Oyunculuk, Farklı Kadın Yüzler ve Travmayı Oynamak

Transkript

Oyunculuk, Farklı Kadın Yüzler ve Travmayı Oynamak
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
Oyunculuk, Farklı Kadın Yüzler ve Travmayı Oynamak: Güven Hokna
Röportaj: Bahar Köse1, Kenan Doğan2
1
Araştırma Görevlisi, ODTÜ Psikoloji Bölümü
e-posta: [email protected]
2
TEGV Saha Sorumlusu
e-posta: [email protected]
Tiyatro sahnelerinde, dizi ve film setlerinde yılların emeği ve oyunculuğuyla, Susam
Sokağı’ndan, Ferhunde Hanımlar’a, Eşkıya’dan, İkinci Bahar’a, Yaprak Dökümü’ne ve daha
birçok dizi ve filmde karşımıza çıkar Güven Hokna... Kimi zaman aşk acısı çeken bir kadını,
kimi zaman fedakâr bir anneyi kimi zamansa aksi bir kayınvalideyi oynayarak. Ama öyle
içten, öyle duygulu, öyle gerçek oynar ki seyircide “bizden biri” hissini uyandırır; seyirciye
34
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
geçer onun duygusu… Biz de bu sayıda, bir yandan oyunculuğun psikolojisine değinirken,
diğer yandan da farklı kadın rollere ve travma öykülerine değindik yılların oyuncusu Sevgili
Güven Hokna ile...
Daha önce verdiğiniz bir röportajda, “Yüzümdeki çizgiler benim materyalim,
ben onları doğru kullanmayı bilen bir insanım.” diyorsunuz. Bu zamana kadar birçok
dizi ve sinema filminde travmatik kadın tiplemelerini canlandırdınız. Bu mimiklerin
travma yaşayan bir kadını canlandırmadaki rolü nedir? Yılların oyuncusu olarak,
travma nasıl oynanır?
Ben de genelde psikoloji ve felsefeyle çok yakından ilgilendim. Çok profesyonel
amaçlı değildi ama benim mesleğimde çok geçerli. Çünkü materyalimiz insan. Birçok doktor
için de böyledir. Bizlerin sanata eğilimi değişiktir, normal insanlardan farklıdır. İnsanı hem
fizyolojik olarak hem psikolojik olarak irdeleyerek bir şeyler yapıyoruz, yoksa bunu
başaramazdım. Çünkü yüzlerce insan barındırıyorum ben hem beynimde hem ruhumda. Bana
oynadığım
zor
karakterlerin
birbirine
benzemediğini
söylüyorlar.
Mesela
Devlet
Tiyatroları’nda dört yıl “sürtük” oynadım; hiçbir “sürtük” birbirine benzemez. Tabi zamanla
beyin tecrübe kazanıyor ve beyin otomatik olarak yerine getiriyor nasıl davranman
gerektiğini. Bana diyorlar ki “Araştırıp mı oynuyorsunuz rolleri?”; benim o kadar zamanım
yok. O doğaçlama beynimde oluşuyor hemen. Yeni başlayanlar için araştırma geçerli. Ben üç
yaşımda kendimi bilendim; oyuncu olacağım dedim. Kesinlikle sonradan bir tesadüf üzerine
sanatçı olmuşlardan değilim. Bir insana sanatçı demek için, o insanın önce kendini aşması
gerek. Ondan sonra halka inandırıcı olması gerek. Yani eğer kendinizi aşmamışsanız bir kısır
döngü içinde döner durursunuz. Her zaman yorum olarak, okuma olarak, araştırma olarak,
hem o karakter hem kendi kişiliğiniz üzerinde ileri gideceksiniz. Yoksa ancak yerinde sayar,
tek tip oyuncular gibi olursunuz. Bir yerde lehçe yapıyor kadın ya da erkek oyuncu, öbür
dizide o beğenildiği için yine onu yapıyor. Olmaz öyle şey. O ilk lehçe ama Karadenizlidir,
ama Güneylidir ama Doğuludur ama Egelidir hepsinin lehçesi farklıdır, aynı lehçeyi her yerde
kullanamazsın. Oyunculuk çok ağır bir şey; her an kendinle yarışıyorsun.
İkinci Bahar’da, Yaprak Dökümü’nde travması olan kadınları canlandırdınız.
Bu travmayı bu kadar güzel ifade etmenizin nedeni nedir?
35
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
Bir kere, 45 yıllık bir tiyatro deneyiminin bana getirdikleri var. O diziler olmadan önce
neydi? Yüce Yaradan’ın bana verdiği çok büyük ilhamlar vardı, işte adına yetenek diyorlar.
Ben bu yeteneği kanımda taşıdığıma inanıyorum. Üç yaşımda ben oyuncu olmaya karar
verdiğime göre ben kendimi görmüşüm. Biraz insanlara tepeden bakarım. Bunu gurur, onur
ya da kapris olarak algılamayacaksınız. Fikir olarak, göz bakış olarak; baktığımı görürüm ve
yüksekten bakarım. Ama o kadar da mütevazıyimdir. Bana diyorlar ki “Niçin İkinci
Bahar’daki o travmatik kadın (Neriman) hırsı, şehveti, ihtirası, kini hepsini bir arada yaşadı?”.
Aslında her insanın bünyesinde bunlar vardır. Yeri geldiği zaman çıkar; farkında olan var
farkında olmayan var. Etkisine yenilen var, etkisini kontrol eden var. İkinci Bahar’daki kadın
niçin travmatik? Her insanın tepkileri farklıdır. İkinci Bahar’daki Afet-i Devran karakterini o
kadar iyi anladığıma inanıyorum ki… Tabi yazarlarımız çok güzel yazdılar, süper bir hikâye,
çok doğru bir alanda eğitti yazarlar, yönetmenleri çok değerliydi, çok güzel çektiler, ana
kadro gerçekten çok iyiydi. Böyle güzel bir yazım içinde insan hissetmese de hissediyor. Öyle
güzel şeyler yazarsın ki duygulanırız, ağlarız. Şiirlerin en güzelini okuruz ama doğru okuyan
kişi hem anlamını daha iyi iletir hem ses tonuyla hem var oluşuyla fevkalade güzel anlatır.
Şimdi orada da Neriman kiniyle, sevgisiyle, hıncıyla o kadar insandı ki... Onun da geçmişine
döndüğünüz zaman o kadar zengin, ayakkabılarından şampanya içilen bir kadın, çok kaliteli
insanlarla beraberlikleri olduğunu, muhteşem bir oyunculuk şarkıcılık hayatı olduğunu
biliyoruz. Böyle bir kadın Samatya gibi orta halli bir kentte yaşayabiliyor ve Doğulu bir
adama aşık olabiliyorsa bu kadının beyni, bakış açısı muhteşemdir. Ali Haydar, çok güzel
işlenmiş bir karakterdi. Şener Şen de onu muhteşem oynadı. Onun için bu kadın böyle bir
adamı bırakmak istemedi, onda yaşam buldu, gelecek buldu. Ali Haydar’da daha çok güveni
buldu.
Yaprak Dökümü’nde oynadığım karakter de çok farklı bazen ben bile yadırgıyorum,
“Diyorum ne yapıyor bu?!”. Yadırgadığım da oluyor ama böyle karakterler de var. Para
önemli onun için. Allah kimseyi parasız bırakmasın. İnsan hiç davranmayacağı şekilde
davranabiliyor parasız kalınca. Yaprak Dökümü’nde o düşmeler kalkmalar da kadının öz
kişiliğini bozdu birazcık. Kadın, aileye, çocuklarına, çevresine yeni duygularını gördü. Her
anne kızlarına arka çıkar ama “Karısından ayrılacak, işte bak seni alacak, oh oh oh, yeni araba
damı aldı?” diyen bir anne düşünülemez. Bir baba düşünün son derecede bürokratik bir
kesimden gelmiş, çok ağırbaşlı, iyi işler yapmış, emekli kaymakam, onurundan gururundan
36
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
hiçbir zaman ödün vermemiş, hatta işinden ayrılmış gurur meselesi yapıp aşırı namuslu.
Adamın başına gelenlere bakın. Yani bütün karakterler bozulmuş. Neden? Hayat şartları
insanı bozar vurgusudur bu. İnsanız; insan değişkendir. Herkesi aynı kategoride incelemek
mümkün değildir.
Travmayı oynamaktan bahsettiniz Yaprak Dökümü’nde de, İkinci Bahar’da da
farklı kadın karakterlerle. Geçmişten bugüne, gerek jest gerek mimiklerinizle gerekse
seslendirmenizle oyunculuğunuzda duyguları çok güzel ifade ettiniz ve seyircilerinizi
hep çok etkilediniz. Sizce, bir oyuncunun oynayacağı karakterin psikolojisini ve
duygularını iyi yansıtabilmesi için, oynayacağı karakterle kendi arasında bir benzerlik
bulunması gerekir mi? Sizin bu karakterlerle aranızda benzerlik var mıydı?
İçimde var olan bir duyguymuş bu. İşte ben bunu tamamen yeteneğe, tecrübelere ve
araştırmalarıma bağlıyorum. Ben son derecede hoşgörülü, hiçbir şeye hıncı, kini olmayan, çok
kendi halinde yaşayan, 7’den 70’e herkesle dost biriyim. Benim düşmanım yoktur, kızdığım
insan vardır, çok kazık yemişimdir yaşamdan ama kızamamışımdır. Hep affedici
olmuşumdur. Dostlarım için, bu yeri, insanları, çevremi kullanmamışımdır. Onun için hiçbir
benzerlik yok her iki karakterle de benim aramda. Ama öyle inanıyorum ki o tanımadığım
37
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
Güven’in içinde daha ne yanardağlar vardır kim bilir. Daha uzun yıllar var olursam, eğer yeri
ve yordamı geldiği zaman doğru yönetmenler, doğru yapımcılar benim o taraflarımı da
görürse, görün bakın daha ne taraflarım ortaya çıkacak. Doğru bir oyuncu içinde çok şey
barındırır. Ama ben onu süslüyorum püslüyorum, kendi kalıbımın içinde seyirciye veriyorum.
Özellikle mimikleriniz, jestleriniz herkesi derinden etkiliyor, o ağlamanız ve
yüzünüzdeki duygu ifadeleri nasıl bu kadar etkili olabiliyor?
Bir tiyatro sahnesi olmadığı için, normalde perde açıldığı zaman seyirciyle bir
bütünleşme olur, anında reaksiyonlarınızı alırsınız. Ama ekran öyle değil. Bir şey oluyor
kameradan dönülüyor, dilimiz sürçüyor, bir duygulu sahneyi on kere alırsanız kendinize
inandırıcı gelmiyorsunuz. Ama bir veya iki seferde gümbür gümbür oynadığımız şeyde çok
daha başarılar getiriyor tabi ki.
İnsana yeni insanlar tanımak birçok şey katabiliyor. Oynadığınız rolleri de yeni
birer hayat ve kişi olarak kabul edersek, oynadığınız karakterlerin size daha önce
keşfetmediğiniz şeyler kattığı oldu mu?
Hayır. Ben tiyatroda da oynadım. Roller benim bünyem üzerinde devamlılığını
sağlamaya çalışırsa, yüz tane karakterin esiri olurum. Perde kapanır, “stop” denir, benim
kendi kişiliğim ortadadır. Orada ağlayan, üzülen, duygularıyla var olan Hayriye gider, Güven
gelir. Bendeki karakter geçişleri çok rahat olur. Ama bunun etkisinden kurtulamayan bir yığın
insan var. Gıptayla baktığımız bazı dizilerde, filmlerde “Vay be, bu ne güzel oyun!” diyorsun,
ama bir bakıyorsun her yerde kaşıyla gözüyle hep aynısını oynuyor. Ondan kopamıyor,
dışarda da onu oynuyor; onun gibi yürüyor, onun gibi konuşuyor. Bu yanlış, bu kendini
bulamamış, çaresi olmayan sanatçı tiplemelerinde oluyor daha çok. Oyunculuk çok zor bir iş.
Her defasında çok farklı şekilde emek vereceksin; o emeğin peşinden gideceksin; onu en
doğru şekilde inandırıcı olarak oynamaya çalışacaksın ki seyirci inansın. Aslında Türk
seyircisi çok duyarlıdır, tepkisini verdi mi asla, izlemez. Küstürmeyeceksin seyirciyi,
yalandan riyadan uzak duracaksın. Oynamayı oynamayacaksın. Samimi olacaksın. Özellikle
Yaprak Dökümü’nün başarısı bundandır.
Oynadığınız karakterler seyircileriniz üzerinde büyük etki yapabiliyor ve bazen
seyircilerinizin bu etkiyi üzerlerinden atmaları çok da kolay olmuyor. Günlerce bu
rolün etkisinde yaşıyorlar. Peki, bir senaryoda bir karakteri canlandırdıktan sonra bu
rolü/travmayı üzerinizden atmak sizin için zor oluyor mu?
38
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
Hayır, çok net bir şekilde. Ben kendimi ekranda izlediğimde mesela İkinci Bahar’da,
en son kadın, şöyle bir son kez bakar alır valizini biner de tekrar arabadan şöyle bir bakışı
vardır... Gerçekten ben ilk kez orada çok ağladım. Kadın ne güzel bakmış… Ben orada Güven
değildim. Afet-i Devran Neriman’a bakıyordum. Ben böyle bir kesin ayrım yapıyorum. Ben
hiçbir zaman Afet-i Devran gibi uyanmadım. Ruhuma ve davranış biçimime bak hiçbir
beraberlik göremezsin.
Yeni bir rolü oynamaya başlamadan önce, oynayacağınız karakterin psikolojisine
girmek için ne gibi bir hazırlıklar yapıyorsunuz?
Bir kere çok iyi okurum senaryoyu. Özümserim, onu kafamda yaşatırım, nasıl
olmalıyım ne yapmalıyım diye. Bizim tiyatrodan kalma korkunç bir gözlem deneyimimiz
vardır. Bunlar otomatiğe takmış gibi olur. Özel bir rolse, diyelim ki bir randevu evinde bir
rolü canlandıran kimse hemen gider orayı inceler. Ben oraya gitmem, orada nasıl yaşanılır
onu da bilmem ama onu öyle bir yaşatırım ki görmüş gibi aktarırım. Bu bir tecrübe, kimisi
görerek algılayabilir. Senaryoyu çok iyi okurum, yönetmenin ne istediğini anlamaya çalışırım.
Beni ne kadar ileriye götürür diye bakarım, senaryoyu ilk okurken. Yazarlar yazar, yönetmen
doğru oyuncuları koyar ama sanatçının getireceği bir yaratıcılığı kabul edecek mi ona
bakarım. Çünkü oyuncu o senaryoyu hayata geçirdiği zaman kendi düşündüğü bir yaratıcılığı
hayata geçirmek ister. Ona izin verilmesi gerekir. Biz, kesiyoruz, biçiyoruz, ekliyoruz.
Seyircinin, bir şeyi izlemesi için mutlaka kendinden bir şeyler bulması gerek. Türk örf
adetlerine uygun olmalı, namus, aşk, hırs, hınç biraz kaba kuvvet yaşanmalı. Ama her şey
dozunda ve tadında, aşırı değil. Dikkat edin yabancı yapımlardan aktarmalar tutmuyor. Çünkü
bize ait olmayan bir şeyi ne kadar canlandırırsanız canlandırın tutmaz. İkinci Bahar’ın,
Eşkıya’nın başarısında da o vardı; komşuluk, dostluk, sıkıntıyı paylaşmak, yardım, aşk,
nefret, kin, hınç, hırs yaşanmayan duygu kalmamıştı. Yani biz insanı ilettik, insanı sorguladık
orada. Afet-i Devran ayrı bir karakter, Hanım ayrı bir karakter hepsinin bir geçmişi vardı.
Bütün yıprantılar, sevinçler hepsi yansıdı, o yüzden halk çok iyi benimsedi.
İyi bir oyuncu olmak ve yılların emeğinden bahsettiniz. Peki, “oynamak” nasıl
bir duygu?
Çok güzel, çok hoş... Öyle bir konsantre oluyoruz ki. Bir tiyatrocunun oynadığı
diyelim ki yüz elli oyun var. Yüz elli oyunun da yüz ellisi farklıdır. Hiçbiri birbirine
39
PSİNEMA: Sinema ve Psikoloji Dergisi
Sayı 9, Ekim 2009, Sayfa 34-40
© Psinema, ISSN 1308-9994
benzemez. Çünkü o günkü yaşantınız, o günkü var oluşunuz sahnede seyirciye farklı geçer.
Seyirciden gelen algılar da farklıdır. Kimi seyirci çok güleçtir; her şeye güler. Kimisi çok
donuktur ama sonunda bir alkış patlatır, büyülenmiştir o. Ben oynadığım rollerde müthiş bir
konsantre içine girerim. Kendimi kaybetmiş gibi görünsem de aslında gizli bir otokontrol
vardır. Ya da çok bilinçli oynuyorsunuz, rol yaptığınıza inanarak oynuyorsunuz ama
inandırıcı olduğu için seyirciye doğru olarak geçiyor. Çeşitli psikolojilerde oynuyorsunuz. O
gün canınız çok sıkkındır ama sahnenin öyle bir piri vardır ki oraya çıktığınızda ne hastalık
kalır ne özel yaşantınızdaki çalkantılar kalır. Orada oyuna adapte olursunuz. Sahne piri olan
bir yerdir. Başa dönsem, yine oyuncu olmak isterdim.
40

Benzer belgeler