avrupa insan hakları mahkemesi
Transkript
avrupa insan hakları mahkemesi
CONSEIL DE L'EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ GÜNGÖR - TÜRKİYE DAVASI (Başvuru no:28290/95) KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG 22 MART 2005 Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 28290/95 başvuru no’lu davanın nedeni, Türk vatandaşı Erol Güngör’ün (Başvuran) Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na, 14 Temmuz 1995 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi’nin (AİHS) eski 25. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, İzmir Barosu avukatlarından G. Dinç tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR DAVA KOŞULLARI A. Başvuranın oğlunun öldürülmesi 20 Haziran 1991 tarihinde, başvuran ve eşi Ankara’da ikamet ettikleri Milletvekili lojmanlarından ayrılarak İzmir’e giderler ve geride 22 yaşındaki üniversite öğrencisi oğulları Mustafa Güngör’ü bırakırlar. 22 Haziran 1991 tarihinde, M. Güngör, üniversiteden arkadaşı Ç.T. adlı bir kız ile karşılaşır ve iki gün sonrası için Güngör ailesinin lojmanında buluşmak üzere sözleşirler. 24 Haziran 1991 tarihinde, 12.00 ve 13.00 saatleri arasında başvuranın oğlu, Ç.T. ve erkek kardeşi tarafından yatağında ölü bulunur. Bu iki kişi önce babalarına haber vermişler, babaları da saat 17.00 sularında polisi haberdar etmiştir. 1991/52269 dosya numarası ile soruşturma açılmış, polis Ç.T. ve erkek kardeşini gözaltına almış ve bu kişiler, sorguları yapıldıktan sonra serbest bırakılmışlardır. ______________________________________________________________________________________ © T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2005. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir. B. Yürütülen cezai ve meclis soruşturmaları Aynı gün polisler, maktulün odasını video kaydına almıştır. Bu kayda göre etajer üzerinde bir çeşit kutu veya çanta ve parfüm şişeleri gibi çeşitli nesneler, yan odada da masa üzerine bırakılmış bir şövalye yüzüğü bulunuyordu. Ayrıca polisler, kınalı saç tellerine rastlamış ve cesedin banyodan yatağa taşındığını tespit etmişlerdir. 25 Haziran 1991 tarihinde, soruşturma yapan polisler, başvurana, oğlunun göğüs, boyun ve burundan bıçakla yaralandığını söyleyerek, şüphelendiği bir kişinin veya oğlunun düşmanının bulunup bulunmadığını sormuşlardır. Aynı tarihte, saat 21.00 sularında otopsiye başlanmış ve otopsi saat 00.30 sularında tamamlanmıştır. Otopsi raporunun sonucuna göre, 22 kalibrelik bir tabancadan ateş edilen kurşun burun kısmından girip kafa arkasından çıkmış, fakat olay yerinde hiçbir mermiye ve kovana rastlanmamıştır. Adli tıp tabipleri ayrıca biri sağ boyun hizasında diğeri öldürücü olduğu anlaşılan göğüs hizasında yer alan iki bıçak yarası tespit etmişlerdir. Bu tarihten itibaren, cinayet olayı basında geniş bir şekilde yer almış ve çeşitli cinayet senaryoları dile getirilmiştir. 2 Temmuz 1991 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, Mustafa Güngör’ün ölümü hakkında meclis soruşturmasının açılmasını emretmiş ve durum hakkında bilgi almak için Ankara Emniyet Müdürü’nü davet etmiştir. 25 Temmuz 1991 tarihinde, Ankara Adli Tıp Kurumu Svcılığın talep ettiği toksikolojik inceleme raporunu tamamlayarak Savcılığa iletmiştir. Bu rapora göre M. Güngör’ün kanındaki alkol oranı % 8 olarak belirlenmiştir. 17 Ağustos 1991 tarihinde, başvuran bütün Milletvekilleri’ne mektup göndererek, oğlunu öldürenlerin tespit edilmesi için polise yardımcı olmalarını rica etmiştir. Başvuran, TBMM’nin 27 Ağustos 1991 tarihli oturumunda, oğlunun öldürülmesi olayı ile ilgili söz almış, basında ve milletvekilleri arasında dolaşan söylentileri hatırlatarak, söylentilerin, oğlunun aynı sitede oturan ve eşini kıskanan, milletvekillerinden birinin “adamları” tarafından ya da yine aynı sitede oturan Milletvekili çocuklarından oluşan genç bir grup tarafından öldürülmesi olduğunu dile getirmiştir. Başvuran, yine duyumlarına dayanarak, bu olayda adı geçen bütün Milletvekillerinin doğu ve güneydoğu kökenli olduklarını belirtmiştir ve İçişleri Bakanlığı’ndan soruşturmanın hangi aşamada olduğunu açıklamasını talep etmiştir. Bunun üzerine İçişleri Bakanı söz alarak, polisin soruşturma çerçevesinde aralarında maktulün on yedi arkadaşı, iki komiser ve Milletvekili lojmanlarının güvenliğinden sorumlu on iki kişinin yer aldığı çok sayıda kişi ve görgü tanığını dinlediğini ifade etmiştir. Ayrıca bütün Milletvekillerine olayla ilgili ifade vermeleri yönünde çağrıda bulunulmuş; fakat Milletvekillerinden hiçbiri, kendi isteğiyle ifade vermeye gelmemiştir. 19 Eylül 1991 tarihinde başvuran, Savcılık’tan cinayet günü nöbetçi olan polislerin kimliklerinin tespit edilmesini talep etmiştir. 26 Kasım – 26 Aralık 1991 tarihleri arasında, ekim ayından itibaren artık Milletvekili olmayan başvuran, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Başbakan Yardımcısı’na, İçişleri ve Adalet Bakanları’na ve diğer ilgili siyasi ve idari kişilere başvurarak yürütülen soruşturmanın iyi işlemesi yönünde katkıda bulunmaları için başvurularda bulunmuştur. Bir yıl sonuçsuz kalan bir soruşturma sürecinin ardından başvuran yeniden Meclis karar mercilerine, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yetkililerine, 6 Ocak - 21 Nisan 1992 tarihleri arasında gönderilen yazılarla başvuruda bulunur. Bu sırada, başvuranın talebi üzerine 21 Ocak 1992 tarihinde cinayet mahallinde yapılan inceleme neticesinde etajer üzerindeki nesneler ve video kaydına alınan yüzüğün kaybolduğu tespit edilmiştir. 10 Şubat 1992 tarihinde, polisler yeniden olay yerine gitmiş, video kaydında yüzük olarak görünen nesnenin siyasi bir parti olan SHP’nin rozeti veya mobilya montajında kullanılan haki renkli bir cıvata olduğunu gözlemlemişlerdir. Bu tespitler, sözkonusu nesnelere ilişkin 28 Şubat 1992 tarihinde, hazırlanan arama tutanağınca da doğrulanmıştır. 21 Nisan 1992 tarihinde, başvuran olay yerinde kaydedilen video kayıtlarının yeniden incelenmesini talep etmiştir. 29 Mayıs 1992 tarihinde, Emniyet Müdürlüğü, bilirkişilere göre, masa üzerinde görünen nesneyi kesin bir şekilde tanımlamanın imkansız olduğu, buna karşın etajer üzerindeki nesnelerin birinin alet çantası olduğu yönünde başvurana bilgi vermiştir. 9 Şubat 1993 tarihinde, TBMM, Anayasa’nın 98. maddesi gereğince, «faili meçhul siyasi cinayetler» konusunda bir tetkik komisyonunun incelemeler yapıp rapor hazırlamasını kararlaştırmıştır. 27 Aralık 1994 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Savcısı, Mustafa Güngör’ün öldürülmesi ile ilgili olarak ilgili bütün Milletvekillerine görgü tanıklığı yapmaları için çağrıda bulunmuştur. Oysa dosyadan, sadece beş Milletvekilinin bu konuda açıklama yaptığı ortaya çıkmaktadır. Nisan 1995’te sözüedilen TBMM İnceleme Komisyonu, 10/90 numaralı raporu sunmuştur. 3 Nisan 1998 tarihinde başvuran, oğlunun ölümüyle ve yürütülen soruşturmalardaki eksiklerle ilgili hazırlamış olduğu 57 sayfalık raporu Başbakan’a iletmiş, raporda resmi evraklara ve beyanlara göndermede bulunarak adalet mekanizmasının işleyişi önünde engel teşkil eden kimi noktalara da dikkat çekmiştir. 23 Nisan 1999 tarihinden önce, işlenen bazı suçlara ilişkin 4616 sayılı Af Yasası Resmi Gazete’de, 22 Aralık 2000 tarihinde yayımlanmıştır. Bu kanun uyarınca, başvuranın açmış olduğu davada soruşturmayı yürüten yetkililerin olası bütün ihmal ve kusurlarının soruşturulması artık mümkün olmamaktadır. Türkiye’de 7 Kasım 2003 tarihinde, basında yer alan bazı makalelere göre, o dönemki İçişleri Bakanı, davayla ilgilenmiş olan Cumhuriyet Savcısı ile yapılacak işbirliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğü’nü, Mustafa Güngör’ün ölüm olayıyla ilgili cezai soruşturmanın yeniden açılması amacıyla bünyesinde özel bir birim oluşturmakla görevlendirmiştir. Bu amaçla ilk olarak, olayların meydana geldiği dönemde dinlenemeyen Milletvekili ve aile yakınlarının isim listesinin oluşturulması öngörülmüştür. 8 Şubat 2005 tarihinde, TBMM, Mustafa Güngör’ün ölüm olayı hakkında soruşturma komisyonunun oluşturulmasına karar vermiştir. HUKUK AÇISINDAN I. HÜKÜMET’İN ÖN İTİRAZLARI HAKKINDA Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini ileri sürmektedir, zira başvurunun yapıldığı tarihte ulusal düzeyde, henüz hiçbir nihai kararın bulunmadığını öne sürmüştür. Hükümet ayrıca, başvuranın iç hukuk yollarını tüketmekle yükümlü olmadığı varsayıldığı durumunda, altı aylık sürenin, Mustafa Güngör’ün öldüğü 23 Haziran 1991 tarihinden itibaren hesaplanacağından dolayı, gecikmeli olduğu için başvurunun ret edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Başvuran, bu olayda yetkililerin, AİHS’nin 2. maddesine göre re’sen soruşturma başlatmakla yükümlü olduklarını ve soruşturma mekanizmasını hareketlendirmek için, kendisinin bizzat birçok müracaatta bulunduğunu ileri sürerek, bu savlara itiraz etmektedir. AİHM, daha önce işbu başvurunun kabuledilebilirliğine ilişkin kararında, Hükümetin yaptığı ön itirazların, davada ulusal aşamada yürütülen ceza soruşturmasının etkinliğinin incelenmesi, yani AİHS’nin 2. maddesinin incelenmesi ile bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla AİHM, bu şikayetlerin esasına ilişkin vardığı sonuç ışığında, bu noktadaki incelemeyi tekrar ele alacaktır. II. AİHS’NİN 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, güvenlik güçlerinin çok iyi korunan bir sitede meydana gelen oğlunun ölüm olayını engelleyemediğinden dolayı, bu hükmün maddi yönden açıkça ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, 2. maddenin ölüm olayının ardından yürütülen soruşturmadaki eksiklik nedeniyle usul bakımından ihlal edildiğini savunmaktadır. A. Yaşam hakkının korunmasında Devletin pozitif yükümlülüğü hakkında 1. Tarafların savları a) Başvuran Başvuran, etkili şekilde uygulanmasının Meclis Başkanı’nın görevi alanına giren, Milletvekili lojmanlarının bulunduğu site hakkındaki güvenlik yönetmeliği tarafından öngörülen yönergelere güvenlik güçlerinin riayet etmediklerini ileri sürmektedir. Başvuran, Osman-İngiltere kararına ( 28 Ekim 1998 tarihli karar, 1998-VIII, s. 3124) atıfta bulunarak, yetkililerin oğlunun yaşamını koruma görevini yerine getiremediklerine kanaat getirmektedir. b) Hükümet Hükümet, başvuranın oğlunun yaşamı için gerçek ve doğrudan hiçbir riskin bulunmadığını ve dolayısıyla güvenlik güçlerinin kurbanı korumak amacıyla özel tedbirler almaları için bir nedeninin bulunmadığını savunmaktadır. 2. AİHM’nin takdiri a) Genel ilkeler 2§1 maddesinin ilk cümlesi, devlete, hem kasıtlı ve usulsüz şekilde ölüme sebebiyet vermekten sakınmayı hem de yargısına tabi kimselerin yaşam hakkını korumak için gerekli tedbirleri almayı zorunlu kılmaktadır (9 Haziran 1998 tarihli L.C.B.-İngiltere kararı, 1998-III, s. 1403, § 36). Bu da devlet için, kişi haklarının ihlal edilmesinde caydırıcı olan ve bu ihlalleri öngörmek, önlemek ve cezalandırmak için tasarlanmış bir uygulama mekanizmasına dayanan somut bir ceza hukuku oluşturarak yaşam hakkının tanınması temel görevi anlamına gelmektedir. Sonuç itibariyle, AİHS’nin 2. maddesi, yetkililere, çok iyi tanımlanmış bazı koşullarda, başkasının işlediği suç fiilleriyle yaşamı tehdit edilen kişiyi korumak amacıyla, önleyici tedbir olarak pratik önlemler alma pozitif yükümlülüğünü getirebilir (sözüedilen Osman, s. 3159, § 115). Günümüz toplumlarında, ne polisin görevini yerine getirmekte karşılaştığı zorlukları, ne insan tutumlarının öngörülemez olmasını, ne de öncelik ve olanaklar açısından yapılan harekat tercihlerini gözardı etmeksizin, bu yükümlülüğü, yetkililer için katlanılamayacak veya aşırı bir yük yüklemediği şeklinde yorumlamak gerekir. Dolayısıyla, yaşam hakkındaki her tehdit, AİHS uyarınca, yetkililerin bunun gerçekleşmesini engelleyecek somut tedbirler almalarını gerektirmemektedir. Pozitif yükümlülüğün varlığından söz etmek için, yetkililerin, belirli bir kimsenin yaşamında gerçekten ve dolaylı olarak başkasının cinayet fiillerinden dolayı tehdit altında olduğunu bildikleri veya o anda bilmelerinin gerektiği ortaya konulmalıdır. Buna ek olarak, yetkililerin, bunu bilmelerine karşın, yetkileri çerçevesinde makul olarak bu riski ortadan kaldırabilecek nitelikte olan tedbirleri almadıkları açığa çıkarılmalıdır (sözüedilen Osman, s.3159-3160, § 116, Paul ve Audrey Edwards-İngiltere, no: 46477/99, 2002-II, § 55). b) Davadaki uygulama Mustafa Güngör’ün yaşamı için gerçek ve dolaylı riskin bulunması konusunda, dosyadaki ne belgelerden ne de tarafların görüşlerinden Ankara’da yaşayan diğer herhangi bir vatandaşa göre bu kişiye özgü bir tehdidin bulunmadığı görülmektedir. Üstelik devlet lojmanlarına olan sınırlı ve kontrollü girişler gözönünde bulundurulursa, cinayetin işlendiği yer yüksek risk taşıyan bir yer de değildi. AİHM önünde, kurbanın devlet görevlileri tarafından öldürüldüğü veya devlet lojmanlarında oturanların ve ziyaretçilerinin yaşamı için tehlike oluşturdukları iddia edilmemiştir. Dolayısıyla, Mustafa Güngör’ün yaşamında gerçek ve dolaylı bir riskin olduğunu savunmak makul olmayacaktır. Öyleyse yetkililerin benzeri bir riski ortadan kaldırmak amacıyla özel tedbirler almalarının gerekip gerekmediğini araştırmaya lüzum yoktur. Suç bölgesine sınırlı ve kontrollü yapılan girişin, cinayet faillerinin tespit edilip yakalanmasını kolaylaştırması gerektiği yönündeki başvuranın iddiası, bu davada daha çok, yürütülen ceza soruşturmasının etkinliği ile ilintilidir. Dolayısıyla yaşamın korunmasına ilişkin pozitif yükümlülük konusunda AİHS’nin 2. maddesinin ihlali bulunmamaktadır. B. Etkin soruşturmaların yürütülmesine yönelik usul yükümlülüğü hakkında 1. Tarafların iddiaları a) Başvuran Başvuran, adli yetkililerin, bazı Milletvekillerinin veya yakınlarının olaya karışmalarından korktuklarından dolayı, gerekli tanık ifadelerini toplamakta ve varolan izleri takip etmekte yetersiz kaldıklarını savunmaktadır. Yetkililer, maddi kanıt unsurlarının dosyadan kaybolmalarını engelleyememişlerdir. Ayrıca, ilgili, ceza soruşturmasına etkin bir şekilde katılamamıştır. Başvurana göre, unsurlar bazı Milletvekili veya aile fertlerinin sorumluluğunun belirtisi olarak görünse de, TBMM Başkanlığı, etkin bir meclis soruşturmasının yürütülmesine özen göstermemiştir. b) Hükümet Hükümet, sözkonusu cinayet olayının koşulları hakkında ceza soruşturmasının Savcılık tarafından polislerle işbirliği halinde yürütüldüğünü savunmaktadır. Polisler, olası bütün tanık ifadelerini toplamak için çaba sarf etmişlerdir. Yetkililer, kanıt unsurlarını muhafaza etmek için gerekli tedbirleri almış ve ölüm nedenlerini ortaya koyan otopsiyi yapmışlardır. Bu davada, polisler cinayet silahlarını ele geçirmiş olmasalar, kovan bulamasalar veya parmak izine rastlamasalar dahi, yetkililer olabilecek her türlü iddiaları gözönünde bulundurmuşlardır. Milletvekili dokunulmazlığı, yetkililerin milletvekillerini tanık olarak dinlemeleri için engel teşkil etmemektedir. Bu davada, dedektifler başvuranın oturduğu sokağa yakın sokaklarda oturan Milletvekili ve aile fertlerini dinlemişlerdir. Hiçbir Milletvekili tanık ifadesini vermemek için dokunulmazlığını ileri sürmemiştir. Ceza soruşturması hala devam etmekte olup, 2. maddenin zorunlu kıldığı pozitif yükümlülüğüne riayet edilmiştir. 2. AİHM’nin takdiri a) Genel ilkeler AİHS’nin 1. maddesinin devlet için zorunlu kıldığı “yargısına tabi her kişiye AİHS’de tanımlanan hak ve özgürlükleri tanımak” olan genel görev ile beraber, AİHS’nin 2. maddesinin yer verdiği yaşam hakkını koruma yükümlülüğü, sonuç itibariyle, bir kişi kuvvete başvurmanın ardından yaşamını kaybettiğinde, etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir. Benzeri bir soruşturmanın başlıca amacı, yaşam hakkını koruyan ulusal yasaların etkin bir şekilde uygulamaya konmasını sağlamaktadır. Bu amaçların gerçekleşmesini sağlayacak nitelikte olacak ne tür bir soruşturma uygulanabilir konusuna gelince, bu konu koşullara göre değişebilir. Ancak, ne şekilde yapılırsa yapılsın, yetkililer soruna dikkatleri çekildiği andan itibaren re’sen harekete geçmelidirler. Yetkililer, şikayetin açıkça yapılması veya soruşturma işlemini başlatma sorumluluğunu kurbanın yakınlarına bırakmamalıdırlar (sözüedilen Paul ve Audrey Edwards, § 69). Bir cinayet hakkında yürütülen soruşturmanın etkin olabilmesi için, genel olarak, soruşturma yapmakla yükümlü kişilerin ve sorgulamaları yapanların olaylara karışanlardan bağımsız olmaları gerektiği düşünülebilir (Bkz. örneğin, 27 Temmuz 1998 tarihli GüleçTürkiye kararı, 1998-IV, s. 1733, §§ 81-82 ve Oğur-Türkiye kararı, no: 21954/93, §§ 91-92, 1999-III). Bu da, hiyerarşi olarak veya kurumsal her türlü bağın bulunmamasıyla beraber, uygulamada da bağımsızlık gerektirmektedir (Bkz. örneğin, 28 Temmuz 1998 tarihli ErgiTürkiye kararı, 1998-IV, s. 1778-1779, §§ 83-84 ve yakın zamandaki Kuzey İrlanda davaları, örneğin Hugh Jordan-İngiltere, no: 24746/94, § 120, 4 Mayıs 2001 ve Kelly ve diğerleriİngiltere, no: 30054/96, § 114, 4 Mayıs 2001). Yürütülen soruşturma, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılmasını sağlayabilmesi için etkin olmak durumundadır (sözü edilen Oğur, § 88). Davanın sonuçlanmasından daha önemlisi bir sonuca ulaşmak için tüm yolları kullanmak hükümlülüğü bulunmaktadır. Yetkililerin, olaya ilişkin kanıtların toplanabilmesi amacıyla, makul olarak kendileri için ulaşılabilir olan tedbirleri almaları gerekir. Bu kanıtlar, özellikle görgü tanıklarının verdiği beyanlar, teknik ve bilimsel alanda çalışma yapan polisin aldığı notlar ve gerektiğinde, kurbanın maruz kaldığı yaralanmaların tam ve kesin tanımını yapan bir otopsi ile beraber özellikle ölüm nedenine ilişkin klinik saptamalar üzerinde objektif olarak yapılan analiz olabilir (Bkz. örneğin Salman-Türkiye, no: 21986/93, § 106, 2000-VII, TanrıkuluTürkiye, no: 23763/94, § 109, 1999-IV ve Gül-Türkiye, no: 22676/93, § 89, 14 Aralık 2000). Kurbanın ölüm nedenini oluşturma yetisine veya sorumlu kişi veya kişilerin tespit edilmesine zarar verecek yöndeki her türlü soruşturma hatası, bu soruşturmanın etkisiz olmasıyla sonuçlanabilir (adli soruşturmayı yürüten memur için, ölüme sebebiyet vermiş kuvvete başvurma olayına doğrudan karışan güvenlik güçleri mensuplarının tanık olarak karşısına çıkmalarına zorlamanın imkansızlığı hakkında, bkz. yakın zamandaki Kuzey İrlanda davaları, örneğin sözüedilen Hugh Jordan, § 127). Makul olan ivedilik ve özen gerekliliği sözkonusudur (Bkz. örneğin, Mahmut KayaTürkiye, no. 22535/93, § 106-107, 2000-III). Bazen özel bir durumda soruşturmanın ilerlemesini engelleyen engel veya zorluklar bulunsa da, ölüme sebebiyet veren kuvvet kullanımı sözkonusu olduğunda yetkililer tarafından ani soruşturma açılması, genel olarak kamu güvenini ve hukuk devletine olan inancını sağlamak ve de yasadışı eylemlere veya bu eylemlerin yapılmasına yönelik gizli ittifaklara göz yumulduğu görüntüsünün önüne geçmek için işin en önemli noktası olarak değerlendirilebilir (Bkz. sözüedilen Hugh Jordan, § 108, 136-140). Aynı nedenlerden dolayı, sorumluların teoride olduğu kadar pratikte de hesap vermelerini garanti etmek amacıyla, soruşturmanın veya sonuçlarının devlet tarafından kontrolü için yeterli bir unsur bulunmalıdır. Yapılan devlet kontrolünün derecesi davadan davaya değişmektedir. Her halükarda, mağdurun yakınlarının, mağdurun yasal çıkarlarının korunması için gerektiği ölçüde usul işlemlerine katılmalıdır (Bkz. örneğin, McKerr-İngiltere, no: 28883/95, § 148, 2001-III). AİHM, Milletvekili dokunulmazlığı konusunda, Meclis oturumları sırasında yapılan beyanları kapsayan ve meclis üyelerinin bireysel çıkarlarının tersine, genel anlamda Meclis çıkarlarının korunması amacını güden bir dokunulmazlığın, AİHS ile bağdaştığı kanısında olduğunu hatırlatmaktadır (A.-İngiltere, no: 35373/97, §§ 84-85, 2002-X). Buna karşın, Devletin, dokunulmazlığın Meclis faaliyetleriyle önemli bir tutarlılık göstermeyen tedbirlere kadar genişletilebileceği gerekçesiyle, 2 ve 13. maddeler uyarınca, pozitif yükümlülüklerini üzerinden atması kabul edilemez bir durumdur (Bkz. mutatis mutandis, Cordova-İtalya (no:1), no: 40877/98, §§ 60-65, 2003-I). b) Davadaki uygulama AİHM, Mustafa Güngör’ün, babasına ve ailesine ayrılan devlet lojmanı olan evinde bulunduğu sırada cinayete kurban gittiğini hatırlatmaktadır. Bu cinayetin failleri, hala tespit edilememiştir. Türk yetkilileri ölüm koşulları hakkında adli soruşturma açmıştır. Taraflar, bu davada yürütülen soruşturmanın yukarıda belirtilen gerekliliklerini yerine getirmek için yeterli olup olmadığı sorusu üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. i. Soruşturmayı gölgeleyen eksiklikler Cinayetten on gün sonra, lojmanlarla ilgilenen işçiler, suçun işlendiği yeri temizlemişler ve kurbanın cesedinin bulunduğu yatağı başka bir yatakla değiştirmişlerdir. Başvuran, yapılan bu işlemlerden haberdar edilmemiştir. Hükümet, yatak hakkında yapılan incelemenin tamamlandığını ve de bu temizliğin güvenlik güçlerinin, olası kanıt unsurlarını korumak amacıyla gerekli tedbirleri almalarından sonra yapıldığını savunmuştur. AİHM, bu unsurlardan bazılarının, örneğin cinayetin hemen ardından yapılan video kaydında açıkça görünen etajerin üzerindeki cisimler ve “şövalye yüzüğü” bulunamamış ve soruşturma dosyasına konulamamıştır. Hiç kuşkusuz, bu cisimler cinayet günü başvuranın evinde bulunan cinayet faili kişi veya kişileri tespit etmek için gerekli parçalar olabilirdi. Daha sonra, polislerin ve Savcı tarafından atanan uzmanların, bu cisimlerin niteliği üzerinde vardığı sonuçlar arasında farklılıklar olmuştur. Soruşturmayı yapan yetkililerin, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için hiçbir şey yapmadıkları ortadadır, ki bu da, kırk iki Milletvekilinin toplu dilekçesinin de gösterdiği gibi, ceza soruşturmasının zayıflığını oluşturmaktadır. AİHM için, bu olaylar kendi başına, güvenlik güçlerinin aldığı tedbirlerin kanıt unsurlarını korumakta yeterli olmadığını göstermektedir. AİHM, birçok yetkilinin soruşturmacıların sözkonusu cinayeti açıklayabilecek değişik varsayımları incelediklerini bildirdiklerini gözlemlemektedir. Eski Ankara Valisi’ne göre, basında adı geçmektedir, cinayet faili güvenlik güçleri tarafından tanınmaktaydı fakat bu kişiyi tutuklamak zorluk yaratmaktaydı. Ayrıca, Meclis önünde, başvuran, Milletvekili olarak söz almış ve polisin izlemesi gereken yolları sunmuştur: Mustafa Güngör ya aynı sitede oturan ve eşini kıskanan bir Milletvekili’nin “adamları” tarafından ya da yine aynı sitede oturan Milletvekili çocuklarından oluşan bir grup genç tarafından öldürülmüştür. Bu varsayımlar, TBMM Başkanı’na verilen kırk iki Milletvekili’nin toplu dilekçesinde resmi olarak yinelenmiştir. AİHM, hiçbir dosya unsurunun, soruşturmayı yapanların, değişik resmi veya gayri resmi yollardan yetkililere bildirilmesine rağmen, faillerin kimlikleri ve cinayet koşulları hakkındaki varsayımların doğruluğunu saptamak amacıyla ciddi tedbirler aldıklarını göstermediğini ortaya koymaktadır. ii. Tanıkları ifade vermeye zorlayacak kuvvet yoksunluğu Soruşturmacılar, cinayet tarihinde Meclis lojmanlarında oturan milletvekillerinin tanık ifadelerine başvurmanın gerekli olduğuna kanaat getirmişlerdir. Bu gereklilik, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın 1992 yılı Mart ayında, TBMM Başkanı’na sunduğu bir mektupta açıkça onaylanmaktadır. AİHM, Milletvekili dokunulmazlığının, cezai soruşturma çerçevesinde tanıklık etmeleri için yapılan bir davet durumunda uygulanmadığı yönündeki Hükümet’in açıklamasını kaydetmiştir. Oysa dosyanın incelenmesinden, soruşturmayı yapan yetkililerin, Ankara Valisi’nin TBMM Başkanı’na açıkladığı gibi, tanık olarak Milletvekili veya yakınlarının çağrılıp mahkemeye çıkarılması konusunda, en azından uygulamada, tereddüt içinde oldukları ve kararsızlık gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, 27 Ağustos 1991 tarihinde, İçişleri Bakanı, TBMM’de milletvekillerinin yararlandığı dokunulmazlığın, Emniyet Müdürlüğü tarafından çağrılmasını engellediğini ve bu tarihte, hiçbir Milletvekili’nin bu olay hakkında tanıklık etmek için kendi isteğiyle gelmediğini belirtmiştir. Savcılık, TBMM Başkanı’ndan, dinlenmeleri için, tekrar seçilmemiş olan eski Milletvekillerinin adres ve telefonlarını vermesini rica etmiştir. Ancak Savcılığa, bunun imkansız olduğu zira eski Milletvekilleri’nin yeni adreslerini bağlı oldukları partilere bildirmedikleri yönünde cevap verilmiştir. Savcılık tarafından tanıklık etmeye çağrılan tekrar seçilmemiş olan iki eski Milletvekilinden; S.S. yaklaşık iki yıl sonra ifade vermiş, C.E. ise çağrıya yanıt vermemiştir. Aynı şekilde, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın cinayet hakkında tanıklık etmeleri için gelmelerini rica etmesinin ardından sadece beş Milletvekili yapılan çağrıya uymuştur. Kırk iki Milletvekili, TBMM Başkanı’na verdikleri toplu dilekçede, halihazırda görev yapan milletvekillerinin dokunulmazlığının ve yeniden seçilemeyen Milletvekillerinin adreslerinin bilinmesinin imkansız olmasının, ceza soruşturmasının en iyi şekilde devam etmesinin önündeki en önemli engelleri oluşturduklarını bildirmişlerdir. Dosyaya göre, TBMM Başkanı’nın milletvekillerini bu davada tanıklık etmeye davet eden –hatta zorlayantedbirleri aldığı söylenemez. Yukarıda belirtilenler tespitler ışığında, AİHM, hukuki hiçbir engel olmamasına rağmen dava koşullarını aydınlatacak gerekli tüm tanık ifadelerinin soruşturmacılar tarafından toplanmadığı sonucuna varmaktadır. AİHM, soruşturmacıların milletvekilleri ve yakınlarının –sınırlı sayıdaki Milletvekili dışında- tanık olarak çağrılmasında gösterdikleri kararsızlık ve tereddütler üzerinde durmayacaktır. İşbu davanın gereklilikleri nedeniyle, adli makamların gerçeği ararken, olası tanık veya sanıklar karşısında ellerinde bulunan zorlayıcı tedbirleri kullanmakta ihmalkarlık gösterdiğini saptamak AİHM için yeterlidir. Zaten soruşturma Meclis faaliyetleriyle hiçbir bağı olmayan olaylar hakkında yapıldığından dolayı, Milletvekili dokunulmazlığı, soruşturmacıların tanıkların çağrılması hususunda bütün yetkilerini kullanmalarını engellememeliydi. AİHM, daha sonra, 1994 yılı sonunda, yeniden seçilemeyen Milletvekillerinin tanık olarak verdikleri ifadeleri incelemektedir. Bu metinlerden, değişik yollardan soruşturmacıların bilgisine sunulan cinayet faillerinin kimlikleri ve nedenleri hakkındaki farklı varsayımlar tanıklarla ispatlanamadığı ortaya çıkmaktadır. Dava hakkında hiçbir bilgi olmadığıyla sınırlı, birbirine benzeyen ve yüzeysel olan ifadelerin, hiçbir şekilde gerçeğin araştırılmasına katkıda bulunduğu söylenemez. AİHM’ye göre, davayı aydınlatmak için gerekli tüm tanık ifadelerini etkili bir şekilde toplamaktaki adli makamların gösterdiği eksiklik ve bazı Milletvekillerinden alınan ifadelerin yüzeyselliği ve derin olmayışı temel dava koşullarının oluşturulmasını engellemiştir. 8 Şubat 2005 tarihinde, TBMM tarafından Mustafa Güngör’ün öldürülmesi olayı hakkında soruşturma komisyonunun oluşturulması, bu sonucu değiştirmemektedir. iii. Etkin soruşturma yürütme usul yükümlülüğü hakkında varılan sonuç AİHM, kanıt unsurlarının muhafaza edilmesindeki yetersizliği, cinayet failleri ve nedenleri hakkında ileri sürülen başlıca varsayımların dikkatle incelenmesi amacıyla elle tutulur araştırmaların yoksunluğu, gerekli tüm tanık ifadelerinin toplanmasındaki eksiklik ve tanıkların derinlemesine dinlenmediğini, AİHS’nin 2. maddesinin gerekliliklerinin tanınmayışı olarak yorumlamaktadır. AİHS’nin 2. maddesi gereğince Mustafa Güngör’ün ölümü hakkında etkin bir soruşturma yürütülmeliydi. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, AİHM, bu noktalarda AİHS’nin 2. maddesinin getirdiği soruşturma zorunluluğunu ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. Ayrıca AİHM, aynı gerekçelerden dolayı, iç hukuk yollarının tüketilmemesine ilişkin Hükümet’in ön itirazını reddetmektedir. Başvurunun gecikmeli yapıldığına dair itiraz da reddedilmelidir, zira başvuran 1995 yılının başlangıcından itibaren, suç teşkil eden ceza soruşturmasının etkin olmadığını bilemez çünkü, ceza soruşturmasıyla ilgili temel faaliyetler 1995 yılının sonuna kadar devam etmiştir. III. 2. MADDEYLE BERABER 13. MADDENİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, oğlunun ölümüne ilişkin yapılan soruşturmadaki eksikliklere dayanarak, AİHS’nin 2. maddesiyle beraber 13. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. A. Tarafların savları Başvuran, iç hukukta, cürümler hakkında etkili soruşturma yapma görevlerinde ihmalkarlık gösteren devlet görevlilerinin kovuşturulmasını sağlayan hiçbir başvuru yolunun bulunmadığını savunmaktadır. Başvuran ayrıca, ceza soruşturmasında bir sonuca ulaşılamadığında, Türk hukukunda zararının tazmin edilmesi için hiçbir olanağının bulunmadığına dikkati çekmiştir. Hükümet, 2. maddenin usul açısından oluşturduğu görüşlerine atıfta bulunmakta ve savcı ve müfettişlerin ulaşabildikleri bütün kanıt unsurlarını topladıklarını savunmaktadır. Davada yürütülen ceza soruşturması cinayet faillerinin tespit edilmesini sağlamamış olsa da, etkisiz olduğu söylenemez (Tanrıbilir-Türkiye, no: 21422/93, § 83-85, 16 Kasım 2000). B. AİHM’nin takdiri 1. Uygulanabilir temel kurallar AİHS’nin 13. maddesi, iç düzenin, ulusal mahkemenin AİHS’ye dayalı “savunulabilir” şikayetin içeriğini incelemeye yetkili kılan etkin başvuru yolunu sunmasını gerektirmektedir (Z. ve diğerleri-İngiltere, no: 29392/95, § 108, 2001-V). Bu hükmün konusu, yargıya tabi kişilerin, AİHS’nin güvence altına aldığı hakların ihlallerinin, AİHM önünde uluslararası şikayet mekanizmasını ortaya koymadan önce, ulusal düzeyde düzeltilmesini sağlayabilecekleri bir olanak sunmaktır (Kudla-Polonya, no: 31210/96, § 152, 2000-XI). Ancak, 13. maddenin sunduğu koruma, özel bir başvuru şeklini zorunlu kılmaya kadar ileri gitmemektedir. Zira Sözleşmeci Devletler, bu hükmün getirdiği zorunluluklara riayet etmek için takdir payından yararlanmaktadır (Bkz. örneğin, 19 Şubat 1998 tarihli KayaTürkiye kararı, 1998-I, s. 329-330, § 106). Tartışma konusu hakkın niteliğinin, 13. madde uyarınca devletin sunması gereken başvuru şekli üzerinde etkileri bulunmaktadır. 2. maddenin yer verdiği hakların ihlallerine ilişkin iddialar konusunda ise, zararların tazmininin mümkün olması gerektiği gibi bu bakımdan ortaya konulacak tazminat usulünün bir parçası olmalıdır (sözüedilen Paul ve Audrey Edwards, § 97, Z. ve diğerleri, § 109 ve T.P. ve K.M.-İngiltere, no: 28945/95, § 107, 2001-V). 2. madde uyarınca yapılan şikayetlere ilişkin davalar konusunda, AİHM, başvuranların etkin başvurudan mahrum bırakıldıkları sonucuna varabilir. Zira başvuranlar, cezai yargılamada müdahil taraf olsa dahi, hukuk veya idari mahkemelere başvursalar da, açıklanan olaylar hakkındaki sorumluların belirlendiğini görme ve sonuç olarak, uygun tazmini isteme olanağına sahip olamamışlardır. Diğer bir deyişle, ceza soruşturması ile bu başvuranların hukuk düzeninin tümünde ellerinde bulundurdukları başvurular arasında somut ve yakın bir ilişki bulunmaktadır (Öneryıldız-Türkiye, no: 48939/99, § 148, 30 Kasım 2004). Yukarıda belirtilenleri gözönünde bulundurarak AİHM, 2. maddenin yetkililere getirdiği usul yükümlüğünü yerine getirme şeklinin, başvuranın etkin bir başvuru yapmasında engel teşkil edip etmediğini 13. madde alanında araştırmak zorundadır (sözüedilen Öneryıldız-Türkiye, § 149). 2. Davadaki uygulama AİHM, davada yürütülen ceza soruşturmasının, usul işlemlerindeki eksiklikler nedeniyle, AİHS’nin 2. maddesinden doğan usul yükümlülüğünü yerine getirmeyi sağlamadığına kanaat getirmiştir. Üstelik AİHM, uygulanan mevzuatın, Milletvekili dokunulmazlığının, uygulamada suçun kovuşturulmasını engellediği sürece, yeteri derecede açık ve net olmadığını ortaya koymaktadır. Böylece, ceza soruşturması, cinayet koşullarının ortaya konulmasını ve faillerinin tespit edilmesini sağlamadığından dolayı, AİHM, başvuranın tazminat elde etmek için Türk hukukunda mevcut olan başvuru yollarını kullanma durumunda olmadığını not etmektedir. Ayrıca, Hükümet, mağdurların, ceza soruşturmasının etkisizliği veya bu soruşturmanın bir sonuca ulaşmaması nedeniyle, üçüncü bir şahsın işlediği cezai suçun tazminini elde etmesini sağlayacak başka da hiçbir usul işleminden bahsetmemiştir. Bu koşullarda, AİHM, davada başvuranın, yetkililerin oğlunun ölüm olayı hakkında 2. maddenin gerekliliklerini yerine getirecek bir soruşturma yapamadıklarına dair iddiaları hakkında bir karar elde etmek için uygun bir yolunun bulunmadığına kanaat getirmektedir. Dolayısıyla AİHS’nin 13. maddesi 2. madde ile bağlantılı olarak ihlal edilmiştir. IV. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, aynı olaylara dayanarak kendi adına AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmesinden şikayet etmektedir. A. Tarafların iddiaları Başvuran, davada, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesi ve sonuç itibariyle soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin cinayeti “ duygusal ilişkiden doğan kıskançlık nedeniyle işlenen bir cinayet” olarak tanımlamaları Mustafa Güngör’ün ailesinin çektiği acıları daha da artırdığını açıklamaktadır. Hükümet, ilgilinin adli organlardan çok, meclis makamlarının yardımını istediğinden ve bütün varsayımları kendisinin kamuya duyurduğundan dolayı eleştirmektedir. Bu koşullarda başvuranın, 3. madde açısından soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinden şikayetçi olması mantık dışıdır. B. AİHM’nin takdiri Kötü muamelenin 3. madde alanına girmesi için, değerlendirilme davaya ilişkin verilerin tümüne ve özellikle muamelenin süresine ve fiziksel veya zihinsel etkileriyle beraber, bazen mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumuna vs. bağlı olan asgari bir ciddiyete ulaşmalıdır (Bkz. örneğin, 18 Ocak 1978 tarihli İrlanda-İngiltere kararı, seri A no:25, s. 65, § 162). Mağdurların “kayıp” davalarında, AİHM’nin daha önce, böyle bir durumda bir ebeveynin mağdur olup olmadığının öğrenilmesinin bir takım faktörlere bağlı olduğuna kanaat getirmiştir. Bunlar, başvurana, insan haklarının ciddi şekilde ihlal edilmesinden dolayı mağdur olan bir kimsenin yakın akrabaları için kaçınılmaz olduğu varsayılan, duyulan üzüntüden farklı karakterde ve ölçüdeki bir acıya neden olan özel faktörlerdir. Benzeri bir ihlalden doğan mağduriyet, kendilerine bildirilen duruma karşı yetkililerin gösterdiği tutum ve tepkilerde olduğundan daha fazla olarak, aile bireylerinden birinin “kaybolması” olayında bulunmamaktadır (Çakıcı-Türkiye, no: 23657/94, § 98, 1999-IV). Ancak, işbu dava, akrabaların çektiği acı bakımından “kaybolma” davasıyla bir tutulamaz. İlk olarak AİHM, daha önce, Mustafa Güngör’ün yaşamını gerektiği gibi korumadığından dolayı, Devlet’in 2. madde bağlamında sorumlu tutulamayacağını ortaya koymuştur. Ayrıca, davada yürütülen ceza soruşturmasının yetersizlikleri, başvuranın kendi adına, AİHS’nin 3. maddesinin, ek bir ihlal sonucunu kanıtlayacak hiçbir özellik taşımamaktadır. Bu noktada ilgili, haklı olarak, cinayet nedeni (aşk) hakkındaki varsayımlardan birinin bazı yetkililer tarafından dile getirilmesi olayına dayanamaz. Zira ilgilinin kendisi, birçok farklı mahkemeyi, net bir şekilde mevcut olan bu olasılık da dahil olmak üzere, dosyanın bütün unsurlarını incelemeye davet etmekteydi. Dolayısıyla 3. madde ihlal edilmemiştir. V. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesinde yer alan unsurlar. A. Tazminat Başvuran maddi zarar için hiçbir talepte bulunmamıştır. Manevi zarar başlığı altında hiçbir tazminat talebinde bulunmamıştır. Başvuran buna karşın görevli memurların davanın takibinde üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getiremediklerini belirtmekte ve mevcut davada olduğu gibi adi suçlarda Milletvekili dokunulmazlığına ilişkin yasanın değiştirilmesi ile oğlunun katil zanlılarının adalet karşısına çıkarılmasını dilemektedir. Hükümet bu talepler üzerine görüş bildirmemiştir. AİHM, yukarıda da belirtildiği üzere yetkili mercilerin, AİHS’nin 2. maddesinde yer alan zorunluluklar dahilinde Mustafa Güngör’ün ölümüne ilişkin yürüttükleri soruşturmada yetersiz kaldıklarını hatırlatmaktadır. AİHM, işbu davaya uygun olarak gerekli zamanda gerekli önlemleri alma inisyatifinin Hükümetin yükümlülüğünde olduğunun ve bu yükümlülük çerçevesinde yasanın açık ve belirgin olmasını sağlayarak bir adi suça Milletvekilleri ve yakınlarının tanık ya da taraf olduğunda bu suçların soruşturulmasında Milletvekili dokunulmazlığını engel olmaması gerektiğini hatırlatmıştır. AİHM ayrıca, mevcut davanın koşullarında, ihlal tespitinin – ileride doğabilecek sonuçları ile birlikte – adil tazmin olarak kabul edilmesi bakımından yeterli olacağına itibar etmektedir. B. Masraf ve harcamalar Başvuran, temsilcisinin yapmış olduğu masraf ve harcamalar için 10.000 Euro talep etmektedir. Hükümet, başvuranın gözlemlemektedir. mezkur talebini kanıtlayıcı belgeleri sunmadığını AİHM öncelikli olarak başvuranın avukatının çalışma saatlerine ilişkin detayları belirtmediği ve masraf ve harcamalarla ilgili hiçbir notu sunmadığı tespitinde bulunmaktadır. Mahkeme İçtüzüğü’nün 60 § 2 maddesine uygun olarak bu talebi kabul etmemektedir. Bununla birlikte başvuranın temsil edilmesinde kimi karışıklıkları içeren harcamalar da kabul görmemektedir. Hakkaniyete uygun olarak AİHM, her türlü vergiden ve mali yükümlülükten muaf, ödeme tarihinde T.L.’ye çevrilmek üzere başvurana 2.000 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır. C. Gecikme faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı % 3’lük bir faiz oranının uygulanacağını belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Hükümet’in ön itirazlarının reddine; 2. Mustafa Güngör’ün ölümüne dair olaylar nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine ; 3. Etkili bir soruşturmanın yokluğu nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ; 4. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine ; 5. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine ; 6. Başvuranın maruz kaldığı manevi zararla ilgili olarak ihlal tespitinin adil tazmin için yeterli olduğuna ; 7. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek vergilerle birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet’in başvurana masraf ve harcamalar için 2.000 (iki bin) Euro ödemesine ; b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar, Hükümet’in, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faizi uygulamasına; 8. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine ; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3 maddelerine uygun olarak 22 Mart 2005 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.