DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER

Transkript

DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER
+
konuk yazar:
Kemal Kasapoğlu
-> Sayfa 3
Bir Varmış, Bir Yokmuş….
Hera-C
Naciye Doratlı
konuk yazar:
Hüyla Yüceer
-> Sayfa 4
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER
- KÜLTÜR MiRASI
Naciye Doratlı- Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker
KONUT VE YAŞAM
BİR MİMAR - BİR BİNA
Uğur Dağlı
Turizmin Hizmetinde Tarihi Yapılar:
Bandabulya
GELENEKTEN EVRENSELE
SANAA Mimarlık Stüdyosu
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
05 EYLÜL 2010/ SAYI 14
konuk yazar:
Leyla Çınar
-> Sayfa 5
Gelenek İle Modern Arasındaki Mimarlık Aşkına
Bir Örnek: Bruno Taut
Kağan Günçe
konuk yazar:
Kağan Güner
-> Sayfa 6
Parc de la Vilette - ve Bilim ve Teknoloji
Müzesi-Paris
KENTİN TADI TUZU
Şebnem Hoşkara
konuk yazar:
Nil P. Şahin
-> Sayfa 11
AL
Sevdiğim Kentler Hep Aynı Kadındır
Türkan Ulusu
konuk yazar:
Kağan Güner
-> Sayfa 12
Mekanın Poetikası – Gaston Bachelard
GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
+
PROVO-ETKİNLİK
MekanPerest’in bu sayısındaki Dosya’mızda, ülkemizin lokomotif sektörlerinden biri
olan turizm konusunu mercek altına alıyoruz. Turizm konusu birçok açıdan çok önemli.
İlk olarak, kaynakları çok kısıtlı olan bir ada ülkesi olmamız nedeni ile ülkemiz için çok
önemli. Yükseköğretim sektörü ile birlikte ülkemizin lokomotif sektörü olduğunu kabul
ettiğimiz için ekonomik açıdan, sosyal ve kültürel açıdan ve çevre ile ilişkisi açısından
çok önemli. Bu kadar önemli ve çok boyutlu bir konuyu biz, çevre, otel tasarımı ve turizm- kültür mirası etkileşimi boyutuna biraz dokunmakla yetiniyoruz... ...-> S 7-8-9-10
konuk yazar:
Simge Uygur
-> Sayfa 13
Ercan Hoşkara
SORULAR-CEVAPLAR
DOSYA VII
Beril Özmen Mayer
CMYK
-> Sayfa 14
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
02 EDİTÖR
Naciye Doratlı
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]
EDİTÖR’DEN...
Mola öncesi herkese merhaba,
Şubat 2010’dan itibaren, teknik bir
nedenden ötürü bir kez yaşanan bir
aksaklık dışında on beş günde bir
MekanPerest sizlerle birlikte oldu. Doğu
Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin
sosyal sorumluluk projesi olarak
yürüttüğümüz bu çalışmayı, yaz tatili
süresince de bazı ekip arkadaşlarımızın
izinli ya da araştırma yapmak üzere yurt
dışında olmalarına rağmen, kesintiye
uğratmadan sürdürüp MekanPerest’in
sizlerle buluşmasını sağladık. Ne yazık ki
şimdi, bizim için bir mola zamanı.
Niçin Aravermek
Zorundayız?
Bir ara vermek zorundayız çünkü, on iki
kişilik ekip ve/veya konuk yazarlardan
gelen yazıların sizin elinize ulaştığı şekline
gelmesini sağlayan ve bu bağlamda
ekibimizin en önemli elemanı olan sevgili
Ceren Boğaç, AB bursu ile bir yıllığına
Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’a
gidiyor. Ceren bu durumu bize ilk aktardığı
Zamana Karşı Yarış Çok Zor
İş
zaman, kendisi için çok sevinmeme
rağmen, içimden ‘MekanPerest’in sonu
mu geldi acaba?’ diye düşünüp paniğe
kapıldığımı itiraf etmem gerek. Neyse
ki konuşmamızın devamında durumun
böyle olmadığı, gelişen teknolojinin
nimetlerinden yararlanarak, zaten bir
iki toplantı dışında internet ortamında
gerçekleştirdiğimiz yazı akışını yine aynı
şekilde sağlayabileceğimizi anlayarak
rahat bir nefes aldım. Ceren o kadar
yaptığı işe sadık ve saygı duyan bir kişi
ki.. Prag’da bir yıllığına da olsa yerleşmek
için ve internette büyük dosyaların
ulaşımı ile ilgili olarak da herhangi bir
sorun yaşanmaması için zamana ihtiyacı
olduğunu, kendi yüzünden MekanPerest’in
yayınında bir sorun, aksilik yaşanmasını
istemediğini ifade etti. İşte hem bu
sebepten, hem de yaz, tatil demeyip
yazılarını yetiştirmek için uğraş veren
ekip elemanlarının da yeni akademik
yıl başlamadan biraz özgür kalmalarını
sağlayabilmek için, 24 Ekim 2010’a kadar
ara veriyoruz. Yazı akış şemamızı yeni
duruma göre düzenledik, mola sonrası
sizlerle yeniden birlikte olacağız.
Bizlerin asli görevimiz dışında yapmakta
olduğumuz gazete eki hazırlama işi, bir
çok açıdan bizim için çok yararlı oldu ve
olmaya devam edecek diye düşünüyorum.
Yararının yanında farklı bir deneyim
olduğunu da söylemeden geçmeyelim.
Bizler için MekanPerest, akademik ortam
dışında, bilgi paylaşmak, toplumumuza
katkıda bulunma misyonumuzu yerine
getirmek anlamını taşıyor. Bunun yanı sıra,
bildiri özeti/bildiri, proje, dosya teslimi
gibi konularda son teslim tarihi ya da
zaman sınırı kavramlarına alışık olmamıza
rağmen, zamanlama, zamanında teslim
konularında MekanPerest’le ilgili uğraşımız
bizim için farklı bir deneyim oldu. Başka bir
boyutta zaman karşı yarışmayı öğrendik.
Alanımız dışında yazılı basında zamana
karşı yarışın nasıl olduğunu gözlemledik.
Sabahları marketten ya da gazete
büfesinden aldığımız bilmem kaç sayfalık
gazetenin hazırlanmasının nasıl zahmetli
bir iş olduğunun, okuyucuya ekleri ile
birlikte zamanında ulaştırılmasının ne
kadar stresli olabileceğinin farkına vardık.
Bir çok işte ve alanda sadece sonucu
görüp ya beğeniyoruz ya da eleştiriyoruz.
Bir gazeteyi, televizyon programını,
restoranda yediğimiz bir yemeği ve akla
gelebilecek pek çok şeyi… Beğensek de
beğenmesek de her işin bir de geri planı
var, ve bu geri plan o kadar zahmetli
olabilir ki, tahmin bile edemezsiniz. Verilen
emeğe saygıdan herhangi bir şeyi, bir işi
eleştirmeden önce biraz düşünmek sizce
de iyi olmaz mı?
Vedalaşmanın iyisi kötüsü olmaz belki ama
kısa kesmek kişiyi daha az hüzünlendirir
galiba.
Bu nedenle sözü kısa kesip şimdi veda
zamanı demek lazım. Çok değil. 24 Ekim’e
kadar..
Ayrılmadan önce sevgili Ceren’e
de hepimiz adına Prag’da yapacağı
çalışmalar için başarılar dilemek istiyorum.
Sevgiyle sağlıcakla kalın....
Naciye Doratlı
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Ceren Boğaç, Şebnem Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt): Ercan Hoşkara,Begüm Mozaikci, Hıfsiye Pulhan,Naciye Doratlı, Kutsal Öztürk, Uğur Dağlı, Türkan Ulusu Uraz.
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14 2010.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
03
Uğur Dağlı konuk yazar: Kemal Kasapoğlu
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] kemarch.2000@hotmail.
SANAA MİMARLIK STÜDYOSU
Japon mimarlar Kazuyo Sejima ve Ryue
Nishizawa’nın 1995 yılında bir araya
gelerek oluşturdukları ve Tokyo’da faaliyet
gösteren SANAA Mimarlık Stüdyosu (
Sejima and Nishizawa and Associates),
Japonya ve tüm dünyada çığır açan
projelere imza atıyor. Bu projelerden
bazıları, Lozandaki “Rolex Learning
Center” (Rolex Eğitim Merkezi), Ohio,
Toledo’daki “Toledo Museum of Art’s Glass
Pavilion ( Toledo Sanat Müzesi, Cam
Pavyonu), New York’taki “New Museum of
Contemporary Art” ( Yeni Çağdaş Sanatlar
Müzesi), Londra’daki “Serpentine Pavilion”
(Serpentine Galerisi Pavyonu), Tokyo
Omotesando’daki Christian Dior Binası,
Japonya Kanzawa’da “21st Century
Museum of Contemporary Arts” (21. Yüzyıl
Çağdaş Sanatlar Müzesi) ve Japonya
Nagano’da “O-Museum” ( O-Müzesi).
Arts” (21. Yüzyıl Çağdaş Sanatlar Müzesi)
projelerinden dolayı 2010 yılında dünyanın
en prestijli mimarlık ödüllerinden olan
Pritzker Ödülüne layık görüldü. Amacı ön
sezileri ve sorumluluk bilinciyle topluma
ve mimarlığa anlamlı katkılar sağlayan
mimarları onurlandırmak olan Pritzker
mimarlık ödülü, Hyatt Vakfı tarafından
1979 yılından beridir her yıl veriliyor.
Hyatt Vakfı’nın kurucusu Pritzker ailesi,
dünyanın dört bir yanında Hyatt Otelleri’ni
geliştirme çabalarından kaynaklanan,
binalara olan büyük ilgileri ve mimarlığın
yaratıcı bir çalışma olmasına ragmen
Nobel Ödüllerine dahil edilmemesinden
dolayı mimarlık alanını seçmiş.
Prosedürler uluslararası jüri tarafından
gizli oylama ve müzakere ile yapılan bir
final seçkisi ile Nobel Ödülleri’nden örnek
alınarak düzenlendi. Ödül için her yıl
sürekli olarak dünyanın dört bir yanından
yüzlerce aday arasından eleme yapılıyor.
Zemin hareketleri binanın altından geçiş ve iç bahçelere ulaşım sağlıyor
Rolex Learning Center
1956’da Japonya’da doğan Kazuyo
Sejima, Japan Women’s University’de
mimarlık eğitimini tamamlar ve dünyaca
ünlü Japon mimar Toyo Ito’nun
ofisinde çalışmaya başlar. Buradaki
çalışmalarının ardından 1987’de kendi
ofisini açan Kazuyo Sejima 1992’de
Japan Institute of Architects (Japon
Mimarlık Enstitüsü) tarafından Japınya’da
yılın genç mimarı seçilir. Bu güne kadar
çeşitli üniversitelerde öğretim görevliliği
yapmıştır. Bunlar arasında Princeron
University, Polytechnique de Lausanne,
Tama Art University ve Keio University
sayılabilir.
SANAA Mimarlık Stüdyosu’nun diğer
partneri Ryue Nishizawa 1966 yılında
Jponyada doğmuş ve mimarlık eğitimini
master derecesi ile birlikte Yokohama
National University’de tamamlamıştır.
Ryue Nishizawa kendi ofisini 1997 yılında
kurar. Bununla birlikte Yokohama National
University’de Profesör olarak eğitim de
vermektedir.
Mimarlık Dünyasının Nobeli
“Pritzker Ödülü”
SANAA’da birlikte çalışan Kazuyo
Sejima ve Ryue Nishizawa, Nagano’daki
O-Museum (O-Müzesi) ve Kanazawa’daki
“21st Century Museum of Contemporary
Binanın tümünde şeffaflık ön planda tutulmuş
tarafından gerçekleştirilmiş yarışma
sonucunda SANAA’nın kazanmış olduğu,
bütünüyle kampüs yaşamına, öğrencilere
ve halka adanmış bir yapı.
Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa birlikte
gerçekleştirdikleri projelerden dolayı daha
bir çok prestijli ödüle layık görülmüşlerdir.
2002 yılında American Academy of Arts
and Letters tarafından verilen “Arnold
Brunner Memorial Medal” (Arnold
Brunner Anı Madalyası), 2004 yılında 9.
Uluslararası Venedik Bienalindeki Mimarlık
sergisinde kazandıkları “Golden Lion”
(Altın Aslan), 2006’da Japon Mimarlık
Enstitüsü tarafından verilen “Tasarım
Ödülü”, 2007’de Berlin Academy of Arts
tarafından verilen “Kunstpreis Berlin of
2007” bu ödüllerden bazılarıdır.
Sabah erken saatlerden gece yarısına
kadar yaşamı içerisinde barındıran Rolex
Learning Center, cafe, restaurant, kitap
satışı, kütüphane, araştırma alanları,
ofisler ve çalışma atölyeleri ile herkese
açık.
Rolex Learning Center için, “Iletişim
sağlama” “araştırmayı ve öğrenmeyi teşvik
etme”ilkeleri ile tasarım sürecine başlayan
Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa, insan
hareketlerinin mimari formları etkilediği
gibi ortaya çıkan mimarinin de insanları
etkilediği inancındalar. Bundan dolayı
insan hareketlerinden yola çıkarak organik
ve eğrisel yönlendirmelerle çeşitliliği
olan mekansal kesişimler oluşturmayı
hedeflemişler. Sonuçta ortaya, patikaların
birbiriyle kesiştiği, şeffaflığın ön planda
olduğu, dalgalanan zemin ve tavanların
mekanları birbirinden kalıplaşmış mimari
sınırlandırma elemanları yardımı ile
değil, zeminin kendisi ile ayırdığı dinamik
heyecan verici bu yapı ortaya çıkmış.
Yaratılmış olan eğimli zeminler sayesinde
binanın altından geçilebiliyor, ulaşılan iç
bahçeler bir araya gelme “iletişim sağlama”
amacına bütünüyle hizmet ediyor.
Ikili ayrıca hak etmiş oldukları uluslararası
başarıları sayesinde, gerçekleştirmiş
oldukları projelerini Birleşik Devletler ve
Avrupa’nın çeşitli yerlerinde sergileme
imkanı bulmuş ayrıca dünyanın önde
gelen üniversitelerinde de mimafir öğretim
görevlisi olarak da bulunmuşlardır.
Rolex Learning Center (Rolex Eğitim
Merkezi), Ecole Polytechnique Federale
de Lausanne, Lozan, Isviçre
Rolex Learning Center bilim, teknoloji,
mühendislik ve mimarlık alanlarında
Avrupanın en önde gelen araştırma
ve uygulama merkezi olan “the Ecole
Polytechnique Federale de Lausanne”
+
CMYK
Kullanıcının Özgürlüğü Ile
Hayat Bulan Mekanlar
Zemin ve tavan dalgalanmaları sayesinde
birbirinden ayrılmış olan dinamik
mekanlarda kullanıcı, hangi mekanı ne
şekilde kullanacağı konusunda özgür
bırakılmış. Rolex Larnin Center’in
Mimarlarından Kazuyo Sejima “öğrenciler
kütüphaneden aldıkları kitapları dilerlerse
bina içerisinde oluşturulmuş tepelenmelere
sırtını vererek okuyabilecek dilerlerse
istedikleri alanı toplu tartışma, sohbet
mekanına dönüştürebilecek dolayısı ile
devamlı değişebilen dinamik atmosferde
heyecanlarını yitirmeden mekanı
yaşayabilecekler”diyor.
Son Söz
Insanoğlunun en temel haklarından
biridir özgür olabilmek, özgürce düşünüp
söyleyebilmek, özgürce yaşayabilmek...
Yaşam tasarlama sanatı olarak gördüğüm
mimarlık, kullanıcısına özgürlük hissini
tattırdığı sürece yaşama anlam katar...
Özgür ruhlu mekanlarda zihinlerdeki
kalıplardan kurtularak özgür yaşamın
tadına varabilmek dileği ile...
Kemal Kasapoğlu
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
Naciye Doratlı konuk yazar: Hülya Yüceer
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
TARİHİ YAPILARA Y E N İ İ Ş L E V BULMA SORUNU
Uzun bir aradan sonra sayfamda
değerli bir konuk yazarı ağırlıyorum.
Mimarlık Fakültesi öğretim
elemanlarından Dr. Hülya Yüceer,
Bandabulya özelinde tarihi yapılara
yeni işlev verilmesi konusunu turizm
ekseninde sizler için irdeliyor.
Naciye Doratlı
Tarihi yapıların yeniden kullanımıyla
ilgili pek çok çarpıcı örneğin var olduğu
günümüzde konunun teknik boyutu
tartışmaları yerini yeniden işlevlendirme
sürecinde yapıların dokunulmaz
değerlerinin ne kadar korunduğu,
yeni kullanımın ne kadar etkili olduğu
tartışmalarına bırakmıştır. İşlevin tarihi
yapıya ait özgün değerlerden biri olduğu
kabulu, “işlevsel sürekliliğin sağlanabilmesi
için yeterli çaba gösteriliyor mu?” sorusunu
da akılllara getiriyor.
Elbette, artık var olamayan bir işlevi
sürdürmeye çabalamak yersizdir,
ancak tarihi yapının tüm değerlerini ve
çevresi içindeki yerini ortaya koymadan,
kullanacaklarla ilişkisini her boyutuyla
kurgulamadan uygulamaya başlamak da
bir o kadar yersiz kalmaktadır. Bugün,
özellikle kent merkezlerindeki kamusal
kullanımlı tarihi yapıların pek çoğunun
müzelere, sergi salonlarına, kafelere
dönüştürüldüğüne ve özgün işleyişleriyle
ilgili bir iz kalmadığına sıklıkla tanık
oluyoruz. Farklı niteliklerdeki tarihi yapılara
benzer işlevler verilmesi aslında işlevsel
sürekliliğin sağlanması veya uygun işlevin
belirlenmesi sürecinde yetersizlikler
olduğunun göstergesidir.
Turizmin Y e n i İ ş l e v
Bulmada Yeri
Tarihi yapıların korunmasında işlev
değişikliğini gündeme getiren çeşitli
nedenler arasında daha etkin kullanılanım
ve ekonomik değerin artırılması günümüz
koşullarında ön plana çıkmaktadır.
Ekonomik gelir kaynakları arasında
turizmin önemli yer tuttuğu ülkelerde
tarihi yapıların turizme yönelik yeniden
kullanımına sıkça tanık olmaktayız. Bu
ülkelerde, kültür varlıkları kapsamında
tarihi yapıların korunması için hazırlanan
projeler turistlerin ilgisini çekmeyi
birincil hedef olarak görmekte ve
turistlerin beklentileri doğrultusunda
hazırlanmaktadır.
KKTC ekonomisi de sınırlı kaynaklarından
ve sınırlı üretim olanaklarından dolayı
diğer küçük ülke ekonomileri gibi hizmetler
sektörünü ön plana çıkarmaktadır.
Turizm sektörü yıllar boyu açık veren
dış ticaret dengesinin kapanmasına da
en güçlü etkiyi yapmıştır. Turizmin ivme
kazanmasında kültürel miras ziyareti,
zengin kültür mirası kaynaklarına sahip
Kuzey Kıbrıs için önemli rol oynadığını
son yıllarda, kültür turizmine hizmet
etmek üzere pek çok yapının restore
edilmesinden anlıyoruz. Bandabulyalar da
bu amaçla restore edilen yapı türlerinden
biri.
Bandabulyalara Y e n i İ ş l
ev
Bandabulya, diğer adıyla Belediye Pazarı,
Gazimağusa, Lefkoşa, Girne ve İskele
tarihi kent merkezlerinde bulunan sebze,
meyve, et, peynir gibi ürünlerin satıldığı
kapalı pazar yeridir. Bandabulyalar,
bulundukları kentlerde kamu ve ticari
yapıların yer aldığı merkezi noktalarda
inşa edilmişler ve işlevleri gereği halkın
gündelik yaşamının bir parçası olmuşlardır.
Kuzey Kıbrıs’daki bu yapılardan
Gazimağusa ve Girne Bandabulyaları yeni
işlev verilerek restore edilmiş olup, İskele
Bandabulyasında restorasyon çalışmaları
halen devam etmekte. Lefkoşa’daki
yapının ise işlevi devam etmek üzere
restorasyon kararı alınmış ancak
uygulama süreci henüz başlamamıştır.
Benzer yapı türüne ait, özgün işlevin
devam ettiği ve değiştirildiği örneklerin bir
arada bulunması yeniden kullanımın ne
kadar başarılı olduğu konusunda gerçek
kaynak oluşturuyor. Turizme hizmet etmek
üzere kafe, bar, restoran ve hediyelik eşya
satışı gibi yeni işlevler verilen Gazimağusa
ve Girne’deki yapılar, bugün hem halk,
hem de turistler tarafından etkili olarak
kullanılmamaktadır.
GaziMağusa Bandabulyası, 2010
Halen özgün işleviyle hizmet veren
Lefkoşa Bandabulyası ise, fiziksel koşulları
daha yetersiz olmasına rağmen, günün
hemen her saatinde halk ve turistlerin
kullandığı bir mekan olma özelliğini
sürdürmektedir. Yapıyı kullanan halk ve
turistlerle yapılan görüşmelerde, halk
yürüyerek ulaşabildikleri, taze ürünler
bulunduğu ve ücretler uygun olduğu
için yapıyı kullandıklarını söylerken,
turistler de halkın gündelik yaşamına
tanık olabildikleri, mekanın fiziksel yapısı
ve işleyişi ile “gerçek” hissi yarattığı için
ziyaret ettiklerini belirtmişlerdir. Bu durum,
tarihi yapıların yeniden kullanımında işlev
değişikliğinin ne kadar gerekli olduğu ve
önerilecek yeni işlevin halkın ve turistlerin
beklentilerini ne kadar karşılayacağı
sorularını gündeme getirmektedir.
Y e n i İ ş l e v Bulma
Sürecinde Gözden Kaçanlar
Bandabulya İç Mekan, 2010
Tüm bu yeniden kullanım yoluyla koruma
çalışmalarının ana hedeflerinden biri,
turizm hizmetlerini geliştirmek ve bu
sektörden gelecek ekonomik katkıyı
artırmaktı. Ancak, yeniden işlevlendirme
sürecinin turistlerin beğenilerine odaklı
gerçekleştirilmesi durumu, bu projelerin,
Bandabulya örneğinde olduğu gibi,
hedeflenen sonuçlara ulaşmasında bir
tehdit unsurudur. Bu beğeni ve talepler
genelde dinlenme, eğlence, yemeiçme, alış-veriş gibi turistlerin yapıları
ziyeret etme sürecinde vakit geçirip,
ihtiyaçlarını karşılayacakları aktiviteler
olarak algılanmaktadır. Oysa ki, turistlerin
tarihi yapıları sadece somut bir kültür
mirası örneği olarak ziyaret etmenin
ötesinde, bu yerleri hissetmek, yaşayan
mekanlarda kültürün diğer öğelerini de
deneyimlemek gibi beklentileri olduğunu
yeniden işlevlendirilen tarihi yapıların
neden kullanılmadığını sorgulayan
araştırmalardan anlıyoruz.
Özellikle son on yılda turizmin çeşitliliği
ve turistlerin davranış biçimleri üzerine
yapılan araştırmalar “kültür turizmi”nin
genel turzim anlayışından oldukça
farklılaştığını göstermektedir. Turizmin
öznesi olan turistler de bu bağlamda
ayrışmaktadır. Kültür turizmi amaçlı
seyehat eden turistlerin beklentileri diğer
turistlerden farklı olarak geçmiş ve güncel
kültüre ait tüm değerleri deneyimlemek
üzerine kuruludur.
Y e n i İ ş l e v süreci
üzerine birkaç sonsöz
+
Kültürlerin günümüzde bile sürekli bir
değişim yaşadığını veya zamanla farklı
kültürlerin öncekilerin yerini aldığını
düşünürsek, ziyaret edilen yerlerde
sadece geçmiş değil bugünün de varlığı
hissedilmelidir. Bu nedenle, tarihi yapılara,
kültür turizmine yönelik olsun ya da
olmasın, yeni işlev önerilirken bulundukları
CMYK
güncel bağlamı yaratan tüm unsurlar,
günün koşulları ve geleceğin olası
değişimleri gözetilerek değerlendirilmelidir.
Bu işlevlerin uygunluğu ve
sürdürülebilirliği, koruma ve çağdaş
kullanım arasındaki dengenin
sağlanmasıyla, dolayısıyla yapıların
bugünkü sahipleri olan yerel halkla da
doğrudan ilişkilenmektedir. Yeniden
kullanım projelerinde bu denge, tarihi
yapının değerlerinin doğru saptanması,
kültür mirası bilincin gelişmesi yolunda
bilgilendirme ve eğitim, tarihi yapı, turistler
ve yerel halk arasındaki sosyal ilişkiler
ağının çözümlenmesiyle sağlanacaktır.
Hülya Yüceer
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
KONUT VE YAŞAM
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
05
Hera-C konuk yazar:: Leyla Çınar
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…. BİR KERPİÇ ESKİ EVLE, BİR DE
YENİ BETOARME EV VARMIŞ
İç mimar Leyla çınar, masalsı bir
anlatımla kendi yaşam öyküsüden bir
kesitini sunuyor bize. Bir ailenin ve bir
kerpiç evin öyküsü bu. Anı ve nostaljiyle
dolu.
Türkan Ulusu Uraz
Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan
bütün masalların her zaman bir kahramanı
vardır. Bu kahraman bazı zaman güçlü,
zayıfın yanında; bazı zaman da güçsüz,
ne yapacağını bilmeden çıkmıştır
insanların karşısına. Biz biliriz ki bütün
masal kahramanları her masalın sonunda
zafer kazanır; fakat benim kahramanım
zafer kazanacak mı bilmiyorum? Kim
mi benim kahramanım? Eski köy evim.
Onun hikayesi daha eskiye dayanmasına
rağmen ailemin hikayesi onunla başlar.
Yıl 1975, aylardan Kasım. Annem ve
babam; soğuk bir kış ayı Karadenizin
yeşilinden kopup sekiz çocuklu bir aile
olarak, o günkü adıyla Kıbrıs Türk Federe
Devletine gelmiş. Diğer aileler gibi biz de,
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin bugünkü
rektörlük binasında birkaç gün misafir
edilmişiz. Sonraları bir köy gösterilmiş
bize ve o köye doğru yola çıkmışız. Köy,
hemen yanı başındaki beyaz alçı taşı
çıkarılan ‘Alçı Tepesi’nden almış adını:
Akova. Ailem yaşanacak bir ev bir yuva
için önce köyü güzelce dolaşıp, gezmişler.
Betonarme iskelet sistemi yapılardan
ziyade, taş ve kerpiç malzemeyle yapılan
yığma köy evleri ile karşılaşmışlar. O
yıllarda bu tür evler, köylerdeki yapıların
önemli bir bölümünü oluşturuyormuş. Yeni
bir yuva için dolaşıp, incelenen birçok ev
arasından biri kucak açmış aileme. Savaş
sonrası, sessizliğin gezdiği köyde sevinçle
yerleşmiş ailem iki katlı kerpiç köy evine
“İki katlı..., hem de geniş odaları var,
içeri girer girmez bir hol, aynı zamanda
odalara geçiş yeri, sıcacık, içinden üst
kata çıkan merdiven, yüksek duvarlarla
çevrili geniş bir avlusu, avluyu kaplayan
iki üzüm asması, avlu içerisinde asker gibi
sıralanmış banyo, tuvalet, kiler, mutfak
olan odalar ve ekmek yapılabilecek iki taş
fırın. Kocaman bir bahçe, bir su kuyusu...
daha ne olsun” demişler ve eşyası az boş
yeri çok bu eve yerleşmişiz.
Onunla birlikte çocukluğumu özlüyorum;
annemi, babamı özlüyorum, avlumuzdaki
çocuk seslerini, insan seslerini, kalabalığı
özlüyorum. İkisi de iki katlı, birine eski,
birine yeni diyorum ama hep eskiyi
özlüyorum. Oysaki insanoğlu hep
değişime ayak uydurmak gibi bir hevesle
yeniyi tercih eder sanki çoğu zaman.
Ama eski dediğim evim her şeyden önce
kendini bana sanki canlı bir varlık olarak
benimsetmiş. O kadar anaçtı ki kışın
sıcacık tutuyordu, yazın hiç bunaltmıyor,
serin tutuyordu bizi. Çıkardık dışarı, iki
tarafı göz hizasında olan kerpiç duvarla
kapalı geniş avlumuza. Ben, kardeşim ve
ablamla oyun oynarken, annem avluda
eve dair günlük ev işleriyle uğraşırdı. O yıl
nohut mu ekmiştik, annem kışlık yiyecek
nohutlarımızı süzgeçten geçirirdi, bazı
günler taş fırında köy ekmeği yapardı,
çamaşırlarımızı yıkardı kazanlarla su
kaynatarak... Bazen bahçesini beller,
çapalar ekerdi. Babam ise çiftçilik yapardı.
Babamla birlikte ben de ara ara giderdim
avlu içerisinde olan ağılımıza. Su verip
yemlerdik küçük baş hayvanlarımızı. Yaz
aylarında, geceleri avluda bekleyen demir
karyolanın üzerine atardık yataklarımızı.
Karyolanın yetmediği yerde sıralardık hasır
sandalyelerimizi yan yana, karşı karşıya ve
atardık sandalyeler üstüne bir ince yorgan,
uzanırdık üstüne gökyüzünün altında. Öyle
hemencecik uyumazdık, annem masal
anlatırdı bize. Sonra yıldızları sayardık,
kayan bir yıldız görünce bir dilek tutardık.
Zaman zaman güvenli bir kucak, zaman
zaman da macera yaşatıyordu bize. Hem
hücremiz, hem dünyamız olmuştu.
“Benim evim,” der Georges Spyridaki, “ışık
geçirir, ama camdan değil. Yapısında gaza
benzer bir şey olmalı. Duvarları benim
isteğime göre yoğunlaşır ya da seyrekleşir.
Bazen bu duvarları bedenime yapıştırırım,
bir zırh gibi...Bazen de bırakırım kendimi
mekanları içinde, sonsuz genişleme
özelliğine sahip o mekanda yayılır”.
Gözümü açtığım, yaşadığım, yuva diye
benimsediğim bu eve kahramanım
diyorum şimdi. Çünkü benim ve ailem için
çok kahramanlık yapmış. Dile kolay on
kişiyi kucaklayıp sardı sarmaladı, kim bilir
daha önce kimleri? Zamanla kucakladığı
kişilerin küçükleri büyümüş, büyükleri de
gitmiş oldu. Büyüyen herkes kendisine
yeni bir yer ararken o mahsunlaşmış
bizi izliyordu. Sonunda onu ne kadar
benimsediğimizi, ve onu terketmenin
imkansız olduğunu anladık. Yakınına yeni
bir betonarme ev yaptık. Yeni moda adıyla
villa. Şu an benim yaşamımın çoğu bu yeni
evde geçiyor ama eski köy evimi de yalnız
bırakamıyorum. O da zaten biliyor bunu,
ve bekler beni. Ailemizin eşyaları hala
orada, orası bizim baba ocağımız.
Geçen zamanı göz önüne alırsak eski
evimizin zamana karşı direndiğini ve
dimdik ayakta durmak için hâlâ mücadele
ettiğini görürüm. Evveliyatını kesin olarak
bilmemekle birlikte benzer yapılara
düşülen tarihlerden yola çıkarak 19501960 yılları arasında yapılmış olabileceği
tahmin ediliyor. Bu duruma göre en az 60
yıldır ayakta; nefes alıyor ve bize nefes
aldırıyor. İnsanın içine işleyen yaşanmışlığı
ve mekanın ruhu, bizi ama en çok da beni
hep geri çağırıyor. Şimdi eskisi ve yenisi
arasındaki farkı çok daha iyi görüyorum.
Yaşanmışlık elbetteki bizi, o sevdiklerimizle
geçirdiğimiz anı yüklü mekanlara ve
geçmişe götürüyor. Bu biraz da bizlerin
duygusallığı; ama iki ev arasında daha
dikkatli bakıldığında, herkesin de
algılayabileceği, o kadar belirgin farklar
var ki, karşılaştırılırsa benim eski evim
kazanır: Kesin.
O, fırtınalara karşı da çok zafer kazandı;
penceresinden güvercinler uçururduk
gökyüzüne, yaşamla öylesine uyumluydu
ki; şimdi o halini daha da özlüyorum.
Evet Spyridaki’nin evi; benim kerpiç evim
gibi soluk alıyor. Bir zırhlı giysi gibi hâlâ
bedeni sarıyor. Ayrıca sonsuza kadar da
Kerpiç evin ön görünüşü
Kerpiç evin iç mekan merdiveni
+
CMYK
genişleyip büyüyebiliyor. Yeni evde, kerpiç
evimde olduğu gibi tek bir mekandan
dağılım yok, koridorla bir mekandan diğer
mekanlara geçiyorum. Kerpiç ev, yeni eve
oranla daha nazlı, tavan ahşap mertek
ve kamışlarla örtülü olduğu için sürekli
temizlik ve bakım istiyor. Eski evim yeniye
göre belki gösterişsiz, dayanıklı olduğu
izlenimini de vermiyor ama kocaman bir
yüreği var. Kışın bedenimi sımsıkı saran,
yazın ruhuma serinlikler katan kerpiç
yuvam özellikle son aylarda 500C ulaşan
sıcaklığa karşı çok dirençli ve çok serin
bir iç mekana sahip. Oysaki yeni evde
sabaha karşı güneşin sıcaklığını yüzümde
hissediyorum, perde mi açık kalmış derken
güneşin gizlice içeri girdiğini görüyorum.
Gün boyu sıcaklığı iliklerine kadar çekiyor
akşam olunca da evin içine kusuyor ve
evin içi fırına dönüyor. Kerpiç evimizin
bahçe duvarları bizi sokakla olduğu gibi,
komşu evlerle de ayırıyor, mahremiyeti
sağlıyor; fakat yeni evimde fazla yüksek
olmayan bahçe duvarları üstündeki
parmaklık sadece fiziksel bir eşik, görsel
mahremiyet yaratmıyor. Ayrıca kerpiç
evin planının tekrar eden modüllerden
oluşması, ihtiyaç doğduğunda uygun
eklemeler yapılmasına fırsat veriyor,
ama yenisi bitmiş ve tamamlanmış sanki,
eklemeye müsait değil, yapılsa sırıtır.
Yeni, yenilik ve moda bütün yaşamımıza
hükmediyor. Yeni bir şeye yönelirken ,
eskiden kopuveriyoruz hemen. Ben de
böyle bir niyetle yeni ev edindim, ama
eski ve yeni arasındaki farkı eş zamanlı
kullanımlarda yaşayarak gördüm ve şimdi
kendime soruyorum: Böylesi sağlıklı
kerpiç bir evde yaşama imkanı bulabilecek
miyiz bir daha? Kerpicin insana, aileye
dolayısıyla topluma ne kattğını bilebilecek
miyim? Koşullar ve fırsatlar çerçevesinde
kerpiçten yapılanın en sağlıklı ve
en kullanışlı olduğu bir gerçek Bunu
unutmamalı ve bu malzemeyle modern
yaşama uyarlanabilecek yaşam çevrelerini
gerçekleştirebilmeliyiz. Yapmalıyız ve
masal kahramanlarımızı yaşatmalıyız ki,
masalımız hiç unutulmasın.
Leyla Çınar
Yeni evin ön görünüşü
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
Kağan GünÇe konuk yazar: Kağan Güner
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
GELENEK İLE MODERN ARASINDAKİ MİMARLIK AŞKINA BİR
ÖRNEK: BRUNO TAUT
‘Gelenekten Evrensele Mimari’ isimli
sayfanın bu sayısında değerli sanatçı,
akademisyen arkadaşım ve adaşım
Kağan Güner’i misafir ediyorum.
Gelenekselle modern mimari arasındaki
ilişkileri Bruno Taut örneklemeleri
ile, “Gelenek ile Modern Arasındaki
Mimarlık Aşkına Bir Örnek: Bruno
Taut” başlıklı yazısında Kağan Bey’in
kaleminden okumaya çalışacağız.
Kağan Günçe
‘Geleneksel’ ve ‘Modern’ kavramları
arasındaki diyalektik (zıtların birliği
anlamında) ilişki; aslında doğanın
dengesindeki ‘Ying ve Yang’; erkek
ve kadın birlikteliği gibidir. Bu ilişkiyi
anlatabilmek için dilerseniz kavramlar
üzerinde bir gezinti yapalım:
BİR MODERNİST: BRUNO
TAUT
Geleneksel olmadan; moderni
düşünemeyiz. Bunu en iyi anlatan
Bauhaus’un kurucularından ve 30’lu
yıllarda Türkiye’ye gelerek İstanbul
Güzel Sanatlar Akademisi’nin bugünkü
Mimarlık eğitiminin temellerini atan,
Bruno Taut’dur. Taut; Akademi’de verdiği
derslerde,öğrencilerine modern mimariyi
tarif ederken şöyle bir tanımlama yapar:
“Her iyi mimari gelenekseldir. Ama her
modern mimari iyi olmak zorundadır” Taut
modern mimar için de; “ Modern mimar
ilginç olmak zorunda değil. İyi olmak
zorundadır.” der. Taut,Türkiye’ye geldikten
kısa bir süre sonra derslerini Türkçe
vermeye başlar ve bugün kullandığımız
Türkçe Mimarlık literatürünü de ilk kaleme
alan Taut olmuştur. Taut’un mimarlık
dilinde sık sık kullandığı “iyi” kavramı
ise işlevsel estetiğin kendisi ve insanın
ihtiyaçlarını karşılamak için; modern
tasarımın ilkesi olan “İşlev formu belirler.”
anlayışıdır.
MODERN, ÇAĞDAŞ VE
MODERNİST ARASINDAKİ
FARKLAR
Bauhaus okulu kurulurken ve ‘Tüm
sanatları mimarlık şemsiyesi altında’
toplarken; Mimarlık kendi tarihiyle kopuşu
ve yeni bir başlangıç sayfasını açan
bir meslek olarak şekillendi. Neydi bu
yeni sayfa; Bauhaus’un kurucularından
Walter Gropius 1919 yılında Bauhaus’un
gelişini haber veren bildirinin ilk cümlesini
okurken “Bugün bir mimarlıktan ve
mimarlardan söz edebilir miyiz?” sorusunu
soruyor; “Hayır!” diye yanıtlıyor ve devam
ediyordu, “Kahrolsun Mimarlar!Mimarlık,
sanat ve zanaatler arasındaki kibir
duvarlarını kaldırmalıyız.” Mimarlık,
20inci yüzyıla kadar gelen ‘aristokrat’
kimliğini reddederek; özel bir kast haline
gelmeyi reddederek ve halkın ihtiyaçlarına
yönelmeyi tercih ederek, halkın arasına
karışarak ‘Modernist’ oldu. Bu siyasi bir
tavırdı. Yenilgiye uğrayan Alman İşçi
Devrimi’nin başında mimarlar olması bu
yüzdendi. Mimarın modernist duruşu;
onu zanaatlerle buluşturdu. Endüstri
ürünleri tasarımının da, iç mimarlığın
da,geleneksel olarak mimarlığın şemsiyesi
altında doğması bu yüzden gerçekleşti.
Böyle bir girişi yapma ihtiyacı duymamızın
nedeni; genellikle ‘geleneksel’ ile ‘modern’
arasındaki ilişkinin birbirlerine zıt kavramlar
olduğu yönündeki genel kanıdır. Halbuki;
modernizm gelenekselin ve ulusalın
analizinden çıkması gereken bir sentezdir.
(Bu tanım da Bruno Taut’a aittir.)
Bu noktada ‘modern’in ne olduğunu
kısaca tartışalım. Modern mimari; çağın
gereklerine uygun mimaridir. Fakat hemen
anlaşılacağı üzere ‘çağdaş’ ve ‘modern’
tanımları farklı kavramlarıdır. Şöyle
açalım; her modern mimari çağdaştır
fakat her çağdaş mimari modern değildir.
Neden? Çünkü modern kelimesi, bir
çağın betimlemesidir.Bu yüzden ‘modern
çağ’ ya da ‘modern zamanlar’ tanımlarını
kullanırız. Modern ;yaşanan zamanı
tanımlar. Modernizm ise bu zamana karşı
yapılan siyasi bir müdaheledir ve modern
çağdaki siyasal-estetik duruşu tanımlar.
Modernist; modern çağa uygun estetik
ve siyasal tanımı yapar. Modernist bu
anlamda siyasi bir olgudur.
Modernist’in siyasi olgusu ise bizi mimarlık
ile bağlantılı olarak 20inci yüzyıl tarihini
kavramamıza olanak sağlar. 20inci
yüzyıl başınadan başlayarak, halen daha
felsefenin mimarlar tarafından belirlenmesi
bir rastlantı değildir. Modernizm de; postmodernizim de; dekonstrüktüvizm de;
ve günümüzde modernizmin yeniden
kavranması da; ki buna neo-modernizm
de diyebiliriz; mimarların öncülüğünde
sürdürülmektedir. Bunun gelenek ve
modern konu başlığımızda çok heyecanlı
anlamları mevcuttur.
MİMARLIK İNSANIN
İHTİYAÇLARINA YÖNELDİ
Zanaatlerle buluşan mimarlık; modern
ile geleneğin arasındaki sentezi de
buradan yarattı. Kullanıcıyı kendi çevresi
içinde analiz etti. Konut ihtiyacını; 20inci
yüzyılın ortaya çıkardığı yeni kullanıcı
profili üzerinden gerçekleştirdi. Bu yeni
kullanıcı profilinde ön planda olan ise
kadınlar ve çocuklardı. Sovyetler Birliği
ve Almanya’da; mimarlık tarihinde ilk defa
mimarlar; çocuklar, kadınlar ve işçiler için
mimarlık yapmaya başladılar. Bu modern
insanlık tarihinin en heyecanlı dönüm
noktalarından biridir. O zamana kadar,
saraylar, köşkler, kraliyet meydanları ile
meşgul olan mimarlar ilk defa; toplumun
emekçileri, kadınları ve çocukları için proje
üretmeye başladılar. Kreş binaları, toplu
konutlar, fabrikaların işçilerin ihtiyaçları
için projelendirilmesi gibi projelerde; bir
büyük devrim daha gerçekleşti. İç mimarlık
kendi başına bir disiplin olarak şekillendi.
Bir çocuğun, ya da kadının iç mekanı
nasıl kullandığı yine ilk defa bilimsel
analizlerden geçmeye başladı.
MODERN MİMARLIĞIN
DOĞUMU VE BAUHAUS
BİLDİRİSİ
20inci yüzyılın başında Almanya’daki
MOERNİZMİN DOĞU’YA
YOLCULUĞU
Bruno Taut Evi
+
Görüleceği üzere; mimarlar bu pratiğin
içinde yoğrulurlarken; ‘insan’ ve ‘insanın
ihtiyaçları’ temelli hümanizmayı , siyasi
felsefenin konusu yaptılar. Geleneksel’in
ve ulusal’ın analizi de tam bu noktada
devreye girdi. O güne kadar, ustalar
ve marangozlarla yapılmış olan yerel
konut, yerel inşaat malzemeleri, iç mekan
çözümleri ilk defa modernist mimarların
incelemesi içine girdi. Bunu yaparken
de gözünü ve ilgisini Doğu’ya dikti.
Bunun siyasi bir nedeni vardı: Avrupa’da
modernist kalkışma Alman Devrimi’nin
yenilgisinin ardından ezilmiş ve tüm
Avrupa’da Hitler, Mussolini, Franko,
Salazar ile birlikte Fransa’da Vichy
Hükümetiyle faşizm iktidara yerleşmişti.
Avrupa’da yenilen modernizm; siyasi
CMYK
devrimlerle birlikte Doğu’ya yolculuğa
çıktı. Neydi bu devrimler? 20inci yüzyıl
1905 Rus Devrimi, 1908 Türk Devrimi,
1909 İran Devrimi, 1911 Çin Devrimi ile
başladı. Bu Devrimler Rusya’da 1917,
Türkiye’de 1920, Çin’de 1949 yıllarında
tamamlanırken; Modernizm artık Batı’da
değil ama Doğu’daydı. Bu yüzden
Modernist mimarlık; Batı’ya 2nci Dünya
Savaşı’ndan sonra girerken önce Rusya,
Japonya, İran, Türkiye ve Hindistan’a girdi.
Modernizm’in enternasyonal karakteri
ise dünyanın Doğu coğrafyalarındaki
‘geleneği’ değil ama ‘gelenekselleri’
araştırmaya da böyle çıktı. Sonuçta
modernizm değil; ulusal şekillenmelerdeki
modernizmler ortaya çıktı. (Halen daha
Batı dünyasının en büyük siyasi sıkıntısı
ve telaffuz edemediği gerçek de bu oldu.
Bu yüzden modernizmi bugün bile Batı
kimliği içinde tarif etmeye çalışıyorlar.)
Yine Bruno Taut’dan örnek verelim: Bruno
Taut ,1936 yılında Türkiye’ye gelmeden
önce Japonya’ya gitmişti. Japonya’da
geleneksel Shirakawa evleri ile Avrupa
Gotiği arasındaki benzerlikleri incelemeye
başladı. Türkiye’ye geldiğinde Mimar
Sinan ve geleneksel Türk evleri üzerine
yoğunlaştı. Bruno Taut ve Bauhaus ‘çular
için enternasyonallik; ‘sosyal, politik
duruşun sanatsala uyarlanması’ydı.
Bu özellik ise Modernist sanatın tüm
disiplinlerinde görülebilir. Bütün örneklerde
ortak tek bir nokta vardır. Modernist
sanatçı, mimar; ayağını kendi toprağına
basar; dünyaya bakışı enternasyonalisttir.
BRUNO TAUT’UN
İSTANBUL’DAKİ EVİ VE
VASİYETİ
Tüm bu yazdıklarımıza bir örnek isterseniz;
size İstanbul’a gittiğinizde Bruno Taut’un
evine bakmanızı öneririm. Birinci Boğaz
Köprüsü’nden Kadıköy yakasından
karşı tarafa geçerken; köprünün Ortaköy
ayağının yanında ağaçların arasında
kırmızı bir ev göreceksiniz. Taut bu evi
kendisi için yapmış ve gururla da; evi
yaparken tek bir ağaç kesmediğini,
hayvan gibi istinat duvarları çıkmadığını
söylemiştir. Ev; Japon Shirakawa evleri
ile geleneksel Türk konutunun mükemmel
bir sentezidir. Bu sentezi Taut; Boğaz’ın
silüetinin içine adeta dantel gibi işlemiştir.
Boğazı katleden çirkin yapılaşma ile
Taut evini karşılaştırınca; insanın sadece
‘Yaşasın Modernizm’ diyesi geliyor.
Bruno Taut’a ne oldu? diye soracaksınız
Taut enternasyonal bir modernist olarak;
kendisine yaptığı bu evde vefat etmeden
önce; Atatürk’ün Dolmabahçe’deki katafalk
tasarımını yaptı. Kendisine teklif edilen
1000TL’yı ise kibarca redderek; “Bana
Atatürk için bir hizmet yaptığımı dile
getiren bir mektup verin. Bu mektubu
çocuklarıma bırakmak isterim.” der.
Vasiyeti üzerine aşık olduğu İstanbul’a
gömülür. Mektup; çocuklarına verilir.
Kağan Güner
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
07
Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]@emu.edu.tr- [email protected]
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI
MekanPerest’in bu sayısındaki Dosya’mızda, ülkemizin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm konusunu mercek altına alıyoruz. Turizm
konusu birçok açıdan çok önemli. İlk olarak, kaynakları çok kısıtlı olan bir ada ülkesi olmamız nedeni ile ülkemiz için çok önemli. Yükseköğretim sektörü ile birlikte
ülkemizin lokomotif sektörü olduğunu kabul ettiğimiz için ekonomik açıdan, sosyal ve kültürel açıdan ve çevre ile ilişkisi açısından çok önemli. Bu kadar önemli
ve çok boyutlu bir konuyu biz, çevre, otel tasarımı ve turizm- kültür mirası etkileşimi boyutuna biraz dokunmakla
yetiniyoruz.
Naciye Doratlı, Uğur Dağlı, Özlem Olgaç Türker
Küçük Ülkelerin Lokomotif Sektörü: Turizm
Naciye Doratlı
Dünya Turizm Örgütü’nün ‘Turizmin 2020
Vizyonu’ isimli raporunda 1995 yılında
564.000 olan turist hareketinin 2020’de
1.602.000 milyona ulaşacağı, turizm
hareketinde Doğu Akdeniz (Türkiye,
Kıbrıs, İsrail) ülkelerinin doğal ve kültürel
zenginliklerine bağlı olarak dünya
turizmindeki paylarının artacağı ifade
edilmektedir. Bunun yanında yapılan birçok
araştırmada elde edilen bulgular, turizmin
özellikle küçük ülkelerin, dolayısıyla
adaların uzun dönemli büyümesine olumlu
etki yapmakta olduğunu göstermektedir.
(Hazari ve Ng, 1993).
Ekonomik açıdan öneminin yanı sıra
turizm, bir çeşit tüketim endüstrisi olmakla
birlikte, çevre ile en barışık endüstrilerden
biri olarak doğru yönetilirse, doğal
çevre ile kültürel mirasın korunması ve
geliştirilmesi açısından iyi bir araç olarak
nitelendirilmektedir. Ancak, yirminci
yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünyanın
karşı karşıya bulunduğu ekonomik, sosyal,
politik ve teknolojik gelişme ve değişime
paralel olarak turizm sektörü ve turizm
tüketim modelleri de büyük bir değişim
sürecine girmiş olup, 1970’li yıllarda
kitle turizminin turizm alanları üzerindeki
olumsuz etkileri yoğun bir biçimde
tartışılmaya başlanmıştır. Turizmin,
çevreye getirdiği yük, yerel ekonomilere
yaptığı katkı kadar, getirdiği maliyet, sosyal
bozulma gibi konular üzerinde durulmuştur.
Bu tartışmalar sonucunda ‘sürdürülebilir
turizm’, ‘eko turizm’, kırsal turizm’ gibi
sosyal ve çevre duyarlı kavramlar öne
çıkmaya başlamıştır. Kitle turizmine
alternatif olarak önerilen bu özel turizm
kavramlarının en önemli özelliği, çevreyi,
toplum yaşamını bozmadan, tarihi, doğal
ve kültürel varlıklara zarar vermeden,
bölge ekonomisine ve sosyal hayata
olumlu katkı sağlamalarıdır. Uluslararası
düzeyde bütün turistik destinasyonlarda
giderek daha fazla gündeme gelen
ve kabul edilen sürdürülebilir turizm
yaklaşımları (UN, 1999) doğal kaynaklar
ile turizm arasında kurulan ortak yaşamsal
bir ilişki biçiminde kabul edilmektedir
(Sharpley ve Sharpley, 1997, pp. 231232).*
Dünya turizm sektöründe bu değişim ve
gelişim süreci yaşanırken, Kuzey Kıbrıs’ta
henüz bu alanla ilgili sağlam bir vizyon
olduğunu söylemek zor. Tüm paydaşların
söz sahibi olduğu bir örgütlenme biçimi
benimsenmediği gibi, sektörün büyük
patronu sayılabilecek Turizm Bakanlığı,
sürekli olarak Bakan’ın değiştirildiği,
koalisyon hükümeti kurulması durumunda
da küçük ortağa verilen bir bakanlık olmuş
çoğu zaman.
Doğal Çevreyi Bekleyen
Tehlikeler
Ama her şeye rağmen, her ne kadar da
politik belirsizlik ve ambargolar nedeni
ile de ülkemizdeki turizm faaliyetleri
arzu edilen düzeye ulaşamamış olsa
bile, kaynakları çok kısıtlı olan ülkemizin
ekonomideki ‘lokomotif’ sektörünün
turizm olduğunu söylemek yanlış olmasa
gerek. En azından böyle olduğu, olması
gerektiği konusunda toplum düzeyinde bir
görüş birliği var. Kendi kendime sorular
soruyorum hep. ‘Acaba ambargolar
olmasaydı, Güney Kıbrıs’a gelen turist
veya fazlası Kuzey Kıbrıs’a da geliyor
olsaydı, biz gerek alt yapımız gerekse
turizm sektörünün gerek duyduğu diğer
servisler açısından yeterli olabilir miydik?’.
İkinci Soru: ‘Turizm faaliyetlerinin doruk
noktasında olması durumunda, doğal,
sosyal ve kültürel değerlerimizin durumu
ne olurdu?’
Plansız yapılaşma doğal çevre
değerlerinin tahribatına neden olan en
önemli etkenlerden biridir. Turizm amaçlı
veya konut sektöründe olsun, yoğun,
düzensiz veya dağınık yapılaşma, verimli
tarım alanlarının, orman alanlarının, bakir
koyların, kıyı şeritlerinin tahrip edilmesine
neden olacaktır. Marinalar, diğer tatil
kompleksleri de doğal zenginlikleri
tehlikeye sokabilir. Kuzey Kıbrıs’ta
durumun benzer bir görünümde olduğunu
söylemek herhalde yanlış olmaz. Çünkü
1989 yılından beri hazırlanması öngörülen
Ülkesel Fizik Plan hala yapılamamıştır.
Geçtiğimiz günlerde basında, yıllardır sözü
edilen ve bir türlü tamamlanamamış olan
Turizm Master Planı’nın nihayet hayata
geçirileceği yönünde haberler yer almıştır.
Kapsam ve içeriği konusunda henüz bir
bilgi olmadığı için, çevreye ilişkin olarak
ne denli olumlu bir etki yapabileceği
konusunda yorum yapmak şu an için
mümkün değildir.
Bu sorulara kestirmeden olumsuz bir
cevap olarak ‘Hayır! Kötü olurdu!’ demek
mümkün, ama konuyu enine boyuna
irdelemek neredeyse kitap yazmakla eş
anlamlı. Bu nedenle ben burada sadece
turizm – çevre ilişkisine yoğunlaşıp ve
gerekli duyarlılık gösterilmemesi ve iyi
yönetilmemesi durumunda olası sonuçları
üzerinde durmakla yetineceğim.
Plansız yapılaşmanın neden olabileceği
doğal çevre tahribatı yanında,
kanalizasyon ve arıtma tesislerinin
eksikliği/yetersizliği, yeraltı su
kaynaklarının ve denizin kirletilmesine
neden olmaktadır.
Turizm ve Çevre
Hiç kuşkusuz turizm ve çevre arasında
ortak yaşamsal (symbiotic) bir ilişki vardır.
Çevre, turizm için en temel kaynaksa,
turizmin öncü sektör olduğu bir ülkede,
çevreye olumlu ya da olumsuz en
büyük etkiyi turizm yapacaktır. Turizm
bölgesindeki gelişmenin gelecekte de
sürmesi ve çevre bilinci yüksek turist kitlesi
için çekiciliğinin uzun dönemde devamı,
söz konusu kitlenin motivasyonlarını
arttıran çevresel ve doğal değerlerin
korunmasına bağlı görünmektedir.
Kısa günün karı mantığı ile yatırımları
yönlendiren, kaynakların doğru ve rasyonel
bir biçimde kullanılmasına kılavuzluk
eden bir plan olmadan turizme yönelik
olarak yapılacak yatırımlar, 1970’li yıllarda
İspanya’nın Balear adalarından İbiza ve
Mallorca’da olduğu gibi çevre değerlerinde
tahribata yol açıp, ülkenin/bölgenin bir
turizm çekim noktası olarak cazibesinin
azalmasına neden olabilir. Hataların
tamir edilmesinin bedeli ağır olabilir.
Unutulmamalıdır ki turizm, çevreye biraz
dokunduğunuz zaman intikam alan belki
de tek sektördür. Bu nedenle gerek doğal
gerekse yapılaşmış çevrenin üzerindeki
olumsuz baskıların en aza indirgenmesi
yaşamsal önem taşır.
Yapılaşmış Çevre ile İlgili Sorunlar
Turizm hareketinde tatil için gidilecek
yerin belirlenmesinde, sadece doğal
zenginlikler değil, kültür varlıkları, özgün
yerel mimari ve peyzaj da önemli bir rol
oynar. Genelde küreselleşme, özelde de
turizm faaliyetleri nedeni ile tüm Akdeniz
ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de
yapılaşmış çevre bağlamındaki özgün
değerlerimiz giderek yok olmaktadır.
Giderek yok olmanın yanı sıra, belki de
daha önemlisi, her yer ‘aynılaşıyor’. Kıyılar
aynılaşıyor, dağ tepe aynılaşıyor. Akdeniz’i
çevreleyen ülkelerde, içindeki adalarda,
her yerde, turistik tesisler, yazlık siteler
birbiriyle benzeşiyor. Yerel mimarinin göz
ardı edilmesi, yoğunluk ve benzer mimari
biçimlenişler, kıyı mekânı ve ormanlık
alanlar üzerinde görsel kirlilik oluşturmaya
başlıyor.
+
Özellikle kitle turizmi, yer aldığı
yapılaşmış çevre üzerinde öncelikle
arazi kullanımlarının değişimine neden
oluyor. Korunması gerekli özgün kentsel
alanlar yeni devasa konaklama yapılarıyla
tahribata uğruyor, kentsel imaj değişiyor.
Dikkat çekmeye çalıştığım tüm bu sorunlar,
turizm faaliyetlerin ülkeye yapacağı
ekonomik katkı nedeni ile önemsiz gibi
algılanabilir. Ancak unutmamak gerekir
CMYK
ki turistler için gitmeyi tercih ettikleri yerin
özgün yapısı da çok önemli. Bu nedenle
üzerinde titizlikle durmak gerekiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle, turizm
faaliyetleri doruk noktada olmamasına
rağmen doğal ve yapılaşmış çevrede
oluşan tahribatı göz önünde bulundurarak
Kuzey Kıbrıs’ta çok daha duyarlı olmak
zorundayız.
Olumsuz Etkiler Nasıl
Önlenebilir?
Ekonomik, sosyal, kültürel ve çevre
değerleri açısından doğru ve sağlıklı
sonuçlar elde edilebilmesi için ilk ve en
önemli şart, turizm faaliyetinin doğru
yönetilmesidir. Bunun da sadece
hükümet içinde küçük ve gereken önemin
verilmediği bir Bakanlık tarafından
gerçekleştirilebilmesi mümkün değildir.
Güçlü ve sağlam bir yönetsel, idari, yasal,
mali çerçeve oluşturularak, geriye dönüşü
olmayan veya ağır bedeller ödenerek
düzeltilmesi gereken durumların ortaya
çıkmasını engelleyebilmek için katılımcı
bir yapılanma ile turizm alanında faaliyet
gösteren tüm paydaşlardan oluşacak bir
‘Turizm Örgütü’ oluşturulmalıdır.
İyi bir yönetim ve katılımcı bir örgütlenme
kadar, toplum bilinç ve duyarlılığının
artırılması da büyük bir önem taşımaktadır.
Bilinç sahibi ve duyarlı olunmasının yolu
ise küçük yaşlarda eğitilmekten geçer.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da
eğitim çok önemli. Böyle olmasa gelişmiş
ülkelerde çocuklar rutin eğitim programı
dışında düzenlenen birçok etkinlikle
eğitilmeye çalışılır mıydı? Bu noktadan
hareketle, turizm alanında başarı
sağlayabilmek için hem tüm kesimlerin
katılımının sağlanacağı bir bakış açısı,
plan, program, hem de bilinçli bir toplum
için küçük yaştan eğitime önem vermek
gerekli.
* Bu bölüm tümüyle MEKB-06-12 DİP
KARPAZ KÖYÜNÜ CANLANDIRMA PROJESİ
RAPORU’ndan alınmıştır.
Kaynakça:
-Hazari, B.R., Ng, A., (1993) An analysis of
tourists’ consumption of non-traded goods
and services on the welfare of the domestic
consumers. International Review of Economics
and Finance, Vol 2, 53–58.
-Hoşkara, Ş. (v.d.), (2008) MEKB-06-12
Dip Karpaz Köyünü Canlandırma Projesi
Raporu.
-Sharpley, R., Sharpley, J. (1997).
“Sustainability and the consumption of tourism”,
Stabler, M.J. (ed.), Tourism and Sustainability:
Principles to Practice, CAB International,
Wallingford.
-WTO, 1995. “Tourism 2020 Vision”. A new
forecast from the WTO.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
08 DOSYA
Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]@emu.edu.tr- [email protected]
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI
yılından sonra tekdüze bina tiplerine
Giriş
(tüm detaylardan arınmış genel anlamda
Otel Tasarımları Üzerine Bir Değerlendirme
Adamızın tarihsel gelişimine baktığımızda,
siyasi rejimin sürekli değişimi, otel
olarak sade, çevredeki mimari değerlere
saygılı ve sade bir cephe düzenine
sahiptiler. Bunlar Kıbrıs’ın mimari sürecini
yansıtan, yapılaşma kültürünün 40 sene
dikdörtgen forumların söz konusu olduğu
Istanbul Hilton Otel gibi) tepki olarak
Antalya Adem – Eve Oteli
işletme kompozisyonunda da farklılıklar
göstermekte ve bu da otel mimarisinde
yeni yaklaşımların (!) ortaya çıkmasında
etkin rol oynamaktadır. Farklılaşan işletme
komposizyonu şu anda kentle “Bağlamsız”
oteller, imaj oteller ortaya koymakta. Bu
yeni yaklaşım ise otel mimarisinin amaca
ve adaya uygunluğunu terk etmiş; yerini
heyecan arayışlarına(!) bırakmıştır.
Kuzey Kıbrıs’ta Otel Tasarımıları; İçindeki
Yanlışlar ve Tehlikeler
Tüm bina tasarımlarında olduğu
gibi otel tasarımlarında da hedef,
çevreninin sunduğu olanaklar ile fiziksel
gereksinimleri giderebilmek ve bunu
nyanında imaj, kimlik, anlam gibi psikolojik
temelli gereksinimleri karşılayabilmektir.
(1) Ancak Kuzey Kıbrıs’ta son zamanlarda
yapılan otel tasarımlarında; imaj, kimlik,
anlam oluşturma yanlış bir yönelmeye
kaymış; çeşitli stil, biçim ve arayışlar
üzerinde yoğunlaşılmış ve tasarımda
farklılık yaratma güdüsü ile bir takım
‘trendler’ görülmeye başlanmıştır.
Ancak mimari tasarımda sürdürülebilir
yaklaşımını içinde taşımayan bu “trendler”,
genel mimari tasarım değerlerinin dışında,
modası geçmiş yaklaşımları ortaya
koymaktadır.
Ağır kütleye sahip Colony Otelinin Post-Modernist cephesi
ortaya atılmıştı.1980 yıllarına kadar süren
bu akımın dünyada çok ilgi görmemesi
ve mimarinin içindeki çok boyutluluğu
taşımaması ile bundan uzaklaşılmış ve
buna karşın dekonstrüktivizm, high-tech,
minimalism gibi farklı akımlar gelmeye
başlamıştı.
önceki durumunu anlatan bir belge
niteliğindeydiler. Ve zaman içinde bunlar
kent için birer simge haline gelmişlerdi.
Bazılarının hala daha fotoğrafları
kartpostallarda yer almaktadır. (3)
Kısacası bu yapılar 40 sene önce çeşitli
biçimlerde kentin ve kentlilerin yaşantısına
dahil olmuş ve kalıcı izler bırakmışlardır.
Bunların tarihi birer anlamı vardır.
Yeni Yapılan Oteller
Tarihin neyi yansıttığı ise görecelidir.
Mimari anlamda eski - yeni ikilemini ve
korumayı İki bilim adamı şöyle açıklamıştı.
Madran, “Toplumun önemli bir kesiminde,
özellikle yerel yöneticilerde korunacak
yapı anlayışı hala anıtsal yapılar (cami,
han, hamam, kilise vb.) ve görkemli
konutlarla kısıtlıdır” diye vurgularken
Kuban ise zamanın, estetik ve kültürel
değer saptamak için çok yetersiz bir boyut
olduğunu, estetiğin, sadece tarihi yapıların
bir özelliği olmadığını, kültürel değerin de,
yaygınlaşmak için - özellikle çağımızda
- yüzyıllarca beklemediğini belirterek, bir
yapının korunmaya değer olup olmadığının
belirlenmesi konusunda öncelikle estetik
değerin dikkate alınması gerektiğini
belirtmişti.(3)
Kuzey Kıbrıs’ta Post – Modern otel
yaklaşımlarının bir kısmı geleneksel Türk
Mimarisine referans verirken çoğunlukla
doğu klasik mirasını yansıtmaya
çalışmaktadır. (2) Şu anda Rocks Otel,
Colony Otel, Savoy Otel, Merit Cyrstal
Cove, Merit Lefkoşa, Golden Tulip
Lefkoşa gibi birçok otelimizde yansıtılan
bu yaklaşım, karmaşık ve ağır kütleleri
ile adamızın silüetine olumsuz etki
yaratmaktadır..
1974 öncesi Oteller
Kuzey Kıbrıs’ta 1974 yılı sonrasında
gerçekleştirilen otel binalarını
grupladığımızda karşımıza genel olarak,
2 grup otel tiplemesi (Tematik Oteller ve
Post-Modern Oteller) ortaya çıkmaktadır.
Yenilerek(!) kullanılması veya Yenilenerek
kimlik kaybetmeleri
Bir kentte var olan bir yapının ortadan
kaldırılması veya kimliğinin değiştirilmesi,
kentin genel temasını etkiler. Bu nedenle,
eğer bir yapı kentin özgün kimliğine
ilişkin önemli bir değer oluşturuyorsa
onunla ilgili verilecek kararlar oldukça
önemlidir; bu tür kararlar vermeden önce
yapının ve çevresinin çok iyi anlaşılması
gerekmektedir. (3)
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta yapılan yeni ve
1974 öncesine ait olan ve yenilenen (!)
otellerin birçoğu ağır bir kütle anlayışını
ortaya koyan ve geçmişe ait öğelerin bir
araya getirilerek gerçekleşmesi ile oluşan
Post-Modern Mimari akımı yansıtmaktadır.
Post-modern yaklaşım dünyada 1960
Kuzey Kıbrıs’ta 1974 öncesine ait yapılmış
ve modern mimari akımın özelliğini
taşıyan birçok otel binası, (Salamis Bay
Oteli, Park Otel, gibi) yenilenme adı
altında yıkımla karşı karşıya kalmıştır.
Bu özgün binalar, modern mimarinin
Kıbrıs’taki uygulamalarına benzer bir
biçimlenme anlayışıyla tasarlanmış; genel
1. Post Modern Oteller
aktivitelerin saatini belli bir konuya göre
düzenleyen otel tiplerine Tematik Otel
denmektedir. Her şey daha önceden
geçmişin bir noktasında yazılımış
filimin
UğurbirDağlı
Yeni işletmeci komposizyonu ile bozguna
uğrayan mimari estetik değeri olan otel
binalarımız aslında kentlerimizin birer
sıfatıydılar. Ve tadilat adı altında bu
binaların kimliklerine saldırı yapılıp zorla
onlara post-modern bir kıyafet giydirmeye
çalışmışlar ve hala daha çalışmaktadırlar.
Bu da cümledeki sıfatın kaldırılıp zorla
başka bir sıfat yerleştirilmesine benzer bir
yaklaşımı içinde taşımaktadır.
2. Tematik Oteller
Bina ve mekansal tasarımını, görevlilerin
tipi ve giyinişini, aktiviteleri ve hatta
+
CMYK
senaryosu içine giydirilmeye çalışılan bir
mimari yaklaşım şeklidir.
Ancak bu yaklaşım birçok mimar ve bilim
adamı tarafından eleştiri konusudur.
Özellikle yakınımızdaki Antalya’da
gerçekleştirilen bu tip otel mimarisi
üzerine birçok yorum yapılmıştır.
Mimar Emre Arolat bir konuşmasında,
Antalya’nın tematik otellerle
sanallaştırıldığını… çevreyle çok fazla
bağlantısı olmayan yapılarla Antalya’nın
Las Veagaslaştırıldığını vurgulamıştı.
Ayrıca, “Topkapı Sarayı, İstanbul,
Kremlin, Venedik, Hollanda temasıyla
oteller yapılıyor. Bunlar tüketecek bir
şeyi olmayan ve bir sanallık üzerinden
gelişen Las Vegas’a ait yönelimler… Bu
yapıların orijinallerine haksızlık yapılıyor”
diyerek özellikle tematik mimarinin Antalya
turizmine zarar verdiğini de savunan
Arolat “9 yaşındaki Rus Igor Türkiye’ye
geldiğinde aklında bir otelin İstanbul ya
da Topkapı Sarayı imajı kalıyor. Bu bir
mimarlık problemi değil bu bence kültür
suçu” (4) diye eleştiriyor.
Bunun gibi birçok eleştiriyi içinde
barındıran bu yaklaşım aslında kültür
suçu ile birlikte mimari tasarımın
yaratıcı ve yenilikci tutumuna da darbe
vurmakta; “karbon kopya” tasarımı
ortaya koymaktadır. Şu anda Tematik
Otel yaklaşımının Kıbrıs’taki ilk örneği
Bafra’da yer alan Kaya Artemis Oteli ve
yapılması planlanan ve bazıları inşaat
halinde olan İtalya`daki Colleseum, Babilin
Asma Bahçeleri, Nuhun gemisi gibi birçok
Tematik Otel, ilk başta heyecan verici olsa
da kısa sürede başgösterecek sorunları
mevcuttur; turist ayni temaya geri gelmek
isteyecek mi? Geldi diyelim, yine de her
gelişinde yeni bir şeyler beklemeyecek
mi?...
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
DOSYA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
09
Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]@emu.edu.tr- [email protected]
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI
beklentinin sürekli değişimine (hatta
değişimin turizmin yaşam kaynağı haline
dönüştüğü çağımızda) cevap veren kaliteşıklık ve özgünlüğün yer aldığı mekanlar
sözkonusudur. Dünyanın birçok yerinde
farklılıkları keşfetmek isteyenlere hizmet
veren Tasarım Oteller, bulundukları
ülkenin - bölgenin kültürel yapısını, coğrafi
özelliklerini de bir bakıma yansıtmaktadır.
(5) Kısacası yeni yaratıcı tasarımlar
içinde yer aldığı bölgenin özellikleri ile
bütünleştirilerek anlamlaştırılıyor. Bölge
ile bağlamsız değil bölge ile içiçe yenilikci
tasarımlar.
Renge göre Tasarlanmış Hillside Su Antalya Otelinin gece değişik renkteki ışıkla anlam
değiştirine Lobisi
ortaya koymaktadır. Şu anda Tematik
Otel yaklaşımının Kıbrıs’taki ilk örneği
Bafra’da yer alan Kaya Artemis Oteli ve
yapılması planlanan ve bazıları inşaat
halinde olan İtalya`daki Colleseum, Babilin
Asma Bahçeleri, Nuhun gemisi gibi birçok
Tematik Otel, ilk başta heyecan verici olsa
da kısa sürede başgösterecek sorunları
mevcuttur; turist ayni temaya geri gelmek
isteyecek mi? Geldi diyelim, yine de her
gelişinde yeni bir şeyler beklemeyecek
mi?...
Adamızda Nasıl Bir Otel
Tasarımı Yapılmalıdır?
Aslında adamızda ağır kütleli Post-Modern
ve karbon kopya Tematik Oteller değil
de Tasarım Oteller - tasarlanmış oteller,
dizayn oteller- yapılsa dinamik bir tasarım
anlayış ile süreklik ortaya çıkacaktır.
Tasarım Otel ile Tematik Otel
Arasındaki Fark
Tematik otel bir kopya iken Turizmin yeni
olgunlaşan çocuğu olarak karşımıza
çıkan Tasarım Oteller’i içinde çok derin
anlamlar taşımaktadır. İnsanın hayal
gücündeki derin öğelerin resmini çizen,
yaratıcılığın sunulduğu ilginç mekanlar
yaratan sıradan otellerin, sıradan
tasarımların çok dışında olan Tasarım
Otellerinde, sanatın mimari ile birleştiği
kıvrımlara sahip, farklı konseptler ile
kişiye özel odaların oluşturulduğu,
Sürekli kopyasının yaratmaya çalıştığımız
Türkiye’deki “karpon kopya” oteller
yanında birçok başarılı Tasarım Oteli de
vardır. En önemlilerden biri “Adam&Eve
Hotels”, dünyanın ve Avrupa’nın en iyi
Tasarım Oteli liderliğini elinde tutuyor.
Otele adeta ruh veren, sembol tasarım
ürünleri “ayna (asla yalnız kalmamak),
cam (yaşamsal zenginliği görme arzusu)
ve beyaz rengin ağırlık kazandığı
mobilyalar (yeryüzü cennetinin saflığı)” ile
Adem ve Havva’dan esinlenerek bir cennet
yaratılmaya çalışılmış. Romantizmin
kokusunun buram buram içine işlediği
atmosfer, mekanı en seksi otel yapmayı
da başarmış. Ayrıca kör garsonların
konuklarına hizmet verdiği “Kör Restoran”
da karanlıkta, sıradışı yemek yemeyi
merak edenler - daha doğrusu görmeyen
gözlerin hissiyatını biraz olsun yaşamak
isteyenler için ilginç bir alternative. (5)
getirme yanında; yatırımcının istekleri
doğrultusunda yönlenildiği bir gerçektir.
Genellikle, ülkemizde imaj, kimlik ve
anlam oluşturma çabalarının, birey
üzerinde etkileyici bir biçim oluşturmaya
dönüştüğü görülmektedir. (1) Bu da PostModern veya tematik bir yaklaşımla ele
alınmaktadır. Halbuki adamızda otel
tasarımında bağlamsız değil çevre ile
bütüncül bir tavırla çağa uyabilen yeni
anlamlar oluşturabilse ada mimarisi
açısından başarılı olunabilinecek. Son
söz olarak artık modası geçmiş (!) akımlar
yerine içinde bulunduğumuz yüzyıla
ve ada kültürüne hizmet edecek taklitci
olmayan, yenilikci, yaratıcı düşünceler
barındıran “Tasarım Otelleri” yaratmanın
zamanı geldiğine inanmalıyız.
Kaynaklar
(1) Kancıoğlu, M. (2006), İmaj, Kimlik Ve Anlam
Oluşturma Biçimlerinin Turizm Binalari Üzerinde
İncelenmesi
Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık
Fakültesi Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, 2006
(2) Besim, D., Kiessel M., Kiessel A., (2010)
Ho Tel-Casino Complexes In Northern Cyprus
Metu Jfa 2010/1
(3) Birol, G. Bir Kentin Kimliği Ve Kervansaray
Oteli Üzerine Bir
Değerlendirme, W3.Balikesir.Edu.Tr/~Birol/
Kervansaray.Pdf
(4)Http://Www.Sabah.Com.Tr/
Ekonomi/2009/08/29/Tematik_Oteller_Kultur
Sucu_Isliyor_Bu_Orijinaline_Haksizlik
(5) Dilsiz B., Otelciliğin Gelecek Trendi “Dizayn
Oteller” Www.Turizmgazetesi.Com
SONUÇ
Otel tasarımı, çevresel özelliklere
uyum sağlama, kullanıcının fiziksel
ve psikolojik gereksinimlerine çözüm
Turizm ve Kültürel Miras Arasındaki Etkileşimin Dinamizmi
Özlem Olgaç Türker
Turizm gelişmelerinde tarih ve kültürün
rolüne vurgu giderek artmaktadır.
Turizm sadece tarihi yerlerin gezildiği,
fiziksel hareketi içeren bir etkinlik olmaktan
çıkmış; entellektüel, kültürel, ruhani
deneyimleri içeren bir biçim almıştır. Bu
nedenle tarihi çevreler ve kültürel değerler,
turizm çekim araçları olarak kabul edilmektedir. Kültürel miras turizmi veya kültür turizmi, bu değerlerin özgün nitelikleri tanınıp
kullanılırken, buradan sağlanan ekonomik
gelirle gerekli koruma adımlarının atılarak
sürdürülmesini savunur.
Yeri doldurulamaz doğal ve
kültürel değerler yasa ve politikalarla
korunduğunda sürdürülebilir turizmden söz
edilebilir. Sürdürülebilir turizm planlaması
karmaşık, ama aynı zamanda dinamik bir
süreçtir bu nedenle değişimi gerektirir. Öte
yandan sürdürülebilir gelişme istikrar ve
kalıcılık peşindedir.
Sürdürülebilir turizmin başlıca prensipleri
aşağıdaki maddelerle özetlenebilmektedir
(Cuneo, 1991, Feilden, 1993):
•Yerel çevresel ve sosyal değerlerin
dikkate alınması.
•Doğal kaynakların korunması;
•Tarihi çevrenin korunması;
•Kültürel kimliğin ve bütünlüğün
korunması;
•Aşırı tüketimin ve atıkların azaltılması;
•Gereksinim çeşitliliği;
•Turizm gelişmelerinin, diğer ekonomik ve
gelişim etkinlikleri ile bütünleşmesi.
•Yerel halkın turizm deneyimine bizzat
katılımı.
Sürdürülebilir Turizm Yönetimine Yönelik Kültür Turizmi
Tüzüğü
Turizm, mirasın ekonomik potansiyelini
yakalayarak; finansman sağlayarak;
toplumu eğiterek; politikayı etkileyerek; bu
kazanımları mirasın korunmasına yönelik
kullanabilir. Turizm, başarılı bir biçimde
yönetildiği zaman, ulusal ve bölgesel ekonomiye katkı yaparak kalkınmada önemli
bir rol oynayabilir. Mirasın yönetilmesinin
temel amaçlarından biri, hem ev sahibi
topluma hem de ziyaretçilere mirasın
önemini ve korunması gerektiğini iletebilmektir. Bu bağlamda ICOMOS’un
12. Genel Kurulu’nda, miras açısından
önem taşıyan yerlerde turizmin yönetilmesi amacıyla Uluslararası Kültür Turizmi
Tüzüğü kabul edilmiştir.
Doğal ve kültürel miras, en geniş anlamda
tüm insanlara aittir. Evrensel değerleri
anlamak; takdir etmek; ve muhafaza
etmek, her bireyin hakkı ve
sorumluluğudur. Miras, hem doğal, hem
de kültürel çevreyi kapsayan geniş bir
kavramdır. Manzara, tarihi mekanlar, sit
ve inşa edilmiş ortamlar ile bilikte biyolojik
çeşitlilik, birikim, geçmiş ve mevcut kültürel
adetler, bilgi ve hayat deneyimlerini içerir.
Tarihsel gelişimin uzun süreçlerini belgeleyerek ve ifade ederek modern hayatın
ayrılmaz bir parçası olan çeşitli ulusal,
bölgesel, ve yerel kimliklerin özünü
oluşturur. Gelişme ve değişim için dinamik bir referans noktası ve somut bir
araçtır. Her yöre ve toplumun kendine has
mirası ve toplumsal hafızası eşsiz olduğu
gibi, hem günümüzde hem de gelecekte
kalkınma için önemli bir temeldir
(ICOMOS, 1999).
Turistler ziyaret ettikleri çevrenin doğal
çevresini, sosyal ve kültürel yaşamını,
tarihi mirasını deneyimlemeyi tercih
ederler. Gelişen turizm aktiviteleri
açısından bu gereksinimleri karşılamak
gerekmektedir. Turizm planlamasında
hem turistler, hem de ev sahibi toplumların
beklentileri arasında denge kurulurken,
doğal ve fiziksel çevrenin dengeleri de
CMYK
+
unutulmamalıdır. Turizm kapasitesi dikkate
alınmadan yapılan turizm aktivitelerinde
ziyaretçinin mekana ilişkin deneyimi,
ev sahibi toplumların ekolojik düzeni, kütürü ve yaşam tarzı için tehdit
oluşturabilmektedir.
Turizm, ev sahibi toplumlara yarar
sağlarken, kültürel miraslarını ve adetlerini
önemsemeleri ve korumaları için önemli bir
araç ve motivasyon sağlamalıdır.
Sürdürülebilir bir turizm endüstrisine
ulaşabilmek; ve gelecek nesiller için miras
kaynaklarının korunmasını
kuvvetlendirebilmek için, yerel toplulukların
temsilcilerinin, çevrecilerin, turizm
işletmecilerinin, mülk sahiplerinin, politika
belirleyicilerinin, ulusal kalkınma planlarını
düzenleyenlerin ve sit yöneticilerinin
katılımı ve işbirliği gerekmektedir.
>> DEVAMI SAYFA 10’DA
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ /05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
10 DOSYA
Naciye Doratlı-Uğur Dağlı- Özlem Olgaç Türker
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected]@emu.edu.tr- [email protected]
DOSYA VII: TURiZM – ÇEVRE – OTELLER - KÜLTÜR MiRASI
>> SAYFA 9’DAN DEVAM
Kültür turizmi bölge üzerinde geçmişte
yaşamış toplulukların geriye bıraktıkları
mimari yapıların, yemek kültürü,
toplumsal gelenek ve göreneklerin
günümüz insanına aktarılması temeline
dayanan turizm türüdür. Kültür Turizmi
sadece düne ve geçmişe değil; tarihten çıkarılacak derslerle günümüze ve
geleceğe de ışık tutmaktadır. Kültür
Turizmi Tüzüğünün İlkeleri aşağıdaki
gibidir:
kurulduğu, yeni yaşam biçimleri bularak
özgün dokularını sürdüren kentler ve
yerleşmelere bakıldığında tümünde ortak
olan özellik, yerel halkın katılımıdır. Yerel
kullanıcılar projeyi sahiplendiğinde
projenin uygulama başarısı daha yüksek
olur. Ağa Han Vakfı’nın Tarihi Kentler
Programı (The Aga Khan Historic Cities
Programme -HCP) her yıl Müslüman
ülkelerde bu tür projelere verilen ödüllerle tarihi kentlerdeki binalar ve kamusal
alanların korunması ve yeniden kullanımını
teşvik etmektedir.
•İç ve uluslararası turizm, kültürel
alışverişin önde gelen araçları arasında
olduğuna göre, koruma, ev sahibi
topluluğun üyelerinin ve ziyaretçilerin söz
konusu topluluğun mirasını ve kültürünü
doğrudan doğruya yaşayabilmeleri ve
anlayabilmeleri için fırsat sağlamalıdır.
•Miras yerleri ve turizm arasındaki ilişki
dinamiktir ve çelişen değerler içerebilir. Günümüz ve gelecek kuşaklar için
sürdürülebilen bir biçimde yönetilmesi
gerekmektedir.
Tunus’taki Sidi Bou Saod yerleşimi,
mavi beyaz akdeniz mimarisinin özgün
bir örneğini sunmaktadır. Burada, kültür
turizmi yerleştirilirken, yerel toplumun
ve yerel nüfusun kendi kültürel mirasına
saygı göstermeleri sağlanarak, misafir
olarak gelenlerin de bunu izlemesi üzerine
bir model uygulanmiştir (Özkan, 1999).
Birçok sanatçının biraraya geldiği festivalleriyle ünlü bu yerleşimi sık ziyaret
eden sanatçılar arasında en ünlüsü Paul
Klee’dir.
•Miras yerleri için Koruma ve turizm
planlamaları, ziyaretçi deneyiminin zahmete değer, tatmin edici ve zevkli olmasını
sağlamalıdır.
•Ev sahibi topluluklar ve yerli kişiler,
koruma ve turizm planlarına katkıda
bulunmalıdır.
•Turizm ve koruma faaliyetleri ev sahibi
topluluğun yararına olmalıdır.
•Turizm tanıtım programarı, doğal ve
kültürel mirasın özelliklerini korumalı ve
geliştirmelidir. (ICOMOS, 1999)
Fas’ta bir kıyı yerleşimi olan Asilah, bir dış
etkenin enjekte edilmesi ile canlandırılan
ve sürdürülen bir örnektir. Turizm
Bakanlığı, sivil toplum örgütleri ve yerel
yönetimlerin işbirliğiyle Asilah Festivali diye
bir etkinlik yaratılmıştır. Sanatçılar burada
yaşamak, üretmek ve eserlerini sergilemek üzere Asilah’ya davet edilmişlerdir
ve bu sayede, her yıl tüm Ağustos ayı
boyunca süren etkinlik sayesinde buraya
binlerce turist akmaktadır. Bu etkinliğin
tekrarlanacağını bilen yerel kullanıcılar da
her yıl gelecek olan turistleri düşünerek
yaşadıkları çevreye daha da özen
göstererek çevrenin restorasyon ve
bakımını yapmaktadırlar.
Düzgün yönetilmediği zaman
turizmin önemli bir etkisi başta çekim
noktası oluşturan kültürel kaynakların
yıpranmasıdır. Turizm uygulamalarında
yerel kültürün turistlerle etkileşim
sonucunda akültürasyona uğradığı
gözlemlenmekte, böylece uzun vadeli
kültürel değişimler gözlemlenmektedir.
Yeniden canlandırılan kentsel veya
kırsal tarihi alanlarda artık var olmayan
bir kültüre dayandırılması yapay, teatral
bir izlenim verecektir. Kültürel turizmin
felsefesi, turistler ve yerel toplumların bir
arada yaşayabileceği, geleneksel yaşam
formlarının çağdaş servislerle desteklenerek yaşanarak deneyimlenebileceği
ortamlar sunmayı gerektirir.
Kültürün bir önemli özelliği de toplumların
yaşamlarını kaliteli hale getirmek
yönündeki çabalarının bir göstergesi olmasıdır. Önceki uygarlıkların
yaşadıkları mekanları, kentleri, günlük
hayatlarını anlamak ve aktarmak bazında
değerlendirdiğimiz kültür turizmi bizden
sonrakilere de bu anlamda bizden bir ileti
olacağı için önemlidir.
Dünyadan Sürdürülebilir
Turizm Örnekleri
Rekabetin yükseldiği günümüzde, en iyi
planlanmış turizm yatırımları, en başarılı
turizm destinasyonları olarak karşımıza
çıkmaktadır. Doğru planlamayla, hem turist
memnuniyeti artırılmakta; hem de
minimum çevresel zarar ile maksimum
yarar elde edilebilmektedir.
Geçmişle kırık bağların yeniden
zanaatlarının satıldığı sokaklarda
görülebilmektedir.
Kuzey Kıbrıs’ta Kültür
Turizmi aracılığıya Koruma
Günümüzde dünyada yaşanmakta olan
hızlı global değişimlerden doğal olarak
Kıbrıs Adası da etkilenmektedir. Sosyokültürel, ekonomik, ve politik koşullardaki
degişimlerin yanında; yerel gelenekgörenek, adet, inançlar ve kültürel değerler
globalizm içinde yoğrularak yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır.
Buna paralel olarak insanların
mimari çevrelerinden beklentileri de
değişmektedir. Bilinçlenme eksikliği nedeni
ile insanlar kendi kültürlerinin somut
yansıması olan mimari dokuyu yok
etmekten çekinmeden
çevrelerini bu yeni globalleşmiş normlar
doğrultusunda değiştirmekten ne yazık
ki kaçınmamaktadırlar. Özellikle inşaat
sektöründeki patlama sonrası tarihi ve
yöresel çevreler tehdit altındadır. (Aksugür
ve Türker, 2005, Türker ve Pulhan, 2006,
Dinçyürek ve Türker, 2007, Türker ve
Dinçyürek, 2007)
Doğan Kuban’ın (2000) “Tarihi Çevre
Korumanın Mimari Boyutu” adlı kitabının
girişinde değindiği gibi, “toplum gelişmeyi
hem arar hem ona direnir. Gelişmeyi
bilinçli olarak arar, değişmeye ise duygusal
olarak karşı çıkar.” Burada kastedilenin
romantik bir duygusallık olmadığı; tam tersi
bilinçli bir duyarlılık olduğu apaçıktır.
Kuzey Kıbrıs’ın özgün mimari mirası,
çok kültürlülüğün bir yansıması olan çok
katmanlı mimari dokuları, Dünya Mimari
Miras listelerine girmiş tarihi kentleri, yok
olmaya terkedilmek yerine sürdürülebilir
turizm yaklaşımlarıyla geleceğe taşınabilir.
Yemen’deki Eski Sana’a UNESCO
tarafından kültürel sit alanı ilan edilmiş;
bu nedenle uluslararası üne kavuşmuştur.
2500 yıllık kentin mimarisi seller,
savaşlar ve kıtlık dönemlerinde zarar
görmüş; yeniden inşa edilmiştir. Mimari
doku 70’lerde yok olma tehditi ile karşı
karşıya kalınca, 80’lerin başında Yemen Hükümeti’nin girişimiyle UNESCO
tarafından kenti korumak için uluslararası
bir kampanya başlatılmıştır. Önemli
koruma ve rahabilitasyon çabaları sonucunda 1988’de UNESCO’nun Dünya
Mirası listesine giren Sana’a 1995’te
de Ağa Han Ödülünü almıştır. Kentin
özgün dokusunu korumak için yapılan
uluslararası katkılar, yerel halkın geçmişle
kopan bağlarını yeniden kurmaları için
motivasyon sağlamıştır. (Young, 2010)
Sadler’in de değindiği gibi (2004),
Güney’le kıyaslandığında gelişmişlik
Kuzey Kıbrıs turizminin pazarlamasında
Avrupa tur şirketlerinin pazarlama
stratejilerinde yer alan ‘bozulmamış’
kavramı açısından az olumlu katkı
yapmaktadır.
Kuzey Kıbrıs’ta otantik karakteri korunmuş
olan Karaman Köyü (Karmi) fiziksel
anlamda iyi bir koruma örneği olmakla
birlikte kültürel süreklilik açısından zayıf
kalmaktadır. Uzun dönem
kiralama yöntemiyle hemen hemen
tümüyle yabancıların yerleştiği köyde
turistler ve yerel halk arasındaki etkileşim
olanağı bulunmamaktadır.
Dipkarpaz, Büyükkonuk ve diğer
yerleşimlerimizdeki adımlar olumlu
olmakla birlikte mevcut konut stoğunun
değerlendirilmesi ve özgün dokuların kültür
turizmi çerçevesinde yaşatılması; mevcut
geleneksel konut stoğunun
rehabilitasyonuyla pansiyonculuk
yapılabilek bir model kültür turizmine çok
daha uygun olur. Örneğin Dipkarpaz’daki
‘Arch House’, mevcut konut stoğunu kullanarak yapılan olumlu bir örnek olmakla
birlikte tek bir sokaktaki bir grup evle sınırlı
kalmıştır.
Türkiye’de başarılı birçok örnekten birisi,
700 yıllık Osmanlı köyü Cumalıkızık’ın
canlandırılması örneğidir. Bursa’ya
bağlı Cumalıkızık’ta Yerel Gündem 21
aracılığıyla projenin tüm aşamalarında
yerel halkın katılımı sağlanmış; kültür
turizmi aracılığıyla köyün kalkınması
sağlanmıştır.
Güney Kıbrıs’taki Lefkara Köyü özgün
dokusunu korumayı başarmış; ve köydeki
yeni yapılaşmanın mevcut dokulara
uyumlu gelişmesi yönünde yasal düzenlemeler yapılmıştır. Kültürel sürekliliğin
yansıması, mimarideki süreklilik
yanında köy merkezinde el sanatları ve
+
Halahazırda turizm çekim noktası olan
ama sürdürülebilir turizm planlaması
çerçevesinde koruma imar planı
CMYK
geliştirilmezse bozulma tehditi altında
olan Balabayıs gibi yerleşimlerin taşıdığı
potansiyeli taşıyan daha birçok yerleşim
bulunmaktadır.
Annan Planı sonrası kırsal yerleşimlerin
özgün niteliklerine dikkat edilmeden artan
yapılaşmalarla Beşparmak Dağları’nın
Kuzey eteklerine yayılmış Kaplıca Köyü ve
benzeri birçok yerleşim, özgün
mimarisinin geçirdiği hızlı değişim
nedeniyle “bozulmamış” sıfatını kaybetmiş,
kültür turizmi potansiyeli azalmıştır.
Beşparmak Dağları’nın güney eteğinde
Mesarya ovasını seyreden Çınarlı Köyü,
yöresel Kıbrıs mimarisini tamamlayan
jeolojik kaya oluşumları, “İncirli Mağara”sı
ve “Değirmi Çam”ıyla neden kültür turizmine ev sahipliği yapmasın? Ya da
merkezden uzakta kaldığı için çarpık
yapılaşmadan henüz nasibini almamiş
diğer köylerimiz, örneğin Mallıdağ,
Akçiçek, Alemdağ, ve diğerleri özgün
mimari dokularını geleceğe taşıyabilecek
koruma projeleri çerçevesinde ekoturizmle bütünleşmiş kültür turizmi
önerileriyle kırsal kalkınma programlarına
neden alınmasın?
Çam”ıyla neden kültür turizmine ev
sahipliği yapmasın? Ya da merkezden
uzakta kaldığı için çarpık yapılaşmadan
henüz nasibini almamiş diğer köylerimiz,
örneğin Mallıdağ, Akçiçek, Alemdağ,
ve diğerleri özgün mimari dokularını
geleceğe taşıyabilecek koruma projeleri
çerçevesinde eko-turizmle bütünleşmiş
kültür turizmi önerileriyle kırsal kalkınma
programlarına neden alınmasın?
Kaynaklar:
•Aksugür, N., Türker, Ö. O., (2005). “A Model for the
modernization of a vernacular settlement as a milieu
for two different cultural backgrounds ‘re-learning to
live together’” 5. Uluslararası mAAN Konferansı: Rethinking and Re-constructing Modern Asian Architecture, 27-30 Haziran 2005, ed: Salman ve Doğuşan,
İTÜ İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul.
•Bursa Belediyesi, (1999) Bursa Yerel Gündem 21,
Cumalikizik Koruma – Yaşatma Projesi, Bursa Belediyesi, Bursa.
•Cuneo, P., (1991). Cultural Heritage and Cultural
Tourism, ed: Yenen, Z. the International Symposium
on Architecture of Tourism in the Mediterranean,
Vol.2, Yıldız Üniversitesi Basımevi, İstanbul, pp.
233-238.
•Dinçyürek, Özgür and Özlem O.Türker. (2007).
Learning from Traditional Built Environment of
Cyprus: Re-Interpretation of the Contextual Values.
Building and Environment 42/9: 3384-3392, Elsevier.
•Feilden, B.M., (1993). “Conservation and Tourism”,
International Scientific Symposium, 10th General Assembly on Cultural Tourism, ICOMOS, Sri Lanka.
•ICOMOS, (1999). International Cultural Tourism
Charter, Managing Tourism at Places of Heritage
Significance, http://www.icomos.org/tourism/charter.
html
•Kuban, Doğan (2000). Tarihi Çevre Korumanın
Mimari Boyutu, YEM Yayın, İstanbul.
•Özkan, S., (1999). “The Aga Khan Award for Architecture”, International Conference on the revitalisation
of historic cities, 20-22 Mayıs 1999, Lefkoşa.
•Sadler, J., (2004). “Sustainable Tourism Planning in
Northern Cyprus”, Coastal Mass Tourism: Diversification and Sustainable Development in Southern Europe, Ed: Bramwell, B., Channel View Publications.
•Türker, Ö. O. & Dinçyürek, Ö., (2007) Sustainable
Tourism As An Alternative To Mass Tourism Developments Of Bafra, North Cyprus”, Open House International, vol.32 no:4 pp. 107-118.
•Türker, Özlem O., Pulhan, H. (2006). Hyper-Cypriot
Architecture: The Transformation of Local and Global
Values. 2005-2006 Series of the Traditional Dwellings and Settlements Working Paper Series (WPS):
Global Transformations and Local Traditions, IASTE,
ed: Nezar AlSayyad, Vol. 196: 1532-1150. Berkeley:
University of California.
•Young, T. Luke, (2010). Conservation of the Old
Walled City of Sana’a Republic of Yemen, http://web.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
KENTİN TADI TUZU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
11
Şebnem HoŞKARA konuk yazar: NIl PaŞAOğLULARI ŞaHIN
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
PARC DE LA VİLETTE - VE BİLİM VE TEKNOLOJİ MÜZESİ-PARİS
Kent yaşamı içinde, iyi tasarlanmış
kentsel kamusal alan ihtiyacının daha
da önemli olduğu sıcak yaz günlerinde,
arkadaşımız Nil, bizlere, Paris’in önemli
mekanlarından birini tanıtacak: Bilim ve
Teknoloji Müzesi – Parc de la Vilette.
Postmodern söylemin yoğun olduğu
dönemlerde bir yarışma projesi olarak
ortaya çıkmış olan bu park projesini
arkadaşımızın kaleminden okuyalım.
Şebnem Hoşkara
Kentin Tadı Tuzu Köşesinde yeniden
sizlerle birlikteyim bu hafta... Bir önceki
yazımda bende çok önemli bir yeri olan
İtalya’nın Sienna kentinde bulunan
Campo Meydan’ından bahsetmiştim
sizlere... Bu haftaki yazımda yine bir
gezi sırasında görme ve vakit geçirme
fırsatı bulduğum, çok iyi tasarlanmış
olduğunu düşündüğüm bir kamusal açık
alanı anlatmak ve tanıştırmak istiyorum
duymamış olanlarınıza... Paris ve önemli
çekim noktalarından birisi olan Bilim ve
Teknoloji Müzesi-“Cite des Sciences”...ve
onunla çok güzel bütünleşmiş, çok başarılı
bir peyzaj tasarımına sahip “Parc de la
Vilette”...
Kamusal açık alanlar kentlerin
vazgeçilmez parçaları, hatta nefes
aldığı, olmazsa olmazlarıdır. Bir düşünün:
hemen tum dünya metropolleri mutlaka
ikonik, sembol binaları yanısıra kentsel
kamusal mekanları ile de bilinmektedirler.
Londra’daki Hyde Park veya NewYork’taki
Central Park gibi Paris’te bulunan Parc
de la Vilette de işte bahsi geçen dünyaca
bilinen kentsel kamusal mekanlar
gibi önemli bir örnektir Paris’ten... Bir
kamusal açık alanın başarılı veya iyi bir
örnek olarak nitelendirilebilmesi için ne
gibi özelliklere sahip olması gerektiğini
hiç düşündünüz mü? Şöyle birlikte bir
düşünelim... Bu soruya en iyi cevabı
tamamen kendi deneyimlerimizi de
hatırlayarak verebiliriz kolaylıkla...
Bir parka neden gitmek
istersiniz?
Peyzaj tasarımı....barındırdığı aktiviteler...
farklı nitelikte kişilere hitap etmesi... keyifli
vakit geçirebilmeniz için uygun aktivite
zenginliğine veya fiziksel özelliklere sahip
olması... ve daha birçok sebeb de olabilir
elbette... İşte tam da bu sözünü ettiğim
özelliklerin hepsine birden sahip olan bir
kamusal açık alan örneğidir Parc de la
Vilette.....
Parc de La Vilette...
“...daha önce ulusal et pazarı ve
mezbaha olarak işlev gören alandaki
kentsel yenileme planının bir parçası
olarak geliştirilmiştir. Parkın tasarımcısı
Bernard Tschumi; Paris’in en büyük park
tasarımı için 1982 yılında düzenlenen
yarışmayı kazanmıştır… Parc de la
Villette; banliyölerde yarı sanayi, işçi
sınıfı bölgesi sınırlarının ortasında 125
hektarlık bir alan üzerine kurulmuştur.
Alan; iki metro istasyonu arasında kentin
kuzeydoğu kenarında konumlanmaktadır.
Park; Bilim ve Teknoloji Müzesi ve Endüstri
Binası, ‘City of Music’ Binası ve ‘Grand
Halle’’i içine alan 1 kilometreden fazla
ve 700 metre genişliğinde bir alandan
oluşmaktadır... Parc 35 kırmızı ‘follie’, spor
ve rekreasyon alanları, oyun alanları, bilim
ve teknoloji müzesi ve müzik merkezini
içermektedir”(1)
Parc de la Vilette ile ilgili detaylara
geçmeden önce özellikle Bilim ve Teknoloji
Müzesine hayran kaldığımı belirtmeliyim.
Anlaşılması güç bir konuyu yaşayarak
öğrenmekten daha etkili bir yöntem yoktur
şüphesiz. Ziyaretimiz sırasında kreş ve
anaokul çağındaki çocuklar da dahil,
birçok farklı yaş grubundan öğrencinin
fen bilimleri derslerinde öğrenmekte
oldukları konuları deneysel olarak
öğrenme fırsatı bulduklarını görmek beni
çok heyecanlandırdı. Bizim çocuklarımızın
aslında nelerden yoksun kaldıklarını
bir defa daha anladım… 4-5 yaşındaki
çocuklar suyun kaldırma kuvveti gibi
öğrenirken kavraması güç olabilecek
bir konuyu, birçok farklı deney ile oyun
tadında öğrenme fırsatı bulabiliyorlar..
Mutlaka her çocuğun tatması gerekli bir
deneyim olduğunu düşünüyorum…
Parc de la Viletten bir görünüş
Bununla birlikte tüm bu deneysel
aktivitelerin yanısıra çok güçlü bir mimariye
sahip müze binası, küre şeklindeki sinema
kütlesi, farklı kodlardan parka bağlantıların
oluşu, su, çim, yumuşak ve sert peyzaj
elemanlarının inanlımaz bir uyum içindeki
muhteşem birliği kompleksin diğer göze
çarpan ve hayranlık uyandıran detayları.
Sen en çok hangi yönünden etkilendin diye
soracak olursanız…hiçbirisini ayırmaksızın
tümünden diyebilirim…
Bilim ve teknoloji müzesinde olduğu gibi
parkta da her yaş grubundan insanı vakit
geçirirken görmek mümkün. Parkın farklı
noktalarında da sürprizler yaratılmış.
Park ile ilgili şöyle bir tanıma rasladım
geçenlerde bir web sayfasında: “…
bu tasarım; yaşayan, nefes alan ve
kullanıcıları yansıtan; önemli değişiklikler
yapılabilen ve onun parçalara ayrılabilir,
değişebilir ve yeniden yapılanabilir bir
model olarak tasarlanmıştır…” Tam da
benim bu mekanı yaşarken hissettiklerim
ile birebir örtüşüyor bu cümleler…
Kanaldan görünüş
Örneğin dev bir denizaltı müzeden parka
doğru yürürken yanıbaşınızda durabiliyor.
Girip yakından görmek, incelemek
mümkün… Başka bir noktada yumuşaksert peyzaj elemanlarının birlikte kullanımı
ile tasarlanmış bir labirent, dalgalı forma
sahip strüktürlerin oluşturduğu yarı açık
alanlar ayrı bir görsel zenginlik katmış
mekana. Geniş çim alanlar ve parkın
ortasından geçen su kanalı, kanal boyunca
sıralanmış birçok farklı aktivite; alanı
benzersiz kılıyor. Biz de çevredeki birçok
kişi gibi kendimizi çimlere bırakıyoruz ve
bu güzel mekanın tadını çıkarıyoruz….
Nil Paşaoğluları Şahin
Kaynakça:
(1)Archidose: http://www.mimdap.org/ (Çeviri:
Pınar Bingöl)
Parktaki denizaltı
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Kağan Güner
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] @emu.edu.tr- [email protected]
SiZi KOLUNA TAKAR VE SOKAK ARALARINA ÇEKERLER
“Kentler değişir. Tarihi boyunca kentlerin mimarisi, dokusu, insanları değişir. Fakat eğer o kentin içinde daima nefes alan bir güzellik varsa;
işte o asla değişmez. O güzellik hep bekler ve insanını çağırır. Değişen sadece mimaridir.”
I-CHING
(5000 yıllık Çin ezoterizminin ‘Değişimler Kitabı’ndan)
Tasarımcı Kağan Güner tek bir kenti
anlatmıyor bize. Kentle kurulan farklı bir
ilişkiden ve bunun tadından söz ediyor.
Bu bir sevgi bağı, bazı kentler için bir
‘aşk’ ve kent ise bir ‘kadın’ ve bu yüzden
erkeksi olan kentler bunu bilemez diyor.
Bir nefeste okuyacağınız bu sevdalı
satırlara başka sevdalıların dizeleri eşlik
ediyor, hep birlikte alımlı, çekici, aşkla
seven devrimcileri ve kadınları ve de
kentleri anlatıyorlar özellikle sizin için....
Turkan Ulusu Uraz
İstanbul (fotoğraf: Ara Güler)
KENTLERİ NASIL YAŞARIZ
Gezi notları, tarih boyunca insanlık
kültürünün en değerli yazım ürünleri
olmuştur. Evliya Çelebi’nin, ya da Marko
Polo’nun kaleme aldıklarının halen daha
araştırmacılar ve tarihçiler için nasıl bir
referans olduğunu düşünürsek bu anlam
daha iyi anlaşılabilir.
Bir de mimarların, tasarımcıların;
yani kent-yapıcılarının notları vardır
ki; bunlar ayrı bir kategoridir. Bizlerin
kentler ile kurduğumuz ilişki; gerçekten
de farklıdır. Binaları, kent planlarını
okuma ve mimarlık tarihi bilgimiz; bizi
kentlerle farklı bir ilişkiye sokar. Ve sırf
bu yüzden; gittiği herhangi bir kentte
‘yabancılık çeken’ bir mimarla şimdiye
kadar hiç tanışmadım. Bütün kentler
bize aittir.Herhalde bu yüzden; mimarlık
eğitimi alan arkadaşlarımızdan bazıları;
ilerleyen yıllarda, mimarlık dışında başka
uğraşlara girdiler. Gittiğimiz hiç bir kentte
yabancı olmadığımız, sokak aralarındaki
insan yüzlerini, binalarla beraber okuma
alışkanlığımız, kimilerimizi romancı, şair,
ressam, sinemacı, fotoğrafçı yaptı. Tüm
bu nedenlerden dolayı, mimarların gezi
hatıraları farklı tadlar ve detaylar taşır. Bu
detayların en önemli örgüsü de kentlerin
kimliklerinde ilmiklenir. Bir cinsiyet
kimliğidir bu.
ARADIĞIMIZ ŞEHİRLER
Bizi sarmalayan- ya da benim demeliyim-
kentler hep kadındır. Başka isimleri vardır
ama aynı topraktan yoğrulmuşlardır sanki.
Sizi kolunuza takar ve sokak aralarına
çekerler. Meydanlarında yapayalnız
bırakırlar. Her kentte aynı aşkı ararız.
Karşılıksız bir sevgiyle beklerler bizi.
Ardınızdan gözyaşlarını bıraktığını
hissedersiniz. Ama seçtiğiniz, gittiğiniz,
aradığınız şehir hep aynı şehirdir aslında.
Constantini Kavafis’in ne zaman okusam
iliklerimi titreten ‘KENT’ adlı şiirini
hatırlatmama müsaade edin:
“Oğlum bu şehrin sokak seslerini iyi dinle.
Bitmeyen bir kavga vardır bu şehirde.
Bu şehirde her gece burjuvazi, acaba bu
gece proletarya boğazımı kesecek mi?
Korkusuyla yatağına girer. O yüzden bu
kadar serttir bu şehir.”
Bu şairle sohbetim hayatımın dönüm
noktalarından biri olmuştu. Bana şehrin
ruhlarını nasıl dinleyeceğimi öğretmişti.
Şehirleri dinlemesini öğrenmiştim.
LİZBON
“Başka diyarlara, başka denizlere giderim,
dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde
nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş
oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle
aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye
baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın
yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim
hayatımın.”
Yeni ülkeler bulamayacaksın,
bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni
kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede
yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak
aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent
bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm
yeryüzünde.
Bir şehir nasıl dinlenir? Bu konuda ikinci
dersimi Lizbon’da alacaktım. Aynen
İstanbul Boğazı gibi şehri ikiye ayıran
İstanbul için, dünya başkenti derler.
İki ayrı dine başkentlik yapmış cihan
başkenti derler hep. İstanbul’dan çıkarın
bakalım Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi,
Sabahattin Ali’yi, Bedri Rahmi’yi,...geriye
ne kalır acaba. Şehirler kavgasını vermiş
insanların suretleridir.
MADRİD VE BARCELONA
Saramago
Tangus Nehri’nin üzerindeki köprüden
uzanarak,Avante Festivali’ne vardığım
gece; 1974 Karanfil Devrimi’ni yapan
onurlu ve gururlu yaşlı balıkçıların
sofrasına davet edilecektim.Okyanus
kıyısındaki bu sofrada yanıma birisi
oturacaktı. Jose Saramago. Bana bütün
gece şehrini; Lizbon’u anlatacaktı. Ben
daha sonra Saramago’nun Lizbon’daki
faşizm yıllarını anlattığı ‘Körlük’ü ve yine
Lizbon’u konu edinen ‘Ricardo Reis’i
okuyacaktım. Tanıştığım yıl 1998’de
Körlük romanıyla; Nobel Edebiyat ödülünü
alacak ve birkaç ay önce Haziran’ın
Nazım Hikmet ise kendisi gibi İstanbulKadıköylü olan Kavafis’in anlattığı bu
KENT’i “iki şey var ancak ölümle unutulur/
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü”diye
tarif eder. Nazım’da da Kavafis’te de
‘İstanbul’ için yapılan Kent tarifi, dizelerde
gördüğümüz gibi tabir-i caiz ise ‘taş gibi
ağırdır’. İstanbul’u anlatıyorum. İstanbul’un
kadın kimliğini. Alımlı. Çekici. Aşkla seven.
Devrimci. Halen daha devinen. 150 yıldır
devrimler yaşayan İstanbul.
Madrid erkektir. ‘Madrid Kapısı’nda tutulan
nöbet’te 2 milyon insan canını verdi.
Ağlayan ise; Katalanya’nın Barcelona’sı
olmuştur. Granada’nın Fuentevaqueros
kasabasında 19 Ağustos 1936 yılında
Federico Garcia Lorca öldürülmüştür.
Kadınımız Barcelona; faşizme yenildiği
anda bir masal yazmıştır. Perilerini
salmıştır kente. Bu periler Turgut
Uyar’ın ellerini tutcaktır birgün ve şunları
yazdıracaktır:
(...)
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde ve her dilde...
obra
completas
Artık kat’iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı gül dalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında...
İspanya’da
ve her yerde...
ROMA, VENEDİK VE...
Roma’nın karşısında alımından ve
cazibesinden hiç bir şey kaybetmeyen
şehir ise Venedik’tir. Sultanahmet
Meydanı’ndaki arena’nın atları
Venedik’tedir ki; bu atlar dört kızkardeş
gibi durmaktadırlar. Venedik’te saat
sabahın yedisidir. Sisli kanal yollarından
küçük bir meydana çıkıyorum. Gencecik
çocuklar AVANTİ gazetesi balyalarını
dükkanların önüne bırakıyor. Gramsci’nin
gazetesidir bu. Mussoli’nin ‘Bu beyni 10 yıl
durduracaksınız’ diyerek hapse attırarak
öldürttüğü Antonio Gramsci’nin gazetesi.
10 yıllardır ve artık genç elllerde devam
ediyor. Şükretmek benim için böyle bir
duygu işte...
PARİS
Bütün kadın kentler devrimcidir.
Londra bunu bilemez örneğin. New
York’ta bilemez. Roma, Madrid...erkek
şehirlerdir bunlar. Paris iliklerine kadar
bir kadındır ama. Devrim yaşayan tüm
şehirler gibi; Bastille’de Danton’un
nefesini duyarsınız.1789 Devrimi’ndeki
Egalite,Fraternite,Liberte çığlıklarını. Pere
Laches’e çıktığınızda sizi 1871 Paris
Komünü’nde kurşuna dizlen devrimcilerin
son seslenişleri bekleyecektir. “Komün
Öldü.Yaşasın Komün.Yaşasın Paris.”
Bir insanın son nefesini vermeden önce
“Yaşasın Paris” diye kavgasını verdiği
şehrin anlamını yaşlı bir Fransız komünist
şair şöyle tarif etmişti.
18’inde ölecekti. Lizbon’da yüzbinlerce
kişi; ömrünü Lizbon’un kavgasına vermiş
olan bu devrimciyi havaya kalkmış
olan yumruklarıyla uğurlayacaktı.
Saramago’dan o unutamadığım gece
öğrendiğim en kıymetli şey; bir şehrin
varlığına katkı koyacak kavganın
nasıl neferi olunacağıydı. Lizbon’u
Lizbon yapan; emperyal tarihi değil,
Saramago’nun kendisiydi.
Venedik’ten sonra ise yolunuz iki şehre
çıkar.
İstanbul’a ve sonra da Mağusa’ya...Bunu
da sonra anlatalım...
Paris
+
CMYK
Kağan Güner
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
PROVO- KİTAP
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
13
Beril Özmen Mayer konuk yazar: Simge Uygur
“Uluslararası Kariyer İçin”
[email protected] [email protected]
MEKANIN POETİKASI – GASTON BACHELARD
Başarılarına çokça tanık olduğumuz
genç sanatçılardan Simge Uygur,
Lefkoşa Türk Maarif Kolejinde eğitim
alanında uğraşlarını sürdürürken, diğer
yandan da kendine ait atölyesinde
sanatsal çalışmalarını yürütmektedir.
1998 de İstanbul, Marmara Üniversitesi,
Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü
mezunu olan Uygur, bize MekanPerest’in
‘mekanı’ ve konuta ilişkin kuramsal
açılımlar sunacaktır.
Beril Özmen Mayer
Fransız fizikçi, şair, düşünür, bilgi
kuramcısı Gaston Bachelard, Avrupa
düşüncesine pozitivist bilimcilikle olan
mücadelesi sonucunda birçok yeni
kavram kazandırmıştır. Gaston Bachelard,
yalnızca epistemolojinin değil, aynı
zamanda bilim tarihinin ve imgelem
kuramının en önemli simalarındandır.
Temelde içerik bakımından çok farklı iki
alan gibi görünse de yine temelini buradan
alarak geliştirdiği şiirsel düşüncelerinde
ise imgelem, mahremiyet ve iç mekan
kavramları üzerine yoğunlaşmıştır. İşte
bu düşüncelerini yansıttığı, yazarın en
önemli yapıtlarından biri olan kitabı
“Mekanın Poetikası” adlı kitabında evi
ve insanın evle kurduğu ilişkiyi anlatan
Gaston Bachelard, mekana ait imgeleri
fenomenoloji, ruh çözüm ve ruh bilim
ilkelerine dayanarak irdelerken bazı şiir ve
öykülerdeki mekan imgelerini kendi varlığı
içinde ele alarak bir ruh-fenomenolojisi ve
düş fenomenolojisi kuruyor.
Kitabın giriş bölümünde yazar,
“Düşünce yapısını bütünüyle bilim
felsefesi üstüne kurmuş, çağdaş bilimin
hem etkin, hem gelişme halindeki
usçuluk çizgisini elinden gediğince
netlikle çizmeye çalışmış bir filozof,
şiirsel imgelem sorunlarını incelemek
istediğinde, o güne kadar edindiği
bilgilerin tümünü unutmak, felsefi
araştırma alışkanlıklarının tümünü bir
yana bırakmak zorundadır.”
cümlesiyle kitaba başlarken, bilimin
nedensellikle ilişkisinin bir imgelem
metafiziği kurarken benzer bir
nedenselliğin geçerliliğini yitireceğini
açıkça dile getirmektedir. Aynı bölümde
yazarın,
“Şiirsel imge, yeniliği ve etkinliği içinde
kendine özgü bir varlıktır, kendine
özgü bir dinamizmdir. Bir tür dolaysız
varlıkbilim alanına girer.”
sözlerinden de anlaşılacağı üzere
incelemek istediği konu şiirin varlıkbilimidir.
İmgeyi insanın düşünme eyleminden önce
gelen bir yere yerleştirirken şiirin daha çok
bir ruh fenomenolojisi olduğunu ileri sürer.
Şiirsel imgelem kuramı ile ilgili görüşlerini
açıklamaya çalıştığı giriş bölümünde
imgelerin öznelliğini ancak fenomenolojinin
– yani bireyin bilincinde imgenin yola
çıkışını incelemenin – yardımıyla
başarabileceğimizi vurgular.
Bachelard, Mekanın Poetikasında evin
mahzenden başlayıp tavan arasına
kadar sürdürdüğü şiirsel ilişkiyi insan
varlığının gizli bölmeleriyle ilişkilendirir.
Bunu yaparken de başvuru kaynağı olarak
edebiyat yapıtlarını kullanmıştır. Onun
için mekan olarak ev, bir barınaktan çok,
düşleri, imgeleri barındıran bir çatıdır.
Mekan ve şiir birbirlerinden biçimsel ve
yapısal anlamda ne kadar farklı görünseler
de bu iki kavramın ortak paydası olan
bazı özellikleri vardır. Ancak sezgisel
olan yanımızla kavrayabileceğimiz bu
ortaklık; ‘şiirsellik’, ‘imge’, ‘metafor’ ve
‘dil’dir. Bachelard eve ait en güçlü imgeleri
edebiyat ve şiirde bulabileceğimizi
savunur. Mekan ve şiir arasındaki ilişki her
ikisinde de varolan düş kurma ediminden
kaynaklanır. İnsanın yalnız kaldığı ev, oda,
tavan arası onun sürekli olarak düşler
kurduğu mekanlardır ki birbiriyle ilişkisiz
görünen mekan ve şiir kavramlarını
birleştiren ortak payda şiirsel imgelemin
varlığıdır.
yeni bir kıtanın biçiminin ortaya çıktığını
farketmemiş olan varmıdır aramızda?
Şair bütün bunları bilir. Rastlantının, çizim
ile düş kurmanın sınırında yarattığı bu
evrenlerin ne olduklarını kendine göre
açıklamak için, gidip o evrenlerre yerleşir.
Çatlamış tavanın dünyasında oturmak için
kendine bir köşe bulur.” (s.162).
‘Minyatür’ ve ‘İçtenlikli Sonsuz
Büyüklük’ bölümlerinde küçüğün içinde
var olan büyüklüğün mantıksal aşkınlığını,
büyük olanla küçük olanın diyalektiğini
bazı yazınsal örnekleri inceleyerek ele alır.
‘Dışarının ve içerinin Diyalektiği’
başlığını taşıyan dokuzuncu bölümde
içerinin ve dışarının, açık ve kapalı
kavramlarının sonsuz ince ayrımlarla
farklılaştığını ve çoğaldığını metafizik
bakış açısıyla ortaya koyuyor.
“İçinde gerçek anlamda oturulan her
mekan, ev kavramının özünü kendi
içinde barındırır. Varlık, kendine en
küçük bir barınak edindiğinde, imgelemin
bu yönde nasıl çalışmaya başladığını
incelememiz boyunca göreceğiz:
İmgelemin, elle tutulamaz gölgelerden
“duvarlar” ördüğünü, korunma
sanrılarıyla kendini rahatlattığını – ya
da tersine, kalın duvarların ardında
korkudan tir tir titrediğini, en sağlam
surlardan kuşkulandığını göreceğiz.” (s.
33)
KİTAP KÜNYESİ: Bachelard,
Gaston (1996). Mekanın Poetikası,
Kesit Yayıncılık, Istanbul.
Mekanın Poetikası on bölümden oluşur.
‘Mahzenden Tavan-arası’na Ev’ ve ‘Ev
ve Evren’ adını taşıyan ilk iki bölümde
evin poetikası üzerinde durulur. Ev, dikey
bir varlık olarak düşünülür. Bu dikeylik,
mahzen ile tavan arasının birer kutup
oluşturmasıyla ortaya çıkar ve aynı
zamanda insan ruhunun bir çözümleme
aracı olarak kullanılır. Evin, mahzenden
tavan arasına şiirsel olduğu kadar
aynı zamanda korku dolu serüvenini,
varlığımızın gizli bölmelerini anlatır. Ev,
geçmiş, bugün ve geleceğe, yarattığı
imgelerle beden ve ruh kazandıran
insan varlığının ilk evrenidir. Ev, insanın
yaşamı boyunca ilişki içinde olduğu ve
ona yaşanmışlıklarla birlikte anlamlar
yüklediği; düşüncelerini, düşlerini ve
anılarını barındırdığı özel bir mekandır. Bu
noktada evi varlık ile de özdeşleştirmekte
ve insanın içerisinde bulunduğu ev ile
kurduğu ilişki kendi evreninin yaratılıp
betimlenmesidir.
gizli bölmeler olan nesnelerin mekanına
geçiliyor. Bachelard bu bölümde,
“dolap, çekmece ve kasa” lara ilişkin giz
imgelerinden şöyle söz etmektedir:
“Dolap ve dolap rafları, masa ve masa
çekmeceleri, kasa ve kasanın çifte
duvarı, gizli ruhsal yaşamın gerçek
organlarıdır. Bu ‘nesneler’ ve bunlar
ölçüsünde değerlendirilmiş bazı başka
nesneler olmasaydı, iç yaşamımızda
içtenlik örneklerinden yoksun kalırdık.
Bunlar karmaşık nesnelerdir, nesneözneler’dir. Bizim gibi, bizimle, bizim için
içtenlikleri vardır.” (s.100).
‘Yuva’ ve ‘Kabuk’ başlığını taşıyan
bölümlerde ise kaplumbağa kabuğu, deniz
kabukları, salyangozlar ve kuş yuvalarına
ilişkin sığınma, barınma kavramlarından
yola çıkarak insanın yalnız kalma,
barınma, sığınma ihtiyaçlarını ve düşlerini,
gerçekte imkansız olan fakat imgelem
gücü ile olanaklı kılınabilecek bir alana
taşıyarak okuyucuyu şaşırtıyor.
Bachelard’a göre ev imgesi, insanın öz
varlığının topografyasına dönüşür. Ev
ile sezgisellik yüklü bu ilişki yani mekan
ile özne arasındaki ilişki, yaşantı ve
yaşanmışlıklar bağlamı doğrultusunda
yoğun bir şiirsellikle bütünleşir. Dolayısı ile
her evin bir şiiri vardır. Gaston Bachelard
evi insan varlığının ilk evreni, geçmişin
tiyatrosu olan belleğimizin dekoru olarak
tanımlarken evin geçmiş, bugün ve
geleceğe içkin olarak yarattığı düşler,
düşünceler ve anılar yumağının bir bütünü
olduğunu vurgulamak ister. İmgesel olana
yönelik bu arayışını bizlere kanıtlamaya
çalışırken de Baudelaire ve Rilke gibi şair
ve yazarların metinlerinden faydalanır.
‘Çekmeceler, Dolaplar ve Kasalar’
başlığını taşıyan üçüncü bölümde ise
insanların sırlarını içlerinde sakladıkları
+
‘Köşeler’i ele alan bölümde ise, düşsel
olmakla birlikte daha insansal kökleri olan
içtenlik izlenimlerinden yola çıkar. Yani
insanın içinde sıkışıp büzüşmek istediği
bir evdeki her köşe insanın yalnızlaştığı,
evreni yadsıdığı yerler olarak karşımıza
çıkar. Sığınakların en kısırı olan köşede
geçen zamanın ardından anımsanan
sessizlik, düşüncelerin sessizliğidir.
Burada yalnızlık mekanı olarak köşe
irdelenirken, insanın belki de ruhsal
açıdan en ilksel imgelerini, kendi varlığının
köşelerini de düşündürüyor bizlere... Bu
sorgulama yapılırken de düşünür, yazar
ve şairlerin metinlerinin izlerinden gidiliyor.
“Leonardo Da Vinci, doğa karşısında esin
bulmakta zorlanan ressamlara kaç kez,
eski bir duvarın çatlaklarına düş kurarak
bakmalarını salık vermiştir! O eski duvarın
üstünde, zamanın çizdiği çizgilerde,
CMYK
Son bölüm olan ‘Yuvarlağın
Fenomenolojisi’nde ise yazar, Varlık
Yuvarlaktır önermesinden yola çıkarak
varlığımızı metafizik açıdan filozof,
ressam, şair ve masalcıların sunduğu
belgelerden yararlanarak yeniden,
daha derinden ve içeriden keşfedip
gözlemlememizi sağlıyor.
Mekanın Poetikası, düşleri ve imgeleri
barındıran içtenlik mekanlarını derin
ve sınırsız bir düş gücü ve özgünlük
ile irdeleyen Bachelard’ın en önemli
yapıtlarından birisi olarak bugün hala
kaynak eser olma özelliğini taşımaktadır.
Simge Uygur
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 05 EYLÜL 2010. SAYI 14. 2010.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Ercan HoŞKARA
SAYFA
[email protected]
Karikatür Kaynağı: http://forum.arkitera.com/showthread.php/19307-Mimarlık-Karikatür
+
CMYK
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 15 AĞUSTOS. SAYI 13. 2010.
GÜNCEL HABERLER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
MİMARİ TASARIMLARDA YEŞİLİN ÖNEMİ
önem kazanması nedeniyle
enerji tasarrufuna duyarlı, etkin
yalıtımlı, güneş ışınlarından
yararlanan, olabildiğince
dönüştürülebilir malzeme
kullanan “yeşil” veya “ekolojik”
mimarlık denilen anlayışın
gündeme geldiğini son günlerde
dünyanın çeşitli bölgelerinde
yeşil mimari anlamında farklı
tasarımlar karşımıza çıkıyor.
Yeşil yapılar yoğun bilgiye ve
büyük araştırmalara dayalı
tasarımlar olma özelliğine
sahiptirler. Doğan Hasol’un
da dediği gibi, “Planlamadan
itibaren bilgiye ihtiyaç var.
Yeşil eşittir ekoloji. Bilgiyle, bu
anlayışla yapıları yaptığımız
zaman yeşili katletmeyeceğiz.
Ormanlarımızı yeşil alanlarımızı
koruyacağız”(Hasol, 2007)
demiştir. Burdan da anlaşılacağı
gibi yeşil bizim için çok önem
arz etmektedir, varolan yeşilimizi
koruyup daha da yeşil bir dünya
yaratmak zorundayız. Tüm
bunlar ışığında bu sayımızda
yeşilin mimarideki önemini
vurgulamak amacı ile derlediğimiz
yeşil tasarım örneklerini sizlere
sunuyoruz. Keyif almanız
dileğiyle...
Referans
D. HASOL, (11 Haz. 2007), “Mimaride
Yeni Anlayış ‘Yeşil Mimarlık’”, Hürriyet.
15
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
“Uluslararası Kariyer İçin”
Çevre sorunlarının giderek
SAYFA
[email protected] - [email protected]
Okyanus Tasarımı
Unsangdong Architects, Yeosu
2012 için mansiyon alan
Tematik Pavyon önerisi olan
Okyanus Tasarımı’nı yayınladı.
Öneri, doğa ile hayal gücünün,
doğanın sonsuz olasılığının
en iyi şekilde kullanımını
yaratmaya çalışan göz alıcı bir
proje.
Pavyonda ziyaretçiler okyanus
ekosisteminin yanı sıra insan
yapımı doğa ile ilgili farklı
sergileri de
deneyimleyebilecek. Bir
“Okyanus Girişi” deniz kıyısı
kültürünü alıp dikeye çeviriyor.
Bu hareket, doğanın farklı
çevrelerini izleyenlere sürekli
bir hatırlatma yapacak dinamik
bir görsel yaratıyor.Mimarlar
projenin okyanus ekosistemi ile
mimarlığı “Okyanus ve Yaşam”
temasında birleştirdiğini
açıklıyor.
Önerinin diğer bir bölümü olan
“Sürdürülebilir Okyanus boşluk
mekanı”, akan su ile ekolojik
çevrenin birleştirilmesiyle
oluşturuldu.Şeklin dış
mekanları, sergi alanları olarak
kullanılıyor ve “Su Vadisi”,
“Medya Vadisi”, “Oyun Vadisi”,
“Yeşil Vadesi” gibi pek çok
farklı etkinlikle donatılıyor.
Ana sergi olan “Manzara
Organizması”, Korenin
mevsimlerinden ilham alıyor:
ilkbaharda heryerde çiçekler
açıyor, yazın manzaraya
şelaleler ve sık ormanlar
katılıyor, sonbaharda
ağaçlardaki yapraklar sararıyor
ve kışın da tüm yüzeyleri
beyaz bir örtü kaplıyor…
Okyanus Tasarımı
Okyanus Tasarımı Plan
+
Yazı ve Görseller: Arch Daily
Çeviri: Mimdap
CMYK
Uluslararası 21. Kentsel
Tasarım ve Uygulamalar
Sempozyumu (13-14
Ekim 2010)
Yer: M.S.G.S.Ü. SEDAD HAKKI
ELDEM ODİTORYUMU
İletişim adresi:
e-mail: [email protected]
+
+
REKLAM
CMYK

Benzer belgeler