1 BASYAZI.indd

Transkript

1 BASYAZI.indd
Sayı 13
Nisan-Mayıs-Haziran
LEZZET PEYNİR
MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP
GEZİ PRENS ADALARI
www.sofragrup.com
RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ
HOBİ BİSİKLET
BAŞYAZI
Yaz mevsiminin
tüm renkleri sizinle olsun
Her mevsimin kendine has güzellikleri vardır ve mevsimler,
sürekli tazelenen bir yaşamın, umutların kaynağıdır. Yaz
mevsimi, bu canlılığın bizler tarafından da hissedildiği en güzel
mevsim olsa gerek. Daha aydınlık günlere uyanıyor, mevsimin
coşkusunu hayatımızın her alanında hissediyoruz.
Yeni yılın bu döneminde biz de yaz mevsiminin gelişi gibi
heyecan verici yenilikler hayata geçirdik ve önceliğimiz eğitim
kurumları olmak üzere, yemek taşıma hizmetlerimizde elektrik
enerjisiyle çalışan araçlar kullanmaya başladık. İnovasyon, Sofra
Grup’un organizasyon yapısı içinde çok önemli bir kavram.
Çünkü günümüz rekabet dünyasında ürün çeşitliliği, servis ve
ürün kalitesi, hız gibi faktörlerde rekabetten ayrışan çözümler
bulmak önem taşıyor. Bunların da ötesinde, yaşadığımız
topluma ve çevreye karşı sorumlu bir firma olma bilinciyle
ekonomik, sosyal ve çevresel sorumluluk alanlarında üzerimize
düşen görevleri yerine getirmemiz gerekiyor. Elektrikli araçlar
konusunda attığımız adım, çevreye karşı duyarlılıklarımızın
örneklerinden biri… Otomotiv endüstrisinde ilerleyen yıllarda
çok büyük etkisi olacağını düşündüğüm elektrikli araçlar, yakıt
tasarrufundan daha önemli olan çevre kirliliği ile mücadeleye
sağlayacağımız bir katkı olacak.
Türkiye’nin en çok istihdam sağlayan 8’inci şirketi olarak,
bu konuya verdiğimiz önemi yinelemek isterim. İstihdama
yönelik hassasiyetimiz, ülkemizin temel sorunlarından birinin
çözümüne katkı sağladığımız için büyük önem taşıyor. Bu
kapsamda hayata geçireceğimiz önemli projelerden biri olan
Sofra Yemek Okulu’nun çalışmalarına başladık. Sektörümüzün
kalifiye eleman ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak vereceğimiz
bu önemli desteğin, ülkemizde örnek bir model olması için ciddi
uğraş vereceğiz.
Bu heyecan verici gelişmelerin akabinde, hepimiz adına
keyif dolu bir yaz mevsimi temenni ediyorum. Tüm yılın
stresinden arınacağınız, moral ve enerji depolayacağınız güzel
bir yaz geçirmeniz dileğiyle...
Saygılarımla,
Yaşar Büyükçetin
Sofra Grup CEO
İÇİNDEKİLER
4
Vizyon
8
Güncel
Her ay, bir yeni kafe konseptimizi
hayata geçireceğiz
4
Dünya Başkanımız ülkemizi ziyaret etti
2
10
Lezzet
14
Mekân
18
Sağlık
20
Röportaj
24
Gezi
28
Hobi
32
Spor
34
Sofra'nın Ustaları
36
Kültür-Sanat
38
Bizden Haberler
Beyazın renkli hali “Peynir dünyası”
Bugüne kadar et yediysek, bu ne?
Ruhunuzu besleyin
Üniversitelerin sahip oldukları kaynakları
belirleyen, bilim üretme kabiliyetidir
Tek taraflı aşk “Prens Adaları”
Bedenin doğayla dengesi...
Adım adım yerküre…
Güzel yemeğin, insana gülmesi gerekir
10
İÇİNDEKİLER
8
14
28
20
24
Yayına Hazırlık
Sayı 13
Nisan-Mayıs-Haziran
İmtiyaz Sahibi
Sofra Yemek
Üretim ve Hizmet AŞ adına
Yaşar Büyükçetin
Sorumlu Müdür
Burcu Güvenç
İçerenköy Mahallesi, Yeşilvadi Sokak,
STFA İş Merkezi No:3 Kat:11
Ataşehir 34752 İstanbul
Yayın Türü
3 aylık süreli, Yaygın
34
Genel Yönetmen
Gürhan Demirbaş
Görsel Yönetmen
Yavuz Karakaş
Editör
Banu Sarı Arslan
Grafik Tasarım
Ertuğrul Mürtezaoğlu
Düzeltmen Editör
Ersel Ergüz
Fotoğraf Editörü
Murat Güney
Fotoğraflar
Damla Salor Özpınar, Nihat Malçuk
İletişim
Yazı İşleri: (0216) 681 18 94 - Pazarlama: (0216) 681 18 78
[email protected]
Sofra Grup Dergisi, Sofra Yemek Üretim ve Hizmet AŞ
tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır.
Derginin isim hakkı, Sofra Yemek Üretim ve Hizmet AŞ’ye aittir.
Dergide yayımlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır.
Şirketten izinsiz, kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz.
Baskı
Dünya Yayıncılık AŞ
Globus Dünya Basınevi
100. Yıl Mahallesi 34440 Bağcılar /İstanbul
Tel: 0212 629 08 08
3
VİZYON
YENİLİK
Her ay, bir yeni kafe konseptimizi
hayata geçireceğiz
Türkiye’de yemek üretim hizmeti veren firmalar içinde, “standart marka”
konseptleriyle perakende alanında da faaliyet gösteren tek şirket olarak, bu alandaki büyüme
stratejimizi 2012 yılı itibarıyla hızlandırdık. Perakende konseptlerimize yeni markalar ekleyerek
müşterilerimiz için fark yaratmayı; sektörümüzde öncü olmayı sürdüreceğiz.
4
VİZYON
S ofra Grup olarak, son yıllarda gerçekleştirdiğimiz
atılımlar ve artan iş birliklerimizle yemek üretim hizmetiti
sektörünün parlayan yıldızı olduk ve 2012 yılında
vizyonumuzu genişleterek perakende hizmetlerimizi de
ön plana çıkarma hedefini ortaya koyduk.
Catering konusunda iş birliği yürüttüğümüz
müşterilerimizin kendi tesisleri içindeki kafe alanlarında da
faaliyet gösteriyoruz. Bu kapsamda Amigo ile Delimarché
Café’nin ardından Caffé Liscio markasını müşterilerimizle
buluşturduk. Amacımız, şirket ciromuz içindeki perakende
payını artırmak; müşterilerimizin merakla ve heyecanla takip
ettiği bu değişimle, şirket büyümemizi iki katına çıkarmak.
EN ÖNEMLİ NOKTA “STANDARTLAŞMA”
Perakendeyi, müşterilerimize bütünsel hizmet
verebilmemize imkân tanıması açısından çok önemli bir
alan olarak görüyor ve perakendenin ciddi bir özgürlük
alanı olduğunu düşünüyoruz. Bu doğrultuda Compass
Group’un hazır konseptlerini Türkiye’ye adapte ediyor,
aynı zamanda farklı atılımlar üzerinde çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Hedefimiz ilk etapta, zincir mağazalar
kurup gerçek anlamda perakendeyle rekabet olmasa da
ilerleyen dönemlerde iş merkezlerinde yüksek kalitede
hizmet sunabileceğimiz perakende alanlar oluşturmak ve
bu alanları genel kullanıma açmak istiyoruz.
Yeni perakende stratejimiz doğrultusunda beş yıllık bir plan
lan
hazırlayarak uygulamaya koyduk. Perakendeye özgü eğitim
altyapımızın geliştirilmesi yönünde çalışmalara başlayarak
"kalite"nin vazgeçilmez bir parçası olan “standartlaşma”
konusunda çok önemli bir adım attık. Hazırlamış olduğumuz
beş yıllık plan çerçevesinde “OSEM” (One store every month)
stratejisini yürüteceğiz. Bu doğrultuda mevcut müşterilerimizin
tesislerinde olmak üzere “her ay bir yeni kafe” açmayı; beş yılın
sonunda 60 mağaza ile müşterilerimizin toplam hizmetinde
önemli bir ivme yakalamayı amaçlıyoruz.
“Her ay bir yeni kafe” hedefine ek olarak, “5WTG” (Five
weeks to go) projesini de uygulayacağız. 5WTG, bir kafenin,
açılışından beş hafta önce bütün konseptinin çalışılmasını,
ilk açıldığı gün, konseptin bire bir uygulanır hale gelmesini
ifade ediyor. Bir sonraki hedefimiz çalışmalarımızı dört haftada
tamamlamak ve daha kısa sürede daha çok müşterimize
ulaşmak olacak.
Hizmet vermeyi düşündüğümüz perakende alanları, farklı
marka konseptleriyle hizmet verecek. Her ihtiyaca uygun
çözümler üretebilme konusunda ciddi bir deneyime ve bilgi
birikimine sahip olan grubumuz, perakende konseptlerinin
kendine özgü nitelikleriyle hizmetlerine değer katacak.
Müşterilerimizin isteği doğrultusunda markalara ek ilaveler
gerçekleştirilerek ülkemizin yapısına özgü detaylarla
hizmetlerimizin verimliliği artırılacak.
Müşterilerimizle uzun yıllardır birlikte çalışmamız ve
karşılıklı sağladığımız güven, onların taleplerini eksiksiz olarak
anlamamızdaki en büyük avantajımız. Müşterilerimizin tam
olarak neye ihtiyaç duyduğunu çözmek ve o ihtiyaca uygun
konsepti seçmek, çalışmalarımızın temelini oluşturuyor.
PERSONEL VERİMLİLİĞİNİ ARTIRIYORUZ
Firma tesislerindeki kafelerin, çalışanların
sosyalleşmesindeki rolü ve çalışan memnuniyeti açısından
firmalara sağladığı katkı, uygulamalarımızın en dikkat çekici
özelliklerinden birini oluşturuyor. Hizmet verdiğimiz noktalar,
yoğun çalışma temposu içindeki insanların rahat bir nefes
almasına imkân tanıyor ve bu durum, personel memnuniyetini,
motivasyonunu dolayısıyla da verimliliği artırıyor.
Perakende alanları yalnızca iş merkezleri olarak
düşünülmemeli elbette... Örneğin hastaneler,
uygulamalarımızda çok önemli bir yere sahip. Hastalar, hasta
yakınları, ziyaretçiler, hastane personeli belli bir özgürlükle
alışverişlerini yapmak istiyor ve perakende hizmetimiz hem
müşterimize hastane olarak değer kazandırıyor hem de o
hizmeti veren insanlar olarak biz değer kazanıyoruz.
Yeni dönemle birlikte “POS” (Point of Sale) olarak ifade
edilen, tamamen dokunmatik ekranlı kasa sistemlerini de
kullanmaya başladık. İlk örneği İzmir Kent Hastanesi içindeki
Delimarché’de uygulanan POS, hem müşterilere daha hızlı
hizmet vermemizi sağlıyor hem de grubumuzun finansal
5
VİZYON
YENİLİK
Bu uygulamamız okullarda daha da önem kazanıyor.
Alışveriş verilerine ulaşabilen veliler, çocuklarının tüketim
alışkanlıklarıyla ilgili bilgi sahibi oluyor. Bunun da ötesinde
öğrencilerin kullandığı alışveriş kartlarına müdahale edebilen
veliler, çocuğunun satın almasını istemediği ürünleri karta
tanımlatıyor ve sistem, o ürünlerin alınmasını engelliyor.
TÜRKİYE ORİJİNLİ İKİ YENİ MARKA
kontrol gücünü pekiştiriyor. Çünkü sistem aracılığıyla, sipariş
verilen ürünler kalem kalem stoktan düşüyor. POS sistemin
envanter kontrol özelliği, aylık, haftalık, hatta günlük bazda
en çok tüketilen ürünlerin takibini mümkün kılarak personel
alışkanlıkları konusunda bir veri tabanı sağlıyor. Bu kapsamda
o ürünlere yönelik kampanyalar uygulanması ve alışkanlıkları
pekiştirici ürünler ilave edilmesi yoluyla müşteri memnuniyeti
artırılmış oluyor.
6
Grubumuzun en yeni perakende markası Caffé Liscio,
yaklaşık iki ay önce Mercedes’te hizmet vermeye başladı.
Markanın, tesis içinde önemli bir fark yarattığı, çok keyifli
bir atmosfer sağlandığı yönünde geri dönüşler alıyoruz ve
önümüzdeki günlerde Mercedes’in Aksaray’daki firmasında da
yeni bir Caffé Liscio hizmete sokacağız.
Bu gelişmelere ek olarak Türkiye’de ihtiyaç olan, ama
hali hazırda yerine getirilmemiş konseptler konusunda pazar
araştırması yapıyor ve bu ihtiyaçları belirliyoruz. Özellikle
eğitim alanında ihtiyaç duyulan iki marka üzerinde Türkiye’de
geliştirme çalışmaları yaptığımızın bilgisini paylaşmak
istiyoruz. Türkiye orijinli olacak bu markalar, müşterilerimiz
tarafından merakla bekleniyor ve Sofra Grup ailesi içinde
büyük bir heyecan yaratıyor. Çocukların ve gençlerin sağlıklı
beslenmesine yönelik yeni bir anlayış getirecek olan Teneffüs
ve Foodbreak isimli iki marka konseptimizin detayları,
dergimizin bir sonraki sayısında… Ama şimdiden, bu iki
markanın 2012-2013 eğitim-öğretim yılına hazır olacağının
müjdesini vermek isteriz.
VİZYON
Caffé Liscio
Caffé Liscio, stil sahibi bir ortamda
otantik bir kahve deneyimi ihtiyacı
bulunan iş merkezleri ve ofis binaları
için en ideal çözümü üretmek üzere
Compass Group’un özel olarak tasarlanan yeni premium kafe markasıdır.
Aydınlık, dinamik, eğlenceli ve enerji verici tasarımı ile farkındalık yaratan bir kimliğe sahip olan
Caffé Liscio yüzde 100 arabica ile üretilen mükemmel kahve tadı ve çay, taze meyve suları, milk
shake, sıcak çikolata gibi çok çeşitli içecek seçenekleri ile ön plana çıkıyor. Taze fırın ürünleri, lezzetli
sandviçler ve tatlılar bu eğlenceli deneyime eşlik ediyor.
Delimarché Café
“Hayatınıza tazelik katar” vizyonu ile
iş atmosferine farklı bir yaklaşımla, rahat,
keyifli ve çok çeşitli bir hizmet ortamı yaratan
Delimarché Café'nin, sunduğu ürünlerde
tazelik her zaman ön plana çıkıyor. Günlük tabildot üretimine ek olarak alacarte hizmet de sunan
kafelerde sıcak-soğuk içecek, paketli yiyecek ürünleri, meyve ve tatlı hizmeti de veriliyor.
Sektörün getirdiği temel standartların eksiksiz uygulandığı Delimarché Café'de ürünlerin,
hizmet kalitesi çerçevesinde onaylanmış fırınlardan taze olarak çıkmış olması ve ürünlerde günlük
malzemenin kullanılması prensiplerin başında geliyor. Yemeklerde tazelik ve lezzetten ödün
vermeyen Delimarché Café, müşteri memnuniyetinde de son derece titiz. Müşterilerine eğlenceli ve
unutulmaz bir deneyim yaşatmayı hedef edinen Delimarché Café, profesyonel ve hızlı hizmet anlayışı
ile büyük beğeni kazanıyor.
Amigo
İnsanların yaşam tarzları, özellikle iş yerlerinde değişiyor
ve geleneksel öğle yemeği saatleri modern zamanların ofis
hayatıyla uyumsuz hale geliyor. Bunun sonucunda da çalışanlar,
çabuk alabilecekleri, pratik ama kaliteli yemekler arıyor.
Tam bu bakış açısına göre tasarlanan Amigo, özellikle
yoğun iş temposunda çalışanların “al ve git” ihtiyacına bir çözüm
sunuyor. Sıcak ve soğuk içecekler, atıştırmalıklar, sandviçler,
gazeteler, dergiler, tebrik kartları, temizlik takımları, sağlık
hizmeti unsurları gibi pek çok ürüne hızlı erişimi mümkün kılan
Amigo "sık tüketim malları mağazası" konseptiyle hizmet sağlıyor. Günümüzün yoğun yaşam tarzları
için kalite ve bol seçeneği çok hızlı bir şekilde sunarak değişime ayak uyduran Amigo'da, ürün tanıma
ve seçiminin kolaylaştırılması için görsel açıdan rahat anlaşılır yardımcı işaret ve resimler kullanılıyor.
7
GÜNCEL
ZİYARET
Dünya Başkanımız
ülkemizi ziyaret etti
Compass Group Dünya Başkanı Richard Cousins, şirket gelişimimizle ilgili incelemelerde bulunmak
üzere Türkiye’yi ziyaret etti. İlk olarak Yönetim Kurulu ile bir araya gelen Richard Cousins, şirketin
büyüme planları ve finansal süreçleriyle ilgili temaslarda bulunarak, Compass Group içinde
Türkiye’nin nasıl konumlandırılacağı ile ilgili detaylı görüşmeler yaptı. Cousins daha
8
GÜNCEL
sonra, şirket içindeki potansiyel yöneticilerle Kalamış Develi Restaurant’ta gerçekleştirilen öğle
yemeğinde buluştu. Türkiye’deki temaslarından ve incelemelerinden çok memnun kaldığını
belirten Richard Cousins, Sofra Grup’un nitelikli insan kaynağına dikkat çekerek, şirket
bünyesindeki genç ve dinamik kadroyla bir araya gelmekten mutluluk duyduğunu belirtti.
9
LEZZET
10
PEYNİR
LEZZET
Beyazın renkli hali
“Peynir
dünyası”
Tat ve görsellik çoğu zaman birbirini tamamlayan
unsurlar olarak karşımıza çıkar. Görselliği
besleyen renklerin gücü, lezzet dünyası için de
önemli bir algıdır. Ancak öyle bir tat vardır ki nötr
rengini, lezzetiyle başkalaştırır.
P eynirsiz bir kahvaltı düşünülebilir mi? Fırında kızaran mis
gibi böreğin içinde, tadını hamurun tüm katmanlarına
geçiren peynir… Makarnaya tat vermek için üzerine
serptiğimiz ya da ateşin gücüyle eriyip makarnanın bütün
haznelerine yayılan peynir… Şarabın en yakın, tatlıların en aykırı
dostu peynir…
Peynir kelimesi, Farsça “sütten yapılmış” anlamına gelen
panîr kelimesinden geliyor. İngilizceye ise Latince “caseus”
kelimesinden geçmiş. Bu kelimenin kökeninin Hint-Avrupa
dillerinde yer alan mayalanmak-ekşimek manasındaki kwatkökünden türediği düşünülüyor. Adının, lezzet literatürüne girme
yolculuğu ise Asya’dan Avrupa’ya; oradan da Amerika’ya uzanıyor.
Birden çok hikâyesi olan bir yiyecektir peynir. AraştırmacıYazar RW Menges, ilk peynirin bir Arap gezgin tarafından koyun
midesinden yapılmış tulum içinde taşınan sütün, tesadüfen
pıhtılaşmasıyla elde edildiğini söylüyor. Hipokrat ve Heredot,
peynirin İskit Türkleri tarafından kısrak sütünden, ekşitme yoluyla
yapıldığını belirtiyor. Peynir Teknolojisinde Gelişmeler kitabının
11
LEZZET
PEYNİR
TADIMLIK
Rokfor: Fransa'nın "Causes" bölgesinde koyun sütünden üretilir.
Çok nemli bir ortama sahip özel mağaralarda olgunlaştırılan
rokfor, süresini tamamlamaya yakın mavileşir. Sofra peyniri olarak
kullanılmasının yanı sıra salata soslarında da tercih edilir.
Parmesan: İtalya'nın en tanınmış granüler yapılı peyniridir. İnek
sütünden yapılan ve çok sert bir dokuya sahip olan parmesan,
büyük tekerlekler halinde satılır. Olgunlaşma süresi en az iki yıldır.
Tamamen olgunlaşmışları sadece rendelenerek veya toz haline
getirilerek kullanılır.
Mozarella: Pizza deyince ilk akla gelen peynir olan mozarella,
İtalyanların dünya mutfağına bir diğer armağanıdır. Orijinali bufalo
sütünden yapılan peynir, günümüzde inek sütünden de üretilir.
Kremamsı bir yapıya sahip olan mozarella, özellikle pizza, lazanya ve
sıcak sandviçlerde kullanılan bir pişirme peyniridir.
Çedar: İngilizlerin en çok bilinen peynirlerindendir. İnek sütünden
yapılan çedar, çoğunlukla soslarda, suflelerde, salatalarda ve
pizzalarda eritme peyniri olarak kullanılır.
Gravyer: İsviçre'nin inek sütünden yapılan en meşhur peynirlerinden
biri olan gravyer, fındıksı kokuludur ve delikli bir yapıya sahiptir.
Peynir tabağına uygunluğunun yanı sıra fondü, kiş ve soslarda da
tercih edilir.
Gorgonzola: İtalyanların bir peyniri olan gorgonzola, dünyanın en
iyi mavi peynirlerinden biri kabul edilir. Üzerinde yeşil-mavi lekeler
bulunan peynir, güçlü bir tada sahiptir. Salata soslarında, tatlılarda,
ordövrlerde ve eritme peyniri olarak kullanılır.
yazarı Kosikowski ise Türk ve Moğolların
atalarının Asya’dan Avrupa’ya göçleri sırasında
keçi sütünden fermente gıda elde ettiklerini
kaydediyor.
Sütün önce tesadüfen, sonra da bilinçli
olarak ekşitilerek peynire dönüştürülmesinin çıkış
noktasının Asya olduğu tahmin edilse de peynirin
yaygınlaşması ve çeşitlenmesi Avrupa’da Roma
İmparatorluğu döneminde gerçekleşti. Peynire
baharatlar ve kokulu otlar ekleyen Romalıların
peyniri tütsülediği de biliniyor. Kestirdikleri sütü,
kaynar suya atarak pişiriyor, elle biçimlendirip
tuzluyor ve dumana tutuyorlardı.
Orta Çağ’da peynir yapımı bir dönem
manastırların kontrolünde gerçekleştirildi. İlk
önce günah kabul edilen peynir yapımı, daha
sonra uzun bir süre rahibelere ait bir iş olarak
benimsendi. Örneğin mayalı bir peynir çeşidi
olan munster, adını monastery yani manastır
kelimesinden aldı. Munster peyniri ilk olarak
MS 9. yüzyılda Fransa’nın doğusundaki
manastırlarda yaşayan, ibadetlerinin yanı
sıra tarım ve hayvancılıkla uğraşan keşişler
tarafından yapıldı. Orta Çağ’da peynirden ilaç
olarak da faydalanılıyordu. Ateş düşürücü olarak
kullanılan peynir, şarap içinde eritildikten sonra
tüberküloz ve kadın hastalıklarına karşı bir ilaç
olarak içiriliyordu.
Peynirin Amerika kıtasına yolculuğu, 17.
yüzyılın başlarında Avrupa’dan göç edenler
sayesinde oldu. Endüstri düzeyinde üretim
yapılması 1815 yılında İsviçre’de kurulan ilk
peynir fabrikasıyla başladı. Peynir fabrikalarında
üretim teknolojisindeki asıl gelişmeler ise 1970’li
yıllardan sonra yaşandı.
Tevrat'ta peynirden “kahramanların
gıdası” olarak söz ediliyor. Düşmanla savaşan
kardeşlerine peynir götürmek için yola çıkan
Davut, cüssesi ve gücüyle efsane olan Komutan
Goliath’la karşılaşarak onu yeniyor. Binlerce
yıldır devam eden hikâyesinde peynir gücün,
zekânın ve yenilikçiliğin bir göstergesi oldu.
Peynirin lezzet dünyasında var olma azmi ve
başarısı, Dev Goliath’ı sapanıyla yenen Davut’un
azmi gibi kahramancaydı.
KALSİYUM VE PROTEİN KAYNAĞI
Peynirin en önemli özelliği, protein deposu
olması… Peynirle et arasındaki protein değeri
karşılaştırıldığında 100 gram peynirdeki
proteinin, 250 gram ette bulunduğunu
12
LEZZET
söyleyebiliriz. Peynir, gelişme çağında vücudun
ihtiyaç duyduğu, aynı zamanda kemik
erimesinin önlenmesinde etkili olan kalsiyumu
sağlıyor. Hamilelerin, yaşlıların ve çocukların
yemesi gereken peynir miktarı farklılık gösterse
de uzmanlar, günde en az iki dilim peynir
yenilmesini öneriyor. Peynir seçimi yapılırken
beyaz, tulum veya otlu peynir gibi, yağ oranı
daha düşük olanlarının tüketilmesi tavsiye
ediliyor. Sindirim sisteminin düzene girmesini
sağlayan, ülseri giderici özelliği olan ve diş
çürümelerini önlemede etkisi bulunan peynir,
yüksek tansiyonun düşürülmesinde de faydalı…
Beslenme zincirinin en önemli parçalarından
biri olan peynir, kolay bozulan bir yiyecek
olduğu için satın alma ve saklama koşullarına
dikkat etmek gerekiyor. Peynir satın alırken,
gözeneksiz veya küçük gözenekli olanlar
tercih edilmeli. Büyük gözenekler, üretimin
hijyen açısından kontrolsüz olduğunu ve
peynirin koliform gibi bakterileri içerebileceğini
gösteriyor. Ayrıca bu mikroorganizmalar
peynirde çatlamalar da yapıyor. Taze peynirin
dış yüzü yumuşak, süngerimsi bir görüntüde,
beyaz ve parlak oluyor. Peynirin elastik, yani
bıçakla kolay kesilebilir olması da gerekiyor.
Peynir alırken tadına bakmayı ihmal
etmeyin. Peynirin hafif ekşimsi, kendine has
aroması olması gerekli ve ağızda rahatsız edici
bir tat bırakmamalı. Yumuşak peynir alırken,
özellikle dikkat etmek gerekiyor. Çünkü bu
peynirlerde su yoğunluğu fazla olduğu için
küf ve maya üremesine daha uygun bir ortam
bulunuyor. Eğer aldığınız peynirin uzun süre
dayanmasını istiyorsanız sert olanlarını tercih
etmelisiniz.
Peynir suflesi
Malzemeler:
85 gram kaşar peyniri, 3 yumurta, 30 gram tereyağı, 30
gram un, 125 gram süt, tuz, karabiber, yarım çay kaşığı
hardal
Hazırlanışı: Tepsiyi yağlayın. Yağı tavada eritip unu ekleyin
ve bir dakika hafif ateşte kavurun. Unun yanarak, renginin
kahverengi olmamasına dikkat edin. Sütü ilave ederek
karıştırmaya başlayın. Pürüzsüz bir sos görünümü elde edin.
2-3 dakika pişirin. Daha sonra içine hardal ve rende kaşar
peyniri koyun. Malzemeyi akıcı, pütürsüz bir hale getirin. Tavayı
ateşten alın ve soğumaya bırakın. Bu arada yumurtanın sarısını
çırpın. Yumurta aklarını telle iyice dövün. Önceki karışıma kaşık
kaşık ilave edin. Karışımı, yağlanmış tepsiye dökün ve orta
hararetli fırının orta gözünde 25-30 dakika pişirin.
Peynirli muffin
Malzemeler:
2,5 su bardağı un, 1,5 çay kaşığı tuz, 1,5 çay kaşığı
kabartma tozu, 2 su bardağı süt, 6 adet yumurta, yarım
su bardağı çiçek yağı, 250 gram çedar peyniri, 1 tutam
kırmızıbiber
Hazırlanışı: Un, tuz ve kabartma tozunu, başka bir kapta
süt, yumurta ve çiçek yağını karıştırın. Ardından peyniri
ekleyin. Sütlü karışımı unun içine katın. Kırmızıbiberi ilave
edin. Yağlanmış, özel muffin kabına koyup önceden ısıtılmış
150 derece fırında, 30 dakika pişirin.
13
MEKÂN
ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP
Bugüne kadar
et yediysek, bu ne?
Ekranın tanınan ve en sevilen şeflerinden biri, restoran açarsa ne olur?
“Popüler bir mekân…” Bu kişi Özgür Şef olursa ne olur? “Çizgi dışı bir
işletmecilik ve lezzetli bir adres…” Peki tanınan biri olmak bazı ön yargıları
ve zorlukları beraberinde getirir mi? Yanıtlar, bu röportajın içinde…
14
MEKÂN
"B ir sabah uyandım, bir baktım ünlüyüm” diyor Özgür Özkan… Birçoğumuzun bildiği ismiyle Özgür Şef…
Açık sözlü ve güler yüzlü biri… Ekranlarda gördüğünüz haliyle kıyasladığınızda, sizi hayal kırıklığına
uğratmıyor. Aksine, doğallığıyla şaşırtıyor.
Özgür Özkan, yaklaşık sekiz ay önce Batı Ataşehir’de hizmete açtığı Özgür Şef Steak House Kasap ile
mesleğine bir başka boyut daha ekledi. Biz bu röportajı yaparken Kalamış Yelken Kulübü binası içinde yer alan
ikinci şubesinin hazırlıkları ise tamamlanmak üzereydi. Şimdi, lezzet severlerin, lezzeti Özgür Şef Steak House
Kasap’ta arayanların ve bulanların en yeni adreslerinden biri olarak faaliyete başladı.
Özgür Şef markasının restoran yolculuğu yalnızca iki şubeyle devam edecek gibi görünüyor. Ancak Özgür
Özkan’ı farklı projelerde görecek miyiz, bizi farklı tatlarla buluşturacak mı bunu zaman gösterecek.
Özgür Şef’in “marka” olma yolundaki yolculuğunu bizimle kısaca paylaşır mısınız?
Aslında bu, bilerek ya da planlayarak gerçekleştirdiğim bir olay değil. Ben şef olarak çalışmaya devam
ederken, hayatımdaki en önemli insanlardan biri Mehmet Alp Elmalı ile tanıştım. Bir gün bana, yemek programı
yapmam için öneride bulundu. O arada bir fırsat çıktı ve yurt dışına gittim. Bir sene kadar lüks yatlarda, tek
başıma şeflik yaptım. Döndükten sonra Mehmet Bey beni aradı ve program için hazır olup olmadığımı sordu. Kış
mevsimiydi ve yeniden yurt dışına çıkmak için yaz aylarını beklemek durumundaydım. Bu boşlukta, bir televizyon
programına başlayalım diye düşündüm. İki, üç sezon böyle devam etti. Yavaş yavaş tanınmaya başlamıştım, ama
daha sonra tabir yerindeyse, bir sabah kalktım ve herkes beni tanıyordu. Çok ani bir geçiş oldu diyebilirim. Sonra
değişik iş teklifleri gelmeye başladı ve onları değerlendirmeye çalıştım. Bir noktadan sonra da kendim bu işi
yapmaya karar verdim. Restoran açma fikri böyle doğdu.
Ekran ışığına sahip olmak başarınızda ne kadar etkili oldu?
Ben başka bir meslek de yapıyor olsam başarıyı yakalardım. Çünkü işini iyi yapmaya çalışan biriyim.
Mesleğimi çok seviyorum ve televizyon programları olmasa yine de bu noktaya gelirdim.
Kamera ışıkları kapandığında nasıl bir Özgür Özkan var? Mutfakta da ekranlardaki gibi güler yüzlü
müsünüz mesela?
Zor bir soru… Normalde de güler yüzlü olduğum söylenir. Ama mutfakta pek öyle değilim sanırım (gülüyor).
Mutfak çok stresli ve otorite gerektiren bir ortam. Hataya hiç yer yok ve her ayrıntı çok önemli. İnsanlar burada
iyi bir yemek yemek ve mutlu olmak zorunda. Ama mutfakta olanlar mutfak sınırları içinde kalır. Servis bittikten
sonra orada yaşananları hiç kimse hatırlamaz.
Peki şef ve yönetici rollerini dengelemek zor mu? Ya da biri diğerine baskın geliyor mu?
Bu dengeyi kurmayı yeni yeni öğreniyorum. Sonuçta
bizde bir işçi ruhu var ve onu yok
edemiyorsunuz. Yok etmeniz iyi bir şey mi
onu da bilmiyorum. Bu iş, sadece yemek
yapmaktan ibaret değil. Servisi, muhasebesi,
satın alması var. Bunlar bir şefin bildiği
süreçler değildir. Bu konularla daha çok
babam ilgileniyor ama siz de süreçlerin
içinde oluyorsunuz. Onun dışında, müşteri
ilişkileri diye bir şey varmış, belki de en zoru
bu… Çok yeni bir işletmeci olduğum için biraz
zamana ihtiyacım var.
Ben burada değişik bir işletmecilik
yapmaya çalışıyorum. Geçen gün arkadaşlar
internette bir paylaşım görmüşler, bana
da okudular. Ben çocukları çok seviyorum
ve onlarla bire bir ilgileniyorum. O yüzden
buraya çocuklu aileler çok sık gelir. Bir gün
15
MEKÂN
ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP
kızımla uçurtma uçurmaya çalıştık, ama beceremedik. Ben de
internetten, iyi bir uçurtma bulmak için araştırma yaptım. Bir
uçurtma fabrikasını arayarak bir koli uçurtma satın aldım. “Yarın
pazar, babalar, size iş çıksın” diyerek restorana gelen çocuklara
dağıttım. Bunu internette biri yazmış, değişik bir işletmecilik
yaptığımızdan bahsetmiş. Ben bunları fark olsun diye
yapmıyorum. Bir tarzım var ve bu doğrultuda hareket ediyorum.
Özgür Şef Steak House Kasap’ın kuruluşu nasıl oldu?
Bebek’teki restoranım oldukça iyi iş yapıyordu ama
çok küçük bir alandı ve orada huzurlu değildim. Restoranı
kapattıktan sonra ekibimin ne yapacağını düşündüm. Çünkü
onların sorumluluğunu hissediyordum. Olayın bir başka boyutu
daha vardı. Ben bu çocuklara emek harcamıştım. İşlerinde
uzman oldular ve bu becerilerini değerlendirebilecekleri başka
bir yer yoktu. Bu düşüncelerle Batı Ataşehir’deki mekânımı
açmaya karar verdim ve Özgür Şef, şu an 70 kişiye geçim
kaynağı sağlıyor. Burası tam hayalimdeki gibi bir yerdi ve
mimarisini ben yaptım. Çok yoruldum ama güzel bir restoran
oldu. Şık fakat sade bir konsepti tercih ettik.
Kalamış Yelken Kulübü’ndeki restoranınız çok yakın
bir zamanda hizmete girecek. İkinci bir restoran açma
konusunda itici güç neydi?
Kalamış’taki mekân, aslında biraz tesadüf sonucu oldu.
Mekânın müdürü benim arkadaşımdı ve “Burayı yeni açtık,
senin desteğine ihtiyacımız” var dedi. Çok güzel bir yerdi ve
beğenince kiralamaya karar verdim. Mekânın sahibi, bana
başka bir teklifle geldi ve biz ortak olduk. Çalışmalarımız
bitmek üzere, çok yakın bir zamanda açılışımızı yapacağız.
16
Orası Brezilya Steak House konseptinde hizmet verecek.
Örneğin, Brezilya döneri olarak tabir edilen churrascaria olacak.
Churrascarianın sunumunu seviyorum. Büyük şişte etler
düşünün. Garson masaya gelerek, şişteki etleri kendisi kesip
servis edecek.
Ekibinizi oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bu konuda tecrübesi olmayan kişileri tercih ediyorum.
Elemanları bizim yetiştirmemiz, çok daha büyük bir avantaj.
"Türkiye’de işsizlik var" deniyor, ama ben eleman bulma
konusunda sıkıntı yaşıyorum. 10 kişi çalışmaya başlıyorsa
bir kişi devam ediyor. Çünkü gerçekten zor bir işimiz var ve
kimi insanlar rahat çalışmak istiyor. Yorucu bir mesleğimiz
olsa da benim iş yerimde insanlar emeğinin karşılığını alıyor.
Uzun süre Murat Vargı’nın yanında çalıştım. Vargı, “Çalışanın
teri soğumadan parasını ver” derdi. Ben de öyle yapıyorum.
Kemikleşmiş kadrom oldukça iyi… Biz onlardan memnunuz,
onlar da bizden.
BİR KEZ YOLUNDA GİTMEYEN BİR OLAY
YAŞARSINIZ, İNSANLARIN AKLINDA O KALIR
Müşteri profiliniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bizim restoranımıza lezzete önem veren insanlar geliyor
ve onları iyi ağırlamak için elimizden geleni yapıyoruz. Hizmet
sektörü, reaksiyonu anında aldığınız bir alan. Müşteri mutlu
geliyor, mutlu çıkmak zorunda; mutsuz geliyor, yine mutlu
çıkmak zorunda… 50 kere iyi servis yaparsınız, bir kez yolunda
gitmeyen bir olay yaşarsınız, insanların aklında o kalır. Bir de
ekranlarda bilinen bir yüz olduğum için ilk başta çok pahalı bir
restoran olduğumuz düşünülebilir. Ancak öyle bir durum yok.
MEKÂN
Altı ayda restoranımıza 6 bin 500 kişi geldi. Bu rakam, herkese
hitap eden ve kaliteli hizmet veren bir restoran olduğumuzun
göstergesi…
Özgür Şef Steak House Kasap’ın en özel yemeği nedir?
Restoranımızda köfte, sosis ve sucuktan oluşan bir set
menümüz var. İlk kez misafirimiz oluyorsanız bunları mutlaka
denersiniz. Çok ince dilimlenmiş bonfilemiz “lokum”, sırt
etinden yapılan “şato”, tandırda pişirdiğimiz “helva”, bonfilenin
köşelerinden yapılan ve marine edilmiş tek etimiz olan “şaşlık”
en çok tercih edilen etlerimizdir. Müşterilerimiz “Bugüne kadar
et yediysek, bu ne? Bu etse, biz bugüne kadar ne yemişiz?”
diyorlar. Yaptığımız işin sonuçlarını görmek bizim için çok
büyük bir keyif.
Türk mutfağının dünya mutfakları arasındaki yerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Maalesef dünya mutfağında yerimiz yok ve bizim
yüzümüzden yok. Bir yabancıya sorduğunuzda bizim
mutfağımızı çok fazla tanımadığını görürsünüz. Türkiye’de
yemek sektörü dünyayla kıyaslandığında daha doğmamış bir
bebek. Ne zaman ki kendi mutfağımızı yurt dışında sunmaya
başlarız, şeflerimiz kendini geliştirir, bu durum o zaman değişir.
Önümüzdeki günlerde başka bir şube açma fikriniz var mı?
Özgür Şef olarak yeni bir şube açmayı düşünmüyorum
ama hizmet kalitemin alanını genişletmek istiyorum. Bence
dünyanın en iyi pizzasını yaptık. İtalya’da gezmediğim yer yok.
Bizim pizzamız hepsinden daha iyi… Bir tek, buğdayını biz
öğütmüyoruz. Onun dışında her şeyi kendimiz yapıyoruz. Aynı
şekilde burgerimiz çok lezzetli. Bu ürünlerimiz çok hızlı koşabilir
diye düşünüyorum. Belki ilerleyen günlerde başka bir isimle bu
lezzetlerimizi sunabiliriz. Ama henüz hiçbirini projelendirmedim,
bunlar sadece fikir.
Yapabileceğimiz çok fazla şey olduğunu düşünüyorum.
Çünkü böyle bir kapasitemiz var. Türkiye’de gıda işinde
bence çok büyük bir açık bulunuyor ve mutfakta yaptığı işi
“hissedebilen” çok fazla insan yok. Bir şef kendi restoranını
açamıyor ve maaşlı olarak bir yerde çalışıyorsa yaptığı işe kendi
tarzını yansıtamıyor. Bunun sonucunda da ortaya ruhu olan bir
iş çıkmıyor. Beni ekranda izleyen ve seven insan, merak ettiği
için restoranıma bir kez gelir. Ama insanlar buradaki atmosferi
görünce ve yemekleri tadınca algıları değişiyor. Haftada altı gün
restoranıma gelenler var. Dolayısıyla ben bu restoranın bir ruhu
olduğunu düşünüyorum.
Röportaj sırasında Özgür Şef, işletmeci olarak yaşadığı
zorluklardan bahsederken spontane gelişen bir olayla, bu
sorunlara ilişkin bir örneğe şahit olduk. Özgür Şef Steak
House mutfağının garaja açılan; mal kabulü ve paket servis
için kullanılan bir arka kapısı var. Restoranın önünden
geçerken yanımıza gelen bir mahalle sakini röportajı bölerek
bu konu hakkında bir açıklama istedi. Bu tür girişimlere alışkın
olduğunu gözlemlediğimiz Özgür Şef ise bunun herhangi
bir sıkıntı oluşturmayacağını belirtti ve mutfağa inerek bizzat
ortamı kendisinin görmesini teklif etti. Bu olayın ardından
değerlendirmeler, Özgür Şef’in ağzından: “Çevre kirliliği
yaratmamak için 50 bin dolarlık havalandırma sistemi kurdum.
Yine bir mahalle sakini, restoran yoğun olarak çalışmaya
başlayınca “Kokudan duramayacağız” diyerek şikâyete geldi.
Kendisiyle çatıya çıkarak havalandırmanın kapağını açtım “Ne
kokuyor?” diye sordum. “Limon” cevabını verdi. Çünkü bacanın
içinde, dumanı duşlama sistemiyle yıkayan 1,5 ton su var.
Suyun içine limon esansı koyuyoruz. Başka bir şey kokması
mümkün değil. Biraz önce şahit olduğunuz olay da bunun gibi
nice örnekten sadece biri… Biz burada kaliteli hizmet vermeye
çalışıyor ve tüm detayları iğneyle oya yapar gibi işliyoruz.
İnsanlar hata yapabilir, ama önemli olan, hatayı yaptıktan
sonra nasıl bir tavır takındığınız. Ben işin doğrusunu insanlara
anlatmak ve küçük problemler büyümeden onları çözmek
zorundayım. Tek isteğimiz, insanların, tüm ön yargılardan uzak
bir şekilde bu çabamızı görmesi ve emeğe saygı göstermesi."
17
18
SAĞLIK
SAĞLIK
Ruhunuzu besleyin
Beslenme alışkanlıklarınızla ruhsal durumunuz arasında doğrudan bir ilişki olduğunu biliyor
muydunuz? Badem ve ceviz yiyerek öfkenizi kontrol edebilirsiniz örneğin…
Hayal kırıklığına uğramamak içinse enginar yiyin.
Y az mevsiminin içimizi açtığı,
bize huzur ve mutluluk
verdiği bugünlerde, duygu
dünyamızı dört mevsim
kontrol edebileceğimizi bilmek,
kendimizi daha da iyi hissetmemize
neden olacaktır.
Kimi zaman bizi hastalıklardan
koruyan kimi zaman çok ya da az
yenmesiyle hastalıklara neden olan
besinler, hayatımızda çok önemli
bir yer tutuyor. Besinler, biyolojik
olarak hastalıklara karşı vücudun
savunma gücünü artırmasının yanı
sıra, ruhsal bazı problemlerin ve
stresin tedavisinde de etkili... Bu
problemleri yok etmek, en azından
etkilerini azaltmak için bilinçli bir
beslenme programı uygulamak
gerekiyor.
Beslenme uzmanları, kendinizi yorgun hissediyorsanız
sebze ağırlıklı beslenmenizi öneriyor. Ancak sebzeleri çiğ
olarak tüketmeye ve yavaş yemek
yemeye özen göstermek, bu
besinlerin olumlu etkilerini artırıyor.
Yağlı tohumlar, özellikle
fındık, ceviz ve fıstık, agresifliğin
azaltılmasında etkili olan
yiyecekler… Hayal kırıklığına
karşı ise enginar ve kereviz
oldukça yararlı… Domates, biber,
patlıcan ve patatesin yalnızlık
duygusunu hafiflettiğini belirten
uzmanlar, depresyon durumunda
az miktarda çikolata, şekerli ve
sütlü tatlılar öneriyor. Özgüven
eksikliğini onarmak için C vitamini
deposu olan yiyeceklerin tercih
edilmesi gerekiyor. Aşırı öfke
halinde ekmek, makarna, sebze,
meyve yenmesi; kırmızı et ve
kafeinli içeceklerden kaçınılması
gerekiyor. Uzmanlardan küçük bir tavsiye daha: Aşk acısı
çekiyorsanız, şeker ve pirinçten uzak durun.
HANGİ BESİN NEYE İYİ GELİYOR?
Yorgunluk: Bezelye ve havuç, yorgunluğa karşı birebir. Taze
sıkılmış meyve suları ve evde yapılan meyveli yoğurtlar da aynı
etkiyi gösteriyor.
Yalnızlık: Domates, biber, patlıcan ve patates yalnızlık
duygusunu hafifletiyor.
Endişe: Vücutta aşırı sıvı kaybı olacağından hafif çorba,
komposto, meyve suyu içilmesi gerekiyor.
Hayal kırıklığı: Sebzeler hayal kırıklığını hafifletici etki
içeriyor. Özellikle enginar ve kereviz, hayal kırıklığı dugusuna
karşı çok etkili.
Depresyon: Çok fazla olmamak kaydıyla çikolata, şekerli ve
sütlü tatlılar öneriliyor.
Çekingenlik: Kuru baklagiller ve fosfor açısından zengin
besinler tüketmek gerekiyor.
Özgüven: Yeşil biber, maydanoz, haşlanmış patates ve
kuşburnu insanın özgüvenini kuvvetlendiren yiyecekler
arasında yer alıyor.
Agresiflik: Yağlı tohumlar, özellikle fındık, ceviz ve fıstık
yenmesi gerekiyor.
Aşırı öfke: Ekmek, makarna, sebze, meyve öfkenizi
azaltmaya yardımcı oluyor. Kırmızı etten ve kafeinli
içeceklerden ise kaçınmak gerekiyor.
19
RÖPORTAJ
YAŞAR ÜNİVERSİTESİ
Üniversitelerin sahip oldukları kaynakları belirleyen
bilim üretme kabiliyetidir
Kurulduğu 2001 yılından bu yana yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı üniversiteleri
arasında yer almayı hedefleyen Yaşar Üniversitesi, üniversite eğitiminde uluslararası düzeyde
prestij kurumu olan CEA’nın akreditasyon verdiği, Türkiye’de ilk üniversite oldu.
S elçuk Yaşar Spor ve Eğitim Vakfı tarafından kurulan, 20012002 akademik yılında faaliyete geçen ve ilk öğrencilerini
2002-2003 döneminde alan Yaşar Üniversitesi, Alsancak
ve Bornova/Ağaçlıyol olmak üzere iki kampüste, 4 bin 683
öğrencisine, 434 öğretim elemanıyla eğitim veriyor.
Yaşar Üniversitesi’nin kısa zamanda katettiği yol, 2007 yılında
Yaşar Üniversitesi Rektörü Murat Barkan
20
Murat Barkan’ın rektörlük görevini üstlenmesiyle hız kazandı.
Bir röportajında “Ben hangi üniversitede görev yapsam hep
inşaat vardır” diyen Barkan, bu geleneği Yaşar Üniversitesi’nde
de sürdürdü. Kampüsü tasarlarken tüm Yaşar Üniversitesi
öğrencilerine, idari personeline ve öğretim üyelerine, nasıl
bir kampüste öğrenmek, öğretmek ve çalışmak istediklerini
RÖPORTAJ
sordu. Gerçekleştirilen tasarım sonrasında kampüste limon
ve zeytin ağaçlarına kadar onların özlem ve ideallerini dikkate
aldı. Toza toprağa bulanarak, Bornova/Ağaçlıyol Kampüsü’nün
kurulmasına öncü oldu. Yetmedi, hazırlık öğrencilerinin eğitim
gördüğü Alsancak Kampüsü’nü Bornova’ya taşıyacaklar. Ekim
2012’ye kadar yetiştirmeyi plandıkları bu proje, üniversitenin
çehresini değiştirecek. Murat Barkan’ın enerjisi, ekibine olan
inancı ve bir eğitim kurumunu “eğitim kurumu” yapan “bilim
iddiası”ndaki tutkusu ise Yaşar Üniversitesi’nin gücüne güç
katmaya devam edecek.
Göreve başladığınız 2007 yılından bu yana Yaşar
Üniversitesi’nde neler değişti? Çünkü genel algı, sizin
göreve gelişinizle birlikte Yaşar Üniversitesi’nin önemli bir
yol katettiği yönünde…
Ben Yaşar Üniversitesi’ne Anadolu Üniversitesi’nden transfer
oldum. Oradaki yapıyı, kente neler kazandırdığını biliyorsunuz. O
süreçlerin hep içindeydim. Burada, Anadolu Üniversitesi’ndekine
benzer bir ruh ve özlemleri daha da ileri olan bir kadro vardı.
Bir akademik kurumla yeni çalışmaya başladığımda, önce
oranın kırılma noktalarını anlamaya çalışırım. Yaşar Üniversitesi’ni
var olan potansiyeliyle İzmir, Ege, Türkiye ve uluslararası camiada
nerede konumlandırabileceğim, bu potansiyelin üzerine ne
koyabileceğim konusunda bir buçuk yıl süren bir SWOT analizi
yaptım. Gördüm ki, bir bilenmişlik; sahip olduklarının çok daha
ötesini hak ettiğini düşünen öğrenci, veli ve akademik kadro
üçgeni var. Bu üçünü bir araya getirdiğinizde zaten size bir yol
haritası çıkarıyorlar. Bizim yapmamız gereken de o yolu algılayıp,
o yolda gidebilmekti.
Yaşar Üniversitesi’nde olup da diğer üniversitelerde
olmayan artılar nedir?
Yaşar Üniversitesi’nin rektöründen kat görevlisine kadar
herkes birbiri için çalışır. Biz burada, gerekmeyen hiçbir hiyerarşi
unsurunu barındırmadık. Bu sayede çok hızlı yürüyebiliyoruz. En
önemlisi, bizi sürekli ardımıza bakmak zorunda bırakmayan bir
üst iradeyle çalışıyoruz. Kurucumuz ve Onursal Başkanımız Sayın
Selçuk Yaşar, bu sarsılmaz iradenin temsilcisi ve bayraktarı oldu.
Mütevelli heyetimizi oluşturanlar, bu irade ve öngörüler açısından
gerçekten çok özel insanlar. Bulundukları kurumlara, hatta
bölgelerine bir kimlik kazandırıyorlar. Bu kimliğin iradesi bizim
her zaman arkamızda durdu ve bize yeni vizyonlar açtı.
Buraya gelen öğrenciler, 18 yılını bu üniversiteyi hak etmek
için harcıyor. İşin zaman, emek ve para maliyeti var. Bu unsurlar
öğrencinin lehine, kâra dönmeli. Üniversitelerin, öğrencilerin
geleceğine bir yatırım olduğunu algılamak, bu geleceği önermek,
taahhüt etmek ve gerçekleştirmek durumundasınız.
Bölgesel özelliklerin üniversitelere sağladığı avantajlarla
ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? İzmir, Yaşar
Üniversitesi’ne; Yaşar Üniversitesi, İzmir’e neler kattı?
Üniversitelerin yaydığı pozitif etki, yakından uzağa doğru
gider. Uzaktan beslenir, oradan aldıklarını, verim anlamında
yakından uzağa doğru götürür. Yaptığım SWOT analizinde
İzmir’in neresine seslenebileceğimiz konusu da vardı. İzmir
çok çeşitli kültürlerin buluştuğu, ayrıca eğitim düzeyi ve sanat
duyarlılığı yüksek bir kent. Öncelikle bu şehrin yaptıklarınıza ve
yapacaklarınıza ikna olması gerekiyor. “İzmirliye ne katkın var?”
diye sorulduğunda verecek bir cevabınızın, akademik ve idari
açılımınızın tamamında bir sanat ön sözünüzün olması lazım.
Spor aktiviteleri düzenlerken, İzmir’i İzmir yapan Körfez’de bir
tekneniz yüzecek. Karaburun’un harap olmuş zeytin atölyesi için
kaynak üretip, o atölyeyi restore ederek çalışır hale getireceksiniz.
Selçuk’un tütün deposundan bozma yerini Kent Belleği Müzesi
haline dönüştüreceksiniz. Karşıyaka’nın, denizden bakınca
en belirgin unsurlarından olan Nikâh Dairesi’nin restorasyonu
konusunda söz sahibi olacaksınız. Dolayısıyla İzmir’e bir mesaj
vereceksiniz, ondan sonra İzmirli sizi kabul edecek.
Yaşar Üniversitesi Dağcılık Kulübü üyesi öğrencileriniz
Van’a yardım için bir ekip kurarak deprem bölgesine gitti.
Ayrıca depremzedeler için yardım kampanyası başlattınız.
Bu yardımlaşma ruhunu üniversitenize kazandıran nedir?
Kendi içinden motivasyon üreten öğrencilere sahibiz ve bizi
biz yapan bir bilim iddiamız var. Başka üniversitelerde olmayan
bir Bilim Kültürü bölümümüz bulunuyor. Buraya dışarıdan
öğrenci almıyoruz ancak Yaşar Üniversitesi’ne gelen her öğrenci,
bilim kültürünün önerdiği zorunlu dersleri almak durumunda.
Tasarım, proje, araştırma kültürü, insan bilimleri, etik ve estetik
dersleri veriyoruz. Bunun dışında, bir kredilik sosyal sorumluluk
projesi dersimiz var. Bu okulun öğrencileri 2011 yılına kadar
2 binin üzerinde sosyal sorumluluk projesi hayata geçirdi.
Öğrencilerimize, “Kampüsün dışındaki hayat, bir başkasının
hayatı değil. Buna sorumlu ol” demeye çalışıyoruz.
Van konusuna dönersek, öğrencilerimiz benimle görüştü ve
Van’daki depremzedelere destek olmak istediklerini belirttiler.
Yardımlarına da hâlâ devam ediyorlar. Çok yakın bir zamanda,
bizim tempomuza uymayan bilgisayarlardan bir kısmı Van’a
götürüldü ve sınıflara kuruldu. 2 bin 500 tane kitabı bizzat
kamyonlarla kendileri götürdüler ve ilkokulun kütüphanesine
yerleştirdiler. Bu çalışmaların hiçbirini duyurmak ve sansasyonel
olmak istemediler. Aslolan oradaki insanların, buradaki bilim
yuvasının desteğini algılamaları. Olması gerekirken olamayan ne
varsa, bizim öğrencilerimizin dikkatini çekiyor.
Bu çalışmalara siz de kaynak sağlıyorsunuz. Peki
bu noktada sormak istiyorum, vakıf üniversiteleri,
sahip oldukları maddi kaynaklar bakımından devlet
üniversitelerine göre daha mı avantajlı?
Üniversitelerin sahip olduğu kaynakları yaratan, onların bilim
üretme kabiliyetidir. Üniversite eğitiminde uluslararası düzeyde
prestij kurumu olan Commission on English Language Program
21
RÖPORTAJ
YAŞAR ÜNİVERSİTESİ
Accreditation (CEA) Türkiye’de ilk kez Yaşar Üniversitesi
Yabancı Diller Yüksekokulu’na yabancı dil eğitimi alanında
akreditasyon verdi. Böylece Yaşar Üniversitesi, dünyada ilk
100 üniversite arasına girerken Türkiye’de de bir ilke imza attı.
Bunu başarabilmek için biliminizi ortaya koymanız lazım. Biz
bunu yapıyoruz. Üniversitelerden şikâyet edilerek hiçbir yere
gelinemez. “Kaynak yaratamıyorum” diyen üniversiteye “Yazık
sana” demekten başka şansım kalmaz. Sorunlarınıza çözüm
üretecek aklı, fikri, bilimi sergileyebilmelisiniz.
ÖSYM’nin açıkladığı rakamlara göre geçen yıl, 66
bin 859 kontenjan boş kaldı. Bu durum, geçmiş yıllarla
kıyaslandığında yükseköğretim talebinin yükseköğretim
arzına oranla düştüğünün bir göstergesi… Bu gerilemeye
ilişkin olarak hangi etkenlerden bahsedebiliriz?
1990’lara kadar nüfus artış hızı 1,6 ile 1,8’ler arasındaydı.
2008’e gelindiğinde bir tarama daha yapıldı ve nüfus artışımızın
0,8 oranında azaldığı görüldü. Bu noktada bir de karşı veriyi
okuma ihtiyacı doğuyor. Doğumların ölümlere oranı… Ölümler
doğumlardan daha fazla oluyorsa, siz yaşlanıyorsunuz, yani genç
nüfusunuz ve yükseköğretim talebiniz azalıyor demektir. Bu
etkenlerin içinde ekonomik nedenler ve kalite beklentisinin artmış
olması da var. Seçenekler fazlalaştığında ondan yararlanacak
olanın beklentileri de artar. Sorgulamanın artması, bu hizmeti
verecek olanların daha iyisini yapma hedefini yükseltir.
22
Talebin azalmasının doğuracağı riskler nedir?
Sayısı, büyük bir hızla artan üniversiteler kapanmaya
başlayacak. “Çamurdan olsun, ama bir üniversitem olsun”
döneminde değiliz. Artık, Türkiye’deki üniversiteler arası rekabet
de yetmez. Uluslararası arenada yarışıyor olmanız lazım.
Bu noktada, bilim turizmi konusunda Türkiye’nin
konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Küresel ölçekte
yaşanan ekonomik ve sosyal sıkıntılar Türkiye’nin albenisini
artırıyor diyebilir miyiz?
Türkiye, yükseköğretim talebini besleyecek nüfus
artışına sahip, ama bu kadar arzı olmayan ülkelerle sınırdaş…
RÖPORTAJ
Türkiye’nin batı komşuları ise arzı yüksek olan ülkelerden
oluşuyor. 11 Eylül süreci ve ekonomik krizler, Türkiye’yi bilim
turizmi konusunda daha cazip hale getirdi. Türkiye’nin bundan
sonra gideceği yön orasıdır. Sahip olduğunuz bilim gücü ve
kadro kaliteniz, sizin çekim alanı haline gelmenizi sağlıyor.
Kontenjan açıklarını tamamlayabilmek için bunu sağlamanız
ve kalite çıtanızı yanlış yerlere koymamanız gerekiyor. Kendi
ülkesinde de güçlü üniversite altyapısı olan yerden öğrencileri
çekme iddiası, sizin kalitenizi en az onlar düzeyine çıkarmanız
demektir.
Ekim 2011 tarihinden itibaren üniversite kampüslerinde
ve yurtlarında yemek hizmetini Sofra Grup’tan almaya
başladınız. Sofra Grup’la çalışmaya karar vermenizde etkili
olan unsurları öğrenebilir miyiz?
Biz bir dönem Sofra Grup’la ortaklık yürütmüş, ancak
çalışmamıza ara vermiştik. Yeni dönemde, bizim taleplerimizi
fazlasıyla gerçekleştireceğini söyleyen bir Sofra’yla karşı
karşıyaydık. Şu ana kadar güzel bir iş birliği devam ediyor. “Bize
sadece yemek satacağız demeyin, ya birlikte batacağız ya birlikte
çıkacağız” dedik. Onlar da yalnızca sözleriyle değil, davranışlarıyla
da bize bu güvenceyi verdi. Uzun vadeli bir yürüyüşte, güvenilir
ve diyalog hatlarımızın açık olacağı bir iş birliğine ihtiyacımız
var. Sorun yaşarsak da oturup konuşabileceğimiz bir paydaşlığı
sürdürüyoruz.
23
GEZİ
24
PRENS ADALARI
GEZİ
Tek taraflı aşk
“Prens Adaları”
İstanbul’un aslında ne kadar güzel bir şehir olduğunu bize hatırlatan, denizin
düş bahçeleridir Adalar… Adıyla müsemma bir prens zarifliğinde reverans
eder, siz denize doğru yol alırken usulca çekilir sınırlarına…
Ardınıza bakakalırsınız karşılıksız bir aşkla…
İ stanbul’da yaşayanlar için ne kadar yakın, ama bir o kadar da uzak bir adrestir Adalar.
Şehrin boğucu ortamından sıkıldığınızda sığındığınız; otomobil denen ejderhanın henüz
adım atmadığı, aleviyle yakmadığı ve rahat nefes aldığınız bir kaçış diyarıdır. Ama her
seferinde geri dönersiniz. Ne kadar özenseniz de orada yaşamak uzak bir ihtimaldir sizin
için. Belki de öyle olsun ister; Adaları, karşılıksız bir aşkla seversiniz.
Prens Adaları, Marmara Denizi'nde, hepsi İstanbul'un bir ilçesi olarak kabul edilen adalar
grubudur. Adını, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, hükümdar ailesinden birçok kişinin
sürgün yeri olmasından alır. Osmanlılar döneminde ise, topraklarının renginden esinlenilerek
“Kızıladalar” olarak isimlendirilir. Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalı olmak üzere dört
büyük, Sivriada, Yassıada, Tavşan, Sedef ve Kaşık olmak üzere beş küçük adadan oluşur. Çam
ormanları, kır kahveleri, kafeleri ve faytonlarıyla, adalar, başka bir diyardır; bir başkadır…
BÜYÜKADA
Dokuz kardeşin en büyüğü… Denizin ortasında, cüssesinin gölgesine aldığı kardeşlerine
güven vermek istercesine duruyor, sakin ve huzurlu… Yokuşlara inat çıkılan tepeleri, belki
biraz ironik olsa da doyumsuz “Adalar manzarası”yla, sakinleri için gösterişli bir ev sahibidir
Büyükada…
Keyifli bir vapur yolculuğunun ardından tarihi iskeleye yanaşan vapurdan inince, küçük,
ama cıvıl cıvıl çarşı meydanı karşılar sizi… Sola doğru kıvrılan yolda adanın balık restoranlarını;
çarşının içine doğru girdiğinizde birahaneleri, midye tavacıları ve kafeleri ezber edersiniz.
Yolu, iskelenin sağına doğru adımladığınızda ise fayton durakları çıkar karşınıza… Ver elini
Büyükada…
Eski adı Prinkopo olan ve 1984 yılında sit alanı ilan edilen adanın en önemli simgesi, Aziz
George adına, 1751 yılında inşa edilen Aya Yorgi Manastırı... Adanın en yüksek noktalarından
birine konuşlandırılmış olan ve Hıristiyanlar tarafından iki hac noktasından biri olarak kabul
edilen manastır her yıl, Ortodoks mezhebinde “Yorgo”ların isim günü olarak anılan 23 Nisan’da
ve bir azize olan Ayie Thekla’nın anıldığı 24 Eylül’de ziyaretçi akınına uğruyor. Hıristiyan
inanışına göre; Aya Yorgi'ye yürüyerek çıkan insanların ulaşmış olduğu yarı hacılık mertebesi,
Efes'te bulunan Meryem Ana’nın evini ziyaret ederek tamamlanıyor.
Büyükada, Türk romancılığının en önemli isimlerinden Reşat Nuri Güntekin’in de sığınağı
olmuş. Güntekin’in Maden Mahallesi’ndeki evi müze haline getirilerek, ziyarete açılmış.
Büyükada’da bir diğer önemli mekân da Sovyet lider Stalin tarafından sürgün edildikten sonra
1929-1933 yılları arasında Büyükada’da yaşayan Lev Troçki'nin evi… Nizam Mahallesi'nde yer
alan ev de ada ziyaretçilerinin uğrak yerlerinden…
25
GEZİ
PRENS ADALARI
HEYBELİADA
Yüz ölçümü olarak Büyükada’dan sonra
gelen Heybeliada, doğal bitki örtüsü bakımından
en zengin ada olarak betimleniyor. Eski adı
Halky, yani bakır olan ada, uzun yıllar Çam
Limanı'nda bakır madeni işletilmesinden dolayı
bu ismi almış.
Ben bilmiyordum... Meğerse Heybeliada'nın
kuş bakışı görüntüsü, bir kuşun profiline
benziyormuş. Yakın zamanda gerçekleştirdiğim
bir uçak seyahatinde, bu bilgiyi teyit etme
imkânım oldu. Heybetli bir kuş görüntüsündeki
Heybeliada, yemyeşil doğasını da kuş bakışı seyir zevkinize ortak etmekte son derece
maharetli...
Yesari Asım Arsoy'un, "Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık" dizelerini müzikle
buluşturmasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. Ama ne Heybeli, mehtabın en
güzel izlendiği ada olma özelliğini kaybetti ne de dost meclisleri "sandalları neşe dolmadan"
bitirdi sohbetleri... Nurullah Ataç, "her gece mehtap mı olur" diye eleştirmiş diyorlar. Türkiye'nin
belki de gelmiş geçmiş en önemli edebiyat eleştirmeninden bahsediyoruz, değil mi?
Heybeliada’da turistlerin en çok ilgi gösterdiği mekân, bugün Rum Lisesi olarak faaliyet
gösteren Ruhban Okulu… Adadaki en önemli tarihi yapılardan olan okul, 13 bin adet kitabın
bulunduğu kütüptanesiyle de dikkat çekiyor. Heybeliada’da öne çıkan bir diğer özellik
de ikliminin sağlığa faydalı olduğu yönündeki görüşler. Bu düşüncenin temeli 16. yüzyıla
dayanıyor. 3. Mehmet döneminin İngiliz elçisi Edward Burton, tüberküloza yakalanmasının
ardından nekahat dönemi için Heybeliada’ya geliyor. Bunu takip eden yıllarda da adanın gür
bitki örtüsünün, verem hastalarının tedavisinde yararlı olduğu görüşü hakimiyet kazanıyor. Bu
görüşü destekleyen en önemli gösterge de 12 Haziran 1924’te Türkiye’nin ilk verem hastanesi
Heybeliada Sanatoryumu’nun açılması oldu. Atatürk’ün emriyle açılan hastane, Çam Limanı'na
bakan bir tepede, İsviçre'deki bir sanatoryum model alınarak inşa edildi. Başlangıçta 16 yatak
kapasitesiyle hizmet veren hastaneye 1940'lı yılların ortalarında bir bina, ardından da idari
binalar ve lojmanlar ilave edildi. Zaman içinde imkânları genişleyen, çam ormanları içindeki bu
hastane dönemin en iyi tedavi şekline sahipti.
Yıl 2005… İstanbul Sağlık Müdür Vekili Uzman Dr. Mehmet Bakar, deniz yoluyla ulaşımın
zorluğu ve yeterli hasta bulunmaması nedeniyle hastanenin kapatılacağını ve şehir içine
nakledileceğini açıkladı. 1 Ağustos 2005 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın verdiği onayla
Heybeliada Sanatoryumu’nun, kadrosu ve tıbbi donanımı ile Süreyyapaşa Göğüs Kalp ve
Damar Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne nakledilmesi kararı verildi. 30 Eylül 2005
tarihinde bu emektar hastane tarih sayfalarındaki yerini aldı. Bir daha açılmamak üzere…
BURGAZADA
Burgazada deyince benim aklıma Sait Faik gelir… Modern Türk hikâyeciliğinin en yenilikçi
ismi Sait Faik Abasıyanık, uzun yıllar Burgazada’da yaşadı. Yazarın vefatından sonra Çayır
Sokak 15 numaradaki evi, annesi Makbule Abasıyanık’ın isteğiyle müzeye dönüştürüldü ve 22
Ağustos 1959’da açıldı. Darüşşafaka tarafından onarılan köşkte yazarın eşyaları, fotoğrafları,
kitapları, yazıları sergileniyordu. Geçmiş zaman eki kullanıyor olmama şaşırmayın. Çünkü Sait
Faik Abasıyanık Müzesi 2009 yılından beri kapalı. Müzenin bahçesinde yer alan tabelada “Sait
Faik Müzesi tadilat çalışmalarının uzaması nedeniyle Mayıs 2012'ye kadar ziyarete kapalıdır”
yazıyor, ancak bunca zamandır, binada tadilat yapıldığına dair bir ize rastlanmıyor. İnsan
düşünmeden edemiyor. Koca bir tarihi daha tarih mi yapıyoruz diye…
Üçüncü büyük ada olan Burgaz’ın bilinen en eski adı, Antigoni... MÖ 298’de Makedonya Kralı
Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos’un oğlu Dimitrios, Burgazada’da babasının adına
26
GEZİ
bir kale inşa ettirdi ve adaya Antigoni adını verdi. Fetihten
sonra Türkler, Rumca “kale burcu” anlamına gelen pirgos
kelimesinden esinlenerek Burgaz ismini kullanmaya başladı.
Burgazada’ya vardığınızda vapurdan iner inmez bir
park; parkın sol tarafında sıra sıra kafe ve pastanelerle
karşılaşırsınız. Sağ tarafta ise adayı keyifle gezmenize
yardımcı olacak fayton duraklarını bulabilirsiniz. Hristos
Manastırı, Aya Yani Kilisesi, Avusturya Saint Georges
Hastahanesi, Ayios Yeoris Manastırı gibi birbirinden
önemli tarihi yapıları gezi rotanıza eklemenizi öneririm.
Burgazada, diğer adalara kıyasla sakinliği ve
tenhalığıyla öne çıkar. Doğal yapısı ile tam bir trekking
ortamı sunan adada iki tarafı ağaçlarla bezenmiş
patikalardan yürür, kendinizi bir anda adanın arka
tarafında, meşhur Kalpazankaya’da bulursunuz. Denizin
kayalıklarla dansına şahit olduğunuz, buz gibi biranızı
içerken rüzgârın ıslığını duyduğunuz Kalpazankaya, Burgazada’nın kalbidir. Kıyı boyunca
uzanan Gezi Caddesi ve İsa Tepesi de ruhunuzu dinginleştirir.
KINALIADA
İstanbul’a en yakın mesafede bulunan Kınalıada adını, ada toprağının kızıla çalan
renginden alıyor. Vapurla kara parçasına yaklaşırken neredeyse adayı çepeçevre saran
kumların rengini fark ediyorsunuz. Ancak adanın daha eski zamanlarını bilenler, toprağın
renginin giderek değiştiğini ve özelliğini kaybettiğini söylüyor.
Kınalıada demek, güneş, deniz ve plaj demek. Diğer adalardan çok daha uzun
plajlara sahip olan Kınalı’da çok fazla tesis bulunmuyor. Bunun nedenini anlamak zor
değil. Ada halkı, Kınalı’nın kalabalıklaşmasını ve kendine özgü yapısının bozulmasını
istemiyor. Adalar kültürünün en önemli parçası olan faytonlar dahi Kınalı’da yok. Gezmek
istiyorsanız ya bisiklete biniyorsunuz ya da yürüyüş yapmanın tadına varıyorsunuz. Diğer
adalardan farklı bir özelliği de Kınalıada’da tarihi yapıların diğerlerine nazaran daha az
olması. Bu yeni yapılaşmanın ada ruhuna uygun bir çizgide olduğu noktalar da var. Ama
apartmanların boy göstermeye başladığı da gözden kaçmıyor. Kınalı’daki tarihi yapılar
Hristos Manastırı, Aşağı Manastır, Ermeni Kilisesi, sarnıçlar ve eski taş ocaklarından
oluşuyor.
Su Sporları Kulübü, Kınalıada’nın en önemli simgelerinden. Buradaki olimpik yüzme
havuzu, her yıl birçok yarışa ev sahipliği yapıyor. Bir önemli durak da Dondurmacı
Yücel… Adanın meşhur
dondurmacısı Yücel’in, kendi
gibi meşhur gül şeklindeki
dondurması serin bir lezzet
olarak damağınızı şenlendiriyor.
Son bir not da adada geçen
keyifli saatlerin büyüsüne
kapılıp vapuru kaçırma ihtimali
olanlara… Kınalıada’da çok fazla
sayıda otel ya da pansiyon yok.
Önceden önlem almadıysanız
akşam olunca son vapuru
kaçırmadan şehre dönmeyi
ya da diğer adalara geçmeyi
unutmayın.
27
HOBİ
BİSİKLET
Bedenin
doğayla
dengesi...
Karne sevincinin tamamlayıcısıydı bisiklet
uzun yıllar önce; yer çekimine meydan
okumanın ilk gururuydu... Şimdi ise
her yaz tazelenen bir sevinç; rüzgâra karşı
hep kazandığınız bir mücadele...
28
HOBİ
B u aylarda, Adalar’a yolunuz düşerse, her geçen gün caddelerin yeni otomobillerle dolup
taşmasına nispet yaparcasına, sokaklarda boy gösteren bisikletleri görürsünüz. İşine giden,
açık havanın tadını çıkarmak isteyen onlarca kişi, pedallara asılır. Yalnızca Adalar’da değil
elbette… Örneğin Avrupa’nın birçok kentinde bisiklet, günlük hayatın çok önemli bir parçasıdır.
Bisiklet otoparkı bulunan bir şehir olabilir mi mesela? Amsterdam’da var. Rakamlar, Amsterdam’da 600
bin bisiklet olduğunu ortaya koyuyor. 400 kilometre de bisiklet yolu…
Bu çarpıcı rakamlar, bisikletin kimi insanlar için bir hobi olmaktan öteye geçtiğini, şehir için bir kültür
simgesine dönüştüğünü vurguluyor. Çünkü bisiklet, otomobile göre çok daha basit bir makinedir.
Uzun ve pahalı bir bakım gerektirmez. Kendisinin on misli ağırlığında yük taşır, az yer kaplar, hiçbir
taşıtın giremediği yerlere girmenize olanak tanır. Otomobilin alternatifi olmasını, özellikle büyük
şehirlerde yaşayan ve iş yerine ulaşmak için saatler harcayan biri için bekleyemeyiz elbette… Ancak kısa
mesafelerde sağlayacağı avantajlar göz ardı edilemez. Çünkü bisiklet kullanırken, saatte 20 kilometrelik
bir hıza ulaşmak için, yürürken harcadığınız kadar enerji sarf etmeniz yeterlidir.
Bunların da ötesinde, gitgide telaşı artan çağımızın aceleci çocukları için bisiklet, özgürlük ve
iç huzurun timsalidir. Kontrolün sizde olduğu, doğayla denge kurduğunuz bir araçtır. Tek haneli
yaşlarınızdan itibaren sizi hiç terk etmeyecek yol arkadaşınızdır.
29
HOBİ
BİSİKLET
HASTALIKLARLA “EĞLENEREK” SAVAŞIN
Bisiklet, eğlenceli bir hobi olmasının yanı sıra, en sağlıklı
yolculuk araçlarının da başında geliyor. Bisiklet kullanırken
vücut ağırlığının yaklaşık yüzde 70’ini bisiklet selesi taşıyor.
Bu durum, yürürken ya da koşarken bedeninin ağırlığını
taşımakta zorlanan ve çabuk yorulan kilolu insanlar için vücut
performansını artırmada, dolayısıyla da kilo vermede verimli bir
yol.
Hareketli bir yaşamın kalp krizini ve diğer kalp
rahatsızlıklarını önlemede ne kadar etkili olduğunu hepimiz
biliriz. Kalp hastalıklarının tedavisinde hafif bisiklet egzersizleri
önemli bir yer tutuyor. Bisiklet sayesinde, nabız ve hacim gibi
en önemli kalp işlevlerinin yanı sıra kan deveranı da olumlu
etkileniyor. Düzenli fiziksel aktivite ile kalp krizi riski yüzde
50 düşüyor. Kalp hastalıklarına karşı en uygun seviye olarak
bisiklet veya başka sporlarla, haftada 2 bin kalori yakılması
öneriliyor.
Bisiklete binmek düzenli, ritmik hareketleri nedeniyle insanı
rahatlatan bir etkiye de sahip. Bu yönüyle stresten kurtulmaya
yardımcı oluyor. Bisiklete bindiğinizde ortalama 30 dakika
sonra vücudunuz endorfin salgılamaya başlıyor. Bu hormon,
depresyona ve diğer psikolojik sorunlara iyi geliyor.
BİSİKLET DÜNYASI
“İki tekerlekli bir araç” deyip
geçmeyin. Kullanım amaçlarına göre bisiklet tam dokuz
kategoriye ayrılıyor. Birçoğumuzun hobi olarak kullandığı, ince
tekerlekli, naif ve asfaltta sürüşe yönelik yapılmış yol bisikletinin
dışında daha sportif amaçlar için kullanılan bisikletler de var.
Dağ bisikleti: Sağlam gövdeli ve dayanıklı parçalardan
yapılmış, daha kalın lastiklerin kullanıldığı, arazi şartlarına
uyumlu dağ bisikletlerinin ön süspansiyonlu, ön ve arka
süspansiyonlu, süspansiyonsuz modelleri bulunuyor.
Süspansiyon çeşidine göre bisikletin kullanım alanı da
değişiyor.
Tur bisikleti: Teker çapı 622 milimetre ya da 559 milimetre
olan bu bisikletler, uzun yollarda kullanılmak üzere üretiliyor.
Ön ve arka kısımlarında çanta taşıma imkânı bulunan tur
bisikletlerin en temel amacı, uzun mesafelerde binicisini ve
onun eşyalarını taşıyabilmek.
Şehir bisikleti: Çoğu zaman ön ve arkalarında
sepetleri, dinamolu
u ışıklandırmaa sistemleri bulunuyor.
gençAvrupa'nın pek çok yerinde gen
nçyaşlı insanlar şehir içinde
30
HOBİ
BİSİKLETİN KISA TARİHİ
ulaşımlarını sağlamak ya da yük taşımak amacıyla şehir
bisikletlerini kullanıyor.
BMX bisikletleri: “Asıl amacı akrobasi ve bazı
özel yarışlar olan, sağlam yapılı bisikletler” olarak
tanımlanıyor. Bu bisikletler 1980'li yıllardan itibaren
ortaya çıktı ve bütün dünyada popülerlik kazandı.
Tandem: İki sürücünün aynı anda binmesine
olanak tanıyan bisikletler, tandem olarak adlandırılıyor.
Tandemlerden uzun turlardan kısa arazi yarışlarına
kadar pek çok farklı alanda faydalanılabiliyor.
Yatay bisiklet: Bu bisiklet türlerinde, sürücüler
arkasına yaslanmadan, hatta bazı durumlarda yatar
pozisyonda durabiliyor. Türkiye'de yaygın olmayan
yatay bisiklet terimi, son yıllarda sportif amaçlı
kullanılan bisikletleri tanımlamak için kullanılıyor.
Unisiklet: Sadece tek bir tekeri olan bisikletler
de var. İki teker karşılığı olarak İngilizcede "bicycle"
kelimesi kullanılırken, tek tekerden oluşan bisikletler
"unicycle" terimi ile ifade ediliyor. Diğer dillere de bu
kelime unisiklet olarak geçmiş. Eskiden sirklerde
gösteri amacıyla kullanılan unisikletler, son yıllarda
sokak yarışmalarından unisiklet basketbolu, hokeyi
ve dağ unisikleti anlamına gelen "Muni" kategorilerine
kadar geniş bir alana yayılmış durumda.
İş bisikletleri: Özellikle yük taşımak için üretilen,
yüz kilo ve üstündeki yükleri taşıyabilecek kadar
sağlam olan iş bisikletlerinin iki veya üç tekerlekli
modelleri bulunuyor.
Bisikletin atası, Fransız Sivrac’ın 1791 yılında yaptığı ve
“Celerifere” adını verdiği alettir. İki tekerlekli ve pedalları olmayan
bu alet, sağ ve sol ayakların itilmesiyle ilerleyebiliyordu. 1816 yılında
Badoisli Baron Drais, bu aleti geliştirerek üzerine bir gidon ve sele
oturttu. İskoç Kirkpatrick MacMillan’ın 1839 yılında pedalı bulmasıyla,
makineyi sürerken insan enerjisinden düzgün biçimde yararlanmak
mümkün oldu ve bisiklet bugünkü görünümüne biraz daha yaklaştı.
1842 yılında, Glasgow’a giden MacMillan, farkında olmadan
ilk uzun mesafe bisiklet rekorunu kırdı. Glasgow Herald gazetesi,
MacMillan’ın 64 kilometrelik bir yolculuk sonrası Glasgow’a
geldiğinde bisikleti seyretmek üzere toplanan kalabalıktan bir
çocuğa çarparak durabildiğini yazdı. Polis, bu ilk bisiklet kazası
için MacMillan’ı beş şilin para cezasına çarptırdı. Birkaç gün sonra
MacMillan’ın yeğeni Mary Marchbank, dayısının yaptığı bisiklet ile
birkaç tur attı ve dünyada bisiklete binen ilk kadın unvanını kazandı.
1868 yılında tekerleklerin sert lastikle kaplanıp demirin
çıkartılması sayesinde bisikletin sürati arttı. İlk seri üretim bisiklet
ise “Michaux Company” tarafından yapıldı. Şirket, yılda 140 bisiklet
üretiyordu. Bisikletin büyük ilgi görmesi sonucu Fransa Savunma
Bakanlığı bisiklet üretimine destek verdi ve 1871'de imal edilen
bisikletler Almanya ile yapılan savaşta kullanıldı.
1888’de John Dunlop’un hava dolu lastiği bulması sonucu,
bisiklet tarihinde bir dönüm noktası yaşandı. Tarihte bisiklete en
son eklenen parça ise zincir oldu. Ön tekerleğin gücünü arka
tekerleğe iten zincirli aktarma sistemi ve havalı lastiğin bulunmasıyla
bisiklet bugünkü şeklini aldı.
Modern bisikletlerde çamurluklar, pil ya da dinamoyla çalışan
farlar ve iki tekerleği birden frenleten manivelalı ya da pergelli
frenler bulunuyor. Aksesuarlar arasında, fazladan bir taşıma yeri
olarak arkaya ve öne takılan sepet ile arka tekerleğin iki yanına
asılabilen çantalar yer alıyor. İskelet genellikle lehimlenmiş ya da
kaynak yapılmış, bağlantı yerleri olmayan çelik borulardan yapılıyor.
31
SPOR
TREKKİNG
Adım adım
yerküre…
Yürüyüş yapmak, her yaştan insan için en
hafif ve keyifli sporlardan biri… Ancak her
sporda olduğu gibi yürüyüş yapmanın da belli
bir disiplini var. Dilimize İngilizceden geçen
ve o haliyle yerleşen trekking, işte size tam da
ihtiyacınız olan disiplini sağlıyor.
T rekking, doğal engellerle dolu bir arazi parçasını,
herhangi bir ulaşım aracı kullanmaksızın yürüyerek
aşmak olarak tanımlanabilir. Daha iç açıcı bir tanımı
ise şudur: Özellikle sürekli oturarak çalışan insanlar
için beden sağlığını geliştiren doğal bir egzersiz…
Türkiye’de 1980’lerden sonra gelişme gösteren,
özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların, şehrin
stresinden uzaklaşmak amacıyla yaptığı trekkinge ilgi her
geçen gün artıyor ve bu sporla ilgili çeşitli gruplar oluşuyor.
Başlangıçta doğaseverlerin tek başına veya bir arkadaş
grubuyla yaptığı yürüyüşler, son yıllarda alternatif turizm
faaliyeti olarak görülerek ekonomik yönden de önemini
artırmayı sürdürüyor.
Düzenli olarak gerçekleştirilen yürüyüş sporunun,
insanların vücut ve ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri
olduğu birçok uzman tarafından kabul ediliyor. Yüksek
kondisyona gerek olmaması, sakatlanmaların asgari
seviyede yaşanması, maliyetinin ucuz olması ve her mevsim
yapılabilmesi trekkingi diğer sporlardan avantajlı kılıyor.
32
SPOR
Türkiye’de trekkinge uygun pek çok bölge bulunsa da
genel olarak turlar Toroslar, Kaçkarlar ve Kapadokya olmak
üzere üç ana güzergâhta toplanıyor. Günübirlik turlar dışında,
konaklamalı aktivitelere katılma şansınız da bulunuyor. Yıllardır
hazırladığı ülkesel rehberlerle tüm dünyada takip edilen ve
referans yayın olma özelliği taşıyan Lonely Planet dergisi,
dünyanın en iyi 10 trekking rotasını sayfalarına taşıdı. Listede
Türkiye’den bir rota olmasa da birbirinden güzel yollar, yürüyüş
tutkunlarını bekliyor.
GR20, Fransa: Fransa'ya bağlı Korsika Adası’ndaki bu
rota, Calenzana ile Conca'yı birbirine bağlıyor. Yaklaşık 170
kilometrelik yürüyüş güzergâhı boyunca ormanlar, kraterler,
buzul gölleri, akarsular, bataklıklar ve sarp yamaçlar yer alıyor.
İnka İzleri, Peru: 33 kilometrelik tarihi İnka Yolu, her yıl
binlerce trekking meraklısını bölgeye çekiyor. Kutsal Vadi'den
başlayarak Machu Picchu'da son bulan trekking boyunca,
dağların etrafında üç yüksek geçit aşılıyor.
Pays Dogon, Mali: Parkura göre iki ile on gün arasında
tamamlanan yürüyüş sırasında, çadırlar içinde yaşayan ve
avcılıkla beslenen "ilkel" Dogon köylerinin büyüsü ve sarp
kayalıklar size eşlik ediyor.
Everest Base Kampı, Nepal: Yaklaşık üç hafta süren
yürüyüş, dünyanın en yüksek dağına çıkmak isteyenler
arasında oldukça popüler. Solu Khumbu'da yaşayan köylülerin
önderliğinde gerçekleştirilen yolculuk, özellikle bu yükseklikteki
iklim şartlarına alışana kadar oldukça zorlu geçiyor.
Hint Himalayaları, Hindistan: 24 gün boyunca Spiti ve
Ladakh arasındaki zirvelerde gerçekleşen yürüyüş, eski dönem
ticaret yollarını da kapsıyor.
Overland Yolu, Avustralya: Tazmanya'nın, tarih öncesi
dönemi anımsatan vahşi doğasında gerçekleşen yaklaşık 80
kilometrelik yürüyüş, Cradle Dağı ile St. Clair doğal tatlı su gölü
arasında uzanıyor. Güzergâh boyunca sarp dağlar, dağ gölleri,
geniş ormanlar ve bataklıklar geçiliyor.
Routeburn Yolu, Yeni Zelanda: Yeni Zelanda'nın Güney
Alpleri’ndeki Fiordland ve Mt. Aspiring ulusal parklarında
gerçekleştirilen yürüyüş, üç gün sürüyor. Sınırlı sayıda
katılımcının kabul edildiği yürüyüşü kaçırmamak için birçok kişi,
yolculuk programlarını dikkatle takip ediyor.
The Narrows, ABD: Utah eyaletindeki Virgin Nehri'nde
yüzyıllar boyunca oyulmuş dramatik kanyonlar arasında
ilerleyen ve Zion Ulusal Park'ında yer alan yaklaşık 26
kilometrelik yürüyüş güzergâhını, diğerlerinden ayıran bir nokta
var. Yolun yarısı nehirde geçtiği için bazen yüzmeniz gerekiyor.
Haute Yolu, Fransa-İsviçre: Fransa Chamonix'te başlayıp
İsviçre Zermat'ta yaklaşık iki haftada tamamlanan yürüyüş rotası,
katılımcılarına Alplerin muhteşem manzaralarını sunuyor.
Baltoro Buzu ve K2, Pakistan: 8 bin 611 metre ile
dünyanın en yüksek ikinci noktasını kapsayan bu benzersiz
yürüyüşte Paiju ve Uli Biaho zirvelerine de çıkılabiliyor.
DİKKATİNİZDEN KAÇMASIN!
Arabayla ya da bir günlük yürüyüşle varılamayacak
doğa alanlarına yolculuk yapacaksanız, bedensel
kondisyonunuzun iyi olmasına dikkat etmeniz gerekiyor.
Doğada yaşamı sürdürme ve kampçılık tekniklerinin
bilinmesi, güvenliği ve rahatı sağlayabilen, taşınmaya
uygun ağırlıkta malzemenin seçilmesi gerekiyor.
Ayrıca yürüyüş planlanırken yiyecek, su, arazi, iklim,
hava koşullarının göz önüne alınması ve aşağıdaki
malzemelerin yanınızda bulundurulması şart:
✓ Yürüyüş için ortopedik, ayağa ve yere iyi tutunan,
mevsimine uygun yürüyüş botu
✓ Alüminyum su şişesi veya matarası
✓ Düdük
✓ Çakı
✓ Pusula
✓ Şapka
✓ Ateş yakabileceğiniz bir malzeme
✓ Rüzgârlık veya yağmurluk
✓ Sırt çantası
✓ Ek gıda ve ilk yardım kiti
33
SOFRA’NIN
USTALARI
VEYSEL YANIK
Güzel yemeğin,
insana gülmesi gerekir
Toplam 50 müşteriye ve günde 27 bin 500 kişiye hizmet veren, 2008 yılından bu yana hizmet kalitesiyle
fark yaratan Sofra Grup Manisa Merkez Mutfak, başarılı bir ekip çalışmasının örneğini teşkil ediyor.
Manisa Merkez Mutfak Aşçıbaşısı Veysel Yanık da bu başarılı ekibin yüz akı isimlerden biri…
M anisa Merkez Mutfak, 400 kişilik
bir ekibe emanet. Veysel Yanık,
büyük bir özveriyle çalışan ve Sofra
Grup markasını temsil etmenin
sorumluluğunu hisseden bu ekipte aşçıbaşı olarak
görev yapıyor. 12 yaşında başladığı aşçılık mesleğine
sevgiyle bağlı olan ve yemek yapmayı hayatının
merkezine koyan Veysel Yanık, 2008 yılında Sofra
Grup ailesine dâhil olmuş.
Toplu yemek sektöründeki 13 yıllık tecrübesini
Sofra Grup’taki çalışmalarına yansıtan ve “Sofra’da
çalışmaya başlayınca, anladım ki aşçılık mesleği
burada yapılır” diyen Veysel Yanık sözlerini şöyle
sürdürüyor: “Yaptığım işten çok mutlu oluyorum. Her
zaman söylediğim gibi, Sofra’da çalışmak ayrıcalıktır.
Çok güzel bir ekibimiz var. Gecemizi gündüzümüzü
burada geçiriyor, bunu yaparken de keyif alıyoruz.
Büyük şirketler, çok büyük düşünmelidir. Biz bunu
başaran bir kurumuz.”
Veysel Yanık’a göre, Türk mutfağı dünyanın en
güzel mutfağı… Geleneklerimize sahip çıkmamız
gerektiğini ve yabancıların da Türk yemeklerini çok
lezzetli bulduğunu kaydeden Yanık, yemek sevgisini
şu sözlerle özetliyor: “Bıkmadan, usanmadan yemek
yaparım. Türk mutfağının en güzel tatlarını ortaya
çıkarmanın yanı sıra yeni yemekler de denerim.
Yemeğe baktığınızda onun henüz olmadığını,
bir şeylere ihtiyaç duyduğunu anlarsınız. Böyle
durumlarda arkadaşlarıma ‘yemek gülmüyor’ derim.
Güzel yemeğin insana gülmesi gerekir.”
Veysel Yanık, gençlere aşçılık mesleğini
sevdirmek ve onları eğitmek için emek harcıyor.
Kalifiye elemanların belli bir bakış açısına sahip
olduğunu ancak kendi yetiştirdikleri personelin
Sofra Grup kültürüyle yoğrulduğunu söyleyen Yanık,
gençlerle mesleki paylaşımda bulunmaktan dolayı
mutluluk duyduğunu aktarıyor.
34
Merkez Mutfak Aşçıbaşı
Veysel Yanık
SOFRA’NIN USTALARI
SÜTLÜ BADEM ÇORBASI
Malzemeler:
400 gram süt, 400 gram su, 60 gram beyaz badem,
40 gram un, 50 gram sıvı yağ, 100 gram yoğurt
sarımsak, tuz, pul biber
Hazırlanışı: Sütü ve suyu kaynatın. Sarımsak, badem
ve unu yağda kavurun. Kavrulan unun üzerine yoğurdu
ekleyin. Kaynayan süte, kavrulan malzemeleri ilave edin.
Tereyağında kızdırılmış badem parçaları ile servis yapın.
İsteğe bağlı olarak bir tatlı kaşığı nar taneleri de eklenebilir.
Not: Saray kayıtlarında yer alan bu çorba, 1536 yılında
Kanuni Sultan Süleyman’a yapılmıştır.
ZEYTİNYAĞLI DENİZ BÖRÜLCESİ
Malzemeler:
4 bağ deniz börülcesi
1 fincan zeytinyağı
1 fincan limon suyu
2 diş sarımsak
Tuz
Hazırlanışı: İyice yıkanmış deniz börülceleri
kısık ateşte suda haşlanır. Deniz börülceleri sap
kısımlarından tutularak çekilir ve sıyrılan börülcenin
içinden çıkan odunumsu saplar atılır; yeşil kısımlar
biriktirilir. Son olarak zeytinyağlı limon suyu, sarımsak
ve tuz eşliğinde servis edilir.
MANİSA KEBABI
Malzemeler:
150 gram dana döş kıyma
100 gram dana but kıyma
150 gram kuzu kıyma
Tuz, karabiber, sumak, Manisa pidesi, Manisa biberi,
domates, maydanoz, tereyağı
Hazırlanışı: Bütün malzemeler yoğurulur. Kebaplık
şişlere 15 gram olacak şekilde saplanarak sarılır.
Kömür ateşinde pişirilir. Pideler küp küp dilimlenir.
Izgara edilmiş domates, biber ve kızdırılmış tereyağı ile
servis edilir. İsteğe bağlı olarak yoğurtlu sos eşliğinde
sunulur.
35
KÜLTÜR SANAT
KÜLTÜR SANAT
İstanbul Müzik Festivali
40 yaşında
İ stanbul Kültür Sanat Vakfı
tarafından düzenlenen ve bu
yıl 31 Mayıs-29 Haziran tarihleri
arasında gerçekleştirilecek
olan İstanbul Müzik Festivali, 40'ıncı
yılını kutluyor. Bugüne kadar üç bine
yakın gösteriyle, Türkiye'den ve yurt
dışından 40 bini aşkın sanatçıyı konuk
eden festival, bu yıl 750’nin üzerinde
yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul’da
ağırlayacak.
Geçtiğimiz yıldan itibaren her
sene programını bir tema üzerine
kurgulamaya başlayan İstanbul Müzik
Festivali’nin bu yılki teması “Umut ve
Kahramanlar” olacak. Titiz bir repertuvar
taraması sonucunda oluşturulan festival
programı, “kahramanlık ve umut” gibi iç
içe geçmiş iki kavram etrafında seçilmiş
eserler ve özel konser projeleri ile
dinleyicilerin beğenisine sunulacak.
Klasik müzik severlerin yine
dopdolu bir programla karşılaşacağı
festival kapsamında, Hélène
Grimaud’dan Anne-Sophie Mutter’e,
Milos’tan Gidon Kremer’e, Viyana-Berlin
Oda Orkestrası’ndan Varşova Filarmoni
Korosu’na, klasik müziğin birçok yıldızı
İstanbul’a gelecek. Toplam 23 konserin
sahneleneceği festivalde konserlerin
yanı sıra, söyleşiler, eğitim çalışmaları ve
anlatılar da düzenlenecek.
İstanbul Müzik Festivali bu yıl,
dünyaca ünlü iki besteciye verdiği
eser siparişleriyle de çağdaş müzik
repertuvarına katkıda bulunmaya
devam edecek. Fazıl Say ve Gürcü
besteci Giya Kancheli’nin İstanbul
Müzik Festivali tarafından sipariş edilmiş
yeni eserlerinin dünya prömiyerleri
festival kapsamında gerçekleştirilecek.
36
KÜLTÜR SANAT
Çılgın Türkler Kıbrıs
Diriliş, Şu Çılgın Türkler
ve Cumhuriyet-Türk Mucizesi
eserlerinden oluşan Türkiye
Üçlemesi, toplam 623 baskı
yapan Turgut Özakman’ın
son kitabı Çılgın Türkler Kıbrıs
kitapseverlerle buluştu. Yazar
bu kez, yakın tarihimizin en
önemli konularından biri
olan Kıbrıs sorununu yazdı.
Kıbrıs'ın fethinden günümüze
kadarki olayları, direniş
destanlarını, Kıbrıs'ın yüz yıllık
milli mücadelesini ve Barış Harekâtı'nı bir bütün olarak yine
belge-roman tarzında işledi.
Zaz yeniden Türkiye’de
Fransa’nın en yetenekli müzisyenlerinden biri olan Zaz,
Haziran ayında Türkiye’ye geliyor. Geçtiğimiz yıl ülkemize
g
ge
gelen
e ve biletleri
çço
o kısa sürede
çok
ttükenen
tü
ü
Zaz,
P
Pozitif Live
ttarafından
ta
a
d
düzenlenen turne
k
kapsamında
2
27 Haziran’da
İİstanbul
İs
s
K
Küçükçiftlik
P
Park’ta sahne
aalacak.
1
1980 yılında
F
Fransa’da
doğan ve beş
yaşından itibaren müzik teorisi, keman ve koro şarkıcılığı
dersleri alan sanatçı, Paris sokaklarında verdiği canlı
konserleriyle keşfedilmişti.
Rembrandt ve
Çağdaşları
Türkiye ve Hollanda
ilişkilerinin 400'üncü yılı
dolayısıyla düzenlenen
“Karanlıkla Işığın Buluştuğu
Yerde… Rembrandt ve
Çağdaşları - Hollanda
Sanatının Altın Çağı” sergisi
Sakıp Sabancı Müzesi’nde
ziyarete açıldı. Rembrandt'a
ait on eserin bulunduğu
sergide, ayrıca dönemin en
büyük isimleri arasında gösterilen Johannes Vermeer, Frans
Hals, Jan Steen ve Jacob van Ruisdael gibi pek çok sanatçı
yer alıyor. Sergide yetmiş üç tablo, on dokuz desen ve on
sekiz obje olmak üzere toplam 110 eser sanatseverlerle
buluşuyor. Sergi, 10 Haziran 2012’ye kadar ziyaret
edilebilecek.
Yaz Konserleri başlıyor
Turkcell Kuruçeşme
Arena'nın 2012 yaz
konserleri programı
açıklandı. Bu yıl da
BKM organizasyonuyla
Ekim ayına kadar
devam edecek olan
etkinlikler, yerli ve
yabancı birçok
sanatçıyı ağırlayacak.
17 bin kişi kapasiteli
Turkcell Kuruçeşme
Arena'da bu yaz Lenny
Kravizt, Tom Jones, Macy Gray, Enrico Macias gibi dünya
starları ile Zülfü Livaneli, Ajda Pekkan, Kenan Doğulu,
Funda Arar, Sertab Erener ve daha birçok ünlü yıldız konser
alanında sahne alacak.
Turkcell Kuruçeşme Arena Yaz Konserleri Haziran
ayı programında dinleyicisiyle buluşacak olan sanatçılar
ise şöyle: 10 Haziran Pazar Pepe Konseri, 14 Haziran
Perşembe MFÖ, 15 Haziran Cuma Sertab Erener, 20
Haziran Çarşamba Murat Boz, 21 Haziran Perşembe Altın
Örümcek Ödül Töreni, 22 Haziran Cuma Yeni Türkü, 23
Haziran Cumartesi Sıla, 26 Haziran Salı Tom Jones
Türkiye’nin İlk Latin Festivali
Latin müziğin efsane
sanatçıları ve grupları 11 Temmuz
2012 tarihinde Küçükçiftlik Park’ta
düzenlenecek olan Türkiye’nin
ilk Latin Festivali’nde bir araya
gelecek.
UNILIFE Türkiye tarafından
gerçekleştirilecek olan
organizasyonda sanat hayatının 60.
yılını kutlayan Omara Portuondo ve
dünyada milyonlarca kişiye Latin
müziğini sevdiren, birçok Grammy
ödülü sahibi Buena Vista Social Club
b
dinleyicisiyle buluşacak. Festivalde, geçtiğimiz kış İstanbul
konser biletleri kısa sürede tükenen, yoğun ilgi üzerine
tekrar İstanbul’a gelecek olan Buena Vista Social Club ve
Omara Portuondo’nun yanı sıra ilk kez Türk müzikseverlerle
buluşacak olan Bebe de sahne alacak.
37
HABERLER
BİZDEN HABERLER
Sofra Grup geleceği şarj ediyor!
Çevre ve insan sağlığını korumak için en üst düzeyde özen gösteren Sofra Grup, Türkiye’de
gıda taşımacılığında elektrikli araç kullanan ilk firma olarak “yeni bir ilk”e imza attı.
Ö
zellikle gelişmiş ülkelerde hükümetler elektrik enerjisiyle
çalışan araçlara yönelik, pazarı doğrudan etkileyecek bir talep
oluşturmak için çaba gösterirken Sofra Grup, Türkiye’deki
beklentilerin çok daha ötesinde bir atılım gerçekleştirdi. Sofra
Grup, yemek taşıma hizmetlerinde, elektrik enerjisiyle çalışan araçlar
kullanmaya başladı.
Çevreyi koruma kaygılarının arttığı ve bu faktörün elektrikli araçları
kullanmayı teşvik ettiği bir dönemde sergilediği duyarlılıkla takdir
toplayan Sofra Grup, araçlarını ilk olarak eğitim kurumlarındaki
hizmetlerinde kullanacak. Geleceğin mimarı olan çocuklara ve gençlere
çevre bilincinin aşılanmasına katkı sağlayacak olan Sofra Grup, “çevre
dostu” ve “sıfır kirlilik” kavramlarını vizyonunun bir parçası olarak
görmeye ve bu alanlarda yatırım yapmaya devam edecek.
38
BİZDEN HABERLER
Kendi Yıldızını Keşfet
Türkiye İnsan Yönetimi Derneği-PERYÖN tarafından bu yıl 10’uncusu düzenlenen İnsan Kaynakları
Zirvesi, sektörünün lider isimlerini ağırladı. Sofra Grup, bu önemli etkinlikte ana sponsorlardan biri oldu.
D
üzenlediği her organizasyonla
sektöründe ilgi uyandıran
PERYÖN, 11-12 Mayıs
tarihlerinde 10. İnsan
Kaynakları Zirvesi’ni düzenledi. PERYÖN
Güney Marmara Şubesi’nin Bursa
Ticaret ve Sanayi Odası’nda hayata
geçirdiği ve Güney Marmara’nın en
büyük İnsan Kaynakları Zirvesi olma
özelliği taşıyan organizasyonun bu yılki
teması “Kendi Yıldızını Keşfet” oldu.
Bu yıl ilk kez profesyonel bir kongre
organizatörünün, "Plaza Turizm"in iş
birliği ile gerçekleştirilen zirvede, şirket
başarılarını etkileyen dinamiklere dikkat
çekildi. Özellikle içsel deneyimlere ağırlık
verilen sunumlarda son günlerin oldukça
gündem yaratan kavramlarından
“Yetenek Yönetimi” irdelendi.
Kurumların, günümüz rekabet ortamında
farklılık yaratabilmeleri, hedef ve
stratejilerini gerçekleştirebilmeleri adına
ellerindeki en önemli unsurun nitelikli
insan gücü olduğuna dikkat çekilen
İnsan Kaynakları Zirvesi’nde, yetenek
ve yetenek yönetimi kavramlarının
önemi vurgulandı ve “Yetenek
Yönetimi” konusu tüm detaylarıyla
incelendi. Yeteneğin keşfinin, keşfedilen
yeteneğin elde tutulmasının ve doğru
yönetilmesinin önem kazandığı
günümüzde başarılı şirketlerin
uygulamaları uzman konuşmacıların
sunumlarıyla katılımcılarla paylaşıldı.
PERYÖN İnsan Kaynakları
Zirveleri’nin en önemli destekçisi olan
Sofra Grup, bu organizasyonda da
sunumlarıyla beğeni kazandı.
Romanya’da Türk yemekleri rüzgârı
Compass Group’un, değişiklik
lezzetleri, hizmet verdiği
firmalarla buluşturduğu
Dünya Mutfakları Günleri,
Romanya’da düzenlendi.
Türk yemeklerinin tanıtıldığı
organizasyona Akbank
Operasyon Merkezi aşçıbaşı
Hüseyin Kum damgasını vurdu.
R omanya’da 23-27 Nisan 2012 tarihleri
arasında gerçekleştirilen Dünya Mutfaklarıı
Günleri büyük ilgi gördü. Beş gün
boyunca Türk yemeklerinin tanıtıldığı
etkinlikte Gebze’deki Akbank Operasyon
Merkezi’nde aşçıbaşı olarak hizmet veren
Hüseyin Kum yer aldı.
Türkiye’yi temsil etmekten büyük mutluluk
duyduğunu belirten ve organizasyonun çok başarılı
bir şekilde tamamlandığını aktaran Hüseyin Kum,
Romanya’daki yetkililerin de memnuniyetini aktararak
k
gelecek yıl kendisini tekrar misafir etmek istediklerini
belirtti.
39
HABERLER
BİZDEN HABERLER
Sofra Grup ailesi büyüyor
Alstom Grid Enerji Endüstrisi AŞ
Enerji ve taşımacılık sektöründe dünyanın önde gelen firmaları
arasında yer alan Alstom’un Türkiye’deki şirketi Alstom Grid Enerji
Endüstrisi AŞ, Gebze, Altunizade ve Ankara tesislerinde proje
yönetimi, idari-ofis destek, teknik işletim-bakım onarım, temizlik,
bahçe-çevre bakım ve güvenlik kategorilerinde Eurest Services’ten
hizmet almaya başladı. Eurest Services, Tesis Yönetimi ve İşletimi
hizmetlerini 123 personelle karşılayacak. Alstom ayrıca, bin 150
kişiye toplu yemek ve kafe işletimi hizmetini de Nisan ayı itibarıyla
Eurest’ten alıyor.
TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ
TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ, rüzgâr enerjisi, ulaşım ve
askeri araçlar için büyük ölçekli kompozit yapıların geliştirilmesi ve
üretimi alanında faaliyet gösteriyor. Hem deniz hem de kara yolu ile
olan direkt bağlantısı sayesinde kanatların nakliyesi için çok avantajlı
bir konuma sahip olan firma, Türkiye’deki tek bağımsız kompozit
kanat üreticisi konumunda bulunuyor. İzmir Bölge Direktörlüğü
bünyesindeki TPI Kompozit Kanat San. ve Tic. AŞ projesinde 1
Mayıs 2012 tarihinden itibaren 250 kişiye yemek hizmeti verilmeye
başlandı.
Teknik Plastik AŞ
Türkiye’de ilk thermaform firması olarak 1967 yılında kurulan
ve Türkiye’nin en eski thermaform üreticisi olan Teknik Plastik
AŞ, Nisan ayı itibarıyla 350 kişiye yerinde yemek üretim hizmetini
Eurest’ten almaya başladı. Proje, Asya Bölge Direktörlüğü
bünyesinde yürütülüyor.
Ankara Un San. AŞ
Temelleri 1970 yılında, halen Yönetim Kurulu Başkanı olan
İlhan Cavcav tarafından atılan Ankara Un Sanayi AŞ, 40 küsür yıldır,
kapasitesini artırarak faaliyetlerini sürdürüyor. Kuruluşundan bu
yana deneyimli kadrosu ile sektördeki başarısını devam ettiren ve
bu başarısını ihracat alanında da tekrarlayan Ankara Un San AŞ,
200 kişiye yerinde yemek üretim hizmetinde Nisan ayı itibarıyla
Eurest’i tercih etti. Proje, Ankara Bölge Direktörlüğü bünyesinde
yürütülüyor.
40
Sayı 13
Nisan-Mayıs-Haziran
LEZZET PEYNİR
MEKÂN ÖZGÜR ŞEF STEAK HOUSE KASAP
GEZİ PRENS ADALARI
www.sofragrup.com
RÖPORTAJ YAŞAR ÜNİVERSİTESİ
HOBİ BİSİKLET

Benzer belgeler

1 BASYAZI:Layout 1

1 BASYAZI:Layout 1 Bu heyecan verici gelişmelerin akabinde, hepimiz adına

Detaylı