aym_basvuru_dılekce

Transkript

aym_basvuru_dılekce
II- AÇIKLAMALAR
A-Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:
1. Ülkemizin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan TTB, TMMOB ve sendika
konfederasyonları olan DİSK ve KESK; ülkedeki gerilimi azaltmak ve geleceğe, emeğin
haklarının kazanılmasına, demokrasinin işlemesine ve barışa dönük umutsuzluk havasını
dağıtmak, moral vermek amacıyla Emek, Barış ve Demokrasi başlığıyla 10 Ekim 2015
tarihinde Ankara’da miting düzenleme kararı almıştır. Ne yazık ki 10 Ekim 2015 günü, iki
intihar bombacısı aracılığı ile Ankara Garı önünde Emek, Barış, Demokrasi mitingi için
toplanan insanlara karşı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan en büyük katliam
gerçekleştirilmiştir. Saldırıda iki intihar bombacısı yanı sıra başvurucu müvekkillerin
yakınlarının da içinde olduğu101 kişi öldürülmüş, kimi başvurucu müvekkillerin de arasında
olduğu 450’den fazla kişi de yaralanmıştır.
2. Bu kadar ağır sonuçları olan örgütlü ve planlı saldırıya ilişkin olarak Devletin emniyet
güçlerinin güvenlik zafiyeti göstererek yeterli emniyet tedbirlerini almadığı ve ağır derecede
ihmali olduğu konusunda bir çok bilginin kamuoyuna yansımasıyla sorumluluğu bulunan
kamu görevlileri hakkında çeşitli kişi ve kuruluşlarca suç duyuruları yapılmıştır. Suç
duyuruları üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca sürdürülen 2016/40335 sayılı
soruşturma dosyasında Mülkiye Müfettişliği tarafından düzenlenen “Ön İncelemeRaporu”nda
Ankara eski İl Emniyet Müdürü ve diğer üst düzey emniyet görevlilerinin yaşanan saldırıda
görevi kötüye kullanma ve ihmal vasfında hukuka aykırı eylemleri olduğu tespit edilerek bu
kişilerin adli makamlar tarafından soruşturulmasında kamu yararı olduğu belirtilmiştir.
3. Mülkiye Müfettişliğinin Ön İnceleme Raporunun basına yansıması ve kamuoyunda yankı
yaratması üzerine, bombalı saldırıda yakınlarını kaybeden ve yaralanan başvurucu
müvekkiller adına Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet dilekçesi verilerek olayda
sorumluluğu tespit edilen Ankara eski İl Emniyet Müdürü ile diğer emniyet görevlileri
hakkında soruşturma yapılarak ceza davası açılması talep edilmiştir.
4. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 01/06/2016 tarih ve 2016/75373 Soruşturma No,
2016/48515 Karar no sayılı kararıyla Ankara Eski İl Emniyet Müdürü ve diğer üst düzey
memurlar hakkındaki şikayetimizle ilgili olarak “işleme konulmama kararı” vermiştir.
5. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı suç duyurumuz üzerine “C. Başsavcılığımıza şikayet
edilen aynı kişiler hakkında 10/10/2015 tarihinde meydana gelen olayla ilgili olarak
soruşturmalar yapıldığı, 2015/144918 soruşturma sayılı dosyada, 2016/40355 soruşturma
sayılı dosyada ve 2016/75372 soruşturma sayılı dosyada dilekçenin işleme konulmaması ve
işlemden kaldırma kararları verildiği, bu soruşturmanın belirtilen kararlar nedeni ile konusuz
kaldığı, şikayetin mükerrer nitelikte olduğu anlaşılmakla suçlamaya dair dilekçenin, 4483
sayılı Kanunun 4/son maddesi uyarınca işleme konulmamasına” şeklinde karar vermiştir.
6. Ulusal hukuk düzeni çerçevesinde Ankara eski İl Emniyet Müdürü ve emniyet müdürlüğü
bünyesindeki diğer kamu görevlilerinin olaydaki cezai sorumluluklarının tespitine imkan
verecek herhangi bir hukuk yolu kalmamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
4
(MemurSuçları Soruşturma Bürosu) “işleme konulmama kararına” karşı 4483 sayılı Yasa’da
itiraz yolu da öngörülmemiştir.
B- Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlaledildiği
ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar:
1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sı Md. 17 ve AİHS Md. 2'de öngörülen yaşam hakkının
esası ve usuli boyutu ihlal edildiği gibi,ayrıca Anayasa Md. 36'da ve AİHS 13'te öngörülen
hak arama ve adil yargılanma hakları ihlal edilmiştir.
YAŞAM HAKKI
2. Bilindiği üzere insan hakları arasında herhangi bir hiyerarşi bulunmamaktadır. Herhangi bir
insan hakkı diğer insan hak ya da haklarından üstün değildir. Buna karşılık yaşam hakkının
tüm insan hakları içinde özel bir yeri bulunmaktadır. Zira bireyin diğer hak ve özgürlükleri
kullanabilmesinin en temel koşulu yaşıyor olmasıdır. Bu nedenle de yaşam hakkı tüm insan
haklarının temelidir. Bireyin yaşam hakkının korunması devletin yükümlülüğüdür. Bu
yükümlülük yalnızca devlet ajanları tarafından gerçekleştirilen bireylerin yaşamlarından keyfi
olarak yoksun bırakılmalarını kapsamaz. Devletin yükümlülüğü, bireylerin yaşamlarını
korumak üzere, yasal düzenlemeler ve denetimler de dahil olmak üzere, gereken her türlü
önlemi almasının yanı sıra, ölüm vuku bulduktan sonra da bu ölümün etkili şekilde
soruşturulmasını ve sorumlularının belirlenerek gereken cezalara çarptırılmasını da içerir.
Bu kapsamda hem yaşam hakkını hem de diğer insan haklarını olabildiğinde etkili şekilde
uygulamak, AİHM’in yerleşik yaklaşımıdır (bkz. Uçar v. Turkey, no. 52392/99, § 102, 11
April 2006).
AİHM, AİHS’nin 2. maddesinin 1. paragrafının ilk cümlesinin devletlere iç hukuki düzende
kendi yargısına tabi kişileri üçüncü kişilerin eylemlerine ya da gerektiğinde kendi eylemlerine
karşı korumak amacıyla gerekli tüm tedbirleri almaları yönünde pozitif yükümlülük
getirdiğini hatırlatmaktadır.
Devletin yaşam hakkına ilişkin sorumluluğunun kapsamı, kamusal ajanlar tarafından keyfi
olarak yaşamdan yoksun bırakmanın önlenmesinin ötesine geçmektedir. AİHS Md. 2 'yi Md.
1 ile birlikte okuyan AİHM, devletin yaşam hakkından kaynaklanan bazı pozitif
yükümlülükleri olduğunu da saptamıştır. Bu pozitif yükümlülüklerden biri de sözleşme ihlali
teşkil etmiş olabilecek ölüm olaylarının soruşturulmasıdır (McCannandOthers v. the United
Kingdom, Application no. 18984/91, 27/09/1995).
Mahkeme, AİHS Madde 2’de yer alan “(h)erkesin yaşam hakkı yasa tarafından korunacaktır”
ibaresinin, devletleri sadece hayata keyfi ve hukuka aykırı olarak son vermekten kaçınmayı
değil; ama ayrıca kişilerin hayatlarını koruyacak gerekli adımları atma yükümlülüğünü de
içerdiği kararını vermiştir.
AİHM’e göre, pozitif yükümlülüklerin, Devletlerin Sözleşme’yi ihlal edecek şekilde
gerçekleşen ölümleri soruşturma görevini içeren, usuli bir yönü de bulunmaktadır. "Bu tarz
bir soruşturmanın temel amacı, yaşama hakkını koruyan iç hukukun etkin bir şekilde
5
uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı
olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini
sağlamaktır.Mahkeme’nin bu standardı kamu görevlilerinin icrai ya da ihmali tasarruflarıyla
neden olmuş olabilecekleri her türlü vakaya uygulanabilir. Zira Devlet bireylerin yaşamını
öngörülebilecek her türlü tehdide karşı koruma yükümlülüğü altındadır. Devletin yürütme
yükümlülüğü altında olduğu söz konusu türdeki bir soruşturmanın temel amacı, kamusal
niteliği haiz kişi ya da organların sorumluluğu altındaki vakalara ilişkin olarak yaşam hakkını
koruyan iç hukuk normlarının etkili bir şekilde uygulanmasının güvence altına alınmasıdır
(Anguelova - Bulgaristan Davası, no. 38361/97, par. 137, Jasinskis - Letonya Davası, no.
45744/08, 21.12.2010 tarihli karar, par. 72).
Nitekim AİHM, Türkiye’ye karşı verdiği birçok yaşam hakkı ihlali kararında, sorumluluğu
bulunması muhtemel kamu görevlilerinin etkili şekilde soruşturulmamalarını ve
yargılanmamalarını önemli bir eksiklik olarak görmüştür (Ali and Ayşe Duran v. Turkey,
App. No.42942/02, Judgment of 8 April 2008).
Pozitif yükümlülükler, devletlerin kişilerin yaşamına yönelik tehditlere karşı etkili yasal ve
idari önlemleri almasını zorunlu kılar. Bu önlemler, yaşama yönelik tehditleri caydıracak
etkililikte olmalıdır (örneğin bkz.,mutatismutandis, Osman v. the United Kingdom,
87/1997/871/1083, 28/10/1998; Paul andAudreyEdwards v.the United Kingdom, 46477/99,
14/03/2002; İlhan v. Turkey [GC], Application no. 22277/93, 27/06/2000; Kılıç v. Turkey,
Application no. 22492/93, 28/03/2000; Mahmut Kaya v. Turkey, Application no. 22535/93,
28/03/2000).
Bu yükümlülük, tehlikeli aktivitelerin söz konusu olduğu hallerde daha da sıkı şekilde
uygulanır. Bu kapsamda, lisanslama, kontrol, güvenlik ve denetim düzenli olarak yapılmak
zorundadır. Çok sayıda hayatın sona erdiği durumlarda, AİHS Madde 2’de düzenlenen yaşam
hakkı Devletin yargısal yollarla sorumluların bulunması ve cezalandırılmasını
gerektirmektedir Mahkeme’nin bu kriterleri uyguladığı kararlara bakıldığında; "Yetkililerin
yaşama hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüklerini ihlal ettikleri iddiası söz
konusu ise (...) yetkililerin belirli bir birey ya da bireylerin yaşamına karşı üçüncü kişinin
suç oluşturan eylemlerinden kaynaklanan gerçek ve yakın risk bulunduğunu bildikleri ya
da bilmeleri gerektiği ve makul bir şekilde değerlendirildiğinde bu riski önleyebilecek
önlemleri
almadıkları
[Mahkeme’yi]
tatmin
edici
şekilde
ortaya
konulmalıdır"(bkz.,mutatismutandis,
Osman
v.
the
United
Kingdom;
Paul
andAudreyEdwards v.the United Kingdom).
Son tahlilde kamusal makamların sorumluluğu altında bulunan konularda yaşam hakkının
korunması için etkili yargısal mekanizmaların ihdası ve bunların işletilip sorumlu kamu
makamlarında bulunan kişilerin cezalandırılması AİHM tarafından özellikle beklenmektedir.
Özellikle görevlerini yerine getirmekte ihmali görülen kişilerin cezalandırılması
gerekmektedir ve bu noktada bu kişilere karşı başka hukuki yolların da bulunmasının bir
önemi yoktur (bkz.,mutatismutandis, Osman v. the United Kingdom).
6
Kısacası, yaşam hakkının gerektirdiği yargısal sistem bağımsız ve tarafsız resmi bir
soruşturma usulünün bütün yetkili kamu makamları için işletilmesini gerektirmektedir.
Üstelik soruşturma makamları bu tip vakalarda çok sıkı ve ciddi bir araştırma yapmalı,
sorumluların kusurları ile sistemdeki sorunları tespit etmelidir. Bu bağlamda Madde 2’de
düzenlenen yaşam hakkı, mağdur ve mağdur yakınları için üçüncü kişilerin soruşturulması ve
cezalandırılmasını isteme hakkını da içermektedir (bkz. Perez v. France[GC], Application
no. 47287/99, 12/02/2004; Tanlı v. Turkey, Application no. 26129/95, 10/04/2001).
Zaten ulusal mahkemeler yaşama kasteden veya yaşamı tehlikeye düşüren tasarrufları cezasız
bırakmamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, kamu güveni ve hukuk devleti düsturuna
saygının bir gereği olduğu gibi suç teşkil eden eylemlere hoşgörüyle yaklaşılmadığının
gösterilmesi bakımından da elzemdir (bkz, Hugh Jordan, Application no. 24746/94,
04/05/2001).
Ne yazık ki, yukarıda AİHM içtihatlarıyla net olarak ortaya koyulmasına rağmen, Ankara eski
Emniyet Müdürü ve diğer sorumlu kamu görevlileri hakkında hiç bir işlem yapılmamıştır.
Oysa başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarına uygun hareket tarzı, hiçbir güvenlik
önlemine takılmadan adeta elini kolunu sallayarak miting alanına gelen ve kendilerini patlatan
canlı bombalardan ötürü meydana gelen kayıplarda ihmali veya kastı olan bütün kamu
görevlilerinin etkili şekilde soruşturulması ve gerekiyorsa yargılanıp etkili ve caydırıcı bir
cezaya çarptırılmalarıdır. Mevcut durum, özellikle Budeyeva, Öneryıldız ve Kemaloğlu
kararlarında AİHM tarafından benimsenen standartlarla uyumlu olmadığı gibi, vicdanları da
rahatsız etmektedir.
a) Yaşam Hakkının Esasının İhlali
Olayda sorumluluğu bulunan emniyet görevlileri hakkındaki suç duyurumuza dayanak
Mülkiye Müfettişliği ön inceleme raporunda ayrıntısıyla açıklandığı üzere;
-Yasal bir miting öncesi alınması gerekli güvenlik önlemlerini alması gereken emniyet
görevlilerince; “mitinge yönelik olarak birden fazla canlı bomba eylemi yapılacağı” istihbaratı
dikkate alınmamış, hatta deyim yerindeyse ihbarlar gizlenerek, alınan istihbarat TEM Şube
Müdürlüğü C Büro Amiri tarafından Ankara Emniyet Müdürlüğünde mitingle ilgili güvenlik
tedbirlerini alan yetkililere ve miting tertip komitesine iletilmemiştir.
- Miting öncesinde en kritik dönem olan 24:00 - 09:00 saatleri arasında Ankara girişinde yol
uygulamasına ara verilmiş olup, canlı bombaların bu sayede Ankara’ya saat 08.30 civarında
giriş yaptığı tespit edilmiştir.
- Mitingin toplanma alanı olan Gar meydanında, Mahkemece verilen genel nitelikli arama
kararına karşın arama yapılmamış ve arama noktası oluşturulmamıştır.
- Miting öncesi Emniyet Müdürlüğü tarafından açıklanan tedbir açıklamasında “canlı
bombalara” karşı duyarlı olunması istenmesine karşın, mitinge katılanların can
güvenliklerinin sağlanması için hiçbir önlem alınmamıştır.
7
- Tertip komitesinin miting için talep ettiği başlama saati değiştirilerek, sabah saatlerinde
toplanacağı bilinen on binlerce kişinin güvenliği tehlikeye atılmıştır. Tertip Komitesi
tarafından Miting için 08.30-16.00 saatleriarasında izin istenmesine rağmen “8 saat trafiğin
kapalı olmasının vatandaşların tepkisine neden olabileceği” gerekçesiyle iznin 12-16 olarak
belirlenmiş, böylece toplanma alanı olarak ilan edilen ve sabah saatlerinden itibaren şehir
dışından gelenlerin çoğunlukta olduğu 10 bin kişinin toplandığı Ankara Gar alanı korumasız
hale gelmiştir. Düzenleyicileri itibariyle normal koşullarda güvenlik güçlerinin yoğun
güvenlik önlemi alması beklenirken, ilk defa toplanma ve miting alanların hiçbir güvenlik
görevlisinin olmadığı ve en basit tedbirin dahi alınmadığı, adeta alanın güvenliksiz bölge
halinde bırakıldığı tespit edilen olgular arasındadır.
- Katliamı gerçekleştiren İŞİD üyelerinin istihbarat ve güvenlik örgütleri tarafından teknik
olarak izlenmesine karşın katliamın önlenmediği hususu müfettiş raporu ile ve basında çıkan
haberlerle kesin olarak ortaya çıkmıştır.
- Mitinge yönelik sağlık ve acil durum tedbirleri de gereği gibi alınmamış, patlama
sonrası olay yeri önlemleri yaralıların yaşam hakkını koruyacak bir biçimde alınmadığı
gibi kimyasal gaz kullanımı ile yaşam hakkı ihlal edilmiştir.
Yakın tehdide karşı “makul tedbirlerin” alınması bir yana “rutin” tedbirlerin alınmasından
dahi kaçınılmıştır. Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan “10 Ekim Ankara Emek, Barış,
Demokrasi Mitingi Saldırısı, Hekim Tanıklıkları, Uzman Görüşleri, Değerlendirme Raporun”
hekim tanıklıklarına ve konuya ilişkin uzman görüşlerine dayanılarak patlama sonrası kamu
görevlilerinin davranışları sonucu gerçekleşen yaşam hakkı ihlalleri ayrıntılarıyla ortaya
konulmuştur. Raporda da yer aldığı üzere, özetle, acil sağlık hizmetlerine önelik tedbirler
önceden planlanmadığı/alınmadığı gibi, polis tıbbi müdahaleyi ve hasta naklini
kolaylaştırmak için önlem almamış, aksine zorlaştırmış, gaz fişeği kullanarak yaralıların
durumlarını ağırlaştırmıştır. Bu durum can kaybını arttıran bir unsur olmuştur.
Nitekim yukarıdaki hususların bir kısmı İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından
düzenlenen 25.02.2016 tarihli “Ön İnceleme Raporu”ndada tespit edilmiş; Eski Ankara İl
Emniyet Müdürü Kadri Kartal, Eski İstihbarat Şube Müdürü Cihangir Ulusoy, Terörle
Mücadele Şube Müdürü Hakan Duman, Eski Güvenlik Şube Müdürü Adem Arslanoğlu ve
Terörle Mücadele Büro Amiri Hüseyin Özgür Gür’ün kanunen yetkili ve görevli olmalarına
karşın, katliamın yapıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünde alınması gerekli olan güvenlik
önlemlerini almamaktan dolayı sorumlu oldukları açıkça ifade edilmiş ve adli makamlar
tarafından soruşturulmalarında kamu yararı bulunduğu belirtilmiştir. Miting öncesi Emniyetin
farklı birimlerine gelen intihar saldırısı yapılacağına dair ihbarlar, katliam sanıklarının teknik
takip altında olduğuna dair bilgi, miting öncesi alınan tedbirlere ilişkin bilgiler içeren Ön
İnceleme Raporu ekte yer almaktadır. (ek.3 Ön İnceleme Raporu)
Yukarıda, yaşam hakkının esastan ihlal edildiğine dair öne çıkarılan olaylara ilişkin ayrıntılar;
Ön İnceleme Raporunda yer alan bilgi ve belgeler, basına yansıyan bilgiler ve IŞİD ile ilgili
açılan diğer ceza davalarında açığa çıkan bilgiler değerlendirilerek, 10.05.2016 tarihli suç
duyurusu dilekçemizde yer almaktadır. (ek.4.10.05.2016 tarihli suç duyurusu dilekçesi örneği)
8
Miting öncesi acil sağlık hizmetlerine dair alınan tedbirlerin yetersizliği ve Katliam sonrası
polis müdahalesinin ölümleri arttıran, yaralanmaları ağırlaştıran etkisine dair Türk Tabipleri
Birliği’nin Raporu dilekçemiz ekindedir.(ek.5.Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan “10
Ekim Ankara Emek, Barış, Demokrasi Mitingi Saldırısı, Hekim Tanıklıkları, Uzman
Görüşleri, Değerlendirme Raporu)
Sonuç olarak Ankara katliamını çok önceden planlayarak gerçekleştiren canlı bombalar ve
onlara yardım eden örgüt üyelerinin tamamı istihbarat örgütleri tarafından önceden ve kesin
olarak bilinmesine karşın katliam önlenmemiş, polisin müdahalesi ise katliamın sonuçlarını
ağırlaştırmış ve Anayasa Md. 17 ve AİHS Md. 2'de güvence altına alınan yaşam hakkının
esası ihlal edilmiştir..
AİHM, devletlerin “kendi yetki alanları içinde bulunan herkese tanımlanan bu hak ve
özgürlükleri güvence altına almak” hususundaki genel görev uyarınca “Taraf Devletlerin,
ihlal zamanında yetki alanları içinde bulunan herhangi bir kişinin güvence altına alınmış hak
ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinden dolayı sorumlu olduklarını” kabul etmektedir.
Mahkeme esasa ve usule ilişkin pozitif yükümlülükleri sistematik bir şekilde uygularken üç
temel kriterden hareket etmektedir.



Mağdur açısından gerçek ve yakın bir tehdit var mıdır?
Resmi makamlar bundan haberdar mıdır ya da haberdar olmaları gerekmekte
midir?
Resmi makamlar bu tehlike ile baş edebilmek için makul tedbirler almışlar
mıdır?
AİHM’in bu kriterleri tartışarak devleti sorumlu tuttuğu kararlarının en yakın ve bilinen
örneklerinden biri Dink kararıdır. Bu kararda, söz konusu kriterler irdelenerek:
“Bir pozitif yükümlülüğün varlığından bahsetmek için, belirli bir bireyin yaşamına karşı
üçüncü kişinin suç fiillerinden kaynaklanan gerçek ve yakın bir tehlikenin mevcudiyetinin
o anda ilgili makamlar tarafından bilinmesi veya bilinebilecek durumda olması ve makul
biçimde değerlendirildiğinde sözkonusu makamların, kendi yetkileri çerçevesinde bu
tehdidi bertaraf etmeye elverişli tedbirleri almadıkları hususunun sabit olması
gereklidir.(Keenan – Birleşik Krallık, no 27229/95, §§ 89-90, CEDH 2001-III, Opuz, a.g.k., §
129, et Gongadzé - Ukrayna, no 34056/02, § 165, CEDH 2005-XI).”
AİHM, yaptığı somut değerlendirmede, resmi makamların Dink’in ölümcül bir saldırıya
maruz kalma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiklerini ya da bilebilecek durumda olduklarını,
somut koşullara bakıldığında, bu tehlikenin açık ve yakın bir tehlike olduğunu belirlemiş; bu
noktada, resmi makamların, HrantDink’e karşı öngörülen tehlikenin vücuda gelmesini
engellemek adına kendilerinden beklenecek her türlü önlemi almadıklarına karar vererek
Türkiye devletinin HrantDink’inyaşam hakkını ihlal ettiğini tespit etmiştir.
Yaşam hakkı ihlaline ilişkin ölçütlere somut olay açısından bakıldığında;
9
a)Mağdurlar açısından gerçek ve yakın bir tehlike olduğu açıktır. Yakın zamanda
yaşanan Diyarbakır, Suruç katliamları bir yana, miting öncesi MİT ve Emniyet birimlerine
gönderilen “kalabalık bir mitinge yönelik birden fazla canlı bomba eylemi” istihbaratının
varlığı, belgeleriyle ortaya çıkmıştır. Mitingi tertip eden ve mitinge katılan kişi ve grupların
siyasal ve sosyal aidiyeti dikkate alındığında, hem Diyarbakır hem Suruç hem de genel olarak
diğer faili meçhul bırakılan katliamlarda saldırıya uğrayan, öldürülen kişi ve gruplarla
benzerlikler, miting katılımcılarının hedefte oldukları ve daha dikkatlice korunmaları
gerekliliğine işaret etmektedir. Müfettiş raporuyla da sabit olduğu üzere 14 Eylül 2015 tarihli
çok somut bir tehdit ciddiye alınmamıştır.
b)Resmi makamlar, bu gerçek ve yakın tehditten haberdardırlar. Yukarıda ayrıntılı
olarak açıklandığı üzere devletin en üst düzeyinden güvenlik bürokrasisinin birçok devlet
görevlileri tarafından bilinen katliam hazırlığı, sadece miting katılımcılarından gizlenmiştir.
Tunceli Emniyet Müdürlüğü’nün yazısı üzerine kalabalık bir mitinge yönelik birden fazla
canlı bomba ihbarının tüm emniyet birimlerine gönderildiği tespit edilmiştir. Olay günü askeri
personelin canlı bomba konusunda uyarıldığı ortaya çıkmıştır. Olayın faili olan bombacıların
MİT ve diğer istihbarat birimlerince dinlendiği, izlendiği, canlı bomba olarak Türkiye’de
eylem yapacakları bilgisinin bulunduğu tespit edilmiştir. Olay sonrası kamuoyunun öğrendiği
bu bilgiler, mitingin tertip edilmesine ilişkin verdiğimiz verilerle birleştirildiğinde katliamın
öngörülebilir olduğu ve devlet görevlilerinin bilgisi dahilinde gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
c)Resmi makamlar, bu yakın ve çok ağır tehlikeye karşı değil makul, olağan tedbir,
asgari tedbirleri dahi almamışlardır. AİHM’nin Djavit An/Türkiye kararında da belirttiği
gibi, 11. maddenin amacı esas olarak bireyi kamu otoritelerinin keyfi müdahalelerine karşı
korumak olmakla beraber, bazı durumlarda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının etkin
bir şekilde kullanılabilmesi için otoritelerin bazı pozitif yükümlülükleri yerine getirmeleri
gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin Osman Erbil kararında vurguladığı üzere, Anayasa’nın 34.
maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bireylerin ortak
fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını
korumayı amaçlamaktadır. O nedenle devletin sadece engel olmama yükümlülüğü değil, bu
hakkın kullanımı için gerekli şartları sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu koşulların
başında kuşkusuz can güvenliği gelmektedir. Yukarıda anlattığımız bilgiler ışığında
olağanüstü tedbirler bir yana olağan tedbirler dahi alınmadığı resmi kayıtlarla doğrulanmıştır.
Bütün bu açıklamalardan ortaya çıkmaktadır ki şikayet edilenler, eylemlerinin bu şekilde bir
sonuç doğurması olasılığı olduğunu öngörebilecek olmalarına rağmen bu katliamı önlemeye
yönelik gerekli tedbirleri almamışlardır. Dahası, önceden bu mitinge yönelik bir canlı bomba
saldırısı olmasının yüksek olasılık olduğunu bildikleri halde benzer mitinglerde alınan olağan
tedbirler ve güvenlik uygulamalarını dahi yerine getirmemişlerdir.
b) Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlali
10
Bireylerin yaşamlarının korunması, bu çerçevede ceza hukukunun işletilmesi ile el ele
gitmektedir. Cezalandırmanın genel işlevi olan caydırıcılık, ölüme sebebiyet veren icrai yahut
ihmali eylemlerin tekrarlanmasını önleme amacını güder. Yaşam hakkı ile ilişkisi de tam bu
noktada belirmektedir. Devlet, bireylerin yaşamlarını korumak amacıyla, ceza hukuku
alanındaki soruşturma, kovuşturma ve infaz aşamalarını etkili bir şekilde yürütme
yükümlülüğü altındadır.
Devlet bireylerin yaşamını öngörülebilecek her türlü tehdide karşı koruma yükümlülüğü
altındadır. Devletin yürütme yükümlülüğü altında olduğu söz konusu türdeki bir
soruşturmanın temel amacı, kamusal niteliği haiz kişi ya da organların sorumluluğu altındaki
vakalara ilişkin olarak yaşam hakkını koruyan iç hukuk normlarının etkili bir şekilde
uygulanmasının güvence altına alınmasıdır (Anguelova v.Bulgaria, Application no. 38361/97,
13/06/2002).
Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru kararlarında sorumluluğu bulunması muhtemel
kamu görevlilerinin etkili şekilde soruşturulmamalarını ve yargılanmamalarını önemli bir
eksiklik olarak görmüş ve yaşam hakkının korunması açısından bağımsız ve etkili bir
soruşturma usulünün bütün yetkili kamu makamları için işletilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları
olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında
bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını
gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. ( B. No:2012/752,
17/9/2013, § 50-51 ve B. No:2012/850, 7/11/2013,§ 47)
Anayasa’nın 17 .maddesi, Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda Devlete, öncelikle elindeki tüm imkanları kullanarak,
yaşam hakkını koruma esas yükümlülüğünü vermektedir. (B. No:2012/752, 17/9/2013, § 5253). Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının
sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam
hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana
gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır. (B. No:2012/752, 17/9/2013, § 54 ve B.
No:2012/850, 7/11/2013, § 48).
Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına
ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti
gerekmektedir. Buna göre, kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen
ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17 .maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı
durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkan verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve
11
hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini
gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. (B. No:2012/752,
17/9/2013, § 55 ve B. No:2012/850, 7/11/2013, § 49).
Bununla birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin ya da
kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani
olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen
yetkileri göz ardı ederek afet veya tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf
etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne
gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden
olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17.
maddenin ihlaline neden olabilir. (B. No:2012/752, 17/9/2013, § 60-62 ve B. No:2012/850,
7/11/2013, § 51).
Yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları
ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. (B. No:2012/752, § 56 ve
B.No:2012/850, § 61).
Bu kişilere yönelik olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde
bulundurulacak hususlardan biri ceza soruşturmasının sorumluların belirlenmesine ve
cezalandırılmalarına imkan verecek şekilde etkili ve yeterli olmasıdır. Etkililik ve yeterliliği
temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması
gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya
çıkarılması imkanını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski
taşır (B. No:2012/752, § 57 ve B. No:2012/850, § 57).
Oysa somut başvurumuzda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, "başka soruşturma
dosyalarında verilen işleme konulmama kararları” gösterilerek "dilekçenin işleme
konulmaması" kararı verilmiştir.
Başvuru konusu işleme koymama kararının gerekçesi olan diğer soruşturma dosyasında
katliamda yakınlarını kaybeden ve yaralanan başvurucular taraf olarak yer almamaktadır,
bahse konu önceki işlemden kaldırma kararları hiçbir başvurucuya tebliğ edilmemiştir.
Diğer işleme konulmama kararının dayanağı Valiliğin kamu görevlileri ile ilgili “Soruşturma
izni verilmemesi” kararıdır. Bu kararın ve bu karara Savcılığın itiraz etmemiş olması, 10 Eim
katliamı soruşturmasının etkili şekilde yürütülmediğinin kanıtı olmakla birlikte, bu karadan
sonra başvurucular adına yapılan suç duyurusunda, diğer soruşturma sürecinde gündeme
getirilmeyen araştırılmayan/soruşturulmayan pek çok veri yer almıştır. Ancak bu şikayet
savcılık tarafından incelenmemiştir. Nitekim 10 Mayıs’ta yapılan suç duyurusuna ilişkin karar
hiçbir değerlendirme yapılmadan 20 gün sonra 1 Haziran 2016 tarihinde verilmiştir. Belli ki
savcılık makamı başvuru konusu şikâyette, bir önceki işleme konulmama kararına konu
soruşturma arasında maddi veriler, dayanaklar bakımından bir fark olup olmadığı,
12
soruşturulması gereken bir husus olup olmadığını dahi incelememiştir.Kamu
görevlilerinin(özellikle kolluğun) şüpheli olarak yer aldığı diğer soruşturma dosyalarında
olduğu gibi, 10 Ekim Katliamına ilişkin suç duyurusunda da, kararın gerekçesiz olması,
başvurucuların iddialarının etkili şekilde soruşturulmadığını göstermektedir.
MADDE 36 - HAK ARAMA HAKKI
3. AİHS Md. 13 ulusal hukuk sistemlerinin yetkili makamların ileri sürülen sözleşme ihlalinin
esasını ele almalarına cevaz veren etkili bir hukuk sisteminin varlığını gerektirir (Z andOthers
v. the United Kingdom[GC], Application no. 29392/95, 10/05/2001).Bir başka ifadeyle AİHS
Md. 13 ulusal hukuk düzeni çerçevesinde hangi hukuki biçimde düzenlenmiş olursa olsunlar
hak ve özgürlüklerin esasının uygulanmasını sağlayacak ulusal düzlemdeki bir hukuk
yolununmevcudiyetini güvence altına alır (Rotaru v. Romania, Application no. 28341/95,
01/03/1999).Devletlerin öncelikle kendi hukuk sistemleri dahilinde insan haklarını koruma
yükümlülüğünün doğrudan bir ifadesi olan bu hakkın amacı bireylere ulusalüstü insan hakları
denetim mekanizmalarına başvurmadan önce, ulusal düzlemde sözleşmesel haklarının
ihlalinden doğan mağduriyetlerinin uygun şekilde giderilmesini temin edecek bir yol
sağlanmasıdır (Kudła v. Poland [GC], Application no. 30210/96, 26/10/2000).
Bu hak bakımından temel önemi haiz unsurDevletin müteveffanın ailesine, Devlet
görevlilerinin ya da kurumlarının icrai yahut ihmali tasarruflarından kaynaklanan sözleşmesel
hak ihlallerine (özellikle de yaşam hakkı ihlallerine) ilişkin sorumluluklarını tespit etmeye
yönelik etkili hukuk yollarının sağlanması usuli yükümlülüğüne uygun hareket etmesidir.
Unutulmaması gereken nokta ister AİHS’de isterse de Anayasa’da öngörülmüş olan temel
insan haklarının ve özgürlüklerin ihlali iddialarının öncelikle ulusal makamlar önünde
değerlendirilmesi ve olası hak ihlallerinin sonuçlarının bu düzlemde giderilmesidir. Zira
ulusalüstü insan hakları organlarının yetkisi, ulusal makamlara nazaran talidir. Anayasa Md.
36’daki ifadesiyle hak arama hakkı yahut AİHS Md. 13’teki ifadesiyle ulusal bir merci
önünde etkili iç hukuk yollarına başvurma hakkından anlaşılması gereken anlam budur.Bireye
hak ihlali iddiasını ulusal makamlar önüne götürme imkanı tanıyan bu hak, tanınan diğer tüm
hakların da güvencesini oluşturur. Ancak bu hakkın varlığı sayesinde birey olası hak
ihlallerine karşı ulusal düzlemde bir korunmaya kavuşur.
Bu hak çerçevesinde bireye asgari olarak ihlal iddiasının yetkili bir ulusal makam/yargı yeri
önünde dinlenilmesi imkanı sağlanmalıdır. Bu temel hak ve özgürlüklerin korunmasının temel
taşıdır. Hiç şüphe yok ki bu hak her ihlal iddiasının kategorik olarak kabul edilmesi anlamına
gelmemektedir. Ancak ihlal iddiasının yetkili makam önüne götürülmesi imkanından yoksun
bırakılması, olası ihlal durumunda söz konusu ihlalin sonuçlarının giderilebilmesini
dahabaştan imkansız hale getirir. Ancak böyle bir iddianın yetkili ulusal merci önünde ele
alınması halinde kamusal ajanların yahut organların temel hak ve özgürlük ihlalindeki
sorumluluklarının tespit edilmesi mümkün olabilir.
Oysa başvuru konusu “işleme konulmama kararı” yasa gereği kesindir. İtiraz yolu dahi
öngörülmemiştir. 4483 sayılı Kanun’un “Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme
konulmayacak ihbar ve şikayetler” başlıklı 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları
şöyledir:
13
“Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve
şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay
belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde
dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması
zorunludur.
Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin
vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana
bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş
olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz.
Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak
zorundadır.”
4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı 9. Maddesi:
“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet
başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa
şikayetçiye bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer
kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet
başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının
tebliğinden itibaren on gündür” şeklidedir.
4483 de işleme konulmama kararına karşı herhangi bir itiraz yolunun öngörülmemiş
olmasının kendisi de başlı başına hukuka aykırılık ve ihlal taşımaktadır.
Başvurumuzun, devletin Yaşam hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki usul yükümlülüğünü ihlal ettiğine dair bölümde ifade edildiği üzere, 10 Mayıs
2015 tarihinde, Mülkiye Müfettişleri Raporu, basına yansıyan haberler, Türk Tabipleri
Birliği’nin Raporu ve Ankara IŞİD dosyasında yer alan pek çok bilgiye dayanarak yapılan suç
duyurusu hakkında Savcılık tarafından soruşturma yürütülmemiştir.
İşleme koymama kararının gerekçesinin, aynı şüpheliler hakkında daha önce verilmiş olan
işleme koymama kararının gösterilmesi kabul edilebilir değildir. Nitekim bir önceki işleme
konulmama kararında değerlendirilmeyen pek çok konu suç duyurusu dilekçesinde yer
almıştır. Ancak savcılık bu konuları soruşturmamıştır.
C- Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği
iddiasınınaçıklanması:
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "dilekçenin işleme konulmaması" kararı yukarıda kısaca
ifade edildiği üzere gerekçesizdir. Başsavcılık kararı toplam 15 sayfa iken bunun ilk 14
sayfası şikayet eden ve şikayet edilenlerin teşkilinden oluşmaktadır. Kararın icrai bölümü ise
1 sayfadan dahi kısadır. Söz konusu bölümde Savcılık şikayet konusu iddiaları çok kısa
şekilde özetlemiş ve sonuç olarak “suçlamaya dair dilekçenin, 4483 sayılı Kanunun 4/son
maddesi uyarınca işleme konulmamasına” karar vermiştir. Savcılık kararında gerekçe olarak
14
"başka soruşturma dosyalarında verilen işleme konulmama kararları” gösterilmiştir.
Katliamda yakınlarını kaybetmiş olan ve yaralanan başvurucu müvekkiller savcılık kararında
belirtilen işleme konulmama kararlarında taraf olarak yer almadıkları gibi, bahse konu önceki
işlemden kaldırma kararlarının hiç birisi başvuruculara tebliğ edilmiş değildir.
Dikkatle altını çizmek istediğimiz nokta haklarında şikayette bulunduğumuz kamu görevlileri
bakımından ceza soruşturmasının kesin olarak sonuçlanmış olduğudur. Böylelikle bu kişilerin
olaydaki sorumluluklarının tespiti bakımdan başvurulabilecek herhangi bir yargı yolu
kalmamış bulunmaktadır. Bu da Ankara eski Emniyet Müdürü ve ona bağlı diğer emniyet
görevlilerinin yaşanan vahim olaydan sorumlu olup olmadıklarının asla tespit edilemeyeceği
anlamına gelmektedir.
Oysa ki bir önceki bölüm altında göstermiş olduğumuz AİHM içtihadi standartları gereği
yaşam hakkı ve iç hukuk yollarına etkili başvuru hakkı çerçevesinde, Devlet meydana gelen
ölüm olaylarında herhangi bir kamu görevlisi ya da organının sorumluluğu olup olmadığını
tespit etme yükümlülüğü altındadır. Dahası bu tür bir sorumluluğun tespit edilmesi
durumunda bu kişilerin uygun şekilde cezalandırılmasını temin etmekle yükümlüdür.
Mevcut durumda ulusal yargı mercileri, gereken soruşturmayı yapmayarak gerek AİHS’de
gerekse de Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve etkili iç hukuk yollarına başvuru hakkı
ihlallerine neden olmuşlardır.
III- BAŞVURU YOLLARININ TÜKETİLDİĞİNE İLİŞKİN BİLGİLER
A- Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamalar:
1. Olayda sorumluluğu bulunduğu şüphesini taşıdığımız Ankara eski Emniyet Müdürü
veonun altında görev yapan diğer kamu görevlileri hakkındaAnkara Cumhuriyet
Başsavcılığı’na 10.05.2016 tarihinde şikayette bulunulmuştur.
2. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu kamu görevlileri bakımından
soruşturma yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin işleme
konulmamasına ilişkin olarak 01/06/2016 tarih ve 2016/75373 Soruşturma, 2016/48515 Karar
sayılı karar verilmiştir. Ulusal hukuk düzeni çerçevesinde “işleme konulmama kararına” karşı
başvurulabilecek bir yol bulunmamakta olup başvuru yolları tüketilmiştir.
B- Başvuru yollarının tüketildiği veya başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği
tarih:
1-KARARI VEREN MAHKEME/MERCİİ/ MAKAM :
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
2- KARARIN TARİHİ VE SAYISI
:01/06/2016,S.No:2016/75373, K.No:2016/48515
3- TEBLİĞ VEYA ÖĞRENME TARİHİ : 09/06/2016
15
C- Başvuru mazeret nedeniyle süresi içinde yapılamamışsa buna dair açıklamalar:
1-MAZERET NEDENİ :
2- MAZERETİN BAŞLANGIÇ VE BİTİŞ TARİHİ
a- BAŞLANGIÇ TARİHİ :
b- BİTİŞ TARİHİ :
3- MAZERETE İLİŞKİN BELGELER :
IV- DİĞER BİLGİLER
A- Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde devam eden bir başka başvurusu
varsanumarası:
B- Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebi ve
bunungerekçesi:
1-TALEBİ YOK : X
2-TALEBİ VAR :
GEREKÇESİ :
V- SONUÇ TALEPLERİ
a) Anayasanın 17. Maddesi ve AİHS 2. Maddesinde düzenlenen Yaşam hakkının
korunmasına dair usulü ve esasa dair yükümlülüklerin,
b) Anayasa 36. Maddesi ile AİHS’nin 13. Maddesinde düzenlenen etkili bir hukuk yoluna
başvurma ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğinin tespit edilmesine,
c) Başvuru dilekçesinde özetlenen ve ekte sunulan raporlarda ayrıntılı olarak delillendirilen
somut olguların varlığı dikkate alınarak sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında ceza
soruşturması başlatılmasının sağlanmasına,
d) Devlet organlarının tutumundan kaynaklı yaşanan ihlaller nedeniyle, gelinen aşama
dikkate alınarak her bir başvurucuya 50.000TL tazminat ödenmesine,
e) İş bu başvuru için yapılan yargılama giderleri ile vekalet ücretinin ödenmesine karar
verilmesini talep ederiz. (vekalet ücretinin belirlenmesinde her bir başvurucu için ayrı bir
ücret belirlenmesini, aksi halde 31 Aralık Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı tarafından 2014
tarihli 29222 Sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince,
tarifenin “Seri davalarda ücret” başlıklı 22. Maddesine göre çözümlenmesini talep
etmekteyiz.
Bu başvuru formunda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu; formda belirtilen bilgilerde,
adreslerimde veya başvuruyla ilgili koşullarda herhangi birdeğişiklik meydana geldiğinde
Mahkemeye bildireceğimi beyan ederiz.
16
Tarih :11.07.2016
Başvurucular:
(ek.1 de yer alan 153 başvurucu)
Avukatları
Av. İlke Işık
Av. Öztürk Türkdoğan
Av. Nuray Özdoğan
Av. Kazım Bayraktar
Av. Sevinç Hocaoğulları
Av. Mustafa Kemal Bögün
EKLER
1- Başvurucular listesi
2- Vekaletnameler
3- Başvuru harcının ödendiğine dair belge
4- İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği Ön İnceleme Raporu
5- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 10/05/2016 tarihli şikayet dilekçesi
6- Türk Tabipleri Birliği’nin “10 Ekim Ankara Emek, Barış, Demokrasi Mitingi Saldırısı, Hekim
Tanıklıkları, Uzman Görüşleri, Değerlendirme Raporu
7-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/75373 soruşturma nolu işleme konulmama kararı
8- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/40355 soruşturma noluişleme konulmama kararı
17

Benzer belgeler