaset ve devlet felsefesinde «sözleşme» ( = Misak), hem
devletin ve iktidarın kaynağını ve kuruluşlarını açıklaması ve hem
de bunlara «meşruluk» araması bakımından önemlidir. Toplum ve
devletin kuruluşuna, Islâm dini, ROUSSEAU’ya göre tamamen kar­
şıt bir açıdan bakmaktadır. Islâm’a göre, toplum da devlet de insan
iradesinin eseri değildir. Toplumun yaratıcısı Tanrı’dır ve devlet
İlahî bir iradeyle kurulmuştur. Öyleyse, Kur’an’da sık sık tekrarla­
nan «ahd», bir toplumsal sözleşme olamaz. Kısacası, îslâmın dayan­
dığı sözleşme kavramı, toplumun ve devletin kaynaklarını açıklama
amacı gütmez. İslâmî sözleşme «misak» cinsindendir ve «toplumsal»
değil, «siyasal»dır. Sözleşmenin iki tarafından birisi Tanrı (ve Pey­
gamberi) diğeri halk, millet ya da kavimdir. Bu öyle bir sözleşme­
dir ki, tamamen Tanrı’nın hâkimiyeti altındadır. Tanrı, kimlerin ta­
raf olacağını, hangi topluluklarla sözleşme yapılacağını ve sözleşme
şartlarının neler olacağmı tek taraflı olarak, bizzat tayin etmiştir.
Hukuk bakımından bu tarz bir sözleşme sonucu olarak, ortaya bir
siyasî sözleşme ( = Pacte-Misak) çıkmaktadır. Bu sözleşme, toplu­
mun kaynağını değil de, siyasî iktidarm kaynağım açıklama ve meş­
rulaştırmayı hedef almıştır. Her şeyin yaratıcısı Tanrı, kendi yarat­
tığı insanların, kendisinin istediği biçimde bir toplum düzeni içinde
9
Tunaya, T. Z., T ü rk iye’nin Siyasî Gelişm eleri, İstanbul 1970, s. 90.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
73
yaşamalarım arzu etmektedir. Tanrı’nm insanlardan istediği, bizzat
koyduğu şartlara kayıtsız ve şartsız «teslimiyet»tir.
Tanrı peygamberine bu sözleşmeyi insanlara bildirme, yerine
getirme ve gözetme görevini vermiştir. Peygamber, sözleşme hüküm­
lerine uyulup-uyulmadığmı kontrola memurdur. Tanrı sürekli ola­
rak eski sözleşmeleri yenisine, eski peygamberleri Muhammed’e bağ­
layarak, sözleşmelere saygı göstermemiş olan kavimlerin ve «iktidardaki»lerin nasıl ve ne gibi cezalara çarptırıldığını daima hatır­
latır. Sözleşme şartlarının bir kısmına inanılıp bir kısmına inanılma­
mak da, Tanrıca makbul değildir. Sözleşme bir bütündür ve bütünüy­
le uygulama zorunluluğu vardır10.
İslâm hukukçuları Halife seçimini, seçmenlerle seçilen arasında
bir sözleşme, bir bağıt ( = akit) olarak kabul ederler. Burada seç­
menler itaatlerini satmakta, karşılığında seçilenlerden yönetim sa­
tın almaktadırlar. Bundan ötürü Halifenin seçmenlerce tanınması
işlemine «bey» ( = satım) kökünden «Biat» denilmiştir11:
Fıkıha uygun olarak iki yoldan Halife olunabilir: 1) Seçmen­
lerin seçmesiyle; 2) Bir önceki Halifenin atamasıyle. Bunlardan bi­
rincisine «ihtiyar», İkincisine ise «ahd» denir. Bundan ötürüdür ki
halife veya hükümdarların yerine geçeceklere «veliahd» adı veril­
mektedir. Sonradan bu iki yola. Halifeliği güç ve zor ile elde etme
gibi üçüncü bir yol eklenmiştir. Buna «Kahriyye», iİk ikisine birden
«ihtiyariyye» denir. Güç veya zor ile iktidarı ele geçirmiş olan bir
kimseye itaat etmeyi de fıkıhçılar İslâm ülkesinde huzurun sağlan­
ması için, sağlık vermektedirler12.
Görülüyor ki, sözleşmede Tanrı, kendi iradesiyle yarattığı top­
lum ve devlet içinde yönetenlerin de yönetilenlerin de ilahi iradeye
uygun hareket etmelerini emretmektedir. Durum bu olunca, özellik­
le siyasî alanda şu sonuçlara varırız :
a)
Toplumun kaynağı gibi siyasî iktidarın da kaynağa İlâhidir.
Asıl hâkimiyet kayıtsız şartsız Tanrı’ya aittir.
10
11
12
Tunaya, T. Z., a.g.e., s. 68-70.
B kz., O strorog, L., T raité de droit pu blic m usulm an, L eroux 1901.
Ü çok-M um eu, a.g.e., s. 58-61.
M AHMUT AR SLA N
74
b) Böyle bir toplumun, siyasî şekli ve rejimi (monarşi mi, de­
mokrasi mi? önemli değildir. «Şeriat»la siyasî sistem arasmda bir
ilişki kurulamaz.
c) Devlet reisi, hâkimiyeti değil, siyasî iktidarı kullanan ve
Tanrı emirlerini uygulayan bir kimsedir.
d.) Tanrı’nın emirlerine uygun bir siyasî kuruluş, yani bir dev­
let içinde, devlet reisinin ve yardımcılarının nasıl iş başına gelecek­
leri (verasetle mi, seçimle m i?) önemini kaybetmiş bir meseledir.
e) Halk hâkimiyetin de, iktidarın da sahibi değildir. îslâm dev­
leti halkın Tanrı tarafından, Tanrı için yönetimidir.
f)
Islâm devletinde siyasî iktidar lâik değildir.
C. EL-MA VERDİ
Ona, devrinde, Islâm dünyasında yaşayan en büyük hukukçubilgin gözüyle bakılıyordu. Aktif hayatına Bağdat’da Fıkıh ve Hu­
kuk müderrisi olarak başladı ve ünü yayılınca Halife El-Kaim tara­
fından Kadıy’ül-Kudat ( = Yargıçlar yargıcı) olarak tayin edildi.
Çağdaşı Islâm bilginlerinden hiç biri Islâm devletinin esaslarını teşkü eden prensipleri ondan daha iyi bilmiyordu.
MAVERDÎ, devletin «hikmet-i vücudu»nu şöyle açıklamakta­
dır: «Allah, insanlar arasmda uyuşmazlık konusu olan konuların iyi
bir şekle bağlanması, hak ve faziletin bilinmesi için kanunlar verdi.
Yeryüzündeki bütün varlıkların kontrolünü çeşitli hükümetlere emâ­
net etti ki, dünyanın idaresi gerektiği gibi devam etsin». Ona göre
«îmâmet» ( = ki modern politik deyimle devlet başkanlığı), halkın
k anım ve nizamlara tâbi olmasının temel ilkesidir. O diyor ki, «dev­
leti ortaya çıkaran gerçek sebep «adalet» ve «hakikat»in hiikümsürmesidir; sonra, iyiyi kötüden, fazüeti fenalıktan, yasak olanı
yasak olmayandan seçip ayıran, devletin idare mekanizmasıdır13.
13 E l-M averdî, E l-A h k a m E s-Soultaniya, T raité de droit P u blic M usulm an
d ’A b ou ’l H assan A lî îb n M oham m ed İbn H abîb E l M averdî, T radu it et annoté
d’après les sou rces orientales par le Com te L éon O strorog, V ol. H , P aris 1901,
1906, F a sıl I.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
75
«îmâmet miiessesesinin varlık sebebi doğru yolu takip ve siyasî
bağların güçlendirilmesidir, bu sebepten topluluğun ‘icmaı’ ile, yani
seçim yolu ile bir kişinin imâmete seçilmesi çok büyük bir önem ta­
şır». «Îmâmet yalnız gelenek ve tarihle kutsallaşmış bir kurum de­
ğildir; sağ-duyu da onun varlığını zorunlu kılar. Çünkü sağ-duyu
sahibi bütün insanlar, kendilerini her türlü saldırıdan korumağa ve
aralarındaki uyuşmazlık ve kavgalar konusunda hüküm vermeğe ye­
tenekli bir lidere işlerini tevdi etmek eğilimindedirler14.
MAVERDÎ, «İmam»ın seçim ve tayini hakkında çok ayrıntılı
bilgi verir ve oy verenlerle «İmam adayı»nm niteliklerinin ne olması
gerektiğini tartışır. Ona göre «İmam adayı» iyi ile kötüyü, doğru ile
yanlışı, değerli ile değersizi birbirinden ayıracak nitelikte olmalı ve
bu işe ehliyetli sayılmalıdır. Ona göre «İmam»m seçimi için iki usul
vardır: Biri, ehliyetli seçmenlerin oyu, diğeri Halifenin sağlığında
kendine bir halef tayini. MAVERDÎ, bu konudaki delillerini Hz. Ebu
Bekr’in seçimi ve Hz. Ömer’in tayini gibi geçmişteki olgulara dayan­
dırır. îmam bir defa makamına geçti mi, o, kendiliğinden bir söz­
leşme. ( = ahd) ile bağlanmış sayılır ve kendisine düşen görevleri
yerine getirir. Bunu «Bîât» takip eder. «Bîat» de, halk ya da halkın
temsilcileri yeni «İmam»a sadık kalacaklarını vaad ederler.
MAVERDÎ’ye göre, «Halife, insanlar arasında adaletle hükmetmeli, öyle ki, güçlü olan, diğer insanlar üzerinde haksızlık yapmağa
kalkışmasın».
«Halife, devletin istiklâlini savunmalı, kanuna karşı geleni ce­
zalandırmak, maaş ve ücretleri hakkıyla ve zamanında ödemeli, ülke
içinde kendisini temsil edecek olanları namuslu ve kendilerine güve­
nilir insanlardan seçmeli, kendisini israf ve sefahat dolu bir hayata
kaptırmamak, ülke yönetimini başkalarına devredecek kadar ken­
disini ibadete vermemelidir»15.
«... Öyle bir zatı kendinize hükümdar seçin ki, iyi kalpli ve cengaver olsun; zengin ise servetine mağrur olmasın; kötülük ve tehli­
keler etrafını sardığı zaman boyun eğmesin; davranış ve hareket­
14
15
p. 337.
El-M averdî, E l-A h k a m E s-Soultaniya, P aris 1901, F asıl I.
Quadri, G., L a philosophie arap dans l’E urope mediavale, Paris 1947,
M AHMUT A R SLA N
76
lerini zamanın ihtiyacına göre ayarlayabilsin; bazan başkanlarımn
tavsiyelerini dinlesin, bir başka zaman kendisininkini dinletsin; ka­
rar verdiği zaman sebat ve metanetle hareket etsin»16.
MAVERDÎ’ye göre, Vezirin tayini, Halife’nin devlet yönetimiy­
le bütün ilgisini kestiği anlamına gelmez. Vezirin tayininin gerçek se­
bebi «siyaset alanında bir yardımcıya sahip olmak, işlerin yöneti­
minde yalnız bir tek kişinin bulunmasından daha iyi oluşundan iba­
rettir»17.
«îmâm»m tam güvenini kazanmış ve devlet yönetiminin bütün
işleri kendisine havale edilmiş bir «Vezir»le «İmam» arasındaki tek
fark, vekil sıfatiyle Vezir’in kendisine halef olarak kimseyi tayin
edememesi ve «İmam»ın, onun tarafından tayin edilen memurları
azledebilmesidir. MAVERDÎ diyor k i: «Vezir bir emir verir ve İmam
bu emre karşı çıkarsa, emrin gerekçesine bakarız, eğer emir yürür­
lükte olan kanunlara göre verilmişse, onu bozmak İmam’m elinde
değildir».
«Vezir»de bulunması gereken nitelikler konusunda MAVERDÎ
şöyle diyor: «Vezir olarak öyle birini tayin etmeli ki, faziletli, alış­
kanlıklarında muhafazakâr, tecrübeli, idare işlerinde maharetli, en
zor görevleri üzerine almaya istekli, her bakımdan güvenilir olmalı;
susması büyük hoşgörüsünü, konuşması derin bilgisini göstersin;
başkalarının aklından geçeni gözlerinden anlasın; muhatabının ilk
konuşması, meselenin «künhiine nüfuz» için ona kâfi gelsin; zen­
ginin itibarına, bügili adamın uzak görüşlülüğüne ve bilgin adamm
tevazuuna ve hukukçunun keskin görüşüne sahip olsun; kendisine
yapılan en ufak iyiliği unutmasın ve mihnetlere sabırlı ve dayanıklı
olsun»18.
Entellektüel faaliyetini daha ziyade «Hilâfet» kurumu üzerinde
toplayan EL-MAVERDÎ, İslâm Amme hukukunun teorik meseleleri
üzerinde durmuştur. Ona göre, Peygamberin vekili olan «Halife»,
dini korumak ve yeryüzünü yönetmek gibi iki önemli görevi yap­
makla yükümlüdür. Aynı zamanda rasyonalist olan MAVERDÎ’ye
göre, «Akıl», müslümanlar üzerinde Halife olarak bir üstün otori­
16
17
18
El-M averdî, a.g.e., F asıl I.
El-M averdî, a.g.e., F asıl n .
El-M averdî, A hkâm , F asıl H.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
77
tenin varlığını emretmektedir. Bu otorite, Peygamber’in halefi ol­
ması dolayısiyle «Halife» adını taşımaktadır19.
MA VERDİ, kendi yaşadığı devirdeki, çökmeye yüz tutmuş, kar­
gaşa içindeki İslâm İmparatorluğunu değil, devletin yüz elli yıl ön­
ceki ideal halini tasvir etmekte, bu sebepledir ki, geçmişin üstün­
lüklerine ve olağanüstülüğüne bakıp acı duymaktadır. Bu tavır
«Aristotélique» bir tavırdır. Çünkü, büyük Grek filozofu, büyük bir
zevkle tasvir ettiği kuramların, çoktanberi bir anlam taşımadığını
ve çok alkışladığı eski klasik Yunan’ın gururlu başımn, daha o za­
man, yan-barbar olarak gördüğü Makedonya imparatorunun önün­
de eğildiğini, biliyordu. Tıpkı bunun gibi MAVERDÎ’nin devrindeki
İslâm devleti de, bozkırlardan kopup gelen kasırganın etkisi altında
gerçekten silinip-süpürülmüştü ve kendi zamanındaki idare meka­
nizmasıyla eski İslâm devleti arasmda -ARİSTOTELES zamanın­
daki Makedonya imparatorluğu ile eski Atina ve İsparta site dev­
letleri arasmda olduğu gibi- pek de bir ilişki kalmamıştı.'
Kısacası şunu söyliyebiliriz ki, gerek ARÎSTOTELES’in gerek­
se MAVERDÎ’nin, mevcut durumu iyi kavrayabilmek; bir çıkış nok­
tası, bir karşılaştırma imkânı olmak yönünden, her ikisinin de geç­
mişinde değerini isbat etmiş «ideal» siyasal yapılar bulunmaktaydı
ve bu her ikisinin de ortak şansıydı.
İslâm devleti, genel olarak bütün müslümanlan içine alan ve
bütün dünyaya egemen olmak isteyen bir «otokrasi» rejimidir. Ha­
life, hem müslümanlarm hükümdarı olmak dolayısiyle, müslüman
olmayanlarla savaşan orduların başkomutanı ve hem de müslüman­
larm «imam»ı olmak dolayısiyle toplu ibadetin, yani camideki iba­
detin yöneticisidir. Peygamber öldüğü zaman, bir an için müslümanlar ne yapacaklarım şaşırmışlar; sonradan Medinelilerin bir «İcma»ı
ile İslâm devletinin başına aynı yetkilerle donatılmış bir kimseyi seç­
meyi uygun görmüşlerdir. Ancak, Peygamber’in yerini aynen onun
gibi dolduramıyacağı ve fakat onun adına yönetime devam edeceği
için kendisine «Halife» adı verilmiştir.
EL-MAVERDÎ’ye göre «Halife» seçilebilmek için şu şartlar ge­
reklidir20.
19
20
Carra de Vaux, L es penseurs de l’Islam , P aris 1921, C. I, p. 276.
Bkz., E l-M averdî, A h kâm , p. 101.
M AHMUT AR SLA N
78
1 — Hem düşünüşte hem işte âdil olmak,
2 — Bir karar veya hüküm verirken «içtihat»ta bulunabilecek
ka,dar fıkıh bilmek,
3 — Görme, işitme ve konuşmasını engelleyecek bir özrü bu­
lunmamak,
4 — Harekete engel bir vücut sakatlığı bulunmamak,
5 — : Tabaayı yönetmek ve işleri yürütmek için gerekli akla
sahip olmak,
6 — îslâm topraklarını korumak ve düşmana karşı «Cihad»
açıp yürütebilmek için gerekli cesarete sahip olmak,
7 — Kureyş kabilesinden olmak.
Aynı esere göre «Halife »nin başlıca görevleri şunlardır21 :
1 — Dinin savunulması ve korunması,
■
2 — Adlî kararlarm infazı ve hukukî anlaşmazlıkların çözümü,
3 — Can, mal ve şeref’in her türlü saldırıya karşı korunması,
4 — Ceza kurallarının uygulanması,
5 — Sınırların korunması için savunma önlemleri almak ve
saldırıyı önliyecek kuvvetleri hazırlamak,
6 — İslâm’ı kabul etmeyen veya İslâm devletine tâbi olmak
istemeyenlere karşı savaş ( = Cihad) açmak,
7 — Vergileri ve zekâtı toplamak ve bunları şeriata göre bö­
lüştürmek,
8 — Maaşları tayin etmek ve bunları tam zamanında, ödemek,
9 — Yönetime ve mâliyeye güvenilir kimselerin atanması,
10 — Devlet ve din işlerine kendini tamamen vermek.
EL-MAVERDÎ, eserinde, «Halife»yi seçme işine katılabilecek
«seçmen»lerde de üç şart aramaktadır :
21
El-M averdî, a.g.e., O strorog Çevirisi, p. 161.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
79
1 — Hem düşünüşte hem işde âdil olmak,
2 — Halifeliğe seçilecek olan kimsenin nasıl olması gerektiğini
bilmek,
3 — Halifeliğe en lâyık ve işleri yürütmekte en becerikli ve
enerjik olan adayı seçebilecek kadar akıl ve zekâya sahip olmak.
D. FARABÎ’DE TOPLUM VE DEVLET
FARABİ’nin ahlâk ve siyasetle ilgili görüşü, insanın toplumsal
bir varhk olduğu esasına dayanmaktadır. O, toplumsal bir varlık
olan insanların, yaradıhşlan ve birbirlerine olan karşılıklı ihtiyaç­
ları gereği olarak toplum halinde yaşamak zorunda olduklarını ka­
bul eder. însan topluluklarının da ancak pratik alanda iş-bölümüne,
ahlâkî ve siyasî alanda da karşılıklı sevgi ve dayanışma düzenine
oturduğu zaman olgunlaşıp gelişebileceğine inamr. Fertler arasında­
ki ilişki ve ahengi bu iki esasa bağlayan FARARÎ böyle bir toplum
için ideal hükümet şeklinin «Cumhuriyet» olduğunu söyler.
Onun, «Medine-i fazıla» dediği ideal site, siyasî kuruluşun üni­
tesi, ilk birimidir. Ondan sonra daha geniş ve daha yüksek siyasî
kuruluşlar doğar. İlk siyasî teşekkül, bir ülkedeki ideal sitelerin bir­
leşmesiyle ortaya çıkan birleşik devlettir. En yüksek siyâsî ideal ku­
ruluş ise, bağımsız birleşik devletleri temsil eden ve kendi deyimiyle
«bütün meskûn arza şâmil» olan bir dünya devletine doğru gitmek
olmalıdır.
FARABÎ, insan toplulukları için ilk siyasî birlik olarak kabul
ettiği «Medine-i fâzıla»yı, yani ideal siteyi, tıpkı PLATON gibi, bir
inSan bedenine benzetir. Her site yurttaşı bedendeki organlara kar­
şılıktır. Her biri iş-bölümüne göre görevini diğeriyle ahenkli bir bieimdö yerine getirmekle yükümlüdür.
İşte bu iş-bölümü yurttaşlar arasmda toplumsal bir -dayanışma,
yaratır. «Medine-i fazıla»nm temeli, iş-bölümü ve sosyal dayanış­
madır. Böyle bir devlette yurttaşlar kederi ve neşeyi ortak olarak
duyarlar. Yurttaşların bir kısmına gelen felâket, hepsini birden sar­
sar.
îş-bölümünde görevler, amaçlara göre değişir. Eki yüksek ve en
ağır görev, yurttaşlar arasında her bakımdan en mükemmeli olması
80
M AHM UT AR SLA N
gereken devlet reisinindir. İnsan bedenindeki kalp ye beynin rolleri
ne ise devlet reisinin rolü de odur.
FARABÎ’ye göre idare ve devlet yapısının bütünü insan vücu­
duna benzediğine göre, insan vücudunda başlıca organ olan kalbin
çok mükemmel olması gerekir. Aynı şekilde reis, yani devletin başı
da mümkün olduğu kadar mükemmel olmalıdır. Nasıl kalp, vücudun
çeşitli organlarının düzenli işlemesi için hareket kaynağı ise ve bu
çeşitli organlar, başka hangi organların kendilerine hizmet edece­
ğini biliyorlarsa, aynı şekilde devletin kalbi yani «Reis» de toplu­
mun çeşitli kademelerinin statüsünü, bir kelimeyle topluluğu oluş­
turan çeşitli sınıfların haklarını tayin edebilmelidir. Vücuttaki or­
ganların önemi, kalpten uzaklaştıkları ölçüde azalır.
FARABÎ devletleri iki sınıfa ayırmaktadır: Faziletli medineler,
faziletsiz medineler. Ona göre bütün insanlar doğal olarak bir hü­
kümdarın yönetiminde bir topluluğa girmek zorundadırlar. Eğer hü­
kümdar kötü, cahil, adaletsiz ve ahlâksız olursa devlet de kötü ve
faziletsiz olur. Eğer hükümdar iyi, bilgin, adaletli ve ahlâklı olur­
sa, o zaman devlet de faziletli ve iyi olur. Hükümdar fazilet ve «hikmet»i şahsında toplamış ve «hırka-i nübüvvet giymiş bir Eflâtun-u
İlahîdir»22.
FARABİ’ye göre, kötü devlette amaç yiyecek, içecek ve maddî
lezzetten ibaret olduğu halde, iyi devlette fertler birbirine yardım
eder; cömert, âlicenap ve doğru sözlü olurlar. Ona göre kötü dev­
letin tek sorumlusu reislerdir.
FARABÎ’nin «Medine-i fazila»smda, toplum düzeninin temeli
saydığı ve bütün umutlarım bağladığı devlet reisinin rolü yalnız si­
yasî olmakla kalmaz. Devlet reisinin, aynı zamanda siyasî rolü ka­
dar önemli olan ahlâkî ve sosyal görevleri de bulunmaktadır.
Siyasî rol bakımından devlet reisi, ülke yönetiminden birinci
derecede sorumludur. Ahlâk bakımından ise reis, bütün yurttaşlar
için bir «fazilet» örneğidir. Toplum ve devletin huzur ve mutluluğu,
devlet reisinin yeteneğine ve yüksek niteliğine bağlıdır23.
22 T aplam acıoğlu, M., Bazı İslâm Bilginlerinin T oplum Görüşleri, İlahiyat
Fakültesi D ergisi, Y ıl : 1964, Cilt X II, s. 86.
23 H aroon K han Shervanî, A l-F a ra b i’s P olitieal Theories, Islam ic Culture
Vol. x n , N o. 3 H yderabad 1938.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
81
:: Antik Grek Filozoflarmdan,. siyaset ve devlet hakkında eserler
yazmış olan ARİSTOTELES, toplum ve devletin iyi ve kötü oluşu­
nun sebeplerini özellikle halkın ( = Demos) devlet yönetimine katıl­
masının derece ve şeklinde ararken, FARABÎ bu konudaki önemli
rolü devlet reisinin kişiliğine ve niteliklerine vermektedir. FARAB î’ye göre devletin iyi ya da kötü olması, halkın yönetime katılma
derece ve şekilleriyle değil, devleti yöneten «reis»in nitelik ve yete­
nekleriyle ügilidir. Bu yüzdendir ki ARİSTOTELES, «Politika»,adh
eserinde, devlet ile ilgili düşüncelerine yurttaşın tarifi ile başladığı
halde24 FARABÎ devlet reisinin sahip olması gereken nitelik ve özel­
likleritesbit ile işe başlamaktadır25.
Antik Yunan filozofları, halkın katılmasiyle yönetilen küçük
Site-Devlet ( = Polis) bayatına alışık, Site-Dèvlet içinde büyümüş
insanlardı, FARABÎ ise Asya’da büyük.hükümdarlar ve imparator­
luklar realitesi içinde doğdu.
:
Bilindiği gibi, îslâm edebiyatı çerçevesi içinde kaleme alman
Arapça, Farsça ve Türkçe siyaset-namelerin ilk kaynağı, PLATON
ile ARÎSTOTELES’in devlet ve siyasetle ügili düşünceleri yansıtan
eserleridir. Bu eserler, daha önceleri Arapçaya çevrilmiş o lm akla,
birbkte, devlet kavramını ele alarak PLATON ile ARÎSTOTELES’in
bu konudaki düşüncelerini uzlaştırmaya çalışan, kendi düşüncelerini
de ekleyerek rasyonel sonuçlara bağlayan ilk sistematik filozof FA­
RABÎ (Öl. M, 950) olmuştur. FARABÎ de tıpkı PLATON gibi ideal
ve kusursuz bir devlet kavramı üzerinde durmaktadır. Ö;na göre,
insanlar türlü ihtiyaçların baskısı altında birleşmişler ve sonunda
birer «reis»in yönetimi altmda devlet kurmuşlardır. Bütün otorite
ve yetki «reis»in elindedir. «Reis» adaletli, şefkatli ve merhametli
oldukça devlet işleri yürür ve insanlar rahat yaşar. Yönetenle yöne­
tilen arasındaki uyum, toplumun mutluluğunu doğurur. Böylece her­
kes kendi işinde çalışır, görevim başarır, toplum da mutluluğa ka­
vuşur. Bunun içindir ki, devlet «reis»inin bütün iyi vasıfları ve er->
demleri kendinde toplamış olması gerekir. Ama ortada olan her za­
man bu olmamıştır. Devlet reisinin zâlim, ahlâksız, nefsine düşkün
olması yüzünden devletin-kötü yönetildiği, halkın sıkıntı ve üzüntü
24
25
B kz. : Prélot, M., Politique d’A ristote, Paris 1950.
Bkz. : F arabî, al-M edinet-al-Fadıla, N. Danışm an, ■İstanbul 1956.
82
MAHMUT AR SLA N
içinde süründüğü de bir gerçektir, Devletin esası ahlâk olduğuna
göre, devlet erdemli, bilgili ve ahlâklı kişilerce yönetilmelidir. Dev­
let reisini seçecek olan da bu yüksek ve erdemli sınıf olmalıdır. Ge­
rekirse devleti birkaç kişi de yönetebilir. Böylece bir kişide toplan­
ması güç olan vasıflar bir kaç kişide bulunmuş, istenilen mutluluk
elde edilmiş olur26.
E. FARABÎ VE YUSUF’DA HÜKÜMDARIN NİTELİKLERİ
FARABÎ’ye göre, devlet reisi, üstünde diğer bir reis bulunma­
yan reistir. O erdemli halkın ve devletin reisidir. Yine o bütün yeryüzündeki insanları kapsayan «dünya devleti»nin reisidir. Herhangi
bir insan devlet reisi olamaz. «Reis» de bulunması gereken özellikler
iki esasa dayanır: Doğal yetenekler ve sonradan kazanılan nitelikler.
Reis, bir yandan kendisine doğuştan bahşedilmiş yeteneklere,
diğer yandan sonradan kendi iradesiyle kazanmış olduğu niteliklere
sahip olmalıdır.
FARABl’ye göre, devlet reisinin şahsında, aşağıdaki on iki ni­
telik toplanmış bulunmalıdır.
1 — Reisin sağlığı yerinde olmalıdır.
2 -— Reisin doğuştan keskin bir zekâsı bulunmalıdır. .
3 — Reisin hâfızası güçlü olmahdır.
4 — Reis kuvvetli bir kavrayışa ve Ön-görüye sahip olmalıdır.
5 — Reis’de bir «nutuk yeteneği» yani akima gelen her düşün­
ceyi güzel ve kolay ifade gücü bulunmalıdır.
6 — Öğretmeyi ve öğrenmeyi sevmelidir.
7 — A şın derecede yeme, içme ve kadın düşkünü olmamalıdır
ve her türlü oyun ve kumardan uzak bulunmalıdır.
8 — Doğruluğu, gerçeği ve gerçeği söyliyenleri sevmelidir. Bu­
nun tersine yalandan ve yalancılardan nefret etmelidir.
26 Farabî, E l-M edinetü’l-F âzıla, İstanbul 1956; E s Siyasetü’l M edeniyye,
Süleym aniye K tp. M ik rofilm A rşivi, N o. 576.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
83
9 — Reis cömert olmalıdır.
10 — Reisin gözünde paranın ve diğer dünya mallarının değeri
olmamalıdır.
11 — Reis, adaletin ve âdillerin dostu olmalıdır. Zulümden nef­
ret etmeli, her zaman zâlimlerin düşmanı olmalıdır.
12 — Reis, büyük bir «azim ve irade» sahibi olmalı ve gereğin­
de, doğru olduğuna inandığı tavırları almakta cesur olmalı, asla te­
reddüt, gevşeklik ve küçük ruhluluk eseri göstermemelidir.
FARABÎ’ye göre, bütün bu özelliklerin bir kişide bulunması çok
az görülen bir olaydır. Eğer «faziletli devlet» içinde, yukarıda sayı­
lan nitelik ve yeteneklere sahip bir kimse yoksa, bu niteliklerden altı
tanesine sahip olan kimse reis olur. Bu nitelikler ise şunlardır :
1 — Hikmet sahibi ( = yani filozof) olmak.
2 — Bilgin olmak ve kendisinden önceki reislerin koymuş ol­
dukları kanun ve kuralları korumak, kendi davranışlarım geçmiş
reislerin davranışlarına uydurmak.
3 — Bir devlet işi hakkında kendinden önceki reisler bir esas
bırakmamışlar ise kıyas ve muhakeme yoluyla kendisi yeni esaslar
koyacak güçte olmak.
4z — Reis, kuvvetli bir idrak ve muhakeme gücüne sahip olmalı
ve kendinden önceki reisler zamanında çıkmamış, yeni bir olay gö­
rülünce, durumu derhal kavrayarak, devletin selâmeti için gereken
önlemleri hızla alabilmeli.
5 — Reis, «nutuk yeteneğine» sahip olabilmelidir ki, kendinden
önceki reislerden kalan kamın ve kuralları izah edebilsin.
6 — Reisin sağlığı yerinde olmalı ve «harp yeteneği» bulun­
malıdır. Ta ki gereğinde savaş işlerini de yönetebilsin. Hem bir er
gibi hem de bir komutan gibi savaşabilsin.
Yine FARABÎ’ye göre, eğer bir kişide bu altı özellik de bulu­
namazsa, o zaman, ikisi birlikte bu altı niteliğe sahip iki kişi reis
seçilebilir. Bu altı özelliğe sahip iki kişi de bulunmadığı zaman, her
biri bu niteliklerden birine sahip olan altı kişi reis olabilir. Eğer bü­
tün devlet içinde «hikmet sahibi» hiç kimse yoksa, devlet başsız de­
84
M AHMUT AR SLA N
mektir. Bu gibi bir devlette fiilen «reislik» yapan gerçek hükümdar
değildir. Bu gibi bir devlette eğer «hikmet sahibi» ( = filozof) biri
ortaya çıkmadığı takdirde o devlet, «helak» olmağa mahkûmdur.
îlk. bakışta aristokratik bir karakter gösteren FARABÎ’nin dev­
letinde adalet hüküm sürecektir.. Ona göre bu ideal devlet ve yöne­
tim ancak, yüksek nitelik ve yeteneklere sahip reisİer sayesinde ger­
çekleşebilecektir27. .
BOER’e göre, FARABÎ’nin «şarklı» görüşünde,' PLATON’un
ideal devleti «filozof Hükümdar» şekline dönüşür. FARABÎ’nin
«reis»i, insanlığın ve felsefenin bütün erdemlerine sahip, .peygamber
hırkası giymiş bir İlâhî EFBATÜN’dur28. : . >
FARABÎ, devlet reisinin. nitelikleri konusunda bir taraftan
PLATON tarafından ileri sürülen görüşleri ve öte taraftan ise «Hilâ­
fet» kurumu hakkında İslâm Kamu hukukunda hâkim olan esasları
göz önünde tutmuştur29.
■ FARABÎ’ye göre ister tek kişi isterse birden fazla kişi yönetsin,
reislerden birinin mutlaka «hakîm» ( = filozof) olması gerekmekte­
dir. Aksi takdirde, yukarıdaki şartların hepsi bulunsa bile, «faziletli
medine», gerçekte reissiz kalmış ve varlığım tehlikeye atmış demek­
tir. Ona göre «faziletli medine»nin en önemli varlık şartı «hikmet»
( = felsefe) ’dir.
FARABÎ, «Faziletli Medine»nin ideal reisi ıçih gerekli gördüğü
yukarıda saydığımız şartlarla yetinmemektedir. O, sisteminin genel
ahengine uygun olarak, reisin üstün bir insan olmasını istemektedir.
Onun gözünde üstün nsan ahlâk ve bilim bakımından diğer insan­
ların üstünde olan ve bedenî tutkulardan sıyrılmış bulunan yurttaş­
tır. FARABÎ’nin «Ukul» doktrinine göre, bu olgunluğa yükselmiş
olan üstün insan, «akl-ı müstefad»dan feyz almak yeteneğini kazan­
mış demektir. Bu mertebeye yükşelen insan, başkalarının sezemediğini görür, anlayamadığını kavrar, engin ve uzak görüşe dayanan
muhakemesinin dürüstlüğü ile yurttaşlara huzurlu, refahlı, mutlu
27 A rsal, S. M., F arab î’nin H ukuk, Felsefesi, İstanbul Ü niversitesi H ukuk
F akü ltesi Mee., 1945, s. 629-30.
28 D e B oer, T. J., İslâm F elsefe Tarihi, A n k a ra 1960, s. 87.
29 Okandan, R . G.; U m um î A m m e Hukuku, İstanbul 1966, s. 236.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
85
bir hayat sağlar. Kısacası, FARABÎ’nin siyasî ünite olarak düşün­
düğü «Medine-i fazıla»bın reisine tanıdığı yetkiler göz önüne alı­
nınca, onun, çağdaş siyaset sosyolojisinin terimiyle söylemek ister­
sek bir «başkanlık rejimi» ( = Présidentialisme) ’ni tercih ettiği an­
laşılmaktadır30.
Hükümdarın sahip olması gereken nitelikler, bütün «siyasetnâme»lerde en önemli bir konuyu oluşturmaktadır. Günkü, hemen bü­
tün Doğu devlet nazariye ve geleneklerinde gördüğümüz gibi, siya­
set, ahlâka dayanır. Herşeyden önce hükümdar devlet yönetiminde
akla ve bilgiye dayanmalıdır.
YUSUF da eserinde: «Hükümdar bilgili ve akıllı olmalıdır; hü­
kümdarlar bilgi ile halka baş olurlar ve akıl ile ülke ve h alkın isini
görürler» (— ukuşlug kerek hem biliglig kerek; bilig birle begler
budun başladı; ukuş birle il kün işin işledi) diyerek, akla ve bilgiye
önemli bir yer vermektedir.
.
Akıl ve bilginin gerekliliği Kutadgu-Bilig’de uzun parçalar ha­
linde sık sık tekrarlamr :
«bilig birle begler iter ü işi» ( = Hükümdarlar bilgi ile ülke iş­
lerini düzenlerler) b. 303.
«biliglig ukuşlug kerek beg tetiğ; anın kılsa ötrü, iginge itig»
( = Hükümdar bilgili, akıllı ve zeki olmalıdır; devletin hastalığına
ancak bunlar ile çare bulunabilir) b. 1971.
Bilgisize devlet ve iktidar gelirse; bütün halk bozulur, yurt için
de yıkım olur» ( = Biligsizke devlet kelür erse kut; budun barça
buzlar bolur ilke yut).
«ajun tutguka er ukuş büse ked; budun basguka er bilig bilse
ked» (== Dünyaya hâkim olmak için, insanın akıllı olması ve halkı
itaat altına almak için de, bilgili bulunması gerektir) b. 224. .
Kutadgu-Bilig’de hükümdara, zaman zaman, «A y îlçi bügü
( = Ey bilgisi tamam olan») diye hitabedilmektedir (b. 5359-5065).
Bazan da «ay edgü törü» ( = Ey iyi kanun) deyimine rastlıyoruz
(939).
30 Günaltay, Ş., F a ra b î’nin. Şahsiyeti v e Eserleri, A Ü D T C F D ergisi, C.
V m , S. 4, 1950, s. 435-36.
86
M AHMUT AR SLA N
Kutadgu-Bilig’in akıl ve bilgi konusunda îran geleneğini izledi­
ğini şu düşünce de gösterebilir: «İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile bü­
yür. Her ikisi ile insan saygı görür. Buna inanmazsan Nüşîn-Revân
(Anûşirevân)’a bak ( = .ukuşun agar ol biligin bedür; bu iki bile er
ağırlık körür; mungar bütmese kör bu nuşin revan).
Kutadgu-Bilig’de yöneticinin başta gelen niteliğinin yumuşak
huylu ve bağışlayıcı olmasıdır. YUSUF diyor k i; «Kim halka hâkim
olursa onun tabiatı yumuşak, tavır ve hareketi soylu ( = tüzün) ol­
malıdır...». Hükümdar adalet, kanun ve cezalandırmayı temsil ettiği
için duygularına bağh olmamalıdır31.
YUSUF, hükümdarların sahip olması gereken nitelikleri hak­
kında şunları söylüyor :
«ukuşlug kerek hem biliglik kerek; akıhk kerek hem siliglik
kerek» ( = Hükümdar bilgili ve akıllı olmalıdır; cömert ve yumuşak
huylu olmak da gerekir) b. 1591.
«akı bolsa begler atı çavlatur» ( = Hükümdarlar cömert olursa
adları dünyaya yayıhr) b. 2050.
«kılrnç edgü erdem kerek ming tümen» ( = Hükümdar iyi huylu
ve binlerce erdem sahibi olmalıdır) b, 1981.
«arık tutgu begler köni kılk kılık» ( = Hükümdarlar tavır ve
davranışlarında doğru ve âdil olmalıdırlar) b. 2110.
«tili çm kerek bolsa köngli köni» ( = Hükümdarın sözü dürüst
ve kalbi doğru olmalı) b. 2010.
«köngül til köni kılkı ködrüm kerek» ( = Hükümdarın özü sözü
doğru ve karakteri seçkin olmalıdır) b, 1963.
«kamugda'yaragsız ay ilig kutı; bu belgeler öze kopsayalgan atı»
( = E y devletli hükümdar, en kötüsü hükümdarların adının yalancı­
ya çıkmasıdır) b. 2037.
. «sözin kıyguçı begke tutma umunç» ( = sözünde durmayan hü­
kümdara umut bağlama) b. 2013.
31 İnalcık, H., K u tadgu -B ilik ’de T ü rk ve İran Siyaset N azariye ve Gele­
nekleri, R . R . A r a t İçin, A n k a ra 1966, s. 266.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
87
«sözi çm kerek beg ne ki İki bütün; inansa angar halk tirilse
kutun» ( = Hükümdarm sözü doğru olmab, tavır ve davranışları gü­
ven vermelidir ki, halk ona inansın ve huzur içinde yaşasın) b. 2038.
«budun beg yolmdın tüzer yol yonk» ( = halk yolunu ve gidişini
hükümdarm yoluna uydurur) b. 2110.
Genel olarak Kutadgu - Bilig ile H ind-İran geleneğindeki hü­
kümdarm sahip olması gereken huylar üstesi birbirine çok uygun­
dur.
YUSUF diyor ki: «Hükümdar tok gözlü, haya sahibi ve yumu­
şak tabiatlı olma.li» ( = közi tok kerek hem uvutlug tüzün). «hüküm­
darın dili dürüst ve kalbi doğru olmalı» ( = tiü çm kerek bolsa köngli köni). «Hükümdara cömertlik ve alçak gönüllülük lâzımdır» (akılık kerek begke kodkı köngül).
Kutadgu-Biük’de hükümdar Ögdülmiş’e sorar: «çeşitli halk na­
sıl bir baş tarafından yönetilmeü, hükümdar nasıl olmalı?» der. Ögdülmiş verdiği cevapta, önce «yönetmek için doğan kimse görerek
(tecrübe ile) öğrenir, yönetme işini hükümdarlar benden daha iyi
biür» derse de, Hükümdar: «Ben iş kılan, sen ise iş görensin; iş
kılan iş görenden öğrenir (1939)» diye karşılık verir. Ögdülmiş ver­
diği cevapta: «Hükümdarlar bilgüi, akıllı, cömert ve temiz, iffetli
olmalıdırlar» der. Burada tarihten örnekler getirerek: «Tecrübeli,
sözünü düşünerek söylemiş olan Ötüken beyi ne der, dinle: Halkın
yöneticisi seçkin, gönlü ve dili doğru, karakteri yüksek olmalıdır
(1963)» der. Ögdülmiş’e göre hükümdar, ayrıca sakin, tok gözlü,
haya ve erdem sahibi olmalıdır: «Bayat kimke birse uvut köz suvı;
Angar birdi devlet tükel yüz suvı» ( = Tanrı kime haya ve iz’an ver­
mişse; ona devlet ile birlikte bütün şerefleri de verir) (2007).
'Hükümdarlara bunlardan başka iki erdem daha gereklidir:
Bunlardan biri «törü» (— kanun), diğeri «saklık» ( = ihtiyattık) ’tır.
Bu iki şey eliyle hükümdar ülkeyi düşmanlardan korur. «Törü»nün
ülke ve devlet hayatında çok büyük bir yeri vardır: «Uzun il yiyeyin
tise ay bügü; Törü tüz yorıtgu budunug kügü» ( = Ey Bilge Hüküm­
dar, uzun zaman hüküm sürmek istersen kanunu eşit uygulamak ve
halkı korumalısın) (2033). «Törü suv turur aksa nimet öner»
( = Kanun su gibidir, akınca nimet yetişir) (2032).
88
MAHMUT AR SLA N
Hükümdar vefakâr, cesur olmalı ve yalandan kaçınmalıdır. Cö­
mert olmalı, yedirmeli, içirmelidir. Devleti ayakta tutmak için as­
ker toplamalıdır; bunun için de servet ve mal gereklidir. Hüküm­
darın sağ elinde kılıç olursa, sol elinde «neng» ( = ödül) olmalıdır.
Onun sözü tatlı, alçakgönüllü, yüzü güzel, boyu orta olmalıdır (2070).
İçki içip, kumar oynamamalıdır. Bir yerde Ögdülmiş: «İçki içip ku­
mar oynayan hükümdar ülke işine nasıl bakar?» diyor. «Hükümdar
içki içerse bütün halk içkici olur» diyerek, hükümdarın halkına kötü
örnek olmamasını öğütler. Çünkü ona göre: «halk kendi yolunu hü­
kümdarlara göre düzenler». Hükümdarlar mağrur olmamalı, gurur
insanı doğru yoldan azıtır (2115). «Hükümdara hürmet ile siyaset
gerek; siyasete hükümdarın riyaseti gerek; siyaset ile hükümdar
devleti ve kanunları düzene sokar», «Hükümdarların kapısını siya­
set süsler».
Görülüyor ki, «törü» sözünün yanma bir de «siyaset» sözü ka­
tılmıştır. «Siyaset ile bey ülkeyi düzene koyar». «Askerini memnun
edemiyen hükümdar kılıcını kmmdan çıkaramaz».
Sonunda Ögdülmiş hükümdarlığın zor bir iş olduğundan söz
eder: «Hükümdarlık işi güç ve zahmetli bir iştir; sevinci az, kaygısı
ise çoktur. Hükümdarın her işinde bir tehlike vardır».
Ögdülmiş, «tapukçu»ların ( = yani yüksek devlet memurlarının)
da bilgili, akıllı, dürüst, inançlı, insaflı, iyi kalpli ve hatta güzel ve
temiz yüzlü ( = yüzi körklüg), cana yakın ve güven telkin eden in­
sanlar olmak gerektiğini söyler.
«Kutadgu-Bilig»e göre, hükümdarın yönetilenler üzerinde hak­
kı olduğu gibi, yönetilenlerin de hükümdar üzerinde hakları vardır.
Bu hak da çok önemlidir: «Tapugçı haki bar tapugda oza» ( = Hiz­
met hakkı hizmetten önce gelir) (2957).
Bir gün hükümdar, veziri Ögdülmiş’i yanına çağırıp ülkesinde
neler olup bittiğini, halkın kendisi için neler dediğini sorar: «halk
dilinde nasıl sözler yansır, küfür mü ederler yoksa överler mi? Ka­
bahatim mi çok, yoksa faziletim m i?» der. Ögdülmiş ise, hükümda­
rın ülkesini iyi ve âdil kanunlarla yönettiğini, halkın memnun ve
huzur içinde olduğunu anlatır: «Törü suv teg ol, küç kör ot teg yodug; süzük suv akıtdmg udıttı otug» (=: Kanun su gibidir, zulüm
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
89
ise ateş gibi her şeyi mahveder ; sen berrak su akıttın ve ateş sön­
dü) (3107),
Ögdülmiş hükümdara; «Halka zarar üç şeyden gelir. Biri hü­
kümdarın ihmalkârlığı, İkincisi devletin başında bulunan kimsenin
zayıf oluşu, üçüneüsü ise ihtiras ( = suk) ve tamahkârlık’tır, ki bun­
ların hiçbirisi sende yoktur» der32.
Kutadgu-Bilig’de sayılan hükümdarların sahip olması gereken
nitelikleri, biz şu şekilde sıralayabiliriz :
1 — Yiğitlik ve Cesaret : YUSUF’a göre iyi bir hükümdar ce­
sur ( = alp), yiğit (= k a tıg ), güçlü ( = kurç) ve katı yürekli
( = tong yürek) olması gerekir. Çünkü hükümdar, ancak yüreklilik
ve cesaretle düşmanlara karşı durabilir. Görülüyor ki, YUSUF hü­
kümdarda «alp»lik aramakla eski Türk şövalye ahlâkına da bağh
kalmaktadır33.
2 — Bilgelik ve AM lhhk : YUSUF’un eserlerinde en çok yer
alan ve üzerinde ısrarla durulan, hüküm darm en önemli özellikleri
bunlardır. Ona göre hükümdar, bilgisi sayesinde halka baş olur. O
devletin, ve halkın işlerini bilgi ve akıl ile yürütmelidir. Hükümdar­
lık ancak bilgi üe ayakta durur. Bu yüzden hükümdarlar akıllı, bil­
gili ve bilge olmalıdırlar. Çünkü her türlü iyilik bilgi ve akıldan ge­
lir. Akıl ve bilgi, insan için her türlü erdemin başıdır. Hükümdar,
ülkeyi ve kanunları bilgi ile ele alır, akıl ile yürütür. Aklın tek ba­
şına büyük bir önemi yoktur. Bilgi olmazsa akıl tek başına pek işe
yaramaz. İyi bir hükümdar halkı, asıl bilgi ile yönetmelidir.
Görülüyor ki YUSUF, tıpkı PLATON’da ve FARABÎ’de olduğu
gibi devletin temeline aklı, bilgiyi ve bilgeliği koymaktadır. Ona göre
hükümdarlar işlerinde yanılıp hata yaparlarsa, devlet hastalanır.
Devlet hastalığının biricik çaresi ise akıl ve bilgidir. Yine ona göre,
bir Tanrı vergisi olan «kut» ( = Siyasî iktidar) ancak, akıllı ve bil­
gili insana lâyıktır. Bu yüzdendir ki YUSUF eserinde, hükümdara
akıllı, bilge ve filozof anlamına gelen «bögü» sözcüğüyle hitap eder.
32 Ç ağatay, S., K u tadğu -B ilig’de Ögdülm iş, (K . B. S a yısı), T ü rk Kültürü,
Sayı 98, 1970, s. 85-36.
33
Taneri, A ., T ü rk D evlet G eleneği, A n k a ra 1975, s. 76.
90
M A H M U T AR SL/A N
3 — Erdemlilik : YUSUF, «erdem» kelimesini «fazilet» anla­
mında kullanmaktadır. Geleneksel Türk devlet anlayışının hüküm­
darda görmek istediği erdemlerin başında «cömertlik» gelmektedir.
YUSUF’a göre hükümdar cömert olursa etrafına çok insan ve asker
toplanır, hükümdar da böylece bu ordu ile dilediğine kavuşur.
YUSUF diyor k i: «Ey hükümdar, cömert ol, mal bağışla, yedir
ve içir».
4 — Dürüstlük : YUSUF’un hükümdarda görmek istediği bir
başka nitelik de dürüst, özünün ve sözünün doğru olmasıdır. Kutadgu-Bilig’e de yansıyan Türk devlet anlayışı hükümdarı, tutum ve
davranışları bakımından da topluma örnek ve önder görmek isti­
yordu. YUSUF’a göre, «halk, yolunu ve gidişini hüküm darın tutum
ve davranışlarına uyduracağından, hükümdarlar söz, tutum ve ha­
reketlerinde doğru ve dürüst olmalıdırlar. Ona göre bir hükümdar
için en kötü durumlardan biri, adının yalancıya çıkmasıdır. îşte bu
yüzdendir ki, hükümdarın her zaman sözü doğru olmalı ve davra­
nışları güven telkin etmelidir. Böylece. ancak, halk ona inanır ve hu­
zur içinde yaşar. Ona göre, sözünden dönen hükümdara asla güven
olmaz.
5 — İM iyathhk : Anlaşılıyor ki devlet hayatında gâfil ve ih­
malkâr olmak, affedilmez bir kusur teşkil ediyordu. «KutadguBilig»e göre bir ülkenin ve devletin bağı iki şeyden ibarettir; biri
ihtiyathlık, diğeri kanundur. YUSUF’a göre devlet işlerinde tedbir
ve uyanıklık devletin ömrü bakımından son derece önemlidir. Ona
göre, hele ihmalkârlığın yanında bir de zulüm olursa, o zaman dev­
let bozulur ve ülke harab olur.
1
6 — Zâlim Olmamak : YUSUF’a göre zâlim kimse uzun süre
devlete sahip olamaz. Çünkü, zâlimin zubnüne halk uzun müddet da­
yanamaz. «Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar»,
7 — Âdil Olmak : YUSUF’a göre hükümdar âdil olmalı ve
âdil kanunlar koyarak halkı adaletle yönetmelidir. Ülkesinde uzun
süre hüküm sürmek isteyen hükümdar kanunu eşit uygulamalı ve
halkı korumalıdır. Kutadgu-Bilig’de, «hükümdarlar örf ve kanunla­
ra riayet ederlerse, halk da onlara itaat eder» denmektedir. Bu söz­
leriyle YUSUF, kanun ve kuralların sadece halkı değil, hükümdarı
IS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
91
da bağladığını, böylece o, devlet bayatında hukukun üstünlüğünü
savunduğunu, bir1vesileyle daha ortaya koymaktadır.
Ayrıca YUSUF, şöyle diyor: «Âdının ün ve şöhret kazanmasını
isteyen hükümdar, şu beş şeyi kendinden uzak tutmalıdır: Biri ace­
lecilik, İkincisi cimrilik, üçüncüsü hiddet, dördüncüsü inatçılık, be­
şincisi yalancılıktır». Yine YUSUF’a göre, hükümdarın halk tara­
fından sevilmesi ve saygı görmesi için, güler yüzlü, tatlı sözlü ve
yumuşak huylu olmalıdır.
YUSUF’un eserinde, «hükümdarın sahip olması gerekir» diye
ileri sürdüğü niteliklerle, FARABÎ’nin «El-Medinetü’l Fâzıla» adlı
eserinde «Medine reisi»nin sahip olması gereken vasıflar arasında
tam bir benzerlik vardır. Ayrıca, her iki düşünürün de devlet yö­
netiminde bilimin ve akhn rolü hakkmdaki fikirleri .de ajmıdır. Ve
yine her ikisinde de görülen adalet arzusu ve zulümden nefret duy­
gusu, onların siyaset ve devlet görüşünü birleştirmektedir34.
Balasagunlu YUSUF, öğrenimine başladığı zaman, İslâmiyet,
ülkesinde iyice yerleşmiş bulunuyordu. Büyük Türk filozofu FARAB l’nin PLATON’un «Politeia»smı andıran «El-medinetü’l fazıla»
(Erdemliler ülkesi hakkında) adlı eseri çoktan yazılmış bulunuyor­
du. FARABÎ, eski Yunan, yani PLATON ile ARİSTOTELES felse­
fesini İslâm inanç sistemiyle uzlaştırmaya çalışmış olan ve doktri­
nini İBN SİNA’ya aktaran bir Türk düşünürü idi. Balasagun’lu YU­
SUF da hemen aynı felsefe ve düşünce atmosferi içinde yetişti..
F. KUTADGU-BİLÎG’DE İBN SİNA ETKİSİ
«Kutadgu-Bilig»de pek çok ahlâkî prensipler ve felsefî, düşün­
celer vardır. Bunlardan çoğu Türklerin kendilerinin tarihî hayat­
ları boyunca biriktirmiş oldukları bilgi ve ahlâk hâzinesinden alın­
mıştır.
YUSUF’un ahlâkî felsefî görüşlerine millî kültür hâzinesinden
başka birkaç büyük filozofun etkisi de olmuştur. Bu etkilerin oldu­
ğunu kabul edersek, «YUSUF hangi filozofların ahlâkî, felsefî ve si­
yasî düşüncelerinin etkisinde kalmıştır» sorusu önem kazanıyor.
34
A rsal, S. M., T ü rk T arih i ve H ukuk, İstanbul 1947, s. 119.
92
M AHM UT AR SLA N
Aİman bilgini OTTO ALBERTS, «Kutadgu-Bilig» yazanında
İBN SİNA etkisi bulunduğunu, hatta YUSUF’un İBN SİNAüıın bir
öğrencisi olduğunu söylenmiştir35.
PLATON ve ARİSTOTELES’ten etküenen İBN SİNA (Öl. M.
1036), «Kitabü’s-Siyase» adlı eserinde Tanrı ile yaratık arasındaki
ilişki, hükümdarın ulusuna, insanin nefsine ve eğitimi ile yönetimi
altında olanlara, halkın hükümdarlara ve devlet büyüklerine- karşı
görevlerini ve tutumlarını, bunların gerektirdiği şartlan anlatmak­
tadır36.
İBN SİNA, daha ziyade Grek ve Iran etkisiyle; yerleşik şehir
uygarlığını şok beğeniyordu. Bu hayranlık sebebiyle, bozkır halkla­
rının şehirleri zaptedip, yağmalayıp yıkmalarını istemiyordu. Ama
tarihî olaylar İBN SİNA’nın istediği gibi cereyan etmedi37.
İBN SİNA, bir İslâm devletini gözönünde tutarak, devleti, İslâ­
mî yönden inceliyor ve İslâm kamu hukuku prensipleri açısından
ele alıyor. O’na göre, Kur’an devletle ilgili bir hukuk düzenini ve
yine devletle ilgili esasları kapsamakta ve bu hukuk düzenini dev­
lete üstün tutmaktadır. İBN SİNA’ya göre, devletin başmda bulu­
nan ve kanun koyucuya halef olan «halife», başmda bulunduğu si­
yasî teşekkül içinde üstün bir iktidara sahiptir38. Yalnız, halifenin
bu üstün iktidara sahip olabilmesi için meşrû olması, onun duru­
munun meşru bir nitelik taşıması gerekir. Bunu da sağlayalı, hali­
fenin, ya seçim yoluyla ya da irsen intikal suretiyle bu makama gel­
miş olması keyfiyetidir. Halife devletin başma bu iki şıktan han­
gisi ile gelmiş olursa olsun; her iki halde de, fertlerin rızalarına ih­
tiyaç bulunmaktadır. Ancak, seçim usulünde bu rıza doğrudan doğ­
ruya açıklandığı halde, irsen intikalde «Halife»nin emirlerine uy­
35 A lberts, O., D er D ich ter des in u igu risch -türkisch em gesehriebenen
K udatku Bilik, (1069-1070), ein Schüler des Avicenna, A rch iv fü r G esehiehte der
Philosophie, V H , s. 319, B erlin 1901.
.
36 Ibn Sina, K itabü ’s-Siyase, Süleym aniye ktp. H am idiyye N o. 1448,
Yazana.
37 Togan, Z .V ., K arah an lılar (840-1212) 1966-1967 D ers N o tla n , s. 13,
teksir.
38 Bkz. İzm irli, İ. H., İbn-i Sinâ felsefesi, T ü rk T ıp T arihi A rşivi, C. ttt,
N o. 9, 1938, A y n basım , s. 24.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
93
mak biçiminde açıklanmaktadır39. Eğer «Halife», seçim ve irsen in­
tikalden başka bir usul ile, meselâ, servet ya da başka bir kuvvet
sayesinde devletin başına geçerek üstün siyasî iktidarı elde etmiş­
se, bu takdirde onun, ne halifelik sıfatında ve ne de sahip bulunduğu
iktidarda hukukî ve meşrû bir niteliğin bulunduğu ileri sürülemez.
Çünkü ortada fertlerin nzaları bulunmamaktadır. Meşrû olmayan
bu üstün iktidara karşı fertler direnmek, müstebidi yerinden uzak­
laştırmak ve hatta onu öldürmek hakkına sahiptirler. Hiç kimse,
müstebidi öldüren kadar Tanrı’ya yaklaşmış olamaz40. Devletin ba­
şına geçecek «Halife»de, herşeyden Önce, doğuştan birtakım mezi­
yet, ve Özelliklerin bulunması gerekir. Çiinkü Halife olacak kimsede,
halkın yönetimiyle, emir ve kumanda konusuyla ilgiü bir ehliyet
bulu nm alıdır. Bu niteliklerden yoksun biri devletin başına geçerse,
o, yerinden uzaklaştırılmalı, bunu yapmaya girişen fertlere yardım­
cı olunmalıdır. Bunu yapmak fertler için dinî bir borçtur41.
İlginçtir ki, YUSUF da bu konuda ÎBN SİNA gibi, düşünüyor
ve şu sözlerle zulmü, yeriyor :
«bu küçkey kişi kendü beglik yimez; bu küçkey küçini budun
kötrümez» ( = zâlim adam uzun süre hükümdarlığı, elinde tutamaz;
zâlimin zulmüne halk uzun süre dayanâmaz) b. 2030.
İBN SÎNA, «Kitabü’s-siyase» adlı eserinde, devlet başkanımn
millete, milletin de başkana olan görev ve börçlarmı belirtmiş, vali­
lerle devlet büyüklerinin yönetim konusundaki tutum ve davranış­
ları ve eğitimin önemi üzerinde durmuştur. İBN SİNA’nın felsefesi,
Yunan filozoflarının ve FARABÎ’nin düşüncelerine dayanmakta ve
bütün bu düşünceler İslâm inancıyla bağdaştırılmaktadır. İBN SİNA,
din alarm da, imanı, aklın yanında onun tamamlayacısı olarak kabul
eder. Ona göre «iman» ve «akıl» bağdaşmayan iki kavram değildir.
İBN SİNA PLATON’a dayanarak, alın yazısının mutlak olduğuna
ve herşey ne için yaratılmışsa onu yapacağına, her şeyin olacağına
varacağına, bazı kötülüklerin kulun iradesine bağlı olmaksızın Tan­
39
Sayı 7,
40
Y azm a.
41
B kz. : C a rra 'de V aux, tb n -i Sinâ, E debiyat F akü ltesi M ecm uası, Y ıl 3,
İstanbul 1924, s. 368.
İbn Sina, K itabü’s-Siyase, Süleym aniye K tp. H am idiyye N o. 1448,
Okandan, R . G., U m um î A m m e H ukuku, İstanbul 1966, s. 243.
94
M A H M U T A K 'SLA N
rı’dan ( = yani ‘irade-i külliye’den) geldiğine inanıyorsa da kulu ve
onun işlediği günahı sadece kadere bırakmaz. ÎBN SİNA’ya göre
insandan ( = yani ‘irade-i cüziye’den) üç türlü kötülük doğabilir :
1. Bilgisizlikten, 2. Acı, tasa ve iç sıkıntısından, 3. Ahlâk bozuk­
luğundan. Kul, bütün bu kötülük ve günahlardan sorumlu olacaktır.
SOKRATES ve PLATON’dan esinlenen İBN SÎNA’ya göre er­
dem, ruhî güçlerle açıklanabilir: Meselâ,, öfke bir ruh gücü, fakat
yiğitlik bir erdemdir. Yine cinsel istek bir ruh gücü, fakat cinsel
ahlâk bir erdem sayılır. Aklın ayırt etme yeteneği bir ruh gücüdür,
hikmet ise bir erdemdir. Eğer ruh güçleri bir araya gelerek bir den­
ge kurarlarsa, erdem olarak bunun karşılığı adalettir. ARÎSTOTELES’te olduğu gibi ÎBN SİNA’da da erdem, alışkanlığa, genel tutu­
ma, huya dayanmalıdır. SOKRATES’de olduğu gibi ÎBN SÎNA’da
da ahlâkın gayesi «saadet»tir ( = Yun. eudaimonia)42.
PLATON ve ARÎSTOTELES’de de görüdüğümüz gibi, FARABÎ
ve ÎBN SÎNA da «bilgi»ye çok büyük bir önem vermişlerdir. Onlara
göre insan, öbür dünyada nâsibini, yeryüzünde kazanmış olduğu bil­
giye göre alacaktır. YUSUF da îslâm düşünce ve felsefesindeki bu
genel görüşten uzak kalamazdı.' Nitekim Kutadgu-Bilig’de çok hem
de pek çok geniş bir yer tutan «bilgi» konusu, bunu kanıtlamaktadır.
Esere bakılırsa YUSUF, astronomi, kimya, tabiî bilimler, coğ­
rafya, matematik gibi o devrin pozitif bilimlerini de bilmektedir.
Hatta YUSUF, ÖKLİDES geometrisini çağının bilginlerine tavsiye
bile etmektedir :
«takı kolsa cebr-ü mukabel okı; yime oklidis kapgı yetrü tokı»
( = Daha da istersen, cebir ve mukabele oku; bir de OKLİDÎS’in ka­
pısını iyice çal) b. 4382.
Ayrıca YUSUF, karşımıza tıpkı ARİSTOTEUES ve ÎBN SÎNA
gibi «Rationaliste» bir tavırla çıkıyor ve akla çok önem veriyor :
«Ukuş kayda bolsa angar bar yapuş» ( = Akıl nerede ise, sen
git oraya yapış) b. 1870.
42 Bkz. : îb n Sina, K itabü ’s-Siyase, Süleym aniye K tp. H am idiyye N o. 1448,
Y azm a.
İS L A M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
95
«kim öglüg sözin tutsa itlür işi» ( = Kim aklımn sözünü tutar­
sa, işi yoluna girer) b. 820.
«karangku ev ol bu kişi tün sanı; ukuş bir yula teg yarutur anı»
( = İnsan, gece gibi karanlık bir eve benzer; akıl bir meş’ale gibi onu
aydınlatır) b. 1840.
«ukuş birle aslı atanur kişi» ( = Akıl ile insan asıl insan adını
alır) b. 303.
«ukuştın kelür kör kamug edgülük» ( = Her türlü iyilik akıl­
dan gelir) b. 1841.
«uüuş boldı erke ming erdem başı» (== akıl insan için bin tür­
lü erdemin başıdır) b. 1830.
«bilig birle başlar begi il törü; ukuş birle işler kamug iş körü»
( = Hükümdar, ülke ve kanunları bilgi ile ele alır; bütün işleri akıl
ile görür) b. 2723.
Hükümdara sunulan «Kutadgu-Bilig»in çerçevesini ahlâkî ve
siyasî öğütler, felsefe, tıp, astronomi, askerlik hakkında bilgiler
oluşturmaktadır. Öyle ki eser bizim için, Karahanlı devletinin sos­
yal, siyasî ve kültürel yaşantısının bir bilim ansiklopedisi gibidir4*.
ALBERTS’e göre Kutadgu-Bilig, İBN SİNA vasıtasıyle ARİS­
TOTELES’İ taklid ederek yazılmış, tarih ve yaşayışla bir ilgisi bu­
lunmayan bir çeşit felsefe kitabıdır44.
KÖPRÜLÜ’ye göre ise, YUSUF’un eserini ihtiva eden düşün­
celer bakımından, en belirli etki İBN SİNA tesiridir. «KutadguBilig»in âdeta ARİSTOTELES felsefesine göre yazılmış bir «Siyasetnâme» olduğunu ileri sürerek45, YUSUF’un doğrudan doğruya ya
da dolaylı olarak İBN SİNA’nm öğrencisi olduğunu iddia eden OTTO
ALBERTS’in bu konudaki düşünceleri, çok enteresandır. YUSUF,
kendi eserini, felsefe tarihi uzmanlarının «Orta-Çağ bilim ve düşün­
cesinin odak noktası» saydıkları İBN SİNA’nm ölümünden 32-33 yıl
43 B om bacı, A ., Storia della L etteratu ra turca, dall’a n tico im pero di M ong olia all’odiern a Turchia, N u ova A ecadem ia, M ilano 1956, s. 81-96.
44 A lberts, O., a.g.m ., s. 319.
45 A lberts, O., A ristotelisch e Philosophie in der türldschen L itteratu r des
X I Y abrhundarts, H alle 1900, p. 27.
M AHM UT AR SLA N
96
sonra bitirmiş olduğuna göre, arada zaman bakımından büyük bir
fark yoktur. O devirde «Maveraünnebr»de birçok ÎBN SİNA öğren­
cisinin bulunduğunu düşünürsek, bu hipotez daha da kuvvet , kaza­
nır, Esasen «ÎBN SİNA» düşüncesinin birçok prensibiyle, KutadguBilig ideolojisi arasında birçok açık benzerlikler vardır. ÎBN. SİNA
eserlerinde «örnek verme» usulüne nasıl sık sık başvurursa YÛSUF
da daima aynı usulü kullanır46.
'
«îyi»nin «ahlâkî haz» ile uyumlu olması ve mutlu bir hayat için
bü iki şartın gereküliği konusunda YUSUF, üstadı İBN SÎNA’ya uy­
muştur ki, bu aslında tamamen «aristotélique» bir anlayıştır17.
YUSUF’un «kötü» anlayışı da ÎBN SÎNA’dan farksızdır. Ona
göre: «Kötülük, iyiliğin mutlak zıddı değil, belki ancak geçici bir
etkiye sahip ve kendi eliyle iyiliğin ortaya çıkıp gelişmesine yara­
yan bir engel ya da bir noksandır». Kutadgu-Bilig’de de «kötülük
yapmanın cehaletten doğduğunu ileri süren, tamamiyle bir SOKRATES-PLATON anlayışı göze çarpmaktadır. «Kötülük» kavramı onda
belirli ve sınırlı değildir: Bazanhastalık, bazan kir ve pis ölüş, bazan zehir; bazan da daha başka başka semboller biçiminde görülü­
yor. «Bilgin, sağlık, iyi» kavramlarına «Câhil, hasta, kötü» karşılık
olmaktadır. Eğitim yoluyla câhiller bilgin olabilir ,' tedavi yoluyla
hastalar iyi olur; eğitim yoluyla kötüler terbiye edilirler. Ana-babalarrn çocuklarım, hükümdar ve devletin halkı eğitme ve terbiye et­
mekle yükümlü oldukları anlayışı,. ARİSTOTELES’te olduğu gibi
ÎBN SİNA’da ve YUSUF’ta da görülmektedir.
Toplumsal ve siyasal ahlâk konusunda da, diğer bütün mesele­
lerde olduğu gibi, ÎBN SÎNA etkisi olağanüstü bellidir. ÎBN SÎNA’ya
göre: Her siyasî cemiyet «ümera», «rençber», «müdafi»lerden mey­
dana gelen üç temel zümreye ayrıldığı gibi, Kutadgu-Bilig’de de bu
üç sosyal zümreye rastlanır: Hükümdar ve beyler, âyân ve memur­
lar ( = Tapukçu) ve halk ( = Karabudun). Ekonomik yapı bakımın­
dan da zenginler ( = bay), orta sınıf (ordu ve memurlar), yoksul
( = çigay) zümreler mevcuttur. YUSUF’un devlet hayatında ekono­
mik ve sosyal politikayla ilgili düşünceleri tıpkı ARİSTOTELES
46 İb n
Yazm a.
47
Sina,
K itabü ’s-Siyase,
Süleym aniye
K tp.
H am idiyye No. 1448,
Bfcz. : R oss, N icom ach ean E thics o f A ristotle, P. V ; London, 1959.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
97
gibi orta ve yoksul zümrelerin himayesine dayanır48. YUSUF, koru­
ma ve teşvik yoluyla yoksul halk orta sınıfa, orta sınıf da biraz daha
zenginleşerek huzura erişir ve böylece bütün millet refaha çıkar, di­
yor. Yine O’na göre herşeyden önce yoksullar himaye edilmek ve ne
orta sınıfın külfetleri, ne de zengin sınıfın ağırlığı bu yoksul züm­
reye yükletilmemek gerekir.
îşte bütün bu gibi düşünceler, Kutadgu-Bilig’in ÎBN SÎNA’nın
etkisi altında kaldığım göstermektedir ki, bunu, Doğu ve Batı Tür­
kistan'ın ö dönemdeki genel medeniyet tarihi açısından çok tabiî
karşılamak gerekir. KÖPRÜLÜ diyor ki; «Kutadgu Bilig’in bize
gösterdiği medeniyet manzarasını, birbiri üzerine basılmış dokuz
renkli bir litografya levhasma benzetecek olursak, bu tabakaları
şöyle ifade edebiliriz: En alttaki üç tabaka miUî-Türk; ondan son­
raki üç tabaka ahlâkî ve siyasî bakımdan ARİSTOTELES düşüncesi ;
onun üstündeki iki tabaka islâmi; nihayet en üstte, içe dönük İBN
SİNA felsefesiyle renklenmiş bir tabaka»49.
G. TÜRK-ÎSLÂM SENTEZİ VE KUTADGU-RİLİG
Türkler, M.Ö. ki yüzyıllardan başlayarak, çok değişik jeo-politik
şartlar altmda birçok devlet ve imparatorluklar kurmuşlardır. Bu
sebeple sürekli bir devlet düşüncesine, siyaset prensiplerine ve gele­
neklerine, siyasî kuramlara sahip olmuşlardır. Türkler, Araplar gibi,
M üslüm anlığı kabul etmeden önce, «Cahiliyye» devrinde yaşayan il­
kel ve bedevî kavim parçalan değildiler. Şurası bir gerçektir ki, îslâm-öncesi Türklerin kurmuş oldukları siyasî organizasyonlar, dev­
let ve hatta devletlerüstü bir platforma varabilmiştir. Bizim için
önemli olan, Eski Türklerin kurdukları siyasî organizasyonların ka­
rakterini ve dayandıkları siyasî fikirleri, kısacası Türk siyaset ve
devlet felsefesinin ana-çizgileridir.
İslâmiyeti kabulden sonraki Türk devletleri hiçbir zaman tam
bir «Islâm Devleti» olmamıştır. Türk-îslâm devletlerinin, klâsik İs­
lâm devletinden ayrıldığı noktalar özellikle: Devlet ve hâkimiyet an­
layışında göze çarpar. Bu yeni Türk devletleri, Islâm dininin hâkim
: ıI
48
49
Prélot, M. P olitique d’A ristote, P aris 1950, p. 151.
K öprülü, M. F., T ü rk E debiyatı Tarihi, İstanbul 1980, s. 169-170.
M AHM UT AR SLA N
98
bulunduğu ülkelerde mevcut «kültür çevresi» değerleri ile, îslâmöncesi bozkır Türk halklarının siyasî, sosyal, hukukî örf ve gelenek­
lerinin birbiri ile kaynaşması sonucunda ortaya çıkan yepyeni ve
kendine özgü Türk-îslâm sentezleridir. Bu kaynaşma ve sentez pek
kolay olmamış, özellikle, ilk Türk-İslâm devleti olan Karahanhlar
döneminde bu geçiş devrinin, büyük bir kültür ve medeniyet deği­
şiminin bütün sancılan yaşanmıştır. Biz bunu Kutadgu-Bilig’den ve
YUSUF’un kendi devriyle ilgili olarak acı acı yakınmalarından da
anlamaktayız. Kara Hanlı devleti, Orta-Asya’nın halkı yüzde yüz
Türk olan alanlarında kurulmuş, Türk-îslâm sentezine ve toplum ti­
pine doğru bir köprü görevini yerine getirmiştir. Bu gelişme Büyük
Selçuklu Devletinin kurulmasıyla tamamlanmıştır, denilebilir50.
Müslümanlığı kabul eden ilk Türk hükümdarları îslâm-öncesi
eski devlet geleneklerine uygun biçimde hüküm sürmüşlerdir. Zaten,
İslâmlığı kabul eden Karahanlılarm, derhal eski egemenlik anlayış­
larını terketmeleri beklenemezdi. Şunu da söylemek gerekir ki, ilk
müslüman Türk hükümdarlan halifelerin dinî güçlerini tanımışlar
ve çoğunlukla halifeden aldıkları yetkiyle devletlerini yönetmişler­
dir. Halifeden aldıkları bu yetkiden sonra bile, onlar, kendilerini tam
bir eski Türk kağanı gibi görmüşler ve bu yüzden de devlet ve ege­
menlik anlayışlan eski çerçeve içinde kalmıştır. Bu eski Türk ege­
menlik anlayışım kısaca şöyle özetleyebiliriz :
Eski Türk anlayışına göre, Tanrı yalnız Kagan’a değil, o kagan’m bütün ailesi mensuplarına egemenlik hakkım vermektedir.
Artık o aile, ülkeyi kendi mülkü gibi görebilmektedir.. Buna uygun
olarak, ailenin erkek üyeleri, özellikle Kagan’ın erkek kardeşleri ve
oğulları da, kendi mallan olan ülkenin yönetiminde söz sahibi ol­
malıdırlar. Bunun sonucunda, eski Türk devletlerinde asıl hüküm­
dardan başka diğer aile üyeleri de egemenlik hakkının bir parçasını
taşıdıklarına inanmışlardır. Hıralardaki sağ-sol ayrılmaları, GökTürklerde Bilge Kagan’ın kardeşlerine egemenlik hakkı tanıması bu
anlayışın bir sonucundan başka bir şey değildir. İşte bu yüzden müs­
lüman Türk hükümdarları, bu görüşten hareket ederek hükümdar
ailesinin erkek üyelerini devlet yönetimine sokmuşlar ve devleti böl­
gelere ayırarak her birinin başma hanedan üyesi bir prensi atamış­
50
B kz. : K afesoğlu , î., T ü rk M illi Kültürü, A n k a ra 1977, s. 298.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
99
lardır. Eğer merkezî iktidarı temsil eden asıl hükümdarın kişiliği
çok güçlü ise, o taşradaki prensleri kendi otoritesine bağlı tutabilmiştir. Eğer hükümdarın güçsüz bir kişiliği, varsa bıı prensler, ken­
dileri de egemenlik hakkına sahip olduklarından, bulundukları böl­
gede hemen hemen bağımsız bir idare kurabilmişlerdir. Ayrıca şunu
da biliyoruz ki, hükümdar öldüğü zaman, ailenin egemenlik hakkına
sahip üyeleri, tahta çıkmakta eşittirler. Genellikle, hükümdarın sağ­
lığında veliaht atamasının önemi bulunmamaktadır. Eski Türk dev­
letlerinde olduğu gibi müslüman Türk devletlerinde de sürüp giden
taht kavgalarının gerçek sebebi budur. Hernekadar hükümdara ha­
lifenin «emir ül-iimera»sı olarak onun adma ülkeyi yönetme hakkı
verilmişse de, devlet ve egemenlik konusundaki Orta-Asya anlayışı,
İslâmlıktan gelen otorite anlayışını etkisiz kılmıştır51.
Müslüman Türk hükümdarları hem İslâmlığa ve hem de eski
Türk törelerine uygun biçimde devletlerini yönetmişler, bir yandan
da kendilerini halifenin gerçek vekilleri sayarak, onunla iktidarı pay­
laşmışlardır. Dinî iktidarın halifeye ait olduğunu göstermek için
câmilerde Islâm devlet başkam adma okunan duada (Hutbe) hali­
feyi zikretmişler, siyasî-dünyevî iktidarın kendilerine ait olduğunu
göstermek için de, parayı kendi adlarına bastırmışlardır.
Islâm hükümdarı yani «Halife», kanun-köyucü sıfatım takıhamıyordu. O, ancak İslâm kanunun nâzın ve muhafızı durumundaydı.
Dinî bilimlerde yeterliği yoksa, İslâm kanunu üzerinde herhangi bir
şekilde şahsen bir yorumda bulunmak yetkisi yoktu52.
.
Islâm fıkıhçılanhın «Siyasetü’şşer’iyye»lerinde halife ve sul­
tanların görevleri hakkmda şunlar söylenmektedir: Her şeyden önce
«Şeriat»m korunması ve şeriat hükümlerinin yerine getirilmesi her
konupun başma eklenmektedir. Halifeler, Şeriatın uygulanması ile
birlikte adaleti yerine getirmek, genel barışı ve güvenliği korumak,
bu amaçla ceza uygulamak, İslâm ülkesini savunmak, şeriatçe tayin
edilmiş gelirleri toplamak, maaşları ödemek, devlet hizmetlerine
ehil kimseleri tayin etmek ve onların işlerini devamlı şekilde kontrol
etmekle yükümlüdürler. Islâm devletinin temel idari fonksiyonları
51 Ü çok-M u m cu, T ü rk H u ku k Tarihi, A n k a ra 1976, s. 148.
52 Bkz. : Tyan, E., Institutions du droit P u blic M usulman, Le Califat,
P aris 1954.
100
M AHM UT AR SLA N
da asker, hazine ve adalet temellerine dayanan devlet anlayışına
paraleldir53.
Karahanlılar devrinde çok miktarda fıkıh kitapları yazılmıştır54.
Acaba Karahanlılar niçin İslâm hukukuna bu kadar önem vermiş­
lerdir? Buna sebep olarak TOGAN şunları söylemektedir: Karahanlılar İslâm fıkhında çağı için bir yenilik ve bir ilerilik görmüşlerdir.
Zira İslâm olmadan önce Türkler işlerini «Yasa»nm hükümlerine
göre yürütüyorlardı. Ancak göçebe bozkır hayatına göre düzenlen­
miş olan «yasa», yerleşik hayatm çeşitli durumları karşısında ye­
tersiz kalıyordu. Ayrıca «yasa», bütün hal ve durumlar için kesin
ve ayrıntılı da değildi. Birçok ceza hükümleri oldukça şiddetliydi ve
uygulaması tamamen «Yargucu»nun inisyatifine bırakılmıştı. Karahanlılar müslüman olduktan sonra, İslâmm, her ihtiyaca cevap ve­
ren, kesin, ayrıntılı hükümleri bir yerde toplayıp tesbit ettiğini gör­
düler ve bu onların çok hoşuna gitti. Çünkü, devri için İslâm fıkhı,
tesbit edilenin dışında bir şey düşünülmeyecek hükümleri ve tutarlı
bir sistemi ifade ediyordu.
Karahanlılar devrinde Türkçe fıkıh kitapları da yazılmıştır. Karahanlılar devri fıkhının özelliği, hükümlerinde, diğer İslâm devlet­
lerine göre daha çok hayata yakın olmalarıdır. Formaliteler, diğer
İslâm devletlerine göre basitleştirilmiştir55.
VlLL. yüzyılda yaşamış bir İr anlı müslüman ve aynı-zamanda
devlet memuru olan ÎBN ALrMUKAFFA, halifenin hükümet işlerini
yönetirken kanunlar yapmakta hür ve serbest olması gerektiği dü­
şüncesini üeri sürüyordu. Ona göre halife, dinin asıl kural ve «nâs»
larım değiştiremez ve bunlara karşı geldiği takdirde de artık ken­
disine itaat söz konusu olamaz. Fakat, miilkî ve askerî konularda
kendi takdir yetkisine dayanarak nizamnameler çıkarabilir56.
Sonraları İslâm dünyasında ortaya çıkan sultanlar, yetki ve gü­
cünü ordu kuvvetinin etkili hâkimiyetinden alarak, bir takım emir,
53 İnalcık, H., a.g.m ., s. 264.
54 Bkz., K avak çı, T . Z., K arahanlılar D evrinde İslâm H ukukçuları, A n ­
k a ra 1976.
55 T ogan , Z. V ., D ers N o tla n , s. 111-112.
56 Schacht, J., The O rigins o f M uham m adan Jurisprudence, O xford 1950,
s. 59.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
101
yasak ve kurallar koyabiliyorlardı. Bunlar, hilâfete ait İlahî İtamınlarm çatısı dışında bile olsa, uyulmak zorunluğu vardı. Bunlara kar­
şı söz konusu olacak itaatsizliklerin cezası, İlahî kanunlara karşı ge­
lenlere verilen cezalardan tamamen ayrı tutuluyor ve sultanın tak­
dir yetkisine giriyordu57.
îslâm Kamu Hukuku tarihinde «örf»ün önem kazanarak yeni
bir devir açılması, Miisliiman-Tiirk devletlerinin kuruluşu ile aynı
zamana rastlar. BARTHOLD, BECKER, GÎRB, KÖPRÜLÜ gibi bil­
ginler, Müslüman-Türk devletlerinin kurulmasıyle Islâm devlet an­
layışı ve kamu hukuku alanında esash bir değişiklik meydana gel­
diğini kabul ederler. İslâm devletinin dinî-siyasî ümmet anlayışı kar­
şısında, Müslüman-Türk devletlerinde, devlet, siyasî ve icraî bir öz
kazanarak, mutlak ve üstün bir nitelik aldı; yalnız devletin ihtiyaç
ve çıkarım göz önünde tutan bir örfî hukuk üstün geldi58.
GİBB, bunu, özellikle eski İran devlet geleneğinin Türk hâki­
miyeti devrinde canlamşı şeklinde açıklamağa çalışır59. İNALCIK’a
göre ise bu konuda eski Türk devlet anlayışı esash rol oynamıştır.
Çiinkü îslâm dünyasına hâkim bir unsur olarak girip yerleşen Türkler, Orta-Asya’dan eski bir devlet anlayışı ve belli yönetim gelenek­
leri getirmişlerdir. Bu anlayış, hâkim tabakaların, beylerin taassup­
la bağlı kaldıkları kökleşmiş âdetler ve inançlar niteliğinde idi. Bun­
dan dolayıdır ki, biz bir çok teşkilât esaslarını, yahut hâkimiyet
kavramını ve ona bağlı âdetleri, bir taraftan kuzey Çin’de, öbür ta­
raftan kuzey Karadeniz bölgesinde ve Yakm-Doğu’da birbirinden
yüzyıllarca zaman aralıkları ile kurulmuş olan Türk devletlerinde
bulmaktayız60.
İslâm kisvesi altında Türk hükümdarı, kendi iktidarına ortak
veya onun üstünde bir otorite tanımayan mutlak karakterini koru-
57 Bkz., Lew is, B., Islâm devlet m üessese ve telâkkileri üzerinde bozkır
ahalisinin tesiri, ÎT E D , C. II, cüz. 2-4, İstanbul 1960, s. 213.
58
s. 104.
İnalcık, H., O sm anlı H ukukuna Giriş, A Ü S B F D , C. X H , 1958, N o. 2,
59
Gibb, H .A .R ., C onstitutional O rganisation, L aw in the M iddle E ast, s. 22.
60 B kz. : K öprülü, F., Islâ m A m m e H ukukundan ayrı bir T ü rk A m m e
H ukuku y o k m u d u r? H . T .T.K . zabıtları, s. 383-418.
102
M AHM U T AHSDAN
muştur. «îslâm dinine en fazla riayetkâr sayılan Türk hükümdarlan bile devlet otoritesini her şeyin üzerinde tutmuşlardır»61.
Öz Türk devlet anlayışı hakkında en önemli kaynağımız şüphe­
siz Orhon Yazıtlarıdır. Orada, hâkimiyeti Tanndan alan Hakan, hâkimiyet ve istiklâli, özellikle «türe koymak» şeklinde anlar görün­
mektedir: «İnsan oğullan üzerinde atam Bumin Kağan, İstemi Ka­
ğan tahta oturmuş, oturarak Türk ulusunun ülkesini, türesini yönetivermiş, düzenleyivermiş» ( = Türk budunın ilin törüsin tuta birmiş,
iti birmiş)62. Türk devlet anlayışına göre devletin varlığı, «türe»
koyan Hakan üe ayakta durur63.
TOGAN’a göre, Orta-Asya’da Türk ve Moğol kavimleri arasın­
da, Mete’den Timur’a kadar binlerce yıl, ana çizgileri aynı kalmış
bir «türe» mevcut olmuştur. Bu «türe» veya «yasa» devlet teşkilâ­
tlımı ve hakanlık hâkimiyetinin temelini teşkil etmiş, onun yanında,
tâbi kavimlerin hukukî işlemlerini yöneten mahallî kanunlara, ha­
kanlık hukuku ile çatışmadığı oranda, izin verilmiştir64. Yasa hü­
kümleri, hakanların kendi iradeleriyle çıkardıkları yeni kanunlarla.
( = bilig) tamamlanmıştır. «Yasa»mn kaynağı şüphesiz steplerdeki
Türk-Moğol kavimlerinin âdetleri ve eski devlet prensipleri olmakla
beraber, VERNADSKY’nin belirttiği gibi o, bunların üstünde yeni
bir «hanlık hukuku» kurulması düşüncesiyle konulmuştur65. CUVEYN î’ye göre, Uygur kâtipler, Çingiz Hanın emri üzerine Moğol çocuk­
larına yazı öğretmişler ve «yasa»yı ve hükümlerini tomarlara tesbit
etmişlerdir. Buna «Büyük Yasaname» denir. Bu «Yasaname» seçkin
prenslerin hâzinelerinde bulunur ve ülke ve devlet işleri görülürken
o tomarları getirip, işlerini ona göre yaparlardı. «Yasa», eski Türk
hakanlıklarında yürürlükte olan ve sözlü olarak nesilden nesile inti­
kal eden «törü» ve kurallardan başka bir şey değildir. Her hakan bu
kurallara kendisinden bazı şeyler eklemiştir66.
61
K öprülü, F., a.g.m ., s. 411.
62
Orkun, H. N., E ski T ü rk Y azıtları, C. I., s. 28-29.
63
İnalcık, H., a.g.m ., s. 106.
64
Bkz. : T ogan , Z. V., U m um î T ü rk Tarihine Giriş, İstanbul 1946,
s. 106-109.
65 Bkz. : V ernadsky, G., Cengiz H an Y asası, T ü rk H u ku k T arihi D ergisi,
S. I, s. 131-132.
66
A bdü lk adir İnan, Y asa, T öre — Türe,
Şeriat, T K A , 1964,S.1, s.107.
a
|
J
-1
-ı
;
IS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
103
İlk Türk-İslâm devleti olan Karahanlılarda hâkimiyet, esasta,
Orta-Asya bozkır devletlerinin meşrûluk ilkesine dayanmaktaydı.
1070 yılma doğru Kâşgar’da yazıldığı bilinen ünlü siyaset kitabı
Kutadgu-Bilig’de bu konu aydınlatılmaktadır. Şeriat, hilâfet gibi İs­
lâm devletinin temel unsurlarından, Kur’an, hadis ve dinî-hukukî
İslâm kuramlarından söz açılmayan ve halkın bir İslâm toplumun(İa.n çok Türk Topluluğu niteliğinde tanıtıldığı bu eserde «meşrûluk»,
islâm-öncesi Türklerin «kut» ve «töre» anlayışlarına dayandırılmak­
tadır67.
Kamu Hukuku bakımından Türk-İslâm devletlerinin, Müslümanİranlı devletlerden de farklı yanları bulunmaktadır. Bu fark özellikle
hâkimiyet anlayışında göze çarpmaktadır.
Bilindiği gibi, İslâmiyette devlet başkanı (halife), Allah’ın el­
çisi olan Peygamber’e vekillik ettiği için «bütün müslümanların başı»
( = Emîr’ül-mü’minîn) diye anılır ve o, insanların dünya ve öbürdiinya ile ilgili bütün işleri dahil, kâinat düzeninin, Kur’an’m emir
ve yasaklan ( = şeriat) çerçevesinde yönetilmesinden sorumlu bulu­
nuyordu. Halbuki Türk hükümdarı Tann bağışı «kut» ( = siyasî ik­
tidar) yolu ile yalnız yeryüzündeki insanları yönetmekle görevli idi.
İşte bu hâkimiyet anlayışı farkmdandır ki, Türk hükümdarları dün­
yayı yönetme yetkisini hâlifeye devretmeyerek bizzat yerine getir­
mişlerdir. Orta-Asya bozkır devletlerinde ve ilk Türk-İslâm devleti
olan Karahanlılarda «meşrûluk» prensibi olarak görülen, dünya iş­
lerinin din’den ayn tutulması, eski bir Türk geleneğidir. Türkler
müslüman olduktan sonra, İslâm Kamu Hukukunda çok önemli bir
değişiklik meydana gelmiştir ki, «halife» ile «sultan»ı, biri dinî, di­
ğeri dünyevî olmak üzere birbirine denk iki iktidar ve baş kabul eden
bu yeni anlayışa göre, Türk hükümdarı artık «halîfeye bağlı bir,
müslüman emîri» değil, fakat iktidar ve saltanatın gerçek sahibi ve
dünya işlerinden tek sorumlu kişi olmuştur68.
Türklerin İslâm dünyasına getirdikleri bir prensip de, kamu
çıkarım korumakla görevli devlet otoritesinin her şeyden üstün ol­
duğu düşüncesidir. Bu düşünce bütün Türk-İslâm devletlerine hâkim
67
Bkz. : K afesoğlu , t., K u tadgu -B ilig ve K ültür Tarihim izdeki Y eri, TED ,
S ayı 1, 1970, s. 11-17.
68 K afesoğlu , I., T ü rk M illî Kültürü, A n kara, 1977, s. 302.
104
M AHMUT AR SLA N
olmuş, tamamiyle şeklî nitelikte olan saltanatları tasdik, «hil’at»ler,
unvanlar vermekle yetinen halifeler dünya işlerine karıştırılmamıştır.
Hâkimiyet ve hükümranlık konusunda şunu da söylemek gere­
kir ki, Türk hükümdar zevceleri, İslâm Kamu Hukukunda yeri ol­
mayan ve bir eski Türk geleneği olarak devlet içinde otoritelerini
yürütmeye çalışmışlardır.
İslâm öncesi bozkır Türk devletinin başı olan hakan’ın görev­
lerinden sayılan «dünyaya egemen olma» düşüncesi, Türk - İslâm
devletlerinde de yaşamağa devam etmiştir. Orhon Kitâbelerinde gö­
rülen ve «Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar» dünyanın, töre’ye göre, Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi ideali olan eski
Türk dünya egemenliği düşüncesi, bütün Türk-İslâm devletlerinde
canhkğını korudu. KAŞGARLI MAHMUD şöyle demektedir: «Tan­
rı, devlet güneşini Türkleıin burcunda doğdurmuş, göklerdeki sey­
yarelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş,
Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır»69.
Hükümdara, «dünya hâkimi kişi» ( = ajun tutmış er) diye hitab
eden YUSUF, eserinde, geleneksel «dünya hâkimiyeti ideali»ni sık
sık tekrarlar :
«ming erdem kerek bu cihan tutguka» ( = Bu dünyaya hâkim
olmak için bin türlü erdem gerek, Ey hükümdar) (b. 284). •
«ükuş birle tuttı ajun tutguçı; bibg birle bastı budun basguçı»
( = Dünyayı elinde tutan, onu akılla tuttu; halka bükmeden bu işi
bilgi ile yaptı) (b. 218).
Orhon Kitâbelerinde: «Üze Kök Tengri asra yağız yer kıhndıkta
ikin ara kişi oglı kılınmış...»70. ( = Yukarıda mavi gök, aşağıda kara
yer yaratıldıkta, ikisi arasında insan-oğlu yaratılmış...). Türk koz­
mogonisini tek cümlede anlatan bu satırda, «Kök-Tengri»nin, bütün
gökyüzünü kapsadığı açıktır. O halde eski çağlarda, yeryüzündeki
herşeyi hükmü altında tutan gökyüzü, uçsuz-bueaksız düzlükler habnde uzanan bozkırın hâkim reahtesi olmuş ve göçebe insanın zih­
69 Bkz. K aşga rlı M ahmud, D ivân-ü L u gât-it-T ürk, B. A ta la y neşri, A n ­
kara, 1939-44, I, s. 3.
70 Orkun, H . N., E rk i T ü rk Y azıtları, I, D oğu, 1; H, D oğu , 2.
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
105
ninde «Tanrı» ile aynîleştirilmiştir. îşte Türk devlet anlayışındaki
«dünya hâkimiyeti ideali» bu inanç sisteminden kaynaklanmış olsa
gerektir. Sonraları kitleler halinde kabul edilen İslâm dini, bu inanç
sistemine ve devlet anlayışına oldukça uygun düşmüştür.
Eski Türklerde Gök Tanrı âlemi düzenleyen tek Tanrıdır. Dev­
letin düzeni, egemenliği bu tek Tanrı inancına sıkı sıkıya bağlı ol­
muştur. Türkler, tarihleri boyunca çeşitli dinlere mensup olmuşlar
fakat bu temel inancı bozmamışlardır. En son din olan İslâmiyete
giriş, iki inanç sistemindeki benzerlik dolayısiyle kolay olmuştur71.
Türklerde hâkimiyetin kaynağı tanrısaldır. Yani, «tengriteg
tengride bolmış tengri yaratmış»tır. Türkler Allah’a «tengri karahan», «tengri ilig» de demektedirler. İslâm geleneklerinde de Allah’a
«âlemlerin ve padişahların padişahı» denir72.
Türklerin kitle halinde müslüman olmalarında rol oynayan
önemli faktörlerden biri, eski Türk dininin, Şamanizm’in, İslâm
inancına yakın bir karakter taşıması, Gök-Tann’nın evrenin ve bü­
tün varlıkların yaratıcısı olması, İslâmın Allah anlayışına oldukça
yakm bir benzerlik taşımasıdır. Türklerin müslüman olduktan son­
ra ‘Allah’ adı kadar ‘Tanrı’ admı kullanmış olmaları bunu doğrular
niteliktedir.
İkinci önemli faktör, diyebiliriz ki, İslâmın «cihad»ı, Türklerin
savaşçı ruhlarına ve dünya hâkimiyeti ideallerine uygun düşmüş­
tür73.
İslâmiyet ve Hıristiyanlık gibi bütün insanlığı kapsayan semavî
dinlerin gayesi de dünyaya kendi inanç sistemini yaymaktır. Ancak,
Türk dünya hâkimiyeti anlayışının bunlardan farkı, Gök-Türk Kitâbelerinde açıklandığı gibi, yeryüzündeki mevcut insan cinsini bir bü­
tün sayarak, topluluklar arasında sosyal, kültürel, dinî herhangi bir
derece farkını kabul etmeyerek eşit hak ve adalet tanımasıdır74.
71 Ü lken, H . Z., T ü rk iye T arihinde S osya l Kuruluş, V D , C. X ., A n kara,
1973, s. 9.
72 Turan, O., İlig U nvanı H akkında, T ü rk iyat M ec., C. V H -V H I, 19401942, Cüz 1, s. 196.
73 Turan, O., T ü rk Cihan H âkim iyeti M efku resi Tarihi, I, İstanbul, 1969,
s. 151.
74 K afesoğlu , İ., a.g.e., s. 306.
106
MAHMUT AR SLA N
Karahanlı ülkesinde Türkçe olarak yazılan «Kutadgıı-Bilig,
Türk devlet düşüncesi, kanun ve hâkimiyet anlayışı, siyaset görüşü
bakımından bizi aydınlatan önemli bir eserdir. YUSUF’un; «Hüküm­
darlık iyi bir şeydir, fakat kanun daha yüksektir» (=; Edi Edgü
Beglik, tagı edgürek törü o l ) ; «Devlet kanun üe ayakta durur»
( = Törü birle beglik, turul ol ö r ü ); «Devletin esası iki şeye daya­
nır: biri ihtiyat, diğeri kanun» ( = biri saklık ol bir törü il köki»;
«Âdil kanunlar koyma ve onları tarafsızlıkla uygulama suretiyledir
ki, bir hükümdar uzun süre hâkimiyetini koruyabilir» (= u zu n il
yiyeyin tise ay bügü; torü tüz yorıtgu budunug kügü); «E y hüküm­
dar, halkı âdil kanunlarla idare et; birinin diğerine tahakküm et­
mesine meydan verme, onları koru» ( = takı bir budunka törü bir
köni; kötür bir ikidin küçin kör a n ı); «Zulüm yanar bir ateştir, yak­
laşanı yakar; kanun su gibidir, akarsa nimet yetişir» ( = köyer ot
turur küç yagusa küyer; törü suv turur aksa nimet ön er); «Kanun
ile ülke genişler ve dünya düzene girer; zulüm ile ülke küçülür ve
dünya bozulur» ( = il artar törü birle itlür ajun; eksür bu küç birle
buzlur aju n); «E y hükümdar, kanun koy, adaletle iş gör, hiç bir za­
man zulmetme» ( = törü kıl katıglan bolup kılma k ü ç); «Ey hüküm­
dar, sen her zaman adaletle hükmet; devlet kanun ile ayakta durur»
( = Könilik öze sen turu kıl törü; birle beglik turur ol ö r ü ); «Hâki­
miyetin esası adalettir» ( = Bu beglik ulu ol könilik y o lu ); «Tanrı
seni adalet için hükümdarlık makamına getirdi» ( = könilik üçün
tengri tikti sin i); «Ey Bilge Hükümdar, ülkende bir kimse bir gece
aç kalırsa; onu Tanrı sana soracaktır, gözünü aç» ( = ilingde biregü
kiçe kalsa a ç; anı sindin aytur bayat közni a ç ) ; «Devletin temeli
adalettir; hükümdarlar âdil olursa, dünya huzura kavuşur» (=.bu
beglik ulı kör könilik turur; köni bolsa begler tiriglik bolur) vs. gibi
daha birçok sözlerinden; ayrıca «Kutadgu-Bilig»in genel esprisinden
ve nihayet bir kısmını gözden geçirdiğimiz daha birçok «Siyasetnâme»den açıkça anlaşılmaktadır ki, Batı dünyasında, ta MONTESQUIEU’den beri yaygın bir hâl alan «Doğu Despotizmi» fikri, bir
«acele-genelleme»den, bir «peşin-hüküm»den başka birşey değildir.
H. «DOĞU DESPOTİZMİ» ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Konuyu bitirirken siyaset ve devlet düşüncesinden ziyade siya­
set sosyolojisini ilgilendiren bir tartışmaya değinmeden geçemiye-
İS L Â M ’D A D E V L E T D Ü ŞÜ N C E Sİ
107
ceğiz: Bu da MONTESQUIEU’den beri iddia edilen, Asya’da kurul­
muş devlet ve imparatorlukların, Avrupa’daki «ılımlı monarşi»lerin
aksine «despotik» bir karakter taşımalarıdır.
MONTESQUIEU’ye göre Doğu İmparatorluklarım Batı millet­
lerinden ayıran başlıca fark, birincilerde ülkenin mutlak ve despot
bir yönetim elinde bulunmasına karşılık, İkincilerde ülkenin zümre­
ler ve fertler yönetiminde bulunmasıdır ki, o birinciye «Doğu Des­
potizmi» diyor75. Aynı düşünceyi savunan STUART MTT,T, de Batı
demokrasilerinin karşısına eski Doğu despotizmini koymaktadır7®.
Fakat bu düşünürler, ayrılığın bu kadar kesin olmadığını, arada bir­
çok şekillerin bulunduğunu görmedikleri gibi, farkları doğuran sos­
yolojik sebeplere de girmemişlerdir.
MONTESQUIEU ve MILL’in Batı demokrasilerinin karakterini
belirtmek için ileri sürdükleri «Doğu Despotizmi» düşüncesi aslında,
bir peşin hükme göre yorumlanmış olmasından ileri geliyor. Yan­
lışlık, Batı toplumlanna ait gözlemleri dünya kültürlerine acele ge­
nellemede ve hukukî-iktisadî ilişkiler sistemini bütün siyasal ku­
rumlar sisteminin sebebi gibi görmektedir77.
Son olarak WITTFOGEL de, bu faraziyeyi kabul ederek, eski
yüksek kültürlerin tarih içinde hiçbir zaman tekrar etmeyen çok
çeşitli faktörlerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu, yani her kültü­
rün kendine özgü bir karakter taşıdığım inkâr etmektedir. Ona göre,
bütün doğu kültürleri bir bütün teşkil ediyor. Doğu kültürlerinin
genel, niteliği, WITTFOGEL’e göre, her doğu kültür çevresinde bu­
lunabilen «sulama ekonomisi»dir. Avrupa’da fazla yağan yağmur­
lar, tarımı mümkün kılar; halbuki Doğu’da tarım ancak sulama sis­
tem ve şebekeleri sayesinde yapılabilir. Yeterli miktarda yağmur
yağan alanlarda, küçük topluluk ve devletlerin meydana gelmesi için
elverişli bir zemin mevcuttur; sulama sistemlerini gerektiren alan­
larda ise, topluluk hayatı, güçlü' ve merkezî büyük bir devlet mev­
cutsa mümkün olur. Ona göre, büyük bir nehrin sularının, binlerce
kanal ve ark yoluyla her köye ve tarlaya götürülmesi ve bölüştürül­
75 M ontesquieu, Ch., D e l’E sprit des Lois, D efense de l’E sprit des Lois,
Ern est F lam m arion, P aris, 1758.
76 Mili, S., (L a lib erté), H ürriyet, Istanbul, 1926, s. 260-265.
77 Ülken, H. Z., T ü rk iye Tarihinde Sosyal Kuruluş, V.D. S. X., s. 18.
MAHMUT AR SLA N
108
mesi, böyle bir devletin en önemli görevidir. Nehir kıyılarının taş­
malardan korunması da böyle bir devletin önemli işlerinden biridir.
İşte, küçük toplulukların bu tür büyük yatırımları yapamaması ve
suyun dağılımı sırasında ortaya çıkacak uzlaşmazlık ve kavgaların
çözümü, güçlü bir merkezî hükümeti ve geniş bürokratik kadroları
gerekli kılmıştır. Kuvvetli bir merkezî hükümet ile memur sistemi,
WITTFOGEL’e göre doğu toplumlannın tipik karakteridir73.
Halbuki ROSAS, WİTTFOGEL’in eserini görmeksizin bu ko­
nuda şu sonuca varmaktadır: Sulama tarımı belki eski Çin kültü­
ründe büyük bir rol oynamıştır. Fakat meselâ Hindistan’da önemi
bulunmamaktadır. Biliyoruz ki, Hindistan’da tamamen başka doğa
şartları hüküm sürmektedir79.
RUBEN ise, buğday tarımının değil, pirinç tarımının sulama
tekniğiyle ilgisi olduğunu söyleyerek böyle bir teorinin temelsizliğini ortaya koymuştur80.
EBERHARD’a göre, eski Çin toplum ve devlet sistemi, yalnız
sulama ekonomisinin bir sonucu olarak açıklanamaz. Çünkü, bir
sosyo-ekonomik faktör olan sulama sistemi, eski Çin’in yalnız çok
küçük bir bölgesinde uygulanmaktaydı. Çin’in birçok eyaletinde ne­
hirler o kadar derin ve dar vâdi ve dereler içinden akar ki, büyük
ölçüde bir sulama hemen hemen imkânsızdır. Yine Çin’in birçok böl­
gesinde sulama ya hiç yapılmaz, ya da kuyu ve yağmur sularının
havuzlanması ile yapılır. Kısacası EBERHARD’a göre bu çeşit sis­
temler
iddia ettiği gibi sosyal bir faktör teşkil et­
mez81.
WnTFOGEL’in
Kültür denilen olgu, çok faktörlü ve çok sebepli bir sentez ol­
gusudur. Bu olguyu tek faktörlü bir teorinin dar çerçevesine sıkış­
tırmak yanlıştır. Üstelik, kültür denilen olgu, hiç tekrar etmemiş ve
hiç tekrar etmeyecek olan bir defalık bir olgudur.
78 Bkz. W ittfog el, K. A ., D ie T h eorie d er O rientalischen G esellschaft,
Z eitsch rift fü r Sozialforschung, Paris, Cilt V H , Sayı 1-2; Le despotism e Oriental,
edit. de M inuit, 1964.
79 B kz. R osas, P., Caste and Class in India, Scien ce and Society, Cilt 7,
Sayı 2, 1943, s. 164-65.
80 Ruben, W ., H ind’de k ö y ve şehir, A Ü D T C F D , C. I, s. 3, s. 29.
81 Bkz. Eberhard, W ., Çin Tarihi, A n kara, 1947.
İD İL-U R A L’D A İSLÂM ÎYETİN D URU M U
Nâdir D evlet
Îdil-Ural bölgesindeki Türk boylan Tatar ve Başkurtlar, 1552
da Rus boyunduruğu altına girip ve ortodoks Ruslann çok ağır bas­
kısına maruz kalınca, bu bölge Türkleri millî benliklerini başlıca İslâmiyete dayanarak koruyabilmişlerdi. Ruslar, o devirdeki Türk
Bulgar Devleti îslâmı devlet dini olarak kabul ettikten takriben 70
yıl sonra hıristiyanlığı resmî din olarak kabul etmişlerdi1. «SSCB’
nin Avrupa kısmı ve Sibiryamn müslüman dini idaresi»nin başkam
müftü Talat Taceddin Bulgar hanı Almas’m hicri 16 Muharrem 310
(16 Mayıs 922)’da îslâmı resmî olarak tanıdığını tasdik etmekte­
dir2. İslâmiyet Türk halkının arasında çok çabuk yayılmış ve böylece millî benliğin bir parçası olmuştu. İslâmiyet 922 üe 1552 yılları
arasında İdil-Ural Türkleri arasmda yayılmış kök salmıştı ve Altın
Ordu (1240-1502) ile Kazan Hanlığı (1473-1552), IV. İvan tarafın­
dan işgâl edilene kadar en yaygın hâle gelmişti. Korkunç İvan Ka­
zan Hanlığım işgâl eder etmez eâmi ve medreseleri yıktırdı veya bir
kısmını kiliseye çevirtti. Bu Îdü-Ural Türklerine vurulan ilk büyük
darbe idi. Kazan Hanlığını işgâlinin ilk yıllarında 300-400 bin Türk
Ruslar tarafından öldürüldü. Bunun dışında işgâlin ilk 15 yılında
(1552-1566) 206 köy ile 60 tane büyük çiftliğin Rus işgâleileri ta­
rafından müsadere edildiği, ahâlisinin sürüldüğü bilinen bir ger­
çektir. Rus istilâsından önce Kazan şehrinde 40 binden fazla Türk
yaşarken, işgâlden sonra ancak 6 bin kişi kalmıştı3. Rus ortodoks
kilisesinin başta Türkleri zorla vaftiz etmek olan 200 yıldan fazla
süren faaüyeti Rus devleti tarafından tamamiyle destekleniyordu.
1 N âdir D evlet, «R u sy a Türklerinin m illî m ücâdele ta rih i (1905-1917)».
A n k ara 1985, s. 56.
2 T a l’a t Tazeev, «C ontribution m ade b y M uslims o f T ataria to Islam ic
P atterns o f Thought, M uslim s o f th e S oviet E a st, 1980, nr. 3, 4-8.
3 N. D evlet, a.g.e., s. 3.
110
N Â D ÎR D E V L E T
1756 yılında Kazan eyâletinde (Gubirna) 536 camiden 418’i, Tobolsk eyâletinde 113 câmiden 15’i ve Astrahan eyâletinde 40 câmiden 29’u yıkılmıştı4. 1759 yılma kadar ise İdil boyu Tatarlarına câmi,
mescit ve medrese açmak tamamen yasaklanmıştı.
Ancak 1759 yılında Kazan’da Yakub Biktim ir(ov)’un teşebbüsü
ile yeni bir câmi inşa edilebildi5. Bu çariçe n . Katerina’nm müslüman tabaasma karşı nisbeten liberal politika takip etmeye başlama­
sı neticesinde meydana geldi. Çariçe 22 Eylül 1788’de genel vali Ba­
ron İglstrom’a müslümanlara daha geniş haklar vermesini bildirdi.
Neticede Baron İglstrom 4 Aralık 1789 fermanı ile Ufa’da «dinî
idare» (Duhovnoe Sobranie) «Orenburg Mahkeme-i Şer’iyyesi»ni
kurdular6. Bu müslüman idaresi (diniye nezareti) bir «müftü»nün
başkanlığında 9 İdarî me’murdan ibaretti7. Orenburg Mahkeme-i
Şer’iyyesinin ana görevi müslüman cemaatleri tarafından talep edi­
len din adamlarım imtihan etmek ve onları bu yerlere tayin etmekti.
Geniş anlamda biı dinî idare devletin kontrol organı olarak çalışı­
yordu. Bu arada ise Rus ortodoks kilisesi, devletin himayesinde ken­
disinin Rus olmayan halklar arasındaki misyon çalışmasını 200 yıl­
dan fazla bir süre devam ettirebilmişti. Fakat elde edilen neticeler
bekleneni vermediğini bariz olarak gösteriyordu. Bilhassa İdü-Uralda Tatarlar kilisenin misyon hareketine, kendilerini hıristiyanlaştırma gayretlerine karşı koymuşlardı. 1796’da yapılan beşinci nüfus
sayımına göre. Kazan eyâletinde 103.050 erkek ve 108.290 T^tar ka­
dını yaşamakta idi. Fakat bunların erkeklerden 13.384’ü ile kadın­
lardan 13.922’si vaftiz edilebilmişti8.
II. Katerina’nın reformlarından sonra mollalar yüksek eğitim­
lerini Buhârâ’da değil, İstanbul, Kahire veya Medine gibi yerlerde
görmeye başladılar. 1868’de Kazan’da câmilerin sayısı 729’a yüksel­
miş ve sayıları her geçen yıl artmakta idi9. İşte bu mollaların dinî
faaliyetleri tes’irini gösterdi. 1802 Nijni-Novgorod’ta hıristiyanlığı
4 a.g.e., s. 5.
5 Â bdü rreşid İbrahim of, «Ç oban Y ıldızı», St. P etersburg’ 1907, 2. bsk.,
s. 14.
6 N. D evlet, a.g.e., s. 6.
7 a.g.e., s. 6.
8 Josef Glazik, «D ie Islam m ission der russisch -ortodoxen K irch e», M ünster 1959, s. 112.
9 N. D evlet, a.g.e., s. 9.
ÎD İL -U R A L ’D A İS L Â M İY E T ÎN D U R U M U
111
kabili etmiş olan Tatarlar ilk defa olarak; hıristiyanlıktan vaz geç­
tiler10. Bu durum Rus ortodoks kilisesini çok rahatsız etti ve İlminskiy (1822-1891) gibi tanınmış misyoner vaftiz edilmiş olan Ta­
tarların kiliseden kopmasma mâni olmak için çeşitli hareketlere gi­
riştiler, Alman çeşitli tedbirlerin yamnda 1867’den 1899’a kadar de­
ğişik 20 dilde 1.599.385 nüsha hıristiyan dini ile ilgili yazılar basıl­
dı. îlminskiy’nin ölümünden (1891) 1910 yılma kadar 558 adet de­
ğişik dinî tercümeler iki milyon adetten fazla olmak üzere basıldı
ve Rus olmayan halklar arasmda dağıtıldı. Kazan’da hıristiyan Ta­
tar çocukları için îlminskiy tarafından kurulan merkezî okul örnek
alınarak, bilhassa Kazan, Simbirsk ve Vyatka’da yerli halk için ilk­
okullar açıldı. Fakat bütün bu faaliyetler çeşitli yollarla vaftiz edil­
miş olan Türklerin hıristiyanlıktan hızla vaz geçmesine manî ola­
madı. Hıristiyanlıktan dönme hareketi 1865-66’da hemen hemen yeni
vaftiz edilmiş bütün ve eskiden vaftiz edilmiş iki Tatar köyünde
kendini gösterdi11.
.
Bu arada Îdü-Ural müslümanlafı da boş durmamışlardı. Arap­
ça harflerle baskı yapma imkânları hasıl olunca, Türkler bilhassa
dinî neşriyata hız verdiler ve bunu halka dağıttılar. Böylece 1801 ile
1855 yıllan arasmda Kazan’da 577 kitap neşredildi12. Aynı devir için­
de bütün Rusya’da ancak 1.463 kitabm neşredildiği göz önünde bu­
lundurulursa13, 577 sayısı cidden büyük bir mikdâr ifâde eder 1842 ile
1852 yıllan arasmda 23.600 nüsha Kur’ân ve 44.300 Heftiyek
(Kur’ân’m yedide biri), 1853 ile 1859 yılları arasmda ise 82.300 nüs­
ha Kur’ân ve 165.000 Heftiyek basılmıştı14. Müslümanların faaliyet­
leri yalnız yayın politikası ile smırlanmayıp, yeni câmiler ve mek­
tep ve medreseler açmak şeklinde de kendini gösteriyordu. Fakat,
msl. 1883’te St. Petersburg’ta (bugünkü Leningrad) bir câmi açmak
gibi, bazı faaliyetler yöneticilerin muhalefeti neticesinde akamete
uğruyordu15.
10
11
12
13
14
15
lims o f
J. Glazik, a.g.e., s. 114.
a.g.e., s. 114 v.d.
N. D evlet, a.g.e., s. 14.
J. Glazik, a.g.e., s. 151.
N. D evlet, a.g.e., s. 14.
C afer P an cayev, «P a s t and Future o f M uslim s o f Len in grad», M usth e S oviet E a st, 1980, nr. 2, s. 11.
112
N Â D İR D E V L E T
Buna rağmen Îdil-Ural müslümanları uğradıkları bazı başarı­
sızlıklardan dolayı cesaretlerini kaybetmiyorlar, tersine yeni fikir­
ler ortaya atıyor, değişik faaliyetler gösteriyorlardı. Gaspırah İs­
mail Bey (1851-1914) tarafından ortaya konan «Cedîdçilik (Yenilik)
hareketi» bu yıllarda bilhassa Îdil-Ural bölgesinde kendine taraftar
bulmuştu. Bu Yenileşme hareketi Rusya Türkleri arasmda birlik
(Dilde, fikirde, işde birlik) yaratmak istiyordu. Ve ilk iş olarak da,
dinî okullarda reformlar yapılıp, «Usûl-ii cedîd» okulları meydana
getirilmeye başlandı. Bu okullarda çocuklara dinî bilgilerle birlikte
dünyevî bilgiler de veriliyor halkın aydınlatılmasına çalışılıyordu.
«Cedîdçilik» hareketi İdil-Ural Türklerine îslâmiyeti siyâsî bir güç
olarak kullanma imkânı da veriyordu.
17 Kasım 1905 karamâmesi Rusya İmparatorluğunun vatandaş­
larına diğer hürriyetlerle birlikte din hürriyeti de verdi. Bugüne ka­
dar müslüman oldukları için gerek Rus hükümeti, gerek kilisesi ta­
rafından çeşitü baskılara tabi tutulan Türkler böylece dilediklerin­
ce dinî faaliyette bulunma imkânına kavuştular. Din hürriyeti ayrı­
ca vaftiz olmuş Türklerin kütle hâlinde Rus ortodoks kilisesinden
kopmasına da sebep oldu.
Kazan piskoposluğuna bağlı 23.860 kişi hıristiyanlıktan vaz ge­
çerek îslâmiyeti kabul etti, îdil boyundaki başka piskoposluklardan
aynlanlarla birlikte bunların sayısı 36.299’a ulaştı16. Aynı .zamanda
ilk siyâsî faaliyetler de başladı. Rusya’nın değişik bölgelerinden ge­
len Türk aydınları 8 Nisan 1905’te ilk defa olarak Nijni-Novgorod’ta
toplanarak kendi mes’elelerini müzakere ettiler17. Resmî rakkamlara göre, «Orenburg Mahkeme-i Şer’iyyesi» 1907 yılında 5 milyon
müslümanm yaşadığı 6 bin müslüman mahallesinin işlerini yürütü­
yordu18.
Resmî rakkamlara göre, 1913 yılında Kazan eyâletinde 680 ki­
lise ve manastıra mukabil, 1.890 câmi mevcuttu19. 1912 yılında mek­
tep ve medreselerin sayısı 1.100’e yükselmiş olup buralarda takriben
16 J. Glazik, a.g.e., s. 147 v.d.
17 N. D evlet, a.g.e., s. 89.
18 A . İbrahim of, a.g.e., s. 27.
19 Ş. H afizov, «O brazovan ie T atarsk oy A S S R (T a ta r
Sosyalist Cum huriyetini ö ğ ren m e)», K azan 1960, s. 6.
M uhtar
Sovyet
ÎD ÎL -U R A L ’D A Î S lA M Î Y E T Î N D U R U M U
113
85 bin talebe dinî eğitim görüyordu20. 1917 yılında Kazan şehrinin
nüfûsu 206 bin olup, bunun ancak % 22’sini Tatarlar teşkil ediyor­
du. Buna rağmen bu şehirde, bugün bütün Tatar Muhtar Cumhuri­
yetinde mevcud olan sayıda, yânı 13 cami vardı21. 1917’de Tataristan’da 2.223 câmi ve 3.683 resmî imam bulunuyordu22. Böylece Ekim
ihtilâlinden önce Îdil-Ural Türkleri devletin desteği olmaksızın ken­
di dinî kuruluşlarını diledikleri şekilde geliştirmek imkânı bulmuş­
lardı.
Bolşevik ihtilâlinin ilk yıllarında komünistler İslâm’ı ancak bir
din olarak değil, aynı zamanda milyonlarca Rusya müslümanmı tem­
sil eden bir siyâsî hareket olarak da kabul etmek zorunda kalmış­
lardı. Bu gerçek Moskova'nın müslüman işçilerine hitâben ilân et­
tiği 17 Aralık 1917 tarihli meşhur bildirisinde de kendini göster­
mektedir. O devirde Sovyet hükümeti müslüman işçilerine din hür­
riyeti vaad etmiş, ve onların örf ve âdetlerini kısıtlanmaksızm dile­
diklerince devam ettirebileceklerini kaydetmişti23. Fakat Sovyet hü­
kümeti güçlenince verdiği bütün sözlerden döndü: dinî kuruluşlar
kapatıldı, din eğitimi yasaklandı, din adamları takip edildi ve faali­
yette bulunan kilise ve câmiler çok ağır vergiler ödemeye mecbur
edildiler. Sovyet yöneticileri bu İdarî tedbirlerle yetinmeyip din
aleyhtarı propogandayı organize etme işine giriştiler. Bu faaliyette
bilhassa «Militan Allahsızlar Birliği» (Soyuz voynstvuyuşçih bezbojnikov: SVB) büyük rol oynadı. 1925’ten sonra bu Birlik Tatar­
ca olarak «Dinsizler» adlı gazete ile «Allahsızlar» ve «Fen hem din»
adlı aylık dergiler neşr etti. 1930’un başlarında Allahsızlar teşkilâtı
İslâmiyet aleyhtarı 16 filim çevirdi. Bilhassa gençler arasında din
aleyhtarı propogandayı yaymak ve millî geleneklerle savaşmak için
propogandacılar yetiştirmek üzere özel kurslar açıldı. 1926’da Tatar
ASSR’nde «Militan Allahsızlar Birliğinin» takriben 2 bin kadar üye­
si mevcutken, 1930’da bunların sayısı 25 bine yükseldi.
20 Ş. H afizov, a.g.e., s. 7; Selem A lişev, «M e’rifet u ça k ları (İlim o c a k ­
la r ı)» K asan Utları, 1984, nr. 4, s. 175.
21 R .K . V aleyev-Î.M . İon enko-Î.R . T agirov, «K azan v 1917 g odu (1917
yılında K a za n )», Stranitsi îs to r ii gorod a K azan i (K azan şehrinin tarih sah ifeleri), K azan 1980, s. 66 v.d.
22 A za d e-A y şe Rorlich, «İslam under Com m unist rule : V olga -U ra l
M uslim s», C entral A sian S u rvey, Tem m uz 1982, 1/1, s. 32.
23 G eorg von Stackelberg, «T h e ten acity
o f Islam in Soviet Central
A sia», The Islam ic R ev iew , A ra lık 1966, s. 27.
N Â D İR D E V L E T
114
İ930 yılında aynı birliğin Başkurt ASSR’indeki üye sayısı 12
bin iken, 1938’de 40 bine yükselmişti24. «Militan Allahsızlar Birliği»
nin Tatar ASSR’indeki ilk kongresi 1927’de Kazan’da düzenlendi.
1930’da düzénlenen ikinci kongrede İslâmiyete karşı alınacak tedbir­
ler görüşülmüştü. Moİla ve imamların takip edildiği ve camilerin
kapatıldığı 1928-1930 yıllarında militan Allahsızların yerli mümes­
silleri din adamlarının ve millî kahramanların mezarlarını tahrip et­
tiler25. İslâma, dinî kuruluşlara ve din adamlarına karşı devlet des­
teği ile yürütülen bu hareket ve faaliyetler gayet başarılı oldular.
İdil-Ural’daki 2.200 câmi ile 3.700 rësmî imamdan 1931 yılında an­
cak 980 câmi ve 625 imam26, 1941 yılında ise 200 câmi ile ancak 250
resmî imâm kalmıştı27.
İkinci Dünya Harbi esnasında ise sovyet hükümeti sovyet halk­
larının moralini yükseltmek endişesi ile. dinleri ve bu arada .İslâmî
takip işini zayıflattı. İslâm dini de bu yeni politik durumdan fay­
dalanabildi28. 1932-1938 yıllarında temizliklerin kurbanı olmadan sağ
kalabilmiş olan, Ufa müftüsü Abdurrahman Resul (ey) ,1942’de
Stalin’e sovyet hükümeti ile İslâmiyet arasındaki münâsebetleri nor­
malleştirme teklifinde bulundu. Stalin Resul (ev )’in teklifini kabul
etti ve neticede yapılan anlaşmaya göre din aleyhtarı propoganda
çok azaltıldı ve İslâm .34 yıldan sonra 1942’de tekrar «kanûnî» statü­
ye sahip oldu. Ufa’da tekrar bir dinî idare kuruldu29. Fakat sovyet
hükümeti bu sözde toleransa, hoş görüye karşı İslâmiyetten, daha
doğrusu resmî imamlardan pek çok taviz talep etti. Resmî molla­
lardan sovyet politikasını desteklemeleri iştendi. 1942 yılının Hazi­
ranında Kazan’da toplanan . müslüman kurultayı yabancı ülkelerin
müşlümanlarını Sovyetler Birliğini desteklemeye davet etti30.
24 A y a z H akim oğlu, « F o r ty Y ears o f A n ti-R elig iou s P rop oga n d a», The
E a s t T urkie Reivevo, M ünih 1960, nr. 4, s. 67 v.d.
25
a.g.m.., s. 68.
26
A .A . R ohrlich, a.g.m . s. 32.
27
J. Glazik, a.g.e., s. 170.
28
G. Stackelberg, a.g.m ., s. 28.
29 A lexandre B ennigsen-M arie B roxup, «T h e Islam ic T h reat to
State», B ristol 1983, s. 71.
Soviet
30 B ertold Spuler, «D ie M uslim e Innerasiens in der G egen w art», Glaube
in d er Z. W elt, 1984, nr. 1, s. 26.
ÎD ÎL -U R A L 'D A İS L Â M İY E T 'İN D U R U M U
115
1947 yılında «Militan Allahsızlar Birliği»nin adı değiştirildi ve
yeniden teşkilâtlandırıldı. Bugün bu teşkilât «Bütün sovyet politik
ve İlmi bilgiyi yayma cemiyeti» diye adlandırılmaktadır. Sovyetler
Birliğinde Islâm’a karşı, idari ve psikolojik hücûmlar Hruşçov dev­
rinde' «Lenin’e dönelim» şiarı ile devam ettirildi. Bütün Sovyetler
Birliğinde ibâdete açık câmilerin sayısı takriben 400’e ve «kayıtlı»
din adamlarının sayısı 2 bin raddesine indirildi31. 1954 ile 1964 yıl­
larında ibâdete açık tutulmuş câmilerin bir haylisi kapatıldı. 1978’de
ilân edilen resmî rakkamlara göre, o tarihte Tatanstan’da ancak 13
câmi mevcuttu32. En son elde edilen bilgilere göre, 1982 yılında Tataristan’daki câmilerin sayısı 17’ye yükselmiş olup, bunların dördü
son yıllarda inşa edilmiştir33. Ufa’daki Islâm dinî idaresinin kayda
değecek mühim bir selâhiyeti yoktur. Ufa’da insi, ancak bir takvim
çıkarılmakta olup, bu da Arap harfleri ile neşr edildiği için ancak
60 yaşından yukarı olanlar okuyup faydalanabilecektedir. SSCB’nin
Avrupa kısmı ve Sibirya için sorumlu olan Uf a dinî idaresinin baş­
ka çeşit yayınlarda' bulunması ve din adamları yetiştirmesi men’edilmiştir, Sovyetler Birliğinde çocuklar din eğitimi görmezler. Ve Is­
lâm ulemasına câmilerin dışında herhangi bir şekilde faaliyet gös­
termek yasaklanmıştır34.
Sovyetler Birliğinde din adamları yetiştirmek ve neşriyatta bu­
lunma imtiyazı, dört Islâm dinî idaresinden biri plan, «Orta Asya ve
Kazakistan müslümanlarmın dinî idaresine» verilmiştir. Bir zaman­
lar Tatarlar çarlık Rusya'sının yayılma maksatları için nasıl kullan­
mışlarsa, şimdi de Özbekler Sovyet yöneticilerince aynı maksatlar
için kullanılmaktadırlar. Taşkent, bu maksadın merkezine dönmüş­
tür. Moskova ile Leningrad’taki câmiler ise buralara gelen yabancı
müslüman delegelerin gözlerini boyamak için açık tutulmaktadırlar.
Böylece sovyet yöneticileri yabancı ziyaretçilere Islâmiyete karşı
hoşgörü ile davrandığını göstermeye çabşmaktadırlar ve bazı hal­
lerde bunda da başarılı olmaktadırlar. 1965 yılından beri müslüman
31 A . H akim oğlu, a.g.m ., s. 69.
32 A . Bennigsen-M . B roxu p, a.g.m ., s. 48.
33 L eo W ieland, «D er sch iefe T urm von K asan», F ra n k fu rter A llgem ein e
Z eitung, 27.3.1982; Bernhard K ueppers, «U n ter den M inaretts un d K irchentürmen von K asan in Sow jet-T atarien », D eu tsch e P r es se A g en tu r, 12.3.1982.
34 B. Spuler, a.g.m ., s. 28.
116
N Â D İR D E V L E T
I
dinî idareleri Moskova tarafından daha sıkı kontrol edilmekte ve
yönlendirilmektedir. SSCB Bakanlar Şurasının 8 Aralık 1965 karar­
namesi ile «Dinî İşler Şûrâsı» kurulmuştur. Resmî olarak bu şûra­
nın görevi sovyet devletinin müslüman devletleri ile münâsebetlerini
koordine etmektir. Ayrıca bu şûrâ ve onun değişik sovyet cumhu­
riyetlerindeki ve idârî bölgelerindeki (kray, rayon) temsilcileri idârî
Sovyetlerle (şûralar) işbirliği yapmaktadırlar35. Başka bir şekilde
ifâde etmek gerekirse, «Dinî İşler Şûrâsı»nm görevi çeşitli müslü­
man cemaatlerini kontrol etmek ve neticeyi Moskova’ya bildirmek­
tir.
Genel olarak Sovyetler Birliğinde, bilhassa İdil-Ural bölgesinde
70 yıla yakın devam eden İslâm aleyhtarı ateist propoganda ve dev­
letin aldığı tedbirler Islâmiyeti muhafaza ve yaymaya nerdeyse hiç
imkân bırakmamış olup, müminlerin, daha doğrusu Islâmın şartları­
nı yerine getirmeye çalışan müslümanlarm sayısını azaltmıştır. Fakat
bu Tatanstan ile Başkurdıstan’da Islâmiyetin tamamen yok olduğu
mânâsma gelmemektedir. Devletin her türlü maddî ve kanunî imkân­
ları ile desteklenen ateizm propogandası 60 yıldan fazla devam et­
miş olan faaliyetleri ile sovyet yöneticilerinin ümid ettiği gibi Rus
olmayan halkların dinî inancım ve böylece millî benliğinin bir kıs­
mını yok edemedi. Îdil-Ural Türkleri 365 yıllık çarlık hâkimiyeti
devrinde millî benliklerini îslâmm yardımı ile koruyabilmişlerdi.
Sovyet yöneticileri bu gerçeği gayet iyi anlamış olup 69 yıldan beri
millî benliğin mühim bir kısmını teşkil eden dinî inancı yok etmeye
uğraşmaktadırlar.
Bugüne kadar alınan tedbirler arzu edilen neticeyi vermeyince
sovyet yöneticileri son yıllarda ateist, bilhassa îslâm aleyhtarı propogândayı daha İlmî şekilde yürütmeye karar verdiler. Böylece yal­
nız Kazan’da, 1960 ile 1981 yıllarında 25’ten fazla îslâm aleyhtarı
eser neşr edildi36. Bu eserlerin yazarlarına, herhangi bir tenkide uğ­
ramadan, îslâmiyeti ve müslümanlan tahkir etme ve onların inanç­
larını sarsma imkânı verilmiş oldu. Bir Tatar ateisti olan A rif Gobey «Kur’ân’m sırları» adlı eserinin üçüncü baskısında şunları yaz­
maktadır: «Kur’ân’da 225 tenakuz bulunmaktadır. Dünyayı yoktan
35 «İslam dini turm da bilişm e-süzlik
sö z lü k )», K azan 1978, s. 151.
36 «İslam din i...», s. 202-206.
(îs lâ m
dini hakkında m üracaat-
İD ÎL -U R A L 'D A ÎS B Â M İY E T İN D U R U M U
117
var eden Allahın kitabında 225 tenakuz! Ve şimdi şu imansız Lenin’e
bakın. O tek bir sineği bile var etmekten acizdi. (Buna rağmen) onun
55 ciltten ibâret olan eserlerinde tek bir tenakuz yok. Bunu batta bu­
günkü din adamları da inkâr edememektedirler»37. Arif Gobey de­
vamla... «Halkımızın bir atasözü var: ‘Kimin arabasına binersen,
onun şarkısını söylersin’ ... Bu atasözü bugünkü molla ve müezzin­
lere çok uymaktadır. 1926’da Ufa’da düzenlenen Bütün Sovyet Müs­
lümanları Kongresinin kararlarında şu sözler vardı : Ekim ihtilâli
Kur’ân’da belirtilen şartlara ve Muhammed’in vasiyetlerine göre
gerçekleşti. (Dolayısıyla) sovyetlere karşı çıkanlar, aynı zamanda
Kur’ ân’la Allah’a da karşı çıkmış olurlar» diye yazmaktadır38. Sovyetler Birliği gibi totaliter, fikrî münâkaşa zemininin olmadığı, bir
rejimde, aksini ne yazıb ne de şifahî iddia edilemeyeceğini bilen Arif
Gobey gibilerin bu kabîl deliller ileri sürmeleri çok kolaydır. Sovyet
müslümanlan bu nevî delilleri çürütmek veya bu hususta kendi gö­
rüşlerini bildirmekten mahrum edilmişlerdir. îleri sürülen 1926 Ufa
kararları, muhakkak bir baskı altında alınmıştı.
15 yıl kadar önce iki Başkurt yazarı mollan yalancılıkla suç­
lamaya çalışmışlardı. İmamlar cuma hutbelerinde Sovyetler Birliği­
nin politikasma uygun olarak, banş politikası hakkında konuşma­
ları ve müminleri komünizmi muhafazaya dâvet etmeleri, kendile­
rini korumak ve müminler arasmda İslâmî inancı güçlendirmek ga­
yesiyle yazıldığı töhmetiyle suçlanmışlardı. Başkurt yazan, devam­
la, İslâmiyet de hakikî banşın olamayacağını iddia etmişti39. Diğer
bir Başkurt yazarı ise Başkurtların İslâmî kalben değil ancak dıştan
kabul ettiklerini iddia etmekte ve «Başkurtlar İslâm'ın milletler ara­
smda düşmanlığı körükleyen, reaksiyoner ideolojisini çok önceden
anlamış ve böylece kendilerinin ve Rusların istikballerinin birbirin­
den ayrılmaz olacağını idrakine varmışlardı» diye yazmaktadır40. Bu
nev’î iddialar kendi dinlerini öğrenme ve inceleme imkânından mah37
s. 364.
38
39
nr. 10.,
40
ateizm
119.
G. Gobey, «K oren sirleri
(K u r’ân esra rla rı)», K azan 1973, 3. bsk.,
a.g.e., s. 382.
D. Şigayev, «İslam n ın ğ isin y özü » (İslâm ın g e rç e k y ü zü ), A gid ıl, 1969,
s. 105-107.
P am ir A zam atov, «B a şk ort folkloru nla stihiyeli m aterializm hem
(B aşku rt folkloru n da m addecilik ve a teizm )», A gid ll, 1969, nr. 11, s. 117-
N Â D İR D E V L E T
118
mm edilen miislümanlann inançlarını sarsmaya hizmet etmektedir­
ler. Propogandaeılar bununla da yetinmeyip ihtilâl öncesi haklı bir
şöhrete kavuşmuş olan milletin sevdiği ve saydığı şâir ve yazarların
da, ateist olduklarını ileri sürmekte, bunu başaramadıkları takdirde
de, onları İslâm’a karşı olan şahıslar diye göstermeye çalışmakta­
dırlar. Msl. meşhur millî şâir Abdullah Tukay (1886-1913) eserle­
rinde ateist eğilimler göstermiş diye gerçekle ilgisi olmayan iddia­
lar öne sürülmektedir41. Bunun dışında Îdil-Ural Türklerinin meşhur
dilci ve âlimi Kayyum Nasırî (1824-1902), dilci Abdurrahman İlyasî
(1856-1895), din âlimi Abdünnasır Kursavî (1771/72-1812), yazar
Fatih Fmirha.n (1886-1926) ve şair Meeid Gafûrî (1880-1934) dine
karşı mücâdele etmiş olan şahıslar olarak gösterilmekte ve onların
halkta ateist şuuru yaymakta çok hizmetler ettikleri iddia edilmek­
tedir42. Tabiî bu iddialar gerçekten çok uzaktır. Îdil-Ural Türkleri­
nin bu nev’î isnâd ve hakaretlere karşı çıkma imkânı, yoktur.
Halkta millî gelenek haline gelmiş olan sünnet yaptırmak g ib i.
dinî vecîbeler, gayr-ı sıhhî eski âdetler diye ilân edilmektedir'3. Oruç
farizası da, aynı şekilde şüpheli âdet cümlesinden sayılmıştır. 1961
yılında müftü Şakircan Hayalettin «işçilerin ve köylülerin oruç tut­
ması vâcip değildir» şeklinde bir fetvâ çıkarmak zorunda bırakıl­
mıştı. Fakat onun bu fetvası imamlar' tarafından desteklenmedi44.
Sovyet kanunlarına göre, müslümanlar ibâdet için câmiler açma hu­
kukuna sahipti. Fakat câmi inşası, bir hayli bürokratik korluklara
bağlıdır. Bir cemâat yeni bir câmi açmak istediği takdirde başta
mahallî idare ile anlaşma yapmak zorundadır. Yapılan anlaşma o
cemâate bir ibâdet evi satın-alma müsaadesi vermekte, fakat bu bina
o müslüman cemâatinin malı değil gene de devletin mah olmakta­
dır. Bir dinî topluluğun cemâat sayılması ise Moskova’dan (Dinî İş­
ler Şûrâsından) verilen özel izinle mümkündür45. Başka bir şekilde
ifâde edersek müslümanlara elden gelen her türlü zorluk çıkarıl­
maktadır. Sözde ilmî-ateistik diye adlandırılan resmî propoganda
devletin bütün imkânlarından faydalanmaktadır; bu propogandaya
41
42
43
44
45
«İslam din i....», s. 10.
a.g.e., s. 10.
a.g.e., s. 159.
G. Gobey, a.g.e s. 373.
«İslam d in i...», s. 48 v.d.
ÎD ÎL -U R A L ’D A İS L Â M ÎY E T İN D U R U M U
119
SBKP’nin dışında, komünist partisinin gençlik teşkilâtı Komsomol,
işçi sendikaları, devlet televizyonu, radyosu, basını, kütüphaneler ve
başka kuruluşlar aktif olarak katılmaktadırlar46. Kısacası Sovyetler
Birliğinde müminler devletin büyük ölçüde baskısı altındadırlar.
'
1917’de 206 bin kişiden ibaret olan Kazan’dâ müslümanların nü­
fusu ancak % 22'yi teşkil etmesine rağmen 13 cami ibâdete açıktı.
Bugün Kazan milyonluk bir şehir olup, nüfusunun yansım Tatarlar
teşkil etmektedir. Bu kadar büyük sayıdaki Tatarlar için,’ mutlaka
bunların büyük bir kısmını İslâmiyete inanlar teşkil etmektedir, an­
cak bir. tek, Mercânî câmii bulunmaktadır. İmâm Zeki Safiull(in)’in
belirttiğine göre, 200 yıllık bu eâmie cuma namazına ikibinden faz­
la kişi gelmekte; her gün beş vakit namazı ise, takriben 500 kişi kıl­
maktadır4^
Kazan bölgesinden ancak altı gence Buhârâ’da din tahsili yap­
ma müsaadesi verilmekte olup, İdil-Ural’dan her yıl hacca iki kişi
gidebilmektedir48.
SSCB’nin Avrupa bölümü ve Sibirya müslüman dinî idaresi 1981
yılında yeni bir müftü seçmiştir.' Genç müftü «Mir Arab» medrese­
sine devam ettikten sonra Kahire’de «el-Ezher» üniversitesinden me­
zun olmuştur. Aktif bir din adamı olan Müftü Tal’at Taceddin’iü
vazifeleri arasında Ufa’ya uğrayan yabancı müslümanları ağırlamak
ve Sovyetler Birliğinin yurt dışmda menfaatlerini kollamak gibi po­
litik görevler de bulunmaktadır. Bu sıfatla o 1981 yılında Kopenha­
gen ile Tokyo’da da bulunmuştur. Kısa bir müddet önce Taşkent’te
«el-Buharî» adlı İslâm Enstitüsünü bitiren iki Tatar, Adilşah
Yamk(in) ile Mahmud V alit(ov)’dan ilki Astralian’a İkincisi Novosibirsk’e imâm-hatip olarak tâyin edilmişlerdir' Yurd dışında dinî
eğitim gören tek bir Tatar ise Nurmuhammed Nimetull (in) olup,
Şam’da Şeriat Tedkîkleri Fakültesinde tahsil yapmaktadır. Ufa’daki
müslüman dinî idaresi, Sovyetler Birliğindeki diğer üç dinî idare gibi
sovyet dış politikasını destekleyici bildiriler ilân etmektedir. Msl.
1981’de İsrail Bağdad’taki nükleer santraline yaptığı hava hücumu
dolayısıyla kınanmıştır19. Moskova câminin imâm-hatibi Hacı Ah46
47
48
49
a.g.e., s. 169 v.d.
L. W ieland, a.g.m .
a.g.m .
N ail Saiıipzyanov, «M uslim s o f the N orth -E astern A reas o f the U SSR
120
N Â D İR D E V L E T
metcan Mustaf(in) de liderlerin politikasını takip etmektedir. Mos­
kova’da başta Arap olmak üzere bir hayli İslâm ülkesinin temsilci­
likleri bulunmaktadır. Ramazan veya Kurban bayramı gibi İslâm
dinî için mühim günlerde bayram namazları için Moskova câmiine
toplanan müslümanlar, bilhassa Arap ülkelerinin temsilcileri, Sovyetler Birliğindeki müslümanlann resmî bir temsilcisinin ağzmdan
İsrail’in kınandığım duymaktadırlar. Son yıllarda Moskova câmiinin
imâmı Mustaf(in) bayram namazlarında İsrail’i defalarca kına­
mıştır50.
Nâdir olmakla birlikte elde edilebilen sovyet sosyolojik incele­
melerinin ve istatistiklerinin neticelerine dikkat edildiğinde, Sovyetler Birliğinde yürütülen ateist siyâsetin yöneticiler için müsbet, müs­
lümanlar için menfî sonuçlar hasıl ettiği görülmektedir. Sovyet usû­
lündeki yaşayış tarzı ve ateist propoganda insanları yabancılarla ev­
lenmeye teşvik etmektedir. Yabancı bir millet mensubu ile evlenme
hâdisesi İdil-Ural Türklerinde her geçen yılda artış göstermektedir.
1970 yılında. Ufa şehri halkının % 33,6’sı başka bir millete mensub
biriyle evlenmişti. Bu nisbet 1980’de % 35,7’e yükselmiştir. Ebeveyn­
lerden biri Başkurt olan evliliklerden umumî doğuma nisbetle % 20,7,
1975’te % 25,9 ve 1981’de ise % 29,5 çocuk dünyaya gelmiştir. Başkurdıstan’da yaşayan Tatarlarda ise bu yüzde 1970’te % 29,5, 1975’
te % 28,3 ve 1981’de ise % 32,9 olmuştur51. Sovyet yorumuna göre
bu nev’î evlilikler halkları birbirine bağlayan ve halklar arasında
dostluğu pekiştiren bir olaydır. Fakat Sovyetler Birliğinde değişik
milletlere mensup kimselerin evliliklerinden doğan çocukların ekse­
risi, ebeveyinlerin her ikisi de Rus olmayan halklara mensup olduk­
ları takdirde de, Rus olarak yetiştirilmektedirler. Neticede değişik
bir milletle yapılan evlilik «Ruslaşmaya» itmektedir. Yabancı bir
millet mensubu ile evlenme eğilimi inançsızlarda, dinî inancı olan­
lardan daha güçlüdür. Bu gerçeği aşağıdaki rakkamlar göstermekte­
dir. Gorkiy civarında bir Tatar köyünde yapılan incelemelere göre,
kendisini ateist diye tanıtan 243 kişinin % 17’si, karışık nikâhı kabul
and the F irst Y ea r o f the N ew Y ea r o f H ijri», M uslim s o f the S oviet E ast,
1982, nr. 2, s. 9-13.
50 «M oslem s celebrating K urban B ayram », T A S S (S ov y etler B irliği H a­
ber A ja n sı), 27.9.1982; «In M oscow ’s M osque», T A S S , 12.7.1983.
51 «İslam v SS SR (S S C B ’ de İslâ m iy et)», M osk ova 1983, s. 34.
İD İL -U R A L ’D A İS L Â M İY E T 'İN D U R U M U
121
edeceklerini bildirirken, kendilerinin müslüman olduğunu belirten
267 kişinin % 48’i bu nev’î yabancılarla evliliğe karşı çıkmışlardı52.
Resmî rakamlara göre Tatarıstan’da kendilerini hakikî müslüman
olarak kabul edenlerin sayısı çok yüksek değildi. Penza bölgesi
(Oblast) Ateist Enstitüsünün yaptığı bir sosyolojik incelemeye göre,
bu bölgedeki Rusların % 28,4’i, Tatarların ise % 31,5’u dine inanı­
yorlar; Gorkov bölgesinde ise Tatar kadınlarının % 61’i, erkeklerin
% 40’ı müslümanlığa bağlıdır53. Islâmiyete inanç şehir halkma naza­
ran köylerde ve yaşlılarda daha güçlüdür.
Başkurdıstan ASSR’inde fikirleri alman emeklilerin % 73,9’u
İslâmî örf ve âdetlerini muhafaza ettiklerini belirtmişler54. 1965 yı­
lında, Tatar köylerinde ebeveyinlerin % 40-50’si yeni doğmuş olan
çocuklarına İslâmî adetlere göre isim vermekte ve oğullarını sünnet
ettirmekte, % 55-60’ı imâm nikâhı kıydırmakta ve % 90’ı ölülerini
cenâze namazı kıldırarak gömmekte idüer55. Son etno-sosyolojik
araştırmalara göre, Tatar köylerindeki Tatarların % 50’s i 1sünnetli
iken, Rusların ancak % 35,8’i kilisede vaftiz edilmişti56. Genel olarak
dindar bir âilede yetişen çocuklar da dindar olmaktadırlar. Ayrıca
öğretmenler arasında bir hayli dine inanan bulunmakta, ve bunlar
da yöneticilerin talep ettiği şekilde öğrenciler arasında İslâm aleyh­
tarı propoganda yürütmemektedirler57.
İdil-Ural bölgesindeki müslümanlan üç kategoriye ayırmak
mümkündür: İlkini İslâm'ın kaidelerini tam mânâsı ile yerine getir­
meye çalışan katı dindarlar teşkil etmekte olup, bunların sayısı az­
dır. İkinci kategoriyi ise zamanında dinî eğitim alabilmiş ve bu se­
bepten de dinî örf ve âdetlerini devâm ettiren, ekserisi yaşhlardan
oluşan gurup teşkil etmekte olup, bunların sayısı da fazla değildir.
Aralarında bir hayli aydının da bulunduğu üçüncü kategori en bü­
yük gurubu teşkil etmektedir. Bunlar katı dindar olmayıp, ekserisi
câmilere ancak bayram gibi mühim dinî günlerde giderler. Fakat
buna rağmen millî kültürün bir parçasım teşkil eden İslâm î örf ve
52
53
54
55
56
57
A .A . R ohrlich, a.g.m ., s. 36.
«İslam v SS SR », s. 66.
a.g.e., s. 39.
G. Gobey, a.g.e., s. 408.
A .A . R ohrlich, a.g.e., s. 33.
G. G obey, a.g.e., s. 408 v.d.
122
N Â D İR D E V L E T
âdetleri muhafaza etmeyi doğru bul maktadırlar58. 1979 yılında Sovyetler Birliğinde yapılan nüfus sayımına göre, ekserisi İdil-Ural'da
yaşayan 6.317.000 Tatar (bunların bir kısmı Kırım Tatarıdır) ve
1.371.000 Başkurt, cem’an 7.688.000 İdil-Ural Türkü bulunmakta­
dır59. Yukarıda adı geçen Tatarların bir milyonu bu bölgenin dışında
değişik sovyet cumhuriyetlerindedir. Son 5 yılda bu İdil-Ural Türk­
lerinin sayısı takriben 8 milyona yükselmiş olması icap eder. Tatarıstan ASSR’inde yerleşmiş olan Tatarların genel nüfûsun takriben
(% 25’i) % 60’ı köylerde yaşamaktadırlar; Başkurdıstan ASSR’inde
yerleşmiş olan Başkurtların (takriben % 70) % 80’ini köy halkı teş­
kil etmektedir60. Buna göre, Tatar-Başkurtlarm yarısından. çoğu,
millî ve dinî örf ve âdetlerin daha iyi muhafaza edildiği köylerde
yaşamaktadırlar. Dolayısıyla da bunlar arasında dine inananların sa­
yısı daha yüksek olmaktadır. Bütün bunları göz önünde bulundura­
rak temkinli bir tahmin yürüttüğümüzde Îdil-Ural Türklerinin %
50’sinin dinî inançlanna bağlı olduklannı rahatlıkla belirtebiliriz.
Netice, itibâriyle Îdil-Ural Türklerinde îslâmiyetin bugünkü du­
rumu hakkında kısaca şunlar söylenebilir: İslâm dinî dün olduğu
kadar bugün de millî benliğin bir parçasını teşkil etmektedir. Bu­
gün dinî olmayan millî benlik daha güçlü hale gelmiştir, fakat bu
benliğin teşekkülünde İslâm’ın oynamış olduğu rol inkâr edilemez.
İdil-Ural Türkleri çarlık devrinde 200 yıldan fazla süren kilisenin
çalişmâları ve Rus devletinin baskılarına, rağmen inançlarını koru­
yabilmişlerdi. Daha sonra Rus devleti tarafından tanınan din serbestisi onlara dinî kuruluşlarını büyük ölçüde genişletme imkânı
vermişti. Takriben 70 yıldır süre gelmekte olan sovyet hâkimiyeti
ise, İdil-Ural Türklerine dinlerini muhâfaza etmeyi çok zorlaştır­
mıştır. Sovyet yöneticileri dine inananların sayısını azaltmayı başar­
mış, fakat millî benliğin mühim bir parçası olan İslâm’ın te’sirini
ortadan kaldıramamıştır. Şayet Tatar-Başkurtlar 1905 yılında oldu­
ğu-gibi devletin baskısı olmadan inançları doğrultusunda hareket
etme imkânı bulabilirlerse, bu bölgedeki müslümanlann sayısı şüp­
hesiz artacaktır.
58 «İslam v SS S R », s. 68.
59 «N arodn oye H ozy ay stv o SS SR 1922-1982 (SS C B M illî E k on om isi 19221982)», M osk ova 1982, s. 33.
j
60 R olan d W ixm an, «D em ograp h ic Trends A m o n g Soviet M oslem s (19597 9 )», S oviet G eogra phy, O ca k 1984, X X V /1 , s. 56.
S İ M C Ü E Î L E R
y
—
Ebu’l-Kasım b. Ebu’l-Hasan Sîmcûrî —
^
Erdoğam, Merçil
Sîmcûrî âilesinin başına geçen beşinci ve tarihlerde zikri geçen
son emîridir. Sîmcûrîler’in üçüncü emîri olan babası Ebu’l-Hasan
Zilhicce 378/Mart-Nisan 989’da öldüğü zaman, Ebu’l-Kasım Sîmcûrî
ağabeyi Ebû Ali’ye itaatle, âilenin başına geçmesine itiraz etme­
mişti. Ebu’l-Kasım daha sonra ağabeyi Ebû Ali’nin bağımsızlık mü­
cadelesinde başlangıçta onunla beraber oldu,'ancak bu beraberlik
Tus savaşı (22 Temmuz 995) öncesine kadar sürdü1. Bu savaştan
önce iki kardeş arasında bir geçimsizlik ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Ebû Ali, kardeşinin cefâsı ve yardım husûsundaki kayıtsızlığından
gönlü kırılmış ve bunu vazifeden kaçma ve beraberükten ayrılma
işareti kabûl etmişti. Bu sebeble o Ebu’l-Kasım’ın idaresinde bulu­
nan Herât vilâyetini ondan alarak kendi, gulâmı Hâcib İlmengü’ye
vermişti2.
— Ebu’ l-Kasım’m Sebüktegin ve Sâmânîler’e ita a ti—
Böylece Ebu’l-Kasım bımdan sonra bir köşeye çekilmiş3 ve ağa­
beyi Ebû Ali’nin esir olmasına kadar (Haziran-Temmuz'996), aşağı1 Bu ola yla r için bk. E. M erçil, «S îm cû rü er XV», B elleten ' s a y ı : 195,
s. 560-62.
...
' - .
2 B k. E bû Ş eref N asılı b. Z a fer Curfâdakanî, T ercü m e-i T arih-i Y em ini
(nşr. Ca’fe r Şi’â r ), Tahran hş. 1345, s. 119-20 (N a k len : R aşîd al-DIn Fazlallâh,
Camp al-Tavàrïh, nşr. A . A teş, n , cild 4. cüz, A n k a ra 1957, s. 66) ; M oham m ed
N erchakhy, T opograph iqu e e t H istoriqu e D e B ou kh a rd \Tarih-i B u h ara), nşr.
C. Schefer, P aris 1892, s. 197-8.
3 Curfâdakanî ( T arih-i Y em ini, s. 1 4 1 )’de «E bû A li’nin ölüm ünden son ra»
ola ra k geçm ektedir. A n c a k GamV al-Tavarih, s. 79’ da «B a ’ d ez m ü fârek at-ı
E bû A li» şeklindeki b ilg i daha doğru olm alıdır.
124
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
yukarı bir yıl, sakin bir bayat sürmüş olmalıdır. Daha sonra Sebüktegin, Hâster (Hâkister) şehrine ulaştığı zaman, Ebu’l-Kasım onun
huzûruna giderek itaat etti ve yükselme yolunu aradı. Sebüktegin
onu tam bir kuvvet ve kudret ile kabul ederek ikramda bulundu,
ayrıca onun için Sâmânî Meliki Nûh b. Mansûr’a bir mektub yaza­
rak Sîmcûrîler’in eski iktâ’ı olan Kuhistân vilâyetinin verilmesini
istedi. Sâmânî Meliki, Sebüktegin’in bu iltimâsmı kabûl ederek Ku­
histân vilâyetinin menşûrunu değerli hil’atler ile beraber Ebu’l-Kasım’a gönderdi ve onun hizmetini kabûl etti. Böylece Ebu’l-Kasım
Sîmcûrî kendi vilâyetinin başma gitti ve gönlü rahat olarak sâkin
bir hayat sürmeğe başladı4.
—
Ebu’lrKammhn Nişabur’u işgali —
Sâmânî kumandanlarından Fâik, daha önceki yazımızda belirt­
tiğimiz üzere Karahanlılar’m yanma kaçmıştı. O burada îlig Hân
Nasr b. Ali’yi Bühara’yı zabt etmesi için teşvik ediyordu. Nihayet
llig Hân Nasr harekete geçmeğe karar verdi (386/996). îşte Ebu’lKasım’m sâkin hayatı bu âna kadar sürdü. Sebüktegin, îlig Hân’m
hüeûma geçeceğini haber aldığı zaman, Ebül-Kasım’a bir emir
( m i s â l ) göndererek onu devletin düşmanına karşı yardıma ça­
ğırdı. Ebül-Kasım ağabeyi Ebû Ali’nin başına gelenleri düşünerek
özür diledi ve bu yardım davetini kabûl etmedi, Sebüktegin’in yar­
dım davetine uymayanlardan biri de, Vezîri ‘Abdullâh b. ‘Uzeyr’in
teşviki ile, Sâmânî Meliki Nûh olmuştu. Sebüktegin bu teklifinin
reddedilmesine çok kızdı, oğlu Mahmûd ve kardeşi Buğraeuk ile yirmibin kişilik bir orduyu Vezîr ‘Abdullâh b. ‘Uzeyr’i görevinden
uzaklaştırmak için Bühara’ya gönderdi.
Ebül-Kasım da yardım teklifini reddetmesi sebebiyle başına ge­
lecekleri biliyordu. Ayrıca Mahmûd ve Buğracuk’un da Buhara’ya
gitmeleriyle Horasan boş kalmıştı. Ebül-Kasım bu fırsattan yarar­
lanmağı düşünmüş olmalı ki, isyan ederek Mahmûd’un boş bıraktığı
Nişabur’u elegeçirdi. Bu sırada Ebû Nasr b. Mahmûd el-Hâcib de
ona iltihak etti. Her ikisi de ülkede karışıklık çıkarttılar, malları
yağmaladılar, âmilleri ( u m m â 1) müsadere ve şehirleri tahrib
ederek halka eziyet yolunu tuttular.
4 Curfâdakanî, 141 (naklen : Cami’ al-Tavarih, 7 9 ); T arih-i Buhara (nşr.
S ch efer), 197-8.
SİM C Ü R ÎLE R
125
Öte taraftan Sebüktegin Sâmânîler’e istediğini yaptırnnş, Vezir
‘Abdullâh b. ‘Uzeyr azledilerek Ebû Ali Sîmcûrî ile birlikte ona tes­
lim edilmişti5. Ayrıca Sebüktegin Sâmânîler’in Karahanlılar ile Katvan bozkırı arada hudûd olmak üzere bir anlaşma yapmalarını da
sağlamıştı. Bu anlaşmaya göre, Faik de Semerkand valisi oluyordu6.
Bu suretle bütün tehlikeleri bertaraf eden Sebüktegin, Ebu’l-Kasım
cephesinde artık serbest kalmıştı. Nitekim oğlu Mahmûd ile kardeşi
Buğracuk’a Nişabur’a gitmelerini emretti. Bununla da yetinmeyen
Sebüktegin kendisi de Belh’den harekete geçti. Ebu’l-Kasım Sîmcûrî,
Mahmûd ve Buğracuk’un kuvvetlerine karşı koyamayacağım anla­
yarak bir savaşa cesaret edememiş, Nişabur’u terk ve Cürcân hudûduna kaçmayı tercih etmişti7. Böylece Sebüktegin Horasan’m mut­
lak hâkimi oluyordu.
—
Ebu’l-Kasırrim Kabûs b. Veşmgîr ile ittifakı —
Büveyhîler’den Fahr ed-Devle kardeşi Adud ed-Devle ile bozuş­
muş ve Ziyârîler’den Kabûs b. Vuşmgîr’e sığınmak zorunda kalmış­
tı. Adud ed-Devle, Kabûs’un hâkim olduğu Cürcân ve Taberistân’ı
ele geçirdi. Bu durumda Kabûs ve Fahr ed-Devle Sâmânîler’e ilticâ
etmek zorunda kaldılar. Daha sonra Fahr ed-Devle Cürcân ve Taberistân’a hâkim oldu (372/983), ancak Vezîr Sâhib b. ‘Abbâd bu
bölgelerin Kabûs’a verilmemesi husûsunda onu iknâ etti. Böylece
Kabûs, Fahr ed-Devle uğruna kaybettiği yerleri bu kez ondan geri
almağa çalışıyordu8.
Ebü’l-Kasım Sîmcûrî’nin Gazneliler’in önünden Cürcân hudûduna kaçışı sırasmda ilk görüştüğü kimse belki de Kabûs b. Vuşmgîr
olmuştur. Onlar birbirlerine iyi davrandılar ve iltifât ettiler, muh­
5
6
Bk. M erçil, «S îm cû rîler IV », s. 566.
F azla b ilg i için bk., W . Barthold, T urkestan D ow n to th e M on gol In va­
sion, London 19683, s . 2 6 3-4 /T ü rkçe tercüm e : M oğ ol İstilâsına K ad ar T ürkis­
tan (H azırlayan : H.D. Y ıld ız ), İstanbul 1981, s. 332-3.; O. P ritsak, Karalıa.nlılar mad., İA ., s. 254-5.; K .V . Zettersteen, N ûh mad., İ A „ s. 348.
7 Curfâdakanî, 141-2 (naklen : Gam,V al-Tavarih, 79-80).; tbn el-E sîr,
el-K â m ü fi’ t-Tarth, B eyru t 1966, IX , 109. A y rıca bk. M. Nâzım, T he L ife and
T im es o f Sultan M ahmûd o f G-hazna, Cam bridge 1931, s. 32 ve 37.
8 F azla b ilg i için bk. Cl. H uart, K âbûs mad., İA .
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
126
temelen Cürcân’ı geri almak için anlaştılar. Ancak bu sırada Fahr
ed-Devle emrindeki birçok askerle kuvvetli bir durumda bulunuyor­
du9: Bu bakımdan onlar belki de bir fırsat beklemeğe karar verdi­
ler. Nihayet Ebu’l-Kasım da, ağabeyi Ebû Ali gibi, Fahr ed-Devle’nin yânında emniyyette olacağım düşünerek onun vilâyetine ilticâ etti. Fahr ed-Devle, Ebû’l-Kasım’ı Damğân, Kumis10 ve Cürcân
hudûduna çağırdı ve o çevrenin gelirlerini onun aylıkları, ikameti
ve ordusunun tanzimi için tahsis etti (ez mu’âmelât-ı ân nevâhî mevâcib ve ikâmet-i o ve leşkereş tertîb dâd)1:L.
Ebu’l-Kaşım bundan sonra Kûmis’de oturdu. Fahr ed-Devle’nin
Şaban 387/Ağustos 997’de ölmesi1-2, Ebu’l-Kasım’m hareketlenmesi­
ne sebeb oldu. Ebu’l-Kasım derhâl Kabûs’a bir adammı göndererek,
Fahr ed-Devle’nin ölümünü ve vilâyetin boş olduğunu haber verdi
ve Cürcân’ı ona teslim etmek için çağırdı. Buna mukabil Fahr edDevle’nin ölümünden sonra küçük yaştaki oğlu Mecd ed-Devle, an­
nesi Seyyide’nin niyâbeti altında, tahta çıktı. Melike Seyyide de
karşı tedbîr olarak Rey’den Fîrûzân b. el-Hasan idaresinde Kürd ve
Deylemliler’den oluşan bir grub askeri Cürcân’a gönderdi. Öte taraf­
tan Kabus ve Ebu’l-Kasım da Cüreân’a ulaştılar, ancak bu sırada
muhtemelen Sâmâni hükümeti de onların arasım açmak istemiş ol­
malıdır. Nitekim Buhara’dan Ebu’l-Kasün’a bir mektub yazarak
Kühistân’ı ona verdiklerini bildirdiler. Ebu’l-Kasım bu mektup üze­
rine Kabûs’a verdiği yardım sözünü tutmayarak ondan ayrıldı ve
İsferâin’e gitti. Bu durumda Kabûs da Cürcân’dan ayrılarak geri
dönmek zorunda kaldı ve tekrar Nişabur’a geldi13.
9 Curfâdakanî, 226-7 (n a k le n : Gami’ al-Tavarih, 1 3 2 ); Z ah îr ed-D în
M ar’âşî, Tarih-i T aberistân u R ü yân u M âzenderân (nşr. M uham m ed H useyn
el-T esbih î), Tahran 1966, s. 81.
10 B ir İran eyâleti olup, Ira k -ı A cem ile H orasan ve T aberistân arasm da
bulunm aktadır, bu eyâletin başşehri D âm ğân’ dır, bk. Cl. Huart, K um is mad.,
İA..
11 Curfâdakanî, 143-4
(nşr. Sch efer) s. 199.
12
(n a k le n : C am ? al-Tavarîh, 8 2 );
T arih-i Buhara
Tarih için bk . K .V . Zettersteen, Fahrüddevle mad., İA .
13 Curfâdakanî, 227-8 (n a k le n : C am ? al-Tavarîh, 1 3 3 ); İb n el-E sîr, IX,
138.; M îrhond, T arih-i R a v za t üs-Safâ, Tahran ve K um hş. 1338/39, IV , s. 80.;
M ar’aşî, ayn ı eser, 82.
SİMCÜRÎLiER
127
— Ebu’ l-Kasvm,\n Begtüziln ile sa/vaşı —
Öte taraftan bu olaylar gelişirken Sâmânî tahtında da bir deği­
şiklik oluyordu. Melik Nuh 23 Temmuz 997’de ölmüş, yerine oğlu ve
veliahdı Ebu’l-Hâris Mansûr geçmişti. Aynı yıl içinde, ya’ni Şaban
387/Ağustos 997’de Sebüktegin de öldü ve ona küçük oğlu İsmâil
halef oldu. Gazneliler tahtındaki bu değişikliği kabûl etmeyen bü­
yük oğlu Mahmûd taht mücadelesi için Horasan’dan ayrılmak zo­
runda kaldı. Onun bu bölgeyi boş bırakmasından sonra Ebu’l-Hâris
Mansûr, Horasan sipehsâlârlığına Hâcib Begtüzün’ü tayin etti. Sâ­
mânî Meliki yeni bir iç savaşın çıkmasına engel olmak'maksadıyla
özellikle Fâik ile Begtüzün arasında bir anlaşmazlık çıkarmamağa
çalışıyordu14.
Ebu’l-Kasım. Sîmcûrî ise Fahr ed-Devle’nin ölümünden sonra
yerine geçen Mecd ed-Devle’nin himâyesi . altında yine . Cürcân’da
oturuyordu. Kaynakların bu ifadesinden anlaşılacağı üzere, Ebu’lKasım’ın Kabûs ile birleştiği zaman muhtemelen bu ittifaktan ayır­
mak için Sâmânîler tarafmdan va’d edilmiş olan Kuhistân eyâleti
ona verilmemişti. O da bu sebeble yine Büveyhîler’in hâkimiyet: sa­
hası içinde ,idi. Ancak ağabeyi-Ebû Ali ve Sîmcûrî âilesine (Âl-i
Sîmcûr) bağlı maiyyet ve hizmetkârlar ( h a d e m v e h a ş e m )
Horasan’dan ayrılarak onun yanma gelmeye devam ediyorlardı.
Böylece Ebu’l-Kasım hazırhklarım tamamladıktan sonra tam teçhizatlı bir orduya sâhib oldu.
Öte taraftan Fâik, muhtemelen Horasan sipehsâları olan Beg­
tüzün’ü kıskanıyor, Ebu’l-Kasım’a mektublar yazarak onun üzerine
yürümeğe teşvik ediyordu. Ayrıca Fâik, Sîmcûrî âilesinin eski gö­
revi olan k ı y â d e t - i c ü y û ş (ordu kumandanlığı) ’u da ele ge­
çirmesi için onu tahrik ediyordu. Nihayet Ebu’l-Kasım, Fâik’in bu
tahrik ve teşviklerine kandı ve Cürcân’dan ayrılarak Begtüzün ile
savaşmağa karar verdi. Nitekim o bu maksadla da Ebû Ali b. Ebi’lKasım Fakîh’i ordusunun öncüsü olarak gönderdi. Ayrıca kendisi
îsferâin’e ulaştığı zaman, Begtüzün’ün ordusundan bir grub asker
orada oturmaktaydı. Ebu’l-Kasım, Begtüzün’ün bu askerleriyle sa­
vaşarak mağlub ve onları Nişabur’a kadar takib etti. Begtüzün’ün
14
F a zla b ilgi için tok. Barhold, T urhestan, 26 4-5 /trk . trc., 333-4.
128
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
ordugâhı da, Horasan sipehsâları olması nedeniyle, Nişabur idi. O
buradan Ebu’l-Kasım’a haber göndererek, «Savaş işine itimâd ol­
maz ... Kendi kuvvet ve kudretine dayanmak ve mağrûr olmak akıl
yolundan uzaktır ... Doğrusu budur ki, Sen Âl-i Sîmcûr’un miras
kalmış iktâ’ı Kuhistân’da oturasın. Ben de [Sâmânî] Meliki’ne bir
adam göndereyim. Herât vilâyetini ve çevresini senin üzerine tas­
dik ettireyim.» dedi. Ancak Ebu’l-Kasım taraftarlarının çokluğu se­
bebiyle mağrûr idi ve o sırada kendisi için câzib olması lâzımgelen
bu teklife iltifât etmedi ve kuvvetine güvenerek savaşı tercih etti.
Onun bu ısrarı karşısında Begtüzün de savaşa yönelerek ordusunu
tertib etti. Neticede iki taraf arasında Nişabur önündeki Beşçe15 sah­
rasındaki savaşı Begtüzün kazandı, Ebu’l-Kasım Sîmcûrî hezimete
uğrayarak Kuhistân’a kaçtı (Rebi I. 388/3 Mart - 1 Nisan 998)16.
Ebu’l-Kasım’ın ordusundan bir grub asker ile Ebû Ali b. Ebi’l-Kasım Fakîh esir düştüler. Begtüzün ise her tarafa haberciler gönde­
rerek kendi zaferini müjdeledi. Bu netice Fâik’in hayal kırıklığına
ve üzülmesine sebeb oldu,
Ebu’l-Kasım bir süre Kuhistân’da dinlendikten sonra mağlubi­
yetin tesirinden kurtuldu ve tekrar harekete geçerek Buşenc’e gitti.
Begtüzün de ona doğru ilerledi, iki taraf arasındaki mesafe azaldığı
ve bir savaş ortamına girildiği sırada, bir grub onlar arasında aracı
oldu ve elçiler gidip geldiler. Neticede Begtüzün ve Ebu’l-Kasım bir
sulh yaptılar. Bu anlaşmaya göre, Ebu’l-Kasım oğlu Ebû'Sehl’i re­
hine olarak Begtüzün’e veriyor ve olaylardan anlaşıldığı üzere Kuhistân ona bırakılıyordu. İki taraf arasındaki bu anlaşma 388 yılı
15 Bu isim Cami’ al-T avarih (s. 9 5 )’de bu şekilde harekelenm iştir. A n ca k
C urfâdakanî ( T arih-i Y em ini, 1 6 6 )’de
-, şeklinde zikredilm iştir.
16 İbn Funduk ( T arih-i B eyh a k , nşr. Alrnıed b. Behm enyâr, s. 130-1), bu
ola y için değişik bir b ilgi veriyor. Buna g ö re ; M ahm ûd kardeşi İsm â ’il ile m ü ­
cadele için giderken H orasan E m îrliği’nin n âibliğin i E bu ’l-F a zl Z iyâ d b. A h m ed’e verdi ve N işabur’u onun idaresine bıra k tı (3 8 8 /9 9 8 ). B u sırada tbn
Funduk, E bû Sa’id Sîm cûrî adında birini zikrederek E b u ’l-K asım ’ dan hiç
bahsetm iyor. T in e aynı m üellife g öre E bû Sa’id Sîm cûrî N işabur’a yürüm üş,
E m îr Z iyâ d onu yak alay arak hapsetm işti. B öylece orta y a çıkan k arışıklar sona
ermişti. A n c a k zikredilen bu o la y la r ötek i k ayn ak ların v erd iği bü güere u ym a­
m aktadır. B elk i de E bû Sa’id Sîmcûr, E bu ’l-K asım ’m oğ lu E bû Sehl ile karış- tırılm ış olm alıdır.
SİM CÜ RİD ER
129
Receb ayında (29 Haziran - 28 Temmuz 998) oldu. Begtüzün Nişabur’a giderken, Ebu’l-Kasım da Kuhistân’a dönüyordu17.
— Horasan için hâkimiyet mücâdelesi —
Öte taraftan Gazneliler Devleti’ndeki hükümdarlık mücâdelesi
sona ermiş ve bunu kazanan Mahmûd tahta oturmuştu (Mart 998).
Bundan sonra Sultân Mahmûd Sâmânîler cephesine döndü, o Begtüzün’e kaptırmış olduğu Horasan’dan vazgeçmek istemiyordu. Sul­
tan bunu elde etmek için Belh’e yöneldi ve Sâmânî Meliki Mansûr’a
elçisini göndererek «Babam devletinizin koruyucusu ve bekçisi idi,
bu işi şimdi ben görmeğe hazırım.» dedi. Melik Mansûr buna kar­
şılık; Belh, Herât, Tırmiz, Büst vilâyetlerini Mahmûd’a teklif edi­
yor, Nişabur ve çevresinin Begtüzün’e verildiğini bu bakımdan iade­
sinin mümkün olmadığını büdiriyordu. Sultan Mahmûd, Horasan’ı
sulh yoluyla alamayacağını anladığı zaman, zorla sâhib olmak için
harekete geçerek Nişabur’a ilerledi. Böylece Begtüzün Nişabur’u
boşaltmak zorunda kaldı. Neticede Melik Mansûr, Begtüzün ve Fâik
birleştiler. Ancak Melik Mansûr’un kararsızlığı onun geleceğini teh­
likeye sokuyordu. Nitekim Begtüzün ve Fâik, Melik Mansûr’un Sul­
tan Mahmûd’a meyli olmasından ve onunla anlaşarak kendilerinin
de Ebû Ali Sîmcûrî gibi ona teslim edilmelerinden korkuyorlardı.
Nihayet Begtüzün ve Fâik 12 Safer 389/2 Şubat 999 tarihinde Me­
lik Mansûr’u tahttan indirdüer ve bir hafta sonra da gözlerine mil
çektiler, Sâmânî tahtına henüz çok küçük yaşta bulunan kardeşi
Ebu’l-Fevâris ‘Abdülmelik’i geçirdiler. Ebu’l-Kasım Sîmcûrî de bü­
yük bir ordu ile gelerek Merv şehrinde onlara iltihak etti.
Sultan Mahmûd tahttan indirilen Mansûr’un intikamcısı olarak
harekete geçti ve Merv önüne gelerek Begtüzün, Fâik ve Ebu’l-Kasım
karşısında karargâh kurdu. Ancak burada her iki taraf ihtiyatlı
davranmağı tercih ederek neticede bir anlaşma yapmağa muvaffak
oldular. Bu anlaşmaya göre, Begtüzün Nişabur’u alarak Horasan
sipehsâlan oluyor, Belh ve Herât da Sultan Mahmûd’a veriliyordu.
Sultan Mahmûd kan dökülmeden banş yapıldığı için sadaka olarak
17 Curfâdakanî, 165-8 (naklen : Cami’ al-Tavarih,
IX , 138. K rş. Barthold, TurTcestan, 26 5/trk . trc., 334-5.
9 4 -6 );
îb n
el-Esîr,
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
130
iİrihin dinar18 dağıttı. Onun böyle bir anlaşma yapmasında, rakiblerinin Ebu’l-Kasım Sîmcûrî’nin kuvvetleriyle birleşmesinin ve sayıca
üstünlüklerinin etkili olduğu anlaşıbyor. Ancak bu anlaşma çok kısa
bir süre içinde bozuldu. Sultan Mahmûd ordusuna hareket enirini
verdi, fakat rakiblerinin ordusunda bulunan Dârâ b. Kabûs kuman­
dasındaki bir grub askerin bu anlaşmayı kabûl etmeyerek Mahmûd’un kardeşi Nasr idaresindeki Gazneli ardçı birliklerine saldır­
ması savaşın başlamasına sebeb oldu. Neticede Merv civarındaki bu
savaşı Sultan Mahmûd kazanıyor (27 Cumada I. 389/16 Mayıs 999)
ve bütün Horasan onun hâkimiyeti altına giriyordu. Bu mağlubiyet­
ten sonra Melik ‘Abdıilmelik ve Fâik Buhara’ya, Begtüzün Nişabur’a,
Ebu’l-Kasım Sîmcûrî ise Kuhistân’a kaçtılar19.
Sultan Mahmûd bu olaydan sonra derhal Tûs’a yöneldi. Onun
bu şehre gitmesinin sebebi; Begtüzün ve Ebu’l-Kasım’ın birleşmesini
ve bu ittifakın meydana getireceği fesad ve karışıklıkları önlemek­
ti. Begtüzün korkudan Cürcân’a kaçtı. Sultan Mahmûd kumandan­
larından Arslan Câzib’i20 onun peşinden gönderdi. Arslan Câzib, Begtüzün’ü Horasan hudûdları dışına atmaya muvaffak oldu. Sultan
Mahmûd, Tûs şehrini Arslan Câzib’in iktâ’ı ( i ’ t i d â d ) içine dâ­
hil ederek, onu bir grub asker ile orada bıraktı. Begtüzün daha son­
ra Sultan Mahmûd ile yeniden mücadeleye başladı ise de, bunda ba­
şarılı olamayarak Buhara’ya kaçmak zorunda kaldı. Aynı yılın Şa­
ban ayında (Temmuz - Ağustos 999) Fâik öldü21.
Sultan Mahmûd, Begtüzün ve taraftarlarını Horasan’dan temiz­
ledikten sonra, Arslan Câzib’i Ebu’l-Kasım’ı Kuhistân’dan uzaklaş­
tırmakla görevlendirdi. Arslan Câzib Kuhistân’a gitti ve Ebu’l-Kasım ile savaşarak mağlub etti. Ebu’l-Kasım bu mağlubiyetten sonra
18 Gerdîzî, Z eyn el-A h b â r (nşr. A . H a b îb î), T ah ran hş. 1347, s. 173. E bu ’lF a zl B eyh akî ( T arih-i B eyh akî, nşr. G ani-Feyyaz, Tahran hş. 1325, s. 6 4 1)’ye
göre, Sultan M ahm ûd bü yük m iktarda paralar dağıtm ıştı. K rş. Barthold,
ayn ı eser, 26 6 /trk . trc., 336.
19 B k. Gerdîzî, 173.; Beyhakî, 641-2.; Curfâdakanî, 173-78 (n a k le n :
Cami’ al-Tavarih, 99-103).; İbn el-E sîr, IX , 145-6. K rş. B arthold, T urkestan,
26 6/trk . trc., 335-6.; N azım , Sultan Mahmûd, o f Ghasna, 42-44.; î . K afesoğlu ,
M ahm ûd G aznevî İA .
20
Cami’ al-T avarih (s. 1 0 4 )’ de A rslan -şâh şeklinde
21
T arih için bk. Beyhakî, 642.
g eçiy or.
SİM C Û R ÎLE R
131
Tabes’e kaçtı. Öte taraftan Sultan Mahmûd, Horasan orduları ku­
mandanlığını (kıyâdet-i eüyûş) kardeşi Nasr’a vermişti22.
— Ebu/l-Ka.svmf'in R ey’i zabt etm e teşebbüsü —
Kabûs b. Vuşmgîr, Büveyhîler’den Fahr ed-Devle’nin ölümünden
sonra kendisine ait olan hükümdarlığı ve yerleri tekrar ele geçir­
meğe muvaffak olmuştu (Şaban 388/ 29 Temmuz - 26 Ağustos 998).
Daha sonra Deylemli kumandanlardan Mâkân b. Kâkî’nin yeğeni
Nasr b. el-Hasan b. Fîrûzân, Kabûs ile mücâdele etmekte ve Fahr
ed-Devle’nin yerine geçen oğlu Mecd ed-Devle’den yardım istemek­
te idi. Ancak Kabûs ile Mecd ed-Devle birbirleriyle sulh yaptılar ve
Nasr’ı ortadan kaldırmağa karar vererek onu ele geçirmek için bir
hile düşündüler. Böylece onlar Nasr’dan kurtulmuş olacaklardı. Nasr
bu durumdan haberdâr olarak, muhtemelen kendisine bir müttefik
ve sığınacak yer aramağa başladı.
Öte taraftan Arslan Câzib’in Ebu’l-Kasım Sîmcûrî’yi Kuhistân’dan uzaklaştırdığını zikretmiştik. Sultan Gazneli Mahmûd Kuhistân’a yine aynı adda bir şahsı, Arslan Hindu-beççe’yi23 vâli tayin et­
miştir. Ebu’l-Kasım ise muhtemelen ülkesini geri almaya çalışıyor­
du. Arslan Hindu-beççe, Ebu’l-Kasım üzerine bir akın yaparak onu
Cun-âbâd24 şehrine uzaklaştırdı. Nasr b. el-Hasan, Ebu’l-Kasım’m
yanma giderek onu Rey üzerine yürümeye ve Mecd ed-Devle ile sa­
vaşmaya teşvik etti. Ebu’l-Kasım, Nasr’m sözlerine kanarak hare­
kete geçti ve Huvâr’a25 kadar ilerledi. Bu sırada Rey şehrinden ge­
22 Curfâdakanî, 179-80 (naklen : Cami’ al-Tavarih, 103-4).
23 K uhistân’a daha ön ce gönderilen A rslan Câzib ile burada zik ri g eçen
A rslan ‘H in du -beççe’nin isim lerinin benzer olm ası, bu ik i ola y üzerinde u fa k da
olsa bir tereddüt uyandırm aktadır. îs m â ’U el-M untasır’m N asr’ı N işabur önün­
de m ağlub ettiği olayda (E ylü l 1001), H indu-begçe adındaki bir G azneli k u ­
m andan da esir düşmüştü, G erdîzî (A . H abîbî n şr), 175. K rş. N azım , Sultan
M ahm ûd o f G-hazna, 45 n. 5.
24 Cun-âbâd, Kuhdstân bölgesinde Tûn’un kuzey-doğu su nda bulunan bir
kasaba, bk. G.L. Strange, T he Lands o f th e E a s te m Cdliphate, Cam bridge 1930,
s. 358-9.
25 H u vâr; R e y ’in doğusunda ve bu raya b a ğ lı b ü yü k bir şehir olup, R e y ’ e
u zaklığı y irm i fersahıdır, B k. Y âkut, M u’ c em el-Büldân, B eyru t 1956, n ,
394. K rş. Strange, a yn ı e ser, 367.
132
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
len bir Büveyhî ordusunun saldırısı karşısında Ebu’l-Kasım ve Nasr
mağlub olarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Ayrıca Kabus da bir
grub asker göndererek onların kendi hudûdlan içine girmesine engel
oldu. Ebu’l-Kasım ve Nasr bu taraftan da ümidlerini kestiler, onlar
için sığınacakları tek yer olarak Sultan Mahmûd’un huzûru kalmış­
tı. Nitekim ikisi de Sultan Mahmûd’un huzuruna gittiler. Ancak daha
sonra Ebu’l-Kasım’m Sultan Mahmûd’un huzurundaki durumu muh­
temelen kötü şartlar içinde olmuş ve oradan kaçmıştır26.
— Sâmânî şehzadesi îsmâ’il elr-Muntasır’m devleti diriltme
teşebbüsü, v e Ebufl-Kasvm’m onunla ittifakı —
Karahanlılar’dan Ilig Nasr b. Ali 23 Ekim 999’da Ruhara’ya
girmiş ve Sâmânî devleti’ne son vererek, başta Melik ‘Abdülmelik
olmak üzere bu hanedan mensuplarını Özkend’e götürmüştü. Fakat
bir müddet sonra Melik Nûh b. Mansûr’un oğlu îsmâ’il Özkend’den
kaçmaya muvaffak olmuş ve «el-Muntasır» lâkabım alarak Hârezm’e
gitmişti. îsmâ’il, Sâmânî devletini yeniden diriltmek teşebbüsünde
idi ve onun etrafında Sâmânîler’e sâdık kalabalık bir taraftar kit­
lesi toplanmıştı. Nihayet îsmâ’il’in Arslan Balu27 idaresindeki or­
dusu Buhara’yı ele geçirmeye muvaffak oldu. îsmâ’il Buhara’ya dö­
nerek hükümdarlık tahtına oturdu ise de, îlig Nasr’m esas kuvvet­
leriyle harekete geçmesi üzerine adı geçen şehri terkederek" Nişabur’a
ilerledi. O 30 Rebi I. 39128 / 27 Şubat 1001’de Horasan sipehsâlan
Nasr’ı mağlub ederek Herât’a çekilmeğe mecbûr etti29. Sultan Gazneli Mahmûd takviye kuvvetleriyle sür’atle Nişabur’a yürüdü, îs26 Curfâdakanî, 242-3 (naklen : Cam i’ al-Tavarih, 139-40); M ar’aşî, aynı
eser, 85-6.; İbn İsfen diyâr, A n A brid g ed Translation o f th e H isto ry o f Tabaristan, E .g ! Brow ne, London 1905, s. 231. K rş. ‘A b b â s İk b â l A ştiyan î, Tarih-i
M ufassalcı İran, Tahran hş. 13472, s. 142.
27 B arthold (Turkestan, 26 9/trk . trc., s. 339) bu ism i A rslan V alu şek ­
linde okum uştur.
28 T arih için bk. G erdîzî 175. A n ca k İbn el-E sîr (IX , 157), bu tarihi 390
y ılı R eb i n . ola ra k zikrediyor.
29 F azla b ilg i için bk. Barthold, T urkestan , 26 8-9 /trk . trc., 338-9.; Nazım ,
Sultan M ahm ud o f Ghazna, 45-6.; R . Genç, K arahanlı D ev le t T eşkilatı, İs ­
tanbul 1981, 44; M .A . K öym en, B ü yü k Selçuklu İm paratorluğu Tarihi, I,
A n k ara 1979, s. 47-8.
SİM C Û R ÎL E R
133
mâ’il onun Nişabur’a geldiğini öğrendiği zaman şehri terketti30. O
önce İsferâin’e, fakat orada da durmak imkânı bulamayarak Kabûs
b. Vuşmgîr’in yamna Cürcân’a kaçtı. Beraberinde Ebu’l-Kasım Sîmcûrî ve Arslan Balu da vardı. Kabûs, îsmâ’il’e maddî bakımdan ge­
rekli yardımı yaptıktan sonra, Rey tahtının boş olduğunu ve bura­
da kudretli bir hükümdara ihtiyaç bulunduğunu beürterek, o vilâ­
yeti tasarruf altına almak ve emirlik makamına oturmak gerekti­
ğini söyledi.
îsmâ’il bu teklifi kabul ederek harekete geçti ve Rey dışında
ordugâh kurdu. Bu sırada Rey’de Büveyhiler’den Seyyide nâibe ola­
rak hüküm sürüyordu. Muhtemelen o gerekli tedbirleri almış olmalı
ki, Rey’deki askerler de dışarı çıkarak îsmâ’ü’in ordusu karşısında
yer aldüar. Daha sonra Reyliler Arslan Balu, Ebu’l-Kasım Sîmcûrî
ve öteki ümerâya adamlar göndererek onları para ve hizmet va’diyle
kandırdılar. Ayrıca onların hepsi ittifâk ederek İsmâ’il’i de Rey
üzerindeki tasavvurundan vazgeçirmeye ve Horasan’a dönmesi için
iknaya muvaffak oldular31.
İsmâ’il alman bu karar üzerine tekrar Horasan’a dönerek Nişa­
bur’a geldi, Sultan Mahmûd’un kardeşi Nasr bu kez ona mukavemet
etmeden şehri terkederek Bûzcân’a32 gitti. Böylece İsmâ’il 29 Şevvâl 391/21 Eylül 1001 tarihinde bir kerre daha Nişabur’a girdi. Öte
taraftan Nasr, kardeşi Sultan Mahmûd’dan yardım istedi. Sultan
Mahmûd, Herât vâlisi Hâcib Ebû Sa’id AJtuntaş’ı tam teçhizath
bir orduyla ona yardıma gönderdi. Nasr ve Hacib Altuntaş kuvvet­
30 G erdîzi (A . H abîbî nşr., s. 1 7 5)’nin k ron olojik b ir sıra takib etm e­
yen bilgilerinden anladığım ıza g öre, Sultan M ahm ûd N işabur’a selh -i Cum ada
I. 391/27 Nisan 1001’ de gelm iştir. Y in e G erdîzi (s. 1 7 7)’ye göre, Sultan N işa­
bu r’a g eld iğ i zam an gulâm lar ayaklandılar. M ahm ûd bunu öğ ren d iğ i zam an
onlara iyi m uam ele etm eye k a rar verdi. O nlar korktular, bir kısm ı esir oldu,
bir kısm ı kaçtı. M ahm ûd kaçan ların peşinden gitti, bazısm ı öldürdü ve b a ­
zısını esir aldı. Bunlardan b ir k ısm ı da [Ism â ’ü el-M untasır] Sâm ânî’nin y a ­
nm a kaçtılar. Bu sırada E b u ’l-K asım Sîm cûrî de k a çtı v e [îs m â ’il el-M untasır]
Sâm ânî’nin yan m a gitti. D ah a son ra Sultan M ahm ûd 5 R am azan 391/29 T em ­
m uz 1001’de H erâ t’a geldi.
31 Curfâdakanî, 186-88 (naklen : Cami’ al-Tavarih, 110-11); îb n el-Esîr,
IX , 157.; M îrhond, IV, 74-75.; îb n îsfendiyar, H istory o f Tabaristân, 227.
32 B u zcân ; H erât ve N işabur arasm da bir şehir olup, N işabur civarında
idi, bk. Gerdîzî, 175 n. 6.
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
134
lerini birleştirerek Nişabur’a ilerlediler. Buna karşılık îsmâ’il elMuntasır’ın ordusu Arslan Balu ve Ebu’l-Kasım Sîmcûrî idaresinde
idi. Her iki taraf arasında büyük bir savaş oldu. Neticede Nasr bu
mücadeleden gâlib çıkarak tekrar Nişabur’u ele geçirdi. Şehir halkı
bu olaya çok sevinerek şenlikler tertibledi.
İsmâ’il tekrar yollara düşmek ve kaçmak zorunda kaldı, önce
Ebiverd’e gitti. Nasr’m askerleri ise peşinde idiler ve Cüreân hu­
duduna kadar onu takib ettiler. Tabii Arslan Balu ve Ebu’l-Kasım
Sîmcûrî de onunla beraberdiler. Ancak onlar Cüreân hududunda da
rahat etmek imkânı bulamadılar. Kabûs b. Veşmgîr bu kez onlara
iyi davranmamış ve gönderdiği ikibin kişilik bir kuvvetle îsmâ’il’i
ve beraberindekileri ülkesi hudûdlarından uzaklaştırmıştı. Böylece
îsmâ’il sıkıntı içine düşmüş ve Rey önünde hatalı hareket ettiğini
anlamıştı. Ayrıca o bu hatasını başhea yardımcısı Arslan Balu'ya
yükledi ve kendisine tahakküm ettiği iddiasıyla onu öldürttü. Arslan
Balu’nun öldürülmesinin ikinci bir nedeni de sözde onun Ebu’l-Kasım Sîmcûrî’yi kıskanması sebebiyle Nasr’a karşı Nişabur önünde­
ki savaşta fazla bir gayret göstermemiş olmasıydı. Ancak onun öl­
dürülmesi ordu içinde karışıklığa ve askerlerin îsmâ’il’e dil uzat­
malarına sebeb oldu. İşte bu sırada Ebu’l-Kasım Sîmcûrî ortaya çı­
karak askerleri teskin etmek ve sâkinleştirmek başarısmı göster­
mişti.
—
Ebu’lr-Kastmftn esir düşmesi —
İsmâ’il el-Muntasır ve Ebu’l-Kasım bundan sonra Serahs’a git­
meğe karar verdiler. Oranın reisi (Reis-i Serahs), Puser-i Fakîh
adında biri olup, İsmâ’il taraftarı idi. Puser-i Fakîh ona gerek mâl
ve teçhizat bakımından yardımda bulunmuştu. İsmâ’il Serahs’a ulaş­
tığı zaman, Puser-i Fakîh aynı şekilde yardım etti. Öte taraftan
Emîr-i Sâhib-i Ceyş Nasr bunların niyetlerinin kötü olduğunu ve bir
karışıklık çıkaracaklarını anlamış ve bir orduyla onların üzerine yü­
rümüştü. İsmâ’il el-Muntasır da kendi maiyyetiyle şehirden çıkarak
Nasr’m karşısında yer aldı. İki taraf arasındaki Serahs dışındaki
savaşı Nasr kazandı. İsmâ’il yine kaçmayı tercih ederken, ordusu­
nun ileri gelenlerinden bir kısmı esir düşmüştü. Nasr’a esir düşen ku­
mandanlar arasmda Ebu’l-Kasım Sîmcûrî ile Tuztaş Hâcib de bulu­
SİMCÜR.ÎLER
135
nuyordu. Ebu’l-Kasım ve ötekiler Gazne’ye gönderildi (Rebi I. 392/
Ocak-Şubat 1002)33. Ebu’l-Kasım Sîmcûrî hakkında kaynaklarda
bundan sonra herhangi bir bilgiye raslayamadık. Bu bakımdan o
Gazne veya gönderildiği başka bir yerde ölmüş olmalıdır. Böylece
Sîmcûrî ailesi de siyaset sahnesinde ortadan kalktı.
Sîmeûrîler’den tespit edilen altıncı kişi, Ebu’l-Hasan b. Ebi
Ali’dir. Ebu’l-Hasan Kuhistân’m Kâyîn nahiyesinde oturmaktaydı.
Babası Ebû A li’nin Tûs savaşmda (22 Temmuz 995) mağlub oldu­
ğunu haber aldığı zaman kaçarak Rey şehrine gitti ve orada Büveyhîler’den Fahr ed-Devle’ye iltica etti. Fahr ed-Devle ona çok iyi
davranmış ve her ay ellibin dinar maaş bağlamıştı. Hattâ yanma
çağırdığı her zaman teçhizatıyla bir at gönderiyor ve bunu daha
sonra Ebu’l-Hasan’a hediye ediyordu. Ancak Ebu’l-Hasan bir aşk
meselesinden dolayı gizlice Nişabur’a dönerek saklandı ise de, Mahmûd onun bulunması için emîr verdi. Ebu’l-Hasan’ı saklandığı yer­
de bularak yakaladılar, önce Gazne’ye götürdüler, sonra da Gerdîz
kalesinde hapsettiler. Ebu’l-Hasan da babasıyla beraber ölmüş veya
öldürülmüştür (997). Daha sonra onun da cesedi Kâyîn’e getiril­
mişti (998)34.
Sîmeûrîler’den tespit edilen yedinci kişi, Ebu’l-Kasım’ın oğlu
Ebû Sehl’dir. Daha önce de belirtildiği üzere o Begtüzün’e rehine
olarak verilmiş35, fakat bir daha ismi kaynaklarda geçmemiştir. A y­
rıca Beyhakî (s, 243) ’nin Sultân Mahmûd’un meclisindeki kişiler ara­
sında zikrettiği Ebû Tâhir Sîmcûrî muhtemelen Sîmcûrî âilesindendir. Ancak onun kimin çocuğu olduğu husûsunda bir bilgi sahibi ola­
mıyoruz.
Selçuklular zamanında da Sîmcûrîler’in hâlâ Kuhistân’da var­
lıklarını sürdürdükleri anlaşılıyor. Sîmcûrîler’den adı Münevver olan
bir şahıs burada yaşamakta ve halk ona itaat etmekte idi. Ancak
33 Gerdîzî, 175.; Curfâdakanî, 188-90 (n a k le n : CamV al-Tavarih, 111-13);
İbn el-E sîr, IX , 157-8.; M irhond, 76. K rş. Nazım , Sultan M ahm ud o f Ghasna, 46.
34 Bk. Gerdîzî, 170-1. ;Beylıakî, 208.; İb n el-E sîr, IX , 109. A n c a k G erdîzî’de bu olayların baba Ebû A li Sîm cûrî’nin başından g e çtiğ i zikrediliyor. Krş.
Barthold, T urh estan, 262 n. 3 /tr k . tre., 331 n. 587. Curfâdakanî (s. 1 4 5 )'de ise
E bu’l-H asan ’m ön ce B uhara’y a oradan d a babasının yan m a gönderild iği k a y ıt­
lıdır.
35 Curfâdakanî, 167 (n ak len : Cami’ al-Tavarih, 96).
136
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
Alp Arslan’a atabeglik yapan Selçuklu kumandanlarından Kutb edDîn Kül-sarıg buraya vali tayin edilmiş ve kötü idaresiyle halka
zulmetmeye başlamıştı. Kül-sang zorla Münevver Sîmcûrî’nin kızkardeşini almak istedi, Münevver Sîmcûrî de bu zor durumdan kur­
tulmak için Tabes’deki İsmâîlîler’e sığınmış ve onların hareketine
katılmıştı. Böylece Ismâîlîler Kuhistân’a ve çevresindeki şehirlere
hâkim oldular353.
Sîmcûrî âilesi ferdlerinin daha sonra Anadolu’ya geldiğini gö­
rüyoruz. Nitekim Türkiye Selçukluları Devleti vezîri Şems ed-Dîn
Muhammed îsfahanî (öl. 1249) ile ilgili olaylarda Tercüman Tâc
ed-Dîn Sîmcûrî’nin de ismi geçmektedir36.
Sîmcûrîler Nişabur’da hüküm sürdükleri sırada bu şehirdeki
Şâfi’îler’in h âm isi idiler. Onlar Şâfi’îleri himâye ettiklerini muhte­
lif vesileler ile göstermişlerdi. Bu nedenlerden biri de kadı tayinleri
idi. Nişabur’da kadı tayinleri önceleri Sâmânîler tarafından yapılı­
yordu. Sâmânîler tarafından mahallî istekleri ta tmin yönünde olan
bu tayinler, daha sonra Sîmcûrî vâliler tarafından yapılmağa baş­
landı. Sâmânîler şehirdeki Hanefî topluluğu desteklerken, buna mu­
kabil Sîmcûrîler Şâfi’îler’in desteğini elde ederek Horasan’ın mer­
kezi durumundaki Nişabur’un hâkimiyetini ele geçirmek istedikleri
anlaşılıyor. Nitekim Sîmcûrîler fırsat buldukları zaman Şâfi’î bir
kadı tayinde tereddüt etmediler. Böylece yerli bir Şâfi’î olan Ebû
Bekr Ahmed el-Hîrî el-Haraşî, 962-982 yıllan arasmda Nişabur va­
liliği yapan Ebu’l-Hasan Muhammed b. îbrahîm Sîmcûrî tarafından,
çok büyük bir ihtimalle, kadı tayin edilmişti. Öte taraftan Sâmânî
sarayından gelen bir telkinle Sa’idî âilesinden Ebû el-‘Alâ’ Saîd b.
Muhammed’in, Hanefî olmasına rağmen, Ebû Ali Sîmcûrî37 tarafın­
dan Nişabur kadısı tayin edildiğini görüyoruz38.
35a Bk. İb n el-E sir, X , 318. K rş. A bbâs İkbâl, V ezâ ret d er ‘A h d -ı Selâtîn-ı
B u zu rg-ı Selcukî, Tahran hş. 1338, s. 280-1.
36 îb n -i Bibi, M uhtasar Selçuk-nâm e (nşr. M. H ou tsm a ), Leiden 1902,
s. 261, 264. K rş. O. Turan, Selçuklular Zam anında T ü rkiye, İstanbul 1971,
s. 462, 466.
37 Cüzcân î ( T abakât-ı N âsırî, nşr. ‘A b d el-H a y y H abîbî, K andehar hş.
1328, I, 2 5 4 )’ye g öre, Sîm cûrîler’den Ebû A li’nin ordusunun ileri gelenlerinin
ve idarecilerinin çoğu K arâm ita davetini kabûl etm işlerdi. O (y a ’n i Ebû A li),
N işabur’da M escid-i Câm i yaptırdı. Bu câm i tam am landığı zam an M ustansır-ı
SÎM C Ü R ÎLE R
137
Sîmcûrîler’in Nişabur’a tayin ettiği ikinci Şâfi’î kadı’nm Ebû
‘Anır Muhammeci el-Bistâmî olduğu ileri sürülüyor. Bu iddiaya
göre39, Sebüktegin 387/997’de öldüğü ve Mahmûd kardeşi ile müca­
dele için şehri terkettiği sırada Sâmânî Meliki oraya bir Türk ku­
mandan tayin etmişti. Bu Türk kumandam şehri alır almaz Sîmcûrîler Şâfi’î reisi Ebû ‘Amr Muhammed el-Bistâmî’yi kısa bir dönem­
de olsa kadı tayin edecek kadar şehre hâkim olmuşlardı. Ancak Bulliet’in bu iddiasında siyasî olaylar yönünden bazı tereddütler göze
çarpıyor. Onun Sâmânîler tarafından Nişabur’a tayin edildiğini be­
lirttiği Türk kumandam, Begtüzün’dür. Begtüzün’e karşı harekete
geçen de yazımıza konu olan EbuT-Kasım Sîmeûrî’dir. Fakat yuka­
rıda onun hayat hikâyesinde zikrettiğimiz üzere Ebu’l-Kasım, Begtüzün ile ilk kez Rebi I. 388/3 Mart - 1 Nisan 988’de savaşmış, fakat
mağlub olarak Kuhistân’a kaçmıştı. Ebul-Kasım bir süre sonra tek­
rar harekete geçti ise de, iki taraf 388 yılı Receb aymda/29 Hazi­
ran - 28 Temmuz 998’de bir anlaşma yaptılar. Ebu’l-Kasım yine Ni­
şabur’a hâkim olamadan Kuhistân’a döndü. Eğer Ebû ‘Amr Muham­
med el-Bistâmî’nin tayini 388 yılında ise, o zaman bu Begtüzün ta­
rafından yapılmıştır. Ancak bu kadı tayini Sîmeûrîler tarafından
olmuşsa, o zaman 386/996 yılındadır. Çünkü yukarıda zikredildiği
gibi Karahanlılar’m hüeûmuyla Mahmûd Nişabur’u terkederek amca­
sı Buğracuk ile Buhara’ya gitmişti. Onun yokluğundan istifade eden
Ebu’l-Kasım Sîmcûrî de kısa bir süre için şehri ele geçirmiş, fakat
Mahmûd ile Buğraeuk’un dönmeleriyle Nişabur’dan ayrılarak Cürcân hudûduna kaçmıştı.
Sîmcûrîler’in Şâfi’î taraftarı olduğunu gösteren olaylardan biri
de, onların Şâfi’î âlimlere karşı davranışları idi. Nitekim Şâfi’î din
bilginlerinden Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan b. Fûrek’in Rey
şehrinde Büveyhîler ile başı derde girmiş, bunu duyan Nişabur’daki
Şâfi’î reisleri vâli Ebu’l-Hasan Muhammed Sîmcûrî’yi İbn Fûrek’i
M ısrî adına okunacaktı. A n ca k ötek i kayn aklarda bu husûsda b ilg i y oktu r ve
M ustansır-ı M ısrî ile m uhtem elen F âtım îler’den M ustansır (1036-1094) kasdediliyorsa, M ustansır y aşa dığ ı devre bakım ından E bû A li’den son radır ve .bu
husûsda Cûzcânî yanılm aktadır.
38 R ich ard W . B ulliet, T he Patrician s o f Nishapur, Cam bridge, M assachusetts 1972, s. 63, 93, 201-4.
39 Bk. a yn ı e ser, 63, 118, 202, 258.
E R D O Ğ A N M E R Ç İL
138
şehre da’vet için ikna etmişlerdi. İbn Fûrek bu da’veti kabûl ederek
Nişabur’a geldi, Ebu’l-Hasan Muhammed Sîmcûrî bu şehirde onun
için bir medrese yaptırdı40. Ebu’l-Hasan’ın himaye ettiğini belirtti­
ğimiz41, Ebû Bekr Kaffâl el-Şaşî de Şâfi’î görüşleri yaymakta idi42.
Netice olarak Sîmcûrîler Horasan’ı ele geçirerek Nişabur’u ba­
ğımsız beyliklerinin merkezi yapmak istediler. Ancak onlar Sâmânî
Devleti’nin çöküşünden yararlanmaya ve gâyelerine erişmeye mu­
vaffak olamadılar. Bunun sebebi de Sîmcûrîler’den daha kuvvetli bir
Türk devleti olan Gazneliler’in ortaya çıkması idi.
— Sîmcûrîler’in soy kütüğü —
(1) Sîmcûr ed-Devâtî
.1
(2) İbrahim
I
(3) Ebu’l-Hasan Muhammed
(4) Ebû Ali
I
Ebu’l-Hasan
(5) Ebu’l-Kasım
I
Ebû Sehl
40 B k. Subki, Tabakât eş-Ş â fi’iye el-K übrâ, M ısır baskısı, m , s. 52. K rş.
Bulliet, aynı eser, 62, 159, 250.
41 Bk. M erçil, «S îm cû rîler m » , Tarih D ergisi, sa y ı : XXXTTT, İstanbul
1982, s. 132. E bu ’l-H asan Sîm eûrî’nin him âye ettiği edebiyatçılardan biri de
‘A bdullah M uham m ed b. ‘A bdü rrezzak B eyh akî idi. Bu şahıs E bu’l-H asan
Sîm cûrî adm a K itab ed -D ârât isim li bir eser hazırlam ıştı, B k. İbn Funduk,
TariJı-i B eyh a k , s. 162.
42 Bk. İbn el-E sîr, el-L ubâb fî T ehsîb el-E nsâb, I, K ahire 1938, s. 589.
Krş. Bulliet, ayn ı eser, 63.
EL-EFDAL b. BEDRÜ’L-CEMÂLÎ VE BİRİNCİ HAÇLI
SEFERİNDEKİ ROLÜ *
Yusuf Derviş Gavanime
Çeviren : Abdülkerim, Öza/ydm
Hicri V. (M.. XI.) yüzyılın ortalarında Selçuklular ile BizanslI­
lar arasında şiddetli çarpışmalar oluyordu. Sultan Alp Arslan 463/
1071’de BizanslIlara hücum ederek Malazgirt’te imparator Romanos
IV. Diogenes karşısında büyük bir zafer kazandı ve onu esir aldı.
Sultan Alp Arslan, imparator ile karşılaşmak üzere yola' çıkmadan
önce bir grup Türk askerini Suriye’de bırakmıştı. Uvak oğlu Emir
Atsız el-Harezmî de bu askerler arasında yer alıyordu. Atsız, bir
süre sonra Dımaşk üzerine yürüdü ve şehri muhasara ederek köy­
lerini yağmaladı. Fakat bu bölgeyi ele geçirip orada tutunamadı1.
Atsız’a bağlı kuvvetler 3 yıl boyunca Dımaşk’ı kuşatıp durdular.
Nihayet 468/1076’da şehri ele geçirdiler. Fâtımîler’in Dımaşk’daki
naibi Haydara b. Mirza el-Ketâmî şehri bırakıp kaçtı. Atsız’m kar­
deşi Uvak oğlu Şöklü de 467/1075 yılında Akkâ ve Taberiye’yi Fâtımîler’den almıştı. Böylece Selçuklular Suriye şehirlerini birbiri ar­
dından Fâtımîlerin elinden almış oldular. Selçuklular, Fatımî dev­
letini yıkmak maksadıyla bu akınlara devam ettiler. Devamlı ola­
rak Fâtımîlerin aleyhlerine gelişen bu akınlar kendi toprakları için­
de cereyan ediyordu. Uvak oğlu Atsız, Fatımî ordusunun büyük ku­
mandanlarından olup Bedrü’l-Cemâlî ile arası açıldığı için ondan ka­
çan Emir İbn Yeldekûş (İldeniz
) ’un teşvikiyle Mısır top­
raklarına hakim olmak ve Fâtımî devletine son verip Suriye’de yap­
tığı gibi orada da Abbâsîler adına, hutbe okutmak ve propogandala* Bu m akale, M ecelle K ülliyeti’l-Â dâb, Câm iatü’l-M elik Suûd, 1983, cilt
10, s. 71-91’de neşredilm iştir.
1 ez-Zehebî, D üvelü’ l-îslam , nşr. F. Şeltut-M . M. İbrahim , K ahire 1974,
I., s. 273.
140
A B D Ü L K E R ÎM Ö Z A Y D IN
rını yapmak istiyordu2. Ancak Emir Atsız’m Sultan Melikşah adma
yaptığı bu sefer, bozgun ile sonuçlandı. Atsız mağlub olarak Suriye’­
ye döndü. Bu bozgun onun Suriye’deki nüfuzunu da zayıflattı. Böl­
ge halkı ona karşı ayaklandı. Kudüs’de de halk Kadı’nm önderliğin­
de isyan etmiş, Atsız’m ve çocuklarının mallarını yağmalamışlardı.
Fakat Atsız daha sonra bu mukaddes şehre girmeye muvaffak oldu.
Burada kadı ve ona yardım edenlerle birlikte 13 bin kişiyi öldürdü3.
Fatımî veziri ve ordu kumandanı Bedrü’l-Cemâlî, Atsız’a karşı
harekete geçmeye karar verdi ve 470/1077’de Nâsırü’d-Devle el-Cüyûşî4 kumandasındaki bir orduyu Selçuklu kuvvetleri üzerine şevket­
ti. Bu ordu Filistin ve Dımaşk’a bağh yöreleri işgal etti. Sonra Dımaşk’ı kuşattı. Zor durumda kalan Atsız bu sırada Haleb’i kuşat­
makla meşgul olan Tacü’d-Devle Tutuş b. Alp Arslan’a haber gön­
dererek yardıma gelmesini istedi, ve Dımaşk’ı kendisine teslim ede­
ceğine dair söz verdi5.
Tutuş 471/1078’de Dımaşk üzerine yürüdü6. Fâtımî kumandanı
Nâsırü’d-Devle el-Cüyûşî, Tutuş’un yaklaştığını öğrenince kuşatma­
yı kaldırdı ve sahil yolundan Mısır’a döndü7.
Tutuş Dımaşk’a yaklaşınca Atsız onu karşılamaya çıktı. Ancak
Tutuş onu yaklayarak derhal öldürdü ve Dımaşk ahalisine çok iyi
davrandı. Halk kendilerine zalimce davranan Emîr Atsız’m ölümü­
ne sevinmişti8. Sultan Melikşah, Dımaşk ve yöresini Tutuş’a ikta
etti9. Tutuş da Kudüs ve çevresinin idaresini Emîr Artuk b.-Eksüb’e
bırakarak10 bu defa, hakimiyet sahasını genişletmek amacıyla Ku­
zey Suriye’ye yöneldi ve Haleb’i kuşattı. Fakat halk sultan Melikşah’a haber gönderip şehri ona teslim etti. Sultan da Lazikiye ve
Hama ile beraber burayı da Nureddin Zengi’nin atası Emîr Kasîmü’d
2 el-M akrîzî, İttiâ su ’ l-H un efâ fl Zikri’ l-E im m eti’ l-F â tım iyyîn eUH ulefâ,
nşr. M. A li M uham m ed, K ahire 1971. II, s. 317. A y r ıc a Bk. ez-Zehebî, a.g.e., s. 4.
3 ez-Zehebî, a.g.e., n , s. 4; el-M akrîzî, a.g.e., II, s. 319.
4 ez-Zehebî, a.g.e., n , s. 4; el-M akrîzî, a y n ı yer.
5 el-M akrîzî, Ittiâ zu ’ l-H un efâ, H , s. 320.
6 Ibn H allikân, V efey â tu ’ l-A ’yân, K ahire 1936, m , s. 93.
7 el-M akrîzî, a.g.e., n , s. 320.
8 ez-Zehebî, a.g.e., n , s. 5; el-M akrîzî, aynı yer.
9 İbnü’l-E sîr, et-T arîhu’ l-Bahira fi ’d -D evleti’ l-A ta b ek iy y e, nşr. A bdu lkadir Tuleym at, K ahire 1963, s. 7, 12.
10 îb n ü ’l-E sîr, a.g.e., s. 7. îb n H allikân, a.g.e., n , s. 104.
E L -E F D A L ,b. B E D R Ü ’L -C E M Â L Î
141
Devle Aksungur’a verdi. Aksungur bu şehri onardı ve halka iyi
davrandı11. Sultan Melikşah Antakya’yı, 477/1084’de12 Bizans’ın elin­
den alan Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın ölümü üzerine 478/1085 de
burayı Kimîr Yağı Sinan’a13 verdi.
Fatımî veziri ve ordu kumandanı Redrü’l-Cemâlî Suriye’ye ye­
niden egemen olmak için fırsat kolluyordu. 478/1085’de Dımaşk’ı
kuşattı ve Tutuş’u sıkıştırdı. Fakat şehri ele geçiremedi ve ordusu
Mısır’a geri döndü14. 482/1089’da Nâsırü’d-Devle el-Cüyûşî kuman­
dasında bir ordu daha gönderdi ve sahilde Sur, Sayda, Cübeyl ve
Akkâ’yı Tutuş’un ehnden aldı. Buraya nâibler tayin etti. Böylece
Fâtımîler, Selçuklular’m Suriye’nin güney ve kuzeyine hakimiyet
için aralarındaki mücadelelerden doğan karışıklık ve dağmıklıkdan
istifade ediyorlardı.
Bedrü’l-Cemâlî, daha sonra kuvvetlerini süratle harekete geçir­
di ve pek çok şehri istilâ etti. Selçuklular arasmdaki parçalanma,
Sultan Melikşah’ın ölümünden (485/1092) sonra15 çok hızlandı.
Selçuklular, Melikşah’m yerine tahta kimin geçeceği hususunda an­
laşmazlığa düşmüşlerdi. Bu arada kardeşi Tutuş da saltanatı ele ge­
çirmek amacıyla harekete geçti; Haleb emiri Aksungur ve AntakyaHarran16 askerlerinin yardımıyla bazı yöreleri ele geçirdi. Fakat ye­
ğeni Berkyaruk ona karşı çıktı. Haleb emiri Aksungur ve Harran
emiri Nureddin Bozan da Berkyaruk’a katıldılar. Tutuş Dımaşk’a
geri dönmek zorunda kaldı ise de daha sonra Aksungur’u 487/1094
de kendi önünde öldürterek ondan intikamım almış oldu. Tutuş bu
defa Haleb, Harran ve Urfa’yı istilâ etti. Ancak Berkyaruk ikinci
defa amcasma karşı harekete geçti. 488/1095 de onu mağlub ve
katletti17. Böylece tek başına sultan oldu. Ancak Tutuş’un ölümün­
den sonra oğlu Rıdvan Haleb’in hakimiyetini eline geçirdi. Diğer
oğlu Dukak da Dımaşk’da bağımsızlığını ilân etti. Bu arada Du­
l l Îbnü’l-E sîr, el-B âhir, s. 8.
12 Îbnü’l-E sîr, el-B âhir, s. 6. ez-Zehebî, D üvelü’ l-İslâm , H , s. 7.
13 Îbnü’l-E sir, aynı yer.
14 ez-Zebebî, a.g-.e., n , s. 8.
15 tbnü’l-E sîr, el-B âhir, s. 10.
16 Îbnü ’l-E sîr, a.g.e., s. 13.
17 îb n H allikân, V efe y â tu ’l-A ’yân, VI, s. 238, el-M akrîzî, İtti’âzu’ l-H unefâ,
n , s. 329; M uham m ed H am di el-M ınâvî, el-V ezâ retu v e ’ l-V u zerâ ji’ l-A sri’ l-F âtım î, M ısır 1970, s. 271.
142
A B D Ü L K E R ÎM Ö Z A Y D IN
kak’ın annesiyle evlenen Emîr Tuğtekin Dımaşk’da yönetime hakim
oldu18. Bu olaylardan pek az önce Bedrü’l-Cemâlî hastalanmış ve
Mısır’da ölmüştü (487/1095). Yerine oğlu el-Efdal Şahinşah geçmiş
ve vezaret görevini üstlenmişti19.
el-Efdal b. Bedrü’l-Cemâlî :
Ebu’l-Kasım Şahinşah el-Melik el-Efdal b. Emîrü’l-Cüyûş Bed­
rü’l-Cemâlî, 458/1066 da Akkâ’da doğmuştur. Babası Ermeni asıl­
lıydı. O, Halife el-Mustansır Billah tarafından iki defa Dımaşk’ın
yönetimiyle görevlendirilmiş, fakat halk kendisine karşı ayaklanın­
ca Akkâ’ya gitmişti20. Bunun üzerine Halife el-Mustansır Billah onu
Mısır’a çağırtmış ve 466/1073’de vezâret makamına getirmişti21.
Bedrü’l-Cemâlî devlet işlerini yoluna koymuş ve siyasi istikran sağ­
lamıştı. Oğlu el-Efdal da devlet işlerinde kendisiyle birlikte çalışmış
ve onun yanında dirayetli bir insan olarak yetişmişti22. Babasının
487/1094 tarihinde vuku bulan ölümü üzerine de Mısır’da vezirlik
görevini üstlenmişti23. Bundan sonra herkes onun görüşüyle hareket
etmiş ve emirlerine uymuştu.
el-Efdal daha sonra nüfuzunu Suriye’de yaymak amacıyla ha­
rekete geçti. O sırada Suriye’nin pek çok şehrinde Selçuklular hakim
olduğundan Fâtımî propogandası yapılamıyordu2,1. Selçuklularla mü­
cadeleye giren el-Efdal Suriye şehirlerinde Fâtımî nüfuzunu yeniden
tesis etmek amacıyla pekçok teşebbüsde bulunduysa da başarılı ola­
madı. İşte tam bu sırada Haçlı birlikleri doğunun kapılarını çalmaya
başlamıştı. Her ikisi de ansızın ortaya çıkan bu tehlikenin büyüklü­
ğünün farkında olmadıkları gibi haçlılara engel olmak için işbirliği
yapmak hususunda samimi değillerdi.
18 ez-Zehebî, D üvelü’ l-İstâm , n , s. 17.
19 İb n H allikân, a.g.e., V I, s. 238, el-M akrîzî, a.g.e., II, s. 329; M uham m ed
Ham di, a.g.e., s. 271.
20 el-M akrîzî, Itti’âzu’ l-S u n efâ , s. 329.
21 İbn H allikân, V efe y â tü ’ l-A ’ yan, VI., s. 237.
22 İb n H allikân, a.g.e., V I, s. 238.
23 el-M akrîzî, Îtti’ âzu’ l-H unefâ, H , s. 329-332.
24 el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 27. E bu ’l-M ehâsin, en-N ucûm ü’z-Zâhira, V,
s. 145. el-M akrîzî, 495 yılı (1101-1102) olaylarında Fâtım îlerden bahsederken
şöyle der: «D evletleri ken di içlerinde a y rılığ a düştü, g ü çleri zayıfladı, Suriye’­
nin b ir ç o k şehrinde F âtım î propogandası son a erdi. Su riye beldeleri Ir a k ’dan
gelen Türklerle H açh lar arasında paylaşıldı».
EL -E F D A L , b. B E D R Ü ’L -C E M Â L Î
143
Bu arada haçlılar Anadolu’yu geçip Suriye’ye indiler. Haleb ha­
kimi Rıdvan b. Tutuş, el-Efdal Şahinşah’a bir sefaret heyeti gön­
derdi ve Dımaşk’ı kardeşi Dukak’ın elinden almak üzere asker gön­
dermesi halinde hutbeyi Mısır Fatımî halifesi el-Musta’lî Billah adı­
na okutacağını büdirdi25.
Haçlıların öncü birlikleri Şahinşah el-Efdal’m vezir olmasından
3 yıl sonra 490/1097 yılında Boğaziçi’ne vardılar. Daha sonra İz­
nik26, Maraş27 ve birçok önemli kaleyi işgal ettiler. Sonra hepsi, An­
takya önünde toplandılar ve 9 ay boyunca şehri kuşattılar. 491 yılı
Receb ayının ilk günü (3 Haziran 1098) şehri zabtettiler28.
Kudüs’e gelince; burası Kmîr Artuk’un 484/1091’de29 ölümün­
den sonra iki oğlu İlgazi ve Sökmen’in eline geçmiş ve 491/109830
yılma kadar onların egemenliğinde kalmıştı. Bu yılın (491) Şaban
aymda (M. 1098 Temmuz) Efdal Şahinşah, Kudüs’ü bu iki emirin
elinden almak için kalabalık bir orduyla Mısır’dan yola çıktı31.
Bu olay Antakya'nın düşmesinden bir ay sonra oluyordu. İlgazi
ve Sökmen şehri teslim etmeyi reddedince 40’dan fazla mancınık
kurarak şehri muhasara altına aldı. Kuşatma 40 gün sürdü. Sonun­
da Fatımî orduları surların bir bölümünü yıkıp şehre girdi. Kudüs
Mısır halifesinin eline geçti. el-Efdal şehre İftiharü’l-Devle’yi vali
tayin etti32. Efdal’in ordusu Askalan’a, oradan da Mısır’a döndü.
Haçlı reisleri de Efdal’m Mısır’dan yola çıktığı ayda yaptıkla­
rı toplantıda aynı şekilde Kudüs’ün işgaline karar vermişlerdi33.
Haçlı birlikleri güneye doğru harekete geçtiler ve daha sonra Efdal
25 el-M akrîzî, a.g.e., HE, s. 19. E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V IH , 158.
26 Fulcherius C am oten sis, A H istory o th e E xp ed ition to Jerusalem ,
Translated b y F. R ita, N ew y ork 1973, s. 82-83; V illerm us Tyrensis, A H istory
o f D eed s D on e B eyon d th e Sea, U .S.A . 1943, s. 165-166; E bu’l-M ehâsin, a.g.e.,
V, s. 146.
27 Fulcherius C am oten sis, s. 89; Villerm us Tyrensis, s. 177.
28 Fulcherius C am oten sis, s. 99; Villerm us Tyrensis, s. 260; ez-Zehebî,
a.g.e., II, s. 19; el-M akrîzî, a .g.e., HE, s. 27. E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V , s. 147.
29 İb n H allikân, a.g.e., f l , s. 105.
30 B u tarih 489/1096 olm alıdır (Ç eviren ).
31 İb n H allikân, a.g.e., n , s. 104.
32 el-M akrîzî, a.g.e., HE, s. 22, ez-Zehebî, a.g.e., H, s. 20-21. E bu ’l-M ehâsin,
a.g.e., V, s. 159.
33 Fulcherius C am oten sis, s. 113.
144
A B D Ü L K E R ÎM Ö Z A Y D IN
ve ordusunun bulunduğu Kudüs’e yöneldiler. Yol boyunca Suriye
şehirleri ve sahilleri bir biri ardından haçlıların ellerine geçti.
Maarratu’n-Nu’man, Hısnu’l-Ekrad34, Antartus35, Arka36 hep düştü­
ler. Trablus hakimi Fahrü’d-Devle b. Ammar da haçlılara boyun
eğdi37. Haçlılar 492 yılı Receb ortalarında (1099 Haziran)38 Remle’ye
vardılar.
Kudüs halkı haçlıların kendi şehirlerine doğru yola çıktığını
duyunca büyük bir korku içine düşmüşlerdi. Şehirlerini korumak
için yardımlaşmaya ve haçlılara karşı koymak için hazırlık yapma­
ya başladılar. Ayrıca haçlılar karşısmda aynı şekilde dehşete düş­
müş olan civardaki halk da Kudüs’ü savunanlara yardımcı olmak
amacıyla takviye kuvvetleriyle birlikte yiyecek v.s. de getiriyor­
lardı39.
Tarihçi Villermus Tyrensis şöyle der :
«Halk şehri savunmak ve onu korumak için büyük çaba harca­
dı. Surlara ve burçlara çıkıp bizim ordumuzun her hareketini gözet­
lemeye başladı»40. Bütün bunlara rağmen haçh orduları 40 gün sü­
ren kuşatmadan sonra 22 Şaban 492 (15 Temmuz 1099) da Kudüs’e
girdiler41. Şehrin içinde bulunan bütün müslüm anlan öldürdüler42.
34 H ısnu’l-E krad, H ınıs ile Trablus arasında m üstahkem b ir kale (L e
Strange, F ilistin fi’ l-Ahdi’ l-lslâm î, s. 320).
35 A n ta rtu s: K ü çü k bir şehir. D eniz kenarında H ım s’ın lim anı olup çok
sağlam surları vardır. E rva d adası d a A n ta rtu s’a y a la n bir yerdedir (îdrisi,
N ü zh etü ’ l-M üştak, Bonn, 1885, s. 20).
36 A r k a : Trablus yakınında deniz ken arm da m am u r b ir şehir (Îdrîsî,
a.g.e., s. 18).
37 F u lcherius C am otensis, s. 138, Villerm us T yrensis, s. 330, E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V, s. 179.
38 el-M akrîzî, I, s. 233, Said  şır, el-H a rek etu ’s-S a libiyye, I, s. 233.
39 Villerm us Tyrensis, s. 349.
40 A y n ı eser, s. 354.
41 Fulcherius C am oten sis, s. 121. ez-Zehebî, n , s. 21, M akrîzî, m , s. 23.
E bu ’l-M ehâsin, V, s. 147. A y rıca bk. V illerm us Tyrensis, s. 368. îb n H allikân
da şöyle der: E fd a l K udüs’ü teslim aldı v e o ra y a kendi adam ım vali tayin etti.
İçindekilerin h açh la ra k a rşı k oy a ca k gücü yoktu. 492 y ılı Şaban ayın da (1099
Tem m uz) h açh la r k ılıç zoru y la şehri aldılar. E ğ er K udüs A rtu k lu lar’ın elinde
kalm ış olsaydı m u h akk ak ki, müslüm anlar için ç o k iy i olacaktı. E fd a l pişm an­
lığın fa y d a verm eyeceği b ir v a k itte pişm an oldu ». V efe y â tu ’ l-A ’ yân , V I, s. 242.
42 Villerm us Tyrensis, s. 371.
E L -E F D A L b. B E D R Ü ’L -C E M Â L Î
145
Haçlılar şehre girince halkın bir kısmı Mescid-i Aksâ’ya saklanıp
korunmak istediler. Fakat haçlılar buraya da girdi, kadın ve çocuk
demeyip 10.000 müslümanı şehid ettiler»43.
Birinci haçlı seferine katılmış olan Haçh tarihçisi Fulcherius
Cornotensis şöyle diyor: «Ayaklar topuklara kadar kana batıyor­
du»44. Villermus Tyrensis de şöyle der: «Ölenlerin korkunç rakamını
tesbit etmek mümkün değildi. Her taraf ölenlerin kanlarıyla sıvan­
mıştı. Zafer sarhoşluğu içindeki haçlıların görünüşleri de korkunçtu.
Çünkü onlar da baştan ayağa kadar kan içindeydiler. Onların bu
manzarası, bakanlara dehşet ve korku saçıyordu»45.
îslâm tarihçisi İbnü’l-Esîr ise şöyle diyor: «Haçlılar Mescid-i
Aksâ’da 70 bin kişiyi öldürdüler. Bunlar arasında 10 bin kadar f akih
ve bilgin vardı. Kubbetüs-Sahra’da 120 altm kandile ilâveten ağır­
lığı 14 bin dirhem olan 40 gümüş kandili de yağmaladılar. Sayıla­
mayacak kadar çok mal ele geçirdiler»43.
Suriye’deki emirler haçlıların Antakya önlerine gelmesinden
beri büyük bir üzüntü içindeydiler. Abbasî halifesi el-Mustazhir Billah’a mektup gönderip yardım istediler. Aynı şekilde Selçuklu sul­
tanı Berkyaruk’dan da Suriye halkına yardım taleb ettiler47. Haleb,
Dımaşk, Musul, Mardin, Sincar48 emirleri cihad için ordu hazırlamak
üzere harekete geçtiler. Antakya önlerine inip haçlıları kuşattılar.
Sultan Berkyaruk da kuvvetler hazırlayıp Suriye’ye şevketti49. Fa­
kat ne yazık ki, Suriyeli emirler arasında tam bir ittifak sağlana­
madı. Aralarında ayrılık çıktı ve birbirleriyle çekişmeye başladılar.
Öte yandan Berkyaruk ile kardeşleriarasmda taht kavgaları çıktı.
Birçok savaş ve hadiseler oldu50. Bu yüzden Suriyeli emirler haçh
kuvvetleri karşısında başarı kazanamadılar. Bu sırada müslümanlar
yeterli mâlî ve askerî güce sahiptiler. Kendi arazilerini olduğu gibi
43 Fulcherius Carnotensis, s. 121, Villerm us Tyrensis, s. 371, 392.
44 Fulcherius Carnotensis, s. 122.
45 Villerm us Tyrensis, s. 372.
46 İbnü’l-E sîr, el-K âm il, VTEE, s. 189. A y rıca bk. ez-Zehebî, a.g.e., H,
s. 21, el-M akrızî, m , s. 23.
47 E bu ’l-M ehasin, en-N ücûm u’ z-Zâhira, V , s. 148, 161.
48 Sincar: el-C ezire yöresinde M usul’a 9 günlük m esafede m eşhur bir şe­
h ir (Y ak u t, m , s. 262).
49 E bu ’l-M ehâsin, V , s. 161.
50 İbnü’l-E sîr, el-K âm il, VTH, s. 190-193. E bu ’l-M ehâsin, V, s. 162-167.
146
A B D Ü L K E R ÎM Ö Z A Y D IN
komşularının arazilerini de haçlı saldırılarma karşı koruyacaklarına
inanıyorlardı51. Sonunda Efdal 20 bin kişilik bir kuvvetle harekete
geçti. Orduya bizzat kendisi kumanda ediyordu. Efdal haçlıların ku­
şattığı Kudüs’e değil Askalan’a52 doğru yola çıktı. Fatımî ordusu an­
cak 14 Ramazan (Ağustos) da53. Askalan’a ulaşabildi. Halbuki bun­
dan 20 gün önce haçblar Kudüs’ü ele geçirmişlerdi.
Şimdi burada Efdal’in haçlı seferinin başlangıcından beri nasıl
bir rol oynadığını sormamız gerekir. Gerçekten onun durumu şüphe
uyandırıcı, gizli-kapah, kuşku ve dehşete düşürücü mahiyettedir. Bu
yüzden çağdaş müslüman tarihçiler onu kusurlu bulmakta ihmalci­
likle itham etmektedirler.
Tarihçiler içinde bu olaydan en müsamahakâr ifadeyle bahs eden
Ebu’l-Mehasin şöyle der: «Efdal Mısır ordusunu vaktinde harekete
geçirmedi. Mâlî ve askerî gücü olmasına rağmen onun böyle hare­
ket etmesinin sebebini anlıyamıyorum54.
Şurası muhakkak ki, haçlıların zafer kazanmasında ve Kudüs’e
girerek hedeflerine ulaşmalarında ve Suriye şehirlerinin büyük bir
kısmım ele geçirmelerinde en büyük faktör Efdal’in bu tutumudur.
Haçlı orduları Antakya’yı kuşatırken Efdal, kuvvetlerini Sur’a
gönderdi ve orayı aldı55. Sonra aynı yıl Rıdvan ile ittifak yaptı ve
Rıdvan onun emrine girdi. Mısır’da vaziyet gayet sakindi. Ayrıca
elindeki bol imkânlarla ordu sevkiyatma da kadirdi. Efdal’in askeri
gücünün mevcut olduğuna dair en büyük delil o günlerde yani, Haç­
lılar Kudüs yolunda iken Kudüs’ü Artukoğlu İlgazi ve Sökmen’den
geri almakta gösterdiği başarıdır. O, Haçlı kuvvetlerinin gelmesini
ve onlara karşı koymayı beklemek yerine Kahire’ye dönmeyi tercih
etti. Sonra Haçlı kuvvetlerinin sayısı tarihçüerin abarttıkları kadar
büyük değildi. Villermus Tyrensis şöyle diyor: «Kudüs çevresinde­
ki haçlı kuvvetlerinin sayısı 1500 süvari ve 20 bin piyadeden ibaret­
51 E bu ’l-M ehasin : E fdal, mâlî, askerî v e silâh, g ü cü yerin de olduğu halde
n için onlara k arşı ç ık m a d ı?» diyor. E n-N ücüm ü’ z-Zâhira, V , s. 179-180.
52 F ulcherius C am otensis, s. 125.
53 el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 24.
54
E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V, s. 147.
55
E bu ’l-M ehasin, a.g.e., V, s. 159.
56
Villerm us Tyrensis, s. 349. Y eni araştırm alara g ö re birinci h açlı seferi
sırasm da h açh ordularının sayısı 4000-4500 süvaridir. Ordunun dağılım ı:
G o-
E L -E F D A L b . B E D R Ü ’L -C E M Â L İ
147
tir»56. Yine bu sırada haçlılara karşı ordu teçhiz etmek ve gönder­
mek için uzunca vakit vardı. Zira haçlılar Boğaziçi sahillerinden
Kudüs’e varıncaya kadar 2 yıl harcadılar. Şüphe yok ki Efdal haçlı­
ların hedeflerini ve takib edecekleri yolu çok iyi biliyordu. Haçlılar
gayelerine ulaştıkları halde o hâlâ hayret ve tereddüt içindeydi. Bu
yüzden birçok tarihçi onu hiyanetle suçlamaktadır, işaret ettiğimiz
gibi hadiseler onun haçhlara yardımcı olduğu ve İslâm topraklarını
işgalini kolaylaştırdığını teyid eder mahiyettedir. Peki Efdal’i bu
şekilde davranmaya iten faktörler ne idi?
Efdal haçlıların Suriye’ye geldiğini biliyordu. Nitekim İbnü’lEsîr bu hususu açıkça ifade eder57. O haçlıların Suriye’ye gelmesin­
den itibaren Suriye şehirlerini veya bir bölümünü kendi hakimiye­
tine dahil etmek, düşmanları olan Selçuklularla Abbâsîler’e darbe
indirmek için her fırsatı ganimet bildi. Taraflar arasındaki siyasi
mücadele ve mezhep çekişmeleri beldelerin zayıflamasıyla sonuçlan­
dı. Aynı şekilde Suriye şehirlerindeki çekişmeler ve mücadeleler de
bunda büyük bir etken oldu. Sonunda hepsi yaklaşan bu korkunç
tehlikeyle karşılaşmaktan korktu. Savaşan haçlı birliklerinin sayısı
müslümanların onlar karşısmda aciz kalacağı ve mağlub olacağı ka­
dar çok değildi. Ebu’l-Mehâsin buna rağmen müslümanların yenil­
melerini hayretle karşılıyor: «Tuhaftır ki, haçlılar müslümanlara
saldırıya geçince açlık ve yiyecek yokluğundan dolayı son derece
güçsüzlerdi. Hatta leş yiyecek haldeydüer. Halbuki İslâm orduları
gayet güçlü ve kuvvetliydi. Buna rağmen onlar müslümanlârı yen­
diler. Topluluklarını dağıttılar»58. Bu durum bizi, müslümanların
manevi güçlerinin zayıfladığı, cihad ve şehidliğe rağbetinin azaldığı
düşüncesine götürüyor. Bunun sonucu haçlılar Mescid-i Aksâ’da müslümanları koyun boğazlar gibi boğazladılar. Hatta bizzat Suriyeli
defroi 1000 süvari, R ob ert de la N orm andia 1000 süvari, R aim on d de Toulouse
1000 süvari, B ohem und 500 süvari, P iyadelerin sayısı ise 26.000 kişidir. Bk.
M artin E rbstosser, T he C ru sad es; Translated F rom G erm an by. C.S. Salt London, 1979, s. 91.
57 İbnü’l-E sîr: «M ısır’ın şiî halkı, Selçukluların G azze’y e k ad a r Suriye
beldelerini ele g eçirip yerleşm eye başladığım ve karşılarında h iç b ir engel k al­
m adığım , A tsız ’m da M ısır top rakların a girip K ahire’y i ku şatm a ya başladığım
görü nce F ran k lara haber gönderdiler ve o n la n Suriye’ye gelip yerleşm eye da­
vet ettüer» diyor. el-K âm il, VWC, s. 186.
58 E bu’l-M ehâsin, V , s. 148.
A B D Ü L K E R lM Ö Z A Y D IN
143
emirler çok kötü vaziyetlere düştüler ve aralarmdaki ihtilaf ve çe­
kişmeyi bir kenara itip birleşemediler. Haçlılar Maarratu’n-Nu’mân’ı
abnca Hıms emiri Cenâbü’d-Devle Hüseyin onlarla anlaşma yaptı59.
Trablus hâkimi İbn Ammâr da bir elçi gönderip barış yapmak
istedi. Birçok değerli hediyeye ilâveten 15 bin altın parçasmı haçlı
reislerine takdim etti. Ayrıca yiyecek de verdi. Elindeki bütün hıristiyan esirleri de iade etti60. Beyrut emiri de onlara erzak verdi ve
anlaşmak istedi. Lübnan'ın Sayda ve Sur gibi diğer şehirleri haçlı­
lara zorluk çıkarmadılar61. Hatta onlarla anlaşmak ve dostça yaşa­
mak istediler. O halde bu aşağüayıcı duruma düşmenin en büyük
sebebi bütün müslümanlan çevresinde toplayabilecek bir kumanda­
nın yokluğudur. O sırada en güçlü İslâm devleti olduğundan bütün
gözler Mısır’a çevrilmişti. Aslında samimi olsalardı Fâtımîler haç­
lılara karşı koyacak güç ve yeterliğe sahihtiler. Villermus Tyrensis
de bu konuya temasla şöyle der: «Mısır halifesi büyük zenginliği ve
askerî gücü sebebiyle kuvvet bakımından müslümanlarm en güçlü
hükümdarıydı»62. Fakat Efdal’m durumu herkesi şaşırttı. Ebu’lMehasin şöyle der: «Bütün bunlar Mısır halkının haçlılar karşısın­
daki umursamazlığım her yönüyle açıkça ortaya koyar»63. Efdal, or­
dularım haçhlara karşı harekete geçireceği yerde Antakya’yı kuşa­
tan haçlılara bir sefaret heyeti gönderdi. Haçlı kaynakları da bu
konuda şunları yazmaktadır: Efdal haçhlann Antakya kuşatması­
nın uzun sürdüğünü görünce haçlıların gönlüne bıkkınlık ve zaaf gir­
mesinden korktu ve bu yüzden bu elçilik heyetini gönderdi. Haçlı
reislerinden kuşatmayı sürdürmelerini rica etti. Kendilerine askerî
ve yiyecek yardımında bulunacağını bildirdi. Nitekim elçilerini de
haçh reislerinin gönüllerini kazanmaya ve dostane münasebetler te­
sis etmek amacıyla anlaşmaya64 memur etmişti. Haçlı reisleri Mısır
sefâret heyetini büyük ikram ve sevgiyle karşıladılar. Onlarla bir­
likte birçok toplantı yaptılar ve Efdal’in mektubunu onlardan tes­
lim aldılar65. Kaynaklar bu mektubun mahiyeti hakkmda yeterü bü59
60
61
62
63
64
65
el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 123.
Villerm us Tyrensis, s. 329-330.
Pulcherius C am otensis, s. 142.
V illerm us Tyrensis, s. 223.
E bu ’l-M ehâsin, V, s. 179.
V illerm us Tyrensis, s. 224.
A y n ı yer.
E L -E F D A L , b. B E D R Ü ’L -C E M Â L Î
149
gi vermiyor ve bu heyetin ne gibi ittifaklar yaptığı hususuna açık­
lık getirmiyor. Aynı şekilde haçlılar da Mısır heyetiyle birlikte bir
sefaret heyetini anlaştıkları hususları görüşmek üzere Efdal’e gön­
derdiler. Sonra Efdal haçlılara bir başka sefaret heyeti daha gön­
derdi. Haçhlar bu sırada Trablus şehrini kuşatıyorlardı. Villermus
Tyrensis bu defaki heyetin götürdüğü mektupların muhteva ve mev­
zu itibariyla Antakya’ya gönderilen mektuplardan farklı olduğunu
söylüyor60.
İslâm doğuda hâkim olan vaziyete dair yaptığımız bu tedkikden
sonra Efdal’in Suriye’deki Selçuklu Türklerine kesin bir darbe in­
dirmek üzere bir ittifak sağlamak amacıyla haçlılara elçi gönder­
diğini söyleyebiliriz. Villermus şöyle der: Haçlıların Antakya’yı ku­
şatmaları Efdal’i çok sevindirdi ve Türklerin topraklarının bir kıs­
mını kaybetmelerinin kendisi için büyük bir yardım olacağını dü­
şündü67. Görünen odur ki, Efdal haçlılarla kendi ülkesine saldırma­
maları şartıyla ittifak yapmıştı. Buna karşılık onlara sadece Türk­
lerin elindeki yerleri işgal etme müsaadesi vermişti. Onun haçlıla­
rın Antakya’yı kuşattığı sırada Kudüs’ü ele geçirmek amacıyla ha­
reket etmesi de bunu teyid eder. Aynı şekilde Kudüs’ü zabtedip ora­
ya kendi adamını tayin ettikden sonra haçlıların kendisine engel ol­
mayacağını bildiğinden gönül rahatlığıyla Mısır’a geri dönmüştü.
Zaten bu husus haçlılarla imzaladığı anlaşmada da mevcuttu. Haç­
lılar ittifak dolayısı ile elde ettikleri yardımdan dolayı sevinç için­
deydiler. Güneye doğru saldırılarını sürdürdüler. Haçhlar Trablus’u
muhasara ederken Efdal başka bir sefaret heyeti gönderdi ve yap­
tıklarından dolayı onları tebrik etti. Selçuklularla Abbâsîleri sıkış­
tırmalarını ve daha çok Selçuklu toprağını işgal etmelerini, Türkle­
rin gururlarını kırmalarını istedi68. Onlara karşı iyi niyetini isbat
etmek, onlarla yardımlaşmaya hazır olduğunu göstermek amacıyla
ve yaptıklarına bir nevi mükâfat olsun diye onlara yeni imtiyazlar
bağışlayacağını söyledi. Ayrıca o Kudüs’ü silâhsız olarak ziyaret
edecek olan hacılara müsamaha gösterecekti. Her hacı kafüesi 200300 kişi olacaktı. Efdal, hacıları hac merasimini ifa ettikden sonra
66
67
68
A .g .e., s. 225.
A .g .e., s. 223.
A .g .e., s. 226.
150
A B D Ü L K E R İM Ö Z A Y D IN
salimen iade etmeye de söz verdi69. Haçlılar bu mektuba sevindiler.
Bu onlar için büyük bir kolaylıktı. Haçlılar heyet üyelerini Mısır’a
dönmeye zorladıklarında aşağıdaki cevâbî mektubu da gönderdiler:
«Önceden hazırlanan plâna uygun olarak bütün ordu küçük birlik­
ler halinde Kudüs’ü ziyarete gitmeyi kabul etmeyecek, bilakis bir­
lik ve beraberlik içinde hücuma geçecektir»70.
Bu durum haçlıların görüşünü açıkladığı gibi onların Efdal üe
yapmış oldukları anlaşmanın da bozulması manasını taşıyordu. Bu­
nun sebebi müsliiman doğu ve Suriye beldelerinde meydana gelen
olaylardı. Antakya’da kazandıkları zafer onları hedefe doğru ilerle­
meleri ve gayelerini gerçekleştirmeleri hususunda cesaretlendirmişti.
Ayrıca Suriye beldelerindeki durumu iyice öğrenmiş, müslümanlar
arasmdaki parçalanma ve ayrılıkların şiddetlendiğini, Selçuklu kuv­
vetlerinin aralarındaki ihtilaflar yüzünden birbirleriyle uğraştığını
ve kuvvetlerinin dağıldığını anlamışlardı. Villermus Tyrensis de bu
görüşü teyid ederek şöyle der: «Bu değişiklik, bizim Antakya’da ka­
zandığımız zafere ilâveten Türklerin içinde bulunduğu tehlikeli va­
ziyetin bir sonucuydu71. Efdal’e gelince, onun durumu ve haçlılarla
nasıl yardımlaştığını yukarıda görmüştük. Bu yüzden haçlılar Efdal
ile yaptıkları bütün ittifakları bozdular ve süratle Kudüs üzerine
saldırıya geçtiler. Sonunda şehri zabtettüer. Bu sırada Efdal yavaş
yavaş Askalan’a doğru yol alıyordu. 492 yılı Ramazan ayında (Ağus­
tos 1099)72 oraya vardı, Efdal Askalan’dan haçlılara gönderdiği
mektupta onları yaptıklarmdan ve anlaşmayı bozduklarından dolayı
şiddetle kınıyordu73. Buna karşüık haçlılar elçüerin izini takiben
yola çıktı ve Gazze önlerinde Efdal ile karşılaştılar. Ordusuna sal­
dırıp birçok kişiyi öldürdüler74. Efdal Askalan’a sığındı. Haçlılar
onu kuşattılar. Fakat şehre giremediler ve Kudüs’e geri döndüler75.
Askalan 548/1153-54 yılına kadar Fâtımîlerin elinde kaldı. Bu da
69 A .g.e., s. 326.
70 A .g .e., aynı yer.
71 A y n ı yer.
72 el-M akrîzî, Îttiazu ’ l-H unefâ, İÜ , s. 24.
73 el-M akrîzî, a .g.e., UT, s. 24.
74 A y n ı yer. A y r ıc a bk. F ulcherius Carnotensis, s. 127.
75 İbnü’l-K alânisî, Z ey l Tarihi D ım aşk, B ey ru t 1908, s. 137. el-M akrîzî,
a.g.e., IH , s. 24. ez-Zehebî, E fd a l'in haçlılara bü yü k ça p ta m âlî yardım da bu­
lunduğunu, onların da K udüs’e hareket ettiğini söyler ( D üvelü’ l-lslâm , n , s. 21).
E L -E F D A L , t). B E D R Ü ’L-C E M Â L Î
151
Fâtımîlerin gerçekten askerî güce sahip olduklarını gösterir. Fakat
onlar haçlılara karşı ciddî bir harekete geçmediler.
Bundan sonra bütün Suriye ve Filistin şehirleri haçlılara boyun
eğdi ve bu şehirlere giden bütün yollar açıldı. Haçlılar artık Efdal’den ve ordusundan korkmaz oldu. Ayrıca Filistin ve Suriye’nin bü­
tün şehirlerine hâkim olmak arzuları daha da kuvvet kazandı. Su­
riye halkı ise Fâtımîlerin kendilerinden yüz çevirdiğini ve onlardan
artık bir fayda gelmeyeceğini anladılar. Bu da azimlerinin kırılma­
sına sebep oldu. Selçuklular da bu konuda Fâtımîlerden fazla bir şey
yapmadılar ve haçlılarla savaşa girmediler. Hatta bazı kumandan­
lar birbirleri aleyhinde haçlılarla işbirliği yaptılar. 493 yılı ortala­
rında (1100 başlan) haçlı resilerinden büyük bir kısmı ülkelerine
döndü. Suriye sahili ve Filistin’de 300 süvari ve 2000 piyadeden
ibaret sayılan sınırlı bir haçh kuvveti kalmıştı76. Buna rağmen böl­
gedeki müslüman ahali onlan yerlerinden atmak için harekete geç­
mediler. Arap doğuda en büyük devlet olan Fâtımîlerin veziri Efdal
haçlıların elindeki topraklan geri alacak veya en azından onları sı­
kıştırıp Filistin’deki merkezlerini yerle bir edecek imkâna sahip ol­
duğu halde bunu yapmadı. Arsuf, kendisinden yardım isteyince E f­
dal 493 yılı Rebi I. ayında (Şubat 1100) 300 piyadeyi geçmeyen kü­
çük bir birlik göndermişti. Fakat bu kuvvet ihtiyaca yetmedi. Halk
şehri haçlılara teslim etmek zorunda kaldı. Onlar da müslümanları
oradan çıkardılar77. Bizi dehşete düşüren bir diğer husus da haçlı­
ların azıcık kuvvetlerine rağmen Filistin’in büyük bir kısmım elle­
rinde bulundurmalarıydı. 493/1100’de Kaysariyye’yi işgal ettiler78
ve halkını kılıçtan geçirip buldukları herşeyi yağmaladılar79. Mısır­
lıları da Askalan’da mağlub ettüer. Sonra Kudüs’ün muhafızı
Godefroi, Yafa limamnı tamir etmeye ve sağlamlaştırmağa başladı.
Bu durum Mısır'ın Filistin sahilindeki topraklarıyla irtibatını kesti.
Avrupa gemileri Yafa’ya gidip gelmeye başladı. Ticaret canlandı80.
Orayı Kudüs’ün Akdeniz kıyısındaki bir limanı haline getirdiler. 494
76
Pulcherius Cornetensis, s. 150, Villerm us Tyrensis, I, s. 408.
77
İbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 139. el-ÎMakrîzî, a.g.e., TTT, s. 26.
78 Fulcherius C am oten sis, s. 152. K ay sa riy ye 17 M ayıs 1101 tarihinde
K ral B oudouin tarafın dan alınm ıştı (çev iren ).
79
80
İbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 139. el-M akrîzî, ayn ı yer.
Fulcherius C am oten sis, s. 149.
A B D Ü L K E R İM Ö Z A T D IN
152
yılı Şevval ayında (Ağustos 1100) Hayfa da haçlıların eline düştü.
Şehir sakinleri kılıçtan geçirildi81. Hayfa önemli bir ticaret limanıydı.
O halde Efdal’in durumu son derece şaşırtıcıydı. Onun Suriye
şehirlerine yardım için gönderdikleri hiçbir işe yaramadı. Hatta
Ebu’l-Mehâsin «Onun kuvvetleri birkaç teşebbüste bulunmalarına
rağmen Suriye beldelerindeki durumu hiçbir etki yapmadılar. Çün­
kü Efdal’in haçlılarla çarpışmak üzere gönderdiği kuvvetler çok za­
yıftı» demekle bu gerçeği teyid ediyor82.
Mısır donanmasına gelince onun da kayda değer bir etkisi ol­
madı adamlarının ve silâhlarının azlığı yüzünden Suriye şehirlerine
yardımcı olamadı83.
Haçlılar 497 yılı Ramazan aymda (1104 Mayıs-Haziran)84 Akkâ’yı elegeçirdiler. 502 yılı Zilhicce aymda da (1109 Temmuz) Ku­
düs kralı Baudouin I. Trablus’u kuşatmakta olan Antakya hâkimi
Bertrand de Toulouse’a85 yardıma gitti ve 7 yıl süren kuşatmadan
sonra haçlılar şehri ele. geçirdiler. Malları yağmalayıp erkek, kadın
ve çocukları esir aldılar86. Efdal’in donanması Trablus’a yardım ede­
medi. Ebu’l-Mehasin Efdal’den şöyle söz eder: «Eğer o donanmayla
birlikte asker de gönderseydi yine de birşey değişmeyecekti». Fâtımîlerin zaafı yüzünden geri kalan bütün sahil şehirleri de haçlıların
eline düştü. 503 yılı Şevval ayında (1110 Mayıs) Beyrut da düştü.
504 yılı Cumada H. aymda (1110Aralık)Sayda teslim oldu.
Bura­
da oturan halkın büyük bir kısmı Dımaşk’a göç etti88. Fakat Sur
şehri müstahkem olduğu için uzun müddet dayandı. Ancak Mısır ve­
ziri el-Me’mun el-Batâihî yardım göndermekte geç kahnca 518 yılı
Cumada H. aymda (1124 Temmuz-Ağustos) teslim olmak zorunda
kaldı90. Dışarı çıkamayacak durumdaki güçsüzler hariç, halkın ta­
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
el-M akrîzî, a.g.e., V, s. 179.
E bu’l-M ehâsin, a.g.e., V , s. 179.
el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 44.
el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 34.
A n ta k y a princepsi T an cred idi (çev iren ).
İbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 163. el-M akrîzî, a.g.e., UT, s. 44.
E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V , s. 178.
İbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 171, el-M akrîzî, a.g.e., IH , s. 46.
el-M akrîzî, a.g.e., m , s. 107.
İbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 211, E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V, s. 170-183.
E L -E F D A L ,b. B E D R Ü ’L-C E M Â L Î
153
mamı şehri terketti. Bir süre Dımaşk’da kaldıktan sonra Suriye’nin
diğer şehirlerine dağıldılar. Böylece Filistin sahilinde Fâtımîler’in
elinde Askalan dışında hiçbir şehir kalmadı.
Bu husus Selçuklu ve Fatımî kuvvetlerinin Suriye sahillerindeki
vaziyetinin olduğu kadar genel olarak İslâm dünyasının içinde bu­
lunduğu durumu da gösterir ki, İbnü’l-Kalânisî 495 (1101) yılı ha­
diselerini anlatırken bunu çok güzel tasvir eder: «Bu yü Horasan,
Irak ve Suriye halkıyla ilgili olarak gelen haberler onların sürekli
bir çekişme ve düşmanlık, savaş ye fesad içinde olduklarını, valilerin
birbirleriyle uğraşması, ihtilaf ve savaş halinde olmaları yüzünden
halkın korku içinde yaşadıklarını göstermektedir»91. Buna karşılık
haçlıların işgal ettiği şehirlerin durumu nasıldı ? Villermus Tyrensis,
Kudüs ve civarındaki bölge halkının şehirlerini savunmak için ölümü
göze aldıklarını, yiyecek ve erzak taşıdıklarını ve muhasara için ge­
rekli hazırlıkları yaptıklarını anlatırken şöyle der: «Halk şehirlerini
korumak ve savunmak için büyük bir gayret içindeydi. Surlara ve
burçlara çıkıp bizim ordumuzun her hareketini gözetliyordu»92. Haç­
lılar Kudüs’ü işgal ettikten sonra Franklara karşı gösterilen muka­
vemet çok şiddetliydi. Ahali şehirlerinde bir haçlı varlığını kesin­
likle reddediyor, onlarla yardımlaşma ve işbirliğini kabul eetmiyorlardı93. Hatta sahil şehir ve köylerinde oturanlar kendi beldelerini
bırakıp içeriye Ürdün’ün doğusuna veya Dımaşk’a doğru göçettiler.
Böylece Filistin sahillerinde ziraat ^yapılamaz oldu91. Müslüman hal­
kın gösterdiği mukavemet zirveye ulaşmıştı. Remle ile Kudüs ara­
sındaki yola hakim olan müslümanlar haçlıların gidip gelmelerine
engel olmaya başladılar. Villermus Tyrensis bu hareketi «toplu di­
reniş» olarak ifade eder ve şöyle der: «Şehirlerdeki büyük kalaba­
lıklar Remle ile Kudüs arasındaki yolları tehlikeli bir hale soktu­
lar». Boudouin I., Remle ve Kudüs civarmda oturan ahali üzerine sal­
dırıya' geçti. Onları kendi beldelerine haçlıları sokmadıkları ve yol­
lan ellerinde tuttukları için acımasızca cezalandırdı, çok kan döktü.
Filistin’deki toplu direniş hareketi artık iyice alevlenmişti. Filistin
91 Îbnü’l-K alânisî, a.g.e., s. 140.
92 Villerm us Tyrensis, a.g.e., I, s. 354.
93 Fulcherius C am otensis, a.g.e., s. 130.
94 Villerm us Tyrensis, a.g.e., I, s. 409. M üellif F ilistin halkının ziraatı
terkettiğini bu yüzden haçlıların a çlık sıkıntısı çektiklerini söyler.
A B D Ü L K E R ÎM Ö Z A Y D IN
154
ahalisi haçlılara karşı yaptıkları bu mücadele sebebiyle kandilerinden övgüyle bahsederler. Bunlar daha sonra Suriye şehirlerinde faa­
liyet gösteren müslüman kuvvetlere katıldılar. Onlarla kuvvetli iliş­
kileri vardı. Onlara her konuda yardımcı oluyorlar ve Filistin’e gi­
rişlerinde onlara kılavuzluk ediyorlardı. Villermus Tyrensis müslüman-haçlı mücadelesindeki Füistin faktöründen sözederken şöyle
der: «Onlar bizim milletimizin en katı düşmanıydı. Yine onlar düş­
manlarımıza bizi nasıl yok edebileceklerini öğrettiler. Gerçekten on­
lar bunu yapabilecek güçtelerdi. Zira onlar bizim vaziyetimiz hakkın­
da yeterli bilgiye sahiptiler. Bir toplum için eşiğindeki düşmandan
daha tehlikeli bir şey düşünülemez»95.
Burada Filistin ve Suriye halkının haçlı istilâsı karşısında herşeyden vazgeçip bir kenara çekilmediklerini ve güçleri yettiğince
onlara karşı koyduklarını anlıyoruz. Fakat buna rağmen başlarına
gelen felâket, Selçuklular ile Fâtımîler ve Selçuklu emirlerinin biz­
zat kendi aralarmdaki çekişmelerinin bir sonucuydu. Bu mücâdele
İslâm ülkesinin parçalanmasına sebep olmuş, müslümanlar arasın­
daki yardımlaşma duygusu, cihad ruhu ve şehitlik sevgisini yok et­
mişti. Bu yüzden de birinci haçlı seferinde haçlılar karşısında tutu­
namadılar. Ashnda Efdal haçlılarla savaşma hususunda samimi olsa,
onlarla yardımlaşmayıp onların işlerini kolaylaştırmasaydı Suriye
bölgesinde cereyan eden hadiselerin seyrini değiştirecek imkâna sa­
hipti.
Ebu’l-Mehâsin «Efdal’in Mısır’ın işlerine gösterdiği İhtimamı
haçlı istilâsına maruz kalan Suriye için göstermediğini» söyler ve
şöyle devam eder: «Efdal, Suriye sahilleriyle ilgilenmeye haçhlar
bölgenin büyük bir kısmını ele geçirdikten sonra başladı. Ancak iş
işten geçmişti. Son pişmanlık fayda etmedi»96.
Efdal daha çok Fâtımî hanedanının Mısır hâkimiyetine son ver­
mek ve devlete kendi sülâlesinin egemen olmasını sağlamak amacıy­
la çalıştı. Bu ihtirası, onun haçlı tehlikesine karşı mücadeleyi ihmal
etmesine sebeb oldu. Daha kötüsü Efdal Suriye şehirlerini haçlılarla
paylaşmak için onlarla yardımlaştı. Sonunda yeni haçh kuvvetleri
Suriye’nin kuzeyindeki diğer komşu İslâm ülkeleriyle Fâtımîler ara­
sında bir mânia halini aldı.
95
96
Villerm us Tyrensis, a.g.e., I, s. 408.
E bu ’l-M ehâsin, a.g.e., V, s. 153.
MÎNG DEVRİ ORTA-ASYA ÇİN MÜNASEBETLERİ HAKKINDA
BİR KAYNAK ESER, CH’EN CH’ENG SEYAHATNAMESİ,
HAKKINDA BİR KAÇ SÖZ
Gülçin Çandarhoğlu
Çin tarihi boyunca, pek çok elçi, tüccar, hacı Orta Asya’ya gi­
derek bölgeyi tanıtan rapor, hatırat, seyahatnâme yazmışlardır.
Bunların çoğu Orta Asya ve Çin tarihi üzerinde çalışanlar tarafın­
dan iyi tanınmaktadır. Bunlar arasında Hsüen Ch’ang, Wang Yen-te,
Ye-lü-Ch’u Ts’ai, Ch’ang Ch’un adından sık sık bahsedilenlerdir1.
Çinli elçiler genellikle Çin ve komşuları arasındaki anlaşmaz­
lıkları çözümler, uzaktaki devletlerle ticari ve diğer ekonomik mü­
nâsebetleri düzenler, yabancı ülkeler hakkındaki bilgileri Çin sara­
yına raporlar halinde sunarlardı. Bu tür raporlar çok defa devlet
dokümanları ve sülâle tarihlerinde geçmektedir. Çin sarayının bun­
lara sık sık mürâcaat ettiği açıktır. Böylece Çin sarayı ticâretten
ve komşuları ile olan her türlü münâsebetten haberdar olurdu2. Ço­
ğunun batı dillerine bazılarının da türkçeye tercümeleri yapılmış
olan rapor, hatırat, seyahatnâme mahiyetindeki bu eserlerden devir­
lerindeki tarihî coğrafyayı, örf ve adetleri teferruatlı olarak öğrene­
bilmekteyiz.
Ch’en Ch’eng Ming imparatoru Yung-lo tarafından Timurlu
devletinde hükümdar Şahruh’a elçi olarak gönderilmiştir3. Çinliler
komşularına daha ziyade yabancı menşeyli kimseleri elçi olarak gön­
derirlerdi. Fakat Ch’en Ch’eng bu alışkanlığının aksine yerli bir çin­
1 W a n Y en-tê,üzerinde Ö zkan İzgi, Ch’a n g-ch ’un üzerinde L in Ch’in-nan
d oktora çalışm ası yapm ışlardır.
2 R esm i M ing Y ıllıkları.
3 Ch’en Ch’en g elçilik heyeti hakkında İslâm kaynaklarında da b ilg i v a r­
dır.
G Ü LÇİN Ç A N D A R L IO G L U
156
liydi. Kiang-si de doğmuş 1394 de Chin-shih ünvânı ile devlet hiz­
metine girmiştir. Bilhassa Çin’in kuzeybatı bölgesi boylarında da­
nışman olarak çalıştı. An-ting, A-tuan, Ch’ü-Hsien müstahkem mev­
kilerinin kurulmasına yardım etti. Annam Kralı ile Kwang-si balkı
arasmdaki anlaşmazhkları çözmeye memur edildi. Bunlardan başka
Ch’en Cb’eng Din Bakanbğma uzaktan yakından gelen elçilerden
haberdar, devlet ve hükümet işleri ile ilgili bir yerde çabştı4. Ya­
bancı adetleri, davranışları ve yabancılara karşı nasıl muamele edi­
leceğini çok iyi biliyordu. Bu arada birçok yabancı dili de öğrenmiş
olduğunu Çin kaynaklarında kayıt bulmamakla beraber tahmin edebüiriz.
İlk defa 3 şubat 1414’de Çin’den ayrılan Cb’en Cb’eng 30 Ka­
sım 1415’de başkent Pekin’e döndü. Hükümdar Şahruh, başkent He­
rat, diğer ülkeler ve şehirler hakkmdaki notlarını rapor halinde Çin
sarayına sundu. Hatıratı Hsi-yü-hsing-ch’eng-chi (Batı bölgesine
yolculuk yazısı), katettiği yolu ve karşılaştığı zorlukları teferruatı
ile anlatan bir eserdir. Elçi’nin raporu değişik sürelerde kaldığı 17
şehir hakkında bügi verir. Burada anlatılanların çoğu Ming yıllık­
larında da vardır. Fakat orijinal metin 1934 yıhna kadar kayıptı.
1937 yılında Pekin’deki Çin Milli Kütüphanesi tarafmdan fotoğraf
baskı şeklinde neşredilip ilim adamlarının istifadesine sunulmuştur.
Bazı batılı sinologlarm eserlerinde Ch’en Ch’eng ve raporu hakkın­
da tanıtıcı bilgi olmakla beraber metnin tamamının tercürpesi ya­
pılmamıştır.
«Batı Bölgesi Yolculuk Yazısı» adım taşıyan bu raporun heyete
dahil olan Ch’en Ch’eng ve LA Hsien adlı biri tarafmdan müştere­
ken hazırlandığı kaydedilmiştir. Tarafımızdan Çin’ceden türkçeye
tercümesi yapılan bu eser, Ming yıllıklarında mevcut metnin tıpkı
basımıdır. Her yarım varak 9 sütundur. Her sütun 19 kelimedir.
Üzerinde Hsiu-shui’li Chu Bey’e ait Chien-ts’ai -t’an Kütüphanesi
damgası vardır,
Rapor’a göre, Pekin’den hareket eden Ch’ en ve gurubundaki
Li Ta, Li Hsien ile kalabalık yardımcıları Çin şeddinin en batı ucun­
daki Su-chou şehrinden aynhp Çin topraklarından çıktılar. Bir ne­
hir kenarında kurbanlar kesip, «Batı Bölgesi»nin tanrılarına ve ölü­
4
M ing-shlh 332.
CH ’E N C H ’E N G S E Y A H A T N A M E S İ
157
lere adayıp, dua ederek vazifenin başarısını dilediler. Ch’en’m ha­
tıratına Su-Chou’dan Herat’a kadar süren dokuz aylık yolculuğun
hemen her günü kısa kısa kaydedilmiştir. Ch’en öncelikle iklimden,
coğrafî durumdan bahsetmiş, konak yerlerinin isimlerini yazmıştır.
Ara sıra bazı gözlemlerini de genişçe anlatır. Kanaatimizce raporun
ekonomik, ticarî ve kültürel yönlerden oldukça ayrıntılı açıklama­
larda bulunduğu geçiş yolu üzerindeki 17 şehir hakkında verdiği bil­
giler tarihi coğrafya yönünden çok değerlidir.
Rapordaki bilgilerden anladığımıza göre yolcular bazen çöller­
den bazen buz ve karla kaph araziden geçiyorlardı. Suyun bazen kay­
nadığım bazen de donduğunu görüyorlardı. İnsan ve atlar kum fır­
tınasında kayboluyor, donmuş nehirlerin üstünden aşmak zorunda
kalıyor, Orta Asya’nın bu zor şartları altında eski şehir surları ve
Budist tapmakları harabelerinin bulunduğu yerlerden geçiyorlardı.
Rastladıkları sayısız insan ve hayvan iskeleti bu bölgede yolculuk
etmenin tehlikelerini göstermekteydi.
Heyet Su-chou’dan başlayıp, Ming kaynaklarında «Batı Toprak­
larının Kapısı» denilen Hami5 ye ilk durak olarak vardı. Beş gün
dinlendiler. Sonra sırayla Lükçün, Karahoço, Turfan, Beşbalık ve
AJmalık’dan geçtiler6. Issık göl, sahili boyunca isimlerini zikretme­
dikleri bazı yerlerde konakladılar. Tariflerden anlaşıldığına göre bu­
ralar Kulça, Tokmak, Aşpara’dır. Timuri’ler topraklarında ismi açık­
ça zikredilen ilk yerler Yenikent ile iki gün kaldıkları Sayram’dır.
Bir ay içinde hızlı bir yolculukla Taşkent, Şahruhiye ve Semerkand’ı
geçtiler7. Semerkand Çinli elçileri çok etkiledi. Ch’en buranın zengin
pazarlarım ve güzel bir camiyi methederek anlatır. Sonra Timur’un
doğum yeri olan Keş üzerinden Demirkapı, Amuderya kıyısındaki
Termiz Belh’in kuzeyi, Andhui, Malmene, Meruçak (?) dan geçip
Herat’a ulaşarak yolculuklarını tamamladılar (27 Ekim 1414). Ch’en
Ch’eng’m hatıra notları burada bitmektedir. Dönüş yolculuğu hak­
kında günlük tutulmamıştır. Fakat raporun şehirlerden bahseden
5 H a m i d eğişik devirlerde değişik isim lerle anılm ıştır : H a m i= I-c lıo u =
Komul.
6 Bu şehirlerin eski devirleri hakkında Bretschneider H ; 184-186, 189, 225
de b ilg i bulunabilir.
7 M orris R ossabi «S om e A sp ect o f F ifteenth C entury Sem erkand», Cent­
ral A sian R eview , V, N o : 3 (1957).
G Ü L Ç ÎN ÇA N D A iRLIO Ğ LU
158
bölümünden Herat’dan ayrıldıktan sonra Bedehşan-Kaşgar-HotenLobnor yoluyla Çin’e ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
Clı’en’m Herat’da birkaç ay kalmış olması muhtemeldir. Yazık
ki buradaki misafirliğinden bahsetmiyor. Ming başkentine 30 Kasım
1415 de ulaştığım biliyoruz8. Dönüş yolculuğunun da gidiş gibi aynı
sürede tamamlandığı düşünülebilir. Böylece bölgede en azından iki
ay geçirmiş olması lâzımdır. Ayrıca raporda Herat’m coğrafyası,
halkın örf ve adetleri, ziraî mahsullerine dair geniş bilgi verilmek­
tedir. Bu eserin yarısında Herat anlatılır, öbür yarısında Ch’en’m
ziyâret ettiği diğer 16 şehir tanıtılır.
Ch’en Ch’eng’m Çin imparatoruna takdim ettiği elçilik raporun­
da, ekonomik hayat ve yabancı adetler hakkındaki bilgiler ağırlık­
tadır. Bunlar şüphesiz Orta Asya ile ileri bir ticâret yapmak isteyen
Ming için son derece faydalı bilgilerdi. Ch’en resmi bir saray elçisi
idi. Bu sebeple Orta Asya’da bulunduğu sırada Şahruh’la ve öteki
idarecilerle olan münasebet ve konuşmalarından raporuna yazmış
olması gerekir. Fakat ne böyle bir bilgiye ne de Orta Asya’nın as­
kerî vaziyetinin kaydına rastlamıyoruz. Bu durum yabancı akmlardan korkan ve kuvvetli bir müdâfaa kurmak zorunda olan Ming an­
layışı için çok gariptir. Çin sarayının Ch’en’dan seyâhati boyunca
topladığı askerî bilgileri yazmasını istememiş olması imkânsızdır.
Böyle bir raporun neden mevcut olmadığını düşününce «Ch’en top­
ladığı bilgileri İmparator’a sözlü olarak aktaracaktı» veya «Askerî
meseleleri yazdığı apayrı bir rapor Ming arşivlerinde muhafaza edil­
miş fakat resmî saray kroniklerine bu kopye intikâl etmemişti» gibi
sebepler aklımıza gelebilir. Bu durumda da unutulma, kaybolma
veya tahribat da kolaylaşmaktadır.
Bu seferden çok memnun kalan imparator Yung-lo herkesi mü­
kâfatlandırdı. Ve ne zaman Timurlu veya öteki Orta Asya idareci­
leri hakkında bilgisini arttırmak istese «Batı Toprakları» na Ch’en
Ch’eng’ı gönderdi.
Ch’en’m 13 Temmuz 1416’da çıktığı ikinci elçilik seferi de he­
men hemen ilki kadar sürdü. Fakat bu seyahatin sonunda elde et­
tiği bilgileri Çin sarayına ne şekilde sunduğunu bilmiyoruz. Elimiz­
8
M ing-shih, 332.
CH ’E N C H ’E N G S E Y A H A T N A M E S İ
159
de bu konuda bulunmuş yazılı bir belge yok. Çin kaynaklarından
fazla bir bilgi elde etmemekle beraber, Timur devri tarihçilerinde
bu elçinin gelişi, faaliyetleri, kabulü hakkında daha fazla bilgi bula­
biliyoruz9.
22 Temmuz 1420 de İmparator Yung-lo üçüncü defa Ch’en
Ch’eng’ı Batı Bölgesi elçisi olarak görevlendirdi. Ch’en’ın bu defaki
görevini tam bilemiyoruz. Ne İslâm kaynaklarında ne de Ming yıl­
lıklarında tatminkâr bilgi bulamıyoruz. Dönüşte mükâfatlandırıldığma göre görevini başarı ile sonuçlandırdığını rahatça tahmin
edebiliriz.
Ch’en Ch’eng’m seyahat yolu üzerindeki yer isimleri şöyle sıra­
lanıyor10.
Su-chou, Chia-yü-shan, Chia-yü-kuan, Shang-ma-chieng, Ch’ihchin, Kuei-li, Logar, Bulungir, Wo-lu-hai-ya, Hatunbulak, Hami, Dachu, T’an-li, Ch’ih-t’ihg, Piçan, Lükçün, Karahoço, Turfan, Yarhoto,
Toksun, Qarabulak, Po-t’o-t’u, Tîen-szu, t’u, T’a-pa-erh-ta-la, Yint’u-tun, Nalatı, K’ung-ko-szu, T’ê-lê-ha-la, Tieh-li-ha-la, Alaşar, İli
Nehri, Almahk, K ’uo-t’o-t’u, Issıkgöl, Ha-la-wu-chih, Yenikent, Arık,
Sayram, Yüeh-tu-ku-erh-pa, Taşkent, K ’o-ya-erh, Şahruhiye, Macerm, Şiraz, Harkan, Semerkand, Tatarhalaç, Usruşana, Keş, Hocamolla, Ta-i-tieh-h, Pai-a-erh-pa, Demirkapı, Şibirgan, Ying-ko-erh,
9 R oss, E. Denison, A H istory o f the M oghuls o f Central A sia B ein g The
T arih -i R ashidi o f M irza M uham m ed D oughlat, London 1895.
Dunlop, D.M . «H a fız -ı A b ru ’s V ersion o f the Tim urid E m bassy to China
A .D . 1420» G laskow U n iversity Oriental S ociaty Transuctions H, (1946),
s. : 15-19.
Cham bers, W illiam , «A n A c co u r t o f Em bassies an d Letters that P assed
B etw een The E m peror o f China and Sultan Shahrokh Son o f A m ir T im ur»
A sia tick M iscellany, V ol. 1-2 (1875), s. : 71-113.
10 Seyahatnam enin tam am ının tercüm esi tarafım ızdan yap ılarak yaym a
hazırlanm aktadır. Tercüm ede M ath ew -W aü aytran skripsiyon sistem i kullanüm ıştır. Y e r isim leri Çince kaydedüirken d ü ler arasındaki değ işik sesler dolayı­
sıyla ta m k arşü ığ ı verü em iyor. Çinceden tek rar tü rkçey e tercüm e ederken
bilhassa k ü çü k y er isim lerinin ta m k a rşü ığ ı tesbit edüem ediğinden k ü çü k y er­
lerin neresi ola b ileceğ i hususunda tahm inde bulunm ak oldu k ça zorlaşıyor.
M etinde karşüığını tahm in edem ediğim isim ler Çince transkripsiyonu Ue k a y dedümiştir.
160
G Ü L Ç IN Ç A N D A R L İO G L U
Termiz, Siyahgird, Belh, Belhab, Agdun, Talkan, Andhui, Uşture,
Pa-li-an, Meymene, Nalın, Hai, Sha-erh, Çeçek, Malmene, Ku-li-p-an,
Meruçak, T’u-tuan, Cha-la-teng-chi, Herat11.
11 Seyahatnam ede g eçen y er isim lerinin bazılarm m daha ön cek i devir­
lerdeki durumu hakkında aşağıdaki eserlerde foilgi bu lm ak m üm kündür :
M inorsky, V ., H udud A l-A lem , The R egion s o f the W orld , London, 1937.
Barthold, Turkestan D ow n to the M ongol invansion, London, 1958.
B retschneider, E. M edieval R esearches fr o m E astern A sia tic Sources,
London, 1898.
M ing-shih, 332.
OĞUZ KAĞAN DESTANINDA YANLIŞ YORUMLANAN
BİR TERİM: ÜLEŞTİRMEK Mİ? İLİŞTİRMEK Mİ?
Abdülkadir Donuk
Çok eski Türk geleneklerini yansıtan Oğuz Kağan Destanı,
3500 yıllık tarihimizin bir özeti mahiyetindedir. Bilindiği gibi Des­
tan, bütün Türk tarihi ve kültürü Oğuz Han olarak tasavvur edi­
len bir şahıs etrafında millet muhayyilesi tarafından bir destanî
örgü hâline getirilmiş ve yazıya geçirilmiştir. Bu Destan içerisinde
yüksek bir kültürün ve büyük bir medeniyetin ışıkları vardır. Bu
itibarla, Oğuz Kağan Destanından, Türk kültürünün ana yapışım
tesbit mümkün olmaktadır. Oğuz Kağan Destanı ilim âleminde ta­
nındıktan sonra tarihçiler, dilciler, edebiyatçılar vd. kendi sahala­
rım ügilendiren mes’eleler üzerinde destanı değerlendirerek, kültü­
rümüzün karanlık kalmış birçok noktasmı açıklığa kavuşturmağa
çalışmışlardır.
Bu noktadan hareket ederek, Oğuz Kağan Destanında yanlış
yorumlandığını tahmin ettiğim bir terim hakkında açıklamada bu­
lunmaya gayret edeceğim :
Üzerinde duracağım iki kelime Destanın 352 ve 371’inci satır­
larında şöyle geçmektedir.
Satvr 352 : Oğuz kağan sivindi, küldi. dakı ok-lar-nı üçü-ge
üleşdür-di. dakı ayddı: = Oğuz kağan sevindi, güldi, okları üçe
üleştirdi ve söyledi :
Satvr 371 : Andın sohğ Oğuz kağan [oğ]ul-lar-ı-ğa yurdın
ül(e)şdürwp birdi = Sonra Oğuz Kağan oğullarına yurdunu üleştirip
verdi.
Bu ibareyi ilk naşir W. Radloff 1891 yılında yazdığı «Das Kudatku Bilik» adlı eserinin önsözünde şöyle tercüme etmişti :
162
A B D Ü D K A D İR D O N U K
Sattr 352 : «Ogus Kağan freute sich, lachte, vertheilte auch die
Pfeile unter die drei und sprach: = Oğıız Kağan sevindi, giildi, ok­
ları üçü arasında paylaştvrdt ve söyledi» :
Safir 371 : «Darauf vertheilte Ogus Kağan seine Jurte unter
seine Söhne und sprach: = Sonra Oğuz Kağan yurdunu oğulları ara­
sında paylaşUrdt ve söyledi»1.
W. Radloff’u tâkiben Rıza Nur 1928 yılında Oğuz-nâme adlı
metnin Türkçe tercümesini de verdiği Fransızca neşrinde :
352. satırı «okları üçüne paylaştvrdt verdi»;
371. satın da «sonra Oğuz Kağan yurdunu oğullarına taksim
edip verdi»
şeklinde okuyarak notladı-.
Rıza Nur’un bu neşrine P. Pelliot bir tenkid yazmış3, bunu tâ­
kiben de Rıza Nur buna bir cevap vermiştir4. Ancak bu karşılıklı
yazışmada bizi ilgüendiren kelimelerden bahis bulunmamaktadır.
Daha sonra W. Bang ve R. R. Arat müştereken Almanca yayın­
ladıkları eserde 352. ve 371. satırı şöyle transkripsiyonladılar ve şu
şekilde tercüme ettüer :
352. satvr : «oklarnı üçü-ge uleMür-di. d (a )q î aiddî» = «okları
üçüne üleştirdi ve söyledi».
371. satvr : « [oS]-ul-lar-ı-qa yurdîn al(i)sdürüp birdi» = «Oğul­
larına yurdunu üleştirip verdi»5.
Ancak, naşirler notlar kısmında açıklamada bulunurken, 371.
satır için «eliştür-.; krş. yukarıda str. üleştür-. Krş. Proben VI 110
1 W . R a d loff, D o s K u datku Bîlık, I, P etersburg, 1891, s. X I U (U y gu rca
metnin aslı, s. 232-244).
2 R . Nur, O ughouz-nam é (épopée T u rq u e), İskenderiye, 1928, s. 55 vd,
63 vd.
3 B k. P . P elliot, Sur la lég en d e d’u gu z-khan en écritu re Ouigoure,
T ’ou ng Pao, Leide, 1930, X X V U , s. 247-358.
4 B k. R . Nur, R ép on se à un article de M . P a u l P elliot su r U O u gh ou znam é, isk enderiyye, 1931, s. 1-41.
5 W . B a n g - R .R . A rat, D ie leğen d e v on O ghuz Qaghan, Berlin, 1932,
s. 22 vd, 24 vd.
Ü L E Ş T İR M E K M İ ? İL İŞ T İR M E K M İ?
163
iliş-, 178 ile§-» notunu koymuşlardı ki6, bu da 371. satırdaki keli­
menin henüz tam açıklanmadığı kanaatinden doğmuştur. Ayrıca
eserin indeks kısmında da «eliş-, ileş- iliş-» kelimelerinin karşılığı
olarak hep 371. satır gösterilmiştir7.
Bu Almanca neşrin Türkçe tercümesinde de bu kelimeler şöyle
mânalandırılmıştır :
352. satır : «okları üçü-ge üleşdür-di» = «okları üçe üleştirdi» ;
371. satır : «[og]ul-lar-ı-ğa yurdm el(i)şdürüp birdi» = oğul­
larına yurdunu üleştirip verdi»8.
A. M. Şçerbak da satır 352’yi «yldwtypSi = «üleştürdi»; satır
371’i de «yl(a )w typ yb = «ül(e)ştürüb» şeklinde diğer naşirler gibi
okuyor ve bir not koymuyor9.
İva Vasilyevna Stebleva’da «Oğuz-nâme» adlı neşrinde A. M.
Şçerbak’ı tekrar etmektedir10.'
Oğuz Kağan Destanının 352. ve 371. satırlarındaki ilgili iki ke­
lime hakkında bugüne kadar bunlar söylendi.
Metnin orijinali ise şöyledir11 :
Satır 352 :
Transliterasyon :
‘WLSDWR-DY
Transkripsiyon :
iil()şdür-di
Ül- «bölmek, ayırmak» mânasma gelen fiildir.
6 A y n . esr. s. 35.
7 'A y n . esr. s. 36, 38.
8 W . B a n g - R .R . A rat, O ğuz K ağan D estanı, İstanbul, 1936, s. 30-33.
D ah a bk. M. E rgin, O ğu z K a ğ a n D esta n ı /1 0 0 0 T em el eser nu : 3 1 /, İstanbul,
1970, s. 13 vd, 28 vd.
9 Bk. A.M . Şçerbak, O guz-nâm e, M uhabbet-nâm e, M oskova, 1959, s. 61, 63.
10 İ.V. Stebleva, « P o etiç es k a y a stru k tu ra O guz-nam e», P is’m ennie P am yatn ik i V ostok a İstoriko-filologiçeskde issledovaniya 1969, M oskova, 1972,
s. 289-309.
11 M etin : P aris Bibliothèque N ationali Supplém ent Turc, nu :1001
de
kayıtlıdır. H er sahifede 9 str. 42 sahifede 376 str. m evcut. Son sahifede
2 sa ­
tırlık boşlu k var.
A B D Ü L K A D İR . D O N U K
164
-e- ile aynı mânada fiil’den fiil yapılır: ül-eBu fiilin müşareketi yâni birden fazla kişi ile yapılan şekli
eki ile yapılır: üle-ş- : paylaştırmak, bölüşmek12.
Bu mânaya dayanarak 352. satırı diğer naşirler gibi okuyor ye
tercüme ediyoruz: «oklamı üçü-ge üleşdürdi» = «okları üçüne üleş­
tirdi».
371. satırm orijinali ise şöyledir :
Transliterasyon :
’LSDWRWP
Transkripsiyon :
el( )şdürüp
371- satırdaki bu kelime yukarıdaki 352. satırdaki kelimenin
aynısı ise, normal imlânın ’ WL şeklinde olması gerekirdi. Bunda
ise ne ’ WL, ne de bu sesin defektif şekli olan ’ W karşımıza çıkmış­
tır. Biz 371. satırda başka bir imla ile başka bir kelime buluyoruz.
Dolayısiyle bu kelimeyi diğer naşirlerden farklı olarak mânalandırma.k istiyoruz.
371. satırda ’L - şeklinde transliterasyonlanan fiil, eğer ül- şek­
linde transkripsiyonlanmak istense ’ WL- (ul-) veya ’ W YL- (ül-)
şeklinde yazılması gerekirdi. Bize göre burada ’/den sonra yazılması
gereken ses W değil Y’dir. Yâni 371. satırdaki kelime ’ YL- (il-) şek­
linde anlaşılmalıdır. îl- fiiü ise, « bağlamak, birleştirm ek, bir araya
getirm ek» mânasına gelir13.
Fiilin Oğuz Kağan Destanmda eksik imlâ ile yazılmasının se­
bebi müstensihin bu kelimeyi 352. satırdaki kelime ile karıştırması­
dır. Keza bu kelime TT VİİL. F./str. 5 de de YLİP şeklinde, bu sefer
Y’si yazılmış, ’/s i yazılmamış şekilde karşımıza çıkıyor11. Doğru
şeklin tabiî ki ‘ YLİP olması gerekirdi.
Bizim eski Türkçe (Gök-Türk, Uygur), Kara-Hanlı, Harezm,
Kuman, Kıpçak, Osmanlı, Türkmen, Yakut, Güney-Doğu Türk şive
ve lehçelerinde 1:1- şeklinde tesbit ettiğimiz bu fiil15, bu iki metinde
12 B k. G. Clauson, A n E tym olog ica l D iction ary o f P re-th irteen th C entury
Turkish, O xford, 1972, s. 154.
13 B k. G. Clauson, ayn. esr. s. 125b.
14 A .v . Gabain, T iirkische T u rfa n -T exte, V i i i , Berlin, 1954, s. 45.
15 Bk. G. Clauson, ayn. esr. s. 125b.
Ü L E Ş T İR M E K M İ? İL İŞ T İR M E K M İ?
165
defektif (eksik) imlâ ile yazılmıştır. Bu nokta-i nazardan hareket
ederek 371. satırı JLŞDWRÜP şeklinde transliterasyonluyor ve keli­
meyi il( )§dürüp olarak transkripsiyonluyor ve bu transkripsiyonun
interpretasyonunu da ilişdürii/p şeklinde yapıyoruz :
«[og]ul-lar-ı-na yurdm il(i)şdürüp birdi». Yâni Oğuz Kağan
oğullarına yurdunu birleştirip verdi. Kısaca burada ülkenin paylaş­
tırılması değil, «devlet içinde birlik» söz konusudur16.
Mes’eleyi tarihî açıdan değerlendirmeye gelince :
Türk tarihinde ülke topraklarının hânedan üyeleri arasmda pay­
laştırılması diye bir husus mevcut değildir. Bunun yanında eski
Türk devletlerinde ülke’nin umumiyetle iki kanad hâlinde idare edil­
diği görülmektedir :
— doğu-batı (Asya ve Avrupa Hunlarmda, Tabgaçlarda, GökTürklerde),
— kuzey-güney (Asya Hunlarmda, Ak-Hunlarda, Gök-Türklerde),
— büyük-küçük (Bulgarlarda, Macarlarda, Wu-sun’larda),
— iç-dış (Oğuzlarda, Bulgarlarda, Karluklarda ?),
— Bozok-Üçok (Oğuzlarda)
Bu bölünmede daima bir tarafın hâkimiyet üstünlüğü tanınırdı
(meselâ Asya Hun, Avrupa Hun, Gök-Türklerde hakanın oturduğu
taraf olan doğu yönü, batıya nazaran üstün kâbul edilirdi. Üç-ok’larda Boz-ok’lara tâbi id i). Çünkü eski Türk hükümranlık telâkkisi
karizmatik (hükümdarlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağış­
lanan) tip olarak kabûl edilmiştir. Vesikalar Türk hükümdarına
idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğini (bağışlandığını)
göstermektedir. Yine tarihî kayıtlardan anlaşılmaktadır ki, eski
Türk devletinde siyâsî iktidar kavramı «kut» tâbiri ile ifade edili­
yordu.
16 «İliş» hakkında bk. A .v. Gabain, A lttü rk isch e G ram m aiîk, Leipzig, 1950,
s. 310; A . C aferoğlu, E s k i U yg u r T ü rk çesi Sözlüğü, İstanbul, 1968, s. 93;
B. A talay, /T ü r k , te re ./, D ivanü L û ga t-it-T ü rk, IV, indeks, A n kara, 1948,
s. 231; K u tad gu B ü ig, m , in deks, İst. 1979, s. 196. tlm ek = bağlam ak ; il-i-k =
birbirine birleştirm ek gibi.
166
A B D Ü L K A D ÎR D O N U K
Türk devletlerinde görülen ikili teşkilâtın yürütülmesinde en
mühim husus kanad elig’lerinin imparator âilesinden seçilmesi idi
(Asya Hun imparatorluğunda hepsi tanhu âilesi mensubu 4 elig
vardı ve şüphesiz bunlara bağlı «6 Köşe» adı verilen yine sağ’h sol’lu
başbuğlar vardı ve bütün imparatorluğa yayılmış olarak bu büyük
başbuğların sayısı 24 idi. Avrupa Hunlannda da kanad elig’leri im­
parator âilesinden seçiliyordu. Uldız Hun imparatorluğunun batı ka­
nadı elig’i idi. Amcası Rua’nın ölümünden /4 3 4 / sonra idareyi ele
alan Attila zamanında diğer amcaları Aybars /doğu kanadı elig’i /
ve Oktar /batı kanadı elig’i / Rua zamanındaki yerlerini muhafaza
ediyorlardı. Daha sonraları kanat elig’leri olan Dengizik ve îrnek,
imparator İLek’in kardeşleri idiler. Gök-Türklerde Batı kanadı yabgusu îstemi Bumın’ın kardeşi idi. Kapgan kağan zamanında Bilge
ve Kül Tegin onun yeğeni idiler. Gök-Türk imparatorluğunda bu
rütbe ve makamların sayısı 28 idi). Asıl hükümdarın yüksek hâki­
miyeti altmda bulunan bölümlerin başındaki idareciler, kendi böl­
gelerini ilgilendiren hususlarda tamamen serbesttiler. Elçi kabûl
eder, dış münasebetlerde bulunur, kendi kuvvetleri ile fütuhat hare­
ketlerine girişir, töre hükümlerine göre kendi toprakları üzerinde
yaşayan halkı idare ederdi. Meselâ, Batı Gök-Türk yabgu’su olarak
ülkeyi idare görevini alan İstemi, Iranla mücadele etmiş, Bizans ile
siyâsî münasebetlerde bulunmuştu. Ancak bütün Devlet ile alâkalı
meselelerde bir araya gelirlerdi.
Türklerde hâkimiyette bir paralellik değil, mutlaka bir tarafın
üstünlüğü bahis konusudur. Devlette, merkezî iktidarı temsil eden
bir hükümdar, bir meclis, bir icra heyeti (Bakanlar Kurulu) vardır.
Ayrıca bu husus hâkanlık belgesi ile de belirlenmektedir. Meselâ,
Gök-Türklerde altın kurt başh sancak daima doğu kanadının hüküm­
darında bulunur, onun sarayının veya otağının önünde dalgalamrdı.
Bunun yanında karizmanın yâni kut’un kan vasıtası ile baba­
dan oğulların hepsine intikal ettiği inancı dolayısiyle hükümdarın
ölümünden sonra, evlâtlar arasında vukua gelen taht mücadelelerin­
de ise, içlerinden biri tam başarıya ulaşmadığı takdirde devlet par­
çalanmakta, iki veya daha fazla müstakil sahaya ayrılmakta, yeni
devletler doğmaktadır (Hunlarda, Gök-Türklerde, Tabgaçlarda, Bulgarlarda, Türgişlerde, hattâ Îslâm-Türk devletlerinde olduğu gibi).
ü l e ş t ir m e k
m i?
İl i ş t i r m
ek
M i?
167
İslâm-Türk devletlerinde kendilerine bir bölgenin idaresi veri­
len hânedan üyeleri «melik» diye anılırlardı. Bunlar imparatorluk
başkentindekine benzer bir hükümet kuruluşuna, dolayısiyle ayrı
«vezir»lere, ayrı askerî kuvvetlere sahip olmakla, halife, sultan ve
kendi adlarına hutbe okutmakla, «nöbet» çaldırmakla ve izne bağlı
olarak para bastırmakla beraber, merkezdeki sultan tarafından tem­
sil edilen yüksek iktidarı tanırlar, savaşlarım ve siyâsî temaslarım,
imparatorlukça düzenlenen ana siyaset çerçevesinde yürütürlerdi.
Âksi hareket edenler takibata uğrardı. Melikler değiştikçe veya böl­
gelerinde daralma veya genişleme oldukça vazife, yetki ve sahala­
rına ait fermanların sultan tarafından yenilenmesi lâzımdı. Velîahdlik müessesesi Bozkır devresinden beri devam etmekle birlikte, hâne­
dan mensupları âileden intikal eden «kut»un kendüerinde de mevcut
olduğu düşüncesi ile yüksek iktidarı almak gayretine girişirlerdi ki,
huzursuzluklara yol açan bu mücadeleler sonunda tahta fiilen sahip
olanın gerçek «kut» ile donatılmış bulunduğu inancı ile, onun etra­
fında toplanırlardı. Böylece gerçekleşmiş bir düzene karşı, direnenler
âsî sayılarak te’dibine çalışılırdı. Bu itibarla Kara-Hanlı’larda, Sel­
çuklularda ve Harezmşahlarda sık görülen taht kavgalarının meka­
nizması yanlış anlaşılmamalı ve istikrarlı devlet nizamının kurul­
duğu zamanlarda çeşitli bölgelerin başmda bulunan hânedan üye­
leri, yüksek iktidara bağh melikler olarak, imparatorluğun idaresin­
de ve fütuhatta ortaklaşa mes’uliyet taşıyan idarecüer sayılmalıdır.
Nitekim Sultan Melikşah’m vefatı (1092) ile merkezde iktidar boş­
luğu hâsıl oluncaya kadar imparatorlukta hükümranlık zedelenme­
miş, devlet bütünlüğü bozulmamıştır. Hattâ bir nesil sonra bile Sul­
tan Sencer (1119-1157) Anadolu Selçuklu hükümetini hukuken ken­
dine bağh düşünmüş, Dânişmendli beyi Gazi’nin «melik» unvanım
tasdik etmiş ve meselâ Anadolu Selçuklu Sultanı Blılıç Arslan n ,
1185 ^de ülkesini 11 oğlu arasında güya bölüştürdüğü hâlde Ana­
dolu 11 devlete ayrılmamıştır. Ancak, tıpkı Bozkır îli’nde olduğu
gibi, merkezî iktidar ortadan kalktığı veya istiklâlin kaybedildiği
zamanlarda parçalanma görülmektedir. İslâm dünyasında 4 Selçuk­
lu devleti, Doğu Anadolu Türkmen Beylikleri ve Atabeylikler mer­
kezî iktidar zaafa uğrayıp çöktüğü için meydana gelmişler, sonraki
Anadolu Beyükleri de Anadolu Selçuklu devletinin Moğol tahakkü­
mü altına düşmesi üzerine bu istilâcıları uzun müddet tanımağa razı
olmayan uç Türkmenleri tarafından geliştirilmişlerdir; tıpkı 630 yı-
168
A B D Ü L K A D İR D O N U K
lmda Çin hâkimiyetine giren Gök-Türk devleti içinde, kendi başla­
rına devletler kurmağa girişen Uygurlar, Hazarlar, Oğuzlar, Karluklar, Türgişler ve Bulgarlar gibi17.
Bilindiği gibi, Osmanh imparatorluğunda da ülke topraklan
hiçbir zaman şehzâdeler arasında paylaştmlmamıştır. Şehzadeler
ancak belirli yerlerdeki sancaklarda görevlendirilmişlerdir. Nitekim
Âşıkpazaşâde’nin bir ifadesi bu mes’eleyi açıkça ortaya koymakta­
dır: «Orhan Gaz% ü lk e n in idaresini oğuMarma tevdi etti. Kendisi
de bütün m em leketi idare eder öldu,»ıs.
17 B u raya k ad a r anlatılan tarihî m es’eleler hakkında ta fsilâ t için bk.
İ. K afesoğlu , T ü rk M illî K ültürü, İstanbul, 1983, s. 236-245, 259 vd., 262-265,
350 vd.
18 Âşik'paşaoğlu Tarihi, İstanbul, 1970, s. 47, (1000 T em el e se r ). D aha
bk. Î.H. U zunçarşılı, O sm anh Tarihi, I, A n kara, 19824, s. 499 vd. B u m aka­
lenin hazıırlanm asında yardım larını esirg em ey en ' m eslektaşım D oç. D r. Osman
F. S ertk a ya’y a teşekkür ederim.
İZMİR CÂMİİ’N E A İT BİR K İT A B E V E T AHT/İT,T
Tuncer Ban/kara
Bugün, îkiçeşmelik’ten Eşref Paşa’ya giden cadde üzerinde, dö­
nemecin sol üst tarafında, aşağıdan pek belli olmayan bir eâmi var­
dır. Halil Efendi camii diye bilinen bu yapı, Eski îkiçeşmelik ka­
rakolu binasının arka tarafmda, 760 mcı sokakta ve 1 numaralı bi­
nadır. Moloz taş ile yapılmış, üzeri düz meyilli çatı ve kiremit ör­
tülü, içerisi abşâp ve tek minarelidir1.
Camiin adı, arşiv kayıtlarında Şeyh Ahmed Efendi eâmii diye
de geçer2. Yakm yıllardaki tamirlerde, Halil Efendi adlı kişinin bü­
yük mâlî katkısı olmalı ki, adını da Halil Efendi Câmii olarak yaygınlaştırmıştır,
Câmiin avlusunda, açıkta, adetâ bir mezar taşı gibi saklanan
bir kitâbe vardır. Aslında, İzmir için de son derece dikkate değer
eskiükte olan bu kitâbe, bir câmie aittir3.
41)1^0A
*
4 —.
4
1
i,
«Ase*~U6İA j j T } {S"
m
^
j l ı
t<
i V
,
V J J fl
^ u j !
916 hicri tarihli (10.IV.1510 - 30.IH.1511) bu kitâbe, İzmirle il­
gili birçok meseleyi de berâberinde getirmektedir. Biz, bunlardan
«mescid’ül-câmi» oluşu ile yerine dâir olanları çözmeye çalışacağız.
1 M. A ktepe, «O sm anlı D evri İzm ir Cam i ve m escidleri hakkında ön bilgi,
U », Tarih E n stitü sü D ergisi, Sayı : 4-5 (A ğ u stos 1973-74), sh. 91-193, s. 92.
2 M. A ktepe, ayn ı e s e r ;
3 K itabenin okunuşundaki yardım ları için, A . Y aşa r O cak ve Bahaeddin
Y ediyıldız arkadaşlarım a teşekkür borçluyum .
170
TUNCER B A Y K A R A
A. İzmir’ deki ilk câm :
Türkler, XI. yüzyıl sonlarında İzmir’i almışlar, lâkin, bu hâki­
miyetleri çok kısa sürmüştür. Bu dönemdeki câmie dâir hiçbir bilgi­
miz olmadığı gibi, bir tahminde bulunmak da imkânsızdır. Ancak,
XIV. yüzyılın ilk yarısı ortalarında, 1317 de Kadifekale’yi ele geçiren
Aydmoğulları’nın fetihlerinden sonraki dönemi daha açık olarak takib edebiliyoruz4.
İlk fethin bir gereği olarak, Kadifekale’deki bir kilise hemen
mescide çevrilmiş, bu meseid aynı zamanda cuma mescidi, yâni câmi
olarak da kullanılmış olmalıdır. 1329 de, Cenevizlilerin ayrı bir kule
hâline soktukları Liman-kalesi de alınmış, ancak çok geçmeden el­
den çıkmıştır (1344). Aydmoğlu Umur Bey, burasım geri almafe
için savaşta şehit düşmüş, Aydınoğulları da bu sahadaki mücâdele­
den çekilmişlerdi. Böylece Türkler, sadece Kadifekale’de varlıklarını
sürdürmeye devam etmişlerdi,
Aydmoğlu Umur Bey’in, İzmir’in bütünü için tasarlamış olabile­
ceği yeni inşaat, onun şehit düşmesi ile yapılamamış olmalıdır. İlk
fetih yıllarında, sınırlı askerî nüfusun ihtiyacını karşılayan kalede­
ki, muhtemelen kiliseden çevrilen mescid’ül-câmi, bu sahaya daha
fazla nüfus yığıldığı için, yetersiz kalmış olabilir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında İzmir’e gelen Evliya Çelebi, Kadifekale hakkında da tafsilatlı bilgi vermektedir5, Kale kapısından
içerde evler olmayıp, tarla ve bağların çok olduğunu, ve bir mamur
câmi bulunduğunu söyler ve kitabesini nakleder. İzm ir kalesi kadısı
El-Hae İlyas ibn Ahmed’in medrese ve câmiine ait bu kitâbe, 780 h.
tarihlidir (30.IV.1378 - 18.IV.1379)5.
Anlaşılıyor ki, Kadifekale’de, muhtemelen eski bir kiliseden bo­
zulmuş camiin yerine, daha büyük olarak yeni bir câmii, İzmir ka­
lesi kadısı Ahmed oğlu İlyas Efendi, 1378 yılında inşa ettirmiştir.
4 İzm ir’in bu dönem lerdeki tarihi için bk. T. B aykara, İz m ir Şehri v e
Tarihi, İzm ir, 1974, s. 75 ve d.
5 E v liy a Ç eleb i S eyahatnam esi, IX , İstanbul 1935, s. 92.
6 Bu tarih, 708 de okunabilir; an cak 1308 e tekabül eden bu tarihte he­
n üz K adifekale, T ürklerin elinde değildi; ç o k z a y ıf bir ihtim âl ola ra k olsa büe,
henüz câm i ve m edrese y a p a ca k kada r uzun süre geçm em işti.
İZ M İR C Â M İİ’N E A İT B İR K İT A B E V E T A H L İL İ
171
Bu inşaat sırasında, evvelce mevcud yapının malzemesinden veyâ
civardaki öteki eski yapıların kalıntılarından da istifade edilmesi
olağandır7.
Kale câmiini, daha çok XVI. yüzyıl kayıtlarından öğreniyoruz.
Kanimi Sultan Süleyman devri sonlarında yapılan Aydın Evkaf tah­
ririnde, Kale câmiine ve dolayısıyla, İzmir’in o yıllardaki durumuna
dair dikkate değer bilgiler vardır8 :
«Evkaf-ı Câmi-i Kale-i fevkanî-i kadîm-i İzmir ki, sabıka
kale-i mezkûre mamur iken İzmir Kadısı bina etmiş imiş.
Hâliyâ eğerçi kale harabdur, amma kale-i mamurun civarı
olduğu cihetden yevm’ül-cüm’a ikamet olunur».
Bu yıllarda Kale câmiine, iki incirlik, iki bademlik, Ayasefid karye­
sinde bazı incir ağaçlan, İzmir’de Söğüd-suyu (?) mezreası üe bazı
zeminler vakfedilmiştir. Bunlardan gelen yıllık gelir, toplam 819 akçe
idi. Hitabete, günde iki akçe ile Mevlânâ Mehmed bin Süleyman mutasam fdır9.
Yukarda, Evkaf Tahriri’nden nakl ederken bir «kale-i mamür»
ifâdesi dikkati çekmektedir. Evliya Çelebi, bu «kale-i marnıma dâir
daha çok bilgi vererek; mahiyetim aydınlatmaktadır10 :
«Câmiin cemâati (ne gelince) Câmiin sağ tarafında kal’anın sağ köşesinde bir iç kal’a vardır. Ebülfeth Sultan Meh­
med bu büyük kal’adan bölüb iç kal’a etmişdir. İçinde dizdan ve yirmi neferâtı ve yirmi kiremit örtülü hânelerde
sâkin olanlar bu câmiin cemâatidir».
7 Bu câm i seyyah lar tarafından kiliseden bozm a kabul edilir; hatta ba­
zıları, ünlü apokalips kilisesini görü rler (M . A bbe D . Sestim, L ettres.., P aris
1789,' m , 10). K im ine g öre Ceneviz kilisesi (T ollot, N ou veau V oyage..., Paris
1742, s. 265) dir. Cam ide kullanılan iki korint usulü sütun, bu türün en güzel
örneği sayılıyor : B .F. S la a rs/A ra b zâ d e Cevdet, İzm ir hakkında tetk ik a t, İzm ir
1932, s. 33, 268.
8 D e fte r -i E v k a f-ı A yd ın , A n kara, Tapu ve K adastro Genel M üdürlüğü,
K uyud-ı K adîm e arşivi, nu : 571, vr, 6b, sıra nu : 16.
9 A y n ı e s e r ; kale câm iinin hitabeti, son raki senelerde de verilm eye de­
vam etm iştir : m eselâ bk . B aşbak an lık A rşivi, M uallim Cevdet E vk af, nu : 122,
1213, 28608.
10 E vliy a Çelebi, A y n ı eser, s. 92.
172
TU N CER B A Y K A R A
Kadifekale’den halk, daha XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde tama­
men aşağı inmişse de, askerî garnizonun mensuplan, camiin ce­
maatini teşkil etmişlerdir. Kalenin iç sahasının harab durumda ol­
duğu, aynı tahririn öteki kayıtlarından da anlaşılmaktadır11.
Kale’de askerî garnizonun ne zamana kadar varlığını koruduğu
açık olarak belli değildir12. XIX, yüzyıl ikinci çeyreğinden sonra ta­
mamen metruk hâle gelen kaleler gibi, Kadifekale’de de kimse kal­
mamış olabilir. Ancak Kale camii, daha XXX. yüzyıl başlarmda
«metruk ve eemaatsiz» kalmıştı13.
II. Temür Beğ’in, 1402 yılı sonlarmda, T/iman Kalesi, yâni Kâ­
fir İzmir’ini de alarak şehri birleştirmesi, neticelerini hemen gös­
termedi. Temür’ün burasım verdiği Aydmoğullarmdan, Cüneyd Bey
İzmir ve yöresindeki Beyliğini devam ettirmek istiyor, bunun için
OsmanlIlarla çatışıyordu14. Bu kargaşa ortamında, halkın kalelerden
çıkarak, eski şehrin sahasını iskân etmeleri beklenemezdi. 1426 dan
sonra, Osmanh idâresindeki şehirde yeni bir dönem başladı,
Kadifekale’yi içkale kabul eden antik dönem İzmir’inin dış sur­
ları, batıya uzanan sırtları içine alıyordu. Halkın iki kaleye çekil­
mesi sebebiyle, iki yüzyıl kadar bu saha boş kalmış, Agora gibi bü­
yük yapılar dışında öteki yapılar toprakla örtülmüştü15. Türkler,
Agora’nm bulunduğu düzlüğe, batı ve doğuya doğru yerleşmeye
başladılar. Özellikle İçlimana yakın olan bu yöre, kuzey batıya doğ­
ru ilk iskân edilen saha olmalıdır.
11 M eselâ vr. 8b : «İzm ir’in Y ukaru K alesinde H a cı Şahin dem ekle m aruf
zaviye onbeş yüdanberi harâb olu b y erin i hisar erleri ta sa rru f ed ü b... hâliyâ
zâviye m ahrum ’ül-eidar ve m ünhedim ’ül-asârdır».
12 1657 de S aneakbum u’nda Y eni-kale yapıldıktan sonra, buradan bir
kısım askerin o r a y a g itm iş olabileceği akla g eliy or; seyyahların k a y ıtla n da
fark lıd ır : D u M ont, 1691’lerde gem ilerin gelişini gözetlem ek için karısı ve
kızıyla bir T ü rk ’ün yaşadığın ı söy ler (L etters.., s. 224). 1723’lerde 500 kişilik
bir askerî birlikten söz edilir (D e Saumery, M ém oires e t A ven tu res.., Diéges,
1723, s. 25.
13 K. İk on om os’un, 1817’ de çıkan eserinde; naklen B.F. S laa rs/A ra p zâd e
Cevdet, İzm ir Hakkında, T etk ik a t, İzm ir 1932, s. 33.
14 Cüneyd B ey ve devrin öteki olayları için bk. D r. H im m et A kın, A y ­
dına gutları TariM hakkında bir araştırm a, A n k a ra 1968, s. 68 v e dev.
15 İzm ir şehrinin bu dönem deki durumu için bk. T. B aykara, A y n ı eser,
28-29; A g o ra diye anüan bü yük yapı da, genelde toprakla örtülm üş, ancak
üzeri iskân edilm eyip, m ezarlık ola ra k kullanılm ıştır.
IZ M IR C Â M İI’N E A İ T B ÎR K ÎT Â B E V E T A H L İL Î
173
İzmir’in bu durumda, yeni iskân edilen sahalarında mescid ve
bir de cuma mescidi, yâni câmie sahip olduğu muhakkaktır. XV. yüz­
yıl ortalarındaki İzmir şehrinde, ilk dikkati çeken, varlığından ar­
şiv vesikalarıyla haberdar olduğumuz F a i k P a ş a câmiidir. Bu
câmi, Pazaryeri semtinden, şimdiki adı Karakapı olan yöreye giden
yol üzerinde ve hemen sura açılan kapının yanındadır. Kapının admı
bilemiyorsak da, bazı iskânm kapının dış kısmında olduğu tahmin
edilebilir1*.
Faik Paşa câmii, aynı adı taşıyan mahallede, 965 ve 967 sokak­
lar köşesindedir. Bugünkü yapısı, XIX. yüzyıl ortalarında bir yan­
gın sonrası yenilenmesi iledir17. XVI. yüzyıl Evkaf tahririnden öğ­
rendiğimize göre, yanında bir «medrese ve muallimhâne» de vardı18.
Faik Paşa, XV, yüzyıl ricâlinden olup, İzmir’de görev yapmış ola­
bilir19. Câmiini de XV. yüzyılda, muhtemelen 1472 öncesinde yaptır­
mış, bir hayli zengin vakıflar tahsis etmiştir20.
Faik Paşa câmii, İzmir’in XV. yüzyıl ilk yarısındaki durumunu
yansıtmaktadır. Şehrin, dışa açılan kapısının hemen içinde oluşu,
camilerin genel karakterine de uygun kabul edilebilir21.
Şeyh
Ahmed
Câmii :
İzmir’in, öteki iskân sahasının, bir diğer deyişle şehrin güney
kapısı yakınlarındaki gelişmeleri ayrı bir câmi belirler. İzmir’de
16 K adifek a le’nin k u zey köşesinden inen sur, F a ik P aşa eâm iinin bu­
lunduğu 967 sok a k boyu n ca aşağıya inm ektedir. H em en bu yakında olduğu
anlaşılan kapı ile ilgili bilgiler, yetersizdir; daha aşağıda ise T aşra-kapu v eya
Ç orak-kapu bulunuyordu.
17 M. M ünir A ktepe, «O sm anlı D evri İzm ir C am ileri hakkında ön bil­
gi», İÜ E F Tarih E n stitü sü D ergisi, Sayı : 3 (E k im 1972), s. 177-212, bilhassa :
185-187; T. B aykara, A y n ı eser, s. 47.
18 Tapu K adostro Genel M üdürlüğü arşivi, nu : 571, vr. 5a.
19 M eselâ bk. Sehî Bey, T ezkire (y ay . M. îs e n ), İstanbul 1980, s. 175.
20 V akıflarından elde edilen gelir, XVT. yüzyıl boyu nca artm am ışa ben­
ziy or : X V I. y y ortalarında ve K anunî çağında 16.610 akçelik yıllık g elir vardı.
G ünlük m asrafı, 42 akçedir.
21 Selçuklu çağında, U lu câm i’ler genelde g iriş kapısının karşısında v eya
hem en yanındadır (d ış ). İzm ir’ deki örneklerde kapüarın iç kısm ın da oluşu,
sur dışı alanlardaki n üfu sla da ilgili kabul edilebilir.
174
TUNCER B A YK A R A
XV. yüzyılda devam eden gelişmeler, 1472’de önemli bir tehditle kar­
şılaştı. Osmanlı-Akkoyunlu savaşında, Osmanlılan vurmak üzere
Venedikli Haçlı donanması, 13 Eylül’de İzmir’e saldırmış, şehre
önemli kayıplar verdirmişti22. Bu fecî olay, Türkleri hayli etkilemiş
olmalıdır. Laman kalesi, yeni tamirlerle güçlendirildiği gibi, Kadifekale’ye de asker konulmuştur. Bu arada şehirdeki Türkler, liman
kıyısından çok, daha üst semtlere iskâna başlamış olmalıdırlar.
Türkler, XVI. yüzyıl başlarında, eski şehir sahasının batı kıs­
mında da büyük yoğunluk kazanmış olmalıdırlar. Antik dönemin
«Efesos» kapısının yerini, Tire kapısı almıştır. Buradan açılan yol,
Tire’den başka Ayasuluğ ve hatta Urla yöresine gidiyordu. Hayli
kalabalıklaşmış olması gereken bu yörede, yeni bir camie ihtiyaç
duyulmuş olmalıdır. İşte XVT. yüzyıl başlarında, bu ihtiyacı karşı­
lamak üzere Şeyh Ahmed bin Ali bin Bekir, bir eâmi inşa ettirmiştir.
Makalemizin başında sözü edilen kitabe, şehrin bu ucundaki
câmie aittir. Ancak şunu da belirtelim ki, kitâbesinden haberdar ol­
duğumuz bu cami, şimdiki cami olmayabilirse de kesinlikle hemen
yakınında idi23.
İzmir şehrinin, genel olarak yamaçda yer aldığı bu dönemin iki
camii, iki ana girişin hemen yakınında yer almıştır. Bu iki veya üç
(üçüncü belki Kurşunlu Câmi) camiden hangisinin ulucâmi veyâ
eâmi-i kebîr olduğu belli değildir. Geç dönem kayıtlarından şezildiği
kadarıyla, bu dönemdeki câmi, İzmir’in batı tarafında olmalıdır24.
IH. İzmir şehrinde, XVH. yüzyıl başlarından itibâren yeni bir
canlılık başlamıştır. XVI. yüzyıl boyunca gösterdiği gelişme de in­
kâr edilemezse de, şehir asıl XVH. yüzyılda, ikinci çeyreğinden iti­
bâren, sonraki yüzyıllardaki görünümünü kazanacaktır25.
İzmir’in, artık bir liman şehri özelliğini kazanması ile, iskân
öncelikle içliman kıyısına yönelmiştir. Türkler bu kıyıları doldur22 O lay hakkında bk. T. B aykara, A y n ı eser, s. 82.
23 A rşiv kayıtların daki cam iin, şim diki Câm i ile ilişkisi şüpheli olabilir;
a n cak yörede bir câm i, kesinlikle sö z konusudur.
24 İzm ir’de, X V H . yüzyılda Şadırvan câm ii’nin U lu câm i oluşu ile, eski
C âm i-i kebîr, bu defa câm i-i atik, yân i eski câm i olm uştur. Sözü edilen câm i-i
atik’in ise, bahis konusu câm iin alt ta ra fla rı olduğu anlaşılıyor.
25 İzm ir’in bu dönem deki gelişm esi ve sebepleri için bk. T. Baykara,
A y n ı eser, s. 94 ve dev.
ÎZ M İR C Â M İİ’N E A ÎT B ÎR K ÎT Â B E V E T A HT,ÎT,T
175
duklan gibi, şehre yeni gelen öteki unsurlar da, kuzeyde Kemer de­
resinin kolu Boyacı deresi ve ötesinde, Tuzla Burnu’na doğru yer­
leştiler.
Halkın, içliman kıyısı ile düz alanlara yerleşmesi, bu alanlarda
yeni ihtiyaçlara yol açtı. Meselâ şehrin su ihtiyacını Köprülüzâde
karşılamaya çalışmıştır. Mescid ve cami ihtiyacı için de, peyderpey
yeni binalar yapılmaktadır20.
İzmir’de, ticaretin gelişmesi, birçok Türkleri de zenginleştirmişti. Bu Türkler, şehrin ihtiyacı olan yeni mescid ve camileri yap­
tırmaya başladılar. İçliman yayı kıyısında, ilk yapılanlardan birisi,
batı ucundaki Hisar yakınındaki Hisar câmiidir (1000 hicri yılı :
19.X.1591 - 7.X.1592). Daha sonra da, kıyı boyunca sırasıyla, Şadır­
van (1046: 23.VI.1636-25.V.1637), Kestâne-pazan (1078: 23.VI.166710.VI.1668), Başdurak (1062: 14XH.1651-1.XH.1652) ve Kemeraltı
(1082: 1671) camileri bulunmaktadır. Bunların hepsi de XVH. yüz­
yılda yapılmışlardır27.
Şehrin büyük gelişmesi, yeni yeni câmilerin yapılması ile, İz­
mir’in iç şehir düzeni de değişmiştir. Bu arada, şehrin kıyı boyunca
gelişmesi ile, artık bu yöredeki camilerden birisinin Câmi-i kebîr
yâni Ulucâmi olması icab ediyordu. Ulucâmi bu yörede olunca, eski
câmi (veyâ câmi-i kebîr) de «câmi-i atik» diye anılacaktır. Dolayısıyle, onun adını verdiği yöre veyâ mahallede « c â m i - i a t i k »
diye anılacaktır,
Ebu Bekr bin Behram Dimıskî’nin eserinde28, İzmir ulueâmii
hakkında dikkate değer bir kayıt vardır :
«Ulu câmii Niflizâde câmiidir; derya tarafmda limana karib (olup) fevkanî kargir kurşun örtülü kubbe (si ile) bir
minârülüdür».
26 M eselâ 972 r eeeb /Ş u b a t 1565 tarihli K aptan M elm ıed bn M u stafa’nın
câm ii g ib i: M. A ktepe, O sm anlı D evri İzm ir Câm ileri hakkında ön bilgi, Tarih
E n stitü sü D ergisi, S ayı: 3 (E k im 1972), s. 200.
27 Bu câm iler, genellikle E vliya Çelebi’ de zikredilir; ay rıca b k . M. A k ­
tepe, A y n ı eserler',
28 İbrahim M ü teferrik a’nın, K atip Çelebi’nin Cihannüm a adlı eserine
eklediği «tezy îl»d e Cihannüma, İstanbul 1145, s. 670.
176
TU N CER B A Y K A R A
Evliya Çelebi’nin «bir beyaz inciye» benzettiği bu câmi, İzmir’in
üçüncü döneminin c a m i i olmaktadır. Ancak artık câmilerin sayısı
iyice çoğaldığı için de bu câmi şehrin u l u c â m i i sayılmıştır.
Sonuç :
İzmir şehrinin, kaleden deniz kıyısına doğru gelişmesi, aynı za­
manda şehrin câmüerini de etküemiştir. XIV. ve XV. yüzyılda Kale
camii, şehrin, belki de tek «mescid’ül-cumâ»sı idi.
Halkın, Kadifekale’den aşağıya inmesi ile, XV. ve XVI. yüzyıl­
larda, yeni camiler yapılmıştır. Eski şehir sahası içinde, antik dö­
nemden kalan sur kapıları yakınlarındaki bu câmilerden ikisi, özel­
likle dikkati çeker: Faik Paşa ve Şeyh Ahmed.
İzmir’in XVH. yüzyıldaki büyük gelişmesi, şehrin kazandığı
yeni imkânlar buraya birçok Türk ve yabancı unsurun gelmesine
yol açmıştır. Bir kısım İzmirliler de, gelişen içliman kıyısına inmiş
olabilecekleri gibi, şehre yeni gelen Türkler de bu kısma yerleşmiş­
lerdir. Öteki yabancılar da müsait yörelere yerleştiler. Türkler, yeni
alanlara yeni eâmiler yaptılar. Şehrin liman ve deniz kıyısındaki bu
câmileri arasında, Şadırvan câmii, İzmir’in Ulucâmii sayılmıştır.
u
Tt>.
MANİSA MURADİYE CÂMÜ İNŞÂSINA DÂİR
Feridun M. Emecen
Osmanlı Devleti zamanında, husûsiyle XVI. asrın sonlarına ka­
dar, «Şehzadeler şehri» olarak şöhret kazanan Manisa'nın en muh­
teşem âbidelerinden birini, HL Murad tarafından inşâ ettirilen ve
onun ismiyle anılan «Murâdiye câmii ve külliyesi» teşkil etmektedir.
Bilindiği gibi, 1562 Martı’nda Saruhan Sancakbeyliği’ne tâyin olu­
nan Şehzâde Murad, aynı zamanda taht vârisi olarak, 12 yıl gibi
uzun bir müddet Manisa’da idâreeilik yapmış, 13 Aralık 1574’de ba­
basının vefâtı üzerine, Manisa’dan ayrılarak, 22 Aralık’da tahta geç­
miştir1. İşte burada, onun şehzâdeliği sırasmda inşâatını başlattığı
Murâdiye câmiinin, inşâ merhale ve safhaları, Arşiv vesikalarının
ışığında tetkik ve tenvire çalışılacaktır.
Şehrin güney cihetinde, Manisa dağının hemen altında, nârin
minâreleri ile güzel bir manzara arzeden bu mâbedin inşâsı, kitâbesinden anlaşıldığına göre, 991 Muharremi’nde (Oeak-Şubat 1583)
başlamış, 994 Zilhiccesi’nde (Kasım-Aralık 1586) tamamlanmıştır2.
Ancak bu tarihler, aşağıdaki mâlûmâttan anlaşılacağı üzere, câmiin
yeni baştan inşâsı ile ilgilidir. Zîrâ, bâzı vesikalarda, bu câmiin ye­
rinde, m . Murad’m şehzâdeliği sırasmda yaptırtmış olduğu başka
bir câiniden bahsedilmektedir. Nitekim, MüMmme D efterlerindeki
hükümlere istinâden, Muradiye hakkında bir risâle yazan Kâmil Su,
1
B kz. B. K ütükoğlu, «M u rad HE» m addesi, İslâm A nsiklopedisi, VHE,
615.
2 K itabeler için bkz. Î.H. U zunçarşılı, K itabeler, v e Sahih, Saruhan, A y ­
dın, M en teşe, İnanç, H am id oğulları hakkında m alum at, İstanbul 1929, II, 92;
R.M . R iefstahl, Cenubu G arbi A nadolu’ da T ürk M im arisi, C. T ah ir B erktin
tere., İstanbul 1941, s. 87-88; Ç. U lu çay-İ. Gökçen, M anisa Tarihi, İstanbul
1939, s. 110.
178
F E R İD U N M. E M E C E N
camiin yerinde, eski bir câmi olduğunu, bugünkü eâmiin «ikinci»
def’a yeniden inşâ edilmiş bulunduğunu belirtmekte ise de, ilk câmiin ne zaman inşâ edildiği hakkında bir mütâlea serdetmemekte,
yalnızca, 982/1574’de eâmiin mevcut olduğuna dâir bir vesikayı gös­
termektedir3.
Filhakika, câmi hakkında 982/1574 târihli vesikalara rastlanmakla birlikte, 13 Muharrem 980/26 Mayıs 1572 târihli bir kayıd,
câmi inşâsının bu târihten az sonra tamamlanmış olduğuna delâlet
etmektedir: Mezkûr kayıdda, Şehzâde Murad, inşâ olunan eâmiin
mimârlığı hizmetinde bulunan hassa üstâdlardan Nikola’ya terakki
verilmesini istemiştir4. Böylece 1572-73’de, henüz Şehzâde Murad
Manisa’dan ayrılmadan önce tamamlandığı anlaşılan bu ilk eâmiin
inşâsına ne vakit başlandığı suâli ise, kat’î olarak cevaplandırılamamaktadır. Bununla birlikte, 2 Rebîülevvel 978/4 Ağustos 1570 tâ­
rihli bir hükümde, Şehzâde Murad’m, Manisa’da bir hamam yaptırt­
mak için izin istediği görülmektedir5 ki, muhtemelen, eâmiin inşâsı­
nın başlama târihi, bu târihe oldukça yakın olmalıdır. Bu tesbitlerden sonra, ilk eâmiin Murad’m şehzâdeliği sırasında, 1570-1573 dev­
resinde yapıldığı söylenebilir.
Mezkûr câmi tn/marnlanır-tamamlanmaz, derhal buraya vakıflar
tahsisine girişilmiş ve ilk vakıflar, 28 Şevvâl 981/ 20 Şubat 1574 tâ3 B kz. M im ar Sinan’ ın, eserlerin d en M uradiye câm ii, İstanbul 1940, s. 6-8.
K eza bu m üstakil risalenin hülâsası için bkz. A y n ı m üellif, «M im ar Sinan'ın
eserlerinden M uradiye câm ii», Ülkü, X V /8 8 (H aziran 1940), 356-360. (Ç. U luçay tarafından yazdan tanıtm a için bkz. Gediz, Manisa, Şubat 1941, V /4 6 , 13-14).
Bilhassa m üstakil ola ra k neşredüen risalede, Câm i h akkında nisbeten geniş
b d g i verilm iş, a y r ıca M ühim m e D efte rle ri [M D ] ’nden çık ardan hüküm ler de
ekte ayn en dereolunm uştur. A n cak, bu hüküm ler üzerinde lâ y ık ı vech üe m ütâleada bulunulm adığı g ib i bâzı atlam alar yapılm ış, ba şk a tasn iflerdeki bir
kısım m ühim vesikalar görü lm em iş; görülen vesikaların ise tarih ve bulunduğu
defterdeki saheife v e hüküm num araları eksik verilm iştir. Bu bakım dan m ezkûr
vesîkalarm asıllarm a m ü râcaat olunarak, M ühim m e D efte r le r i ve diğer tasn if­
lerdeki vesaik y en i baştan taranm ış, kullandan vesikaların, zikredilen risâlede
yer alanları, notlarda (K rş.) rum uzu de yan yan a gösterdm iştir.
4 B aşbakan lık OsmanlI A rşiv i [ = B A ] , K âm il K ep eci tasn ifi [= K K ], Ruûs
D efteri, nr. 225, s. 8 (A y rıca bkz. deride E k ler kısm ı, vesika I ).
5 L ala’y a hüküm : B A , M D , XTV, 478/676 (R om en rakam ı defter num a­
rasını; ondan son raki rakam defterin sahife numarasını, kesm eden son rak i ise,
hüküm num arasm ı g ö sterm ek ted ir); K rş. M uradiye, s. 20.
M U R A D İY E C Â M H İN Ş Â S I
179
rihli hükümle mukarrer kılınmış; 29 Receb 982/ 14 Kasım 1574 ta­
rihli hükümle de bu vakıflardan bâzılan, başka gelir kaynakları üe
istibdâl edilmiştir6. Bu kayıdlara göre, ilk tahsis olunan vakıflar
şunlardır:
.
■ . •
1 — Bergama Tahin-hânesi (veya Yağ-hânesi): senevi 50.000
akça. Bilâhıre, bu tahin-hâneye bedel olmak üzere, üç köy tamamen
vakfa tahsis edilmiştir. Bu köyler, İzmir’e bağlı Denizli-burnu, Çeş­
me’ye bağlı Kızıl-kilise ve Köse-dere köyleri olup, yekûn hâsılatı
54.300 akçadır.
2 — Saruhan sancağında Halil-beylü, Kozluca ve Karacalu köy­
leri, senelik hâsılatı 21.303 akça.
Cem’an yekûn : 75.603 akça.
Ayrıca, câmi’e bir «eçzâ-hân» tâyinine7, bu cüz okuyucularının
devâmım kontrol eden noktacılık hizmetinin tevcihine8 dâir kayıdlara rastlanması; bunun yanısıra, câmide yılda bir def’a, âdet üzere
mevlid okunmasının kararlaştırılması9, buranın tam mânâsiyle ibâ­
dete açıldığını göstermektedir.
Bu ilk câmiin yetersizliğine ve tevsi’ edilmesine dâir ilk kayıd
ise; 13 Rebiülevvel 985/ 31 Mayıs 1577 târihini taşımaktadır. Buna
göre, ceinâat fazlalığı sebebiyle, câmiin ihtiyâca kifâyet etmediği
belirtilerek, genişletilmeye müsâid olan kapı üstü ve iki cânibinin
yıkılarak, tevsi’inin yapılması istenmektedir10. Bunun üzerine, Câ­
miin evkaf mütevellisi Lütfullah, emre eevâben, câmiin genişletil­
meye kabü yerlerinin teftiş olunduğunu; câmi yanındaki Attar Ece
Câmi’ine âit vakıf odalarının bir kısmının ilhak edildiğini; buraya
6 B A , M D , X X V , 66/708 ve 322/2969; ilk vesik a noksan ola ra k M ura­
diye, s. 20’ de bulunm aktadır. (A y r ıc a bkz. E k n ve m ) .
7 15 Zilkade 982/26 Şubat 1575 tarihli k ay ıd : B A , K K , Ruûs, nr. 229, s. 2
(B kz. E k I V ) ; K eza, 21 Zilkade 983/21 Şubat 1576 ta rih li k ay ıd : B A , K K , Ruûs,
nr. 230, s. 154.
8 B A , K K , Ruûs, nr. 229, s. 3 (E k XV).
9 22 R ebiülevvel 984/19 H aziran 1576 tarihli im aret m ütevellisine hüküm :
B A , M uhim m e Z eyli [ = M D Z ], m , 240 (B kz. E k V ).
10 M ütevelli D ütfullah’a gönderilen hüküm : B A , M D , X X X , 224/521; Krş.
M uradiye, s. 21.
180
F E R İD U N M. E M E C E N
kubbe ve boş olan araziye de bir mekteb yapılabileceğini bildirmiş,
hükümet de arzedilen hususları muvafık görmüştür11.
Böylece, eski câmii genişletme ameliyesi başlamış, bu arada ge­
rekli masraflar gözönüne alınarak, m . Murad’ın haslarma dâhil
bâzı köyler de Muradiye evkafına üâve edilmiştir. Bilhassa, 989-990/
1581-1582 devresinde birçok köyün evkafa bağlandığı görülmekte­
dir ki, bu husûs, 1575 tarihli Saruhan Sancağı Mufassal Tahrir D eften’nin ilgili köy kalemleri üzerine Tevkiî Feridun Ahmed Bey tara­
fından düşülen şerhlerle sâbit bulunmakta; bâzı müteferrik vesika­
larda daha başka vakıf köylere âid bilgilere rastlamak da mümkün
olmaktadır12. Ayrıca, m . Murad’m, Câmi ve imâret için bir de vak­
fiye tanzim ettirdiğine dâir kayıdlar mevcût bulunmaktadır1?.
985-986/1577-78 senelerinde başlayan tevsi ameliyesinin uza­
ması m . Murad’ın mes’eleye eğilmesine yol açmış, 5 Cumâdelâhıre
990/27 Haziran 1582 târihli hükümle, câmiin vaziyeti, evkafın câmi
masraflarına kifâyet edip-etmediği, câmiin yanında evvelce binâ
olunmuş zâviyenin medrese hâline getirilmesinin münâsib olup-olmayacağı sorulmuş14 ve genişletme ameliyesi yapılırken asıl binâya taar­
ruz olunmaması istenmiştir15. Şu halde, câmi tevsîinin ilk olarak
emrolunduğu 1577’den, 1582’ye kadar aradan geçen 4-5 sene zarfında,
11 M anisa K adısı’na 14 M uharrem 986/23 M art 1578 târihli hüküm : B A ,
M D , X X X IV , 2 3 /5 7 ; K rş. M uradiye, s. 22. B urada câm i için «m üceddeden binâ
olunm ak» ibâresi geçm ektedir.
12 A n k ara Tapu K adastro Genel M üdürlüğü, K uyûd-ı K adîm e A rşivi, TapuTalırir D efte ri, nr. 115’ deki m uhtelif kayıdlardan tesbit edebüdiğim ize göre, bu
devrede sancağın çeşidli hazâlarından 8 k ö y ile E m lâk nâhiyesinin tam âm ını
(25 köyd en m üteşekkildir) üıtivâ eden Gürle hâs k öyleri v a k fa çevrilm iştir.
Bunların yanısıra, H ü sam -bey ve M eleklü adlı k öyler de ev k a fa bağlan m ıştır (28
Cumâdelûlâ 988/11 Tem m uz 1580 târihli kayıd : B A , K K , JRuûs, nr. 238, s. 16 ve
2 Cumâdelâhıre 989/4 Tem m uz 1581 târihli k ay ıd : B A , M âliyed en M üd evver
D efte rle r [ = M A D ], nr. 5945, s. 230; Bkz. E k V I ve V U ). A y rıca diğer bâzı
v a k ıfla r için bkz. İ. Gökçen, M anisa tarihinde V akıflar v e H ayırlar, İstanbul
1946, I, 218-222.
13 Şim dilik böyle bir v a k fiy eye rastlanm am akla birlikte, 2 R am azan 99 1/
19 E ylül 1583 târihli bir kayıdda, câm i ve im âretin « v a k fiy y e -i ş e r if» inden bah­
sedilm ektedir (M anisa K adısına hüküm : B A , M D , D il, 12/33 : B kz. E k I X ).
14 Saruhan Sancağı-beyine hüküm : B A , M D , X L V II, 180/413; K rş. M u­
radiye, s. 23. .
15 Saruhan S ancağı-beyine ve M anisa K adısına 24 R am azan 99 0/12 E kim
1582 târihli hüküm : B A , M D , X L V m , 139/380; K rş. M uradiye, s. 24.
M U R A D İY E C Â M Ü İN Ş Â S I
181
tevsî işi husûsunda doğru dürüst çalışma yapılmadığı söylenebilir.
Ancak 1582’de gönderilen emirler neticesidir ki, camiin tevsii işi hız
kazanmış; bu sırada, gerekli masrafların karşılanması için İstanbul’­
dan «6 yük akçe», Mustafa Çavuş’un nezâretinde Manisa’ya gönde­
rilmiştir16. Mustafa Çavuş, ayrıca imarete vakfedilen Belen ve Hüsam-bey köylerinin tanzim ve defter edilmesiyle de vazifelendiril­
miş17; bu arada, câmi inşâsı için gerekli taşların taşınması maksa­
dıyla Bergama, İzmir, Sart ve Biga’dan araba istenmiştir18.
Fakat genişletilmek istenen bu ilk câmiin, temelinden yıktırıldığı ve tekrar temel kazılarak, inşâsına yeniden başlandığı anlaşıl­
maktadır. Nitekim, 19 Cumâdelâhire 991/10 Temmuz 1583 târihli
bir hükümde, evvelce, câmiin sâdece genişletilmeye müsâid yerine
vâsi sofalar binâsiyle, İstanbul’daki Mahmud Paşa ve Ali Paşa câmilerine benzer bir şekle sokulmasının istendiği belirtilerek, müm­
kün mertebe genişletilmesinin emrolunduğu; şimdiki hâlde, emir
hilâfına binâmn temelinden yıkılıp, yeni baştan dört tarafına temel­
ler kazıldığı ve bunun dahi eskisi gibi dar olduğu; külliyetli masraf
yapılmak sûretiyle, câmiin müceddeden inşâsının hangi sebebe da­
yandığı, şedîd bir ifâde ile sorulmuştur19. Bu arada, yıktırılıp, yeni­
den temelleri üzerine inşâsma başlanan câmiin plânlan husûsunda
Manisa halkı arasında anlaşmazlık çıkmış, vesikaların târifiyle halk,
«bölük-bölük» olmuş, bunun üzerine İÜ. Murad, câmiin plânını Mimar
Sinan’a çizdirtip, kendisi de bizzat bu plânı gördükten sonra, hassa
mimârlardan Mahmud’u, mezkûr plân ile Manisa’ya yollamış; câmiin
bu plân gereği yeni baştan inşâsmı emretmiştir20.
16 H üdâvendigâr Sancağı-beyine, M ustafa’nın yanına adam lar koşulm ası
ve em niyyetinin sağlanm ası hakkında 25 R am azan 990/13 E kim 1582 tarihli
hüküm : B A , M D , X L V Ü I, 146/405.
17 ' M anisa K adısm a 23 R am azan 990/11 E kim 1582 târihli hüküm : BA,
M D , X L V in , 132/358; K rş. M uradiye, s. 23-24.
18 4 M uharrem 991/28 O cak 1583 târihli hüküm : B A , M D , X L V III, 2 7 6 /
735; K rş. M uradiye, s. 24.
19 İzm ir K adısm a, sâ bık T ım ışvar H azine D efterdârı R am azan ’a, M anisa
M üftisi ve K adısm a h ükü m .: B A M D , X U X , 133/447; K rş. M uradiye, s. 24
M anisa K adısm a gönderüen ve aynı tarihi taşıyan bir başka hüküm de ise, inşâ
faa liy eti sebebiyle, « v a k t-i selâ se»d e kırâat olunan cüzlerin, başka bir cam ide
okunm ası kararlaştırılm ıştır (B A , M D , X U X , 132/444; K rş. M uradiye, s. 25).
20
M anisa K adısı’na ve B inâ-em îni’ne, 26 Cumâdelâhire 991/17 Tem m uz
F E R İD U N M. E M E C E N
182
Görüldüğü gibi, câmiin genişletilmesi gibi basit bir iş, becerik­
sizlikler yüzünden başlı başına bir hâdise hâline gelmiş; şehir hal­
kıma müdâhalesiyle mes’ele daha da büyümüştür. Nihâyet, m . Murad’ın bizzat alâkadar olması ile, câmi yeni baştan, ama bu def’a
Mimar Sinan'ın plânı (kâmâmesi) gereğince, inşâ, tevsi ve tâdil
edilmeye başlanmıştır ki, câmi kitâbesinde görülen târih, işte bu
nihâî inşâatın hidâyetine delâlet etmektedir.
Bu inşâat başlayınca, lüzumlu mühimmâtm temini için İstan­
bul’dan yeniden para gönderilmiş; ayrıca, Bursa’dan kifâyet mıkdârı taşçı, sırık hammâlının tedâriki ve Manisa’ya irsâli buyrulmuştur21. Bu esnâda Manisa’da bulunan Şehzâde Mehmed’in (HE.) Lalası’na, kereste ve şâir malzemenin teminine muâvenet etmesine ve
câmi’e müteallik diğer husûslar ile ilgilenmesine dâir emir gönderil­
miştir22. Bu emri müteâkıb, câmi masrafı için ilâveten «10.000
filerilik şâhî ve akça» Manisa’ya yollanmış23; hâzineyi götürmekle
vazifeli Abdi ve Mehmed Çavuşların emniyetlerinin sağlanması, İstanbul-Manisa yolu üzerindeki kadılara emr olunmuştur24.
Ancak, bu arada, câmi inşâatında bir duraklama olduğu görül­
mektedir. Nitekim, 15 Ramazan 993/10 Eylül 1585 tarihli hükme
nazaran, İstanbul’dan külliyetli akça gönderildiği, neecâr ve bennânm vefret, kerestenin ise ucuz ve kesret üzre bulunduğu hâlde, hâlâ
câmi kubbesinin çevrilip kapanmamasının sebebleri sorulmuş ve
câmi masrafı için yeniden hazine gönderildiği bildirilerek/kışa giril-
1583 tarihli hüküm ler : B A , M D , X L IX , 142/473 v e 144/480; K rş. M uradiye,
s. 26.
21 B A , M D, LI, 91 /315’ deki, 28 Şaban 991/16 E ylü l 1583 tarihli hüküm ;
K rş. M uradiye, s. 27.
22
25 S a fer 992/9 M art 1584 tarihli hüküm ; B A , M D , L II, 276/735 (B kz.
E k X ).
23 Şehzâde L alası’na 26 R am azan 992/1 E kim 1584 tarihli hükü m ; B A ,
M D , I H I , 172/500; K rş. M uradiye, s. 27-28.
24 26 R am azan 99 2/1 E k im 1584 tarihli hüküm ; B A , M D , L U I, 172/501.
(B kz. E k X I ) . 7 R ebiülevvel 993/9 M art 1585 .tarihli başka bir hüküm için bk z
BA.AT D , LV, 200/363 (E k X H ). K eza, A b d i Çavuş’un bu h izm eti karşılığı, oğlu ­
na tîm âr verilm esi L ala M ehm ed B ey (P a şa ) tarafın dan istenüm iş, istek hükü­
m etçe u ygun görülm üştür (24 Şaban 993/21 A ğ u stos 1595 tarihli k ayıd; BA,
K K ,Rîîûs, nr. 246, s. 38).
M U R A D İY E C Â M Ü İN Ş Â S I
183
meden önce, inşâatın bitirilmesi buyrulmuştur25. Ayrıca, camiin tez­
yini için hassa nakkaşlardan Mehmed Halife ve maiyyetindeki 12
nakkaş Manisa’ya gönderilmiş, bıınlara gerekli boya ve kerestele­
rin temini, Şehzâde lalasına gönderilen emirle istenmiştir26.
O esnâda, câmi mimârı Mahmud’un vefât ettiği ve yerine Mehmed’in yevmi 30 akça ile câmi mimârhğı hizmetine getirildiği 10
Safer 994/ 31 Ocak 1586 târihli bir hükümden anlaşılmaktadır27.
Görüldüğü gibi, Muradiye eâmiin plânlan Mimar Sinan’a âiddir; an­
cak, inşâata bizzat nezâret eden mimârlar, İstanbul’dan bu iş için
tâyin edilen Mahmud ve Mehmed Ağalar’dır.
Böylece, 994 Zilhiccesi’nde (Kasım-Aralık 1586) tamamlanan
eâmiin, diğer binâlarımn inşâsı ise, bir müddet daha devâm etmiş­
tir. Hattâ, 993 evâilinde (1585 senesi başları) Manisa’ya gelen ve
1.5 sene kadar burada kalan Ömer Âşıkî, şehirde bulunduğu sırada
eâmiin ibâdete açıldığını, içinde beş vaktin ve cum’a na-m^mn kı­
lındığını, buna karşılık, Manisa’dan ayrıldığı 994 senesi içinde (1586
senesi ortaları) henüz medrese inşâatının başlamamış olduğunu be­
lirtmektedir28. Nitekim, 6 Receb 998/ 11 Mayıs 1590 târihli bir kayıdda da, bir kısım binâlarm inşâasmm sürdüğü; bennâ, neccâr ve
seng-tıraşlarm, hâlen binâ işinde çalışmakta oldukları görülmekte-ı
dir29.
Külliyye binâlarımn tamâmının inşâsı, aynı senenin nihayetine
doğru bitmiş olmalıdır. Gerçekten de, 16 Zilkade 998 /16 Eylül 1590
târihli olup Şehzâde Mehmed’in Mal-defterdârına gönderilen bir hü­
kümde, câmi, medrese, imâret binâlarımn ve şâir evkafın teftişi,
külliyye inşâatının «ibtidâs'indan-intihâs^na» kadar muhâsebesinin
25. L ala’y a v e M u stafa Ç avuş’a 15 R am azan 9 9 3/10 E ylü l 1585 târihli hü­
küm ; B A , M D , DVHI, 266/677; Bkz. M uradiye, s. 28.
26 8 Şevval 993/3 E kim 1585 tarihli- hüküm ; B A , M D , L V H I, 346/885;
Iirş. M uradiye, s. 28.
27 M im ar Sinan'ın m ektûbu m ûcebince, L ala’y a gönderilen hüküm ; BA,
M D , LX , 139/327; K rş. M uradiye, s. 29.
28 M enâzirü’ l-avâlim , Süleym aniye-H âlet E fen di K tb., nr. 616, 328a.
29 Ser-m im âr D avud A ğ a ’nın m ektûbu üzerine, M anisa’ daki cam iin hiz­
metinde bulunan, neceâr, bennâ, seng-tırşların, şehirde bulunan Çavuşlar, kapu
halkı, züem â ve sipâhiler tarafından kendi m ülklerinin yapım ında istihdam
edümelerine m âni olunm ası em redilm iştir (B A , M D Z, IV, 128; B kz. E k XTTT).
F E R İD U N M. E M E C E N
184
görülüp defter olunması emredilmiştir30. 1001/1593 senesine doğru
binaların etrâfma kaldırım döşenmesi31 ve 1010/1602’de câmi etrâfma duvar çekilmesi32 ile inşâ faaliyetleri sona ermiştir.
İnşâatın tamamlanması ile bu büyük külliyenin vakıf geürleri
ve bu gelirlerden yapılan harcamalar senelik olarak tesbit edilmiş,
tanzim olunan defterler hükümet merkezine gönderilmiştir33. Vakıf
tesislerinin Vakfiyelerde belirtilen husûsiyetlerini, tatbikatta aldığı
şekillerini rakamların diliyle ve bütün teferruâtıyla tesbit eden bu
Muhâsebe Defterleri’nden34, külliyye giderlerine tahsis olunan gelir­
leri, yapılan harcamaların cins ve mikdarları, vazifeli şahısların ne
gibi işlerle meşgul oldukları ve sayıları hakkında etraflı bilgi edin­
mek mümkündür :
11 Receb 1004 - 21 Receb 1005 (11 Mart 1596 -1 0 Mart 1597)
senesine âid Muhâsebe D efteri’nde35, külliyyenin o seneki vakıf gelir
toplamı, 1.573.948 akça olarak tesbit edilmiştir. Bunun 1.173.669
akçası vakfa tahsis edilen müteaddid köylerin vergi gelirleri ile çel­
tik gelirlerinden; 3000 akçası ise, dükkân kirâsmdan sağlanmıştır.
30 B A , M D Z, XV, 111 (B k z. E k X I V ). T opkapı Sarayı M üzesi A rşivi
[T SM A ]’nin hâlen kullanılm akta olan esk i katalogunda D. 10718 nr.’d a M ura­
diye külliyyesinin inşâat defterlerinin bulunduğu kayıdlı ise de, m a alesef aynı
num aradan, konuyla ilgisi olm ayan başka bir evrak çıkm aktadır. Şüphesiz İn ­
şâat hakkında p ek çok kon uya ışık tutabilecek olan bu defterlerin görü lm e şan­
sı, şâyed kayıp değilseler, yeni ‘k a ta log çalışm alarm m itm âm ve intişârına b a ğ ­
lıdır.
31 L ala P a şa ’ya ve B inâ-em îni M ustafa’y a gönderilen 11 Cum âdelûlâ 1001/13
Şubat 1593 târihli hüküm : B A , M D , L X X , 72/144.
32 17 R am azan 1010/11 M art 1602’ den itibaren bir senelik m uhâsebeyi hâvi
defterde, «C âm i‘-i şerifin cevân ib-i erbe'ası küşâde olm am ağın h ıfz u hırâset
kabil olm adığı ecilden bi’z-zarûrî ta’m îr lâzım ...» olduğu ve bu iş için 23811 akça
harcandığı belirtilm ektedir (TSM A , D. 3568/8, 5a).
33 T S M A ’daki katalogda tesbit edilip görülebilen bu defterlerden bilhassa
1003-1032 devresine âid olanlar tedkik edüm iştir. Bu devreye âid defterler, ara­
da atlam alar olm akla birlikte, daha tam bir serî m eydâna getirm ektedirler.
34 İm âretlere â it M uhâsebe D efterlerinin (bilan çoların ın) târihî k ayn ak ola­
rak ehem m iyeti için bkz. Ö.L. Barkan, «O sm anlı İm paratorlu ğu n da İm âret Site­
lerinin kuruluş ve işleyiş tarzm a âit araştırm alar», İk tisa t F a k ü ltesi M ecm uası,
X X i n / l - 2 (İstanbul 1963), 243 v.d.
35
T S M A , D. 2538.
M U R A D İY E C Â M Ü İN Ş Â S I
185
Aynı sene külliyyenin masraf yekûnu, 1.250.470 akça olmuştur36. Bu
meblağın 382.331 akçası (% 30.57) ile, çeşidli hizmet erbâbmm
maaşları; 678.382 akçası (% 54.25) ile imaretin mutfak levâzımâtı;
arta kalanla ise, aşûre yapılıp dağıtılması, mevlid okunması, ufaktefek tâmir işleri gibi, müteferrik masraflar37 karşılanmıştır.
Bu defterlerden anlaşıldığına göre, câmide, iki imâm; 1 hatib;
1 vâiz; 9 müezzin; 32’si sabah, 31’i öğle ve 31’i ikindi vakitlerinde
cüz okuyan toplam 94 eüzhân; ayrıca, camiin çeşidli zarurî hizmet­
lerini yapan (kandilci, süpürücü, muvakkit, musallî v.s.) 32 hademe
de bulunuyordu. Hankah şeyhleri, Medrese hoca ve talebeleri, ima­
ret mutfak hademeleri ve vakıf idarecileri (çavuş, nâzır, kâtib, mukataa kâtibi gibi) ile toplam 220 kişi külliyyede bilfiil hizmet gör­
mekte ve maaş almaktaydı38.
Külliyyenin imâret kısmı, daha ilk eâmiin mevcûd olduğu 989/
1581 senesinde faaliyete geçmiş, sonraki inşâat sırasında ise geniş­
letilmiş ve buraya bir aşçı tâyin olunmuştur39. Böylece tam kapasite
ile çalışmaya başladığı anlaşılan imârette, 32 kadar hademe çeşidli
vazifeler yapmakta idiler40.
Medresede ise, 1000 Şevvâli’nde (Temmuz-Ağustos 1592), Os­
man Efendi’nin müderris olarak tâyini ile tedrisâta başlanmıştır41.
Pâye bakımından yüksek seviyede bulunan Muradiye Medresesi mü­
36 A ra d a k i sene fa r k ı sebebiyle karşılaştırm a yapm a k doğru olm asa da,
bir fik ir v erm ek düşüncesiyle, 894-95 tarihli F âtih İm areti M uhasebe D efterV nde, bu bü yük im aretin senelik gelirinin 1.500.611 ak ça olduğunu ve 1.433.931
akçalık h arcam a yapıldığını belirtm ek isteriz (.bkz. Ö.L. Barkan, «a y n ı m a k a­
le», s. 253, 287).
37 23 Zilkade 1016-4 Z ilh icce 1017 (11 M art 1608-11 M art 1609) senesi Mu­
hasebe D efte ri’n deki m ü teferrik m a sra fla r arasm da bir tanesi oldu kça dikkat
çekicidir : Burada, M anisa’y a gelen Celâli K alender’e «su lh » için, 50.051 akçalık
m ühim m at v erildiğ i kaydedilm iştir (T S M A , D. 3568/16, 5a).
38 Bu sayı 1032/1622-23’de, 150’ye düşm üştür (T SM A , D. 3 5 0 6 /2 ).
39 İm ârete et tem inine dâir ilk hüküm, 25 Şevvâl 989/22 K asım 1581
târihini taşım aktadır (R u m eli K adılarına, «B â -h a tt-ı hüm âyûn» hüküm sûreti :
B A , M D , X V U , 33 3/1018). A y rıca A ş ç ı
tâ yin i h akkında 24R am azan 997/6
A ğu stos 1589 târihli k ay ıd : B A , K K , R uûs, nr. 252, s. 34 (bkz. E k VTU ).
40 TSM A , D. 2538, 3a-4a.
41 Bkz. A tâî, H ad âyıku ’ l-hakâyık fî tek m ileti’ş-şakâyik,
İstanbul 1268 s.
324-25.
F E R İD U N M. E M E C E N
186
derrislerine yevmî 70 akça tahsis olunmuş42; medresede öğrenim gö­
ren 19 talebeye ise günde toplam 114 akça ayrılmıştı43. Medresenin
ilk müderrisi olan Niğbolulu Osman Efendi’nin 1001 Zilkadesi’nde
(Ağustos 1593) vefâtı üe yerine İbrahim Efendi tâyin edilmiş ve
1003 Cumâdelûlâsı’na (Öcak-Şubat 1595) kadar müderrislik yap­
mıştır44. 1003 Şevvâli’nden 1006 Zilkadesi’ne (Haziran-Temmuz
1595/Temmuz-Ağustos 1598) kadar Abdülvehab Efendi45; ondan
sonra 1010 Saferi’ne (Ağustos 1601) kadar da Sâlih Efendi46 burada
müderris olarak bulunmuşlardır. Sâbh Efendi’den sonra, 1008/15991600’da Manisa müftiliği de yapmış olan Ömer Efendi müderrisliğe
getirilmiş ve bu vazifesini yaparken 1016 Zilhiceesi’nde (Mart 1608)
vefatı vuku bulmuş ; yerine tâyin edilen Tezkireci Ahmed Efendi ise
burada ancak 9 ay kadar müderrislik yapabilmiş, 1017 Şevvâli’nde
(Ocak 1609) o da vefât etmiştir47. Ahmed Efendi’den sonra, 1018
Saferi’nde (Mayıs 1609) Muradiye Medresesi’ne tâyin olunan Sinan
Efendi’nin, 1022 Ramazanı’na (Ekim-Kasım 1613) kadar burada
müderrislik yaptığını biliyoruz48.
42 C. B altacı, M uradiye’y i altm ış üstü m edreseler arasında zikretm iştir
[X V -X V I. A sırlarda Osmanlı M ed reseleri, İstanbul 1976, s. 546).
43 .T S M A , D. 2538, 2a.
44
A tâî, s. 508; ayrıca, C. B altacı, A y n ı eser, s. 547.
45 TS M A , D. 3568/6-7, D. 2538, D. 3610, D. 36 87 /3 ; A tâî, s. 50Qr501; C.
Baltacı, A y n ı eser, s. 547.
46 TS M A , D. 3568/4, D. 3638/1, D. 3568/14; A tâî, s. 456-57; C. B altacı,
A y n ı eser, s. 547-48.
47 1017/1608-1609 senesine âid M uhasebe D efteri’nde, «m erhû m » olarak
zikredilen Ö m er E fen di’ye, 2 Zilh icce 1016/19 M art 1608 târihine kada r m aaş
ödendiği kaydedildiğine ğ ö re (T SM A , D. 3568/16, 3 a ), v e fâ t târihinin bugüne
tesâdü f etm esi ku vvetle m uhtem eldir. A tâ î ise, Ö m er E fen d i’nin v efâ tın ı 1016
Saferi (H aziran 1607) o la ra k verir, an cak ondan son rak i m üderrisin tâyin tâ ­
rihini 1017 Saferi (M ayıs-H aziran 1608) olarak g österir (bkz. s. 527 ve 532).
G erçekten de, m ezkû r M uhasebe D e fte r i’ne nazaran, Ö m er E fen di’n in yerine
tâyin olunan A h m ed Efendi, 1 S afer 1017/17 N isan 1608 den itibâren m aaş
alm aya başlam ıştır (2 a ). D efterde, «m erhû m » ola ra k zikredilen A h m ed E fen ­
di’ye verilen en son m aaş kay d ı ise, 16 Şevvâl 1017/23 O ca k 1609 târihin i ta ­
şım aktadır. Şu halde Ö m er E fen di’nin v e fâ t târihini yan lış ola ra k veren A tâ î’nin, A h m ed E fen di’nin v efâ t târihin i 1018 S aferi (M ayıs 1609) o la ra k g ö s ­
term esi (s. 533) de h atâlı olsa gerektir.
48
B kz. A tâî, s. 588-89.
M U R A D İY E C Â M İİ İN Ş Â S I
187
Bu büyük külliyye, zamanla tabiat şartlarının tesirine mâruz
kalmış, ancak zengin vakıfları sayesinde müteâkıb asırlarda esaslı
şekilde tamir geçirmiş49 ve mükemmel şekilde bugüne kadar gele­
bilmiştir. Bugün Medrese’nin yanında bulunan kütüphane ise, 1812
de, Karaosman-zâde Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Oldukça basit bir plân dâhilinde, cümle kapısından girilince or­
tada merkezî bir kubbe, kubbenin örttüğü kare planlı bir mekân,
bunun doğu, batı ve güneyinde üstleri kubbemsi yarım çarpraz to­
nozlarla örtülü dikdörtgen kısımları bulunan câmiin en gösterişli
cephesini, ön tarafı teşkil etmektedir. Ayrıca câmi içi çini ve ahşab
tezyinatının pek kıymetli olduğu da belirtilmektedir50.
49 Bu tam irlerin en m ükem m eli, E v k a f m ütevelli k aym a k am ı ve M anisa
M ütesellim i K araosm an -zâde A h m ed A ğ a tarafm dan yapılm ıştır (bkz. Ç. U luçajy, «M uradiye C am ii on arüırken », Gediz, M anisa A ra lık 1946, V U I/9 5 ,
s. 2-6 ),
50 Câmiin m im ârî husûsiyetleri için bkz. R.M . R iefsthal, A y n ı eser, s. 14
v.d. K ezâ câm i ve külliyenin plânları için bkz. E. Y ücel, «M anisa M uradiye
câm ii ve külliyesi», V akıflar D ergisi, V II (İstanbul 1968), 207-214.
E K L E R
I
Şehzâde hazretleri mektûb-ı şeriflerin gönderüp nefs-i Manisa’­
da bina olunan meseid-i şerifin mi'mârhğı hizmeti içün bassa üstâdlardan ta'yîn olunan Nikola içün «kemâl m ertebe edâ’-i hizmet et­
m iştir» deyü beş akça terakki ve çuka verilmek recâsma arz etme­
ğin, üç akça terakki olmak buyruldu (13 Muharrem 980/26 Mayıs
1572; BA, KK, Ruûs, nr. 225, s. 18).
n
Vakf-ı şehzâde-i sa‘îdü’l-baht Sultan Murâd tâle-bekâhu ilâ-yevmi’n-neşâd hazretleri mahrûse-i Manisa’da binâ etdirdükleri câmi‘-i
şeriflerine havâss-ı hümâyûndan vakf ta'yîn buyrulan aklâmdır:
Mukâta‘a-i Tahîn-bâne-i Bergama, der-kazâ’-i Tarhala, bermûceb-i defter-i vilâyet, fi sene: 50.000.
Mukâta‘a-i karye-i Halil-beylü ve karye-i Kozluca, tâbi‘-i kazâ’-i
Nif, ber-mûceb-i defter-i vilâyet, fi sene: 11852. Karye-i Halil-beylü
8485, karye-i Kozluca: 3367.
Mukâta‘a-i karye-i Karacalu tâbi‘~i kazâ’-i Marmara, der-livâ-i
Saruban, ber-mûceb-i defter-i vilâyet, fi sene: 21303.
Yekûn bi-tamâmihâ: 71306 (28 Şevval 981/20 Şubat 1574; BA,
M D, XXV, 66/708).
m
Temlik, an-havâss-ı hümâyûn
Karye-i Denizli-burnu, tâbi‘-i İzmir: 17.650
M U R A D İY E C Â M Îİ İN Ş Â S I
189
Karye-i Kızıl-kilise, nâm-ı diğer Gömegil, tâbi‘-i Çeşme: 11.650
Karye-i Köse-dere, tâbi‘-i Çeşme: 25.000
Y e k û n : 54.300
Sa'âdetlü Şehzade hazretleri Manisa’da binâ etdükleri Câmi‘-i
şerîf vakfı içün sabıka temlik olunan Bergama Yağhânesi’ne, havâss-ı hümâyûndan olmak üzere, ana bedel bu karyeler havâss-ı hü­
mâyûndan Câmi‘-i mezbûr vakfı içün temlik buyrulmağm Defterdar
Mehmed Çelebi imzâsiyle mühürlü tezkire göndermeğin vech-i meşrûh üzere kayd olunup mülk-nâme-i hümâyûn verilmek buyruldu
(29 Receb 982/14 Kasım 1574; BA, M D, XXV, 322/2969).
IV
Seyyîd Ömer nâm kimesne gelüp ehl-i Kur’ân-ı azîm olduğun bildirüp sa'âdetlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin nefs-i Manisa’da
Câmi‘-i şeriflerinde vaz' olıman eczâdan biri kendüye ta'yîn olun­
masın recâ etmeğin mezbûr a bir cüz’-i şerîf verilmek buyruldu (15
Zilkade 982/26 Şubat 1575); BA, KK, Ruûs, nr. 229, s. 2).
Seyyîd Ömer gelüp Manisa’da olan Câmi‘-i şerîfde kırâ’at olu­
nan eczânın noktacıhğı mahlûl idüğün bildirüp Câmi‘-i mezbûrda
olan eezâ’-hânân noktacılığı mezbûra verilmek buyruldu (15 Zilkade
982/26 Şubat 1575; BA, KK, Ruûs, nr. 229, s.3).
V
Manisa’da olan îmâret-i âmire mütevellisine hüküm ki;
Hâlâ Manisa’da vâki' olan Câmi‘-i şerîfde şâir selâtîn cevâmi'inde kırâ’at oluna-geldüğü üzere her yılda bir kerre Mevlid-i Hazret-i
Resûl sallallahu aleyhi vesellem okunmak emr edüp buyurdum ki,
vusûl buldukda, emrim üzere her yılda mevlid-i Hazret-i Sultân-ı
Enbiyâ aleyhi efdâli’t-tahiyye ve şâir selâtîn-i izâm cevâmi'inde
kırâ’at olunduğu üzere kırâ’at etdürüp, lâzım gelen hare u mesârifi-
190
F E R İD U N M. E M E C E N
ne vakf mahsûlünden sarf eyleyüp Muhasebe D efteri’ne kayd eyliyesin (22 Rebîülevvel 984/19 Haziran 1576; BA, M D Z, IH, s. 240).
VI
Ranıhan sancağında 35.617 akça yazar mukâta‘a-i tîmâr-ı Hüsam-bey ve 10.924 akça yazar Meleklü nâm karye ve gayrı ki, cümle
46.541 akça, sa‘âdetlü Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin Manisa'da
vâki* olan Câmi‘-i şerifinin evkafma ilhak olunup vakf-nâme-i hü­
mâyûn yazılmak buyruldu (28 Cumâdelûlâ 988/11 Temmuz 1580;
BA, KK, Ruûs, nr. 238, s. 16).
VH
[ ...... ] Oldur ki, Nefs-i Manisa’da vâki‘, Pâdişâh-ı âlem-penâh
hazretlerinin cami‘-i şerif ve imâret-i âmirelerine. mütevelli olan Nasuh kulları arz gönderüp, bundan akdem,. Livâ-i Saruhan’da vâki1
tîmâr-ı Hüsam-bey haslan vakf-ı şeriflerine ilhâk olundukda 10.924
akça yazar Meleklü hasları bile verilüp zikr olunan Meleklü hasla­
rına tâbi* Bahadırlu nâm karye vilâyet defterinde 10.382 akça yazılup 2682 akçası vakf-ı şeriflerine hisse verilüp 7700 akçasmın 1000
akçası havâss-ı hümâyûndan olup ve 6700 akçasına ba‘zı sipâhiler
mutasarrıf olup lâkin mezbûr sipâhiler, vakf-ı şerif zâbitleri ile nizâ‘
üzere olmağın, zikr olunan sipâhilerin 6700 akça hisseleri ellerinde
olan beratları mûcebince sene [...] arz olundukda mezbûr sipâhile­
rin hisseleri vakf-ı şeriflerine ilhâk olunup kendilerine Karaman ifrâzmdan. bedeli hisse verilmek buyrulmuş iken hâlâ mezbûr sipâhi­
ler Dîvân-ı âlîye gelüp «zikr olunan Bahadırlu haslan mâ-tekaddemden ilâ^yevmiuâ-hâzâ ata ve dedelerimizden bu kullanna tîmâr verilü-gelüp her birimiz bu ana gelince mutasarrıf olup eğer deryâdvr
ve eğer karaya vâkie olan seferlerdir, seferledüğümüzden mâ‘aââ, üç
yıldır ki, Şark seferinde olup huzmest-i PâMşâhî eda ederken hâlâ
gelüp tîmâmımz zabtına mübâşeret olundukda, mütevelM-i mezbûr,
‘tîmânnız vakfa ilhâk olunmuşdur’ deyü tasarrufumuza mânic olup
bize ziyâde zulm ü hayfdır» deyü izhâr-ı tazallüm edüp gerü mâtekaddemden mutasarrıf oldukları tîmârlan kendülere mukarrer
etdürülmesi bâbında inâyet recâ ederler.
M U R A D İY E C Â M İİ İN Ş Â S I
191
Arz olundukda, tîmârları üslûb-ı kadîm üzre mukarrer olmak
buyruldu, fî 2 Cumâdelâhıre sene 989 (4 Temmuz 1581; BA, M A D,
nr. 5945, s. 230),
vm
Manisa’da bina olunan Câmi‘-i şerif mütevellisi Mustafa Çavuş’un arzı mûcebince, imâret-i şerîfde olan aşçı üstâdlar kifayet etmeyüp bir üstâd lâzım olmağın, iki akça ile şâgird olan Kulı Bey,
ulûfesine üç akça terakki olup beş akça ile üstâd olmak buyruldu
(24 Ramazan 997/6 Ağustos 1589; BA, KK, Ruûs, nr. 252, s. 34).
IX
Marmara Kadısı’na hüküm ki;
Manisa’da olan Câmi‘-i şerifimin evkafından Bey-obası nâm
karye evkaf-ı mezbûreden olup bi’l-fi‘il Va,fofiyye-i şerî/’imden mastûr u mukayyed iken ba‘zı sipâhi, «bama tîmâr verilmişdür» deyü
dahi olunduğu i'lâm olunmağın, buyurdum ki, [... ] vardukda, hakk
üzere teftiş edüp Defter-i atik ve cedîdde ve Vakfiyye-i şerifime na­
zar edüp göresin, f i’l-vâki‘ karye-i mezbûre ol sipâhîye tîmâr veril­
miş olmayup bi’l-fi‘il Vakfiyye-i şerifimde mevcûd ise, vakf cânibine zabt etdirüp, sipâhîyi dahi etdürmeyesin (2 Ramazan 991/19 Ey­
lül 1583; BA, M D, LU, 12/33).
X
Şehzâde hazretleri tâle-bekâhu Lalası’na hüküm ki;
Dergah-ı Mu'allam çavuşlarmdan olup nefs-i Manisa’da [binâsı]
fermân olunan Câmi‘-i şerifin binâsı mühimmâtı içün etrâfdan gelen
keresteyi getürmeye ve şâir levâzım ve mühimmâtma mu'âvenet lâ­
zım olduğun bildirmeğin, bu bâbda senin dahi mu'âvenetde her veç­
hile ihtimâm üzere olman emr edüp buyurdum ki, [... ] vusûl bulduk-
w
192
F E R İD U N M. E M E C E N
da zikr olunan Câmi‘-i şerîf binasına müte'allık husûslarda mu'âvenet edüp ikdam u ihtimam üzere olasın, Câmi‘-i şerîf husûsu bu
veçhile mühimm ü lâzımdır, bu bâbda ziyâde ikdâm üzere olup ih­
mâlden hazer eyliyesin (25 Safer 992/9 Mart 1584; BA, M D, LU,
276/735).
XI
İstanbul’dan Manisa’ya varınca yol üzerinde vâki* olan kadılara
hüküm ki;
Hâlâ cenâb-ı eelâdet-me’âbım tarafından Manisa’da binâsı fermân olunan Câmi‘-i şerifim mühimmi içün Dergâh-ı mu'allam çavuş­
larından kıdvetü’l-emâsil ve’l-akı-ân [...] zîde-kadruhû ile bir mıkdâr hazîne irsâl olunmuşdur, buyurdum ki, [...] vusûl buldukda
her kangmızm taht-ı kazâsma dâhil olursa gecelerde ve gündüzler­
de hıfz eylemek içün kifâyet mıkdârı âdem tedârük eyleyüp hıfz
edüp birbirünüze emîn ü sâlim ulaşdırasız (26 Ramazan 992/1 Ekim
1584; BA, M, D, LEH, 172/501).
XH
Südde-i sa'âdetimden Manisa’ya varınca yol üzerinde vâk’i' olan
kadılara hüküm ki;
Kazâ’-i mezbûrede olan Câmi‘-i şerîf mühimmi içün Dergâh-ı
mu'allam çavuşlarından Abdi Çavuş ve Dergâh-ı mu'allam kapucularmdan Mehmed hazîne ile irsâl olunmuşdur; buyurdum ki, her
kangmızm taht-ı kazâ’sma dâhil olursa kifâyet mıkdârı âdem ihraç
etdirüp gece ve gündüz hâzineyi bekleyüp Ve mahûf u muhâtara olan
yerlerden emîn ü sâlim birbirünüze ulaşdırasız (7 Rebîülevvel 993/
9 Mart 1585; BA, M D, LV, 200/363).
xm
Südde-i sa'âdetimden Hassa mîmârlarım başı olan Dâvûd dâmemecduhû tezkire gönderüp hâliyâ nefs-i Manisa’da binâsı fermân
M U R A D İY E C Â M Îİ İN Ş Â S I
193
olan Câmi‘-i şerîf ve Imâret-i âmirem ve sair binalarında işleyen
bennâ ve neccâr ve seng-tırâş taifesin kasaba-i Manisa’da sâkin olan
Dergâh-ı mu'allam çavuşlarından ve kapum halkından ve zu'emâ ve
erbâb-ı tîmârdan ve gayriden ba'zılan işlerinden kaldırup kendii ev­
lerin ve şâir mülklerin yaptırmağla, câmi‘-i şerîf ve imâret-i âmirem
mu'attal kaldığım i'lâm eyledüğü ecilden buyurdum ki, [...] vardıkda, bu bâbda onat veçhile mukayyed olup binâ’-i mezbûreyi vakt ü
zemânı ile tekmile sa‘y edüp eğer bennâsma ve eğer neccârma ve
seng-tırâşma bir veçhile kimesne[yi] dahi etdirmeyesin; gadr u inâd
edenleri eğer Dergâh-ı mu'allam çavuşlarıdır ve kapum halkından
ve zu'emâ ve erbâb-ı tımardandır ve gayriden isimleri ve resimleri
ile yazup arz eyliyesin ki, haklarında emrim ne veçhile sâdır olursa
mûcebi ile amel oluna (6 Receb 998/11 Mayıs 1590; BA, M D Z,
IV, 128).
X IV
Sa'âdetlü Şehzâde hazretlerinin Mâl Defterdârı’na hüküm ki;
Bundan akdem, cenâb-ı celâdet-me’âbım tarafından Manisa’da
binâ olunan câmi‘-i şerifin ve medrese ve şâir evkafın ibtidâsmdan
intihâsma, gelince, ne mıkdâr mâl sarf olunmuşdur, mübaşirlerin ahz
eyleyüp yerlü yerinde teftiş eyleyüp ve min-ba'd zikr olunan câmi‘-i
şerîf ve şâir binâya müte'allık umûra nâzır olman emr edüp buyur­
dum ki, [...] vusûl buldukda bi’z-zât gereği gibi mukayyed olup zikr
olunan câmi‘-i şerifin ibtidâsmdan intihâsma gelince levâzımı içiin
ne mıkdâr mâl sarf olunmuşdur, mübâşirleri ahz edüp yerlü yerinde
dikkat u ihtimâm üe teftiş eyleyüp her maddeyi başka defter eyle­
yüp ne mıkdâr mâl sarf olunmuş ise, vukü'u üzere yazup Dergâh-ı
mu'allâma arz eyliyesin, buyurdum ki, [... ] vardukda, fermân-ı
celîlü’l-kadrim mûeebinee bu husûsa kemâl mertebe mukayyed olup
zikr olunan binâlara şimdiye değin mütevelli ve emin ve kâtib ve
şâir mübaşir olanlar kimlerdir ve her birinin zemânında ne rmkdâr
akça sarf olunup nereye sarf olunmuşdur; müfredât defterlerini getürdüp yerli yerinde, ibtidây-i mübâşeretlerinden intihâsma gelince
kemâl-i dikkat u ihtimâm ile teftiş u tefahhus edüp göresin, mezbûrlardan her hangisinin zimmetinde akça zuhûr ederse. ba‘de’s-subût mecâl vermeyüp bî-kusûr tahsil edüp dahi her birinin zemân-ı
194
F E R İD U N M. E M E C E N
mübâşeretlerinde ne kabz olunup ne sarf olunduğun ve ba'de’t-teftîş
üzerlerine ne mıkdâr sabit olup alınduğun mufassal ve meşrûh sicili
edüp südde-i sa'âdetime irsal eyleyüp min-ba‘d zikr olunan binâlara
ve sair mühimmat ve mesâriflerine sen nazır olup ne mıkdâr masraf
vâkı‘ olursa senin ma'rifetinle olup min-ba‘d emr-i şerifime muhâlif
iş etdirmeyesin ve kimesneye te'addî vü tecâvüz olmakdan ve ihmâl
ü müsâheleden ihtiyât üzere olasın (16 Zilka'de 998/16 Eylül 1590;
BA, M D Z, IV, 111).
OSM ANLI D E V R İN D E KO N AR -G Ö ÇER A Ş İR E TLE R İN İSİM
A L M A L A R IN A D ÂİR BÂZI M Ü L Â H A Z A L A R *
İlhan Şahin
Osmanlı devrindeki konar-göçer aşiretlerin isim almaları husu­
sunda bir fikir beyan edilebilmesi, şüphesiz Osmanlı arşiv belgele­
rinin iyi bir sistem dâhilinde incelenmesi ve tedkik edilmesiyle müm­
kündür. Bu hususta üzerinde en fazla durulması icap eden arşiv
malzemesinin, muhtelif perakende evrak ve vesikanın yanında, bil­
hassa Ta/pu-Tahrîr D efterleri’nin olduğu belirtilmelidir. Konar-göçer
aşiretlerin isimlendirilmesine dâir bize bâzı karineler veren ve hare­
ket noktası sağlayan bu defterlere, aşiretlerin içtimâi teşkilâtları,
İktisâdi faaliyetleri, idarecilerinin adları, yaylak-kışlak mahalleri ve
ziraatçilik yaptıkları yerler ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bu nev’i def­
terlerin her eyâlet ve sancak için tanzim edilmiş bulunması ve ko­
nar-göçer aşiretlerin de muhtelif eyâlet ve sancaklar dâhilinde yaşa­
mış olmasından dolayı, bu husustaki bir araştırmanın yapılabilmesi,
şüphesiz konar-göçer aşiretlerin yaşadığı her eyâlet veya sancak
defterlerinin incelenmesiyle mümkündür. Böyle olmakla beraber, Os­
manlI Devleti zamanında çok geniş bir coğrafî sâhaya yayılmış bu­
lunan konar-göçer aşiretlerin bulunduğu her eyâlet ve sancağın TapuTahrîr Defterleri’ni lâyıkı veçhile tedkikin ancak kollektif bir çalış­
mayı gerektirdiği bilinen bir gerçektir. Bu cümleden olarak konargöçer aşiretlerin isim almaları hususunda, bilhassa bunların muhte­
lif adlar altmda toplu gruplar hâlinde bulundukları yerlerin TapuTahrîr Defterleri’nin incelenmesi yoluna gidilmiş; ez-cümle bâzı mü­
teferrik vesikaların yanında, mevzu ile alâkalı araştırmalardan da
istifâde edilmiştir.
* Bu yazı, V I. M illî T ü rk oloji K on gresi (24-29 E ylü l 1984)’ne sunulan
tebliğin ta ’dü edüm iş şeklidir,
196
İL H A N Ş A H İN
Osmanlı devrinde Türkmen veya Yörük adiyle bilinen konargöçer aşiretler, toplu olarak bulundukları yerlerde, Halep Türkmenleri, Yeni-il Türkmenleri, Boz-ulus, Esb-Keşân (At-Çeken) ulusu,
Ramazanlu ulusu, Dulkadırlı (Zülkadirli) Yörükleri, îfrâz-ı Zülkadriyye Yörükleri, Hama Yörükleri, Dânişmendlü Türkmenleri, Anka­
ra Yörükleri, Kütahya Yörükleri, Bolu Yörükleri, Teke Yörükleri,
Söğüt Yörükleri, Kastamonu Yörükleri, Ellici Yörükleri, Turhal Yö­
rükleri, Cemele Kalesi Yörükleri ve Yüzdeciyân gibi muhtelif adlar­
la anılmaktaydılar. Rumeli’dekiler ise, Naldöken, Tanrıdağı (Kara­
göz), Selânik, Ofcabolu, Vize ve Kocacık Yörükleri gibi adlarla bi­
linmekteydiler.
Bu büyük teşekküller arasında yer alan Halep Türkmenleri1 ile,
Hama, Ankara, Kütahya, Bolu, Teke, Söğüt, Kastamonu ve Turhal
Yörükleri2, hiç şüphesiz, coğrafî sâha olarak bulundukları eyâlet,
sancak, kazâ veya nahiyenin adını; Dânişmendlü Türkmenleri3, Dulkaâiirh Yörükleri4 ve Ramazanlu ulusu5, Anadolu’da siyasî bir hüvi­
yete sahip olan Dânişmendliler (1071-1177) ile, Dulkadır-oğulları
Beyliği (1339-1521) ve Ramazan-oğulları Beyliği (1352-1608)’nin
bakiyyesi olduğundan, onların isimlerini; keza, Cemele Kalesi Yö­
rükleri ise, bugün Kırşehir’in 10 km. kuzeyinde harabe bir halde bu­
1 Bu hususta bk. İlhan Şahin, «X V I. asırda H alep T ürkm enleri», Tarih
E n stitü sü D ergisi, sa yı X H , İstanbul 1982, s. 687-712.
2 Bu teşekküllere dâir um um î bir m alûm at için bk. F aru k Sümer,
«X V I. asırda Anadolu, Suriye ve Ir a k ’da yaşayan T ü rk aşiretlerine um um î
bir bakış», İk tis a t F a k ü ltesi M ecm u ası [ = İ F M ] , İstanbul 1949-50, X I /l - 4 ,
509-523.
3 D ânişm endlü T ürkm enleri’nin 1069-1145 (1659-1733) y ü la rı arasm da
A nadolu eyâletindeki yerleşm eleri üe şâir kayıtların ı ih tivâ eden bir defterde,
bu teşekküle m ensup ola n cem âatlerin c o ğ r a fî sâha ola ra k A k saray , K ırşehir,
A y d ın ve A da n a bölgelerine kadar yay ü d ığı görülm ektedir (B aşbakan lık O s­
manlI A rşiv i [B O A ], M âliyed en M ü d evver D e fte r le r [M AD ],nr. 7574). Bahis
konusu teşekkülün 1069 (1659) tarihinde tanzim edüen bir ba şk a ta h rîri için
bk. M A D , nr. 5910.
4 D ulkadırlı Y örü k leri’nin K anunî Sultan Süleym an’ın ü k zam anlarında
yapüan m u fassal bir tahrirî, B O A , Tapu-Tahrîr D e fte r i [T D ], nr. 402’dedir.
5 F. Sümer, T ü rk aşiretlerine um um î bir bakış, s. 514; A y n ı yazar, «Çüku r-ov a tarihine dâir araştırm alar», Tarih A raştırm aları D ergisi, A n k ara 1964,
1/1, 35-62.
A Ş İR E T L E R İN İS İM A L M A L A R I
197
lunan Cemele Kalesi müstahfızlarının tîmâr reayası olduğundan6, bu
kalenin yâni Cemele Kalesi’nin ismini almışlardır. Konya'nın ova
bölgesinde yaşayan ve idâri bakımdan Eski-il, Bayburd ve Turgud
adlı üç kazâya ayrılan Esb-Keşân (At-Çeken) ulusu’nun, iyi cins at
yetiştirmekle şöhret bulmasından ve devlete vermekle mükellef ol­
dukları vergilerini at resmi olarak edâ etmelerinden dolayı7, At-Çe­
ken ulusu adım aldığı; Saruhan (Manisa) bölgesinde bulunan Ettici
Yörük'leri’nin, her elli hâneden bir eşkinci çıkarması sebebiyle8, bu
adla anıldığı; îfrâz-t Zülkadriyye Yörükleri’mn, aslında Dulkadırlı
(Zülkadirli) Yörükleri’ne mensup olmakla beraber, zamanla onların
içinden ayrılmış olmasından dolayı bu ismi taşıdığı9; muhtelif böl­
gelerde Yüzdeciyân adı ile bilinen konar-göçer teşekküllerin ise, her
yüz koyundan 1 koyun ağnâm vergisi vermesinin10 bu adı almaları­
na âmil olduğu anlaşılmaktadır.
Sivas’m güney kısmandaki geniş bir bölgeyi kendisine yurd tu­
tan ve 1548’de teşkü edilmesiyle birlikte Yeni-il adiyle kazâî bir
statüyü hâiz olan Yeni-il Türkmenleri’nın11 bu adı hangi sebepten
almış olduğuna dâir kesin bir fikir beyân edilememekle beraber,
Konya bölgesindeki At-Çeken ulusu’nun İdarî bakımdan bir kazâsı
olan Eski-il’in, Yeni-ü’in teşkilinden önce ihdâs edilmiş olması na­
zarı itibâra almacak olursa12, Yeni-il’in de Eski-il’e nisbetle teşkil
6 890 (1485) ve 932 (1526) tarihlerinde tanzim edilen ve K ırşehir’ in tah­
rîrini de m uhtevi bulunan Tapu defterlerinde, Cem ele K alesi m üstahfızlarm m
tîm âr reayası olan ve Cem ele K alesi Y ürükleri adiyle bilinen teşekkül, Çanak­
çı, K uştim ur, U zu n -Y u su f, E revik ve H acı-B âyezidlü cem âatlerinden m üte­
şekkil idi (B O A , T D , nr. 19, s. 334-336; B O A , TD, nr. 998, s. 674).
7 H am id H adzıbegic, «R a sp rav a A li Ğausa iz S ofije o tim a rk oj O rgan izaciji u X V I I stoljecu », Glasnik, Sarayevo 1947, II, 158, 190; Ilhan Şahin,
«T îm âr sistem i hakkında bir risale», Tarih D ergisi, sa y ı 32, İstanbul 1979,
s. 628v Bu hususta yapılan yen i bir araştırm a için bk. R .P . Lindner, Nom ads
and O ttom ans In M edieval A natolia, B loom in gton 1983, s. 75-103.
8 BO A, Saruhan TD, nr. 165, s. 628.
9 M A D , nr. 7534, s. 290, 732, 872, 1286.
10 B O A , M ühim m e D e fte r i [M D ], nr. 81, s. 156, hük. .345; B O A , K âm il
K epeci ts., A h k â m D efteri, nr. 67, 145b, 196b, 207b.
11 Y eni-il T ürkm enleri hakkında bk. Ilhan Şahin, Y eni-il K a sa sı v e Y eniil Türkmen'leri (1548-1653), İstanbul Ü niversitesi, E debiyat Fakültesi, Y en içağ
T arihi K ürsüsü’ne sunulmuş basılm am ış dok tora tezi, İstanbul 1980.
12 Meselâ, II. B âyezid devrinde tanzim edüen A t-Ç ek en ulusu Tapu def­
terinde E ski-ü kazâsınm adına rastlanılm aktadır (B O A , TD, nr. 32, s. 379).
198
İL H A N ŞA H İN
edilerek, adını bu sebepten almış olabileceğini düşünmek mümkün­
dür. Yeni-il Türkmenleri’ne pek yaygın olmamakla beraber, bâzan
Üsküdar.Türkmenleri adı da verilmekte idi13. Bunun böyle olması,
şüphesiz Yeni-il’in 1548’den 1584’e kadar Kanunî Sultan Süley­
man’ın kızı Mihrümah Sultan’m Üsküdar’daki cami ve imâretine;
1584’den sonra ise, HL Murad’ın anası Atîk Valide Sultan’m yâni
Nurbanu Sultan’m yine Üsküdar’daki câmi ve imâretine vakfedil­
miş olmasından, yâni mâlî ve idârî bakımdan Üsküdar’daki bu tesis­
lere bağlı olmasından ileri gelmiştir14.
Akkoyunlu’larm bakıyyesi olan ve başta Diyarbekir bölgesi ol­
mak üzere Mardin’in güneyindeki Deyr-i Zor’a kadar uzanan çöl böl­
gesi ile, Erzurum’a bağlı muhtelif yerlerde yaşayan Boz-ulus’vm. da,
bu adı hangi sebepten aldığı bilinmemektedir. Faruk Sümer, Bozulus’un Halep Türkmenleri ve Dulkadırlı Yörükleri ile şâirlerine
mensup olması, yâni ulusun kavmî ve siyâsî bakımdan muhtelif men­
şeli aşiretlerden müteşekkil bulunması sebebiyle, onun bu «Boz» sı­
fatını almış olabileceği ihtimalini ileri sürmektedir. Ayrıca bir baş­
ka ihtimal olarak da, «Boz» renginin bugün Anadolu’da sıhhati bo­
zulmuş kimseler için kullanılması sebebiyle, bir zamanlar Akkoyımlular devrinde siyasî ikbâl devresinde bulunan bu teşekküle mensup
aşiretlerin, bilâhire bu mevkiini kaybederek, mezkûr sıfatı almış
olabileceğini kaydetmektedir15.
Rumeli’de bulunan Naldöken, Tanndağı (K aragöz), 'Selânik,
Ofcdbolu, Vize ve Kocacık Yörükleri, önceleri başlarındaki reislerin
adlarına, veya mümeyyiz oldukları vasıflarına göre isimlendirilirlerken, sonradan kesif olarak bir merkez etrafında kalmaları ve yarı
yarıya yerleşik hayata geçmeleri neticesinde, bulundukları yerlere
göre adlandırılmışlardır16.
Osmanlı Devleti zamanında coğrafî sâha olarak yaşadıkları yer­
lerin ve bakiyyesi oldukları Anadolu Beylikleri’nin isimleriyle mü13 A h m et R e fik [A ltın a y ], A nadolu’da T ürk A şir etle ri (966-1200), İstan ­
bul 1930, s. 121.
14 Şahin, Y en i-il K asası, s. 16-23.
15 F aru k Sümer, «B oz-u lu s hakkında», D ü v e T a rih -C oğ ra fya F ak ü ltesi
D ergisi [D T C F D ], A n k ara 1949, V H /1 , 30.
16 M. T ay y ib G ökbilgin, R um eli’de Y ü rü kler, T atarlar v e E vlâd -ı F a ­
tihan, İstanbul 1957, s. 20, 21, 29. 105 v.d.
A Ş İR E T L E R İN İS IM A L M A L A R I
199
semmâ olmanın yanında, bulundukları bölgelerde il veya ulus ismi­
ne, veyahut da İktisadî faaliyetlerine göre muhtelif adlar alan bu
gibi teşekküllerin, içtimâi teşkilâtlan bakımından umumiyetle boy
veya tâifelerden meydana geldiği, boy veya tâifelerin ise, muhtelif
cemâatlere ayrıldığı görülmektedir. Büyük gruplar halindeki konargöçer teşekküllerin muhtelif adlan alması hususuda bâzı âmillerin
rol oynamış olması nazan dikkate alınacak olursa, bu büyük teşek­
külleri teşkil eden boylar ile, boylan teşkil eden cemâatlerin isim­
lerini nereden aldıkları veya hangi unsurun bu ismi almalarına se­
bep olduğu ister istemez hatıra gelmektedir. Nitekim, büyük bir kıs­
mı tîmâr veya hâs reâyâsı olarak çok erken devirlerde meskûn bir
hâle geçen ve bunun neticesinde konar-göçerliğin birtakım husûsiyetlerini zamanla kaybetmiş bulunan Batı Anadolu’daki ve Rumeli’­
deki yürüklerden ziyâde, ananevi içtimâi teşkilâtlarını uzun süre
muhafaza eden Orta, Doğu ve Güney-doğu Anadolu ile Suriye böl­
gesindeki teşekküllerin incelenmesi, bu hususta başlıca hareket nok­
tası olarak telâkki edilmiştir.
Boya mensup olan ve boy-beyi âilesini teşkil eden bir cemâatin
içinden «Bey» unvamnı hâiz boy-beyleri tarafından idâre olunan
boylar arasında, Anadolu’yu bir Türk yurdu haline getiren Oğuz boy­
larının adım taşıyan bir hayli boya rastlanılmaktadır. Hiç şüphesiz,
Oğuz boylarına mensup olduklarından Beydili, Bayad, Avşar, Kınık,
Peçenek, Salur, Eymir v.s. gibi adlarla bilinen bu boylar hakkında
daha önce bâzı araştırmalar yapıldığı için1T, fazla bir şey söylemek
istememekle birlikte, bu hususta bir iki noktaya değinmek icap et­
mektedir.
Oğuz boylarına mensubiyetinden dolayı onların adını muhafaza
eden boyların, bâzan bu isimlerinin başına başka bir isim daha al­
dıkları, veyahut da mensup oldukları asıl Oğuz boyu ismini tamamen
terkederek diğer bir isimle anıldıkları nazarı dikkati celb etmektedir.
Meselâ, 1520’de Halep Türkmenleri arasında yer alan Köpek-oğlu Du­
rak Bey idâresindeki Avşar ve Gündüz-oğlu İbrahim Bey idâresindeki Gündüzlü boylarının, daha sonraki yıllarda asıl boy adlarının
17 M eselâ bk. F aru k Sümer, «O sm anlı devrinde A n adolu ’ da yaşayan Ü çOklu O ğuz boylarm a m ensup teşekküller», İF M , İstanbul 1949-50, X I /l - 4 , 437508; A y n ı yazar, «B ozok lu O ğu z boy la rm a dâir», D T C F D , A n k a ra 1953, X I/1 ,
65-103.
200
İL H A N Ş A H İN
yanında, boy-beyi âilesinin ismini yâni Köpekli A vşan ve Gündüzlü
A vşan ismini aldıkları görülmektedir18. Bunların bu isimleri boy-beyi
ailesinden mezkûr Durak Bey’in babası Köpek’den ve İbrahim Bey’­
in babası Gündüz’den, veyahutta daha önce yaşamış aynı isimli bir
boy-beyinden aldığı anlaşılmakla beraber, burada üzerinde durul­
ması icap eden asıl husus, boyu idâre eden boy-beyi ailesi isminin,
bilâhire o boya adının verilmiş olmasıdır. Keza, 1520’de yine Halep
Türkmenleri arasında yer alan Beylik Avşar boyunun, bilâhire Avşar boyuna mensubiyetinden dolayı almış olduğu Avşar adını tama­
men terkettiği ve sâdece BeyliMü adiyle bilindiği dikkati çekmekte­
dir19. Beylik adının boya hangi sebepten verildiği kesin olarak büinmemekle birlikte, konar-göçer cemâatlerin mensupları arasmda Bey­
lik adını taşıyan şahısların olması-0, bu ismi ya 1520’deki Beylik adh
boy-beyinden, veyahut da daha önce yaşamış aynı isimli bir ceddin­
den almış olabileceğini hatıra getirmektedir. Bu durum ise, boyu
idâre eden boy-beyi isminin, boyun asıl ismiyle beraber zikredilme­
sinin yanında., asıl ismini tamamen unutturarak sâdece kendi ismini
de verdirdiğini göstermektedir.
Bunun haricinde, konar-göçer teşekkülleri teşkil eden diğer boy­
lar arasmda doğrudan doğruya boy-beyi âilesine nisbetle isim alan­
lara da tesâdüf edilmektedir. Meselâ, Halep Türkmenleri içinde yer
alan înallu boyunun, 1520’de İnal-oğlu Hamza Bey idâresinde ol­
ması21, boyun ismini ya Hamza Bey’in babası înal’dan, ya da daha
önce yaşamış aynı isimli bir ceddinden; 1519’da Ramazanlu ulusu
arasmda yaşayan Ulaş boyunun, ismini, daha önce boyu idâre etmiş
olan Ulaş Bey’den22; yine Halep Türkmenleri’ne dâhil olan ToMemürlü (Tohtem ürlü) boyunun ise, ismini 1525-30 tarihinde boy-beyi
olan Toktemür Bey’den aldığı anlaşılmaktadır23.
18 Şahin, H alep T ürkm enleri, s. 699-701.
19 Şahin, A y n ı m akale, s. 702-703.
20 M eselâ, H alep T ü rkm enleri’ne mensup olan Sekiz-O ğlan cem âatinin
1520 tarihinde ahâlisi arasm da B eylik -oğlu E yn e H oca adlı bir şahıs y er aldığı
g ib i (B O A ,H alep T D , nr. 93, s. 662), 1525-30 tarihinde în allu boyu na ba ğlı
îh allu cem âatinin başında da M ehm ed K ethudâ-oğlu D avud K ethudâ ile bir­
likte A li K eth udâ-oğlu B eylik K ethudâ bulunuyordu (Şahin, A y n ı m akale,
s. 701-702).
21 Şahin, A y n ı m akale, s. 701-702.
22 Sümer, Ü ç-O klu O ğuz boylarına m ensup teşek k ü ller, s. 454.
23 Şahin, A y n ı m akale, s. 705.
A Ş İR E T L E R İN İS İM A L M A L A R I
201
Boy-beyi ailesine nisbetle isim alan bu gibi boyların yanı sıra,
muayyen bir bölgedeki il veya ulusların teşkilinde, bâzan diğer böl­
gelerdeki konar-göçer teşekküller de mühim bir rol oynadığı için, o
teşekkül dâhilindeki boylarm, aslen mensup olduğu teşekkülün admı
aldığı görülmektedir. Bu cümleden olarak Yeni-il Türkmenleri’ni teş­
kil eden aşiretlerin bir kısmı aslen Dulkadırh Yörükleri’ne mensup
olduğundan24, Yeni-il’de kendüerine Dulkadırh boyu denilmesine;
keza Boz-ulus’u teşkil eden aşiretlerin bazısının yine Dulkadırh Yörükleri ile Şam Vilâyeti Türkmenleri’ne mensup olmasından dolayı25,
Boz-ulus’da kendilerine Dulkadırh ve Şam Vilâyeti Türkmen'leri
boyu adının verilmesine sebep teşkil etmiştir. Bu arada yine Bozulus’u teşkil eden ve aslen Akkoyunlu teşekkülleriyle Halep Türk­
menleri’ne mensup olan aşiretlerin, Boz-ulus boyuna tâbi olduğunun
zikredilmesi26, bu boylarm bâzan asıl mensup oldukları teşekkülle­
rin adlariyle değil, il veya uluslarının isimleriyle de anıldıklarını
göstermektedir. Muayyen bir bölgedeki il veya ulusların teşkilinde
rol oynayan bu gibi teşekküllere, umumiyetle o teşekkül dâhilinde
mensup olduğu asıl teşekkülün adı boy adı olarak verilmekle bera­
ber, bâzan mensup olduğu asıl teşekkülün adım almadığı ve başka
bir adla anıldığı da görülmektedir. Meselâ, Yeni-il Türkmenleri’ne
dâhil aşiretlerin, Yeni-il’de asıl mensup olduğu Halep vilâyeti adının
kendisine boy adı olarak verilmediği ve bunların Yaban-eri boyu adı
altmda zikredildiği belirtilmelidir27. Yaban ve Er (Adam) kelime­
lerinden meydana gelen bu tâbirin, Yeni-il’de Halep Türkmenleri’ne
verilmesi, şüphesiz mezkûr tâbirin anlamıyla alâkalıdır. Bilindiği
gibi Halep Türkmenleri güneyden yâni Halep vilâyetinden gelerek
Yeni-il’e dâhil olmaktaydılar. îşte bu durum onların yabandan veya
dışarıdan gelen kimseler mânasına,- Yeni-il’de Yaban-eri boyu adı al­
tmda bilinmelerine sebep olmuştur28.
24 Şahin, Y en i-ü K azası, s. 149-150, 153-154.
25 B O A , D iyarb akır TD, nr. 200, s. 967, 1007; K rş. Siimer, B oz-ulu s h ak­
kında, s. 31, 37, 53, 60.
26 A y n ı d efter, s. 917-966; K rş. Sümer, B oz-ulus hakkında, s. 30-31.
27 Şahin, Y en i-ü K azası, s. 149-150, 153-154.
28 A rşiv vesikaların da «Y a h an » tâbiri, dışarıdan gelen yaba n cı k im ­
seler için kullanılm aktadır. M eselâ, T rabzon ’ daki H atuniyye îm â reti e v k a f ma
b a ğ lı Bedesten’deki b â zı dükkânları hariçten gelip kiralayanlar için dahi
«Y a ba n » tâbirinin kullanıldığı görülm ektedir (T rabzon kadısına gönderilen 18
Z ilk a’de 987/6 O cak 1580 tarihli hüküm, M D, nr. 41, s. 363, hük. 776).
202
İL H A N ŞA H İN
Bahis mevzu olan bu boylarm yanı sıra, boylan teşkil eden ce­
mâatlerin isim almalarında da yine muhtelif âmiller rol oynamak­
taydı. Cemâat ahâlisi içinde umûmiyetle babadan oğula geçen ve
kethudâ unvanını hâiz bulunan kimseler tarafından idâre edilen bu
cemâatler arasında, Oğuz boylarına mensubiyetinden dolayı onların
adını muhafaza edenlerin sayısı hayli kabarıktır. Osmanlı devrinde
Oğuz boylarının adını taşıyan cemâatlere dair bâzı araştırmalar ya­
pılmasına rağmen, birtakım noktalara temas etmek gerekmektedir.
Osmanlı döneminde Oğuz boylarınm adım taşıyan veya taşıma­
yan aynı isimli cemâatler, tek bir cemâat halinde yaşamanın ya­
nında, her biri birer kethudâ idâresinde olmak üzere muhtelif grup­
lara ayrılmış bir halde idiler. Muhtelif gruplar halinde bulunan ve
Oğuz boylarınm adını taşıyan cemâatlerin bâzısı, mensup oldukları
boyun adını muhafaza etmekle birlikte, kethudâsmm ismini, veyabutta kethudânın babasının ismini de almaktaydılar. Meselâ, HalepTürkmenleri’ne dâhil olan ve muhtelif gruplara ayrılan Eymir ce­
mâatinin, 1525-30 ve 1536 tarihlerinde Çarık-oğlu Ahmed Kethudâ29,
1552 tarihinde ise Çarık-oğlu idâresinde olan grubu30, 1641’de Ah­
med Kethudâ’nın babası Çarık’a nisbetle ÇarikU Eymiri31; 1641’de
Bonsuz-oğlu İdris Kethudâ idâresindeki grubu, İdris Kethudâ’nın
babası Bonsuz’a nisbetle Bonsuzlu, Eyrmri32-, Boz-ulus’a dâhil olan
Beydili cemâatinin, 1540’da îsmail-oğlu Maksud Kethudâ idâresinde
olanları, Maksud Kethudâ’nın babası İsmail’e nisbetle İsmail B ey­
dili33 adıyla anılmaktaydılar. Yine Halep Türkmenleri’nin Bayad bo­
yuna mensup olup 1536’da Doğan-oğlu Feyyaz Kethudâ idâresinde
bulunan ve bu tarihde Feyyaz Kethudâ’nm babası Doğan’a nisbetle
Doğanlu adiyle bilinen cemâatin34, 1641’de Doğanlu Bayadı adiyle
anıldığı görülmektedir35. Kethudâlık müessesesinin babadan oğula
geçtiği nazar-ı itibâra almacak olursa, bu cemâatlere adını vermiş
29 BO A, H alep TD, nr. 1040, s. 121-122; B O A , H alep T D , nr. 397, s. 774.
30 B O A , H alep TD, nr. 280, s. 332. Burada, Ç a rık-oğlu ’nun adı tasrih
edilm em ekle beraber, 1525-30 ve 1536 tarihlerindeki A h m ed K ethudâ olm ası
kuvvetle m uhtem eldir.
31 B O A , H alep T ürkm en leri TD, nr. 773, s. 51.
32 A y n ı d efter, s. 49.
33 D iya rb ek ir TD, nr. 200, s. 917-918; Sümer, B oz-ulu s hakkında, s. 47.
34 H alep TD, nr. 397, s. 808.
35 H alep T ürkm en leri T D , nr. 773, s. 39-40.
A Ş İR E T L E R İN İSİM A L M A L A R I
203
olan şahısların, oğullarından önce kethudâlık vazifesinde bulunduk­
larım söylemek mümkündür.
Diğer taraftan, Yeni-il Türkmenleri’ne dâhil olan ve 1583’de
Bahri Kethudâ, 1630-31’de ise Osman Bahri Kethüda idâresinde bu­
lunan Bidil Afşarı içindeki bir grubun36, bu son tarihde yâni 1630-31
de, ya 1583’deki Bahri Kethudâ’ya, ya da 1630-31’deki Osman Bahri
Kethudâ’ya nisbetle Bahri A fşarı adını alıp Bidil ismini tamamen
terketmesi; kezâ, 1583 ve 1630-31 tarihlerinde Receb Kethudâ idâ­
resinde, 1641’de ise Receb Kethudâ’nm oğlu Hüseyin Kethudâ idâ­
resinde olan Tâifi Afşarı cemâatinin37, 1641’de Tâifi adını tamamen
terkederek Receblü A fşarı adını alması, cemâatlerin mensup olduğu
boyun ismi yanında kullandığı nisbeti bilâhire terkederek bunun ye­
rine kethudânm ismini aldıklarım göstermektedir.
Bunun yanı sıra, aynı adı taşıyan bâzı cemâat gruplarının mes­
kûn bir hâle geçmesi, veyahutta göçer bir hayat yaşaması da bir
ad alma vesilesi olmaktaydı. Bu cümleden olarak Karkm cemâatinin
1641’de Durak Kethudâ idâresinde henüz daha yerleşmemiş olan
grubuna Göçer Karkm, Pir Ahmed Kethudâ idâresinde yerleşik bir
hayat yaşayan grubuna Oturak Karkm adının verildiği38; kezâ, Kızık cemâatinin de yine buna benzer bir şekilde 1641’de Göçer Kısık
ve Oturak Kısık adiyle bilindiği zikredilmelidir39.
Öte yandan, Halep Türkmenleri’ne dâhil olup, 1520’de Korkmaz
Kethudâ idâresinde bulunduğu için Korkmaz Kethudâ Cemâati adiy­
le bilinen ve Halep Döğeri adiyle de anılan Döğer cemâatinin40, daha
sonraki yıllarda ve hatta asırlarda sâdece H alef D öğeri adiyle bilin­
mesi41; 1520’de Taban-oğlu Hilâl, Âdil-oğlu Yusuf ve Kara Mehmedoğlu İsmail idâresinde üç gruba ayrılan ve Hama Döğeri’ne tâbi
olan Döğer cemâatinin42, bundan sonraki yıllarda ve hatta asırlar­
36
Şahin, Y eni-il K azası, s. 171.
37
Şahin, Y en i-il K azası, s. 231-232.
38 H alep Türkm en'leri TD , nr. 773, s. 9-12.
39
A y n ı d efter, s.
2-9.
40
H alep TD , nr. 93, s. 659-660, 689.
41 M eselâ, 1525-30 (H alep TD, nr. 1040, s. 108-110), 1536 (H alep TD,
nr. 397, s. 824-825), 1552 (H alep TD , nr. 280, s. 331), 1570 (H alep TD,
nr. 493, s. 984-986) ve 1641 (H alep T ürkm en leri TD, nr. 773, s. 53) tarihlerinde
bu ad ile bilinm ekteydiler.
42 H alep TD, nr. 93, s. 690.
204
İL H A N ŞA H İN
da Hama Düğeri adını alması43; 1536’de Donrul Kethüda idaresinde
Anteb’in kuzey-doğusundaki Rum-Kal‘a’da yaşayan Çepni cemâati­
nin44, 1641’de Rum-KaPa Çepnisi admı taşıması45; Yeni-il Türkmenleri içinde yer alan, 1548’de Yeni-il’deki Göremez yurdunda yayla­
yan ve 1583’de yaylakçılık yaptığı yurdun adiyle yâni Göremez adiyle
de anılan Eymir cemâatinin, 1644’de asıl ismi olan Eymir’i tama­
men terkederek sâdece Göremezlü cemâati adiyle bilinmesi46; Hama
Yörükleri içinde Salur boyuna mensup olan ve Hama’ya tâbi olan
Bayad cemâatinin, 1527’de Hama Baya/h adiyle zikredilmesi47;
1540’da Boz-ulus’a dâhil olan bir cemâat ile48, 1641’de Yeni-il’e dâhil
olan diğer bir cemâatin Şam Boyada, adiyle kaydedilmesi49, esas boy­
larının admı taşıyan cemâatlerin diğer bir ad almasmda coğrafî
sâha olarak bulundukları yerlerin de büyük bir fonksiyonu olduğunu
göstermektedir. Kezâ, Halep Türkmenleri’ne dâhil olan Karkm ce­
mâatinin, 1520’de Hacı Deniz Kethudâ-oğlu Mehmed Fakih idâresindeki grubunun, hem Deveciyan, hem de Oduncuyan admı taşı­
ması50 ve hatta 1520’den sonraki yıllarda Oduncuyan adım terketmekle beraber Deveciyân admı muhafaza etmesi51, cemâatlerin isim
almalarında diğer bâzı âmillerin olduğuna da dikkati çekmektedir.
Bahis konusu cemâatin Oduncuyan admı taşıması, 1520 tarihli bir
kayıttan anlaşıldığına göre, nakdî olarak senede vermekle mükellef
oldukları 1500 akçalık vergiyi vermedikleri takdirde, bunun yerine
100 yük odun vermelerinden; Deveciyân ismini ise, iktisâdî fonksi­
yonları bakımından deve yetiştirmekle şöhret bulmalarından dolayı
aldıkları anlaşılmaktadır52,
43 1525-30 (H alep TD, nr. 1040, s. 102-105), 1536 (H alep TD, nr. 397,
s. 820-821), 1552 (H alep TD, nr. 280., s. 330) ve 1570 (H alep TD , nr. 493, s. 973976, 979) .tarihlerinde bu a d ile bilindiği gibi, 1641 tarihinde dahi bu adı ta şı­
m aktaydı (H alep Türkm en'leri TD , nr. 773, s. 51).
44
45
46
47
48
49
50
51
(H alep
52
H alep T D , nr. 397, s. 822.
H alep Türk/menleri TD, nr. 773, s. 64-67.
Şahin, Y en i-ü K asası, s. 191.
B O A , H am a TD, nr. 418, s. 314-315.
D iya rb ek ir T D , nr. 200, s. 997; K rş. Sümer, B os-ülu s hakkında,
Şahin,Y en i-ü K asası, s. 228.
H alep TD, nr. 93, s. 692.
1525-30 v e 1536 tarihlerinde bu adı hâlâ m u h afaza
etm ekte idüer
TD, nr. 1040, s. 46-47; H alep
TD,
nr. 397, s.
819).
H alep TD, nr. 93, s. 692.
s.57.
A Ş İR E T L E R İN İS İM A L M A L A R I
205
Diğer taraftan, 1536’da Çepni adiyle bilinen, Başım-Kızdılu
Çepnisi adiyle de anılan ve Hatay’ın Belen kazâsınm kuzey-doğusundaki Gündüzlü kazâsında yaşayan cemâatin53, bilâhire 1570’de Bagras’da54, 1641’de ise Adana, Aydm ve Saruhan’da görülmesi55 ve
mezkûr tarihlerde sâdece Başım^Kızd/ılu Ç&pnisi adiyle zikredilmesi,
onların bu ismi belki de içtimâi bir hâdiseden dolayı aldıklarını;
eğer böyle bir hâdise neticesinde mezkûr ismi almışlarsa, bu gibi hâ­
diselerin de aşiretlerin isim almalarına sebep olabileceğini söylemek
mümkün olmaktadır.
Oğuz boylarının adlarını taşıyan cemâatlerin yanı sıra, onların
adını taşımayan cemâatlerin büyük bir kısmı, doğrudan doğruya
kethudâlannın isimlerini taşımaktaydılar. Buna dâir defterlerde bir
hayli kayda rastlamak mümkündür. Bu bakımdan bilhassa entere­
san isimleri olan cemâatlerin bir kısmını burada belirtmeyi uygun
buluyoruz. Bunlar arasında Halep Türkmenleri’ne dâhil olup Beylik
Avşar (Beyliklü) boyuna bağlı bulaman ve 1525-30’da Cengiz-oğlu
Kırım Kethudâ idâresinde olan cemâatin Gengizlü56 ve 1570’de Kulaksız-oğlu Süleyman Kethudâ idâresindeki cemâatin Süleyman Kur
laksız?7; 1552’de Karabaş Kethudâ idâresindeki cemâatin Karabaş
Kethudâ58; 1525-30 ve 1536 tarihlerinde îsâ Hacı-oğlu Veli Kethudâ
idâresindeki cemâatin59, mezkûr tarihler ile 1552 ve 1570 tarihlerin­
de Isâ-Hamlu?°; 1525-30’da Bozan-oğlu Mansur Kethudâ idâresindeki
cemâatin61, mezkûr tarih ile 1536, 1552 ve 1570 tarihlerinde Bozan­
la62; Bayad boyama bağlı olan ve 1525-30’da Pehluvan-oğlıı İlyas’m
oğlu Davud Kethudâ idâresinde bulunan cemâatin63, bu tarih ile daha
sonraki yıllarda ve hatta asırlarda Pehlumanlu64; 1525-30’da Yaban53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
s. 958.
63
64
H alep
H alep
H alep
H alep
H alep
H alep
H alep
H alep
Halep
H alep
T D , nr. 397, s. 821-822.
T D , nr. 493, s. 1005.
T ürh m enleri T D , nr. 773, s. 67-68.
T D , nr. 1040, s. 115.
TD, nr. 493, s. 936.
T D , nr. 280, s. 326.
TD, nr. 1040, s. 82-83; H alep TD, nr. 397, s. 756.
T D , nr. 280, s. 328; H alep TD, nr. 493, s.956.
TD , nr. 1040, s. 84.
TD, nr. 397, s. 757; H alep TD, nr. 280, s. 328; H alep T D , nr. 493,
H alep T D , nr. 1040, s. 49-52.
Meselâ, 1536 (H alep TD, nr. 397, s. 804-805), 1552 (B O A , H alep TD,
IL H A N Ş A H ÎN
206
oğlu İskender Kethüda idaresindeki cemâatin65, bu tarih ile 1536,
1552 ve 1570 tarihlerinde Yabanin?6; 1525-30’da Beçi-oğlu Tanrıverdi
Kethüda ile Tanrıverdi-oğlu Beçi Kethudâ idaresindeki cemâatin67,
bu tarihde ve daha sonraki tarihlerde Beçilü68; Karakoyunlu Yörükleri’nden olan ve 1520’de Çomak-oğlu Ali Kethudâ idâresinde bulu­
nan cemâatin, mezkûr tarihde Çomak-oğlu Ali Kethudâ69 ve 1525-30
da Çomaklu70-, Yeni-il’de Dulkadırlı boyuna mensup olan Anamaslu
cemâatinin, 1641’de Hacı Bozan Kethudâ idâresindeki kolunun,
1648’de Hacı-Bozan Anamaslusu71; 1630-31’de İlühan Kethudâ idâresindeki Elçi cemâatinin72, 1691’de tlühanlu Elçisi73; Şereflü ce­
mâatinin 1630-31’de Sultan Kethudâ idâresinde olanlarının71, 1691’de
Sultan Kethudâ Şereflüsü75 ve 1647’de Köse-oğlu idâresinde olanla­
rının 76, 1691’de K öse’oğlu Şereflüsü77; 1583’de Kazıl Ali-oğlu Haşan
Kethudâ idâresinde olup mezkûr tarih ile 1630-31’de Kızıl-Alilü is­
miyle anılan Toktemürlü cemâatinin, 1641’de sâdece Kvzıl-Ali Toktemürlüsü78; Dulkadırlı Yörükleri’nden Koyuncuyan tâifesine tâbi
olan ve Kanunî devrinde Müslim Hacı-oğlu Mehmed Kethudâ idâre­
sinde bulunan cemâatin Müslim-Hacılu79; Hama Yörükleri’nden olup
Salur boyuna tâbi olan ve 1527’de Yusuf-oğlu Süleyman Kethudâ
nr. 454, s. 854-858), 1570 (H alep TD, nr. 493, s. 896-901) v e 1641 (H alep T ürkmerileri TD, nr. 773, s. 38-39, 73) tarihlerinde bu a d ile bilinm ekteydiler.
65
H alep TD, nr. 1040, s. 57.
66 H alep TD, nr. 397, s. 806; H alep TD, nr. 454, s. 857; H alep T D , nr.
493, s. 907.
67 H alep TD, nr. 1040, s. 52-53.
68 1552 (H alep TD, nr. 454, s. 860-861), 1570
(H alep TD, nr. 493, s.915)
ve 1641 (H alep T ürkm en leri TD, nr. 773, s. 39) tarihlerinde dahi bu a d ı ta şı­
yorlardı.
69 H alep TD, nr. 93, s. 689.
70 H alep TD , nr. 1040, s. 96.
71 Şahin, Y eni-il K asası, s. 164.
72 Şahin, Y eni-il K azası, s. 189.
73 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İm paratorluğu’nda A şir etle ri İskân T eşeb ­
büsü (1691-1696), İstanbul 1963, s. 65.
74 Şahin, Y en i-il K azası, s. 230.
75 Orhonlu, A y n ı eser, s. 67.
76 Şahin, Y eni-il K azâsı, s. 230.
77 Orhonlu, A y n ı e ser, s. 65.
78 Şahin, Y eni-il K azası, s. 235.
79 Dulkadırlı TD , nr. 402, s. 86.
A Ş İR E T L E R İN İS İM A L M A L A R I
207
idâresinde bulunan cemâatin, mezkûr tarihde Yusuf-oğlu Süleyman
Kethüda80, daha sonraki yıllarda ise Süleymcmlu81; 1570’de Âmiroğlu Haşan Kethudâ idaresindeki cemâatin Âmirlü82; Kırşehir’deki
Varsak adlı konar-göçer teşekküle mensup olan ve 1485’de Güzel
Han-oğlu Ali Kethudâ idâresinde bulunan cemâatin83, mezkûr tarih­
de ve 1526’da Güzel-H<mluM; 1485’de Çakır-oğlu îsâ Kethudâ idâresindeki cemâatin85, mezkûr tarihde ve 1526’da Çakvrlu50; 1485’de îlyas-oğlu Mustafa Kethudâ idâresindeki cemâatin87, mezkûr tarihde
ve 1526’da llyaslu adım taşıdıkları görülmektedir88.
Yine Oğuz boylarının ismini taşımayan, Yeni-il’de Dulkadırlı
boyuna mensup olan ve 1548’de Mühür-Kulak mezraasmda ziraatçilik yapan Bâli cemâatinin, bilâhire 1583, 1630-31 ve 1644 tarihle­
rinde Mühü/r-Kulak Bâlisi adiyle kaydedilmesi89; Cerid cemâatinin
1641’de Karaca-Virân köyünde sâkin olanlarının Karaca-Virân Ceridi
ve Kolça-Kend’de sâkin olanlarının Kolça-K&nd Ceridi ismiyle zikre­
dilmesi90; At-Çeken ulusu’na mensup olan ve II. Bâyezid devrinde
Kara-Pmar mezraasmı yurd tutan cemâatin, mezraamn adiyle yâni
Kaıra-Pmar adiyle bilinmesi91, daha evvel de belirtildiği üzere, mes­
kûn olup ziraatçilik yaptıkları ve yurd olarak tuttukları yerlerin,
cemâatlerin isim almalarına âmil olduğunu göstermektedir.
Böyle olmakla beraber, bâzı cemâatler, kethudâ oldukları tasrih
edilmeyen şahısların, veyahut da bu şahısların babasının adiyle def­
tere kaydedilmekteydiler. Bu kabilden olarak At-Çeken ulusu’na tâbi
olan ve ahâlisi arasında Taşgun-oğlu îsâ Bey ile îsâ Bey’in birâder80 H am a T D , nr. 418, s. 309.
81 M eselâ, 1570’de bu ad altında üç g ru ba ayrüan ve Y u su f-oğ lu A li
K ethudâ idâresinde olan cem âatin, bir grubu H um us’da, diğer grubu ise Halep
v ilâyeti dâhilinde idi (B O A , H um us TD , nr. 502, s. 147-149).
82 A y n ı d efter, s. 169-170.
83 TD, nr. 19, s. 323.
84 TD, nr. 998, s. 644.
85 TD, nr. 19, s. 322.
86 TD, nr. 998, s. 644.
87 T D , nr. 19, s. 307.
88 TD, nr. 998, s. 647.
89 Şahin, Y en i-ü K azası, s. 168.
90 Şahin, Y en i-ü K azası, s. 175.
91 A t-Ç ek en ulusu TD, nr. 32, s. 42.
208
İL H A N ŞA H İN
lerinin yer aldığı cemâat Taşgımker92; Aziz adlı şahsın oğullarının
yer aldığı cemâat Evlâda Aziz93 ve Kosun-oğlu Yusuf'un yer aldığı
cemâat ise Kosunlu adiyle bilinmekteydiler94. Kezâ, Dulkadırlı Yörükleri’ne tâbi olup ahâlisi arasında Bulduk-oğlu Hamza’nın yer
aldığı cemâat Dedeşlü adiyle bilinmekte ve BulduJclu adiyle anılmak­
ta95; Baş-oğlu Cafer'in yer aldığı cemâat Süleymanlu adiyle bilin­
mekte ve Boşlu adiyle anılmakta96; Iskender-oğlu Kılıçcı’nın yer al­
dığı cemâat Kılıççılar67 ve Sakal-oğlu îsâ’nın yer aldığı cemâat ise
Sahal-oğlu adiyle bilinmekte idi98. Bu şahısların kethudâ oldukları­
nın belirtilmemesi, kuvvetli bir ihtimalle cemâatlerinin ihtiyarı, ileri
geleni veya muteber kimseleri olabileceklerini ve dolayısiyle bu gibi
kimselerin de cemâatlerin isim almalarına sebep teşkil edebileceğini
hatıra getirmektedir.
Yukarıda verilen misâllerden anlaşılacağı üzere, Osmanlı Dev­
leti zamanında konar-göçer aşiretlerin coğrafî sâha olarak bulun­
dukları yerlere, siyâsî bir hüviyete sahip olan beyliklerin bakıyyeleri olmalarına, meskûn olup olmamalarına, içtimâi birtakım hâdi­
selere, İktisâdi faaliyetlerine, mükellefiyetlerine, boy-beyi ailesi ile
büyük ölçüde kethudâlann adlarına, kuvvetli bir ihtimalle de cemâat
ihtiyarlarının, ileri gelenlerinin veya muteber kimselerinin adlarına
müsteniden isimlendirildikleri görülmektedir.
92
93
94
95
96
97
98
A y n ı d efter, s. 23-24.
A y n ı d efter, s. 45.
A y n ı d efter, s. 115-116.
D ulkadırlı TD, nr. 402, s. 92.
A y n ı d efter, s. 99.
A y n ı d efter, s. 165-166.
A y n ı d efter, s. 263.
ŞEYHÜLİSLÂM SUN'ULLAH
efendi
Mehmet Ipşirli
XVI.
asır sonları ile XVII. asır başlarının Osmanlı ilmiye Teş­
kilâtında bir dönüm noktası teşkil ettiği konusunda bir çok muasır
tarihçiler adetâ görüş birliği içerisindedirler. Başta Koçi Bey olmak
üzere bu tarihçi ve gözlemciler, bu dönemde ortaya çıkan olaylar ve
siyasî gelişmelerin böyle bir netice doğurduğunu örnekler ile anlat­
maya ve çareleri üzerinde durmağa çalışmışlardır1.
Bu karışık ve hareketli dönemde yaşamış olan Sunüllah Efendi,
IH. Mehmed ve I. Ahmed devirlerinde dört defa meşihat makamına
getirilmiş, siyasî mülâhazalarla sık sık görevden alınmış, devrinin
çok çeşitli problemerine tedbir ve çareler aramak mevkiinde bulun­
muş bir kişidir.
Sun'ullah Efendi2, Kanunî Sultan Süleyman kadıaskerlerinden
Cafer Efendi’nin3 oğlu olup 960/1553 yılında İstanbul’da doğmuştur.
Önceleri babasından ve Fuzayl Çelebi’den4 ders almış, daha sonra
1 K o çi B ey, Gelibolulu M u stafa  lî ve M ustafa Selânikî g ib i m üellifleri
bunlar arasm da sayabiliriz.
2 H ayatı hakkında derli-toplu b ü g i bulabileceğim iz eserler arasm da N e v ‘îzâde A tâ ’î, H adâ’ ikv/l-haka’ik fî tek m ü eti’ş-Şakâ’ ik, İstanbul 1268, s. 552-7; R i f ‘at
Efendi, D evh atü ’ l-m eşâyih, (taşbaskıdan tıpk ıbasım ), İstanbul 1978, s. 39-42;
flm iy e Salnâm esi, İstanbul 1334, s. 422-6; M ehm ed Süreyya, Sicill-i Osmânî,
İstanbul 1311, m , 233-4 sayılabüir.
3 Ebussu’ûd E fen di’nin am cası A bdünnebî E fen d i’nin oğludur. M edrese
tahsüinden sonra, M anisa m üftülüğü, Şam kadılığı, A n adolu kadıaskerliği g ibi
önem li görevlerde bulunmuş, H . Selim ’e h oca lık yapm ıştır. 985/1577-8’de v efa t
etmiş, E yü b’ de K asım P a şa cam iine defn edilm iştir. A t â ’î, s. 136-7; 8 0 , n , 70.
4 F u zayl Çelebi, Zenbüli A li E fen di’nin oğludur. M edrese tahsüinden sonra
çeşitli yerlerde tedris görevin de bulunmuş, Bağdad, H aleb ve M ek k e’de kadılık
yapm ıştır. 991/1583’de v e fa t etm iş, Z eyrek ’te babası yan m a defnedilm iştir. Bir
çok eser te lif etm iştir. A t â ’î, s. 275-8; 8 0 , IV, 24.
M E H M E T İP Ş İR L İ
210
Ebussuud Efendi’ye intisab ederek, en güzide talebeleri araşma gir­
miş ve 977/1569 da ondan mülâzim olmuştur.
Mülâzemeti müteâkib ilk olarak Ramazan 978/Ocak-Şubat 1571
de 40 akçe ile Beşiktaş’ta Hayreddin Paşa Medresesi’nde5 vazifeye
başladı6. Safer 981/Haziran 1573 de bu Medreseden ayrıldıktan sonra
bir süre hangi görevde bulunduğu bilinmemekteyse de bu sırada
muhtemelen İstanbul’da mülâzemette vulunarak kadıasker divamna
devam etmiş7, Muharrem 984/Nisan 1576’da ise Mahmud Paşa Medresesi’ne8 müderris olmuştur. Şevval 987/Kasım-Aralık 1579’da Zemahşerî’nin9 Bakara suresi tefsirine dair yazdığı risale bulunmakta­
dır. Bu, muhtemelen onun, Mahmud Paşa Medresesi’nden sonra Cumadelûlâ 988/Haziran-Temmuz 1580’de Şah Sultan Medresesi’ne10
tayin için hazırladığı takrir dersi olmalıdır. Çünki, eserin başında
Sun'ullah Efendi’nin bu risaleyi yazarak camide takrir ettiği, kendi­
sine Sultaniye-i Cedide Medresesi tevcih edildiği belirtilmektedir12.
Ancak risalenin takriri ile görev tarihi arasında uzunca bir süre bü5 M edrese için bk. C. B altacı, X V -X V I. asırlarda Osm anlı M ed reseleri, İs­
tanbul 1976, s. 242-3.
6
A t â ’î, s. 553.
7 M edreseden m ezuniyetten son ra k i beklem e ve sta j dönem ine «m ülâzem et»
adı v erildiği gibi, daha son rak i dönem lerde İstanbul’a gelip kadıasker divanına
devam a da «m ü lâzem et» denüm ektedir. Bu kon uda örnekler için bk. M ehm et
İpşirli, «O sm anlı İlm iye T eşkilâtın da M ülâzem et Sistem inin Önem i ve R um eli
K adıaskeri M ehm ed E fen d i zam anına a it m ülâzem et k ayıtları», G ün ey-D oğu
A vru p a A raştırm aları D ergisi, sa yı 10-11, İstanbul 1983, s. 221-32.
8 M ahm ud P a şa ’nm biri İstanbul, diğeri E dirne’d e olm a k üzere ik i m edre­
sesi bulunm aktadır. A tâ ’î, Sun'ullah E fen di’nin bunlardan hangisinde görev
y aptığın ı belirtm em ekle birlikte, o sırada İstanbul’ da bulunduğuna v e k ayn ak ­
larda her h an gi bir şehir değişikliğinden bahsedilm ediğine g ö re M ahm ud P a ­
şa’nm İstanbul’ daki m edresesi olm ası gerekir. M ahm ud P a şa ’nm M edreseleri
için bk. B altacı, s. 289-294.
9 Carullâh ez-Zem ahşerî (öl. 538/1143-4), T ü rk asıllı m eşhur bir m ü fessirdir. « K e şş a f» adlı tefsiri bilh assa belâgat yönünden m ükem m el bir eser olup,
O sm anlı M edreselerinde en ç o k okunan, İstinsah edilen ve üzerine şerh ve ha­
şiye yazılan b ir eser idi.
10 Y avu z Sultan Selîm ’in kızı, L ü tfi P aşa’nm zev cesi Şah Sultan’m İs­
tanbul’daki M edresesi, bk. B altacı, s. 436-7.
11 Şah Sultan’m M edresesi 981/1573-4 de za viy e’den m edreseye çevrildiği
için «C edide» denüm iş olm ası m uhtem eldir.
12 R isâle’nin başında bu husus şu şeküde belirtilm ektedir :
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H
211
efendi
Ilınmaktadır. Bu, imtihan ile tayinin tekemmülü safhası arasında
geçen süre olabilir.
Sun'ullah Efendi aynı yıl içinde Şaban 988/Eylül-Ekim 1580’de
Hankah Medresesi’ne tayin edilmiş, Şaban 990/Ağustos-Eylül 1582’de
ise Sahn-ı Seman müderrisi olmuştur. Buradaki müderrisliğinin
üç yıl kadar devam ettiği görülmektedir. Kasımpaşa Kulaksız me­
zarlığında Yahudilerin gürültü ederek Müslümanları tedirgin etmeleri
üzerine açılan tahkikata Galata kadısı ve Beyazıd mütevellisi ile bir­
likte 17 Cumadelûlâ 993/17 Mayıs 1585 tarihli fermanla Semaniye
Müderrisi Sun’ullah Efendi’nin de tayini bu sıradadır13.
Şevval 993/Ekim 1585’de Şehzâde Medresesine, Şaban 996/Temmuz 1588’de Valide Nurbânû Sultan’m Üsküdar’daki Medresesine
(Vâlide-i Atik Medresesi) müerris olmuştur14.
Sun'ullah Efeni’nin bundan sonra geleneğe uygun olarak, kadılık
mesleğine geçtiğini görüyoruz. Zilkade 998/Eylül 159Ö’da Ebussuudzâde Mustafa Efendi yerine Bursa kadılığına tayin edilmiştir. Selânikî bu tayinden bahsederken Bursa’da büyük bir yangımn çıktığını,
bir kısım insanlar üzerine duvarlar yıkılarak şehid olduklarını ve bu
sırada Mustafa Efendi’nin Bursa kadılığından azledilerek Vâlide mü­
derrisi Sus'ullah Efen’dinin tayin olunduğunu yazmaktadır15.
Sun'ullah Efendi bundan sonra süratle ilerliyerek Cumadelahire
999/Nisan 1591’de Bostan-zâde Mustafa Efendi yerine Edime kadı-
— j-is .
g»
^•1^.1 ^
i
L)lc b J ^ IAjI
. 1 AV
t r 'j l l
. Usj.I **- İL...I I
<■— Jl^i.
ıİ
«Jb»_)l ûÂa
1
o_^LİI «
Jj l
b^
¿y*
Süleym aniye, K asîdeci-zâde, nr. 675, vr. 108a (R isâle bu m ecm uanın 108a-118b
v a ra k la n arasında bu lu n m aktadır).
13
B A . M ühim m e L Y IH , 111/103.
14 B u radaki g öre v i için A t â ’î «O l b u k ‘a -i celîlede k a ‘ide-i eslâ f üzre
m eclis-i h âss-i u lem â-i a lâ m v e a k d -i ce m ‘iy et-i ders-i âm etm işler idi» dem ek­
tedir, A t â ’î, s. 553.
15 M ustafa Selânikî, Târih, İstanbul 1281, s. 268. B u radaki ifadeden, k a ­
dının yangında kusurlu görü lerek, görevden alın dığı anlam ı çıkm aktadır.
M E H M E T İP Ş İR L İ
212
lığına16, 29 Receb 1000/11 Mayıs 1592’de Mevlânâ Muslihiddin Efendi
yerine İstanbul kadılığına tayin edilmiştir17. Aynı sene içinde 9 Şevval
1000/19 Temmuz 1592’de Anadolu kadıaskerliğine18, bir yıl sonra 13
Şevval 1001/13 Temmuz 1593’de Rumeli kadıaskerliğine tayin olun­
muş19 ve iki seneye yakın bu görevde kalmıştır20.
Sun'ullah Efendi’nin Rumeli kadıaskerliği zamamnda kendi di­
vanında (mahkemesinde) bakmış olduğu davalara âit bir defter İs­
tanbul Şer’iye Sicilleri, Rumeli Sadareti Mahkemesi’nde bulunmak­
tadır21.
IH. Mebmed’in cülûsunda yeni Padişâh’a biat eden devlet erkânı
arasında Rumeli Kadıaskeri olarak Sun'ullah Efendi de bulunmak­
tadır22. Cülûsu müteâkıb, ileri gelen devlet erkânı arasında yapılan
tayin ve aziller sırasmda Sun'uUah Efendi de Rumeli kadıaskerliğinden azledilmiş, mutad tekaüd. ücretinden başka «hikat-ı fâhire» ile de
padişahın iltifatına mazhar olmuştur. Muharrem 1007/Ağustos 1598’de ise tekaüdlük ücretine yevmî 50 akçe zam yapılmıştır.
Sun'ullah Efendi mesleğinde mutad olan bu devri kademe kade­
me tamamadıktan sonra 12 Rebiülevvel 1008/2 Ekim 1599 tarihinde
ilmiye mesleğinin en yüksek pâyesi olan şeyhülislâmlık makamına
tayin edilmiştir23. Bu makama geldikten sonra, toplum meseleleriyle
16 Selânikî, Târih s. 268.
17 Selânikî, Târih, s. 317. B u tarikte g erek E dirne’ye, g erek se İstanbul’a
ulemâ, arasında g en iş çaplı silsile halinde tayin ler yapılm ıştır.
18
19
Selânikî, Târih, s. 327.
Selânikî, Târih, Süleym aniye, E sad E fen di ktb. 2259, vr. 180b.
20 Sun'ullah E fen di’nin R u m eli K adıaskerliğinde bulunduğu sırada, M ü­
derris M ehm ed N ihâlî Efendi, Sun'ullah E fen di’ye k a rşı «şer-i şerîfe m uhâlif
ve edebe m u gayir» sözler söy led iği için m üderrislikten azledilm iştir. Târih-i
Sîlsüe-i Ulem â, E sad E fen di ktb. nr. 2142, vr. 61b; A t â ’î, s. 619.
21 İstanbul Şer’iyye Sicüleri A rşivi, R um eli Sadâreti v e Şerî’a tciliğ i D e f­
terleri nr. 21. 80 v a ra k lık bu defterdeki davalar R ebiü levvel 1002 - R ebîülâhir
1003 tarihleri arasında bulunm aktadır. D efterin k apa ğın da «H âzihî M eceU etün
li-en y ü k teb e fîh â sû retü ’s-sicü lât el-v â k ı‘a fî sem en i aflem ü’ l-ulem â efdalül’ lfudalâ Sun‘uMâh E fen â i b. el-M evlA el-m erh ûm Gaff e r E fen d i el-KSdî bi^asâkiri
R ûm üi el-m afm ûre. H u rrire fî evâ sıtı şeh r-i receb ü ’ l-m ü recceb, li-sen e isn eteyn
v e elf.
22 Selânikî, Târih, vr. 244a
23 Selânikî, Târih, vr. 446b.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’TJLLAH E F E N D İ
213
ciddî bir şekilde ilgilendiği görülmektedir. Tarihçi Mustafa Selânikî,
bu sırada Sun'ullah Efendi’nin önlenmesini istediği hususları şu şe­
kilde vermektedir24 :
Müftî Efendi hazretlerimin münkerât men bu­
yurup nizâm u intizâm içün ıslâh-ı âleme
cidd ü cehd buyurduklandur.
Ve Müfti’l-enâm ve Şeyhülislâm Sun'ullâh Efendi
hazretleri «Selâtîn-i izâm eâmi'lerinde mevlûdu’nNebî okundukda mütevelliler ekâbir ü a'yâna münakkaş siniler ile nebât u akideler ve sırça maşrabalar ile envâ‘-ı eşribeler çeküp, halkun üstünden
geçüp, fukarâ vü müsâfirîn ü mücâvirîn hakk-ı
nazarı kalup, bir çirkin bit'atdür» diye vakfuh
böyle itlâf u isrâfâtma rızâ göstermeyüp, «Hasbe-,
ten li’llâh medreselerde ve tab'hânelerde fukarâ vü
mesâkini it'âm eyleyüp, şart-ı vâkıfı yerine getürürsenüz hoş, ve illâ gitdükçe bid‘at-ı seyyi’e izdiyâd bulup, evkafa sakil bahâlar ile muhâsebe
yazmak nâ-meşrû’ fâsid neshedür» diyü men‘ eyle­
diler. Ve «Mutlaka tâ’if e-i nisâ âşikâre hazarlarda
ricâl arasında gezmeyeler» diyâ nidâlar itdürdiler.
«Ve Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri elbette hükkâmı rüşvet almakdan men* ü zecr eyleyüp, nisâ ve
tavâşî umûr-ı mülk ü saltanatda medhalleri olmayup ve dirhem ü denânîr ahvâline küllî teşevvüş
tatarruk eylemişdür. Alâ eyyi hâl bezl-i makdûr
eyleyüp, âbâ vü ecdâd-ı izâmları zamânlarında altın
, ve gümüşü ne veçhile kullanırlardı? Hâlâ gayet
perîşân hâl olmışdur. Azîm tedârük ile tekayyüd
olmak gerekdür ve illâ neticesi yaramazdur. Ve
tarîk-ı ilm kemâl mertebe muhtell ü müşeveş olmuşdur. Nizâm u intizâm bulmazsa hâl be-gâyet
müşkildür. Elbette hüsn-i re’y ü tedbîr gerekdür»
diyü te’kîdât eylediler.
24
i
Selânikî, Târih, vr. 446b-447a.
214
M E H M E T İP Ş İR L İ
Ramazan 1008/Nisan 1600’de cereyan eden Yahudiyye Kera
Kadın (Esther Kira) hadisesinde Sun'ullah Efendi’yi görmekteyiz.
Bu kadm Harem-i hümâyûn’la yakınlık kurarak, bundan büyük
menfaat sağlamış ve bir çok kimsenin, bu arada Sipahilerin mağdur
olmasına sebeb olmuştur. İstanbul gümrüğünün iltizamı karşılığın­
da verdiği kalb akçelerin Sipahilere ulûfe olarak dağıtılması askeri
galeyana getirmiş ve Sipahiler, topluca Şeyhülislâm Sun'ullah Efendi’ye gelerek, kendilerine değeri düşük akçe verilmesine sebeb olan
Yahudiyye Kera Kadm’ın katli için «fetva» almak istemişler, Su'nullah Efendi, Zimmiyyenin katünin şer’an caiz olmadığını, şehirden
sürülmesini temin edeceğini söylemiş ve «varun bir arzuhal yazm
getürün. Muradınız ne ise ben saadetlü Pa'dişâh hazretlerine göndereyüm, Hatt-ı hümâyûnlarıyla cevab buyursunlar» demiş ise de,
olay yatışmamış ve gelişen olaylar neticesinde Kera ve iki oğlu kat­
ledilmiştir. Bu durumdan çok müteessir olan Valide Safiyye Sultan,
olayı önlemediği için damadı Halil Paşa’yı ve Sipahilere cesaret veren
Sun'ullah Efendi’yi suçlamış ve bu nevi davranışların devlet için bir
leke olduğunu söylemiştir23.
1009 yılı ortalarında Eflak Voyvodası Mihal (Mihai Viteazul)
in elçisi Dimo, Yanova ve Iip va kaleleri ahvalini Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem İbrahim Paşa ile serhatte görüştükten sonra Paşa tara­
fından İstanbul'a gönderilmişti. O sırada İstanbul’da sadaret kay­
makamı olan Hâfız Ahmed Paşa, daha önce Mihal ve elçisi. Dimo’nun
kendisini aldattığı ve bir çok Müslümanm ölümüne sebeb olduğunu
hatırlayarak bunun intikamını almak üzere elçiyi habsedip, mese­
leyi Sun'ullah Efendi’den istifta ettiğinde Şeyhülislâm, «Gerek Mihal
ve gerek elçisi olan mel’ûn-ı pür mekr ü âlin bir veçhile ahd ü emânı
şer'an makbul olmayup, elbette kati ü tenkil olunmaları vâcibdir»
şeklinde mufassal bir fetvâ vermiş, buna istinaden Hâfız Paşa Dimo’yu çengele urup siyaset etmişti. Bu hadiseye çok içerleyen Sadra­
zam İbrahim Paşa, Valide Safiyye Sultan ve Babüssaâde Ağası’na
mektub ve arzlar yazıp, Dimo’nun öldürülmesini akla ve şeriate ay­
kırı ve kendisine bir ihanet saymıştı. Bu mektub ve arzlar İH.
Mehmed’e sunulduğunda Şaban 1009/ Şubat-Mârt 1601 de Hâfız
Ahmed Paşa Sadaret Kaymakamlığından hemen alınmıştı26.
25
26
Selânikî, Târih, vr. 463b-465b.
N a ‘îm â, Târih, I, İstanbul 1281, 247-9.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
215
Şeyhülislâm Sun'ullah Efendi, bu sırada merkezi büyük çapta
meşgul eden âsi Kara-Yazıcı Abdülhalim’in affedilip Çorum’a sancak­
beyi olarak tayininde de etkili olmuştu. O sırada, Sun'ullah Efendi’nin
yeğeni olan Çorum kadısı Çelebi Kadı, Sinan Paşa-zâde Serdar Mehmed Paşa’nm Kara-yazıcı’dan daha çok halka eziyet ettiği, KaraYazıcı’mn her hangi bir kötülüğü olmadığı meâlinde amcasına mek­
tup yazmış, Sun'ullah Efendi de meseleyi yatıştırmak için bu yönde
teşebbüslerde bulunmuştu27. Sivas Beğlerbeğisi’nin de aynı şeyleri
yazması üzerine Serdar Paşa azledilmiş, Kara-Yazıcı da Çorum Beğlerbeğiliğine tayin olunmuştu. Ancak daha sonra Kara-Yazıcı’nm
tekrar karışıklıklar çıkarması Sun'ullah Efendi’yi müşkil duruma
sokmuştu28.
Sun'ullah Efendi, olaylarm seyrinden oldukça hareketli geçtiği
anlaşılan bu ilk meşihatinden 2 Safer 1010/2 Ağustos 1601 tarihin­
de ayrılmış29, 19 Safer’de, kendisine şeyhülislâm mâzûllerine verilen
500 akçe ulûfe tahsis edilmişti30.
Sun'ullah Efendi’nin bu sırada fetvadan azli Yemişçi Haşan
Paşa31 ile olan ihtilâfından ileri gelmişti32. Damad İbrahim Paşa’nm
27 Sun'ullah E fen di’nin yeğeninin, am ca sı adına K a ra -Y a zıcı’dan 30.000
altun aldığına, böylece bu m ektubu yazdığın a dair bir iddia kayn ak larda zik re­
dilm ektedir. N a'îm â, Tarih, I, 313.
28 M ustafa A k d a ğ, «K a ra -Y a zıcı» İA , VI, 339-342; i. H âm i Danişmend,
İzahlı Osmanlı Tarihi K ron olojisi, UT, İstanbul 1950, 202-3.
29 Danişm end, K ron oloji, m, 526; K âtib Çelebi, F e zle k e , I, İstanbul 1286,
147 ve N a'îm â, Târih, I, 253 (H er iki kayn ak ta haber ola ra k verm ekte, kesin
tarih verm em ektedir).
30 «Bundan akdem M ü ftî olan Sun'ullâh E fen di hazretlerine ber-vech -i
tekaüd yevm i 500 ak çe v a zife ve sair m ü ftî olup m ü teka’id [ola n la ra ] virilü
geldü ği üzre y igirm i kile b u ğ d a y ...» verilm esi belirtüm ektedir, 19 S a fer 1010/19
A ğu stos 1601, B A . M A D . 18155, s. 4.
31 H aşan P a şa A m a v u d asü lı olup, çaşnigir-başılık, kapu cı-başü ık, yeni­
çeri ağ a lığı ve kubbe vezirliğ i g ib i görevlerde bulunmuş, 1010/1601 de sadrazam
olm uş, 1012/1603’de idam olunm uştur. SO, II, 126-7; Orhan F. K öprülü, «H aşan
P a şa » İA , V / l , 330-4.
32 Y em işçi H aşan P aşa ola yı ve Sun'ullâh E fen di’nin hadiselere m üdaha­
lesi, bu olaylara bizzat şahid olan H aşan B ey-zâde .tarafından ayrm tü ı bir şe­
kilde verilm iştir. Bu çalışm ada Y em işçi olayı, esas ola ra k H aşan B ey-zâde
den alınm akla birlik te zam an zam an diğer k ayn aklara m ü racaat edilm iştir.
N. A yk u t, H aşan B ey-zâ d e Tarihi, (B asılm am ış doktora tezi) İstanbul 1980,
II, 232-263.
216
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
cephede vefatı üzerine o sırada Kubbe Veziri ve Sadaret Kaymakamı
olan Yemişçi Haşan .Paşa 21 Muharrem 1010/22 Temmuz 1601 de
sadarete getirilmiş33, ayrıca Damad İbrahim Paşa’dan dul kalan
m . Murad’m kızı Ayşe Sultan33 kendisine nikahlanmış ve bu arada
Paşa’ya. bir hayli menkul ve gayri-menkul hibe ve temlik edilmiştir.
Serdar-ı Ekrem sıfatıyla sefere gitmesi istenilen Haşan Paşa,
mevsimin ilerlemiş bulunduğunu, Serdar Lala Mustafa Paşa’nm or­
duyu idare edip kendisinin hazırlık ve tedarik yaparak baharda ha­
reket etmesinin uygun olacağını Padişah’a arzetmiş ise de, Sun'ullah.
Efendi’nin Sadrazamın derhal gitmesi hususunda m . Mehmed’e ıs­
rarla yaptığı telkinler üzerine Yemişci’nin hemen hareketi için fer­
man çıkmıştı35.
Sun'ullah Efendi’nin bu tutum ve müdahalesinden rahatsız olan
ve kendisini emniyette hissetmeyen Haşan Paşa, Şeyhülislâm başta
olmak üzere ilmiye ve seyfiye ricalinden bir çok kimsenin azlini sağ­
lamadan ayrılmamıştı. Hatta bu mansıb değişikliklerinde çok ileri
gittiği için bir çok kimseyi de mağdur edip gücendirmişti36.
Sun'ullah Efendi’nin bir yıldan fazla süren mâzûliyet döneminde
de devlet meselelerinden uzak kalmayarak hadiseleri yakından takip
ettiği görülmektedir. Nitekim Yemişçi Haşan Paşa’nm sefere hare­
keti esnasında Sadaret Kaymakamı olarak bıraktığı Damad Halil
Paşa’nın37 rüşvet yediğinin Sun'ullah Efendi tarafından Padişah’a
33 N a 'îm â (Târih, I, 252) tarihi 20 M uharrem 1010 ola ra k verm ektedir.
B urada D anişm end’in verd iği tarih esas alınm ıştır.
34 H ay atı için bk. M. Ç a ğa ta y U luçay, Padişahların Kadınları v e Kızları,
A n k ara 1980, s. 45.
35 H aşan B ey-zâde, Sun'ullah E fen di’nin bu fik ir ve davranışında hatalı
olduğunu, Serdar’m ertesi sene N evru z’da hareket etm iş olm ası halinde ç o k daha
iy i neticenin elde edileceğini belirtm ekte ve «bu bâ bd a M evlânâ-yı merküm un
h atâ-i fah işi m u karrer ve zıy â -ı şem sden azhardır» dem ektedir. H aşan B eyzâde, Tarih, Tez, H, 232-3.
36 N a'îm â bu durumu şu şekilde ifade e tm e k te d ir: « ....a m m â bu ibrâm
içün Sun'ullâh E fen di’y e bî-huzûr olup, m esned-i fetvadan azl itdirm eyince h a­
reket etm edi. D er-i D evlet’de m anâsıb-ı ilm iyye ve sey fiy y ey i kendü re’y i üzre
münâsibine .teveîh idüp, sa dr-ı fetvâdan E d im e pâyesine v arın ca tebdil ü ta ğy ir
kim ini te r fi' ve kim ini azl ile tahkir etti». N a'îm â, I, 253.
37 H alil P a şa B osna asıllı olup, Enderun’d a .yetişerek silâhdarlık, yeniçeri
ağalığı, K on y a ve A nadolu valü iği, K apudan-ı deryalık, kubbe vezirliğ i ve sada-
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
217
arzedilmesi üzerine derhal kaymakam, görevden alınmış38, yerme
Saatçi Haşan Paşa39 getirilmişti. Ancak, Saatcı’nm kaymakamlığı
sırasında Anadolu’daki karışıklığın büsbütün artması dolayısıyle
Saatçi da azledilerek, Sun‘ullah Efendi ile sıkı teması olan Güzelce
Mahmud Paşa40 Sadaret Kaymakamlığına tayin edilmiştir.
Sun'ubah Efendi, oldukça faal geçtiği yukarıdaki örneklerden
anlaşılan, mâzûliyet döneminden sonra 22 Receb 1011/5 Ocak 1603
tarihinde Hoca-zâde Mehmed Efendi’nin azliyle boşalan meşihat
makamına ikinci defa getirilmiştir. Sun'ullah Efendi’nin ancak otuz
dört gün devam eden41 bu ikinci meşihati dönminde İstanbul’da önemb
siyâsî hadiseler olmuş, bunların neticesinde 26 Şaban 1011/8 Şubat
1603 de Sun'ullah Efendi azledilerek Ebülmeyâmin Mustafa Efendi
meşihat makamına getirilmiştir42.
Sun'ullah Efendi’nin bütüniyle içinde bulunduğu bu hadiseler
Osmanh İlmiye Teşkilâtının olduğu kadar Osmanlı siyasî ve askerî
tarihinin de önemb olaylarıdır. Bunlar özellikle yeniçeriler ile sipa­
hiler arasında düşmanlığın yerleşmesinde bir dönüm noktası olmuş­
tur43.
Bu sırada olaylar şöyle gebşmiştir :
Yemişçi Haşan Paşa serhadlerde önemli bir başarı kazanamamış,
ayrıca İstanbul’da hadiselerin aleyhine geliştiği kendisine duyurul­
ması üzerine alelacele adamlarıyla birlikte yola çıkmıştır. İstanbul’a
geceleyin giren Paşa, kendisine temlik edilen İbrahim Paşa sarayına
gitmiş, o gece sadaret kaymakamı Mahmud Paşa ile görüşmüş, Mahret k aym a k am lığı g ib i görevlerde bulunmuştur. F atm a Sultan’la evlenm iş
1012/1603’de v e fa t etmiş, A tik A li P aşa Camiine defnedilm iştir. SO, n , 285.
38 H aşan B ey-zâde, Târih, tez, H, 233.
39 H aşan P a şa Enderun’da yetişerek m ir-âhurluk, y en içeri ağalığı, R u m e­
li ve D iyarbekir beğlerbeğiliği, kubbe vezirliğ i ve sadaret kaym akam lığı g ib i g ö ­
revlerde bulunmuş, 1012/1604’ de v efa t etm iştir. SO, H, 127.
40 M ahm ud P a şa Enderun’d a yetişerek yeniçeri ağalığı, K ars m u hafızlığı,
kubbe vezirliği, Sadaret k a y m a k a m lığı g ib i görevlerde bulunm uş 1013/1605’te
v efa t etm iştir. SO, IV, 316.
41 Danişm end, K ron oloji, m , 527.
42 A tâ ’î, s. 512.
43 Y en içeri ile Sipahi anlaşm azlıkları için bk. M .T. G ökbilgin, «Sipahi»
İA , X , 693.
218
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
mud Paşa’nın zahirî dostluk göstermesine rağmen aslında aleyhine
olduğunu anlamıştır. Bu arada Kadıaskerlerle görüşüp durumu mü­
zâkere ettikten sonra, ayrıca Sun'ullah Efendi ile bir mülakat tale­
binde bulunmuş, fakat bu talebi Şeyhülislâm tarafından kabul edilme­
miştir.
Bu sırada sipahiler, Şeyhülislâm Sun'ullah Efendi’den Haşan
Paşa’nın katli hususunda fetvâ alarak sadaret kaymakamı Mahmud
Paşa’ya vermişler44, Paşa bu fetvâyı daha etkili kılmak için Kadıaskerleri davet ederek onlara da tasdik ettirmiştir. Mahmud Paşa, si­
pahilerin arzusuna uyarak Haşan Paşa’mn katli hususundaki fetvayı
bir telhis ile birlikte Padişah’a göndermiştir. Ancak m . Mehmed,
Padişah ile vezir araşma kulun girmesinin doğru olmadığını bildi­
rerek Mahmud Paşa’nm isteğini reddetmiştir.
Bu sırada taraflar artık iyice belli olmuş, Sun'ullah Efendi ve
Güzelce Mahmud Paşa’nm Sipahiler tarafında olmasına mukabil,
yeniçerilere dayanan Haşan Paşa, aleyhine gelişen bu durumu yakınen bilerek gizlice Ağa-Kapusu’na gitmiş ve o sırada yanında bulu­
nan tarihçi Haşan Bey-zâde’ye yazdırdığı telhisinde Mahmud Paşa’nın zorbalara 30 bin filori vaad ettiğini, Paşa ber-taraf edilmezse
İstanbul’da büyük fitnenin çıkacağını ifade etmiştir.
Haşan Paşa, ayrıca bütün bu fitnenin sebebinin Sun'ullah Efendi
olduğunu, daha önce yeğeni Çelebi Kadı vasıtasıyla Kara-Yazıcı’dan
rüşvet aldığını anlatarak Yeniçerilerin, Sun'ullah Efendi’nin izâlesini
veya hiç olmazsa Rodos’a sürülmesini istediklerini ifade eden bir
telhisi Haşan Bey-zade’ye yazdırmıştır. Haşan Bey-zâde bu telhisin
muhtevasını şu şekilde vermektedir :
Paşa-yı sâhibü’t-tedbîr bu bende-i hakiri göricek
yanma da'vet idüp, yeniçeri lisânmdan pâye-i serîr-i sa'âdet-masîre bir telhis tezkire tahrîrini sifâriş buyurdılar. Mazmûnı bu ki: »Yeniçeri kul­
larınız, bi’l-fi'l mesned-i iftâda olan Mevlânâ Sun‘ullâh, birâder-zâdesi Çelebi-Kadı yedi ile Celâlî
44 N a'îm â, bu fetvan ın H aşan P aşa henüz y old a iken G üzelce M ahm ud
P aşa tarafın dan Şeyhülislâm dan alınıp sipahilere v erildiğ in i zikretm ektedir.
Târih. I, 310.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
219
(Kara) Yazıcı’dan otuz bin guruş alıp, Sinan Paşa
oğlunu ma'zûl ettirüp, bundan sonra yine tek durmayup, zorbalarla ittifak idüp, gâh Dîvân basdırup
ve gâh Kapu Ağası ve Darüssaâde Ağası başların
taleb itdirüp hâliyâ dahi Veziriâ'zam başını istedüp,
bundan sonra dahi galîz mülâhazalarda olup, lisâ­
na gelmez tedârükler idüp fitne vü fesatdan hâlî olmamağla izâle-i vucudı lâzım u mühimm olmuşdur dirler. Gerçi Mevâlî-i izâm zümresinden olmağla zâhiren katli bir günedir. Ammâ Rodos cezire­
sine bâri sürgün olup, fetvâ hidmeti bir sâlih ü
mütedeyyin ve kendü halinde olduğu müte'ayyin
kimesneye verilmesi lâzım u vâcib olmağın bi’lfi‘l Anadolu Kadıaskeri olan Mevlânâ Mustafa
dâ'îleri sâlih ü dindâr ve afîf ü perhîz-kâr, belki
sâhib-i kerâmet denilse mukarrer ü muhakkak ol­
duğu kavl-i musaddak idüğüne binâen zikr olan
fetvâ hidmeti müşârün -ileyh Mevlânâ Mustafa
dâ'îlerine inâyet buyrulup anm yeri olan Anadolu
Kadıaskerliği, İstanbul kazâsmdan munfasıl olup,
müstakim ü mütedeyyin olan diğer Mevlânâ dâ'île­
rine sadaka buyurulmak bâbmda fermân Pâdişâhımındır deyü yazup getür» deyü fermân eyledikleri
ecilden fi’l-hâl minvâl-i meşrûh üzre yazup teslîm
eyledüğümde bir dest-mâle bağlayup mühürleyüp
yanlarında ali-koydular15.
Haşan Paşa, ayrıca vezirlere, ulemaya, meşâyihe, rikâb-ı hü­
mâyûn ağalarına, askerin ileri gelen ağalarına hitâben «Her kim ki
Pâdişâh-ı zıll-i İlâh hazretlerine itâ'at üzredir, yat u yarakları ve
şemşîr-i berrakları ile ale’s-seher Süleymaniye Haremine gelüp, hâ­
zır ve ne fermân olunursa nâzır olalar. Bir akçeden yüzbin akçeye
dek dirliği olanlar tehallüf ihtimâli olmaya «şeklinde ‘buyuruldular’
yazarak bunları geceleyin yeniçeriler ile sahihlerine göndermiş ve
hepsini ertesi gün Süleymaniye Cami'i haremine davet eylemişti.
45
H aşan B ey-zâde, Târih, Tez, H, 247-8.
220
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
Ertesi gün büyük bir kalabalık Süleymaniye hareminde cem
olup, bu sırada Padişah’m yeniçerilerden memnuniyetini bildiren
hatt-ı şerifin okunması üzerine, yeniçeriler tatmin olmuşlar; ancak
yukarıda muhtevası verilen telhisde belirtilen istekleri tekrarlamış­
lar46, bir başka müftünün tayinini ve Güzelce Mahmud Paşa’nın kat­
lini istemişlerdi. Vezîriâzam bu isteklere olumlu cevab vermiş, sonra
sipahi elebaşılarının isimleri tesbit olunmuş ve o sırada A t Meydanı’nda Aslan-hâne önünde toplanan sipahilerden zorbaları teslim et­
meleri istenmiş ise de bunu reddetmişlerdi.
Bu sırada Saray’dan Haşan Paşa’mn telhisine geien cevâbî hatt-ı
şerîfde Sun'ullah Efendi’nin azledilerek Rodos’a sürülmesi ve Ebülmeyâmin Mustafa Efendi’nin meşihate tayini ferman olunmuştu.
Rodos’a sürülmek üzere Davud Ağa kırk kapucu ile Sun'ullah Efen­
di’nin evine gönderilmiş, fakat durumu önceden haber alan Sun'ullah
Efendi gizlice kaçarak saklanmıştır. Sun'ullah Efendi’nin görevden
alınmasını fırsat bilen Haşan Paşa şehrin kapılarını kapatarak âsî­
leri tenkile muvaffak olmuştu. Yeniçeri Ağası Darbhane yakınında
Kurşunlu hanı basarak sipahileri katletmişti. Sipahilerin elebaşıla­
rından Poyraz Osman ve Öküz Mahmud ele geçirilerek öldürülmüş,
böylece görünüşte mesele yatışmıştır.
Sun'ullah Efendi’nin bundan sonra sıkıntılı bir mazuliyet dönemi
geçirdiği ve bunun önemli bir kısmında gizlenmek zorunda, kaldığı
anlaşılmaktadır. Bu dönemdeki faaliyetleri, temasları hakkında kay­
naklarda pek bilgiye rastlanmamaktadır.
Diğer tarafdan, Veziriazam Haşan Paşa, muhaliflerine galib gel­
dikten sonra keyfî icraatı ile pek çok kimseyi gücendirmiş böylece
aleyhine bir grup oluşmasına sebebiyet vermişti. Ehl-i örf ve ehl-i
şer'den bir çok kimseyi sebebsiz yere azletmiş, hatta bazılarını idam
ettirmiştir. Saray ile münasebetleri bozulmuş, o sırada kendisinin
yakını olan Tarihçi Haşan Bey-zâde’nin de ifâde ettiği gibi «mukarreb-i Pâdişâhî» olanlarla iyi geçinememiştir. Sipahilerin gayesinin
Sun'ullah Efendi’yi hilâfete geçirmek olduğunu, böyle bir fitnenin
defini sağladığını söyleyerek, Padişahın adeta kendisine minnet borç­
46 H aşan B ey-zâde, telhis m uhtevasının o c a k ağaları ta ra fın dan askere
tâlim ettirildiğine sonradan v a k ıf olduklarını söylem ektedir. Târih, Tez, H , 249.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
221
lu olduğunu söylemeğe başlamıştır. Etrafmdakilerin, Haşan Paşa’nm
tavır ve hareketlerini mübalağalı bir şekilde intikal ettirmeleri, ne­
ticede Padişah ve Valide Safiye Sultan’m da Haşan Paşa’nm aleyhine
dönmelerine sebeb olmuştur. Böylece meydana gelen güvensizlik
havası içinde Haşan Paşa azl ve idam edilmiştir.
Bu gelişmelerde Sun'ullah Efendi’nin etkisi olduğu hususunda
kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak dolaylı olarak böyle bir
neticenin husulü için çalıştığı düşünülebilir. Nitekim Ganî-zâde
Efendi47, Haşan Paşa’nm katlinin keyfiyetini sorduğunda Sun'ullah
Efendi’nin verdiği cevabı Atâ’î şu şekilde vermektedir :
... Ganî-zâde buyurur ki Sun'ullah Efendi’den kat­
lin keyfiyetinden sordum, Sun'ullah Efendi şöyle
cevab verdiler :
Bir gece bir şahs-ı nûrânî zahir olup, elime bîr
suret-i fetva sunup, imzâ teklîf eyledi. Baktığımda
Yemişçi hakkında verdiğim fetvâmn aynen sure­
tini gördüm. O kimseden istirhâm eyleyip, lutfeyle
bunu bana teklîf eyleme, bir def'a fetva verdiğim
için bu güne belâya mübtelâ oldum diye imtinâ'
ettiğimde, ısrâr etti. Yanımdan bir kimse ‘sana bu
teklifi yapan hazret-i Alidir. Karşıda erîke-nişîn
olan hazret-i Rasûl-i Ekremdir. Onun emriyle gelmişdir’ demesi üzerine ‘sem'an ve tâ'aten’ diyüp
fetvâyı imzâladım. Ol sâ'at Yemişçi Haşan Paşa-yı
dest-beste ve gerdûn-şikeste meydân-ı siyâsete ge­
tirdiler. Ve hazret-i Ali kellesini düşürdükten sonra
oradan aynlmışdır. Arkasından koşarak bu vak'anın ne zaman vukû' bulacağından su’âl ettim, buyurdılar ki yirmi günden sonra vukû' bulacak demişdir48.
47 G anî-zâde E fen di M edrese tahsilinden sonra Selanik, M ısır, E d im e ve
İstanbul kadılıklarında bulunmuş, A n adolu ve R u m eli k adıaskerliği yapm ış
1029/1620 de v efa t etm iştir. D ivanı v e çeşitli eserleri bulunm aktadır. SO, TV,
152; B ursalı M ehm ed Tahir, OsmanlI M üellifleri, İstanbul 1333, n , 349.
48 A tâ ’î, s. 55.
222
M E H M E T ÎP Ş İR L Î
Sun'ullah Efendi 10 Muharrem 1013/8 Haziran 1604 tarihinde,
meşihat makamına üçüncü defa tayin olunmuş49 ve bu görevi 22 Rebîülevvel 1015/28 Temmuz 1606 tarihine kadar devam etmiştir. Bu
dönemde Sun'ullah Efendinin dînî görevinin yanında siyasî olaylarla
yakından ilgilendiği özellikle Padişah I. Ahmed tarafında sık sık
meşveret meclislerine davet olunduğu, bu toplantılarda açık, net ve
zaman zaman hükümdarı dahi sert bir şekilde tenkit ettiği dikkati
çekmektedir.
Nitekim Safer 1015/Haziran 1606 da Padişahın huzurunda ak­
dedilen meşveret meclisine vezirler, kadıaskerler, şeyhülislâm ve hoca
efendiler katılmışlardır50. Bu mecliste Sultan Ahmed, sefer tedariki­
nin, geç kaldığım, bu sene mühimmatın temin olunup, gelecek yıl se­
fere gidilmesinin uygun olacağını söylemesi üzerine, herkes hayret
içinde susmuş, sadece Şeyhülislâm Sun'ullah Efendi karekteri icabı
sabr edemiyerek, ordu ve otağ çıkarılmış iken tekrar, bu kadar elçi­
lere karşı, İstanbul’a dönülmesinin münâsib olmayacağım, hiç olmaz­
sa Serdarın Haleb’de kışı geçirip, zahire tedârik ederek, ilkbaharda
İran’a hareket etmesinin uygun olacağım söylemişti. Padişah ise,
Haleb’e gidilmesinin fayda sağlamıyacağı mukabelesinde bulunmuştu.
Ancak Sun'ullah Efendi, İnzıımsnz yere sefere çıkılmış olmaktan
kurtulunması ve dosta düşmana karşı ordunun itibarının korunması
gerektiği kanaatmda idi. Bunun için de Kanunî Sultan Süleyman'ın
Nahcivan seferine çıkışında Haleb’de kışlayıp ilkbaharda şarka gi­
dişini misal vererek yine böyle yapılmasının uygun olacağım tek­
rarlamış, Padişah ordunun Haleb’e gitmesinin faydasını anlaya­
madığını söylemişse de Sun'ullah Efendi, düşmana karşı, askerin
Üsküdar’dan geri dönmesinin mâkul olmadığını, hiç olmazsa mem­
leket muhafazası için askerin gönderilmesi hususunda ısrar etmişti.
Şeyhülislâm’m bu kararlı tutumu, neticede Sultan Ahmed’i de yumu­
şatmış ve «muhafaza için Ferhad Paşa bir mikdar asker ile gitsin
ve orduyu göndermeyip bile götürsün» diye buyurarak Sun'ullah
Efendi’nin fikrini kabule adeta mecbur olmuştur.
49
N a'îm â, I, 393.
50 L a la M ehm ed P a şa Ş a rk seferine hareket ed eceği sırada hastalanıp
v e fa t etm esi üzerine durumu görü şm ek üzere ‘böy le bir m eşveret m eclisi akdolunm uştur.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
223
Ancak Sun'ullah Efendi bununla yetinmeyip, müşavereye devam­
lı zahire satın alınması için askere bir miktar para verilip verilme­
yeceğini sorduğunda, Sultan Ahmed bunun karşılanamıyacağını söy­
lemesi üzerine Sun'ullah Efendi, Mısır Hâzinesinden ihsan edilmesini
istemiştir. Padişah, bunu kabule yanaşmıyarak Mısır hâzinesinin
kendisinin cep haçlığı olduğunu söylemiştir. Sun'ullah Efendi Pa­
dişahı ikna için Kanunî Sultan Süleyman’ı tekrar bir misal vererek,
Sigetvar’a giderken Saray-ı Âmire’de bulunan bütün altın ve gümüş
kap-kacağı darbhaneye gönderip sikke kestirdiğini söyleyip askere
Mısır hâzinesinden yardımda bulunulmasında ısrar etmiştir. Sultan
Ahmed bu ısrar karşısında sinirlenerek «Efendi, sen benim sözümü
anlamıyorsun, zaman zaman uymaz. Ol zamanın muktazası öyle imiş,
ol vaktin halini bu zamanda niçin îrad edersin» buyurması üzerine
Sun’ulah Efendi sözünün tesir etmeyeceğini anlamış meşveretde sona
ermiştir51.
Burada Na'îmâ, «El-mülûkü melhûmûn» (hükümdarlar ilham
sahibidir) sözü gereğince Sultan Ahmed’in sözünün isabetli olduğunu,
nitekim tarihçilere göre de her zamanın ihtiyacmm farklı olacağım
söylediklerini bu konuda Padişâh’m görüşünün yerinde olduğuna
işaret etmektedir52.
Bu meşveretden yeni Sadrazam Derviş Paşa son derece rahatsız
olmuş, Sun'ullah Efendi’nin gayesinin, kendisini sefere göndermek
olduğuna hükmederek53, meşihat makamında değişikliği kendi menfaatlarına uygun görmüştür54. Ancak Hoca-zâde Mehmed Efendi’yi
teklif ettiği takdirde iki biraderinin de Rumeli ve Anadolu Kadıaskerliğinde bulunduğunu, ittifak edebileceklerini düşünerek Sun'ullah
Efendi’yi azlettirip (22 Rebiulâhir 1015/28 Temmuz 1606), Ebülmeyâmin Mustafa Efendi’yi ikinci defa meşihate getirmiştir55.
51
N a'îm â, I, 446-7; F e z le k e , I, 277-9.
52
N a'îm â, I, 446-7.
53 N a'îm â (I, 448) D erv iş P a şa ’nın daha önce selefi L a la M u stafa P aşa
zam anında bizzat sefere gitm esin i zarurî görd ü ğü halde, kendisi sadarete g e­
lince sefere gitm eyip, F erh a d P a şa ’y ı gönderm esine dikkat çekm ektedir.
54
M.C. Baysun, «D erv iş P aşa», İA , m , 551; N a'îm â, I, 450.
55
N a'îm â, I, 448.
224
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
Sun'ullah Efendi, Ebülmeyâmin Mustafa Efendi’nin 22 Receb
1015/23 Kasım 1606 da vefatı üzerine56, dört aylık bir mâzûliyetten
sonra dördüncü ve sondefa olarak meşihat makamına getirilmiştir57.
Sultan Ahmed yeni Müftî ile yaptığı müşaverede58 Derviş Paşa’mn icraatının bozukluğunu, görevden alındığı takdirde yerine
kimin getirilmesinin uygun olacağmdan da bahsedilmiştir. Akabinde
Derviş Paşa azledilerek idam olunmuş59 ve sadaret makamı Sun'ullah
Efendi’nin «ikâsıyle» Murad Paşa’ya verilmiştir60.
Kırım Hanı seçimi meselesi bu sırada ortaya çıkmış ve Toktamış, Hanlığı ele geçirmiştir. Hoca-zâde Mehmed ve Esad Efendiler
Kapudan-ı Derya Karamanî Hafız Ahmed Paşa ile görüş birliğine
varmışlar, Kırım Hanı olarak Selâmet Girayü Toktamış’a tercih
etmişlerdir. Sun'ullah Efendi ise «Saf-derûn olup» Ekmekci-zade’nin
sözüne inanıp, Toktamış’m yerinde bırakılmasını, Selâmet Giray’ı
Kırımlılar’ın kabul etmeyeceğini Padişâh’a ifade etmiştir. Fakat
sonunda Selâmet Giray’m Kırım’a gidip herhangi bir engelle karşı­
laşmadan Hanlığı elde etmesi üzerine Sultan Ahmed, bu durumu
Sun'ullah Efendi’nin basiretsizliğine hamlederek kendisini meşihatden almış ve görüşünde isabet ettiğine inandığı Hoca-zâde Mehmed
Efendi’yi getirmiştir61.
Na'îmâ, Sun'ullah Efendi’nin başkasının görüşüne itimad ederek
fikir beyan etmesinin yanlışlığım ve bu sebeble görevden alındığını
56 Danişm end, K ron oloji, m , 528.
57 N a'îm â, I, 450. B u rada Tarihçi, Sun'ullah E fen d i g ib i h ak sözü söy le­
yen bir m üftünün azledilerek M ustafa E fen di’nin m eşihata tayinini haksız ve
yanlış b ir icrâ ât ola ra k görm ekte ve D erviş P aşa’y ı tenkit etm ektedir.
58 U zunçarşüı, şahıs konusunda y an ü g ıy a düşerek, Sultan A h m ed’in (Ş a ­
ban 1015’ de) bu m eşvereti Ebulm eyâm în M ustafa E fen di ile yap tığm ı söyle­
m ektedir. H albu ki bu tarihde şeyhülislâm Sun'ullah E fen didir. OsmarUı D ev ­
letinin İlm iye T eşkilâtı, A n k a ra 1965, s. 188.
59 N a'im â, I, 450-451.
60 K ezâ, S. 452-3. M urâd P a şa ’y a gönderilen h att-ı hüm âyûnda «Sen k i V e ­
zirim M urad P aşasın hâlâ kim senin ilkasıyle d eğ il v e b ir ferd in ricası olm ak ­
sızın hâssaten K arîh a-i hüm âyûnum dan vezâret-i u zm âyı sana verdim ve hatem -i hüm âyûnum u gönderdim ...» denilm esine rağm en, N a 'im â tayinin Sun'ul­
lah E fen di telkini ile yapü dığın ı ifade etm ektedir k i bu resm î ifadeye rağm en
tek lifin Sun'ullah E fen d i’ den g elm iş olm ası kuvvetle m uhtem eldir.
61 N a'im â, II, 25.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
225
ibretle nakleder62. Atâ’î ise, Sun'ullah Efendi’nin «Sa‘y-i tavâşî ve
ifsâd-ı havâşî ile azl» olunduğunu ve kendisine 750 akçe yevmiye
tayin edildiğini belirtir63.
Sun'ullah Efendi’nin bu dördüncü meşihatı bir buçuk yıl kadar
sürmüş 20 Safer 1017//5 Haziran 1608 de mazul olmuştur. Dört ayrı
meşihatı toplamı beş sene yedi ay kadar tutmaktadır. Bundan sonra
vefatına kadar geçen süredeki hayatı ve faaliyetleri hakkında kay- 1
naklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. 1020/1611-2 yılında Şam
yoluyla Hacca gitmiş, dönüşünden hemen sonra 8 Safer 1021/10
Nisan 1612 de vefat etmiştir. Namazını, Fatih Camiinde devrin ta­
nınmış mutasavvıfı Aziz Mahmud Hüdâî64 kıldırmış ve Kırk-çeşme’de
Hüsâm Bey Mescidi’nde65 yol kenarına defnedilmiştir.
Vefatı için Kaf-zâde Efendi mahdûmu şu tarihi söylemiştir66 :
Cihandan gitdi Sun'ullah Efendi
Makamı ola nüzhet-gâh-ı cennet
Didim E y Fâ’izî Târîh-i fevtin
İlâhî eyle Sun'ullâh’a rahmet (cjt-j 4*411
= 1021)
Şahsiyeti
Sun'ullah Efendi’nin dürüst, samimî ve azli bahasına da olsa hak
sözü söylemekten çekinmeyen sağlam bir şahsiyete sahib olduğunu
bütün muasır kaynaklar açıklıkla ifade etmektedir.
Kişileri ve olayları aşırı tenkitleriyle meşhur olan Gelibolulu
Mustafa Âlî67, kadıların müderrislerin ve mevâlînin durumlarından
bahsederken İH. Murad ve Hocası Sadeddin Efendi’yi bu konudaki
tutumlarıyle tenkit ettikten sonra m . Mehmed’in rüşvetten şiddetle
62 K ezâ, 25-26.
63 A tâ ’î, s. 554; A t â ’î’den naklen, F e zle k e , I, 348.
64 A ziz M ahm ud H ü dâ’î için bk. H. K âm il Yılm az, A z iz M ahm ud Hüdâyî
v e C elv etiyye Tarikatı, İstanbul 1982.
65 H üsâm B ey m escidi, Tahsin Öz, İstanbul Cam ileri, I, İstanbul 1962,
s. 74. B urada cam iin banisinin Sun'ullah E fen di olduğu belirtilm ektedir.
66 A t â ’î, s. 554.
67 H ayatı ve ten kitçiliği için bk. B. K ütükoğlu « Â lî M u stafa E fen di»
K ü çü k T ürk-İslâm A nsiklopedisi, İstanbul 1974, 1. fasikül, s. 81-84.
226
M E H M E T ÎP Ş İR L İ
kaçındığını, Ebussuûd Efendi’nin talebesi ve akrabası olan, dürüst­
lüğü ile bilinen Sun'ullah Efendi’yi şeyhülislamlığa getirmesini tak­
dirle karşılamaktadır68.
Sun'ullah Efendi ile yakın teması olan, hatta onun tavassutu
ile yetkililerden bazı görev talebinde bulunan Tarihçi Mustafa Seiânikî de Sun'ullah Efendi’den sitayişle bahsetmekte ve ilk olarak
şeyhülislâmhğa tayini münasebetiyle şu bilgiyi vermektedir69 :
Evsâf-ı hazret-i Müfti’l-enâm Mevle’l-mevâlî Sun'ullâh Efendi- dâmet fezâ’iluhû.
Ulemâ-i dîn içinde salâh-ı hâl ve iffet üzre
salâbet ve ismet-i mâlâ-kelâm ile ma'rûf ve mevsûf olan Rumeli kadıaskerliğinden müteka’id, Ana­
dolu Kadıaskeri Ca'fer Efendi oğlu Mevlânâ Sun'ul­
lâh Efendi Şeyhülislâm ve Müfti’l-enâm oldı.
Âmme-i ulemâ mesrûrü’l-hâtır olup, garaz-ı araz­
dan mu'arrâ ehl-i hakk ve mâ-tekaddemden adi ü
insâf ile muttasıf ve salâbet-i dîn ü diyânet ile iştihâr bulmuş, adîmü’l-misl olmağın ta'yîn buyuruldı.
Halk-ı âlem tehniyet-i mübârek-bâdîye dest-bûsa
varup, bir niçe eyyâm izdihâm üzre tek u pû oldı.
Merci'-i ulemâ ve meşâyih-i kirâm oldılar.
Bu devrin ilmiye sınıfına mensup şairlerinden Cinânî70, dîvâ­
nında Sun'ullah Efendi için yazdığı bir kasidesinde onun meziyet­
lerini bir şiir üslubu içerisinde anlatmaktadır71. Şair Veysî, Sun'ullah
Efendi’nin meşihatini tebrik için yazdığı mektubunda onun üstün va­
sıflarını ve ilmini medhetmektedir72.
Koçi Bey, IV. Murad’a takdim ettim Risalesinde ulemânın du­
rumu ve ilmiye mesleğinin bozulmasına tahsis ettiği bölümde, 1003/68 A lî, M ev â cidü’n -n efâ ’ is fî kavâ'idi’l-m ecâlis, İstanbul 1956 (T ıpk ıbasım )
s. 102-9.
69 Selânikî, T ârih, vr. 446b.
70 H ayatı ve D ivanı için bk. Cihan Okuyucu, Cmârii, H a ya tı E serleri v e
D ivanının E d isyon K ritik i (B asılm am ış D ok tora T ezi) İstanbul 1984.
71 M etni için bk. ekler.
72 V eysî, M ün şeât-ı V eysî, İstanbul 1286, s. 289-291.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
227
1594 yılını bir dönüm noktası olarak göstermekte, bu tarihten sonra
bozulmanın hızlandığını, evvelâ, Şeyhülislâm Sun'ullâh Efendi’nin
bir kaç kere sebebsiz azledildiğini, kadıaskerlerin de aynı şekilde
azledildiğini ve yerine gelenlerin azil korkusu ile doğruyu söylemek­
ten çekindiklerini üzüntü ile yazmaktadır. Ancak Sun'ullâh Efendi
gibi dini bütün kimsenin bir kaç kere azledilmesine rağmen «kelâm-ı
hakkı söyleyüp, emr-i dîn ü devletde kat’â müsâmaha etmediğini»,
esâsen bu makamın böyle davranmayı gerektirdiğini belirtmekte­
dir73.
Nev‘î-zâde Atâ’î oldukça uzun yer ayırdığı biyografisini verirken
Sun'ullâh Efendi’den daimâ sitâyişle bahsetmekte ve damadı Ganîzâde’den nakiller yapmaktadır74.
Haşan Bey-zâde ise, muhtemelen Yemişçi Haşan Paşa’ya yakın­
lığı ve onun maiyetinde bulunmuş olmasından dolayı, Sun'ullâh Efen­
di’nin Haşan Paşa’yı acele sefere gitmeğe zorlamakla hata ettiğini, bu
sebeble gerekli hazırlığın yapılamadığım söyleyerek, tenkit etmek­
tedir75.
Kâtib Çelebi70 ve Na’îmâ bu dönem için esas îtibâriyle Haşan
Bey-zâde’yi kaynak olarak kullanmakta birlikte, Sun'ullâh Efendi’nin
dürüslüğü ve faziletinden bahsetmektedirler. Ancak Na’îmâ, saf-derûn olduğunu, etrafındakilere çabuk inandığını belirtmektedir77.
Naimâ’nın bu tesbitinde haklı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim KaraYazıcı ve Kırım Hanlığı meseleleririnde bu yüzden hata ettiği daha
önce belirtilmişti.
Fetvâları - Eserleri - Şiirleri
Sun'ullâh Efendi’nin çeşitli konularda verdiği fetvâlannı ihtiva
eden mecmualara İstanbul Kütübhanelerinde rastlanmaktadır78. Bu
73 K o çi Bey, R isale, (A li K em ali A k sü t neşri) İstanbul 1939, s. 35-6.
74 A t â ’î s. 552-7.
75 H aşan B ey-zâde, Târih, Tez, n , 232-3.
76 F e z le k e I, m u h telif sa yfa lar.
77 N a ’îm â, II, 25.
78 Ö rnekler için bk. a ) H. H üsnü Paşa, nr. 502, 75 v arak ; b ) Y azm a ba­
ğ ışla r ktb. nr. 1440, vr. 30a-96b arası. Bu kısm a ay rıca la -6 8 b arası m üstakil
v a ra k num arası verilm iştir, c ) T e n i Cam i ktb. n r : 678, vr, 213a-257b arası,
(213a da fih rist v a r ), d) Seyyid N a zif E fen d i ktb. nr. 20, vr. 195a - 229b arası.
228
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
mecmualar klasik tarzda mevzulara göre düzenlenmiştir. Ayrıca
orijinal fetvalarından örneklere de rastlanmaktadır. Her iki çeşitten
örnekler ekler kısmında verilmiştir. Süleymaniye, H. Hüsnü Paşa
Ktb. nr. 502 deki fetvâ mecmuasının konu listesi ve fetva sayısını,
Süleymaniye, Yazma bağışlar Ktb. nr. 1440 ve Yeni Cami Ktb. nr.
678 deki mecmualarla mukayeseli olarak şöyle verebiliriz79 :
S ıra
M e v z û la r
F e tv â sa y ısı
n r.
502
1
K itâ b ü ’t-ta h â re
2
K itâ b ü ’s-sa lâ t
3
1440
V a r a k n u m a ra sı
678
502
1440 678
6
6
5
1
2
1
23
22
30
1
2
1
K itâ b ü ’z -z e k â t
6
6
6
3
3
2
4
K itâ b ü ’s-s a v m
2
2
2
3
4
3
5
K itâ b ü ’l-h a c c
6
K itâ b ü ’n -n ik â h
7
K itâ b ü ’ r -r ıd â
8
K itâ b ü ’ t-ta la k
9
K itâ b ü ’l-it â k
22
10
K itâ b ü ’l-e y m â n
10
11
K itâ b ü ’l-h u d û d
141
v e ’n -n a fa k a
1
1
1
3
4
3
52
52
36
4
4
3
1
1
1
7
7
4
93
96
59
7
7
4
20
14
13
13
6
13
8
14
14
7
115
38
15
• 15
7
12
K itâ b ü ’s-s e rik a
11
8
10
25
24
8
13
K itâ b ü ’ s-s iy e r
23
17
11
25
25
9
14
K itâ b ü ’l-lâ k ît v e ’l-lu k a ta
—
—
—
28
26
—
15
K itâ b ü ’l-â b â k
1
28
26
16
K itâ b ü ’l-m e fk ü t
3
3
3
28
26
9
17
K itâ b ü ’ ş-ş irk e
12
13
10
28
26
10
18
K itâ b ü ’l-v a k f
96
95
5
29
27
10
1
1
9
19
K itâ b ü ’l-b ü y û ‘
32
32
6
37
34
11
20
K itâ b ü ’l-k e fâ le
18
17
13
39
36
11
21
K itâ b ü ’l-h a v â le
3
3
3
40
36
12
79 B uradaki m evzu listesi pratik bir g a y e g özetilerek bir fe tv â kitabının
m uhtevası hakkında fik ir v erm ek için "eklenm iştir.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
S ıra
M e v z û la r
n r.
F e tv â sa y ısı
229
V a r a k n u m a ra sı
502
1440
678
502
1440 678
22
K itâ b ü ’l-k a z â
49
39
24
41
37
23
K itâ b ü ’ ş-şeh â d e
44
45
20
44
41
13
14
12
24
K itâ b ü ’ l-v e k â le
13
19
5
47
42
25
K itâ b ü ’ d -d a ‘v â
47
36
12
49
44
15
26 . K itâ b ü ’l-ik r â r
19
17
12
52
47
15
27
10
11
5
54
48
16
7
8
2
54
49
17
18
17
4
54
50
17
4
4
3
56
51
17
K itâ b ü ’s-su lh
28
K itâ b ü ’l-m u d â r a b e
29
K itâbii’l-v ed î'a
30
K itâ b ü ’l-â r iy e
31
K itâ b ü ’l-h ib e
19
18
8
56
51
17
32
K itâ b ü ’ 1-icâr e
36
36
11
58
. 53
18
33
K itâ b ü ’l-ik r â h
1
4
1
61
56
18
34
K itâ b ü ’l-h a c r v e ’l-m e ’zû n
33
—
1
61
56
19
35
K itâ b ü ’l-g a s b
19
19
11
61
56
19
36
K itâ b ü ’ ş-ş ü f’a
5
5
5
63
57
19
37
K itâ b ü ’ l-k ıs m e v e ’l-fe r â iz
23
25
10
63
57
20
38
K itâ b ü ’ l-m ü z â ra ’a
3
3
3
39
K itâ b ü ’z -z e b â ih v e ’ l-u d h iy y e
—
—
40
K itâ b ü ’ l-k e r â h iy y e v e ’ l-is tih s a l
24
24
41
K itâ b ü ih y â ü ’l-m e v â d v e ’ larâzî
26
K itâ b ü ’ r -r e h n
42
65
59
20
—
65
59
—
38
65
59
21
26
16
67
61
20
14
14
7
68
62
23
4
4
3
69
63
24
43
K itâ b ü ’ 1-cin ây ât
44
K itâ b ü ’ d -d iy â t
67
70
.18
70
64
24
45
K itâ b ü ’ l-v a s â y â
14
15
11
75
68
25
Sun'ullâh Efendi fetvalarında «Sun‘ullâlı -
» imzasını
kullanmıştır. Uzunçarşılı, «Sun'î» lakabım kullandığını80, Bursalı
80
U zunçarşılı, Osmarılı Tarihi, m / 2 , A n k a ra 1977, s. 458.
M E H M E T İP Ş İR L Î
230
M ehm ed T ah ir ism ini «Sun1!» olarak kısaltm akta ise de81, gerek fetvâ
m ecm ualarında ki fetvâlarında, gerekse bilhassa orijinal fetvâlarında
im zasını «Sun'ullâh» olarak attığı görülm ektedir.
Çok değişik konulardaki, özellikle devrinin siyasî ve sosyal olay­
ları hakkında verdiği fetvalar dışında, çeşitli vesilelerle yaptığı ya­
zışm alarına m ünşe’ât mecmualarında ve
içerisinde rastlam aktadır.
«meemû‘atü’r-resâ’il»ler
A tâ ’î, Sun'ullâh E fen d i’nin bütün bu özelliklerine ilâveten aynı
zam anda şa ir olduğunu da söylem ekte ve aşağıdaki şiirini örnek ola­
rak verm ektedir 82 :
§ i‘r
D okunsa tîr-i m ihnet ger m übâhât ile göğsün ger
Soyundun arsa-i m eydâna girdin m erd-i m eydân ol
K o emvâc-ı belâ gelsün nasibin rüzgâr alsun
Derûnun derdini keşfetm e sen deryâ-i ummân ol
K ab â-yı câh ile âdem geçinsün her kaba câhil
H üner göster, hüner-i m eydâna gir sen tîğ -i uryân ol
Şeref virm ez dür ü gevher, kemâl olm az zer ü zîver
G üher göster güher kan-ı fazilet bahr-i irfân ol.
E K L E R
Ek I : Fetvalarından Örnekler
(Süleymaniye Ktb. H. Hünsü Paşa nr. 502)
1. Mes’ ele : Ehl-i cennetin Rabbü’l-izzetden -celle zikruhû- matlûb
ve mütemennâsı nedir 7
81
BursalI M ehm ed Tahir, OM., II, İstanbul 1333, s. 63.
82
A t â ’î, s. 556.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
231
E l-cevâ b: «Selâmün kavlen min Rabbi’r-Rahîm» dir. Ketebehû
el-Fakîr Sun'ullâh, uf iye anhii. (Sun'ullâh Efendi’nin ilk imza­
ladığı fetva)
2. Mes’ele : Zeyd tekâlîf-i örfiyyeden mu'âf olmak Ü2xe yedimde
«mu‘âf-nâme vardır, mutasarrıf olduğum tarlanın öşrin dahi
vermeğe diyü mu'af-nâmede mukayyeddür diyii sâhib-i arza öşr
vermemeğe kadir olur mu?
El-cevâb : Öşr şer'îdir afv olunmaz, öşr adına harâe-ı arz ise
Zeyd müstahıkk olıcak tecviz olunmuşdur.
3. Mes’ele : Bir vakfın yerlerinde hâsıl olan hubûbâtdan sâhib-i arz
öşr taleb ettikde, mahsûl kabz idenler biz hububatı orağla biç­
medik, elimizle yolduk diyii öşr vermemeğe kadir olurlar mı ?
El-cevâb : Hubûbdan olmazlar, saman ise olurlar.
4. Mes’ele : Selâtîn-ı mâzıyyeden biri bir vilâyeti küfrden anveten
feth itdikde ahâlî-yi vilâyetin tasarruflarında olan yerlerin ve
bağların her dönümüne beden-i öşr, sipâhîsine dörder akçe ta'yin
ellerinde ibkâ eylese, bu ana gelince vech-i mukarrer üzre muta­
sarrıflar iken sipâhîleri Zeyd kanâ'at etmeyip öşr almağa kadir
olur mı ?
El-cevâb : olmaz,
5. Mes’ ele : Zeyd timarı dâhilinde olan karyanm iki sene a'şarın
kabz etmeyip, re'âyânm üzerinde kalsa, ba'dehû taleb ettikde
re'âyâ «Karyemizi Celâli gäret etti «diyü a‘şar-ı mezkûreyi ver­
memeğe kadir olur mı ?
El-cevâb : Olurlar, cümlesi gäret olundı ise.
6. Mes’ ele : Zeyd Celâli olup, emvâl-i Müslimini gäret ettiği sâbit
've sicili olunup, hâkimü’ş-şer‘ habse gönderdikde, Bekir hüddâm-ı mahkemeyi darb idüp, ellerinden Zeyd’i tahlîs idüp kaçırsa, Bekr’e ne lâzım olur?
El-cevâb : Ta‘zîr-i şedîd ve habs-i medîd olunur, tevbesi tevakku1
olunmaz, sâ‘î-i f esâd ise emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur.
7. Mes’ ele : Filori yüz yirmi akçeden ziyâdeye râyiç olmaya diyü
nehy-i sultanî olmış iken itâ'at etmeyüp, ziyâdeye hare eden
Zeyd’e ne lâzım olur ?
232
M E H M E T İP Ş İR L İ
El-cevâb : Ta'zîr ve habs olunur. Vülât ve hükkâm ihtiyâd edüp
min-ba‘d etdirmeyüp, edenlere cezaların vermek gerekdir.
8. Mes’ele : Zeyd-i muhtekir dâr-ı Islâm kaht-ı tâm var iken, harbî
küffâr-ı hâksâr vilâyetine mücerred ziyâdeye tam idüp zahîre
gönderse Zeyd’e ne lâzım olur ?
El-cevâb : Avene ve zalemeden olup, sâ‘î-i fesâd idüği mukarrer
ise emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur. Ta‘zîr-i şedîd ve habs-i
medîr ile tevbe-i sahîhası mütevakkı* ise onunla iktifâ olunur.
9. Mes’ ele : Ta‘zîr-i şedîd ne mikdâr celdedir?
El-cevâb : Otuz dokuzdur. İmâm Ebî Yûsuf’dan zâhir rivâyetde
yetmiş beşdir. Rivâyet-i uhrâda yetmiş dokuzdur. Cerâ’imde tefâvüd vardır, hâkim bunlardan ne mikdâr ile inzicânn fehm
ederse anı ihtiyâr eder.
10. Mes’ ele : Bir vilâyette «onu onbir buçukdan ziyâdeye mu'âmele
olunmaya» diyü emr-i şerîf ile men* olunmış iken yine ziyâdeye
mu'âmele iden Zeyd’e ne lâzım olur?
El-cevâb : Ta'zîr olunup tasarrufu ibtâl olunur.
11. Mes’ele : Zeyd-i şakî dâ’imâ fısk u fücûr idüp, re‘âyânun leylen
ve nehâren evlerin basup, mal ve rızkların nehb ü gäret idüp,
zulmden hâlî olmasa Zeyd’e ne lâzım olur ?
El-cevâb : emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur.
12. Mes’ele : Zeyd Amr ile, Bekir-i kadıya murâfa'a olduklarında
Bekir Zeyd’in yedinde olan fetvâ-yı şer‘iyyesine amel itmeyüp,
hilâf-ı şer* hükm eylese Bekir’e ne lâzım olur?
El-cevâb : Şerî‘at-ı şerîfeyi tahkir ile kâfir olur, hükmi kendi
gibi bâtıl olur.
13. Mes’ ele : Zeyd, Amr ve Bekir’in esbâblarm serika itdüği sabit
olup, be‘dehû bir iki def‘a serika itdüği sabit olsa Zeyd siyâsete
müstahıkk olur mı?
El-cevâb : Emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur.
14. Mes’ ele : Zeyd’in evinden birkaç bin akçelik esbâb serika eden
Amr ahz olunup meclis-i şer‘de ikrâr eylese Amr’a ne lâzım olur ?
El-cevâb : Sağ eh kesilüp tevbe-i sahîhası zuhûr edince (edinceye
kadar) zindanda habs olunur, tevbesi tevakku* olunmaz, ehl-i
fesâd ise emr-i veliyyü’l- emr ile kati olunur.
Ş E Y H Ü L İS L Â M S U N Ü L L A H E F E N D İ
233
15. Mes3ele : Zeyd’in dükkanı içinde kilitli sandukın bozup binden
ziyâde nakd akçesin ve ba'zı esbabın Amr ile Bekir serikat eyle­
diklerini tav'an ikrâr eyleseler mezbûrlara ne lâzım olur?
El-cevâb : Mısırlar ise ellerinden sağları kesilüp habs olunur­
lar, tevbeleri zuhûr edince muhalled kılmur. Zeyd’in talebi ile
mal mevcud ise sâhibine redd olunur, değil ise zâmin olmazlar.
16. M es’ele : Zeyd’in kulu Amr, Bekir’in birkaç bin akçesin serika
etdikden sonra ahz olundukda ikrâr idüp, lâkin kaçup giderken
elinden aldılar dise Amr’m ikrârı ile meblağ-ı merkümı Zeyd’e
tazmine kadir olur mı ?
El-cevâb : Olmaz, Amr’m eli kesilür.
17. Mes’ele : Zeyd ba'zı kimesnelerin mekân-ı muhrezlerinden esbâb
u emvâlin serika eylese ahz olunup şer'ile sâbit olıeak Zeyd’e ne
lâzım olur?
El-cevâb : Kadr-ı nisâbda ise eli kesilüp zindanda habs olunur.
18. Mes’ele : Müslimîn mahallesinde binâ olunan cami‘-i şerif kurbında kadîmi bir kinişe olup kefere âhar mahalleden gelüp câmi'
önünde evzâ‘-ı kâfirâne ile mürûr idüp, müslimîn mutazarrır u
mütekeddir olsalar kinîse-i mezbûrenin hedmine hâkime mesâğ-ı şer'î var mıdır ?
El-cevâb : Sulhen feth olunmuş ise yokdur.
19. M es’ele : Zeyd-i Yahûdî Amr-ı Müslimin evi kurbunda olan tahtânî evini yıkup fevkani evler binâ etmek istedikde Amr’m evi­
nin havasına ve medd-i basar ve zıyâ’sma mâni' olsa Amr men'
idüp vaz‘-ı kadîm üzre binâ eyle demeğe kadir olur mı ?
El-cevâb : Re’y-i hâkimle olur, binâ-i refî'den men'leri meşrû’dur, tam'ı yoğsa.
20. Mes’ ele : Zeyd’in dârü’l-harbden getürüp i'tâk eyledüği kulı
Amr-ı zimmîden cizye taleb olunur mu?
El-cevâb : olunur.
21. Mes’ele: Zeyd-i zimmî îslâma geldükde on iki yaşında ve on dört
yaşında ve on yedi yaşında olan evlâdı îsâmı kabul itmezlerken
ba'zı kimesneler elbette îslâma gelsünler diyü cebre kadir olur
m ı?
234
M E H M E T İP Ş ÎR L İ
El-cevâb : Bülûğlan sâbit olmayıcak Zeyd’e tâbi' olup müslim
olurlar.
22. Mes’ele : Zeyd’-i zimmînin zevcesi fevt olmağla akima hıffet
geldikde ben müsliman oldum dise lâkin kelime-i şehâdeti tekel­
lüm itmese müslim olur mı?
El-cevâb : Oldum didiyse olur.
23. Mes’ele : Zimmî tâ’ifesi âhar diyâra giderken yolda eşkıyâ havfmdan başlarına beyâz dülbend sarınsalar ehl-i örf «siz beyâz
dülbend sarındınız «diyü rencide itmeğe kadir olurlar mı ?
El-cevâb : Iztırârları vâki' ise olmazlar.
t
24. Mes’e l e : Dârü’l-barb olan Simon vilâyetinden olup harâem Simon’a virüp siyy olunan Hind-i harbiyyenin aslı ermeni olmağla
hürre olur mı?
El-cevâb : Olmaz, ehl-i İslâm ile mühârebeleri mukarrer olıcak.
25. Mes’ele : Bir vakfa medyun olan Zeyd-i zimmî Amr-ı mütevelliye
eğer yarm gelüp sana buluşmazsam müslimân olmış olayın dise
irte gelüp buluşmayıcak İlsâmma hükm olunur mı?
El-cevâb : Olunmaz.
26. Mes’ ele : Zeyd-i müslim bir diyârda harbî kâfir elinde esir iken
ol diyâra Venedik £ L olan kâfir müstevli olup, Zeyd’i ol dahi
esir idüp bir zamân istihdâmdan sonra bir mikdâr akçesin alup
ıtlâk etse hâlâ Zeyd dârü’l-islâmda hâkim-i mezbûrun vekil-i
mutlakı olan Amr’dan meblağ-ı mezbûrı almağa kadir olur mı ?
El-cevâb : Olur, esir idüp bahâya kesmekle almış ohcak malını
harbî evvel istilâ ile temellük etdikden sonra mevâdi‘-i mezbûr
anlardan istilâ ile temellük etmediyse.
27. Mes’ele : Asker-i İslâmdan olup cihâd mukabelesinde tîmâr ve
ze'âmet tasarruf iden kimesneler sefer-i hümâyûna me’mûrlar
iken bî-vech sefere varmayup evlerinde sâkin ve kendi havâlarında olıcak tasarruflarında olan tîmârlarm mahsûli mevküf olup
mevkûfât emini mîrî içün kabz u zabt etmeğe kadir olur mı ?
El-cevâb : Olur, emr ile.
28. M es’ele : Ruhbân tâ’ifesinden cizye taleb olunur mı ?
El-cevâb : Nâsa muhâlata idüp kâr u kisbe meşgul olmayıcak
olmaz.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
235
29. Mes’ ele : Sulhen feth olunan bir vilâyet keferesinin kadîmi kenîseleri harâb hâkim ma'rifeti ile vaz‘-ı kadîm üzre bilâ-ziyâde
ta'mîr ve termîm câ’iz olur mı?
El-cevâb : Olur, ol dahi sulhda dâhil olup hâlâ isti'mâl olunursa.
30. Mes’ ele : Memâlik-i İslâmiyyede olan ehl-i zimmetin vilâyetleri
sulhan feth olunmağla yedlerinde ibkâ olunan kenâ’is-i kadîmelerinden birinde müslim tâ’ifesi ehl-i zimmete zecren ezân okuyup
namaz kılsalar ol kenîse mescid olur mı?
El-cevâb : Olmaz, İslâmda nakz hıyânetdir, ihtirâz lâzımdır.
31. Mes’e l e : Zeyd’e bir tîmâr, berât-ı pâdişâhî ile tevcih olunsa,
Zeyd mahsûl-i tîmârı târîh-i tevcîhden m izabt ider, yohsa ol vilâ­
yete varup berâtını sicille kayd itdirdiği günden mi ?
El-cevâb : Sâbıkın vefâtmdan ise berâtı târihinden olur, azlin­
den ise târîh-i kaydından.
32. Mes’ ele : Ba'zı kimesneler mâl-ı mukâtele add olunan ze'âmet
ve tîmârı birer tarîk ile alup her sene mahsûlin kabz u eki idüp
mukabelesinde ne sefere gidüp ne halîfe ve vekilinin rızâsıyle
seferden kalup beytülmâle hıyânet eyleseler bu makülelerin tîmârları ihrâç ve müstahakkîna verilmek içün fermân sudûrundan
sonra bu hususa me’mûr olan vuküf u şu'ûrı sebebiyle bu makule
beytülmâle hıyânet idüp mahsûlin aldıkları tîmârlarm mukâbele. sinde sefer hidmetin edâ etmiyenlerin tîmârlarm ihrâç ve âhara
verdirmeğe sebeb olsa, niçe kimesnenin ol sûretden rızkın kat‘
etmeğe sebeb olmağla inde’llâh âsim olur mı ?
El-cevâb : Olmaz, ihmâl ederse âsim ü hâ’in olur. Öyle zâlim
hâ’inlerin rızkı değil ırkı kat‘ olunmak gerekdir, aldıkları dahi
beytülmâle redd olunmak lâzımdır.
33 Bu suretde Zeyd’e mu'âvenet etmeyüp belki taraf-ı hilâfında olup
bir alay kimesnenin rızkın kat‘ etmeğe sebeb olursun. Bu makule
hususa mubâşeret edenlerde kimesne ber-hurdâr olmamışdır,
dünyâda ve âhiretde nedametin çeker diyü men' suretinde olan­
lar isâbet etmiş olurlar mı ?
El-cevâb : Ne'ûzü bi’llâhi ta'âlâ müsüm olmazlar, fesâda sâ‘î
olurlar. Dedikleri emr-i Hakk’a ve kavl-i Rasûl’e muhâlifdir,
emânât ehline verilmek farzdır. Vermeyen Allâh ve Rasûl’i ve
M E H M E T ÎP Ş İR L t
236
eemâ’at-i müslimîne hâ’in olur, bu bâbda bir kaç harâmîye mer­
hamet edüp âmme-i müslimîne zarar olduğuna bakmamak kemâl-i cehl ü hamâkat ve fesâd u dalâleddir. Ana nazar ihtilâl-i
azîme mü’edd’dir.
34. Mes’ ele : Zeyd-i zimmî bir vilâyete metâ‘ getürdükde gümrüği
müslimânlar gibi alınmak için «ben müslîm ve haccü’l-Harameyn’im» demekle müslim olur mı?
El-cevâb : Olur.
35. Mes’ele : Memâlik-i küfriyyeden bir memleketin keferesi selâtîn-i mâzıyye zamânmdan berü pâdi§âh-ı İslâm hazretlerine tâbi'
olup mâ-beynlerinde musâlaha olup biri birinin vilâyetini gäret
ve ahâlisini esîr etmemeğe ahid-nâmeleri var iken yine tâ’ife-i
İslâmiyyeden ba'zı kimesneler kefere-i mezbûreyi hufyeten ahz
u esîr eyleseler mezbûrlara ne lâzım olur?
El-cevâb :
ile esîr etmemek dahi ahid-nâmelerinde dâhil
ise ta'zîr ve habs olunurlar.
36. Mes’ ele : Serhadde küffâr-ı hâksârın gulüvv ü hüeûmı kemâl
mertebede olup gazâ vü cihâd mukabelesinde vaz' olunan tîmâr
ve ze'âmet mutasarrıf olanlarm cümlesi sefere gideler diyü kirâren ve mirâren hatt-ı hümâyûn-ı sa'âdet-makrûn vârid olup
bu kadar emr ü tenbîh olundukdan sonra her biri birer tarîk
ile sefere gitmeyüp, mahall-i me’mûrda bulunmamağlâ serdâr-ı
zafer-şi'âr mezbûrlann tîmâr ve ze'âmetlerini küffâr-ı hâksâr
ile muhârebe eden guzât u mücâhidine tevzî' ü tevcih eylese
ba'dehû mezbûrlar nizâ' edüp tîmâr ve ze'âmetler almağa şer'an
kâdir olurlar mı ve bu makûle kimesnelere tîmâr ve ze'âmet ve
vezâ’if verilmek meşru' mıdır ?
El-cevâb : Kadir olmazlar, envâ‘-ı ikâba müstahıkk olurlar. Ol
makülelere tîmâr ve ze'âmet ve vezâ’if-i cihâd verilmek nâ-meşrû'dur. Emânât ehline sevk olunmak vâcibdir. Bu bâbda ihmâl
vebâl-i âzîmdir, Allâh subhânehû ve te'âlâ hazretine ve Rasûl
aleyhi’s-selâma ve cemâ‘at-i müslimîne hıyânetdir. Hürmetin
ihfâf edenler müslim olmazlar niçe müslimînin esîr olmasına
ve niçe memâlik-i îslâmiyyenin elden gitmesine sebeb bu dalâldir.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
237
37. Mes’ele : Sûret-i mezbûrede vech-i meşrûh üzre sefer-i hümâyûna
me’mûr olanları sıyânet idüp birer tarîk ile alı-koyup hâlâ, tîmâr ve ze’âmetleri guzâta verilmiş iken yine alı-vermeğe sa‘y
edenlere şer'an ne lâzım olur ?
El-cevâb : İsm-i azîm ile âsim olurlar, İslâma lâzım olan emr-i
hakkı ta'zîm ve ibâdma şefkatdir.
38. Mes’ ele : Serhadd-i îslâmda olan kılâ’m hıfzı içün ta'yîn olan
mücâhidinin vazifelerine bin yük akçe lâzım olup mühimmât-ı
sefer içün dahi niçe yüz yük akçe lâzım olup beytülmâlde bu
cümlenin edâsma usret olmağın Hind’de havâss-ı beytülmâlden
gelmiş rüşvet tarîki ile cem‘ olmış hazâ’in ü emvâl olsa halîf etu’llâh -JıvMidet hilâfetuhû- hazretleri zikr olunan emvâlin cüm­
lesini bî-kusur alup mühimmât-ı sefere ve guzât u mücâhidine
vermek meşru' olur mı?
El-cevâb : Olur, vâcibdir te’hîri mazmne-i vebâldir. Hazret- Rasûl sâllallâhu tacâlâ [aleyhi] vesellem - böyle mâlı beytülmâle
vaz’dan sonra minber-i şeriflerinde cümle ashâb mahzarında emrullâh böyle idüğin beyân edüp, sonra Cenâb-ı Hakk’a teveccüh
edüp «Yâ Rab emrini kullarına bildirdim mi» diyü itmâm buyur­
muşlardır. Sonra hazret-i Ömer -radıye’Tlâhu arih- dahi birinden
zabt etmek isteyüp «Bu malı kande buldun» dedikde hedâyâdan
cem' oldı dedik de «E y Allâh düşmeni kendi halinde dursan sana
bu kadar hedâyâ mı gelürdi» diyü itâb idüp zabt ettiler. Sâ’ir
sahâbe ve tâbi ‘in ve e’imme-i müctehidîn cümlesi bu kavli kabul
irtizâ etdiler. Guzât-ı müslimînde böyle muzâyaka olup âhar
yerde mâl-ı rüşvet mahzûn olmak Jlh değildir. Halîfetu’llâh
hazretlerine lâzımdır ki tahlîs buyurup müstahakkîne îsâl ile
müsâb ü me’eûr ve yevm-i kıyâmete değin h ayâtla mezkûr olaİşr. Ve’llâhu subhanehû yü’eyyiduhû bi’l-izzi ve’t-temkîn ilâ
yevmi’İ-haşri ve’d-dîr.
39. Mes’ele : Zeyd maraz-ı mevtinde mülk evini vakf edip, lâkin
teslim ve tescil olunmasa ba'dehû vârisleri tutmamağa kadir
olurlar m ı?
El-cevâb : Sülüsden mu'teberdir, re’y-i hâkim ile.
40. Mes’ e le : Evkâf-ı kadîmeden bir zâviyeye vakf olan kurâ ve
mezâri'in vakfiyyesi zâyi' ohcak, sûret-i defter-i hâkanî ile amel
olunur mı?
M E H M E T İP Ş İR L İ
238
El-cevâb : Olunur.
41. Mes’ ele : Bir vakıf karyenin mahsûli vakfiyyesinde, mutlaka
ebnâ-i vâkıfa meşrut olup, ebnâ-i vâkıf tasarruf ederlerken, iç­
lerinden ba'zı mahsûl-i mezkûr defter-i hâkânîde ebnânm ule­
mâsına meşrut olmağın bize emr ile tevcih olunmuşdur deseler
i'tibâr vakfiyyeye midir, yoksa deftere midir?
El-cevâb : Arâzî beytülmâlden ise defteredir.
42. Mes’ele : Evkafı nukûd olan medrese yiğirmi beş akçe ile Zeyd’e
tevcih olunup, vakfda ruhsat var iken mütevellisi vakfiyyede
«Yiğirmi a.kçe ta'yîn olunmuşdur, ziyâdesin virmem» demeğe
kadir olur mı ?
El-cevâb : Olmaz, vakfın ziyâdesi olup, Zeyd fakir ve müstahıkk
ise.
43. Mes’ele : Âhar diyârda olan bir medrese Zeyd’e tevcih olundukda, yollarda emn olmayıp ve yol mühimmatın görince (görene
kadar) birkaç ay eğlenüp varamasa, ba'dehû vardukda tevcih
olunduğı târîhden vazifesin almağa kadir olur mı ?
El-cevâb : Özri vâzıh olup, zamân-ı medîd değil ise re’y-i hâkimle
olur.
44. Mıes’ ele : Bir zâviye mesârifi içün vakf ta'yîn olunan mezâri'den
bir mikdâr yeri pâdişâh-ı zamân Zeyd’in binâ ettiği medresenin
mesârifine ta'yîn edüp, hükm-i hümâyûn verdikde, medrese müte­
vellisi yeri tasarruf edicek, zâviye mütevellisi men'e kadir olur
mı?
El-cevâb : Olur, zâviye ma'mûlün bihâ ise tağyire izn-i sultânî
olmaz.
45. Mes’ ele : Bir vakfın vakfiyyesinde mâl-ı vakf onı on birden zi­
yâdeye istirbâh olunmaya diyü kayd şart olunsa, hâlâ vakfda
muzâyaka olmağla Zeyd-i mütevelli onı on bir buçuk üzre istirbâha kadir olur mı ?
El-cevâb : Re’y-i hâkimle olur, tam' ile müflise düşürmezse.
46. Mes’ele : Zeyd-i hatibin vazifesi vakfiyesinde beş akçe olup, ba‘dehû bir tarîkle sekiz olup, evkafı kura ve mezâri' olmasa mütevelî-yi vakf ve nâzırları ziyâdeyi ref' ettirip vermemeğe kadir
olurlar mı?
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H
efendi
239
El-cevâb : Hatîb fakir olup, ziyâde-i mezbûre şart-ı vâkıf da
âhara mu'ayyen değil ise olmazlar.
47. Mes’ele : Bir vakfiyyenin mazmûm vech-i §er‘î üzere sâbit olmayıcak ma'mûlün bihâ olur mı?
El-cevâb : Amel olunı-geldiyse olur.
48. Mes’ele : Bir câmi‘-i şerifin hareminde âyende ve revende cemi'
attârlar ve hurde-furûşlar yaymmak ile mürûr idenlere muzâyaka verseler, şer'an ahâli-yi belde mezbûrları hâkime men1 et­
tirmeğe kadir olurlar mı?
El-cevâb : muzâyaka vâki1 ise olurlar, gurabâ-yı tazyik ise ol­
mazlar.
49. Mes’ ele : Zeyd mülk menzilin vakf edüp, süknâsmı evlâdına şart
etdükde zaruretleri olursa bey1 edeler diyü şart eylese, ba'de zamâtnn evlâdmdan Amr vakt-ı zarûretle menzil-i mezbûrı bey'a
kadir olur mı ?
El-cevâb : Olur, vakf batı olıcak.
50. Mes’ ele : Zeyd-i zimmî bir kenîsenin râhiblerine vakf etmek şer1an câ’iz olur mı ?
El-cevâb : Olmaz.
51. Mes’ele : Mahsûli, öşr ve cizye-i kefere ve resm-i çift olan med­
reseye hasaddan beş ay evvel müderris olan Zeyd ile müderris-i
sâbık Amr ortasında mahsûl-i sene ne veçhile taksim olunur ?
El-cevâb : Öşrün tamâmı, tamâm-ı sene add olunup, sene-i sâbıkâ nihâyetinden evvel zamânma gelince cem1 olunan mahsûli
on iki aya kısmet olunup, Zeyd ve Amr’a kaçar ay düşerse kıs­
met olunur.
52. Mes’ ele : Bir vakıf karyenin ahâlisine mahsûs olan megayı, mü­
tevelli halkı perîşân olup az kaldüar diyü kifâyet mikdârmdan
ziyâdesin âhar karye halkına mer’î iderin dimeğe kadir olur mı ?
El-cevâb : Vakıf ise olur, mer’a-yı kadîm ise olmaz.
53. Mes’ ele : Sûret-i mezbûrede karyenin cümle arâzîsi vakıf olup,
me^a dahi ola arâzîden olıcak, mütevelli bir mikdârm âhar karye
halkına vermeğe kadir olur mı ?
M E H M E T İP Ş İR L Î
240
El-cevâb : Olur, vakf-ı şer'î ise. Mer‘a-yı kadîm oldur ki evvelî
bilinmeye, mer'a olmazdan evvel mülk-i gayr olan mer'a kadîm
olmaz. Mer‘a-yı kadîm, mütevelli dahiline de kadir olmaz.
54. Mes’ele : Yetmiş seksen yıllık bir vakıf menzilin teseîli husûsmda beyne’l-fukahâ mu'teber olan tarîka-i ma'hûde üzre olmayup,
lâkin imzâsmda «Hakemtü bi-sıhhatihî mâ fîhi mine’l-vakfı ve
şerâ’itihî ve bi-luzûmihî» diyü yazılsa ve dahi vakıf-nâmede
«Vakkaftü vakfen sdhîhan seviyyen ve habestü habsen sarihan
mer’iyyen, bi-haysü lâyübâ'u ve-lâ yürâlek, ve-lâ yulilef, ve-lâ
yütlef bi-vechin mine’ l-vucûh, ve sebebin minâlesbâb, bel yecrî
âlâ aslihi’l-mü’ebbed ve yukarım âlâ şartihi’l-muhâUed» denilse
kütüb-i mu'teberede selefin hükmini half-ı salâha hami eylemek
lâzımdır didiklerine binâ’en vakfiyye-i mezbûrenin tesciline dahi
olunmayıp, vakfiyye-i mezbûre ile amel.olunur mı?
El-cevâb : Olunur, târîh-i mezbûrdan beri vakfiyyet üzre zabt
olımı-gelüp, vakfiyye-i mezbûre, vakfiyye’i ma'mûlün bihâ ise
istishâba hüccet olur. Ekser hükkâmm hâli ma'lûm olmağla,
dokuz yüz elli havâlisinde tafsil fermân olundukdan sonra vâki'
vakfiyyelerde hâkimi sıkât-ı ulemâdan mu'tedd bir kimesne olmayıcak anlarda ahkâm-ı selef icrâ olunmağa mesâğ yokdur.
55. Mes’ ele : Bir vakfın vakfiyyesinde başka kâtib, başka, câbî ola
diyü kayd u şart olunmış iken, Zeyd kitâbet ve cibâyeti ma'an
almağa kadir olur mı ?
El-cevâb : Olmaz.
56. Mes’ele : «El-kadîmü yütrekâ âlâ ktdemihî» ka'idesine hadd-i
kıdem ne kadar zamândır.
El-cevâb : Evvelini bilür kimesne olmaya.
57. Mes’ ele : Zeyd, Amr-ı mütevelliden istîcâr ettiği vakıf evde sâkin
olmayup kendi isticâr ettiğinden ziyâde icâre ile âhara icâr eylese
ziyâde Zeyd’in olur mı, yoksa vakfın mı olur ?
El -cevâb : Ecr-i misli vakfın olur.
58. Mes’ ele : Zeyd mütevellisi olduğı vakfın harâbe bir menzilini
yedi sekiz bin akçe ile merimmet mümkin iken etmeyüp, ihmâl
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
241
etmekle ziyâde harâb olup, elli bin akçe ile ancak ta‘mîr olunsa,
ziyâdesi Zeyd’e ihmâli sebebiyle tazmin olunur mı ?
El-cevâb : Vazifeden makbûzı ile ta‘mîr etdirilir, ta'mîre muh­
taç iken kabz etdüği gaileden dahi âhara vermiş ise tazmin etdi­
rilir.
59. Mes’ele : Zeyd berât ile mutasarrıf olduğu vakıf mezre’anın,
hîn-i hasadda bir mikdâr mahsûlin kabz etdikden sonra mezre‘a-i merküme Amr’a tevcih olunsa Amr’m tasarrufı târîh-i
berâtdan mı mu'teber olur, yoksa berât sicille kayd olunduğı
günden mi mu'teber olur?
iEl-cevâb : Yevm-i tevcîhden mu'teber olur.
60. Mes’ ele : Hind, zevci Zeyd’in huzûrunda bir mülk bağı yiğirmi
yıldan mütecâviz mâlikâne müstakilleten tasarruf edüp, Zeyd
«Benimdir» deyü da'vâ etmemiş iken, hâlen Hınd vefât ettikde,
evlâdına kaldıkda Zeyd zikr olunan bağ benimdir deyü da'vâ
eylese, bilâ-emr istimâ’ olunur mı ?
El-cevâb : Olunmaz, istiklâl üzre tasarrufı müte'ayyin ise Hind
ve mülki zevci tasarrufunda ise olunur.
61. Mes’ele : Hurda ve f âsidü’l-ayar akçe üe f ilori yüz seksene râyic
iken, Zeyd Amr’a bir mikdâr filoriyi otuz bin akçe tesmiyesiyle
karz virüp, ba'dehû eeyyid-i cedîd akçe zuhûr edüp, filori yüz
yiğirmiye râyic oldukda, Amr Zeyd’e istikrâz ettiği mikdâr filo­
riyi vermek lâzım olduğm bilmemek ile cedîd akçeden otuz bin
akçe verse, hâlâ istikrâz ettiği filorinin bahâsın yüz yiğirmişer
akçeden hesâb edüp, ziyâdesin Zeyd’den talebe kadir olur mı?
El-cevâb : Olmaz, terâzî (
) ile haklaşdılarsa.
62. Mes’ele : Kibâr-ı ulemâdan mansıb-ı âlîde olup, imzâsı ve hâtfemi beyne’l-havass ve’l-avâm meşhûr u müte'ârif olan Zeyd,
kethüdâsı Amr’dan bir mikdâr akçe istidâne etmekle, yüz bin
akçe istikrâz edüp, «lâzimü’l-edâ deynimdir» deyü imzâ ve hatt
ve hâtemiyle mumzî ve mahtûm bir tezkire verse, Zeyd’in vefâtından sonra tezkire ile amel câ’iz olur mı, yoksa ısbât-ı deyn
lâzım olur mı?
El-cevâb : Zeyd’in hattı idüği sâbit olup, mu'anven u mersûm
ohcak mazmûnıyle amel olunur. Asl-ı deyni yahud Zeyd’in ikrârım isbât lâzım olmaz.
M E H M E T İP Ş İR L İ
242
63. Mes’ele : Zeyd arz-ı mîrî üzerinde gars olunan ba‘zı mülk eşeârım sâhib-i arz ma’rifeti yok iken, Amr’a hîbe eylese, hîbe-i mezbûre sahîh olur mı ?
El-cevâb : olmaz.
64. Mes’ele : Zeyd bir diyârdâ fetb-i hâkânîden beri, arz-ı mîrî üze­
rine mağrûs olan bağ ve bağçeyi mutasarrıf olanlar, izn-i sâhib-i
arza tevakkufsuz bey' ve şirâ ve hîbe ve temlîk ide-gelmişler iken
hâlâ sâhib-i arz ma'rifeti olmayıcak tasarrufât-ı mezkûre sahîha
değildir diyü sâhib-i arz yahud bey' ve hibe edenler feshine kadir
olur mı?
El-cevâb : Bey'i sahîdir, hibesi tâmme olmaz, sâhib-i arz edemez,
hibe eden alur.
65. Mes’ele : Bu sûretde bâğ ve bağçe erbâbmdan Zeyd tasarrufun­
dan olan bağını oğlı Amr’a hibe ve ıkbâz eylese, ba'dehû Zeyd vefât etdikde sâ’ir verese zikr olunan bağı mirasa idhâl ve iktisâma kadir olurlar mı?
El-cevâb : Olurlar, sâhib-i arz ma'rifetinsiz ikbâz şer'an müm­
kün değildir, müşâ' hükmündedir.
66. Mes’ele : Zeyd’e bir mansıb tevcîb olundukda müjde emrin alıp
giden Amr’a, Zeyd müjde diyü bir mikdâr meblağ vermiş olsa,
ba'dehu Zeyd mansıb dahi üzerinde iken, meblağ-ı •merkümı
Amr’dan taleb’e kadir olur mı ?
El-cevâb : Hibe sahîha olup, Amr
ise yahud fakir ise
olmaz.
67. Mes’ele : Zeyd Amr’ı eünd-i sultânîye ilhâk etmek kavli ile altı
yıl istihdâm eylese ba'dehû ilhâk etmeyieek, Amr sinîn-i mezbûre içün Zeyd’den ecr-i misi almağa kadir olur mı ?
El-cevâb : Olur.
68. Mes’ele : Bir vakıf hamâmın mütevellisi Zeyd, Amr’a üç seneye
icâr ettikden sonra müddet-i icâreden hammâmın suyu kesilüp,
icrâya kabiliyet olmayıp, hamâm mu'atta kalsa, mu'allel olduğı
eyyâmın ücretini mütevelli Amr’dan taleb edüp, almağa kadir
olur mı?
El-cevâb : Fesh-i icâre etdiyse olmaz.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H
efendi
243
69. M esele : Zeyd, Amr-ı zimmîye cebr u ikrah ederek İslâmî kabûl
ettirse mukrehin İslâmî mu'teber olur mı ?
El-cevâb : Birez İslâm üzere turıcak olur.
70. Mes’ ele : Zeyd-i şakı, bir karye ahâlîsinin bağ ve bahçelerinin
esmârını, öküz ve inek ve keçilerin gasb ve eki edüp ve ba'zınun kızlarını cebren alup, zulm ve te'addîden hâlî olmasa şer'an
Amr’a ne lâzım olur?
¡El-cevâb : itlâf etdiği tazmin olunur, ta‘zîr-i şedîd ve habs-i medîd olunur. Tevbesi tevâkku1 olunmaz, ehl-i fesâd ise emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur.
71. Mes’ele : Zeyd-i şakî, âlet-i harb ile Amr’ın evin basıp, zevcesi
Hind [e] fi‘l-ı şenî‘ idüp emvâl ü erzâkmı gasb eylese Zeyd’e
ne lâzım olur.
El-cevâb : Mâl redd olunup, emr-i veliyyü’l-emr ile kati olunur.
72. Mes’ele : Zeyd’in mutasarrıf olduğu arzın üzerinde nâbit olan
fidanlara Anır, Zeyd’in izni yok iken aşlama aşlasa kangisinin
olur?
El-cevâb : Ajnr’m olur, Zeyd’e aşladığı zamandaki kıymeti verir,
kal'i muzırr olmaz ise Zeyd kal1 etdirür, olursa kıymeti ile tem­
lik eder.
73. Mes’ ele : Seferde olan Zeyd üç sene serhadde hidmet üzre olup,
ulûfesin almadan vefât eylese, güzeşte ulûfesi sâkıt olur mı,
yoksa veresesine intikâl eder mi ?
El-cevâb : Eder, emr-i veliyyü’l-emr ile.
74. Mes’ ele : Zeyd’in mu’takı Amr cünd-i sultâniyye mülhak oldukdan sonra vefât edüp, Zeyd’den gayrı vârisi olmasa, cümle tere­
kesin Zeyd kabza kadir olur mı ?
El-cevâb : Kendi malı var ise olur. Tezvir ile bi-gayri hakk mâl-i
beytülmâl olanlardan ise olmaz.
75. Mes’ele : Zeyd mutlakan mu'âmele-i şer’iyye harâmdır dedikde,
Ajmr harâm olan mu'âmele-i şerdyye değildir, şer’î olan harâm
olmaz dedikde, Zeyd harâmdır dese, Zeyd’e ne lâzım olur?
E-cevâb : Mes’elede hilâf vardır, ne hürmetine iemâ1 vardır, ne
hilline. Nihâyet helâl olur deyen e’imme kavli ile amel olunur.
İkisinin sözi dahi bilmemeğe mebnîdir.
244
M E H M E T ÎPŞİRLıî
76. Mes’ele : Beytülmâl-i Müslimîne istihdam olunan Zeyd ve Anır,
Beytülmâlden beş yük akçeyi eki ü bel‘ edüp, ziyâde masraf gös­
terdiklerinden sonra, beynlerinde taksimde nizâ‘ etmekle yine
izhâr eyleseler, mezbûrlara ne lâzım olur? Bu makule biyânet
eden kimesneler, beytülmâlde istihdâm olunmak lâyık olur mı?
El-cevâb : Ahz u teftiş olunup, eki ü bel‘ etdikleri bî-kusûr abz
olunup, beytülmâlden hidmetleri mukabelesinde vazife ve tîmâr
zabt etmişler ise ol dahi alınıp, zamân-ı medîd habs olunurlar.
Ol maküle hâ’ine ve zâlime beytülmâl ısmarlamak vebâldir ve
mefâsid-i azîmeye sebebdir.
77. Mes’ele : Zeyd-i zimmî ba'zı arabî kitâblar iştirâ idüp, bazret-i
Risâlet-penâh aleybisselâmm ism-i şerifleri olan mevâzı'a kağıt
yapışdırup tahfif eylese, yedinde buhmcak Zeyd’e ne lâzım olur?
El-cevâb : Müslimîn’e bey' ettirilmez, ta'zîr dahi olunur, dalâl-i
kadîmleridür.
78. Mes’ ele : Bir zâviyede mesnevi nakl olundukdan sonra def' ve
ney ve nakkare çalmup, mevlevî nâmına olan dervişler raks ve
semâ ederlerken bile hâzır olup, istimâ' edenlere ne lâzım olur ?
El-cevâb : îstiğfâr gerekdir, hevâ-yı nefs ile istimâ' eden fâsık
olur, iemâ'an.
79. M es’d e : Bir kasaba ahâlisinden Medîne-i münevvere evkafı re‘âyasmdan olanlar cümle tekalîfden mu'âf olmak içün emr-i şerif
vârid oldukda sâ’irleri, mezbûrlara «Siz bizimle çekmezsiz, ahyâ
ve mevtânızı, ahyâ ve mevtâmıza halt etmeziz deseler, böyle de­
yenlere ne lâzım olur?
El-cevâb: Nevâ’ib ( ^J\y ) beraber çekilür. Birez kavm himâre
olup, sâ’iri tâkatlarmdan ziyâde teklif olunmak zulm-i azîm olur.
Ana binâ’en dedilerse ma'zûrlardır.
80. Mes’ ele : Tâlib-i ilm olan Zeyd, ilmi terk edüp, bir şeyhden bey'at
eyleyüp, ibâdete temahhus etmek mi evlâdır, yoksa ulûm-ı nâfi'a
telebinde olmak mı evlâdır?
E l-cevâ b: Tahsîl-i ilm farizadır, İbâdet ile cem' olur, târih lâ­
zım değil.
81. Mes’e le : Zeyd-i zimmî fevt oldukda. tasarrufunda olan yerleri
oğh Amr-ı müslime intikâl eder mi?
El-cevâb : Eylemez.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
245
82. Mes’ele : Bir karanın tarîk-ı ânımı eyyâm-ı şitâda harâb olup,
ubûr müte'assir olmağın civârında Zeyd’in bağından ubûr eden­
leri Zeyd men'e kadir olur mı ?
JSUcevâb : yeri mîrî ise, yahud ol kal'a ve etrâfı kahr ile feth olmış ise emr-i veliyyü’l-emr tarîk kıbnur.
83. Mes’ ele : Selâtîn-ı mâzıyeden biri bir vilâyeti anveten feth etdikde, ahâlî-i vilâyetin tasarruflarında olan yerlerin ve bağlarm
her dönümüne bedel öşr, sipâh’sine dörder akçe ta'yîn edüp, el­
lerinde ibkâ eyleşe, bu âna gelince, vech-i muharrer üzere ahâlî-i
merkûme mutasarrıflar iken, sipahisi kana'at etmeyip öşr al­
mağa kadir olur mı?
El-cevâb : Olmaz.
84. Mes’ ele : Muharrir-i vilâyet Zeyd’in tasarrufunda olan yerlerin
öşrünü kaldırup, mukâta'aya bağlasa, ba'dehû Zeyd vefât edüp,
yerleri âhar tasarruf ederken, sâhib-i arz zikr olunan yerlerden
mukâta'a almayup öşr alurm demeğe kadir olur mı ?
El-cevâb : Olmaz, emri olmayıeak.
85. Mes’ele : Arz-ı mîrî, inde’ş-şer‘ arz-ı öşriyye midir, yoksa arz-ı
harâciyye midir ?
El-cevâb : Hiç biri değildir, öşrî ve harâcî sahihlerinin mülk-i
şer'îleridir, İnde’ş-şer‘ arz-ı havz (
) ve arz-ı memleketden
mâl-i beytülmâldir, mülk-i mutasarrıf değildir.
86. Mes’ele : Zeyd-i müteveffânm tasarruf etdiği yeri hâricden Amr,
sıhhatinde bana tefzîz etmiş idi diyü verese yüzine ( c j , )
beyyine ikamet eylese, beyyinesi makbule olur mı?
El-cevâb : Temessük olıcak olur, emr-i sultânî üzre.
87. Mes’ ele : Zeyd-i sipâhî, re'âyâdan hubûb harman yerine gelüp
dökülmeden on
birin alurum diyü mûtâda muhalif ta'şîre
kadir olur mı?
El-cevâb : Olmaz.
88. Mes’ ele : Zeyd-i müteveffâdan evlâd-ı zukûr sigarına intikâl eden
yerleri, anaları Hind, Amr’a bir akçeye, ma‘rifet-i sipâhî dahi
yok iken virse, ba'dehû evlâd bâliğ olduklarında yerleri Amr m
yedinden almağa kadir olurlar mı ?
E-cevâb : Emr-i âlî ile olurlar.
246
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
89. M es’ ele : Bir karye halkı bir dağın odununu yüz elli yıldan beri
kat' ide-gelmişler iken, hâlâ karye-i uhrâ ahâlîsi zikr olunan
dağı muharrir-i vilâyet bize çiftlik kayd eylemişdir, mezbûrları
odun kat' etmekden men'e kadir olurlar mı?
El-cevâb : Olmazlar, mîrî olup, tağyire emr-i sultanî yok ise.
90. Mes’ ele : Zeyd’in arz-ı mîrî üzerine binâ olunan değirmenini
bi’l-külliye harâb olup, eser-i binâ kalmasa, sâhib-i arz değirmen
yerini âhara icara kadir olur mı ?
El-cevâb : Olur.
91. Mes’ ele : Zeyd mukata'alı mülk bağçesini Amr’a bey' etdikde,
sâhib-i arz, semeninden öşr almağa kadir olur mı ?
El-cevâb : Vakf ise eçr-i misli içün terâzî gerekdir.
92. Mes’ele : Arâzî-i mîrîye üzerini mağrûs olan bağlar harâb olup,
yerleri on beş sene mikdârı mu'attal kalup, sâhib-i arz tapu ile
âhara virüp, zirâ'at itdürmek istedükde, bağların eshâbı biz
âhara tasarruf etdürmeyüz dimeğe kadir olurlar mı?
El-cevâb : Mukata'alı olup, sene ber-sene edâ ederlerse olurlar,
değil ise olmazlar.
Fetvalarda geçen terimler
Ahidnâme, 35
Akçe, 38, 61
Anveten feth, 4, 83
Arz-ı harâciye, mîrî, öşriyye, 85
Berat, berat-ı pâdişâhî, 31, 59
Beytülmâl, 32, 38, 41, 74, 76, 85
Câbî, 55
Câmi, mescid, 18, 30, 48
Celâlî, 5, 6
Cizye, 20, 28, 51
Dârü’l-harb, 20, 24
Dârü’l-islâm, 26
Defter-i hâkanî, 40, 41
Eer-i misi, 57, 67, 91
Ehl-i cennet, 1
Ehl-i fesâd, sâ‘î-i fesâd, 6, 8,
14, 33, 70
Ehl-i örf, 23
El-kesilme, 14, 15, 16
Emr, emr-i âlî, emr-i sultânî,
emr-i şerîf, 10, 60, 79, 84,
86, 88, 89
Emr-i veliyyü’l-emr, 6, 7, 8, 11,
13, 14, 70, 71, 73, 82
Ferriıân, 32, 54
Fetvâ, 12
Fısk u fueûr, 11
Fi‘l-i şenî, 71
Filori, 7, 61
Hapis (habs), 14, 17, 35, 70, 76
Halife, pâdişâh-i İslâm, 32, 35,
38, 44
Haraç, 2, 24
Harbî, 8, 24, 26
Hatt-ı hümâyûn, 36
Hırsızlık, serika, 13, 14, 15, 16,
17
Hükm-i hümâyûn, 44
İhraç yasağı (zahire), 8
İhtidâ, İslâma gelme, 21, 22, 25,
69
İkrâh, 69
İmzâ, mumzî, 62
İzn-i sultânî, 44
Kadı, hâkim, hâkimü’ş-şer‘, 6,
12, 18, 19, 39, 45, 48
Kıdem, (kadîm), 56
Kilise, 18, 29, 30, 50
Mevkufât emini, 27
Mîrî, 27, 63, 64, 82, 85, 89
Muafnâme, 2
Mu'âmele, mu‘âmele-i şer'iyye,
îstirbâh, 10, 45, 75
Muharrir-i vilâyet, 84, 89
Muhtekir, 8
Mukata'a, 84, 91, 92
Mütevelli, 42, 44, 45, 46, 52, 53,
57, 58, 68
Nehy-i sultânî, 7
Öşür, a'şâr, ta'şîr, 2, 3, 4, 5, 51,
83, 84, 87, 91
Râhib, ruhbân, 28, 50
Raks ve semâ, 78
Re'âyâ, 11, 87
Resm-i şift, 51
M E H M E T İP Ş İR L Î
248
Sefer-i hümâyûn, 27
Selâtîn-ı maziye, 4, 35, 83
Sipâhî, sâhib-i arz, 2, 3, 41, 63,
64, 83, 84, 87, 88, 90, 91, 92
Siyâset, kati, 13, 71
Ta'zîr ta‘zîr-i şedîd, 6, 7, 8, 9,
10, 35, 70, 77
Tekâlif, tekâlîf-i örfiyye, 2, 79
Temlik, 64
Tezkire, 62
Timâr, ze'âmet, 5, 27, 31, 32,
36, 37, 51
Ek II
Ulufe, 73
Vakfiye, vakıfnâme, 40, 41,
46, 47, 54, 55
Vakıf, evkaf, 25, 39, 40, 41,
44, 45, 46, 49, 50, 52,
54, 57, 58, 59
Yahudi, 19
Zâviye, 40, 44
Zimmî, ehl-i zimmet, 20, 21,
23, 25, 30, 34, 50, 69,
81
45,
42,
53,
22,
77,
Şâir Cinânî’nin SunfuTlah Efendi hakkında söylediği Kaside*
(Kâside der-medh-i Sun'ullah Efendi Kadıasker-i Rumeli,
el-ma‘mûre)
Bir subh-dem ki mihr-i ziyâ-bahş u tâbdâr
Bu sadr-ı nüh kıbâba çıkup eyledi karâr
Bereis olunca şevket ile kadı-i kudât
Oldı felekde ana Utarid devâtdâr
Açdı debîr-i çerh-i seher rûznâmesin
Telhis olundı yine kazâyâ-yı rüzgâr
Dîvân-ı hâdisât-ı felek oldı müzdehim
Gûyâ der-i cenâb-ı Hüdâvend-i kâmkâr
Revnak-fezâ-yı sadr-ı ahâlî-i mülk-i Rûm
Devlet-disâr u nik-tebâr u kerem-şi'âr
Sun‘-ı ilâh hazret-i sadr-ı yegâne kim
Mishn felek getürmeye devr itse sadr hezâr
*
Cihan O kuyucu, ayn ı eser, K asideler kısm ı.
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
Revnak-füzûde luftıyla gülşen-i kerem
Zînet-girifte nâmı ile çehre-i vekâr
Sîr-âb âb-ı adli ile ravza-i kulûb
Pür-tâb tâb-ı hükmi ile mülket-i diyar
Rûşer-zamîr-i enverine hâl-i kâinât
Vabeste ittifâkma ahvâl-i rüzgâr
Her dil garîk-i lucce-i deryâ-yı himmeti
Herkes hemîşe behre-i lutfiyle behredâr
Bârân-ı ebr-i âtifeti feyz-bahş olup
Kim katresiyle gülşen olur niçe sûre-zâr
Bahs-ı ulûma açsa dehânın sadef gibi
Dâmânı âlemün pür olur dürr-i şâhvâr
Gassâs-ı fikret ile ne mümkin ihâta kim
Bahr-i muhît-i fazlına yokdur anun kenâr
Her subh dergehine güneş rûy-mâl olur
Gûyâ önünde suhtedür kim okur Menar
Kaddi gibi nihâl-i bülend itdi terbiyet
Rûm eylese acem mi eğer Şâm’a iftihâr
Kadrin şeh-i zamâne bilüp iltifât ider
Her-dem bulur kemâli ile kadr u i‘tibâr
Ol denlüdür adaleti kim dehr-i bî-direng
Görmez adilin itse eğer sa‘y-i bî-şümâr
Âsûde sâyesinde gürûh-ı mülâzimîn
Eyler du‘â-yı hayrını bi’s-sirri ve’l-cihâr
Ahbâbı ile zümre-i a'dâsı müttefik
Medh ü senâsm itmede bî-sabr u ihtiyâr
Zulm eyleyüp zamânım almaz kimesnenün
Dâim zamâne ana mu‘în olsa vechi var
Minnet Hudâya mevhibe-i adi ü dâd ile
Nâm-ı şerifi buldı güneş gibi iştihâr
249
M E H M E T ÎP Ş ÎR L İ
250
İtdi felekde Toz-koparan gibi bir nişân
Kalmadı bende zerre kadar sabra iktidâr
Kadr-i refî’i galib olup geçdi üstüne
aklı yok bir iki nakısü’l-ayâr
M i‘y â r - ı
Şekker yirine semm-i helâhil sunar felek
Lâl olmasun mı tûtı-ı tab‘-ı suhen-güzâr
Demler dürür ki çehre-i maksûdı görmedüm
Mir’ât-ı kalbe seng-i cefâ virdi inkisar
Çokdan yakardı âteş-i mihnet vücûdımı
Lutfun zülâli itmese anı ümîdvâr
Bîdâr idüp anı reşehât-ı mürüvvetim
Demdür uyansa dîde-i baht-ı sitîze-kâr
Eyyâm-ı devletimde fımûn-ı faziletlim
Ol denlüdür ki selb idemez hasm-ı nâ-bekâr
Muhtâc olursa sânumı ben imtihan ile .
Olsun kemâl-i ma'rifetüm halka aşikâr
Hubb-ı vatanla dâ‘iye-i sevk u akrabâ
Olsa aceb değül sebeb-i sevk-i i'tizâr
Herkes vatan muhabbetünün mübtelâsıdur
Gönder beni diyâruma dek ideyüm firâr
İtnâbı ko Cinânî uzatdun hikâyeti
Demdür bu nazma zîver ola hüsn-i ihtisâr
Tâ mesned-i felekde olup kadı-i kudât
Mülk-i cihâne hükm ide Bercis-i kâmkâr
Tâ âlem içre eyleye erbâb-ı akd ü hâl
Tedbîr-i dîn ü devleti fi’l-leyli ve’n-nehâr
Nev-bâve-i hadîka-i ömrünle haşre dek
Sadrunda dâ’im eyleye bâkî vü pâyidâr
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D İ
w'
-
t^
V J•' '
251
Y ^ V 'V?
d ÿ / f i ¿ j f i ¿ [i> jjjh & > íü ) í .>■>¡r^: ¿ j í ¿vi.r'uı . ' L L İ .ı i r r .
' f i :>d
O o( ‘
Jj "
//y 7 / r f '
^
1 i-i :
y ^ / ¿ j t [ & ¿ * J i jh !d
/ * - - • ' -
'
'
f i ü f á h o s jf
' ''
í } ¿ f i J ’¿Jí£
y
i
J f is J * ó ^ p l s ú t y / j &
■ ;1 ¿ > A“ f i j i d t f A
$
‘ .
•■■■■•
/v y
>
v ^ ¿ ^ 0 ¿ f ¿fy W
*■'’ "
0% V .\
'
fo r.
/ - / / ü
/',
^
■ /* . . . -i*
u
V¡!|/
/M j/!
%
'i r
Sun’ullah E fen di’nin m . M ehm ed’e arzı
1.
» M *
'Á
' h't onid
^ r^
■ < (U ¿ys
j > J'
M E H M E T ÎP Ş İR L İ
252
f.
x- ^
!> . # J ¡ O j j ^ k fa / ifty / s / " J ^ C i ^ L y
'*
ü jfi
(a
^ ¡?I}^(jfü ^ j*ejl) ¡0 ^
&K
İ>)SÜfJ
(¿^Û'jl^Jii/JıJ^ifİj)1‘f'.-^y
Pyj^JıJ 0" ^ ^
j?l(J-djjWj>\\julü*'
>& P
%)bf i ^d^Jj¡w jLj,
J ^ p P
p p t k
Mj}jl3İ/*(f y jj!j
y P
P^ ' s*
^ 'İS İ? ;J 3P ?
^
"İ£ flttf *
V
typ (r'sıLs'r 'jsJ
Sun’uUah E fen d i’nin E fla k V oy vod ası M ihal hak km dak ı arzı
L -‘- V -
■y'"^~'J'& -& • < -!■ ■
o^jcİLj^,U»î ji-_!
'
.
***** S '* ?
.
.
-^jr</&*?£}
-
-
'yfrcs&
>
**JJh>5târg» jiZ ? * » >'âAAî'M>*
r€
Sun’ullah E fen di’nin bir m ektubu
Ş E Y H Ü L İS L Â M SU N ’U L L A H E F E N D I
%
V
/■'
*^S
/t* " *
J e f l » ' ¿ > vh 3
_
,^
* -í
3
^
•
j
M
, »■-, ¿ ,
ifrsijbí ^
¿ y i £ * i ----------------- — -----------~ v
■jÜJ¡
&
t/
Fetvalarm dan örnekler
253
254
M E H M E T ÎP Ş ÎR L Î
'>V.y
, 'r S K
v ^ ,w u
^ y - j j r u U ¿ r J jh ij& k s :
m
.# )
ü
-
j
1
t e
■ fi!
iX ^
t y ( g l^ A
S
&
,
—
J
j C
;
/ J
! ■
: - • - - 6j?
j j 1
t e
Fetvalarından örnekler
255
Ş E Y H Ü L İS L Â M S U N 'U L L A H E F E N D İ
;
'-
I
U-<>â V)Wü U^
‘ - ■* '•;
.
i
•*>#|
f:i
W Â >'
^
toÎ
'¿öU * IVj *Xj>-»>
■J’irrJ^J'-rt-'t
v
^ *■■—^ i;
*— ^ o ^ - v I ^ a L-* i i:
% ^ # o t o ^ âLî Lt *^ k ı > _ - *
^•JİJüj—I
:T- ~, '~ _. ---------- ;------ 1\\\
i <
£
£
)
*
*
*--Alu+fS dürŞ¿ikîAiU^jy^i
CVİyf _>j
i|
|
||
K^yf ^
—"İl;'
ı l j - j j jÎi' ¿AVJ
I
S!
vÛİ!lUyAk>
'c«»;v
Fetvalarm dan örnekler
256
M E H M E T tP Ş ÎR L Î
Fetvalarından örnekler
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA SİKKE TECDİDLERİ
Nezihi A ykut
Osmanlı para tarihinde, n . Süleyman (1099-1102 = 1687-1691) ’m
«Hollanda Zolotası»nı örnek alarak 1101 (1690)’de ilk Türk vuruş­
larını darbettirmesine1 kadar sistem bakımından geçerli iki devre
vardır.
1 — n . Mehmed (Fâtih)’in 882 (1477-78)’de ilk Türk altınla­
rım kestirmesine2 kadar olan gümüş mono-metalist ( = tek mikyaslı)
devre,
1 H alil Sahillioğlu, B ir A sırlık Osm anlı P a ra Tarihi (161t0-T11^0), B asıl­
m am ış D oçen tlik Tezi, İstanbul 1965, [,H ,], s. 91-92. D arb için örn e k seçilen
Hollanda Zolotası, halitasında % 40 bakır, % 60 güm üş bulunan b ir güm üşbakır alaşım ı idi ve a ğ ırlığ ı da 6,25 dirhem olup T ü rk g u ru şla n da ayn ı ayar
ve vezinde kesiliyorlardı.
2 K anünnâm e-i Sıiltânî B e r M û ceb -i 'Ö rf-i ‘ Osm ânî (nşr. R ob ert A n h egger-H alü İnalcık, A n k a ra 1956, s. 3 ) ’ de n aşirleri tarafm dan ilk T ü rk altı­
nının kH . 883 (M . 1478-79)’ de darbedildiği büdirüm esine; H alil SahUlioğlu
( K uruluştan X V II. A srın Sonlarına K ad ar Osm anlı P a ra Tarihi Ü zerinde B ir
D en em e, B asılm am ış D ok tora Tezi, İstanbul 1958 [,I,], s. 1 0 8)’nun B ursa kadı
sicillerinde ü k O sm anlı altını üe ilgü i en eski kayıdın 4 R eceb 884 (21 E ylül
1479) tarihini taşıdığı, k atalogla rda bulunan en esk i Osm anlı altınının 883
tarihli olduğu kaydolunm asm a rağm en, ilk O sm anlı altını 882 tarihinde darbedilm iştir. bk. İbrahim A rtu k, «F atih M ehm et N am ına K esilm iş B ir Sikke»,
İstanbul A r k e o lo ji M ü zeleri Y ıllığı nr. 7, İstanbul 1956, s. 38-40; R em zi K ocaer,
Osmanlı A ltın ları (G-old Coins o f the O ttom an E m p ire), İstanbul 1967, s. 57;
N u ri Pere, OsmanlIlarda M adenî Paralar (Coins o f the O ttom an E m p ire),
İstanbul 1968, s. 90; İbrahim A rtu k -C ev riy e Artuk, İstanbul A r k e o lo ji M üze­
leri T eşh ird eki İslâm î S ik k eler K atalogu , İstanbul 1974, H , 471.
258
N E Z İH İ A Y K U T
2 — Fâtih’in «Sultanî» diye adlandırılan Osmanlı altınlarını3
darbettirmesinden itibaren altm-gümüş bi-metalist ( = çift mikyaslı)
devre4.
Osmanlı para sisteminin ilk devresinde gümüş para birimi,
«akça»5 denilen ve saf gümüşten darbedilen sikkedir6. Orhan Gazi’nin
tek âkçalıkiarmdan başka kestirdiği «ikilik»7ve «beşlik»8 akçaları ile9
Fâtih’in 875 (1470-71) ’de İstanbul ve Novaberda (Novobrdo)10 darb3 Kanunnâm e-i Sultanî, göst. yer.
4 H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, 8-11; A h m et Tabakoğlu, «O sm anlı E k on om i­
sinde Bir Finansm an K a y n a ğı O larak Paradan Y ararlan m a (1680-1750)», İs­
tanbul İktisadî ve T icarî İlim ler A kadem isi T icarî B ilim ler F a k ü ltesi D ergisi,
İstanbul 1981, 1/1 , 49.
5 A k ça , T ü rkçe bir kelim e olup «B ey az sik ke» m ânâsındadır (Cevdet
P aşa Târîh-i C evdet, İstanbul 1309, V I, 20; Ism aü Galib, T akvîm -i M esk û k â t-ı
O sm aniye, İstanbul 1307, s. 5; H aşan Ferid, N dkid v e İtibâr-ı M âlî, İstanbul
1330, I, 163). F u ad K öprülü («B izan s M üesseselerinin O sm anlı M üesseselerine
T e’siri H akkında bâzı m ülâhazalar», T ü rk H u ku k v e İk tisa t Tarihi M ecm uası,
İstanbul 1931, I, 182), G aznelilerde H azinedara « A ğ ıc ı» adı verildiğini; Z eki
Velidi T og an ( Um um î T ürk Tarihi’n e Giriş, İstanbul 1981, s. 127, 210-1),
«A g ı»n ın güm üş dem ek olup, «A g a çı»n m M aliyeci m ânâsında kullanüan Tü rkçe
bir kelim e olduğunu, «a k ça » kelim esinin de «gü m ü ş para» m ânâsını taşıdığını
büdiriyorlar. N itekim T ü rkiye Selçuklularının güm üş sik keleri « A k ç a -i R û m »
olarak a dİ an dirildiği g ib i (R eşideddin Fazlullah, Târîh-i M ü b â rek-i Gâsânî, nşr.
K ari Jahn, London 1940, s. 2 8 2 ); Osmanlı güm üşlerine de « A k ç a -i Osm ânî»
veya sâdece «O sm ânî» adı verilm ektedir (H oca Sadeddin E fendi, Tâcü’ ttevârîh, İstanbul 1279, I, 40; İsm ail Galib ve H aşan Ferid, göst. y erle r; A li B ey
«O sm anlı İm paratorluğunun İlk Sikkesi V e İlk A k ça la rı», Târîh-i O sm ânî E n ­
cüm eni M ecm uası, [T O E M ], 8. sene, nr. 48, s. 360; Ahaned R efik , «O sm anlı
İm paratorluğunda M eskûkât», T ürk Tarih E n cü m en i M ecm u ası [T T E M ], 14.
sene, nr. 6 (8 3 ), s. 358.
6 HalU Sahülioğlu, a.g.t., I, 8-16), akçanın s a f olarak darbedilm esi için
kanunâm elerde ve darbhaneler ile ü gili taşra kadıların a yazılan ferm anlarda
hüküm ler bulunduğunu bildiriyor. Süleym an Sûdî ( U sûl-i M esk û k â t-ı Osm ân iyye v e E cn eb iy y e, İstanbul 1311, s. 28), H. B ayezid’ den evvel darbedilen akçalarm % 90 a y a rm d a olduğunu ifade ediyor.
7 bk. İsm ail Galib, a.g.k., s. 3.
8 bk. H alü Edhem , M esk û k â t-ı O sm âniye, İstanbul 1334, s. 2.
9 H aşan F erid (a.g.e., I, 166), Orhan G azi’nin «on ak çalık »ların ın da bu­
lunduğunu büdirm esine rağm en şim diye kadar h içbir yerde görülm em iştir.
10 P aralar üzerinde «N o v a r» şeklinde görülen N ovobrdo, Y u g osla vy a ’da
K osov a ’nm kuzeyinde y er alan bir şehir olup, OsmanlIlar devrinde güm üş m a­
denleri Ue meşhurdu (K anunnâm e-i Sultânî, s. 5 ).
S ÎK K E T E CD İD L E R İ
259
hanelerinde bastırttığı «Muhammed Hâni»11 denilen «onluk» akçaları
bir tarafa bırakdırsa, ilk Osmanlı altınının kestirilmesine kadar, Osmanblar para olarak akçayı kullanmışlardır. Hemekadar akçalann
yanında ona destek olarak bastırılmış karakteristik vergi paraları
olan «mankur»lar12 da bulunmakla beraber, Osmanlı devletinde 882
(1477-78)’ye kadar olan devre «akçalar devresi» olarak adlandırıl­
maktadır13.
I. Selim (918-926 = 1512-1520)’e kadar hüküm süren Osmanlı
padişahlarının akçaları tetkik edildiğinde görülür ki bunların bazı­
larının üzerlerinde - I. Murad’m sikkelerinde olduğu gibi - hiçbir
tarih kaydı yoktur. Buna karşılık diğer padişahların akçalarmda
- Yıldırım Bayezid ve n . Bayezid’in akçalarmdaki gibi - bir, veya
- 1. Mehmed, II. Murad ve II. Mehmed’in akçaları gibi - muhtelif ve
birden fazla tarihlere rastlanmaktadır. Yıldırım Bayezid’in akçalarında bulunan tek tarih olan 792 (1390) onun padişah olduğu tarih
değil, sikkenin kestirildiği tarihtir11. Bundan sonra gelen bütün Os­
manlI hükümdarlarının akçalarmdaki ilk tarih, mutlaka o padişahın
cülus, yani tahta geçme tarihidir. Akçalar üzerindeki cülus tarihinden
gayri olan ve «darb tarihleri» olarak adlandırılan ikinci tarihler15 ise
devlete gelir sağlamak için padişahların yeniden sikke kestirdikleri
11 K anunnâm e-i Sultanî, s. 23, hüküm 15. Bunların H . B ayezid ve I. Se­
lim zam anlarında Bursa kadı sicillerinde ve tereke defterlerinde «Sultanî
F ıddî», «F ıddıyyen Sultâniyyen» veya «G üm üş Sultaniyeler» adlarıyla g eçtiği
hakkında bk. H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, 9-10.
12
H alü Sahillioğlu, a.g.t., I, 123.
13
H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, 32.
14 Y ıldırım B ayezid’in hüküm dar olm ası, 14 Şaban 791 (8 A ğ u stos 1389)’de K osov a m uharebesini (bk. Feridun Bey, M ünşeâtü’s-S elâtîn, İstanbul 1274,
I, 114) m üteakib v âk i olm uştur. Bununla beraber I. B ayezid’in sikkelerinde 792
(1390) senesi görülm ektedir. Bu durum K osov a m uharebesinden son ra yeni
padişahın R u m eli işleriyle m eşgu l olm ası, bu arada K ra tov a m adenlerini ve
etrafını zaptettirip, Sırp m em leketlerinin b ü y ü k kısm ını tasarru fu n a aldırdık­
tan son ra 792’de E dirne’ye gelebilm iş olm ası (Â ş ık Paşa-zâde, T evârih-i A l-i
Osmân, nşr. Â lî Bey, İstanbul 1332, s. 64; Neşrî, Cihan-nümâ, n ş r .-F a ik R eşit
U nat-M ehm ed A . K öym en, A n k a ra 1949, I, 311; L ü tfi Paşa, T ev â n h -i A l-i
Osmân, nşr. Â lî Bey, İstanbul 1341, s. 44), an cak bundan son ra sikke bastırabüm iş olm asiyle izah edüebüir. Bu bakım dan 792 senesi, I. B ayezid’in cülu­
sunu değil, akçan m kestirü diği tarihi gösterm ektedir.
15 H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, göst. yer.
260
N E Z İH İ A Y K U T
tarihleri gösterirler. Osmanlı hükümdarları, her yeni akça kestirdik­
lerinde «gümüş yasakları» çıkararak eski akçalann kullanılmasını
şiddetle men etmişlerdir. Nitekim fermanlarda Osmanlı padişahları­
nın «gümüş yasakçıları» göndererek eski akçaların kullanılmasını
yasakladıklarına, aksi hareket edenler olursa ellerindeki gümüşlerin
eritilmek üzere ahmp darbhaneye götürülerek her dirhemine ikişer
akça verildiğine, bunun kanun ve kaide olduğuna dair kayıtlar var­
dır16. Osmanlı kronikleri, eski akça yasaklarının ilk defa I. Bayezid
zamanında tatbik edildiğinde müttefiktirler17, işte kaynakların ifade­
sinden de anlaşıldığı gibi, bu hükümdar devrinde başlatılan eski
akçalann yasaklanarak yenilerinin tedavüle çıkarılmasına Osmanlı
para tarihinde «Sikke tecdidleri» adı verilmektedir.
Akçaların ağırlıklarında meydana gelen değişmeler,
karat v e gram emsinden karşılıkları
I. Murad’ın cülusu münasebetiyle çıkarmış olduğu bir yüzünde
«Kelime-i tevhîd» ve dört Islâm halifesinin adlan; diğer yüzünde
kendi ve babasının isimleri ile «Halleda’llâhu mülkehu = Allah
mülkünü devamlı kılsın» ibaresinin bulunduğu akçalan 6 karat ( = 1,
203 g r )’dır18. Anlaşıldığına göre I. Murad bu ilk darbettirdiği akça16 H alil İnalcık, «B u rsa Şer’iye Sicillerinde Fatilı Sultan" M ehm ed’in
Ferm an ları», B elleten , A n k ara 1947, X I/4 4 , 597. B u hususda bir de bk. K a nunnâm e-i Sultanî, s. 4-5, hük. 2; s. 8-9, hük. 5; s. 13-14, hıik. 9. Y ine pazarda
eski akçalarla alış veriş ederken .gümüş arayıcıla rı tarafın dan yakalanarak
güm üşleri ellerinden alm an kim selere karşılıklarının ödendiğine dair bk. H alil
İnalcık, «O sm anlı İdare Sosyal V e E kon om ik T arihiyle İlg ili B elgeler Bursa
K adı Sicillerinden Seçm eler», T ü rk Tarih B elg eleri D ergisi, A n k a ra 1981, X /1 4,
28 Şevval 890 (7 K asım 1485) tarihli 174 nr. lı hük., s. 58. B öy le ce şahıslar elin­
deki ve piyasadak i kü lçe güm üşlerden pa ra k estirilm ek su retiyle devlete ek
g elir sağlanıyordu.
17 A ş ık P aşa-zâde ( a .g .e., s. 189), esk i a k ça yasaklarının K aram anlı
R üstem tarafın dan başlatü dığm ı bildirirken; A n on im T evârîh -i  l-i Osmân
(nşr. F riedrich Giese, Breslau 1922, s. 31), .bu hususda Çandarlı A li P aşa’nm ;
O ruç b.  dil (T ev â rîh -i  l-i Osm ân, nşr. F ran z B abinger, H an over 1925, s. 29),
Çandarlı HalU P aşa'nın adlarını veriyorlar.
18 K arat keçiboynuzu çekirdeğidir. B u ğday tanesine dayanan ö r f î (O s­
manlIlarda R û m î diye adlandırılıyor) sistem de 4 bu ğday tanesi 1 karat ol­
duğu halde (E l-M akrızî, E l-N u kud el-K adim e v e ’ l-islâ m iyye, ter., İbrahim
H a k k ı K onyalı, E s k i v e İslâm î P aralar, İstanbul 1946, s. 34; A y n . ter., İbra-
S İK K E T E C D İD L E R İ
261
ların, babası Orhan Gazi’nin son defa kestirdiği - ki yalnız kendi is­
minin bulunduğu, babası Osman Gazi’nin adının konulmadığı sikke­
lerdir - akçalarm19 ağırlığında olmasına dikkat etmiştir20.1. Murad’m
him A rtu k, Belleten, A n k a ra 1953, X V II/6 7 , 379-80; Süleym an Sûdî, a.g.e.,
s. 19; H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, 2 ), arpa tanesine dayanan Şer’î sistem de
3 arpa tanesi 1 karat ola ra k kabul edilm iştir (E .V . Zam baur, «K ıra t» mad.,
İ A , VI, 735 a ). Osm anlı im paratorluğunda n . M ustafa (1106-1115=1695-1703)
devrinde kabul edilm iş olan R û m î sistem de (bk. Sahillioğlu, a.g.t., I, 3) 16
k a r a t = l dirhem =3,207 g r etm ektedir (bk. İsm ail Galib, a.g.k., s. 143). M üel­
lif, «D irhem ve K ıratm gra m ve küsûratına tahviline m ahsus cetv el» başlığı
altm da R û m î dirhem in k atları ve küsurlarm ı g ra m emsinden bir tablo halinde
verm ektedir. Buradan 1 karatm 0,200.437 gr, 4 habbe (bu ğ d ay tanesi) 1 karat
olduğuna göre 1 habbenin de 0,050.109 g r ağırlığın da oldu ğu orta y a çıkm ak­
tadır. B una g öre 6 karat 0,200.437 X 6 = 1,202.622 = 1,203 gr. eder. Sahillioğlu
(a.g.t., I, 36), I. M urad’m ilk tecdidinden akçalarm m 5 3 /4 k arat (= 1 ,1 5 2 gr.
1 karatm a ğ ırlığ ı R u m î sistem de 0,200.437 g r olduğuna g öre 5 karat,
0.200.437 X 5 = 1,002.185 = 1,002 g r ; karatm 3 /4 ’ü de 0,150 g r olduğundan
5 3 /4 karat = 1,152 g r olu r) ağırlığın da olduğunu bildiriyor. A li B ey («B irin ci
M urad’m Sikkeleri», TT EM , 14. sene, nr. 4 (8 1 ), s. 245), I. M urad’m ü k a k ça ­
larm m 5 1 /2 ve 5 3 /4 k ara t gelm ekle beraber asü vezninin 6 k a ra t olduğunu
kaydettiği gibi; E krem K olerk ılıç ( Osmanlı İm paratorluğunda Para, A n kara
1958, s. 10) da I. M urad’m bütün akçalarm m 6 k arat olduğunu büdirerek bizim
görüşüm üzü teyid ediyor.
19
Orhan G azi’nin ak çaları esas itibariyle üç gurubda toplan ırlar :
1 — Ilhânlı hüküm darı E bu Said (717-736 = 1317-1335) zam anında A n a ­
dolu’daki İlhanlı valilerinin korkusu altm da basılan akçalar,
2 — İlhanlüarm A nadolu valisi T im urtaş’ın, babası E m ir Çoban’m 1327’de
katlini m üteakip E bu Said’e isyan ederek M ısr’a kaçm asından (Z eki
V elidi Togan, a.g.e., s. 245; B ertold Spuler, İran MoğoTlan, çev. Cemal
K öprülü, A n k a ra 1957, s. 141) sonra Orhan B ey ’in kendi adını k oyd ur­
duğu B u rsa’da basüm ış sikkeler,
3 — K endi isminin bulunduğu fa k a t babasm m a d m m konulm adığı, darb
tarihi ve mahallinin y er alm adığı akçalar olup, ik i ve b e ş akçalıklar
da bu guruba girm ektedir.
20 Orhan G azi’nin ilk akçaları 6 karat vezninde darbedilm işlerdir. Z ira
İlhanlı hüküm darı Gazan M ahm ud H an (694-703 = 1295-1304), 696 (1296-97)’ da
tevhîd-i m eskûkâta k arar vererek, İlhanlı sikkelerinin olduğu k ad a r tâ bi dev­
letlerin de m eskûkâtm ı belirli b ir sistem de birleştirm iş ve bütün sikkelerin
ağırlıklarının 24 k aratlık T ebriz m iskaline g öre ayarlanm asm ı em retm işti (R eşideddin, a.g.e., s. 288-292). O sm anlüar da, d iğ er A nadolu beylik leri g ib i İlhan­
lIlara tâbi olup on lara v erg i verdiklerinden (bk. A bdullah el-M azenderânî, Risâle-i F elekiyye, A y a s o fy a ktb., nr. 2756, 90 b ), bastırdıkları ilk ak çalar zarurî
262
N E Z İH İ A Y K U T
bir yüzünde «Kelime-i tevhîd»; diğer yüzünde kendi ve babasının adı
ile «Halleda’llâhu mülkehu» ibaresinin bulunduğu ikinci akça yşniolarak T ebriz m iskaline u ygun lu k gösterm iştir. N itekim ilk Orhan G azi akçaları, T ebriz m iskalinin y a rı ağırlığın dak i 12 k aratlık 1 direm in (Reşideddin,
a.g.e., s. 284) y a rı ağırlığındadırlar. Başka bir deyişle 4,608 g ra m lık Tebriz
m iskalinin 1 /4 ’üne eşit olup 6 k arat veznindedirler (Sahillioğlu, a.g.t. I, 25.
Bu m iskalin 1 habbesi o,048 gram dır. Çünkü 1 m isk a l 96 habbe olduğundan
1 habbe = 4,608 : 96 = 0,048 g r olur ve buradan 1 k aratın da 0,048 X
4 = 0,192 g r olduğu ortaya ç ık a r ). Z ek i Velidi T ogan (a.g.e., s. 340), 6 k a ­
rat = 1,152 g r olan Orhan G azi akçasm m Gazan H an ’m 1,152 g ra m lık yarım
dankına (1 dank = 4 k arat = 16 bu ğday tanesidir, bk. E l-M a k n zî, a.g.e., İb ­
rahim A rtu k ter., s. 39) eşit olduğunu kaydediyor. T ebriz m iskaline g öre öl­
çülen bu 6 karat, X V H . asırda H . M ustafa devrinde kullanılm aya başlanan
R u m î sistem in 5 3 /4 karatm a eşittir. Çünkü T ebriz m iskalinin k aratı 0,192 gr,
R u m î sistem de karatın a ğ ırlığ ı 0,200 g r olduğuna g öre ik i k ara t arasındaki
fa r k 200-192 = 8 m g r’ dır. 6 karatda bu fa rk 6 X 8 = 48 m g r olu r k i bu da T eb­
riz sistem indeki 0, 048 gra m lık 1 habbenin ağırlığıdır. M u stafa A k d a ğ («O s­
manlI İm paratorluğunun Kuruluş ve İn k işa fı D evrinde T ü rk iye’nin İktisadî
V aziyeti», B elleten , X IH /5 1, 515), akçanın Orhan zam anında 0,37 dirhem olarak
kesüdiğini bildiriyor k i bu takdirde akçanın a ğ ırlığ ı R u m î sistem de dirhemin v ez­
ni 3,207 g r olduğuna göre, 1,186.59 g r olm ası gerekir. M u stafa A k d a ğ ’a bir .tenkid yazısı yazm ış olan H alil İn alcık («O sm anlı İm paratorluğunun K uruluş V e
İn kişafı D evrinde T ü rkiye’nin İktisadî V a ziyeti Ü zerinde B ir T enkid M üna­
sebetiyle», B elleten , X V /6 0 , 677), O rhan'ın son darbettirdiği sikkelerinden
5 3 /4 karatlık akçanın 0,359 dirhem ; 6 karatlık akçanın 0,375 dirhem a ğ ırlı­
ğında olduğunu k a ydediyor k i b öy lece a k ç a a ğ ırlığ ı 5 3 /4 k a ra ta göre
1,151.313 gr, 6 karata g öre 1,202.625 = 1,203 g r oluyor. İsm aü Galib (a.g.k.,
s. 8 ), Orhan G azi’nin son defa darbettirdiği akçalarm dan y a yın ladığı akçanm
5 3 /4 k arat ( = 1 ,1 5 g r ) vezninde bulunduğunu ve bunun da 1,5 dirhem = 24
k arat = 4,618 g r olan 1 m iskalin 1 /4 ’üne eşit olduğunu söy lü yor k i bu takdirde
akçanm a ğ ırlığ ı 1,154.5 = 1,155 g r olm uş oluyor. A n ca k hem en söylem eliyiz
k i OsmanlIlar tarafından sırasıyla kullanılm ış ik i m iskalden Tebrizî m iskal
= 4,608 g r olduğu g ib i; Ö rfî (R u m î) m iskal de 4,811 g r ağırlığm dadır (bk.
H alil Sahillioğlu, a.g.t., I, 4 ). H alü Sahillioğlu (a.g.t., I, 36), O rhan'ın son
k estirdiği akçalarm R u m î sistem e g öre 5 3 /4 k ara t ağırlığın da olduğunu k a y ­
dediyor k i O rhan’m bütün akçalarm m aynı vezinde olduğunu k abul ettiği
anlaşüıyor. Buna m ukabil A li B ey («O sm anlı İm paratorluğunun İlk Sikkesi
V e İlk A k ça la rı», s. 359, 370), OsmanlIların ü k akçası olarak kabul etd iği Or­
han’m 727 (1 3 27 )’de B ursa’d a k estirdiği ak çasm m R u m î sistem de 6 k arat ol­
duğunu belirttiği gibi, son akçalarm m da aynı a ğırlık ta oldu ğun a işaret
ediyor. H aşan F erid (a.g.e., I, 1 6 3 ); E krem K olerk ılıç (a.g.e., s. 10), yine aynı
sistem e g öre Orhan G azi’nin Uk akçasm m 6 karat; Süleym an Sûdî (a.g.e.,
s. 25), Orhan G azi’nin bütün akçalarm m 6 karat vezninde olduğunu büdiriyorlar. N itekim H alü E dhem (a.g.k., s. 4 ) de O rhan’m son darbettirdiği akça-
S İK K E T E C D ÎD L E R İ
263
lemesinde bastırdığı sikkeleri de 6 karatdırlar21. Bu hükümdarın bir
yüzünde kendi ve babasının isimleri ile, diğer yüzünde «Hullide mülkiihu = Mülkü devamlı olsun» ibaresinin yer aldığı üçüncü tecdidin­
deki akçalarına gelince 6 karatdan 1 habbe ağır olup 6 1/4 karat
larından y a yın ladığı bir sikkenin 6 k arat ağırlığında olduğuna işaret ediyor.
B izim kanaatim ize g öre de O rhan'ın son çık ardığı akçalar 6 karatdırlar. K en­
disinin ilk iki gurup ak çaları 5 3 /4 karat olm akla beraber, son darbettirdiği
akçalar 5 3 /4 karatdan a ğ ır olup 6 karat veznindedirler. Orhan G azi’nin bu
guruba giren ak çalan n da n ta rttığ ım ız 21 sikkeden 10 tanesinin 1,20 g r gelm esi,
ay rıca 3 tanesinin de 1, 18 g r olm ası -k i sadece 2 tanesi 1,15 g r olup diğerleri
bundan az aşağı ağırlıktadırlar- hatta 1 tanesinin 1,28 g r (6 1 /4 k arat = 1,253
gram dan b ira z fa z la ) gelm esi veznin 1 habbe artırıldığını g österm ek suretiyle
görüşüm üzü teyid ettiğ i g ib i; X. M urad’ın ilk kestirttiği ak çalar da 1,20 g r
( = 6 k arat) etrafında toplanm aktadırlar (bk. Tablo 1. T abloları çizen U ludağ
Ü niversitesi N ecatibey E ğitim F akü ltesi Ö ğretim G örevlüerinden F u at Ö zer’e
şükranlarım ı sunm ayı bir b orç büiyorum . Bu vesüeyle Y a p ı K redi Bankası
sikke koleksiyonu sorum lusu eşim T u n cay A y k u t’a, İstan bu l A r k e o lo ji M üzesi
sikke kabinesi sorum luları N ekrim an O lcay ve Günay P a k soy ’a, B ursa M üzesi
koleksiyonu sorum lusu B en gi Ç orum ’a ve K ayseri K ültür M üdürü M ehm et
Ç a yırda ğ’a ; ay rıca şahsî kolek siyon larm ı istifadem e açan arkadaşlarım B ora
Etker, Öm er D iler ve Tu ncer Şengün’e de şükranlarım ı a rzediyoru m ). Ö yleyse
I. Murad, babasının son tecdidinde 5 3 /4 karatdan 6 k arata y ü kselttiği vezne
aynen uym uş ve ü k b a stırd ığı ak çaları buna g öre darbettirm iştir.
21 Sahülioğlu (a.g.t., I, 36), I. M urad’m ü k darbettirdiği ak ça la n n d a o l­
duğu gibi, bu ik in ci tecdiddek i akçalarm da 5 3 /4 k arat olduğunu, böylece ba ­
basının kabul ettiğ i akça veznine dokunm adığını bü diriyor. Ism aü Galib ( a .g .k .,
s. 1 1 )'in bu tertibden n eşrettiği bir akçanın ağırlığ ı da 5 3 /4 karatdır. H alü
Edhem (a.g.k., s. 6 ) 'in de yayın ladığı sikkelerin ekserisi de bu vezindedirler.
A li B ey («B irin ci M urad’m Sikkeleri», s. 245) ise ikin ci n evi sikkelerin 6 karat
vezninde olduğunu büdiriyor. B izim tesbitim ize g öre de I. M urad’m bu sikke
yenüm esindeki akçalarm m çoğunluğu 1,20 g r ( = 6 k arat) etrafinda top ­
lanıyor (bk. ayn ı ta b lo ). P e k azı da bunun altm da ve üstünde a ğ ırlığ a sahibtirler. A k ça la rm vezinlerinin kanunî ağırlıktan az v eya ç o k gelm elerini Sa­
hülioğlu (a.g.t., I, 36, 4 7 ), şu üç fa k törle iza h etm ektedir :
1 — D arb hatası. D arb tekniğinin ibtidâüiği sebebiyle a k çalar kanunî v e ­
zinden h a fif v ey a a ğ ır kesüebüm ekteydi. Kanunnâm elerde v e darbhâne
sâhib-i ayarlarına verilen beratlarda yaln ızca 100 dirhem güm üşten kesü ecek a k ça m iktarları büdirüiyordu. B öylece akçalarm birbirlerin­
den ağ ırlık itibariyle fark lü ık gösterebü eceği, neticede akçalarm v e ­
zinlerinde m eydana gelen fazlalıklar ve eksikliklerin birbirlerini telafî
edeceği kabul edüm işti.
2 — A şınm a. Bütün m adenî paralar, tedavülde kaldıkları esnada kuüanüm alarm dan dolayı ağırlık ları nizam î ağırlığın altm a düşm ekteydi.
N E Z İH İ A Y K U T
264
( = 1,253 gr) veznindedirler22. Bu da I. Murad’ın son tecdidinde akçasını takviye ettiğini gösterir. Burada akçanın vezninin attırılmasıyla devlet politikasma ters düşen bir durum ortaya çıkmakta ve
«acaba I. Murad akçasını takviye edecek malî ve ekonomik imkânla­
ra sâhib iniydi? «sorusu akla gelmektedir. Halil Sahillioğlu23, Os­
manlI devletinin I. Murad zamanında bilhassa Rumeli’de genişleme
devresine girdiğini, fetihlerden alman ganimetlerle orantılı olarak
hazine gelirlerinin de mütemadiyen arttığını, senelik haraçlar ile
gümrük resimlerinden muaf olabilmek için verilen haraçların yanın­
da, fethedilen topraklardan elde edilen ürünlerin dış pazarlara ihra­
catı müsaadelerinden alman hare ve resimlerin büyük gelir kaynağı
oluşturduğunu, hattâ bu sayede 780 (1378)’de Hamid oğullarından
80.000 altma Akşehir, Yenişehir, Seydişehir, Yalvaç, Karaağaç ve
İsparta kalelerinin kolaylıkla satın ahnabüdiğini söyleyerek bu du­
rumu pek güzel izah etmekte ve I. Murad’m akçasım takviye edecek
imkânlara sahib olduğunu göstermektedir ki biz de bu fikre katılı­
yoruz.
3 — K ırkm a. Paranın kenarından kesm e, törpülem e suretiyle m aden çalın­
m asıdır k i m aden kıym etlerinde büyük değişm elere sebeb olduğundan
y ık ıcı tesiri vardı.
Bu üç fa k törd en üçüncüsünün tesiri hepsinden fa z la olup akçaların ağırlığı,
nizam î ağırlığın ç o k daha altm a düşm ekteydi.
22 6 k arat = 1,203 gram dır. 1 habbenin ağ ırlığ ı da 0,050 g r olduğundan
6 1 /4 karatm k arşü ığ ı 1,253 g r olm aktadır. A li B ey ( a.g.rtı., göst. y e r ), bu nevi
akçalarm ön cek i ik i tipin vezni olan 6 karatdan daha a ğ ır olduğunu ve ekse­
risinin 6 1 /2 k ara t geldiklerini büdiriyor. Sahillioğlu (a . g . t I, göst. y e r ), I. M u­
rad’m bu tipten en a ğ ır akçasm m 6 1 /2 karat olup, Orhan B ey ’in akçasından
3 habbe ( = 150 m g r ) ağır bulunduğunu, ilk iki tertibde akçalarm veznini m u­
h afaza ettiği halde üçüncüsünde arttırdığını k aydediyor. İn alcık («T ü rk iy e ’nin
İktisadî V aziyeti Ü zerinde B ir Tenkid M ünasebetiyle», göst. y e r), I. M urad’m
bu akçalarm dan 6 1 /2 k arat olanlarının 0,460 dirhem ağırlığın da olup O rhan'ın
0,359 dirhem lik ak çasm a g öre vezninin hayli y ü k sek olduğunu belirtiyor. E sa­
sen H alil Edhem ( a.g.h ., s. 8 -1 3 )'in yayınladığı bu son tertib akçalardan 3 ta ­
nesinin 6 1 /2 ; 4 tanesinin 6 1 /4 k ara t gelm esi de veznin arttırıldığına delil ol­
m aktadır. B izim incelem em ize g ö re de 6 karatdan a ğ ır olan üçüncü tertib ak­
çalar bir h ayli yekûn tu tm akta olup, bunların 6 1 /4 k arat ile 6 1 /2 karat
( = 1,303 g r. 6 k ara t = 1,203 g r olup 2 habbe 0,100 g r geldiğinden 6 1 /2 karat
= 1,303 g r olu r) g elm esi (bk. aynı ta b lo), veznin arttırıldığını k a t’î olarak
gösterm ektedir.
23
SahUlioğlu, a.g.t., I, 37, 48-49.
S İK K E T E C D İD L E R Î
265
Yıldırım Bayezid’in akçalarında tek tarih bulunduğunu belirt­
miş idik. Ancak tipleri arasındaki farklar bize I. Bayezid’in akçalarmı altı defa yenilediğini göstermektedir24. Bu altı gurubdan hangi­
sinin evvel darbedildiğini ve nizamî ağırlıklarının ne olduğunu tayin
etmek kolay değildir. Bu akçaların bütün tipleri üzerinde yapılan bir
inceleme ,az sayıda olmakla beraber 6 karatın üzerinde 6 1/4 karat,
6 1/2 karat, hattâ 6 3 /4 karat ( = 1, 353 gr) ağırlığında25 sikkelerin
bulunduğunu göstermiştir. Bununla beraber çoğunluk 6 karat ağır­
lığındaki sikkelerde toplanmaktadır26. Bu vezni esas olarak kabul
etmek temayülündeyiz, zirâ kaynaklar da Yıldırım Bayezid’in sikkeyi
ıslah ettiğini ve bir nizama koyduğunu bildirmektedirler27. Bu tak­
dirde sikke ıslahından sonra aynı vezni muhafaza etmesi gereken
I. Bayezid akçalarmm en ziyade bu vezinde bulunduklarının anla­
şılması, babası I. Murad’m son tecdidindeki akçalarma nazaran bun­
ların devalüe edildiğini göstermektedir28.
24
I. B ayezid'in akçaları 6 tiptir.
M-tip
■p :
25 6 k arat = 1,203 gram dır.
6 3 /4 k arat = 1,353 g r olur.
3ZL. "t'f
3 habbenin
a ğ ırlığ ı 0,150 g r
olduğundan
26 bk. T ablo 2.
27 H am m er, D ev le t-i O sm aniye Tarihi (M ehm ed A tâ ter.), İstanbul 1329,
I, 276-7; H ayrullah E fendi, D ev le t-i A liy y e -i O sm âniye Tarihi, İstanbul 1273,
V, 84.
28 H aşan F erid ( a . g . e X, 166-7), I. B ayezid’in ak çalan n ın veznen eski­
lerin ağırlığında, yan i 6 k arat olduklarını; A li B ey («Y ıld ırım B ayezid’in Sik­
keleri», TTEM , 14. sene, nr. 5 (8 2 ), s. 277), dört tip olan X. B ayezid akçalarm m
266
N E Z İH İ AYKTJT
Yıldırım Bayezid'in Ankara savaşında Timurleng’e esir düşme­
sinden (19 Zilhicce 804 = 20 Temmuz 1402)29 sonra Timur’un siya­
seti gereği Osmanlı ülkesini I. Bayezid’in şehzadeleri arasında taksim
etmesiyle başlayan ve 11 sene süren devreye, Osmanlı tarihlerinde
«Fetret Devri» veya «Saltanat Fasılası» adı verilmektedir. Bu dev­
rede Yıldırım Bayezid’in oğullarından Süleyman, İsa, Mehmed, Musa
Çelebiler saltanat davasına kalkışmışlar, Mustafa Çelebi ise n . Murad devrinde hükümdarlık iddiasında bulunmuştur. Bu şehzadelerden
İsa’nın sikkelerine tesadüf edilmemiş olup, Süleyman, Mehmed, Musa
ve Mustafa Çelebiler kendi adlarına ayrı ayrı akçalar darbettirmişlerdir.
I.
Bayezid’in şehzadelerinin en büyüğü olan Emir Süleyman’ın,
üzerinde bulunan tarihlere göre, akçalarını üç defa yenilediği anla­
şılmaktadır. İlk iki tecdidindeki sikkeler Osmanlı meskukâtında ük
defa tuğranın kullanıldığı akçalar olma özelliğine sahiptirler. 805
(1402) tarihiyle ilk bastırdığı sikkelerden şimdiye kadar görülen
tek akça30 1,28 gr ağırlığında olup, 6 1/4 karat ( = 1,253 g r )’dan
biraz ağırdır. Kesin veznini söyleyebilmek için yeni bulunacak aynı
tarihli akçalara ihtiyaç vardır. Emir Süleyman'ın ikinci tecdidi 806
(1403) tarihlidir. Bu çeşit akçalar, üzerlerindeki hece ve harflerin
istifi, noktaların sayıları ve muhtelif yerlerde bulunmaları ve değişik
motifleri ile birbirilerinden çok farklı şekillerde olmakla beraber esavezinlerinin ekseriyetle 6 karatdan 1 habbe noksan geldiğin i bildiriyorlar. Sahillioğlu (a . g . t I, 37-38), Y ıldırım B ayezid’in akçasın ı dört defa tecdid etti­
ğini ve her dört sikke tecdidinde de akçalarm m ağırlığın ın 5 3 /4 karat oldu­
ğunu k aydettiği gibi; ilk tecdidinde I. M urad’m son sikke yenilem esinde ta k ­
viye etm iş olduğu akçalarm m veznini düşürdüğünden bir devalüasyona g it­
tiğin i; ikinci, üçüncü ve dördüncü tecdidlerinde akçalarm a ğ ırlığ ı değişm edi­
ğinden bunların sadece sikke tecdidi m ahiyetinde olduklarını, binâenaleyh
Y üdırım B ayezid’in 6 karatdan daha ağır akçaları bulunm adıkça bu düşünce­
sini değiştirm ek için sebeb bulunm adığını büdirm ektedir.
29 Şerefeddin A li Yezdî, Z afernâm e, nşr. M uham m ed A bbasî, Tahran
H. Şem sî 1336, II, 314. îb n A rabşah (A câibü ’ l-m akdûr fî n evâibi Timûr, ter.
N azm î-zâde M urtaza, Târîh-i Timûr, İstanbul 1142, 76 b ) ’da 17 Z ilh icce 804
(18 Tem m uz 1402) tarihi kayıtlıdır.
30 Bu yegâne ak ça Şerefeddin E rel tarafından ilim âlem ine tanıtılm ış
olup («N â d ir B irk aç Sikke», sa yı 2, İstanbul 1967, s. 10), halen Y a p ı K redi
Bankası sikke koleksiyonundadır.
SİKKE T E C D İD L E R Î
267
smda beş gurubdan ibarettir. Ik dört guruba giren akçalann31 7 karat
( = 1,403 g r )3- olanları olduğu gibi33, 5 3/4 karatdan ( = 1,152 gr)
aşağı gelenleri de bulunmaktadır34. Fakat bu dört tipin de ekseriye­
tinin 1,20 gr civarında toplanması35, bu çeşit akçalann 6 karat ağırlı­
ğında olduğunu göstermektedir. İkinci grubun beşinci tip akçaları36
31
T u ğralı olan bu akçaların dört tipi şunlardır :
1 — T u ğray ı m eydana gitiren «E m ir Süleym an b. B ayezid» ibaresinde B âyezid’in B â h ecesi Süleym an kelim esinin sağında y er alm aktadır ve
tu ğranm yukarısında bir ok vardır
2 — T u ğradak i B ayezid yazüışında B â h ecesi aynı şekilde Süleym an'ın
sağında bulunm aktadır, fa k a t tuğranın yukarısında o k yoktur.
3 — T u ğrada B ayezid yazüışında B â h ecesi Süleym an kelim esinin eli­
finden
son ra olup,
tuğranın
yukarısm da
ok
yer
alm aktadır
4 — 3.
deki g ib i B â
h ecesi
Süleym an'ın
elifinden
sonra
gelm ektedir,
fa k a t tu ğranm yukarısm da o k y oktu r (
32 1 k arat = 0,200.437 gr. olduğuna g öre 7 k arat = 0,200.437 X 7 =
1,403.059 = 1,403 g r olur.
33 Sahillioğlu ( a . g . t I, 52), saltanat fasü asm da kardeşlerin herbirinin
birbirlerine üstünlük iddiasiyle esas vezinden ağır akçalar darbetm iş olabüeceklerini bildirm ektedir.
84 B k. T ablo 3. Bu akçalarm darb hatâsı, aşınm a ve k ırk m a g ib i fa k tö r ­
lerden dolayı kanunî vezinden aşağı olarak darbedilebüeceğini daha evvel be­
lirtm iş idik.
35 T arttığım ız 110 sikkeden 30 tanesi 1,20 g r ağırlığın da olup; 17 tanesi
bunun bira z üzerinde 1,21 gr, diğerleri biraz aşağısm da -k i 17 tanesi 1,19; 24
tanesi 1,18; 22 tanesi de 1,17 gra m dır- gelm iştir.
36 T u ğrada k i «E m ir Süleym an b. B a yezid» ibaresinde B â hecesi, Süleym an ’m lam ı Ue elifi arasm da yer alm aktadır (
N E Z İH İ A Y K U T
268
çok az sayıda olup 5 1/2 karat ( = 1,102 g r )37 etrafında toplanmak­
tadırlar. Bunun esas ağırlığının kanaatimizce biraz daha fazla 5
3/4 karat ( = 1,152 gr) olması mümkün görülmektedir. Eğer böyle
ise 806 tarihli akçalarm da beş defa tecdid edildikleri ve ilk dört ye­
nilemede 6 karat olan ağırlığın son tecdidde 1 habbe ( = buğday
tanesi) azaltıldığı ve 5 3 /4 karata indirildiği neticesi çıkmaktadır.
Emir Süleyman’ın son tecdidinde 813 (1410) tarihiyle Edirne’de kes­
tirdiği tuğrasız akçaları da 5 3/4 karatdırlar38.
Mehmed Çelebi’nin birçok defa akçalannı tecdid ettiği anlaşıl­
maktadır. 806 (1403) tarihiyle Bursa’da Timur namına kestirilmiş
ilk akçaları iki defa yenilenmişlerdir39. Bunlardan birinci tip akçaları
6 karat ( = 1,203 gr) ağırlığında olup, ikinci tip akçalarm ise vezin­
leri 5 1/2 karata ( = 1,102 gr) indirilmiştir40. Bu ikinci tipin yarım
akça ağırlığında olanları da bulunmaktadır ve bunların esas vezni
2 3/4 karat ( = 0,551 gr) ’dır41. Yine 806 tarihinde Ankara’da42 Meh37 1 k ara t = 0,200.437 g r olduğundan 5 k ara t = 1,002.185 = 1,002 g ra m ­
dır. R u m î sistem de ik i habbe 0,100 g r geldiğinden 5 1 /2 k arat = 1,102 g r olur.
38 Bk. aynı tablo. H aşan F erid (a.g.e., I, 167), E m ir Süleym an'ın akçalarının, ba ba sı zam anm dakiler gibi, 6 k arat vezninde olduğunu bildiriyor. A li
B ey («E m ir Süleym an H an Sikke.eri», TT EM , 14. sene, nr. 6 (8 3 ), s. 354-6),
E m ir Süleym an'ın 806 tarihli akçalarm m 5 1 /4 k arat ile 6 k arat arasm da de­
ğiştiklerini, 813 tarihli E dirne’ de darbedilm iş bir akçasm m da 5 3 /4 k arat ol­
duğunu belirttikten son ra bütün akçalarm esas vezinlerini 6 karat .olarak v e­
riyor. E krem K olerk ü ıç (a.g.e., s. 19), E m ir Süleym an’m bütün akçalarm m
5 1 /2 karat olduğunu kaydediyor. H alil Sahülioğlu (a.g.t., I, 51), E m ir Süley­
m an’m 806 ve 811’de olm ak üzere iki sikke tecd id i yap tığm ı söylü yor, fa k a t
karat ve g ra m emsinden ağırlıklarını verm iyor.
39 Bu ak çalarm birin ci tipinde darb yerinin im lâsı B u rsa (
) olarak
yazılm ış olup,
İkincilerinin
darb
m ahallerinde B ursa
( L*j j
)
im lâsı kul­
lanılm ıştır.
40 Bk. T ablo 4. H aşan F erid (a.g.e., I, 168), M ehm ed Çelebi’nin T im ur’un
nam ını ilâve ederek B ursa’da kestirttiği sikkelerinin veznen « A k ç a -i Osm ânî»
ağırlığın da ( = 6 k a ra t) olduklarını; buna m ukabü A li B ey «M ehm ed Çelebi»,
T TEM , 15. sene, nr. 8 (8 5 ), s. 103), B u rsa’da T im u r nam ına kesilen a k ç a ­
larm 5 1 /2 k arat ile 5 karat arasm da değiştiklerini bildiriyor. E k rem K olerkılıç (a.g.e., s. 20), 806 tarihli bu akçalarm ilk defa 5 3 /4 , son ra 5 1 /2 karat
olarak darbedildiklerini kaydediyor.
41 D iğer ta m vezindeki akçalarla aynı çapta 11-12 m m olan bu yarım
akçalarm ağırlıkları 2 3 /4 karat, yan i 0,551 gram dır. Çünkü 1 k ara t = 0,200.437
g r olduğundan 2 k a ra t = 0,400.847 = 0,401 g r olur. 3 habbe de 0,150 g r geldi-
SÎK K E TECDÎDLiERÎ
269
med Çelebi’nin kendi adına darbettirdiği akçaları da 6 karat ağırlığmdadırlar. Kendisinin 808 (1405-6)’de, Isa Çelebi’yi Eskişehir’de
adamları vasıtasiyle yakalatarak boğdurtmasından43 sonra, Amas­
ya’da kestirttiği akçaları önce 6 karat olarak darbedilmiş, sonra
ikinci tecdidde devalüe edilerek 5 3/4 karata indirilmiştir. Ayrıca
yine bu tarihte aynı şehirde kestirilen ikinci tertibden yarım akçalar
da vardır ki bunların vezni de 2 3 /4 karatdır44. 808 tarihli Amasya’da
bastırılan akçalarm «Hasbiya’llâh = Allah’a medyunum» duâ ve niyâz ibaresini taşıyan ikinci bir tipi daha mevcuttur ki bunlar da ev­
vela 6 karat, sonra 5 3 /4 karat olarak darbedilmişlerdir45. Bunlardan
ilk tertip olanların yarımlıkları da bulunmaktadır ve 3 karat ( =
0,601 gr)46 veznindedirler. Yine aynı tarihli Amasya darbhanesinde
kestirilen sikkelerin üçüncü bir tipi de «Sahh» ibareli47 olup vezinleri
de 6 karatdır. Bu şehzadenin, Emir Süleyman'ın Anadolu’ya geçmesi
üzerine tekrar çekildiği Amasya şehrinde bastırttığı 810 (1407) ta­
rihli akçaları ise yine devalüe edilerek 5 1 /2 karata indirilmiştir- Ni­
hayet Musa Çelebi’nin, Emir Süleyman’ı öldürttüğünü haber aldığı
zaman Bursa’da kestirttiği 813 (1410) tarihli son akçalarmm da
5 1/2 karat olduğunun tesbit edilmesi48 onun son tecdidinde sikke­
sini bir evvelki akçalarmm vezninde bıraktığım göstermektedir.
Kendisinin Amasya, Ankara ve Bursa’da darbettirdiği tarihsiz akçalanna gelince 1, - gr ile 1,42 gr arasında değiştiklerinden Standard
ağırlığı kat’î olarak belirleyebilmek zor görülmektedir. Sadece bu
akçalarm 7 karat ( = 1,403 gr) ile 5 karat ( = 1,002 gr) ağırlıkta
olduklarını, birden fazla olarak tecdid edildiklerini ve en çok iki
ğinden 2 3 /4 k arat = 0,551 gT olm ası gerekir. Elde m ev cu t te k sikke çok açın­
mış o ld u ğ u n d a n en f azla. 2 k arat ( = 0,401 g r ) gelebilm ektedir.
42 P aralar üzerinde, o zam an ki ismiyle, E n güriye şeklinde görülm ektedir.
43 H oca Sadeddin E fen d i (a . g . e I, 2 3 5 ); Behiştî, T evârih-i A l-i Osmân,
B ritish L ibrary, A dd. 7869, 59 b .
44 T am ağırlık tak i ak çalarla a y n ı çapta olan bu yarım akçalarm elde
m evcut olanları aşınm ış olduklarından en fa z la 2 1 /2 karat ( = 0,501 g r ) vezne s a ­
hiptirler.
45 B k . ayn ı tablo.
46 1 k arat = 0,200.437 g r olduğuna göre 3 k arat = 0,200.437 X 3 =
0,601.311 = 0,601 gram dır.
47 D oğrudur, yanlışsızdır m anâsındaki bu kelim e, sikkeler üzerine konul­
duğunda ayarlarının sahih ve tam olduğunu belirtir.
48 Bk. T ablo 5.
270
N E Z İH İ A Y K U T
vezinde 6 karat ve 5 3 /4 karat etrafında toplandıklarını söyleyebi­
liriz49. Ayrıca tarih taşımıyan Bursa’da kestirdiği 2 3 /4 veya 2 1/2
karat ( = 0,501 gr) ağırlığında yarım akçaları da vardır50.
Musa Çelebi üç akça tecdidi yapmıştır. 813 (1410) tarihinde
Edirne’de kestirdiği akçaları iki defa yenilenmişlerdir91. Eakat her iki
tip akçaların da 6 karat ağırlığında olduğunu söylemeliyiz52. Yine bu
tarihte bastırttığı darb yeri bulunmıyan akçaların vezinleri ise en
ziyade 1,15 gr geldiğinden vezinlerini 5 3 /4 karat olarak kabul et­
mek mümkün görülmektedir53.
Mustafa Çelebi’nin iki akça tecdidi yaptığı bilinmektedir. Ta­
rihsiz ve Serez’de kestirilen akçaları 6 karat ağırlığındadırlar54.
824 (1421) ’de Edirne’de bastırttığı akçaların ise en çok 5 3 /4 karatda
toplandıklarının anlaşılması son tecdidinde akça vezninin 1 habbe
düşürüldüğüne delil olmaktadır1’5.
Netice olarak Yıldırım Bayezid’in şehzadelerinden herbirinin
akçalarmm muhtelif ağırlıkta olmaları ve dolayısiyle vezinlerde bir
49 Bk. ayn ı tablo. Sahillioğlu (a .g.t., I, 51), M ehm ed Çelebi’nin 806
tarihli Tim ur ile m ü şterek o la ra k darbettirdiği ak çaları ile, T im u r’un adını
yazdırm adığı ak çaları olm a k üzere iki tip akçasm dan bahsediyor, fa k a t ağır­
lıklarını verm iyor.
50 2 karat, 0,200.437 X 2 = 0,401 g r geldiğinden ve 2 habbe de *0,100 gr.
olduğundan 2 1 /2 karat = 0,501 g r olur. G ördüğüm üz yarım akçan ın ağırlığı
eksik olup 0,40 gram dır. A şm m ış olduğu düşünülürse en az 5 k a ra t ( = 1,002
g r ) ’m y a rı a ğ ırlığ ın da olm ası la zım gelir.
51 M usa Ç elebi’nin E dirne’ de 813 tarihiyle kestirdiği akçaların m o tif ba ­
kım ından fa rk lılık gösteren ik i tipi vardır. Bunların birin ci tipinde «saadet
düğüm ü» y er alm akta olup, diğerinde bu m o tif yoktur. Buradan bu akçaların
iki defa tecdid edildikleri anlaşılıyor.
52 K olerkılıç (a.g.e., s. 19), M usa Çelebi’nin E dirne’de kestird iği akçalarm veznini 5 3 /4 k arat olarak v eriyor. Sahillioğlu (a .g.t., I, 5 1 ), M usa Çelebi’nin
saltanatının sikke tecdidi y a p a ca k kadar uzun sürm ediğini bildiriyor.
53 B k. aynı tablo.
54 A li B ey («M u sta fa Çelebi», TTEM , 15. sene, nr. 12 (8 9 ), s. 388) ve
K olerk ü ıç (a.g.e., s. 21), M ustafa Çelebi’nin Serez’ de kesüen akçalarm m v ez­
ninin 6 k arat olduğunu kaydediyorlar.
55 Bk. ayn ı tablo. A li B ey (a.g.m ., s. 3 8 8 )’in E dirne’de basılm ış 824 ta ­
rihli akça için verd iği vezin 5 1 /2 karatdır. H alü Sahillioğlu (a.g.t., I, 51),
M ustafa Ç elebi’nin de, M usa Ç elebi gibi, sikke yenilem esi y a p a ca k kada r uzun
süre saltanat sürm ediğini bildiriyor.
S İK K E T E C D İD L E R İ
271
istikrar görülememesi, «Fetret Devri»nde I. Bayezid zamanındaki
sikke nizamının korunamadığını göstermektedir.
Mehmed Çelebi’nin saltanatda rakipsiz kaldıktan ve Osmanlı
ülkesinin birliğini sağladıktan sonra 816 (1413)’de cülusu münase­
betiyle Amasya, Ayasulug (Ayasuluk), Balad, Bursa, Edirne, Karahisar, Karesi, Serez ( = Siroz) darbhanelerinde bastırmış olduğu akçalan çok muhtelif vezindedirler. Öyleki bu akçalar arasında 6 3/4
karat ( = 1,353 gr)’dan daha ağır olanları olduğu gibi 4 3 /4 karatdan
( = 0,952 g r )56 daha hafif olanları da bulunmaktadır. Bu da para iş­
lerinin' henüz bir istikrara kavuşturulamadığını göstermektedir. Bu
sebeble, bu çeşitli vezinlerdeki akçalardan hangisinin ağırlığının
nizamî vezni temsil ettiğini tayin güçtür. Fakat ekseriyetinin 6 karat,
yani 1,20 gr ile 1,18 gr civarında toplanması, ayrıca bu vezinden daha
ağır olan akçalarm bulunması57, onun babasının zamanındaki 6 ka­
rattık vezne avdet ettiğini düşündürmektedir58. I. Mehmed’in 822
(1419) ’de kardeşi Mustafa Çelebi’nin kendisine mağlub olup, saltanat
mücadelesini kaybederek sığındığı Bizans imparatoru Manuel tara­
fından rehin olarak Linini adasına gönderilmesinden59 sonra Amasya,
Ayasulug, Bursa, Edirne ve Serez’de kestirdiği akçalarma gelince
en çok iki vezinde 6 ve 5 3/4 karat ağırlığında toplanmaktadırlar.
Anlaşıldığına göre bu çeşit akçalar iki defa yenilenmiş, önce I. Ba­
yezid sikkeleri vezninde darbedilen akçalar, daha sonra 1 habbe indi­
rilerek 5 3/4 karat olarak kabul edilmiştir60. Böylece I. Mehmed’in,
56 .1 k a ra t = 0,200.437
gr
olduğuna g öre 4 karat = 0,200.437 X 4 =
0,801.748 = 0,802 gram dır. 3 habbe de 0,150 g r geldiğinden 4 3 /4 k arat = 0,952
g r olur.
57 B k. T ablo 6.
58 A li B ey («Ç eleb i Sultan M ehm ed’in Sikkeleri», TTEM , 16. sene.nr.
13 (90 ), s. 47), I. M ehm ed’in çelebiliği esnasm da kestirdiği a k çalar 5 1 /2 karat
iken 816 senesinde cülusu m ünasebetiyle, darbettirdiği akçalarm 6 karat, hatta
6 1 /4 karat olduklarını söylü yor: Sahillioğlu ( a .g .t., I, 39), I. M ehm ed’in 816
tarihiyle darbettirdiği akçalarm içinde 6 karatdan daha ağır olanlarm m bu­
lunm ası dolayısiyle onun, babası I. B ayezid’in esas ola ra k tuttuğu 5 3 /4 karatlık a k ça veznini y ü kselttiği zannm da olduğunu bildiriyor.
59 D ukas, B izans Tarihi, M irm iroğlu ter., İstanbul 1956, s. 71-73.
60 B k. T ablo 7. A li B ey (a.g.m ., göst. y e r), 822 tarihli akçalarm önce
5 3 /4 karat, sonra 5 1 /2 , daha son ra 5 1 /4 k arat olarak darbedilip nihayet v e­
zinlerinin 5 karata kadar indirildiklerini, bunlarm da kendisinin çelebü iğ i za­
m anındaki sü ik ak çalarm m ağırlığın da olduğunu bildiriyor. Sahillioğlu (a.g.t.,
272
N E Z İH İ A Y K U T
babasının zamanındaki vezni koruyamadığını ve akçalarını devalüe
ettiğini söylemek mümkün görünmektedir61.
II.
Murad’m akçalarını 824 (1421) ve 825 (1422)’de birer, 834
(1430-31) ’de iki defa olmak üzere dört defa yenilediği anlaşılmakta­
dır. Kendisinin 824’de Bursa’da cülusunu müteakip bastırmış olduğu
akçaları 5 3/4 karat ağırlığmdadırlar62. Böylece n . Murad’m, babası
I. Mehmed zamanındaki akça veznini muhafaza ettiği görülmektedir.
824’de Rumeli’de satanat davasına kalkışan amcası Mustafa Çelebi’yi
önce 825’de Uluabad’da mağub edip, sonra Kızılağaç Yenicesi’nde onu
yakalatarak idam ettirdikten sonra Edirne’de tahta çıkan II. Murad63,
aynı tarihte Amasya, Ankara, Ayasulug, Bursa, Edirne ve Serez’de
tuğralı akçalar kestirmiştir. Bunların ağırlıklarının da ekseriyetinin
5 3/4 karat gelmesi onun bu tecdidinde akça veznini muhafaza et­
tiğini göstermektedir64, n . Murad son sikke tecdidini 834 tarihinde
I, 39), I. M ehm ed’in 822 tarihli ak çaları hakkında, «bunların 5 3 /4 v e 5 1 /2
k arat hizasında toplanm aları onun babası zam anındaki vezne avdet ettiğin i dü­
şündürm ektedir» dem ektedir.
61 A k d a ğ ( a.g.m,., s. 517), I. M ehm ed zam anında sikke yenilem eleri için
tarih belirtm eden akçalarm vezni hakkında um um î bir rakam v eriy or ve onun
100 dirhem güm üşten 266,5 akçe kestirdiğini bildiriyor. B una g öre akçanın
vezninin 1,153 g r olm ası icab eder. Çünkü 100 dirhem güm üşten 266,5 kesi­
lirse 1 dirhem den 2,665 a k ça kesilm esi gerekir. 2,665 a k ça 1 dirhemden kesi­
lirse ve dirhem in a ğ ırlığ ı da T ebrizî sistem e g öre 3,072 g r oldu ğun a g öre 1 akçanın a ğ ırlığ ı 3,072 : 2,665 = 1,152.720 = 1,153 g r olur. Bu da 5 3 /4 karatın
( =1,152 g r ) k arşılığı bir vezni gösterm ektedir.
62 Bk. T ablo 8. A li B ey («M u râd-ı sâni Sikkeleri», T T E M , 16. sene, nr.
14 (91 ), s. 80), II. M urad’m 824 tarihli B ursa’ da kestirdiği a k çaların ı 5 3 /4 k a ­
rat ola ra k veriyor. H alil Sahillioğlu ( a .g.t., I, 40 ), 824 tarihli a k çalarm 5 3 /4
karat olduğunu ve babasının son tecdidindeki ak çalarm veznini koruduğunu
k aydediyor. A k d a ğ (a.g.m ., s. 517), H . M urad’ m ilk ön ce 100 dirhem güm üş­
ten 320 a k ça kestirdiğini bildiriyor k i ,bu da 824 tarihli ü k sik ke yenüem esi
oluyor. Bu hesaba g öre 1 akçanm ağırlığın ın 0,960 g r olm ası gerekir. Çünkü
100 dirhem güm üşten 320 a k ç a kesüdiğine g öre 1 dirhem güm üşten 3,2 a k ça
kesüm esi icab eder. B una g öre de 1 akçanm ağırlığı, T ebriz sistem indeki dirhe­
m in a ğ ırlığ ı 3,072 g r olduğundan, 3,072 : 3,2 = 0,960 g r olur. B u da 4 3 /4 k a ra ­
tın ( = 0,952 g r ) kanşüığıdır. F a k a t a k ça vezninin henüz bu k ad a r düşm ediğini
hemen söylem eliyiz.
63 A n on im T evârîh-i  l-i Osm ân, s. 58-59.
64 A li B ey {a.g.m ., göst. y e r), 825 tarihli akçalarm da 5 1 /4 k ara t sık ­
letinde olduklarını bü diriyor. H alil Sahillioğlu (a.g.t., I, 39-40), k a ta lo g la n tertib eden zevatm sikkeler üzerindeki on lar hanesinde bulunan 2 ve 3 rakam la-
S İK K E T E C D İD L E R İ
273
yapmıştır65. Amasya, Ayasulug, Bursa, Edirne, Novaberda ve Serez
darbhanelerinde basılan akçalarm da iki defa yenilendiği görülmek­
tedir. Bu tarihli akçalarm 1,15 ve 1,10 gr civarında tnpla.nmasmda/n66
anlaşılmaktadır ki n . Murad önce 5 3/4 karat olarak bastırdığı akçalarmm ağırlığını, ikinci yenilemesinde 1 habbe düşürmüş ve 5 1/2
karata indirmiştir67. Osmanlı kroniklerinden Oruç b. Âdil, 834 tari­
hinde 1 lodra yani 100 dirhem gümüşten 260 adet akça kestirildiğini
bildiriyor68 ki bu takdirde 1,182 gr olması gereken 1 akçanın ağır­
lığı60 n . Murad’m bu tarihli ilk sikkelerine ait olmuş oluyor.
rım okurken h ataya düşm elerinin m uhtem el olduğunu, bu yüzden 825 tarihli
ak çalarm 835 okunm ası gerek eceğin i, eğer n . M urad 825’ de sik k e tecdidi y a p ­
m ış ise halkın hoşnutsuzluğunu g erek tirm iyecek m ühim bir hadisenin vukubulm uş olm ası icab ettiğini bildirm ektedir. A k d a ğ (a.g.m ., göst. y e r )’ da ikin­
c i sırada gösterilen «100 dirhem güm üşten 290,7 a k ça kesildi» ifadesi herhalde
825 tarihli ikin ci tecdidi b ildiriyor olm alıdır. E ğ er böyle ise 1 akçanın ağırlı­
ğının ayn ı hesaplam a ile 3,072 : 2,907 = 1,056 g r olm ası gerekir. B u da 5 1 /4
karatın ( = 1,052 g r ) k arşılığı olur. A n ca k bu vezin II. M urad’m ilk sikke
darbm a nazaran 2 habbelik b ir artışı gösterm ektedir k i buradan ak çan m ta k ­
v iye edilm iş olduğu m anası çıkar. H albuki kanaatim izce böyle bir şey bahis
konusu olam az.
65 A non im , s. 65. Sahillioğlu (a.g.t., I, 40), II. M urad’m ikin ci d efa tahta
geçtiğinde bir sikke tecdidinden daha bahsediyor ve akçalarm ağırlığın ı 5 1 /4
karata düşürdüğünü söylü yor. Bunların, F atih ’in 848 tarihli akçalarm m v ez­
ninde olup onun sikkelerinden sonra basüdığını, 835 tarihine g öre bu n u n . bir
devalüasyon olduğunu ve babasının da bu v ezn i m u h afaza ettiğini büdiriyor.
Tabiatiyle bu bilgiler tam am en yanlıştır. Z ira n . Mehmed, 848-850 (A ğ u stos
1444-A ğu stos 1446) arasm da hüküm dar bulunduğundan (bk. İnalcık, Fatih
D ev ri Üzerinde T etk ik ler V e V esikalar I, A n k ara 1954, s. 36, 101), II. M urad’ın 848’de ikin ci cülusu bahis konusu ola m ıy acağ ı gibi, onun bahsettiği n . M u­
rad’m 848 tarihli sikkeleri de esasm da F atih ’e ait akçalardır (A ş. b k ).
66. B k. T ablo 9.
67 İn alcık ( V esikalar, s. 95), H alil E dhem ’in M eskû kât-ı O sm âniye isim li
katalogu na dayanarak n . M urad’m 834’de bastırd ığı akçalarm ü ç değişik
vezinde 5 3 /4 ; 5 1 /2 ; 5 1 /4 karatda toplandıklarını büdiriyor.
68
Oruç, a.g.e., s. 114.
69 100 dirhem güm üşten 260 adet ak ça kesüirse 1 dirhem güm üşten 2,6
adet a k ça kesü m esi icab eder. O sm anlı im paratorluğunda H . M ustafa devrine
kadar geçerli olan T ebriz ağ ırlık ölçüleri sistem ine g öre 1 dirhemin ağırlığı
3,072 gram dır. 2,6 ak ça 1 dirhem güm üşten kesüirse ve dirhemin a ğ ırlığ ı da
3, 072 g r ise 1 ak çan m ağ ırlığ ı 3, 072 : 2,6 = 1,181.538 = 1,182 g r olur.
N E Z İH İ A Y K U T
274
Netice olarak II. Murad, ilk iki sikke yenilemesinde akçalarının
veznine dokunmamakla beraber 834 tarihiyle yaptığı ikinci tecdidinde
akçalannı devalüe etmiştir.
Fatih’in akça üzerindeki tarihlere göre altı defa sikke tecdidi
yaptığını daha evvel söylemiş idik. Fakat kendisinin her tecdıdden
sikkelerinin bazen birden fazla darbedildikleri de vâkidir. Nitekim
n . Mehmed, 848 (1444)’de ilk cülusunu70 mütakib çıkardığı akçalarmı iki defa yenilemiştir. Bunlardan Amasya, Ayasulug, Bursa,
Edime, Serez’de darbedilen ilk akçaları 5 1/4 karat ( = 1,052)71 vez­
ninde; Bursa, Edirne ve Serez’de kestirilen ikinci tip akçaları72 ise
5 karat (= . 1,002 gr) ağırlığmdadırlar73. Fatih’in 848 tarihli ilk tec70 F atih ’in ilk defa tahta çıkışı 1444 yılının A ğ u stos a y ı ballarındadır
(İnalcık, V esikalar, s. 36).
71 R u m î sistem de 5 k a ra t = 0,200.437 X 5 = 1,002.185 = 1,002 gT; 1 habbe
0,050 gr. olduğundan 5 1 /4 k ara t = 1,052 g r olur.
72
M ehm ed b. M urad yazılışında, «bin ( ( j
) » kelim esi d eğişik ik i yerde
bulunm aktadır. Bundan dolayı 848’de Bursa, E d im e v e Serez’ de darbedilen
ikin ci gurub ak çalar II. M urad’a ait zannedilm iş, bu da b irço k karışıklık lara
sebeb olm uştur.
73 Bk. T ablo 10. A li B ey («F a tih zam anm da a k ça ne id i? » , TOEM ,
8-11. sene, nr. 49-62, s. 5 9 ); K olerkılıç ( a .g.e., s. 24), 848 tarihli akçalarm 5 1 /4
karat olduğunu söylü yorlar. H aşan F erid (a.g.e., I, 169), veznin 5 karata dü­
şürüldüğünü büdiriyor. İn alcık ( V esikalar, s. 95-96), devletin m ajî sıkıntı
içinde bulunduğu için akçalarının düşük ağ ırlık ta bastırıldığını büdirm ektedir.
Y ine m üellifin ifadesine ğ öre son ik i y ıl içinde yapılan dört seferde devlet
k azan çlı olm adığı gibi, Osm anlı ülkesi istilâlara u ğ ray arak y ak ılıp yıkılm ış;
b irçok yerlerin Sırp D espotu B ran k oviç’e ve K aram an -oğlu İbrahim B ey ’e
g eri verilm esi; A rnavutluk, Sırbistan ve T esa lya’ da isyanlar çıkm ası; son
harpler neticesinde devletin, ü cretli asker m iktarı da arttırıldığından askere
m aaş yetiştirilem em esi; ay rıca N ovaberda (N ov ob rd o) güm üş madenlerinin
Sırp despotuna terkedilm esi güm üş darlığını arttırm ış, bu şartlar neticesinde
devlet ak çada k i güm üş m ik tarm ı düşürm ek m ecburiyetinde kalm ıştır. K endi­
si, H . M ehm ed’in 848’ de E dim e, A m asya, Bursa, A y a su lu g ve Serez’de bas­
tırdığı ak çalarm 834’deki v e z n i. m u h afaza ettiğini, fa k a t E dim e, Serez ve
B ursa’ da kesilen ikin ci tertib akçalarm 5 k arata düşürüldüğünü büdirm ektedir.
A n ca k bu fik re katüam ıyoruz. M üellif 834’ deki akçalarm 3 defa tecdid
edüerek son tecdidde veznin 5 1 /4 karata düşürüldüğünü kabul ettiğinden
(y k. bk .) 848’de Uk basılan akçalarm ön ceki vezni m u h afaza ettiğini büdiriy orsa da bize g öre H. M urad’m 834 tarihli son yenüem esindeki a k çaları 5 1 /2
karat; 848’de F atih ’in İlk tecdidindeki ak çaları ise 5 1 /4 k a r a t ağırlığındadır.
Bu bakım dan biz '8 3 4 ’deki son darbedüen ak çalarm nizam î ağırlığının 848’ de
S İK K E T E C D İD L E R İ
275
didde babasının 5 1 / 2 karatlık akçasmı 1 habbe indirerek 5 1 /4 kara­
ta düşürmesi kendisinin tahttan indirilmesinin sebeplerinden "biridir.
Gerçi Osmanlı kroniklerinde II. Murad’m 2. defa cülus etmesi 850
(1446)’da Edirne’de vuku bulan «Buçuktepe vakası»ndan sonra gös­
terilmektedir. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nm taraftarı olduğu eski
padişah n . Murad’ı tahta çıkarmak için yeniçerileri tahrik ederek, bu
sayede kendisine muhalif olan II. Mehmed’in taraftarlarını da ber­
taraf etmek istemesi isyana sebeb olmuştur74. Ancak neticede kul
taifesini teskin etmek için yeniçerilerin ulufelerinin yarımşar akça
arttırıldığının bildirilmesi75 isyanın para devalüasyonu ile alakasını
gösterir76. Fatih, ikinci sikke tecdidini 855 (1451)’de yapmış, bun­
ları da iki defa yenilemiştir. Önce Amasya, Ayasulug, Bursa, Edime
ve Serez’de bastırdığı akçalarmı, 5 karat olan 848 tarihli ikinci gurüb
akçalarm vezninde darbettirmiş, sonra ikinci yenilemesinde bu darp­
hanelerde kestirdiği akçalarma Novaberda’yı77 da ilâve ederek bu
de m uhafaza edildiğini değil, aksine bu tarihte 1 habbe indirildiği kanaatin­
deyiz. Sahillioğlu ( a .g .t., I, 40-41), F atih ’in 6 sikke tecdidi yaptığını, bu m ü­
n asebetle de ak çalarm ı devalüe ettiğini bildirm ektedir. Y in e m üellif, F atih ’ in
her tecdidinin aynı şekilde bir devalüasyon olup olm adığın ı b ir v esik a ya daya­
n arak isbat etm ek m üm kün olm adığını, fa k a t katalogların incelenm esi Ue akça la n n ağırlıklarının her teodidde b ir evvelkine nazaran um um iyetle birer habbe
daha h a fif olduğu görüldüğünden buna dayanarak kendisinin h er defa akçasm ı
tecd id ederken ağırlığın ı da bir habbe m ik d a n düşürdüğünün tahm in edilebi­
leceğini kaydetm ektedir. Y ine m üellif, n . M ehm ed’in ü k cülusunda çıkardığı
akçalarm veznini 5 1 /4 k ara t ola ra k verm ektedir k i .biz de kendisinin fik rin e
katılıyoruz.
74 İnalcık, V esikalar, s. 93.
75 Süleym an Sûdî ( a .g .e., s. 2 7 )’de y en içeri isyanından bahsedildikten
sonra, «ve bu sebeble askerin ulûfelerine bu çu k ak ça zam m olunarak yevm iye­
leri üçerbu çu k a k çay a ib lâğ edilm işdir» denüm ektedir.
7 6 ' Sahülioğlu (a.g.t., I, 41), n . M urad zam anında ulufe ola ra k askere
verilen 3 akça, F atih ’in daha düşük vezindeki 3,5 akçasın a eşit ola ra k kabul
edüirse F atih ’in bu çeşit akçalarının her birinin 1,012 g r olm ası gerekeceğin i
kaydetm ekte, II. M urad’m 834 tarihli ak çaları 1,181 g r olduğundan 3 akçası
3 X 1,181 = 3,543 g r edip, bunu 3,5’a tak sim edersek 1, 012 g r geleceğini, bu ­
nun da R u m î sistem deki 5 karatdan ( = 1,002 g r ) biraz fazla, 5 1 /4 karatlık
bir vezni gösterdiğin i büdirm ektedir.
77 II. M urad, 834 (14 30 -31)’ de N ovaberda (N o v o b r d o )’ da a k çalar kes­
tirdiği halde bu şehrin Cum âdel-ûlâ 848 (A ğ u stos 1444)’ de Segedin m uahedesi
şartlarına g öre Sırp D espotu B ran k oviç’e iade edüm esinden (İn alcık, V esika ­
lar, s. 46-47, 64) dolayı F atih ’in 848 tarihli akçalarında bu darb yerine rast-
276
N E Z İH İ A Y K U T
tip sikkelerini 1 habbe aşağı ağırlıkta 4 3 /4 karat ( = 0,952 g r )78
olarak bastırmıştır79. Fatih, 865 (1460-61) tarihli sikke yenilemesini
de, evvelkiler gibi, iki defa yapmıştır. Evvelâ Amasya, Ayasulug,
Bursa, Edirne, İstanbul80, Novaberda ve Serez darbhanelerinde baslanm am aktadır. F atih ’in 855 ta rih li ikin ci tip a k ça la n içinde N ovaberda’ da
darbedilenler varsa da şehrin yeniden zaptı 859 (1455) tarihinde olduğundan
(bk. Tursun Bey, Târîh-i E bü ’ l-F eth , nşr. M ertol Tulum , İstanbul 1977, s. 78),
bu sikkelerin de o tarihten son ra kesilm iş olm aları gerekir.
78 1 k a ra t = 0,200.437 g r olduğundan 4 k ara t = 0,801.748 = 0,802 g ra m ­
dır. 1 karatın 3 h abbesi de 0,150 g r ettiğinden 4 3 /4 k arat = 0,952 g r olur.
79 Bk. ayn ı tablo. A li B ey v e E krem K olerkılıç, g öst. yerler, 855 tarihli
F atih akçalarm ı, 848 tarihliler gibi, 5 1 /4 k ara t ola ra k veriyorlar. A k d a ğ
( a . g . m s. 517), 854 (14 50 )’ de 100 dirhem güm üşten 375,5 a k ça k esildiğini bil­
diriyor. Bu takdirde 1 akçan ın ağırlığının 0,818 g r olm ası gerekir. Çün­
kü 100 dirhem güm üşten 375,5 ak ça kesilirse 1 dirhem güm üşten 3,755
ak ça kesüm esi icab eder. T ebriz dirhem inin a ğ ırlığ ı 3,072 g r olduğundan
1 akçanın ağırlığın ın 3,072 : 3,755 = 0,818.109 = 0,818 g r olm ası gerekir. A n ­
ca k bu 4 karatdan (0 ,2 0 0 X 4 = 0,801.748 = 0,802 g r ) biraz fa z la b ir v ezn i g ö s ­
terir k i bu da ço k düşük bir a ğ ırlık tır. İn alcık («T ü rk iy e’nin İk tisad î V a ziyeti
Üzerinde B ir T en k id M ünasebetiyle», s. 678), H . 855’de 100 dirhem güm üşten
asgarî 278, azam î 457 a k ça kesildiğini kaydediyor. E ğ e r 100 dirhem güm üşten'
278 a k ça kesilirse 1 akçanın a ğ ırlığ ı 3,072 : 2,78 = 1,105 g r olu r k i bu 5 1 /2
karata (= 1 ,1 0 2 g r ) eşittir. 100 dirhem güm üşten 457 a k ça kesilirse bu takdir­
de 1 akçanın v ezn i 3,072 : 4,57 = 0,672 g r olm ası gerekir. B u da 3 1 /2 k arat­
dan
(3 k ara t = 0,200.437 X 3 =
0,601.311 = 0,601 gram dır. 2 habbe = 0,100 g r
olduğuna g öre 3 1 /2 k arat = 0,701 g r eder) de az bir ağ ırlığ ı gösterir. Y ine
ayn ı m ü ellif («M eh m ed H .» mad., 1 A , V H , 532 b ) ,
F atih ’in h er yeni
ak ça çık ardığında a k çay ı beşte
b ir eksiğine değiştirdiğini, y a n i h er yen i a k ça nm eskilerinden 1 /5 nisbetinde h a fif olduğunu ifa de ediyor. K endisi 848 ta ­
rihli ilk gurup sikkeleri 5 1 /4 k arat ( = 1,052 g r ) ola ra k k abul ettiğinden
bundan beşte b ir nisbetinde eksik ak çalan n 1,0 5 2 -0 ,2 1 0 = 0,842 g r olm ası
gerek ir k i bu da 4 1 /4 k a ra ta (4 karat = 0,802 gram dır. 1 habbe de 0,050 g r
olduğundan 4 1 /4 k arat 0,852 g r olu r) eşittir. Belin ( T ü rk iye Îktisad î Tarihi
H akkında T etk ik ler, M. Z iya ter., İstanbul 1931, s. 100), 855 (1 4 5 1 )’den iti­
baren F atih ’in her çık ard ığ ı yen i akçalarm oniki tanesinin a n ca k esk i on akça y a eşit olduğunu söylem ektedir. 848 tarihli n . M ehm ed’in ilk ak çaları 5 1 /4
karat (= 1 ,0 5 2 g r ) olu p bunun 1 0 /1 2 ’s i = 0,876.666 = 0,877 g r olur k i bu da
4 1 /4 karatın karşü ığıdır. Sahillioğlu (a . g . t I, göst. y e r ), 848 tarihli tecdidde
akçanın vezninin 1,012 g r olduğunu, F atih ’in m ü teakib h er tecdidde ak çayı
daima birer habbe (y an i 50 m g r ) düşürm üş olduğu kabul edüirse 855 tarihli
ak çalan n da 0,980 g r olm ası gerek tiğin i söylem ektedir.
80 Bu ak çalar, İstanbul’un 20 Cum âdel-ûlâ 857 (29
fethinden son ra kestirilen ilk güm üş sikkeler olm aktadır.
M ayıs
1453) ’de
s îk k e te c td id le r i
'277
tırdığı akçaların vezinlerini, 855 tarihli ikinci tecdiddeki akçalann
ağırlığında yani 4 3/4 karat olarak kestirmiş, daha sonra vezni 1
habbe indirmek suretiyle aynı darbhanelerde 4 1/2 karatlık ( = 0,902
g r )81 yeni akçalar darbettirmiştir82. II. Mehmed’in 875 (1470-71) ta­
rihinde yaptığı sikke yenilemesi bir revalüasyon mahiyetindedir.
Çünkü bu tarihte Amasya, Ayasulug, Bursa, Edirne, İstanbul, Konya,
Novaberda ve Serez darbhanelerinde bastırdığı ilk akçalar, 865 ta­
rihini taşıyan ve 4 1/2 karat ( = 0,902 gr) gelen ikinci gurup akçaların vezninde değil; aksine 865 tarihli ilk gurup akçaların ağırlı­
ğında, yani 4 3 /4 karat ( = 0,952 gr) olarak darbedilmişlerdir. Esa­
sen Fatih ve n . Bayezid devriyle ilgili olan «Kanunnâme-i Sıdtânî»mn
100 dirhem gümüşten 330 akça kesildiğini bildirmesi83 bu tarihli bir
akçanın 0,931 gr olması gerektiğini göstermektedir84ki bu da Fatih’in
akçanın veznini bir miktar yükselttiğine delâlet etmektedir. Yine aynı
tarihte «Muhammed Hânı» diye adlandırılan «on akçalıklar» da
81 1 k arat = 0,200.437 g r olduğundan 4 karat = 0,801.748 = 0,802 gram dır.
1 karatın 2 habbesi de 0,100 g r ettiğinden 4 1 /2 k a ra t = 0,902 g r olur.
82 B k. aynı tablo. A li B ey ve K olerkılıç, göst. yerler, 865 ta rih li a k ça la n
4 3 /4 k arat ola ra k bildiriyorlar. A k d a ğ ( a.g.m ., göst. y e r ), 1462’de 100 dirhem
güm üşten 300 a k ça kesildiğini k aydediyor. B u takdirde 1 akçanın ağırlığ ı
3.072 : 3 = 1,024 g r olm ası icab eder. B u da 5 1 /4 k arat (= 1 ,0 5 2 g r ) ’dan az,
5 karat ( = 1,002 g r ) ’dan fa z la b ir a ğ ırlığ ı gösterir. İn alcık («T ü rk iy e ’nin İk ti­
sadî V aziyeti Ü zerinde B ir T en kid M ünasebetiyle», göst. y e r), H. 865 (14606 1 )’ de 100 dirhem güm üşten en az 337, en fa z la 400 a k ça kesildiğine işaret
ediyor. Buna g öre eğer 100 dirhem güm üşten 337 ak ça kesilirse 1 akçanm
ağırlığ ı 3,072 : 3,37 = 0,911.572 = 0,912 g r ; 400 ak ça kesilirse 1 akçan m vezni
3.072 : 4 = 0,768 g r olur. B u n lar da 4 1 /4 k ara t ( = 0,902 g r ) ve 3 3 /4 karat
( = 0,752 g r ) ’lık a ğırlık la rı bildirirler. Y ine ayn ı m üellifin («M eh m ed ü .» , İA ,
göst. y e r ), her tecdidde ak çaların b ir evvelkinden 1 /5 nisbetinde h a fif olduğunu
kaydetm esine göre, 855 tarihinde 0,842 g r olan akçalardan (y k . b k .) 1 /5 nisbetin­
de h a fif gelen akçaların ağırlığın ın 0,842 - 0,168.4 = 0,674.6 = 0,675 g r olm ası
icab eder k i bu da 3 1 /2 karatdan ( = 0,702 g r ) da az bir vezindir. Belin ( a.g.e.,
göst. y e r ) ’de h er tecdidde y en i 12 akçan m eski 10 a k ça y a eşit olduğu ifade
edildiği ve F a tih ’in 855’ deki akçaları 0,877 g r ola ra k bildirildiğine g ö re (yk.
b k .) bunun 1 0 /1 2 ’si, 0,730.833 g r = 0,731 g r olu r k i bu d a 3 3 /4 karatdan
( = 0, 752 g r ) daha a z bir v ezn i gösterir. Sahülioğlu (a . g . t J , göst. y e r ), bu
çeşit ak ça la n n bir evvelki tecdide g öre 1 habbe eksik olup, ağırlığının 0,931
g r olm ası g erek tiğin i söylü yor.
83 K anunnâm e-i Sultânî, s. 19, hük. 13; s. 23, hük. 15.
84 100 dirhem güm üşten 330; 1 dirhem güm üşten 3,3 a k ça kesildiğine
göre, 1 akçan m a ğ ırlığ ı 3,072 : 3,3 = 0,930.909 = 0,931 g r olm alıdır.
278
N E Z İH İ A Y K U T
darbedilmiştir83. İstanbul ve Novaberda darbhanelerinde basılan bu
onluk akçalarm nizamî ağırlığı da 9,310 gr olup, bu da 2 dirhem,
14 karat ve 1 habbeden biraz fazla bir vezni göstermektedir86. Fakat
Fatih, akça veznini yine muhafaza etmemiş, aynı darbhanelerde
kestirdiği ikinci gurub akçaların ağırlığını 1 habbe düşürmek sure­
tiyle 4 1/2 karata indirmiştir ki bu devalüasyonla 865 tarihli ikinci
gurub akçaların veznine yeniden avdet edildiği anlaşılmaktadır87.
Fatih’in beşinci sikke yenilemesi 880 (1475-76) da olmuştur ve bu ta­
rihte Amasya, Bursa, Edime, İstanbul, Serez ve Üsküp’de darbedilen
akçalarm vezni 3 3 /4 karat, yani 0,752 gramdır88. Anlaşıldığına göre
bu tecdidi bir devalüasyon mahiyetinde olup bundan evvelki yeni­
lemesinde 4 1/2 karat olan vezin 3 habbe ( = 0.150 gr = 150 mgr)
85
K anunnâm e-i Sultanî, s. 23, hük. 15.
86
R u m î sistem de 1 dirhem 16 karat olduğuna g öre 2 dirhem = 32 karatdır. 1 karat 0,200.437 g r olduğundan 32 k ara t = 0,200.437 X 32 = 6.413.984 =
6,414 g r gelir. A y n ı şekilde 14 k arat = 0,200.437 X 14 = 2,806.118 = 2,806 g r
olup, 1 habbe de 0,050 g r geldiğinden 10 akçalık larm ağırlığının 6,414 + 2,806 +
0,050 = 9,270 g ram dan biraz fa z la olduğu anlaşılm aktadır.
87 B k. T ablo 11. E k rem K olerkılıç ( a.g.e., göst. y e r ), 875 ta rih li akçaları
4 1 /4 k arat ola ra k veriyor. M ustafa A k d a ğ (a.g.m ., göst. y e r ), 1470’de 100
dirhem güm üşten 337 a k ça kesildiğini kaydediyor. Bu durum da 1 akçanın
ağırlığının 3,072 : 3,37 = 0,911.572 = 0,912 g r olm ası gerekir. Bu da
4 1 /2
karat (= 0 ,9 0 2 g r ) ’ dan biraz fa z la bir vezindir. İn alcık («T ü rk iy e ’nin İktisa­
dî V a ziy eti Ü zerinde B ir T enkid M ünasebetiyle», göst. y e r), 875 (*1470-71)’de
100 dirhem güm üşten en az 355, en fa z la 400 a k ça k esildiğini büdiriyor. E ğer
355 a k ça kesilirse 1 akçan m a ğ ırlığ ı 3,072 : 3,55 = 0,865.352 = 0,865 g r olduğu
g ib i; 400 ak ça kesilirse 3,072 : 4 = 0,768 g r olm ası g erek ir k i bunlar da 4 1 /4
karat ( = 0,852 g r ) ile 3 3 /4 k a ra t ( = 0,752 g r ) ’lık fa rk lı iki ağ ırlığ ı büdirirler.
Y ine bu m üellifin bildirdiğine g ö re («M eh m ed İL », 1 A , g ö st. y e r ), 865 ta ­
rihinde 0,675 g r ola ra k g österd iğ i akçalardan (y k . b k .), 1 /5 nisbetinde h a fif
olan 875 tarihli akçalarm 0,675 - 0,135 = 0,540 g r olm ası gerek ir k i bu da 2 3 /4
karatdan (2 k a ra t = 0,200.437 X 2 = 0,400.874 = 0,401 g r ve 1 k aratm 3 h ab­
besi de 0,150 g r olduğundan 2 3 /4 karat = 0,551 g r olu r) daha az b ir ağırlık ­
tır. Belin (a.g.e., göst. y e r ) ’e g öre ise 865 tarihli akçalarm a ğ ırlığ ı 0,731
g r (y k . bk .) v e 875 tarihlüer bunun 10 /12’si olduğundan bunların vezninin
0,609.166 = 0,609 g r olm ası g erek ir k i bu da 3 karatdan (= 0 ,2 0 0 .4 3 7 X 3 =
0,601.311 = 0,601 g r ) biraz yu k a rı bir a ğ ırlığ ı gösterm ektedir. Saıhillioğlu
( a . g . t I, göst. y e r ), 865’de 0,931 g r olan ak ça vezninin, 875 tarihinde 1 habbe
indirildiğini ve bu tarihli akçalarm 0,875 g r geldiğin i ifade ediyor.
88 3 karat = 0,200.437 = 0,601.311 gram dır. 3 hahbe 0,050.109 X 3 = 0,150.327
g r olduğundan 3 3 /4 karat = 0,601.311 + 0,150.327 = 0,751.638 = 0.752 g r olur.
S İK K E T E C D İD L E R İ
279
birden düşürülmüştür. Nitekim incelememize göre de bu tecdidden
akçalarm büyük çoğunluğumm 0.75 gramda toplanması, diğerlerinin
bunun az altında -ki bunlar da 0,74; 0,73; 0,72 gramdırlar- gelmesi
sikkenin büyük miktarda tağşiş edildiği, yani içindeki gümüş mik­
tarının azaltıldığı neticesini vermektedir89, n . Mehmed’in 886 (1481)
tarihinde yaptığı son sikke yenilemesi kanaatimizce bir devalüasyon
değil, bir sikke tecdidi mahiyetindedir. Zira Amasya, Bursa, Edirne,
İstanbul, Novaberda, Serez, Tire ve Üsküp’de bastırılan bu akçalarm
veznine dokunulmamış, 3 3 /4 karat olarak muhafaza edilmiştir. Yap­
tığımız inceleme de bu tecdidde basılan akçalarm en ziyade 0,75
gramda toplandığını bize göstermiştir90. Esasen veznin düşürülmedi­
ğini başka şekilde de isbat etmek mümkündür. Kanunnâme-i Sultânî’de 886 tarihinde 100 dirhem gümüşten 400 akça kestirildiği bil­
dirildiğine göre91 bu son sikke yenilemesindeki 1 akçanın ağırlığının
0,768 gr olması gerekir92.
89 Bk. T ablo 12. A li B ey ve K olerk d ıç, göst. yerler, 885 tarihinde y a p ıl­
dığını bildirdikleri fa k a t tarihin yanlış okunm asından aslm da 880 tarihli olan
sikke yenilem esinde akçalarm veznini 3 3 /4 karat ola ra k bildiriyorlar. A k d a ğ
(a.g.m ., göst. y e r ), 1470’ de 100 dirhem güm üşten 400 ak ça kestirildiğini k a y ­
dediyor. Bu takdirde 1 a k çan m a ğ ırlığ ı 3,072 : 4 = 0,768 gram dır. B u da 3 3 /4
karatdan ( = 0,752 g r ) biraz fa z la bir ağırlığın karşılığıdır. İn alcık («T ü rk iy e ’­
nin İktisadî V a ziy eti Ü zerinde B ir T enkid M ünasebetiyle», göst. y e r ), 880
(1475-76)’ de 100 dirhem güm üşten en az 355; en fa z la 457 ak ça kesü diğin i
büdiriyor. Buradan eğer 100 dirhem güm üşten 355 ak ça kesilirse 1 akçanm
ağ ırlığ ı 3,072 : 3,55 = 0,865 g r ; eğer 457 a k ça kesüirse 3,072 : 4,57 = 0,672.21
= 0,672 g r olur k i bunlar da 4 1 /4 karat ( = 0,852 g r ) üe 3 1 /4 karatdan ( = 0,651
g r ) fa z la bir vezni g österiyorlar. Y ine ayn ı m üellifin ifadesine göre («M eh m ed
n .» , İ A , göst. y e r ), 875 tarihli 0,540 g r gelen ak çalar dan (y k . b k .) 1 /5 nisbetinde h a fif olan 880 ta rih li akçalarm da 0,540 - 0,108 = 0,432 g r olm ası icab
eder. Bu ağırlık 2 karatdan (= 0 ,4 0 1 g r ) ağır, 2 1 /4 karatdan (= 0 ,4 5 1 g r )
h a fif bir v ezn i gösterm ek tedir. Belin ( a .g .e., göst. y e r ),’in ifade ettiğine g öre
875 tarihli akçalarm 0,609 g r olm ası gerektiğinden (y k . b k .) bunlardan 10/12
nisbetinde h a fif olan 880 ta rih li akçalarm da 0,507.5 = 0,508 g r olm ası gerekir.
Bu ağırlık ise 2 1 /2 karatdan (2 karat = 0,401 gr, 2 habbe de 0,100 g r oldu­
ğundan 2 1 /2 k arat = 0,501 g ra m d ır) biraz a ğ ır bir vezni büdirm ektedir. Sahillioğlu (a . g . t I, göst. y e r ), 880 tarihli akçalarm ağırlığının 0,825 g r olduğunu
söylüyor.
90 B k. a y n ı tablo.
91 K anunnâm e-i Sultanî, s. 21, hük. 14.
92 100 dirhem güm üşten 400 ak ça kesüirse 1 dirhem güm üşten 4 akça
kesüm esi icab eder. D irhem in ağırlığının 3,072 g r geldiğin i büdiğim ize göre
280
N E Z İH İ A Y K U T
Netice itibariyle Fatih’in cülusunda 5 1/4 karat olan veznin, ya­
pılan muhtelif tecdidlerle 3 3 /4 karata kadar indirildiğini ve büyük
miktarda devalüasyona gidildiğini söyliyebiliriz.
Fatih’in 4 Rebiül-evvel 886 (3 Mayıs 1481) ’de ölümüyle93, 22 Rebiül-evvel 886 (21 Mayıs 1481) ’de cülus eden ağabeysi II. Bayezid’e91
karşı hükümdarlık iddiasiyle harekete geçip Bursa’yı ele geçirerek
namına hutbe okutup sikke kestiren ve 18 gün müddetle saltanat sü­
ren Cem Sultan’ın95 nâdir bulunabilen akçaları, 3 3/4 karat ( = 0,752
gr) ağırlığındadırlar96. Anlaşıldığına göre Cem’in bu akçaları, baba­
sının aynı tarihli son tecdidindeki sikkelerinin vezninde darbedilmişlerdir.
n . Bayezid’in akçalarmda yalnızca tek bir tarihin, 886 (1481)
cülus tarihinin bulunduğunu belirtmiş idik. Kendisinin tahta geçmesi
münasebetiyle Amasya, Ankara, Bursa, Edirne, Gelibolu, İstanbul,
Kastamonu, Konya, Kratova97, Novaberda, Serez, Tire, Trabzon ve
1 akçanın ağırlığ ı 3,072 : 4 =0,768 g r olur. A li B ey ( a.g.m ., göst. y e r ), 886 ta ­
rihli akaçalarm 3 3 /4 karat geldiğin i ve hepsinin % 90 ay arın da olduklarını
bildiriyor. İn alcık (« T ü rkiye’nin İktisadî V a ziyeti Ü zerinde B ir Tenkid M üna­
sebetiyle», göst. y e r ), 886 (1481-82)’da 100 dirhem güm üşten asga rî 355, azam î
420 a k ça kesildiğin i büdiriyor. E ğ er 355 ak ça kesüirse 1 akçanın a ğ ırlığ ı 3,072 :
3,55 = 0,865.352 = 0,865 g r g eleceğ i gibi; 420 a k ça kesüirse a k ça vezni, 3,072 :
4,2 = 0,731.428 = 0,731 g r olm ası icab eder. Bunlar da 4 1 /4 karatdan ( = 0,852
g r ) fa z la v e 3 3 /4 karatdan ( = 0,752 g r ) az bir ağırlığ a dalalet etm ektedirler.
F ak a t yine ayn ı m üellifin ifadesinden («M eh m ed H .», 1 A , göst. y e r ) anlaşüdığına g öre 880 tarihli akçalar 0,432 g r iken (y k . b k .), 886 tarihlüerin bun­
lardan da 1 /5 nisbetinde h a fif olm aları ve 0,432 - 0,086.4 = 0,345.6 = 0,346 g r
gelm eleri gerek ir. Bu da 1 3 /4 karatdan (1 k arat = 0,200.437 = 0,200 g r v e 1 ka­
ratın 3 habbesi de 0,150 g r geldiğinden 1 3 /4 k arat = 0,350 g r olu r) da a z bir
ağırlıktır. A n c a k a k ça vezninin bu kadar düşm ediği, 12 num aralı tabloda da
görü leceği gibi, açık ça beüidir. Belin ( a.g.e., göst. y e r )'in ifadesinden anla­
şıldığına g öre 880’ de 0,508 g r olan ak ça ağırlığından (y k . bk .) 10 /12 nisbetinde
h a fif gelen 886 tarihli akçalarm vezninin de 0,423.333 = 0,423 g r olm ası g ere­
kir k i bu da ç o k düşük ve 2 karatdan ( = 0,401 g r ) b ira z fa z la bir vezni g öster­
mektedir.
93
Tursun Bey, a.g.e., s. 184.'
94
Tursun Bey, a.g.e., s. 193.
95
H oca Sadeddin Efendi, a.g.e., İstanbul 1280, H , 9.
96
B k . T ablo 13. B u hususda K olerk ıh ç (a.g.e., s. 2 7 )’m Cem ’in ak çalarının 3 3 /4 karat olduğu fikrin e iştirak ettiğim izi söylem eliyiz.
97 K ratova, Y u g osla v y a ’ da Sırbistan'ın K osov a v ü a yeti dahüinde olup,
S İK K E T E C D İD L E R Î
281
Üsküp darbhanelerinde bastırttığı akçaları 3 3 /4 karat ağırlığındadırlar. Bu, n . Bayezid’in babasının 886 tarihiyle yaptığı son sikke
tecdidindeki akça veznini aynen muhafaza ettiğine ve Fatih’in son
zamanlarında olduğu gibi, onun da cülusunda 100 dirhem gümüşten
400 akça kestirttiğine delil olmaktadır. II. Bayezid, yine cülusu mü­
nasebetiyle İstanbul darbhanesinde «on akçalıklar» da darbettirmiştir
ki bunların nizamî ağırlıkları 7,680 gr olup, bu da 2 dirhem, 6 karat
ve bir habbeden biraz fazla bir vezni göstermektedir98. Halil Sahillioğlu", XVI. asrın başında yazılmış bir hesab kitabından naklen
n . Bayezid’in 896 (1491) tarihiyle yaptığı ikinci bir sikke tecdidinden
bahsederek, bu tarihte onun 100 dirhem gümüşten 420 akça kestirttiğini bildiriyor. Bu takdirde akça vezninin 0,731 gr gelmesi lazım­
dır100. Bu da 3 1/2 karatdan biraz yukarı bir veznî göstermektedir.
Esasen yaptığımız inceleme de bu hükümdarın akçalarının en ziya­
de 0,75 gr ile 0,70 gr gibi farklı iki vezin etrafında toplandıklarını
ve n . Bayezid’in iki defa sikke tecdidi yaptığı neticesini .vermiş101,
Halil Sahillioğlu’nun verdiği bilgilerin doğruluğunu göstermiştir.
Öyleyse H. Bayezid’in, babasının 3 3/4 karathk son sikke tecdidi
vezninde darbedilen ilk akçalarının, aynı darbhanelerde yeniden kesOsm anlı im paratorluğu devrinde m eşhur bir m aden m erkezi idi (K anunnâm e-i
Sultanî, s. 15).
98 100 dirhem güm üşten 400 adet kesilen a k ça la n n a ğ ırlığ ı 0,768 g r o l­
duğundan (y k . b k .), on ak çalık ların esas ağ ırlık ları 7,680 g r olm alıdır. R u m î
sistem de 1 dirhem = 16 k a ra t olduğuna g öre 2 dirhem = 32 karatdır. 1 k a ra t
0.200.437 g r geldiğinden 32 k ara t = 0,200.437 X 32 = 6,413.984 = 6,414 gram dır.
A y n ı şekilde 6 karat = 0,200.437 X 6 = 1,202.622 = 1,203 g r olup, 1 habbe de
0,050 g r geldiğinden on akçalıkların ağırlığının 6,414 + 1,203 + 0,050 = 7,667
gram dan az fa z la bir vezinde olduğu anlaşüm aktadır.
99 Sahillioğlu, a.g.t., I, 42, 53. M üellif, H ayreddin isim li bir hesap m u al­
lim inin H . B ayezid devrinde M iftâ h -ı kü n ûz-ı erbâb-ı ka lem v e M îsbâh-ı rüm ûz-t
eshâb-ı rakam adiyle y a zd ığ ı F a rsça hesab kitabının, talebesi P îr M ahm udü’lEdrenevî tarafm dan T ü rk çeye çevrüerek tam am landığını ve bu k itabd a darb
hesaplarm dan bahsedilirken 100 dirhem güm üşten 420 a k ça kestirildiğinin y a z ­
dığını k aydediyor.
100 100 dirhem den 420; 1 dirhemden 4,2 a k ça kesildiğine g öre 1 akçanın
a ğ ırlığ ı 3,072 : 4,2 = 0,731.428 = 0.731 g r olm alıdır.
101 B k. T ablo 13-14. H aşan F erid (a.g.e., I, 170), II. B ayezid devrinde
darbolunan akçalarm 4 karat, hatta daha noksan olarak 3 1 /2 k arat olduk­
la rı gibi, o vakte gelin ceye kadar % 90 ayarında bastırılan akçalarm ayarla­
rının % 85’e indirilm ek suretiyle tağşişatda yeni bir çığ ır açıldığını bildiriyor.
282
N E Z İH İ A Y K U T
tirilerek bu ikinci tecdidde 1 habbe azaltıldığını ve 3 1/2 karata indi­
rilerek devalüe edildiklerini söylemek mümkün görülmektedir.
Sonuç olarak bizim akçalarm yenilenmeleri hususunda söyleye­
bileceklerimiz şunlardır: Sikke tecdidleri dolayısiyle akçalarm te­
davülden çekilerek hâzinede toplanması hem halkın umumî hoşnut­
suzluğuna102, hem de. kul taifesinin tepki ve isyanına neden olmuş­
tur103. Revalüasyon ve devalüasyon şekünde yapılan her yeni sikke
tecdidi, akçanın değerinde değişikliği de beraberinde getirmiş, ne­
ticede akça, o devirde rayiçlerin hesaplandığı altın sikke olan Vene­
dik Ducat (Duka) ’sı - ki diğer adı Frengi Floridir104 - karşısında de­
ğer kaybetmiştir. Bunu teyid edecek bir misal vermek gerekirse n .
Murad zamanında 1431’de 35-36 akça olan Florinin rayicinin105, I.
Selim’in 1512’de cülusu sırasmda 55 akçeye yükseldiğini106 söylemek
kâfidir sanırız.
102 Bu hususda O sm anlı kroniklerinden  ş ık P aşa-zâde (a.g.e., s. 197),
Y ıldırım B ayezid zam anında akçalarm toplanarak hazîneye kon m ası ile alış­
verişte durgunluğun başgösterdiğin i bildiriyor.
103 F atih ’in tarihlerde «B uçuktepe v a k ’ası» olarak bilm en yeniçeri a y a k ­
lanm ası ile tahttan indirüm esi buna ilk m isaldir (bk. not. 74 ). Sahillioğlu
( a.g.t., I, 35, 47 ), Spandouyn’ dan naklen n . B ayezid’in tahta g eçerk en kul
taifesinin şiddetli tepkilerine karşı, sikke tecdidlerine tevessül etm iyeceğine
dair, onlara söz verm iş olduğunu ve bu hususda tebasm m za ra ra u ğram am a­
sını da düşündüğünü büdiriyor.
104 V enedik dukasm m nizam î ağırlığ ı 3,559 g r idi ve O sm anlı im para­
torluğunda «F ren g î F lori» diye adlandırılıyordu (Sahülioğlu, a.g.t., I, 2 ). F lorin
v eya Flori, en evvel F loran sa’ da kesüm iş ve üzerinde zam bak ç içe ğ i resm i bu­
lunan altm sikk e olup, sonraları V en edik altınlarına verilen isim olm uştur
(İsm ail H a k k ı U zunçarşılı, Osm anlı Tarihi, A n k a ra 1972, I, 550).
105 İnalcık, «15. A s ır T ü rkiye İktisadî ve İçtim aî T arih i K aynakları»,
İstanbul Ü niversitesi İk tisa t F a k ü ltesi M ecm uası, İstanbul 1953-54, X V /l-4 , 63.
106 Sahillioğlu, a.g.t., I, 44.
S İK K E T E C D İD L E R İ
TA B LO
LM U R AD 'IN
y.K.e.
KOL.
ÖZELLİSİ
GRAMI
AOET
1.23
1.21
ili
1.20
1.18
İ l j Ş
1.15
“ Ş k
1.12
1.11
J 3
1.10
5 u , * - î 107
105
:3 *3 ?
0.93
*" * 8
Q30
TO P L A M -
£
£
121
150
1.19
118
İli
1.17
S ¿2
1.16
1.15
¡1
1.13
m
1.12
3
er
1.10
3
109
cd
108
ö
105
10?
1008
0.95
090
0.89
0.B0
TOPLAM
A K Ç A L A R IN IN
OMER
DİLER
KOL.
J eh
SUUAMI TOPLAM
Aon
AOEI
AOCI
ADET
ADCI
1
1-
1
1
3
2
1
1
1
1
1
1
1
1
9
1
1
1
5
2
1
5
1
1
1
3
1-
1
fi
?
1
1
1
1
m
3
cr
3
7
CD
2
.&
1
?
fi
z
2
Ş .e
1 -
1
1
1
2
5
1
1
1
1
1
1
1
3R
fi
3
1
0
/
and T h e T u rk ish R ep u b ü c, C a lifo rn ia 1977.
(2)M ichael M itch in er.Th e W orld a f Is la m , London 1977.
• 1
1
1
1
1
1
1
54
1.31
1.30
1.28
1.26
1.25
1.24
123
1.22
121
1,20
1.19
1.18
1.17
1.16 .
1.E
1.14
113
1.12
VI
vo
109
108
1J07106
105
104
KOL.
AOEI
ADCI
ADET
-
*"
<
r
a
ADET
ADET
ADET.
2
•?
fi
fi
3
3
8
6
2
2
5
6
1
2
1
m
13
5
21
17
24
26
4
21
12
10
5
2
5
5
2
1
1
1
2
1
1
1
2
?
1
2
2
1
1
1
5 "•
4
44
18
•1
2
11
1
1
• 2
1
2
3
2
230
AOCI.
1
1
2
3
2
4
7
10
13
20
1?
25
18
31
39
6
26
1
19
2
2
2
12
15
4
7
5
1
?
/ 2
4
1
2
3
1
'1
5
2
091
OTO
0.65
TOPLAM
AOEI
3
U0
101
1099
098
0 97
0960.95
Q93
092
.
BORA CHER . JEH
4CHAEL
E1KER DİLER SULUN 4hCKf£F [ORAM
KOL.
KOL.
102
•S
8
G Ö S TE R E N TABLO -
SUM U BURSA
Arkcdsji KOzm I
MûLKai. KCL.
(RAMI
ADET
1
1
OLARAK
Y.K.B.
ÖZELLİĞİ
1
1
I
AĞIRLIKLARINI G R AM
İSUNBLL BURSA DOKA
Ulıcetsji HOzad ETKER
KtzJCal. KOL.KOL.
283
5
3
2
1
1
1
2
3
1
2
23
6
7
1
8
6
329
te
00
0
e
0
ü. GURUB
LGURUB
0
TTT
H
I*
00VLGURUB
Q Q
VGURUB
Q
0
IVGURUB
0
0
m. GURUB
es w S hi
lïï
■*îï
[î
te
oo
ut
286
N E Z İH İ A Y K U T
_________TABLO
M EH M ED
ÏK .8 .
K il.
CZEllI« 65AHİ
İ< r ^
ıt e f r >
0 «
1
. 1
S
■f—
ADET
ADET
ADET
ADET
AOEI
ADET
!aoet
1
1
1 .0
119
!
1.17
1.18
I
!
V5
1.14
i...
ı
:
111
112
i
:
!
i
1.11
1.10
106
•
i
!
•
I
3
1
1
•
Iflb
1U4
"
ADET
ADET
a det
122
ı? o
1
1
1
i
0
0
2
0.41
8 0 6 -EN G Ü R İYE
1-52
1.50
1,19
118
117
114
109
5
3
3
•3
13?
5
28
2
1
3 J
1
1
2
1
!
I
1
1
107
106
105
1 04
103
4
1
119
iba reli )
(H a s b iv a T la h
2
1
119
1
1
14
25
1
? fi
1
2
-,
1
1
1
1
1
TOPLAM
1
176
?
3
3
1
5
□0w
0.69
062
TOPLAM
7
2
2
1
?
1
1
2
1
16
15
1
1
(4) ÇELİL ENDER, ENDER BİR Ç E L E B İ MEHMED A K Ç E S İ. TURK MJMİSMATİK
DERNEĞİ BÜLTENİ, İSTANBUL TSTB . I . IS -
1
1
1
â
3
15
2
4
9
3
15
3
1
5
9
2
17
4
9
2
Ç68
5
5
037
0,8b
0,85
1
1
1
1
1
10
.
11
084
u ja
1
3
1
3
UJfcü
0,81
3
3
3
i
U9l>
0,78
9
b
11
b
2
1
b
1
0
S
b
11
5
2
1
5
1
2
0.4 5
036
I|
?
?
?
14
1
1
0,4 9
U,47
2
20
R
17
J6 Ü
U6Ü
15
1
1
0,9 2
091
090
0 89
1
1
117
S e n
0,9 3
0 97
0,95
0,9 4
1
1
1
17?
118
1,12
1,10
099
098
0 97
10.99
0 7b
0,73
U.72
U,71
0,/U
1
0 75
061
3
m
093
2
1.12
109
109
1099
29
1
1
q
77
7?
m
14
2
1
115
114
77
7?
102
101
1
1 _1
1R
1
3
1
1
1
16
1?
16
14
1
70
11
2
103
1
2
11
15
10
1
48
1
120
q
q
7
13
18
4
0,91
TOPLAM
?
q
7
13
105
104
1
a so
0,88
4
9
4
?
9
US
117
1,16
1,15
1,13
1
1
1
102
055
3
4
9
4
4
1
1
1
4
3
4
4
3
ADET
2
1
1
1
1
1
1
ADET ADET AOEI
1,10
109
103
107
1,05
1
..............
'1 0 9
1
¿on
;k=*rt j« n
cks«r Sollen BftAH
?
170
11?
1,11
TARI 0
9sre
< s n ı EtU r i » r
17R
1 73
172
131
1
3
1
i
137
133
1
2
1
2
-,
2
G Ö STFRFN
ADET adet ADEl
2
i.
3
3
1
0,93
0 ,9 2
0.91
0,8 5
TOPLAM
i AOE*
2
3
3
?
1
3
\
1
102
1 ."
IV
C F I F R İ ’ N İN
A K C A L A R IN IN
A Ğ IR I IK L A R IN |E n R A ™ r i l A R A K
s u * s u ı KUZU!1 BDBA OHER tUKCER
îu jie yi L e h
HSHSELİ
Oilrr
Arlaslcfi
it i*
En itrlt) 0-;»r jSiîllB" Hrtihr»r|tO.^AH
Mil.Köl.
8 0 8 -A M A S Y A
;
1
1
1
1
A
*
1
1
V
1
418
S İK K E T E C D İD L E R İ
287
TABLO V
“FETRET DEVRİ’
MEHMED ÇElEBfNİN
AKÇALAR1N1N AGIR LIKLARINI GRAM OLARAK
MUSA ÇELEBİ'NİN AKÇbLLARİN N A URUKLARINI GRÂM OLARAK
l!
6CS7EREN TARI 0
___
. . . .
Çt35TER ; n ta £ÎIO
SUM9U BUKSA « s t » BOSA CMCR 'JCEB DMCn Jch
VKB. SUIfiU. BlASA »E r
UMCCS CUCTI JtM
Ark**». ea». 4a*». CIKCB 0Q.C» ¿KİM 1ÇC» SULUN İCRAM
«al.
ArUfl].
DB.tR ¡ENSUH âcts SULUN Mitchnf WPLAH
MJ-Kd.
Kd.
lOML M.
■M.
Kd.
Kd.
DRAMI
OICLlSİ
ADCI
ADCI
csami
B10-AMASYA
170
117
1J09
107
105
1^4
Aon
ADCI
Asn
80
ADCI
ADCI
ADCI
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
s
2
1
J
•4
1
1
1
1
1
1
1
2
2
1
TARİHİ YCK-AMASYA
ADCI
1
1
2
1
1
1
1
BURSA
10^
flRI
TDFLAM
ADCI
2
1
1
1
1
119
11fi
ins
1
1
1
OARB
fl« .
070
M
1
1
3
6
1
1
3
127
176
175
\22
122
1?ı
1
170
\«
117
<
V*
1»
U4
m
7
1
m
1p8
i
O
i
1
2
1
w
ipe
1Ib
W4
1
1JJ2
iy i
1,058
090
yoj
TOPLAM
îll
i 5
1
1
15
65
1
2
1
2
1
2
1
1
1
3
3
6
15
8
6
18
4
1,20
119
1«
115
114
o
<r
>
ta
5
ADCI
ADCI
ADCI
ADCI
1
1
1
1
1
*
1
10
7
1
:
1
3
1
1
1
3
5
2
i
1
1
1
4
12
1
7
1
1
1
1
1
1
1
1
1
.
1
1
3
b
1
1
1
1
1
1
2
15
GÖSTEREN TABLO
TUB. SUMSU BUtSA (HU
Kd.
tn d d
tt.CS
HıAAd.
IUNCCS XHSTI jcm
¿KÚK XÇ£R SULUN 10PLAM
ADCI
ADCI
0ZEUB!
ADCI
ADCI
ADCI
ADCI
ADCI
«O
2C
9
115
un
10?
101
TOFLAM
23
14
3
2
3
1
1
1
3
4
2
1
2
1
131
V5
1
08
1
1
1.12
TOPLAM
1
3
ü
•
1
1
12
3
1
1
175
173
117
115
114
113
1
70
24
13
3
ıt>
m
m
ıra
14
lifi»
V7İ
2
107
lib
104
1(S)
ıpı
055
U54
Q4S
TOPLAM
75
3
12
2
ra
( 5 - fl ) CÜNEYT OLCER ( c .g . e .. S.TEfi-SJ'de B2L TARİHLİ AKÇALAR, YANLIŞ OLARAK 822 YILINDA KESTİRİLMİŞ GİBİ GÖSTERİLMİŞTİR HALBUKİ 822
TARİHİNDE EDİRNE'NİN I MEHMEOri ELİTÇE OLDUĞU. BU TARİHTE AYNİ ŞEHİRDE
(9-TOiJEM SULTAN ( a g e ,I.A 3;'d e de AYNİ TARİHLİ AKÇALARİN
3AST1RTTİĞI
1
1
1
075
0'/U
TOPLAM
°r
1
3
1
in
1P8
1P7
104
1O53
090
1
3
1
2
3
1?
7
1
1 •
33
1
1
1
1
add
1
1
1
1
V
1
1
2
1
1
uu
1
1
1
1
1
1
1
7
1
1
1
1
14
AŞÇI
5
2
113
112
uja
1TOPIA M
ADCI
1
X&
114
5
Aoa
1
1
5
V S* .T
1,18 ' ’ ■b
' 1.17
115
1
5
Uİ
7
4
8
7
3
9
VO
i
1
1
V2
111
z
3
10
4
ADCI
177
125
172
171
8 2 4 - EDİRNE
ötu ö
TUB
PUI.
AKÇALAR1NOAN DA AÇIKÇA BELLİDİR.
822'ds CARSEDİLDĞİ KAYDEDİLMEKTEDR
I
1
j
I
!
288
N E Z ÎH Î A Y K U T
TABLO VI
I.MEHMEÖIN AKCALARININ AĞIRLIKLARINI GRAM ’OLARAK GÖSTEREN TABLO
tea.
tcKAH lareıısı
sutajL iucsa bora
îko> ıu>ca ü ten
tttoebj «b a l CDttS OİlLR JCWWN İÇt»
it*
« cm s .
flUU< 4tO*>*r
Q33
182)
JJL
(192
TOfLAM
WMCHAEL MTTCHİNER ( o g e . s 205)'DE OARB YERİ YANLŞ OLARAK
“ HALEP. OKUNMJŞTUR.
27
82) CÜNEYT ÖLÇER (PARALARLA TARİH ; I , YILDIRIM BAYEZİD'IN OĞULLARININ
SİKKELERİ, TARİH VE TOPLUM CERGİSİ.SAYI 3 .İSTANBUL 1S84,S.206)'DE
OARB YERİ YANLIŞ OLARAK «B URSA•ŞEKLÎDE OKUNMUŞTUR.
(13*1A)JEM SULTAN (G.g.e.I,5A)'DE HER İKİ OARB YERİ OE ” BURSA• OLARAK
GÖSTERİLMİŞTİR.'
S İK K E TECDİD L/ERİ
289
TARI 0 , VTT
I.M EH M E D ’IN
y. k . b
KOL
□ZELUCI
ADET
A KC A LA R IN IN
tn u a u bursa BORA □HER
ın&zcıi E1KER. DİLER
S t f
ADCI
ADCI
ADET
ADET
S
. —
ADET
ADET '
1 ?5
1 ??
1
10
4
172
171
1
1
6
• 1
7
119
118
3
1?
1
117
116
115
• 1
114
1
6
1
1
ı? o
11«
9
3
116
1
6
1
1
11?
1,10
?
4
107
106
1
m *
1J03
1
1
1
1-
12
5
■1
CO
o
1
_
1
1
1
1
.
1
2
116
1
co
113
<
1,1?
111
1,1)
3
2
1
2
5
1
1
2
4 r .
4 1 •
7
2
2
1
1
. 1
1
0,98
1
17
2
1
1
_
176
-1 7 ?
121
2
2
1
1
-1 -
1
ı? n
119
15
2
1
11«
11
1
117
2
11«
3
1T»
114
1?
1
3
• 1
1
1
7
21
7
13
6
2
1
-2
1
11?
111
9
Z)
OD
no
5-
CM
109
108
1
1
106
106
1
7
091
0,91
75
7
1
5
23
9
1
2
1
2
2
6
1?
1
1
2
1
• 1
6 '
1
1
cc
Lü
CO
CM
"CM
1.13H2
LU
116
34
1
' 1
4
3
1
1
1
1
1
-1 1
63
1
5
3
• 11 '
4
2
1
. ..:1.
1
1
1
—•
1
13
. 5 ..
.1 .
1.17
lü -
3
3
20
2
1
1
—
1
1
116
1.15
-1.14-
1
1
1
1
1
1
1
1
1
15
15
1
.1
1
2
2 -
' 4
4 r
W
2
3
1
1
1,09
1
1
2
2
1.
5
1
3
1
2
'
1
17?
_
1
1
088
096
1.21
1.70
118.
ADET
1 .
1
1,02
'1
1
2
1
15
•3
1
1
103
3
1
• 5 •
095
7
3
133
176
ADET
-t
1.07
Vb
V
3
2
ADET
1
2
- 2
1.08
1
10
1
0
1
16
2
9
5
1r
097
TO P LA M
1
1
“ir t
VB
10?
7
ADET
1
105
TOPLAM
1.
32
12
108
090
M 124
3
•
1
10?
TOPLAM
cr
1
1 09
1 •
1.10
109
102
1 059
9
2
11?
111
ADET
107
- 43
?,
-1 ,0 7
103
n
LÜ
1
2
.1
1
3
01
-
1
1
1
•
-
1
32
ÜJ
1
1
1
1
120
?
4
1,16-
r ...
ADET
1
1
11«
-1,17
------
ADET
'1 3 0
174
m
...
AOET
13?
2
2
119
.
ADET
1
TOPLAM
3=
BORA ÖMER • ÎÛKEYT İEM
ETKER DİLER ÖLÇER SULUN BPLAM
1
2
1 059
CM
CM
STATSUL BURSA
lfk*iaâ mu:*ai
1
m ?
D
Y.K.B.
KOL.
ı* n
115
114
-1
CM
CM
CO
TOPLAM
ÖZELUii CRAHI
171
<f
AĞIRLIKLARINI GR AM O LAR AK GÖSTEREN TABLO
CÜNEYT İEH
ÖLÇER SULTAN
3
1 .
10.99
1
1
0,98
TOPLAM
3
4
54
3
2
14
2
2
1
74
290
i
N E Z İH İ A Y K U T
'TABLO VDI
D.MURAD'IN AKCALARININ AĞIRLIKLARINI GRAM OLARAK GÖSTEREN TABLO
Buru Bn İMİ
C
ft
ItılK
ht
»fil _
CSuyt
b«Ü
*M
rlWdI^A*
C
a,«»¿t*. IC*AH
M
«.KM
.
alM
ı rcinur
ri M.
«
,
A
o
n
'
A
C
E
1
A
f
i
C
I
«n
Aen
Afid Aon Afin ast A
C
C
1 AfiCT’ AfiCI AD
CI AfiCI 170
1
1,13
1
1.32 1
1 |
1
175 1 1
119 1
uv 1
17 1
1
1.23
1
1
1
1
1.22
--1
3 1,1b
CQ 1,6- 1
1 2
120- -6
1
111
1
1
1,10 5
1
1 1
v.r 2
no 1 1
Su
1
1- 1
VS
1
1
nw
1
1
16 5
1
6
_AM
A
1
2
ı5
TOP
6
2
3 1(17)
5
lıi 1.14 1
1
1 2 1.13 1
t
7
16
117 17
17
1
2A O m 2
1«
i
•
12
1
61
_.
1•.
13 ıo 109
1 S
1 03 100 A
1
s.
107
1
1• 2
1
1
1
1 2
105 1
1
— •
5
5
31
2103 1.
1
1
102 3 1
5
1
037 1
»i
101
2
2
nos
1
1- 1
-1
1
1
1
0.93
097 1
1
3
ClfW
1
2
2
Q95
3 6 1 1
TOPLAM
17
1
0
9
3
.1
1
092
2
1
Q90
1:
088
2 A 2- 33
TOPLAM
75 A - 3 J
1"
1 Ld- 1120
1
3>:
V5
1
11?
1
3
.
1(18)
m
2 •
1
3
s
1 CD 1.6
105 1
TO
1
05
1 lıi 1
103
1
1.CM
2'
a?
095 1
1
090 1
TOPLAM
1
2
10
1
150
1(19)
1125
1
120
1
1
113
117
1
<
A
rU
tltf
adu
\*tL
a
aso
i7
r.
Vfi
!
. tn
m 105
103
CD
N
1
id
*
3
-
1
nqn
TOPLAM
57
n
6
1
1
2
99
1
LD
CD
V*
11A
•113
1.12
1.11
16
—
A
A
•
1
7
2
1
log­
1
ics
105
103
102
101
l-
1
1
099
Q8S
- TOFLAM
16) Cüneyt Ü ç e . Parotaria Tor¿i Ü . C Murad Denemi Sikkeleri . Tcnh Ve Toplun
(6)Cüneyt Oçer (o g m .s 255-6 )'de tuğradaki Murad b Mehemmed ibaresinde
-
1
1
2A
2
2
A
1
3
3
1
2
1
3
2
1140
.......................
\
Dergisi.Sayı 4 . İstanbul 1S84.S.253 v d ~
4ebemmedn seddesi dan S , 5 rakamı olarak okunmuş ve bu paratarn 029.i
senesinde basıldı(darı ifade edlmıştif. Halbuki paralar ürennde 5 ,Arabi rakom ile a seklinde gösterildiğinden hatalı olduğu aşikârda: i17-19)Cıreyt Ölçer (a g m s.255-6)'de Mehemmed'n şeddesi.aynı şekilde S rokam olarak gösterilmiştir
118) Cüneyt Ölçer (a g m ,s 2S4)'de Engijriye darb yeri.yanlış olarak İnegöl se ktinde okunmuştu Akça ürerindeki ibare c n Ü y 1* törendedir.
S İK K E T E C D ÎD D E R İ
¡T
291''
"
'
_ -TABLO IX
H. MURAD’IN AKÇALARININ AĞIRLIKLARINI GRAM, OLARAK GÖSTEREN TABLO
B„ ; n
TCP1
. * “*
SzuüB
5
1.10
3 |
1,09
a
«UT
MCI
«KT
1
ASCT
«K i
1
AÎCt
ASİT
120
2
TOPLAM
1
1
3
e
<
o
z
120
119
1.18
\Tf
118
1
2
4
s
z>
a
tl»«f
£7
¿cet
«CT
İ H ’
¿SCI
1
«el
V!»
114
1.12
1.11
W
U09
109
105
1JU
1
1
3
3
1
2
1
2
5
1
3
1
1
1
1
5
1
3
1
1
1
1
TPFiJİM
17
1,20
1
119
1
. 4
118
117
1
1
1.15
13
ıs
114
1,13
s
er
11
1.12
a
a
.i n
3
«i
110 ' 14
3
108
2
1
W
1,1
098
1
0.S5
TOPLAM
54
122
1
1,20
1
1.19
1
3
118
117
1
1
I.S
19
ıs
-114
113
2
112
19
er
111
1
a
VO
17
109
2
i
108
5
107
105
1.05
3
->
10.90
2
0.87
1
TOPLAM
81
1
1
1
5
2
2
2
1
2
1
3
1
1
1
4
1
1
1
2
1
4
1
2
2
2
1
1
1
T
1
1
5
1
12
4
1
19
1
1
28
3
2
.4 1
3
14
2
1
S
i.
14
3
1
1
1
1
70
1
S •
4
11
8
2
22
3
4
21
5
10
3
5
1
1
4
2
2
1
123
«n
1
¿set
ÎCKAH
«et
Ut!
İKİ
1
1.15
ıs
114
112
1.10
TOP_AM
12
1.25
1.20
1.19
1.13
117
115
115
22
1.14
1.13
112
35
1.11
1.10
1.05
1
108
5
er
107
ı/>
105
1
»i
104
1
S
1
1.03
102
3
1 .2
1
0.99
0.97
2
095
2
2
000
0E8 • 2
0.50
1
' TOPLAM
140
' Ölçtf
2
1
1
1
2
— ^—
1
1
1
3
13
1
5
1
3
1
-
1
4
6
4
32
1
7
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
- ._
7
1
23
5
*,
26
.
1
1
3
2
5
2
1
2
•>
2
21
204
292:
N E Z İH İ A Y K U T
TA B LO
n . M E H M E D 'İ N
*»f»I
X
!
A K Ç A L A R I N IN - A Ğ IR L IK L A R IN I
Bus
LrtMtefl
*
«t»»«! , 7 . .
sn AM
JOC1
AKI
AKI
GRAM
.a
ML
O L A R A K . G Ö S TE R E N
Bursa
Bar«
Iik»r
Saar
AKI
ATÇI
AKI
*«*»11
ASİT
*«*1
im
Aceı
1
1
s
1
104
1
i
1
1
3
V«
QS7
1
1
1
1
1
1
s:
ins
104
im
10? •
101
1
1059
TOP AM
119
1,12 v.
1
3
3
1
1
2
1
I
109
109
ta
106
VS
1|04
103
102
ıo ı
1099
038
Q96
094
090
098
TOP!A M
1
2
4
1
2
2
1
1
1
2
1
1
1
1
1
1
5
1
1
2
z
a
75
1
1
1 - 1
.
4
2
1
3
4
7
1
3
12
1-
52
4
12
13
AKI
Sı»Un
Udhar ckam
AKI
ASCT
1
3 •
*
1
•1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
1
2
2
2
6
19
4
21
1
1
1
1
20
1
u
3
1
1
3
059
099
1
üfb
TOP AM
17
30
2
1
1
iri
054
097
090
088
TOPIAM
1.10
vs
107
105
5
102
3
1-
. 7
1
1
1
1
1
1
1
1
1
5
1
1
s
097
Q96
Q95
094
•S
093
092
090
ORfl
Ç84
080
TOPlAM
105
D
O
7
1
4
5
1
1
1
1
-1
1
1
1
u
1|~
10
2
0.99
095
092
090
Q89
Q95
092
TOPLAM
4
1
1
1
1
1
3 -
1
4
5
.
1
1
J'r
21
27 '
22
5
1
1
1
46
1
1
2
1
4
1
ms
1
2
9
t
S
6
1
1
7
1?
2
1
6
1
1
1
84
1
5
3
39
!20) Cüneyt Ölçer . Purolarla Tarih; H .E.Mehmed Denemi Sikkeleri.
2
7
1
11
2
E
O
QSS
095
094093
092
090
086
065
063
060
TOPLAM
4
5
6
2
3
3
1
1
2
1
2
2
ti»
6
3
•3
1
2
1
1
1
24
39
ase
1
o
095
1
S
090
3
5
2
1
2
7
1-
2
34
15
1
2
1
1
1
1
3
4
1
21
5
24
5
6
17
2
3
11
7
3
2
1
2
170
2
1
2
\
5
1
1
TORAM
30
5
2
18
9
12.
4
5
11
2
1
2
2
1
1
1
88
1
•
2
1
1.02
1
1
1
1
1
.1
1
13
1 •
1
. 1
3
1
1
1
1P4
103
102
1
1
1
l
1
1
1
1
4
1
2
3
1
1
s
1
AKI
1
3
g
§
I
m
1
1
099
057
i
103
1099
097
$
096
S
09S
09?
ın
091
o
090
Q89
o e?
TOP AM
1p5
103
101
1
1
1
099
Q97
095
095
094
093
092
Q90
089
065
082
TOP AM
2
855-ŞEREZ
1
1
1
1
1
1
1
6
1
1
1
3
4
3
1
2
2
1
19
1
1
1
2
2
4
5
S
8
10
11
4
-
1
12
Aon
1
1
104
103
102
10
1
1
1
7
7
3
6
7
8
7
6
4
2
1
“5 .
i
i
*ar
«en
M.
feuffi
äf
TABLO
1
5
1
2
2
2
3
3
2
1
10
5
6
9
4
9
2
24
15
2
6
1
1
1
59
S İK K E TECDİD L/ERİ
TA BLO
293
X I
I .M E H M E D ' İ N
A K C A L A R IN IN
A Ğ IR L IK L A R IN I G R A M
O LA R A K G Ö
T.K.&
Y.K-B. / Mcakut Buna
ArkaeMji MCscıI Et»«
Dfl»r
OK«
Bultüt 10*AH
LrkMtojl MUnJ
1BUUL
kel
ÖlCilBİ (UM
M&Z-KaL
SUUDİ «AM
Î
<
096
055
09i
093
0.91
090
069
Ofifl
1
■5
1
4
Qffi
i
İK İ
1
AKI
ACE1
ADCI
ADCI
ABEl
1
1
4
3
1
<
4
1
2
1
1
1
1
1
082
060
1
-1
1
AM 095
09i
093
20
3
m
1
1
-10
1
3
1•
?
2
7
—
1
2
S
2
2
0.91
Q90
-3
1 -. -4 OTO
- —
008
3 - * î
087
085
-1
QB2 - - 1
1
080—
1 078 1 -TOPLAM
9
2
5
16
• 108- - 1 1
101
11
2
-098097. .
1 ..
. .S —
. . _ .0 9 6 ..
8
095
23 - - 4
1
09i
n<n
17
.4
n<»
4
5
- 7
091
5
5
090
6
1
9
16
089
3
1
a ; 088
2
2
4
S
087
1
066
085
1
5
3
06i
1
s
083
2
062
1
080
1
IV/b
1
0,53
2
050
"0.45
0,45
2
042
041
040 •
5 •
TOP AM
18
2TU
51
108
2
105
15
— .
0992
Q98 18 •1
097
4
096-15 Û95- 91
094 -093
85
•2
... -Q92
11 6212
091 - ._.
-I 18
16
Ld
090
1
42
-101
34
.
v
.
.
089
-1
•
18
.05
3
.088 . 23
2 .:25
.
1
007.
2
1
3
g
085
1
2
085
4
3
083
1
082
2
001
080
1
2
073
1
076
075
1
TOPLAM
90
6
451
106
ae
.
Asn
2
1
1
10
2
7
3
5
1
2
1
1
1
1
S
ADR
865'- '
KASTAMONU
ADCI
1
1
1
--
4
1
—
-
•
-
T)
2
1
2
1
1
1
1
1
_
-1 -
.
_
.
34
3
12
1
2
9
1
2
2
1
1
•
-
095
n<»4
ş
OTO
o
092
091
0,90
085
084
082
TORA M '
105
101"
___“
_
1
1
7
1
4
1
2
3
1
5
180.
7
-
—
•-
1
2
1
5
1
.1
1
2
1
12
1
5
2
19
4
15
92
1
88
fi?
37
160
27
59
7
5
17
7
2
1
3
2
1
3
668
091
090
089
_
5
2
1
2
2
3
1
2
2
4
2
7
1
1
5
1
3
32
2
1
1
44
1
5
l-
n«w
097
096
096
094
n<n
092
091
y
ı .
090
<o
089088
0.B7
085
-083
081
-TOPLAM
102
101
1093
097
096
095
OTO
_
— 5-
1
1
1
1
1 •
1
2
4
3
- 20
3
69
1
5
-
*
2
11
3
1
1
- 1
234
-1
1
5
- 8
•• 7
6
1
1
23
13
82
7 -
Ki
ı-
1
1
32
2
1—
------------... . .. - -
t
4
13
6
1
3
ADCI
1
098-
-İŞ
3 '
1
• 1
3
2
6
—827
1
21
16
10*.AM
ADR .. ADR
ago
1
-
070
-2
.-*1
1
3
1
2
3
o
ADR
\-
102
101
1
1
2 1
1
- -----
«SCI
.
fi
1
KM.
TOP AM •
2 -
2
ADCI
STFRFN
T û R |0
B«a
S~r .
Ettor Dilır
Sütten
m.
Kri. '
2
1
1
13
1
2
161
3
1
1
287
1
1
2
3
..3
6
21
42
*0
11
43
4
Ui
085
Q83
0.02
081
080
078
077
075
TOPLAM
7
2
1
1
4
28
2
_ .
111
28
_
1
1
1
178
1
.. __
- -
_
—
294
N E Z İH İ A Y K U T
n
MEHMED1N
yk . il
özaüti HAMİ
£
*
O
>
-
MeıM
UM *#
H3z.nL
Buru
MQ»M
KM.
Sar*
Clter
KM.
ADCI
ADCI
Aon
TABLO XH
_ARINİN tKIRLIKLARINI GRAM OLARAK GÖSTEREN TABLO
Oh
H ır
KiL
Cümjt
& fr
JIB
YK.B.
Kıl.
TOPLAM
KCUiİİ
HAMI
üt*nkııl Buna
ArtMİıJi H iak
MürJtM. ' KM.
İm
Ctkır
KM.
a~ r
D.kf
KM
C&Mfl
Ös»r
J.o •
Sullan'
W1A"
ADCI
ADCI
ADCI
AOİn
ADCI
. ...
adci
û
l096
1
1
091
1
3
Acn
ADCI
1
2
I
1
1
2
4
3
1
1
2
1
006
1
.
ADCI
•1
2
090
095
095
093
092
5İ
<
.
VW
089
080
007
2
1
2
13
1
1
3
S
1
2
1
3
14
1
2
1
1
10
1
3_
6
27
1
1
2
1
3
2
2
2
1
31
1-
1
4
- -
1 4
1
2
3
- 52
2
1
15
1
1
S
31
1
1
4
44
26
8
46
2
4
1
1
1
3
2
1
3
5
1
2
3
4
S
3
5
2
1
1
1
1
1
17
4
1.
1
12
2.
1
24
1
1
1
2
1
3
1
1
6
1
3
2
-3
-1
1
2
7
6
2
2
1
- 1
2
1
2
. tü
942
973
e s
880
8.75
873
8^5
832
101
t098
096
2
4
9
S •
l- '
098
097
096
09b
094
093
092
091
Ş .
090
089
088
K
<a
097
086
085
083
092
080.
l TOPI A M
097
QS3
Û91
090
s
088
087
095
R
091
TOPLAM
‘ 7
1
2
1
3
11
3
4
4
0«
084
1
083
1
Q82
TOP A H
11
-1.—.
..
098097
-096
— • •_
095
- ■
094
093
092
tn — 091
7
3 " 090
0M - — '-- 1
-R 088
087
•1
085
082
1
_
.
-Q81—
Q4V
TORLAM
-10
_
101
2
1
1
1
1
' 1
10
'ADCI
1
1
— TOP LAM —
ADCI
1
1
1
1
41
1
3
7
27
1
S
2
3
15
2
4
2
4
1
Q94
093
097
091
090
S
£
089
098
097
ORB
n s
084
082
080
076
Q75
TOP .AM
3
2
1
14
ADCI
1
•
Jj.
— o7—
1
—
-5
S
t/j
5t;
936
1099 098
097
096
095
094
093
092
091
İV
090
z
■ 089
088
1
3
087
82
086
ÛS
1
CIRT
2
092
7
1
078
076
5
075
33
TOP AM
1
48
1099
33
11
098
097
62
8
096
14
095
3
094
4
093 5 Q92
1
091
I
Q90
2
Q89
2
§
Q88
743
•087
.
095
Q83
081
3
080
TOF A M
.
3
2
ADCI
----
7
2
7
1
2
1
1
2
1
1
14
10
4
3
1
-
1
25
1
3
9
7 3
-
1
1
31
1
5
11
11
1
1
111
6
1
3
4
1
47
4
112
42
9
1
• 3
5
33
—
2
1
39
3
5
222
4 •
2
16
1
10
4
5
1 \
1
4
5
1
1
1
1
1
1
1
1
1
46
4'
308
1
1
17
5
1
. 15
1
1
1
3
4
1
1
3
4
6
18
1
1
8
1
1
17
65
16
6
2
7
11
7
1
1
1
1
. 1
123
1
3
5
1
-
1
1
1
1
1
1
12
2
83
12
2
1
S İK K E TECDİD LıERİ
295
TABLO XM
IJ-1EHNED’İN AKÇALARININ. AĞIRLIKLARINI GRAM OLARAK GÖSTEREN TABLOTXB.
Kst .
bhııbul
ArMaji
Müutat
DZCLLSI fiSAMI
aoci
1
.
adci
.
S ın «’ - Bare
Hteti
£tk*r
Kat
ADCI
Onar
Oiar
Kat
COmjt
Ölçar
ADCI . AOCt
AOO
TOPLAM
Y.K.EL
KaL
lahntul
trtrtafl
KOUtrf.
Müjaıl
Kal.
Sara
Etkar
KaL '
Onar
Kal.
Aoet
AOCT
ADCI
ADCI
ADCI
e U Lltİ CftAMI
1(21)
W ?.
SıAhn
ADCI
ADCI
■
Cfinayt
6«i.r
Sulha
ISKAM
AOCt
AOCt
ADCI
-1
§
1 . -
070
1
i .
TOP A M
1-
a72
a
1
1
1
TOPLAM
«■
10
S
Si
§
ta 8 .
a68
TOR AM
1
1
1
Q75
1
048
1
- 1
1
1
1
2
1
1
5 -
1
3
2
4
1
1
2
9
1
8
2
1
46
1
1
1
1
2
1
3
4
_
_..
1
6
1
10
1
1
5
7
1
29
1
1
i
TOPLAM
20
1
..
bastırıldıkları iddia edilmektedir. Halbuki 9 6 H.tarihlerine kadar'
beş rakam ı * Q » seklinde kullanılmış , s ı f ır , rakamı o »ta r 2inda
yani Arabi 5 rakamı gibi yazılmıştır. Ancak bu terlilerden
sonra Arapça sıfır ra k a m ı,b e s rakam ı itibâr olunarak sıfır
da bir nokta İle gösterilmiştic Bu bakımdan akçaların tarihi
hatalı aktarılmıştır.
4
1
1
TOPLAM
2
2
0.77
1
1 ~
0.80
076
1
1
•2
078
U)
0.75
2
1
3
077
2
OL
07 4 •
1
1
2
076
z
cc
073
3
3
075
3
'
a
Q72
1
1
11221
3
074
070
1
073
1
1
i
065
1
1
072
2
TOR A M
6
1
1
2
1
5 •
16
Q71
• 1
1
0.79 • • 2
070
1 •
2
£
07S
1
•TOPLAM 1
12
076
K23)
1
Q61
%
MS
3
1
4
Q80
1
074
ÜJ
1
1
Q7B
11
072
1
1
077
1
'
067
2
2
076
1
065
CD
1
|
1
075
6
(/I
Q63
1
1
074
. _ .
- TO P LA M 7
2 11
14
3
073
2
_
.
Q782
07 2
4
2
o
o
076.
1
1
0 70
2
OVb
4
1
068
2
2
3
10
N
flRR
074
22
' ll)
073
1
1
TOFlA M
2
30
ü>
- 2 - ■ 1
072
1(24)
4
nsn
1
071
1
1
079
1
1
0.62
1 -■
1
078
5
TOPLAM 14
3
1
3
23
-2
Q76
075
9
060
1
1
&
o
074
079
1 1
o_
?
•
078
1073
• 1
2
m
072
3 _ SC
075
2
1.
1
4
071
075
1
2
3
•
072
070
O
2
2
S
TOP A M
19
Q71
1
1(251
2
2 •
070
N
‘ TOPLAM
9
2
- 2
1
2
076
a
tn
tarzında kızdırılmıştır. Cüneyt Olçer_ (Ü .M ehm ed Dönemi
072
S ik k e le ri,s .3 2 9 )’de o=S kabul edilerek bu akçalann 885‘de
2
.
2
UJ
074
TOPLAM
QB2
Q76
û .Q75 •
sc
074.
tn
o
073
072
S?
071
Q70
TOPLAM
1
--
1
1 1
4
1 ..
1
1
1
1
1
9
1
1
2
1
1
1
1
1
1
1
s
1
2
2
1
2
6
296
j N E ZİH İ A Y K U T
SİK K E TEC D İD L îE R İ
TA B LO
086 -NOVAR
060
Q79
0.78
0.77
076
0.75
0 .74.
0.73
0.72
0.71
0 70
0 59
0.68
0,67
0.©
A0E1
Kol.
Kol.
A0E1
AOET
ADET
1
1
1
1
1
2
1
1
1 •
1
053
0.49
0.48
TOPLAM
0.80
0.79
078
077
076
0.75
Q74
0,73
0.72
071
070
0.59
0.68
0.67
0.66
065
0.64
TOPLAM
5
9
7
17
29
16
3
3
2
2
2
3
1
39
1
24
2
11
36
2
2
59 '
5
7
8
1
1
2
4
jem
• Sultan
' AOEI
î
158
4
1
1
1
1
1
1
2
3
9
9
3
32
7
18
19
1
5
2
5
2
1 ■1
1
1
1
2
2
1
2
2
1
21
31
15
9
38
17
17
7
1
4
5
1
1
10 221
1
2
2
2
2
2
6
2
4
1
1
2
4
11
1
3
4
2
8
4
1
2
1
1
7
4
7
17
5
7
10
2
10
4
1
3
1
1
1
23
3
4
48
82
1
ADET
ADET
ÖZELLİSİ
TABLO
Öner
Diler
ADET
1
1
2
2
1
1
1
3
___.
ADET
TOPLAM
ADET
1
2
5
6
2
1
5
33
1
. 1
V
1
•1
1
3
5
2
4
2
1
12
1
1
3
2
9
8
1
fi
4
4
7
3
6
1
14
3
1
1
1
1
1
•
39
2
5
AKÇALARIN IN
MAKİ
ADET
'
Sultcn
1
1
1
1
1
23
Y.K.B.
Kel.
4
6
1
1
1
1
1
408
1
2
6
ADET
İstanbul
Arkeoleji
HuAKoL
ADET
42
4
ASIRLIKLARIN I GRAM
O LA R A K G Ö ST ER EN
4
9
2
Bora
Ether
Kel.
5
4
5
074
0.73
CEM 'İN
1
4
11
78
1
166
11
18
HülKol
Buna
Hüx«»ı
Kel.
1
072 .
0.64
0.58
TOPLAM
0.80
079
078
0 77
Q76
075
Q74
Û_
073
o
X
0.72
V)
o
Û71
(O
070
3
059
066
065
0.60
0.57
TOPLAM
3
2
6
1
4
6
2
1
«■30
84?
14
18'
18
33
16
5
3
1
ADET
080
078
0.77
0.76
0.75
0.74
cr
0.73
0.72
(O
070
§
0.69
06 5
0.60
TOPLAM
11
12
. 1 0 '.
6
10 •
İtten b j
Arkeoloji
6RAHI
ADD
1
1
O L A R A K G Ö S TE R E N
YX.B.
KsL
TOPLAM
ÖZELLİSİ
1
3
11
11
10
4
22
1
0.64
0.63
062
0.61
0.59
0.58
055
0.55
886- S E R E Z
Ollor
806
886-KRATOVA
058
057
0 54
0.46
TOP .AM
Boro
Etker
MQzJCot.
ADET
Û81
0.80
079
070
077
07R
Q75
074
Q73
0.72
071
070
Q69
06fl
0.67
065
063
062
060
Buna
Hüntl
TRABZON
ÖZELLİSİ 6SANI
trtanbul
Arkaoleji
TABLO
Diler
Kel.
ADET
Jtm
Sultan
TOPLAM
ADET
ADET
I
Y.K.B.
Kol.
XV
AĞIRLIKLARINI G R A M
886-BURSA
n.B A Y E Z İD ’İN A K Ç A LA R IN IN
297
4
3
1
2
10
92
i
DALTABAN MUSTAFA PAŞA
AbdülkadAr Özemi
XVÜ, yüzyıl sonları ile X V İli. yüzyıl başları, Osmanlı devleti­
nin pek bunalımlı dönemlerini teşkil eder. İmparatorluğun, dışarıda,
Karlofça Andlaşması ile sonuçlanan savaşlarda büyük toprak kayıp­
ları vererek artık gerileme devresine girdiği bir sırada, bu felâkete
içeride, Osmanlı tarihlerinde «Edime Vak’ası» veya «Feyzullah Efen­
di Vak’ası» olarak geçen bir buhran dahi eklenmişti. Bu buhranlı
yılların tarihi araştırılırken, devrin mühim olayları hakkında yapı­
lan monografik çalışmalar kadar, önemli mevkilerde bulunmuş şa­
hısların biyografik tetkikleri de müstesna birer inceleme konusunu
oluşturur.
Daltaban Mustafa Paşa, yeniçeri ağalığı yapmış, bazı eyalet vâliliklerinde bulunmuş, batıda ve doğuda, ordu seraskeri olarak,
önemli mevkilerde küçümsenemeyecek fâaliyetlerde bulunmuş, veziriâzamlık makamına getirilmiş, bu arada adı bazı menfî hâdiselere
karışmış, hulâsa, devlet dümenini kısa da olsa elinde tutmuş biri ol­
duğu halde, küçük bir iki çahşma dışında1 biyografisi müstakil ola­
rak ele alınmamış bir şahsiyettir. Bu monografik çalışmada, onun
biyografisi, bilhassa siyasî hayatı üzerinde durulacaktır.
1 A h m ed R efik , «D altaban», Y edigün (19.6.1935), s e n e : 3, s a y ı : 119,
sa. 12-13; Y . Öztuna, «M u sta fa P a şa (D altaban)'», T ü rk A nsiklopedisi, X X IV ,
A n k ara 1976, s. 499; Y ıln ur U ral, D altaban M u stafa P aşa’m n H a ya tı v e Siyâsi
Faaliyetleri, T arih m ezûniyet tezi (1966), İstanbul Ü niversitesi E debiyat F akü l­
tesi, T arih Sem iner K tb. nr. 893.
300
A B D Ü L K A D lR Ö ZC A N
/
Daltaban2 Mustafa Paşa, bir rivayete göre Istranea civârmda
Petriş köyünde3, bir başka rivayete göre ise Manastır’da4 dünyaya
gelmiştir. 1704 yılı başlarmda, katü sırasında yaşı 50 dolaylarmda
bulunduğundan5 Mustafa Paşa’nm 1654-55 yıllarında doğmuş ola­
bileceği tahmin edilebilir. Çocukluk ve ilk gençlik yıllan hakkında,
pek bilgimiz yoktur. Bununla beraber genç yaşta Kara İbrahim Paşa’ya intisab ettiğini,, onun karakulağı6 ve inehterbaşısı7; veziriâzamlığmdan sonra da telhisçisi8 olduğunu biliyoruz. Bu vazifeye tayini,
kendisinin okuma-yazma bilmeyen câhil birisi olduğu yolundaki ithâmlarm9 garazkârâne olabileceğini akla getirmektedir. İbrahim Pa2 Günümüzde pabuçsuz, çorapsız, yalın ayak gezip dolaşan; m ecâzen ise
görgüsüz, k ab a kim seler için kullanüan (R eşad E k rem K oçu, İstanbul A n s ik ­
lopedisi, İstanbul 1966, VİLL, s. 4216) bu sıfatı, M ustafa Paşa, tebdü -i kıyafetle,
çoğu zam an şehir içinde y a y a gezm esi ve hızlı hareket etm esinden dolayı alm ış­
tır. (B k. B erlin 'D ev let K ütüph an esind eki m ü ellifi b elli'olm a ya n osm anlı Tarih’i,
n iv H s . 216, vr. 205a; D im itri Kantem ir,- Osm anlı İm paratorluğu nu n Y ü k se liş v e
. Ç ök ü ş Tarihi, çev. Özdem ir. Ç ob an oğlu ,, A n k a ra , 1980, >m , 467; ondan naklen
Joseph von H am m er, H istoire de l’E m pire .Öttom an, ,’xrrr, Paris. 1839, s. 11. A n eäk, H am m er bu rada K an tem ir'i h ata yapm a k la itham etm ekte, M u sta fa P a şa ’- îiih! -bıi; sıfâ tı - dar tabânlı öiifnâsmdah dolayı aidiğm'ı ileri sü r m e k te d ir;" M eb•med Süreyya, Sicitt-i O sm ani (SO) , İstanbul İ308-İ315- IV) 4 İ 2 ).
1
î.
3 Berlin’ deki yazm a Târih, 205a; Şeyhî Mehmed, VekayiiL’ l-füdalâ, B âyezid
D evlet K tb. Veliyüddim E fe n d i,'n r. 2362 n /l ;; 1 1 0 a ; ondaiı naklen'jSO , ;göst. yer.
H am m er’d e rP etreşik,şeklin de g eçen burası M anastır civarında bir, k ö y d ü r ,(H istoire., göst. y e r ).
4 O sm anzâde Tâib Ahm ed, H aM katü’ l-vüzerâ, İstanbul 1271, s. 126; H afız
.H ü zey in A y va n sa ra y î, 'V efeyât-ı Selâtîn v e M eşâhîr-i R i c â l , F ah ri Ç. Derin,
İstanbul 1978, s. 72; Şem seddin Sâmi, Kam usü’ l-A ’ lâm, İstanbul 1316,. :VI,' ,4306.
5 Osm anzâde, ayn ı e se r, s. 127; K . A ’ l&m, VI, 4307.
6 K arakulak, vezirlerin, yen içeri ağasının ye bostancıbaşm m hizm etinde
■bulunan 've em ir çavuşu, h ab erci yerinde kullanılan bir terim dir (M . Z eki P âkâ-lın,■ OSTnanlı Târih D eyim leri v e T erim leri Sözlüğü, H ,-İs ta n b u l' 1971, s. 198).
_ i, 7 B erlin’deki yazm a (bundan böy le «an on im Tarih» diye a tıfta i.bulunula­
c a k t ı r ) , 2Q5a; O sm anzâde, kezâ , s. 127.
^ , . . . r s,:
r: v T:
£8 Şeyhî, aynı eser, 110a; SO. IV, 412. K antem ir sehven K a ra M ustafa P a ­
şa ’nm telhisçisi olduğunu belirtm ektedir.
9 A non im Tarih, 205a; H am m er, keza , XITI, 11, 76; K . A üd m , V I, 4306;
T ü rk A nsiklopedisi, XXTV, 499; İsm ail H âm i Danişm end, İzahlı O sm anlı Tarihi
K ronolojisi, IH , İstanbul, 1972,. s. 486. B ilindiği g ib i,. sadrâzam ların padişaha
sundukları arz v e tezkirelere t e 1 h î s adı verilirdi: H u lâsa edilm iş m ânasına
gelen bu tür yazü arın g a y et a çık ve .güzel ifâde edilm iş olm ası gerekirdi. B jı arz­
la rı sa ra ya götü ren vazifelüere t e l h i s ç i denirdi (D ah a geniş bilgi* için bk.
D ALTAB AN M U STAFA P A ŞA
301
şa’nın 1094 yılı sonlarında. (1684 başlan) sadârete getirilmesinden
sonra kapıcılar kethudâlığı, kapıeıbaşılık ve mirâhûr-ı sânilik görev­
lerinde bulunmuş olan10 Mustafa Paşa 1101 (1689-1690) senesinde11
cebecibaşı12 1103 rebiiilevvelinde (kasım-aralık 1691) ise Eğinli
Mehmed Ağa yerine yeniçeri ağalığına tayin edilmiştir?3. 1103 ra­
mazanında (mâyıs-haziran 1692) Niğde ve Kayseri mutasarrıflığın­
da bulunmuş14, aynı sene zilkadesinde (temmuz 1692) Babadağı ta­
raflarında düşmana karşı koymakla15 görevlendirilmiştir.
'
Babadağt muhafızlığı
.
Bu sırada gerek düşmanla gerekse Kırım tatarlarının bazı taş-’
kınlıklariyle uğraşmış16 olan Mustafa Paşa, zor durumda bulunan
Kameniçe muhafızlarına ait zahireyi götürmekle mükellef Şehbaz
Gifay’ı denetlemek ve yolda yağmalanan zahireyi- tedarik ettirerek:
adı geçen kaleye ulaştırmakla vazifelendirilmiştir17. Anadolu valiliği
e .
■
c .
Babadağı’ndaki hizmetleri beğenilen Mustafa Paşa 1107 (169596) yılında Anadolu vâliliğine getirilmiştir18. O sıralarda Anadolu’Cengiz ' Orhdnlu, OsmanlI Tarihine A id B e l g e l e r : T elhisler, İstanbul 1970,
ss. x x m - x x r v ) .
10 Şeyhî, kezâ , 110a :
11 O sm anzâde’y e g öre 1102’de (s. 1 2 6 ); kr§. SO. TV, 412.
12 R âşid M ehm ed, Tarih, II, İstanbul 1282, s. 176. Şeyhî’ye g öre b ü -m e v -,:
kîye R um eli beylerbeyiliği payesiyle g etirilm iştir (110a).
13 Şeyhî, göst. y er; Osmanzâde, ayn ı eser, s. 126; SO. göst. yer.
14 Bu v a zifesi sâdece Şeyh î tarafın dan ( H / l , 110a) 'belirtilmiştir.
15 A bdülkadir Özean, D efte rd a r Sarı M eh m ed P aşa, Zübde-i V ek a yiâ t, Tah­
lil v e M etin, basılm am ış doktora tezi, İstanbul Ü niversitesi E debiyat F a k ü lte si,.
T arih Sem iner K tb. nr. 3276, İstanbul 1979, I, 5 8 6 Osmanzâde, göst. y e r; Şeyhî,
göst. yer.
. 16 evâil-i rebîülâhır 1106 ('kaşım 1694 son la rı) -tarihli hüküm , B aşbakanlık
Osm anlı (B O A ), Mühinvme D efte ri, CV, 28.
17 evâsıt-ı cum âdelûlâ 1106 (1694 sonları - 1695 b a şla n ) tarihli .hüküm,
kezâ , s. 78.
18 Osmanzâde, H adika, s. 126; Râşid, II, 376, Şeyhî’ye g ö re bu m ak am a
1108’de tâyin edilm iştir (110a). Halbuki, A nadolu vâlisi sıfatiyle kendisine 1107
tarihinde gönderilm iş b irçok hüküm ler bulunm aktadır {M ühim m e, CVI, 131,
A B D Ü L K A D ÎR Ö ZC A N
302
daki mahlûl timar ve zeametler usulsuz olarak, hak etmeyenlere tev­
cih edilmekte idi. Bu durum kendisine hatırlatılan Daltaban’a, ilk-;
bahara kadar 5000 eebelü hazırlaması emr edilmiş19, bu arada ken­
disinden, halka zarar veren eşkıyaları şer’an izale etmesi istenmiş-.
tir20. Ancak, o sırada reayaya zarar verenler sadece eşkıyalar değil­
di. Sancak beyi, mutasarrıf, voyvoda ve mültezim gibi yüksek de-,
reçeli devlet hizmetlileri de, haksız yere aldıkları paralarla ahaliye
zulm ediyorlardı. Hatta, bunların; arasına, beylerbeyi sıf atiyle. Mus­
tafa Paşa’nın adı da karışmıştı. Eşkıya teftişi bahanesiyle, Mustafa
Paşa’nın haksız yere para aldığı yolunda aleyhinde şikâyetçiler çık­
mıştı. Kendisine gerekli ikaz yapıldıktan sonra21, bu yılın sonların­
da sefer için.Edirne’ye.hareket etmesi emr edilen Mustafa Pâşa’dan22, ayrıca Balıkesir ve Uşak taraflarındaki isyan ve karışıklık­
ları bastırması23; 1107 ramazan ayı sonlarında (nisan 1696 sonlan)
gönderilen bir fermanla ise, 1000 süvari tedarik etmesi istenmiştir.
O sırada, sefere çıkacak her nefere 15’er kuruş bahşiş, 5’er kurıiş
da yollarda gerekli ihtiyaçlarına karşılık olmak üzere toplam 20’şer
kuruş tahsis edilmiş24 ve gönderilen bir başka fermanla hemen Edir­
ne’deki orduya katılması emr edilmiştir25.
İL Mustafa’nın bu seferinde başarılı hizmetlerde, bulunan Dal­
taban Mustafa Paşa29 Sava nehri yalılarındaki kalelerin fethi ile gö­
revlendirilmiş27, maiyyetindeki toplam 24630 piyade ve süvari kara
146, 215, 281). 1106 şevvali sonlarında (haziran 1695. ba şları) B abadağı’nda
başbuğ ola ra k E lhâc Y u su f P aşa görülm ektedir.
19 evâsıt-ı rebîülevvel 1107 (ekim 1695 son la rı) tarihli hüküm , M ühim m e,
CVI, 295.
20 evâh ır-ı rebîülevvel 1107 (kasım 1695 so n la n ) tarihli hüküm, k ezâ , 300.
21
evâü -i receb 1107 (şubat 1696 o r ta la n ) tarihli hüküm, M ühim m e, c v m ,
22
evâhır-ı receb 1107 (m a rt 1696 başları) tarihii hüküm, M ühim m e C V m ,'
23
24
evâü-i ram azan 1İ07 (nisan 1696 başları) tarihli hüküm ler, kezâ , s. 176,
2
evâhır-ı ram azan 1107 (nisan 1696 başları) tarihli hüküm, kezâ , s. 193.
25
ayn ı tarihli hüküm, s. 213.
26
evâsıt-ı sa fer 1108 (eylül 1696 ba şları) tarihli hüküm , kezâ , s. 397.
27
aynı tarihli hüküm, s. 402.
87.
121.
186.
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
303
askeri ye donanma neferleri ile Mörevik palankasını ve daha birçok
yerleşim merkezini kurtarmıştır28,
.DiyarbeMr beylerbeyiliği
>
Daltaban Mustafa Paşa 1108 yılı başlarında (1696 ortaları)
Diyarbekir vâliliğine tayin edilmiştir29. Bu görevi sırasında da hal­
ka zulin ettiği yolunda hakkmda şikâyetlerde bulunulan Paşa30 1108"
sonlarında padişahla birlikte sefere çıkmakla va'zifelehdirilmiş ve
kendisinden acele, eyalet askerleriyle Sofya’da orduya iştirak etmesi
istenmiştir31. Mustafa Paşa Sofya’ya geldiğinde, pek çok kimsenin,
kendisinden, haksız yere mallarını aldığı, kendilerini habs ve zulm
ettiği yolunda şikâyetlerde bulunmaları üzerine, şeyhülislâm ve ka­
zaskerler huzurunda muhâkeme olunmuştur32. Şikâyetçilerle yapılan
yüzleştirmelerde suçlu bulunan Paşa, haksız yere aldığı malları geri;
vermeye ve ölüme mahkûm edilmiştir33. Ancak, Mustafa Paşa, baş­
ta devrin şeyhülislâmı Feyzullah Efendi34 olmak üzere, ,■padişahın
28 evâil-i rebîülevvel 1108 (ekim 1696 b a şla n ) tarihli hüküm , k ezâ , s. 410İ;
Fm dıklılı M ehm ed A ğ a .,N u sr etn â m e , M anisa Î1 H alk K tb. Ç aşn igîr k ısm ı nr.
723’ün T ü rk iyat Enstitüsü (A ra ştırm a M e rk e zi)’ deki 207 n r , ile k ayıtlı fo to ­
kopisi, 61a v d : Râşid, H , 376, 382; Zübde, H, 784.
29 Râşid, II, 382; Osm anzâde, JBadîka, 126; Şeyhî, ayn ı e ser, 110a; SO.
IV, 412.
:
30 evâü -i zilkade 1108 (m a yıs 1697 son ları) tarihli-hüküm , M üh im im e,CX, '■
s. 10.
31 K ezâ , s. 15.
32 O tarihlerde İstanbul’d a .bulunan v e D altaban’ın dostu ola n K antem ir,
eserinde, M ustafa P a şa ’nm, kendisini, «A n adolu ’ dan fa z la v e rg i .topladığım, an cak
bu p a ra la n kendi kesesine k oym ayıp, orada ki -askerî birlikleri ıslâh etm ek ve
sayılarını arttırm ak için kullandığını» söy leyerek savunduğunu ¡belirtir. K antem ir ’ devam la, devrin veziriazam ı Elm as M ehm ed -P aşa’nm D altaban P aşa’y ı ;
kıskandığı için sürgüne yolladığını, yazar. H âdiselerin çağdaşı olan R om en y a ­
zar, M u stafa P a ş a h akkm daki n e fy yazısını, sadâret kethüdasının odasından
kalem e alınırken bizzat gördüğünü, dostunu durum dan haberdar ettiğini, onun
da, «ba n a gösterm iş olduğunuz dostluğa teşek kü r ederim . B abanıza y apm ış o l­
duğum hizm etlerin hâtırasını m u h afaza etm eniz hoşum a gitti. Bununla beraber
benim için kaygılan m ayın. Zîrâ, belki A lla h toöylece beni ölüm den k u rta ra ca k tır»
şeklinde cevap verd iğin i ilâ ve eder. (ş. 468).
33 Zübde, ss. 809-810; R âşid, H , 403; H am m er, XJLİİ, 12.
34 Osmanzâde, H adika, s. 126; K . A ’ lâm, s. 4306.
;:o
A B D Ü L K A D İR Ö Z C A N
304
öteki bazı yakınlarının35 şefaatiyle idamdan kurtulmuş, sadece Ne­
zaretten azl ile mallarına ve yanındaki 100 kese36 akçe parasına el
konulmuş, kendisi de Bosna smırmdaki Poçitel kalesine sürülmüş­
tür37. İstanbul’da 74 kese parası da müsadere ■edilen:. Daltaban’ın
m allarının, değeri pahasından satılması ve borçlarmm ödenmesi ka­
rarlaştırılmıştır38. Diyarbekir’deki eşyâlarının yazımı için de belde
kadısı ve Âmid voyvodası görevlendirilmiştir39. Bu sürgün ^hayatı
onu, yenilgi ile sonuçlanan Zenta savaşma katılmaktan alıkoymuş,
âdeta kendisine yeni bir şans getirmiştir40.
,
t
BOSNA VALİLİĞİ
'
,
.
7 ...
O sıralarda Bosna valisi Mehmed Paşa ölmüş, yanındaki asker­
ler de dağılmış olduğundan; bunu fırsat bilen Avusturya başkuman­
danı Prens Eugen 5000 yaya, 5000 atlı, 7000 Macar ve Hırvat ile
birçok' topu Bosna hududuna göndermişti. Onun için düşman1saldı­
rısı ile karşı karşıya bulunan bu eyaletin savunulması ve bir nizam
altına^ alı nmasi: gerekmekteydi41. Bu durumdantelaşa düşen Bosna
halkı, serhad kalesi Poçitel’de sürgünde bulunan Daltaban’ı kuman­
dan olarak başlarmda görmeyi istemeleriyle, askerî meziyetleri, sa­
vaşçılığı ve cesareti yamncla, o diyarı iyi tanıması da göz önüne
alınarak:, onların bü isteğine uyulmuş, vezareti iâde edilen Mustafa
Paşa 1109 rebiülevvelinde (1697 eylül-ekim) serbest b ırakılm ıştır42.
35 Zubde, 810. B unlar arasında Elm as M ehm ed P a şa da vard ır (t. H ak kı
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV /2 , 415, A n k a ra 1983, s. 259).
36 H am m er’e göre 500 kese (X II, 415).
37 evâh ır-ı zilhicce 1108 (tem m u z 1697 orta la rı) tarihli hüküm , M ühim m e,
CX, 79: Osmanzâde, a yn ı eser, s. 126. Şeyhî, 110a ve 8 0 . 412’ de ise E gridere
palankasına sürüldüğü belirtilm ektedir.
~
38 Bu sırada bazı eşyâsm m değerinin ço k altında satılm ası üzerine - B âşm uhâsebeci M ehm ed B ey görevinden alınm ıştır (R âşid, II; 403).
39 i D iyarbek ir m ollasm a ve  m id voyvodasın a evâh ır-ı zilhicce 1108 (tem m üz 1697 orta la rı) tarihli hüküm, M ühim m e, CX, 79. .
:
' :40 K antem if, s. 468 : ondan naklen H am m er, X m , 12.
41 Râşid, H, 423; ' U zunçarşılı, a yn ı eser, s. 260.
42 Fındıklılı, N u sreth âm e, 118a; Osmanzâde, Hadika, s. 126; Şeyhî, aynı
eser, 110a; SO. IV. 412.i'K antem ir’e g öre M ustafâ Paşa, padişahın üİLgisi ve
onayı olm adan Bosnalüar -tarafından serasker ilân edilmiş, böy lece' H . M ustafa’-
305
D ALTABAN M USTAFA PA ŞA
Çok geçmeden, etrafa yazılan mektuplarla, Hersek ve öteki bölge­
lerden kuvvetler toplanması istenmiş ve düşmana karşi konulması­
na çalışılmıştır. Bu arada Mustafa Paşa serhad kumandanı olarak"
orduların başına getirilmiş, eski vâli Mehmed Paşa’nın. kethüdası
Ahmed Ağa geçici olarak Bosna valisi tayin edilmiştir44.' Bir şiire
sonra Mustafa Paşa’ya bu eyaletin valiliği ile Bosna seraskerliği: tev­
cih edilmiştir45.
Bosna cephesi seraskeri olarak Daltaban Paşa’dan, o bölgeleri
düşmandan temizlemesi ve bütün eyalette asayişi- sağlaması taleb
edilirken18, maiyyetine 250017 mîrî piya.de, 500 süvaıü olmak üzere
3000 merkez askeri; 1500 Bosna, Hersek Klis ve îzvornik zuama ve
timar sahiplerinin eyalet askerlerinden, 2000 Macar diyarından ne­
fer verilmiş, 1500 nefer de bizzat kendisinin, teçhizatiandırması emr
edilmiştir48. Bu neferlerin ulüfe, bahşiş, ve zahire masrafları olarak
400 kese akçe ile merkezden ayrıca 500 yeniçeri gönderilmiştir49.<•
Mustafa Paşa, ilk iş olarak, ketİıudasıhı, düşman’ şaldırisma ma­
ruz kalan50 Bihke kalesine zahire nakl etmekle görevlendirmiş51 ve
hemen o civardan 1000 nefîr-i ânım' askeri yazılînaşı için verilen
enirin ifâsma çalışmıştır52. O sırada Hersek, Klis v e 1îzvorhikJinutasarnflarmın, bazi bahanelerle yardıma gelmemeleri üzerine Dal­
y a em r-i v âk i yapılm ıştır (s. 468). Bu v azifesi sırasında M ıistafa Paşa, K an te-’
m ir’in babası olan B oğdan voyv od ası Constantin ile dostluk m ünâsebetlerinde
bulunmuştur (s. 340, 468).
,
43 Osmanzâde, H adikâ, s. 126.
44 evâsıt-ı rebîülâhır 1109 (kaSım 1697 b a şla n ) tarihli hüküm, M ühim m e,
CX, 139. s. 146’ da dahi başta M ustafa P aşa olm ak üzere ötek i bey lerbey i ve
beylere yazılan hüküm lerde B osna seraskeri H aşan P aşa’y a tâbi olm alari ;em r
edilm ektedir.
45 Râşid, II, 423; U zunçarşılı, kezâ , s. 260.
46 evâhır-ı rebîülevvel 1110 (1698 eylül sonları - ekim ba şları) tarihli
hüküm, M ühim m e, C X , 487; Râşid, II, göst. yer.
; 47 Zübde, s. 827 ve Râşid, H , 423’ de 4000 piyade olarak gösterilm iştir.
48 evâhır-ı eum âdelûlâ 1109 (aralık 1697) tarihli hüküm, M ühim m e, CX,
187; Zübde, 827.
49 Zübde, göst. yer. Râşid, II, 423.
50 evâhır-ı receb 1109 (şu bat 1698 başları) tarihli hüküm, M ühim m e, CX,
267.
51
52
Râşid, n , 435.
M ühim m e, göst. yer.
'
A B D Ü LıK A D İR Ö ZC A N
306
taban, gevşek davranmaması hakkında bir ihtar almışsa da53 kisâ
zamanda Bihke’yi düşman tasallutundan kurtarmıştır54. Bu arada,
merkeze çok uzak bir yer olan Hersek sancağındaki Poçitel, Lipoşka ve Gabela kaleleri devamh düşman tehdidinde olmakla, muhafa­
zaları için, Mustafa Paşa’nm arzı üzerine, eski Hersek mutasarrıfı
vazifelendirilmiştir55.
Daha sonra, o bölgeyi sürekli tehdid eden ve yaptığı saldırılar­
la halka büyük zararlar verdiren Karlofça generali ve Hırvat banı
üzerlerine akın yapılmasına karar verilmiştir56. İlk înerhalede Zrin
ovasmâ, Sin ve Nova kaleleri havalilerine yapılan akınlarda binden
fazla eflâkh ve hırvatın evleri başlarına yıkılmış, 500 kadarı da kı­
lıçtan geçirilmiştir. Bu arada düşmandan pek çok hayvan, esir ve
ganimet alınmıştır. O sırada Glamoça kalesine saldırı halinde bulu­
nan hırvatlar, Adem Paşa’nm, üzerlerine gelmekte olduğunu öğre­
nince, kurtuluşu kaçmakta bulmuşlardır57. Daltaban Mustafa Paşa
kumandası altındaki askerler, nehir üzerinde olup, düşmanın, işine
yarayan köprüleri ortadan kaldırmışlar, muhafızlarını kılıçtan ge­
çirmişler, bu arada dört beş düşman köyünü tahrib etmişlerdir58.
Daha sonra Piyoke nahiyesine akm yapılmış, buraya, bağlı 15 kadar
köy yakılmış, büâhıre Puşko polata, îşkopol ve Duna yağmalanmıştır. Akınlar sırasında pek çok ganimet alınmış ve düşman öldürül­
müştür. Bu sırada Hırvat reisi Yanko-oğlu da ele geçirilmiş ve kati
edilmiştir59.
.
Mustafa Paşa’nm bu başarılan kısa sürede şöhretini arttırmış
ve kendisine sadâret yollarını açmıştır6?. Bosna valiliği ve serasker­
liği esnasında AvusturyalIları Sava’nın öte tarafına süren Paşa, bu
nehrin iki yakasında 24 kadar kaleyi geri almış61, birçok kaleyi de
53
aynı tarihli hüküm , kezâ, s. 277.
54
K ezâ , s. 281.
55
evâsıt-ı zilkade 1109 (m ayıs 1698 son ları) tarihli hüküm , kezâ , s. 416.
56 .Fındıklılı, N u sretn âm e, 150a-b.
57
Zühde, s. 840; krş. Râşid, II, 435; N u sretn âm e, 150a vd.
58
N u sretn âm e, 152a; Zühde, 847; T ıln u r U r al, adı g e ç e n tez , s. 7.
59
Zühde, 847-848; Râşid, II, 442.
60
H am m er, X U , 404.
61
K antem ir, HE, 286.
D A LTA BA N M U STA FA PA ŞA
307
tamir ettirmiştir62. O sıralarda görüşülmekte olan Karlofea Andlaşması imzalanıncaya kadar, Mustafa Paşa’ya, serhad kalelerini gö­
zetmesi ve casuslarla düşmanı tanıması emr edilmiştir63.
Rakka beylerbeyiliği .
-
Mustafa Paşa 1110 cumâdelâhıresinde (1699 başları) merkezi
Urfa olan- Rakka beylefbeyiliğine tayin edilmiştir64. Bu mevkiye ta­
yinini gerektiren sebeb, Selemiye ve Deyr-i Ruha dolaylarında bazı
şâkılerin halka vermekte oldukları zararların önlenmesi65 ile bazı
aşiret ve kabilelerin o bölgelere iskân edilmesi hususunda alınan ka­
rardı6". Aynı zararın def’i ile Haleb ve Maraş beylerbeyileri de gö­
revlendirilmişti. Bu vazifelerinde biraz gevşeklik-göstermesi üzerine
padişahın: tekidli ve tehdidli bir fermanına mühatab olan Mustafa
Paşa’nm67 gerçekten, başlangıçta emirleri ağırdan aldığı68 ve çevre­
sine karşi serkeş69, vazifesinde ihmâlkâr davrandığı anlaşılmaktadır.
Ancak, ikinci ihtarın tesiriyle, etrafı sıkı bir zabt u rabt altına alan
62
U zunçarşılı, Osmarilı Tarihi, IV /2 , 260.
7
.........
63 evâü-i rebîiilevvel 1110' (eylül 1698 prtâları) tarihli hüküm , M ühim m e,
GXi 485; N u sretn âm e, İ5 0a -rvd. D altaban M ustafa P aşâ’nin 1110 recebinde
(o c a k 1699) Edirne vâlfliğlne getirüdigm deh sâdece 8 0 . IV,-; 412’d e :bâ:hâ edil­
mekte, olup, çağdaş kayn ak larda . bu görevin den söz edilm em ektedir. a
j: '
.,i^ 6 4 'f.e y â ll-l rebîiilevvel 1110 (eylül 1698.; o r ta la n ) tarihli hüküm , -M ühim m e,
C X ,.485; N u sretn âm e, 153a; Şeyhî, 110a.; Züpde, 853; krş. U zunçarşılı, a y m .e şe r,
IV /2 , 268. O sm anzâde’ye g ö re bu tâyin cum âdelûlâ ay ın da yükü- bulm uştur
(s. 126).
:
"
65 evâsıt-ı cum âdelâhıre ve evâü -i şaban 1110 (aralık 1698 - şubat 1699
ortaları) tarihli hüküm ler, M ühim m e, CX, 531, 586.
66 evâsıt-ı cum âdelâhıre 11İÖ (aralık 1698 ortaları) tarihli hüküm , M ü­
himine, CX, 573; fceed, ’şevval 1110 (nisan 1699) tarttdl hüküm , s .' 644.
67 K eza , CX, 644; evâsıt-ı zilhicce İ1 İ0
hüküm, M ühim m e, CXI, 4.
68
(haziran 1699 ortaları), tarihli
K eza , g ö st. yer.
69 R u h a h alk ın da n 'birk aç k işi D îvân -ı H um âyûn’a gelerek M ustafa P a şa ’dan şik âyette bulunm uşlarsa da, D altaban B irecik v e R uha kadılarının hüsn-i
hâline şehâdetleri, ba zı belde ileri gelenlerinin de eşkıyayı za b t u rabt altm a
alm asm dan halkın huzura kavuştuğunu söylem eleri Ue m ahallinde yapılan tah ­
kik at ve duruşm a sonucu kurtulabilm iştir (evâsıt-ı rebîülâhır 1111/ekim 1699
ortaları tarihli hüküm , M ühim m e, CXI, 180).
308
A B D Ü L K A D ÎR Ö ZC AN -
Paşa70, aşiretleri iskâna çalışmış71, çok geçmeden de Bağdad valili­
ğine getirilmiştir.
■
: i-■
v " a: i : Devrin sadrâzamı Amcazâde Hüseyin Paşa, bu tayin münâsebe­
tiyle, Mustafa Paşa’ya yazdığı hususi bir mektupta72, adı ba.zı men­
filiklere karışmış olan Daltaban’a ikazlarda0bulunmuş ve dikkatini
çekmiştir.
^
Mektub, Daltaban Paşa’nın Rakka vâliliği şıraşmdaki başarı­
sızlıkları, halka yaptığı zulümler sebebiyle; hakkında, çok sayıda şi­
kâyetçinin Divân-ı Humâyun’a gelmiş olması üe -başlamakta:ye Bağ­
dad yerine ma’zûlen bir başka yere tayin edilseydi âkıbetinin ne olacağmı düşünmesi hatırlatılmaktadır. Kendisinin, aslında tecrübeli
biri olduğu ve padişah katında defalarca hüsn-i terbiyesinden babs
edilmesi ile,!, veziriazamı yalan çıkarmaması ¡beklenirken, tam tersi
zulüm haberlerinin; gelmesinin çok üzücü oldpğu, fakat yine;de sai
mîmîyetine binâen Bağdad vâliliğine getirildiği bildirilmektedir.. An­
cak, bu görevin Rakka vâliüğinden daha zor, tçevrenin vahşî urban
eşkıyâsıyla dolu olduğu ve sadece arablarm bulunduğu, dolayısiyle
herkese hakimane ve akıllıca davranılmasının gereği hatırlatılmak­
tadır. Böylece, Bağdad’daki başarılarının, geçmiş seyyielerini unut­
turacağı ye kendisinin de padişah katında ted iyeye yüzü olacağı;.,
aksi takdirde, pek çok asker ve para sarf edilmiş Bağdad içim: hü­
kümdarın gazabının teskin edilemeyeceği belirtilerek, kendisini utan­
dırmaması dileği ile vazifesinde başarılar temennisinde bulunulmak­
tadır73. Eklerde metni verilen bu mektubun muhtevâsmdan, Amcâzâde’nin Daltaban’a başka mektuplar gönderdiği de anlaşılmaktadır.
70 evâsıt-ı sa fer 1111 (ağu stos 1699 son la rı), ve evâü -i cu m âdelû lâ; l l l l - ,
(ekim 1699. son ları) tarihli hüküm ler, C X I, 76,. 161.
, ,
,
.,
71 A şiretleri iskân m eselesi O sm anlı devletinin başlıca m eşgalesinden olup,
onları bir yerde tu tm ak oldukça g ü ç bir problem idi. Gerçekten, M u stafa P a şa’nın R a k k a havâlisinde iskân ettiği kabile sakinlerinden b ir kısm ının doğu
ve gün ey A n ad olu ’nun ba zı sancakları ile Şam, Haleb, Trablus g ib i ye'rifere
kaçtıkları görülm üş, evâh ır-ı zilhicce 1110 (haziran 1699 s o n la n ) tarihli' bir
hükümle ¡bu firârîlerin yakalanıp tekrar yerlerine getirilm eleri em r edilm iştir
(M ühim ine, CXI, 23 ).
..J
72 îlk kez H am m er tarafın dan (H istoire de L ’Em/pire O ttom an, X III,
ss. 76-77) , işâret olunan bu sam im î-m ektu bu n m etni kaynaklarım ızdan Berlin;
D evlet K tb. deki anonim Tarih, 205b-207,b araşm a dere edilm iştir.
73 anonim Tarih, göst. yer.
:. ■?
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
309
Yine muhtevasından anlaşıldığı üzere, Mustafa Paşa’nın bazı ma­
kamlara getirilmesinde, işlediği suçların bağışlanmasında ve cezanın
hafifletilmesinde Hüseyin Paşa’nın dahli istidlâl olunmaktadır74.
BAĞDAD VALİLİĞİ
-
! Daltaban Mustafa Paşa’nm Bağdad'beylerbeyiliğine tayini 1111
şabanı sonlarmda (şubat 1700 ortaları) vuku bulmüştur75. Osmanlı
devletinin, yıllardır Avrupa devletleriyle savaş halinde bulunması,
doğu smirlarinı ihmal etmesine şebeb olmuştu. Bunu fırsat bilen
bazı kimseler zaman zaman siyasî amaçlı isyanlar çıkartmışlar, hü­
kümetin ügilenememesi yüzünden bu karişıkhklar sürüp gitinişti.
Bilhassa/ Halep-Şam arasında urban şeyhlerinin isyanları, becerik­
siz valilerin gevşekliği de eklenince,' ö diyarı huzursuz bir. bölge ha­
line getirmişti70. Basra ve dolayları, önce, 1694’te Müntefik arap ka­
bilesi şeyhi Mani tarafından işgaİ edilm iş/iki sene sonra ise Huveyze Hanı tarafindan ele geçirilmiş77 olup, ö tarihten itibaren İran­
lIların tasarriıfımha bulunmakta idi. Mani ise çöle çekilmişti78. Kâr"İofça Âhdlaşması ile batida sulh sağlanır sağlanmaz; devlet doğu sı­
nırı üe ilgilenme fırsatı bulmuş, meselâ Bağdad kalesi için top ve
mühimmat hazırlıklarına başlamıştır79. İşte Mustafa Paşa, böyle bir
ortamda Bağdad valiüğihe ğetiriİmiş ve ertesi yıl kendisine Basra
serdârİlğı da tevcih edilerek işğâî altındaki yerleri geri alması ye o
bölgelerde asayişi sağlaması emr olunmuştur80.
-
.■
1:
1
*
u 74 B k. aşağ ıda E K : I.
r
75 ¡evâlUTri şa b a n 1111;, (şubat 1700 o r t a la n ). tarihH h ü k ü m ; M ühim m e,
C X I,:2 41 ; Osıöaıızâde,jfl'(Miîi«ı.;:126; Şeyhî,, Tceşâ, 110a; Züöde, s. 885’ de m uharrem ay ı sonlarm da vuku bulm uştur.
•.
76; aynı .tarihli; bü kü m , M ühim m e, göst. y e r .;
^ r.
;
77 O sm anlı padişahı ile arasının açılm asını istem eyen, g û y a B asra'nın
anahtarlarını elçisi E bü’L M a’sum H an ’la- E dirn e’y e gönderm iştir (N u sretn âm e,
177 b ) .
;
'
78 N azm izâde M urtaza, G ülşen-i H ü lefâ, İstanbul 1143, 17a; Cengiz
Orhonlu, «M u stafa H » İslâm. A nsiklopedisi, VH3, İstanbul 1979, s. 697-698.
79 B O A , A li-E m îri tasnifi, H . M ustafa bölüm ü, nr. 3051.
■■■-. 80 evâil-i, şevval 1111 (m a rt 1700 son ları) tarihli hüküm , M ühim m e, CXI,
261; anonim Tarih, 166a; T arih-i S eferü l-B a sra , E sad E fen di (S ü leym aniye) K tb.
nr. 2063/3, 56b; N u sretn âm e, 176a.
^
„
310
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
Basra v e Kum a’mn kurtarilmast
Ci
; i
:
.
Arap aşîretlerinin isyanını bastırabilmek ve bölgeyi sükûna ka­
vuşturabilmek için, herşeyden önce Kurna ve Basra kalelerinin kur­
tarılması gerekmekteydi81. Bu iş için, Eiyârbekir beylerbeyi Bıyıklı
Mehmed Paşa82, Musul valisi Çelebi Yusuf Paşa, Şehrizor mutasar­
rıfı Topal Yusuf Paşa83, Sivas beylerbeyi Mustafa Paşa, Birecik
mutasarrıfı. Haçı Ali Paşa, Amasya mutasarrıfı Rahtvan Mehmed
Paşa84, Karaman,valisi Eyüb Paşa, Maraş .beylerbeyi Rüşvan-oğlu
Halil Paşa85, Antep, Haleb ve Bağdad’daki yerli yeniçeriler, cebeci­
ler, topçular, top arabacıları, Bağdad merkez ^kuvvetlerinin üçte iki­
si, Bedre, Baciİan, Bayat ve Küri beyleri aşiret süvarileriyle .Dalta­
ban Mustafa Paşa’mn emrine verilmişlerdi86. Tokat ve Sivas dolaylarmdan sağlanan sipah ve silâhdar neferlerine, yevmiyeleri dışında
yedişer87; kethüdalarına 15’er; ağalarına ise 20’şer akçe88 fazladan
verilmek üzere, 2000 serdengeçdi nefer temini için Reeeb Kethüda
görevlendirilmişti88. Ayrıca, Birecik’te Fırat üzerinde 60 gemiden90
mürekkeb bir nehir donanması, teşkiline karar yerilmiş, gemilerin
inşâsı işiyle eski Tuna kaptanı Aşçı-oğlu Mehmed Paşa görevlendi81 U ral, adı g e ç e n tez , s. 10.
.: i '-m'- i ,,■ :rn
82 evâh ır-ı şevval 1111 (nisan, 1700 o rta la rı) tarihli hüküm, M ühim m e,
CXI, 282; hezâ, s. 288..y e ,354’d e k i hüküm ler ile " s.. 383. ve 390’ daki te ’kidii
hüküm ler.
'
.
'
l- / '
83 evâil-i sa fer 1112 (tem m uz 1700 son ları) tarihli hüküm ''M ü h im m e,
CXI, 361-362.
84 B u v ezir padişahın 19 eum âdelûlâ 1112 (1 k asım 1700) tarihli hükm ü
üe k a ti edilm iş {M ühim m e, CXI, 4 2 3 ) , 'yerine. M u stafa P a şa ’nın arzı üzerine
(20 şaban 1112/30 o c a k 1701) k a p ı halkından Süleym an getirilm iştir (A liıE m îri
tasnifi, II. M ustafa, nr. 7669).
;
;
85 evâsıt-ı zilhicce 1111 (haziran 1700 b a ş la n ) .tarihli hüküm , M ühim m e,
CXI, 288.
86 Fındıklılı, N u sretn âm e, 176a-b; Zühde, 911-912; an on im Tarih, 166b167a; H am m er, XTTT, 49.
ı
87 H am m er, n eferâ ta .beşer a k ç e fazladan verildiğini belirtm ektedir (göst.
y e r );
•
■
.
v
.Ti.
-:L;.
88 Râşid, H, 510’d a ağaların a 25’e r a k çe verildiğini k a y d eder.
89 N azm izâde, G ülşen-i H ü lefâ, 117b; ondan naklen F m d ık lılı, N u sret­
nâm e, 176a; Zühde, 911.
• .
i;
90 Tarih-i S eferü ’ l-B asra’da 120 g em i; icrş., N u sretn âm e, 176b. ^ ’ T
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
311
rilmişti91. Gemilerin yapımı için gerekli kereste Maraş dağlarından
ve civar, ormanlardan sağlanacaktı. Yapılacak firkate ve şaykaların
kaptanları, yanlarında levendler, marangozlar, 500 kadar amele ve
gerekli malzemelerle yüklü, kalyonlarla İstanbul’dan İskenderun’a
oradan; da Haleb’e ve Birecikle sevk edilmişlerdi9.2.
: '
Adları geçen vali, bey ve mutasarrıflar çok geçmeden Bağdad
sahrasında toplanmışlardır. Birecik’te yapımı tamamlanan ince do­
nanma da gerekli savaş levâzımatı ile Kaptan Mehmed Başa’nm ku­
mandası ve Haleb inzim amı ile Basra vâlisi Firari karındaşı Ali Paşa’nın karadan muhafazası altında dört ayda Bağdad civarındaki
Rıdvaniyye iskelesine gelmiştir93. Mustafa Paşa burada donanmaya
dört balyemez, dokuz kolonborna, çok sayıda hayan topu ve humbaralarla 24 firkate ve bunların her biri için darbezen ve beş-altıyüz
deniz levendi hazırlatmıştır94.
Ancak, tam yola çıkılacağı sırada, 2 receb (13 aralık) . günü ulûfe ve zahire bahanesiyle yeniçerilerin bazı serkeşlikleri ile karşıla­
şılmıştır. Üç gün Bağdad kalesinin Karakapı denilen doğu kapısını
tutan yeniçeriler95 çarşı ve pazardaki dükkânları da açtırmamışlar,
hatitâ. valilik sarayım topa tutarak tahrib etmişlerdir. Kısa sürede
isyan bastırıldıktan sonra hemen yola çıkılmasına karar verilmiş,
fitneyi çıkaranların belirlenip cezalandırılmaları için zaman müsaid
olmadığından, bu işin tehiri uygun görülmüştür96. Ancak, bu defa
91 evâil-1 zilkade T i l l (nisan 170Ö so n la n ) ta rih li hüküm, M ühim m e,
CXI, 339; N u sretn âm e, göst. yer.
4
92 Râşid, g öst. y er; U ral, s. 11.
T
i:
93 evâhır-ı, m uharrem 1112 (tem m u z 1700 ortaları) tarihli hüküm, M ühim m e, CXI, 343 ve eirâsıt-ı rebîülâhır .1112 (1700, eylül sonları-ekim bağları)
tarihli hüküm, Tcezâ, s. 382; Zühde, 912.
94 T arih-i S eferü ’ l-B asra, 57a; krş. Nusretrıâm e, 176a. Râşid, n , 511’de,
M ustafa P aşa’nın donanm aya 40-50 firk a te ile 300 k a d a r; .üstüaçık gem ileri
ilâve ettirerek içlerin i g erek li m ühim m at ile doldurttuğunu belirtm ektedir.
95 G ülşen-i H u lefâ, 118a; krş. İcm â l-i S e fer -i .N ehr-i Ziydb (K itabın zahrından bu eserin N azm izâde’y e â i d : olduğu k â y d ed ilm iştir), B âyezid D evlet
K tb. Veliyüddin Efendi, nr. 4935, 6a; R âşid, H , 511.. E m dıklü ı bu isyan hâdise­
sine hiç tem as etm em ekte, sadece M ustafa P aşa’nm, rahatsızlığı yüzünden
15 gün k ad a r B a ğd a d ’da beklendiğini belirtm ektedir (177b).
96 Zübde, 912-913. K u m a v e B asra'nın geri: alınm asından sonra, bu isya­
nın m üsebbibi olm a k töh m etiyle D iyarbekir v âlisi B ıyık lı M ehm ed Paşa, D altaban’m arzı üzerine k ati edilm iştir (R âşid, II, 518-519).
312
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
serdar Mustafa Paşâ’nm levendleri, yine bahşiş i ve ulufe yüzünden
ayaklanmışsa da, üzerlerine piyadelerin şevki ile kısa sürede dağıtıl­
mışlardır97. Bu karışıldık dahi ortadan kaldırıldıktan sonra;;Bağdâd
muhafazasında Musul valisi Çelebi Yusuf Paşa bırakılmış9“, Diyarbekir valisi Elhac Mehmed Paşa öncü tayin edilmiş, serasker ku­
mandasındaki esas ordu 19 Şaban 1112 (29 Ocak 1701) günü hare­
ketetm iştir99-.
.
Ordunun güzergâhı genellikle bozuk olduğundan tamire muh­
taçtı. Nehirler üzerinde de yer yer köprüler kurulması gerekmek­
teydi." Bütün engeller ortadan kaldırılarak ordu ilerliyordu^00. Yağ­
macı arapların mevcudu 100000 kişiden fazlaydı. Ayrıca kendileri­
ne Basra ve Kumâ’daki kızılbaşlâr da yardıma söz vermişlerdi,
îranlılar Basra’ya iki menzil uzaklıkta 40000 kişilik bir ordu hazır­
lamışlar; ayrıca Basra önünde Kürdilan adında yeni bir kale inşâ
ederek içine 500’den fazla savaşçı yerleştirmişlerdi107. İlerlemekte
olan Osmanlı ordusu, yollarda tabiî, engellerden başka, urban eşkıyâşının saldırıları ile de karşılaşmaktaydı. Ancak, arap öncü casusla­
rının yanlış tahmini ile 40-50 bin kişilik Osmanlı kuvvetlerinin
150 000 ki§i zannedilmesi urban arasında büyük bir korkuya yol aç­
mıştı. Eşkıya ileri gelenleri, aralarında .yaptıkları iştişârede, serdar­
la,anlaşmaktan başka çare olmadığı hususunda görüş birliğine var­
mışlar ve: Mustafa Paşa’ya Abdüşşan adında bir elçi göndermişler­
dir. Fakat, Daltaban Paşa bunun bir hîle olabileceğini düşünerek
onu geri göndermemiş, Kurna ye Basra’ya dek kılavuz olarak kul­
lanmıştır102. Elçi Abdüşşan’m, arap şeyhlerine, teslimden başka çare
olmadığı yolundaki haberleri üzerine103, Mani büyük bir korkuya ka­
pılmış ve Basra’daki Acem hanı Davud Han’ın yardım mektuplarını
seraskere yollamıştır. Buna karşılık serdar tarafından kabilesi af97, Z ü bd e,,:g ö st. y e r; R âşid, n , 512.
98-3 anonim T a rih ,: 167a; Râşid, göst. yer. 15 şa b a n 1113 (15 o c a k 1702)
tarihli tezkireden, bir y ıl k ad a r sonra B ağdad kalesine hum baracılar gönderil­
diğini öğrenm ekteyiz. Bunların hâsılatları için 24 000 a k ç e öden diği h akkın da ;bk.
BO A, A li E m îri tasnifi, H . M ustafa, nr. 3129.
p
99 Zübde, 913.
100 U ral, tez , s. 13.
!
:
n: •
101 Zübde, göst. y e r ; Râşid, II,. 513.
102 Zübde,. 914-915; îkrş;1R âşid, H , 514.
103 Zübde, 915.
i
.
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
313
fedilmiştir. Fereeullah Han ile serasker arasında yapılan yazışma­
lardan sonra Kurna kalesi 17 Ramazan 1112 (25 Şubat 1701) günü
savaşılmadan geri alınmıştır104. Muhafazası.için.üç oda yeniçeri mle
Haseki Mehmed Ağa görevlendirilmiştir.
Bir süre sonra da, 30 ramazan 1112 (0 mart 1701) günü Dâvud
Han Basra'yı teslim etmek zorunda kalmıştır105. Bu istirdadlar se­
bebiyle halk büyük sevinç şenlikleri yapmıştır10'1. Bu münasebetle
Basralılar padişaha yazdıkları bir mahzarda özetle : Kurna ve Bas­
ra’daki bedevi arap ve kızılbaş acemlerin tasallutlarının, Bağdad
muhafızı serdar Mustafa Pâşa’mn başarılı tedbirleri ve İslâm asker­
lerinin kahramanca gayretleriyle ortadan kaldırıldığı belirtilmiştir^07.
Her iki şehrin ihtiyaçları görülmüş, yeterli muhafızları: yerleştiril­
miş v e ; civardaki -arap şeyhlerine amannâmeler gönderilmiştir108.
Daltaban Mustafa Paşa 15 zilkade (23 nisan) günü Bağdat’a dön­
müş109: ve zaferlerini bir mektubla merkeze bildirmiştir.
Fırat mecrasının tanzimi
:
";
Daltaban Mustafa Paşa’nm, Bağdad vâliliği sırasında yaptığı
müsbet işlerden biri de Fırat nehri yatağının düzâltilmesidir. Doğu
Anadolu’mm bol yağışlı ve yüksek dağlarından doğan Fırat, Mezo104
Tarih-i S eferü ’ l-Basra, 64a-b; N usretnâm e, 182a-b.
105 N azm izâde, G ülşen-i H ulefâ, 119b; İçm âl-i S efer-i N eh r-i Ziyab, 15a;
krş.' N u sretn âm e, İ82-183b; anonim. Tarih, 167b'; Zübde, 916-917. Şeyhî’ye g öre
B asra 19 R am azan 1112 (27 Şubat 1701) günü alınm ıştır ( Veka-yiü’ l-fudalâ, Ü /I ,
107b).
106
anonim Tarih, 168a.
1Ç7 K eza , 168b-170b; N u sretn âm e, 184b-185b. Fındıklüı M ehm ed A ğ a , k a y ­
n ak olarak kullandığını tasrih ettiği N azm izâde’den naklen, İran şâhının g ön ­
derm iş olduğu elçi N a ca k A ğ a ’nın D altaban h akkındaki şu sözlerini h aki et­
m ekten .kendini alam az : «N e böy le bir serdar, ne b öy le b ir asker m anzûrum ve
ne g û ş-i güzârım olm uşdur. Bu m ertebe' ecnâs-ı a sk er b ir vilâyete ticâ ret y a
ziyâret üe gelseler fu ka râ sı ile bile bu üslûbda hüsn-i m uâm ele etm ezler v e bu
Serdar-ı ek rem -i iştihârm tevak k ü fâide etm ediğinden k a t’-ı n azar bu m ertebe
bezl-i in’âm ile celb-ı kulüb-ı enâm a takayyü dleri m ûceb ü m û cezdir» (N u sretriâme, 18 4 a ).
108
N u sretn âm e, 184b.
109
G ülşen-i H u lefâ, 120a; Râşid, II, 518; N usretn âm e, 186a yd.
314
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
potamya’nın alçak ve kurak bölgesinden geçer110; Kurna’da Dicle ile
birleştikten sonra111, Şattülarab adını alır ve Basra’da Hind Okya­
nusuna döküliir. Ancak, ihmâl ve bakımsızlık yüzünden bir süredir
Rumahiyye kasabasına dört saatük mesafede, batı tarafında bir kol
oluşmuş112 ve buna D i y a b adı verilmiştir113. Zamanla gittikçe bü­
yüyen ve genişleyen biı ırmak, bilhassa bahar aylarmda bazı yer­
leşim bölgelerini ve tarım alanlarını sular altmda bırakmış, bazı böl­
geler ise sulârin kesilmesi yüzünden adeta çöle dönmüştü114. Bu du­
rum, gemilerin dolaşmasına engel olduğundan Fırat üzerinde ulaşım
da durmuştu. Irmağın yeni yatağı Semave bucağından aşağı iniyor
ve Araca’da eski yatağına kavuşuyordu115.
^ •T
Bu bölgedeki mîrî mukataalar eşkıyâ eline geçmiş, beceriksiz ve
para hırsı ile dolu idarecilerin tazyiki karşısında halkın bir kısmı
eşkıya ile birlik olmuştu. Artık vergiler ödenmez, devlet görevlileri
hizmet yerlerine kabul edilmez olmuşlardı111*. Ayrıca, buralarda do­
laşan ve Diyab’m adaları ile sazlık ve kamışlıkları arasında sakla­
nan eşkıya yüzünden halk perişan haldeydi. Daha önceki valilerin
eşkıyayı ortadan kaldırma çabalan hep başarısızlıkla sonuçlanmış­
tı.! Kurna ve Basra’nın kurtanlması ile biraz huzura kavuşan: halk,
.yine de sefalet içindeydi. Bilhassa, Huzaali ve oğlu Selman adh.şakî
urban reisleri, civardaki birçok mukaatayı zabt etmişler, hatta
İmam-Ali kasabasını istilâ ederek halkını haraca bağlamışlardı.
110 B esim D arkot, «F ır a t», 1 A , XV, İstanbul 1977, s. 622.
111 Bu ik i nehir b eş-altı y ü z y ü kadar K urna’d a birleşm işlerse de, son. za­
m anlarda bu birleşm e n ok tası y a k la şık 45 km . kadar güneye k a y m ış olup, B a s­
ra'nın biraz yukarısında, G arm at-A li m evkiinde' gerçek leşm ek tedir («Ş a ttü ’İarab», î A , X I, 356).
112 Bu kolun teşekkülü, b ir urbân şeyhinin, bostanlarm ı sulam ak için
h ark ettirdiği bir kanalla başlam ış, zam anla genişleyen bu kanal, g ittik çe bir
nehir' yatağa halini alm ıştır. B ahar aylarm da F ıra t’ın taşm asiyle sular etrafı
basar olm uş ve o civa r b ir g ö l görünüm ünü alm ıştır. B u göletin e tra fı sa zlık ve
k am ışlıklarla dolmuş, bu n lar da eşkıyanın sığn ağ ı olm uştur {Zühde, 927; krş.
R â şid , İ l, 525).
113 Zühde, 927; Râşid, II, 525. Bu kolun adı, G ülşen-i H ıü efâ, 120b’de,
Nıısretn&me, 202a’ da Z iyab şeklinde geçm ektedir.
114 İcm d l-i S e fer -i N eh r-i Ziyab, 29b vd. K rş. N azm izâde, 120b; .anonim
Tardı, 171a-b.
115 N u sretn âm e, 202b.
116 K ezâ , göst. yer.
~
D ALTAB AN M U STAFA P AŞA
315
-Müntefik şeyhi Mani de Basra yöresinde ayaklanmış, birçok köyü
-işgal etmişti117.
Seraskerin arzı üzerine118' merkezden gönderilen fermanda119
Dâltaban’dan Fırat nehri mecrasını düzeltmesi ve o civarda asayişi
sağlaması istenmekteydi. Bu işin bir an' önce bitirilmesi için kendi­
sine Anadolu; Diyarbekir ve Musul vâlileri yardim edeceklerdi. Mus­
tafa Paşa hemen harekete geçti. Bozulan nehir yatağının. tanzimi
için gerekli sed ve bencilerin yapımında kullanılacak kereste Maraş
dağlarından getirtilecekti120. Bu işle Rakka valisi Hâşan Paşa görev­
lendirilmişti121:" Ayrıca Anadolu, Diyarbekir, Musul, Şehrizor vâlileri de yardım edeceklerdi122.
Nehir yatağının düzeltilmesi için binlerce hurma ve dut ağacı
'kesilmiş, "'Hille’deki san’atkârlara hurma daİlarmdan 12 000 sepet
ördürülmüş, hurma yapraklan da sed için kullanilmıştır. Ayrıca,
kenarları; tahta ve hurma yapraklarından örülme binlerce' torba ve
'zembil ile; ırmağa indirilmek üzere iri sandıklar ye üşfhaçık tekne­
leri yaptırılmıştı. Şeddin toprağını döğmek için şahmerdan denilen
tokmaklar ile zift kaynatmak için demir ve bakır dökme kazanlar
hazırlığına da girişilmişti123. Bu arada serdar Mustafa Paşa ö diyar
eşkıya reislerinin ileri gelenlerine birer ikaz mektubu ıgöndermişti124.
Bu mektuba Selman cevap vermemiş, babası Abbas ise cahilane bir
kargılık yollamıştı. Böylece, eşkıyanın tutumu ânlaşılinca, 25 receb
1113 (26 aralık 1701) günü, nehir yatağının tanziminde kullanılmak
üzere Hüle’de hazırlanan malzemeler gemilere yüklenerek yola çı­
kılmıştı. Ancak, Diyab suyuna yarım saat mesafede sık bir orman­
117 N azm izâde, Gülşen, 120b; N u sretn âm e, 202b-203a.
118 N u sretn âm e, 203b; Râşid, II, 525.
;1, 119 ' evâil-i zilkade 1112 (nisan 1701 ortaları) ta rih li hüküm , M ühim m e,
CXI, 531; N u sretn âm e, 203b.
"'
120
evâhır-ı sa fe r 1113 (ağ u stos 1701 b a şla n ) tarihli hüküm, M ühim m e,
.C X I,. 6^0-;v.Nvsrebn&me, 203b; Zübde, 927; Râşid; n , 525; C. O rhonlû-T. Işıksal,
«O sm anlı devrinde nehir n akliyatı hakkında a r a ş tır m a la r : D icle v e Fırat, ne­
hirlerinde n akliyat», Tarih D ergisi, X11I/17-18, İstanbul 1963, s. 82.
121 R a k k a v a lisi H aşan P a şa ’y a evâil-i rebîülâhır. 1113 (ey lü l 1701 orta la rı)
tarihli hüküm, M ühim m e, CXI, 652; Râşid, II, 525.
122 N u sretn âm e, 203b.
123 anonim Tarih, 172a; N u sretn âm e, 204a.
124
Bu m ektubun m etni için bk. N u sretn âm e, 204a vd. .
A B D Ü L K A D İR Ö ZG A N
316
dan- geçilirken, burada pusu kurmuş eşkıyanın; saldırısı ile karşıla­
şılmıştır. îlk anda şaşkına dönen askerler, başta serasker olmak üze­
re öteki vezirlerin de yalm kılıç savaşın ön saflarında yer almalariyle çabuk toparlanmışlar, donanma kumandanı Aşçı Mehmed, Faşa’nın da. yetişmesiyle eşkıyaya gerekli ders yerümiştir. Âsilerin
çoğu kılıçtan geçirilmiş125, kaçanlar da Diyab’da böğulmuşlardır.O
sırada öldürülen bini aşkın eşkıya kellesinden, Daltaban Paşa’nın
çadrn önünde' kuleler yapılmış12“, eşkıya kelleşi getirenler Serdar ta­
rafından boî böll mükâfatlandırılmışlardır. Urban âsîlerinin bir kismı esir edilmiş, ancak reayanın suçları affedilmiş, kadın ye çocuk­
lara ise hiç dokunulmamıştır. Selman ve: babası kaçmıştır127. ; F
Bu arada nehir yatağınm tanzhm için toprşdr^kazacak ve taşıyacakolanlarda affedilmişlerdir. Eşkıyâya verilen bu dersten son­
ra hem halk güven içinde yaşama imkânına kavuşmuş128, hem de
eşkıyâ elindeki.' topraklar yeniden, devlet arazisine katılmıştır, ’ Arab
eşkiyâsi tenkil edildikten sonra, Fırat’ı eski mecrâsma dondürmek
Üzere yapılacak harekât için yola çıkılmıştır129. Fırat keriannda as­
kerin her türlü ihtiyacını giderebilmesi için zengin bir ordu pazarı
kurulmuştur.
,
Kanal işinde çalıştırılmak üzere Haske, Necef ve Kerbela’dan
da işçüer:getirtihhiştir13?v'JHendek mahalline gelinince, her tâifenin
kazacağı yerler belirlenmiş ve herkese gereği kadar kazma,dkürek,
bel, garar, torba vs. gibi malzemeler dağıtılmıştır131. : s
:
Hendek kuzeyrdoğıidan güneye.doğru.açılacaktı132. Kazılacak yer
ölçüldükten sonra, 5170 zirâ (arşın) uzunluğunda, 120 zira eninde133
ve 20 zira derinliğinde bir kanal açmak üzere 22 receb 113 (23 ara. 1 2 5 , anonim Tarih, 172a-173a; N azm izâde, 121a-b;
Zübde, 927; Râşid, n , 525 vd.
,126
127.0
927. :
128
129:
130
131
132
133
H am m er, XTIT, 76.
•
,
N u sretn âm e, ,r 206b;
■ - ■r
■...:
.
.
N azm izâde, 121a-b;i N u sretn âm e, 207a-b; aniönim. T arih, 173a; - Zühde.
;■ •
J-. : 1.
::' . : ' >. :
. .1
İcm âl-i S efer-i N eh r-i Ziyâb, 41b.
N u sretn âm e, 207b.
'
ı :
■!.. •
...i
'i:f
K e s &, 208a.
. ’’ ■
\'-.y
ı. ; ■
••• -i.r ■
N azm izâde, 121b.
N u sretn âm e, 208a.
■■•¡■.■•i
N u sretn âm e, 208a’da 122 zira.
:
D ALTABAN M U STAFA PAŞA
317.
lık 1701) günü hafriyata;başlanmıştır. Her gün tan yeri ağarırken
iş; başı; yapılıyor, akşam saat 04’e kadar çalışılıyordu131. îki - üç bin
kişi kazıyor, ötekiler çıkan toprağı garâr denilen kıldan yapılmış
büyük çuvallar, ve torbalarla taşıyorlardı. Serdar Mustafa Paşa kazı
işiyle bizzat ilgileniyor, verdiği armağan, yaptığı, ihsanlarla işçi ve
askerleri teşvik ediyordu. Öteki vezir ve beylerbeyiler de .aynr şekil­
de, işin bir an evvel bitirilebilmesi için ellerinden gelen-gayretleri
gösteriyorlardı. Ayrıca, çalışanları şevke getirmek üzere kazı alanı­
nın beş-altı yerinde birden mehterhane Çalıyordu135. Açılan kanalın
dibinden su kaynamaya başlaması işi daha“ da 'zöriaştırmış, işçiler
yedi gün çamur çekmek zorunda kalmışlardı. ' \ \
. Hulâsa, günümüz tekniğinde: meydan okurcasına kanal 48 gün
gibi, fazla uzun olmayan bir sürede kazılmış, 10 ramazan 1113 (9
ocak 1702) günü, açılmıştır133. OLsırada; şükür kurbanları kesilmiş
ve Allah’a dualar edilmiştir. Fakat suyun tamamen yeni yatağa ak­
tarılması miimkiin olamamıştır.,Eski yatağı kapatmak için.bir köp­
rü kurulmuş, günde 1000 hayvanın taşıdığı saz, kamış, ve 12' gemi­
nin getirdiği kereste ve geee-gündüz indirilen odunlarla yine de is­
tenildiği gibi bir bend yapılamamıştır. Bahar mevsiminin de yaklâşması ile Fırat’ın suiarı taşmaya başlayınca ordugâhı sular bas-'
niış,' çadırlar iki ırmak yatağının ortasında kalmıştır! İşçilerde .(3e
bezginlik belirtileri göriÜmeye başlayınca137, 1113 yılı" sonlarında
(nisan 1702 başları) oranın muhafazası için bir kule yapılıp, yeteri
kadar muhafız ve cephâne 'bırakılarak Bağdad’a dönülmeye karar
verilmiştir138. O sırada padişaha yazılan raporda kanal açılmasında
ne kadar kereste harcandığı, işin kesin olarak bitirilememesinin sebebleri belirtilmiş ve bütün asker kumandanları ve serdar imzala­
dıktan sonra merkeze gönderilmiştir139. Ordu, Diyab ırmağı ile yeni
134 K ezâ , göst. yer. V a sa ti saate göre 21.30-22.00 civarı.
135 K ezâ , 208a-b.
;
136 O rhonlu - Işıksal, ayn ı m akale, s, 98-99.
137 N u sreihâm e, 209b-210a.
.
138 K ezâ , 210a. M erkezden gönderilen hüküm ye ferm anlarda, k anal işi­
nin bitm esinden sonra on-onbeş gem inin burada bırakılarak, nehir donanm asının
kethüda M ehm ed B ey kum andasında B a sra’y a g itm esi em r edilm iştir (evâsıt-ı
zilkade 1113/nisan 1702 tarihli hüküm, M ühim m e, CXII, 193, 1 9 4 v e evâsıt-ı
m uharrem 1114/haziran 1702 .tarihli hüküm , MüTtimme, C X H , 243).
139 M etni için bk. N u sretn âm e, 210a-b.
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
318
kanalın oluşturduğu adacıktan güçlükle kurtulduktan sonra: yölâ Çı­
kılmıştır. Mustafa Paşa, yanındaki vezirlerle Necef’te Hazreti Ali’*
nin türbesini, Kerbelâ’da Hazreti Hüseyin’in medfenini-ziyaret et­
miş ve o beldelerin mubafazası için birer oda yeniçeri bırakmış; bu
arada halka paralar dağıtmıştır140. Âsi reisi Selman’m Haske taraf­
larında tutunmasını önlemek için, içinde levendlerle 10 kadar firkateyi o diyarda bıraktıktan sonra Bağdat'a dönmüştür1*1.
Fakat çok geçmeden Haske zabitinden gelen bir mektupta, Sel­
man’m o civarı tekrar zapt ettiği bildirilmiş ve yardim istenmiştir.
Ancak, vüzerâya, memleketlerine dönmeleri için izin çıkması ve İ4
safer 1114 (9 temmuz 1702) tarihinde Daltaban Mustafa Paşa’nıü'
Anadolu valiliğine tayini14’ bu yardımı cevapsız bırakmıştır. Mus­
tafa Paşa, sadece, Selman’a yazdığı mektüpta; «padişaha itaat ükere
olmasını, yoksa bu defa cümlesini kıhçtan geçireceğini» büdirmiş
ve bazı naşihatlarda bulunmuştur1^3.
ı
;n
Mustafa Paşa’nın Anadolu vâliliğinebu ikinci tayini, daha zi­
yade veziriazamlığa b ir.geçiş, bir atlama.tahtası mesabesindedir. 0
sırada Anadolu, eşkıya tasallutunda bulunuyordu. Merkezden r'gön­
derilen hüküm ve fermânlarda,, Daltaban’ın bu eyâlette asayişi sağ­
laması istenmekteydi144. Fakat, çök kısa süren valilikten sonra Mus­
tafa Paşa, sadâret için Edirne’ye çağnlmiştır.
^; '
DALTABAN MUSTAFA PAŞA’NIN VEZlRlAZAM IÂĞI: :
:
Şeyhülislâm Feyzuüah Efendi’nin, H. Mustafa üzerindeki derin
nüfuzu ve sürekli olarak devlet işlerine müdahalesine daha fazla da­
yanamayan ve zaten hasta olan Amcazâde Hüseyin Paşa, sadâretten
istifa edince, yerine, şeyhülislâmın tavsiyesi ile Daltaban Mustafa
140
N azm izâde, 122a-b; krş. N usretn âm e, 212b.
~
J
141 D altaban M ustafa Paşa, n . M ustafa tarafından bu rada h a ra b halde
bulunan tm a m -ı A za m türbesinin tam iri işiyle de görevlendirilm iştir (M ühim m e,
CXII, 30, evâsıt-ı cum âdelûlâ 1113/ek im 1701 ta rih li h ü k ü m ).
142
143
144
hüküm.
Bu tayin O sm anzâde’ye g ö re 1113’te vuku bulm uştur (H a M ka ,,,126).;
N u sretn âm e, 213a-b.
fi;
::iır f
M ühim m e, C X U , 291, rebîülevvel 1114 (tem m u z-ağustos 1702) tarihli
D ALTAB AN M U STAFA P A ŞA
319
Paşa getirilmiştir145. 5 cemâziyelevvel 1114 (27 eylül 1702) tarihin­
de mührü alıncaya kadar Mustafa Paşa’ya Morali Haşan Paşa ve­
kâlet etmiştir146. Sadârete tayinini Amasya’da öğrenen ' Mustafa
Paşa, bütün ağırlıklarını kethüdasına bırakarak hemen yola çıkmış,
27 eylül günü mührü bizzat padişahtan teslim almıştır147.
Saray entrikaları
Daltaban Mustafa Paşa’nm kısa süren sâdrâzamlık dönemi, va­
lilik ve seraskerlikleri sırasındaki gibi pek parlak ve başarılı geç­
memiş, önemli hadiselere sahne olmuştur. Sadâretinin ilk günlerin­
den itibaren" çevresine karşı şiddet ve hiddet iizere hareket eden,
hatta küfürbaz biri olan148 Mustafa Paşa, gerek Bosna, gerekse Bag­
dad seraskerlikleri sırasında küçük bazı suçlar yüzünden çok kim­
seyi kati ettirmişti. Etrafındakilere karşı da aynı şekilde davran­
maya ve himaye ettiği kimseleri ise önemli mevkilere getirtmeye
kalkması gözlerden kaçmıyordu149. Yeniçeri ocağındaki tahrik edici
tutumları padişahın kulağına kadar gelmişti. Buna rağmen Mustafa
145 Zübde, 944; M arquis de Bonnac, M ém oire historique su r l'am bassade
de 'France à Constantinople, M. Charles Schefer neşri, P aris 1894, s. 116; Orhan
F. K öprülü, «H üseyin Paşa, A m ca zad e», 1 A . V /2 , 649. B u tayinde, D altaban’ın
B asra serask erliği sırasındaki hizm etlerinin m üsbet rolü olm uşsa d a ( Şeyhî,n /l, 107b), çağdaşı F ın dıklılı’nın, M ustafa P aşa’nm kethüdası İbrahim A ğ a ’dan nakline g ö re : F eyzullah E fen d i bu. tayin sebebi ile D altaban’dan 100.000
altm alm ıştır (N u sretn âm e 227b; ondan naklen U zunçarşılı, O sm a n li Tarihi
TV/l, 22;,.H am m er, X I 11, 91 ). D. K an tem ir’in nakline g ö re ise, B a sra serask er­
liğ i sırasında D altaban M u stafa Paşa, p arayı ç o k sevdiğin i bildiği şeyhülislâma,
60 000 altın gönderm iş, F eyzullah E fen d i de, sadarete ta y in i için padişaha ara­
cı olabüeeeğini, güvenüir b ir adam ıyla on a bildirm iştir. Daltaban, bu ta va s­
suttan dolayı daim a kendisine sâ d ık kalacağın a s ö z verm iştir (s. 470). M. N uri
Paşa, N etâ yicü ’ l-vukuât, İstanbul 1327, .HE,-: 17. O sm anzâde bu ola ya şu tarihi
düşürm üştür.
Daltaban g eld i çık dı D îvân ’a
G eçdi sadr-ı sudûr-ı zî-şân a (H adîka, 126-127).
146
147
148
anonim Tarih 183a; Râşid, H, 539.
Zübde, 944; Râşid, ü , 542.; N u sretn âm e, 215b.
O sm anzâde D a lta b a n . için şöy le dem ektedir :
, L ik ası öldürür inşam bir şek l-i garîb a n ca k .
E dâsı güldürür m evtâyı am m â bundadır h ikm et-.(s. 127). ı
149
U zunçarşılı, ayn ı eser, s. 261; U ral, tez , s. 23.
320
A B D Ü L K A D ÎR Ö ZC A N
Paşa, başta şeyhülislâm ve etbâı olmak üzere, darüssaade ağası vö
süâhdara varıncaya kadar, padişahın yakım olan zevata yaptığı ta­
basbuslarla mevkiini kısa da olsa koruyabilmişti150.
Daltaban’ı mevkiinden sarsacak en önemli davranışlarından biri,
daha sadâretinin ertesi günü, çok kızdığı ve Bosna vâlisi iken Al­
ınanlardan geri aldığı Sava sahillerindeki birçok yerleşim merkez­
lerini geri veren Karlofça Andlaşması’nm failleri Rami Mehmed
Efendi ile Aleksandr Mavrokordato’yu huzuruna çağırtarak sorgu­
ya çekmesi ölmüştür151. Mizaç itibariyle ateşli bir savaş tarafdan
olan Mustafa Paşa, Dîvân-ı Humâyûn’un bu güçlü iMlisini, «Karlofçâ Andlaşmasmı, padişahın emri, şeyhülislâm ve veziriazam Hüse­
yin Paşa’nın tasvibleriyle imzalamış olduklarını» söylemelerine rağ­
men, «onları siz ifsad ettiniz» diyerek azarlamış ve kendisinin Bos­
na’da bir avuç askerle Almanlardan 24 kaleyi nasıl aldığım misal
vererek, «oysa ayin gayreti devletin başında bulunanlar göstersey­
di, değil düşmana karşı koymak, ülke sınırlarının bile ğenişletüebileeeğihi» söylemiş ve kendilerinin hâin öldüğünü, ilâve etmiştir. Mus­
tafâ Paşâ’nm devamla, «bu ihanetler yüzünden Almanların zafer
kazanmalarına şaşmadığını, fakat Kameniçe’nin Lehlüere niçin fes­
lim edildiğini anlayamadığım» da sözlerine ekleyip, vüzerâyı da suç­
layarak karşısına alması, hatta, daha da ileriye giderek, Rami .Mehmed Efendi ile Mavrokordato’nun düşmanlar tarafmdan satın alın­
dığını iddia edip, onları ölümle tehdid etmesi, hazin sonunu yaklaş­
tırmaktan başka bir işe yaramamıştır152.
■' .
Mustafa Paşa, bir yandan merkezde barış fâillerini muâheze eder­
ken, bir yandan da düşmandan intikam almak için, Karlofça Âhdlaşması’nm açık maddelerine rağmen, el altından savaş hazırlıklarında
bulunuyor, Rusların sınırlardaki tahşidâtlarma mukabil Kırım Hanı­
nı savaşa teşvik ediyordu. Onun bu davranışları ise hasımlannın eli­
ne koz vermiş ve onları harekete geçirmişti153. Hayatından endîşeye
150 Râşid, n , 573.
151 K antem ir, 302-303, 470.
152 K ezâ , 470-472.
153 K an tem ir’e göre, R eisülküttab R a m i M ehm ed Efendi, onun doğudaki
seraskerliği sırasındaki başarılarını kıskanm ış olduğundan, kendisinin arapları
destekleyen b ir âsi olduğunu sadrazam A m ca zâde’y e ve n . M u stafa’y a inan­
dırm ıştır. K atli için esk i m irâhur B attal Osman A ğ a ’y ı göndertm işse de', bu
D A LTA B A N M U STAFA P A ŞA
321
kapılan Reisülküttâb Râmi Mehmed Efendi, iyi bir politikacı olan
Aleksandır Mavrokordato’nun154 kurduğu plânla, Feyzullah Efendi­
ye giderek durumdan haberdar etmişti. Müftü de, kendi hayâtından
kuşkulanınca cellâd Kara Mehmet’le veziriazama gönderdiği' haber­
de, kendi aracılığı ile sadrâzam öhhüş birinin hemen katlini isteme­
diğini bildirmiş, ancak bu arada, gûyâ Dâltâban’dan yana gibi gö­
rünerek, kendisinin de adları geçen ikilinin kâfirler tarafından satın
alındığı kanaatinde olduğunu; padişahı ve kendisini de kandırdıkla­
rını ilâve etmekten geri kalmamıştır. Bu sözlerin doğruluğuna ina­
nan Mustafa Paşa, hemen ertesi günü Feyzullah Efeüdi’ye giderek,
bir de bizzat onun ağzından, Râmi - Mavrokördato İkilisini ve tarafdarlarının muhâkeme edileceğini; duyunca, büsbütün -kanarak evine
dönmüştür. Ancak, şeyhülislâmla arasında geçen konuşmaları kethudâsı İbrahim Ağa’ya açarak155, «aslında müftü sâyesinde veziriâzam olduğunu, fakat onun padişah üzerindeki nüfûzundan çekindi­
ğini, Amcazâde’nin başına gelenin bir gün kendi başına^ gelebileceği­
ni; şeyhülislâmı hükümdarın gözünden düşürmek;mümkün olmadı­
ğından, onu izâle etmek zorunda olduğunu; bunu gerçekleştirebil­
mek için de bütün; mahkemelerin kapalı olduğu; bir gün olan per­
şembe günü onu yemeğe davet edeceğini ve bir .yay kirişiyle adam­
larına boğdurtaeağım;5“; daha sonra yeniçlerileri ayaklandırarak,
başta müftü olmak üzere, Râmi Efendi ile Mavrokordato’nun başla­
rını istediklerini padişaha bildirerek şeyhülislâm; meselesini oldu­
bittiye getireceğini» söylemiştir. ;
Sadâret kethudâsı İbrahim Ağa, Daltaban Paşa’mn bü acemi­
ce plânını hemen şeyhülislâma yetiştirmekte gecikmemiş,; o da du­
rumu bildirip sadrâzamın katline fetvâ verebileceğini söylemiştir157.
O sırada sarayda vazifeli olarak bulunan Fmdıkhiı’nın ifâdesiyle,
«zavallı, beceriksiz, ahmak ve kafasız» Mustafa Paşa158 müftüyü yeza t D altaban’ın h alk tarafın dan ç o k sevildiğini ve B asra’daki başarılarını bizzat
g örd ü k ten sonra vazifesin i yapm adan dönmüştür, (s. 469).
154 B iy og ra fisi için bk. K antem ir, s. 415-420.
155 : K an tem if, 305.
~
156 K ezâ , 304. Öteki kayn aklarda bu öldürm e olayının zehirle g erçek leş­
tirileceği belirtilm ektedir Zübde, 944; H am m er; X III, Sl. H adîkatü’ l-vüzerâ’ ûa.
«tesm îm v ey a h an çerle» ortadan kaldırılacağı ifadesi v ardır (s. 127).
157 K antem ir, 305, 472-474.
158 N u sretn âm e, 220b.
■'
322
A B D Ü L K A D ÎR Ö ZC A N
meğe çağırmışsa da Feyzullah Efendi temaruz ederek davete icabet
etmediği gibi, kendi plânının bir parçası olarak, sadrâzamın akıllı
rakibi Reisiilküttâb Râmi Mehmed Efendi’nin Kubbenişîn vezirliği­
ne getirilmesini teklif etmiştir. Gûya onu böylece bir yerin valili-,
ğine göndertecek, sonra da bir falsosunu bulup ortadan kaldırtacak­
tı. İskerlet-oğlu Mavrokordato’nun hesabım görmek ise çok kolay
olacaktı, Feyzullah Efendi’ye iyice inanan Daltaban Paşa’nın padi­
şaha sunduğu bir takrirle Rûmi’nin vezir yapılması159, herkesi şa­
şırtmıştı. Zira bu şekilde bir yükselme hem teamüle uymuyor, hem
de Karlofça Andlaşmasını asla tasvib etmeyen biri tarafından, bu
muahedenin k ah ram anına, tek lif ediliyordu
;
c
Halkın kendisinden yana olduğundan emin bulunan Mustafa
Paşa, şeyhülislâma verdiği söze rağmen açıklar vermeye devam et­
miş, Râmi Mehmed Paşa ha.kkmda.ki plânlarını Kasabbaşı Mehmed
Ağa’ya anlatmıştır. Feyzullah Efendi hakkmdaki plânım gerçek­
leştirmek için şeyhülislâmı bir kez daha yemeğe çağırmışsa da hep
aynı bahane, yani hastalık sebebiyle red cevabı almıştır. Üçüncü
ve son davetinde yağh bir ip bile hazırlatmış, güvenilir bir adamını
müftüyü boğma işiyie görevlendirmiştir. Halbuki bu davette Fey­
zullah Efendi, oğlu nakîbüleşrâf Fethullah Efendi’yi sadrâzama gön­
dererek, kendisi saraya gitmiş, her şeyi padişaha anlatmış ve
«kendi ölümünün ülke yararına olacağım bilse gam yemeyeceğini,
ancak yeniçeriyi kışkırtmaya kalkması, andlaşma hilâfına Tatarları
savaşa teşviki ve hatta padişahı bile tahttan indirme girişimleri üze­
rine katlinin vâcib olduğunu, yerine Râmi Mehmed Paşa’yı tekeffül
edebileceğini» söylemiştir.
o
Bu konuşmadan sonra, H. Mustafa’nın onayını alân şeyhülis­
lâm; Râmi Paşa ile birlikte sadrâzamı ortadan kaldırma plânı yap­
mıştır. Buna göre, Mehmed Paşa’mn gûyâ Babadağı seraskerliği ile
merkezden uzaklaştırılması için Daltaban’a bir telhis yazdırtmışlar
ve bunu tasdik ettirmişlerdir. Öte yandan, H. Mustafa, şeyhülislâ­
mın arzusu üzerine, Daltaban Paşa’yı huzuruna çağırtmıştır. Müftü­
nün plânmdan habersiz saraya giden Mustafa Pâşa’dan mühür geri
159 R â m i E fen d i’ye bu payenin verilm esi görünüşte, K a r lo fça A ndlaşm asm daki başarılı diplom atlığından d ola yı ise de, aslında, üeride veziriazam y a ­
pılm ak üzere şeyhülislâm ın kurduğu plânın bir m erhalesinden b a şk a b ir şey
değildi (R âşid, II, 564-565).
D ALTAB AN M U STAFA PAŞA
323
istenmiş; bir süre direnmesine rağmen, sadâret mührü alınmış, ken­
disi de Kapıarası’na habs edilmiştir160.
Tatar fitnesindeki rolü
Daltaban’m katline geçmeden önce, rakibleri tarafından ona
karşı kullanılan ikinci ve asıl önemli koz olan ve tarihlere «Tatar
fitnesi» olarak geçen, Kırım hanı Devlet Giray’m isyânı hadisesin­
den kısaca bahs etmek yerinde olacaktır.
Karlofça Andlaşması’nm.imzalanmasından beri Osmanlı devle­
ti ile Rusya arasındaki barış birkaç senedir devam etmekte idi. An­
cak, Rusya'nın andlaşma şartlarına aykırı olarak Azak kalesini tah­
kim etmesi ve içine kuvvet yerleştirmesi; Karım tatarlarından gele­
bilecek muhtemel bir saldırıya karşı bir çok yerde kale ve palanka­
lar yaptırtması; bu arada eski bir Osmanlı kalesi olan Kamanke’yi
onartması, kısacası, barışı tek yönlü olarak bozması, zaten meslekleri
akıncılık olan Kırım askerlerini tahrik etmiş, hanları olan Devlet
Giray’ı, bir akm yapmaya iknâ etmişlerdi101. Ancak, Kırım ulemâsı,
barışa aykırı olarak, Ruslara her hangi bir şekilde hücum etmeden
önce, padişahın iznini almanın gereği üzerinde birleşmişler ve Edir­
ne’ye ilmî bir hey'et göndermişlerdir. Fakat burada şeyhülislâmın
hakaret-âmiz bir muhâlefetiyle karşılaşan hey’et, durumun ciddiye­
tini anlatmaya çalışmışsa da, devletin dizginlerini elinde tutan Feyzuİlah Efendi tarafından yalancılıkla itham edilmişlerdir162. Hey’et
kendini şöyle müdafaa etmiştir: «Hâşâ, kizbi kabul etmeyiz. Beş kerre yüz bin ehl-i İslâm ın vekîli olup geldik. Bunlar cümle yalancı mı­
dır? Çiinki Moskov tâifesi sulbünde sâbit-kademdir, deryâda bu denlü sefâyin ve karada kılâ’ yapmak neden iktizâ etti. Bunlar ahidnâmede memnû‘ iken der-i devletten me’zûn olmasalar cür’et edüp mübâşeret etmezlerdi. Gayret-i dîn bu mudur ? Moskov çarının taktı Kı­
rım’a iki aylık yol olup, Kırım üzerine yürüdükçe onbeşer yirmişer
konak karşı varup otluğun yakar ve kurâsm yıkar tahrîb etmekle
kendülerin ve davarların açlıkdan zebûn edüp bi’z-zarûre hezâr fezâhatle gerü döndürür idük. Şimdi ise Kınm ’m her cânibin kâfir
160
161
162
K antem ir, 475 vd.
N u sretn âm e, 217b-218a.
K ezâ , 218a.
324
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
aldı: Cem’iyyet ettüklerinin sabahısı kapumuz dibinde buliıruzi İstan­
bul’un kilidi Kırım’dır, içindeki tatarı etten kal’anızdır. Bî-menfaat
meccânen sizi bekliyorlar. Kırım size gerekmez ise Allah mübârek
eyleye, bize gayrı yer gösterin varup temekkün edelüm163».
Aslında, Rusların savaş hazırhğı içinde olduğu çok önceden bi­
liniyordu, hatta Amcazade de.bunun farkındaydı. Fakat, bu vezir,
yaptığı andlâşmanm kendi tarafından bozulmasını istemediğinden
işi ağırdan alıyordu“ 4. Devlet Giray, Daltaban’a yazdığı mektupta
özetle: «sulhe bizi karıştırmadılar, bir kör tatar olsun bâri tarafı­
mızdan içinizde bulunsun deyii recâ' edegördüm, kabul etmeyüp bize
küllî ’ ihanet eylediler; akıbet, memâlik-i islâmiyyeyi yıkıp. bu hâle
koyunca çalıştılar, işte bu güne şeâmeti müşâhede olundu gayret ve
hamiyyet sizindir» diyerek Kırımın vaziyetini nazara veriyor ve
sadrazamın himmetini'bekliyordu165. Gerçekten Rus hazırhğınm far­
kında olan .Mustafa ;Pâşa. mutlaka tedbir alınması: gereğine inanı­
yorsa da, şeyhülislâm yüzünden hiç bir şey yapamıyordu166. Yukarı­
da temas edildiği üzere Feyzullah Efendi’yi ortadan kaldırmak iste­
mesi, bazı faaliyetlerini yapamamasından dolayı idi. Buna rağmen,
Han’a; yazdığı gizli mektuplarda, onları Rusya’ya karşı teşvik etmiş,
kendisinin de; yakında sefere çıkacağını, Rusya’ya gireceğinij Tatar
askerlerinin Bucak’ta toplanmalarını ve hazırlıklı .buhınmalarını bil-.
dirmişti167.-:
Fakat merkezde, Daltaban Mustafa Paşa’nın tek ’engeli şeyhül­
islâm değildi. Güçlü rakibi Rami’ Mehmed Paşa da, aleyhine olabile­
cek her fırsatı değerlendirmekten geri.kalmıyordu.,Nitekim, Tatar­
ların savaş hazırlıklarının mutlaka sadrazamın başmın altından çık­
tığını sezen Rami Paşa, şeyhülislâmın dikkatim çekmiş ve onu.padi­
şahın gözünden düşürmenin yollarını aradıklarını hatırlatmıştı. Bü
fitneye çare olarak da, o şıralarda Yanboîu’da dinlenmekte olan Se­
lim Giray’m hanlığa lâdesini öne sürmüştü. Bü fikri uygun bulan
şeyhülislâm, harekete geçerek durumu padişaha anlatmış ve yuka163
K ezâ , 218a-b.
164
K ezâ , 218a.
165
K ezâ , 218b.
166
K ezâ , göst. yer.
167
A y n ı eser. göst.
D A L T A B A N M U S T A F A 'P A Ş A
325
rıda belirtildiği gibi katlinin gerekli ve yerine'RamiMehmed Paşa’nm getirilmesinin uygun olacağını söylemişti168..
Selim Giray tekrar hanlığa getirilmişse de169, oğlu Devlet Giray
harekete geçmiş, kardeşi Saadet Giray’ı 5000 askerle Bucak’a gön­
dermişti. Çevredeki bütün tatar akıncıları daonlâra katılınca, sayı­
ları bir kattan fazla artmıştı.' Osmanlı devletine bağlarimamaya ka­
rar veren tatarlar, birçok köyü basmışlar, bu sırada müslüman hal­
ka bile zarar vermişlerdi170. Hanlıktan alındığını-¡öğrenince, Devlet
Giray, dürumu görüşmek üzere Kınm halkmıyahına çağırmassa da,
Kefe müftüsünün ikazı üzerine bu çağrıya kimse icabet etmemişti171.
Kendisine Kırım’dan kimsenin katılmadığını gören Devlet Giray su­
çunu hafifletmek için, «bu akını veziriazamın izni ve emri ile yaptı­
ğım» söyleyerek kendisini müdafaa etmişti. Daltaban ise, yaptığı
hesapların tutmadığmı görünce,, altıpdaki sandalyenin sallandığını
anlamakta çok geç kalmıştı. Tatar hareketinin çabucak büyümesi,
Kırım Askerlerinin bu şekilde müslümarilara dahi zarar vererek ger­
çek niyetlerini ortaya koymaları, Devlet Giray’ih, sdçü "kamamen
kendi üzerine yıkması karşısında şaşkına dönmüştü172.
Tatar: fitnesinde dahli olduğunu öğrenen padişah, hemen bu işi
halletmesini yoksa kati edeceğini veziriazama emr etmiştir. O da, Özi
valisi Çerkeş Yusuf Paşa’yl o diyar birliklerinin ve merkezden gön­
derilen kapıkulu askerlerinin başına geçirerek tatarları dağıtmışsa,
da, başmı kurtaramamıştır. Gerçekten, Selim Giray’ın hanlığa geti­
rilmesi ile bu fitne daha fazla büyümeden önlenmiştir;173. ,
Katli
Yukarıda, beceriksizce yaptığı ve güçlü rakiblerinin ekmeğine
yağ şürmekten başka hiç bir işe yaramayan plânlarmin kurbahf olan
Daltaban Mustafa Paşa’nın Kapıarası’na habs edildiğini, yani kaz­
dığı kuyuya kendisinin düştüğünü171 belirtmiştik..
,
r.
168
169
170
171
172
173
174
K ezâ, 218b-219a.
Râşid, E , . 5 6 8 ; N u sretn âm e, 219a..
İ!
Râşid, II, 570-571; N u sretn âm ej 219b.
■■'îi:'
N u sretn âm e, 220a.
::
K ezâ , gös. yer.
K ezâ , 220a-221b; H am m er, X III, 92.
.
,
Râşid, H, 568; N etâ yicü ’ l-vukuât, UT, 17..
;
.i
’
.
_
'
326
A B D Ü L K A D ÎR Ö ZC A N
Hulâsa, Daltaban Mustafa Paşa,
a) Divan’da şiddet üzere hareket etmesi ve pek çok kimseyi
cezalandırması175,
b) Veziriâzamlarm kalemiyye ve havas malı vs. gibi bazı ge­
lirleri yılda 500 keseye varmazken, azl-nasb vs. den aldığı rüşvetler­
le dört ayda 2000 kese biriktirmiş olması176,
c) Sipah ve silâhdar neferlerini yoklamaya kalkması sebebiyle,
bunun yol açtığı dedikoduların şeyhülislâm ve padişahın kulağına
gitmesi177?
d) Tatar ayaklanmasını müsâmaha ve teşvik gibi zâhirî sebeblerle 24 ocak 1703 günü sadaretten azl olunmuş178 birkaç gün soiıra
yani 28 ocak cumartesi günü179 öğle üe ikindi arasmda kati edilmiş,
cesedi Paşa mezarlığına gömülmüştür180.
' '
Kantemir’in hakline göre Daltaban’m son sözleri: «kâfirlerin
öldüremedikleri bir adamı, şimdi siz sözde müslümanlar öldürün»
175 D iyarbekir v â liliği sırasında kızgın olduğu M idilliii İsm ail Bey, D al­
taban’m sadrâzam olduğunu duyunca korkudan ölm üştü (R âşid, H , 571) i
176 Zübde, 970.
. 177 - Râşid, n , 573. K ezâ M u stafa P aşa o tarihlerde sa yıları 1000’i bulan
D ergâh - 1 âlî çavuşlarını da yoklatm ış, isbât-ı v ü cu d etm eyenlerin ulûfelerini
kestirm işti (R âşid, göst. y ë r ).
•
178 Zübde, 970; Râşid, II, 574; H am m er, X III, 92. K an tem ir’e -g ö r e , p a ­
dişah hemen o gün M ustafâ P a şa ’nin katlin i istemiş, fa k a t D altaban ’m, «kendi­
sine bağlüıkla hizm et etm esine karşılık, bu şekilde ölüm e sev k edenin yüzüne
a n cak n efretle bakabileceğin i; Islâm dininden uzaklaşan sultanın, ; kendisinin
kim olduğunu ölüm ünden son ra an la ya ca ğı» şeklindeki sözlerinden etküenip,
idamının ertelen erek K apı-a ra sı’n a hepsini em r etm iştir (481-482). F akat, bu
tehirden fevka lâ de endîşeye kapılan Feyzullah E fen d i ve R âm i. M ehm ed Paşa,
onun serbest bırakılabileceği zehâbiyle k orkm uşlar ye ertesi gün ü sa ra ya g ide­
rek, D altaban’m a ttığı kıy ü cım m giderek yayıldığını, isyanların başladiğm ı,
tek kurtuluş ça resi ola ra k da M u stafa P a şa ’nm hem en öldürülm esini g österm e­
leri, katlini çabuklaştırm ışdır (s. 482). idam ının, şeyhülislâm ın arzusu ile ol­
duğunu, o tarihlerde İstanbul’da bulunan Fran sız elçisi. F erriol (h ay atı için bk.
K antem ir, ss. 483-486) dahi tasdik eder (Bonnac, M ém oire H istorique.., s. 116).
179 N u sretn âm e, 222a-b. Şeyhî’y e g ö re 26 oca k ta (ay n ı e ser, n/1, 110a),
D ânişm end’e g öre ise 27 oca k ta k ati edilm iştir (K ron oloji, V, İstanbul 1971,
s. 50).
180 N u sretn âm e, 822b. A y va n saray î ise S ınk -m eydanında göm üldüğünü
belirtir ( Vefe-yât-ı Selâtîn, s. 72).
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
327
olmuş ve cellâda, gözlerini bağlamadan başını uzatmıştır181. O tarih­
te Enderun’da bulunan Fındıklılı Mehmed Ağa’ya, Sultan Mustafa
bizzat: «Gördün mü şu hâini! Bağdad’ta Abbasiyyenin ahir meliki
olan Mu’tasım Rillah’ın veziri A İkamı ile Cengizhan Fitnesi başımı­
za geleyazdı182. Hayvanın alacası taşrada, insanın içeride, bilinmez
derûn-ı hâli, üşenmez yorulmaz deyü uzaktan getürdük. Sadâkat
me’mûl ederken hâin çıktı»183 demiştir.
Mustafa Paşa’nm 500 kese akçesi ile 100 kese akçeden fazla
tutan eşyâ ve hayvanlan müsâdere edilmiş, bir kısmı satılarak borç­
lan kapatılmıştır184. Ölümüne, «sa’âdetü’l-mahşer»
sözüyle
tarih düşürülmüştür185. Sadaret müddeti dört ay 20 gündür. Mustafa
Paşa’nm konuşması pek iyi olmayıp anlaşılmazmış. Selefi ve aman­
sız rakibi, aynı zamanda şâir ve nüktedan biri olan Rami Mehmed
Paşa’nm Daltaban hakkında, gûyâ onun bazı sözlerini hicv ederek
şerh babında «Istılâhât-ı Daltabaniyye» adlı bir risâle yazdığı fivâyet edilir186.
Daltaban Mustafa Paşa’nm dört buçuk aya yakın sadrazamlığı
sırasındaki fâaliyetleri şöyleCe özetlenebilir :
tik icraatlarından biri olarak, Dîvân-ı Hümâyûn mensublarmdan başka hiçbir kimsenin Dîvânhâne’de bulunmamasını, asla gürül­
tü edilmemesini, arzıhâllerin usulüne uygun olarak okunmasını, kâtiblerin seher vakti iş başı yapmalarım emr etmek olmuş187 ve çı­
karttırdığı bir Hatt-ı hümâyunla vezirlerin Divan’a mücevveze ile
değil de k a l l a v i ile gelmeleri usulünü benimsemiştir188.
İkinci icraatı, hıristiyan ve yahudilerin kıyafetlerini düzeltmek
olmuştur. Çıkarttığı bir buyurulduda «Müslüm anlar sarı mest ve
181 s. 482.
182 B a zı iddialara g öre, son A b ba sî veziri A lkam î, M oğol Hükümdarı H ulâgû ’yu B ağdad’a davet etm iş, şehrin zabtından sonra birk a ç a y idaresine
m em ur olm uş, 1258 yılında ölm üştür. (1 A . V /2 , İstanbul 1977, s. 843).
183 N u sretn âm e, 222b; ondan naklen U zunçarşılı, Osmarilı Tarihi IV /2 ,
s. 262.
- 184
185
186
187
188
an on im Tarih, 207b.
A yvan sarayî, V e fe y â t-ı selâtîn, 72b.
Osmanzâde, H . V üzerâ, 127; 8 0 , IV, 412.
anonim Tarih, 185a; Ham/mer, X III, 81-82.
anonim Tarih, 197b; Zübde, 958; Râşid, n , 558-559:
A B D U B K A D IR .O ZC A N
.328
pabuç ile kırmızı çu-ka kalpak ve Tatar kalpağı giyerlerken, gayr-ı
müslimlerin tefriki için, siyah çuka kalpak ve şayak giymeleri hu­
lusuna dikkat edilmesini» istemiştir189.
.¡i.!..;Mustafa Paşa bir başka buyuruldu ile de, kadlnlarih kılık kıyâfetlerini düzene sokmak istemiş, bu hususta Edirne kadısını ikaz et­
miştir190.
Yine bir buyuruldu ile, ülke dışına top, gülle, barut gibi ateşli
savaş levâzımatmm satılmasını yasaklamıştır191.
: H ayıf eserleri
r
!
:
-
-
Daltaban Mustafa Paşa’nm İstanbul’da Koska semtinde Kâtib
Şibah Mescidi192 bitişiğinde Havuzlar Câmii civârında bir1çeşmesi
vardır193. Klâsik üslûbda olan ve kesme köfeki taşındârt yapılan bu
çeşmenin kitabesi daha sonra yok olmuştur. Yakm zamanâ kadar
ayna taşı da harab haldeydi191. Paşa’nın adına izâfetle «Daltaban
Mescidi» olarak; bilinen mabed, Kumkapı Nişanca, mahallesinde Daltaban-Yokuşu yakınındadır. Hadîkatü’l-cevâmi’de mescidin banisi­
nin Kâtib Sinan olduğu belirtilmektedir. Büyük bir ihtimalle, Dal­
taban Mustafa Paşa Sarayı ve çeşmesinin burada olmasından dolayı
meseid bu âdla meşhur olmuştur195. Yukarıda âdi geçen yokuş, Paşa’nın sıfatı ile günümüzde'aahi varlığını korumaktadır. .
189 anonim 'Tarih, 18Tb; Zübde, 949; Osmanzâde, aynı e ser, 127; H am m er,
X IH , göst. yer.
:
1
... ...
190
anonim Tarih,, 191a-b; Zübde, 952; H am m er, X U I, 84.
191 M eselâ, K aradeniz’ de işleyen şaykalarda giille ve b u m b a r a ; ele g e çi­
rilince, sorum luları cezalandırılm ıştır (anonim Tarih, 197to; Zübde, 958; Râşid,
H , 556).
, 192 Mustafa. P a şa ’nm dam adı R ak ım E lhâc M ehm ed P aşa bu m escide
bir m inber koydurm uştur (V e fe y â t-ı Selâtîn, 95). B u zâtm h ayatı için ay rıca bk.
SO, II, 365.
'
....
~
193 A yvan sarayî, V e fe y â t-ı Selâtîn, 72; krş. ayn ı m üellif, H adîkatü’ l-cevâ mi, İstanbul 1281, I, 185.
194 E rdem Y ücel, «D altaban Çeşm esi», İstanbul A n siklopedisi, VTTT, İs­
tanbul 1966, s. 4216.
195 Tahsin Ö z’e g öre (İstanbul Câmileri, I, A n k ara 1962, s. 43) m escidin
ilk inşâ tarihi belli değildir. T am ir kitâbesinde D efterdar R â k ım M ehm ed Paşa
tarafm dan 1150/1737-38’de teedid edildiği belirtilm ektedir. D uvarları kesm e taş,
329
D ALTABAN M U STAFA P AŞA
, . İki kızı olduğu anlaşılan Mustafa Paşa’nm damadlarmdan biri
Defterdar Rakım Elhâc Mebmed Paşa196, diğeri şuarâdan Senayı Ahmed Efendi’dir (ö. Mekke 1145/1732-33). Torunu Mehmed Bey 1174/
1760-61’de vefat etmiş ve Eğrikapu’ya defn olunmuştur197.
S O N U Ç
.:
-
Seyfiyyeden yetişmiş ve asker olarak cesur, çalışkan, vakur,
âlîhimmet198 biri olan; gerek Bosna gerek Basra seraskerlikleri sıra­
sında başarılı icraatlarda bulunan199 Daltaban Mustafa Paşa’nın, kısa
süren sadrâzamlığı esnâsmda pek müsbet faaliyetlerde bulunama­
dığı âşikârdır. Bu başarısızlıkta, onun şahsî meziyetlerinin bulun­
mayışı kadar, çevresindeki güçlü rakiblerinin de müessir olduğu bir
gerçektir. Başta, padişahı avucunun içine almış bulunan şeyhülis­
lâm Feyzullah Efendi200 ile kalemiyyeden yetişmiş, gayet zeki ve
kurnaz bir bürokrat olan Râmi MehmecL Paşa’nm elinde bir oyun­
cak, bir maskara haline gelen Mustafa Paşa’nm bu eksikliklerine,
Tatar-fitnesindeki dahli ve bunu yüzüne gözüne bulaştırması ile rüş­
vet201; haksız yere adam öldürme veya kayırma202, şeyhülislâma
çatısı ahşâb olan m escidin banisinin avludaki kabrinin sem bolik olduğu ile r i‘Sü­
rülmektedir- (Y ü cel, göst. y e r ),
..................
i
,
; ' j
,196 A yvan sarayî, V e fe y â t-ı Selâtîn, s. 95.
.
197
SO, IV, 413.
. :
198
K antem ir, 482; H am m er, X U , 49;. SO, göst. y er; U zunçarşılı, aynı
eser, s. 262.
' '
■
199 B ühassa, doğuda K urn a ve B asra’y ı g eri alıp, F ırat m ecrâsm i'tan zim i
ve hallun refah m ı sağlam ası m ünâsebetiyle padişahın senâsm a m azhar olan
(M ühim m e, CXI, 531, 562, 575) M ustafa P aşa'n m bu hizm etleri küçüm senem e­
y ecek değerdedir (U zunçarşılı, kezâ , IV /1 , s. 17).
. :, 200
M ustafa Paşa, m evkiin i borçlu olduğu bu .zâta
team ülün
sa y g ı g österiyor, teşrifata aykırı, bir yer veriyor, hatta, bu sun’î hürm et, bir
tabasbus, şekline bürünüyordu. Ç oğu zam an, bu dalkavukluk derecesindeki sa y g ı
şeyhülislâm ın oğullarına ve sarayd ak i yakınlarına k ad a r uzanıyordu (A h m ed
R efik, «D altaban», Yedigiin, 19.6.1935, sene,: 3, ss. 12-13). Sadâret m akam m a
yakışm ayan bu davranışların, esasen m a ğru r bir kim se olan (N u sretn âm e, 208a)
D altaban P a şa ’y a ç o k , a ğ ır g eld iğ i m uhakkaktır (R âşid, n , 571-572; U zunçarşılı, göst. y e r ) •
201 anonim Tarih, 205a.
202 H am m er, X H I, 13; U zunçarşılı, kezâ , IV /2 , s. 262; A . R efik , göst. yer.
fevkinde bir
330
A B D Ü L K A D İR Ö ZC A N
suikast gibi suçlan da eklenince, aynı başarıları gösteremeden
meş’ûm sonunu çabuk getirmiştir203. Daltaban’m akıbeti, selefi Hü­
seyin Paşa’mn başına da gelebilirdi. Nitekim, daha değişik bir şe­
kilde halefi Râmi Mehmed Paşa’nm başına gelmiştir. Daltaban’m,
şeyhülislâmın tahakkümünden kurtulmak için Kırım’da yapmaya
çalıştığı, fakat başaramadığı plânın benzerini İstanbul’da uygulama­
ya kalkan kurnaz Râmi Mehmed Paşa, nüfuzlu rakibi Feyzullah
Efendi’den kurtulmayı başarmışsa da mevkiini muhafaza edeme­
miştir204.
EK :I — AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA’NIN MEKTUBU
Benim izzetlü karındaşım hazretleri,
Bağdad canibinin ahvâli emr-i âlî ve mektûb-ı muhlisi ile mu­
kaddemi tavsiye olunmuş idi. Allahü te’âlâ tevfîk ihsân eyleyüp bevalla ki, sîret-i marziyye ve hüsn-i tedbîre karin olabilesiz. Rakka
cânibindeeslâfmızdan ziyâde sizden eser-i cemîl muntazır ve me’mûl iken, ma’a-hâzâ ol tarafm nizâm ü intizâmı bir umûr-ı müşküeden değil iken, pey-der-pey hilâf-ı me’mûl keyfiyyât ü hâlât zuhûr
edüp, hâsılı ta’addî ve tecâvüz ile ahâlî-i vilâyetdeh bu kadar âdemi
yerlerinden âvâre edüp, Dîvân-ı Humâyûn’da ve sokaklarda, gavgayı şikâyetinizden gayrı bir eseriniz nümâyân olmadı. Eğer ol vilâ203 U zu n çarşılı ölümünün oca k lıy ı m üteessir ettiğinden bahs etm ekte (göst.
y e r ); K antem ir ise, bir süre son ra çıkan F eyzullah E fen di V a k ’ası’n ı onun ölü­
müne ba ğlam a k ta dır (s. 306, 482).
204 V a k ’a sırasm da sadrâzam R â m i M ehm ed P a şa gizlenm iş, a n cak yakını
D am at H aşan (1 A , DC, 624’te sehven H üseyin ola ra k y a zılm ış) P aşa’nm sadâ­
retinden son ra orta y a çıkm ıştır. B ir süre itibardan düşm üşse de, ç o k geçm eden
Kıbrıs, daha sonra M ısir vâliliklerinde bulunmuş, fa k a t h iç b ir v a k it eski ikbâ­
line kavuşam am ıştır. Son v â lü iğ i sırasm da halkın hoşnutsuzluğu v e galeyan ı yü ­
zünden bu görevinden : alınaraik R od os’ta ikam ete m ecbu r edilmiş, üzüntü
ve y e’s içinde iken 1118 zühiccesinde (m a rt 1707) orada ölm üştü r ( 8 0 , H,
İstanbul 1311, s. 368; B ursalı M ehm ed Tâhir’e g öre 1119 tarihinde v e fa t etm iştir
(Osmanh- M üellifleri, İstanbul 1333, H , 186).
D ALTAB AN M U STAFA PAŞA
331
yetden çıkmanız Bağdad takribi ile olmayup, ma’zûlen başka veç­
hile olsa, bele bu keyfiyyeti dahi mülâhaza buyurun. Zulmün akı­
beti vahim ve dünya ve ukbâda mûris-i nekâl-i azîm idüğü beyân­
dan müstağnidir. Bâ-husûs ki siz, bu kadar germ ü serd görüp, mücerreb-i etvâr-ı rüzgâr oldunuz, huzûr-ı hümâyûnda defa’atle hüsn-i
terbiyenize ikdâm olunup ve bu keyfiyyete getürülüp, gün be-gün
âsâr-ı cemileniz vâsıl-ı mesâmi’-i şehriyârî olmağla, inşâallahü te’âlâ
sözlerimizi musaddık ve hüsn-i terbiyemizi muhakkik olursunuz,
i’tikadında iken bu şekil şû-i sîret ile mezkûr olduğunuzdan gayetü’lgaye mütekeddir olmuşuzdur. Hele her ne hâl ise tarafımıza temahhuzunuza binâ’en yine temşiyet-i umûrunuza sa’y olunup, hâliya Bağdad eyâleti ile mükerrem oldunuz. Bağdad cânibi ise Rakka gibi değil, bu kadar umûr-ı külliyyeye müştemildir. Evvelâ, taş­
rası vahşî urbân ve içerüsü asabe-i vâhide olan kul taifesidir. Muktezâ-yı vakt ü hâle göre her ferik üe hakîmâne mu’âmele lâzımdır.
Bi-tevfîkı’llahi te’âlâ her hâlde hüsn-i sîrete sâlik olup, eğer filcümle kalbinizde bu misillü bir nesne kalmış ise de selb-i külli ile
meslûb ve bu niyyeti def’-i hutûb ve zuhûr-ı eser-i merguba vesile
bilüp, tavâif-i urbândan eğer yerlüden ve eğer kul tâifesinden ba’zalann tavsît üe re’y isteyenlere hüsn-i tedbîr ile müsâ’ade ve bu takrîb ile taklîl ü tefrik edüp, şiddet-i vefret ihtiyâr eden eşiddâsma
dahi tedârük-i vâfî ile ızhâr-ı celâdet edüp, bu şekil hem mülâyemet
ü re’fet ve hem celâdet ü necdeti hâvi makbûl-i fuhûl ve mergub-ı
ashâb-ı ukûl olan mu’tedil ü mutavassıt hareket-i hakîmâne ve re’y
ü tedbîr-i âkılâne vü merdâne ile câniblerin inhilâl-i âmme-i ihtilâli­
ne sa’y ü himmet, ve ihtiyâr-ı basiret ve hüsn-i sîret eyleyesiz ki,
inşâaüahü te’âlâ sâbıkda zuhûr eyleyen hâlât-ı gayr-ı marzıyyeyi
îzâhe vü inşâ eder. Mesâî-i hamideniz ruz be-ruz zuhûr edüp bizim
dahi' huzûr-ı hümâyûnda zikr ü terbiyenize yüzümüz ola.
Velhâsıl kendünüzü cem’ ve mülâhazanızı tesdîd eyleyesiz. Me’mûr olduğunuz umûr hatab-ı azimdir. Bu kadar hazâin hare u sarf
olunup, büâd-ı ba’îdeden asker nakline muhtâc olmuş ve bu kadar
asâkir-i mansûre irtikâb-ı metâ’ib-i sefer eylemiş bir işdir. Allah
hıfz eyleye, su-i tedbîr ve adem-i basîretden. Velhâsıl fevât-ı maksû­
du müstetbi’ olur keyfiyyetlerden nâ-mülâyim hâlet zuhûr edecek
olursa, şevketlü, kerâmetlü, şecâ’atlü efendimize bir veçhile cevâb
ve teskîn-i gadab-ı husrevânelerine bir tarîkle vesâil ü esbâb bulun­
332
A B D Ü L.K A D İR Ö ZC A N
maz. Hem kendünüzü gadabri âteş-bâr-ı Şehriyârîden yikaye ye hem
muhibbinizi baçâlet-i şermsârîden himâye eyleyeşiz.
Netice;'sizi terbiye ve Iımûr-ı husûsunuzu tenmiye, babında şim­
diye değin levâzım-ı sa’yîde bir nesne fevt olunmamışdır. Hâliyâ,
böyle bir emr-i azîm içindesiz. Tab’-ı humâyûn-ı Şehriyârî ise dâim'â
Bağdad ve Basra tarafma mütereddid olup, her bâr istihbâr-i ahvâl
ü âsâr ederler. Bevalla ki, arza sâlih harekât-ı pesendîde İle âsâr-ı
hamiyyetiniz zuhurundan mesrur olâyuz. Her1hâlde, her ahvâlde
basiret ü intibah;ve dergâh-i nusret-penâh-ı Hazret-i Allah’a sıdk-ı
derun ile ilticâ üzere olup, hulûs-ı niyyet ile azimet Ve müktezâ-yı
fikr ü reviyyet ile hareketi pîş-nihâd edüp ve zuhura gelen ahvâl ü
asarı pey der-pey arz u i’lâm eyleyeşiz205.
■ İ
^
205 .. anonim Tarih,, 205b-207a.
333
D ALTABAN M USTAFA PAŞA
ty / s
o /J
o ) ) - > * i } r ) & 9 jp $ s fa jb \
^
l$r>)W ^ îû ‘
t ¿jjyJs/>(r$syt/&eÜf’$ > Â*t>t
.
fy f-
SiJj)OÖjJj^ ^¿s
■■ ■
Mü*1?-111®6) E*»
M ühimm e, CV U I, 87
A B D Ü L K A D ÎR Ö Z G A N
334:
X W í'fr ü fr jb v jr / . V '
- ‘*J* ! tí s*** r' ' ' ^ v ï ï j i i
M ühim m e, CSC!, 241
MÜNECCİMBAŞI AHMED DEDE EFENDÎ’NİN TARİHİ
CÂMTÜ’D-DÜVEL DIŞINDA KALAN VE İSTANBUL
KÜTÜPHANELERİNDE BULUNAN BAZI YAZMA
ESERLERİNİN TAVSİFLERİ
Ahm et Ağvrakça
Onyedinci yüzyıl Osmanlı Türklen’nin yetiştirdiği biiyiık âlim,
mutasavvıf ve müverrihlerinden biri olan Müneceimbaşı Ahmed
Dede Efendi, daha çok müverrih olarak tanınır. Asıl mesleği ve gö­
revi müneccim olmasına rağmen yazdığı büyük eseri Câmi’u’d-dv/oel,
ister istemez diğer eserlerini gölgelemiştir. Müneceimbaşı, teolojik
alanda yerdiği eserlerinin yanısıra edebiyat, tıp, astronomi, astroloji
ve musikî dallarında da telifler yapmıştır. Ayrıca o, üç dilde (arapça, farşça ve türkçe) şiirler yazmış bir şairdir.
>
Çeşitli vesilelerle onun hayatından ve eserlerinden bahseden bazı
yazarların1 kaydetmesi nedeniyle biz burada onun hayatından bah­
setmeyeceğiz. Ancak Müneceimbaşı Ahmed Dede hakkında daha ev­
vel yapılan çalışmalarda2 hiç zikredilmeyen bir kaç eserini tesbit et1 E sra r Dede, T ez k ire-i Şuarây-ı M ev lev iy y e, Î.Ü. K tb. no : T. 89, s. 13;
Şeyhî ( Y ek â yiû ’ l-fudald, Î.Ü . K tb. no : 3216, H , vr. 189 vd. Sâkıb D ede, S e fîn e -i
N e fîse -i M ev lev iy y e, Î.Ü. K tb. n o : T. 2379, H , 169; Sâlim, T ezkire, İstanbul 1315,
s. 104; M ehm ed Sirâceddin, M ecm u a y-ı Şuarâ v e T ezk ire-i udebâ, İstanbul 1335,
S. 82; G ökbilgin, T.’, M üneceim başı ‘A h m ed D ede mad. t A ; Atsiz, N;, M ün eccim başı Ş eyh A h m ed D ed e E fen d i, H a ya tı v e E serleri, İstanbul 1940; A y n ı m üellif,
«M üneceim başı Şeyh A h m ed D ede E fen di», H ayatı ve Eserleri, K o n y a H alkevi
M ecm uası, K on y a 1949, sayı, 34, s. 1945.
2 N ot l ’d e k i k ay n ak la r v e M. Süreyya, Sicilli Osmânî, İstanbul 1308, I,
232; B ursalı M . Tahir, O sm anlı M üellifleri, İstanbul 1333, m , s. 143; Bağdatlı,
IsmaU Paşa, H ed iyyetü ’l-ârifîn f i em âil-m ü eU ifîn v e âsâri’ l^musannifîn, nşr.
R . B ilge-M . K em al İnal, İstanbul 1951, I, s. 167; C. Brockelm ann, G .A .L., Leiden
1943, II, 617.
336
A H M E T A Ğ IR A K Ç A
tik. Daha önce yapılmış olan çalışmalarda yalnızca isimleri kaydedi­
len eserlerinin İstanbul kütüphanelerinde çeşitli yazmaları bulun­
maktadır. Hatta aynı eserlerin değişik yazmaları arasında bazı fark­
lılıkların olduğunu da müşahede ettik.
Bu yazıda Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin Câmi’ü’d-düveri dı­
şında kalan ve İstanbul kütüphanelerinde bulabildiğimiz eserlerinin
tavsiflerini vereceğiz. Yahıız isimlerini bilip de yazmalarına rastlayamadığımız eserlerinden ise söz etmiyeceğiz. Zira aynı eserlerden
daha evvel bahsedilmiş bulunmaktadır.
1 — Gâyetu’l-Beyân fi dekâyiki ilmi’l-Beyân :
( jU l
^
jılib
J
ü U i  ı lp )
t
Bu eser Mevlana İsameddin’in Farsça olan "«İstiare Risalesi»nin
Arapça tercümesi ve şerhidir.' Müneccimbaşı Ahmed Dede bu eseri­
nin sonunda Mevlana İsameddin’in bu risalesini 1100 yılı sonlarında
(1689 Ağustos - Eylül) Kahire’de tercüme ettiğini, sonra 22 Rebiiiîevvel 1108 (Î9 Ekim 1696) tarihinde Medine’de' buna şerh yazdığını
ve daha sonra, istinsah kaydında beliîtiğimiz gibi, Tâif’te bulunduğu
sırada 8 Saf er 1112 (15 Ağustos 1700) tarihinde hepsini bir araya
toplayarak bu nüshayı meydana getirdiğini anlatmaktadır.
Müneccimbaşı bu eserinde istiarenin tarifi, Beyan ilmindeki-yeri,
çeşitleri, kullanımı, manalarda meydana getirdiği değişiklikleri," ma­
nayı kuvvetlendirmesi ve faydalan hususunda bilgiler veriri Ayrıca
kullanılan bütün örneklerin çeşitli açıklamaları ve bu hususlarda ge­
rekli bilgiler aktarılmaktadır. Eserde ayrıca istiarenin mecaz-teşbih
ve teşbihin çeşitleri ile değer edebî sanatlarla olan ilişkileri, nereler­
de kullanılabileceği, Kur’an-ı kerimde.kullanıldığı ayetlerden bazı
örnekler ve bunların' asıl ve mecazî-anlamları anlatılıyor.
Feyzullah Efendi 1860/1, Kahverengi, .şemseli, zineerekli, miklebli
ve şirazeli meşin bir cild, aharlı kâğıt,
müellifin kendi hattı ile, vr. 1E da şeyhülislam Feyzullah Efendi’iıin
ve hâfız-ı kütüb Bedreddin Mehmed’in mühürleri bulunmaktadır.
Arası yaldız doldurulmuş siyah iki çizgiden mürekkeb bir çerçeve
içinde serlevhası vardır. Yazmanın l b - 104b arasını işgal eder.
150 X 121 90 X 141 mm ebadında 25 satır, ta’lik, nüshanın devamın­
da Müneccimbaşı’nm ilerde zikredeceğimiz iki risalesi daha vardır.
MÜNECCTM B A Ş I’N İN •E S E R L E R İ
Sonu ve istinsah hay ân, :
' - ; S'
^
l^ i
l Aİ
( ŞuAjI
JÖ I a^V İ
-£ r :i
j F
^
"""
Ç- Aj Üai l 4^ 3.9 (_$ J j S İ Î
j
L .r i'V
i K'-;-
^ ^
£
; ¡¿&JI
•337
.■ İ j ü İ j İ
eiraeü^îL
ı^ r.::
o j Jl &
■■■.
.-•]■■'.•
^.>JI
uj
¡;:ım 'ü i
■'•
• ; ' L.c
j
^
A ^ r i]
p
(jy* j
 )l^ î.l'i(J c l
i ;>v.: -\
: : ■' : t i f . ; 7>
Laleli^¡30.34/1, -Bordo cild;ızincireklü: miklepli~ve;.şirâzeli, arasıs yal:£
< ;. . ; diz doldurulmuş .İki, siyak çizgiden mürekkep serlevnkâ, diğer varaklar kırmızı; mürekkepli- bir -çerçeve -içinde, aharlı kâ•:ğıt, Mevlana İsameddin’in istiare risalesinin: altları; kırmızı mürek­
keple çizili, kenarlarında tashihi ve ilaveler yar. Bazı konu başlıkları
kırmızı mürekkeple, vr, l a’da Sultan IH. Selim’in 1217 (1802-1803)
tarihli vakıf mührü vardır. Vr. l b - 133a arası 133 vartktan ibaret,
210X147, 156X 82 mm. ebadında, 25 satır, nesih kırması. ..
Ancak Müneccimbaşı’nın bu risalesi diğer nüshalardan daha teferruatlribir. şerhi ihtiva ;eder.^.Bü şerhin Münecciinbaşı -tarafından
mı yoksa bir başkası tarafından mı yapıldığına .dair herhangi bir
kayıt yoktur.’
•! ,
.ı
'
'
•
İstinsah hayân, :
,•r ^ w  . i ~
•A.
.
L
, r;
,
/
’O'»»!
Başı ve sonu : Bir öncekinin aynıdır.
or
/
, .
0
İa^îhI1'^)
’
uno-i
^
jlsii
.-
v
A H M E T A Ğ IR A K Ç A
338
Giresun (Süleym aniye) 139/2, Kahverengi eild, şemseli, zincirekli,
cildin arkası tamamen kopmuş, şirazesi dağınık, miklepsiz, baştârafında, l b -191a varaklan arasında
Kadı îyâd’m «Fevâidü’ l-Giyâsiyye» adlı eseri.bulunmaktadır.. Gâyetv/l-beyân, yazmanın İ91b - 284b vâraklan arasında, 210 X 152,
146 X 97 mm ebadında, 17 satır, ta’lik, müstensihi: Ahmed İbn Ali.
İstinsah kaydı :
y ıi-
JU?-I A) ¡ j
ÂılfJl (Jl (»JaJI eJdil JuJ-l i ü j
Başı ve Sonu : Yukarıdaki (Feyzullah Efendi 1860/1) nüshanın aynı.
Bayeztd Umumî 6025/1, Ebrulu kâğıt kaplı mukavva cild, sırtı ve ke­
narları bordo renk' meşin, miklepli, şirâzeli
arası yaldız doldurulmuş iki siyah çizgiden mürekkeb bir serlevha,
diğer sahifeler kırmızı mürekkebli bir çerçeve içinde, Mevlana îsameddin’in istiare risalesi metninin altı kırmızı kalemle çizili,
220X136, 160 X 80 mm ebadında, yazmanın l b - 125b varakları’ ara­
sını işgal eder. 25 satır, ;ta’lik, ya'zmada bu -risaleden sonra yer alan
iki risalenin sonundaki bir istinsah kaydına göre, eserüibrahim îbn
Şeyh Süleyman el-Kırımî:tarafından -1116 (1704-1705) tarihinde, yer
yer şerh ve ilaveler yapılarak, istinsah edilmiştir.
1 ,/--s'•>
İstinsah k a yd ı:
u
(j^»
i ^1^1 4ü\ :
;:
J\
1, 4
J
1 AAÎ
y * 4JLL>Jl
I ¿ \1
2;
: ,. ;
C—oJ
1. ;.Jb^lral^j ^^
Başı ve sonu : Yukarıda zikredilen (Feyzullah Efendi 186Ö/İ) nüshanın ajoıı.
Şehid A li Paşa 2287, (Risâle fi beyâni’l-mecâz şeklinde). Ön kapağı
kopmuş yerine siyah mukavvadan; bir kapak
takılmış, arka kapağı ebrulu kâğıt kaplı mukavva, kenarları meşin,
şirâzesi dağinık, sırtı âdi bir kâğıtla yapıştırılmış bir cild içinde
154 X 70, 120 X 60 mm ebâdında 81 varaktan ibaret 19 satır, nesih
yazı aharlı kâğıt, konu başlıkları kırmızı, varakların b yüzü sonun­
M Ü N E C C ÎM B A Ş I’N IN E S E R L E R İ
.339
da kenarda bir sonraki varakm a yüzünün ilk kehmeşhyazılıdır. Baş
tarafında ve sonunda Ali Paşa’nın vakıf mührü vardır. Müstensihi
Ahmed îbn Muhammed el-hamavî’dir.
îstinsah haydi :
^ L>
1 ,,
.
;
. .. { ç
- ./.
i ^
J
I
^
-
1
1
^0*
•..■•• . 1^0 <Ü)I. £¿1
ûJlfc
Başı :
Jjü>&Ll
IS'}/y > j U İl£-l ¿11»
<üll cJaiaj ^ )l <_£J ij i l
. ..
Söriü:'
-r
aoL«î Ij
-¿i! ^
Â^«Uiaxll
J\
..¿ij
_y&-ÜI J j J s J d l
jb t U ü l j
r :': ■
«Âft
â]L*»j ûÂ^»
. . . ¿£«1 ^
/ ¡;; ■:
^ ^ ¿3J . ı
dedikten sonra müstensih Ahmed îbn Muhammed el-Hanefi elrHamavî’nin bu risale ile ilgili 3 >yaraklık (78a - 81-) bir; açıklaması sonunda istinsah kaydı ve hatimesi yazılmıştır. Asıl risale, yazmanın
l b;-77b varakları arasını işgal eder.
■'
Yukarıda, zikredilen nüshalar- Gayetu’l-Beyan adıyla
bu risale ise, Mevlana îsamüddin’in «İstiare Risalesi»nm
tercümesi olup, şerhi istinsah edilmemiştir. Muhtemeldir
tensih bunu diğerlerinden ayırdetmek için buna «Risale fi
mecâz» admı vermiştir.
.
anılırken
arapçaya
ki, müs­
BeyânVl-
Hacı Mahm-ud Efendi (Süleym aniye) 5766/2, (Risale fi Beyâni’l-Mecaz şeklinde). Siyah
mukavva, sırtı siyah meşin, köşebendli ve zincirekli; aharh inçe, kâ­
ğıt, bazı varakların b yüzleri boş, 200 X 125, 150 X 70 mm ebadında,
21 satır, ta’lik, 48b - 55“ varakları arasında, İstiare Risalesi’nin ter­
cümesinden bir kısımdır,
A H M E T ' A Ğ İR A K Ç A
340
Başı : Bir öncekinin aynı.
• jV
^
'
si.
~
Sonu :
r
;rf;
aJL«J\ ^yajUia^- (J j ...¿^J^âîl Jljcsû^ıl
/
L-: :
. : A
.
j l jL^p*V)Â^oj
..U
. .. . ¿J J İ ¿Ûi Uv\
diye kesilmiş. Bu risale' dö aynı şekilde Müneccimbaşı’nıiı. bir önce
(Şehid Ali Paşa, 2287) kaydettiğimiz nüshanın baş tarafından 13b
varakma kadar olan kısımlarım ihtiva etmektedir. Gerisi istinsah
edilmemiştir.
2
«Risale fi’l-hinâye ve’t-ta’riz»
—
'
kinaye
'■
i v
“ " ' ■•V
;
(
' -i ■,
(Veya Risale fi tahkîki’l-
U .
i-
■'
Âıb53l
' î J V
i U 'ii'.-'
)
Kinaye hakkında muhtelif görüş ve kanaatleri serdederek, kina­
yenin tarifi, çeşitli eserlerdeki tarif ve kullanımları, özellikleri,
Kur’an-i Kerim’de kullanılmasına dair örnekler, kinayenin gereği,
kinayeeyi kâbül;-edenlerle etmeyenler-- araşmidaki görüş farklılıkları
hakkında bilgi veren Arapça bir risaledir. Kenarında ilaveler olup,
bazen ibareler çizilmiş ve:tüshih edilmiştir ,i;Bu işlemlerin- müellif ta■rafından!yapıldığı h er haliylehöni ö h n a k t a d ır .m - m
urhivom
FeyzuTlah Efendi 1860/2, Bu risale ¡yukarıda, taysifini yerdiğimiz
Gâyetu’Vbeyân (Feyzullah Efendi 1860/
l) m devamında 105a - 110b varakları arâsında ver1alır.
'-i- ; -r. "V"
:..r' üi,
ı: ■
,
9ci
'Başı
•
~ ;
,
•.
SjlvsJl
9
9
^
■'
i i n i ; ! - - :
\\Yo: ■”
aSI j
1
1
dLJ
. ' ±: _ a . a . a i Î İ İ : : ; ;
*j
/i
• .
j:
r l :::? =
D
-
r'.'j'io
. .i.
•' . i 1 9 - i ;
t’ İ '
j uUJ-l dİ!
Aj j âjjik* 3>!
ÂibCJI ¡j Î-1--1«]!
i m İ T.
T1
r
' 1
;
•v-mii-.r!
;
:
<üll
(JjjL® -bo Ul .
j
dliol; li?i3İ
••••
’
:-j
•'- 'T i - ' :
M Ü N E C Ç İM B A Ş I’N IN .E S E R L E R Î
Sonu ve ferağ kayda :
y
a
¡
y
.
^
;
n:-
snc n:
ajL*$CJ1
^ jiU I
341
sı'.;
LJp y
^ jA
\j^>Viîİ ^ jj j b ^ - l
.
uJûjiiail
(i
'• '
' w \ r< ^
Laleli 3034/2, Bu risale de yukarıda İ. eser ikinci nüshada zikret!'■■>■■■
K tiğimiz ^yazmanın 133b - 142a varakları, arasında yer
almaktadır. Evsafı aymdır.
İstinsah kayda :
L; ’ I .’
j .• ’
‘. i 1 . • : f i
_______ _______
jîl '¿iİÂ
J
. . . (-İİ JİI
y*
Başı v e Sonu : .Yukarıda zikredilen (Feyzullah Ekendi 1860/2) nüs­
hanın ajansıdır.
' v "'?>■ '■'■*■"
v
Bayezad Umurm 6025/2, Bu risale ide «yukarıda! zikrettiğimiz (Baye*
zıd 6025/1) yazmanın devammda 126b134a varakları arksin’ida yer alıp'^evsafı ajmıdırJ ; . .
Başi ve sonu aynı, ancak en sonda,/kaydedilen tarih, müellif nüshası
(Feyzullah Efendi 1860/2) nda 1113 iken Imrada 1116 olarak kay­
dedilir. Yanlışlık eseri,olsa gerektir., ¡,
. .
r \:
• C;
i- ı
V
*.•
1
3 — Risale fi tahkiki’ l-Masdar :
(
1
' r r': \
( % aJ
)
Müneccimbaşı, bu kısacık risalesinde, Mastar’ıh ne zamandan
beri kullanılmaya başlandığım ve bu hususta yazılan ve söylenen­
lerin açıklamalarım yapar. Ayrıca mastarla ilgili bazı hususların
tenkidi, İdil ve adabtaki yeri, etkileri, kısımları,; uslubu kuvvetlendir- ,
mesi;; ¡nerelerde: kullanılıp, .kullanılmayacağı, çeşitli örnekler verile­
rek, anlatılmaktadır.; Risale tiki kısım ve bir-hatime ile sona erer.
Feyzullah Efendi 1860/3, Yukarıda zikredilen Gfâyetü’l-beyân ve elKinâye ve’t-ta’rîz adlı eserlerinin sonun-
342
■A H M E T A Ğ IR A K Ç A
da yer alır. Risalenin baş tarafı tamamen kopmuş ye kaybolmuştur.
Yalnız 1 varaklık (vr. l l l a-b) kısmı kalmıştır. Evsâfı aynıdır.
Başı : Baştarafı kopmuş yalnız son varak mevcuttur.
Sonu..ve ferağ kaydı :
^ ( . J û j l j a j l (J ÂJLoJ\ d jj y
¿jİLş j Zi
»
y jjl
\ VVV
j
J\ y »
Laleli 303^/3, Yukarıda zikrettiğimiz (Laleli 3034/1-2) yazmanın
devammda 142b - 159b varakları arasında yer alıp
aynı evsafı haizdir. Kenarlarda çeşitli şerh ve ilave­
ler mevcuttur.
B a §i:
*L»^<aJÎ i jA II
«üll
aÜI
aİ I ^Jp :- j
( Jy
! l r' ’
Lâ
Jjü
Uİ .
^*«1
L
^rUaâ) l
li.
1V . .
;
...
j
U* } L* ı
j
;
.. .
■
¿_£jü5l
Sorat ve /erağ kaydı : Yukarıda zikrettiğimiz (Feyzullah Efendi1860/3) nüshanın aynı, ancak devamında
şunlar kayıtlı.
aİs j u J - I
,;.iK
jîl
Js > -
, .i a : : ;
f t j-
j
•
Bayeznd 6025/3, Bu risale de yukarıda' zikrettiğimiz Bayezıd.6025/
1-2) yazmanın devammda, 134b-149b varakları:
.
- arasında yer alıp 16 varaktan ibarettir, evsâfı ay­
nıdır.
>•i ■
M Ü N E C C İM B A Ş I’N IN E S E R L E R İ
343
İstinsah kaydı :
Lma» j i r
^
Boşi : Yukarıdaki (Laleli 3034/3) nüshanın aynı.
Son« : Yukarıda (Feyzullah ¿fen di 1860/3) nüshanın ayni.
4 — Adâhu’ İ-Mutâlaa, el-musemmâ bi Feyzv’l-haram,:
( ^
4*)ljail
)
Bu eser, okuma adabından, okurken daha iyi anlamak ve oku-'
nanları iyice kavramak için nelere dikkat edilmesi gerektiğinden,
öğrencilere tartışma ve anlatım tarzlarını ve usullerini öğretmekten,
ilim tahsili yapmak ve ilimlerini arttırmak istiyenlerih uyması ge­
reken hususlardan bahseder. Ösmanlı müellifleri arasında bu konu­
da kendisinden önce eser veren olmamıştır3.
Laleli 303k/k, Yukarıda zikrettiğiiüiz 1. eseri Gâyetü/l-heyân'm so­
nunda (Laleli 3034/l-2-3) 160a -188” varakları ara­
sında yer alır. Evsafı aynıdır, 160b ve 161a varaklarmda yer alan
arası yaldız doldurulmuş, iki siyah ve bir kırmızı çizgiden mürekkeb
bir serlevhası vardır..
Başı :
’
j
...
ı _
I j
alil'
*^1
O b j l O l AiJlial îjXLw«
al«]
^
\c, ^¿¡\ <uj
(JJİ^jl
...
.L*]l (
4İ «0)1
3
^
J
b
iS 3 ^
l
4İ)I
3 B ursalı M ehm ed ' Tahir, Osm anlı M üellifleri, H I/14 3, B a ğda tlı İsm ail
Paşa, H ed iyyetü ’ l-arifin, 1/167.
...ı
344'
A H M E T . A Ğ IR A K Ç A
Sonu ve ferağ kaydı :
,
i •^Lsllr 1‘ -lj : ( % ^ı
^j I-6t-b&. l-Lî
^j-ûİl
^'j d*jz Ua^- ^Jp «üii
.
v,
,r
l
Jlill o l ; y iilliîl ^ I j y
j.r -■'
•:: - :V
Esad Efendi 35^4/4= Mukavya üzerine yapıştırılmış, ebrulubir kâ­
ğıtla kaplı cild, kenarlan ve sırtı meşin,' inik-'
lepli, şirâzeli,.kapağın,ye.Tin.iklebin içi yeşil kâğıtla-kaplı, aharlı sa­
man rengi kâğıt, 200 X 151, 200 X İ4Ö mm ebadında meemuamn 67b 77a varakları arasında .yer^aîıp 10 varaktan ibarettir. ’Sahifenin sağ
üst köşesinden sol alt köşesine doğru intizamsızca ve tüm sahifeyi
dolduran satırlar halinde ta’lik yazı çeşiti ile yazılmıştır. , : ; ,
İstinsah kd yd l:
■
^
"
;y cıv --.: ..
. . . :(jAlOlŞİI
-
Isırm./
-
:m r :İ3 '/.‘:j .a .•J.slrr.s ?."■/ m - : ?
ÂİLfyJl
im iiü h u . y
ı r\
.
■-—«O
ir /.m m ü o
-;h~ /A':
y
*5 j - J i j r-
r: '.d r
■-
.■■■■■■■
r;
Başı<vetşonu ryBirûöncekinde olduğu?gibi;
? ,,: ;
Nafiz Paşa 1350/1 ( Süleymaniye) , Kahve' rengi" cild, miklepli, şem- /'/
1
‘ - •
seli, zinöirekii, şirazeli, şemsesi,
zincireği ve serlevhası müzehheb, sahif eler sarı renk ¡Cedvelİerle çizili, konu başlıkları ve med işaretleri kırmızı, aharlı san kâğıt, yaz- !
mamn l b - 22a varakları arası 22 varaktan ibaret, 205 X 110,.
155 X 60 mm ebadmda 21 satır, ta’lik yazı, baştarafmda Osman
Salaheddin el-Meylevî’nin yakıf mührü'/yardır.
,
İstinsah kaydı :
V!. c i o W
,
.•
,î
’
j>-\ ¿js S^LjİİI aJLuJ\ oSa j ) y s i y y
jJ j
33^
¿y
aüı-L»i-lj
tl>-l
o
a~bo
B a şıv e sonu : Yukarıda zikrettiğimiz (Laleli 3034/4)
aynı.
.:?r
nüshanın
M Ü N E C C ÎM B A Ş I’N IN E S E R L E R İ
345
5 — Vesîletu’ l-vusûl ile ma’rifeti’l-hamli.ve’l-Mahmûl :
(
4£ j*A J,l
)
Bu risalemde Müneçcimbaşı’nın mantık’a.dair bir eseridir. Önermeleıy (konu/.ve, yüklemler) hakkında çeşitli örnekler verilerek anlatılır. Mantıkta kullanılan «önermeler» hakkında Ali Kuşçu, Fahreddin er-Razî, Seyyid Şerif. Cürcânî ve Ebu’l-leys es-Semerkandî’nin
eserlerinden nakiller yapıp örnekler aktararak bilgi verir. Bu husus?
ta yazılan eserlerden aldığı bilgileri karşılaştırıp ken,disi de bazı yo?:
rumlarda bulunarak kendi görüşlerini belirtir. Genellikle konu ve
yüklemler hakkında verdiği örnek cümleleri ele alır ve bunların cüm­
lelerde nasıl ve neden o şekilleriyle kullanıldığını izah eder.
Laleli 26Jfî/2, Mıklepli, şirazeli, ebru kâğıt kaplı mukavva kapak,
''
sırti ve kenarlan Ue miklebi kapağa bitiştiren kısım
meşin, aharlı kâğıt, 210X140, 130 X 8 0 mm ebadmda olup yazmanın‘31b - 64b varaklan arasını işgal eder. 34 varaktan ibaret 21 sa­
tır, yer yer harekeli ve harekeler kırmızı mürekkeble, kenarlarda
sık sık ilaveler yapılmış, baş tarafında (vr. 31a’da) ve. sonunda (vr.
64a) III. Selim’in vakıf mührü vardır.
istinsah k
a
y
d
kû
ı
'
aJ I ^
y 7/ 7
Bası :
• ••■ .
• ■; _a. - i v ı -:: . r.
U jL :s 7 y
' ’
•
”
o ;!;.
"
îj&
v
.
r
a
. .
’•
r
y
,;n
. .. <UP J p
Sonu v e ferağ kaydtı :
^
lr
^ 4J
J\ ûAii
(_a!Ij â jU j SjJ i& j ^¿.Jİ aL a {j A
^jA ^ 1
,/jtjj (j-4 ö
.A*I ıld
j
(j^ oL JI
A H M E T A Ğ IR A K Ç A
346
J ljZ >
İÎ^Üİ
Ç ji
’^İJİÎ'I ü l £ j
Awa5 ¿J
Tırnövalı'; 1861/2 ( Sül&ymaniye), Koyu pembe bez kaplı mukavva
; ,Vi
......
cild, miklepsiz, şirâzeli, aharlı
sarı kâğıt," yazısı yaldız karışımı; mürekkeple, vr. 38b’den sonra yer
yer' kenarda kırmızı mürekkebli kalemle ilaveler var, yazmanın 13b 40b varak arasını işgal eder. 239 X 171, 165 X 5 5 mm ebadında 23 satırİi 28 varaktan ibaret, ta’lik yazı.
Müstensihi ; Hafız Halil Hilmi’dir.
J J 5*"
djtil y ı k
A : •~İT» •
-
‘
;
••J l i y
%
İstinsah k a yd ı:
di
û i’lj)
i
¡i1.-
üLsJ«
j
^^^l (Jl’ jJ*^l
ı^
1
¡jA
^
y< X A ~
.•
^
\YVl
^
jj ı;
•, ■
jlS '
dj I
Jp
4M
.İ.
..
ue sonu : Yukarıda kaydettiğimiz (Laleü 2647/2) nüshanın
" aynı.'
"■
1" ' '
'
'■ 1' "
Beyazıd Umumî 802Jf/2, Vişne çürüğü, sırtı koyu kahve rengi meşin
cild, zincirekli, miklepsiz, şirazeli, 210X130,
150X70 mm ebadında 23 satır, nesih, kırmızı renk bir çerçeve için­
de, ince aharlı kâğıt, konu başlıkları yer yer kırmızı kalemle yazıl­
mış, kenarlarda üaveler yar, risale, yazmanm 138b -; 170a varakları
arasmi işgal eder. Baş tarafında Müneccimbaşı’nm hayatı ve eser­
leri hakkında, kısa ve faydalı bir bilgi verilmektedir.
Müntensihi : Osman İbn Mustafa’dır.
İstinsah kaydı :
ÂJLJ y i
¿ j y ^ j
Uo
Ly ~ ^ i -
l^s «üll
y »
J jlJ .1
¿ jİ
y ı k
j
y »
4 J lif J lS j
M Ü N EC CÎM BA'ŞI’N IN E S E R L E R İ
A ^ srv
3J
aJ I
1)wL-w« ^ J p ¿ ı l j * *
..
347
j
...
ı^ Â İl j
j
.
Âj U
a Ü J^ o ^
I
3
j
J?Ǥ4 :
"
'
'
' ^ *s4J b
devamı yukarıdaki (Laleli 2647/2) nüshanın aynı.
Sonu : Ufak tefek ilavelerle yukarıda zikredilen nüshaların aynıdır.
Sonunda yukarıda yazdığımız istinsah kaydı vardır.
. 6 -r- Şerh MulcadÂirrtetVbrrıecmûati^^lûrn W-t-Teftâzânî
:
(:- ^ l jllâ li]
AP
^y±.>Z.A ¿JiA jiJl
),
Müneccimbaşı’nın bu risalesi, âlîm Sa’deddin et-Teftezânî’nin
«Mecmuaffll-vZûm» adlı eserinin arâpça şerhine giriş mahiyetinde
olup ilimlerin tasnif ve taksimine dair malumat verir. Müneccim-,
başı bu eseri şerh etmeye başlamış ancak baş tarafından kısacık bir
kısım yaptıktan- sonra bırakmıştır.
..
1. Feyzullah Efendi 2154/1,. Ebrulu kâğıt kaplı mukavva cild, kenar­
lan ve sırtı meşin, miklepsiz, şirazeli,
aharlı kâğıt, 212X 150, 145X 95 mm ebadında, l b.-22b varakları
arası, 25 saty, ta’lik Müneccimbaşı’nın kendi hattıyla, vr. l a’da
Şeybü’l-işlâm Feyzullah E f endi’nin mührü-vardır. ^Risalede Teftâzanî’nin <<Mecmuatü,l-ulûm,y>vw.vm. altları çizili, kenarlarda bazı ilaveler
var.
Başı :,
a J Îj
^ Jp
j
â J J j
ı*_ju
fu ^ \
x » J -I
cL U
J
^ > -jJ I
J
j
O
U l
¿y*
> -jil
j
aWİ
o jL ja J l
. . . A ^ J p "
348
:
Sonu::
' ' , _
A H M E T AG IR AK ÇA
. „
4
.J.JŞ.-J.
J
'"U vv.
İ İ I I y* j
...
y * ol
Cj* cüio j S - (^1
ç,
der ye devam, edecekmiş gibi bırakır. .
: l — Haşıya ‘ala hâşiyetil-lârî ‘alâ şerh hidâyeti’ l-hikme
>' li’l-Hüseyn el-Meyibûrî :
nifliJfUjr.'İ!.
i.
. : ;,-V ıh :>• ’ • ı İ/:••:•
.'^!nv/; ■ii'>r;if’j'ir:ijxi p.
rv
’
3ii ¿s.b-ı -j -'iU :
" 7 7 (5 7 ,#
Feyzullah.Efendi 2154/2; Yukarıda tavsifini verdiğimiz «Şer7ı:mw, .
kaıMirneM’ l-ntâcmuati’ l^lûm ’vLn devamın­
da 25b-33a varakları arasında, "İl varak 41 satır,-tâ’lik, Müneccimbaşı’nın kendi hattıyla. Vr. 34a’da Müneceimbaşı’nın oğlu Mustafa’nin ^
>-f
j T f h i ' - - ]»* « 3
r n i i f'
rv- - r
r-
'
SCİ îT' ' J ‘) ■-)r ' r*: ’ ■
■
jurl ^ jk * .!ıs5îiH » diye bir kaydı ( vardır.. , v ;
J l jü.1 y * j *—*1j* aJI ^*-4^"® Ali
üücır .i;, .-;ı . 7:l ra“
3... ■i. . ■: - : :. İ•■. 1J . ■■'ı;. ■_■■
-j;v hj :ı ;•
•isi:-isr ■; ■-■ ■■■îiM
Sonu :
4İi* y » o jj-L /9
7/..
!■:
'
o-i-.;■ 'ipi:
.7
■■lif
'
'li;
( J I J İ a j l T ı j l j 00
l'-'-.r,
:ı-77 Ü J.C > 0
diye haşiyeye devam edilecekmiş, gibi bırakılmış ve hâtıme yazilmamıştır.
M Ü N E C G ÎM B A ŞI’N IN E S E R L E R İ
349
8 — «T ertib-iakyise-i ibâre-i Isâgûd : < .,;oo . ;
( ^
Lm0I d^
&****&i l
, ■*
¡y îo
n o
)
^İlimlere -girişanlammda olânve;mantıka dair yazılmış meşhur
-,<<isâguci»oardk ieserdeki- «cins, nevi^ fâsıkShassayve saraz» larla ilgili
.'kullanılan örnekleriele; alıp, isaguei metninde: kullanılan örnekleri
tertip:edip önarı çeşitli şekillerde açıklar;
ı
;
b, _ o o . o o : , p
Ttrnövcıh 1861/1 ( Sülsyihaniye), Koyu pembe bezle kaplı mukavva
llV : :
':
oo
. cild, miklepsiz, şirazeli, aharlı kâ­
ğıt, l b - 12a varakları arası, 24:0X171^155X85 mm'ebadında, 27"sâtır, -ta’ hk; miistensihi HaîızHalil' Hilmi, 1st âhbül Ekmekçizade meâresesinde 1279 H.
::.v ! ■.:
v;ı ov ■-> . s
istinsah kaydı :
^1
JââU- (J,j ¿ jjl
ü j
oUji^
:i:y
■: oijp
;
• .
oo
j
<Ü aJkli
yS S-
j :- :a ; örV":
•
^
&
’u .
J ¿J
.
.
: • oüP.
Ç ji lİ
Başı :
Jl
jm Öjİjl
(Jy
u i
Ul . ..
)\
Jl *ü!İ
SonM ;
^ jU l O H *üll
*-01
I ^,1, •'^ ^
9 — Ahkama Sultam :
( ^IkL* ^ l^ -l )
Müneccimbaşı’mn kendi asıl mesleği ile ilgili türkçe bir eserdir.
Güneş, ay ve yıldızların çeşitli mevsimlerdeki hallerine istinaden
Sultan’ın, sadrazamın ve diğer devlet adamlarının yapması uygun
350
A H M E T A Ğ IR A K Ç A
olan ve olmayan şeyleri tavsiye edip anlatıyor. Risalede ayrıca astro­
loji ile ilgili bazı bilgiler veriyor.
Süleymaniye 1027/8, Kahve rengi, sırtı siyah, şemseli, miklepli, şi/ ' ‘V
razeli, mıklebini kısmen kurtlar yemiş, 151b 165" varakları arasında,' 250 X 165, 225 X 138 ttım ebadmda,' 23 sa­
tır; nesih,' arası yaldız doldurulmuş çift siyah: çizgiden1uriürekkeb
çerçeve içinde besmele yaldızla yazılmış, bütün sahife başlarında
yeşil ve yaldızlı iri harflerle «.Jb*-^l ¿ıj* j e
J jj* » diye
yazılmıştır. .Diğer sahifelerde bunun devamı olduğunu gösterir aynı
irilik ye karakterde yazı, konu |>aşlıkları kırmızı, vr. 157" den sonra
sahifeler iki sütun üzere yazılmış, yine konu -başlıkları çerçeve içinde
yeşil ve sarı mürekkeble yazılmış, risalenin sonuna .doğru,çeşitli şekil
ve hesap cedvelleri mevcut.
Başı :
,
e^ J l j o j J İ Î l j
^ U !l j
y
i \
J U İ-I
Sonu : «Bu hususun müddet-i te’siri iki ay ve' yirmi dört gün olup
muazzam te’siri evvelindeki ola, ve’l-ilmu indallah -el-Melik
el-azîz el-Allâm.
i
MUSTAFÂ CİNÂNÎ ve «BEDÂYİ‘Ü’L-ÂSÂR»I :
?o:jr e/.
k
" ¡ î ± l .v .ı'.
;?*. /
^rîn-.-r.«r
r rori^-*
■■■■'
:
■
•'
'
• *r • :
• ' ■ . ' ' ¡ i ö r 'i - ' " '
:
'
lyi
Cihan Okuyucu
’
^ !
r
' 1 :l
: i
Bu inceleme ile Bedâyi'ü^âsâr isimli hikâye .-'kitabını rtanıtmaya. çalışacağımız. Bursalı Cinânî XVI. 'asrın: önde gelen şahsiyet­
lerinden biridir!- Manzum ve mensur bir kaç eseri olduktan başka,
mizahî şahsiyeti ve devrin belli başlı devlet ;ridâli ile olan münâse­
betleri de kendisine devrinde bir hayli şöhret kazandırmıştır. Ni­
tekim kaynaklar onun: çeşitli iyönleriyle; ilgin çekici hayatından ve
■yukarıda bahsi geçen münâsebetlerinden' etraflıca bahsetmektedir­
ler. İşte bu' târafı üe o tarihçilerin de ilgi sahasına giriyor. Ger­
çekten de. -kendisi ilmiye mesleğme mensup bir. şâir olan- Cinânînin
eserleri ye bilhassa Bedâyicü/l-âsâr’ı devre âit. kıymetli tarihî mal­
zeme ihtivâ etmektedir.- Bu malzemeyi târihçilerin de- dikkatlerine
arz etmek fikri bizi böyle bir inceleme yapmaya sevk ifetti. Bu su­
retle edebiyatçi ve tarihçilerin teşrîk-i mesâisi fikrine de'hizmet
ettiğimizi umarım. '
’ , ’
Â
"
Bu makale başlıca iki kısma ayrılmıştır; ilk kısımda, müelli­
fin hayâtı ve diğer eserleri hakkında umûmî biilgi verilecek, ikinci
' kısımda ise mezkur hikâye kitâbınm tanıtılmasına çalışılacaktır.
Ayrıpa en sonda hikâyelerden birinin metni verilecektir. !
Yukarıda Bursalı olduğunu kaydettiğimiz şâirin asıl adı Mus­
tafa’dır. Kaynaklar onun Mehmet Efendi'isminde birinin oğlu ol1 B ursalı Cinânî’den ba şk a edebiyatım ızda ayn i m ahlası kullanm ış olan
birk a ç şâir daha vardır. U m um î b ilg i iç in 'B k z . S. N uzhet Ergim , T ü rk Şâirleri
c. HE. s. 1018 ve 1024-1026.
’
352
C İH A N O K U YU C U
duğunu kaydetmekle birlikte bu zatın mesleği hakkında malumat
vermemektedir.
Diğer hususlara geçmeden evvel burada §âirin mahlası ile il­
gili bir meseleye temas edelim. Bu mahlas yeni biyografik eser­
lerde umumiyetle Cenânî şeklinde imlâ edilmektedir2. Ancak biz
şâirin hayatı ve eserleri üzerine yaptığımız doktora tezimizde bu
mahlasın Cinânî şeklinde tashihi luzumuna kanâat getirmiş ve bu
husustaki delilleri de göstermiş idik3. Bu, sebeple burada bahsi geçen
mevzuya sadece temas. etmekle iktıfâ ediyoruz.
Doğum târihini kat’i olarak bilemediğimiz Cinânî’nin küçük
■yaşlarda tahsil hayatına^ atıldığı;-" Güldeste’ıiin; - « Sinn-i sigarda
tahsîl-i ma’ârif ile meşgul,i.» -olduğuna^'dairifâdesinden1 anlaşılıyor. Daha sonra-medrese ieğitiminde'ilerleyerek 966/1558 de yine
ayni' kaynağın iifâdesiyle ;r «Müallimzâde Efendi dârü’l-ifâdelerinde
:2 .' B ilindiği g ib i «c in â n i cen n et;k elim esi :ile alak alıdır; «cen an » fise gönül
.-manâsına gelm ektedir. Y en i harfU,-eserler; ¡içinde ¡ş â ir fn m a h la sın ı Cenâni, şek ­
linde kaydeden ilk k a y n a k H am m er olm uştur. (B k . G eseh ickte d er .Osrrumtsçhen
D ichtkurıst bis au f .ünsure, Zeit, s'. 62, 63.
,
‘
B aşta Sİ N uzhet E r g im v e F u at K öprülü olm a k üzere bütün T ü rk m ü elliflerinin de bu şekli tercih ettiği' görülm ektedir. (B k. S.N.' Ergun, T ü rk Şâirleri
c . ' m , - s .' 1018 -ve rfPl ^Köprülü, «M eddahlar», T ü r k iy a t' Me&niüasi' T 1 (İstanbul
1928).'s. ,26. Bu. m ecm u a ıesk i harflerle basünuştır. A n ca k ism i g e ç e n .¡makalenin
de içinde bulunduğu ,«Edebiyat. A ra ştıp n a la rı» (A n k a ra , 1965) ¡müeUif henüz
h ayatta iken basılm ış ve şâirin m ahlası Cenanî şeklinde kullanılm ıştır. Buradan
K öprülü’nün de bu şık k ı tercih ettiği anlaşüıyor.
-İlİJ İS ı: Bk. Cihan Oküyyıpû, Çinânî',ûıayâtı,:e serleri v e divâninin:edisyortikritikli
\meprii (B asılm am ış D ok tora T^ezi), ¡İsta n b u l,1984.. K âtip Çelebi, Süllftnü’ l-vusûl’ de, b u m ahlası
r.(C in ân î) şeklinde harekelem işdir, :(B k. a.g.e., Süleym âniye Kütüphanesi, Şehid A li P aşa nr. ¡1887, v. 379a). A y rıca şâir b ir eserinde
bu hususda tereddüte y er bıra k m ay acak olan şü ifâdeleri kullan ıyor
'
Cinânî idüp çünki nâm um benüm
M ezîd eyledün ihtirâm um benüm
M akarrum kılup gülşen-i cenneti
N asîb ey leig ılm â n ile soh beti •
...
. M ünâsib m id ü r g y ¡H u d â -y u K e r îm ;
Cinânî’ye c â y ola n âr-ı cahîm
...........B u ,n â m ı,çü n k i bana gördü n r e v a ;
Cinânî ,diyü herkes eyler n ida
-
j;
.
,
f n
;j
ri„,
-i -
w .................
-
(B k. Cilâu’ l-kulûb, Süleym âniye K ütüphanesi, H âlet -Efendi İlâvesi nr. 94,-76b).
353
C İN Â N Î v e B E D Â Y İT İ’D -Â SÂ R
tetbiye olup >mülâzim>>‘ olmuştur?. Nitekim 'müellifin ' divânında bur
mülâzemet'dolayısr üe: düşürdüğü iki >târih- manzumesi mevcuttur®.
Mülâzemeti müteakiben bir müdclet terfi, için sıra beikleyen
şâir, hocası olan Muallim-zâde6’nin Anadolu Kazaskerliği esnasında
onUniKUsûsî'kalem-kâtibr olmuştur7. - - - s-'
'¿d
'■¡'Y
r ı y i •.■:-lı 6r r n ; 1
i n İ H - r , ; ■■; . ■ r
;j . ' r r j rİ Q
ırt-- i , r .
ı?-.;
. ...vÇŞmâ3^’nin- bu;.y a z i^ e . ne rkadar. kaldığını _büemydniz^f,fâkât
bu sıralarda onun müreffeh bir hayat süremediği mühâkkaktır8.'
;r '!jrv iO
•'Î)flİ\iOri S
j-of: / : ; ; ‘ /ç
y ••:/ f u n
--.o
/•
‘ ;
y : y y .-’
Onun bundan sonraki memuriyet çhayâtı hakkında, kaynakların
verdiği bilgiler muğlaktır. Cinâhî bir ara Karesi’de Kâssâm9 olarak
-dM iaaas'ibi-M
r:-;iö'b ûl îni-rcf' d ib i,, . ?n. . LgiJjvy.isü
d -n r!4 r;B k .;.Î;.sB eliğ î G iilâeste-i Riyâz-ı\:trfûm ive:iVefeyât-ı±Dânişve:râniirJNâdfc.
redân, B u rş^ ; 1302^ s. 3Ş7-, „ 5 . B u tarihlerden, b
i
BÎIiVUnü-^
i;iV ü
••
- '.- .d n
i
r
; :.s - - v . v d - ; - ; - -vcJ ir:::.
,
,
•-............................... ...........
.UglJJii9‘i g o • ;L ■USür O-j rL> 199
• «M ülâzem et' baha çün oldı n evbet üe nâsîb : •
- •:
9
d
M ezîd-i sa’y ile geçdim v ücûd -ı akranı
T efek k ü r itdi didi b ir ziyâde ehl-i hüner
«Mülâzuriri der-i^ devlet-m eâb-ı O sm anî»
;ı. :
n y
„._
.8 8 :-; .:
.
..
teoxii2î IIJİU -Hii;
Irtibatum gelup dem -ı sa de
, ,
î î u ' j c ; ■••.¡bul
D üsdi târihi «m â h -ı zi’l-k a ‘de»
....................
v D ü j.rro
; r /jr-Uj J
d
T
m ısralarıdır. D iğer târih b e y ti de şu du r;
.-n-o n n i i -. S ' : i
"
> •n.i'aiıa.'İ'îi:-
n':
.< , O :i
./ıh acr-i.- r.V,
* . . .
. t!'r
‘ )j.
if j- ıv
. :ı : 3 V .: .;_- ' a
¡-:
a s 'i / S ı -m c ! 3 ,'.u
(Bk.lCinUiM-DîüiÎTOtV-ÜüiversiteöKütüphanesi T .Y :13096,- 9 4 a ). î-:i: -9 . l ;v
; Büi zât-' için B k. A t âyv, 'HadâiTcıül-Bakâikı f î T etem teti’ş-'ŞaTcâîk',rİstajıbü$
1268, s. 173, 174.
- '« e : ,8i:?:. . " T ¡e .erf
7 Şâir bu m em uriyete nasbini §u tarih m a n z u m e s in e tespit eder : r
.1
> ,87ür
H am du li’llâh olup şerî'atçı
İzz ü ikbâl-i serm edi buldum
, :vî . l ı ı ’. . . .
• ' yt
] ri - '■ <'
i
yi! ' -n ;•
.
1 1 : .v.-or;
L
d
P es didüm g û ş-ı hûşa târihin ;.; . -ib .¡ov
«K â tib -i sa k k -ı askerî oldum » .
;:
7:
' -r-r-.'i:
7
' /
(B k. Cinânî D ivânı, Ü n iversite kü tü ph a n esi VT .Y . 3Ö9İS, Ö3a).
8 N itekim şâir bir kıtasında şunları . s ö y l ü y o r n
>r..,.
bir m üddet idi ia k r ü felâ k et '
■■■
i - r>
J
-i'
!
yrİJ.-,-'
H er âcina' efendi’ diyıi ienvâ-i r i’â yet
r! - ' 9
i':9:
u ; .i
-
ü
.
i
i
ur-
l u - . , !-:-.-ıiıtıp
K üm ış idi esîr-i elem -i k a y d -ı kitabet . . . .
i-: ;
rf
erj
•I *! j V v [ ■ t r ;
.,Jff: ; ' H
(- ¿>* ■
H ıdm etler idu^» Bende-sıfat ;b.eıi de iderdüm
i
l
- ."
'
d
:r
,»b
,; ı ,"
0. -
’
;.,::;yır.
,f „
.
-
,
■•r;--.j■:.-jf*
■
•
(B k i;^Cinânî Divâni,' Ü n iversite-K ü tü ph a n esi T .V : 3096, 38b)v - -- ' '
'i- '-i îj\ 9 Bur- m e m û r iy e t. üe- ü g ü i genişi b ü g i|:için -'B k . ;M .Z. Pakalın, «K assam »
Tarih) D eyim leri",b e 'T erim leri Sözlüğü, (3. H ; İh ta n b u l-1951, s i - 209-10. ve’
C İH A N O K U YU C U
354
bulunmuş ise- de bu memuriyetin ne zaman başlayıp!ne ¡zaman bit­
tiğini kesin olarakn kestirmek;. mümkün değildir. .Ancak on u n ; bu
vazifesinden pek memnun kalmadığı .Karesi. hakkında yazdığı bir
hicriy^erÇardaşıliyor10.'.
^- ^
7
Şâir katiplik ve kassamlık gibi vazifelerden sonra tedris ha­
yatına geçmişti^. Divanındaki muhtelif manzumelerden Bursa’da
bulunduğu ,sirâda dersiâm olmak için imtihana girdiği anlaşılıyor” .
Haşan Çelebi 994 h. de meydana getirdiği eserinde Çinânî için
«Hâlâ hidmtet-i tedrise kâimdir12» diyor.,
^ r
Onun bahsettiği müderrislik herhalde Köseler Medresesi Mü­
derrisliğidir. Zira şâir bir şiirinde aynı -tarihte Çivizâde; tarafın­
dan bu medreseye atandığını haber vermektedir13. Dîvân’ınm men­
sur dibâcesinden öğrendiğimize göre müellif aynı' yılın sonlarına
doğru bu sefer Bursa’daki ivaz Paşa Medresesi Müderrisliğine ge­
tirilmiştir14.
: /1' ;
Î.H . U zu nçarşılı
1965, s. 121-138.
«K assam lık »
Ö sm anh D evletin in
yi.
İlm iye
d ;:ı..
T e ş k İâ iı,
A n k ara
.ıı;.-îîiü!
10
N e acep tîre m ü lk olu r K aresi
R û-siyehlerle toludu r a ra sı
^
‘
' 1 . "^
diye başlayan bu h icviye m izâhî edebiyatım ızın sayili' örnekleri araşm a g irecek
vasıftadır. Şehrin o zam an ki etnik durumunui g österm esi bakım ından d a ay rıca
b ir ; k ıy m e t' arzediyor \(Şiirin tam am ı ’iç in ; B k ., Oinânî D ivani, Ü n iversite; K ütüp­
hanesi T .Y . 3096, 3 6 b ).
",Tj11 , Bk. D ivan, 88b, 32a.:,:
; i?
r
i
- . -rd -diri ~
12 T ezkiretü ’ş-şuârâ, A n kara, 1978, c. I, s. 266.
r-r. et ,
H
13 1. ö z r idüp g e r ç i Çivizâde ezel
-i. <
2.
V irecek m edrese y o k dirdi bize
‘
Sonra lu tf ey ledi tâ rih itdi
: ’.r l
i d: .;i
«K öseler m edresesin ,,vird i bize» (B k. a.g.e., y. 88a) .
14 Şâir m ezkûr dibâcede şunları şöylü yor-: •
«B ir dem k i tâ rih -i h icret-i. Resûl erba’a ve tis’in ve tiş’am ie şerhaddine
hulûl u duhûl idüp bu kem îne-i şikeste-bâl u ştirîde-liâl, o l. sâİ-i ferru h -fâ l-i
■
i - 1r •
-i fi”■l• f • ‘ ' ; ‘ •.) f P.: i' \" '
hucestem eâlde m ahz-ı te’y id -i H ahl ile m u k ziy yü ’lm urâd y e m ezîd -i lu tf-ı
nâ-m ütenâhî ile m arziyyu ’l-fü â d olu p , n ü m û da r-ı' g ü lz â f-ı cirian1 v e 1 hülâsâ-i
bü âd-ı hurrem -âbâd-ı m em âlik-i O sm aniyân olan m ahrû sa-i B rusa-hem aha’llah i T a ‘âlâ ani’l-m ekârihii1v e ’l-b e’sâ-,da!.cenâbJ-ı cenn et-m ekân.ve- fird evs-âşiy ân
sâhibu’l-h a y râ t y e ’ş-şadakatü.’l-h isân ^m erh u m ve rnebrûr-, İv a z : Paşa^Zâdâllahu rahm etehu h asbe-m â-yeşâ-bü n yâd itdügi .m edrese-i u lyâda hidmet-d tedris
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y İ’Ü ’L -Â S Â R
355
Bu, müellifin, aynı medreseye ilk tayinidir. Nitekim; Q, bir
müddet mazulen bir kenarda kaldıkdan soiıra tekrar, Atâyi ve Beliğ’in ifadelerine göre; «Kırk akça medreseden mazûl iken 1003 Mu­
harreminde Mevlana Muhyî yerine Bursa’da lvaz Paşa müderrisi...»
olmuştur15. Baldirzade ise ilâve olarak bu medresenin elli payesinde
olduğunu söylemektedir18. : .
j
: Bu müderrislik Cinânî’nin son memuriyeti olmuştur. .1004' Mu­
harreminde vefat eden şâir Bursa’daki Hâmza Beğ Mezarlığına
defnedilmiştir. Edebî tezkirelerde bu vefat münasebetiyle düşürül-:
müş pek çok târih manzümesine tesadüf"edilmektedir17.. : ; j ; ; , tr;
ile m em ur .ve- m eşkenri m elû fe vâsıl: ¡olup bi-inâyeti’l-m eliki’ş-Ş ek û r .şâdâh. u
m esrûr olm uşdum ». (U ppsala U niv. Kütüphanesi, nr. 1171, l b ) . r
; ... r7r..;
;. 15 Bu tayinle ilgili ola ra k şâirin düşürdüğü m anzum e için B k. D ivan
45b.
'
‘
:
'
"
.
.1 6 B k. V e fe y â t-ı Bursa,- Siüeym aniye Kütüphanesi; H acı M ahmut, s. 49;
K eza C. B a lta cı’n m eseri de b ü h aberi doğru lu yor. « X V v e/ X V I. asvrIdrdd'Osmarilı M ed reseleri», İstanbul 1976 (A n ca k B a lta cı’nın şairim izle; ¿tArihçi jM u sta fa Cenâbi’y i karıştırdığın ı da bu rada üave edelim. N itekim İv a z P aşa M ed­
resesinin m üderrisleri sayılırken şairim izden bahisle m ezku r Paşanm a d ı zikre­
dilm ektedir)’. 1
'
'
y
" J1 1
17 Bu v efa t târihlerini derli toplu olm ası ' bakım ından S.N. E rgu n ’un
eserinden nakledelim ;
î
■
'«H âşim î, «Ü stâdım ız ola n M erhum Cinânî E fen dl’nin v efâtın â denm iştir»
ser-levhasıyla şâir için şöy le bir öiüm târihi kalem e aImışdır. (H a şim r D iv â n ı):
.,
B ü len d-elfâz ile F ird ev sî-i sânî Cenânî kim
B ulunm az ş i’r ü inşâda anun m ânendi b ir .k â m ü
Olup k esb -i kem âl u m arifetde gün g ib i meŞhûr
K em âl ile ulûmıin olm ış idi lübbîine vâsıl
Kılup k at-ı ta 'a llu k nâgehan bu m ü lk -i fâniden
Tutup y ü z âlem -i u k bâya âh ır b a ğla d ı.m a h m il '
İşidüp intikâlin H âşim î dâî didi tâ rih
_
«O inânı eyleye g ü lzâr-ı adne v a n c a k m enzil» 1004 h.
B eliğ de şu v e fa t târihlerini kaydediyor (G ü ld este),:
Cinânî cenn et-i u lâyı kıldı kendüye m e’v â
T irî
1
. .
- 7. .......
v
,
...
Cinânî’nin yerin cennet ide M evlâ
Cinânî âşiyân itdi Cinânı
Sirkezâde M uslî Çelebi
B ursalı T âh ir ise fa z la o la ra k ik i v e fa t târihi daha zikrediyor (O .M .) «T ü rk
Şâirleri», C. H I, s. 1018-19). Baldırzâde d e «H am za B e y Câm li kurtlunda olan
356
' C İflA N O K U YU C U
■ifi1 Ginânî’Üen bahseden tarihî ‘kaynaklar bazı, fizikî ve ruhî özel­
liklerine de temas' etmektedirler. - Bu bilgilerden onun sağ gözü­
nün malûl: ve şişman olduğu anlaşılıyor. Mizahî bir şahsiyeti olan
Cinânî; ile .ilgili ibir kaç lâtife, edebî •tezkirelerde: kayıtlıdıriS.^Bun­
lardan ;bir tkaesi Beâuyîü’l-â^âr'va: telifi'ile":ilgili olduğu cihetle bü
eseri ele aldığımız kısımda nakledilmiştir.
- . Cihânî’nin Mehmet 'Efendi isminde bir 'zâtim oğlu olduğuna
dâir •kaynakların verdiği bilgileri evvelce nakletmiş idik;' Bunuri
haricinde ^bizzat kendi eserinde de bu hususta bazı bilgiler-¡ bulmak
mümkündür.. Bü>bilgilerden onun'pek kalabalık bir aileye sahip.1ol­
duğu anlaşılıyor. O birkaç manzumesinde aile fertlerinin 10’a baliğ
olduğunu söylüyor, fakat bu sayının kimlerden müteşekkil oldu­
ğunu belirtmiyor19. Ancak düşürdüğü vefât tarihlerinden bir çocuğu
iie’Bir erkek ve bir kizkârdeşinm daha onun sağlığında vefat ettikr
lerini öğreniyoruz20.; ..Bunlardan, erkek kardeşi şâirden yaşça kjiçük
olup, o dajilmiye mesleğine.ımüntesipoidi21. Muhtemelen -995 h.-de
vefat etmiştir22.
‘
■v
. s- v
m ekâbirde ser-i rehgüzarda m ütevarî h âk m ezardır. M ezbûrun c â r ı.y e yârpi
g â rı olan M erhum -“Iyan î Ç e le b i: ,.
f. ,
^
. .
,
_
«D â r-ı dünyadan Cinânî heym eded g itd i bugün» d iy u r,târü r; d iy ü p,;şen g-i
rn.eza.rma; yazm ışlar y e r sik k e-i m erm erde kazım ışlardır» diyor, r (B k . Y e fe y â t-ı
B ursa, .Süleym aniye, H acı M ahm ut U f . n r . 4560, s. 4 9 ).
;.
. .
18 Bu latifelerden biri şâirin dostu ve pek şişm an bir zât olan Bahâeddinzâde A bdullah Çelebi ile ilgilidir. Cinânî ona bir' m â n i m e gön dererek ahbab
arasm da ikisinden hangisinin' datıâ şişman. olduğu' meselesinin tarföşm â konusu
olduğundan bahisle bir h ilâ t rica e d e 'r;'Ö , bu elbiseyi g iy ecek ; v e ¡hangisinin
daha sem iz olduğu bu şeküde o r ta y a 1çıkacaktır:1Âbdullah'1Çelebi n ü k teyi anlar
ve şâire bir hilat hediye' eder. ;Â h ca k Cinânî bununla kanaat etm ez y e ondan
bu elbisenin k ü çü k geldiğinden bahisle babasıiiıh elb isesin i1de g ön J
d erm esini
rica eder. (H ikayenin tam am ı için Bk'. İAtayÎ. Şaİcayik Z eyli, Istânbul 1268,
s. 397). D iğer bir lâ tif esi ise gözünün za y ıflığ ıy la ilgU İ'öİu p K efâvi H üseyin
Ç elebi ile kendi arasm da cereyan etm ektedir (B k. K eza , s t 397).' "
’ ,i9’ '
19
Bk. D ivan 4b ve 45a.,
20
K eza , 102b ve 7b.
21 Cinânî D iva nı’nda bu kardeşin dânişm endliği m ünasebetiyle düşürül­
m üş bir târih m anzum esi m evcuttur. Bk. a.g.e., 93a.
22 M üellif 995 de telif ettiği R iyâzük-C inan’ da kardeşinin vefatından
ötürü , izh âr-ı y e ’s -d e .bulunm aktadır. B u n a nazaran m ezkû r v e fa t bili sıralara
tesadüf etm iş olm alı.
h' ■
.■■>.
C İN Â N Î ve B E D Â Y İ t İ ’L -Â S Â R
357
; Cinânî İDivanı’nia İsveç; nüshasının, ilkvarağında kayıtlı bir
notu da' burayla aktararak bahsimize son verelim. Burada, Cinânî’nin vefatı, ile ilgili bir beytin lıammistarafından nakledildiğini gö­
rüyoruz. Bu da şâirin vefatı esnasında: hanımının. henüz, hayatta ol­
duğunu göstermesi:bakımından kaydedilmeğe değer.?:/:' .ti
■.î■
-i
/L v
.:ı.e.mi-.f. :o üiJ7
•ir " ?
.
7; »U
■'
... ııi 3înn..i',bn
r». »filü/TÎ ■
BEDÂY:ÎCÜ’L-ÂSÂR ::~n: sonniin
' ■!
• ¡ir. l?;.- ■.. i n
:.?-
? r ? r ; ?'.
• ; : ‘İ.; Yazılış Sebebi = ' 17:
.
r ? ıi'7 r;i
:
Hin sı.h.t r- ;
..¡r. .' ■! /..i/sn i???. Çinânî Letâif türündeki bu eserini Sultan Mımad i n ’m arzusu
ile kaleme, almıştır. Bu padişahın hikâye ve eğlenceye olan alâkası
evveldenberi, kaynak kitablara. mevzu . teşkil retmişdir. Kendisinden
bahseden-bütün tarihçiler ionun bu.merâkmı pek ehemmiyetle kay­
detmişlerdir23.
i . F., Köprülü b u .pâdişâhın; sarayında bulunan ve. şehnamehânlık
eden şâir Şirvanlı Nutkî ile Meddah Eğİence’den; bahseder24..k i bu
İkincisini ileride şâirimizle olan alâkası yüzünden tekrar zikrede­
ceğiz,
^
r ? : 'v \
B edâyVü’l-âsârm hemen bütün kaynaklarda bahsi geçen bir telif hikâyesi vardır ki biz de buraya F. Köprülü’nün ifadesi ile nak­
lediyoruz :
r
r
r...
* 23 « . / .E kser 'eyyam da--M em âlik-i'm ahrûsada ve‘ M em âlîk-İ •A ra b v e A ce m ­
de:: olan bö§-elhân u n a ğ m e - g ü d a z v e sâ zen degâ n -ı. m üm tâz-ü şîrin -g ü ftâr
kıssâhân ve erbâb-ı lehv; ‘ala-tariki’l-m ünâvebe dâhil-i _m eçlis-i hüm âyunları
olup izhar-ı. şetaret; v e .m ehâret etm eleriyle eltâf-ı kerim ânelerinden, avu ç avuç
altun İhsanıyla, handân o lu rla rd ı;..hatta., m a sh a rm m ,b ir i şetaret ve m ehâretin
tam am idüp padişah in’âm ideceği m ahalde; « Y o k hünkârum , bugün ben altun
istem em yüz d eyn ek isterim i»1dedi^ Sebebi su a i: öiündükda; «H ele elli deynek
vurun son ra su’âl buyurun» deyince, «Vurulsun» deyu ferm an olm dı. Çün d ey ­
nek elli ;oldı;- «D urun bir ortağ u m vârdür, ellisin: dahi a n a 1vurun»: dedi. «O rta ­
ğın kim d ü r ? » dinildikde; «B ir bostancıdur k i sizden aldığım inâm ve ihsanın,
seni ben getirdim ; deyu n ısfın ı: elim den alur, her aldığım ihsana ortak dır; bu
günkü -deyneğin n ı s f ı . dahi.Tanındır» , d ed ik d e1padişah-'h azretleri?/bu/, latifeden
g a y et hazz idüp, ferm an idüp bostancıyı getirdiler ve elli deynek dahi urdular
ve m inbad m asharalardan nesne alınm asın deyu m u h k e m te n b ih eyledi (Sahte
Gevri, Ö r /i Tarihi, c. I,-s? 127-128).
■■■•c-'. .1..
24 F. K öprülü; «M eddahlar» E& ebiyat A raştırm aları, A n kara. -1966. s. 384.
CİH A N O K U YU C U
358
'
« l . .-Hükümdar, Eğlence’nin anlattığı hikâyeleri bir çök defa dinleye dinleye sıkılmış;: yeni hikâyeler yaratabilecek
bir şâir bulup ona hikâye mecmuası tertib ettirilmesini
j; nedimlerine emretmiş; onlar da şâir Cenânî’yi (doğrusu
Cinânî) .7bu işe : memur eylemişler. Bu hikâye mecmuası
doğrudan doğruya hükümdara takdim edileceği cihetle, tez­
hibine itinâ edilmekte imiş. Meseleyi her nasılsa duyan
Eğlence hem zavallı şâire fena bir. oyun oynamak, hem de
saraydaki yerini sağlamlamak için tezhibci ile işini uydu­
rur ve Cenânî’nin bu yeni hikâyelerini fbirer birer hükümdârâ nakleder. Nâil olacağı caize hülyâsıyla eserini bir an
■ ' öüce tamamlamaya çalışan ve Eğlence’nin hikâyelerinden
habersiz olan zavallı şâir sonunda eserini tamamlar ve
takdim eylerse de, bunları vaktiyle Eğlence’den birer birer
- dinlenmiş olan hükümdarın büyük bir ihsânmı göremez»25.
;i;
Beliğ26 ve ondan naklen M. Râşid27, M. Tevfik28 ve nihayet
Refik Ahmet Sevengil29’in anlattığf bü hikâyenin daha doğru ol­
ması muhtemel bir varyantı vardır.
Şakayık Zeyli ve Fezleke’de, şâirin bu kitabı telif etmeden ev­
vel de hükümdâr ile münasebette bulunduğunu gösteren ifâdeler
mevcuttur. Atâyî şöyle diyor :
.L
«Sultan Murad’a bedâyi-i âsâr arz eyledikde mazhar-ı çevâiz-i bî-şümâr olup, ol babtaki garib ve acib vâdilerden
söz koparmışdır. Gâhî hâne-i virânmdan şikayet edip ihsâna bahâne, gâhî zahire fıkdanını hikâyet kılıp recâ-yı behâyı terhâne iderdi Gâhî evlâd u ayâl içün temennây-ı cihâz,
gâhî bir ahmak hizmetkârı ile sergüzeştini beyanda tah, rik-i hâme-i latâif-perdâz idüp envâ-ı mudhikat ve turfa
, turfa hikâyât inşâ eylerdi. Mervîdir ki Sultan Murad Han,
: 25 :F,L K öprülü, «M eddahlar». «E d eb iya t A rattırm ad an», A n k a ra 1966,
s. 381-85. ■
;
:26 1. Beliğ', G üldeste, Süleym aniye Kütüphanesi, Â ş ir E f., 264, 168a.
27 M: R a şid « Z ü b d etü t-v e k â y i d er-beld e-i B u r s a » , A . Em irî. T arih 89,
s. 143, 144. ' i
! ■'<■■■
•:
■ ■ ■"iv-:28 : Mİ T ev fik E slâ f, s. 75-76.
29 R .E . K oçu, İstanbul A n siklopedisi V U ,- 3489-90, «M eddah» m adde­
sinde, R A . S even gü ’in «İstan bu l nasıl eğ len iyor.» ad lı eserinden naklen.
-
C İN Â N Î ve B E D Â Y İ'Ü ’L -Â S Â R
359
.
^ : tevârih-i âsâr venevâdir-i ahbâr istimâına mâil olmakla
emrederler ki nâ-şenîde hikâyât ile bir mecmûa-i hâtırfirîb cem'ü . tertib eyle ki leyâlî-i şitâda eğlenmeye kabil
iber ii acâibi müştemil ola. Cinânî Çelebi .dahi mecmua-i
hizâne-i hafızası olan nevâdir id e r ce d ip kitabı itmâm itdikde .B edâyi^l-âsâr. diyü pâm vaz^ idüp; bir kâtib-i hoşnüvise yazdırır ve cedvel içinmüzenhibe vİrür. Kıssahân-ı
§âh-ı cihan olan Derviş Eğlence bu kıssadan âğâh olup
müzehhib ile âşinâ olur ve her cüz ki cedveF i^in gelir bitemamiha hikâyâtmı hıfz idüp huzûr-ı padişahîde nakl
: ; : i ider. Bu yetire üzre nakl-ı hikâyâtı temam oldukda kitâb
- t-■-:■■■
dahi hilye-i hitâm bulup huzûr-ı padişâhîye arz olunur.
u î:;c Cinânî-i derd-mend cevâiz-i bîkerân ümmidiyle bâbrı âlîde
nigerân iken pâdişâh-ı âlî-câh nigâh-efken-i safahât-ı kitâb oldukda, biz nâ-şenide hikâyât istedik, bu hod bizim
^ a Eğlence’nin ■mesellerinden ancak; diyü-' iltifat buyurmazlaf. Kapıağâsı Gazanfer Ağa, cüzi ihsanla hatırını tatyip
idüp; «Eğlence’nin tekerlemeİerine hilat-i inşâ ile revnak
t' vermişsiniz ve öl cevâhir-i! gaitanı silk-i ibarete 'çeküp hayh
r r ¡ ;ı
zahmete girmişsiniz» didikte, Cinânî münfail olup yemin' ' v ' lef -ider. Bilâhare ihüzehhiüiri ğadri ayân ve bü nakş-ı garib
.
dillerde destan olur»3“.
^
j v
¡j..: Şajcâyıh Zeyjpmp.,, ,bu. ifâdesini eserdeki tıazı ipuçları da doğ­
ruluyor. Cinânî bazı hikâyelerinin sonunda, bu hikâyeyi söyleye­
nin ağzından çıktığı gibi not _edip unutulmasını engeUediğini be­
lirtmektedir.-ki bu da bâzı hikâyelerin evvelce kaleme alınmış oldu­
ğunu gösterir. Bu durumu doğrulayan başka.: bir husus da eserin
mukaddimesinde Sultan Murad’m arzusu ile böyle bir eserin kaleme
.ahndığma rdair hiç bir ifâde bulunmamasıdır. rO bııradasadece bu
eseri ile «tıba‘-iı ehl-i kabûle; mazhar»31 .olmak -ümidini dile geti­
riyor. Bu hususlar gözönüne. alınarak, eseri teşkil .eden, hikâyelerin
kısmen yeya tamamen evvelce kaleme alınmış olup İÜ. Muradın
arzusu ile . bir araya toplandığını söyleyebiliriz.
30 Şakayık Z eyli, s. 396, K atip Çelebi, F e z le k e , e. I, s. 73.
31 Cinânî, B eââyi‘ii’ l-âsâr, B lbliötheqüe: N ationale, A n çien Fon ds Turc, nr.
385, 7a. ■
-‘ ı.h ırh l: ' .:rS‘ ' :ö^ı
C İH A N O K U YU C U
.360
Bu eserin; telifi- münâsebetiylebdüşürülmüSıbir -târih-manzûmesi
da 'şâirin 'divânında meycutturi:( -b G -a -' ■ i l
Gün bu dürc içre dere oldı tamam
’ Ey Cinânî ğârâib-i âsâr
'
. - •.
raârrJ‘ " Bü ¿¿öBdiir ki'ol'd'ı hem târih
t.-"
1 "T ‘ ;«bindim âinı, BeHâyîü’î-âsâr»*2
; İh. 999)
-jlo
r'/i .i> .:.G
.7-.:
i-ırGi-G.
2. .Eserin nüshaları ye .ismiIf-jıi
•'•/.iî=":.ir
-G
GîIG
d
G
-G ,
- G o . n : G 1; ■ r-r G .
7 ; G?ii oı/irGsiG;
< i / ' -a G v /G iri
’ 0 "ii; :17 •.•o
■
d Bii-'Betâyiü’l^ â f'ın F.s’KÖprülüüiün kendi1hüsûsî ¿kütüphanesinde
bülündüğuhu' Hâber^verdiği'i?'nüshâ' da ¡dâhil birkaç nüshası mev­
cuttur/ Bü hÜSüstaGierdiği-derli toplu malumatâ 1nazaran Köprülü’hün ifâdelerinin Aynen aşağıya dere ediyoruz : : ur?'.;--; i.
naşir
b o - ’ liG G ü n / a i
<frd. G r
obir-e:- ;G
-G
. ■ G ruH-.) d /d
...
.. j, ,«Cin|nî’uiny BedÂyıü’l-âşiir,, adlı..mühim; .hikâye meemuası; r; nın .ıdiğepinüshaşmm ;Gotha Kütüphanesi yazmaları meya...nında; 2311numarada,.kayıtlı olduğunu Pertsch’in katalo¡{; .ğmıdam,c(öğreniyoı^a.g(,Gotl^.^Kütiiphau.e.4 .,h,ykümdarîsi,
. Şark; yazmaları, ; Viyanaı-:1864;^s. .l94) ; mâmâfih bunun
üçüncü-bir müshası daPariş Milü Kütüphanesinde Latâif-i
Cinânî başhğı altında muhafaza .edilmiştir., *Hatta Rus
müsteşriki Smimof, 1903’de Petersburg’da neşrettiği MecGc
mü’âd :müfitehâbâfd?âsâr-i- Osinâiiiyye' adlı eserinde^ bun• ' /oa daıf bâzi küçükparçalar dâ seçînişfir 1(s.: 24Î1-51) . Merhiım
Ahmet Vef ik Paşa' kütüphanesinin kataloğündâ da 669 nu-o : ; marâdâ 'Hikâyât-i ' ‘Acibe!âdı altında Cenânî’nîn şüphesiz’ bü
’£
esefükast olunmaktadır ‘ (s. 59) i Bü katalogda bu nüshanm
: ü:1 57 H.12Ö3 ÎM Gİ788-89)de istinsah edihüiş olduğu yâ'zilıdır;
7 7 i yf-b.; hâlbükü buhdâh'üç-'dort-'sene ÜÜbe
j;3g - rüetVefik Paşa ■kitaplârGârasındâ H. İl3 9 (M. 1726-27) de
' -ı; yazılmış bir LaMi/-i Geriâm nüshası bulündüğunu, k-atâlöiij i . ğhnu yapan Rıfat Bey sÖylemiŞcü. Basılı katalogda -yanlış
olarak- 1203 Jd k !yâzildığı kaydedileli nüsha, her halde bu
olacakdır sanırım. Cambridge yazmaları arasında da bu32; j.’B kj.<?î«4«t: I>iı;âm,iitîııiversite K ütüphanesi, T .Y . 3096, 104b.;>
33 F. K öprülü, «M eddahlar» E d eb iya t araştırm aları, A n k a ra 1966, sr 389..
C ÎN Â N Î v e B E D Â Y l‘U 'L -Â S Â R
-
_
•
.
36İ
natesadüfolunmaktadır, (Browne,Cambridge İslam Yazmaları Fihristi Zeyli, 1922 s. 262)»M.
1
Eserin, burada bahsi göçenlerden başka Paris Bibliothèque Na­
tionale’de Türkçe Yazmalar! arasında -«Kitâb-ı Latâif»- adı ile ka­
yıtlı bir nüshası' daha mevcuttur35/
11
Bu bahsi geçen nüshalar arasında hacim bakımından epey fark­
lar bulunduğu anlaşılıyor. F. Köprülü’nün çeşitli vesilelerle bahset­
tiği kendi elindeki nüsha ile bizim mikrofilmlerinden istifade et­
tiğimiz Paris nüshası (Bibliothèque Nationale, Ancien Fonds Turc
nrv 385) arasında gerek mukaddimede gerekse sonda farklar, bulun­
maktadır. K ezavarak sayılarıarasında da büyük bir fark vardır.
Bib. Nat. nüshası 303, Köprülü nüshası ise 212 varaktır. Köprülü
nüshasının sahibinin ifadesine nazaran telif târihi 'bulunmamlakta,
buna mukabil pâdişah’a sunulduğu sanılan küçük bir mesnevisi bu­
lunmaktadır. Keza,;;gene;iB. Nationale’de aynı kısımda -401 numara
ile; kayıtlıbuLunau nüshanın da sadece yirmi hikâyeden ibaret olduğu.kataloğıın. yerdiği bilgiden anlaşılıyor.. ,
î: î.
İJ' Köpiülü’hüh' elihdfe bülunân'nüshanın akıbeti" meçhuldür. Yapı
ve Kredi Bankası tarafından satın alman eserleri arasında bulun­
ması ihtimal dahilinde olmakla birlikte bunlar henüz halkın istifa­
desine arzedilmediği için-;kati. ¡bir r.bilgi edinmek mümkün olmamışdır. Tarafımızdan kullanılan nüsha başı ve sonu bulunmasına na­
zaran tam'nüsha olarak kabul edilebilir.
' 1 .. ı■■b
; , Eserin isini Îıususunda da birL'ihtilaf mevcuttur. Bu eserden
dirayetle“ bâlisedeh Köprülü ismi huşusünda ise. elinde olmayan
sebeplerle bir hataya düşmüştür. Yukarıda da beliriüdiği üzere me­
tinde eserin ismi zikredilmemekte;ëadëce mahiyeti ' hakkmda bazı
malumat verilmektedir. Buna riazarân Köprülü elimizdeki eserin
adının kaynaklara yanlış olarak '"«Bedâyicü’l-âsâr» şeklinde geçti­
ğine, aslında bu irimde bir eserin mevcut Öhhadığmâ zâhib olmuş­
tur36,. " 5
- i
■ i---.
■ >..v.
34 a.g.e., s. 389-90.
35 Bibliothèque N ationale, Supplément Turc, nr. 401.
.
3.6;; «dBizim fik rim ize göre,. A tâ y î y e ,;B e liğ ’in bahsettilderi h ikaye m ec­
muası, işte bujeserden. ibarettir ve bunun dışında Cenânî’nin B ed âyi‘ü’î-âsâr ıa.d3a.
diğer h ikâye kitabını a ram ak tam am en m anasızdır» (a.g.e., s. 391),
r ■■
C ÎH A N - O K U YU C U
362
Bunu bir delil olmak üzere Reşfü’z-Zühûn'voa.bile -bu eseri gör­
mediğini söylerken ikinci bir Hataya daha düşmektedir37. Hem
Ke§fü’z-Zünûn hem de K. Zeylinde™ geçen bu eserin O’nun gözünden
kaçmış olması cidden gariptir. .Nitekim şairimiz Divanında bu .ese­
rin ismini telif târihi için yazdığı bir manzûmede^zikretmekte idi3®.
Bu kitâb müellifin vefâtından 5 sene evvel tertip ettiği’ tek mensûr
esefidir.
’ ::i - ■r
.
;
]
’i...
3. Eserin mâhiyeti Ve münderecati
, Jl
J1 '
T
’ Çinânî’nin bu eseri, daha evvel bü vadide yazıİmış benzerle­
rinden -farklıdır. Bizzat müellif mukaddime’de eserinin bü. özelli­
ğinden ve" yapmak istediklerinden şu yolla bahis açmaktadır : . !U
«Lâkin müellifâh-ı tevârih-i âlem ve musannifân-ı hikâyât-ı A f ab ve Acem kütüb-r adîdede tastir-i ahbâra Hast-ı
makal ve mücelledat-ı müteaddidede tâbif-i esmârda saff et­
mekle hâ-dide hikâyet ve na-şenîde rivayet kalmayıp,
gayr-ı mükerrer hikâye , nâdirü’l-vuçûd nâ-yâb ü .mefkud
mesabesinde olmuşdur..
,
_
.
.
,_T .
1
(Beyit) «Mükerrer gerçi sihr-âmiz bâşed " fl
Tabiatrâ melâl-engiz bâşed»
•"'
' V
(Nesir) Ana binâen, bu dâi-i: fakir u hakîr-i kesîrü’t-taksîr
murad idindiim ki ;bu babda bir kitâb-ı müstetab ye risâle-i
belâgat-intisâb- terkîb ü intihâb idüp, anda hikâyât-ı yâkıât
u rivâyât-ı nâdiretü’n-niikâtdan mekr ü hîle-i zenân ye ah. vâl-i ceng ü harb-i merdân ve acayib-i umur ve garâyib-i
nezdik.ü dür ve bi’l-cümle tîba’ u sudur istimâından meser­
ret ü hubûr tahsil eyleyen mevaddan bazı rakamzede-i
kilk-i güher-bâr ye ,.nigâşte-i hâme-i belâgat-şi’âr kılup,
sebeb-i tefrih-i cân ve mûcib-i tervih-i cenân vâki ola. ve
esnâ-yı tahrir ü tezâif ve tastir ü takririnde sehlü’l-mie37
a.g.e., s. 389.
- v
•j.
f i:
38 K e şfü ’s-ZütiûvJ, c. II; s. 169 ve K . Z e y l i , e. I - s . 229; «B edâiyüh-âsâr,
li-M u sta fa Cinânî ellefe li-Sultan M urâd-ı sâlis f i nevâdirü’l-h ik â y â t».
-i- '
39 a.g.e., U niv. Kütüphanesi, T .T . 3096, 104b.
'
;'
C İN  N Î v e B E D  Y Î‘Ü ’L - S  R
363
hâz olmağıçün hasbel-meysur vel-makdur tekellüfât-ı san’at-ı inşâdan dûr u mehcur kılındı...vd»10.
Müellifin ifâdesinden de anlaşılacağı üzre eserde «tekellüfât-ı
inşâdan» içtinab edilmiş ve asrına nazaran pek sâde bir dil ile
kaleme alınmıştır. Eserin. bu husûsiyetleri yeri geldikçe anlatıla­
caktır. Eser bir mukaddimeden sonra bir birini takib eden 76 hikâye
ile en sonda ayrı bir fasıl olarak kaleme alınmış «Acibe ve Garibe»
kısımlarım ihtivâ ediyor. Eserdeki hikâyeler-ilk kısımdakiler müstesnâ-belli bir tasnife tâbi tutulmadan sıralanmakta, birbirlerinden
sâdece «Hikaye» başhğı ile ayrılmaktadır. Biz bu incelemede eser­
deki hikâyeleri belli mevzu başlıkları altmda toplayarak sunmaya
çalışacağız. Tabii bn tasnifin haricinde diğer hususiyetler gözöniine
alınarak başka sınıflamalar da yapmak mümkündür.
Kadınların fitn e ve hileleri ve cinsî hikayeler
'
Bu gruba dahil ettiğimiz'hikayelerin kitap içindeki sıraları
şöyledir : 1-23, 30 ve 68. hikayeler. Bu hikâyelerin bir kısmı fevka­
lade çirkin imajlarla d olu ' ve başka hiçbir esprisi olmıyan vaka­
lardan ibarettir41. Bu müstehcen hikâyelerin sonunda müellifin bazı
ahlakî dersler çıkarması ise ayrıca bir garabet teşkil eder. Biz
bu kısımdaki hikâyelerden mizahî özelliği olan bir tanesini numûne
öhnak üzere aşağıya alıyoruz :
Bir şehre musallat olan haydutların elebaşısı yakalanmış ve
ibret olmak üzere çengele asılmıştır. Şehrin emiri, cesedin diğer hay­
dutlar tarafından kaçırılmaması için bir bekçi tayin eder. Bekçi bu
hizmet karşılığında büyük bir ücret alacak, vazifesini ifâ ede­
mediği takdirde ise idâm edilecektir. Adam gece yansı yakındaki
J 40 ‘ B. N ationale nüshasında m ukaddim e kısm en eksik olduğu için yukarı­
daki kısm ı F .; K öprü lü ’hün «M eddahlar» isim li m akalesinden iktibas ettik.
B k. E d eb iya t A raştırm aları, A n k ara 1966, s. 391..
;
41 Cinânî’de de görü len esk i edebiyatım ızın bu Jhususiyeti ba zı edebiyat
tenkitçileri tarafın dan O sm anlı Cem iyetinin o zam anki kadınsız yapısı üe izah
edüm ektedir. Gerçi, M evlânâ’nm T ü rk E debiyatını derinden etkileyen M esn evîsi’nde de bu kabil h ikâyelere raslan ıyor; an cak bunlar bir ahlâkî g a y e ile
söylenm iş sözlerdir.
'
364
C İH A N O K U YU C U
mezardan ağlama sesleri duyar ve merak sâikiyle yaklaşır. Taze bir
gelin yeni ölen genç kocasının mezarı başında yas tutmaktadır. Ka­
dın, kendisini teselliye çalışan adama ölünceye kadar bu. mezarı terk
etmemek azminde öldüğünü söyler. Vazifesini hatırlayarak ge­
riye’ dönen bekçi çengeldeki eesedin kaçırıldığını görerek can kayğüsüna', düşer.' Kadın ise onun bu durumundan istifade etme^ .is­
ter; kendisi ile, evlenmesi şa rtı'ile. haydudun yerine1kocasının ce"sedini" çengele âsmâyı^teklif , eder. Lâkin Üışâri çıkarılan cesed sakailidir; ellerinde, ise onu tıraş etmeye yarayacak bir alet yoktur,
Kaıhn köeâşinin sakmjarini yolmaktan bşşka çare bulamaz?'öbürüm
kimse tarafından fafkedilmemiş ve' bekçi kurtularak kadınla evlen­
miştir., Aradan seneler geçer ve^bekçi bir.gün ölüm yktağina“düşer.
Son demlerinde evvelki macerayı hatırlayarak sakal derdine"" düşen
adam komşularını yanına çağırır1ve onların hüzüründa Öldükten
sonra sakalmı yolmayacağına dair karısından söz alır.
Diğer hikâyelerden bir tanesi, hikâyeden ziyâde İçtimaî bir
panoramadır.
i- Şâir: 19.. sırayı işgal; eden bu hikâyede zamanın fahişelerini altı
kısma ayırmakta-, [hususiyetlerini,tçalışma tarzlarını, adam .avlama
şekillerini ilh;.. [anlatmaktadır. Bul; durum Cinânî’nin : bu; .mevzuya
duyduğu alâkayı; göstermesi bakımından da ayrıca dikkate şâyândlf. .
■
J
Bir diğer hikâye ise1'kadınlara ait olmayıp erkeğin erkeğe karşı
duyduğu muhabbete dâirdir (30. H ikâye).'1
Cin, peri, sihir v.s. ile ilgili hikâyeler
;
23, 28, 29, 31, 32, 33, 44, 46, 47, 48, 49, 50, 55, 56, 57, 58, 59, 66,
69, 70 numaralı hikâyeler bu grubu teşkil eder. Bu gruba dahil et­
tiğimiz hikâyeler de :ayrıca iki başlık altında hülâsâ edilebilir.
, , ;(,.1. Çinlerle ilg ili,hikâyeler; msan-cin-münasebetleri,., karşılıklı
evlenmeler, mücâdeleler, cinlerin ev taşlama hadiseleri vs.
;i 2. Sihirle ilgili, olanlar; bu, işlerle uğraşan cadılar; Özellikleri,
halkın onlarla ilgili inanışları ilh... Hazine bulmakla.ilgili hikâye­
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y İ t î’L -Â S Â R
365
ler de;; bu sınıfa sokulabilir.- Yine, insanların sihirle suret değiştir­
meleri^ başka varlıkların şekline girm esibu meyanda zikredilebilir..
’ Bü kısımdaki hikâyelere örnek olmak üzere şâirin bir arkada­
şından naklen "anlattığı şu ilginç hâdiseyi görelim :
^
. .n
\ Cinânî’ninkuzatdan olânbir arkadaşı vazifeli olarak bulunduğu
Bafrâ "isimli kasabada Kürt lakabı ile bilinen Emin isminde : bir
âdâmla1tanışır. Kurt "Ehlin, lakabının hikmetini öğrenmek isteyen
kadiya çevresindeki tanıdıklarını da şâhit göstererek şu hikâyeyi
anlatır : Emin’in evlenmeden evvel münasebette ¡bulunduğu: sehhare
bir kız vardır. Âşığının kendisini terkedip başka bm kızla evlenme-:
sine çok kızan'sâhire bir kere sihirli asası ile dokunarak onu kurt;
şekline sokar. /Hâlini anlatamadığı için gerçek bir; kurt ¡zannedilen
âdam kendisini takip, eden köpeklerden güç bela kurtularak dağlara
sığınır::: Orada;-.başka: kurtlarla. ülfet peyda ederek yeni hayatına
intibâk etmeye çalışır; Yıllarea hu şekilde yaşayan Emin’i akraba­
ları da ımutmuşlar, öldüğüne kini-olmuşlardır. Fakat bir tesadüf
onu tekrar insan suretine iâde edecektir. Bir kış günü dağdaki yılkı
sürüsüne saldıran.. kurtlar insanlarla karşılaşırlar. Metinde -pek
canlı bir sûretde anlatılan bir mücadeleden sonra kurtların bir
kısmı .öliirçbir. kısmı, kaçmayı.¡başarır.. Bizimki ise kaçarken arka­
sından,gelen. bir-süvarinin rkılıcı iie ağır ,bir yara alır.. Bu anda her­
kes hayretle, yerde, kıvranan kürdim bir insan şekline kalb olduğunu
görür. Meğer sihre maruz kalan bir insan demir bir alet ile yara-,
landığı .takdirde tekrar ..eski şekline dönmekte imiş. Yakınları, za­
manla iyileşen Emin’i eski yavuklusu ile evlendirip güzel bir düğün
tertip ederler. B;u .hikâye oralarda meşhur olmuş ve adamcağızın la­
kabı da Kurt Emin kalmıştır.
Buna benzer bir kaç tane daha şekil değiştirme hikâyesi var­
dır."''.ÇŞnlerle ilgili hikâyeler iseTdaha geniş bir yer tutar. Biz bu hi­
kâyelerde cinlerle ilgili bütün folklor ve inançları her türlü var­
yasyonları iİe birlikte gözleyebilmekteyiz. ' "
V .../ll .,b ,
n
. . Dinî hikâyeler
ı
'
y
'
ı ’ . 24, 35, 37, 38, 52, 53, 54;'72j 76: sırayı teşkil eden hikâyeler. Bü
faslı teşkil eden hikâyeler cidden güzeldir. Bu kıssalardan her biri
bir: dinî/esâsı ele ahr,/ahlâkî,-dctimâî nasihatlarj dersler verir.
366
C İH A N O K U Y U C U .
: 24 Hikâye «tayy-ı mekan» inanışını aksettirir; Hac için bi­
riktirdiği parayı fakir komşusuna veren bir adamın mecâzen hacc
vazifesini ifâ etmesine şahit olmaktayız. Kendisini tanıyanların
haccı edâ ettiğini söylemelerine mukabil adam bunu şiddetle yalan­
lamaktadır. Bu tartışma yüzünden komşuları ile arası açılır ve iş
mahkemeye kadar akseder. Nihayet durumdan haberdar olan bir
velî’nin, hacçın sûret-i mecazî ile ifâ edildiğini açıklaması, ile ara­
daki tenâkuz kalkar.
Hikâyelerden birinde de zekât vermenin ehemmiyetine temas
edilmektedir. Mısır’dan İstanbul’a gelen bir gemide zengin bir tâcir,
para kesesini kazâra denize düşürür. Herkesin üzülmesine mukabü
para sahibi hiç telâş etmez ve zekâtını ödediği bu paranın tekrar
eline geçeceğini söyler. Bu sırada çıkan bir fırtına yüzünden gemi
bir hafta yerinde demirli kalır. Nihayet uzaktan başka bir gemi
yaklaşır ve iki vasıta kenetlenir. Bu sırada fırtına da durulmuş ve
her tiki gemi halki birbiriyle tanışıp kaynaşmıştır: Kayıp para hi­
kâyesini öğrenen komşu gemideki bir gavvas (dalıcı) cüz’i bir ücret
mukabilinde keseyi çıkarmayı taahhüt eder. Pâranın düşdüğü nok­
taya dalar ve keseyi bulup çıkanr.
rBir diğer hikâyede cömertliği ile meşhur Câfer Bermekî’nin
faziletleri mevzûubahs edilmektedir. Hârûn Reşit, Câfer’i öldürttük­
ten sonra mezarinın ziyaret edilmesini dahi yasaklar. Bu emre
muhâlefet ederek, ğeceyarısı gizlice mezârı ziyafet edip düâda bu­
lunan 3 tacir yakalanıp Halifenin huzuruna celbedilir. Herbiri Câfer’den gördükleri sayısiz ihsanları sayıp döker. Bımun üzerineTap­
tıklarından pişman olan Harun gösterdikleri vefâ hasebiyle bu üç
adamı taltif eder ve Câfer’in mezânnı ziyareti serbest bırakır. ;
Bu kısımda, halk arasında «üçler» v e . «kırklar» olarak bilinen
anlayışla ,ilgili iki hikâyeye de tesâdüf etmekteyiz. Bu hâdiselerden
biri Ayasöfya Câmiinde geçmektedir. Cuma vakti en ön sırada otu­
ran bir adam tam namaz başlayacağı sırada abdest tazeleme ihti­
yacını duyar. Ancak gerideki izdiham o derecededir ki dışarı çık­
maya imkan yoktur. Bu sıkıntı ile kıvranırken yanında oturan ve
bu hâline vâkıf olan nur yüzlü bir ihtiyarın teması ile bir ânda
kendisini dışarıda bir pınar başında bulur. Rahatça abdest tazeler
ve aynı şahsın eteğini çekmesi ,ile birlikte kendisini yine câmide,
evvelki yerinde bulur. Henüz sıvanmış kollarından abdest suyu
C İN Â N Î ve B E D Â Y Î ‘Ü ’L -Â SÂ E.
367
sızmaktadır. Bu olağanüstü hâlin yanmdaki zâtm eseri olduğunu
anlayan adam namazdan sonra onun eteğine sarılır ve kendisini de
hizmetine alması için, yalvarır. İhtiyar, bu işin çok mesuliyetli oldu­
ğunu herkesin tahammül edemeyeceğim söylerse de beriki vazgeç­
mez., Bunım üzerine ihtiyar onu Galata Kulesi civarında bir yere
götürür. Burası kendisinin reisleri bulunduğu «kırklar»ın mekanıdır.. Bizimld burada, birkaç gün kalır ve fevkalâde hâllere şâhit
olur : İçerdeki zevât.^örÜerindeki su dolu küçük taslarda âlemi sey­
retmekte ve hâdiselere yön vermektedir;, Dar bir geçitte ilerleyen
bir müslüman kervanına saldıran kafirler kırklar’ın müdahalesi ile
hezimete uğrar. Fakat kırklar’m aynı dürümdaki bir diğer kervanı
kendi hâline bırakmaları bizimkinin; hayretini mûcib olur ve
itiraz eder. İhtiyar," bu işlerin Allahm arzusu ile meydana geldiğini
kendilerinin sadece vâsıta olduğunu, izâh eder, ve itirazda bulunma­
ması gerektiğini bildirir. Lâkin, henüz yeni olan adamcağız bunları
a^ayaç^...^lgi^uk^si, değildir.; B ir . kaç hatâ daha işleyince krrk’lar
onu [aralarından atarlar.. Adam bir anda kendini Ayasofya avlu­
sunda ve eski hâli üzre bulur. İç aydınlığı ve., duyduğu hazz kaybol­
muş, , mânevi , bir karanlığa, ,gömülmüştür. Zayalİı, yaptıklarına piş­
man olur, ve üç ay boyunca Galata civarındaki semtleri dolaşır fa­
kat bi?., türlü kırkların kaldığı evi. bulmak mümkün olmaz. O, bu
derde, .daha fad a, dayanamaz, nihayet çıldırır.
’.
Buna benzer bir diğer hikâye de-Bursa’da geçer. İhtiyar bir
adam bir-iyiliğine karşı üçler tarafından aralarına kabul edilir.
Ancak sıirrını saklaması şart koşulmuştur. Keşfi açılan adam, bir
gün dağdan odun getiren komşusunun uçuruma yuvarlandığını gö­
rünce dayanamaz, oturduğu yerden elini uzatarak o’nu geri çeker.
Sonra komşusuna bu sırrı muhafaza etmesi için sıkı tenbihlerde bu­
lunur, yeminler ettirir. Ne var ki saf oduncu böyle bir sırrı saklaya­
bilecek evsafta bir adam değildir; bu haberi herkese yayar. Bursalı
da kazandığı bütün mazhariyetleri kaybeder.
= Bu fasılda bunlardan başka mahallî iki hikâye daha vardır.
Bunlar, halkın deli gözüyle baktığı ancak veli oldukları ölümleri ile,
anlaşılan iki ayrı, meczubun hikâyesidir.
C İH A N O K U YU C U
370
minval üzre iken bir gün tertib edilen at .yarışında: attan? düşüp ka­
sığı yırtılır ve erkeklik uvzu ortaya çıkar. Bir: perde ile örtülü ol­
duğu için tavaşî sanilan çocuğun hakiki bir erkek olduğu anlaşılır ye
evlendirilir.
.
:
L
:?
: ::
Bir diğer garibede hortlayan ölülerden bahsedilmekte ve misâl
olmak üzere, şâirin arkadaşı ve Çivizâde’nin eski mülâzimi olan
Mevlânâ Halil’den bir hâtıra nakledilmektedir. Mısır’da bulunduğu
sırada Halil’i içine cin -girmiş bir hastanın'evine çâğııirlar. Bir arab
cinci, hastayı istila eden cini arabca tehdit etmekte ve fakat cin
Pars asıllı olduğundan bu sözleri anlamamaktadır. Mülâzim’in arâbçadan farsçaya tercümesiyle cin ile cinci‘ arasında irtibat kurulur
ve tehditlerden korkan cin kaçar.
'
f? .
'
4v Eserin önemi, târihi ve içtimâi özellikleri.
Bedâyi'ül-âsar hakkında mütâlâa beyan edenler, o’ndân sitayişkar bir ifade ile bahsetmektedirler. Bizzat müellif, kitâbın mu­
kaddimesinde, eserinin muhteva ve dil bakımından evvelki benzer­
lerinden farkh olmasma özen gösterdiğini .ifâ.de . etmekte idi.
Eserin hususiyetlerini Köprülü şu sözlerle hülâsâ etmektedir :
«...Bu kitabdaki hikâyeler mevzu bakımmdan muhteüfdir; Kara v e ;deniz cenglerine, kadm ¡fitnelerine, cadılara,
cinlere, tılsımlara ait küçük küçük hikâyeler..-. Eserin
asıl ehemmiyeti, yazılı Arab ve Acem eski kaynaklarından
alınmış hikayelerin pek az olmasma karşılık, Anadolu ve
Rumeli hayatını gösteren orijinal hikâyelerin çokluğu ve
XVI. asrın halk hayatını bütün samimiyeti, bütün kostüm­
leri ve dekorları ile yaşatabilmesi dolayısıyledir. Meyhane
ve gezinti âlemleri, baskın sahneleri, kervan hayatı, gemi
yolculuğu, hülâsâ o asır hayatının her köşesi bu hikâye­
lerde canlı bir suretde göze çarpar, ki, bu cins târihî ve­
sikaların pek az olması bakımından Cenânî’nin kitabının
ehemmiyeti bir kat daha artar. Esasen müellif kitabının
bü hususiyeti hâiz olmasma bilhassa özenmiş ve Arab ve
Acem kitablarmdan âlınmış eski birçok hikâye kitablarmdan tamamen farklı olmasma çalışmıştır»43.
43
F.K ., «M eddahlar», E d eb iya t A raştırm aları, A n k a ra 1966, s. 391..
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y l'Ü 'L -Â S Â R
371
Keşfü’z-Zünûn ve Zeyli*? kısaca eserin «nevâdirü’l-hikâyât»ı
şâmil olduğunu, Osmanlı Müellifleri45 de «roman tarzında» olduğu
görüşünü bildiriyor.
Bazı yeni eserler ise, Köprülü’nün de ifade ettiği orijinalitesini
dile getirirler. Bu meyanda İstanbul Ansiklopedi’sinde şu mütalaa
mevcuttur :
‘ ;
' ,
.
’ ;
'
«... Mustafa Genanî meddah hikâyeciliğinde yeni bir çığır
açmış muhakkak ki büyük bir edebî zekâdır. Dalkavuk de­
nebilecek bir hayat sürmesi, o devrin -tophım hayatının
zaruretlerindendir
Kısşâhânlar İslâm Tarihinden «Bat­
tal Gazi Menâkıbı», «Ebu Müslim Horosanî menakıbı»,
«Hâccâc-ı Zâlim» fıkralân ve «Binbir gece masalları» ve
emsâli ¿serlerden nakiller yaparlar iken bir öncü olarak
bü Mustafa Cenâhî Çelebi’dir ki orijinal mevzularını İs­
tanbul günlük hayatından seçmiş, meyhane, mesire âlem; lerinden, zenginlik mâceralârından baskınlardan bahset­
miş; vakalar içine kadim şark masallarının cin, peri, tıl­
sım, büyü motiflerini takmış, 17 ve 18. asırda yetişen büyük meddahlara bir ışık tutmuşduri»46. - l:
Yukarıdaki pasajların da işaret ettiği üzre hikâyelerde mevzu,
millî ve mahallîdir. Sadece dinî : hikâyelerden birinde müellif
«Ravzü’r-Reyâhîn>>i mehaz göstermektedir (64. Hîkaye).
.
Zengin târihî ve. folklorik bilgiyi muhtevî hikâyelerden bir ka­
çını misâl olmak üzere aşağıda zikredelim :
56. Hikâyede şâir, «avamın Engürü tesmiye ettikleri» Ankara’­
da geçen bir vak’adan bahsederken1yeni çıkan bir türküden şu yolla
bahsediyor :
«İttifak ol zamanda : Çık salm seyrânın eyle
Nâz ile cevlânın eyle
... 44 K.Z., I, 229. ve K . Zeyli, I, 169.
„45 O M , 11, 1 5 2 . .
,
'
..
46 «M eddah» İstanbul A nsiklopedisi, îş t. 1965,' V H , 3489-90. K eza, T ürk
A n siklopedisi’nde de buna ben zer İfadelere rastlıyoru z (B k . a.g.e., A h k. İ960
X , 157)
. -i
372
C İH A N ' O K U YU C U
diyü bir tâze türki çıkmış idi,- mestâne anı ırlamâğa:. başladım».
Keza bir diğer hikâyeden Piyâle Paşa’nin Sakarya nehrinden :derş
yaya açılan bir kanal açma teşebbüsünü öğrenmekteyiz; Bir harb
esnâsmda da, ölen şehzade, için askerin; «cesedi, tabuta koyup at­
ları ters eyerleyerek» yas" tuttuğunu görmekteyiz. Rumelinde yolbeİ kesen deli Memi ise «Â t üstünde kopuz çalmakta», rakibine,
«Eğer at biner kılıç kuşanırsa, dilâver ise, merd-i meydân ve ailâver pehhvan geçerse gelsin» diye meydan okumakta ve karşılaştığı
zaman, da, « Attan.¡inip levent rkâidesince üzengiye basmadan yine
süvar» olmaktadır.
c ,h
ii
.j.:
Sultan Halil’in ordusuhü; savaşa "teşviki;
1
1
«... Atından ¡indi evvela /kendi ehyle; atmm kuyruğunu dü­
rüp zir-ü zeber tengini çekdj, ondan sonra sıçrayıp üstüne
bindi ve. şâhin-misâl eger ,hanesine kondı., ve yasağ idüp
. asker içinde münâdîler böyle nida eylediler ki pâdişâh­
ları her. ne vaz‘ iderse kendüler dahi ol vaz’ı. ¡ideler. (...)
Sultan. Halil,. Cenâb-ı Rabb-ı Celîle meskenet .ve. teslil ile
dua itdi;. andan sağ kolum, yeninden çıkartıp üryan eyledi
ve belinde olan tirkeşİ4ve,yayı.:Çözüp yabana .atdı. Asker
dahi ser-te-ser okdan yaydan ferâgat idüp kılıçlarım kmla: rmdan çıkarup: ellerine aldılar», r
^
;î
Rasgele seçtiğimiz aşağıdaki birkaç târihî şahsiyet ve yer ismi
hikâyelerin bu bakımdan da ne kadar" zengin olduğuna bir deiüdir.
ŞaMs'üdkm':' Karakaş, Burşalı Enverî, Hz. Süleyman, Firakı,
Devlet Giray, Kurt Emin,'Nakkaş Mahmud,' Mustafa Ağa, Haşan
Dede;: Ali Çavuş, Piyâle Paşa, Abdülbâkî (Kahire; valisi)-, Ferâgî,
Abdülhalim, Ebussuud E f j Cemaleddin, Kadri E f, S;, Baybars, Moda
Emineddin, Halife Hârûn, Halife Kâim Biemrillâh, Molla Gürânî;
Efrasyab, Başmakçı Haşan, Baba Tecrid (Mevlevi), Çâfer Bermekî,
Câfer Reis, Turgut Reis, Sultan Süleyman...
':
Yer adlan : Ankara, Bursa, İstanbul, Muradiye, Kaydefa, Hint,
Sakarya, İznik, Nihâvend, Rumeli, Kahire, Bağdat, Bâbil, Kefe, Mu­
radiye Camii, Halil Hanı (Mısır’da),1 Ayaş, Çaiılr,- Sandıklı, Ayasofya, Rodos, Girid, Rus ili, Deşt-i Kıpçak, Çerkesîer, Selânik, Trab­
zon, Gplvan Bey, Mah, Kütahya, Amasya, Edime, Budin, Keşan,
Keşiş Dağı, Şirden Burnu, İskenderiye, ilh.
u
CÎNÂNÎ
ve
BEDÂYÎ'Ü’Lı-ÂSÂR
373
:: ' Okumak •için yazıldığı bilinen eserin bu hususa uygun olarak
fevkalâde, sâde ve yer yer atasözleriyle, deyimlerle, yeri geldikçe
de manzum parçalarla kurulmuş, çok. canlı bir anlatım. dili vardır.
Meselâ ibir ceng sahnesi tasvir edilirken; .. . •
-;r«Küıçİâr çöngelüp.koUâr yoruldu
Ufândı yaylar oklar kırıldı - - "
Tüfengler çatılıp toplar âtıldı
Bu bâzar içre çok kimesne satıldi»
'
1
;
;
....
mısraları ile karşılaşmaktayız. Keza, darb-ı mesel şeklindeki müfred
ve beyitler de metne serpiştirilmiştir :
«Söylenir dillerde bu. kavl-i hasen
Dil esen olursa olur baş esen»
gibi. Biı arada şâirin yer yer divânındaki: manzumeleri de duruma
uyguni şekillereTSokarakv. değiştirerek yerdiğini-gömlekteyiz :
'>.;.« M ^ e t '<Bffldâya^iki“ciíu^n^İa kilup'sa'ld..
Nâm-ı/şerifin.eyîedi hem gazi hem şehîd»
: «M ^arrerdür.felek çim yâri yârından çudâ kıİmak ;.
Çekipzahm etnelâzımbirbiriyleâşinâ kılmak»
İlh.:. gibi. •
■ .,1:'....
y: 1
- ' ..oh: y -•
:
‘ .Metinde geçen deyim ve tekerlemelere de birkaç ömek verelim :
- «Bohdelüğine çöp ¡sokmak; kâfir kilisesine mum yakmak,: kör
kuyuya koğâ;asmak» (kadar hayırh olmak),
.Aklını başına yar' etmek,. Yab'yab yanına varmak,"Ser ser se­
vinmek, Ardından, tahta'çalmak, Bir torba sakalla utanmamak, İğne'Tîii^açak^yerlohüâmi^, -Ayret kısmından haz etniemek, Kütahyâyi'.kbjimp.Amasyâ yoluhâ~jgİtmemek-.
."
.. .
. -Erkek aslan: aslan ise ;dişi .aslan dahi aslan olmak, Arkuru ge­
lip üiçefi çekmek, Kılıcı arşa:: asmak, Çağırıp .turgürmak. Anud benud olmak (şaşırmak);, Yazuğuna (günahına) yazmak, Korkudan
ödü sınmak, Şişe sancılmış murga dönmek, Karavul (nöbetçi, bekçi)
çıkarmak,. Birbiriyle küt -a- küt::döğüşmek, -Meydana okumak (ça­
374
C İH A N O K U YU C U
ğırmak) ; Bir taşla iki kuş vurmak, Karda yürüyüp izini belli etme­
mek, Su bir yere irkilmemek (toplanmamak), Sıngın olmak, Dil al­
mağa adam göndermek, Yat-u-yarak hazır etmek, Yüzerek yapçe
yapçe yaklaşmak, Irlamak (şarki'söylemek), Belinlenmek, E lile ar­
kasını yapmak, Gümürdenip küfür etmek, Pireyi gözünden vurmak,
Kedi fare ile oynar gibi oynamak, Dirilik ölümden yeğ (olmak)...
Ata sanatı oğula miras (olmak), Eşeğe ters bindirip kuyruğunu
eline vermek, Pâdâş olmak, ilh....
Hikâye-i Rodos
(Paris, Bibliothèque Nationale, Ancien F.T., nr. ‘385, 139b) Yârân-ı
kadîmden birisi ki tazeliğinde etrâf-ı ‘âlemi geşt itmekle ve ömrini seyr-i kûh u deşt itmekle geçürmişdi. Böyle rivayet ider ki,
«-Çün hadd-i bulûğa yetişüp âlem-i recûliyete . kadem basdum.
İttifak gönlüme sefer seydâsı ve etrâf-ı cihânı seyr itmek, hevâsı
düşdi. Âhir sefer esbabını müheyya idüp müşâferete çıkdum. Birez
zaman safây-ı hatır ile âb-ı "revân'gibi istedigüm cânibe âkdum.
Giderek ve etrâfı devr iderek günlerden bir gün Rodos’a vardum.
Hakka ki âdemîsini garib-nüvâz u mihmân-dost bulup onlarla alışdum. Ve ekâbiri ve asâgiri ile yârân olup gönişdüm vé yalaşdum.
Anlar dahi benden hazz idüp haddümden ziyâde iltifat itdilçr ve ol
târihde Rodos’un beği olan Ca'fer Beğ nâm kimesneye alup ğitdiler.
Çün (140a) benümle bir miktar mukârenet ve münâsebetiyle musâhabet itti. Kemal mertebè benden hazz idüp gice vü gündüz biribirümüzle karîn ü hemdem ü hem-nişîn olduk. Bir dem seyr ü soh­
betten ve bir lahza münâsebet ü müsâhabetden hâlî olmazduk. Bir
gün sabah namazın edâ ye hıdmet-i ibâdeti hüsn-i edâyile kazâ itdükten sonra musâhabete başlayup gördüğümüz ‘acâyibâtdan rivâyet ve bildügümüz ğarâyibâtdan nakl ü hikâyet iderken nâgâh anı
gördük ki bir kimesne seğirderek çıka-geldi, «-Beğ hazretleri muş­
tuluk, kâfirin büyük kalyonundan sahîh haber alduk. Elân Girid’e
doğru çökülüp gitmede ve giderken ehl-i Islâm gemilerine çatup
müslümanları esir itmekte imiş. Hemân devletle kalkun gidelüm,
pâdişâh devletinde bir: ulu gazâ idelüm» didi. Meğer, ol büyük kal­
yon didikleri bir barça idi ki küffâr-ı hâksâr yapdurup hayli mâl
u menâl harç itmiş idi. Ve kal‘a-misâl yarag u yasağa mâl-â-mâl
C İN Â N Î ve B E D Â Y İ'Ü ’L -Â S Â R
375
idüp içine hadden ziyade top u tüfeng ve kunbara vü zenbërek koyinişdı. Bir niçe zaman idi ki deryâya çıkup adalar arasında gezerdi.
Rast geldügi müslüman gemisini alur ve ebl-i İslâmî küreğe koşup
esir kılur idi. Mukaddema bu -kıssa Begün ma’lûmı olup etrafa
casûslar göndermişdi. «-Bolayki nerede idüğini bilüp bana haber
viresiiz» dimişdi. Hemândem esbâb-ı sohbeti bir taraf idüp iımûr-ı
gazaya şurû olındı. Ceng[ü]harb tedarükine ve gemi donatmak
tedbîrine başladı. Ol saat Beğ, etrâf-ı şehre dellâllar bıragup (140b)
nidâ itdürdi. Büsar-eri vu azab vü gönülli vesâir kim var ise da'vet
olınup sâhil-i deryâya İslâm sancakları dikildi. Gaziler âlât-ı harb
ile feyc fève, mevc mevc, bölük bölük, sınıf smıf cem' olup sancak
dibinë Çekildi. Tabi ü surna ve nefir sadâsı dünyâyı tutdı. Âvâze-i
tekbîr-i guzâtla kubbe-i felek güm güm ötdi. Beğ dahi atlastı alı
çıkârup zırh ive çokal giydi. Kal'a halkmun erkeği ve dişişi deryâ
kenârına gelüp yârân u ibvân,
i
'
;!
Âhirët hakkın helâl itsün harami gözlerin
Kim banâ dirlük muhal oldı hemân şimden-gerü
diyüp helâlleşüp birbirine vedâ itdi. Gemiler şenlikler idüp ,top atdı.
Beğ Ca'fer dâhi bir kutlu sâ'atde, «Bismillah mecrâhâ ve mürsâhâ»,
diyüp |boş], pâre gemiyle ‘azîmet itdi ve bu dâ'îleıini hidmetlerine
bile âlup gitdi. Limanı çıkup yelken itdük ve kandasın büyük kalyon
diyüp gazâ niyetine gitdük,
^
■----'t r
L.
■
Beyt
Salduh engine gönül zevrakını şâh onara “
Bu dîne nolsa gerek idelüm Allah onara
diyüp ummâna salduk. Ol gün öl gice bir muvâfık rüzgâr ile hayli
menzil alduk. Irtesi ‘ale’s-sabâh âftâb-ı ziyâgüster kulle-i Kâf’dan
baş kâldurup ‘âlemi münevver itdükde deryâya cüst ü cû içün
cundaya âdem çıkdı, etrâf-r cevânibe nazar salup dikkatle bakdı.
Asla gemi göremeyüp gelüp aşağı indi. Bundan sonra birkaç mil
dahi gitdiler. Meğer Begün diyar-ı Mağribden gelmiş, deryâda gemi
376
C İH A N O K U YU C U
gözetmeğe ^ta'lîm ohnmış bir maymunı (141a) var-ıdı. Dikkat-ı na­
zarı ve hiddet-i basan insandan çok ziyâde idi. Bu defa cundaya
maymunı çikardılâr. Kaçan ki cundaya çıkdı deryada kalyonıgörüp
aşağıya işaret ve lisân-ı hâl ile beşâret eyledi. Çün. bildiler k i gemi
önlerindedür, küreği artıcak çektürdiler ve kadırgaları deryada top
taşı .gibi sektürdüer.-Bâd-i isabâ ;gibi esüpı Sîmur[g]u ankâ gibi /uçrdılar. İkindiden evvel idi ki büyük' kalyonı seçdiler. Amma, ne fâ ’ide,
kalyon Giridüin iskelesine karîb ölmış ve kenara yanaşmağa ;ikl-!mil
ancak kalmış. Sehl zamanda Girid’e yanaşup şenlikler.idüp toplar
atdı; ve Girid’ün iskelesine :demür biragup bî-bayf u hırâş yatdiıt As?
ker-r İslâm dahı neylesünler artlarınca gelüp iskelenün bir canibini
ihtiyâr ve Aem ir bıragup anlar ıdahi , karâr, eylediler. îrtesi ‘ale’sseher mîr-i zafer-rehber, Girid beğlerine ; âdemisiyle haber 'gönr
derüp, «-Eütf itsünler dün gelen kalyonı bize virsünler.' Çekdügümüz derd ü belâyı terahhum idüp görsünler. İk i gün gice. tamâm
kürek çeküp dikkat u ihtimâm itdük, alacak vaktin gelüp size sı­
ğındı ve m[uâhe]denüz muha[ffef]dür. Sonra ihmâlünüzün haberi
pâye-i serir-i a'lâya vâsıl ve deryâ-yı gazab-ı pâdişâhî mütemevvic
olup mâ-beyhinizde:‘adâveti hâsıl olur.:Onatça mülahaza eylen, zira
sonra peşîmân lolursuzi ve ‘âkıbetı didigümüze: gelürsüz». Girid’de
olan beğler ittifak ile bu cânibe haber gönderüp «-Egerçi sizün emrünüze râm ve hükmünüze mahkumuz,,lâkin bizüm elümüzde Mer­
hum Sultan Mehemmed Hân-aleyhi’rrahmete (141b) ve’r-ndvânrHazretlerinden bü bâbda hükm-i humâyunumuz vardur. Aynıyla hidmetünüze irsâl ve mefhûmıyla ‘amel olınmak maslahatı içün îsâl olmdı»
dimişler. Meğer kadîmü’l-eyyâmda Merhum: Sultan Mehemmed; Haneskana’llahu f î hadâikı’l-cinân- küffâr-ı bî-din ü bî-îmânla musâlaha
itdüklerinde böyle mukarrer kılınmış ve bu veçhile tahrîr ü tastîr
olınmış ki, «-Siz ki Girid beğlerisüz, emr-i hümâyunumla ‘amel idüp
kaçan ki bizüm cânibümüzden ‘asker-i İslâmTı zafer-encâm gemilerümüz ile iskelenüze vara; demir bırağub. lîmâmnıza gereği gibi riâyet
ve himâyet idüp, ‘adû-yı dîn ve düşmen-i bedkiş ü bed-âyîn olan küffârTiimelâfin tarafmdan ‘asker gelüp talep iderlerse virmiyesüz ve,anlarun dahi hem çatan gemileri gelüp size sığmup ilticâ ve himâyetünüzi ümmîd ü recâ iderler ise selâtin-i îslâm u esâtîn-i zevi’l-ihtirâm
gemileri gelüp isterlerse anlara dahi virmeyesin, ve bilcümle ne kâfiri
ehl-i îmâna ve ne ehl-i îmânı ‘adû-yı nâdâna viresüz. Rızâ-yı- şerifüm
bunun üzerinedür, şöyle bilesüz; âlâmet-i şerifüme i'timâd kılasuz»
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y fÜ ’L-ÂSÂıR
377
diyüp hatm eylemiş. Çünki hükm-i hümâyûn okındı ve rhulâsa-i
kelâm mîr-i sahip-tedbirün kulağına dokmdı, neylesün, «-Emr ü
ferman pâdişâh-ı ‘adâlet-nişânundur» diyüp cevâb virdi. Anlar gitT
tikden sonra, tenhâ divân idüp rüesâile danışdı ve gaziler de «nice
diyelüm neyliyelüm» diyu sûret-i tedbîr ü tedârüke meşgul ve; kal­
yon1gibi ganimet elden bî-yech çıkduguna; gayetle mahzun u melûl
oldı. Âbır tedârüki böyle itdiler ki ‘ale’s-seher küffâr-ı bed-gühere
karşu lenger koparup kalkup gideler ve semte münâsib olan adalarm birinde saklanup (142a) bir zemân te’bîr ideler. Şek yokdur ki
kalyon, dahi, «Türük gitdi» .diyü kalkup gitse gerekdür ve memle­
ketleri tarafına^ can atup ‘azîmet itse- gerekdür «-Girid cânibin geçüpsğitdikden sonra ardına düşelüm ve sarıca ran gibi dört cani­
binden üzerine üşelüm. Hak Ta'âlâ fursat virürse, AJlahum yüz aklügıyla mekânumüza gelelüm» diyüp cümlesi yek-dil ü yekrcibet
bu fikr /üzerine ittifâk-ı niyyet itdiler. ‘Ale’s-sabâh küffâr-ı hâksâra karşu demir alup geldükleri yola düşüp gitdiler. . Çün pes perde-i Takdirden zâhir olacak evzâ u ahvâl ve nihân-hâne-i gaybdan
zuhûrâ: gelecek etvâr u e f‘âl var idi. Küffâr ile ceng ü harb-ı şedid
ve Ca'fer Beğ merhûm hem gazi ve hem şehid olsa, gerek idi. Hikmet-i.Rabbânî ve meşiyyet-i .Subhânî böyle iktizâ idi ki rüzgâr gaf
yetle mubâlif olup deryâ gitdikçe temevvüce başlayup cûş u hurûş
itdi. Ve fülk-i: felek karaya atmagıçün girdâb-ı kazâya dümen doğrultdı. Kürekçiler gördiler.şemsden yana çekilmeğe imkân ve bir
mil bâri gitmeğe dermân olmadı. Sâik-ı Takdir bi’z-zarûre gemileri
döndürdi yine Girid’in limanına gönderdi. Çâr u nâçâr döndiler
evvel kondukları rgarib: bir yerde kondılar. Ca'fer Beğ derdmend
kazâya rızâ/virdi. Ol gün ol gice anda turdı. İrtesi ‘ale’s-sabâh rüzgâr-ı zorkâr meskûn u karâr, u ihtiyâr idüp baş kodı, deryânın cûş
u hurûşı bir mikdâr sâkin oldı. «Bismillah» diyüp kalkdılar; git­
diler ve Rodos’dan yana ‘azimet: idüp yelken itdiler. Râvî eydür :
(142b) «-01 gice andan yattık, ben gemimin kıçında Beğün ayağı
ucmda yatmış idüm. Yatsu namazmdan sonra Beği yaturdum. Ben
mülâhaza vü efkâr ile b ir .mikdâr ayağı, ucmda .oturdum? idi. Nâgâh,
Beğ uykusu arasında ıztırâba ve kâbus basmış gibi teb ü tâba-başladı. Hidmetkârlar bana: mürâcaat idüp, «-Beğ hazretlerine ağırlık
basmış ancak biz edeb idüp uyandırmazuz, siz bâri ihsân idüp uyan­
dıran»; didiler.: Ben dahi ayağına yapışup yab yab vurarak uyandurdum.-Yerinden kalkup .-acele. ile abdest aldı ve birkaç rek'at
378
C İH A N O K U YU C U
teheccüd namâzı kıldı. Namâzdan sonra ben aytdum, «-Gâlibâ
sultânumı uyhırken; ağırlık basdı, küllî ıztırâbunuz görüp sizi uyânr
durdum, güstahlık idüp hayli bî-edeblük kıldım. Lütfunuzdan reca
iderem ki ma'zûr ve günâhumuz zeyl-i ‘afv ile mestur buyurasız»
Buyurdular ki, «-Beli ıztırâbum hadden füzûh ve dâire-i ^ta­
savvurdan bîrun idi. Lâkin ağırlık basmadan degül id i/B ir korkulu
vâki’â görüp anun havîmdan muztarib oldum ve ta’bîrini kendüm
mülâhaza eyleyup buldum. Sen de bir eyü, yavuz görmiş ve. nice
ahvâle muttali? olup öüiur sürmüş kimesnesin, diyeyin tâ'bîr ’ eyle
ve ta'bîri saklamayup doğru söyle» Ben aytdum, «-Buyurun, vâkı’anuzı görelüni ve mümkin olduğu kadar hayra yoralum». Buyurr
dulâr ki «-Meğer deryâya gider ve bir cânibe-‘azimet •idermişsüz.
Nâ gâh ani gördüm ki Rodos cânibinden bir kâra bulut zâhir olup
yab yab üzerümüze gelüp gitdikçe ‘âlem karanlık oldı ve gündüz
ğiĞeye dönüp dünya zulümât ilö doldı. Bu esnâdâ gemümüze kara
karga üşdi ve her tarâidan hücûm idüp (143â) üzerimize düşdi.
Ben dahi elüme bir kanca alup anunla bu kargaları urup dördin be­
şin bir uğurdan öldürürüm, gemileri bunların lâşeleriyle mâl-ârmâl
idüp doldururum. ‘Asker kavmi dahi üşdiler, bunları kırup uzerlerine düşdüer. Bu esnâda bir burnı kızıl karga gelüp' benüm başumâ köndı ve depefni burnıylâ delüp beynümi yemek murâd idindi.
Eltimdeki kancayı sala-gördüm ve dört yanumı anunla çala-gördüm,
uramadum. Bir iki kerre kalkdı yine kondı. Âhir depemi delüp bey­
nümi çıkarüp- yemeğe ve gözüme karşı pâre pâre yemeğe ve yut­
mağa başladı. Ol beynümi çıkârup yedükçe ben acıdan nâle ve feryâd u ‘alâlâ iderdüm. Bu halde iken uyandırdmuz kalkup halâs ol­
dum ve ta'bîrini dahi bir cihet ile kıldum. Sen dahi ta‘bîri rast eyle
ve saklamajnıp toğnsm söyle». Ben aytdum, «-Hallâk-r Dâver her
zemândâ hayırlar müyesser eyleye, bu vâkı‘anun tâ'bîri ve hulâsa-i
hüsiı-i takriri oldur ki," yarın yolda giderken kafir gemisine rast
gelürüz ve kasd-ı ceng ü kıtâl ü harbe iştigâl kıluruz. Biz ahlara
anlar bize küllî hücûm idüp ıztırâb vireler bir-iki def‘a ikdâm u
ihtimâm idüp gemimüze gireler. Belki galebe fevvel vehlede anlar
cânibinden göstere/ Sonra Allâhın inâyeti ve Peygamberin-sallallahu ‘aleyhi ve ‘alâr‘âlihi ve ashâbihi ve ashârihi ve sellim teslimen
kesiren-mu'cizâtıyla feth ü zafer bize el vire. Ve evvelki karga
depemi deldi ve beynümi gözüme karşu çıkarup yedi, diyu buyur­
dunuz. Beher-hâl iki ‘asker karışup ceng ü kıtâl itseler gerekdür.
L
C İN Â N Î ve B E D Â Y Î'Ü ’L -Â S Â R
379
Elbette sultânuhiun mübarek başlarını ağrıdup (143b) ve beynünüzi taraldı; bir mikdâr halel gelmek ve suda’ ile elem müteretteb
olmak mukarrer. Şek yokdur ki bu vâk'ıa bu ta'bîrle mu'abberdür»
diyu cevâb virdüm. Buyurdular ki -«Vâkı'anun evvelini rast ta'bîr
itdün, ammâ sonum dimeyüp hilafım ta'bîr itdün. Benüm ta‘bîrüm budur ki sen didigün gibi ‘asker-i küffâr ile buluşuruz. Biribirimüzle ceng idüp muhkem viriş alışınız, eğerçi çok belâ vü
ta'accüb çekerüz. Akıbet feth ü zafer bizim canibe müyesser ve
mukadder olmakdur. Lâkin ben bu cengde şehîd olurum. îhşaellâhü
Ta'alâ şehâdet sa'âdetini bulurum». Ben aytdum -«Çün feth ü
zafer mukarrerdin-, sizin şehâdetinüz nice mutasavverdin-, Siz hod
askerüri serdârı ve mîr-i sâhib- iktidârısuz, siz düşdükten. sonra
‘asker düşmene pâydâr olmaz. Miftâh-ı fütûh sizün elünüzdedür.
Siz gidicek feth-i bâb ihtimâli kalmaz». Buyurdılar ki «-Esnâ-i
cengde şehîd olmak maktû* ve muhakkak degildiir, ekser ihtimâl
budur ki Ceng iderken zahm-nâk olam; feth müyesser olduktan
sonra teslim-i rûh kılam, bu tarîkle ikisi bir yire gelür ve şehâdetümle feth ü zafer cem' olmak mümkün, olur» diyüp tesbîh ü tehlîl
ile meşgul öldı. Hakka ki bu vâkı‘a-i cânsûzun ta-bîrinden ve bu
kıssa-i pür-gussânun takririnden melûl u mahzûn olup muntazır
olduk ki' yarm lu’bet-bâz-ı çerh-i devvâr perde-i takdirden ne sûret
gösterin- ve sipihr-i kec-reftâr nat’-ı zeminde hasma ne yüzden
şehemât idüp hile ile paydak süre. Râvi eydür : «-Ale’s-sabâh yel­
kenlerden cenâh-ı necâh açup yolumuza revâne olduk ve Rodos’dan
cânibe evvelki fikr ü tedbîr ile ‘azimet (144a) küduk*. Dahi iki mil
gitmedin cundaya âdem çıkdı ve« deryâda görinür gemi var mı»
diyu etrâfma bakındı. Nâgâh, «-Önümüzde bir iki pâre yelken var
gafil olman, ne gemileridür görün, ihmâl u tekâsül kılman» diyü
haber virdi. «-Ne cânibden gelür» didiler, «-Türk yakasından gelürler» diyü cevâb virdi. «-Kaç paredür» didiler «-Çekdürür, beş
pâre gemidür» didi. Pes gemiler gelüp dördin bir yire Cem‘ olup
müşâvereye turdılar. Her biri bir türlü fikri miinâsib gördiler. Biri­
si didi ki «-Istanbulda elçi gemisi Var idi; göndermişlerdin- ve ana
dört pâre gemi koşup varun elçiyi sıhhatle al-gidün dimişlerdür».
Ba'zılar eyitdiler, «-Elçi gemisine dört pare gemi koşulmak muhal
ve gayetle baîd ihtimaldür. Elçiye bir gemi, gâyet-i inâyet olursa
*
mtn. kıldum .
380
C İH A N O K U YU C U
iki gemieancaK virürler». Birkaçı eyitdiler: «-Etrafımızda olan beğler
bizim kalyona gitdigümüzden haber alup ihtimâl ganimet ve kasd-ı
mü'âvenet ü muzaheret idüp .ardumuza düşmişlerdür. Şek yokdur
ki anlardur». :Ba‘zı akıllar basiret üzre olup didiler ki; .«Bunlar
Maltargemileri idüğiıihukarrerdüf. Lâkin, anlar her zamandaridöjçt
pare olurlar, hâlâ bir ziyâde olmış ancak. Elbette bir aslı vardur;
kolayına degüldür, görülmek gerektür». Çün C a 'ferB eğ e ‘âlem-i
gaybden işâret ve 'şehîd .olaeağma; vâkı'asmda: beşâret itmişler idi.
Bu' ma'küle sözleri kulağına koymayup, «Gafil, olman, gelen Malta
kâfirleri gemileıidür. Egerçi anlar asılda dörtdür; lâkin ¡bir gemi
dahi hâriçten; gelüp 'ana ¡mülhak, olmuştur. :Hemân gözünüz açup
gazâya ;hâzır olun jve zamânTİ, fursât tengdür, yerlü; yerünüze ge­
lün»: deyince ümerâdâni ba'zl, hayli ;(144b) güft-ü-gû. ridüp, «-Birkaç ¡gündür kihbizüm üürekçilerimüz/ deryâda kürek çeker, yo­
rulmuştur,; bedel dahi, bir -mikdâr ziyâde alınup gemilerimüz ,erbâb-ı cengden.hâlî kalmışdur. >Gelün varalum Girid’iin iskelesine
girelüm. ¡Anlar/, bize kalyoüi -'girmediler, mukarrerdür ki:ibizi ¡.dahi
a’dâya; virmezleri Bir zeman yatup istirahat ideniz, ,‘ adû çekilüp
gitdükden sönrâ/bizf dahi huzûr. ile giderüz» didi, Beğ bu sözi işidecek bî-huzûr olup söyleyene muhkem dirhem .eyledi; «-Varalum
korkumuzdan bir alay melâ’îne sığınalum da kalyonda olan- kâ­
firler bize tahta kakup, «-Birkaç gün idi kalyon ardınca yeler ye
bizi almağa diş.-biler, idinüz, hüner ¡öldür ki ayaklı gemiler.ile;;çeng
ve gözlerine ‘âlemi teng idesüz. Şimdi ■■geldinüz bizüm incadumuz
'âltınaimı sıgmırsüz’ diyu hey hey uralar ve ta‘n u teşnî* idüp; üs­
tümüze uralar. Ma'âzallah ben bu ‘ân kabûl itmezem ve muhannesler. tarîkine gitmezem, kıhcum iistünde ölmek, Hak yolmda
şehîd olmak bana sa’âdetdür». didi. Bazı dilâverler ve merd gâzîler
dahi.,Ga‘fer Beğ’e uyup ve. anlın didiğini diyüp, «-Bu hasma varmayup Girid’e kalkup ilticâ itmek yavuz fezâhat ve küllîı.kabâhatdur, gelün safâ niyetle cenge ‘azimet idelüm onarmak A llahım,
virmek H u d ân u n ye mu'eizât Hazret-i Muhammedü’l-Mustafa’nundur- şailahu ‘aleyhi ve -.seüem-!» diyüp ittifak idince- halas: .(hu-r
lûs-ı) •niyyetle ahvâl-i . cenge mubâşeret ohnup anbarlar açılup
cebe-haneler ,çekildi. Âlât-ı ceng ü harb ortaya cem‘ olup, döküldü
İsteyen ok yay, isteyen tüfeng ve murad-iden harbe vü tîğ ü zenberek eline alup hâzır oldı. Dilâverler dâmenlerin der-miyân idüp
başa geldi. İslâm sancakları zeyn olup (145a) dikildi;' Tabi u nak­
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y İ t İ ’L -Â S Â R
381
kareye turralar havâle idüp surna^ vü nefir feryada başladı. Topcılar topları salya idüp düzetdüer ve fitillerin yakup nişan yerlerin
görüp gözettiler. Ol-dem müezzinler kadırgalarım kıçlarına çıkup
gülğule-i- dîn-i Muhammedi -ve âvâze-i : tekbîr-i Muhammedi'ye
âğâz idüp, «Nâsrun min’allahi Ve fethun karîb ve beşşifi’l-miiminîn,
ya Muhammed», diyü salâ itmeğe başladılar.. Ata oğul ile ye kardaş kârdaşla, yârîd yoldaş yoldaşla, birbirine sarmaşup'fvasiyyet
ve belâlleşüp ağlaşup dikkât itmeğe yüz tuttılar. Merdi yiğitler kı­
lıçlar kabzasına el urdı, mubannesler ölmek korkusmdan delükden delüğe girdi. Kâfir genüleri dahi Ibunları görüp; tedârüke baş­
ladılar. Gemileri kenarına ‘âdetleri üzere kalun tahtalardan meterisler •itdiler. Âlât-ı harb dokunmâsun diyu gönlerden tutdılar.
Bunlar vardı, anlar geldi, ara yirde top taşı varacak kadar mey­
dân kaldı". Hemân-dem küffâr tarafından baş topa od virdiler. ‘Asker-i İslam tazarrû idüp münâcâta türdılar. Top taşı gemilerim
üzerinden geçdi, kimseye asla zarar eylemeyüp gayetle yüksekden
uçdı. «Allah; Allah» âvâzesi kubbe-i feleği güm güm ğümletdi;
Beğ dahi kendi topçısma dirhem idüp, «sen de^ at», diyu emr itdi.
Topçı bod topı ğözetmekde ve nişana alup düzetmekde imiş, «Dahi
zeinah degül sebl sâbr eyle» diyürek zemâni gelüp,- «Bismillah», diyüp atdı, bi-izni’llahi Ta'âlâ kâfir gemişinün bir. cânibihi tütdn
Başdan başa bir cânibinün kürekçilerini deiyâya dökdii rMüsliimmir
lardan^yedi kat tekbîr. sâdâsr yedi kat (145b) yerlerei; zelzele ve
felekjerde meleklere:.velvele .virdi. rGirid kal'asiiiun küffârı ünırcriu
bedenlere çıkup temâşâya türdılar. Kâfir bî-huzûr olup bir uğur­
dan toplara od virdi. Bunlar dahi bir uğurdan od âtdılar.viÂlem
duhân ile toldı, güpe gündüz iken giceye dönüp dünyâ karanlık
oldı. Ol gün kıyâmet giininden nişan virüp niçelerün başı deryâda
top taşı gibi galtân yuvarlandı. Niçeler şehâdet şerbetini nûş idüp
teşnelüği kandı. Niçelerün ölüm: korkusıyla başı çekzinüp gönli
bulandı. Henüz dahi bâd-ı sabâ giribân-ı duhânı çâk itmedin ve
dûdm karanluğı deryâ yüzinden:kalkup gitmedin, biribirine çatdılar ve ayrılmamak maslahatı içiin iki cânibden hâğlayup zincir­
ler atdılar. iki tarafdan ceng ü kıtâle ve harb u cidâle mübâşeret
itdilerji Lâkin:bir mikdâr: kâfir cânibihde : galebe görinüp. birkaç
def‘a beğ gemisine :girdiler.; Müslümanları dahi baş u candan geçüp
dilâverlerle muhkem cenge türdılar. Küffâr-ı hâksâr(ı) ikdam u
ihtimâm idüp gemilerine tıkdılar. Biraz dahi taş çengin idüp ‘adûyı
C İH A N O K U YU C U
382
delüklerden delüklere sokdılar. İki/askerbiribirine birleşdikde geç
kiışluk idi, gün kubbe-i feleğe dikildi; ceng ü âşûb gittikçe biribirine
ulaşdı. Vardukça artup ceng küşâde ve esbâb-ı harb u kıtal ziyâde
oldı. Bir mertebeye vardı ki Rüstem-i dâstân dahi böyle ceng gör­
memiş ve Sâm u Nerimân bu vecb ile kıtâldan nişân virmemiş idi.
Râvî eydür «-Kaçan ki beynes-s-salâteyn oldı, Beğiin dizini şayka
ile vurdular. Kemikleri hurd-u-haşhaş olup derd-mend (146a) kişi
bir ayağla kaldı. Egerçi azîm yidi amma yine mukayyed olmayup
ceng ve küff ârun gözine ‘âlemi teng itmek isterdi. Ayag ise pâydâr
ohnadı ve yürümeğe çâre vü dermân kalmadı. Âhır yanına gelüp
Beğ’i hezâr ibrâm ile yapışup götürdük ve, «zahmunuz muhkemdür;
bir mikdâr istirâhat idün», diyu geminün kıçma getürdük. îttifâk
anı gördüm ki bir dilâver gemili kâfir, gemimüzün içine girüp gör­
mez yanımuzdan Beğ’ün yamna gelmiş ve öldürmek niyetin idüp
Begi çalup iki parça itmek içün kılıcın eline almış. Ansuzdan üzerümüze saldi ve Beg derdemendi elindeki kılıçla çaldı. Dabi ol
kılıcı yetiştirmedin meğer yanumuzda bir taze civân gemimüzd.e bu
ahvâle nâzır ve kılıcı; elinde hazır imiş, kâfir-i mezbûra havâle idüp
a n d a n mukaddem, çaldı ve bir kolıyla başını iki böldi. Mel'ûn deryâya vezâne be-virâne-i cehenneme tögrı yıkıldı. Ol tâze civân bu
mu'âmeleden gülüp gül gibi handân oldı. «Kolına kuvvet», diyüp
dilâverler her tarafdan tahsin ü âferin kıldı. Bundan sonra ben dahi
g e m in ü n etrafmda gezer ve her cânibi gözedüp nazar iderken gör­
düm ki bir kâfir ?dümen öninden gemimüze çıkmağa ve bir tarîkle
tutüşdurup yakmağa kasd itmiş. Öte beri bakarken yanumda bir
zîbâ teber buldum, keskin. Pi’l-hâl kaldırup elüme aldum ve nişânlajnıp kâfir ün parmaklarına bir zîbâ teber çaldum. Mel'ûnun par­
maklan gemide kalup kendi deryâya uçdı,
Bejrt
ı
Tamuya varınca uçup can atar
Ana bu üslûb ile uçmak yeter
Biz bu hâlde iken nâgâh gördük ki kâfir gemimüzün içine tob
mış (146b) ve eh meçlü kafirler tâ direğe dek gelmiş. Beğ derd?
mend bunı gördükde can başına sıçrayup zahmmı umtdı, bir ayak
üzerine kalkup hücûm itdi. «-Bre yiğit beğler^ neylersiz, bu ne him-
C ÎN Â N Î ve B E D Â Y İ'Ü 'L -Â S Â R
383
metdür. Yoksa bir alay köpeklere: gemi virüp esir mi olalum dimek
istersiz, gayret burnudur» diyü yarağın eline alınca gaziler tekrar
gayrete gelüp canla çalışdılar, kâfirle can pazarın idüp alışdılar,
verişdiler. Bir mikdâr kâfirin yüzin döndürüp gemisine tıkdılar.
Lâkin gördü ki kâfir cânibi kuvvet tutup gittikçe ehl-i İslâm(ı)
zebûn itdi, âhır, mücrimler âzâd olsun, ;diyu içâzet virdi. Mücrimler
dahi; .kadanaların. bozup âlet-lharbe girdiler ve kiiffâr-ı hâksâr ile
alup virmeğe başlayup cenge turdılar Mücrimler ile bir mikdâr ehl-i
İslâma kuvvet ü râyiha-i feth ü nusret geldi. Bu eşnâda anı gör­
düm; ki ‘askerM.;îslâm-ı zafer-encâm, kâfir gemisiniin birin, aldı ¿ye
geminün içine ya.‘ni kıçına İslâm sancakları,dikildi. Tekbîr ü tehlîl
sadâsı âsumânâipeyveste oldi. Kâfirün siyah sancakların başı aşağı
geldi. vMeger sevk-i İlâhî ifişüp böyle olmış ki küffâr çânibinden
bizüm b ir gemümüze kumbara atmışlar, gemidir tutuşup yanmağa
başlamış, gittikçe ateş galebe idüp söyündürmege mecâl olmamış.
Gâzîler görmişler ki tınmazlarsa göz göre âteşe yanarlar. Zarurî
var kuvveti bâzûya getiirüp kendüleri kâfir gemisine atmışlar, ölüm
eri olup ecel gibi bî-mecâl anlara: çatmışlar. Kâfir>,dahı dayanagörmüş sabr u tahammül iderin; sanmış; mecâl ¡olmayup gemiyi al­
mışlar ve kâfiri deryâya döküp kendüler mâlik öimışlar ve esirleri
âzâd idüp (147a) yerine küffârı kadanaya vurmuşlar. Küffârun
dahi gemileri dört olup bizümle beraber kaldı. Hele bu cihetle ga­
lebe bizüm canibimüzden oldı. Ammâ yine âşûb-ı 'ceng. ü kıtâl git­
tikçe âteş gibi işti'âl buldı. Bir lahza ayrışmağa mecâl. ü imkân ve
dinlenmeğe çâre vü dermân olmadı. Beğ dahi: mânende-i Ga‘fer-i
Tayyâr bir ayağla direk dibinde sâbit ü pâydâr olup, «-Koman gâr
zîlef, Bihamdillah-i Ta'âlâi kâfirin bir gemisi alındı, başa baş kalduk-;lyüzi döneli. Şiinden sonraj himmet idün; anı da alalum, gayret
idüh »diyüp guzâtı cenge tahrîs iderken, nâgâh kazây-ı âsumânî ve
belây-ı nâgehânî irüşüp ansuzdan bir tüfeng fınduğı gelüp Beğün
ta alrnna tokındı, der-levha-i cebininde, «İirnâ lillahi ve innâ ileyhi
râciûn»; âyeti nakş olmup lisân-ı hâl ile: okmdı. Ayrık dahi sabra
mecâl kalmadı ve durmağa dermânı olmadı. Çeküp kıça, götürüp
arkası üzerine yatırınca na‘kd-i ruhini hâzin-i ravza-i Rıdvâna ve
cân-upâkini harem-i f ahmet-i Rahmana teslim eyledi. -Rahmetu’llahi
‘aleyhi-rahmeten vâsi'aten-1
- .r : /
G İH A N O K U YU C U
384
'
Nazm
•
Minnet Hudâya iki cihânda kılup sa‘îd
Nâm-ı şerifin eyledi hem gâzî hem şehîd
;
:
,
Düşman korkusundan, ağlamaya: ve matem idüp feryâd u figân
kılmağa mecâlüniiiz' olmadı. Kâfir- bıi hâli duymasın diyu ittifâk
itdük. Beğ merhûm(ı) kıça yaturup perdeyi üzerine çeküp, örtdük.
Yânında bir iki hıdmetkâr koyup, Beği soranlara, ¡«yarası vardur,
sardılar.'Bir mikdar istiratiat itdi», diyün diyu muhkem ısmarladuk. Biz yine kudretümüz olduğı kadar ceng ü kıtâle mübâşeretde
olduk. Var küvYeti bâzûya getürüp külli: ikdâm u ; ihtimâm kıldük.
Giderek bir mertebeye (147b) vardı ki iki cânibdeü dahi her gemide
ceng ü harbe kadir on, önbeş nefer müslümau ve kâfir, ancak kaldı:
• :j \
; i ;/■ .
i
^
Nazm '
*'■
Kılıçlar çöngelüp kollar yorüldı
Ufandı yaylar oklar kırıldı ^
Tüfekler çatıhıp toplar atıldı
-Bu bâzâr içre çok kimesne satıldı.
: -j
- -d i;
i d: d.
: <
i ,r i
Btı cânibden ahşâm-:dahi irişüp ‘âlemi karanlık basdı. Herkes cengden fârig olup dilâverler okun attı, yayın yas di. Kâfirler çağrışup;
«-Behey zâlimler varun, ayrılım, gidün gavgayi terk ûdün;ı bizüin
şimden-girü sizüiıle cenge kudretümüz; ve dögüşmeğe tâb:[u] :tâkatumuz kalmainışdur» dimeğe ve müslümânlarTdahiji «-Hey mel'ûhlar, cehenneme dek yef-inüz var, varun evvel yıkılun gidün, biz de
sizünİe cengden kurtulalüm, bir mikdâr râhat olalum» dimeğe baş-:
ladılâr. Âhır iki taraf dan dahi zarûrî olup ittif âkla-zençirlerivkesdiler,r âyrıhşduk. -Lâkin-bir mildyer gitmeğe dermânımuz olmâyup
yine birirbirimüze karîb yirde yattuk", kalduk. O gice yaralarımuzı
diküp, merhem urup, sağ olancalarım tedârükini görüp bir mikdâr
dinlendük. Beğ merhumun meyyiti üzerinde Kur’ân-ı ‘Azîm tüâvetihe1meşgüldolduk. Kâfir gemilerinden müslüman esirleri feryâd
iderler ki «-Müslümanlar, bu kadar zahmet ve meşakkat rçeküp kâ­
firi zebûn etmişken, gelün bizi kurtarup gemileri alınuz». Bizüm
gemimüzde olan kürekçiler küffâra çağırup tazarrû' iderler ki,
C İN Â N Î ve B E D Â Y İ'Ü ’L -Â S Â R
385
«-Türk gemisinde ceng ider kimse 'kalmamışdur, ne durursuz, hâzır
şikârdur, gayret idüp gelünüz». Çün iki tarafdan cenge mecâl mümkin olmayup mümtenî vü muhal olmışdı. Kimseniin harekete kud­
reti kalmayup biribirimüzle mukayyed olmaduk. Ve ol gice sabâha
dek ne yerde yatduğumuzı bilmedük. (148a) ‘Ale’s-sabâh bizden
evvel kâfir demür alup kalkdı, gitti ve kendü memleketlerinden
yana ‘azimet itdi. Biz dahi kalkup demir alduk, yab yab çekdürüp
Rodos cânibine salduk. Üç günden sonra menzil-i ma'hûda geldük.
Çün bu vâkıâ-i uzmâ ve dâbiye-i kübrâ âkile mûcib-i ibret ve ehl-i
idrâke müsted‘î-i ferâgat idi. Ol-demden berü müsâferetden ferâgat ve mesken-i me’lûfe rıblet ü'azîmet itdüm. Bu hikâyet sahîfe-i
rüzgâr ve ser-levha-i çerh-i nâ-pâydârda yâdigâr kaldı.
Beyt
Demâdem ‘asker-i mansûr-ı Şâhî
Muzaffer ola lutfunla îlabî
Hemîşe hâr idüp a‘dây-ı dîni
Mu'azzez eyle İslâm-ı güzîni
Tutup ta hagr olmca şeş cihâtı
Zuhûr itsün Muhammed mu'cizâtı
İLK MÜHENDİSLERİMİZDEN SEYYÎD MUSTAFA VE
NİZÂM-LGEDÎD’E DAİR RİSALESİ
'
Kemal Beydüli
G ÎR İŞ
.
m . Selim tarafından başlatılan Nizâm-ı Cedîd hareketine dair
verilen; «Lâyihalar» kadar, bü hareketi tanıtma ve müdafaa etme
gayesini güden eserler de ayrı bir önem taşımaktadır, m . Selim’e
takdim edilen bu lâyihalar hakkında nisbeten yeterli sayılabilecek
bilgilere şahib olmakla beraber1, bu hareketi tanıtma veya müdafaa
etme gayesini güden eserler hakkındaki bilgilerimizde tam bir açık­
lığın mevcud olduğunu söylemek zordur. Bunun sebebi, bü gibi eser­
lerin, özelükle bunlardan Nizâm-ı Cedîd’i Avrupa’ya tanıtma amacı
taşıyanların'genel olarak Fransızca olarak kaleme alinmiş olmala­
rında yatmaktadır, Ayrıca bü eserlerin XIX. asrın başlarında çok
1 N izâm -ı Cedîd’e dâir m . Selim ’e takdim edilen «L ây ilıa»la r çeşitli y er­
lerde işlenm iş ve basılm ışlardır; L âyih a sahiplerinin isim leri ve verdikleri L â­
yihaların özetleri için. B k z . C evd et Tarihi, İstanbul 1309, V I, 4 vd. ve T opk a pı
■Sarayı M üzesi .Kütüphanesi, T en d er N r. 4050.; (B k z .: F. K aratay, Topİeeupı Sa­
ra y ı M üzesi K ütüph ân esi K a ta log a , İstanbul 1 9 6 1 ,1 , 63 0); E.Z. K aral, «N izâ m -ı Gedîd’ e - dair Lâyihalar», Tarih V esikaları 1/6, A n k a ra 1942; s. 414-425;
H /8 , 104-111; H / İ l , A n k a ra 1943, s. 342-351; n /1 2 , 4 2 4 -4 3 2 /T am m etihlerini
Cevdet P â şa ’n m dahi; g örem ediğin i b d diğim iz (C ev d et-T a rih î, TV, 1 0 ) ' b u lâ ­
yihalardan, m etinleri' eksiksiz olanlardan ikisi Tarih-i O sm anî E n cüm en i M ecm uasiuâa. (T O E M ) basılm ıştır. (1332, 37, 74-88; 1332, 41, 257-284 ; 42, 321-346;
1333,43, 15-34). L â y ih a i sa h iblerin den ' D ’Ö hssön’un verm iş oldu ğu L ây ih a ise
tarafım ızdan bu lu n arak neşredilm iştir. Bkz. K em al Beydilli, «Ig n a tm s M ourddgea
D ’ Ohsson (M uradcan T osu n ya n ). A ilesi hakkında ka yıtlar, «Nizâmdı GedM »e
dâir L âyih ası v e O sm anlı İm paratorluğundaki S iyasî H a ya tı», Tarih D ergisi,
34, İstanbul 1984, s. 247-314.
;
3S8
K E M A L B E Y D İL L Î
az bir sayıda basılmış bulunmaları2 ve bu gün için ele geçirilmeleri­
nin çok zor olmaları, böyle bir durumun meydana gelmesinde önemli
bir etken olmuştur. Nizâm-ı Cedîd’i Türk efkârı karşısında müdafaa
sadedinde kaleme aiın&nHütâsatü’ l-Kelâm fî Reddi’l-Avam adlı ese­
rin ise, gayesine^ uygun olarak Türkçe yazılmış ölüuğu bilinmekle
beraber, problemleriz henüz çözülmüşüdeğildir-3. '!
Nizâm-ı Cedîd’i tanıtma amacı taşıyan eserlerin başında hiç
şüphesiz Mahmud Raif Efendi’nin Fransızca olarak telif ettiği Tab./! .PSn:..1
2 G erek M ühendishâne’de gerekse Ü sküdar’ da daha son ra açılan m atbaa­
larda basılan ilk eserlerin adetçe pek fa z la olm adıkları ve genel ola ra k «200
cild »i aşm adıkları anlaşılm aktadır. M uhtem elen M ahm ûd R â if E fen di’nin ese­
rine işaret eden, «F ren g îü ’l-ibâre eşkâlli» eserden «ik iy ü z cild » b'asildığı m u­
hasebe kayıtlarında görülm ektedir. L ü gat g ib i daha geniş bir kitle tarafından
kullanabüecek eserlerin ise daha fa z la basıldıkları anlaşılm aktadır. Meselâ,
' Şeyhülislâm Es*âd Eferidi’niñ' 1800 yázíhük^'básúah - (B 'A iC M . N r .^ ííW Ve 6777)
-^L^hcetü’lrhügât» adli-ıeşeri.1144 .adet :bâsılm ıştır.f; (B A . GM J :2493İ llü M ü lia rrem ,1218/3.V.1803. tarihli, B aşm a-h ân e^m asrafları ile' ilgü i 'genel, m uhasebatı
g ö ste re n . «ilm ü h aber» ),c B ^ m a -h â n e ’ de az m ıkdar da, k itap ,b a sılm a ş ı; bazen
'm üdürünün gayretsizliğine; y orü m la n m a ü a berajber (B A . H H . Ñ r. 8420), ¡bu
kohüda piyasâ şârüârının, f arz 3ve'T alebin 'd é 'ön em li bir etk en 1öldü ğıı açıktır.
D ers kitabı k arakterin deki -,«Risâleler»Dm adetleri- liçyü zü -bu la bilm ek te (1824
de M ühendishâne B aşh oeaşrS A li i Reydin ;-i«fenn /h ey etin d en tercüm e ' e y le d iğ i
risalede olcJuğUjgibi; ,B A . H H .-y ^ r .,-23959.)ı: ve} zikçedildiği g ib i :lügât cinsinden
olanlar istisna teşkil ^edebilm ekteydiler.... S ayıca - fa z la basılan d iğ er b ir- eser tü ­
rünün dé dmî kitaplar oldu ğa 'görü İm ek te r. A n cak, bunda da p iy asa .talebiniii rol - oynadığı litéstíit edüebfl'meİke'dif. M esela, 1-Davut E fen di’nin' y aptığı
«.Deiâil-i H a yra t» şerhi, k itap çı esnâfm m talebi doğrultusunda m ık d arı tesbit
edilenin ik i , -katma , çıkartılm ış , v e . 2400 adet o la ra k basılm ıştır., (B kz. B A .
İiH . N r .; 33229, T arihi : 4 Z ilh icce 1254/18.11.1839). ¡
r, ;
. :-,;l
3 Zam anında b a sılm a m ış. bulunan bu, eser, yazm alar iıaliinde çeşitli y e r ve
kütüphanelerde mevcuttur.,. Y a z m a .nüshalardan, biri TOEM ide. n eşredilm iş olup
.(•37/42 Uâvesğİstanbul: 1328), y e n ih a r f le r le .e n son A bdu llah U çm an ta ra fm •dan. yayım lanm ış olm a k la ^beraber .(K oca^SeltbanbaşıV R isâlesy Tercü m an 1001
T em el,-N r. ,72, İstanbul, T arih siz) i henüz .metm tenkidi , yolu ile : yapılm ış üniî
bir n e ş r i: y oktu r. .Eşer-, a y r ıca İn gilizce’y e,.tercü m e -e d ü m iş o l a r a k - W illiam
W ükinspn’un, : « A n A cc o u n t of, tlıe.P rm cig a lities o f W allachia and M oldam a»
a d lı eserinin içm e;dercedilm iştdr. (London 1820). D ah a: çok '&Sekibaribaşi R isa­
lesi» , ola ra k ¡ tanman.- bu •eser ve -m üellifi .baklan da geniş, b îr çalışm a, ta ra fı­
m ızdan sürdürülm ektedir. Eserr, h ak k m da i şu r.ahda ..söyleyebileceğim iz, «S ek banbaşı R isalesi» olarak.tan ım lan m asın ın kesin, ¡o la r a k 'b ir yakıştırm adan ileri
g id em iyeceği ve m üellifin in d e : ç o k -,b ü yiik . bir ,ihtim allej Nizâm -ı- Cedîd -dev­
rinin m â rû f sim alarm dan Çelebi M ustafa R eşid E fen d i’nin olabileceğidir.;
S E Y Y İD M U S T A F A -VE R İS Â L E S İ
389
leaw des Nouveaux Reglemens de l’Empire Öttoman adlı eseri ^gel­
mektedir4* Bu konuda Mâhmud Râif Efendi’nin eseri ile muhteva ve
hacim yönünden ayrılmakla beraber, onunla aynı karakteri muha­
faza eden diğer önemli; bir Beser Seyyid Mustâfa'nın. yine' Fransızca/
olarak kaleme, aldığı-iöiairibe de l’ingénieur Seid Âîoustapha sur
l’éta t actuel de l’art militaire, -du, rgénie-, et des sciences ’ à: Constanti-]
•noplë unvanlı eseridir5AAyni'konuda varlığından yine Sëÿyid Mus­
tafa’nın Risâle’sinde verdiği ; bilgi ile haberdâr/öldüğümüz vë henüz :
müellif , ye metin tesbiti yapmaya ■muvaffak ölainkdığıiniz ; ancak
Fransızca ve.' Türkçe olarak İstanbul’da basılıp, «Avrupa’da dâhi5
birkaç lisâna tercüme /edilmiş olduğu» bildirilen', Nümûnë-i ■Mèn'â
zvmdı Cedîd-i Selim Hânî isimli eser6; hâkkmda isë, §ü; anda fâzla bir
açıklamada bulunâbilecek/durünidâ d e ğ i l i z . ' r /
Bü çalışmamızın konusunu teşkil. eden , Sçyyid Mustafa, gerek,
şahsı. gereksè eseri yönündep dikkatleri üzerine, çekmiş bulunmak-.
tadır.' Gerçekten üzerinde durulmaya degér bir' özelliğe sahib olan bu
şahsın eseri, herşeyden evvel Nizam-ı Cedîd senelerinde artık yer et­
meye başlayân müsbet ilim heyecanını canlı.bir şekilde dile getir­
mekte vè Ösmarıli IMiiiyasİ ile'Avrupa arasında artık birçok alaülar-0}./:-:.'
İO
';n "
<-.a.
■ : İstan bu l/ ' Müh'endishâne M atbaası '3.798/ K ütüphânelerim izde .bulunm ası,
m üm kün ' ‘öln&y&d’ 1fiti eser -'('b'ulâbüıkfimîz y e g â n e 'ü ü s lia İsta n b u l -Ü niversi­
tesi K ütüphânesi’ndedirliuymeBaynı, isim -a ltın da 1802, dè-P a ris v e Strassburg’dâ"
J.H...de Menu, tarafın dan tek ra r basılm ıştır.
r: , .‘ l B., . r / i . . . / 5 İstanbul, Ü sk ü da r M atb aa sı 1803., T in e kütüphanelerim izde bulunam ayan
b u 'R isa le, ¡Paris’te 1 8 0 7 ve 1810 yılında, F ran sız m üsteşriklerinden L. Langlès’nin yazdığı bir «Ö n söz» ile ik i defâ daha basılm ıştır. Eser, a y r ıc a H âlfd Zİ-".
yâda tarafından - A ra p ça ’y a tercü m e edÜerek,J T979' da B ey ru t’ta neşredilm iş­
tir; .•.(Mustafat'Sâyyid, A l-Isfâ h -d l ‘Utmânr rfi’ i-qârnl!àt-tdm in -casàr. Naqd -Îtalat
al fann al ‘aslcari w a-l-handasa w a -l-‘ulum fiTl-Q ostan tin iya). R isalenin tara­
fım ızdan. testott •edilm iş bulunan ve bu rada' ay n en ''y a y ım la y a ca ğ ım ız T ürkçe
tercüm esi yazm a halinde T opk a pr Sarayı M üzesi'K ü tü ph ân esi’nde '(T S M r K tb.) .
bulunm aktadır. Bkz. s. 19.
: -t
6 «T ableau des N ou v ea u x R èg lem en s{ de l’E m pire ■ O ttom an par n otre
A u g u ste Souverain -le. Sultan- Selim, IH ». Bkz. Risâle, 'F ra n sızca m etih, s. 17.
Tü rkçe olarak da İstanbul’ da basılm ış ve A v ru p a ’ da da birk a ç Lisana tercüm e
edilmiş olduğuna dair olan kayıd, bü eserin; m u h tevaca büyük benzerliğine' ragmen M ahm ud R â if E fen d i’ninkinden ayrı bir şey olm ası g erek tiğin e işaret et­
m ektedir. Bununla beraber biz R isâle m üellifinin bu- ifadeleriyle M ahm üd R â if’in
eserine atıfta bulunm uş 'olm asına daha y a k m birBihtimal saym aktayız. A y rıca
y aptlğım iz araştırm ada bu isim de :bir esere-şim dü ik Taslamadık; ’ B ..¡, i
;:s
390
K EM AL, B E Y D İL L İ
da su üstüne çıkmış, bulunan farklılığı bir kez daha gözler önüne ser-'
mektedir7. Bununla beraber, Seyyid Mustafa hakkında çeşitli yerlerde
görülen kayıtlar, fevkalâde kısıtlı, yetersiz ve yanlışlıklarla doludur.
Seyyid Mustafa’ya değinen en son yazarlardan, biri olan Niyazi Berkeş, IH. Selim’in kendisinden «islâh edilmiş bulunan Mühendishâne’de öğretmenlik yapmasını istediğinden» ve «orada öğretmenliğe ta­
yin edildiğinden» bahşetmekte8 ve böylece Al Adnan Adıvar’daki0
yanlışlığı tekrarlamaktan öteye geçememektedir. Yanlışlıkların ' hayalî yargılarla yoğunlaştığı, Elena Maştaköva’mn Türk AydvrüanmasımnÖn Tarihi, XVIII. Yüzyıl Edebiyatı Üzerine» adlı makalesi10,
düşülen hataların parlak bir manzumesini teşkil etmektedir. Müter­
cimin, Risâle’nin, Fransızca, ismini Türkçe’ye «Çağdaş Harb İstihkâm
Bilgisi» ve «.Konstantincyple’deki Bilgilerin, Hicvi» olarak aktarmasıy­
la başlayan ve Diatribe kelimesini Hiciv ile karşılamanın Risale muh­
teviyatına terk düştüğüniin fark edilmesine bir delil olarak da dipno­
tunda, «Seyyid Mustafa’nın eserleri belki de bütünüyle Diatribe’e,>
yani keskin "bir eleştiriye benzemiyor .» 11 demek ihtiyacını duyan;
hattâ böyle bir'lsıfatâ Mahmud Râif Efendi’nin eserinin daha çok
yakıştığım ifade eden12 yanılmalar ve Seyyid Mustafa’nın başka
eserlerinin bulunmadığı hüsüsu bir tarafa bırakılacak olursa, belge­
lere dayanmayan sathî bilgilerin, spekülatif ve romantikyaklaşım­
ların nelere kadir olduğunu bir kez daha gözler önünesermek müm­
kündür Seyyid Mustafa, aynı makalede söz konusu edilen Mahmud
Râif gibi, «Batı’da bulunma» imkânını elde edememiştir13. Dolayı­
sıyla ikisini de kastederek, «Türk yazarlar bu davranışlarını bir süre
Batı’da bulunmalarına borçludur» denilmesi herhalde yanlıştır.
Mahmud Râif, «yaşamının son zamanlarında Dış İşleri Bakanı» ol­
madığı gibi11, Seyyid Mustafa da Mahmut Râif ile beraber, «Sulta;7 A .A dn an A dıva ıy Osm anlı T ürklerinde İlim , İstanbul 1982», s. 209; N i­
ya zi Herkes, T ü rk iye’ de, Çağdaşlaşm a, İstanbul 1982, s. 97.
8 Berkes, ayn ı eser, s. 97.
9 A d ıv a r .a ı/ın eser, s. 207-209.
.1 0 S o v y e t T ü rkologlan n ın T ürk E d ebiyatı İn celem eleri, İstanbul 1980,
S. 9-40. 11 M aştakova, a yn ı m akale, s.- 36, n. 64.
12 M aştakova, aynı y e r.
;
ı
13 M aştakova, ayn ı y er.
14 M ahm ud R â if Efendi, yaşam ının son zamanlaırmda K aradeniz B o ­
ğazı K alelerinde N âzır olaraik bulunm aktaydı. ( C evd et Tarihi, y m , 154, 155;
S E Y Y İD M U S T A F A V E -R İS Â L E S Î
391
nm réform eylemlerinin ateşli bir yandaşı olarak ortaya çıkıp»,
«1807 de Sultanın tahtan indirilmesi için yapılan ayaklanmada haya­
tım yitirmemiştir»15.
'• Seyyid Mustafa'nın, 1807 de IH. Selim’in tahtan indirilmesi ve
Nizâm-î Cedîd hareketine bir son verilmesinè yol açan Kabakçı Mus­
tafâ hadisesinderhayatıni kaybetmiş olduğu ve «Türkiye’de teceddüd
harekâtının dikkat ve hürmete lâyık kurbânlarından biri» olarak
tanıtılması, Risâle’nin Paris1baskısına bir «Önsöz»! yazan Fransız
müsteşrik: L. Langlès’den kaynaklanmaktadır“ / Romantik ve mesnedsiz bir yaklaşım1ürünü olan bu yakıştırma; Seyyid Mustafa’ya
değinen ,hemen herkes tarafından heyecanla kullanılmış ve aktarıl­
mıştır. Böylece kendisi, «1807 deki irtica hareketinde öldürülen genç­
ler arasında» gösterilmeye devam edegelmiştir17. -1807 hadisesinde bu
kapsamda, bir öldürme hareketine! , girişilmemiş olduğu hususunu:
burada, konumuz dışuıda kaldığından delil ve ayrıntıları ile göstere­
memekle beraber18, bu iddiadaki yanlışlığın her türlü dayanaktan
- j/, .1
l:-?r . ■'. .ii.ij.ji.■ r1■ v.;
' t,-; .' . - : rCâbi Tarihi, İstanbul Ü niversitesi, E debiyat F akü ltesi -.Tarih B ölüm ü Sem iner
Kütuphänesi,^ TY " K .A . 282, sİ 98-99; ’V ak'a-i S êlim iyye, TSM . K tb. H azine Nr.
1595,J v.- 5 -a ) Reisıflküittâplıği •İ80Ö-18Ö5 arasındadır. (İ.H . Danişm end,' İzahlı'•
Osmahlı Tarihi K ronolojisi, V , İstanbul 1971, s. 35 2).
o v : :;
^15'■; M aştaköva, a y n ım a k a le , s. 36-37.
' ;
16 A y n ı g örü ş Seyyid- M ıistafa’y ı «m uhterem Şehid» -rola ra k yücelten
Ç ağatay U lu çay -E n ver K artekin. tarafından da paylaşılm aktadır : Y ü k sek M ü­
hendislik Okulu,, İstanbul 1958, s. 79.'
17 A dıvar, ayn ı eser,' s. 209; B ernard Lew is, The E m erg en ce o f M od em
T u rkey, London 1968, s. ¿0, ri.' 43; E . M aştakovO, ayn ı rhakale, s. 36-37. Ç. Uİuçay-E . K artekin, a yn ı eser, s. 80.
r
„ .18, 1807, ayaklanm ası işin bk z. V akfg-i S elim iyyè,^Topkapı Sarayı M üzesi
Kütüphanesi, H azine Nr. 1595; M u stafa Neçib* Tarihçe, İstanbul 1280;
İ.H. U zunçarşılı, « K a b a k çı Vaİdasm a dair bir M ek tu p », B elleten , 29/116, Aİİ-.
kara '1965, ' â. ’ 599-604'; U zunçarşılı, «K a b a k çı M u sta fa İsyanına dair yağılm ış
'nr T arihçe», B elleten , ' 6 /2 3 -2 İ; A n k ara 1942, s. 253-26Î ; Çetin D erin, « T üfen gd-B aşı Â r if E fen d i T arihçesi», B elleten , 38/151, A n k ara 1974, s. 379-443;
Ç Derin, «Y a h y a İm â m ı R isalesi», Tarih E n stitü sü D ergisi, 3, İstanbul 1973,
s. 213-272; H rant D: A ndreasyan, G eorg y O ğülukyan’ m R üzn âm esi. 1806-1810
İskanları, III. Selim, IV . M ustafa, II. M ahm ud v e A lem d a r M u stâ fa P aşa, İstazbul 1972; Juchereau de Saint-D ènys, Révolution' de C onstantinople en 1807
e t 1808, P récéd ées d’ ob serva tion s g én éra les su r l’état a ctuel de l’E m p ire O ttomai. Paris 1819; O.F. von. Schlechta-W ssehrd, D ie R evolu tion en in Constantinooel in den Jahren 1807 und 1810, W ien 1882.
: - .
392.
. ^V
K E M A L B E Y D İL L İ
yoksun bir yakıştırmadan öteye jgeçemiyeceği çalışmamızdabelge­
lenecektir..
-Vü
:T
:'■<
■;
e 1 ch
Öte yandan Joseph von Hammer, Seyyid Mustâfa’yı muhayyel
bir şahıs olarak görmekte ve mevcudiyetinden şüphe duymaktadır.
Seyyid Mustafa’nın Risâlesi’ni kendisine atf edilen-bir eser, olduğunu
ve.Reişülküttûphniisteği üzerine Diyan’daki Rum tercümanlarından
Jakovaki Agiropulo tarafından kaleme alındığını ileri süren Ham­
mer, Langles’nin de-bu; «tuzağardüştüğünü» ifade etmektedir18. Hammer’in de bu;iddiasınmvbir yarnhna eseri olduğu, Seyyid Mustafa’nın,
vesikalarıyla takib edeceğimiz hayatıyla sabittir ^ v e Hammer: de>
Seyyid Mustafa’m n 1807c de öldürüldüğünü ileri:sürencLangles/ gibi:
yanılmaktadır: c-. jru:; rc .
"i u: ;h -0..;'
v,
;M-Elene Maştakova’nırt makalesinde, Seyyid Mustâfa’nın; «İstan­
bul’da uzman olmayan geniş bir dinleyici kitlesi için mâtematik üze­
rine açık bir konferans dizisi^‘düzenlemiş» öldüğünü ileti sürmesi ise,
«Komstantihcyple’ äe BİlğföGnül'Hicvi»m devimli bir' güldürü' haline
dönüştürmektedir. Böyle bir yakıştırmanın Risâle’nin 6. ve 7. sahifelerinde yer ; aldığı; anlamındaki dipnotu20, metnin tekrar gözden
geçirilmesine vesile teşkil ettiğinden son derece faydalıdır. Zira, atıfta
bulunulan sahifeler böyle bir «düzenleme»den söz edilmesine imkân
olmadığım ayrıca kanıtlamaktadır?1. Metinde anlatılmak istenen ise
bazı derslere.halkm seyirci ¡olarak iştirakidir.
Seyyid Mustafa’ya dair!çeşitli yerlerde tekrarlanan !yanlış ve
kısıtlı bilgiler arasında, kendisinin ,., Mühendişhâne hocalarından
Fransız «mühendis Brune» den ders okuduğu ye hattâ bu «mektebin
ilk müdürü» olduğu; Başbakanlık Arşivi’nde. mevcud 1209 (1795)
tarihli bir vesikâya göre, «Mühendishâne’de münhâl olan bir hoca­
lığa Başhalife» öîarâk tayininden bahsolunduğu yer almaktadır22.
Bunumla beraber, bü Monûda da büyük bir yanılgıya düşülmüş olduğu anlaşılmaktadır. Zira, o devirde Mühendishâne’de aynı, ismi
■ ;ı.;l9 J oseph yon1 H am m er,, D es ‘ osm an iscken R eich es S taatsverfa ssu n g üne
S taatsverw altu ng, W ien 1815,- s. 81, n. 1. A y n ı husus H am m er’den nakleı
B. Lewis. tarafın dan d a tekrarlanm aktadır. A y m eser, s. 60, n ..4 3 ;i
r •> 20 .M aştakova, ayn ı m akale, s. 37, n . 65.
T
T": '.■•r--.;
,.-’ 2 1 1 Kirş. R isale ;T,ürkçe .yazm a n ü sh a ,;y , 3b.
.
.
22, ' Adıvar,-,,,iM/iWj eser, c-s. >208-209; Ç ; U lu çay -E . K artekin, ayn ı e s r ,
s. 79-80.
.■
i • ■
'
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
393
taşıyan iki Seyyid Mustafa’nın var olduğunu tesbit etmiş bulun­
maktayız. Karışıklığın en büyük sebeblerinden birini teşkil eden bu
iki şahıstan biri,;Jjiaim, «B ü yü k ».Seyyid.-.Mustafa' diye diğerinden,
ayırmak istediğimiz,-Mühendishâne’nin kadîm hocalarından, «Brune’den ders okuduğu» söylenen, «1209. tarihli vesikada adı geçen» Sey­
yid Mustafa olup, Risale müellifimiz ile alâkası yoktur. Risâle müel­
lifi olan ve bizim ilerid,e ele alacağımız bir vesikaya dayanarak ken­
disini «Küçük» Seyyid Mustafa olarak tanıtmak istediğimiz Seyyid
Mpstafa ise; 17,95 de açılan, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’ün.ilk
talebelerinden;ve daha sonra da bu okulda hocalık yapacak olan
Seyyid Mustafa-’dir-^üçük .Seyyid -Mustafa,’hin' varlığı bilinmediğin­
den, bu konudaki çeşitli, yerlerdeki kayıtlarda, bu iki şahıs birbirine,
karıştırılmış ye Büyük Seyyid Mustafa’nın Risâle müellifi olduğu
zannedilmiştir. Bu durumda, Risâle müellifi olan Seyyid Mustafa’yı
ele; almadan önce., karışıklığa sebeb olan Büyük Seyyid Mustafa'nın
hayatım belgeler ışığında takib etmeye çalışmak kaçınılmaz olmak­
tadır. V:J.0,::-:T7 >
'T
;
1:
■
1I_
BÜ YÜ k SEYYİD MUSTÂFA
‘
Büyük Seyyid Mustafa, arşiv vesikalarından anlaşıldığına göre,
genel oİarak Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn adıyla anılacak olan,
okulun ilk talebelerinden olup, daha sonra aynı okulda hocalık;yap­
mıştır. Kendisinin hangi tarihte okulda talebe olduğu ve ne zaman
hocalığa başladığını tesbit edebilmek için, okulun kurulmasıyla gös­
terdiği gelişmeyi takib etöıek gerekmektedir. Zirâ kendisinin ilk
devirlerine ancak bu okul hakkında bilgi veren ve hoca kadrolarına
değinen mahdûd bazi belgeler ışık tutabilmektedir. Bununla beraber,
biz burada bu okul hakkında mevcud olan yayınlarda yer alan ve
hemen hepsinin birbirinden aktardıkları kısıtlı ve, bilinen bilgileri ay­
nen tekrarlamak istemekten^ziyade; birinci elden kaynaklara tekrar
müracaatla, önce okulun başlangıç yılları hakkında' müessese termi­
nolojisi yönünden meydana getirilen karışıklığa vesikaların özgün
dili, ile bir. açıklık, getirmeği, sonra dâ Büyük Seyyid Mustâfa'nın
okulda talebe ve hoca olarak bahsedildiği pasajları yakalamayı ve
tarihlendirmeği arzu etmekteyiz.
394
KEM AL, B E Y D İL L İ
. Bu okul, kurulmasında birinci derecede katkısı olan ve görgü
şahidi olarak da en önemli kanıtı sağlamış bulunan1Baron de Tott’un
ifadesiyle sabit olduğu üzere, «Tersâne»de1 «Riyaziye Mektebi»2 adı
altında, ilk defa açılmış olup, kuruluş târihi 1773 olarak gösteril­
mektedir. Bununla beraber, 27 Receb 1211 (26. III. 1797) tarihli
olup, Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa tarafından n i . : Selim’e
sunulan ve konunun en'önemli vesikalarından birini teşkil ederi bir'
Lâyiha’da, Donanma’da hendese ve coğrafya ilmini bileri adamlara
şiddetle ihtiyaç duyulduğundan 1190 (1776) serièsindè Tërsâhe’niü
Darağcı semtinde, «eski kadlfgalarıri çekildikleri»3 gözlerden (Çeşm)
birinin içinde bir-: «Hendese Odası» inşâ edüdiği de zikredilmekte-;
dir4. Bu iki tesbit, okulun söz konusu'Olan bu iki tarihlerden hangi­
sinde: açılmış olduğu hakkında bazı tefeddüdleriri oluşmasına yol
açmıştır3. 1781-1786 yılları arasında İstanbul’da bulurian Toderini,
okulun 1773 de açılmış olduğunu teyid etmekte, ancak bu okula «Mühendishâne» veya «Hendesehâne» adının verilmiş olduğunu da ilâve
etmektedir6. Bu ifade ile Toderini’nin 1776 da açılan «Hendese Oda^
sı»nı kastettiği açıktır. Dolayısıyla okulun Tott’un Hatırâtmda yer
1 F ran çois B aron de Tott, M ém oires du B aron /de T ott, su r les Turcs
e t les T artares, III, A m sterdam 1784, s. 2 İ8 : «D eftin ée particulièrem ent à
l ’arsenial,...».
2 B aron de T ott, aynı eşer, m , 212 : «E cole de M ath ém atiqu es»; A lm an ca
tercüm esinde, «M a th em atisch e . Schule», {N ach richten v on den. T ü rk en und Tartaren m it H errn v o n P eysson n eV s V erb esseru n g en und Zusätzen, I-Iİ, W ien
1788, I, :3 4 ); LH .:.ljzünçar§ılı,: Osm anlı D evletin in M er k e z v e B a h riye T eşkilâtı.
A n k a ra 1948, s. 502 i « R iy a z iy e M ek teb i». /
,3 F e y z i K urtoğlu , D en iz M ek tep leri Tarihçesi, İstanbul. 1 9 4 1 ,s . 1; Ol N u­
ri E rgin, T ü rk iye M aarif Tarihi, İsta n b u l. 1939, Cilt II, s. 265.
, . , 4 , K üçü k H üseyin. P aga Lâyihası. B A . CB. N r. 5849. Lâyiha, iç in fokz.
K urtoğlu, a yn ı e se r, (F otok op isi de y er alm aktadır. L âyih a fotok op isi İçin a y ­
r ıc a 'b k z . Ç: TJlüçay-E. K artekin ayn ı eser, s. 705 v d .j; Uzunçarşıİı, M erk ez-,
B ah riye, s. 528 vd.
5 M eselâ. K urtoğlu {a yn ı eser, s. 47, n: 2) v e U zunçarşıİı (M erk ez-B a h riy e, s. 507) 1776 senesini kaJbul ederlerken, E rgin (a y n ı e ser, s : 264) v e Âdıvair
(a yn ı e ser, s. 202) 1773 tarihini esas alm aktadırlar: Ç. U lu çay-E . Kairtekin ise
her ik i ta rih i , de zikretm ekle beraber daha ç o k 1773 senesini te rcih eden bir
kararsızlık içinde görülm ektedir, ayn ı eser, s. 21-22; 34; 22-24.
6 G iam bëtfsta 'Toderini, ' L ettera tu rd T urchescd, I, V enedik 1787, s. 175 :
«V erso il 1773. della n ostra salute fu aperta, e n om in ale M ühendis Khanè,
ossia ca m era di G eom etría».
‘
r-;
:
,
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS Â L E S l
395
aldığı gibi ve 1773 de «Riyâziye Mektebi» adıyla açıldığı, 1776 da
ise «Hendesehâne» veya «Mühendishâne» adı ile yeni bir «nizâm»a
kayuşturulduğunu kabul etmek zorundayız. Nitekim, fikirlerde te­
reddüde yol açan Küçük Hüseyin Paşa’nm söz konusu olan Lâyiha’sınm bizzât kendisi de, aslında bu; noktayı teyid edecek karakterdedir.
Zira, Hüseyin Paşa Lâyiha’smda: «... asıl Tersâne’ye lüzûmlu olan se­
fine inşâ eylemek ve derya haritasını ve müteferriâtını bilmek misüllü hendese ta'âllümüne 1190 (1776) târihinde nizâm verildikte Cezâyirlü Hâşân Hoca mühendishâne hocası nasb olunup..7» derken, yal-,
nız Toderini’nin de «Mühendishâne» veya «Hendese Odası» kaydıyla
zikrettiği «Mühendishâne» lâfzını kullanmakla kalmamakta,.aynı za­
manda 1776 senesinden evvel de bu alanda bir eğitimin mevcud ol­
duğunu, ancak 1776 da buna yeni bir düzenleme getirildiğine işaret
etmektedir8. Mühendishâne’nin zaman zaman yeniden düzenlendiği ve
ders programlarının değiştirilip takviye edildiği hususu, görüleceği
gibi birçok defalar vaki olmuş bir olay olup, bu, gibi gelişmelerden
müessese tarihi. içindeki bütünlüğün bozulduğu ve sürekliliğin ke­
sildiği anlamını çıkartmak herhalde doğru değildir; Dikkâti çeken
diğer bir nokta, Küçük Hüseyin Paşa’nm Lâyiha’smda sanki ayrı
şeylerden bahseder gibi ısrarla, «Tersâne Mühendishânesi» ve «Tersâne Hendesehânesi»nden söz etmekte olmasıdır. Karışıklığa yol;
açan bu tanımlamalarla da, Toderini’nin vurguladığı gibi aynı müessesenin, ve daha sonraki genel adıyla Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’nun kastedildiği anlaşılmaktadır.
Küçük Hüseyin Paşa’nm Lâyiha’Smda da görüldüğü gibi 1776
da yeniden «nizâm» verilen Mühendishâne’ye Cezayirli Haşan Hoca,
«Hoca» olarak, tayin edilmiştir. Mühendishâne’nin ilk hocalarından
biri olarak kabul edilen bu zat Toderini tarafından da söz konusu
edilmektedir. Toderini’nin ifadesiyle Haşan Hoca, İtalyanca, Fran­
sızca, İngilizce ve İspanyolca gibi lisânlara vâkıf olup, okulun o sıra­
larda (1781 lerden sonra) bazı kaptanların ve devlet ricâlinin ço­
cuklarından9 oluşan elli kadar talebesi bulunmaktaydı10. Bununla be7 K üçük' Hüseyin.; P a şa L âyihası.
8 K ü çü k H üspyin B a şa Lâyihası.
9 ;. Toderini, ayn ı e se r, I, 179 : « fig li di capitann, e di Turchi Signori». A y ­
rıca T oderini’m n eserinin 1789 da’ P a ris’de basılan F ran sızca tercüm esinden
naklen (I, 161) K urtoğlu, ayn ı eser, s. 49.
10 Toderini, aynı eser, I, 176-177, k ezâ K urtoğlu, ayn ı eser', s. 48.
396
K E M A L B E Y D İL L Î
raber,bunları.npek azı Salı ve Cuma günleri dışında verilen ders­
leri gerekli gayreti göstererek takib etmekteydiler. Cezayii-li Haşan
H oca daha sonra; donanma gemilerine «Mirî Kaptaiı» olarak tayin
edilerek okuldan ayrılmış (çırağ edilmiş) ve yerine okulun Höcaîa1
rmdan Seyyid Osman Efendi getirilmiştir. (1787)“ .'
^ '
::
Tek odalı/ mekân ve imkân yönünden yetersiz olarak bir imperâtorluğun ihtiyacına cevap vermesi, beklenen Mühendişhâne-i
Bahrî, Sadrıâzam Halil Hamîd Paşa’nın reform teşebbüsleri12 çer^
çevesinde tekrar ele alınmıştır. Önce mekân sorununa bir ferahlık
getirilmesi için, «Tersane Em ini».Mehmed Ataullah Efendi eliyle,.
Tersâiıe Zindânı yanında Üç Anbarlı Kalyonların, yapıldığı; yâr pıva-,
rında birkaç odalı yeni bir bihâ inşâ edilerek, okui hocalarıyla beraber biıraya nakledilmiştir13. Daha sonra ders -programlarında, yeni
••"••'İİ1 K ü çü k H ü seyto1 P a işa 'I^ y iA a si; T o d e n ih i,ayn ı eser,. I, İ7 5 ; Kurtoğİu,
a yn ı e se ri s. 2 sC ezayirlh S eyyid H aşan H oca, 1787 de başlayan R u s ve A vu stu rya"
sava şın d a : O sm anlı k uvvetlerinin K ıiburun’ü : ele g eçirm ek ü z e r e ! y a p tığı sal­
d ırıd a . , (U zu n çarşılı, O s m a n lı. Tarihi, A n k an a 1.9782, IV -I; 520; İV. ' Zinkeisen,
O esch ioh te c des oşm anischen- R eiçh es .in B ü roya, V I /.G o t h a t8 5 9 ,, ,s. -637-638)h
u ğ r a d ığ ı1a ğ ır hezim etten ötürii suçlu bulunarak idâ m .edilm iştir. TTasgn Hnc a ’h m ırtu haüâ& h ha devietce el k ön ü lm ıı^ 've 2abt e(E en kitapları «M iihendishâne»ye - -d ev ıed ih rii^ ir' t E fe n iz ' M üzesi’nde» bülunian' -Muhâisebe': D efterler i’nde. y e r alaıı 23 Z ilh icce 1202 (23.İX .İ788) tarihli « ilm ü hâller kaim esi» ve
z a b t .e M e n kibaplorm isim leri için bkz.,-K urtoğİu,. a yn ı, eser, es. 2j n.: 2; : Ceza-h
yirİİ H aşan H o c a ’nın ıbazı yerlerde Cezayirli G azi . H aşan -P a ş a Ee *lkarı§tınl-,
m ış olduğu görü lm ek tedir. M eselâ bkz. Gündüz A k m eı, T ürk-F ran sız K ü ttü r
İliş k iler i (1011-1859). B aşlan gıç D önem i. A n k a ra 1973, s. 49.
,,12: B u -konuda- b k z. İ H . U zunçarşdı, Â K alü M&mÂd P a şa », T ü rk iy a t M ec­
m uası, V , İstanbul 1935, ş. 213-267. HalU H am îd , P a şa ’nın y ap m a k istediği
reform la rla ilg ili orijin al ba zı bilgiler için bkz. K em al Beydilli, ayn ı .m akale,
s.' 271-272. D aha' ileri ‘ ta rih li ba zı vesiklaırla da. H alil H am îd P a şa ’nm M ühendishâıie’de y a p tığ ı düzenlem eye atıfla r tesbit k 'dü ebitoek teair : «Ş a d r-ı m sk a k '
m erh û m H am îd H alil P aşa’n m ey yâ m -ı sadâretinde tertîb olunan M ühendishân e’d e ...» (R A . H H . N r. 10447, Tarihi : ,21.V I. 1794); « . .. M erhüm Sultan
A b d ü lh a m id rH an hazretlerinin ;eyyâm rı-;deyletlerinde bu ilm -i kesîrü ’a-m enâfi'e
i’tibâr ve D evlet-i ÂMyye dahi m en âfi'iyle m ü n tafl' olunm ak murâd-a hüm â­
yû n ları olm a ğ la bu husus meırhûm Gelenbevî E fa n di’nin uhdesine te fv iz ve
T ersâ n ed  m ire ’ de bir m ahall tahsîs olunarak, b irk a ç k işiye ilm -i m ezkûru
ta lîm v e ifâ d e bu yurm u şlar id i.» - (B A . H H . N r. 17685-A, H . M a h m u d V D ivân-ı
H ü m âyu n tercüm anlarından b iri tarafın dan verilen. M ühendishânelerle ilgili bir
lâ y ih a ).
13 K ü çü k H üseyin P a ş a Lâyihası.
.- .
:
;
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
397
düzenlemeler yapılmış.ve Fransa’dan o sıralarda getirilmiş bulunan
mühendislerden istifade ile öğretim kadrosunun takviyesi cihetine
gidilmiş, La Litte-Clave, ve Monnier gibi Fransız mühendislerinin
ders, vermeleri temin: edilmiştir“ . Ancak bu mühendisler «istihkâm
ve -kale işlerinden .anlayan»15, .«kale mühendisleri»1" olduklarından
ve o sıralarda bunların branşlarına uygun ders, verebilecekleri «Tersâne-i Âmire’den gayrı mahâlde yapılmış Etendesehâne» ,olmadığın­
dan, bunların «TersâneMühendishânesi»nde istihdam edilmelerine
karar "verilmiştir17. Bunlar^ tatbikî (amelî) olarak ders-gösterecek­
lerinden, derslerin teorisini (İlmîsini) yermek üzere, iki hocanın daha
.tayin, edilmesi, gerekmekteydi: Tayin edilen bu hocalardan biri .Gelenbevî İsmail, Efendidiğeri işe Kassabbaşı-zâde İbrahim Efendi’dir
(1784) l8. Bu sırada okulun nezâretine, daha sonraki Nizâm-ı, Çedîd
devrinin başta gelen simalarından biri plaeakj olan Mustafa Reşid
Efendi tayin edilmiş bulunuyordu. Mustafa. Reşid Efendi bir sene
kadar sonra bu v a d ed en ayrılmış ve yerini Kaşsabbaşı-zâde: İbra­
him Efendi’ye bırakmıştır19.
s r .
... .¡; •
..
. - İbrahim Efendi okula .Nazır (Müdiir): olduktan sonra Gelenbevî
ilsmail, Efendi Jley müzâkerelerde bulunarak, "o vakitlerde «Tersâne
Hendesehânesi>>ne devam eden; istidâth gençlerden bazılarının birer
mıkdar aylık verilerek desteklenmelerine karar vermiştir. Günümü­
zün. «Burs»üna benzer bu uygulama ile başarılı talebelerin teşviki,
diğerlerinin :de şevk ve gayretinin arttırılması düşünülmekteydi20.
Neticede mevcud talebe içinden «yedi» kişi seçilmiş ve bunlardan
altısına 10 diğerine ise 5 kuruş maaş tahsis edilmiştir21.: Bu yedi is14 K üçü k H üseyin P a şa Lâyihası. İstihdam, edilen bu g ib i Fran sız Subay
ve M ühendislerin. 1784, :de v a zifey e alınm aları hakkında a y r ıc a b k z . ¡B A . B H .
N r 8559, 10447,,8537; A h m ed R efik , « OnseJcizihci asırda. F ra n sa v e T ü rk A s k e r ­
liği», TTHM, Y en i Seri,,>I, 4, A n k ara 1929, s. 17-33.
.
: •
15 E rgin, ayn ı eser, s. 226.
i, . - ■
16 K üçü k Hüseyıin Faşa. Lâyihası.
-"î
17 K ü çü k H üseyin P a ş a Lâyihası.
:
■' ; •: .
18 K üçü k H üseyin P a şa Lâyihası.
:
19 K ü çü k H üseyin Faşa.'Lâyihası.
¡
i ,
20 K üçü k H üseyin i P a şa L âyihası.
. r; l:
21 Seçilm iş bulunan bu y edi kişi arasında y er a la n . v e kendisine beş ku­
ruş m aaş tahsis edilen şahsın «M on la H alil» adını taşıdığı, 4 M uharrem 1202
(15. X . 1787) tarihli hir-vesikadan, anlaşılm aktadır. Bu vesik aya .göre kendisi
v efa t etm iş olduğundan yerine kanun gereği, «hendesehâne m üdavim ve mü-
398
K E M A L B E Y D ÎL L İ
tidâtlı talebe her Sah ve Cuma günleri «Tersâne Müh'endishânesi»ndeki derslere devam edeceklerdi. Bu hususa dair tertib olunan
«Nizâmnâme» ise 1200 (1785) senesinde «bâ-fermân-ı âlî» Baş Muhasebe’ye kayd olunmuş bulunuyordu22. Büyük Seyyid Mustafa’nın
temayüz eden bıi yedi kişi arasında bulunduğu-aşâğiida gönileceği
gibi-pek kuvvetli bir ihtimal olsa gerektir.
Osmanlı ordusu ve okullarında hizmet gören Fransız subay
ve mühendisler, 1787 de Osmanİı Devleti’nin Rusya ve Avusturya’ya
karşı savaşa girmesi üzerine, bu devletlerin Fransa nezdihde sür­
dürdükleri girişimlerinin bir sonucu olarak Eylül" 1788 de mem­
leketlerine dönmek zorunda 'kalmışlardır23. Gelenbevî İsmail Efendi
ise, bıi mühendislerin memleketlerine gitmelerinden bir müddet sonra
«Selânik Mollası» 24 veya Cevdet Tarihi'ndeki ifade ile «Yenişehir
Mevleviyyeti»25 ile Mühendishâne’den ayrılmış bulunuyordu26. Seyyid
Mustafa’yı yukarıda belirttiğimiz gibi temayüz' eden bu yedi kişi
arasında saymamız ise, ön sene kadar sonra adının «Tersane Hendesehânesi»nin «erşed şâgirdleri» arasında zikfedihnesindendir27. Zira,
«Tersâne-i Âmire Hendesehânesi» hocalarından ve daha eVvel kendi­
sinden bahsettiğimiz Seyyid Osman Efendi, 1795: de Hasköy de yeni
açılan Mühendishâne-i: Berrî-i Hümâyûn’a «Bi’himtihan»28 «Üçüncü
lâzım larından M on la İbrahim » tayin olunm uştur. (16 E kim 1787) Vesika, III.
Selıim’in ta h ta, g eçtik ten ,,k ısa bir süre sonra, yolsuzluğu yüzünden ida m et­
tird iğ i Tersâhe E m in i Selini . g a ’n “ 1 m ührünü havidir. B kz. B  . .
Nr.
85Ö9.
:
22 K ü çü k H üseyin P a şa Lâyihası.
23 A . R efik , a yn ı m akale, s. 33; Ergin, a yn ı e se r, s. 266. K assabbaşı-zâde’nin Fran sızların m em leketlerine dönm elerinden son ra N a zırlığ a getirildiğini
kaydeden E rgin, ¡(ayn ı y e r ) herhalde yanılm aktadır. Zirâ, G elenbevî üe b era­
b er m üzâkerelerde bulunarak «T ersan e H endesehânesi»pden y e d i k işi seçm esi
ve buna dair em rin 1200 (1786). da Padişahın hükinü ile B aş M uhâsebe’ye
k a ydedildiği ibaresi, kendisini yeterince tekzîb etm ektedir. E rgin, üstelik bu
ifadesinin birk a ç sa tır altında, Fransızların 27 E ylü l 0.788 de m em leketlerine
avdet ettiklerin i ta srih etm iş bulunm aktadır.
7
24 K ü çü k H üseyin P a şa Lâyihası.
25 Y enişeh ir M ollası ola ra k okuldan ayrılışının 1204 (1789) senesinde
olduğu ve 1205’de v e fa t e ttiğ i hakkında bkz. Cevdet- Tarihi IV, 258.
26 K ü çiik H üseyin P a şa Lâyihası.
27 Uzunçanşılı, M erJcez-Bahriye, s. 531 de «R âşid şâgirdleri». olarak
okunm uşsa da, L âyih a’âs. «E rşed » o la ra k geçm ektedir.
28 K ü çü k H üseyin P a ş a Lâyihası.
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
399
Halife» 29 olarak tayin edildiğinde^ yerine kendisinin «erşed şâgirdânından» Seyyid. Mustafa Hoca getirilmiş bulunuyordu. Seyyid Mus­
tafa’nın bu sıralarda Osman Efendi’nin «Baş Halifesi» olduğu an­
laşılmaktadır. Bu tayin ile ilgili olarak Kaptan-ı Derya Küçük Hü­
seyin Paşa’nın:mührü ile tanzim edilmiş, 28 Zilkade 1208. (27. VI.
.1794) tarihli «Telhis» sureti aynen şöyledir:
«Tersâne-i Âmire’de kâin Mühendishâne’de fenn-i deryâ ve
harîta-i coğrafya talimine me’mûr kadîmî mu'allimi blan
Seyyid Osman Efendi’ye bu def'a bâ-hatt-ı Hümâyûn Mühen. :
dişhâne-i Cedîde’nin Halife-i Saiisliği tevcih ü ishân büyurul. duğuna binâen, mu'alümlik ol veçhile münhal ölmağla.Mühen. s r , dishâne-â mezbûr1 Baş Halifesi olan . Seyyid Mustafa Hâlife
cümleden ehakk u ahrâ ve fenn-i merkumu talim ü ta'âllüme
muktedir ve sezâ olduğuna şahadet birle, mu‘allimlik-i mez­
bûr'mezkûr Seyyid Mustafa Efendi’ye tevcih ü ihsân buyrulmasmı hâlâ Mühendishâne Nâzirı Efendi ile mu'allim-i Mühendishâne Mehmed Efendi memhûren arz etmeğle, ber-vech-i
muharrer hoça-i merkum haftada iki gün ta'tîl ve mâ'adâ gün­
lerde ta'lîm ü ta‘allüm-i ilm-i hendese, etmek ve mutasarrıf
olduğu vazifesini bey' ±ü şirâ'eylememek ve mahlûl ve terki
vukû’unda tarafımızdan-tevcih ve tezkire ile yevmiyye-i mezkûresi be-her mâh Tersâne-i Âinire’den verilmek şurûtundan
idüğü Liman Defterleri’nden der-kâr olmağm, mucebince tev­
cih olunup yedine tezkiresi Verildi»30.
29 K ü çü k .H üseyin P a ş a Lâyihası’nda. «D ördü n cü H a life» ola ra k tayinin­
d en .söz etm ekteyse de, bu konu üe ilg ili m üstakil vesikada, kendisinin «Ü çün ­
cü H alife» olarak atandığı görü lm ektedir.-B kz. B A . CM-. Nr.2157, K ezâ ; BAJBH.
N r. 2529, K rş. D ipnot, 30.
■ 30 BA.GM . N r. 2157. V esikanın sol üst köşesinde y er alan M uhasebe k a y ­
dı Seyid Osman E fen di’ye a it olup, buradan babasının isminin Süleym an öldü­
ğü ve 7 M uharrem 1205 (16.IX.1790) tarihinde, Kaptam-ı D ery a G azi H aşan
P aşa’nm daha evvel verm iş olduğu «T elh is» m ucebince «B erât»ın m verilm iş o l­
duğu - anlaşılm aktadır. A y n ı v esik a m erbutunda yeni okula tayin işleminin 4.
Rebiülevvel 1209 (29.IX.1794) de tam am lanm ış olduğu görülm ektedir. V esik a­
da-, yer a la n : «m u ta sa rrıf olduğu vazifesin i -bey’ü ş irâ V edem iyeceğnne dair olan
kayıt, eskiden olduğu g ib i m em ûriyetlerin p ara ile. alınıp satılm am asını ve eh­
liyet, aram adan ‘b abadan oğ u la geçm esin i ön lem ek am acın ı taşıyan y en i u ygula­
m anın b ir işaretidir. Bkz. K urtoğlu, a y n ı.eser, s. 2t3.
400
K E M A L B E Y D lL L İ
Bu tayin ile .birlikte artık Seyyid Mustafa’yı vesikalarda gör­
mek ve meslek hayatini ^dâha rahat takib edebilmek mümkün "olacak­
tır. O.sıralarda gömi yapımı ve bunâ dair olan mühendislik bilimleri­
nin öğrenihnesi herşeyden fazla önem ve''öncelik kazanmaya başla­
mış bulunuyordu. Bu alanda kendisinden en çok istifade edilenlerin
başında hiç şüphesiz, «sefine inşâsı fenninde ;yed-i tûlâsı» ölân Franjsız mimar-mühendislerinden Brune gelmekteydi31. Büyük Seyyid
Mustafa ise, Brune’ün de parlak bif -talebesi olarak karşımıza çık­
maktadır; Zekâsı ile dikkatleri üzerine çeken Seyyid Mustâfa; ¡Brune’den ders almakta, .ve Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Başa tarafın­
dan da layTica teşvik ve takdir görmekteydi32.B ü yü k r“Seyyid Mus­
tafa’nın Brune’ün «fenn ü 1endazesi üzre sefine inşâsına1tahsîl-i liyâ­
kat» etmesi üzerine,?3- Kalas îskelesi’nde yapılacak ¡olan bir Firka­
teyn inşâsına tayin edilerek, Kalas’â gönderilmiştir (1796)34.
3 1 r O sm an -lıD on an m asm ın in şâ sm d a -b ü y ü k h izm etleri.g arü len Y L e Brune’ün; 1789 da..hizmete alınm ış olm ası gerekm ektedir. ;Bkz. N. Jorga.,:iG eschichte
d es osm anischen R eich es, V, Gotha. 1913, s. 102. B izzat kendisinin.,y e y a kendi
«eaadazesime g ö re » in şâ edileh ' gem iler, içini' bkz. E.Z. Kaıral,' « S e lim , f i l . D evrin ­
de Osinanh' B ah riyesi H aU k ın d aV esifcala r», Tarifi V esikaları, Cilt I, Sayı 3,
A n k a ra 1941, s.r 206-211. A y rıca -k ış.id ip iiot, 43. 1-1
;
* 32 K ü ç ü k H ü se y in P a şa -L a yih a sı:».:. M ü h en d ish ân e-im ezbû fda^ H oca olan
M ustafa kulları rüşd .ü -zekâsı istiş'a r ve m ühendis-i m ersûm dan [Brtine] ahz-ı
fenne terg îb zım nm da ıtar-af-ı çâkerânem den b a 'zı m ertebe te r fi“ ye, d‘tibâr olun­
m aktan nâ§î...»,
'■■■
33 B ü yü k Seyyid Mustafa^ Brune’den «n isbet-i hendesiyye üzre sefâ in in­
şâsını tahsil» etm ekte ve öğrendiklerini diğerlerine "öğretm ekteydi. B u sırada
kendisine bir «firk a tey n resm i yaptırılm ış ve diğer dört m eslekdaşnun d a yap­
m ış'old u k la rı resim ler P ad işâb’â takdim edilm iştir. (B A J I H İ N r . 10405 : « ... ve
sın ıf-ı ahardan fen n -i d erya v e -c o ğ r a fy a tahsiliyle m eşgu l olan k ulların dan M us­
ta fa Hoca- bü d e f‘a .T ersâ n e-i A m ir e “sahasıhda in şâ olunan Ü çân bârlı’nm Frânçalu tarafın dan ola n m i'm â r kullarından nisbet-i hendesiyye ü zre sefâ in inşâsını
ta “allüm ve m erkum k ılla r ı dahi sair m ülâzim în kullarına t a lîm eylem ek üzre
oim ağla, m ezkûr M ustafa H oca kullarına bir firk a tey n resm ettirilüp, cem 'an
beş n efer kullarının resim leri hâk-ı pây-ı devletlerine takdim ..-.») Bu resim ler
IH . Selim tarafımdan beğenilm iş ve aralarında taksim edilm ek üzere,.kendilerine
-720 kuruş atiyye verilm esini, bu konuda kendisine sunulan v a ra k a İ t r i n e , ken­
di hattı Ue em retm iştir (B kz. B A J III. Nr. 10330).
y
' ,
'
34 K üçü k H ü seyin P s^âr-fâyihası. B üyük’ Seyyid M ustafa'nın K ala s’ da inşâ
e ttiğ i bu Pınkateyn’n in resm i M ah m u d-R âif E fen di’-nin eserinde y er alm aktadır.
İstanbul Ü niversitesi K ütüphânesi’nde bulunan ve IH . Selim dev rin d e' inşâ edi­
len harb gem ilerin i -gösteren bir cetvelde -buna dair, şu k a y ıt -y e r alm aktadır
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
401
Küçük Hüseyin Paşa’nm Lâyiha’sından da anlaşılacağı gibi 1795
senesinden sonra Brune’ün teklifi üzerine, Miihendishâne’de yapılan
yeni düzenlemeler neticesinde, «Donanma-yı Hümâyûn’a lüzûmlu olan
fünûn-i hendesiyye» Mübendishâne-i Bâhrî’ye tahsis edilmiş ve Deryâya müteallik olan fenni ta'allüme me’mûr olanlar» da yeni açılan
Mühendishâne-i Berrî’ye havâle edilmişlerdir35. Gemi yapımı mühen­
disliği dersleri ise (Fenn-i inşâat-ı Süfün), Brune’ün uhdesinde kalmış
olup, ancak kendisine bir «Baş Kalfa» ve bir de «İkinci Halife» tayin
etmek gerekmiştir. Kalfalık için iki aday söz konusu olmaktaydı:
Bunlardan birisi, Tersâne-i Âmire’de inşâ edilen «Mukaddeme-i Nusret» adlı Kalyonun mühendisi olan Fransız Le Roi’dan36 ders gören
ve gemi yapımında mahareti aşikâr olup; o sıralarda Midilli’de inşâ
edilmekte olan Kalyonun plânlarını tek başına çizip, gemiyi inşâ,
eden Ahmed Hoca ,37 diğeri ise, Mühendis Brune’ün «şâgirdi ve Kalas’da sefine inşâsma müstahdem Seyyid Mustafa Hoca» idi38. Bu
iki şahıstan hangisinin Baş ve İkinci Kalfalığa tayinlerinin uygun
olacağı hususu Brune’den sorulmuştur. Brune, Ahmed Hoca’nın yap­
makta olduğu gemiyi inceleyip, kendisinin «bundan böyle Tersâne’de
fenn-i inşâ-yı süfünü görerek ma'rif et ü hüneri müterakkî olacağına
şahâdet» etmiş olduğundan, Ahmed Hoca «Baş Halife», Büyük Sey­
yid Mustafa ise «İkinci Halife» olarak tâyin edilmişlerdir. Bu mü«1211 (1796) de K alas sahasm da Brun B eyzâde’nin B aş K a lfa sı Tersâne-i, Â m ire
m ühendislerinden M olla M u stafa m a'rifetiyle inşâ olunm uştur...». T in e buradan
söz konusu olan F ırk ateyn ’nin adınm «B üliıeves» olduğunu, 'bakır ile k ap lı bulun­
duğunu, 40 top taşıdığını ve 275 kişilik m evcuda» sâhib olduğunu anlatm aktayız.
(B kz. E n ver, Z iy a K âral, ayn ı m akale, s. 208).
35 K ü çü k H üseyin P a şa Lâyihası.
36 «M ukaddem e-i N u sret» adlı gem imin F ra n sız m ühendis Le R o i ta ra ­
fından yapıldığı hakkında bk z. A . R efik , ayn ı m akale, s., 32. Bu gem inin 1787 de
inşâ edilmiş olduğu yine ayn ı yerden anlaşılm aktadır. 1215 (1800) tarihli başka
bir vesikadan bu gem in in köh neliği yüzünden «¡bozdurulmak» ü zere çü rü ğ e çıkartüdığını öğren m ekteyiz. B kz. B A . GB. N r. 2373.
37 A h m ed H oca ’nın MidUM’de y a p tığı gem inin resm i de M ahm ud R â if
E fen di’nin eserinde y er alm aktadır. İstanbul Ü niversitesi K ütüphânesi’nde bu­
lunan liste’de, bu g em i hakkında verilen b ilg i şöyledir : «1211 (1796) d a Midıilli
sahasm da T ersân e-i  m ire m ühendislerinden A h m ed H oca K aptan m a 'r if etiyle
inşâ olunm uştur». A y n i L iste’ den bu gem inin B akır kaplı, 700 m evcutlu, 68 top ­
lu v e «Z iv er-i B ahrî» adım taşıyan b ir kalyon olduğu anlaşılm aktadır. Bkz.
K aral, ayn ı m akale, s. 206.
38 K ü çü k H üseyin P a ş a Lâyihası,
402
KEM AL, B E Y D İL L l
nasebetle Büyük Mustafa’ya «mahiyye 80 guruş» maaş ve ayrıca
«ta'yinât» tahsis edilmiştir39. Böylece Büyük Seyyid Mustafa yeni
açılan Mühendishâne-i Berrî’ye nakledilerek, orada hocalığa devam
etmiş olmaktadır (1797). Bu tâyin ile yeni okulun ilk tabelerinden
olduğunu göreceğimiz Küçük Seyyid Mustafa'nın hocalığını da ya­
pacağına ileride tekrar değineceğiz.
Küçük Hüseyin Paşa’nın 13 Rebiülahır 1212 (5.İX.1797) tarihli
olarak Çanakkale Boğazı’nda Kal‘â-i Sultâniye Nâzırı’na yolladığı bir
mektuptan, Büyük Seyyid Mustafa'nın aynı yerde yapılmakta olan
bir kalyonun «Baş» ve «Kıç» kısımlarım inşâ etmeye memur edil­
miş olduğunu anlamaktayız. Küçük Hüseyin Paşa’nın bizzat ilgilen­
diği bu meselede zikredilen kısımların, «Mühendis Mustafa Hoca»
tarafindan yapılacağı üzerinde ısrarla durulmaktadır. Kalyonun bir
kısmının da «Bodrum mi'mârı Nikola» tarafından yapılacağım belir­
ten Hüseyin Paşa, Seyyid Mustafa’ya «harçhk husûsunda muzâyaka»
çektirilmemesini, kendisinin «hâtırma ihtimam» gösterilmesini, «me‘kûlât husûsunda» gözetilmesini, «Konak’da alıkonulmasını» ve «fâhatmi te’minini» ısrarla tenbih etmektedir40. Bütün bunlar da Sey­
y id : Mustafa'nın Hüseyin Paşa ta ra fın dan gerçekten takdir edil­
diğinin ve korunduğunun bir işareti olsa gerektir.
Büyük Seyyid Mustafa'nın okuldaki durumu, Küçük Hüseyin
Paşa’mn ölümünden sonra (1803) Kaptan-ı Derya olan Abdülkâdir
Paşa’mn,41 «Tersâne-i Âmire Hendesehânesi» hakkında m . Seİim’e
takdim ettiği bir Lâyiha’da da aynen görülmektedir42. Abdülkâdir
Paşa bu Lâyihasında, Ahmed Hoca’mn «Hâlife-i Evvel» ve Büyük
Seyyid Mustafa’nın «Halife-i Sânî» olarak nasb edilmiş olduğunu ifa­
de etmekte ve mühendis Brune’ün Fransa aleyhine «sefer-i hümâ­
yûn» esnasında, yani Napoleon’un Mısır’a saldırması ve OsmanlI Devleti’nin Fransa’ya harb açması üzerine (1798) memleketine kaçtığı
ve yerine Benoît adlı başka bir Fransız mimar-mühendisin tâyin
edildiğini belirtmektedir43.
39 K ü çü k H üseyin P a şa Lâyihası.
40 B A . CB. N r. 3032.
41 A bdülkâdir Paşa, 7 O cak 1803 de ölen K ü çü k H üseyin P a şa ’dan son ra
K aptan -ı Derya, olm uş v e bu v a zifed e bir sene kada r kalm ıştır. B kz. Î.H . D anişmend, a yn ı eser, V , 221.
42 L âyih a sû reti İçin b k z. U zunçarşılı, M erk ez-B a h riye, s. 537-539..
43 A bdülkâdir P a şa ’nm L âyihası, Bkz. U zunçarşılı, a yn ı y e r . M em leketine
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
403
Bu: esnada, «Tersâne-i Âmire Hendesehânesi»nde «Harita ve
Goğrafya fenni»; yapılmış bulunan düzenlemeler neticesinde ağırlık
kazandığından44, bu dersi vermek üzere daha evvel «Mühendishâne-i
Berrî’ye nakl edildiğini» gördüğümüz Seyyid Osman Efendi, tekrar
«Tersâne-i Âmire Hendesehânesi»ne, yani Mühendishâne-i Bahrî’ye
iâde edilmiş ve bü dersleri okutmak üzere eski okuluna dönmüştür45.
Abdülkadir Paşa’nm yine Mühendishânelerdeki «mu'allim, mü­
hendis ve şagird mülâzımlar» ile ilgili olarak arz eylediği bir başka
Lâyiha’sında, Miihendishane-i Berrî’de («Tersâne Mühendishânesi»)
«Sefine inşâsı fennini ta'lîm ü ta'allüm eden üstâd ve mühendisler»
ile Mühendishâne-i Bahrî’de ; («Tersâne-i Âmire Hendesehânesi»)
«harita ve coğrafya fenni ta‘lîm ü t'a‘allüm eden üstad ve şâgirdler»
birer liste («Defter») halinde gösterilmiş bulunmaktadır46. 1803
senesi içinde tanzim edilmiş olan bu listede de Büyük Seyyid Musta­
fa’yı yine «Halife-i evvel Ahmed Hoca Kaptan» yanmda, «Hâlife-i
şânî» olarak ve «inşâ’-i. sefâin fennini ta'lîm ü ta'allüm. eden üstad
VÇ mühendisler» safında görmekteyiz. Yine bu vesikadan anlaşıldığı
Ü?ere, kendisine «şehriyye 83 guruş» maaş ve ayrıca «ta'yinât» olarak
ayda 20 «kıyye». pirinç,. 10 «kıyye». sâdeyağ, 30. «kıyye» et ve 120
adet ekmek tahsis edilmiştir47, Mühendishâne-i Bahrî’ye dönmüş
bulunan Seyyid Osman Efendi’nin işe, «Hoca-i evvel» olarak ve
«harita ve coğrafya fennini ta'lîm ü ta'allüm edenler» arasmda. yer
dönen Brune’ün yenine ta yin edilen B en oît için b k z..B A . CB. N r. 12281. Brune’ün
kardeşinin de g e m i inşâatında mahir, olduğa v e , K aptan -ı D ery a K ü çü k H ü­
seyin P a şa tarafından İ790 da v azifey e alm dığ i {B A . H E . N r. 10588) v e ken­
disine 1796 da 500 kuruş m aaş verilm ekte olduğu anlaşılm aktadır. {B A . CB.
Nr. 11864),
44 B A . E H . Nr. 2495 ve 2495-A . A y rıca S affet, B a h riyye Tarihim izden
Filâsalar, İstanbul 1329, s. 73.
45 B A . H H . N r. 2495-A.
46 B A . H H . N r. 2529-A. A y rıca yine Abdülkâdnr .Paşa’n m 14 R ebiülevvel
1218 (4.VH .1803) tarihli b ir L âyiha m üsveddesinde, Padişahın arzusu üzerine
M ühendishâne’deki hocalar, dersler ve verilen tayinâtlar hakkında bilgiler
tanzim edilm iş olup, bu rada verileri m âlûm ât Abdülİcâdir P aşa’nın d iğ er L â ­
yih a ve L is ie ’sm d e g örü len lerin ' h em en 1aynıdır. Bkz. B A . CB. H r. 2260.
47 B A . H H . N r. 2529-A ve B A . CB. Nr.' 2260. Bu son vesik ada (L âyih a
m üsveddesi), M ühendishâne-i Âmdre’y e dönmüş bulunan Osmian E fen di’y e se­
nede 1000 kuruş m a aş ve a y d a 30 v a k iy y e P iıin ç, 15 v aM yy e sâ d ey ağ ve 45
vak iy ye K oyu n eti ile gün de 7 adet E k m ek tayin edildiği kayıtlıdır.
K E M A L B E Y D İL L Î
404
almakta olduğu da yine bu vesikada tesbit edilebilmektedir48. Bu
vesika konumuz için bir başka yönden de fevkalâde önemlidir ve
aşağıda tekrar değinilecektir. Zirâ, Büyük Seyyid Mustafa'nın «Ha­
life sânî» olarak yer aldığı «inşâ-i .sefâin fennini ta'lîm ü ta'allüm
edenler» arasında, Risale müellifimiz «Küçük» Seyyid Mustafa’yı
da talebe olarak görmekteyiz. Bu vaziyette, Büyük- Seyyid Mustafa,
aynı zamanda Küçük Seyyid Mustafa’nın hocası olarak vesikalardaki
yerini almış olmaktadır49.
«Tersâne-i Âmire’de vâki* Mühendishâneler»de mevcud «hoca­
ların, şâgird, tabîb ve cerrâhlarm» Tersâne-i Âmire Hazinesi’nce
verilen ve Baş Muhasebe’ye de kayd edildiği bildirilen sarfiyâtlarmın
gösterildiği, 25 Cumâdelulâ 1220 (21. V ill. 1805) tarihli vesikada
da50, Büyük Seyyid Mustafa'nın «Hâlife-i evvel Ahmed Hoca» ile
birlikte ve «Halife-i sânî» olarak hocalık vazifesini sürdürmekte ol­
duğu ayrıca takib edilebilmektedir.
1807 senesinde meydana gelen Kabakçı Mustafa hadisesi ile baş­
layan sarsıntıların bu okulların gelişmelerinde de olumsuz etkiler
icrâ ettiği ve genel olarak Nizâm-ı Cedîd faaliyetlerini sekteye uğ­
ratıp, reformların uzun bir duraklama sürecine girdiği bilinmektedir.
1807 hadisesinde meydana gelen karışıklıklar neticesinde, Büyük
Seyyid Mustafa’nın -ve ileride belgeleyeceğimiz gibi Küçük Seyyid
Mustafa’nın- hayatını «yitirmemiş» olduğuna işaret etmiş bulun­
maktayız. Bu hususu teyid edecek olan belgelere geçmeden evvel;
İH. Selim’in tahtan indirilmesiyle kısa bir zaman için Padişah olan
ve bu geçiş devresindeki hükümdârlığı tek taraflı yargılarla haksızca
yerilen51 IV. Mustafa'nın kısa saltanatı zamanında (29. IV. 1807 28. VJJLL. 1808) bile, mühendishânelerin durumları ile yakından ilgi­
lenilmiş olduğu ve ileri sürüldüğünün aksine, mühendishânelere ve
48
BA.HH.
49
B A . HH.
Nr. 2529-A ve B A . CB. N r. 2260.
Nr. 2529-A. A y rıca B kz. s. 381.
50
B A . CB.
N r. 7273.
51 «A k len z a y ıf bir padişah ola n M ustafa IV .» : Cevdet Emen, Selim,
I I l’ ü n . B iyog ra fisi, İstanbul 1964, s. 68; «...M u s ta fa IV., cahil s a f im para­
torluğun genel durumundan habersizdi.» E.Z. K aral, Osm anlı Tarihi, V , A n ­
k a ra 1983-1, s. 84; «cahil, ah m ak ve haris b ir adam o la n .IV . M u stafa saltanat
sürm ekten ba şk a h içb ir şe y düşünm üyordu» : M ufassal O sm anlı Tarihi, V,
İstanbul 1962, s. 2819.
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
405
hocalarına «irtica» elinin uzanmadığını, hattâ bilakis bu okullara
yeniden bir «nizâm» verilmesine çalışıldığını tesbit edebilmekteyiz51a..
Bu husus, IV. Mustafa’nın mühendishâneler için yeni ve mufassal
bir «Kanunnâme» hazırlatması ve yürürlüğe sokması ile sabittir:
13 Zilkade 1222 (11. I. İ808) tarihli bu «Kanunnâme» bâlâsında gö­
rülen ve IV. Mustafa'nın kendi el yazısı ile yazdığı ibâre (Hatt-ı
Hümâyûn sûreti), Padişahm bu konudaki tutumunu ayrıca gözler
önüne sermektedir: «İş bu Kanûnnâme-i Hiimâyûnumun şurûtu fîmâ-ba‘d düstûrü’l-amel tutulup Nâzın ma'rifetiyle şerâitinin icrâsma be-gâyet ihtimâm ü dikkat oluna»52.
Büyük Seyyid Mustafa’yı 1807 hadisesinden sonra da arşiv
vesikalannda takib etmeye devam edecek olursak; kendisini 29 Cumâdelâhıre 1225 (1. VIH. 1810), 10 Cumâdelâhıre 1226 (1. VI. 1811)
ve 23 Rebiülâhır 1227 (7. V. 1812) tarihli, «Tersâne-i Âmire’de kâin
Mühendishânelerde müstahdem hoca ve şâgirdân vesâireler»e yapılan
harcamaları gösteren belgelerde de tekrar, «Hoca-ı evvel Ahmed
Efendi» yanında, «Hoca-i sânî» olarak vazife görmekte olduğunu
görürüz53. Böylece yalnız bu vesikalarla bile kendisinin 1807 den
sonra hayatta olduğunu tevsik etmek mümkün olmaktadır54.
51a IV . M u stafa zam anında d a N izâm -ı Oed’d’in tek ra r ih y a edilm esi fik ­
rinden tam am en vazg eçiim ed iği v e Padişahm da bu hususu e l altından teşvik
ettiği, hattâ daha evvel L even d Çiftlliği’ndek i N izâm -ı Cedîd askerlerine k u ­
m andanlık yapm ış bulunan Süleym an A g a ’nm bu konuda çalışm alarda bulun­
m ak üzere vazifelendirildiği h akkında bk z. Zinkeisen, aynı eser, V H , 552-553.
52 K anûnnâm e sû retieri için bkz. B A . H H . N r. 16170 ve A m ed î K alem i
Odası, Nr. 60 /2. Kanûnnâm enin b ir sû reti öütld ola ra k M ühendishâne’ye gön ­
derileceğinden üzerine hat keşide edilm esi h akkın da bkz. B A . H E . N r. 53485.
53 B A . OB. N r. 2042, 5774, 6776.
54 B A . CB. N r. 2042, 5774, 6776. Bu vesikaların s a ğ kısm ında, M ühendishâne-i B ahrî’de «F en n -i H arita ve C oğ ra fya » derslerini veren h oca lar arasında
görülen «şeh riyye 60 g u ru ş» m aaşlı «M u stafa E fen di Ser H alife» nin, yine
bu vesikalarm s o l kısm m da 'görülen M ühendishâne-i B errî’ de «fen n -i inşâ-ı
süflin» dersleni veren B ü yü k Seyyid M u stafa («M u sta fa Hoca-d s â n i» ) ile
karıştırılm am ası İçin, ken disi h akkın da k ısa b ir a çık la m a y ap m a k fa y d a lı
olacaktır. Mühendishâne-d B a h rî’deki bu M ustafa, başka bir vesikada yer
alan «M uhasebe» k aydından d a an laşıldığı üzere, 18 R eceb 1223 (10.IX.1808) de
«H a life-i sâ n î» olm u ş olu p (B k z. B A . OB. N r. 10148, sol ü st k öşedeki «B a ş
M uhasebe» k a y d ı), 10 Cum âdelâhıre .1226 (1.IV.1811) tarihli vesik ada (B A . CB.
406
K E M A L B E Y D ÎL L Î
IV. Mustafa zamanında hazırlanan «Kanûnnâme»de de yer alan
bir hususa göre, «Hassa Mi'mârbaşılığı vâridât-ı mu'ayyeneleriyle
Mühendishâne-i mezbûreye [Berrî’ye] bundan akdem rabt olunmuş
olduğundan», mühendishâne-i Berrî hocalarından lâyık olanların
«Mi'mârbaşılığa» tayin edilmeleri karar altına alınmış bulunuyordu55.
Büyük Seyyid Mustafa'nın «Kanûnnâme»de yer alan bu hususu
teyid edercesine, İ813 de Mühendishâne’den ayrılarak Gemi înşâîye
Mimârbaşılığı’na atanmış olduğunu görmekteyiz. Tersâne-i Âmire
Emini Mehmed Vahid Efendi tarafından verilen bir «takrir» de;
Tersâne-i Âmire Baş Mimarı olan ÎÎikola Hâlife’nin58 işinin ehli olN r. 5724) «S e r H a life»liğ e yükseltilm iş olduğu görülm ektedir. 22 Cumâdelâhıre
1229 (10.VI.1814) tarihli b a şk a bir vesikadan kendisinin «A n ta ly a canibine
K aptan lık ile çıra ğ » edildiği v e yerine, «D onanm a-yı H üm âyân hocalarından
P atron a-i ' H üm âyûn H ocası H alil H oca ’nın» atandığı
öğrenilm ektedir.
(B A : CB. Nr. 10148). B u H alil E fen di’nin R am azan 1244 (31.H I.1828) tarihli,
M ühendishâhelerdeki,.kadroları gösteren belgıede, «H a life-i ew eb> ’ ola ra k v a ­
zifesine devam ettiğ i görü lm ekte olup (B A . CB. N r, 12464), bu durum 1828
(B A . CB. N r. 5819) ve 1830 (B A . CB. N r. 9643) sen eleri için de geçerlidir. Söz
konusü olan M u stafa H oca, M ahm ud R â if E fen di’nin F ran sızca eserinde yer
a la n -v e Sinop’da'-inşâ- ettiğ i' g em i resminin kıtındaki ifadeden d e an laşılacağı
gibi- «Ç avu şoğlu » (T ch a ou ch -O gh lu ) Mustaifa a d ıy la ' anılm aktadır. İstanbul
Ü niversitesi K ütüphânesi’ndıe bulunan v e TTT. Selim devrinde in ş â edilen gem i­
lerin isim lerinin ve evsâfının belirtildiği zikrettiğimıiz listede de y e r alan şu
kayııt bu hususu a y r ıc a teyid etm ektedir : «1212 (1797) d e Sinop sahasında
Brune B eyzâde’min T ersân e-i Âmıire’de ik in ci şâgindi olan d iğ er m ühendis M us­
tâ fa m a 'rifetiyle in şâ olunm uştur». Y ine buradan bu gem inin, «H ediyyetü ’lm ülûk» adında, b a k ır ile kaplı, 200 m evcudlu, 46 toplu bir firk a tey n olduğu an­
laşılm aktadır! (B kz. E.Z. K aral, ayn ı m akale, s! 208). 25 S a f er 1235 (2.IX.1820)
tarihli bir belgede kendisinin, R od os S ancağı M utasarrıfı Y u su f B ey ta ra fın ­
dan «R od os Sahasında» yapılm ası em rolunon 53,5 zirâ boyunda b ir firk ateyn
inşâsına m e’m û r edildiği görülm ektedir. K endisine bu iş için Tersâne H azinesi’nden 250 k u ru ş h arcırah tahsis edilmiş, Y u su f B e y tarafından d a 100 kuruş
a y lık ve 35 ku ru ş ta yin â t verilm esi kararlaştırılm ıştır. M ühendis M ustafa’ya
bu işte m i’m âr Amaıtosti, yine m uayyen ta yin â t v e m aaş ile te r fik edilm iş bu­
lunuyordu. B kz. B A . CB. N r. 12677.
55 B A . H H . N r. 16170; B A . A m ed i K a lem i Odası, N r. 6 0 /2 . MıühendisT
hâne-i B errî h oca ları «B a ş M i’m â r» olurlarken, B ahrî hocaları, Cezayirli. H a­
şan H oca v ey a Çavuşoğlu M u stafa örneklerinde olduğu , g ib i «K apta n lık ile
çıra ğ » edilm ekteydiler.
,
56 N ik ola K alfa , 9 R eceb 1217 (5X 1.1802) .tarihli bir vesikadan öğren di­
ğim ize göre, v e fa t eden Tersâne-d  m ire B aş M i’m ârı İsm ail K â lfa ’nın y e­
rine atanm ıştır. D ah a evvel «B u rgu cu B aşı» ola ra k v azife görm ekteyd i v e bu
S E Y Y İD M U S T A F A V E R tS Â L E S İ
407
madiği gerekçesiyle azl edildiği ve yerine «Mühendishâne’de fenn-ı
inşâiyyede Halife-i sânî olup, fenninde mahâreti ve mi‘mârlık-ı mezbûrda liyâkati zahir olan Seyyid Mustafa Halife’nin Baş Mi'mâr
nasb üta'yin» olupduğu görülmektedir57. 21 Safer 1228 (23. II. 1813)
tarihli bu vesikadan, bu tayin sebebiyle Seyyid Mustafa’ya ayda
300 kuruş maaş verildiği ve «ta'yinât» olarak da daha evvelki Mimarbaşılara verildiği gibi, «yevmiyye iki vakiyye güşt (et) ve ikibuçuk
vakiyye Revgan-ı zeyt (Zeytinyağ) ve «Tersâne-i Âmire Zindanı Fı­
rınlından yevmiyye altı çift nân-ı aziz (ekmek)» tahsis edilmiştir58;
Bu kpnu ile ilgili 14 Şevval 1230 (18. IX. 1815) tarihli başka bir bel­
geden, Büyük Seyyid Mustafa'nın gündelik et tahsisatının «üç vakiyye»ye yükseltilmiş olduğu görülmekte ve kendisinin, alageldiği
günlük «ikibuçuk vakiyye» zeytinyağından vazgeçmek istediği ve
bunun yerine «Süvari Kapudânlara verilügeldiği veçhile» pirinç ve
sadeyağ (erz ve revgan-ı sâde) verilmesini «istid'â» etmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Kendisinden evvel Baş Mimar bulunan Nikola’ya
«zimmî» olması hasebiyle pirinç ve sâdeyağ verilmemiş olduğu ve
Seyyid Mustâfa’nın da kendisine tahsis edilen zeytinyağını, sâdeyağ
alabilmek için satmak zorunda kaldığı yine bu vesikada belirtilmek­
tedir. Bu yüzden ve ayrıca kendisi, «zâtında hendese-i mi'mârlık
fenrilerinde mâhir idüğüne binâen istid'â ve istirhâmma müsaade
buyurülmaya şâyân» bir kimse olduğundan ve bunun dışında; Süvâri Kaptanlara bir ay «aynen» ve bir ay «bedelen» verilen günde
«birbuçuk vakiyye» pirinç ve «bir vakijrye» sâdeyağın tutarının,
bir senelik zeytinyağ tutarı olan 413 kuruştan fazla olduğu hesap­
landığından, dolayısıyla kendisine sâdeyağ ve pirinç verilmesinin,
almakta olduğu zeytinyağ bedelinden fazla bir masrafı gerektirme­
yeceğinin görüldüğünden, isteğinin yerine getirilmesine 20 Şevval
1230 (24. IX. 1815) tarihiyle karar verilıhiştir59.
Büyük Seyyid Mustafa, 23 Rebiü’l-evvel 1239 (27. XI. .1823)
tarihinde Tersâne’de yapımına başlanılan Büyük Havuz’un temel
atma töreninde, Sadnazam Silahdâr Ali Paşa, Şehr Emini Hayrullah
atam a üzerine boşalan B u rgu cu B aşı’lığ a «Ü çün cü B urgucu A n astas K a lfa »
tayin edilm iştir. B A . CB. N r. 330, keza B A . GB. Nr. 642.
57 B A . OB. N r. 6595.
58 B A . CB. N r. 6596.
59 B A . CB. N r. 6595.
408
KEMAL. BEYDÎL.LÎ
Efendi, Tersâne Emini Ataullah Efendi, Teşrifatı Süleyman Necîb
Efendi gibi devlet ricâli yanında «Ser Mi‘mâr-ı Hassa» sıfatı ile hazır
bulunmuştur59“.
Onbir yıl «Ser Mi'mâr» olarak vazife gören Büyük Seyyid Mus­
tafa, 23 Rebiü’l-evvel 1240 (15. XI. 1824) tarihinde azl edilmiştir.
Azliyle ilgili olarak müverrih Es'ad Efendi’nin verdiği bilgiye göre,
kendisinin «Ser Mi'mâr» olarak tayininde, oğlunun o sırada vezâretinin ref'i ile Filibe’de ikamete mecbur edilen sâbık Sadnazam
Esseyyid Ali Paşa’nm Hazinedârlığı görevinde bulunmuş olmasmın
etken olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı yerde, «fenn-i binâyîde bir
pîr-i sâde olduğundan başka ba'zı irtikâbâtı dahi tebeyyün» etmiş
olması azline sebeb olarak gösterilmektedir5913. Ancak böyle bir suçla­
mayı ihtiyat ile karşılamak lâzım geleceği aşağıdaki vesikadan anla­
şılmaktadır.
1 Vazifeden ayrılmak zorunda kalan ve oldukça da yaşlı olması
gereken Seyyid Mustafa geçim sıkıntısı çekmekte olduğundan, «iztırâb-ı hâlinden ve medâr-ı ta'ayyüşde zarûretinden bahisle istirhâmdan hâli» olmamaktaydı. Kendisinin uzun zaman Tersâne-i Amire’de hizmet vermiş ve «Baş Mi'mârlık» etmiş olması ve «tebdili
bir cünha ile olmayup» halefi Mehmet Efendi’nin kendisinden daha
üstün olması sebebiyle ve «Donanma-yı Hümâyûn-i Şâhâhe’nin ezher-cihet güzide olması emr-i ehemmine binâen» olduğu göz önüne
alınarak, kendisine emekli maaşı bağlanması düşünülmüştür. «Baş
Mi'mârlık teka'üdlüğü emsâli» olmamakla beraber, kendisinin kayırılması hususunu özellikle Serasker Hüsrev Paşa’nm iltimas etmesi
ve ileride Baş Mimarlık hizmetinde bulunacaklara da «ba‘is-i fütûr
olinamak içün» bir emeklilik maaşı ihdası ve böylece Seyyid Mus­
tafa’ya Tersâne Hazinesi’nden her ay 250 kuruş maaş bağlanması,
bu meseleyi destekleyen Kaptan Paşa’nm bir tezkiresi ile Padişah’a
arz edilmiştir. II. Mahinud, arz tezkiresi bâlâsına düştüğü hattı ile,
Serasker ve Kaptan Paşaların «inhâ ve iltimasları üzerine» Seyyid
Mustafa’ya Tersâne Hazinesi’nden «Mahiyye 250 guruş i'ta ve tahsis»
olunm asını emretmiştir59'.
59a E s'a d Miehmecl Efendi, Tarih, İst. Üni. Kütlb. T Y . N r. 6004, c. LU,
v. 16a.
59b E s'a d M ehm ed Efendi, ayn ı e ser, c. UT, v. 72a-72b.
59e B A . H H . 27956.
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
409
Seyyid Mustafa’nın kendi el yazısı ile hazırlamış olduğu dört
adet «mühürlü arzuhâl»inden de anlaşıldığı gibi, kendisine «Tersâne-i
Âmire Hazine»sinden her ay bu para ödenmiştir: 1244 senesi Cumâdelâhıre (Karar tarihi, 17. XI. 1828)fi0, 1245 senesi Şevval (Karar
tarihi, 30. IV. 1830)61, 1246 senesi Rebiülevvel (Karar tarihi,
23. IX. 1830)62 ve 1246 senesi Zilkade (Karar tarihi, 17. IV. 1831)63
ayları için verdiği «mühürlü» arzuhalleri, «Bende Es-Seyyid Mus­
tafa Ser Mi‘mâr-ı Tersâne-i Âmire-i Sâbık» şeklinde imzalanmış
olup, arzuhallerin üzerinde muhasebe kayıtları ve gerekli işlemler
görülmektedir. Bu vesikaların arka yüzlerinde kendisinin, «Es-Sey­
yid Mustafa» şeklinde hakkedilmiş «mührü» yer almaktadır. Sene
ve ay tarihlendirilmesi dışında aynı ifade tarzı ve kelimelerin kul­
lanıldığı arzuhallerden bir tanesinin tam metnine, burada örnek ola­
rak yer vermek istemekteyiz. .
.
.
«Devletlü inâyetlü merhametlü efendim sultânım hazretleri
sağ olsun. Arzuhâl-i kullarıdır ki, bâ-hatt-ı hümâyûh-ı şevketmakrûn-ı şahâne be-her şehr Tersâne-i Âmire Hazinesi’nden
ihsân buyrulan ikiyüzelli guruş ma'âşımm işbu ikiyüz k'ırkaltı
senesi Zilka'de’ye mahsûben hazine-i mezkûreden i'tâsıyçüh
Baş Mühâsebe’den bir kıt‘a sûreti verilmek bâbmda emr ü fermân devletlü inâyetlü merhametlü efendim sultanım hazretlerinindir.
Bende
Es-Seyyid
Mustafa Şer Mi‘mâr-ı
Tersâne-i Âmire-i
Sâbık»64.
60
61
62
63
64
B A . CB.
B A . CB.
B A . CB.
B A . CB.
B A . CB.
N r. 5868.
N r. 9525.
N r. 10820.
N r. 9529.
Nr. 5868.
,
.
410
K E M A L B E Y D İL L İ
II — KÜÇÜK 8EYYİD MUSTAFA
«Küçük» Seyyid Mustafa’nın 1803 senesinde'Üsküdar Matbââsı’nda1 Fransızca olarak basılmış olan «Risalesi», belirtildiği gibi Paris’de iki defa daha tabedilmiş ve ayrıca Beyrut’ta da Arapça’ya
çevrilmiş, olarak neşrolunmuştur2. Küçük Seyyid Mustafa’nm bu ese­
rini belli başh büyük kütüphânelérimizde maalesef bulamadık ve
Fransızca: nüshaları y u rt.dişmda tedarik etmek zorunda kaldık3.
İstanbul Arkeoloji“ Kütüphânesi’nde Cevat Paşa Kitapları arasında,
1803 baskısının mevcud olduğu «Kitap Fişleri»nde görülmekle be­
raber4', bu Cevat Paşa tarafından bir deftere istinsah edilmiş olarak
yapılmış; Risâle’nin bir kopyasından ibaret olup, matbu nüsha de­
ğildir. Gerçekten Cevat Paşa, Küçük Seyyid Mustafa’yı ve Risâle’sini
keşf eden ve bunu Târîh-i A skerî-i Osmanî5 adlı eserinde büyük bir
heyecanla kullanan ilk Tiirk müellifi olmuştur. Cevat Paşa, eserinin
«Yazma» halinde bulunan ikinci cildinde, Nizâm-ı Cedîd devrine dair
bilgiler verirken Risale ve müellifi hakkında şunları kaydetmekte­
dir: «Taşra ve vilâyâtàa asâkîr-i mezkûrenin [Nizâm-ı Cedîd askeri]
ne sûretle teşkîl olunduğuna dâir elde olan tevârîh-i meşhûrede bir
kayd ye malûmat olmadığından bu bâbda ihtiyâr-ı sükûta, mecbûr
olmuş idik. Muahharen devr-i Selim Han-ı Sâiis’de Humbarahâne ho­
calarından Seyyid Mustafa Efendi nâm zâtın, astın terâkkıyyâtma
müte'allik Fransızca neşr eylediği eser ele geçirilmiş ve Avrupa’ya
gitmeden devr-i Selim-i Sâlis gibi bir asırda mahzâ gayret ve ikdâmile Fransızca ve ulûm-ı riyâziyye tahsil itmiş ve o lisân ile eser neş­
1 Ü sküdar M atbaası 1802 sen esi sonunda açılm ış ve m atbaanın başına
getirilen getirilen A bdurrahm an E fen di’y e «fa y d a lı eserler ta b ‘ı» için «B erât»
verilm iştir. (B A . CM. N r. 6869. Tarih li: 17 Şaban 1217/13JXH.1802). A y n ı za­
m anda «C eb ir ve H endese M üderrisi» olan A bdu rrah m an E fen di d a h a ön ce de
M ühendishâne-i B errî’ de açılm ış bulunan «Basm ahâne»nin riyasetine tayin edi­
lerek «B e r â t»ı verilm iş ¡bulunmaktaydı. (B k z. B A . H H . Nr. 12188. T arih li: 11
Şevval 1211/8.IV .1797).
2 B kz. «G iriş», D ipnot, 5.
3 Bu husustaki zahm etlerinden ötürü sayın P r o f. D r. B ekir K ütükoğlu ’na ve R isa le’nin h er ik i basım m dan birer m ik rofü im tem in eden sa y m Jean-Louis
B acqu é-G ram m on t’a teşek k ü r ederim .
4 İstanbul A r k e o lo ji Kütüphanesi, C evât P a şa K itapları, N r. 2044.
5 İstanbul Ü n iversitesi Kütüphanesi, T Y . N r. 4178.
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS Â L E S İ
411
rine başlamış olan bir dindaşımızın nâmı mensî ve eseri mahfî ol­
ması gajrret-i diniyyemize dokunduğu gibi aradığımız tafsilât mâ‘aziyâdetin işbu eserde mevcûd olduğundan yalnız bahsimize müte'allik
olan kısmm ber-vech-i âti harfiyyen .tercümesine ibtidâr olunmuş­
tur»6. Bununla beraber Cevat Paşa’nm bu kaydı ,da şu ana kadar gün
ışığma çıkartılmadan kalmıştır“ .
Diğer taraftan, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi Türkçe
Yazmalar Kataloğu’nda7, kendisine işaret edilen bir «Yazma» üze­
rinde yaptığımız inceleme neticesinde, bunun Seyyid Mustafa'nın
Fransızca olarak yazdığı Risâle’nin şimdiye kadar bilinmeyen -dola­
yısıyla Çevat Paşa’nın da görmediği- bir Türkçe tercümesi olduğu
anlaşılmıştır. «Hazine Nr. 621» de kayıtlı bulunan bu yazma nüsha
hakkında Katalog’ta yerilen bilgi şöyledir : «Mühendis Mustafâ bin
Abdullah’ın İstanbul’da ta‘lîm-i asker .ve ta‘mîm-i ulûm-ı hendeşiyyeye dâir meşhûd olan gayret ve himmet-i şâhâneye mütedâir Fran­
sız lisânı ile yazıp bastırdığı Rişâle’nin Mukaddimesi tercemesidir»8.
On Varak halinde olan ve üzerinde herhangi bir tarih veya tercüme­
nin kimin tarafından ve.ne zaman yapıldığına delâlet eden bir kaydın
yer almadığı, ancak müelliften meçhul bir kimse olarak bahsedildi­
ğinden, tercümenin Seyyid Mustafa'nın kimliğinin unutulduğu bir
zamanda meydana getirilmiş olması gerektiği istidlâl edilen bu Yazma’nm ilk yaprağı üzerinde, Katalogtan aktardığımız yukarıdaki
ibâre. küçük bir farklılıkla aynen yer almaktadır9. Bu yazmanm
Fransızca matbu metin ile yaptığımız karşılaştırmada, bunun Fran­
sızca metnin mevcudiyeti bilinmeyen bir Türkçe tercümesi olduğu1
teyid bulduğu gibi, yazmanın başında yer alan takdim ibaresinde gö­
rüldüğü gibi de yalnızca eserin «Mukaddimesi tercümesi», -yani Fran­
sızca nüshadaki «kendi ahvâlim hakkında» (Sur mon état) adıyla
anılan kışım- olmadığı ye Risâle’nin tamamını içerdiği anlaşılmış­
6 Târlh-i A s k e r î-i Ostmanî, II, 38. Bu eserin birin ci cildi 1297 (1879) de
İstanbul’da basılm ıştır.
6a) - O ysa B u rsalı M éhm et Tabir, O sm anli M üellifleri adlı eserinde (İs ­
tanbul 1342, IH , 274) O evât P aşa’nın Seyyid M ustafa'nın RisdZe’sini kullan­
m ış olduğunu -sıhhatle ta h k ik edem em ekten doğan ba zı tereddüdlerine ra ğ ­
m en- zikretm iştir.
7 F. K aratay, I-H , İstan bu l 1961. '
8 K aratay, a yn ı eser, I, 630.
9 T ü rk çe y a zm a nüshada «R isâ lecîk» denilm ektedir. B kz. v. la .
412
K E M A L B E Y D ÎL L Î
tır. Türkçe Yazma ve Fransızca matbu nüshalar arasında bazı küçük
farklılıklar göze çarpmakla beraber, bunların iki metin arasındaki
anlam bütünlüğünü bozacak boyutlarda olmadığı görülmüş olup, bu
gibi noktalara ayrıca işaret edilecektir.
Küçük Seyyid Mustafa’ya dair vereceğimiz ilk bilgiler, Risâle’sinin «Mukaddime» kısmında kendi durumu hakkında, söylediklerin­
den aktarılacak ve daha sonra arşiv vesikalarına geçilecektir.
Müellifin çocukluk yılları ve yetişme şartları Risale Mukaddi­
mesinde verdiği bilgilerle bir nebze olsun aydınlanabilmektedir :
Buna göre, Seyyid Mustafâ İstanbul’da dünya’ya gelmiştir. Kendisi
çocukluğundan beri müsbet ilimlere (Fünûn ve ma'arif tahsiline) 10
büyük bir ilgi duymakta olup, bu ilginin kendi yaradılışında mevcud
olduğuna inandığı tabiî eğilimden kaynaklandığı görüşündedir. Do­
ğuştan gelen bu «tabiî isti'dad» (Inclination inné) 11 olmadan insan­
ların herhangi bir konuya «meyi ü rağbet» edemiyeceklerine inanan
Seyyid Mustafa, insanda her türlü bilginin sonradan edinilmiş ola­
cağını savunan bazı düşünürlerin fikirlerini kabul etmemekte ve bu
hususda bazı istisnaların olabileceğini ileri sürmektedir. Örnek ola­
rak Paskal’ı12 gösteren Seyyid Mustafa, bu bilginin daha henüz küçük
bir çocuk iken hiçbir kimseden öğrenim görmemiş olduğu halde,
Öklid’in12a «Otuziki ebhâs hendesesini» kendi zihninden bulup, başka
yoldan hâiline muvaffak olduğuna dair olan malûm bilgiyi zikret­
mektedir. Kendisi de -tıpkı Paskal gibi- çocukluğunda herhangi bir
kimseden ders almadığı ve aile fertleri, akraba ve yakınlarından hiç
birisinin «Fünûn-ı hendesiyye» ile «zerrekadar» ilgisi olmadığı; hattâ
bu ilmin adını dahi bir defacık olsun duymadıkları hâlde, daha henüz
küçük bir çocuk iken oyun olarak yere dâire ve üçgen resimleri ile
çeşitli, geometrik şekiller çizmiş ve yaşıtları olan diğer çocuklara
bunları izâh etmeye çalışmıştır. Seyyid Mustafa, o çocukluk gün­
lerinde, yere çizdiği geometrik şekillerin muntazam olması için bir
pergele ihtiyacı olduğunu hissettiğini ve «iki ufak kazığa bir resen
akd» eyleyerek, bir pergel yaptığmı ve bundan dolayı da «dünyâlara
10 R isâle T ü rk çe yazma, nüsha, v. la . (İk tibasla r bu nüshadan g österi­
lecek tir).
11 R isâle F ran sızca m etin (1803), s. 1.
12 Biaise P ascal, (1623-1662).
12a) EukLeides, (M Ö. 300).
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
413
mâlik olmuş kadar» büyük bir sevinç duyduğunu hatırlamaktadır.
Yine o günlerden kalan bir hâtırası, babasının dürbünü ile «mehtâbı»
incelemesi ve çevresindekilere A y’ın «küre» şeklinde olduğunu gös­
termesidir.
. Geometri’ye olan düşkünlüğü büluğ çağında da devam eden Seyyid Mustafa, bu sırada Arapça ve Türkçe’ye tercüme edilmiş olan
Öklid ve diğer bazı, eski müelliflerin kitap ve risâlelerini incelemiş
ve «Hendese ilminin amelîsini» hiç bilmemekle beraber, «İlmîsini»
iyi büdiğini söylediği Gelenbevî İsmail Efendi’den Logaritma öğren­
miştir13. Bu gibi konularda ehil olan birçok kişilerden bıkıp usan­
madan faydalanmaya çalışan ve Avrupa’dan gelen âlet ve resimleri de
dikkate inceleyen Seyyid Mustafa, «âşık olduğu fünûnun» Avrupa’ya
has birşey olduğunu düşündükçe rahat edemez olmuş ve «âşık ve heveskâr olduğu mâlûmâta» sâhib olabilme hayâlinin ancak Fransızca
öğrenmekle gerçekleşebileceğini görmüştür. Bu yüzden Fransızca
öğrenmeye büyük bir gayret sarfeden Seyyid Mustafa, kısa bir za­
manda «Hendese» kitaplarının «ibârelerini» anlayabilecek kadar
Fransızca öğrenmeyi başarmış ve bir müddet sonra, da metinleri
sökebilecek hale gelmiştir. İşe önce W olf14-, Ozanam1?, Bellidor16 ve
benzerleri gibi, metinlerinin nisbeten kolay anlaşılır olduğunu söyle­
diği müelliflerin eserlerini okumakla başlayan Seyyid Mustafa, bir
zaman sonra bu gibi eserlerde mevcud olan bilgilerin, kendi bilgisini
pek aşmadığını farketmeye başlamıştır. İşte kendisinde Avrupa’ya
gitmek fikri böylece doğmuştur. Öğrenimini Avrupa’da sürdürme
im k ânım verebilecek bir fırsatın çıkmasını bekleyen müellifimiz, HI.
Selim tarafından, «Tersâne-i Âmire» yakınlarındaki «Südlüce sem­
tinde» yeni bir «Hendesehâne»nin inşâ edilmekte olduğunu duyunca,
Avrupa’ya gitmek fikrinden Vazgeçerek, bir müddet daha beklemeyi
ve tahsilini «Vatanında» sürdürmeyi uygun görmüştür. Seyyid Mus­
tafa'nın, «kendü vatanım dahilinde tahsîl ü istifâde ve belki fâ’idedâde olmağı tecvîz eyledim »11 derken, «Vatan »18 kelimesini, Osmanlı
13 R isâle F ra n sızca m etin, s. 1.
14 Johann Cristian W o llf, (1679-1754).
15 Jacques Ozanahı, (1640-1717).
16 Bellidor, ( ? ) .
17 R isâ le T ü rk çe y a zm a nüsha, v. 2b-3a.
18 «P atrie», R isâle F ran sızca metlin, s. 6. «P atrie» kelim esini ’•bu anlam ­
da M ahm ud R â if E fen di ta ra fın d an d a kullanılm akta olduğunu görm ekteyiz.
414
K E M A L B E Y D İB B İ
aydınları ve toplumunun ç o k . sonraları tanıyacakları modern mef­
humu içinde kullanmakta olduğunu görmek ilgi çekicidir.
«Südlüce»de inşâ edilen «Hendesehâne»nin19 eğitime açılması ile,
bu okula talebe («şâgird») olarak kayd olunduğunu ifade eden Sey­
yid Mustafa, modern eğitime karşı duyulan tepkileri az ama yeterli
bir açıklıkla dile getirmektedir: Kâğıd üzerindeki geometrik çizimlerden hâsıl olacak faydayı şüphe üe karşılayanların, harbin cetvel
ve pergel ile kazanılamıyacağım ileri sürenlerin tepkilerini, «cehâlet
sedâsı ve nâdânhk nidâsı» olarak niteleyen Seyyid Mustafa, bu gibi
tepkilere göğüs gererek tahsiline devam etmiş, son derece meyûs ol­
duğu bu gibi davranışlara ise, UL Selim’in kendilerine karşı göster­
diği yakm alâkadan müsterih olarak tahammül edebilmiştir. Zaman­
la «Mühehdishâne»nin kendisini kabûl ettirdiğini ve bunun sonuciı
olarak, okula kayd olunmak isteyen talebe sayısında önemli artışlar
görüldüğünü,' dolayısıyla kendilerinin de saygınlıklarının arttığını ve
maaşlarının da tatminkâr olduğunu dile getirmektedir. Avrupa’ya,
«asker ta'lîmi maddesi ye funûn-ı hendesiyyeye iştigal keyfiyyetinin»
nasıl bir gelişme gösterdiğini beyân kasdıyla, bu «Risâİeçiği» Fran­
sızca olarak' kaleme alıp bastırdığım ifade eden Seyyid Mustafa, oku­
yucuların, «ecnebi bir kimsenin tahrir ve eseri olduğundan», FransiZcasmda bulunabilecek hataların hoş karşılamalarını ve «Risâleciğinde» ele alman konular hakkında daha fazla bilgi arzu edenlerin,
dostlan vasıtasıyla kendisine baş vurmalarını rica etmektedir20.
Rişâle’nin «Mukaddime»si böylece sona ermektedir. Bundan
sonra başlayan ve Türkçe yazma nüshade «Asıl Madde» başlığı altında yer alan kısımda genel olarak Nizâm-ı Cedîd’in askerî sâhadaki ic­
râât ve başarılarından söz edilmektedir. Bu kısma geçmeden önce,
«A dm is, dès m a plus tendre jeunesse, au n om bre des secrétaires dans les
B ureaux de la Sublime P orte, je m e suis senti'- aussitôt anim é du- désir de
m e rendre utile à m a P a trie». M ahm ud R â if E fendi, Tableau des N ou veau x
R eg lem en s de L ’E m pire O ttom an, Consbantinopel 1798, s. . 3; «G ençliğim de
B âbiâlî aklâm m a çıra ğ olduğum dan berü vatanım a -faideli hidm etlerde bulun­
m ak arzusunu şiddetle duym aya başladım ». B k z. İhsan Sungu, M ahm ud
R â if E fen d i v e E serleri», H a y a t D ergisi, İstanbul 1929, S a yı 16, s. 9.
19 Mühendishâne-d Beorrî için bkz. M iriât-ı M ühendishâne-i B erri-i H ü ­
m âyûn, İstanbul 1312 (1 8 9 4 ); K . ReydiUi, aynı m akale, s. 265 vd.
20
R isale T ü rk çe yazm a nüsha, v. 4a.
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
415
Küçük Seyyid Mustafa’nın kendisi hakkında verdiği bilgileri takviye
edecek olan bazı arşiv belgelerini takdim etmek istemekteyiz.
: ' Küçük Seyyid Mustafa ile ilgili olarak bulabildiğimiz arşiv ve­
sikaları az olmakla beraber fevkalâda önemlidir: Zira bu vesikalar­
dan,' kendisinin doğum tarihi ve doğduğu semt; babasının isini, vazi­
fesi, ölüm tarihi ve yeri, tasarrufunda bulunan ve ölümüyle oğluna
tevcih !edilen zeâmet tutan ve timâriarın bülünduklân yerler öğrenil­
mekte ve Seyyid Mustafa’nın yeni açılan okula kayd için kendi eliy­
le yazip verdiği dilekçesi incelenebihnektedir. Aşağıda tain metinleri­
ni ve fotokopilerini vereceğimiz bu belgelerden anlaşıldığına göre,
Seyyid Mustafa’nın babası «Dergah-ı Âlî müteferrikalarından Miftâh Ağası21 Ahmed A ğa»’dır. Ahmed Ağa’nm tasarrufunda, Karasi,
Amasya, Aydın, Balıkesir gibi çeşitli yerlerde bulunan, timârlardan
oluşan 51777 akça zeameti bulunmaktaydı. Kendisi memuriyetle bu­
lunduğu «Sohum canibinde» vefat etmiştir. Ölümünden sonra tasar­
rufunda bulunan zeâmeti, o sıralarda onbir yaşında bulunan ve
vesikada «elâ gözlü, açık kaşlı» olarak tarif edilen Küçük Seyyid
Mustafa’ya tevcih edilmiştir.- «Babasının vatanında»22, yani İstan­
bul’da oturan Küçük Mustafa, kendisine bırakılan bu zeâmeti kar­
şılığında her sene «üç nefer .bedeliyyesini» kanun, gereğince devlet
hâzinesine ödeyecek ve. yetişkin bir delikanlı olduğunda da ait olduğu
Alay Beyi’nin «Bayrağı altında» bizzat sefere gidecekti: Bu şartla
kendisine verilen baba zeâmeti 1199 (1785) Zilhicce'sinde tevcih olu­
narak, .eline bu hususu teyiden bir de «Berât» verilmiştir. Bu du­
rumda, onbir yaşında iken babasını kaybetmiş olduğu ve değinece­
ğimiz gibi, 1794 de yeni açılan Mühendishâne’ye kayd olunurken
yirmi yaşında olduğu belirtilmiş olan Küçük Mustafa’nın, 1774 sene­
21 «M iftâh A ğ a lığ ı», Padişahın hizm etini gören «H as O da» efradının
rütbe yönünden en , küçüklerinden biri olup, Padişah ile tem asda bulunm a
im kânından ötü rü itibarlı vazifelerden sayılırdı. Bu m em uriyet, 1833 d e kal­
dırılm ıştır. B kz. U zun çarşılı, Osm anlı Devletimin Saray T eşkilâtı, A n k ara
19842, s. 322-323; M .Z. P akalm , Osm anlı Tarih D eyim leri v e T erim leri S öz­
lüğü, îstah biıl 1951, H, 533; M ithat Sertoğlu, R esim li O sm anlı Tarihi A n ­
s ik lo p e d is i;îsbanbııl :1958, s. 211.
22 Seyyid M ustafa, «V a ta n » kelim esini m od em m efhum u için de ku lla­
nırken, resm î vesikalarda kelim enin «d oğ d u ğ u ve y aşa dığ ı y er» anlam ını a ş­
m adığı ay rıca gözlenm ektedir.
416
K E M A L B E Y D ÎL L Î
sinde doğmuş olduğu ve 1785 (1199) senesinde de babasını kaybettiği
anlaşılmaktadır23.
1794 yazmda eğitime başlamak üzere hazırlanan yeni okula (Mühendishâne-i Berrî) talebe tedarik ve seçimi için hazırlıklar yapılıp,
gerekli yerlere emirler çıkartıldığı ve «zü'emâ ve erbâb-ı tîmârdan»,
«yirmi yaşım geçmemiş bekâr ve güçlü kuvyetlü isti'dâdlı» ve okul
disiplin ve nizâmına uymayı taahhüd eden gençler seçilmeye başlan­
mıştır. Taşrada bulunan adayların İstanbul’a gönderilmesi istenir­
ken, bunların isim ve şöhretleri, yaşadıkları «vilâyetleri», kimin oğlu
oldukları ve nerede doğdukları gibi hususların hazırlanacak belge­
lerde yer almaları gereği ayrıca hükme bağlanmıştır24.
Eserin «Mukaddime»sinde okuduğumuz gibi, yeni okulun açıl­
masını heyecanla bekleyen Küçük Seyyid Mustafa, 23 Zilhicce İ208
(21.VII.1794) tarihli, kendi eli ile yazdığı ve altım, «Bende Hafız
Mustafa Kulları» diye imzaladığı bir dilekçe ile, okula kayd olun­
masına müsaade ricasıyla başvuruda bulunmuştur. Bu dilekçesinde
de «Mukaddime» de gördüğümüz ilme karşı duyduğu «aşkı» hemen
aynı ifadelerle dile getiren Seyyid Mustafa; küçük yaşmdan beri
«ma'ârif ü avârife» olan düşkünlüğünü özellikle vurgulâmakta, Arap­
ça öğrenmiş olduğunu belirtmekte ve kendisine tevcih edilmiş bulu­
nan zeâmetden vaz geçmek istediğini, zîrâ bu zeâmet gereği, «Bay­
rağı altında» vazife görmeye devam edecek olıirsa, «tahsîl-i kemâlâttan» uzak kalacağını ve ilme olan meyli sebebiyle, «miİkedder ü
mağdûr» olacağım ve hâline «merhameten» yeni açılan bu okula kâyd
edilmesini istirhâm etmekteydi. Ayrıca durumunun, kendisini tanı­
yanların bilgilerine müracaât edilerek tahkik edilebileceğini ve oku­
lun her türlü şartlarına uymayı taahhüd ettiğini beyâh etmekteydi.
Küçük Seyyid Mustaf a’mn söz konusu olan bu dilekçesinin tam metni
aynen şöyledir:
«Devletlü inâyetlü merhametlü Sultanım Hazretleri sağ ol­
sun. Arzuhâli kullarıdır ki, Kar asi ve [Amasya] ve Aydın
. Sancaklarında Balıkesri ve gayrı nahiyelerde ve Tepecik nâm
karye ve gayndan ze'âmete mutasarrıf Dergâh-ı Âlî mütefer­
rikalarından pederim Miftâh Ağası Ahmed Ağa kulları bi’l23
24
B A . CM. N r. 4906.
B A . CM. N r. 4906.
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS Â L E S Î
417
r me’mûre Sohum canibinde fevt olup, ze'ameti bü kullarına cebelü bedelİiyesiyle tevcih ü inayet ve iki seneden beru cebeliim
ref'iyle bayrağım altında hidemât-i lâzımeme muvâzabet edüp,
lâkin bu-bendeleri sigâr-ısinnimden berükesb-i ma'ârif ü avâorife sarf-r vüs'sû iktidar ve ta‘allüm-i Ârabiyye ve [ . . . . ] 25 fü- nun-ı:■cüz?iyye vü oriy âziyy ¿ye heveskâr.; iolduğumdan b ayragım altında oldukça tetarruk-ı nisyâüföihevâ iie'tâhşîl-i kemâr lâttan dûr y&matlûbumdan: meh’eûr•ölupjiimcûHd 'mükbdder ve
mağdûr olacağıma merhameten eltâf-ı rahîmânelerinden mütemennâdır ki, Lağımeıyân Ocakları kışlakmda müceddeden
inşâoluimn Miihendishâne’de hikmet-i riyâziyye ve ülûm-i hen/'d e s e vu fi.isâbi^yerve fehû-iJlâğım"ve:cüzü^âtydairenin iİm ü
âmehsini tâ^aüüm'ü tahöüiylb bdkâm ye T - -- -]26 hidemât-ı^âliyyelerinde istihdâm büyürulmağâ isti'dâd ü istihâkım erbabın­
dan; le’de’l-isti'lârn leyi ü nehâr 'kışlakdâ sâiin biüp, fgim-ı hbri; dese [.^.:]273bânâyiü lâğım\ta‘İîm6iliği'kemâİiyİe;tâhsîle şa‘y ü
' ikdâm 1eylemek şartiylâ ze'âmeîim' öcâğ-ı mezbûfd 'idhâ! ve
n on..
,.
°
retlerinindir.
/.¿r. :î:
-r
■-nUii' -i::
yy
I
B
.•
. .-.•■-7 i ' "
e n d e
¡'
H a flZ
a,-
■i K
vj
■■
~ r r tr r >: ,
? u.
; r-, . <
A "s-
,ı
u . h o
: ı i;.! ı'_ : ;.Vıj B- ı /B
Mustafa
•'
i
Kuiian»28 ;
' ’ .V '
. ry
lshupîj
- o n « . ; !
j : ., . - ■
, .
o :
o n
' ; - Ou-On'
- ; ( j a
■
,
,'n
0
:
-iv
7
i.-.
u r
B'İB.J
i'B D '-
;Ar,, Küçük Mustafa’nın bu dilekçesinin hemen işleme konulduğu ve­
sika. üzerindeki tarihlerden ¡anlaşılmaktadır. Burada önce Küçük MuSr
tafa.’mn mutasarrıf olduğu ze'âmet kaydı «Baş Muhasebe» den tahkık edilerek,^ sureti çıkartılmış ve bn kayıtlardan dilekçesinde de belittiğivgibi, 21 Rebiülâhır, 1207 .(6. X IIf 1792) tarihinde j?çebelüsünün
ref‘ olunduğu», yani bilfiil Sancağı başına geçmesi gereken yaşa
(1774 doğumlu olduğuna göre.18 yaşma) eriştiği teşbit edilmiştir.
Baş Muhâşebe defterinden, 51777 akçalıkzeâmetin bâbasinin vefa­
tıyla kendisine tevcihi münasebetiyle düşürülen kayıd şöyledir : J
25
26
27
28
B urada vesikanın çürüm esinden ötürü bir kelim e okunam am iştır.
Çürüme nedeniyle b ir kelim e okunam am ıştır.
Çürüm e nedeniyle b ir kelim e okunam am ıştır.
: ' -L
B A . CM. N r. 4906.
:
^
:
K EM AL, B E Y D ÎL L Î
418
■.-.;
^
:
«Ze'âmet-i. mezbûr Dergâh-ı Âmire müteferrikalarından Ahmed Ağa-yı Miftâhm fevtinden şülbî ¿oğlu ela gözlü açık kaşlu
t ahm inen onbir yaşında mumaileyh: Mustafa zîde kadrehuya
; bâ-hatt-ı hümâyûn yerilen nizâmdı müstahakk-ı şurûtu üzre
babası yatanında sakin olup be-her sene fermân olan üç nefer
' cebelü bedeUiyyesinin cânib-bmîrîye ,edâ veiirüşüp:tüvânâ oldukta Alay Beğisi bayrağı altında sefere eşmek şartıyla [11]
99 Zilbicce’sinde teycîh ,.olunmuştur. Târîh-i merkumda Berâtı verildi»29.
Muhasebe kayıtlarının incelenmesi ve yeni okula hangi şart­
ımla talebe alınacağı hakkında sâdır olan «Emrji Şerîf»de yer alan
hususların diİekçe’nin Sa ğ ü st kısmına kayd edilmesi ile, işlemin ilk
a,şamaşınih 26 Zilhicce 1208 (24. VII. 1794) tarihinde, yani dilekçe­
nin.,yerilmesinden beş gün sonra bittiği anlaşılmaktadır. Kaydedilen
bu şartlar, okula alınapak olanların, yirmi yaşından yukarı olmama­
ları; bekâr, güçlü kuvyetii ve istidâdli olmaları ye okulun nizâmına
tamamen uyacaklarım, yani «Lağımcı ve Humbaracı Ocakları’na
mahsûs libâs ile. dâima kışlalarında ikamet ye ta'lîm ü ta‘allüm-i
fenn-i humbarâ ve lağım ile iştigal» edeceklerini ;taabhüd, etmeleri
husûsu ile adaylarm, «ism ü şöhret ve eşdikleri vilâyâtlari' ve kimin
oğlu ve ne mahâlde mütevellid olduklarmı» belirten belgelerle İstan­
bul’a yollanmaları gibi gerekli ayrıntıları içermekteydi.
Aday hakkında yapılan işlemlerin okulun sorumhüari. tarafından
da incelenmesi «kanûn» gereği olduğundan, Küçük Mustâfa'nın bu
dilekgesi, 7dolayısıyla düekçe üzerinde «Der-kenâr>i edilmiş' bülunan
bütün işlemler Defterdâr Efendi tarafından, «Lâğımcı Ocağı Nâzın
sa-adetlü Efendi ve Ağası izzetlü Mustafa Ağa hazarâtı işbu arzuhâle
ve der-kenâr bulunan şurûtâ nazar ü tedkık ederek iktizâsını’i'Iâm
büyiırasiz», kaydı ile 26. VII. 1794 târihiyle'Okiıl Nazırı-ve Ağası’nâ
havâle edilmiştir30.
; ü j
: onu - is
* Hümbaracı ve Lâğımcı Ocağı Nâzın Mustafa Efendi ye Ocak
Ağası Mustafa Ağa tarafından incelenen dilekçe h akkında., her iki­
sinin müştereken tânzim ederek mühürledikleri «i‘lâm sûreti» aynen
şöyledir :
29
30
B A . CM. N r. 4906, ,1199 ZUhicce’s i (4X .17 85-2 Jİ1 .1 78 5). . ,
B A . CM. N r. 4906, sol ü st 'köşe.
o . M-l
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
«Ma‘rûz-ı bendeleridir ki,
r..-.-
419
: : ;L
Sâdır olaiı fermân-ı şeriflerine imtisâlen nezâreti uhde-i çâkerâneme ihâle vü tefviz buyurulan Humbaraçı ve Lâğımcı neferâtınm el-hâletü bâzihi mukayyed ü mevcûd olan mıkdarı,
neferât zammıyla teksiri şimdiki mıkdarın iki katı dereceye
iblâğı hususuna irâde-i aliyye. ta‘alluk etmekten nâşî, Karasi
ve Amasya ve Aydın Sancaklan’ndan Balıkesri ve gayrı nâ; hiyelerden Tepecik nâm karye ve gayndan ellibirbin yediyüz
;.,
yetmişyedi akça ze'âmete mutasarrıf ve Âstâne-i Aliyye’de
müteyellid Mustafa veled-i Ahmed Ağa-yı. Miftâh kullan,
sigar-ı sinninden berii kesb-i ma'ârif ve ta‘allüm-ı ulûm-ı Arabiyye ve riyâziyyeye heyeşkâr olduğundan bahisle, sinni dahi
;
yirmi yaşmda plmağla güçlü ve kuvvetli. ve isti'dâdlu ve şurût-ı
nizâma kemâliyle ri'âyet ve kendü hüşn-ı rızâ ve ihtiyârıyla
^ r zümre-i mezbûreye; idhâl olunmasına tâlib. idüğünü Mühen-rj j ; dishâne-i merkümede Baş Halife olan Kâmi Efendi kulları51
ta'ahhiid ve ocağ-ı mezbûr Kâtibi Hâcegân-ı Divân-r Hümâyûn’dan. îbrahim Efendi çâkerleriber-m in vâl-im uharrer
; merkünu bendeleri müsta'id ve fenn-i mezbûre tahsile liyâkati
olduğunu inhâ ¡vü ihbâr etmeğle, kışlak-ı. mezkûr derûnunda
¡vâki- Mühendishâne’de ilm-i. hendese ve furû'atm ilm ü amep
lîsini ta‘aüüm ii tahsile sa‘y ü ikdâm ve kışlaklarda şâkin olmak şartıyla ze‘âmet-i mezbûr müeeddeden Lâğımcı Öcağı’na
idhâl yp kaydına şerh birle Mühendishâne-i mezkûreye me’. mûr ve yedine fermân-ı âlîleri i'tâsını istid‘â-yı iuâyet etmeğle der-kenâr olunan şurûta muvâfık idüğü ma‘lûm-ı. devletle­
ri buyuruldukta emr ü fermân devletlü inâyetlü Sultânım hazretlerinindir»32.
, Böylece Küçük Mustafâ hakkmda Mühbndfshâne höcası Kâmi
Efendi’nin ve Ocak Kâtibi İbrahim Efehdi’nin iyi şâhâdette bulunduklarmı anlamaktayız. Yine Defterdâr Efendi’ye gelen bu «i'lâm»,
bu sefer Padişah’a arzedilmek üzere ve bütün gelişmeyi içine alacak
bir şekilde tekrar kaleme alınarak tanzim edilmiştir. Defterdâr
31 B abasının adının A li oldu ğu anlaşılan İbrahim K âm î Efendi, H um b a r a v e H avan lar hakkında bir risale te lif ederek^ III. :Selim ’e takdim et­
miştir.. Y azm ış olduğu bu r isa le 1 için bk z. K aratay, ayn ı e se r, I, ,629.
32 B A . OM. Nr. 4906, L e ff. I.
.
420
■ K EM AL, B E Y D ÎL L İ
Efendi’nin «takrîr»i, hem Küçük Mustafa hakkındaki bu bilgileri
yeniden bir araya . getirdiğinden hem _de okula kayd edilme mev­
zii âtına açıklık sağladığından ayrıca önemİidir. Bu «takrîr»in tam
metni,,ise şöyledir : ,
. . v . ;r : -ı
4: ı; . ; :
'
Li:
«Kârasi ve Amasya ve Aydın Sâncaklan’nda Balikesir ve gay■' rı nâhiyelerde vâkii TepeCiknânr karye ve gayndan ellibirbin
yediyüz yetmişyedi-akça ze'âmete mutasarrıf Hafız Mustafa
-rt' i veled-i Ahmed’in takdim eylediği bir kit‘a arzuhali' mealinde,
merkum sigar-ı sinhihdeh berü ülûm-r Afabiyyeijve fenn-i
.
' hendese vü hisâbvesâir ma'ârif tahsiliyle m eşgu lü me’lûf
iken, ber-mûcib-i nizâm iki;seneâen bferü Bayrağı altında mevi ' l ' eûd bulunmak ıçün vatanından ve iştigal'üzre olduğu ulûm
ü fünÛTi tahsilinden dür -ü :mehcur oldüğurbeyâmyla ba'dezîn
c;i'- ; Lâğimcıyân kışlasında müceddeden: inşâ olunan Mühendishâ-.
.irH ne’de fenn-i: hendese vü hisâbm ilmi v e 7amelîsini vesâir iktizâ
^eden fennini' kesb^ü tahsile sa‘y ü ikdâm 'eylemek şartıyla
Ocağ-ı mezbûre idhâl buyurulmasmı tahrîr've istirham eder.
- ; ■ Der-kenâre havale olundukta ze‘âmet-i mezbûr el-yevm Berât
i: ile merkumun uhdesinde olup, âhara verildiğinin kaydı bulunf
madiği ve Humbaracı ve Lâğımcı Ocakları rieferâtmm vâki'
olan husüsâti Nâzır veA ğalari arzıyla1 olması şurût-i mer'iy' ; . yelerinden idüğü ve Humbaracı ve Lâğımcı neferâtınm el-ha'
: letü hâzihi mukayyed ü mevcûd olan m ıkdârıkadar:müceddeden neferât zammıyla teksiri yâ‘ni şimdiki mıkdârin iki katı
r
- dereceye iblâğı hususuna irâde-i1aliyye ta‘alluk eylediği ve
Humbaracı ve Lâğımcı Ocaklan’na müceddeden’ vaz‘ olunan
Kanûn-ı Gedîd’in bir sûreti gönderildiği ve zam olunacak ne­
ferât dahi Deraliyye’ye geldikde Kanûn-ı Cedîd ^şurûtu üzre
Lâğımcı ve Humbaracı Ocakları’na mahsûs libâs ile dâima kış,;
lalarında =ikamet ve ta'lîm:;ü ta‘allüm-i fenn-i humbara vü
lağım ile iştigâl ettirileceği beyâmyla sûret-i mezkûreyi mütâla'a ve, .Sancaklarında olan neferatına bil-eümle şeraitini
i‘lân ü ifâde birle; zü‘emâ. ve erbâb-i-tîmârdan şinnleri yirmi
yaşından yukarı olmıyan ve mücerred ve bîkâr olanların güç­
lü ve kuvvetlü ve isti'dâdlu ve şurût-ı nizâma kemâliyle ri'âyet
1 ve tâ'ahhüd ider makülelerinden kendü hüsn-i rızâlarıyla Humbâracı ve Lâğımcı yazılmaya tâlib olanları kanûn-ı cedîd şurû-
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS Â L E S I
421
tuna ri'âyet ve hilafından mübâ'adet eylemek şartıyla ve Der. sa'âdet’e irsâllerine ikdam ve her sancakdan kaç nefer gönde­
rildiği ve ism ii’şöhret ü eşkâlleri ve ıdlâyetleri ve kimin oğlu
. ve ne mahalde fniıteyellid .oldukları tasıîhile 'mümzâ yii mahtûm defterleri kezâlik Deraliyye’ye tesyire ihtimam eylemele.
'riyçün Rumeli vy Anadolu ve Karamanye Sivas Eyâletleri’nde
. kazâlann hükkâm ve zâbitân ve Alay Beğileri’ne hitaben iki-:T V ı’i ‘¡O JVi': ' ' .:
^ '■. rr: r.
• 1' •
- .y; --ri•.
yüzsekız senesi evahır-y Zılka'de’sinde emr-i şerif verilmiş ol­
duğu Defterhâne-i Âmire ve Divân-ı Hümâyûn’clan bâ‘de’l-ih.■
râe;nazır ye ağaları mumâileyhihhâdan isti‘lâm olunduktai ze‘b ;.
âmet-i' mezbûreye: mutasarrıf olan: merkum Mustâfa’nın As\ tâiıe-i Aliyye’de Fethiyye’de, tevellüd:fedüp, sigar-ı; sinninden
t 1x ■" berukesb-i. ma’ârifi ve ta‘allüm-ı üluin-ı Arabiyye ile meşgul ve;
bsinni.dahi yirmifyaşında, güçlü ve kuvvetli ve >isti‘dâdlu ve şürût-ı nizâm üzre kendüihüsn ü rızâ veihtiyârıyla ziiıhre-i mez-"
. ; bûreye idhâl jolunmaşjına tâlib^idüğpnü^ Mühendişh'âne’de Baş
Halife olan Kami Efendi ve Ocağı Kâtibı Hâçegân-ı Divân-ı
...7. Hümâyûn’dan İbrahim Efendi kullarının inhâbvü ihbâr ^eylediklerini ye kişlak-ı mezkûr ve derûnunda vâkii MiÎhen^shâ-,
ne’de ilm-i* hendese ve furû'atm ilm ü amelîsini iâ'âllim ve
kesb ü tahsile sa’y ü iktidâr ve kışlakda sâkin olup sebât ü kıyâm eylemek şartıyla mutasarrıf olduğu ze'âmetin Lağımcı
Oeağı’na idhâl ve kaydına şerh birle, Mühendishâne-i mezkûreye me’mûr kılınması şurûta muvâfık idüğünü bi’l-iştirâk memhûren i‘lâm iderler. Ma‘lûm-ı devletleri buyuruldukta emr ü
fermân devletlü sa'âdetlü Sultanım Hazretlerinindir»33.
Defterdar Efendi’nin bu takriri Padişah’a sununlduğunda, Kü­
çük Mustâfa’nın okula Tîayâı için gerekli öîân emir I.VIIL1794 tari­
hinde sâdır olmuştıır: :.<<îzze^lü Defterdâr Efendi, Ocağı Ağaşrve Na­
zırının i'lâmlan ve takririnizde mezkûr şurût muceblerince merkumun
Lâğımcı Ocağı’na idhâl birle kaydına şerh verilmesini telhis eyleyeşin»34 4.V1LL.1794 tarihinde Küçük Mustafa'nın okula kaydı için
gerekli «şerh» verilerek, kayıd işlemleri tamamlanmıştır:
33 B A : CM. N r. 4906, L e ff II.
; :
.
;
; •
... 34 B A . OM. N r. 4906, L e f f H, iis t kısım . Takrrîr bâlâsındaki H att-ı H ürnâyâîi sûreti.
■ : U?;
•
•••:•
K E M A L BEYD ÎLLÎ
422
■ «Arz-ı bendeleridir ki,
3
i
îşbu takrîr-i çâkerî bâlâsına sâdır olan fermân-ı âlîleri ve
Ocâğ-ı mezbûr Ağası ve Nâzın nâmları muçebince §art-ı
mezkûr üzre merkum Hafız Mustafa veled-i Ahmed’in Lâğımcı
Öcağı’na idhâl birle kaydına şerh verilmek içün iktizâsına
göre Diyân-ı Hümâyûh’dan emir tahrir. ve Defterhâne-i
. Âmire’ye ve Ocağı tarafına ilm ii haberleri i‘tâ. olunmak bâbinda emr.ii fermân sa'âdetlü Sultanım Hazretlerinindir»35.
Böylece Küçük Seyyid Mustafa'nın arzusu gerçekleşmiş olmak­
tadır. Kaptan-i Derya Abdülkâdir Paşa’nın ' Mühendishânelerdeki
hoca.ve talebe mevcudunu gösteren yukarıda zikrettiğimiz listesinde
de görüldüğü gibi, artık Küçük Mustafa’yı Büyük Seyyid Mustafa’mn
talebeleri arasında -bulmamız mükün olmaktadır. 1803 tarihinde ha­
zırlanmış bulunan bu'liste aynen şöyledir :■
; ;
«Tersâne-i Âmire Hendesehânesi’nde [Mühendishâne-i Berrî] inşâ-i
sefâin fenniiıi talîm ü ta'aüüm .eden üstâd mühendislerden taşrada
inşa'olunan süfün-i hümâyûna me’mûr ıı ta'yîn kılınan ve eİ-yevm
Tersâhe.-i Âmire’de mevcûd ve istihdâm olunan mühendislerin esâ­
mileridir:
'
'
A h m e fl H o c a Jff
H a life -i e v v e l
"
.
Ş e h r iy y e
'
■:
100 g u ru ş .
T a ‘ y in â t
E rz
R e v g a n -ı sâ d e
Ş e h r iy y e
Şehriyye
' -
'. v a k iy y e
v
'•
L a h m -ı g a n e m
-
v a k iy y e
30
r
■ J
15
-
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
v a k iy y e
A det
45
210
•:
N â n -ı aziz
B eher yevm
..
^
i' ; v - - l - . V ' - ; '
' 7
.
35 B A . CM. N r. 4906, L e ff. II, alt kısım .
36 B ü yü k Seyyid M u stafa üe beraber a d m ı s ık ça rasladığrm ız B aş H a­
life Ahımed H oca, M ühendishâne’nin en kıdem li h ocaların dan b iri ola ra k 1838
de ölm üştür. 5 Şevval 1245 (3.1H.1838) tarihli 'bir vesika, kendisinin ölüm ü
SEYYÎD M U STA F A V E RISÂL/ESİ
423
M u sta fa H o c a
H a life -i sâ n î
Ş e h r iy y e
83 g u ru ş
T a 'y in â t
R e v g â n -ı sa d e
Lalım l-ı ganeml
N â n -i aziz
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
v a k iy y e
v a k iy y e
v a k iy y e
a d et
20
10
30
' Erz~ ' ’ ’
120
B eher y evm
^.
[4],
H a fız
H oca
A li H oca
M eh m ed H oca
M a n ol
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
25 g u ru ş
25 g u ru ş
25 g u ru ş
25 g u ru ş
r ' . i'; •
K o sti
KÜÇÜK
MUSTAFA
HOCA
G ir id î A h m e d 'H o ca
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
25 gu riış
25 .g u ru ş .
25 g u ru ş
T a h ir H o c a
İs ta n b u llu A b d u lla h
Ş e h r iy y e ..
.Ş e h riy y e -
25 g u ru ş
.2 5 g u ru ş .
T an a ş
.... Ş e h r iy y e
25 g u ru ş
C e m ’â n Y e k û n
433 G u ru ş
Ve yine Hendesehane-i merkumede [Mühendishâne-i Bahrî] Harita
ve Coğrafya fennini ta'lîm ü ta'allüni eden ve el-yevm inevcûd olan
üstâd ve.şâgirdlerin: esâmileridir:
n
■
üzerine yerine ik in c i H alife M ehm ed A li E fen di’nin ta yin edildiğini ve ikin ci
h alifeliğe d e m erhum A h h ied 'lîo c d ’n m oğ lu M ehm ed Ffly.il E fen d ’nin g eti­
rildiğini bildirm ektedir. D kz. B A . CB. Nr. 10513.
.
ri: ■
K E M A L B E Y D ÎL LÎ. ı
424
Osman Efendi
H o c a -i e v v e l
M a 'a ş
80 g u ru ş
T a 'y in â t
R e v g a n -ı sâ d e
T,ahırı-ı g a n e m
N â n - ıa z îz
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
Ş e h r iy y e
v a k iy y e
¡'i-;:
30.
v a k iy y e
v a k iy y e
A det '
. E rz
'4 5
210
L a h m -ı g a n e m
N â n -ı aziz
15 ’
A hm ed H o c a t l
H a life -i e v v e l
M a 'a ş u jr ,
6 0 -g u r u ş
T a ‘y in â t
'n .
:
R e v g a n -ı sâ d e
E rz
Ş e h r iy y e
..
.v a k iy y e . -
-------
-
Ş e h r iy y e
.•/ ; . Ş e h r iy y e
■ ■ v a k iy y e
'•. v a k iy y e
20—
10
H a fız z â d e E ş r e f H o c a
------
30
Ç a v u şzâ d e H a lil H o c a
Ş e h r iy y e
A d et;
120
'• V :\r:og
G e m i A ğ a s ızâ d e
. rm s
i-'i
A h m ed H oca
' İ 5 g u ru ş
İ 5 g u ru ş
15 g u ru ş '
r-l
•
M iftâ h A ğ a s ız â d e
K a sim p a şâ lı
Y e n iç e ş m e li H a fız
;C a ‘f e r ' H o c a
S ü le y m a n H o c a
RâşidH oca
15 g u ru ş
15 .gu ru ş
15 g u ru ş
K o la n c ız â d e * 7
M em î** B e y z a d e
A t iy e K a p u d â n zâ d e
M eh m ed H oca
İs m a il H o c a
İs m a il H o c a
~ '. 15 'guruş
f : ? L û
e - ; . 0 V 9 n î
■’-'■n:
15 g ıîr ü ş ,
.
. .
.15 g u r u ş -
'
; ı.Vv
37 U zunçarşılı, M erk ez-B a h riye, s. 541-' v e iiK ü r tö ğ lü y a y n i "eşer, -s-~ 391<iâ.!
gösterilm em iş olup, bu ralarda verilen listelerdeki isim ler vesikadakilerdn hep­
sini: İçerm em ek tedir. r
:
3 :'\\ : •-,-{•
.
' - İT
38, .Uzunçanşilı,: M erk ez-B a h riye, s. 541 de «Mjehmed B eyzad e» olarak
okunm uş olm ası yanlıştır.
,
:
.. -
SE YY İD M U STAFA. V E RİSÂLtESİ
; ;r ;
İm a m zâ d e A b d i
*
. A h m ed H oca
Mehmed Hoca
;
15 g u ru ş
:1 15 g u ru ş
A li
• T o p h a n e li S e y y id
K a rg a ( «tîjlc ) zâ de
H oca :
M ehm ed H oca
rrj
15r gUTUŞ
! -
15 g u ru ş
~ Â r if H oca
f M u s ta fa H o c a
H a c ı O sm a n zâd e
A li H oca
Sâİih^,H oca
■
15 g u ru ş
.
:’
H o c a E fendhzâde
T o p h a n e li A h m e d H oca
Ş â k ir H oca
15 g u ru ş
15 g u ru ş
•h :: ■ ■'-i--:
'
j
j
•• V
^ ic...-
u
440 G u ru ş ,
¡;
.
3
-.i
1
.1
. ■Î
- L 'z ii
ı
15 g u ru ş
i ■ >''
C e m ’â n T e k û n
h'.e
:
1
, 15 g u ru ş
f [-
, Fe:lem en k K a p u d â n zâ d e
P a şa K a p u d â n z â d e
''
K a h a ta şlı H â fız ' - "
İs m a il H o c a
’ . ;
’■ 15 g ıirü ş
15 g u ru ş
K e re s te c iz â d e
K a p u d â n zâ d e
::
- i
425
T '
.
.1:
• : •;
. Lj . İ . .
Ve yine Hendesehâne-irmezkûr ede mülâzım olan şâgirdlerin esâ­
mileridir
s ri
■; : ■
-i .
r
013' V
sı.
İb r a h im
K apudânzâde
S e lim H o c a
 s tâ n e li
S â lih H o c a .
R iy a le
.
B eyzade
S â lih H o c a »
Bu’ yesikadan39 anlaşıldığı gibi Küçük Mustafa’ya 25 kuruş aylık
verilmekteydi. Vesika' incelendiğinde Mühendishânelerdetidebe ola­
rak bulunanların,1Toderini’nin çok daha önceki bir durum' için yap­
tığı. tesbite uygun olarak, genelde yine «kaptanların ve ricalden bazı­
larının» çocukları ¿ldıikları görülmektedir. Bu listede Mühendishâne-i Bahrî kısmında «Harita ve Coğrafya fenni»ni tahsil 'eden tale­
beler arasında yer alan «Ga'fer Hoca»nih da Küçük Seyyid Mustafa
gibi, «Miftâh Ağasızâde»' olduğu ayrıca tesbit edilebilmektedir.
Küçük Seyyid Mustafa hakkında bulabildiğimiz şon vesika, ken­
disinin İ807 hadisesinde ölmemiş olduğunu gösterdiği gibi, büyük bir
39
B A . H H . Nr. 2529-A.
K E M A L B E Y D İL L İ
426
arzu ile giidiği okulda başari ile öğretimini: sürdürerek? okülmrhöcaları arasına, katıldığını da belgeleyecek karakterdedir. 16 Rebiülevvel
1230 (22. .V.. 1815) tarihli bu vesika, Mühendishâne Nazmı Seyyid
Mehmed Tâhir ve Mühendishâne Hoca-i evveli Hüseyin Rıfkı Efen­
diler10 tarafından mühürlenerek .tanzim edilmiş bir «ma'rûzât» tır.
Vesikanın üşt^ kısmında Mühendişhâne-i Berrî’nin JBjrinci, rrİMnci,
Üçüncü ve Dördüncü Sınıf talebelerinin isimleri ve haklarında düşü­
len açıklayıcı notlar yer almaktadır.’ Vesika, mühendishânfede boş
bulunan «Dördüncü Halife»liğe, bu sırada «Baş Mülâzım»lığa yük­
selmiş olduğunu anladığımız «Seyyid Musta'fa»nm' tâyini hakkında
olup, «ma'rûzât» bâlâsında yer' alan, «mucebince kâyd ve şürût-ı
mer'iyye üzre ibaşka başka ru’ûsları i‘tâ olunmak buyuruldu» kay­
dından, kendisinin «Dördüncü Halife» olarak atandığı anlaşılmak­
tadır41. Bu vesikanın tam metni şöyledir :
Mâ‘rûz-ı bendeleridir ki,
-
,
~ '
--------
Mühendishâne-i Hümâyûn’da diğer arz-ı çâkerî mucebince
dördüncü halifelik mâhlûl ölüpV Sınıf-ı evvel şâgirdânından
Baş Mülâzım bulunan Seyyid’ Mustafa Efendi kulları, hali­
felik ile şagirdân zümresinden ifrâz ve yine Sınıf-ı mezkûrda üçüncü mülâzım olan Tahir veled-i Ali ve Sınıfri sâlis’de
üçüncü mülâzım Mehmed Zekâyı veled-i Ali ve yine Sınıf-ı
r mezkûr şagirdânmdan Ahmed veled-i Ali ve diğer Ahmed ve
Mustafa Pir-paşa ve Sınıf-ı râbi‘ şagirdânmdan Haşan veled-i
Mustafa nâm kiinesneler fevt olup, yerleri hâli ve hidmet-i
Jâzımeleri mu'attal kalmağla ber-muceb-i ka.nûnnâme-i hümâyûn silsileleri yürüdülmek muktazi; olmağın, merkümâtm,
kaydları terkin ve -yerlerine bu def‘a le'de’l-imtihan istihkak■ ları nümâyâ,n .olan bâlâda muharrerü’l-esâmî kullabı tertîb
, ü tanzim ohınmağla, ber-muceb-i nizâm ¡silsile ye tertîblerine
ri‘âyet şurût-ı mer'iyyeleri üzre yeğdlerine başka başka ru’ûs-i;
hümâyûn i‘tâ,; buyrulm ak bâbmda emr .ü fermân devletin
, .ifnâyetlü Snltannn hazretlerinindir»42., ,
40
A dıvâ r,
41
42
Kiranla. olan H üseyin R ıfk ı E fen di halikında genig b ilgi için
a jfn ı'es er , s. 206-207, EK -50.
' lfi;'
- '
B A . CM. N r. 3926.
B A . CM. N r. 3926
A-O/
A.
bkz.
'
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
427
İncelediğimiz bu vesikaların ışiğı altında Küçük Seyyid Mustafa’m nlstanbul’un F ethiye semtinde, 1774 de dünyaya geldiği an­
laşılmış olup, babasının da, Risâle’nin Türkçe Yazması’rida kayde­
dilmiş olduğu gibi ve bazı hâllerde söz konusu edilen şahsın «miıhtedî» olduğuna dâir bir :işaret; sayılabilecek olan «Abdullah» adını
taşımadığı görülmektedir. Vesikalarda sabit olduğu üzre, 'babası
Miftâh Ağası Ahmed Ağa olduğuna göre, Risâle yazması üzerindeki
bu kayıt mesnedsiz kalmaktadır. Bu durum da, daha evvel vurgula­
dığımız gibi, Türkçe tercümenin Seyyid Mustafanm, kimliğinin ımu-r
tüldüğu daha geç bir1'devirde yapıldığının bir delili olmalıdır:
Küçük Seyyid Mustafa’nın Risalesinin «Mukaddime»sinden sonra
başlayan kısım yazma nüshada «Asıl Madde» adı altında yer almak­
tadır; Dünyâ’nın ve insanlara! devamlı bir değişme içinde olduğunun,
dolayısıyla milletlerin ve devletlerin de sürekli bir değişim içinde bulunduğünun vurğulaninasıyla girilen «Asıl Madde», ilmin evrensel­
liğinin, «ma'ârif ve ‘ sanayiinin bunlara gösterilen ilgi ile orantılı
olarak arttığının tesbitiyle başlamaktadır. Bu genel prensipten hare­
ketle, İslâm âleminin bir zainanlar ilim ve fende kaydettiği ilerleme­
lim misâlini, Harıin Reşid’in Şarlman’a*3 gönderdiği Çalar Saat ile
öriiekleyen Seyyid Mustafa, doğru bir teşhisle Avrupa’daki «Fünûn
ve ma'ârif» sâhasmda ün salmış milletlere hocalık yapanların eşki
Lâtinler ve Yunanlılar öldüğuıiu, bunların ise yine eski İran, Mısır
ve Hind medeniyetlerine dayandıklarını belirtmektedir. Ösmânhîar
da başangiçda bu eski İran ve Yunan medeniyetinden istifade et­
mişler ve zamanla kaydedilen ilerlemeleri yakından takib edebil­
mişlerdir. Ancak Osmanlılar’m askerî sahada göstermiş oldukları
başarıları, düşmanlarını ümitsizliğe ve teslimiyyete sevk etmemiş,
bilakis bunlar, "galiblerin üstünlüklerini taklid ve ilmin gösterdiği
yoldâh yürüyerek ve her turlu yeniliklere "açık olarak, battâ «mağlûb
oldukça ta'allüm ederiz» ve öğreniriz diyerek, özellikle askerî sahada
büyük ilerlemeler göstermişlerdir.
i r .
.
43 R isâle T ü rk çe y azm a niisha’ da, çalar saatin H aru n R e ş id : ta ra fın dan '
«F ra n sa K ralı Fran su va P iröm iy er’e» (v. 4a) hediye edildiği hususu tercü ­
m eden gelen bir yanlışlıktır. Zirâ, F ran sızca m etinde 'bu cüm le doğru olarak
ve saatin Şarim an’a yollan dığı şeklindedir. (R kz. s. 12). A y n ı örneklem e
d’Ohsson tarafın dan da kullanılm ıştır. B kz. K . Beydilli, ayn ı m a k a le ; s. 267.
428
K E M A L B E Y D ÎL L İ
. ; Sayışız ve büyük galibiyyetlere mazhar olan OsmanlIlar, zaman­
la Avrupa'da görülen gelişmeleri takib edemez, olmuşlar ye eski usûl­
ler ile düşmana mukabele edebileceklerine dair olan inançlarını de­
ğiştirmeyerek, ilmin getirdiği yemlikleri takib: etmekten ve kabulden
ıızak kalmışlardır. Modern ordu şevkini «çocuk oyuncağı» sanan ve
daha -kötüsü, modern harb san’atını hafife, alıp aleyhinde- bulunan
ve-diğer milletleri örnek almayı dîne aykırı Şayan zihniyeti eleştiren
Seyyid Mustafa, sadece «cesaret ve yalnızca şecâ'at» ile düşmana
mukabele edilemiyeceğini ve - Osmanh Devleti gibi kaynakları her
cihetten bol ve zengin olan bir ülkenin düşman.karşısında ne dere-,
çelerde müşkül bir durumda kaldığını, zaman zaman acı ifadelerle
dile getirmektedir:
c:
;:
, rSeyyid Mustafa daha sonra bu hususları büyük, bir titizlikle, gpz
önünde tutan III. Selim’in, Avusturya; ye Ruş,¡. savaşları ., akabinde
(1791/92),, devletin kuvvetlendirilmesi için giriştiği, faliyetleri ele,
almakta ye «îrâd-ı Cedıd Hazînesi>>nin, kurularak, «taiîm -i asker ve
techîz-i tedârükTi sefere, jbtidâr» olunduğunu anlatmaya başlamak­
tadır'. «Levent Çiftiiği» ve «Selimiyye Kışlası»nın kuruluşu, «î^izâniTi
Cedîd Qrduşu»nun, teşkili gibi konular-bu meyâpda zikrettikleri ara­
sındadır. Daha sonra, «Nizâm-ı ,Cedîd»in Anadolu’ya teşmili hususu,
hakkında önemli bilgiler vermekte ve, çeşitli ŞancaMar’da teşkil edilen
talimli aşker sayısının dökümünü yapmaktadır. Bu konuda verdiği
bilgi, Ceyat Paşa’nın,, «Taşra, ve, yilâyâtta aşâkir-i ;mezkûrenin ne
sûretie. teşkil olunduğuna dâir elde olan tevârîh-i meşhûrede bir kayd
ve malûmat» olmadığını söylediği, (ye, «aradığımız tafsilât ma‘a-ziyâdetin işbu eserde meycûd»dur4a dediği ıhususlarla ilgili olup, .bu
yönden ayrıca kıymetli bir «kaynak» özelliğine sahiptir. Seyyid Mus­
tafa, «reciment reciment tertip edilen»,bu askerlerin, «taMika» ye
«artilarya>> konularmda nasıl eğitildiğini ve bu .işte ne kadar-büyükbir başarı kazanıldığını anlatırken, eğitilmiş bulunan bu düzenli as-,
kerlerin, halk arasında dünyada hiçbir askerin kendilerine karşı
duramıyacağına inanılan Rumeli’deki «Dağlı Eşkıyâsı» karşısında
sürdürdüğü askerî harakâttan başanh bir şekilde çıkmış olduğunu
özellikle dile getirmektedir.
,
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS Â U E S Î
429
Risale, müellifin, «îrâd-ı Cedîd Hazînesi»nin gelirlerinin giderek
arttığı, talimli askerin ise' geniş bir kabul görmekte olduğunun ve
«Tecdîd-i Devlet»in mümkün olabileceğine dair olan inancının serdi
ve bu gelişmelerden duydüğu coşkunluğun ifadesi ile sona ermektedif.
r■
v;..- :
...........
•,
1803 senesinde Risâle’yi bastırmış buİunan Küçük Seyyid Mus­
tafa’nın bu eserini yine aynı sene içinde kaleme almış olduğunu kabul
etmek lâzımdır. Zira, Risâlesinde değindiği gibi, Nizâm-ı Cedîd aske­
rinin Rumeli’deki «Dağlı Eşkıyâ»ya karşı kazandığı zafer hakkında
bilgi vermesi bu hususun en kuvvetli delilidir. Dağh Eşkıyâsı45, dev­
leti uzun zaman, uğraştırmış ve m. Selim’in, «Dağlılar mâddesinde
gazabımı hazm edemiyorum. Bu hınzırlar bizi âleme maskara etti­
ler»46 dediği gibi, devletin prestijini sarsan bir olay olmuştur. Rume­
li’yi kasıp kavuran bu eşkıyalığın uzun zaman ortadan kaldırılama­
ması, halk arasında bunların yenilmez ^olduklarına dair sakat bir yar­
gının yerleşmesine yol açmıştı. 1803 kışında hüküm süren «kış, kar,
yağmur ve çamura»” rağmen, Nizâm-ı. Cedîd askerinin bu eşkıya
karşısında kesin bir zafer kazanmış olduğu çeşitli kaynaklarda yer
alan bir husus olmuştur16.. Nizâm-ı Cedîd askerine yaygın bir hayr
ranlık da.kazandıranDağhEşkıyâsı’mn tedibi hakkında verilen bu
son bilgi, Risâlenin 1803 senesi, içinde,telif edilmiş olması , gerekti­
ğinin yeterli bîr, kamtıolmahdır.
i
■
■
-i i
:/ â
¡ - - - :
:j,
:
:
.■.
_ ■O1' " ■
-■
■ ■:
.b
45 T afsila t için fokz. Y ü cel ö z k a y a , OsmanlI İm paratorluğunda D ağlı
İsyanları, 1791-1808, A n k a ra 1983.
'
46 B A . B H . N r. 7538. H a tt-ı H üm âyûn sûreti.
47 H ülâsatü’ l-K elâm f î R eddV l-Avâm , A . U çm an neşri, s. 64; TOEM ,
3 7 /4 2 ilâvesi, İstanbul 1328, s. 31.
.-ü'
J
? 48 A h m et V âsıf, M eliâsm vilrâsâr v e hakaîkü’T^ahbâr, İst. :tîni. K ütb.
T Y . Nr. 6013,.-v.' ';244b; H ülâsatü’ l-Kel&m, a y n ı yerler;. C evdet. Tarihi, V II,
257.
K E M A L B E Y D İL L Î
430
III — RİSÂLE’NİN TÜRKÇE YAZMA NÜSHASI* _
(v. lb ) Mühendis Mustafa bin Abdullah’ın Lkendü hâlinden ba­
hisle İstanbul’da ta‘lîm-i asker ve ta‘mîm-i ulûm-ı hendesiyyeye
dâir bu esnâda meşhûd olan gayret ü himmet-i şâhâneye mütedâir
Fransız lisânı üzre tahrîr ve tab' etdirdiği risâleçiğin mukaddimesi
fcercemesidir.
1A
MUKADDİME
' '" '
Astâne-i Aliÿye’de tevellüd idüp hâl-f sévâbëtimden berü fünûn
ü ma'ârif tahsiline heveskâr ve bu vech ile kendü hâlimi mütalâ’adan nâşî ba‘zı feylesofân-ı hikem-şinâsânın rçdd eylédikíeri meyl-i
tabi‘î ; ve fıtrî keÿfiyyetihi inkâr edememek derecesinde hemân ol
hâl ile Dünyâ’yaJgeldiğimi diyebÜirüm. Zikr olunan f ırkâ-i hükemâ
mezhebince insanda cümle ma'lûmât* kisbî ve âfizîdir. Bilâ teslik
( c*U_İ )a meyi ü rağbet maddesi niçe tabi‘î olabilür. Ve kaziyye-i
mezkûrenin isbâtına deliller çokdiır. Ve ekseriyâ câri olan yâkı'â
budur. Kaldı ki, şâzz makûlesi olarak buna muhâlif hâletler görül­
memiş değildir. Ez^cümle ezmine-i sâbıkadâ Paskal dedikleri. Fran­
sız musahüifin hakkında, meşhûd ve müfcevâtirdir ki, hâl-i ' sabâvetinde bir ahaddan tahsili maznun olmayan sûretle Uklidis’m. otiıziki
ebhâs-ı hendesiyyesini kendü karihasından bulup serd-ı âhar ile
halline destres olmasıdır. İşbu mahz-ı hârik-i âde olan hâlete karîb
muharrir-i hakirin hakkında mahsûs olan keyfiyyettendir ki, vâlid
ü akraba vü kurenâmdan birisinin fiinûn-ı hendesiyyeye zerre kadar
intisâbı yoğiken (v. 2a) ve fünûn-ı mezkûrenin ta’bîrâtmdan olsun
bir lâfz sem‘i kar‘ etmek muhtemel değil iken, mel‘abe-i tıflânem
devâir ve zevâyâ tersimi ve hutût-ı mütesâviye ve eşkâl-i mütenâsibe-i sâirenin hemsinnlprime çep ü râst tefhimi kaydından ibâret
olup, zemîn-i arz üzerine hayâli tarh eylediğim resimlerin tesâvîsini
icrâ zımnında pergârın lüzûmunu hiss ü derk ile ol âletin ism ü cis,
* T ü rk çe yazm a n üshayı kontrol edén v e g erek li düzeltm elerde bulıınan
hocam sayın P rof. D r. B ek ir K ütükoglu ’na teşek kür ederim . "
1 « S â h ib -iş e k l; qu alité1naturelle ; n átürliché B esch affen h eit» anlam m a g e ­
len bu kelim e için. bkz. J; Th. Zenker, D ictionnaire T u rc-A ra b e-P ersa n , L eipzig
1866, I, 283 v e 321.
S E Y Y ÎD .M U S T A F A V E R İS A L E S İ
431
mindenrgâfü olarak ibtidâ ikh ufak kazığa bir- resen :akd eyleyüp
uğrâşdığımı v e' dünyalara mâlik olmuş kadar mesrûr olduğumu
der-bâtır ederim. Ve günlerden bir gün pederimin mâlik olduğu ba­
yağı bir dûrbînriler mebtâba bakup, Kamer’in küriyyet şeklini huz:
zâr-ı meclise ihbâr eylediğimi bilürüm. ; Ba'dehû bülûğa erüp ötede
berüde kemâl-i tecéssüs ile bu m isillüâlâta dikkat ederek, rub‘-ı
dâire çizmek, ve dahi nice cüz’iyyât ile' meşgül olarak lisân-r Arâbî
ve Türkî’yç müiercem UMidis ve şâir ‘ütekt’-i musannifinin kütüb
ü risâlâtmi görüp,hhl-i İslâm hocalarından, bunların miyânmda her
ne kadar amelîsinden, bî-behre ise .dahi hèndesiyyâtm iirnısirıi ğiîzelce bilür merhum Gelentíéli İsmail Efendi idi ki; ândan ilöğaritmus
hisâbinı ğörmüşidîm: Fünûn-ı mezkûreye intisâbı olan kimesnelerin cümlesini dëyr ile her. né kadar müştagil oldum ise bir vechilfe
bencté eser-i ğinâ görülmeyüp mümkün olmadığına binâen, Avrupa
tarafıhdân ğelen âlât ve resimlere dikkat etdikce işbu âşık olduğum
fünûnun hayatı ol diyârlarâ mütehassıs idüğü mütërèssim-i zih­
nim oldukça râhat edemeyüp, vusûlün tarîkına mübâşeretden gayrı
çâre vü tedbîr olmadığını cezm eylediğimde, ibtidâ hendese'“kitâblarıhın ibâresini okuyacak kadar mütedâvil olan Fransız Lisânı­
nın tahsiline inübâdèret ve ba'dehû mü’ellefât-ı erbâb-ı fünûnâ
(v. 2b) sa‘y ü ’ dikkat eyíemek üzre karâr vérüp, âşık u heveskâr
olduğum ma'İumâta ” destres-i vusûl tahayyülü ile; zamân-ı kalîldè
Fransız ibârelerini fehm idecëk kadar lisân-ı. mezkûre bızâ'a-P tah­
sil eyledim. Akabinde sehlü’l-edâ olan W óíf ve Ozanam vë Bellidor
ve şâir bunlara mânend musanniflerin ‘ mü’ëllefâtiyïa' iştigâle müsâra'at eyledim. Ve. ol vakitde fehm ü idrâkim resîde olduğu derece­
den çok ziyâde mersûmlarm dahi te’lîfâtmdan ma‘lûmâtsbulamayup,
kimi tâfsîl ve kimi ihzâr ederek, herbiri bir tavr-ı diğer ilfe ebhâs-ı
hendesiyyeyi serd etmeğe,1ebhâs-ı mezkûrenin fenn-i muharebe ve
fenh-i mi‘mâfî-i seferide üsul-i isti'mâlleriıiih kayâ'idine dâir tatbîkh'sûretini0 tâhkîka savâşdığımdâh7 kütüb-i mezkûre dahi me­
ramın icrâsı bâbında nakıs görünüp, cebr-i mukabele hisâbı elimde
oldukça bî-tékeffiilâne bir âlet hâsıl olmağla, anin i'ânesi muhzâmm
olarak zihnime gëlen miüşkilât-ı ebhâsın halliylé mütevâğgil vè
ni£âyet-i kâr seyahat tarîkıyla Avrupa’nın bâ‘zı mahâllerini ğeşt ü
güzâra ârzû edüp, bir vesîle-i cemileye dîde-güşây-ı intizâr ikeh,
ulûm” u fünûna” mahabbet t f i ’tibâr kâr-ı hükümdar idüğünü bilup
anınla iştigâl ü iftihâr eden Pâdişâhımız ki, hakikâtiyle zâtını tâV-
" K E M A L B E Y D ÎL L Î i
432
sîf etsem dâhi tavr-ı sitâyiş-i'muharrirîn-irinutekaddimînden mâilûm
olan tenf irine mebnî, şâyed bu eserim yedine varmak itibârına
nâil ohır ise-râyihârî müdâhehe ile bîkâr ohnamalarıyçün, [Mısr]a‘
- c.J ^
c-ijfjl j.1.* _
jnjT,\ ^-u
-mısdâkmca sâhib-i şevket
Sultan Selim Hân..Hazretleri, Tersâne-i Âmire’ye karîb Südlüce
nâm mahalde Jjir bâb Hendesehâne müçeddeden bina im inşâ­
sına irâdesinin havâdisiyle, seyahat; mâddesinde olan Hâhişim ta'dîl
olunup/ bir eyyam, dahi .tevakkufu tasvîb eyİedim ve kendü vatamm (v. 3a) dâhilinde tahsil- ü istifâde: ve -belki fâ ’ide-dâde olmağı
tecviz eyledim. Vakta ki, Hendesehâne-i cedîde-i mezküre, .vücûda
geliip, üstâzlar ve neferât ye şâgirdâna,m&’âşlar tayın olıındukda,
bundan, on sene mukaddem bu muharrir-i hakir dahi şâgird tahrîr
olımdum. Lâkin, ,ayn-ı"nâsdan biri olarak’ iştigâl üzre iken fiinûn-î
mezkûreden külliyyen bî-behre olan ekser nâsın mahzarında çalış­
mağa başladığımızda, her taraf dan ta'rîzât hücum edüp, cehalet
sadâsı ve nadanlık nidâsıyla,. «bu kâğıdlar üzerine’ bu çizgileri ne
çizersiz, bpnün ne fâ ’îdesi yardır, harh ü peygâr cedvel ü pergâr ile
olmaz» ve bunun emsali nice cehl-i fâhiş ve tecribe ve ârâyiş-iulûm
ü fünûndan beri kalmış eyzât ile âzürde olarak bir eyyam ğeçırdikden sonra, nâsın, bu bâbda ilzâmlarından me’yûsiyyetîmiz- evânında,sâhib-i şevket Sultan Selim Hazretleri şâir menâznn ile dahi
meşgül ve âhâd-ı nâsa varınca cümleye asker tâ'lîmi mâddesinde
fevâ’id isbâtmı me’mül ederek, kendâİ-i sa‘y üzre idüğünden fâzla,
bizlere dahi aralık aralık atf-ı nigâh ediip, oldukça eliriüzden iş gel­
diğini teferrüş edicek, tasmîm ii ta'yîn eylediği mahaller içün ze­
mine münâsib adlâ'ı gerek münhanî ve gereli mütenâsib ba‘zı
buk'acıklar resimlerinin tastîrini tenbîh ve kavâ‘id-i mi'mârî-i as­
kerî üzerine ilel ü eşbâblarm bizlere bahs itdirerek, seyânih-i mezkûreyi ba‘de’l-i‘lân. nühiûne,olarak öl kal’a-beçeleri Mirahûr Köşkü
sâhasma ve Ok Meydanı ve Lçvend Çiftiiği ve böyle civâr-ı Âstâne
olan yerlerde ma'rifet ü nezâretimiz ile toprak ve çimden seğirdim
ve tabya ve hendekler i‘mâl ü inşâ ve ba'dehû kâ‘ide-i harb üzre her
ne kadar müstahfız neferât vâfî ise derünlanna yaz‘ (y. 3b)’ u imlâ
ve reşm-i muhâfazâ vü muhâsarayı aynıyla icrâ etdirüp ve bunlara
mânend niçe emsal ü (tecârib) ile fenn-i harbde mühendislerin lüzûmunu ve, ta'lîmlü asker fevâ’idini âleme izhâr ü isbât ederek gereği
gibi rağbetlerini , isticlâb eylemişlerdir.; Ol rütbekim, el-hâletü-
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
433
hâzihî hendesehâne-i mezkûrede şâğirdânm kemâl-i hücûmundan
hiçbir vakit hâlimiz olmayup, matematikamn eemî‘-i tafsîlât-ı fünûnunda be-her yevm başka başka dersler okunup, her birisinde
alâ-merâtibihim şâgirdler mülâzemet ü müdâvemet ederler ve kadr
ü i'tibânmız vefîr ve- m a‘ aşl arımız kesir olup, günden güne dahi
izdiyâd' üzredir. Ancak Pâdişâhımız bu hâle kanâ'at etmeyüp,
cemî‘-i tahsilât-ı fünûn-ı harbiyyede bizlerden derece-i kemâl matlûb eder. Ve Topçu ve Humbaracı ve Lâğımcı zâbitleri beyninde
hendesehânemiz şâgirdleri bulunup, anlar dahi kenetlilere lâzım
olabilecek kadar fenn-i hendeseden' gafil olmamalarını iltizâm eyler
ve müceddeden basdınlan Atlas ve. Türkî lisânında tercüme etdirilen iCoğrafiyye ve Lügati münâsebetiyle, havza-i hükûmet-i Devlet-i Osmaniyye’de bulunan Asya Kıt’ası haritalarında adem-i vu­
kuf hasebiyle niçe mahallerin hatâdan sâlim olmadığını tahkik etmeğle,-. müceddeden kemâl-i dikkat ü taharrî: ile ol mahallerin hari­
taları çıkarılması husûsu .taraf-ı şâhâneden mültezem olup, işbu maslahat-ı hayriyyeye ine’mûr kılmacağımızdan nâşî me’müriyetimizden tevellüd ideeek' âsârın peyderpey kütüb ü mü’ellefâtından istir
fâde.ile müteşekkir olduğumuz Avrupa musannifleri üstâzlarımıza
iş‘âr edeceğimizi i‘lân siyâkmda ve asker ta'lîmi mâddesi ve fünûn-ı
hendesiyyeye iştigâl keyfiyyeti bundan mukaddem ve bu hilâlde îsr
tanbul’da ne sûret kesb eylediğini oldukça ifhâm- ü beyân ma'razmda
işbu risâleciği Fransız Lisânı üzre tahrîr edüp, (v. 4a) Üsküdar’da
müceddeden tanzim, olunan Darü’t-tıbâ‘a’da tab' etdirdim. Mercûdür. ki, kırâ'atma rağbet edenler ecnebî bir kimesnenin tahrîr ü ese­
ri olduğuna hürmeten, Fransız ibâresinde bulunabilecek hatâlardan
iğmâz-ı ayn edeler. Ancak mevdâdd-ı meşrûhaya dâir bir nev‘i tafsîl
mm'âd ederleri olur ise, bu muharrir-i fûkîre dostlar vâsıtasıyla ihbâr eyleyeler.
'
v •'
ASIL MÂDDE
Bu kâr-gâh-ı âlem ve tez-gâh-ı âdem bir karârda durmayıip her
dem ü ân zemân başkalanur ve be-her devr ü evân cihan diğerlenür.
Ve bi’l-cümle milletler tagyîf ü tebdil ve devletler usulü rdâhi tahvil
olunur. Ulûm ü fünûn aktâr-ı âlemi devr eder ve ma'ârif ü sanâyi*
mevâki‘-i müte'addideyi merkez ittihâz eylercesine lütf ile mu'âmele
edenlere ittibâ* u iktidâ eyler. Kazıyye-i müselleme-i mezkûrenin
434
KEM AL, B E Y D İL L Î
delâ’ili vefîr olup, ancak garâ’ib-i târihin fevâidindendir ki, ibtidâ
çalar sâ'ati nev-îcâd olarak Hârûnü/r-Reşîd hem-vakti olan Fransa
Kralı Fransuva Prömiyer [
] ’e hediye eylemişdir. Hâsılı elyevm Avrupa’da fünûn u ma'ârif ile müştehir milletlerin hocaları
‘ütekâ’i Lâtinîler ve anların üstâzları Yunan ve bunların mu'allimleri
Acemiler ve Mısrîler ve Hindiler olup, takalliib-i ezmân ve televvün-i
cedîdân hasebiyle fî-yevminâ-hâzâ üstâzân şâgirdâna muhtâc ü hayfân idikleri ayândır. Eslâf-ı Pâdişâh-ı Âl-i Osman, Yunan ve Acem’den
bakıyye buldukları tertîbât-ı askeriyyeye vaktin mütehammil olduğu
sûret-i kemâli verüp bu bâbda tensîk-i menâzım ve tecdîd-i ahvâl ey­
lemişler idi. Ve ile’l-ân esâs-ı fenn-i muhârebe add olunan tertîb-i
tabur ve cenâheyn-i yemin ü yesâr ile kalb (v. 4b) ve çarhacılık ve
dümdârlık ve bunlara mânend harekât-ı harbiyyeyi asâkir-i Osma­
n i y e ’ye icrâ etdirerek, top ve humbara ve envâ‘-ı âteş-bâzî der-kâr
olmayan mevsim-i mezkûrede dâhil-i dest-i zabtlan olan mevâki* u
mahalleri muhâfaza zımnında işbu mürekkebü’l-hâl fenn-i iştimâl-i
âteş gibi hâllerde mess eyleyen ihtiyâç üzre binâ vü inşây-ı burûc u
sugür u husûn içiin vücûbiyyeti müsellem ulûm-ı hendesiyyenin
cüz’-i lâzımı olan fenn-i teslisin kavâ'idini bilerek ve ana muhtâc ol­
mayarak, sâdece müdevver ve çâr-köşe eşkâlli kuleler ve vüs'atsız
hendekler ve seng-endâz sapancılara ve kemânkeşler ve mızrâkzenlere ve hışt ü külüng ve bu misillü âlât-ı kadîmeyi isti‘mâl edenlere
siper olabilecek kazıklar ve şeranpolar vaz'ıyla iktifâ ve ol veçhile
husûm-ı cehâlet-melzûmlarma izhâr-ı celâdet ve gereği gibi müdâfa'aya mübâderet şöyle dursun bu kadarcık ahvâl-i ma'rifet iştimâl-i
harbden bî-behre milel-i Rumiyye ve Bulgariyye ve F ren g iy e’ye
îrâs-ı ru‘b u haşyet etmiş oldukları müberhen bir keyfiyetdir. Mi­
lel-i sâ’ire dahi mukabele bi’l-misle ri'âyet kâ'idesinin ehemmiyetini
derk ü teferrüs ve derece-i kemâlde i‘mâl-i fikr ederek, ibtidâ müdâfa'aya kesb-i kudret ve hezâr mihnet ü meşakkat ve vücûh-i hile
vü ma'rifetle endek endek meşhûr-ı âfâk olan Osmanh yürüyüşlerin­
den taburlarını muhâfaza etmek derecesine reşide olmuşlar, ancak
mertebe-i mezkûrede durmayup külle yevmin îcâd ü ihtirâ‘-i âlât ü
vesâil-i mütenevvi'aya mebnî yekdiğerine tesâbuk kasdıyla ulûm ü
fünûn-ı hendesiyerün cemî‘-i mesâilinden iktibâs u istifâde ile makâm-ı harbda isti'mâli iş edinerek selâmet-i cân ve muhâfaza-i sükkân
ve müceddeden zâbt-ı memâlik ü büldân ve kesb-i nâm ü şân edecek
esbâb-ı müteferri'aya destres oldular. Hattâ miyânelerinde vâki' ge­
S E Y Y lD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
435
rek galebe ve gerek mağlûbiyyetden istifâde ile (v. 5a) kesb-i mehâret ii tefennün edegeldiklerine delil olarak Avrupa devletlerinden
ba'zılan devletlerini hezâr mihnet ile tecdide sa‘y-i bî-şümâr ediip,
sanâyi‘-i harbiyyeyi taht-ı nizâm ü intizâma idhâli ve zâbıta-i askeriyyeye her ne kadar ihtimâm-ı bî-hemâl gösterdiler ise dahi, dilhâhları olan sûret-i kemâli görmeyüp hasmı ile vaki* muhârebâtında
müteselsilü’z-zuhûr mağlûbiyyetlerinde, «mağlûb oldukça da ta'allüm
ederiz» diyerek, tesellisini ketm ü ihfâ etmeyüp, Ceneraller ve Ofiçyallerine i'lân ederler idi. Vâki‘ii’l-hâl miiddet-i medîde mağlûbiyyetlerinden sonra gâliblerde mu'ayene eylediklerini taklîd etdirerek
mertebe-i lâzuneye vusûl ile husemâsma gâlib geldikleri ve ol muhârebe esnâsmda kayd ü esre giriftâr olan Ofiçyallere lütf ile mu‘âmele ve «hocalarımıza ikrâm vâcibdir» deyü, isbât-ı müdde'â eyle­
dikleri tevârîhe vukufu olanlara zâhirdir. Gelelim üstâzân-ı kudemây-ı Osmaniyyâna: Galebât ü fütuhât-ı lâ-yuhsâya rabt-ı kalb ile
kesb-i i'tinâ ediip, «milel-i sâ’ire her ne kadar i'mâli sanâyi* ederler
ise bir uğurdan darbe vü hücûm ile izâle-i cemâ‘at-ı hüner-perverâneleri mümkindir» deyii i‘tikâd-ı kadîmleri kerrâten ve merrâten
te’yîd olunmak vukû‘ bulduğundan nâşî, esbâb-ı zâhire ve vesâil-i
hakîkıyye-i galebeden külliyyen ‘udûl ve kendiilerinde cümleten zühûl vâki' olup, nev be-nev tahsîl-i ma‘mârif-i lâzimeden kaldılar. Ol
mertebe kim, harb ü cidâlde icrây-ı reşm-i hendesî ve nizâm-ı ta'lîm
üzre mütefennin askerin harekât-ı mütenâsibe ile iktihâm eylemesi
mel‘abe-i sibyân gibi bir keyfiyyet görüldü. Ve bundan eşna‘ her milletde az çok dâimâ bulunan câhiller dahi zikr olunan san‘at-ı a‘lâyı
bir bâb-ı ta‘n ü kadh edinüp, milel-i uhrâya mümâselet ü müşâhebet
keyfiyyetini gûya dîne dokunurcasma mu'âmele göstererek, sâde-dilân-ı cehele-i nâsı ol yüzden taglît ve dakîka-dân olan (v. 5b) kimesnelerin aleyhine taslît etmek gibi cümleye farz olan mukabele bi’lmisl kâ'idesine ri'âyet kazıyyesini milel-i sâ’ireye dahi ber-aks bil­
dirmek mertebesine îsâl ile, Osmanlı hakkında olan i'tikâdlarını teş­
viş ü ihlâl ve niçe hurde-şinâsân mü'ellefân u müverrihânı bu bâbda
iğfâl eylediler. Vaktâ kim, bu hâlet-i nâ-marziyye hasebiyle refte
refte fenn-i muhârebede milel-i mütefennineden gerü kalup, hemân
sâde cesâret ve yalnız cevher-i şecâ'ati der-pîş ile mukabeleye savaşıldığm ve bu sebebden nâşî Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye gibi mahsûlâtı vefîr ve memâlik ü sekenesi kesîr ve esbâb-ı kuvvet ü kudre­
tinden bir hâletin fıkdânı der-kâr olmayarak, rûy-i arzda mevcûd
436
K E M A L B E Y D ÎL L İ
devletlere cihât-ı mütehevvi'a ile tefevvuku :âşikâr olan böyle devlete
bir nev' za‘f-ı ârızî isnâd olunmak derecesinde hemân musavver-i ezhân-ı in ü ân olduğun erîke-i ecdâdına su'ûd u ku'ûd eylediği anda se­
lefi ‘amm-i büzürgvâri; evânında açılmış sefere tesadüfü ve bu bâbda
niçe mütâla‘ât-ı sabıkası hasebiyle mâlik olduğu akl-ı selim ve tab‘ ü
zihn-i müstakimine binâen, sâhib-i şevket hâlâ Padişâh-ı Âl-i Osman
Selim Hân-ı Sâlis Hazretleri teferrüs ü teyâkkun eyledikde, her ne
kadar şugl-i sefer mâni' ise de, der-ceng-i evvel hiç olmazsa vükelây-ı
devletinin gûş-i hûşlanna ilkâyı, iltizâm u derbest olan sefer gâ’ilesinin def' ü itmâmı akıbinde şürû' üe, evvelâ îrâd-ı Cedîd Hazinesi’ni
îcâd ve sâniyen ta‘lîm-i asker ve techîz-i tedârükât-ı sefere ibtidâr ile
kışlaklar ve kârhânelei» inşâ ve fünûh u ma‘ârif-i mütenewi‘anın intişârıyçün ta'lîmhâneler ve hendesehâneler binâ etdirerek, eshâb-ı
lâzıme-i devlet-i Osmahiyye’ye teşebbüs olunduğunu beyân ma‘razmda bundan akdem Nürmme-i Menâzmı-% Cedîd-i Selîm Hânî olarak
te’lîf ve Fransız ve Türkî lisânları üzre İstanbul tab'hânesi’nde tab‘
ve ba'dehû Avrupa’da dahi birkaç lisâna haki ü terceme olunarak
(v. 6a) basılan risâlede mezkûrdur. Ancak ba'zı tecribfe-i. kâr-ı savâbdan gafil ve ulûm u fünûn lezzetini nâdân ü zâhil, usûl-i atîka
ile me'lûf eshâb-ı re’y-i fâ’il kimesnelerin kâl-i hâline bakılsa, ol külli
himmetler ve bezl-i cell-i kudretler risâle-i mezkûrede mevcûd ıhukaddimât-ı menâzımda kalup, lâzım ü vâcib olan kemâle ermek emr-i
müstehîlü’l-imkân ve’l-fi‘âl idi. Lâkin mevâdd-ı hayriyyede şebât ü
metâneti mesellem olan sâhib-i şevket Pâdişâhm âslâ ve kat'â şevk u
gayretine fütûr gelmeyüp, azîmet-i sâbıkasmda pâyidâr olarak, bu
emr-i ehemmin lâyıkı üzre itmâm ü ikmâlinde bezl-i iktidâr eyledi.
Binâberin Levend Çiftliği nâm mahalde vâki'. kışlakları tevfîr ile
neferâtmm külle yevm teksirine ikdâm eylediğinden başka Topkapüsiı’nda vâki' Saray-ı Hümâyûnlarına, karşu mahmiyye-i Üsküdar’da
Kavak Sarayı demekle arif ki, Kalçedonya dedikleri şehr-i atîkm bakıj/ye-i cıvânna yakındır. Makâm-ı mezkûr hevâ vü mevki' cihetiyle
lâ-nazîr, eslâf Pâdişâhların Anadolu yakasmda Saray-ı be-nâmlan
idi. Anda fenn-i mi‘mârî-i hendesî üzre bir kıt'a mükemmel kışlak
ve pîşgâhmda evsa' ta'lîm meydanı ve bir câmi‘-i şerif ve hamâm ve
büyüt ve dekâkîn ve cümle levâhik ü levâzımı ile hemân bir şehr-i
cedîd binâ ve cemî‘-i ma'ârif ü sanâyi'e dâir ve envâ‘-ı kütüb ü hari­
talar tab' olunmak içün kebîr bir Tab'hâne dahi inşâ ederek, sekiz-on
bin kîse akça sârfıyle erbâb-ı ulûm ü fünûnun teksirine ve mu'allem
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E RİSÂL/ESİ
437
asâkirin tevfîrine dâir bâki ve ân be-ân müterakkî vü müzdâd olan
rağbetlerin cümleye müceddeden beyân ü inhâ ve nakş-ârây-ı levh-i
zamiri olan tevfîr-i miknet-i devleti işbu kubbe-i ra'nâ ile temhir
eyledi.;
Pes muâllem asker tertibine dâir ve Avrupa düveli tarafından
ri'âyet olunan suver-i müstahsene-i âdiyyenin tahsiline mütedâir
mebzul olan himmete mebnî Levend Çiftliği ve Üsküdar câniblerinde
cem' ü ihtişâd olunan (v. 6b) asâkiri kemâyenbagî recimend olarak
temyiz ü tefrik ve neferâtın ziyy ü kıyâfetleri ve başlarında barata
ve elbise-i yekrenk" ve serkerdegân dahi alâ-merâtibihim alâmât-ı
mahsûsa ve işârât-ı mu'tebere ile tahsis olunarak, Avrupa usûlüne
tatbik ölünağeldikleri zâhir ve bundan mâ'adâ nizâmât-ı ta'lîm ü
ta'allüm ve rabt ü tensik kılındığı asâkir-i mezkûre bi’l-münâvebe
külle yevm Ocakları pişgâhmda vâki' sâhalarda cem' olunarak, sâde
âteşsiz ta'lîmi icrâ ve haftada iki kerre âteş ta'lîmi ve fürü'âtmdân
olan eşkâl-i mütenewi‘a-i muhâceme vü müdâfa'ayı göstermek ve
kâ‘ide-ı harb üzre intihâb-ı mevâki' ve zabt ü tebdîl-i mekân ve muka­
bil olan fırkanın verâsmı devr ile ta'kîb ve îrâs-ı perîşânî ve gâlibiyyet gibi mürekkeb ta'lîmlerini mezîd-i vakt ü i'tinâ ile ifâ edüp, şöyle
kim, Avrupa’dan müsâfereten Âstane’ye vürûd eden seyyâhînin dahi
tahsîn-kerdeleri bir keyfiyyet idüğü vâzıh ü âşikârdır. Hâsilı bir
târîhde işbu hâletin husûlünden me’yûs olan kimesneler dahi zarûrî
teslim eylediklerinden mâ'adâ, zümre-i nâdân dahi müşahede edince
rağbet-i nâşa anlar dahi munzamm ölmakdan gayri çâre bulamadık­
larından.nâşî, fevc fevc derûn-ı Âstâne ve etrâfdan kendü ihtiyârlarıyla ocaklara seğirdüp tahrîr olundukları müstebân olup, ekâlîm-i
mu'tedile ahâlisinin merkûz-ı hilkatleri olan isti’dâd-ı zâtiyyeleri
muktezâsmea fenn-i muhârebenin fürû'âtmı ve ta‘lîmât-ı mu‘tâde-i
sâ’ireyi vehle-i ûlâda nakş-ı zihn eyledikleri ‘ayândır. Ve bu mâddeye delildir ki, asâkir-i mezkûr enin zâbitân. ve serkerdeleri bizim
hendesehâneye gelüp, ulûm-ı hendesiyye dersierini istiüıâ' eyledik­
lerinden nâşî kuvve-i zihinlerine bizler dahi hayrân olduğumuz çokdur. Elhâsıl Âstâne ve etrâfından bi’l-ihtiyâr tecemmu' eden mu'alİem
piyâdeler recimend recimend taksim olundular ve Tophâne’de olan
asıl topçu (v. 7a) neferâtından mâ'adâ Recimend Topçuları dahi
mahsûs olup, gerek neferât-ı merküme ve topçuları ve gerek süvârileri bir mertebede mehâret kesb etdiler ki, ehl-i fenn olan bir ki-
438
KEM AL. B E Y D İL L Î
mesne vehle-i ûlâda mu'âyene eylese ‘ütekâ’-i neferât-ı zahmet-hârândan add ile, «zemân-ı kalîlde bu sûreti kesb eylemiş asker değil­
dir» deyii hükmeder. Asâkir-i mezkûrenin külliyyetlü mıkdâra iblâ­
ğına dâir mebzûl olan himmet-i şâhâneye mebnî, Anadolu’nun ba'zı
mahallerinde neferât-ı vâfiyenin cem'ine ihtimâm der-kâr ve Ana­
dolu Eyâleti’ne tâbi' kazâlardan başka başka külliyyetlü asâkir ter­
tibi husûsuna ibtidâr olunup, el-yevm Âstâne’de mevcûd olan Piyâde
askere ilâve kasdıyla teeribe misillü tiz elden Niğde Sancağı’ndan
bin nefer ve Kütahya Sâncağı’ndan bin nefer ve Kastomoni Sancağı’ndan bin nefer ve Kayseriyye Sancağı’ndan bin ve Beyşehir Sancağı’ndan iki biri nefer ve Ankara Sancağı’ndan iki bin nefer ve Bolu
ve Viranşehir Sancaklarından iki bin nefer ve Akşehir Sancağı’ridan
bin ve Aydın Sancağı’ndan bin nefer min haysü’l-mecmû' oriiki bin
nefer eder. Ol kadar acemi neferâtı geçen sene mahallerinden tertîb
ve ism ü şöhretleri Ocak Defteri’ne kayd olunarak, bâlâda mezkûr
şâir mu'allem askerlerin kavâ‘id-i mu'tebereleri üzre elbise ve esliha
ve levâzımât-ı sâireleri tekmil olundukdan sonra, mehâret kesb etmiş
serkerdegân ma'iyyetlerine ta'yîn olunarak, i‘mal-i esliha ve icrây-ı
harekât-ı muktaziyye-i şâire ta'lîm olundu. Fi’l-aşl erbâb-ı timâr,
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin süvâri askerîleri beyninde be-nâm
süvâriler olmağla, her ne vakt mess eder ise mevcûd bulunmaları
nizâmı cümleye ma'lûm olan keyfiyyâtdan olup, ancak mürûr-ı zemân ile ne veçhile nizâmlarına halel tetarruk eylemiş olduğu .ve sirâyet etmiş sû‘-i etvâr u ahvâlin indifâ’iyle himmet-i şâhâne-i Selîmiyye’ye mebnî (v. 7b) ne sûretle müeeddeden nizâm-ı müstahseneye
rabt olunmuş oldukları kazâyây-ı malûmeden olup, ancak işbu eyâletlü asâkirinden bir mıkdârımn mu'allem asâkire ilâve ile Avru­
pa’da olduğu misillü piyâde mu'allem neferâtı ma'iyyetinde leyi ü
nehâr mevcûd bulunmak üzre Ocaklara rabtı husûsuna irâde olunup,
bunlardan dahi ibtidây-ı emirde Bolu Sancağı’nın zü'emâ ve erbâb-ı
tîmârı Levend Çiftliği’ne ve Hüdavendigâr Sancağı’nm kezâlik zü‘emâ ve erbâb-ı tîmârı Üsküdar Ocağı’na rabt ü ilhâk ve fî-mâ-ba‘d
sefer ü hazarda bir mahalle me’mûriyyet iktizâ eyledikde zikr olunan
Ocaklar askeriyle berâber hidemât-ı lâzimede isbât-ı vücûd eylemek
üzre tanzim olunmuş ise dahi mâdde-i mezkûrenin refte refte kemâle
ermesine dâir der-kâr olan irâdeye mübtenî Anadolu Eyâleti’nde vâki'
bi’l-ciimle elviyede olan zü‘emâ ve erbâb-ı timâr Üsküdar Ocağı’na
rabt ü ilhâk olunmağın, mâdde-i hayriyye-i mezkûreye dâir niçe me-
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R İSÂ LıE Sl
439
nâzim rabfc ü tensîk olunup ve bundan sonra mâdde-i mezkûreye nizâmât-ı müstahsene-i şâire ilâve olunmak üzre karârgîr olan keyfiyyâtdan olup, zikr olunan Ocakların Kanunnâmelerine zeyl olundu.
Ve cây-ı senâ olacak hâlâttandır ki, işbu tahvîlât-ı nizâmiyyeden şâir
eyaletlü ve erbâb-ı ze'âmet ve tîmâr zerre kadar müte’essir olmak
şöyle durusun, tâze hayat kesbiyle, «zîb-i tevârîh-i asr-ı rezîn-i
Selim Hâni kılındık» deyü, azîm mesrûr oldular. El-hâletü-hâzihî
Ocaklara merbût olan elviyeden müretteb süvâriler Anadolu’nun
be-nâm fâris-i çâbük-reftârlarmdan olarak, dört beş binden mütecâviz işbu Ocaklarda mevcûd olup, mu‘allem askere idhâlleri tak­
ribiyle elbiseleri bir yeknesak ve alâmât-ı muktaziyye-i sâireye sûret
verilerek, serkerdâm neferâtdan temyiz ü fark olundukdan sonra
(v. 8a) her iki takımı altışar ay münâvebe ile ocaklarına gelüp, külle
yevmin kışlaları pîşgâhmda Taktika’nm usûlüne tatbîkan süvâri ta‘lîmine mübâderet ve esliha i'mâli husûsuna ikdâm ü dikkat ederek,
harekât-ı mütenâsibenin icrâsıyla tevaggul ettirilüp, bunlardan nevbet ile ocağa gelenleri içün dahi Üsküdar’da süvâri kışlası olarak bir
mahal tahsisi husûsuna mübâşeret olundu. Bu veçhile Anadolu’dan
tiz elden asâkîr-i vefîre tertîb ü tanzim ve yevmen fe-yevmen tekessür ü izdiyâdı esbâbına bezl-i sa‘y-i amîm olmakdan nâşî, Üsküdar'da
vâki‘ Ocak, Anadolu’dan müretteb asker içün nokta-ı cem'iyyet i‘tibâr olunduğu zâhir ü müstebân ise dahi piyâde ve süvâri olarak ta­
savvur olunan mıkdâr u adedin tehmîlini teshil zımnında semt semt
ve taraf taraf kışlak inşâ ve takım takım asker, vakt-ı hazarda ve
hengâm-ı âsâyişde ol kışlaklarda tevkif olunmak ve zikr olunan kış­
laklarda mu'ayyen ta’lîmleri iğmâz olunmayup, dâimen-mâ-dâm serkerdegân mübâşeret ü marifetleriyle icrâ olunmak mülâhaza olun­
mağın, Anadolu Eyâleti muzâfatmdan olan Seydîşehri’nde binbeşyüz
nefer iskân olunur bir bâb kışlak ve Kütahya Sancağı’nda Develi
nâm'mahalde binbeşyüz neferi mütehammil diğer bir kışlak ve Bolu’da kezâlik ikibin neferi mütehammil bir aded kışlak ve Niğde’de
olan Beğlik Sarayı ta‘mîr olunup, bin nefer askeri mütehammil diğer
bir bâb kışlak ve Ankara’da bin nefere vâfi diğer bir kışlak ve binden
mütecâviz neferi mütehammil Kastomoni’de bir kışlak inşâ olunmak
üzre geçen sene irâde vü mübâşeret olunarak, ba'zısı tekmil olup,
birkaçı dahi karîben tekmil olmak üzredir. Kaldı ki, Dârü’s-saltanati’s-seniyye eıvârında olup, kutb-ı asâkir-i (v. 8b) Rumeli i'tibâr
olunan Levend Çiftliği’ne her ne kadar ebniye ilâve kılmdı ise dahi,
440
K E M A L B E Y D İL L İ
bayağı neferatı teksir olunduğundan başka matlûb-ı âlî olan mıkdâr
asâkirin ol tarafda ik'âdı rehîn-i imkân olmadığından, Anadolu mir
sillü Rumeli’de dahi- mahal be-mahal kışlaklar inşâ ve zikr olunan
kışlaklara asâkir tevzî'i mütâla'asina mebnî tiz elden Edirne nâm
şehr-i mieşhûrda Sarây-ı Sultânî’ye karîb mahalde evsa* kışlak binâsma mübâşeret olunarak, Edirne ve havâlisinde tertibi musammem
olan asâkiri dahi mârii’z-zikr kışlaya iskân ile ol mahalde dahi ta'lîm
ü ta‘allüm-i asker maddesine himmet-i şâhâne masrûf buyurularak,
derdest-i tanzim olduğu zâhirdir. Kaldı ki, cümleye ma'lûm olduğu
üzre bu mâddenin su'ûbeti evvel emirde kuvveden fi‘le ihrâcı ve usûl-i
müstahserieye ifrâğıylâ cümleye haseniyyâtını i‘lân ve tabî‘at-ınâsı
bu tarafa meyi etdirmeğe menût idüğü bedihî vü celi olmağla, hamden
li’llah-i Te‘âlâ- işbu tertîb himmet-i şâhâne ile müstekarr olup, Âstâne’de mevcûd askerden başka geçen seneden berü Anadolu cânibinde
onikibinden mütecâviz asker tertibi kemâl-i suhûlet ile vücûda gelmeğle, birkaç sene bu tertibe ri'âyet olunarak az vakitde lüzûmdan
ziyâde ve müretteb ü mu'allem asker mevcûd olacağı ve bunlardan
başka, Topçu ve Humbaracı ve Lâğımcı neferâtı el-hâletü-hâzihî lü­
zumu dereceye bâliğ olup, nizâmâtı ve ta'lîm ü ta'allümleri kemâle
reşide oldu. .
Ve- işbu Ârtilarya takımında müceddeden tertibe ihtiyâç kal­
madığı ve Tersâne-i Âmire’de olan Donanma-yı Hümâyûn sefâyini
velhâsıl kuvvet-i bahriyyenin dâhi az vakitde ne ğûne sûret-i haseneye girdiği Âstane’ye tevârüd eden Avrupalu dostlarımızm (v. 9a)
re’ye’l-ayn m'eşhûdları olan kazâyâdan olmağm anların tafsilinden
sarf-ı nazar olundu. Bu dereceye reşide olmuş asâkir-i mürettebe-i
mezkûrenin ahvâlini muttali* olarak, zevât-ı ma'dûde değil âhâd-i nâs
dahi menâfi‘-i lâ-yuhsâsma im‘ân-ı nazar-ı iz‘ân ile külliyyen fâriğ-i
hezeyân olup, lâyık olan ta‘zîm ü şânı edâda hatm-i şikâk ile yekzebân-i vifâk oldukları esbâbmdan dahi biri zikr-i âti vâkı'adır ki,
bu tahrîrimizi kırâ'ata tenezzül eden râgıblar beyninde mevridini
bilmeyen var ise, mahzüziyyetleri me’mûl olmağla menşe’inden bahs
olunmuştur.
Devlet-i Osmaniyye hem muktaziyyât-ı dîn-i: îslâmiyyûn olan
cihâd farzı.hasebiyle ve hem galebât ü muhâcemât üe neş’et ü istiş1ârı ve te’yîd ü istikrârı haysiyyetiyle zâtmda cümleten düvel-i askeriyyeden olup, zîr-i kabza-i tasarrufunda bulunan cemî‘-i arâzi ü
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS Â L E S Î
441
büldânda gerek müte'ayyinât ve ashâb-ı cevâd 1i zevâd ve gerek efrâd âhâd-ı nâs dahi âlât-ı harb ile.me’lûf ve meşâyih ü ulemâsına va­
rınca isti'mâli haram olmayup, bi-esrihim iştigâl üzre oldukları kazâyây-ı müberhenedendir. Devlet-i Osmaniyye’ye tâbi' memleketler
ise, an-aslin iherbiri ümerâ ve hükümdârân-ı müteferri'aya ve tavâif-i mütenevvi'aya tâbi' iken, havza-i vâhideye tecemmu' ve her ne
kadar eism-i vâhid olmuşlar ise,duhûl-i silk-i ubûdiyyetleri henüz nev
ü tâze olduğu hengâmlarda» aralık aralık mütefevvikan-ı vilâyât ba'zı
kimesnelerin baş göstermeleri vâki' oldukça bâlâda mezkûr ioldıiğu
misillü her yerde efrâdm askerî tâ'ifesinden olması haysiyyetine bi­
nâen, İıem-öivârİarının ol kımesneler aleyhine taşlîtiyle def‘-i gaile
olunarak i‘âde-i nizâm-ı itârat ü inkıyâd ettirile gelmeğle, «kolay ted­
bîri bulundu» deyü, üsûl-i mezkure sû’-i isti'mâle resîde olup, (v. 9b)
her ne vakt hâcet mess etti ise ezdâdıyla iş görmek eslâf-ı vükelây-ı
Devlet-i Aliyye nezdinde esâs-ı ,idâre-i memleketden bir keyfiyyet
add olundu. Bu sûretde tedricî taraf taraf bulunan a'yânân-ve müte'ayyinân-ı memâlik me’mûren kullandıkları neferâtı kendü meşâlih-i
mahsûsaları tervici içün dahi.isti'mâl eylemeğe fursat buldukça mümkin mertebe te’vîl ederek, asli yokdan dahi nizâ'lar tedâriık ü ihdâsına mübâderet ve kuvvetde bulunmak garazına mübtenî îeâb-ı mas­
lahatla devletten daiıi câ-becâ izn ü rûhsat ihtilâsma müsâra'at ve
her kes hâlince dâimâ istihdâm-ı neferât ve hâcet mess etdikce tek­
sirinde su'ûbet çekilmediğine binâen, mıkdâr-ı vâfîye iblâğ ile teşdîd-i
hâlât-ı şerr ü şûr eylediler. İşte böyle suhület-i te’dîb-i serkeşân mâddesi bunca mehâzîri müstetbi' olup, hîn-i hâcetde teehîz oluna-gelen
neferâtri mezkûre lâyıkı üzre idâre olunamayup, bilâ-intizâm serseri
istihdâm olunarak lüzûmu olmadıkça ulufeleri kat' oliınmakdan dağılup, dağlar içinde sâkin olurlar ve fursat buldukça fukarâyı rencide
etmeğle lisân-ı nâsda Dağla Eşkvyâsı ta'bîriyle şöhret bulan nizâmsız üsât ki, dâimaıulufeleri verilüp nizâm tahtına idhâlleri lâzım ge­
lir ise ceng-âver bir takım asker rolabileceğinden iştibâh yokdur.
Bu fırkanın pek şöhretlü serkerdesiyle bu def‘a dört bin-kadar eşkıyâ tecemmu' ve BoMı Karyesi nkm mahalde tahassun eyledikleri ha­
beri vürûd etdikde ile’hân bu misillü mevâdda hareket olunduğu gibi,etrâfmdan bir kimsenin me’mûriyyeti tecviz olumayarak derhâl â s tâne’den ikibin imkdârı ta'lîmlü asker irsâl olunup,'tahassun eyle­
miş eşkıyâ üzerine şiddetle (v. 10a) hamle ve mütemâdi ateş ile muhâceme ve kâ‘ide-i harb üzre hareket^ eylemeleriyle eşkıyâ tarafından
442
K E M A L B E Y D İL L İ
mukavemet mümkün olamayup, min-gayr-ı tekellüf irâhe-i memleket
ve ircâ‘-i asâyiş-i ra'iyyet olundu. Bunca vakitden berii Rumeli’de
muhârebelerden kalmış mütefennin Dağlu Eşkıyâsı ki, avâmm i'tikâdma göre, «bunlara cihanda bir asker mukabil olamaz» derler idi,
asâkir-i mürettebe-i cedîdeden nısfı mıkdân neferâta mukavemet ede­
medikleri havâss ü avama mucib-i intibâh olup, herkes teksir ü tevfîrlerine izhâr-ı hâhiş ve smûf-ı sâire-i darb u harb dahi bu- bölükle­
re dâhil olmağa rağbet birle, kabûl-i âmme sûretini kesb etmeğe
vâkı‘a-i mezkûre sebeb oldu.
Bundan kat‘-ı nazar ba'dezîn bu misillü hâcet mess etdikce re’y-i
sâ’ib üzre hâssaten böyle mu'allem asker me'mûriyyetleri, serkeşânı yekdiğer üzerine taslîtden mütevellid bâlâda mezkûr mahzûrâtm tedrici külliyyen indifâ'ını mûcib olacağı bî-iştibâh olup, husûsân Osmanlu’nun sür'atle ta'lîm kabûl etmeğe zâti isti'dâdlarına
ve âlât-ı harb ile me’lûf nüfûsun kesretine ve bu hilâlde heves ü
rağbetlerine nazaran, bundan sonra ta'lîmlü asker tedârikinde usret
çekilmeyeceği bedîdârdır. Su‘ûbet-i idâre-i mesârifine dâir hutûr
eden mütala'a dahi ber-taraf olup, İrâd-ı Cedîd Hazinesi’nin hasbe’-l-kamm vâridâtı teksir bulmağla, masrafı mukabili tabî'atiyle
hâsıl ve sâhib-i mülk hazretlerinin bu mertebe ikdâmı olunca nev
be-riev ilhâk-ı vâridât mümkün olacağı dahi mukarrerdir. Hülâsa-i
kelâm, fünûn-ı harbiyye ve ma‘ârif-i mütenevvi'anm ihdâs ü ikmâli
bu nehc üzre ihyâ ve tecdîd-i devleti mümkün idüğü, bıi tarafda
sigar u kibarın mahsûs u mücerrebi oldukça (v. 10b), herkes haddince bir hâlet-i cedide ile bir nev-zuhûr-ı dünyâ içre kendüsini
mu'âyene edercesine mesrûr ve bundan böyle nice nice şâyeste-i
i'tibâr a'mâl ü âsâr zuhûru emel-i müessesiyle safây-ı nâ-mahsûra
nâ’ildir.
Ve bu muharrir-i hakir dahi dilediğim semereyi bir zemân gö­
remediğimden nâşî ile’l-ân çekdiğim iztırâbın bâligan-mâ-belâğ mükâfâtına destres olup, kemâl-i memnûniyyet ve fart-ı mahzûziyyetimden sükût edemeyüp, zikr-i hâle mübâşeret ve keyfiyyeti hem­
şehrilerim ve ecnebilere i'lâna müsâra'atla lezzet-i şerhoşâne-i
mezkûreden münba'is olan gafletime binâen, ahvâl-i mezkûreyi lâyıkı üzre edâ eylemek f arîzasmda kusûrum, niyyet-i hâlise-i mezkûreme hürmeten iğmâz olunmak bâbmda bu risâleciğin vâsıl-ı yedleri
olacak zevâtdan pek recâ ederim.
ıstafa’nın Miihendishâne-i Berrî-i H üm âyûn’a kaydolunması ricası ile kendi eliyle kaleme aldığı 21.VII.1794
.. BA. CM. Nr. 4906.
S E Y Y İD M U S T A F A V E RlSÂLtESİ
443
K E M A L B E Y D İL L l
444
'/ ¿ ^
¿ ir
T & ^ y c f c . * ¡ ¿ f i '¿ ¿ / * '*
•“ f ? . H
' w
* ı,jy
* > * '^ W
_<&£** '^ 3 jl&
*&
j
'
<*4> • * ; *f
¿ i ) - y ^ ,
j » r a î v - # %■££%■
fe l
. -
.
λ<A-
İS İ
K ü çü k Seyyid M ustafa'nın arzuhali üe ilgili işlem lerden H um baracı v e L âğım cı
O cağı N azırı M ustafa E fen d i ve O ca k A ğ a s ı M u stafa A ğ a tarafın dan m üşte­
reken düzenlenm iş mühürlü « İ ’lâm Sureti». 26.VIL1794. B A . CM. Nr. 4906. L e ff I.
i -
^
g
^
K
m
s
s
s
g
s
.
•/- ^ 4 < c i‘
y
jjt >
fU i~
^6*r- ■•.
jA*Ç-* .>UlV j Ujj
•; »
,
•• r
'’ ^ . t ^ ' r y h » z *
^
rf'Jl»- »
v -^ h r
w
Küçük Seyyid Mustafa’nın Mühendishâne-i Berrî’ye kayd olunmak .için kendi eliyle kaleme aldığı «Aarzuhali» ve ya­
pılan diğer yazışma ve işlemler. BA. CM. Nr. 4906
- - 9
■ = #
.
■
İ% g ,
, ..- .- i -»—w
w « t ■ p ’. ıa ■
»« ’T '•»»-
> İ ^ Ö V ¿ ' l ü A ' vÛ J U t f w u - a
^ - Ui ‘ . . . A ..
*/ '
’- Î ^ İ U a / j V
o jC -
r r T
«M*
■ *'
^ Jb A d y M
’
‘
Z
' - V
* - * ¿ >
-
-ı
- O i'- f j: ^
-'
^
arzuhali ile ilgili olarak yapılan işlemlerden Defterdâr Efendi tarafınV
Küçük Seyyid Mustafa’nın okula kayd İçin verdiği
dan tanzim edilen mufassal takrir. BA. CM. Nr. 4906. Leff H.
K ü çü k Seyyid M u stafa’nın M ühendishâne-i B errî’de dördüncü H alife ola ra k tayini ile ilg ili ola ra k 22.V.1815 tarihli M ühendishâne N azırı Seyyid M ehm ed T ah ir ve M ühendishâne B a şh oca sı H üseyin Rı f kı efendiler tarafından hazırlanm ış mühürlü
«m u 'rû zât». B A . CM. Nr. 3926.
Seyyid Mustafa ve Risâlesi’nin İstanbul 1803
Baskısının Tıpkıbasımı Hakkmda Kısa Bir
Açıklama
Seyyid Miıstafa ve Risalesi hakkında okumuş ol­
duğunuz tıu çalışmam, kitap haline getirilerek,
Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş.’nin (Tüyap) «bir kültür
hizmeti» olarak, Eylül 1986 da basılmıştır. Çalış­
mam maalesef arzu ettiğim ve vermiş olduğumu
zannettiğim talimata uygun bir şekilde basılmadı.
Yapılmasını; öngördüğüm, Risâle’nin İstanbul 1803
baskısının tıpkıbasımı ise gerçekleştirilmedi ve ese­
rin Paris’de yapılan 1807 tarihli ikinci baskısının
tıpkıbasımına yer verildi. Metin doğru-dürüst tashihden geçirilemedi, kitaba bir dizin konulması
gerektiği anlatılamadı, hattâ konulmasını istediğim
ithâf cümlesi için dahi, yakıştığı gibi müstakil bir
sahife açtırılamadı vs... Bütün bu hususlar ve ki­
tapta yer alan yazılar yapacağım geniş ve tenkidi *
bir Kitap Tanıtması’nda etraflıca ele alınacaktır.
Bu kısa açıklamada özellikle ve herşeye rağmen
vurgulamaktan zevk aldığımız husus, artık Seyyid
Mustafa’nın «isminin mensi ve eserinin mahfî»
kalmayacağına dâir olan mutluluğumuzdur. ¡Bu ve­
sile ile Risâle’nin İstanbul 1803 baskısmm temiz;
bir mikro filmini Paris, Bibliothèque Nationale’den
bilâ-ücret temin etme nezâketinde bulıınan, Fransız,
Anadolu Araştırmaları Müdürü sayın Jean-Louis
Bacqué-Grammont’a burada tekrar teşekkür eder,
eserin basılması için gerekli her türlü yardımı gös­
teren Fakültemizin sayın idâre ve Fakülte Mat­
baamızın titiz mensuplarına ayrıca teşekkür et­
meği zevkli bir vazife addederim.
447
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R lS Â L E S l
DIATRIBE
D S
L’ INGÉNIEUR
SUR T ?ÉTAT
SÉID
M O U STÀPH a !
AGTUÉL
M IL IT A IR E , DU
DÉ L\ARt |
G É N IE ,E T
D E s|
SCIENCES
A C O N S T A N T IN O P L E .
Dans la nouvelle Typographie
fondée par le S u lt a n S e l i m
^ . i '¡ a ? " 1
de Scutarjj*
n i
■ a ssa y
1803
. i
448
K E M A L . B E Y D İL L İ
AVANTPROPOS
Sur fa
on Étau
N
e i Cbnstaritînoplè t je sentis dès ma plus
tendre enfance un . penchant à l'étude des Sci­
ences et des A rts ; d’après ce goût prématuré ,
pour ainsi dire -, que j’obsérvoîs en m oi, je serois
. tenté dlopiner contre ces Philosophes qui refa­
s s e n t d’admettre des inclinations innées dans
l'homme: cette secte de Philosophes la plus nomJbteuse et la plus brillante s’appuie, à là vérité ,
J sur des raisons très solides en niant dans l’hom^|me ce goûr inné pour
certaines choses, une
*"1impulsion quelconque ,ou une instruction étran­
gère n’ayant pas eu lieu du tout ; là science dans
|l’homme n’étant qu’une qualité accessoire ; elle
3|ne peut, disent-ils , qu’être acquise ; comment
& l'homme dont on n’a pas du tout dirigé l’entenoi'dement, ,peut-jl avoir des connoissancès qui ne
^j s’acquicrent guères que par une étude continuelle
^ fet opiniâtre? Cette proposition ne peut pas être
^révoquéeen doute., et le cours constant et or« dinaire de la nature est tel j mais n’y
J a-t-’il pas
^||..Ullidliw uw la
u a ïu iif v a i
lv i
y
m aia
v *X ^*aa .q
^jaussi des exceptions à la règle ? n’a-t-on jamais |H
£i)>r''srrx
S E Y Y iD MT I ST A P A V E R lS Â L E S l
449
3
|) vu le contraire? Pascal, le fameux Pascal, ne peutf i l servir d ’exemple? comment à-t-il pu pro*l{?
••duiré, sans une main directrice >dans un âge peu ^
avancé , le fruit si prématuré de la çonnoifsance
des trente deux propositions d’ Euclide, et arriver
à leurs démonstrations par des routes différentes ?
&
voilà entre autres exceptions, une qui tient, selon jj*
moi, le premier rang. Sans prétendre â la moinT11*
dre comparaison d’ avec cetraitsiextraordiuaire Jh
l'humble auteur de cet écrit propose soi même jt*
¿1 pour un très foible exemple: élevé parmi des pa- ¡j*
^1 cents non seulement dépourvus de toute connois- le
J|
r
^.sancé mathématique , mais dans l'impossibilité
" même de pouvoir faire sonner â mes oreilles une {g
expression seule appartenante à ces sciences; mes |£
•
^*
jeux enfantins consistoient à décrire sur le ter- •jj’
tain des cercles, des angjes, des parallèles ec d’autres figures réguliètes ; et jaser bien ou mal eu ex ¡£
. ' pliquant tout cela à mes camarades ; je sentis bi - lg
^ entôt
«
la nécessité d ' un compas pour m ’assurer iÿ
de la proportion de mes plans ec figures que je ¿4
Jrracois
jusqu’ alors
i
tâtons; un compas ne
Ijm ’étoit connu ni de fait ni de nom, je ne perd-|^
| rois jamais le souvenir de cette jouissance! oh ! quel
p laisir! quand je me suis avisé la première fois de £
*t| -
lierune corde à deux piquets, et de me servir dans ‘<7
.
i?
¿jj la formation proportionnelle de mes courbes ! une
* iV 1=Sr’-* ■•’Xï'X’ '?
K E M A L B E Y D ÎL L İ
450
4
*
u lunette d’ approche rrès ordinaire de mon père me |ç
procura l’ occasion de dire, en pleine assemblée, j|
que la luneétoit de figure sphérique-l’ ayant ob- ‘
servée cette.nüic pour la première fois. Arrivé à
l ’âge de. puberté , Je ne.faisois qu ’ examiner a.vec la plus grande curiosité toute sorte d ’instrumens qui. tomboient dans mes mains ; la cons­
truction des quarts des cercles, et autres instru­
ment de cette nature m ’ ¿toit devenue familir
ère-: tout aussitôt je m ’ occupai à l ’étude des
^ mathématiques: Euclide
et d ’ autres anciens]*
fragmens traduits en arabe firent mes premi ­
ères délices ; je fréquentois nuit et jour tous
les maîtres Turcs qui ne laissent pas d’ avoir ¡j*
une assez bonne -théorie de ces sciences ; en- j]*
tre
ceux-là feu Gèlenbey İsmail Efendi me|jf
montra le càlcul des logarithmes qu’ un Grec j*
lui avoit enseigné ; enfin sans
être rafsasié *
de ce que j’apprenois , je ne sentois que re- S
¿j doubler en moi cette ardeur insatiable d’arriver ^
¿ ¡à ja connoissance d’ une infinité d ’ inconnues ¡j*
f ! ^Ônc je sentois le prix malgré mon ignoran-|*
^ jc e . L e fini des ouvrages et des inscrumensj^
*?îqui nous viennent de plusieurs contrées de 1’
Europe en fixant mon attention , ne me lais­
s a
plus en doute sur le centre ou ces scien­ *
c e s , auxquelles je m ’étois consacré pourroi-
i
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E RXSÂLESÎ
451
S
$|ent së trouver rassemblées et vivantes; aussi'¿f
^'je me suis formé l’ idée de m ’en rapprocher «?
¿jjet sans perdre de temps , je m ’appliquai à l*|ç
*[j étude de la langue francoise comme k plus |£
|j universelle , et capable de me faire parvenir à jjf
J la cônnoissance des auteurs qui out écrit sur ?
ces belles sciences : le désir dont jétois épris JC
3; m ’achemina si vite , que dans peu de temps|ÿ
| je me suis vu en état de pouvoir feuilleter les
ÿjjWolfy les Ozanam les Bellidor , et plusieurs
§ autres auteurs de ce genre avec profit il est
^jv rai, mais non à ma pleine satisfaction : ces
kI
.
auteurs classiques plus ou moins diffus ne
remplirent point mon objet , qui étoit la con- j*
$noissance de l’ application des. mathématiques
|!à la tactique et à l ’architecture militaire , et
^¡qui plus est 1 ' acquisition d ’ un certain degré
de perfection capable de procurer le maniement
de ces sciences dans toutes les branches des
mécaniques qui en dérivent : à force de travail j
le calcul de l’algèbre m’étant dévenu un inflru-j|
f ment familier, je tuois le temps en
th’exerçant L
fj moi-même , et épiant.le moment ou la bellej?
occasion d’ un voyage en Europe pourrait se:J
P.)présenter ;
quand tout-à coup notre souverain
convaincu que de toutes les prérogatives qui
I honorent un potentat, celle d’acceuillir les £
452
K E M A Ii B E Y D Î L L Î
6
X tX tXaXitXft.
*>' sciences et les arts est sans contredit la plus |j*
brillante , et la plus avantageuse
son peuple ;
^ c e souverain , dis-je , auquel je ne veux pas
l ’adresser ici les louanges
qui lui souc dues à jÿ
cause que, si par bonheur ce petit écrit parvient ÿ
^j'à ses mains augustes, rebuté comme il est de g
^ l ’encens prodigué des auteurs de notre nation , ^
*?ses sentimens délicats ne soient affectés par|i
g
(fe
^ la vérité même dite à. son avantage , je ne j?
^ fe ra i,d is -je ,p o u r toute louange que le•nom-ÎK
ifm er i c i, et ce sera assez le prôner qne ' de §
*?i
.
fe
^ produire son ncm ; Sélim 111. donc , projeta !ç
g la fondation d’ une grande et nouvelle école
£ de mahtématiques près de l'Arsenal à Sudlitzé;|^
*[ la publication de ce projet rallentit unpeujj*
mon ardeur , sur le dessein d’ un voyage
enijf
¿i Europe ; l ’idée de pouvoir profiter dans le sein &
¿¡! de ma patrie , et peut être encore lui dévenir 3*
f u tile
m ’enchanta et prévalut ; je fis halte ;lj*
^ l ’ ècole fut établie et pouvue de maîtres et
^ ‘d’écoliers
permanent et salariés , je fus du-j#
nombre de ces derniers , nous commençâmes'/*
j?!
^ à travailler en public ; c ’étoit la première fois
£<‘ que le monde ignorant avoir entendu à Constan- ^
P tinople
des leçons publiques de mathématiques,
^ et avoit vu travailler des Géomètres en pleine assemblée ; la voix - de l’impéririe et de l’ignoV>x»- w.
&
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E RÎSÂLiESÎ
*1!rance s’éleva de tout côté ;on nous molesta , on ¡5
2 nous persécuta presque, on criailla en disant:
pourquoi cirent'ils ces lignes sur le papier? quel ^
avantage croient-ils retirer? la guerre ne sej?
fait point au compas et à la ligne; et m ille t
autres propos semblables dont on nous accabla. ¡1
Attristés de cette m anière,et désespérés dej
pouvoir désabuser le public, nous fûmes de &
nouveau assistés par l'influence bénigne de Ç
Inotre auguste souverain; il quitta un moment
¡ses différentes Occupations
pour le bonheur
de son peuple, et tourna les yeux vers nous ; ¡if
j il nous examina avec attention ; il se persil jada de nos progrès ; il vit que nous étions^
! en état de travailler , et de lui être utiles ; !c
¡il saisit l ’occasion pour nous exercer en m ê-1^
me temps, et démontrer palpablement à coûtes.]*
les classes d ’ hommes le grand avantage des j]*
sciences mathématiques appliquées à l’ art d e ^
la guerre , et à la fortification ; il nous fît faire
des plans de forteresses régulières et irréguliè-]*
re s , d ’ après la position des différent terrains^
qui nous ont été désignés ; il nous fit exposer £
nos raisonnement pat
écrit sut l’espèce de
fortification que nous
jugions convenable ;
nous motivâmes nos assertions avec tout ' ce
que nos connoissances sur l’art du génie nous £
453
KEM AL. B E T D ÎL L I
454
tX aX tlX iO ^ i’-Xü * (t.
S
X t X *X>iXiiXi<T
dicta , et après en avoir donné la publication ,|?
il fit construire des modèles de ces petits forts
dans les campagnes
de M ir - ahour - K iochku,
de O k -M eïd an i, et de Lcvend-Tzifcilik et
autres endroits autour de Constantinople ; ces
modèles de petites forteresses très artistement
exécutés sous notre direction , avec leurs bastions de Gazon , leurs chemins-couverts et tou­
tes
leurs
dépendances , attirèrent une foule
**Ut K11X11X1'.ttjtttjPKr. Vij^QiU r ^'.ttiKxt.WULyCi-
innombrable d’ habitans de Constantinople , là
à des jours fixés 3 il nous fit
exercices et
des
présider à des
évolutions militaires ; nous
fîmes mettre le nombre nécessaire de soldats!^
et d'officiers pour la défense de ces petites £
places , nous donnâmes le plan d ’attaque aux!?
assaillant ; plusieurs opérations de l’art y furent
exécutées á souhait, et à la satisfaction
de
notre auguste souverain qui n ’avoit en
vue ^
que d ’exciter l ’admiration du public , et dé-jt
montrer l ’ utilité on plutôt 1a nécessité d ’ avoirv
des troupes règleés , des officiers de mérite,
et des ingénieurs habiles seuls moyens de faire la j
guerre avec avantage. En effet le meilleur succès a
*<a-
couronna ses tentatives ; une approbation généraie s’ensuivit; des marques de satisfaction prirent ^
la place des mauvais propos, et des railleries. Un £
cfaan gement si inattendu surpassa nos espérances ¡]*
S E Y Y İD M U S T A F A V E R İS A L E S İ
■
■-
455
-■ -
»51 au point qu’ aujourd’hui nous n’ avons pas un mo-
¿f
$ ment de perdu dans notre école , on y donne
Kl ..*■
2e
^.journellement des leçons de toutes lis bran $ ches de mathématiques
, et par-tout l’ affluence ¿t
des écoliers est la même ; enfin nous sommes !lf
^ estimés , fêtés partout
et heureux .
Mais notre auguste souverain n ’ est pas encore jj*
ti content de nous . il nous demande des officiers U*
*?!' ' ' •
» .
%
^ habiles pour ses troupes réglées ; les écoliers ■*
i? qui se trouvent près de nous, tirés des corps
des canonnière des bombardiers et des mineurs g
uj doivent acquérir les connoissances nécessaires!^
¿à
leurs métiers , et
se rendre à leurs corps
*jj respectifs , pour y dévenir des officiers éclairés:^
Si voilà des tâches à remplir qui ne laissent pas 'c
* d’ avoir de grandes difficultés ; outre de bons^
j- arpenteurs que nous avons fournis jusqu’ à présent à l’ état , il s’agit aujourd’hui d'un objet jjs
§ majeur : notre auguste souverain
veut faire 11?
^ lever la carte de tous les pays de l ’ A sie,
A
ai. sont sous sa domination ; un Atlas général^
f-,récemment sorti de la nouvelle typographie
^composé des meilleures cartes des Géographes^
¿’ modernes qui doit servir pour l’ intelligence £
»'■¡d’un cours de Géographie , et ¿ ’un dictionnaire !^
- ^nouvellement traduit en turc donna lieu à cette
p résolution ; on observa que l’ Asie est très mécon- ^
456
K E M A L B E Y D ÎL L Î
to
*(inue des meilleurs Géographes de l ’Europe;
^¡nous allons donc être destinés incessamment
iy
jtjpour l ’accomplissement de cet ouvrage ho^jnorable : j ’ espère être
du nombre de ceux
qui travailleront à cette belle
a! je ne manquerai pas
t par
entreprise , et
devoir , de faire part
de nos travaux à mes maîtres les auteurs
^(•Européens domfles ouvrages m ’ont ouvert la
;j| carrière des sciences ; le plaisir de les
ïjj cultivées dans
voir
toutes les contrées du monde
est la belle passion de tout philosophe ; aussi
c ’ est à cetre double fin que j ’ entreprends ce
3j petit éerit ; me faire voir reconnoissant envers
j?jles maîtres de l'art , dans les ouvrages desquels j ’ ai puisé le peu de connoissances qui
jTI
3|«i ’honorent ; et faire un petit tableau de
l’état où sê trouvoit jadis l ’art militaire , et
p' le
génie
dans ces contrées ; et la révolution jj*
^¡heureuse qu’ ils ont éprouvée en peu de temps. 1^
je me flatte que tout amateur et curieux ne|j|
P}me
saura pas
mauvais gré d’ avoir fait cet|j<
^'.exposé ; aucun des Europées résidant ou pas-1^
^Jsagers ne s’occupant ,dans cette capitale , d’ap-Jp
ç\profondir
fJ bés dans
3i
ces matières , parcequ ’ils sont absor-|j*
les deux articles de la politique et £
§
du commerce .
^
Ç\ L e
désir d’ être lu n ’ a pas laissé place à !a ;£
4 *55^
r». fi
457
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E B iS Â L E S t
II
*¡1 mauvaise h on te, aussi je n’ ai pas balancé fif
|d’ écrire dans une langue, où je ne pourrais
|charmer mes lecteurs;iis pardonneront toujours
Z
Ià un musulman avec bienveillance, voyant sa ¡?
* bonne intention , ils passeront aussi sur toutes v
lies fautes
d elà Typographie, la presse étantjç
Itrès récemment mise en ordre dans le nouvel ¡¿c
î établissement de Scutari.
jç
Séïd Moustapha , Ingénieur et Profcflèur dans
1’
3
*
$
Ecole des Mathématiques à Sudlitzé:
_
K E M A L B E Y D İL L Î
458
|
La succession des siècles, et le changement |£
vconinuel des temps
ài!
v
^ diff'éramment cette
modifient
et façonnent'*?
i*
grande manufacture de n
ÿ l’ univers ,e t le petit atelier de l ’ homme aussi : jjît
t les nations et les hommes changent, et les ic
^institutions primordiales des états se diversifient ?
ajjà l ’ infini; les sciences et les arts font le tourjj*
§ d u monde, et lesconnoissances suivent et obéis|jjsentàccux qui les cultivent et les honorent;
¿¡comme si elles se choisissoient tour à tour un
^cen tre et un point de ralliement : il y a une inj? fmitc de preuves & ce que nous avançons , ma*s
^ l ’ histoire nous fournit un trait assez piquant
& sur cette matière : ce fut, selon les annales de
*1 fiance, Hiroun el Réchid qui envoya en présent
.^j! une H orloge à Charlemagne Roi de ffance >et
¿¡ premier
Empereur d ’ occident, et ce fut la j1
*Cpremière fois que cet ouvrage de l’art parut en ¡ÿ
^ E u ro p e . Les nations de
g (et glorieuses pour la
l ’ Europe
fameuses!?
possession de tant de ^
£! chefs-d’ oeuvre de l ’a rt, et pour la culture de ^
toutes les sciences , ont eu pour maîtres les r
^ Latins ,reux-ci ont été les disciples des Grecs
ÿ'mais tous ensemble ne peuvent disputer la pri-]jj
*. matie aux Perses, aux Egyptiens, et aux Indiens, |]*
jl* et nier que ces contrées ne fussent jadis le foyer
des lumières. Aujourd’ hui par un effet de l a ^
459
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E RXSÂXjE S I
*3
g modification, et du renouvellement, continué £
|jjjde tout état -de choses, les maîtres ¿tonnés àjjjf
^¡la brillante carrière de leurs disciples n ’ont mal" j£
^heureusement que trop besoin d’ersx. Les pre| miers
possesseurs du trône des O ttomans ,
ayant receuilli les restes épars des G recs et des !
^Persans 3 ont fait tout ce qu’on pouvoir faire
*i dans -ce temps là pour vivifier le squelette ^
■ subsistant alors de la tactique , et on peut les ij|
•iÿ qualifier de conservateurs de bases de cet a rt,
les règlemens d ’une phalange , des droites , des §
^ ganches , d’un centre , d’une avant et -arrière- Ef
%!
1S
^ garde, tous cer premiers élémens de l’ art s e p
^¡perpétuèrent peut-être * par l ’usage qn’ ils en
firent :1e bruit des
canons et des bombes ne H*
|'se faisant pas entendre dans ce temps-là
et les artifices foudroyans de la poudre ne ré-jj^
^sonnant pas alors comme dans ce siècle dejj*
feu et de flamme. ces bons musulmans nos ^
%\
..
.
.■ '
S
* ayeux n ’ avoient pas besoin , et ctoient bien p
t loin de savoir tirer partie de la trigonométrie ¡5
pour constuire der bastions , et des angles u*
^saillant dans leurs fortifications; mais tout poste||
»a: qui tomboit entre leurs mains ¿toit couvert,^
$ selon le besoin , par de simples tours carrées
pou rondes , d ’étroits fossés , de
£ sades , moyens
chétives palis- jf
propres à garantir ces lieux des ç
KEM AL. BEYDİLıLıî
4:60
%guéme«-d«t.ce temps là armés (le aaboes , de
£ piques * à&frondes > d'arbalètes fcc d?a ocres ar&! mes de cette espèce ; cependant leurs contenv
parai ns ;ec. adversaires plus ignorons qu’ eux ,
incapable» de se défendre -, cédèrent à la
force et à 1* adresse . Lés peuple; G recs, Rul§ gares , et Francs se pénétrèrent de "cette frayeur
^jqui saisie ordinairement les arm é« indisciplijji odes une fois déroutée? ..C e t état de choses ne
ïsj ‘
'
g tarda pas à prendre- «ne face différente : les diverses nations, sentirent le prix de la discipline
militaire; elles parvinrent, à défendre leurs camps
J :du paS'd’c charge si. fameux: des armées otto^ mânes : à force de travaux et de stratagèmes ^
^ militaires , elles balancèrent les forces de leurs ï$
adversaires, mais elles ne se contentèrent plus ?
g de
cette médiocrité : dès lors a comrtancé une
' révolution éclatante dans \’ arc militaire ; tou■tes les nations Européennes tâchèrent
¿e
se ^
gl Surpasser les unes les autres. ; Jes inventions
journalière? de toute espèce de machines ,1a
|| correction et la perfection des armes , et dç ^
g tous les
moyens d ’ attaque et
? s ’ exécutèrent
de défense
avec Ja plus grande énergie ; ij*
f ' enfin le génie militaire mit à profit toutes les !£?
| connoissances mathématiques » il fit manier ,
^I pour ainsi dire, le compas de proportion aujt,
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R ÎS Â L E S i
•Ümilieu du sang et du feu ; tous les peuples , i i
||à r e d v i,s e disputèrent la pri m arie, iis pro-j?
filèrent de leurs fautes et des avantages dej|
fleu rs voisins. L ’ histoire nous offre des exempies frappans de quelques souverains de l ’Europe S
j? qui pendant qu’ils régénérôient^ polissoient D?
avec des soins
et
des peines
incroyables;^
6 leurs états au dedans., ne se laissèrent point a- |J*
7 batte et ni décourager par les revers et les
K
.
¿j défaites successives qu'ils essuyoient au d eh o rs,^
j^au contraire , ils profitèrent de leurs propres j*
«fautes - et des victoires de leurs adversaires , '■
£
«I
* ¡G
^;et fixèrent enfin la victoire dans leur camp . j£
ÎJ Venons à, nos pères les Ottomans , enflés dé*j
fleu rs conquêtes et de leurs succès passés , ils’¡S
> n ’ hésitèrent pas de croire , qu’avec la seule^
V-l
\(*
j||force et le courage , le pas-de charge impé^'tueux et sans égal de leurs armées , il pour|j roient dissoudre tout corps formé par l'art
et dirigé par 1‘ adresse ; cette opinion conso- ^
^lid ée, et enracinée parmi eux , comme nous**
jjjj venons de dire , par des avantages réels suc-lî*
cessivement receuillis en defférentes époques , ^
les laissa dans l’ inaction , et leur avancement ^
?' nécessaire ne put plus avoir lieu , ils s'oublièrent j)*
n*
j toraiemenc , et les vrais moyens * pour sortir de g'
Kt
.
y*
cette léthargie ne furent plus nus en usage j
461
K E M A L B E Y D İL L İ
462
*
6
V ils allèrent encore plus loin ; les mouvemens *
^ réglés et proportionnels d ’un corps d’armée *
parurent à leurs yeux des jeux d’enfant : la
^ ‘classe des idiots et superstitieux , dont toute
nation ne peut être exempte plus ou moins ,
profita de cet état de choses , elle persuada &
*j aux plus simples qne l ’imitation > et l ’assimi^lacion aux autres peuples, ne pouvoir qu'être!,
g un
délit , elle arma ceux-ci contre-les esprits
£ !plus élevés qui soupiraient après une réforme:
ainsi ces malheureux firent accroire
k
la plu-
fjralité le précepte que : se servir d ’armes égales
^ pour sa défense pourrait dévenir
¡Çun
un crime à
Musulman ; ils généralisèrent cette fausse
£
%
€jideé , au point qu’ils induisirent èn erreur l c s §
$■autres nations, ec trompèrent la sagacité et la ¡j?
v-l
^perspicacité-des auteurs les plus raisonnables:
e n fin petit à .petit arriérés de la sorte detouteSi(
| les
nations
aguerries
ec disciplinées 3 nous L
n ’ avions .pour tout refuge que la valeur et le
Vi*
|?
i” courage dénués de tout arc ; ce qui ne pouvoir |j*
^ pas suffire , on s ’avisa , peut-être , d’ intenter |p
Jrde la foiblesse à un si vaste empire abondant
Ç'en
ressources inépuisables et incomparable avec jtj
tous les autres états qui couvrent la surface &
p de la -terre en
ÿ\réelles ; quand
rir-r* rxini.
fait de richesses physiques e t'c
notre
auguste
souverain L e j^
-Lïr-
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R tS Â L E S l
463
*7
Sultan
Selim
I I I . monta sur le tronc de
rf
«es aucêcres , dans le temps de la guerre entreprise par son oncle , mûrissant dans sa tête
jle projet de la régénération de l’ Empire qu’ il fit
alloit gouverner ; quoique pénétré
de
bons
?
|principes qu’ il ne tarda pas de dévoiler après ,
il ne put débuter d ’après ses souhaits parmi
les occupations de cette guerre ; il se conten- !c
tat d ’ insinuer à ses ministres
son désir . et ^
d e . préparer les esprits d’avance aux reformes ^
qu’ il projetoit : aussitôt après la paix comme
*
on peut le voir par le Tableau Des Nouveaux‘jf
Reglemens , De
1 Émpire
Ottoman par notre
auguste souverain L e Sultan Selim I I I com- ]g
jp o s é en langue francoise et turque, et traduI i t après en
plusieurs
langues
étrangères) la f
|restauration des. finances par la création
¡nouveau trésor fiscal eut lieu; la
du
formation^
^ d ’un nouveau corps de troupes réglées suivit!!?
de près ; de nouvelles cazernes , des fonderies ^
de canon furent bâties ; des écoles pour la £=
propagation des sciences furent érigées et ë-lB
tablies ; des manufactures des magazins et
toute sorte d’établissements nécessaires fuient ^
établis à la fois ; toute branche qui fait partie
d ’ une
réforme générale
^ négligée : ce début si heureux
ne fut pointij?
n ’étant que ^
KEM AL, BE YD ÎLL.Î
464
i S
^ trop connu nous ne voudrions pas abuser de|¡*
£ la patience de nos lecteurs par la répétition
í de tout ce qui est déjà parvenu à leur con">
•
#
•
•
I l
* ncssance ; mais témoins véridiques nous de- 5i
&
Iv
* vôns leur dire : que toutes ces belles institu_|(*
9^1
jvj
étion s peu s’ en esc fallu qu’ elles restassent*K
»[dans le berceau où elles fureuc déposées à il*
~ leur naissance , si
le caractère
constant et ))*
^'inaltérable de notre auguste souverain ne fut
¿ venu à leur secours : tant les meilleurs chan-1
f gemerrs dans les états sont sujets à des con-j
^ trariétés
presque
insurmontables ! et il n’ y ai?
| que la fermeté et l ’assiduité qui puissent les
v'vaincre : une foule de critiques m al-fondées^
^toujours , mais poussées tantôt par l’impéritie Jj*
^•tantôt par là malveillance ou l’ intérêt , ne fais-j?
¿lo it que murmurer et engendrer des milliers'^
*[! d’ obstacles propres à -glacer , s’il étoit possible¡j*
^Jla chaleur dû souverain , et le zèle des employés
j?: qu’il s’ étoic choisis pour 1* accomplissement de
ê 1ses généreux desseins ;
aucun de ces contretemps ^
*|mis en usage pat les
mal-intentionnés
hefê?
parut l ’ebfanler un seul instant : sa carrière de
¿i restaurateur de son empire fuc une fois traceé ; !$
* il la suivit avec ce sang-froid inébranlable qu¡¡¡#
■
gcaractérise les homfiies supérieurs ; son ardeur
Ç'*u lieu d’être rallentie par les difficultés quón
^ »>r¡V
»vnvir^
^
S E Y Y ÎD M U S T A P A V E RXSÂLiESi
*j!'semoit à chaque pas , redoubia ; non contenc fi
2
.r
gjd'améliorer, et de multiplier le* troupes réglées1*?
^jdans son établissement de LevenJ-Tziftilik, jr*
|il conc,ut le projet d’en crcer un nouveau ; il ^
•l’exécuta. V is-à-vis de la pointe du serai! Jj*
Idépendance de la ville de Scutari , prts des ^
¡vestiges de l ’Ancienne Chalcédoine se trouvoitj^
i un vaste et ancien sérail, séjour de campagne G*
jdélicieux -que les S ultàns prédécesseurs estimé- jj?
j rent beaucoup ; cést là que se consrruisit , sous
? sa direction presqù immédiate , l ’autel le plus
1 beau . et le plus vaste en forme de cazerne , le
*
‘
’ If.
9|On y pratiqua en face un hippodrome très ^
1étendu pour l ’exercice journalier de l'infante-jjç
rie
et
de la cavalerie ; une
Mosqueé , des ))*
j| maisons pour les premiers officiers , des bains
des boutiques , et toutes les dépendances necesflsaires pour former une nouvelle ville furent]^
nouvellement et régulièment construites ; on ^
y établit une nouvelle et vaste Typographie^
¿'enrichie de caractères de plusieurs langues , etj|
f *de toute sorte d'instrumens pour la gravurfe
|| des cartes Géographiques ec auttes defféréns |^
v'plans : enfin plus de cinq millions de piastres
fi ne furent point épargnées pour l’ arrangement
.j^de cet établissement; ainsi notre auguste souverain mit le comble à son désir connu par ^
‘î i5r-np-i*
465
ı
K E M A L B E Y D ÎL L İ
466
20
«i
t rapport à la
propagation 7des sciences utiles |js
^ dans son Lmpire , il imposa, silence, moyen- J<?
*•
•
À.
^ nant ce (ait digne de lu i, à toute, remontrance £
*” pusillanime ; il démontra qu’ il étoit au dessus j*
* des petites considérations de la m édiocrité;!?
Il*et c ’est ainsi q u ’ il ferme la bouche i l ’igno-j?
France . et força toute classe d’hommes à suivre
ï son exemple plutôt, qu’ à vouloir tenter l ’ im-i)»
possilsïê- , qui est de ( ’ébranler dans ses résolu- ^
prions salutaires .C e tte heureuse impulsion n’
? est plus un projet chez , nous, elle est donnée:
f’ déji la légion de Scurari parallèle à celle dé
3
Leyend-Tziftilik est divisée en differens bata-
#illons et esquadrons d ’après, les réglés adoptées',
€ la forme de' leurs habits éno ts et légers , les
j?!
_
•
_
_
couleurs constituant leurs uniformes , les signes
d ’ honneur qui distinguent les officiers ne sont
plus des objets de mépris ni de haine, mais ,
au contraire , des moyens d ’encouragement,
aussi les soldats ne se lassant point de s’exj?: ercer chaque jour en partie , et faisant deux j*
fois par semaine leur exercice à feu , soncpar-
g venus
à exécuter toures les évolutions milita­
it1ires ; charment les assistant par leurs mouve^ mens composés, en masse , et produisent: aux
^ .naturels du pays le désir de s ’enrôler. Beau­
cou p
d’étrangers
Européens , enfans de l’art j^,
rüfinï.
J
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R ÎS Â L E S Î
467
2I
Imilitaire , qui assistèrent à leurs exercices m ’ ¡¿s
Rassurèrent qu*on nepourroit les j u g e r d ’après j|
|l'agilité de l ’exécution , comme des soldats
^nouvellement enrôlés , mais qu’on les pten|Jdroit à coup sdr , pour des vétérans qui ont
fait plusieurs campagnes / Je puis
| me
ydonner un témoignage
-, moi
mê-
de la promptitude |
l avec laquelle ils saisissent tout ce qui leur est
â! enseigné : des officiers des deux légions qui
¿fiassistent aux leçons dans notre école de
vi*
£1 mathématiques nous enchantent par leur safg acicé-; ils font
l'application à leur art de
tout theorême avec la plus grande facilité et
*[! justesse ^ parmi ceux-ci les habitans de con-
S
stantinople se distinguent beaucoup de ceux
| dû dehors ; pourtant les habitans des climats
¿j tempérés aussi , ne sont pas dépourvus de cette
*lagilicé d’esprit et de corps . Aujourd’hui que|j*
? le désir de s ’enrôler est général on en voit
des exemplës fréquens ; et ce n’ est pas une
*?! chose
rare de voir
un soldat de trois ou
f quatre semaines bien dressé à l ’exercice , et
ÿl
^gardant sa ligne avec toute là contenance
.
d’un soldat ancien . Le seul mécontentement F
^ de notre souverain jusqu’ à. présent, écoit au
g sujet' du
nombre de ses
troupes
I
réglées ;
il ¿toit toujour inquiet de nè pas voir com-
5*
1
K E M A L B E Y D tL L Î
é68
<£
X itX itX aQ IO o d ^
^plcttëe la
quantité donc il s'esc formé
le i*
plan, à l ’insrar des corps des canonniers ec
des bombardiers qui ne laissent rien
Adésirer,
^ car outre les canonniers exercés qui sont en
^'nombre suffisant pour servir à plusieurs grands!<t'
4
.
. . . .
corps d armee , on a organise ici des compagfinies de canonniers fusiliers qui sonc pour la ^
^défense de
l ’ artillerie, ec qui étanc annexés!]*
!jjà un corps , en cas de besoin j peuvent for-Jjj|
^jmer des régimens de ligne * O r , notre au_
^jguste
souverain après
avoir mis la derniereJV?
main à son établissement de Scutari , il n ’ D?
*1
|&
g.a plus attendu l ’augmentation de ses troupes^
^'réglées par l ’ènrolemenc journalier qui se fait|j*
,^jdans la Capitale , mais il a ordonné q u 'o n t
procédât à une conscription générale dans ses»
provinces de l’Asie mineure , mais toujours
avec la bonne volonté des individus : aussi
dans le premier mouvement , les
|| suivantes ont fourni
t de
provinces^
plein gré , le nombre ^
*[* ci-dessous de fantassins qui ont été incorporés j]*
J dans la légion de Scutari .
Savoir :
^
f
Soldats
•?
Nikde
i ooo;
«
:)'■
les Sangiaks < Césarée - - - - - - — io o o
\
I
I Bég-chéhir - - - - - - ao o o
$
ou
( Angora - - - - - - -
a ooo
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R lSÂ L iE Sl
469
&&'££3k--*s&s£i Hi-Xi -fflSîisSi-JS,
jjj
! Kiurahu..................................loooj]*
Kastamouni - - - - - - io o o !^
districts de
•S
¿ci
i'
Bolou et
î
>
-2000'^
Viran chéher
j
Akchchir
-
- -
-
-
ï
Aïdin
-
-
-
-
looojjg
-
-
ooo m
qui fait uri total de douze mille soldats
^'nouvellement enrôlés -, à qui on a donné désir?
officiers expérimentés pour
¿'donc
les exercer , etjj^
notre angnste souverain doit faire la |j#
*[> revue générale en personne , incessamment . |j?
' jy
^ Cette route , une fois si heureusement frayée, “jj
j| on pourra avoir les années consécutives avec
$1 la même facilité , un nombre plus considéraÎj ble que ci-dessus . L a légion de Scutari vient S?
¿i ,
.
.
|W
d’être fournie * d ’une cavalerie aussi la mieux
conditionnée , sans la moindre difficulté posri1sible « If esc connu que les Timaricts de il?
¿1
1
£
^ tout temps formoienc la meilleure cavalerie
^jde l ’ Empire, et que , par le laps du temps,
¿j1des abus
introdruits
dans
leurs
réglemensj^
^¡avoient rallenti leur Zèle , et presque paralysé'^
- l e
fleu rs institutions ; notre auguste souverain
,
¿lavoir donné son attention
dès le commence-|]s
K ment de son règne , et avoir vivifié ce corps ^
¿1
.
')*
5! par de nouveaux réglemcns en corrigeant les ^
1^'
^
t
abus qui s’ y étoient glissés: peu après , il fut
4»^
470
K E M A L B E Y D ÎL L İ
.1■
—
■■ ■'
■■■« ■ j i___
tu arrêté: qu’ une partie de ces troupes de pro
H
■1
jjVÎnce
~ . — ---------------------------------------------------
seroic
incorporée dans
les difterens
?'corps de l ’infanterie de ligne (comme cela
t se pratique
ordinairement en Europe ) afin
i d ’ être dresseé à l’ exercice et aux évolutions
J|
^ militaires . C’est à cet effet que ces troupes
îjjont été réparties de la manière suivante : Le ^
^ corps des Zajms et des Timariots compris dans
^ l e Sangiak. ou disctrict de Bblou a été annexé
^au
corps de Lévend-Taiftilik, et celui
* Houdavendikiar
à celui de
de
Scutari . Ce qui
^ ne foc qu’ un début pour consommer l ’ouvrage _
^-médité dès lors : aujourd’hui les Zaïms et lesj^
£ Timariots
sont dévenus un corps de cavalerie
^'permanence de la légion de Scutari, naturel^ lement excellens
cavaliers , on peut bien se
ÿ faire une idée de toutes les qualités d ’homf mes et de chevaux , après un exercice jour^' nalier que sont aujourd’hui obligés de faire ,
^ leur agilité , et légèreté naturelle unie à l’unir
%formité des mouvemens acquise, par
la tactique ¡|
? doit étonner sans, doute. un jour les appréciaj?*
1
^ teurs dans ce genre : Cette cavalerie a rec^u
¿'déjà les formes de la discipline militaire., des
f codes de règlemens à cet égard statuent tout
^ ¡ce qui .¡les regarde : qui voudra en voir les
dérails n’a qu’à les consulter, les bornes de
S E Y Y ÎD M U S T A P A V E R lS Â L /E S l
471
'*5
^
X iC K ïX jJfi.iià r JK f
*¡1 cette courte diatribe ne le permettant pas de
^
à
s’en occuper. Nous ne ferons<qu’ une seule ^
reflexion : C’est que tous ces Zaïms et Timariots, £
¿1 enchantés de leur état 'présent, se glorifient, ¡]*
ujdisent-ils
d’avoir été inscrits dans les' livrés, fê*
^ q u i traitent .de, l’Âge d’ ôr sous Selim
111
^
tant la bonne manière et la constance ont|^'
*j!de prise sur les choses ! autrefois on craindroif |1?
|3| - -a
•
■ fi
| nieme de penser à un changement si fonda ^
ÿ\m ental ,
on peut dire que le siècle aussi y|tj
est pour quelque chose , mais à bien mesurer
^ le s circonstances , ce ne sont que les hommes if
2
.
*
qui peuvent les maîtriser .
|è
Maintenant le nombre de ces excelles ca-j<*
valiers qui sont annexés aux defférens corps !If
Jl
*
^1 des troupes de ligne se monte de quatre à|,
^ cinq
mille
hommes , et i
cause
de
leur ij
a?! annexation aux troupes réglées , ils portent
•f•
? le nouveau costume j ainsi que leurs officiers
^ qui se font remarquer par les marques distinc-j^
? tivês
de leur corps . Chaque compagnie vient ‘
f 1successivement de six en six mois faire l’ exer^ c ic e devant la cazerne du corps à qui elle est
£ annexeé , c 'e s t pourquoi on vient de désigner [j*
£ à Scutari un emplacement pour la construction î*
fSj d’ une çazerne particulière , pour la réception jj|
de ces troupes qui arrivent successivement.
jjj
K E M A L B E Y D ÎL L Î
472
La grande affluence des enrôlemens de tous
•* côtés a fait penser à de nouveaux établisse­
nt
£' ments , les cazernes autour de Constantinople
?!n e pouvant contenir plus de monde, quoique
J|la plupart des soldats manquent par congé ,
¿ret une bonne partie soit employeé, il a é té ,
¿!par consequent , représenté au souverain qu'il
ujseroit bien plus économique de les multiplier
3j plutôt au débets que dans la capitale ; pour
^îcet effet on fait construire dans defférentes
*1*villes de Natolie plusieurs vastes cazernes qu;
^serviront de points de réanion pour l ’exercice
g.
militaire :
ill
’
dans chacun de ces lieux
centraux
une bonne partie des troupes de ces cantons
^ sera tour à tour permanente , et doit s’exerç\
cer sans relâche . Les lieux où la construction
^ de
ces
Cazernes a été ordonnée sont :
Soldats
' Seidi chehir - - - - - - - - - - dans le Sangiak de Kiathi - -
I ' Devely
£ Bolou - - -
--
- -
-- - -
- -
- -
------------- --- - - —
i Kvedé - - *?*Angora - - - —
Kastamonni - - - -
--
- -
- - - -
tjoô
i jo o
2000
7 0 oo
zooo
/ j oo
3!
Tota!
8 to o
¿1
# }
^ quelques-unes de ces Cazernes sont déjà achej?lvées les autres sont près de l’ être . Les sol-
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R lS Â IiE S Î
473
*7
^dacs qu’on établira dans ces cazernes y seront fi*
£ pertrtanènts, et à mesure qu’ ils
se formeront^
ij à l’exercice et & la tactique > ils seront re-j^
levés par d ’ autres Soldats .
&
A l ’instar de ces établissements dans l ’ Asie lr
Bjon 'eh établira aussi dans les lieux les plus
*[1 convenables
de la Romélie , ainsi on Vâ constro-j^
$ ire incéssamrrrent dans la grande Ville d ’An- G*
fjdrmople un vaste édifice qui sera Un point
¿ji de réunion pour tous ceux qui seront établis jj£
*[làux environs de cette contrée.
Pour l’exécution de ce vaste projet, i ’atineé
¿2 dernière indépendamment des troupes drscipli- jt
^ nées cazernées à Constantinople , nous avions j*
Ç plus de douze mille hommes d'effectifs dans Iç
I?
.
•
iW
^ les susdites villes de Narolie > et si le projet
^ continue à être exécuté de la même manière I]*
*Vil n ’ y a nul doute que nous pourrions avoir D*
H|
B*
¿¡avec la plus grande facilité des troupes disci-£
J
plinées au-delà même de l ’exigence du Cas “
.
.
.
.
.
.
.
outre ce la , les corps des Canortniers des gre-
3f hadiers
et des mineurs sont complets , et par-
faitement disciplinés * quant
à notre mariné
j* ec aux progrès rapides qu’ elle a fait en si
*v peu de temps nous nous en rapportons aux 1*
^Européens nos amis qui viennent à Constan
¿f| tinople , et qui ont été témoins octtlaires de
K E M A L B E Y D İL L Î
474
¿8
$ nos forces navales , ec de la solidité de la
construction de nos vaisseaux, et
nous les
£ prions de dire leur .sentiment à cet égard .
%
\
3j
On
conçoit bien que dorénavant Levend» '
'
' '
«Tziftilik et Scutari seront les deux centres
^¡cardinaux l ’nn pour la Romélie, et l’au tre^
Ipour l’ Asie ; ce seront les, foyers d'où l’on j*
.citera le* officiels éclairés qui doivent exercer
||ec organiser les nouveaux enrôlés réunis , dans
*?|les; établissements respectifs . .
*9
11 est remarquable de voir # que non seu­
l e m e n t les .personnes notables , mais le bas!
3 : peuple
aujoud’hui dans, cette, capitale et an
Îj1déiors qe se permet plus de douter sur la
nécessité des-armées, régulières., un cas récent
¿• ayant beaucoup servi à dessiller les yeux de
ajïla multitude , on va le rapporter i c i , les cu*9 rieux qui daigneroient jetter les yeux sur cet
§! article ne seroient pas fâchés , jéspère, de
ni
.
¿jjnous voir un peu remonter a .1 origine pour
§ la meilleure intelligence de ce qu’il s’a g it.
Jj
L ’ empire Ottpman soit par le principe, de
^ l’ Islamisme qui lui prescrit l ’ état de guerre,
*£j soit par les bases, de sa; formation qui ne
*jsont que les conquêtes, est un état purement
p et
strictement militaire : tout-individu Musul-
£|man qui le compose , même les Ulémas ,ij*
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E RXSÂLESÎ
475
*9
chéihs on Derviches i est censé être combat-1
tant en cas de besoin : les différens pays ou j
provinces de l ’ Empire
appartenant
nement à des defférens
Potentats
ancien­
quoique
-,\
par leur réunion sous la même domination
leur cohérence s'est effectuée jusqù’ à former
un seul corps ; cependant dans J ’époque
oà <
la relation
ces]
et la cohésion réciproque de
états n ’ étoit pas encore trop fortement con-l
jSolidée
'S et
la
jalousie
immanquable
des
; limitrophes
ne s’ étoit pas assoupie , il s* éleva i
de temps
en temps des troubles entre les;
magistrats et les personnes les plus m arquates de ces provinces. La facilité de trouver r
dans tout le voisinage des guerriers
:a par
un j
effet de la
constitution comme nous avons L
i*
dit ci-dessus s fit qu’ on se servit de cet;
expédient pour appaiser les troubles qui nais-1
soient
<,les
voisine, dont on se servoie ne tar-l
dèrent.pasà leur tour dé se mutiner, et ils)
furent repoussés conséquemmene par le moyen ■
d’autres
voisins
et
vice versa,,
jusqu* à ce!
que cette manière de contenir les arrogans!
devint un moyen légalisé et presque constitu­
tionnel : Le8 Empereurs et les ministres qui ,!J*
gouvemoient ■
. l ’Empire se se donnèrent plus
31 la
peine d ’approfondir les inconvéniens de
K E M A L BEYDÎLLÎ
30
►
J.CKiJKi-JXj
^
S1cette pratique , la facilité de la procédure les ¿8
-4.entraîna ; ils eurent en main l’ arme néces­
s a i r e , le bouclier à toute épreuve étoit de se
^1 servir des contraires , et faire agir les parties <4
^ adverses dans les occurrences qui paroissoient ÿ
^ l’exiger , les personnes marquantes dans
les '(?
■
* différentes provinces profitèrent de cet état
dé choses , ils
tâchèrent de se servir de lajjt
fotee précaire qu‘ ort leur donnoit en main , !<?
pour exécuter leurs desseins particuliers , et j||
faire valoir leurs intérêts . En conséquence ilsj*
ne manquèrent pas de ruses propres à éterni- &
^jser les causes des différens élevés pour avoir!?
j?| des
troupes salariées à leur disposition , des
$ circonstances impérieuses adroitement amenées
^faisoient extorquer des ordres ministériels
j?j on pouvoir après
q u ’ ji
perpétuer , on éluder ou
^Imême s’en passer: Voilà la facilité-de punir
les mal-intentionnés dans quels abus énormes
j ie t multipliés a jetré l’administration ! cependant
thtoutes
ces levées d’armées nécessaires pour le
$ moment iie pouvanc être entretenues et pei-
g
^Jmanentes' se dispersoient de temps à autre
faute de subsistance , et inondant le pays , ne
*(' pouvoient que commettre des crimes , par les
•
4, quels elles se rendirent én ' effet fautives?
•
I?
envers le gouvernement ; par conséquent elles ^
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R ÎS Â L E S Î
477
3*
$i furent obligées de dévenir errantes et fugiti- ¡¿*
ves dans les bois ec les monragnes pour se
sauver des juste* peines qu’elles méritèrentde là le nom de Daglys ( il veut dire habi­
tant des montagnes- ) gens sans aveû qui etrjl?
rant par bande avoient donné plusieurs foisjj^
l’épouvante aux habitans , et qu’ on avoir- ta
ché de réduire jüsqu’ à présent par les mentes É?
moyens . Dernièrement un chef dé ces brigands le plus renommé -, ayant sous lui quel- |j*
ques milliers d’ hommes s’ avisa d ’ occuper fej^village de Bally , et de s’y fortifier pour pou- ^
voir faire des incursions dans les -campagnes
circonvoisines : on s’ abstint cette fois-ci * par te
ordre exprès dû souverain » dé procéder à la !ç
manière j c’est à dire : de foire agir quelque^
gouverneur , où
provinces
foire lever des forces
limitrophes
pour le*
des j*
combattre; ¿*
mais on envoya directement de cette capitale jf
lin petit corps de deux mille hommes de?
troupes réglée*
avec leur attirail nëces$aire
ifl d’ artillerie ; aussitôt arrivés au
brigands
s ’ étoiene
réfugiés, ils
lieu où les !<*
firent
un
»?|feu le ‘plus v if, et lés assaillirent dans leurs ¡j*
Wfoyers mêmes
-, le
combat ne put durer long- 15*
temps , tout fut tué ou dispersé * et le paysj^
purgé de ces brigands dans une seule actio n .^
“5
478
K E M A L B E Y D ÎL L Î
Voilà la circonstance que nous avons an­
noncée ci-dessus , ec qui vient aussi d ’ajouter
^beaucoup-à l'opinion générale aujourd’hui.éta^ blie
sur la graride utilité , et
la nécessité
^indispensable d ’ entretenir et de multiplier-les
^j troupes réglées autant que possible. La tertireu r produite parmi le peuple , des cruautés
^commises de la part de ces brigands , et les
moyens insuffisans ou peut-être vicieux qu’on
.^j avoir mis en usage
jusqu’ à
présent pour
¡^ remédier à ce m a l, avoient fait accroire à la |
jj.
.
multitude , qu’ il ' n ’ y âvoit
dans’ le monde
*!.
^¡des guerriers comme ces Daglys , et que leur
t opposer dès -armées c’ étoit
plutôt
vouloir
^ sacnfîer du monde que les réduire : on peut
^jdire , il esc vrai, que l ’endurcissement produit
^¡dans ces individus par les peines ec les iaties continnuelles, les marches forcées et la
petite guerre sans relâche , les fait comparer
,2;aux flibustiers du temps passé, ec si on pou­
r v o i t venir à bout de les mettre en ordre et
^ d e les discipliner on pourroit en faire d ’exjjj cellens soldats ; cette bande donc si aguerrie
^ices restes
invincibles
échappés
de tant de
r combats réitérés étoit déjà jugeé inattaquable
JJ par sa position même dé tout le public, quand
tout à coup un petit corps de troupes
S E Y Y ÎD M U S T A F A V E R lS Â IÆ S l
479
33
iXj-JKj
*f réglées de moitié inférieur-en nombre la raillé
le en
pièces et la disperse . L ’ étonnement jj?
devint si général , qu’ on ne balança plus un
instant de
se croire dans un nouvel ordre de "
choses , et pour ainsi dire dans un nouveau !i*
monde où il falloit se dépouiller absolument^
de tous les préjugés anciens , Moi-même jvre£*
de joie , de voir ma patrie dans l ’érat que«?
je désirois si ardemment, eciairée
tous
les jjj|
il jours davantage du flambeau des sciences et [Tj
des
arts , il ne me fut plus possible de me 5?
taire : que le lecteur bénévole juge de mon jjj?
^plaisir extrême après avoir vu ce que javois^
$ enduré , et
les récompenses
que j ‘ éprouve j]*
aujourd’hui « e t il me pardonnera sans doute &
de l ’ avoir étourdi un moment ,
F IN
R
R
R
R
R
E
;
1826 DÜZENLEMESİNDEN SONRA
İZMİR ÎHTİSAB NEZÂRETİ
Mübahat S. Kütükoğlu
G i r i §
«Emr bi’l-ma‘rûf ve nehy ani’l-münker»1 esâsına dayanan ve
Hz. Ömer zamanından beri İslâmda mevcudiyetini devam ettiren ih­
tisab müessesesi2,, XIX. asrın başlarmda -devrinin ifadesiyle- «şîrâze-i nizâmından çıkm ış»; ihtisab kanunlarının yürüyemez hale gel­
mesiyle3, bu yolla Devlet hâzinesine giren gelir de azalmıştı.
Sultan ü . Mahmud devrindeki ıslahat hareketlerinden, ihtisab
müessesesi de payım almış ve 1242 (1826)’de müessesenin işler hâle
gelebilmesi için yeni bir düzenlemeye gidilmişti.
1 Şer'iatin em irlerine u ygun olarak em r etm e ve yasak ların a g öre y a p ­
tırm am a.
■•
2 İslâm da ve O sm anlIlarda ihtisab m üessesesinin işleyişi -hakkında şu
araştırm alara bk. Y u su f Z iya K avakçı, H isbe Teşkilâtı. B ir İslâm H u k u k v e
Tarih* M ü essesesi O larak K uruluş v e G elişm esi, A n k ara 1976; Osman N uri
Ergin, M eceile-i U m ûr-ı B eled iye (M U B ) I, İstanbul 1922, s. 309-392; Z iya
K azıcı, OsmanlIlarda İhtisab M ü essesesi, A tatü rk Ü niversitesi İlah iyat F akü l­
tesi, basılm am ış doktora tezi, E rzurum 1982.
3 1242’den îtibâren A n adolu ve R um eli’ deki çeşidli yerlerin kadı, nâib,
muhassıl vs. vazifelilerine gönderilen hüküm lerde aynı ifadeye rastlanm aktadır. K astam onu naibi, m ütesellim i vs. y e : gönderilen E vâh ır-ı S a fer 1243/12-21
E ylül 1827 tarihli h ü k ü m : B aşbakan lık Osm anlı A rşiv i (B O A ), Cevdet tas­
nifi-M aliye (C e v -M ), nr. 21990; K ıbrıs nâib ve m uhassılm a gönderilen E vâü -i
Z ilhicce 1243/14-23 H aziran 1828 tarihli hüküm
BOA., M âliyeden M ü d evver
D e fte r le r (M A D ), nr. 8298, s. 229.
482
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
İlk olarak İstanbul ihtisabımn iyi bir şekilde işlemesini temin
etmek üzere Evâhır-ı Muharrem 1242 (25 Ağustos - 3 Eylül 1826)
tarihiyle bir nizamname hazırlanmıştı4. Nizamnamenin ilk fasılların­
da, şehre, köy ve kasabalardan işsiz-güçsüz kimselerin gelip huzûru
bozmaması için alınacak tedbirler üzerinde durulmakta, daha sonra,
sebze bahçelerinin dört taksitte ödeyecekleri mıkdar ile her esnaf
grupuna ayrı ayrı takdir edilen gündelik resimler; «palamar akçesi»,
yasakçıların yağ tulumları v.s. den alacakları. para ile İstanbul’a
getirilecek taze meyve ve sebzeden 1/10 oranında alınacak ihtisab
resmi; esircilerin esir dellâliyesinden alacakları resmin 1 /5 ’inin ihtisaba ayrılması; çeşidli..esnafın kefüe bağlanması ve İstanbul ihtisabınm yeni gelirinin tesbit edilip ona göre iltizama verilmesi için
bir seneüğine emâneten idaresi hususlarma yer verilmekteydi.
İstanbul’dan sonra Anadolu’da İzmir, Haleb, Aydın, Kastamonu,
Bursa, Tokad, Manisa, Amasya, Ankara, İzmid, Sivas, Çorum, Van,
vs.; Rumeli’de Edirne, Tatarpazarı, Sofya, Serez, Manastır,; Silistir e,
vs; ile Kıbrıs, Midilli ve Rodos adalarında da ihtisaba yeni bir hizam
verilmesi için emirler yöllaümış5 ve mahallî idareciler tarafından
her şehir ve kasabada meveud dükkân, hân, hamam veLdeğirmenlerden toplanacak günlük ihtisab resimleriyle şehre gelecek kervanla­
rın, malın ye. yükün (deve, at, katır) cinsine göre ödeyecekleri re­
simler; reayanın evlenecek kızlarına verilecek izin kâğıdları dolayısiyle alınacak «gerdek resmi», ayrı ayrı tertibedilip merkeze gön­
derilmişti6.
1826 ihtisab düzenlemesindeki esas gaye, yeniçeri teşkilâtının
lâğvmdan sonra kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin
masraflarının karşılanabilmesi id il Hatta bu sebeble toplanacak yeni
4 Bu nizam m hâm e, M U B, I, 338-354’ de neşr edilm iştir.
5 N ot 3’deki vesikalar" ve H aleb m ütesellim i v e A n ta k y a N aibine E vâil-î
Z ilka'de 1244/5-14 M ayıs 1829 (C ev-M , nr. 4392); T rabzon -V alisi, Canik Jm u ­
h afızı vs.ye E vâh ır-ı M uharrem 1246/12-21 Tem m uz 1830 ( Cev-M , nr. 20088);Silistre B eğlerbeğisi vs:ye E vâil-i R ebi'ülevvel 1250/8-17- Tem m uz 1834: (Cev-M ,
nr. 4 8 4 2 )-tarihleriyle gönderilen hüküm ler bunlardan bazılarıdır.
6 B u şehirlerin bü yük kısm ının ihtisab resim leri M A D , nr.. 19450, Çorum,
V an vs. birk a ç tanesininki ise D îvân -ı H üm âyûn İh tisab: D efteri,, nr. 31,: s. 171
vd. da kayıdlı olup gün lü k ve aylık m ıkdarlarla birlikte dükkân vs. sayılarm ı
da ihtiva ettiğinden: ayrı bir y azıd a incelenecektir. ::
._
7 A hm ed L ü tfi E fendi, Tarih, İstanbul 1290, s. 241. T a şra ya ' gönderilen
İZ M İR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
483
vergiye rüsûm^ı cihâdiyye adı da verilmişti8. Ancak, bu yeni siste­
me geçilirken, mahallinde kadılar ve esnaf kethüdalarının yapacak­
ları incelemeler sonucu tesbit edilecek9 resim mıkdarlarının, halkın
kaldırabileceğinin üstünde olmamasına itinâ gösterilmesi husûsunda
titiz davranılmakta ve gönderilen hükümlerde ilgililer, ikaz edil­
mekteydi10.
İzmir
İhtisabı
İhtisab Nâzırının vazifelerine genel bakış
1826’da tatbikine başlanan ihtisab sistemi içinde İzmir ihtisabının ayrı bir yeri vardı. Müessese, diğer ihtisablar gibi, Mukataat
Hazinesi’ne bağlanıp nezâret unvanı verilmiş ve tek elden idare olun­
mak üzere dirayetli bir şahsın tayini uygun bulunarak11, l ’ Receb
1242 (29 Ocak 1827) ’de hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyûndan Ömer Lütfi
Efendi vazifelendirilmişti12.
hüküm lerde, dalm a «A sâ k ir-i M ansûre-i M uham m ediyye n ia sâ n fm a tahsîsen»
(M ukataat H âzinesine gönderilen 1 R eceb 1243/18 O cak 1828 tarihli ilm ühaber
k a y d ı: M A D , nr. 10116, s. 437; 29 Cem âzıyelâhır 1246/15 A ra lık 1830 tarihli
buyrulduyu hâvi, D efterdarın, Trabzon, Canik, vs. ihtisabı ile ilgili ta k riri :
Cev-M, nr. 20088; Şam ihtisabı ile ügili, D efterdarın, H . M ahm ud’un h att-ı hü­
m âyûnunu ihtiva eden ta k riri : B O A , H att-ı Hüm âyûn tasn ifi (H H ), nr. 21İ52)
veya «...m a sa rifm a m edâr olm a k içün» (C ev-M , nr. 4842 ve 2199) ifâdeleri yer
alm aktadır.
8 A . L ü tfi, Tarih, I, 241. İzm ir’e gelm ekte olan A fy on d a n «resm -i cihâ­
diyye» alınm ası hakkında M ukataat H âzinesine ilm ühaber kaydı : M A D , nr.
8298, s. 81.
9 «İşbu ihtisab rüsûm u ol ta ra fm usûl ve ahvâline g öre ... m a‘rifet-i şer'
ve esn af k eth u dâlan m a 'rifetiyle y egâ n yegân ...» tesbit edilecekti. Cev-M,
nr. 21990.
10 «F u k a ra ya b â r olm a y a ca k veçh ile ehl-i ticâ ret v e erbâb-ı h ırefin derece-i hâl ü keyfiyyetlerin e g ö re em sâline tatbîk an b ir m ıkdar resm -i ihtisab
tanzim o lu n m a s ı...» : Cev-M , nr. 4392, 20088, 21990; M A D , nr. 8298, s. 229.
A y n ı m ealde E vâh ır-ı R e b i’ü levvel 1254 (14-23 H aziran 1838) tarihiyle R um eli
M üşiri vs. ye gönderilen bir hüküm, İhtisab D efteri, nr. 32’den naklen MTJB,
I, 356-58’de neşr edüm iştir.
11 1 Z ilhicce 1242 (26 H aziran 1827) tarihli D îvân -ı H üm âyûn kalem i
ilm ühaberi : M A D , nr. 10115, s. 130.
12 Ö m er L ü tfi E fen d i’nin bu m em uriyete getirilişinden îtibâren ilk dört
aylık m asraflarını ihtiva eden m uhasebesinde «bidây et-i m e'm û riyyeti» 1 R eceb
484
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
Eskiden olduğu gibi, esnafın kontrolü yine ihtisab memurunun
nezâretinde yürütülecekti. Yalnız, bundan böyle kol oğlanlarının ye­
rini, mansûre askeri alıyordu. Üç onbaşı ihtisab işleriyle vazifelendirildiği gibi, gereğinde nâzır tarafından kullanılmak üzere ihtisab
konağında hergün 30 neferin bulunması usûlü getiriliyordu. Yeni ni­
zamnameye göre :
a) Neferler, mü’minler için farz olan beş vakit namazın câmi‘
ve mescidlerde cemaatle kılınması için halkatenbihde bulunacaklar;
b) Onbaşı ve neferler zaman zaman şehirde kol gezerek suçlu­
lara gerekli îkazlan yapacaklardı.
c) Esnaf ve san'atkârların, nizamlarına halel getirmeden, hep­
sinin kendi işleriyle meşgul olmalarının temini ve halkın istirahat
ve refahının sağlanması için esnaf ve san'atkârlarm, özellikle, eşya
fiatlarımn tesbiti ve kontrolü, eskiden olduğu gibi ihtisab nazırının
vazifesi idi. Nâzır, fiat tesbitini, vali, kadı ve diğer ilgililerle bir­
likte yapacak ve mâliyet üzerine, mevsimine göre kârı konularak,
bulunan rakam üzerinden satış yapılmasını sağlayacaktı.
d) îhtisab nâzırı olanlar, narh ve kalite kontrolü için ihtisabda
vazifelendirilen neferlerle birlikte sık sık kola çıkarak terazi, kan­
tar, arşın, endâze ile satış yapan esnafı kontrol ve eksik çıkanları
değnek vurdurmak sûretiyle cezalandıracaktı. Daha ağır cezayı hak
edenleri îhtisab Meclisine; kaFa bendliğe ve sürgüne müstahak olan­
ları ise valiliğe sevk edecek; böylelerinin cezalan vali tarafından
verilecekti. Bunlar, «ıslah-ı nefs» eylediklerinde aflarma, ihtisab
nâzırınm teklifi üzerine, vali tarafından karar verilecek; yalnız, biı
gibi hallerde «cerime» adıyla para alınmayacaktı.
e) Daima olduğu gibi ekmek ve et konusuna burada da büyük
önem verilmekte ve ekmeğin kalitesinin bozuk ve gramajının eksik
olmaması; etin kış ve yaz fiatlanna göre satılmasının kontrolü de
nâzırm başlıca vazifeleri arasında sayılmaktaydı.
ola ra k k a y d edilm iştir (MA.D, nr. 8298, s. 54 ). M ehm ed 'Süreyya B ey ise Sicül-i
Osm ânî (S O ), U T , İstanbul 1311, s. 600’ de, tayini Şevval ayın da g österm ek ­
tedir.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
485
f) Nazırın vazifeleri arasında
fa) hamamlarda düzenin sağlanması;
fb) hammal tarifelerinin düzenlenmesi;
fe) neccar, nakkaş ve işçilerin yaz ve kış tarifelerinin en
uygun şekilde tayini ile fazla ücret istenmesine mâni olunması da
geliyordu.
g) İzmir kantarı, İzmir ihtisabına lüzumlu olduğu için ihtisab
memuruna ihale edüecekti.
- h) İhtisab nâzın şehirde bir sayım yapmakla da vazifelendirili­
yordu. Mahalle, sokak, han, vs. yerlerde yapılacak sayımlarda halk
isim, şöhret ve san'atlarıyla dinleri gösterilerek yazılacak; tüccar
ve esnaf dışında olup da hanlarda oturanlar mahalle imamlarından
sorulacak ve böyleee hazırlanan defter iki nüsha olarak, tertiblenecek; defterlerden biri vali, diğeri ise ihtisab nâzın tarafından sak­
lanacaktı. Memleket işi için sarf edilmek üzere paraya ihtiyaç du­
yulduğunda, sarf yeri belirtilmiş olan ve kadı’mn mührünü hâvi bu­
lunan tezkire ile valinin «sahh»ını hâvi ihtisab nazırının tezkiresi
aranacaktı.
i) Tevzi işi ise, hâkimin tezkiresine göre vali, ihtisab memuru,
vs. tarafından hesablanacak ve hakikî masraflar üzerine hâkimin
mutad imza harcı ile diğer vilâyet hizmetinde bulunanların ücret­
leri de katılacaktı. Vali ve ihtisab memuru için ise hiçbir şekilde
tek bir akçe dahi ilâve edilmeyecekti.
Tevzi defterinin tanzimi, asıl tahrir defteriyle karşılaştırılmak
suretiyle yapılacak ve tahrir defterinde bulunan hiç kimse tevziden
hariç tutulmayacaktı. Ancak, dağıtım, herkesin hal ve şanına, işine
ve gücüne göre olacak; hiçbir şekilde haksızlığa meydan verilme­
yecekti. Bu son hususdan da yine ihtisab nâzırlan mes’ul tutuluyordu.
Kısaca, her sene yapılacak memleket masraflarının defteri, vali,
hâkim ve ihtisab memuru tarafından mühürlenerek İstanbul’a gön­
derilecek; Mukataat Nâzırmca incelenip, uygun bulunduğu takdirde
emr-i şerif çıkarılması için Bâbıâlîye yazılacak, Bâbıâlîce de tasvib
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
486
edilirse «iktizâsına göre emr-i şerif» kaleme alınacaktı. Defterde
ikmal edilmiş birşeye rastlandığı takdirde vali, hâkim ve memur­
dan, sadece suçlu bulunan cezalandırılacaktı13.
İzmir’in, Batı Anadolu’nun en mühim merkezi ve Anadolu’nun
batıya açılan kapısı olması dolayısiyle, İzmir îhtisab Nezâretinin
sınırları sadece. İzmir ve yakm çevresi olarak çiziİmemişti. Nefs-i
İzmir’den başka Kuşadası, Foçalar, Ödemiş, Tire, Bayındır, Aydın,
Manisa, Edremid, Ayvalık, Ayazmend, Lâpseki, ve Çanakkale’ye ka­
dar uzanan yerler ile Midilli ve Rodos gibi adalarm gelirleri de İz­
mir ihtisabma bağlanmıştı.
■ İzmir ihtisabınca toplanan gelirler sadece ihtisab resimleri veya
ötedenberi ihtisabca idare edile gelen «yevmiye-i dekâkin» gibi ge­
lirlerden ibâret değildi. 1242 zilka’desinden (Mayıs 1827) îtibâren
gönderilen bir seri hükümle m îriyye, kantariyye, ruhsatiyye gibi
adlarla konan vergilerin toplanması işi de İzmir ihtisabma havâle
edilmiş; özellikle o zamana kadar yurd dışına çıkışma pek müsâade
edilmeyen maddelerin ihtiyaç fazlasının ihracının da İzmir ihtisabı
tarafmdan yürütülmesi kararlaştırılmıştı.
Daha sonra afyon gibi bazı maddelerin alım ve satımının Dev­
let tekeline alınmasının uygun olacağına karar verildiğinde de bu
işle Tzmır ihtisab nâzın vazifelendirilmişti.
1242’den başlayan bu tatbikat, bir taraftan yeni resimlerin ilâ­
vesi, diğer taraftan oranlarda yapılan yükseltmeler dolayısiyle, mey­
velerini vermeye başlamış; ilk on ayda 2.800.000 kuruş cıvannda
olan hasılat, müteâkıb 9 ayda 3.300.000’i; üçüncü yılda 5.000.000’u
geçmiştir.
Mahallinde yapılan masraflar dışındaki gelir de Mukataat Hâ­
zinesine varidat kayd edilmiştir.
Ehemmiyeti dolayısiyle burada, 1242 sonrası İzmir ihtisabma
bağlanan gelirler ve yapılan harcamalar ile İzmir ihtisab nâzırlarınin diğer vazifeleri üzerinde durulacaktır.
13
M A D , nr. 10115, s. 130, 131.
ÎZ M ÎR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
487
A — İzmir İhtisabmca Toplanan Resimler
i. İ h t ı s a b R e s m i
a)
İhtisab resminin tatbik edildiği her yerde olduğu gibi İz­
mir’de de gerek- 'çarşı içinde, gerekse mahalle aralarındaki dükkân
v e ;mağazalardan hâl ve tahammüllerine göre 2-10 para;
bj Vakıf ölbun olmasın, müslümanlara-âid bulunanlarla ermeni,
rum ve yahudi tüccar ve esnaf tasarrufundaki oda, mağaza ve mah­
zenlerden 5-10 para;
c) Bahçeler ve yoncalıklarla kayıkçı ve balıkçılardan uygun
mıkdarlarda;
rd) İzmir’den Anadolu’ya gidip gelen kervanların deve yüklerin­
den 4 para, at yüklerinden 2 para ve eşek yüklerinden birer para;
e) İzmir’den Anadolu’ya nakli uygun bulunarak gönderilecek
zahire yüklerinden 20’şer para alınması Dîvânca uygun bulunarak
emir çıkmıştı14.
Hanlardan o. zamana kadar maktu“ olarak alman resimlerin, îzmirle birlikte Aydın ve Manisa gibi civar şehirlerde de oda sayısına
göre toplanması yoluna gidilmişti15.
İzmir’de Bakır Bedesteni olarak bilinen ve bütün resimler kar­
şılığında sadece «memleket masrafı» adıyla yıllık maktu“ 400 kuruş
ödeyen, dükkân ve mahzen olarak 180 anahtarlık, eski dârüssaade
ağalarmdan Beşir Ağa tarafından yaptırtılmış olan hamn, maktu-iyet ve müâfiyeti de kaldırılmış; İzmir ihtisabmca idare edilerek,
buna bağlı olan İzmir saçrnahcme mukataasımn yıllık 21.000 kuruş
iltizam bedelinin ihtisabca Darbhâne-i Âmire Hâzinesine ödenmesi,
14 K apu çukadarı A bd ü llâtif (A ğ a ) ile palam ud resm i ve İzm ir iktisa­
bına m em ur Ö m er L ü tfi E fen d i’ye gönderilen 5 Zilka'de 1242 (31 M ayıs 1827)
tarihli em r-i âlî : M A D , nr. 4049, s. 5; D îvân -ı H üm âyûndan gönderilen 23 Z il­
ka'de 1242 (18 H aziran 1827) tarihli ilm ühaber kaydı : M A D , nr. 19500, s. 2.
■15 Ö m er L ü tfi Efendi, vs. ye gönderilm ek üzere 5 Z üh icce 1243 (18 H azi­
ran 1828)’de Ş erif B ey ’e teslim edilen em r-i âlîler : M A D , nr. 4049, s. 133/11
ve 12.
M Ü B A H A T S. KÜTÜKOĞL.U
488
iltizam bedeli üstündeki gelirinin ise Mukataat Hâzinesine îrad kayd
kararlaştırılmıştı16. Nitekim, bu kararın çıktığı İ244 saferinden (13 Ağustos - 10 Eylül 1828) sonra tertib edilen ilk muha­
sebede Beşir Ağa Ham ihtisabiyyesinin de yer aldığı görülmektedir.
Hâsılatın rebi'ülâhır başından başlaması, emrin çıkmasıyla tatbikatı
arasında bir aydan fazla bir sürenin geçtiğini göstermektedir17.
edilm esi
Receb 1244 - Cemâzıyelâhır 1245 (7 Ocak - 27 Kasım 1829) dev­
resini içine alan bir yıllık İzmir, ihtisabı muhasebesinde «Han-ı Ke­
bîr» adıyla yer verilen Beşir Ağa Hanı ve saçmahâne gelirinin ise
48.298 kuruşa vardığı görülmektedir18.
D iğer taraftan, İzmir Haüm Ağa Çarşısındaki, bir zaman için
topçu askerinin yerleştirildiği Cezayir Hanı da 1246 sonlarından
itibaren İzmir ihtisabı tarafından idare edilmeğe başlanmıştır18.
1253 (1837-38) senesi muhasebesinde Beşir Ağa Hanının kiraları
9360, Cezayir Hanmınki ise 5500 kuruştur20,
2. R e s m - i
Mîrî
1242 zilka'desinden (Mayıs-Haziran 1827) itibaren İzmir İhtisab
Nâzın Ömer Lütfi Efendi’ye gönderilen bir seri emirle, Anadolu’da
yetişip İzmir iskelesine gelerek burada satılan belli-başlı bütün mal­
lara resm A m îrî adıyla bir resim konmuştu. Bu resimler, satıcısın­
dan alınarak Mukataat Hâzinesine teslim olunacaklardı.
16 H arem eyn M uhasebesi Kalem inin 29 S a fer 1244 (10 E ylü l 1828) tarih­
li ilm ühaberi : C ev-İktisad ( i ) , nr. 1211 ve 1234; M A D , nr. 8298, s. 154 ve M A D ,
nr. 19500, s. 3.
17 Şevval 1243-Cem âzıyelâhır 1244 (16 M art İ828 - 6 O cak 1829) arasındaki
hâsılatı ihtiva eden m uhâsebe icm alinde (M A D , nr. 8298, s. 202), B eşir A ğ a H a­
nının R ebi'ülâhır-C em âzıyelâhır ayların a âid ü ç a y lık hâsılatı 8774 kuruştur.
,
18
Cev-M , nr. 27477.
19 Başm uhasebeden 19 Z ilka'de 1246 (1 M ayıs 1831) tarihli ilm ühaber
s u r e t i: M A D , nr. 19500, s. 4. H er ik i handa da tam irlerin k iracıla r tarafından
y ap ılacağ ı belirtilm iştir.
,
20
Cev-M , nr. 19701.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
489
. Resm-i mîrîye konu olan mahsûller ve alınacak resim mıkdar
ları şöyleydi :
a) İzmir iskelesinde büyük revacı olan
kitrenin
salebin
kıyyesinden
»
10
»
»
10
30
evsatmm
»
ednâsmın
mahmûde otunun
»
»
20
10
mahlebin
alacehrinin âlâsının
10 para
»
»
» (7krş
»
kökboyanm
momnm
kantarmdan
280
200
»
200
sandnka (sandal ağacı) nm
kdliçe (hah) çeşidlerinin
seccadenin âlâsının
kıyyesinden
zıra'mdan
10
»
20
»
ednâsmın
adedinden
»
200
100
» (5 krş.
» (2,5»)
b)
Foçalar, Karaburun, Urla, Çeşme, Tire, Bayındır, Güzelhisar
(Aydın) ve havalisinde yetişen yerlerde alınıp satılan kuru üzüm
ve incirin, satıcılarından alınmak üzere, kantar başına
siyah üzümden
Karaburun ellem esinden
Urla üzümünden
çekirdeksiz üzümden
beğlerceden
incirden
1 para
2 »
2
»
3 »
1 .»
1,5 kuruş23
21 Başm uhasebeden gönderilen 27 Şevval 1242 (24 M ayıs 1827) tarihli
ilm ühaber k a y d ı: M A D , nr. 19500, s. 3. (B u listede sandrıka y o k tu r ). M A D ,
nr. 4049, s. 5 /6 . (B u listede m a zı y er alm am aktadır. A y rıca , m ahm ûde, k ök boy a
ve seccadenin resim leri kuruş ola ra k g österilm iştir).
22
M A D , nr. 4049, s. 5 /5 ve 19500, s. 3.
490
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O G LU
c) Karahisâr-ı sâhib (A f yonkarahisar), Geyve ve Anadolu’nun
diğer yerlerinde yetişip, satılmak üzere getirildiği İzmir iskelesin­
de revacı fazla olan afyon mahsûlünün bir çeki itibâr edilen 250
dirheminden 60 para23;
d) İzmir civarında oturan yürüklerin, İzmir’de -Ömer Lütfi
Efendi marifetiyle satılan kerestelerinden uygun görülecek mıkdarlarda24;
e) Anadolu’dan İzmir’e getirilip satılan fcaZmamlarından kantar
başma 5 kuruş25;
f ) Yine Anadolu’dan getirilerek İzmir iskelesinde dost devlet­
ler tüccarına satılan tavşan derilerinin 100 tanesinden 5 kuruş25;
g) Osmanlı memleketleri mahsûlü olup İzmir’e getirilerek sa­
tılan yapağının kantarından 3 kuruş27;
h) İzmir’de satılan . Osmanlı memleketleri mahsûlü pamuğun
kantarından 5 kuruş28;
23 K apu çu k a d a n A b d ü llâtif (A ğ a ) ile gönderilen 5 Z üka'de 1242
(31 M ayıs 1827) tarihli em r-i âlî kaydı : M A D , nr. 4049, s. 5 /4 ve M A D , nr.
19500, s. 3.
;
24 5 Z ilka'de 1242 (31 M ayıs 1827) tarihli diğer bir e m r -i.â lî k a y d ı:
M A D , nr. 4049, s. 5 /7 .
25
s. 6 /6 .
10 Z ilka'de 1242
(5 H aziran 1827) tarihli em r-i âlî k a y d ı : a.g.d.,
26 K apu çu k a d a n H alil A ğ a ile kapu kethüdası E s ‘ad B ey 'e gönderilen
7 Zilka'de 1242 (2 H aziran 1827) tarihli em r-i âlî (M Â D , nr. 4049, s. 6 /4 )
ve bunun Başm uhasebeden gönderilen 21 Z ilka'de 1242 (16 H aziran 1827)
tarihli ilm ühaber (M A D , nr. 19500, s. 2) kayıdları.
27 ira d e üzerine em r-i âlî çıktığın a dair Başm uhasebeden gönderilen 22
Z ilka'de 1242 (17 H aziran 1827) tarihli ilm ühaber : M A D , nr. 19500, s. 2 ve
Ihtisab D efte ri, nr. 31, s. 89.
28 Başm uhasebeden 21 Z ilka'de 1242 (16 H aziran 1827) tarihli ümüh aber kay d ı : M A D , nr. 19500, s. 2. A dan a ve Tarsus havalisinde yetişen pam u­
ğun da İzm ir’e getirilm esi gerekirken k a ça k ola ra k T arsus iskelesinden ihra­
cına başlanm ası, ilgilileri, bu ' konuda müsâriıahakâr davranm ak m ecbu riye­
tinde bırakm ış v e İzm ir ta rifesi üzere 3 kuruştan resm -i m îrîsini ödeyerek
Tarsus iskelesinden pam u k şevkine m üsâade olunm uştur. HH , nr. 26468, bend
3 ve M A D , nr. 8298, s. 192.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
491
i)
İzmir’de satılan tiftiğin, iki kıyye gelen bir çekisinden 40;
Ankara ipliğinin âlâsından 20, ednâsmdan 10 para-9;
j) Midilli Adasıyla Edremid, Kemer Edremid, Ayazmend, A y­
valık ve Kızılca tuzla kazalarından İstanbul tertibi zeytinyağı ve
sabim tamamen verildikten sonra satılacak zeytinyağı ve sabunlar­
dan İzmir ibtisabmca kantar başına zeytinyağından 3,5, sabundan
2,5 kuruş resm-i mîrî alınacağı kararlaştırılarak Zilka'de 1242 (Ma­
yıs 1827)’de Ömer Liitfi Efendi’ye emir gönderilmişti39..
. Tatbikata başlanmasmdan sonra bu emirlerin bir kısmında yu­
muşatılma yapıldığı, bir kısmında ise yeni bazı tedbirlere ihtiyaç
duyulduğu görülmektedir.
Meselâ, afyon üzerine konan resmin, İzmir’de alınması gerek­
tiği halde Bursa muhtesibince toplanması müsamaha ile karşılan­
mış; hatta bu hususda Receb 1243 (Şubat 1828)’de bir emir de çık­
mıştı. Buna da sebeb, Bursa’ya uğradığı halde resmi alınmayan af­
yonun İzmir yerine başka bir iskeleye götürülmesi halinde hâzine­
nin gelir kaybı ile karşılaşacağı düşüncesiydi31 ki, yabancı tüccarın
afyona verdiği önem ve bu yolla fazla kazanç sağlamak isteyen sa­
tıcıların kaçakçılığı rahatlıkla göze aldıkları düşünülürse52, alınan
tedbirin pek de yanlış olmadığı anlaşılır.
Tiftik ve Ankara ipliği, için ödenecek resm-i mîrî mıkdarlarını
bildiren emirlerde ise, Ankara ipliğinin resim alınacak birim mıkdanna işaret olunmadığı, tatbikata geçilince fark edilmiştir. Ger­
çekten 1242 sonlarında (Haziran 1827) çıkan emirde, sadece tiftiğin
iki kıyye gelen bir çekisinden alınacak resm-i mîrî belirtildiğinden,
Ankara ipliği için de aynı kıstasın uygulanacağı gibi bir intibâ doğ­
muştur. Halbuki, o zamana kadar iplik için «çeki» hiç kullanılma29 Başm uhasebeden gönderilen 23 Zilka'de 1242 (18 H aziran 1827) ta ­
rihli ilm ühaber k ay d ı : M A D , nr. 19500, s. 2.
30 5 Z üka'de 1242 (31 M ayıs 1827)’ de A bd ü llâtif A ğ a ’y a teslim edile­
rek Öm er L ü tfi E fen di’ye gönderilen hüküm : M A D , nr. 4049, s. 5; bunun B a ş­
m uhasebeden 21 Z üka'de (16 H aziran) tarihiyle gönderden üm ühaber k aydı :
M A D , nr. 19500, s. 2.
31 25 R eceb 1243 (11 Şubat 1828) tarihli ümühafber k ay d ı : M A D , nr.
8298, s. 81.
32
a.g.v.
492
M Ü R A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
nu§ olup, daima «kıyye» üzerinden işlem görülmüştür. Bunun için
1244 muharreminde (Ağustos 1828) Dîvândan yeni bir emr-i âlî çı­
kartılarak Ankara ipliğinin resm-i mîrîsine esas teşkil edecek mıkdarm «kıyye» olduğu belirtilmiştir33.
Aynı senenin saferinde meyhanecilerin aldıkları taze üzümden
kıymetine göre resm-i mîrî alınması için emir gönderilmiştir34.
Muharrem 1245 (Temmuz 1829)’de ise Midilli, Edremid, Kemer
Edremid, Ayvalık, Ayazmend ve Kızılca tuzla kazaları zeytinyağı
ve sabun resm-i mîrîsinin İzmir gibi emaneten idare olunmak üzere
Midilli Nâzın Mustafa Ağa’ya havâle edildiği görülmektedir35.
.
ı
Midilli, Ayvalık, Edremid ve cıvârmda elde edilen zeytinyağının,
Aydın, Sığla ve Menteşe sancaklarında çıkarılana nazaran daha ka­
liteli olmasi yanında bu İkincilerde iskelelere uzaklık dolayısiyle
nakliye masrafı da bindiğinden, bir müddet sonra resm-i mîrîler
arttırılırken bu husus göz önünde bulundurulmuş ve zeytinyağının
kantarından 15, sabununkinden ise 12,5 kuruş resm-i mîrî alınması
kararlaştırılmıştı36. Resm-i mîrîsi ödenmiş zeytinyağından yapılmış
sabundan ise ikinci defa resim alınmasına artık lüzûm görülme­
mişti37.
33 İzm ir M ollasına ve İzm ir İhtisabı N â z ın Ö m er D ütfi E fen d i’ye y a ­
zılan em r-i âlînin, Sadrazam ın buyruldusunu ihtiva eden, E v â il-i M uh arrem
1244 (14-23 T em m uz 1828) tarihli m üsveddesi : Cev-M , nr. 16238; 23 M uharrem
1244 ( 5 A ğ u stos 1828)’ de R eis E fen di’nin k esed â n n a teslim edildiği kayıdlı
, ...
sureti : M A D , nr. 4049, s. 1 4 3 /5 ’dedir.
34 Sığla, A ydm , Saruhan M uhassılı, İzm ir M ollası ve İzm ir İhtisab N âzırm a gönderilen E vâh ır-ı S afer 1244 (1-10 E ylül 1828) tarihli h ükü m : M A D ,
nr. 8298, s. 155; M A D , nr. 19500, s. 4.
' 35 D îvân -ı H u m âyû n ’dan E v â ü -i M uharrem 1245
tarihli ilm ühaber : M A D , 19500, s. 4.
(3-12 T em m uz 1829)
36 A y d m S ancağı M utasarrıfı V ezir Y ak u b Pa§a, vs. ye gönderilen
E vâh ır-ı Z ü k a ’de 1250 (21-30 M art 1835) tarihli hüküm : İhtisab D efte ri, nr.
31, s. 126.
37 Sadrazam ın, «m û cebin ce D îvândan em ri ısdâr» olu nacağına dâir 10
R e b i’ülâhır 1251 (5 A ğ u stos 1835) tarihli buyruldusunu ihtiva eden, M ansûre
D efterdârı A bdurrahm an N â fiz E fen di’nin takriri ve ekleri : Cev-M , nr. 13346;
bu konuda İzm ir M ollasına, İzm ir V oyvod ası ve İhtisab N â zın n a gönderden
E vâh ır-ı R e b i’ülâhır 1251 (15-24 A ğ u stos 1835) tarihli hüküm : İhtisab D efteri,
nr. 31, s. 137.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
493
1254 (1838)’de resm-i mîrîye tabi zeytinyağlarının çıkarıldığı
yerlerin hududu genişletilmiştir. 1 Muharrem 1254 (27 Mart 1838)
den geçerli olmak üzere Saruhan Sancağında Turgudlu, Salihli, Ahmedli ve N if (Kemalpaşa); Kütahya Sancağında Kula kazalarmda
yapılan sabunlarla İzmir’de yapıhp, ihraç edilmeyerek nefs-i İzmir’­
de sarf olunan sabunlardan 12,5; Menemen, Menemen Güzelhisarı,
Eski ve Yeni Foça kazalarmda çıkan zeytinyağlarından, âmediyye,
reftiyye gümrükleriyle ihtisabiyye ve kapan resminden başka 15 ku­
ruş resm-i mîrî alınmasına dair emir çıkmıştır. Ancak, bu gelirin,
İzmir ihtisab nâzınnca toplanması kararlaştırıldığı halde, ihtisab
hâsılatına karıştırılmayarak, her ay defteriyle birlikte ayrıca, Mansûre Hâzinesine gönderilmesi uygun bulunmuştur38.
Zamanla mahsûl fiatlarmda vuku' bulan artışların resm-i mîrî­
lere de aksettirildiği görülmektedir, incir de bunlardandır. 1250
(1834-35) ’de incirin fiatınm yükselmesi ve bir kantarının 80-90 ku­
ruşa kadar çıkması, resm-i mîrîsinin yükseltilmeğe tahammülü ol­
duğu kanaatinin edinilmesi neticesini doğurmuş ve o zamana kadar
alınmakta olan 60 para üzerine 30 para ilâvesiyle resim mıkdarı 90
paraya çıkarılmıştır. Zamlı resmin başlangıç tarihi ise, İzmir ihtisab
Nâzın Hüseyin Bey’e bırakılmış, yalnız yeni tarifenin tatbikine ne
zaman başlandığının 1251 senesine âid hâsılat defterinde tarih tas­
rihiyle ayrıca gösterilmesi emr edilmiştir39.
3. K a n t a r i y y e ;
a) Palmrıud
Ham derinin terbiyesinde kullanılan palamudun bazı madrabaz­
lar tarafından memleket dışına kaçırılması dolayısiyle İstanbul debbağlannın ihtiyacının tam olarak karşılanamaması, bütün mahsûlün
İstanbul’a getirilip bura esnafından artan mıkdannın satılması ka38 İzm ir İhtisabı N âzırı, İzm ir Nâibi, vs. y e gönderilen hükm ün, E v âü -i
M uharrem 1254 (27 M art-5 N isan 1838) tarihiyle Başm uhasebeye yollanan il­
m ühaberi : Cev-M , nr. 23588.
39 H üseyin B ey ’e hitaben em r-i âlî ısdar olunduğunu büdiren, D îvân -ı
H üm âyûn kalem inden M ansûre H âzinesine gönderilen E vâh ır-ı Cem âzıyelâhır
1251 (13-22 E k im 1835) ta rih li üm ühaber k a y d ı: M A D , nr. 8324, s. 123.
494
M Ü B A H A T S. K Ü T Ü K O Ğ L U
rarmm alınmasına sebeb olmuştu40. Ancak 1242 (1827)’de bundan
vaz geçilerek İzmir ihtisabı ile birlikte palamud aliminin idaresi işi
de Ömer Lütfi Efendi’ye havale edilip41, palamud alacak ve İstanbul
ihtiyacından fazlasını ihraç edecek tüccara onun tarafından tezkire
verilmesi usûlü kondu42. Bu tüccar, mahsûlü sahihlerinden satın ala­
rak İzmir’e getirecek; burada mîrî kantar ile tartılan palamuddan
cinsine ve geldiği yere göre hcmtar resm i alınıp deftere işlenerek
İstanbul’a gönderilecekti43.
Palamudun İzmir’e naklinin zor olması dolayısiyle, bir müddet
sonra, resimlerinin memuru tarafından alınarak yakm iskelelerden
ihrâcma müsâade edildi44.
Zamanla fiatlarm artması dolayısiyle, ruhsat tezkiresine bağ­
lanmış olan malların kantariyye resimlerinde de artış yapılması ge­
rekti. İstihsal edildiği yere göre 1,5 - 3,5 kuruş arasında değişen re­
simler üzerine 1 - 2,5 kuruş zam yapıldı. Kantariyye resimlerinin
zamdan sonraki mıkdarlan şöyle idi45 :
Palam udun çık tığ ı y er
E sk i resim Z am
Y en i resim
(k an ta r .başına kuruş)
Uluborlu, Seferihisar,
Timar-ı Heleke (
Bayramiç, Gâvurköy,
Kumkale ovası, Yund
dağı havâlisi
Ezine
)
2
1,5
3,5
2,5
1,5
1,5
2,5
4
4
40 M übahat S. K ütükoğlu, Osm-anlı - İn gü iz İktisad î M ün âsebetleri, I
(1580-1838), A n k ara 1974, s. 65.
41 «B erâ y -ı hâsılât-ı rüsûm ât-ı palam ud an k azah â-yı B ig a v e K ızılcatuzla ve Edrem id ve M idillü ve h avâli-i İzm ir k i b e-m a ‘rifet-i Ö m er L ü tfi
E fen di ...» M A D , nr. 8298, s. 54.
42 K ütükoğlu, gös. yer.
43 A y d ın ve Saruhan Sancakları M utasarrıfı ve İzıiıir M uh afızı V ezir
H aşan Paşa, İzm ir K adısı, İzm ir İhtisab N â z ın Ö m er L ü tfi Efendi, vs. ye g ön ­
derilen hükm ün E vâsıt-ı S afer 1244 (23 A ğu stos - 1 E ylü l 1828) tarihli D îvân-ı
Hüm âyûn üm ühaberi : M A D , nr. 8298, s. 155.
44 E vâsıt-ı Zilh icce 124'5 (3-12 H aziran 1830) tarihli ilm ühaber : M A D ,
nr. 19500, s. 3.
45 İzm ir İhtisab N â z ın T ah ir B ey ’e gönderilen E vâh ır-ı ZUka‘de 1246
(3-12. M ayıs 1831) tarihli hüküm : İhtisab D efte ri, nr. 31, s. 7-8.
İZ M İR ÎH T İS A B N E Z Â K E T İ
Demirci
■' :
r
; Ayvacık
Gördes, Kuyucak, Karasu,
Balyanbolu, Nazilli,
Uşak, Menemen, Kepsud
495
3,5
1,5
1
1,5
3
1
4,5
3
'
:
4
b) K ökboya, kuru incir, mazı
1244 başında (Ağustos 1828) palamud nizamı örnek alınarak
kökboya, kuru incir, ve mazı da, İzmir ihtisabmca tezkiresi olan tüc­
carlar tarafından satın alınarak gümrük ve resm-i mîrîlerinden baş­
ka ,kantariyyeleri de ödenmek suretiyle ihraç edilmeğe, başlandı.
Buna ,da sebeb, bazı yerlerin voyvoda gibi idare memurlarının yar
bancı tüccarın simsarları ile anlaşarak malı, müstahsilden ucuza
alıp; iki misline varan fiatla satarak büyük haksız kazançlar sağ­
lamaları'idi16. Bu vesileyle konulan hizama göre :
kökboya ve mazıdan kantar başına
kuru incirden ise
»
»
Mukataat Hazînesine gönderiliyordu47.
:
200 para, rr
60
» alınarak
c) Zeytinyağı, yapağı, balmumu
Menteşe Sancağında çıkarılan zeytinyağı ile yine bu bölge mah­
sûlü olup Akdeniz sahillerinden dost devletler tüccarına satılan ya­
pağı ¿ve balmumundan da bazı muhtekirlerin haksız kazanç sağla­
maya ça lıştık larının tesbit edilmesi, bu maddelerin de İzmir ihtisabı
tezkiresine bağlanması neticesini doğurmuştu48.
46 Ö m er L ü tfi Efendi, İzm ir ik tisa b ın a ' bağlanm asını u ygun bulduğu re­
sim ler h akkın daki tekliflerin i ben d bend yazarken, k ök b oy a alım ındaki bir
yolsu zlu ğa da tem as etm ekte ve G ördes Voyvodasının, kantarını 38 kuruşa al­
dığı k ök b oy a y ı 62 kuruşa satm ak üzere İzm ir tü cca rıy la anlaştığı, ancak
bu sırada k a n ta riyye rüsum unun konm ası dolayısiyle, m es’elenin kendisine in­
tikal ettiğini belirtm ektedir. Sadrazam ın telhisi ve Sultan1 H . M ahm ud’un
h att-ı hum âyûnunu ihtiva eden tarihsiz ta k rir (M A D , nr. 8298, s. 160’ da M en­
teşe kazaları nâibleri vs. ye hitaben yazılan hükm üm E vâh ır-ı R eceb 1244
(27 O cak-5 Şubat 1829) tarihini taşım ası, bu vesik a yı tarihlendirm em izi de.
m üm kün kılm ak tadır) : H H , nr. 26468.
■ 47 M A D , nr. 8298, s. 155 ve M A D , nr.1 19500, s. 2.
48 M A D , nr. 8298, s. 160-61.
496
M Ü B A H A T S. KÜTÜKOĞL.U
Ömer Lütfi Mendi, bu maddelere de kantariyye resminin konulmasmı teklif ederken, «ehl-i ırz» tiiccarm, resm-i mîrîden başka,
kantar başma zeytinyağı için 3,5; yapağı ve balmumu için 3’er ku­
ruş ödemeğe razı olduklarını bildiriyor; ancak, İstanbul’a gelen mal­
lar, mîrîyye ve kantariyye resim lerinden muaf olduklarından İstan­
bul için yüklenen bazı kayıkların başka yere gittiği vakıasından ha­
reket ederek, her kazanm, İstanbul tertibinden hissesinin tesbit ve
m evsim inde bu hisseler teslim edilip İstanbul kadısından tezkire
getirilmedikçe başka yere zeytinyağı ve sabun verilmemek; yapağı
ve b almumunun ise, sadece İzmir iskelesinden ihracı, ihraç için ka­
çak olarak İstanbul’a getirilenlerden, yakalandığı takdirde resm-i
mîrî ve ruhsatiyyesinin40 alınması için emr-i âlî çıkarılması isteğinde
bulunuyordu50 ki, bu istek aynen kabul edilip tatbikine geçilmişti51.
Palamudla aynı zamanda ve aynı sebebden zeytinyağının kan­
tar resmine de zam yapıldı. Daha önce 4,5 - 5,5 kuruş olan resim
8 - 8,5 kuruş raddesine çıkartıldı. Buna göre, çeşidli yerlerin zeytin­
yağından alınacak kantariyye resimleri şöyle tesbit edilmişti52.
Zeytinyağın ın çık tığ ı y e r
E sk i resim Z am
Y en i resim
(k an ta r .başına ku ru ş)
Bayındır, Ödemiş, Birgi,
înce, Sultanhisar ve civarı,
"
, Karyüzlü, Urla,
Kilizman
Seferihisar, Heleke, Milâs,
Mandalyat
Aydın ve kazaları, Bayındır,
nefs-i İzmir
LlC
5,5
3
' 8,5
4,5
3,5
8
5,5
2,5
8
49 B u resim , b a zı vesikalarda ru h sa tiyye, bazılarında ise k a n ta riyye
ola ra k geçm ektedir.
50 HH , nr. 26468.
51 A ydın , Sâruhan, S ığla sancakları M utasarrıfı, İzm ir M uhafızı, vs.
y e gönderilen E v â il-i R am azan 1244 (7-16 M art 1829) tarihli hüküm : M A D , nr.
8298, s. 193 ve M A D , nr. 19500, s. 2.
ı
52 İzm ir Ihtisab N â z ın T ah ir B ey ’e gönderilen E vâh ır-ı Z ilk a'de 1246
(3-12 M ayıs 1831) tarihli hüküm : Ihtisab D efte ri, nr. 31, s. 7-8.
İZ M İR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
497
Palamud ve zeytinyağından sonra yapağıdan alman kantariyye de arttırıldı. Memleket ihtiyacından artan kısmın ihracıyla 1248
senesinde kantar başına 3 kuruş resm-i mîrî ve 3 kuruş kantariyye
alınmak üzere 139.900 küsur kuruş Mukataat Hâzinesine teslim edil­
mişti. 1249 sonunda (1834) kantariyye resmi iki misline çıkarıldı53.
d) A fyon
Mühim bir ihraç maddesi olan afyon da Muharrem 1245 (Tem­
muz 1829)’da çıkarılan bir emirle îzmir ihtisab nazırının tezkiresi­
ne bağlandı. Mahsûlün İzmir’den başka iskeleden ihracı yasaklanır­
ken, devşirecek tüccardan alınmak üzere kantariyye kondu54. Çeki
başına almacak kantariyye ise 60 para olarak tesbit edildi55.
4. R u h s a t i y y e
a) Hububat
Hubûbat başta olmak üzere bazı mahsûllerin İzmir’den yurd
dışına çıkarılması 1242 zilka'desinden (Mayıs 1827) îtibâren İzmir
ihtisabma bağlanarak ruhsatiyye adıyla mîrî bir resim alınmasına
başlandı.
Aslında, Osmanlı memleketlerinden hubûbat ihracı yasaktı; an­
cak bol olduğu senelerde özel müsâade ile ihraç ediür ve bu durum­
da gümrükde «mürûriyye» adıyla bir resim alınırdı56. 1827’de İzmir
ihtisabmm teşkilinden sonra, halkın günlük ihtiyacı ile tohumluğu
53 İzm ir V oyvod ası ve İhtisab N â z ın T ah ir B ey, İzm ir Nâibi, vücûh-ı
m em leket ve iş erlerine yazılan hükm ün Başm uhasebeye gönderden E vâsıt-ı
Z ü k a ’de 1249 (22-31 M art 1834) tarihli üm ühaberi : Cev-M , nr. 5543; M A D ,
nr. 8298, s. 89.
54 İzm ir M uhtesibine D îvân -ı H üm âyûndan em ir gönderildiğine dair
E vâil-i M uharrem 1245 (3-12 Tem m uz 1829) tarihli ilm ühaber : M A D , nr.
19500, s. 3.
55 27 Şevval 1242 (24 M ayıs 1827) tarihli resm -i m îrî listesinde «a fy o n »
m addesi altındaki şerh : a.g.d., s. 3.
56 Ö m er L ü tti E fen d i’ye yollan m ak üzere, 13 Saf er 1243 (5 E ylül 1827)’de K apu Çuhadarı A b d ü llâ tif A ğ a ile m üdir-i um ûru Ş erif B ey ’e gönderüen
em r-i âlî : M A D , nr. 4049, s. 24; M A D , nr. 19500, s. 3.
M Ü B A H A T S. K Ü T Ü K O Ğ L U
498
ve İstanbul tertibi olan râyic ve mubâyaa zahirelerine zarar veril­
memek şartıyla, İzmir iskelesinden zahire satışma müsâade edildi.
Ancak, bu ihtiyaç fazlası zahirenin ihraç edilmesi için İzmir iktisa­
bından ruhsat tezkiresi alınmasına ihtiyaç vardı. Tezkirenin alına­
bilmesi için ise, hububatın cinsine göre beher İstanbul kilesi57 başı­
na ödenecek ruhsatiyye resimleri şöyle tesbit edilmişti58.
Buğday
30 para
Bakla
20 para
Arpa
20
»
Mercimek
20
»
Susam
80
»
Fasulye
20
»
Nohud
10
»
Zahire ruhsatiyye resminin İzmir ihtisabma bağlanması, güm­
rük gelirlerinde azalma meydana getireceğinden, İzmir gümrük ida­
resinin itirazına sebeb olmuşsa da Dîvân-ı Hümâyûnun kat'î emri
üzerine ısrardan vaz geçilmişti59.
Bu karardan kısa bir süre sonra başlayan Osmanlı-Rus harbi
(1828-29), Karadeniz iskelelerinden zahire gelmesini imkânsız kıl­
dığı gibi, Rumeli’nin İstanbul tertibi zahiresi de düşmanla çarpış­
makta olan orduya tahsis edildiğinden İzmir havâlisi sakinlerinin
fazla zahirelerinin ruhsatiyye ödenmek suretiyle ihrâcı da* harb sü­
resince yasaklanarak, bunların İstanbul’a yollanması için emir çık­
mıştı60.
b) Bakır
Bakır da öteden beri ihrâcı yasak olan mallardan idi. Asâkir-i
Mansûrenin kuruluşundan sonra ise bu müesseseye gelir temini mak57 A ydın , Saruhan, Sığla Sancakları M utasarrıfı, İzm ir M uh afızı ve
İzm ir İhtisab N âzırm a yazılan hükm ün D îvân -ı H üm âyûndan E v â sıt-ı R e b i‘ülevvel 1244 (21-30 E ylü l 1828) tarihiyle gönderüen üm ühaber sureti : M A D ,
nr. 8298, s. 158; M A D , nr. 19500, s. 3 (B urada İstanbul kilesi oldu ğu belirtil­
m em iştir).
58 M A D , nr. 19500, s. 3 ve M A D , nr. 4049, s. 6.
59 13 Safer tarihli ayn ı vesika.
60 E vâsıt-ı R ebi'ülevvel 1244 ta rih li aynı vesika.
ÎZ M ÎR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
499
şadıyla ihraç yasağı olan diğer bazı mallar gibi, memleket ihtiyacın­
dan artan kısmının yabancı tüccara satışına müsâade edilmişti. An­
cak, ihracatın yapılabilmesi için İzmir ihtisabından ruhsat tezkiresi
almak gerekmekte ve ihrâcat yalnız İzmir limanından yapılabilmek­
teydi. Ruhsat tezkiresine bağlanması dolayısiyle almacak resm-i
mîrîye de ruhsatiyye adı veriliyordu.
İhrâc edilecek bakırlardan Tokad kalhanesinde kal61 ve tasfiye
olunan bakırın kıyyesinden, mukataa ve gümrük gelirlerine halel
gelmemek şartıyle, 40 para, kullanılmış eski bakınnkinden ise 20
para resim alınması için 1242 zilka'desinde (1827 haziran başları)
emir çıkmıştı62,
Tokad kalhanesinde tasfiye olunan bakırm sadece İzmir iskele­
sinden ihraç edilebileceğine dair çıkan emre rağmen, bakırların hep­
sinin İzmir’e gelmediği anlaşılmıştı. Ömer Lütfi Efendi, 1244 senesi
ortalarında (1829 başları) İstanbul’a gönderdiği bir takririnde, bu
meseleye de yer vererek, bazı muhtekirlerin yabancı tüccarla anla­
şıp Haleb’deki ortakları vasıtasıyla Tokad’a simsarlar yolladıklarını;
bu simsarların, bir rivayete göre 50.000, başka bir rivâyete göre ise
150.000 okka bakın Kayseri üzerinden Tarsus iskelesine indirerek
gemilere yükleyip Avrupa’ya gönderdiklerinin haber alındığını bil­
diriyor; Tarsus gümrüğünün ıssız ve sapa bir yerde olması dolayısiyle AvrupalIlar tarafından tercih edildiğine dikkati çekerek, ted­
bir alınmadığı takdirde, bunun diğer mallara da sirâyet edeceğini
ifade ve bu gibi kaçak bakırlardan 1,5 katı resim alınmasını teklif
ediyordu63.
Ömer Lütfi Efendi’nin takririndeki teklifler uygun bulunmuş
olmakla birlikte, Tarsus iskelesine indirilerek gemilere yüklenmiş
olan bakırlardan, sadece normal resimleri alınmış; Tokad kalhane­
sinde tasfiye edilen bakırın tamamının İzmir’den ihracı hakkındaki
61 K al, m adenin arıtılıp ta sfiye edilme am eliyesidir.
62 Bu em ir, 10 Z ilka'de 1242 (5 H aziran 1827)’de K apu Ç u kada n A b dü llâtif A ğ a ile Ömer L ü tfi E fen di’nin m üdir-i um ûru Ş erif E fen di’ye g ön ­
derilm işti : M A D , nr. 4049, s. 6. A y n ı hükm ün Başm uhasebeden gönderüen
22 Z ilk a ’de (17 H aziran ) tarihli ilm ühaberi : M A D , nr. 19500, s. 4.
63 HH , nr. 26468, bend 3 ve 4; A dan a ve Tarsus kazalarındaki kadı ve
nâiblere gönderüen E v âü -i R am azan 1244 (7-16 M art 1829) tarihli hüküm :
M A D , nr. 8298, s. 192,
500
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
karar da bir zaman sonra değiştirilmiş; Tarsus iskelesine gelecek
bakırların resm-i mîrîsinin burada alınıp imzalı defterinin İstanbul’a
gönderilmesi hakkında, emir çıkmış64 ve İzmir’e gönderilen büküm­
de, İzmir iskelesine naklinin tüccar için güç ve zararh olduğuna te­
masla Tarsus’dan da ihracına müsâade edildiği bildirilmişti. Ancak,
bakıra, Tarsus’dan ihraç izni verilirken, resimler, kıyye başma yeni
bakırda 20, eski bakırda 10 para arttırılarak 60 ve 30 paraya çıka­
rılmış ve bu resimleri toplamak üzere İzmir ihtisabmdan Tokad’a
bir memur tayin edilmişti. Burada resimleri ödenen bakırlardan,
başka yerde hiçbir talebde bulunulmayacağına da işaret edilmişti65.
5. D a m g a r e s m i
Damga resmi, bazı karaborsacıların, İranlı ve Avrupalı tüccar­
larla anlaşıp, getirdikleri tülbent, basma, çeşidli kumaşlar gibi daha
çok kadınların kullandıkları malları bir süre beklettikten sonra yük­
sek fiatla satm alıp 2-3 misline satmaları karşısında, halkın korun­
ması gayesiyle ilk defa İstanbul’da alınmağa başlanan bir resimdir.
Karaborsacılığın önüne geçilmek için bu cins mallar İstanbul ihtisabına bağlanarak damgalanmağa başlanmış; böylece sermayesi öğ­
renilip şer'î kârı eklenerek normal fiatla satılması temin edildiği
gibi, damgalamak için alınan resim de Asâkir-i Mansûre masrafla­
rına tahsis olunmuştu66.
İstanbul’dan sonra İzmir’de de ihtisaba bağlı olarak damga usû­
lünün tatbikine başlandı. İstanbul’da olduğu gibi burada da, dam­
galanan mallardan kuruşta birer para resim almıyordu.
64 Tarsus iskelesinden ihraç edilen 75.648 ok ka külçe (40 paradan) ve
1999 ok ka köhne bakır (20 paradan) için 76.647 kuruş resm -i m îrî alınm ış­
tır. E vâh ır-ı S a f er 1245 (22-30 A ğu stos 1829) tarihli D îvân -ı H üm âyûndan il­
m ühaber kaydı : M A D , nr. 8298, s. 192 derkenar.
65 D îvân -ı H üm âyûndan gönderilen E vâsıt-ı Şevval 1245 (5-14 N isan 1830)
tarihli ilm ühaber kay d ı : M A D , nr. 19500, s. 4.
66 Sığla, A ydın, Saruhan Sancakları M utasarrıfı v e İzm ir M uh afızı H ü­
seyin Paşa, İzm ir K adısı ve İzm ir Üıtisab N âzırm a gönderüen E vâsıt-ı M uhar­
rem 1243 (4-13 A ğu stos 1827) tarihli hüküm : M A D , nr, 8298, s. 7-8.
İZ M İR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
501
İzmir’de damga resmine tâbi mallar üç grupta toplanabilir :
1. Yabancı tüccarın İzmir’e getirip Osmanlı tebaası müslüman
ve gayr-i müslim tüccara sattıkları mallar ki, bunlar da
a) Sade ve işlemeli çeşidli tülbentler, çeşidli çit, beyaz ve
elvan çeşidli hasse, patiska, çeşidli çukalar, canfesler,
atlas, kadife, hatayı, lahorâki, üstüfe gibi kumaşlar,
kılabdan, telli şerid ve fes;
b) demir-çelik, kalay, nışadır, san ve beyaz teneke, kur-,
şun, saçma, ekser ve çivi;
c) Çeşidli kâğıdlar;
d) Kahve, şeker, kına, biber, üstübeç, çivid, kırmız, darçm,
karanfil, zencefil gibi attariye.
2. İzmir’e Rumeli, Anadolu ve Mısır’dan gelerek Anadolu’ya
satılan
a) İzmir debbağhânelerinde işlenmiş camus, sığır ve keçi
derilerinden mâmûl gön, kösele ve sahtiyan;
b) İşlenmemiş keçi derileri,
3. Anadolu’da imâl edilerek İzmir’e getirilip AvrupalI tüccara
satılan
a) Denizli ve Buldan işi beyaz ve elvan boğası ve ahmediyye;
b) Manisa ve Kadıköyü alacası;
c) Nazilli ve Tire işi bez, peştemal ve döşek;
d) Beyaz ve elvan pamuk ipliği;
e) Çeşidli tülbent ve çit;
f) Hasse ve patiska;
g) Sünger idi.
Bu malların İstanbul’a gelecek olanlan hariç diğerleri damga­
lanacak; damgaya gelmeyenden, tezkire verilmek suretiyle resim
alınacaktı67.
67
a.gvv. ve Cev-M , nr. 14032; M A D , nr. 4049, s. 19; M A D , nr. 19500, s. 4.
502
M Ü R A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
1243 muharreminden (Ağustos 1 8 2 7 ) îtibâren İzmir ihtisabmca
alınmasına başlanan, kuruşta bir para damga resminin, 1 2 4 4 Saferinde (1 8 2 8 eylül başlan) yevmiye resmi karşılığı olarak 1 ,5 paraya
çıkarılmasına karar verildi. Zira, han odaları, mağaza ve mahzen­
lerden alınan 5 -1 0 , çarşı ve mahalle aralanndki dükkân ve mağaza­
lardan alınan 2-10 para ihtisab yevmiyesi zamanla ağırlaşmış; es­
naf ve halkın, bunun hafifletilmesini istemeleri üzerine damga res­
mine bir mıkdar zam yapılmıştı68.
1 2 4 4 şa'banmda (1 8 2 9 şubat ortalan) día pirinç ve Yemen kah­
vesi hariç tutulmak üzere İstanbul’a götürülen mallardan da İzmir’­
de damga resmi alınmasına karar verüdi69.
Bu kararın alınmasının sebeblerine gelince :
a) İstanbul’a götürüleceği beyan edilen malların sadece bir
kısmı buraya ulaşıyor, diğerleri başka yerlere kaçırılıyor; böylece
Mukataat Hâzinesi gelir kaybına uğruyordu.
b) İstanbul’da damgaya tabî eşya İzmir kadar geniş tutulma­
mış olup tülbent ve çit gibi şeylere münhasır bulunduğundan, kaçı­
rılma söz konusu olmasa bile bu yolla elde edilen gelir daha azdı.
c) Damga resminden toplanan para her iki şehirden de Mu­
kataat Hâzinesine gönderildiğinden İzmir veya İstanbul’da alınması
arasında fark yoktu. Fazla olarak İzmir'de alınması gelir kaybmı
önlemeye de yarayacaktı70.
6. A f y o n
mümeyyizliği
Batı Anadolu’da yetişen afyonun büyük kısmı İzmir lim anından
ihraç edilmekte idi. Bu afyonun kalitesinin tesbiti ise, İzmir İhtisab
68 Sığla, A y d ın ve Saruhan Sancakları M utasarrıfı, İzm ir M ollası, İzm ir
İh tisab N azırına gönderilen E vâh ır-ı S a f er 1244 ( 2-10 E ylül 1828) tarihli em r-i
şe r if : Cev-M , nr. 10434; M A D , nr. 8298, s. 155 ve M A D , nr. 19500, s. 4.
69 Ö m er L ü tfi E fen di’ye gönderilen hükm ün Başm uhasebeye üm ühaber
olm a k üzere hazırlanan s u r e t i: Cev-M , nr. 20684.
70 Bu kon uda k arara varılm adan M ukataat v e F es n azırlarıyla konuşul­
m uş, onlarm , fik r i u ygun bulm alarından sonra E vâsıt-ı Şevval 1244 (16-25
Şubat 1829) tarihiyle İzm ir M ollası ve İhtisab N â zın n a em r-i âlî gönderüm işti. M A D , nr. 8298, s. 189; M A D , nr. 19500, s. 24.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
503
Nezâretinin kuruluşu sırasmda bir yahudi tarafından yapılıyordu.
Bu şahıs, işini iyi bilmesine rağmen, satıcı veya alıcıdan gizlice rüş­
vet almak suretiyle, gelen afyonların «iyisini fena ve /©itasını iyi»
olarak vasıflandırabiliyordu. İşte bir taraftan bu durumun önlen­
mesi, diğer taraftan ihtisab gelirinin arttırılması düşüncesiyle 1243
muharremi sonunda (1827 Ağustos sonlan) İzmir afyon mümeyyiz­
liğinin İzmir ihtisabma bağlanarak, sadık ve îtimad edilir bir me­
mur tarafından idaresine karar verildi. Daha önce mümeyyizlik va­
zifesi yapan yahudinin ise bu memurun maiyyetinde işine devamı
uygun görüldü ve mümeyyizlik ücreti olarak, eskisi gibi, sepet ba­
şına alınacak 100 dirhem afyonun ihtisaba îrad kayd olunması emr
edildi71.
7. A f y o n
yed-i
vahidi
Afyon alım-satımı, sadece İzmir ihtisab tezkiresine bağlanmak­
la bırakılmayıp, bir müddet sonra yalnız İzmir ihtisab nâzınna sa­
tılması şartı da getirildi; yani, afyon üzerine yed-i vâhid denilen
tek-el sistemi kondu. Buna göre, İzmir ihtisabmdan tezkire verilen
tüccar, istihsal yerinde satın aldığı afyonun mıkdar ve fiatını gös­
teren, o mahallin voyvoda, âyân veya hâkimince tasdik edilmiş
ilâmı İzmir ihtisab nâzınna vermeğe ve afyonu da yine ona satmağa
mecbur tutuldu. Nâzır ise, bu afyonu, uygun bir yerde depolayıp
250 dirhem tutan çekisine 20-30 kuruş zamla yabancı tüccara sata­
caktı72.
71 28 M uharrem 1243 (21 A ğ u stos 1827)’de Ö m er L ü tfi E fen di’ye g ön de­
rilm ek üzere Ş erif B ey 'e yollan a n em ir : M A D , nr. 4049, s. 20; M A D , nr.
1950Q, s. 2; Cev-M , nr. 14019; Cev-1, nr. 1408."
72 M âliyeti 58,5 kuruşu bulan afyonun 1246 (1830-31)’ de 80-83 kuru­
şa satılm ası kararlaştırılm ıştı. 14 S a f er 1246 (4 A ğu stos 1830) tarihli Başhuhasebe ilm ühaberi : M A D , nr. 19500, s. 4. A fy o n y ed -i vah idi hakkında ta fsilât
için bk . M übahat S. K ütükoğlu, O sm anlı-İngiliz İktisad î M ünâsebetleri, I (15801838), A n k a ra 1974, s. 86 v d .; İbrahim İhsan P oroy, «E xpen sion o f O pium
P roduction in T u rk ey and the State M onopoly o f 1828-1839» Internation al Journal
o f MidcUe E a s t Studies», 13 (1981), s. 198-99; A . Ü ner T u rgay, «T h e N ineteenthCentury golden Trian gle : Chinese Consum ption, O ttom an Production, and the
A m erican Connection, n » , In ternation al Journal o f TurM sh Studies, m / l (1985),
s. 66 vd.
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
504
Afyon alımı için gerekli sermayenin ödenmesinden sonra kalan
kâr, sermâye olarak nâzıra kayd olunacak; ertesi senenin kârı ise
ihtisab resmi gibi Asâkir-i Mansûre masraflarma tahsis edilmek
üzere Mükataat Hâzinesine gönderilecekti73.
1246 (1831) senesine kadar afyon yed-i vâhidi İzmir ihtisabına
bağh olarak Nâzır Ömer Lütfi Efendi tarafından idare edildi. Ömer
Lütfi Efendi’nin Harir nâzırlığma tayini ile 1246 ramazanında (Şu­
bat 1831) İzmir ihtisab nâzırlığma, eski matbah-ı âmire eminlerin­
den ve Tüfenkhâne Nâzın Tahir Bey getirildi74. Müteâkıb seneden
îtibâren de afyon yed-i vâhidi yine Ömer Lütfi Efendi tarafından
idare edilmek üzere İstanbul’a nakl olundu75. Bu durum, İzmir ihti­
sab ve gümrük gelirlerini azalttıysa da ihtisab gelirlerinin her iki
şehirde de Mukataat Hâzinesine îrâd kayd edilmesi; İzmir Meyve-i
Ter (Taze meyve) gümrüğünün ise eskisine nazaran daha yüksek
bir bedelle tâlibine ihâlesi ile açık kapatılmağa çalışıldı76.
8. P a l a m u d d a n
alman
fazla
resim
Derieilikde kullanılan palamud mahsûlüne Avrupalı tüccarın
fazla rağbet etmesi, Devleti, ihraç edilecek palamuddan ihtisabiyye
ve kantariyye dışında bir vergi daha almağa sevk etti. Palamudun
cinsine, geldiği yerin yakınlık ve uzaklığına göre değişen mıkdarlarda olmak üzere 1246 (1831) ’dan îtibâren İzmir ihtisab nâzırmca top­
73 1245 senesi için bu serm âyenin 2000 kesesinin, a fy on m evsim ine
k a d a r top la n a ca k ihtisab resim lerinden; 5000 kesesinin, tâvizen D arbhâne-i
 m ir e ’den; 3000 kesesinin ise, E v k a f-ı Hüm âyûn H âzinesinden verilm esi k a ­
rarlaştırılm ıştı. îr a d e -i seniyye m ucebince B aşm uhasebeye gönderilen 15 R a ­
m azan 1245 (10 M art 1830) ta rih li ilm ühaber : M A D , nr. 19500, s. 4.
74 D îvâ n -ı H üm âyûndan gönderilen 25 Şevval 1246 (8 N isan 1831) tarihli
ilm ühaber k a y d ı : M A D , nr. 10115, s. 130 derkenar.
75 Ö m er L ü tfi E fendi, bir takririnde, bu husûsu şöyle ifade etm ektedir :
« . .. m ahsûl-i cedîd afyon un un m ecm u ‘û, nizâm ı üzere y ed -i vâhidden bi’l-m ub â y a 'a bir d irh em i m a h a ll-i âhara n akl olunm ayup tek m îlen D er-sa‘âdet’e
n ak l-b irle cân ib-i m îrîn den fu rû htu irâde-i k a t‘iy y e -i şâhâne iktizâsından o l­
m a k la ...» H H , nr. 26746; H arem eyn m uhasebesinden gönderilen 3 Züka'de
1246 (15 N isan 1831) tarihli ilm ühaber k a y d ı : M A D , nr. 10115, s. 130-131 d er­
kenar.
76
M A D , nr. 10115, g ös. yer.
ÎZ M İR İH T ÎS A B N E Z Â R E T İ
505
lanan bu resim, aynı sene Mukataat Hâzinesine 300.000 kuruş gelir
sağladı77.
9. R e f t i y y e
resmi
Karaburun, Urla, Çeşme gibi İzmir’e tâbi olan yerlerde yetişip
kara ve deniz yoluyla ihraç edilen kuru üzümlerden, resm-i mîrîsin­
den başka alınacak reftiyye resminin İzmir ihtisab nazırının tayin
edeceği memurlar tarafından toplanması uygun görülerek emir gön­
derilmişti.
Çeşidli kuru üzümlerle incire âid, İzmir ihtisabınca toplanacak
reftiyye resimleri de, kantar başma şöyle idi78.
Karaburun ve Urla ellemesi tabir olunan razakı
15 para
Çekirdeksiz üzüm
20
»
Siyah ve beğlerce
10
»
İncir
12
»
10. İ z m i r i h t i s a b n a z ı r l ı ğ ı n a
bağlanan diğer vazifeler
İzmir ihtisab nazırları, öteden beri muhtesibin vazifesi cümle­
sinden olan işler ve geliri Mukataat Hâzinesine âid bulunan resim­
lerin toplanmasından başka, daha bir takım vazifeleri de uhdelerin­
de bulunduruyorlardı.
a) Firari ramların emlakinin idaresi
1820’de Aleksandr İpsilanti’nin tahrikiyle Eflâk-Boğdan’da baş­
latılan isyan hareketi, fazla taraftar bulamayıp bastırıldıysa79 da
ertesi sene Mora reâyâsınm isyanı ve hareketin civar kazalara da
77 İzm ir İktisabı N â z ın M ehm ed T ah ir B ey ’e gönderilen E v â il-i Zilka'de
1246 (13-22 N isan 1831) tarihli h ü k ü m : İhtisab D efteri, nr. 31, s. 39.
78 İzm ir İhtisab N â z ın T ah ir B e y ’e Çeşm e N aibine ve voyvodasın a g ö n ­
derden E vâh ır-ı R e b i’ülâhır 1247 (28 Eylül-7 E kim 1831) tarihli hüküm : a-.g.d,.,
s. 24.
79 E nver Z iya K aral, Osmarilı Tarihi, V , A n k ara 1947, s. 115-116.
506
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
yayılması Devleti telâşa düşürdü. 23 Receb 1236 (26 Nisan 1821)’de
Şeyhülislâmın konağında bir meşveret meclisi toplanarak durum
görüşüldü ve isyana iştirak eden reâyâmn katli ve mallarına el ko­
nulması için karar alındı. 27 Nisan tarihiyle memleketin her tara­
tma bu karan bildiren fermanlar gönderildi80.
Bundan sonra gerek İstanbul, gerekse taşra şehirlerinde alenen
veya gizlice rum isyanını destekledikleri tesbit olunanlar idam edil­
di; bir kısmı da Ege adalarına kaçtılar81. Her iki grupun mallarına
Devletçe el konup müzâyede ile82 talihlerine satıldı veya kiraya ve­
rildi83. Elde edilen gelir ise Darbhâne-i Âmire’ye îrad kayd edildi84.
Bu satış işlerinin idaresi de belli birer şahsa havâle olundu.
Ömer Lütfi Efendi, ihtisab nâzın olarak İzmir’e tayin edildiği
şırada, İzmir’de kati edilen veya firar eden ramların emlâkinin ida­
resi silâhşorân-ı hassadan Hâfız Mehmed Ağa tarafından yürütü­
lürken Zilhicce 1242 (Temmuz 1827) ’den îtibâren ihtisab nâzırhğıyle
birlikte bu vazife de Ömer Lütfi Efendi’ye verildi85.
Ömer Lütfi Efendi, selefi zamanında satılıp da parasının bir
kısmı tahsil edilemeyen emlâkden kalan alacak bakiyesini toplaya­
cak ve kiraya verilenler dışında, o zamana kadar satılamayanlann
80
A h m ed Cevdet Paşa, Tarih, XI, İstanbul 1309, s. 168.
81 «İzm ir’de m ü tem ekkin olan reâyânm bazıları, ru m fesâdr v u k u ‘un­
da adalar araşm a firâ r e tm iş...» Ömer L ü tfi E fen di’nin 22 Z ilh icce 1245
(14 H aziran 1830) tarihli ta k riri : Cev-M . n. 5557.
82 «R u m m illeti beyninde derkâr olan fesâ dda m edhalleri oldu k ları ta h kik-birle tertîb-i cezâ olunan ve firâ r eden gâvurların b i’l-ciim le em vâl ü eşyâlariyle uhdelerinde olan em lâk ü akar v ar ise cüm lesi câ n ib -i m îrîden zabt
ve lede’l-m üzâyede talihlerine fu rû h tu ...» 27 Cem âzıyelâhır 1241 (6 Şubat
1826) tarihli hüküm : M A D , nr. 9766, s. 25. Bu defterde, aynı m ealde daha
başka hüküm ler de olup 13 Cem âzıyelâhır 1241/23 O ca k 1826 (s. 3 4 /3 ) ve
17 Ş a’ban 1241/27 M art 1826 (s. 9 2 /4 ) m isâl ola ra k zik r ediletoüir.
83 Öm er L ü tfi E fen di’ye gönderilm ek üzere, m âliyeden, M üdir-i umûru
m ektubcu hulefâsm dan Ş erif B ey ’e verilen 7 Zilh icce 1242 (2 Tem m uz 1827)
tarihli em r-i şe r if: M A D , nr. 4049, s. 12.
84 «R u m gâvurların ın D arbhâne-i  m ire’ den mazfbut zim em âtlarm dan ...»
D efterdarın, Sadrazam ın G urre-i Z ü k a ’de 1240 tarihli buyruldusunu ihtiva
eden ta k riri: Cev-M , nr. 21256. M üknâm e-i hüm âyûn verilm esi için yazüan
26 R am azan 1244 (1 N isan 1829) tarihli tezkire : Cev-M , nr. 31500, s. 1.
85 M A D , nr. 4049, s. 12.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
507
da satış işi ile meşgul olup satış bedeliyle dellâliyesini, bakiyelerle
birlikte Darbhâne-i Âmire’ye gönderecek; yeni sahihlerine mülknâmelerinin verilebilmesi için müşterilerin isimlerini hâvi bir de def­
ter ilâve edecekti8?.
Bedeli muaccele olarak Darbhâne-i Âmire’ye ödenmek üzere sa­
tılan emlâk arasında ev, dükkân, mağaza, fırm, şerbethâne, bağ,
bahçe, tarla, arsa gibi gayr-i menkuller bulunuyordu87.
Mîrîce el konulan bu mülklerin satışı hemen bitmemiş, Ömer
Lütfü Efendi’den sonraki nâzır Tahir Bey de aynı işle vazifelendirilmişti88.
İsyan sırasında kaçan reâyâdan, daha sonra geri dönenler de
vardı. Bunların dönüşleri kabul ediliyor ve eskisi gibi cizye mükel­
lefi olarak defterlere geçiyordu. İzmir ve havâlisinde geri dönenle­
rin cizye evrakının temini ile de İzmir ihtisab nâzın ilgileniyordu.
Nitekim Ömer Lütfi Efendi, 1245 zilhiccesinde (Mayıs-Haziran
1830) 100 âlâ, 500 evsat ve 300 edna olmak üzere 900 cizye kâğıdı
istemişti89.
b) İzm ir voyvodalığı
«Firârî rumlar»m emlâklerinin idaresi işi İhtisab nezâretinin
kuruluşundan hemen sonra İzmir ihtisab nâzırma havâle edilmişti.
Fakat, voyvodalığın da ihtisab nâzırlarınm uhdesine verilmesi üç
sene sonra oldu. 1245 senesinin (1829-30) İzmir hasları voyvodalığı
ile Sığla ve tevâbii mirlivâ haslan mukataalan iltizamı, İzmir Mu­
hafızı Yusuf. Paşa’ya90 verilmişti. Paşa’nın muhâfızlıktan azli üze­
86 gös. yer.
87 M eselâ, İzm ir ve köylerinden kaçan rum larm g a y r-i m enkullerinden
bu tarzda satılanlardan 63’ünün yeni sahiblerine m ülknâm e verilm esi için 26 R a ­
m azan 1244 (1 Nisan 1829) tarihiyle tezkire verilm iştir. Cev-M , nr. 31500.
88 Tahir B ey ’e gönderilen 16 Şevval 1246 (30 M art 1831) tarihli hüküm :
M A D , nr. 9774, 8. Bu defterde, konu üe ü gili dah a h aşk a hüküm ve m ülknâm e
verilm esi için yazılan tezkire kayıdları (m sl. s. 38, 68, 110) da vardır.
89 Ö m er L ü tfi E fen d i’nin, Sadrazam ın 22 Z ilhicce 1245 (14 H aziran 1830)
tarihli buyruldusunu ihtiva eden ta k riri : Cev-M , nr. 5557.
90 K apıcıbaşılık ve tahrir-i em val m em urluğunda bulunan Y u su f Paşa,
İzm ir’e tayininden önce Sakız m uhafızı olduğu (S elh -i S afer 1244/10 E ylül
508
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
rine voyvodalık da kendisinden alınıp, başlangıç tarihi, mâlî sene
hesabiyle, 1245 martı (18 Ramazan 1245/13 Mart 1830) olmak üzere
bir seneliğine İhtisab Nâzın Ömer Lütfü Efendi’ye ihâle edildi. Yine
İzmir voyvodalığına bağlı bulunan, fakat, başlangıç tarihi 1 Muhar­
rem olan İzmir kalemi gebran cizyesi ile Sığla Sancağı avârızınm
1246 (1830-31) senesi iltizamı da Nâzır’a verildi91.
İzmir voyvodalığının, ihtisab nâzırlarma havâlesinin 1245
(1830)’den sonra da devam ettiğini görüyoruz. Ömer Lütfi Efendi’nin halefi Tahir Bey gibi, Tahir Bey’in oğlu ve halefi Hüseyin Bey
de nâzırlıkla birlikte voyvodalığın ütizamım da deruhde etmişlerdir.
Tahir Bey’in İstanbul Emtia Giimrüğü’ne tayin senesi olan
1250’de voyvodalıkdan başka uhdesinde, boğası damgası, kahve tah­
misi, tütün resmi, Sığla Livâsı mukataası; büyük ve küçük kantar
resimleri ile Musa Bâlî mukataası; İzmir voyvodalığına bağlı kaza­
lar mukataaları ve yine bu kazaların zecriye rüsûmu; Sancak bur­
nu ve İzmir kalelerinin İzmir’de olan timarían iltizamı da vardı92.
Fakat Tahir Bey’in yeni vazifesi dolayısiyle İstanbul’a gelmesi üze­
rine, nâzırlıkla birlikde voyvodalık ve diğer beş mukataanın iltizâmı
da 1250 (1834-35) senesine mahsûben93 Hüseyin Bey’e ihâle edil­
mişti94.
1828 tarihinde Sakız m uhafızı Y u su f P a şa ’y a gönderilen em r-i şerif : M A D ,
nr. 4049, s. 151) gibi, İzm ir’den azlinden sonra da yine Sakız m u h afızlığına g e ­
tirilm iştir ( S O IV , İstanbul 1315, s. 674. Burada, g e re k Sakız, g e re k İzm ir’deki
m em uriyeti «m uhassıllık» ola ra k gösterilm ektedir).
91 M ukataat N â z ın Abdurrahm an N â fiz E fen di’nin im zasını taşıyan tem essükde, m ukataat, cizy e ve avarız ile mal, k alem iyye, esham fa iz i ve h arc-ı
ak lâm dahil 1245 iltizam bedeli 353.310 kuruş ola ra k gösterilm ektedir. M ansûre H âzinesi Z im m et deftelerinden çıkarılm ış k ayıdlar : Cev-M , nr. 5380.
92 B aşlangıç tarihi m âlî sene îtibâriyle M art 1250 olan v oy v od a lık iltizam
bedeli 772.300 .kuruş idi. D iğer iltizam larla birlikte 1.242.820 kuruşu bulunuyordu,
a.g.v.
93 1250 m âlî y ılı 13 Z ilk a'de’de girdiğine göre, zaten, m ukataaların 1250
senesi iltizam ının başlan gıç ta rih i T ah ir B ey ’in İstanbul’a gidişinden sonraya
rastlam aktadır.
94 M ansûre D efterdarı A bdurrahm an N â fiz E fen di’nin, Sadrazam ın 6 Şev­
val 1250 (5 Şubat 1835) ta rih li buyruldusunu ihtivâ eden ta k riri : Cev-M , nr.
5380.
İZ M İR ÎH T ÎS A B N E Z Â R E T İ
509
c) İzm ir v e cıvam güm rüklerinin idaresi
İstanbul’da Lâleli vakfının en büyük gelir kaynağı olan İzmir
Meyve-i Ter Gümrüğü ve ona bağlı olan Çanakkale’ye kadarki sa­
hillerdeki gümrükler ile Öküz Mehmed Paşa vakfına bağlı olan
Kuşadası gümrüğünün tek elden idaresi, İzmir Meyve-i Ter gümrü­
ğüne verilmiş olup iltizamla idare ediliyordu. İzmir gümrüğü üe
mülhakatı 1244 senesi (Temmuz 1828-1829) iltizamı Kandiye Mu­
hafızı Süleyman Paşa’nm oğlu Ahmed Bey’e 2400 kuruş bedel ile
iltizama verilmiş iken, İzmir ihtisabiyle alâkah olduğu görüşü ve
iltizam bedeline 1100 kuruş ilâvesiyle 1245 (1829-30) senesinde İz­
mir İhtisab Nâzırı Ömer Lütfi Efendi’ye ihâle edildi. Yeni tarifeden
dolayı meydana gelecek tarife fazlası ile palamud ruhsatiyyesi ise
yine Ömer Lütfi Efendi tarafından emâneten idare olunacaktı. Se­
nesi bitiminde gerek İzmir gümrüğü, gerekse mülhakatının iltizam
bedeli üstündeki kısmı defter olunarak İstanbul’a gönderilecekti.
1245 (Temmuz 1829 - Haziran 1830) senesi iltizam bedeli faz­
lası olan 1100 kesenin, esham sahiblerine verilecek fâiz için Ömer
Lütfi Efendi’nin sarrafında muhafazası, eski iltizam bedeli olan 2400
kesenin ise, her ay ödenmesi icab eden 100.000 kuruşundan 54.166
kuruş 80 akçesi Evkaf-ı Hümâyûn, 45.830 kuruş 40 akçesi Mukataat
Hâzinesine ay-be-ay teslim edilecekti95.
Voyvodalık gibi, İzmir Meyve-i Ter Gümrüğü ile mülhakatı da
bu tarihten îtibâren İzmir ihtisab nâzırlarmca idare olundu.
İzm ir Meyve-i Ter Gümrüğü, İzmir voyvodalığına bağlı bulun­
makla birlikde her ikisinin ihâle tarihleri farklı idi. Voyvodalığın
zabtı marttan îtibâren bir tam sene, yani 365 gün olduğu halde, güm­
rüğün zabtı muharremden başlamakta ve bir hicrî sene, yani 355 gün
sürmekde idi. Bu farklılık dolayısiyle gümrüğün el değiştirmesi ha­
linde marttan muharreme kadar geçen sürenin eski iltizam sahibine
âid olması lâzım geliyordu. Onun için, ya iltizam müddeti bitimine
kadar selefin idaresi devam edecek veya halef-selef, aralarında hesablaşacaklardı ki, bu durum Ömer Lütfi Efendi ile Tahir Bey ara-
95 H arem eyn K alem ine gönderilen 7 R am azan 1244 (13 M art 1829) ta­
rihli ilm ühaber kay d ı : M A D , nr. 8298, s. 192.
510
M Ü B A H A T S. KÜTÜKOĞLTJ
smda olduğu gibi, Tabir Bey’le Hüseyin Bey’in arasında da bahis
konusu olmuştu96.
11. R e s i m l e r i n
ödeneceği
yer
Gerek İzmir iktisabına bağlanmış olan Anadolu mahsulâtından
alınacak resimlerin, gerekse gümrük resimlerinin, mutlak surette
İzmir’de ödeneceğine dair emir vardı. Buna rağmen zaman zaman
Anadolu’nun çeşidli yerlerinde aksi hareketlerin de yapıldığı gözden
kaçmamaktadır. Her ne kadar afyon resm-i mîrîsinde olduğu gibi,
-yukarıda işaret edildiği üzere- mâkul sebebler ileri sürüldüğünde
durum müsamaha ile karşılanıyor idiyse de bu gibi istisnalar dışın­
da nizamların bozulmamasma îtinâ gösteriliyordu. Özellikle İzmir
ihtisab nâzırlan, gerek resimlerin başka yerde alınmasına, gerekse
başka iskelelere indirilerek, resimleri ödenmeksizin kaçırılmasına
karşı çıkıyorlardı.
Nitekim, 1250 (1834-35) senesinde Hüseyin Bey’in memuriyeti
sırasında Ankara, Çankırı ve Beypazarı’nda emir hilâfına ihtisab
resmi alındığı tesbit edilmiş; Hüseyin Bey, bu tatbikatın, nizam­
lara aykırı olduğu ve İzmir’de de bu maddelerden resim alınmış ol­
masından dolayı iâde edümesi gerekeceği yolundaki mektubu tesir­
siz kaldığı için, İstanbul’dan ilgili yerlere yeniden emirler gönderil­
mesini istemişti97.
Birçok malın İzmir ihtisabma bağlanması ve yeni resimler ko­
nulması, bu işin ticaretini yapanların bir kısmım pek memnun et­
memiş, resimleri vermemek için İzmir yerine, kaçak olarak başka
iskelelere indirmeğe başlamışlardı. Bu mallardan biri, resm-i mîrî
bahsinde temas olunan Tokad bakırı idi.
Bakırdan başka kösele, sahtiyan, iplik ve diğer bazı mallar da
İzmir yerine Tarsus, Marmaris ve Bodrum iskelelerine götürülerek
kayıklara yüklenip başka memleketlere kaçınlıyordu.
1246 ramazanında (Şubat 1831) vazifeye başlayan Tahir Bey’in,
olanları merkeze bildirmesi üzerine, ihtisab nezâretinin gelir kay96 A bdurrahm an N â fiz E fen d i’nin ta k riri : Cev-M , nr. 5380.
97 H üseyin B ey ’in 27 S a fer 1251 (24 H aziran 1835) tarihli a r îz a s ı: Cev-M,
nr. 24520.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
511
bma sebeb olan durumun önlenmesi için, İzmir ihtisabma bağlanmış
olan malların, bu iskelelere nakline meydan verilmemesi husûsunda
Aydın ve Samban mütesellimlerine ve Tahir Bey’e emirler gönde­
rilmiş98; 1249 recebinde (Kasım 1833) ise görülen lüzûm üzerine
emir tekrarlanmıştır99.
Görülüyor ki, bütün gayretlere, zaman zaman Dîvândan gönde­
rilen emirlere rağmen, nizâmın mükemmel bir şekilde tatbiki müm­
kün olamamıştır.
B— İzmir thtisabı Gelirlerinin Teslimi
1. M a h a l l i n d e
yapılan
harcamalar
Daha önce de temas edildiği gibi, 1826’dan sonra yapılan düzen­
lemelerde daima Asâkir-i Mansûre masraflarınm karşılanması düşün­
cesi hâkimdi. Gelirler de bu iş için kurulan Mukataat (daha sonra
Mansûre) Hâzinesinde toplanıyordu. Ancak, Osmanlı mâlî sistemin­
deki prensibe uyularak mahallinde gerekli harcamalar yapıldıktan
sonra kalan mıkdar hâzineye gönderiliyordu.
Mahallinde yapılan harcamalar iki grupta toplanabilir :
a) İhtisab v e gümrüh masrafları
aa) îhtisab ve gümrük binaları inşa masrafları;
ab) îhtisab ve gümrük memur ve hademelerinin maaş
ve aylıkları;
ac) îhtisaba âid mutfak masrafları100.
98 E v â il-i Z ilhicce 1246 (13-22 M ayıs 1831) tarihli em r-i âlî: Cev-Î, nr.
1699 ve îh tisab D efte ri, nr. 31, s. 12.
99 îh tisab defterindeki hükm ün üstünde «m uahharen em r-i âlî yazılm ıştır,
f î E vâsıt-ı B 49» (24 K asım -3 A ra lık 1833) k a y d ı vardır.
100 Bu m asraflar, 1242’ den îtibâren her kalem e âid m ık dar belirtilm ek
üzere, mahallinde tutulup İstanbul’a gönderilen k ayıdlarm icm allerinde, ayrı
kalem ler halinde görülebüm ektedir. İzm ir ihtisab gelir v e giderlerine âid m u­
hasebe icm alleri ayrı bir yazıd a inceleneceğinden, burada, sadece ba şlıca kalem ­
lerin sayılm asıyla yetinilm iştir.
512
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
b) Asâkir-i Ma/nsûre için ycupücm masraflar
ba) İzmir ve Sakız’da mansûre askerine ödenen aylıklar.
İstanbul’da olduğu gibi İzmir’de de yeniçeri teşkilâtının kaldı­
rılmasından sonra Asâkir-i Mansûre kuruldu. Başlangıçta askerin,
maaş, aylık ve elbiselerinin İstanbul’dan gönderilmesi plânlandı;
hatta 1242 ramazanına (Mart-Nisan 1827) âid aylıklar gönderilip
şevval ve zilka'de maaşları ile tayinat-bahaları vs. de hazırlandı.
Fakat, çok geçmeden, İstanbul’dan gönderilmek yerine İzmir ihtisabı gelirinden ödenmesinin daha uygun olacağı kararma varıldı.
Her ay masraf defterinin Mukataat Hâzinesine yollanması hakkın­
da çıkan emr-i âlîden101 sonra İzmir’deki mansûre askerinin maaş,
aylık ve tayinatları, bura ihtisabı gelirinden ödenmeğe başlandı.
Şevval 1242 (28 Nisan - 26 Mayıs 1827)’ye âid maaş ve aylık­
lar, Asâkir-i Mansûre kanunnâmesi gereğince, bütün asker, zâbitlerinin önünde, memur tarafından sayılarak ödendi ve Ömer Lütfi
Efendi dahil dört yetkili tarafından zabıt tutularak mühürlenip
merkeze gönderildi102. Bundan böyle de aynı usûl devam etti103. Sa­
kız’daki askerin maaş ve tayinatları hesabı ise ayrıca tutuluyordu104^
101 A ydın , Saruhan Sancakları M utasarrıfı v e İzm ir M uh afızı V ezir H a­
şan P a şa ’y a ve İzm ir îh tisab N â z ın Ö m er L ü tfi Efen-di’ye y a zılıp 26 Z ilhicce
1242 (21 T em m uz 1827)’ de Asâ'kir-i M ansûre N â z ın Seyyid E fen d i’y e verilen
em r-i âlî : M A D , nr. 4049, s. 14.
102 N efer, zâbit, m em u r top lam 1557 olm ası lâzım gelirken içlerinden
30’unun ölm esi v e y a ihraç edilm esi sebebiyle sa y ı 1527’ye, öden ecek m eb lâğ ise
41.715 kuruştan 41.115 kuruşa düşmüştür. Bunun da 430 kuruşu m a aşa -hak k a ­
zananlardan birk a ç tanesinin siparişi (= m aaşd an , başka yerde y ak ın ı bulunan
birine havâle y ap tırm ak ) ola ra k -düşülüp 40.685 kuruşluk ödem e yapılm ıştır.
M A D , nr. 15965, s. 27.
103 Ş ev v al-Z ü k a’de-Z üh icce 1242 ve M uharrem 1243’e âid 4 a y lık asker
m aaşları 187.109 kuruş tuttuğu, ü ç kişiye âid 860 ku ru şlu k siparişin Seras­
kerlikçe öden eceği vs. ye dair M A D , nr. 10116, s. 160’d a ki kayıd, 1242-43 m uhâsebe icm âlinde de ayrı bir kalem ola ra k görülm ektedir. M A D , nr. 8298, s. 197.
104 Sakız m ansûre askerinin m aaş, aylık ve tayinatları üe diğer ih ti­
yaçları için R e b i’ü levvel-R am azan 1243 (22 E ylü l 1827-15 N isan 1828) tarihleri
arasında yapılan m a sraf 251.093 kuruşu bulm uştu. Başm uhasebeden gönderilen
23 Z ü k a ’-de 1243 (6 H aziran 1828) tarihli ilm ühaber k a y d ı : M A D , nr. 8298,
s. 127. 1242-43 m uhâsebe icm âlinde bu aylara âid m aaş ve ay lık lar ile tayinatlar a y r ı ayrı gösterü m iştir. a.g.d., s. 197.
İZ M İR İH T İS A B N E Z Â R E T İ
513
İhtisab gelirinden bu maksadla yapılan harcamaların, Mukataat Hâ­
zinesinde îrâd-masraf sûretiyle mahsubu görülüyordu105.
bb) İzmir ve Sakız’daki askere ödenen tayinat bahaları.
Bunların da toplam içindeki yeri, ekseriya maaş ve aylık top­
lamlarına yaklaşmakta, ramazanda ise geçmekteydi106.
bc) Mansûre askerinin kıyâfetleri (elbise, fes) için yapıpılan masraflar.
Elbise için gönderilen çuka ve feslerin bedelleri yine ihtisab
gelirinden ödeniyordu107.
bd) Sakız kalesi zahiresi.
Sakız Kalesi için satm alman zahire ile bunun nakil masrafı
da yine İzmir ihtisabı gelirinden karşılanıyordu. Meselâ, 30.000 kile
zahire ve 15.000 kile arpa İstanbul’dan gelen emir üzerine Sakız
Adası için Ömer Lütfi Efendi tarafından satın alınıp gönderilmiş­
ti108. Sakız ihtiyacı olan zahirenin, İzmir’de kıtlık olması dolayısiyle
bir kısmı, Mısır’dan yabancı gemileriyle gelenden, yine ihtisab ge­
lirinden ödenmek üzere satın alınmış; Menemen’den temin edilen
peksimedin de bahası ve nakliyesi yine ihtisabca karşılanmışdı109.
105 MAX), nr. 10116, s. 160 ve Tahir B ey ’e yazılan 22 Zilh icce 1249 (2 M a­
yıs 1834) tarihli e m r-i şe rif k a y d ı : M A D , nr. 10123, s. 385. İrad -m asraf y olu y la
teslim atı gösteren h ayli k a y ıd vardır. 1243 v e 1244 seneleri için M A D , nr. 11787,
vr. 5b ve sadece 1244 senesi için M A D , nr. 8414, vr. 17b-18 m isal ola ra k g öste­
rilebilir.
106 ö r n e k olarak 1243 senesi Cem âzıyelâhır ve Ram azan aylarm ı alır­
sak şu tablo orta y a çıkar.
Bulunduğu yer
Cem âzıyelâhır
m aaş
tayinat
m aaş
R am azan
ta yin a t
İzmir
22.440
17.742,5
22.295
34.455
Sakız
(g ös. y e r).
18.980
13.526,5
19.640 .
23.365,5
107 A y n ı yer.
108 M evku fat K alem ine 21 R am azan 1243 (6 N isan 1828) tarihli ilmüha­
ber : M A D , nr. 10116, s. 518.
109 Selh-i S afer 1244 (1 0 E ylül 1828)’de M ukataat N â zın n ın çukadarm a
teslim edilerek Sakız M uh afızı Y u su f P a şa ’y a gönderilen m âliyeden yazılm ış
em r-i şerif : M A D , nr. 4049, s. 151.
514
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
be) İzmir kışlası inşası masrafları.
İzmir kışlasının yapımı için de ihtisab gelirinden «bina eminine»
ödeme yapıldığı 1242-43 muhasebesi icmalindeki kayıddan anlaşıl­
maktadır110.
1242-43 muhasebesinde, ihtisab ve gümrük masraflarıyla mansûre askeri için yapılan masrafların toplamı 1.352.844,5 kuruşu bul­
maktadır.
c) Bazı eski iltizam bedellerinin mahallerinde sahihlerine teslimi
1242 düzenlemesinden önce ihtisablar iltizam yoluyla idare edilmekde ve pek düşük bedellerle talihlerine ihale olunmaktaydı. Emâ­
net sistemine geçilince, ihtisab resimleri, yeni nizamlar üzerinden
toplandıktan sonra, eski iltizam bedelleri, ya mahallinde, iltizamı
alanlara teslim edilmiş veya emâneten, kalan ve doğrudan doğruya
bu hâzinenin geliri olan meblâğla birlikde Mukataat Hazînesine gön­
derilmiştir.
Meselâ, İzmir ihtisabı mukataasmın eski iltizam bedeli 7500
kuruştur. 1242-43 muhâsebesinin masraflar faslında bu mıkdarm
yer aldığı görülmektedir111.
1243-44 muhâsebesinde112 Manisa ihtisab, kirpas damgası ve pa­
muk resmi iltizamları ile Aydın ihtisab, damga, tahmis vs. iltizam
bedelleri de bulunmakda ve toplam 55.500 kuruş, masraflar faslın­
da yer almaktadır113.
110 B u muhasebede, İzm ir kışlası bina em inine ödenen m ık dar 40.000 ku ­
ruştur. M A D , nr. 8298, s. 197.
111
«B erâ y -ı bedel-i m u k ata‘a -i ihtisâb-ı İzm ir d â de... 7500». gös. yer.
112
B u ik i m uhasebeden ilki 11, İkincisi 9 aylıktır.
113
B u iltizam bedelleri şöyledir :
İltiza m -ı M ukataa-i M anisa
D a m g a -i kirpas
9.000
11.500
R esm -i pen be-i M anisa
10.000
îh tisa b -ı A y d ın ve tahm is ve dam ga
25.000
55.500
(C ev-M , nr. 27477).
İZ M İR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
515
Her sene bütün iltizam bedelleri mahallinde teslim edilmedikleri
için, muhâsebelere aks eden rakamlar da farklı olmaktadır.
2. M u k a t a a t
Hâzinesine
Yapılan
Teslimat
a) Nakid olarak teslim
Mahallinde yapılan masraflardan sonra Mukataat (Mansûre)
Hâzinesine gönderilecek meblâğın bir kısmı nakid olarak yollanıyor,
diğer kısmı için poliçe çekiliyordu. Meselâ, 9 Cemâzıyelevvel 1245
(6 Kasım 1829) ’de Ömer Lütfi Efendi’nin memuriyeti sırasında, sa­
dece 2.425 kuruş nakid olarak teslim edilmiş, buna karşılık aynı
tarihde çekilen poliçelerin toplamı 980.317,5 kuruş tutmuştu114.
1254’ün ilk altı ayında teslim olunan 632.625 kuruş tutarındaki
nakid ise, toplam teslimatın (1.849.235) hemen hemen üçde biridir.
İcmallerde genellikle hâzineye teslim edilen mıkdar «nakid ve bâpoliçe» şeklinde verildiğinden nakdin tam ne kadar olduğunu tesbit
mümkün değildir. Maamafih, poliçe kayıd defterlerindeki herhangibir seneye âid poliçelerin toplamı ile muhâsebe icmallerinin karşı­
laştırılmasıyla, çok kesin olmamakla birlikde, bazı rakamlar bulu­
nabilir. Meselâ, Tabir Bey’in memuriyetinin ilk altı ayında hâzineye
teslim edilen meblâğ 1.209.573,5 kuruş115, bu devre için çekilen po­
liçelerin tutarı ise 1.053.557 kuruş116 olduğuna göre, geri kalan
156.016,5 kuruşun nakid ödendiği anlaşılır.
b) P o l i ç e
Keşidesiyle
Teslim
'Mâlî mükellefiyet yüklenenler, İstanbul sarrafları ile münâse­
bette bulunmakta ve hâzineye yapacakları teslimleri onlar vasıtasıy­
la yürütmekteydiler.
Kimin tarafından gönderüdiği, hangi yılın hâsılâtma âid oldu­
ğu, mıkdan, tarihi, vâdesi, hangi sarraf veya tüccarın üzerine çe­
114
115
116
Ö m er L ü tfi E fen d i’nin 1243 senesi te s lim a tı: M A D , nr. 11787, vr. 5b.
R am azan -Zilhicce 1246 m uhasebesi icm âli : M A D , nr. 8113, s. 117.
P oliçe D efteri, M A D , nr. 8401, s. 19-35.
516
M Ü B A H A T S. KÜTÜKOGL.TJ
kildiği belirtilen poliçeler ale’l-hesab, yani hâzineye teslim edilmesi
gereken meblâğın avansı olarak parti parti gönderiliyor ve poliçe
kime yazılmışsa, onun tarafından hâzineye ödeme yapılıyordu. Her
ay gelen poliçeler, deftere ayrı ayrı ve teferruatlı bir şekilde kayd
edilip yapılan ödemeler tarih atılarak belirtiliyor, bu suretle, poli­
çelerin tam amini ödemeyen sarraf veya tüccarın borç bakiyeleri de
görülüyordu.
Meselâ Tahir Bey’in 1246 (1830-31) senesi hâsılâtma mahsu­
ben gönderdiği 9 Ramazan tarihli ve 11 gün vâdeli 30.000 kuruşluk
poliçesi Galata’da Barker bazirgândan tahsil edilecekti117.
Nâdir de olsa, bir poliçenin kabul edilmeyip geri çevrildiği olu­
yordu. Meselâ, 1246 hâsılâtma mahsûben Saf er 1246 (TemmuzAğustos 1830) ’da gönderilen 353.926 kuruşluk dokuz poliçeden
100.000 kuruşluk iâde edilmişdi118.
Bazı poliçeler, sadece ale’l-hesab olarak kayd edildiği halde, ba­
zılarında hangi gelire âid olduğu da belirtiliyordu. Meselâ, palamud
ticareti fazlası olmak üzere gönderilen 300.000 kuruş tutarındaki üç
poliçede hem bu durum belirtilmiş, hem de ne mikdarlarmın nerelere
gönderildiğine işâret olunmuştur119:
Tahir Bey’in İzmir havâlisinde yetişen üzüm ve incirlere, emir
almaksızın yaptığı zammın 1247 (1831-32) senesi hasılatının yarışı,
117 «İzm ir ihtisâbı rüsûm ât-ı m îrîy y e-i sâirenin 246 senesi hâsılâtm a
mahsuben, sene-i m erküm e ram azân-ı şerifi gurresinden îtibâren ihtisab n â zın
ta 'yin olunan T âh ir B ey m a ’rifetiyle bi’t-tahsil ale’l-hesab ola ra k M ukata'ât
Hazine (sine) ba şk a irsal olunan poliçeleri» M A D , nr. 8401, s. 17.
118
a.y.d., s. 33.
119 «İzm ir, Aydın, Saruhan, Sığla, M enteşe, Teke, K arah isâr-ı sâhib,
K ütahya, H üdâvendigâr, K arasi v e B iga sa n ca k la n k azaların da husûle gelüp
İzm ir ihtisâbı ruhsat tezkiresine m ünhasır olan palam udun g a y r-e z rüsûm -ı
ihtisâbiyye ve kantâriyye, tü ccârınm fa zla -i m en âfi-i ticâretlerinden olm ak
üzere 46 senesine m ahsûben İzm ir M uhtesibi T âh ir B ey m a ’rifetiyle b i’t-tahsîl
M uk ata’ât H azînesine vâ rid ola n akçesinin poliçeleridir. 6 L 1247» denildikten
sonra üç poliçe ayrı ayrı k ayd edilm ekte ve altta kırm ızıyla «M eb lâ ğ-ı m ezbûrun (300.000) guruş olarak Serasker P aşa hazretlerine bir k ıt’a pusula tahrîriyle
îtâ olunm uşdur, 15 Z A 1247. M a’adâ 250.000 guruşu ber-m antûk -ı irâde-i seniyye
D arbhâne-i  m ire’ye ’b ir k ıt’a pusula tahrîriyle îtâ olunm uşdur. 5 Z 1247» ifa ­
desi bulunm aktadır, a.g.d., s. 70,
İZ M İR ÎH T ÎS A B N E Z Â R E T İ
517
Evkaf Hâzinesine gönderilen, yarısı ise Mukataat Hâzinesinde ka­
lan meblâğa âid poliçe kaydında da yine îzabat vardır120.
Afyon sermayesi için kullanılan ihtisab gelirleri, afyonun satı­
şından sonra hâzineye ödendiğinde, poliçenin neye âid olduğu da
yine kayd edilmiştir131.
Poliçeler, adlarına çekilen sarraf veya tüccar tarafından bazan
bir defada, bazan birkaç taksitte ödenmekle beraber, nâdir de olsa
sarraf v ey a ,tüccarm iflâs etmesi ile ödenemez hale gelebiliyordu.
Bu durumda ya bir başka tüccar devreye girip, iflâs edenin borcunu
ödüyor veya yapılan tasfiyede Devlet alacakları öncelik kazanıyor­
du.
Nitekim, Tahir Bey’in 1247 senesine mahsuben Zilka'de 1247
(Nisan 1832)’de gönderdiği beş poliçeden 74.500 kuruşluk olanın
120 «İzm ir havâlisinde husûle gelen incir ve çekirdeksiz ve raza kı ve
siyah üzüm ün beher kantarından g a y r-ez rüsûm ât-ı kadîm -i m u 'ayyen , ınuahharan İzm ir İhtisâb N âzırı T âh ir B e y ’in büâ-irâde h od-be-hod zam m edüp m en ’
olunan yirm ibeşer para rüsûm âtının 47 senesi m uharrem i gurresinden sen e-i
merküm e zilhiccesi gayetine değin bir senelik hâsılatının ber-m û ceb-i irâde-i
seniyye n ısfı v a z ‘-ı ta ’rife olan E v k af-ı H üm âyûn H azînesine irsâl edüp m â 'a dâ
n ısf-ı diğeri o la ra k A sâ k ir-i M ansûre m asârıfm a tahsîsen M ukata’ât H azîne­
sine âid olan akçe olup N â zır-ı m ûm âileyh tarafın dan başka vurûd eden p o ­
liçedir.
1 P oliçe
22 R e b i’ülevvel 48 (19 A ğu stos 1831)
H âsılat
B erây -ı fa z la -i ta ’rife be-cân ib -i H azîne-i
E vkâf-ı H üm âyûn îtâ-şüde
(P oliçe d eğeri)
183.161,5
12
— 91.580,5
— 36
91.580,5
36
(M A D , nr. 12213, s. 140).
121 «İzm ir ihtisâbı rüsûm âtının 245 senesi hâsılatından a fy on serm âyesiyçün İzm ir ih tisab N â z ır [ı] Öm er L ü tfi E fen di’nin te v k if etm iş olduğu 2000
kese akçeden g a y r-e z kusûr k alan 1400 kese akçeye m ahsûben N âzır-ı m û­
m âileyh tarafından başka vurûd olan poliçe
D arbhâne-i  m ire’ de H oca A rtin bâzirgândan
m atlûb p oliçe
600.000»
1400 kese, yan i 700.000 kuruşun kalan 100.000 kuruşu da a y n ı ifade üe k ayd
edilmiştir. M A D , nr. 12213, s. 19.
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
518
42.200 kuruşu ödendikden sonra poliçe keşide edilen tüccarın ödeme
gücü kalmamış ve poliçeyi keşide eden Mıgırdıç’m, kendisine ödeme
yapacağını bildirmesi üzerine Aslanoğlu Bogos, 1 Rebi'ülevvel 1248
(29 Temmuz 1832)’den itibaren 151 gün içinde borcun tamamını
ödeyeceğine dair bir temessük vermiştir. 28 Şevval 1248 (20 Mart
1833)’de borç ödenmesi tamamlandığından temessük iade olunmuş­
tur122.
Hüseyin Bey’in ihtisab nazırlığı zamanında 1251 ve 52 seneleri
ibtisab gelirine mabsûben, paranın tamamı İzmir’de ödenerek İngi­
liz tüccarı Barker’a çekilen 888.000 kuruş tutarındaki poliçelerin
karşılığı hâzineye yatırılmadan Barker’in iflâsı vuku bulmuştur. Bu
durumda Devlet, olaya el koyarak Barker’a İstanbul ve İzmir’ de
borcu olanları tesbit etmiş123 ve İstanbul’dan 609.000; İzmir’den ise
270.000 kuruşun tahsili yoluna gitmiştir124.
Senelik icmallerde de mahallindeki masraflar ve iltizam bedelle­
ri çıktıkdan sonra o yılın gelirinin ne kadarının îrad-masraf yoluyla
mahsûbu yapıldığı, ne kadarının nakid ve poliçe keşidesiyle teslim
edildiği kayıdlıdır.
122
M A B , nr. 8401, s. 80 derkenar.
123 B a rk er’in borçlarının tasfiy esiyle E vâh ır-ı R am azan 1251 (10-19
O cak 1836)’da İstanbul E m tia G üm rüğü E m ini T ah ir B ey ’le İstanbul İhtisab
N azırı E sseyyid İbrahim E fen di vazifelendirilm işler (M A B , 8324, s. 171-172)
ve B arker’a borcu olanların listesini hazırlam ışlardı (a.g.d., s. 171-181).
124 H üseyin B ey ’in 13 M uharrem 1252 (30 N isan 1836) tarihli arzı :
Cev-M , nr. 15563 (D îvân-ı H üm âyûn v e B aşm uhasebedeki k ayıdların derkenar
olunm ası istenen bu vesikanın alt ta ra fı kop u k tu r). Cev-M , nr. 15570’de ise
İstanbul’ dan 462.778 + 142.618 = 605.396; İzm ir’den 279.000 (= 8 8 1 .3 9 6 ) kuruş
toplan dığı; bunun 10.000 kuruşunun afy on dolayısiyle sa rra f P işm işoğlu M ik aü ’in poliçesi b orcu n a m ahsub edüdiği ve bu durum da M ansûre Hâzinesinin
İzm ir ihtisabı m alından 89.514 kuruş alacağ ı k aldığı kayıdlıdır. A n ca k , 100.000
kuruş, afy on poliçesi k arşü ığı olunca, H üseyin B ey ’in poliçeleri karşılığı
hâzineye toplanan m eb lâğm 774.396 kuruş k alm ası v e b a k iy e borcun da
888.000 - 774.396 = 604 ku ru ş etm esi gerekir.
ÎZ M ÎR ÎH T İS A B N E Z Â R E T İ
519
Bazı senelere âid nakid-poliçe ve îrad-masraf teslimatı şöyledir:
Seneler
Nakid-poliçe
1246 (N -Z)125
1247126
1250127
1251128
1253129
1254 (M-C)130
irad-masraf
1.209.573.5
3.757.424
309.096
1.193.456
3.261.964
4.072.238.5
4.856.771 (poliçe)
1.780.319,5
2.060.723
931.446
1.849.235
442.277
(632.625 nakid+1.216.610 poliçe)
Sonuç
Görüldüğü gibi, ihtisab müessesesinin düzenlenmesi, 1826’da
yapılan askerî ıslahata bağlı olarak gelişmiştir. Eski bazı resimlerin
arttırılması yanında yeni konan resimler de hep Asâkir-i Mansûreye
gelir temin etmek içindir. Bu arada halk da madrabazların, onları
istismar edenlerin ellerinden kurtarılmağa çalışılmıştır. Elde edilen
gelir ise bu iş için kurulan Mukataat, sonra Mansûre adıyla anılan
hâzinede toplanmıştır.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, İzmir ihtisâbma ayrı bir önem
verilmiş ve bazı resimler sadece bu şehirde alınmıştır. O kadar ki,
damga resminin kapsamı, bu şehirde îstanbul’dakinden geniştir. Se­
bebi' ise, İzmir’in Anadolu’nun ihraç limanı olması yanında, ihraç
mallarından alınacak yeni resimlerin tek elden idaresini temindir.
Bunun için de İzmir ihtisâbma gerçekten dirâyetli, birkaç işi bir
125
126
127
128
129
130
R am azan -Zilhicce 1246 m uhasebesi icm a li : M A D , ur. 8113, s. 117.
1247 y ılı m uhasebesi icm a li : M A D , nr. 8323, s. 147.
1250 y ılı m uhasebesi icm ali : M A D , nr. 8324, s. 133.
1251 yılı m uhasebesi icm a li : M A D , nr. 8348, s. 7.
1253 y ılı m uhasebesi icm ali : Cev-M , nr. 19721.
M uharrem -C em âzıyelâhır 1254 m uhasebesi ic m a li: a.g.v.
520
M Ü B A H A T S. K Ü TÜ K O Ğ LU
arada yürütebilecek kapasitede ve Devletin menfaatlerini ön plâna
alan kimseler getirilmiştir. Bazı resimlerin zamanla arttırılması,
nazırların müşahedelerine dayanan teklifleri sonucunda olmuştur.
İzmir ihtisâbı geliri, başlangıç senesi olan 1242’den îtibâren ar­
tış göstermiştir. Ancak salgın hastalık gibi alış-verişin durduğu, ya­
bancı gemilerin limana hemen hemen uğramadığı senelerde düşüşler
kayd edilmiştir ki, bu da pek normaldir.
İzm ir ihtisâbma bağlı resimlerin ayrı ayrı dökümleriyle toplam
geliri ihtiva eden muhasebe icmalleri, tahlilleriyle birlikte ayrı bir
yazıda İncelenmeğe çalışılacaktır.
BİNBAŞI İSM AİL H A K K I B E Y ’İN K Â Ş G A R ’A D ÂİR E S E R İ
Yusuf Halaçoğlu
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nin Orta Asya Türk Hanlıkları
ile münâsebetleri çok eski tarihlere dayanmaktadır1. Bu münâsebet­
ler, başlangıçta, şîîliği resmî mezheb hâline»getiren Safevî İran’a
karşı dinî bir ittifak teşkili düşüncesinden doğarken2, XVI. asırdan
sonra, Rusya’nın Türkistan’da yayılma siyâseti karşısında buradaki
Türk Devletlerinin yardım talepleri sebebiyle diplomatik sahaya
yönelmiştir.3. Bu diplomatik ilişkiler, İmparatorluğun soh zaman­
larına kadar devam etmiş ve Osmanlı Devleti, Rus yayılmasına karşı
fiilî bir müdâhalede bulunamamışsa da, hanlıklara silâh ve askerî uz­
man göndererek muâvenetde bulunmuştur4. Nitekim, Kâşgar hâkimi
Yâkub Han’ın isteği üzerine, 1291 (1874) yılında böyle bir yardım
gerçekleşmiş5 ve Osmanlı belgelerinden öğrendiğimize göre, bu tarihde Kâşgar’a, istihkâm subayı Ali Kâzım Bey, piyâde subayı Mehmed Yusuf Bey, suvarî zâbiti Çerkeş Yusuf Bey ve topçu zâbiti İsmâil Hakkı Bey ile dört emekli subay, Enderun’dan Murad Efendi’nin
başkanlığında bir heyet hâlinde gönderilmiştir6.
1 İlk m ünâsebetler X V I. asır başlarında Ö zbeklerle .başlamıştır (B k.
M ehm et Saray, R us işgali devrinde Osm anlı D ev leti ile T ürkistan H anlıkları
arasındaki siyâ sî m ü n âsebetler, İstanbul 1984, s. 4 ).
2, T opk a pı Sarayı M üzesi A rşivi, E. 5489’ dan naklen, M. Saray, A y n ı
e ser, s. 5.
3 H. İnalcık, «O sm anlı-R us rekabetin in m en şei v e D on -V olg a kanalı teş e b ­
büsü, 1569», B elleten , X Ü /4 6 (A n k ara 1948), 351; A k des N. K urat, T ü rkiye v e
İd ü B oyu , A n k a ra 1966, s. 65; A y r. bk . M. Saray, «R u sya ’nın A s y a ’da ya yıl­
m ası», Tarih E n stitü sü D ergisi, sayı 10-11 (İstanbul 1981), 280-281.
4 Bk. M ahm ud Celâleddin Paşa, M ir’a t-i H a k ik a t, İsm et M iroğlu sadeleş­
tirm esi, İstanbul 1983, s. 317.
5 B k. B A , Y ıldız T asnifi, K ısım 33, E v ra k 1279, Z a r f 73, K arton 91;
M. Celâleddin Paşa, A y n ı e se r, s. 317.
6 Bk. İrâde D âhüiye, nu. 49426’ dan naklen, M. Saray, «1871/de K â şg a r’a
522
YU SU F HALAÇOĞLU
Bu diplomatik münâsebetler ve yardımlarla ilgili, arşivlerimizde
kıymetli bilgiler bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı yayımlanmış
olup, ayrıca bu konu ile alâkalı bir takım araştırma da mevcuttur7.
Yine Kâşgar’a gidenlerden topçu zâbiti îsmâil Hakkı Bey de, Kâşgar
ahvâline dâir, şahidi olduğu hâdiseleri ihtivâ eden bir eser kaleme
almıştır ki, îsmâil Hakkı Bey, bu hâdiseleri şifahî olarak Mehmed
 tıf Efendi’ye de aktarmıştır8. Bu sebeple Mehmed Âtıf, Kâşgar Ta­
rihi adlı eserinde, îsmâil Hakkı Bey’den de bahsetmektedir. îsmâil
Hakkı Bey, Mehmed Âtıf’m belirttiğine göre Kâşgar ordusunun ye­
tiştirilmesinde önemli hizmetlerde bulunmuştur9. Yine aynı müellif,
îsmâil Hakkı Bey’i, genç ve yakışıklı, iyi giyinen, sert bir subay ola­
rak tanıtmaktadır. Bu özellikleri dolyısiyle de Yâkub Han’ın tevec­
cühünü kazanan îsmâil Hakkı Bey bilhassa Kâşgar’da topçu birli­
ğinin eğitiminde büyük rol oynamıştır19. Onun, İstanbul’a dönüşün­
den sonra binbaşı rütbesiyle Harbiyye îdâdîsi resim hocalığına tâyin
olunduğunu ise, bizzat kendi eserinden öğrenmekteyiz11.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, îsmâil Hakkı Bey’in kaleme al­
dığı Kâşgar’a dâir eseriyle Mehmed Âtıf Efendi’nin eserinin bir bög ön d erilen T ü rk Subayları», T ürk K ü ltürü A raştırm aları, X V U -X X I /l-2 (A n k a ­
ra 1979-1983), 246. îsm â il H ak k ı B ey ise, m aiyyetinde bulunanları : T opçu k o ­
la ğa sı A li A ğ a , P iyade k ola ğa sı Y u su f Cemil Efendi, M ülkiye m em urlarından
Zam an Bey, T oph ân e-i  m ire ustalarından T ü fek çi H a cı M ehm ed Efendi,
kapsül eczası ustası H acı îsm â il E fen di ile oğlu M ehm ed E fen d i "olarak be­
lirtm ektedir. Bunlardan başka, ayrıca, K â şğa r’ da bulunan istihkâm yüzbaşısı
K âzım B ey ve Tophâne fab rik ası yüzbaşısı A li E fen di’ den de bahsetm ektedir.
(B k. A şağıda, s. 455). K â şg a r’a gidenler hakkında k ısa b ilg i için ay rıca bk.
M ehm ed  tıf, K â şg a r Tarihi, İstanbul 1300, s. 383.
7 M eselâ bk . Ö zcan Mert, «Buhara E m irliği elçisi M uham m ed P arsa
E fend i’nin İstanbul’ daki diplom atik fa a liyetleri (1867-1869)», T ü rk K ültürü
A raştırm aları, X V / l - 2 (A n k a ra 1976), 93-120; A bdullah Y am an, «K â şg a r İs ­
lâm D ev leti nasıl parçaland ı? » , D oğu T ürkistan’ın Sesi, 1 /4 (İstanbul 1984),
50-51; M. Saray, Osm anlı D ev le ti ile T ürkistan H anlıkları arasındaki siyâsî
m ün âsebetler, İstanbul 1984; T ürkistan Türk'leri, R u s v e Çin idaresinde yaşayan
Türklerin M ülî m ücâdele tarihleri, İstanbul 1984; « R u sya’nın A s y a ’ da y a y ıl­
m ası», Tarih E n stitü sü D ergisi, sa yı 10-11 (İstanbul 1981), 279-302; «1871f’ de
K âşga r’ a gönderilen T ü rk Subayları», s. 244-251.
8 Bk. M ehm ed  tıf, A y n ı eser, s. 391.
9 M ehm ed  tıf, A y n ı eser, s. 392-393.
10 M ehm ed  tıf, A y n ı eser, s. 400-401.
11 Bk. A şağıda, s. 458.
K A Ş G A R ’A D Â İR B İR E S E R
523
lümü (s. 432-458) tarihî hâdiseler bakımından aynı dönemi ihtiva
ediyor. Nitekim Mehmed Âtıf, eserinde, îsmâil Hakkı Bey’le daha
sonra Erzurum istihkâmına memur Kol Ağası olan Ali Kâzım Efendi’den, Kâşgar’da bulundukları müddet zarfında şâhid oldukları hâ­
diseler hakkında şifahî olarak bilgi edindiğini ve tarihine kaydetiğini
bildiriyor12. Gerçekten de îsmâil Hakkı Bey’in eserinin 52. sahifesinde
«Kâşgar’m istikbâli hakkında mütalaam» başlığını taşıyan kısım,
Mehmed Âtıf’da da aynı başlık altında (s. 458-460); yine îsmâil
Hakkı Bey’in 57. sahifedeki «ilâve» olarak kaydetdiği parça, Mehmed
Âtıf’m eserinde aynı başlıkla (s. 460-461) pek cüz’i farklarla aynen
iktibas olunmuştur. Â tıf Efendi, muhtemelen bu iktibâsı, ya î. Hakkı
Bey’in hükümete sunduğu bir raporda veya kendisine verdiği yazılı
notdan naklen yapmıştır. Metnin diğer kısımları ise hâdiselerin ele
almışı ve uslûb açısından birbirini tamamlar niteliktedir. Öyle an­
laşılıyor ki, îsmâil Hakkı Bey, Mehmed  tıf’m eserinde kaydetme­
diği hususları ele almıştır.
Eserinin başında Kâşgar’a dâir etnoğrafik ve coğrafî bilgiler
veren îsmâil Hakkı Bey (s. 4-7), daha sonra, gönderilişlerinin sebe­
bini ve Kâşgar’a gidişlerinde tâkib etdikleri güzergâhı anlatıyor
(s. 7-12). Bunun akabinde ise Kâşgar’a vanşlarmdan itibâren vuku
bulan hâdiseler hakkında bilgi vermiştir (s. 12-46). Nitekim, risâlede
Yâkub Han’ın vefâtmdan sonra, Hak-Kulu Bey, H ak im Han ve BeyKulu Bey’in hanlık için birbirleriyle mücâdelelerini anlatmaktadır.
Bey-Kulu Bey’in idâreyi ele geçirmesinden sonra ise, Kâşgar şehir­
lerini yeniden zabtı ve bu arada Hotan vâlisi Niyaz Bey’le olan anlaş­
mazlığı hakkında açıklama yapılıyor. Ancak bu mücâdeleler sonunda
Kâşgar ordusunun zayıf düşmesinin Çinlilerin işine yaradığmı ve
Kâşgar’ı ele geçirdiklerini, kendilerinin ise Kâşgar’ı terk ile İstanbul’a
döndükleri kaydedilmektedir.
îsmâil Hakkı Bey, ayrıca, Kâşgar ordusu, dolayısiyle süvari,
piyâde ve topçu birlikleri hakkında ise gayet mühim açıklamalarda
bulunmuştur (s. 46-52). îsmâil Hakkı Bey, Kâşgar ordusunun en
önemli sınıfının süvârî birliği olduğunu; askerin silâhının ise bir ve
iki namlulu, kapsüllü ve fitilli tüfeklerden meydâna geldiğini, ayrıca
süvârîlerde kılıç da bulunduğunu bildirmektedir. Bâzısı sarıklı, bâ12
Rk. K â şg a r Tarihi, s. 391.
524
YU SU F HALAÇOĞLU
zısı kalpaklı olan askerin, elbiselerinin ise, yine, birbirine uymadığını
yazıyor. Harb oyunlarının yaygın olduğunu bildirdiği Kâşgar ordu­
sunun, her yıl «¡Görün» tâbir olunan yoklamaya tâbi tutulduğunu ve
yine bu arada «Y ete» veya «havalename» adıyla yıllık giderlerinin
karşılandığını da bu kısımda kaydetmiştir. Eserin son kısmında ise
daha önce de belirttiğimiz gibi, Kâşgar’m istikbâli hakkmdaki mütâ­
lâalarını ve dönüşünden sonra meydâna gelen hâdiseleri «İlâve»
başlığı altında vermektedir (s. 52-60).
Müellif nüshası olduğunu tahmin ettiğimiz îsmâil Hakkı Bey’in
risâlesi, Kâşgar’m 1290-1295 (1873-1878) yılları hâdiselerine âid
olup, rik'a ile yazılmış 12 satirli 60 sahif eden ibâretdir. Eserde müellif
ismini belirtmemiştir; bununla birükte, yazar, Kâşgar’da yaptıkları
işlerin Yâkub Han tarafından ne kadar takdir edildiğinin, Mehmed
 tıf’in Kâşgar Tarihi'nde de kayıtlı olduğunu bildirmektedir (s. 12)13.
Nitekim Mehmed Âtıf, Kâşgar ordusunun yetiştirilmesinde önemli
roller oynadığını bildirdiği topçu zâbiti îsmâil Hakkı Bey’den bah­
sediyor14. Ayrıca, Kâşgar dönüşü binbaşı rütbesiyle «Tıbbiye» (belkide tertib hatası!?) îdâdîsi resim hocası olduğu şeklindeki ifâdesi
ile risâl

Benzer belgeler