Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye An Azadî An Azadî
Transkript
Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye An Azadî An Azadî
P di n ile STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n a Nîsan 2012 Hejmar:107 M e h a n e n an j Ro a ciw ye Azadiya Rêbertiya Me Azadiya Me Ye An Azadî An Azadî Ömer KOÇ :) :) MİZAH İçindekiler Editörden Üveyş Ana bilinçsiz bir isyan doğurucusu................................................ 2 Abdullah ÖCALAN Merhaba Güneş’in genç yoldaşları! Kürt gençleri Newroz ateşinin coşkusuyla direnişi yükseltiyor ........................................................................................................................... 6 Stêrka CIWAN Direniş zafere götürür.............................................................................................................. 10 Hidar FERAT Genç kalmaya dair......................................................................................................................... 15 Nupelda ENGİN Apocu ruhla donanmış gençlik zaferin garantisi, özgürlüğün teminatı olacaktır................................................................................... 19 Stêrka CIWAN Komalên Ciwan ara dönem toplantısı sonuç bildirgesi .................................................................................................................................. 22 Komalên Ciwan AVRUPA Kürdistan tarihi ve meşru savunma.............................................................. 24 Serxwebûn’dan Önderlik gerçekleşmesi......................................................................................................... 31 Stêrka CIWAN Gerçek bir sanatçı Halil Dağ........................................................................................ 39 Berîtan CÛDÎ Di sîstema Kapîtalîst de jin............................................................................................. 46 EDESSA Pirsgirêka Şoreş ê ya civaka rojhilata navin ................................. 50 Agît AMED Kawayê hemdem Mazlum Doğan ..................................................................... 52 Berivan Dicle Hevaltî tucar jibîr nabe ....................................................................................................... 54 Berivan Dicle Nationalstaat und Demokratie ............................................................................... 57 von Hannah ARENDT Le Confederalisme democratique......................................................................................... 61 Stêrka CIWAN Başta özgürlüksel doğuşunun baharını yaşayan halkımızın ve halkımızın özgür geleceğini yaratan Önder Apo'nun doğum gününü kutluyoruz. Êdî Bes e, An Azadi An Azadi” şiarıyla Kürdistan’ın dört bir yanında, Avrupa’da ve zindanlarda başlatılan ölüm orucu açlık grevleriyle karşılanan 2012 Newrozu, Rêber Apo’nun özgürlüğünün habercisi ve halkların baharlaşmasının müjdecisidir. Kürdistan halkı yediden yetmişe, her alanda Newroz direnişini yükselterek geleceğini yaratacağını göstermiştir. Bilindiği gibi bugün Ortadoğu kaynayan kazan gibidir. Ortadoğu'nun bu kaynama durumundan Kürdistan'ın da kendisini özgürleştirebilme koşullarının her zamankinden daha fazla olduğu görülmektedir. Kürt halkının bu gerçeği görüp, bundan etkilenmemesi için büyük çaba harcanmaktadır. Bu anlamda Kürt halkının iradesini kırmak isteyen sömürgeci güçler, bu baharda gelişecek olan özgürlük hamlesini engellemek için birçok Kürt siyasetçiyi, akademisyeni, gazeteciyi hapislere kapatarak gelişecek olan bu hamlenin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Ancak Kürt halkının, Önder Apo’nun özgürlüğü ve Demokratik Özerk Kürdistan’ın her parçada kurmasının önüne hiçbir güç geçemeyecek ve engel olamayacaktır. Amed'd halkımız bir araya gelerek sömürgeci güçler karşısında iradeli bir bir biçimde durmuş ve sonuç almıştır. Kürt gençleri olarak bu süreçte bize düşen devrimci rollerimizi yerine getirmek, bu baharı Önder Apo'nun ve Kürt halkının özgürlük baharı yapmak olmallıdır. Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adresi; [email protected] STÊRKA CİWAN ÖNDERLİK Üveyş Ana Bilinçsiz Bir İsyan Doğurucusu Abdullah ÖCALAN “Üveyş ana o kadar bilinçsiz, o kadar plansız; fakat kendine göre bir isyan anası. Denilebilir ki, gerçekten aynı zamanda erkeğin de kontrolüne fazla girmemiş bir kadın” Nîsan 2012 Olumlu veya olumsuz yönleriyle özgür kadın hareketi üzerinde etkide bulunan bir kadın da benim anamdır. Bugün anamın ölümünün birinci yıldönümü oluyor. Şimdi bu kadın için de birkaç cümle ile değerlendirmede bulunmam yararlı olabilir. Bu kış değerlendirmelerinde ana gerçeği üzerine bir takım değerlendirmeler yaptım. Kürdistan’da üzerinde durmamız gereken bir gerçeklik de ana gerçeğidir. Analık genellikle bir doğuş ifadesidir. Analığın bizdeki en basit anlamı, birçok çocuk doğurur ve neslini devam ettirirsin biçimindedir. Ben başından itibaren buna itiraz ettim. Denilebilir ki, anama en sert cevabı kendim verdim. O bir ana olarak evdeki bütün hakkını beni doğurmaya bağlı olarak ileri sürüyordu. Ben de “şu tavuk ile civcivi görüyor musun? Tavuk civcivi için ne kadar anaysa, sen de benim için o kadar anasın” diyordum. Bu çok kaba bir benzetmeydi ama bunu yaptık. Hatta “senin böyle çocukların olacağına, benim hiç olmasın daha iyi” denilecek anlamda bir yaklaşımı sıkça vurguladım. Neden? Çünkü o herhangi bir ana işte, ben de herhangi bir çocuk. Bu bir çelişki. Çocuk istediği gibi yaşayamıyor, ana da çocuğuyla kendini sürdürmek istiyor. Bu bir çelişki. 2 Şehitlerden söz ederken, müthiş ölçüde bilinçli ve planlı olduklarını söyledim. Üveyş ana da o kadar bilinçsiz, o kadar plansız; fakat kendine göre bir isyan anası. Denilebilir ki, gerçekten aynı zamanda erkeğin de kontrolüne fazla girmemiş bir kadın. Tabii benimle olan ilişkilerini hatırlıyorum. Ne istiyor? Aslında ne istediğini de fazla bildiği kanısında değilim. İşte memur olur, biraz para kazanır, bana birkaç metrelik bez alır, birkaç giyecek alır’ diye düşünüyor. Bunlar öyle fazla içeriği olmayan talepler. Kendisinin hayırlı evlattan kastettiği şey, onun o ruh haline biraz anlayış göstermek, maddi ve manevi anlamda işte böyle kendisine karşılık vermek oluyor. Birçok çocukta bu anlamda herhalde karşılık verir. Anasının iyi oğlu ya da kızı olmaya özen gösterir sanırım. Kanımca sizin gerçeğiniz de, ağırlıklı olarak biraz böyledir. Şimdi her şeyde aksilik burada başladı. Böyle bir çocuk olmanın ayrıcalığı mı dersiniz, talihi veya talihsizliği mi dersiniz, onu yaşadık. Kendime göre en erkenden anaya karşı böyle bir savaşım verdim. İnsan anasına karşı savaş verir mi? Biz verdik. Gerçekten çok tuhaf, halen de hepiniz görüyorsunuz. Anasının çok sevdiği çocukları, çocuğun çok sevdiği anası... Bu du- STÊRKA CİWAN rumlara çok az düştüğümü sanıyorum veya görmedim. Öyle olmaya çalıştık. Acaba suç muydu, gerçeklik ne dedi bana, doğrusu sizinki mi, benimki mi? Üzerinde durmaya değer. Neden erken yaşlarda böyle bir mücadele doğdu, onu da birçok değerlendirmede anlattım. Tabii burada kalkıp böyle bir çocukluk döneminde bir teori çıkaracak değiliz. Ama çocukluktaki şekillenmenin de daha sonraki bütün gelişmeleri etkilediğini psikologlar söylüyorlar. Biz de buna eminiz. Bu, bilimsel bir doğrudur aslında. O dönemin mücadeleciliği olmazsa daha sonraki dönemin mücadeleciliği de pek olmayacak. Ben mi çok akıllıydım veya karar mı çok değişikti. Bu mücadeleciliği dayattı. Bu da ayrı bir konu. Burada çok olağanüstü, bilmem çok özel durumlardan bahsetmeye de gerek yok. Bu herhalde her anaçocuk ilişkisinde yaşanan bir durum. Ama bizim başlattığımız süreç, çelişkinin biraz açığa çıkarılması süreci oluyor. Bu, erken yaşlarda o anlama geliyor. Hesaplaşmayı çok erken başlatıyoruz. Onun bir egemenlik anlayışı var; etkilemesi var, kendisine göre bir takım aile geleneklerini egemen kılacak. Benim bir takım özgürlük taleplerim var, ben de onları dayatacağım. Aile gelenekleri nedir? Onun bellediği neyse odur. Benim özgürlük diye bellediğim şey nedir? Canımın istediği neyse odur. Çok ilkel bir egemenlik ve ona karşı gelişen bir özgürlük savaşı... Anam, babama karşı çıktığına göre, neden ben de bazılarına karşı çıkmayayım Burada önemli olan nokta, baba etkisinin fazla egemen olmamasıdır sanırım. Bu dikkate alınabilir. Çok güçlü bir baba otoritesi durumu kesinlikle farklı kılacaktır. Babanın aileyi tam bir kontrol altına alması ve onu öyle tümüyle etkisiz kılmasının benim üzerimde de bazı sonuçları olacaktır. Örneğin bir çelişki durumunu görmeyebilirdim. Muhtemelen ana-baba çelişkisi benim çıkış yapmamama fırsat veriyor. Etkisiz bir baba; yine de babalığını ve erkekliğini götürmek istiyor. Kolay bırakmak istemiyor. Ama diğer yandan da anaerkil düzeyine kendini artık böyle taşıtmak isteyen veya anaerkil bir kadın olarak, ana olarak ailede yer bulmak isteyen ve bu konuda kendine göre bir uğraşısı olan bir kadın var. Bu gerçekten önemli bir çelişki. Bu çelişki bana biraz olanak sunuyor. Bir yerde daha sonraki süreçlerde çelişkilerden yararlanmayı herhalde ilkin bu aile ocağında öğreniyorum. Yani baba otoritesine karşı ana gücü denilen bir kavramla tanışıyorum. Bu, ailede bir etkisizliğe yol açıyor. Buna yol açtığı için de, ben de kendi kendime erken yaşta özgür davranabilirim diyorum. Anam, babama karşı çıktığına göre, neden ben de bazılarına karşı çıkmayayım? Diğer kadınlara göre böyle bir ana hem cesaret veriyor, hem de beni biraz daha serbest ve kendime göre kılmaya götürüyor. Hani derler ya, iki güç birbiriyle uğraşırken üçüncü gücün gelişme durumu söz konusu olabilir. Bunlar birbirleriyle böyle uğraşırken, adeta birbirlerini etkisizleştirirken, bir üçüncü çocuk gücü gelişim gösterebiliyor. Bu durum üzerimizde etkili oluyor. Ben bundan herhalde biraz etkileniyorum. Mevcut durum ana-baba otoritesine fazla girmeden de kendimi bulabilmemi ve kendimi biraz daha özgür hissetmemi mümkün kılıyor. Ana ile babanın birbirleriyle çokça savaşması, rahat ve huzurdan eser bırakmaması, ana kucağı, baba himayesi gibi kavramlara fazla yer bırakmıyor. Sen aslında bunlarda fazla 3 yer bulamazsın, himaye aramazsın, sevgi bulamazsın. Bunlar zaten birbirlerine her türlü saygısızlığı dayatıyorlar. Bu konuma fazla güvenilmez veya bu haliyle fazla güvenilmez. İşte erkenden aileye güvenmeme veya aile değerlerine karşı kuşku gelişiyor. Zaten bunun daha sonra nasıl anlamlı ve önemli olduğu anlaşıldı. Çünkü ailenin çocukları üzerindeki etkisi gerçekten çok belirleyicidir. Çoğunuzun halen bir aile çocuğu olduğunu söylemek gerekir. Siz aile ile ve ailenin değer yargılarıyla savaşarak büyümediniz. Ben şimdi halen onlardan aldığınız yanlışları düzeltmeye çalışıyorum. Bu köleleştirici, abartıcı, hırsızlaştırıcı ve kendini çok sahte bir biçimde adam yerine koyucu değerlere ve değer yargılarına nasıl açıklık kazandırdığımı ve bunlarla her gün nasıl savaştığımı göz önüne getirirseniz aile gerçekliğiniz kendisini biraz daha iyi açığa çıkarır. Hepinizin “ailenin iyi çocuğu” olarak büyüme ihtimali çok yüksek. Evet, ben buna bir şey demiyorum. Ama bu büyüme tarzının içinde çok kir var. Çok bağımlılık var, çok kölelik var, çok abartma var. Onun acılı veya kabul edilemez sonuçlarını partiye taşırıyorsunuz. İşte çoğunuz “partiyi bir aile olarak görüyorum” diyorsunuz. Tıpkı ailenizin ilişkilerini parti ortamında aradığınızı, kendinizi partinin iyi bir çocuğu, parti ailesinin iyi bir çocuğu, ailenin iyi bir çocuğu gibi değerlendirdiğinizi belirtiyorsunuz. Tabii bunların örnekleri ortaya çıkıyor. Partiyi aile örgütü gibi görürsen, partinin başına bela olursun. Aile ilkel bir kurumdur; bu kurumun değerlerini ulusal ve siyasal değerlerle karşılaştırırsan, oradaki bencilliği, ucuz ve beleşten yaşamayı partiden de beklersen orada bulduğun yüzü, saygı ve sevgiyi hiç emek harcamadan parti içinde de ararsan bir Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN baş belası olursun. Nitekim bir kısmınız baş belası. Neden? Çünkü sizin aile gerçekliğiniz çok kötü işlemiş. Bu baş belası durumun altında hala çıkamıyorsunuz. Buradan çıkarılacak önemli bir sonuç budur. Ben inkar etmiyorum; ailelerin verdiklerine, ailenizin sizi büyütmesine hele bir ananın sizi büyütmesine büyük değer veriyorum. Bu çok zor bir büyümedir. Yani Allah bana her işi yaptırsın da, bir ananın bir çocuğu yetiştirme işini vermesin derim. Çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Burada geçerken onu da vurgulamalıyım. Zaten ben olsam, gerçekten her gün silletokat girişirim. Yani çocuk yetiştirmeye tahammül edemem. O koşullarda tahammül edemem. Tabii çocuklara karşı değilim. Onu da geçerken belirteyim. Övünmek gibi olmasın çocuklarla ilgilenmeyi yine en çok arkadaşça ben sürdürüyorum. Bir çocuğa çocuk gibi değil, gelişecek bir insan gibi yaklaşmayı en özlü bir biçimde ben hayata geçirmeye çalışıyorum. Ama yine de çocuklara böyle sinirliyim. Bir gün bile onların ağlayıp sızlamasına dayanmak mümkün değildir. Analar müthiş dayanıyorlar. Tabii bu dayanma onları da düşürüyor ve mahvediyor. Anaların bütün o gerilikleri biraz da bu çocukların yüzündendir. Nîsan 2012 “İntikamını almazsan, kesinlikle eve gelemezsin” Hayır, bunlar bambaşka çelişkilerdir ve bambaşka ele alınabilirler. Dikkat çekmek açısından bunları söylüyorum. Yani Kürt gerçeği içinde ailedeki bu büyüme tarzı çok ağır sonuçlara yol açıyor. Ne kadar hızlı büyütüldünüz, ne kadar emek dışı büyütüldünüz, aileler yoksul oldukları halde sizi ne kadar paşa gibi büyüttü? Bunlar büyük çelişkidir, büyük sorundur. Zaten çocuklar hep “oğlum büyür paşa olur” tekerlemesiyle büyütürler. Karşımızda hiç emek harcamayan bir general gibi duruyorsunuz. Bu, büyütülüş tarzınızın bir sonucudur. Sizi öyle alıştırmışlar. “Çocuğun en iyisi, çocuğun en güzeli, çocuğun en paşasıdır” demişler. Sizin şimdi hiç emek harcamadan oldukça yırtıcı bir teorik ve pratik çabayla sağlayabileceğiniz gelişmenin kenarından bile geçmeden kendinize rütbeyi layık görmeniz, kendinize militanlığı yakıştırmanız bu yetiştirme tarzınızla bağlantılıdır. Benim bütün iyiliğim, işte yetiştirme tarzına dahil olmamak, böyle bir yetiştirmenin talihi ve talihsizliğini yaşamamaktır. 4 Demek ki, benim bu aile konumumdaki çelişkili durumum veya çelişkinin çok erkenden açığa çıkması daha sonraki gelişmelerin üzerinde tayin edici bir etkide bulunmuştur. Bu kurumdan duyulan kuşku beni geleneklere, himayelere onlara dayanarak ayakta kalmalara karşı da kuşkuya götürdü. Zaten herkes “Babam beni şöyle korur, anam beni şöyle korur” diyerek yetişir. Anasına ve babasına dayanmadan bir çocuğun yetişmesi zaten mümkün değildir. Ama bunun bizim yaşadığımız biçimiyle erken yaşta karşılanması ve çok erkenden bir kopuş, bizim daha sonraki bağımsızlaşmamıza büyük katkı sunuyor. Toplumdaki çelişkileri anlamamıza, aile değerlerine göre değil, ulusal ve toplumsal değerlere göre özen göstermemize ortam sunuyor. Beni erkenden ona açık tutuyor. Yani onların beni himaye etmelerini inkar etmemeliyim. Şunu da hatırlatmalıyım ki, ben boyun eğmeci bir çocuk da olabilirdim. Ama hala hatırlıyorum. Anam beni kendi çelişkilerine göre bir savaşçılığa itmede müthişti. Hatta en büyük terbiyeyi oradan aldığımı söyleyebilirim. Yani şunu gördüm; sen düşmanlarınla uğraşmazsan, ekmek yiyemez veya asla yaşayamazsın! Bu önemli bir eğitim özelliği olsa gerekir. Çünkü kendine göre düşman bellediklerine karşı mücadeleciydi; örneğin bir çocuk bana tokat vurmuşsu, “intikamını almazsan, kesinlikle eve gelemezsin” diyordu. İntikam almadan geldiğimde beni kovuyordu. “Mutlaka gidip sende karşılık vereceksin” diye zorluyordu. Bazı çocuklarla kavgamı hala hatırlıyorum. Bu kavgalar kesinlikle onun zorlamasıydı. Bana kalsaydı, çocuklar beni vurduklarında, ağlayıp sızlayarak. “Beni korumalısınız, ana git sen intikamımı al, baba sen al” derdim ve zaten öyle yapıyordum. Bütün ço- STÊRKA CİWAN cukların durumu böyledir. Yani dayak yediklerinde ve kendilerine bir zarar geldiğinde, ağlaya sızlaya, koşa koşa önce babalarına, sonra analarına sarılırlar. Öyle karşılık verdirmeye çalışırlar. Burada böyle bir karşılık söz konusu değil. Sen gidip karşılık vereceksin. Bu, doğru bir eğitim tarzı olsa gerek. O da bir çocuktur, sen de bir çocuksun. Kaldı ki kendisi de gidiyordu, onların sahipleriyle savaşıyordu. “Senin çocuğun böyle yapmışsa, ben de böyle yaparım” diyordu. Ama bize de yaptırıyordu. da mümkündü. Bu anlamda değerini takdir etmek gerekir sanıyorum. Bunu dışında bize verebilecekleri fazla bir şeyleri yoktu. Okul sürecine Anam bana şöyle bir duygu vermiş oldu; bana sığınarak yaşayamazsın Kısaca anam bana şöyle bir duygu vermiş oldu; bana sığınarak, hep benden destek alarak, yardım görerek, böyle ağlayıp sızlayarak, özellikle böyle davranarak yaşayamazsın. Mutlaka bir cevabın olacak! Çok ilkeli de olsa, bu bir öç alma veya bir yetişme duygusu gibi oluyor. Baba tarafından güçlü değil, ana tarafından çok daha güçlü. Baba tarafından da var, ama ana tarafı biraz belirleyici oluyor. Yaşarken mücadeleci olma özelliğidir bu. Tabii bizi fazla ezdirmedi de. Çünkü biz o çocukları daha gücü vardı, yaman bir kendini koruma savaşı da veriliyordu. Yani şunu hissettiriyordu; ben öyle kolay boyun eğmem; büyük kavga ederim, kıyameti koparırım! Köyde de ondan daha hamlı bir kişilik yoktu. Böyle tam bir isyan tufanı. Bağırıp çağırmada, küfürde üstüne yok; erkek yada kadın kim olursa olsun, korkusuzca üzerine giderdi, köpürür dururdu. Yani olay bir kişilikti. Biraz da koruma yönünden bir paylaşmam olmuştur. Yoksa çok silik biri olabilirdik. Onların deyişi ile çok silik ve her şeye boyun eğen bir çocuk olmak girdikten sonra, anadan öğreneceğim fazla bir şey yoktu. Bir kopuş sürecidir sürüp gider. Analardan kopuş ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır? Örnek ana çocukları genellikle daha sonradan olanakları elverdiğinde ve paraları olduğunda, analarına hediye alırlar. Ben öyle bir yönteme başvurmadım. Aslında paramda vardı, biraz para kazanmama rağmen, akrabalarıma veya anama şöyle bir hediye alayım diye düşünmedim. Belki bunu yadırgamışlardır. Evet, bu konuda biraz inkarcı davranıyordum, ama bana göre oğulluk farklı olmalıydı, onların istedikleri gibi bir oğul olmamakla birlikte, bende başka türlü iyi bir oğul olma arayışı vardı. Ben hiçbir zaman dost ilişkilerine öyle ucuz hediyelerle yaklaşmadım. Halen de öyleyim. Size her şeyi söyledim; arkadaşlığa ne kadar bağlı olduğumu, erken yaşlarda ne kadar çocuk arkadaşlıklarının büyük arayıcısı olduğumu, onlarla olmak için ne kadar can attığımı, hata öyle arkadaşlıklar oluşturmak için nasıl büyük bir güç zaptettiğimi vurguladım. Tabii bunun ucuz hediyelerle olmayacağını görüyorum. Bu da fazla 5 ilgi çekici olmuyordu. Güçlü arkadaşlıkların oluşumuna, güçlü ilişkilerin oluşmasına fırsat vermiyordu. Onun için daha erken yaşlarda insanları bağlamanın değişik yollarını aklıma getirdim. Aileye bağlı olmanın da değişik büyüklük yollarını düşünmeye çalıştım. Basit maddi ilişkilerle, hediye ilişkileriyle, akrabalık ve kirvelik ilişkilerle olsa olsa birkaç ahbap çavuş kazanırsın. İnsanlığın kitlesini kazanamazsın, bütün halkını kendine kazanamazsın. Çünkü o zamanlar sorun buydu. Bütün halkı kazanmayı bir yana bırakalım, komşularımızı bile çekemiyorduk. Sen nasıl bir kişisin ki, komşularını bile anlamlı bir biçimde kendinle bütünleştiremiyorsun? Çok istemene rağmen, köylülerini bile kazanamıyorsun? Tabii bu duygu bizi o zaman erkenden daha derin bağlar arama sürecine soktu. İnsanları, kapı komşuyu, bütün köylüleri, giderek bütün bir halkı, mümkünse insanlığı nasıl birleştireceksin? İlgi derinliğini nasıl yaratacaksın? Bizdeki ideolojik arayış, siyasi arayış, parti arayışı işte böyle olmuştu. Yani insanlar o kadar ilgisizler ve birbirlerinden o kadar kolay vazgeçiyorlar ki, sen derin bağlanmak zorundasın. Evet, ucuz hediyelerle sağlanan bağlar, feodal usullerle kurulan bu bağlar bana fazla güçlü gelmediği için, ben de ilgi göstermedim. Din bağlılığı bana biraz daha derinlikli geliyordu. O zaman ona sarıldım. O bağlarla topluluğa bağlanmaya, topluluğa güç vermeye ve güç olmaya özen gösterdim. Ardından bilim, felsefe, ideoloji, sosyalist ideoloji, siyasi ilişkiler dediğimiz ilişkiler, örneğin siyasi ilişkinin bendeki büyüklüğü nasıl oluştu? Bunlar aslında bu büyük zayıflıklara bir tepki olarak oluştu... *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN HABER Kürt Gençleri Newroz Ateşinin Coşkusuyla Direnişi Yükseltiyor Stêrka CİWAN “Avrupa’nın bir çok alanında gerçekleştirilen eylemlerde gençler Kürt Halk Önderi Abdullah öcalan’a özgürlük talebinde bulunurken, gerçekleştirdikleri eylemlerde bahar direniş hamlesine tüm güçleri ile katılacaklarının mesajını verdiler” Nîsan 2012 Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri Mart ayında gerçekleştirdikleri eylemlerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ve Kürdistan’da Kürt halkına yönelik saldırıları protesto etti. Avrupa’nın bir çok alanında gerçekleştirilen eylemlerde gençler Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük talebinde bulunurken, gerçekleştirdikleri eylemlerde bahar direniş hamlesine tüm güçleri ile katılacaklarının mesajını verdiler. Newroz ile beraber artış gösteren eylemlerin ilerleyen süreçte artarak geliştirileceği bu eylemlerden anlaşılmaktadır. Marsilya ve Paris’te gençler özgürlük taleplerini yükselttiler Marsilya: Fransa’nın güneyindeki Marsilya kentinde bir grup Kürt genci 6 polis karakolu karşısındaki bir köprüye “Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a özerklik” yazılı pankart astı. Yine Marsilya’da bir araya gelen 40’a yakın Kürt genci Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi ve İstanbul’da Newroz kutlamalarında BDP yöneticisi Hacı Zengin katledilişini kınamak için korsan yol işgal eylemi gerçekleştirildi. Canabiere Meydan’ında toplanan gençler burada bulunan altı yol kavşağını işgal ederek, oturma eylemi başlattı. Yaklaşık 40 dakika süren eylemin Kürt halkı ve Önderliğine yönelik tecride kaşı gerçekleştiği belirtilirken, gençler ayrıca Strasbourg kentinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük talebiyle süresiz açlık grevinde olan eylemcileri de selamladılar. STÊRKA CİWAN Marsilya’daki Kürt gençleri gerçekleştirdikleri bir diğer eylemdeyse, Draginya Valiliğine yürüyerek Öcalan’a özgürlük taleplerini dile getirdiler. 50 Kürt genci Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla bir araya gelerek, Draginya Valiliğine doğru korsan bir yürüyüş gerçekleştirdi. Sık sık Öcalan lehine sloganlar atan gençler, Uzun süre Marsilya’nın en işlek caddelerinde yürüdüler. Dranginya Valiliğine ulaşan gençler burada eylemlerini sonlandırdılar. Paris: Paris’te bir araya gelen 150 genç Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için korsan yürüyüş düzenledi. Gençler düzenledikleri eylemde Strasbourg’ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük talebiyle süresiz açlık grevine giren grevcilerin direnişlerini selamladıklarını belirtiler. Yine Paris’de Kürt gençleri öncülüğünde gerçekleştirilen Newroz yürüyüşüne yüzlerce Kürdistanlı katıldı. Çoğunluğu gençlerden oluşan yürüyüş Bastille Meydanı’nda başladı. PKK bayrakları, Öcalan posterleri, Kürdistan özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren şehitlerin resimleri ve Newroz’a ilişkin pankartlarla taşıyan kitle ellerinde meşaleler ile Bastille Meydan’ından Stalingrad Meydanı’na doğu yürüyüşe geçti. Ulusal kıyafet giyen kadınlar, gençler Newroz’un coşkusunu Paris sokaklarına taşırken, yine dillerinde “Öcalan’a özgürlük” sloganı vardı. Stalingrad Meydanı’na kadar yürüyen kitle, burada devrim şehitleri anısına yapılan saygı duruşunun ardından, Newroz’un coşkusuyla halaya durdu. Stalingrad Meydanı’nı havai fişekler ile renklendiren gençler, çekilen halaylar ve atılan sloganlar eşliğinde eylemlerini sonlandırıldı. Darmstadt’da Kürt gençleri AF Örgütü ile görüştü Dramstadt :Avupa’da yaşayan Kürt gençleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı ve şiddete dikkat çekmek amacı ile uluslararası AF örgütü ile görüştüler. baskılara değindiler. Yetkililerden duyarlılık sözü alan gençler kurumdan ayrıldı. Hollanda’da misilleme eylemi Rotterdam: Hollanda'nın Rotterdam kentinde kendilerine Baz Mordem İntikam Tugayı adı veren bir grup genç, İstanbul'da yapılan Newroz kutlamalarında BDP Arnavutköy ilçe yöneticisi Hacı Zengin'in polis tarafından vurularak şehit edilmesini protesto etmek için Zaman gazetesi bürosuna eyleme gerçekleştirdi. Büronun tüm camlarını kıran gençler, ayrıca Schiedam'da bulunan ülkü ocaklarını da hedef aldı. Kürt gençleri Ulusal Kürt Gençlik Konferansı’nda bir araya geldi Almanya'nın Darmstadt ve Frankfurt kentinden gelen Kürt gençlerinden oluşan15 kişilik grup uluslararası AF Örgütü yetkilileri ile görüştü. AF örgütü yetkileri tarafından kabul edilen gençler yaptıkları görüşmede yetkililere, Türk devletinin tutuklamalarla ve askeri operasyonlarla Kürdistan'da estirdiği terör ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecrit hakkında bir dosya sundu. Gençler Uluslararası AF Örgütünün konuyla ilgilenmesini ve gündeme getirmesini beklediklerini dile getirerek Kürt halkının yaşadığı 7 Hewler: Ulusal Kürt Gençlik Konferansı’nın Güney Kürdistan'ın Hewler kentinde 15 ile 17 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi. Üç gün süren Konferansa başta Federal Kürdistan Bölgesi, Türkiye, Suriye, İran ve dünyanın birçok yerinde delegeler katıldı. Avrupa ve farklı alanlardan konferansa 300'ye yakın delegenin davet edildiği Konferans Ey Raqîp marşı ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşuyla başladı. Hazırlık komitesi adına Omît Xoşnav Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN yaptığı konuşmada; Kürdistan'ın dört parçasından Kürt gençlerinin bir araya gelmesinin Kürt siyasi partilerine bir mesaj olduğunu belirtirken. Daha sonra Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzanî yaptığı konuşmada Kürt halkının bir ulus olarak kendi kaderini tayin hakkının meşru bir hak olduğunu söyledi. Barzanî konuşmasında "Artık Kürtlerin tek stratejisi vardır o da ulusal stratejidir" dedi. Barzani konuşmasının sonunda Kürt halkının bölge halklarıyla kardeşlik içinde yaşamak istediğini belirtirken, Kürtlerin öz savunma hakkının olduğunu da vurguladı. Barzani “Öz savunma meşru bir haktır. Kürtler şimdiye kadar Türk, Fars ve Araplarla savaşmadılar. Eğer savaştılarsa egemen devletlerle savaştılar. Umuyorum ki bu yıl gerçekleştirdiğiniz Ulusal Kürt Gençlik Konferansı tüm Nîsan 2012 dünyaya barış mesajı verecektir. Konferansta Kuzey Kürdistan Gençleri adına Hasan Topalan yaptığı konuşmada "Bugün gençler burada Kürdistan 4 parçası arasında bir köprü oldu" dedi. Topalan " Her ne kadar Kürtler arasında sınırlar konmuş olsa da artık Kürtler bunu ne tanıyor ne de bu sınırların anlamı kaldı" şeklinde konuştu. Konferansta KCK Yürütme Konseyi de bir mesaj gönderdi. Konferansa BDP ve PYD üyeleri, Doğu Kürdistan ve Güney Kürdistan partileri, çok sayıda aydın ve siyasetçide ka- 8 tıldı. Konferansın birinci bölümünün sonunda Doğu Kürdistanlı Koma Jîwar sahneye çıkarak şarkılarını konferans katılımcıları için söyledi. Kürt gençleri 16 Mart 2011'de Kürtler arası birliğin güçlendirilmesi amacıyla Amed'de "Birinci ulusal Kürt Gençlik Konferansı" gerçekleştirilmişti. Konferans sonunda gençler 21 maddelik bir sonuç bildirgesi açıkladı.Sonuç bildirgesinde yer alan maddelerden bazıları şöyle; 1) Kürt gençleri Kürdistan'ın dört parçasında Kürt halkına karşı saldırılara karşı mücadele eder. 2) Kürt dili üzerindeki asimilasyoncu politikaları kınar ve asimilasyona karşı kendi diline sahip çıkar. 3) Bütün Kürt siyasi kesimlerin katılımıyla Kürt ulusal birliğinin geliştirilmesini gerekli görür. 4) Kürdistan'ın her dört parçasında Kürt sorununun çözümü için barışçıl ve demokratik yöntemin uygulanması gereklidir. 5) Kürt gençlerinin çalışmalarının daha da güçlendirilmesi için Gençlik federasyonunun kurulmasını gerekli görür. 6) Suriye, türkiye ve İran hapishanelerinde, aralarında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da bulunduğu tüm Kürt Özgürlük STÊRKA CİWAN mücadelesi tutsaklarının serbest bırakılmasını talep eder. 7) Her yıl Gençlik Konferansı’nın düzenlemesini ve imkanlar oluşursa konferansın Batı Kürdistan'da gerçekleştirilmesini gerekli görür. 8) Kürtler arası kardeş kavgasının hiç bir şekilde tekrar etmemesi gerektiğini belirtir ve her türlü kardeş kavgasını kınar. 9) Kadına karşı he türlü katliam, işkence, cinayet, recm ve fuhuş dayatmalarına karşı mücadele eder ve Kadın özgürlüğü için direnişte olur. 10)Diğer halklar gibi Kürt halkı da kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Rojaciwan Newroz ile yenilendi Rojaciwan sitesi Kürt ve Ortadoğu halklarının diriliş bayramı Newroz'la birlikte takipçi kitlesinin karşısına yenilenmiş bir format ve dizayn ile çıktı. Kürt sanal basınının en büyük üye ve izleyicisine sahip sitelerden biri olan Rojaciwan, Kürt geçliğinin sesi olmaya devam ediyor. 2004 yılında bir grup gencin çabalarıyla yayın hayatına başlayan Rojaciwan tüm saldırı ve engellemelere karşı 8 yıldır kesintisiz yayınını sürdürüyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat komplosunu protesto amacıyla 15 şubat 2004'te yayın hayatına başlayan Rojaciwan, bu güne kadar Kürt gençliğini güncel gelişmelerden haberdar etmenin yanında Kürt kimliğine, tarihine, kültürüne, yönelik yayın ve çalışmalarıyla Kürt gençliğinde ulusal ve özgürlük bilincinin gelişmesinde önemli bir rol üstlene bir site olmuştur. Şimdiye kadar sitede emeği geçen onlarca çalışan ve yüzlerce genç olmakla birlikte Rojaciwan sitesi üze- rindeki emeğin sembolü Hidar Ferat (Muhammed Bahçeci) olmuştur. Kürt özgürlük mücadelesinde şehit düşen Hidar Ferat sitenin kuruluşundan itibaren site çalışmalarına büyük bir emek ve değer katmıştır. Onun çabası ve yaratıcı düşünceleriyle site 63 bin üye sayısını aşarak dünyadaki 140 milyon site içinde ilk 20 binin arasına girmeyi başarmıştır. ancak zaman ile bu eksiklerin giderileceğini belirtirken, bu konuda üye ve takipçilerinin önerilerinin kendileri açısından önemli olduğunu dile getirdi. “Sitemiz Rojaciwan “Genç başladık genç başaracağız” şiarıyla başladığı yayın hayatını sürdürmektedir. Bu ilkeyi esas alarak özel savaş basınına karşı gerçek, özgür, toplumcu ve genç Hidar Ferat’ın siteyi bir Kürt ulusal gençlik ajansı haline getirme hayallerinin bu gün daha kapsamlı hedeflendiğini belirten site yönetimi yapmış olduğu açıklamada: “Amacımız Hidar Ferat’ın hayallerine bir adım daha yaklaşarak sitemizi daha zengin, içerikli ve kullanışlı hale getirmektir. Daha fazla gence ulaşmaktır. Siteye Kürtçenin Kurmanci lehçesi ve Türkçe dili üzerinden olan haber ve yazı yayınına Kürçe’nin Zazaca lehçesini de eklendiğini belirtti. Yine sitede birçok yeniliğe de yer veren Rojaciwan sitesi, genç kadın bölümü ile genç kadın kitlelerinin taleplerine yanıt olmaya çalışırken, sitede video ve resim bölümleri ile görselliği ön pılana çıkarmayı hedefliyor. Sitede bir diğer yenilik de Avrupa’da 94 yılından bu yana yayın yapan Sterka Ciwan dergisinin tüm arşivinin siteye alınması çalışmasının yürütüldüğü belirtildi. Bunların dışında birçok yeniliği içerisinde barındıran Rojaciwan sitesi önümüzdeki dönemde oldukça ciddi çalışmalara imza atacağa benziyor. Site yönetimi son olarak sitede henüz bir çok eksiğin bulunduğunu basıncılık çizgisini esas alacaktır” denilen açıklamada yeni dönemde birçok yenilik ile Kürt gençlerin sanal alemdeki merkezi görevini daha güçlü yerine getirileceği belirtildi. 9 Den Hang’ta gençler Newroz’u kutladı Hollanda'nın Den Haag kentinde Schalkburgstraat'ta kendilerine Rustem Cudi intikam tugayı adını veren yaklaşık 20'ye yakın Kürt genci, faşistlerin yoğun yaşadığı ve Ülkü Ocağının bulunduğu meydanda ateş yakarak Newroz'u kutladı. Ellerinde KCK, Komalên Ciwan, PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın bayraklarını taşıyan gençler sık sık "Den Hang ovası, Apocular yuvası", "Apocular burada, faşistler nerede", sloganlarıyla meydanı inlettiler. O sırada Ülkü ocaklarının içerisinde bulunan yaklaşık 40 kişi içeriden çıkamayarak gençleri izlemekle yetindiler. *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN PERSPEKTİF Direniş zafere götürür Hidar FERAT “Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri örgütsel alanda da ülkedeki gelişmelere paralel kendi örgütlülüklerini ve eylemselliklerini geliştirmelidir. Amed Newroz ruhuna yakışır bir duruşla Newroz atılımına Avrupa cephesinde cevap olmaldır. Nîsan 2012 2012 Newrozu Kürdistan’da yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni sürece girişin büyük adımı Amed Newroz’unda atılmışıdır. Kürdistan ve Ortadoğu’da büyük alt üst oluşların yaşandığı, büyük tarihsel gelişmelere gebe bir süreçte Newroz bundan sonraki gelişmelerin gidişatını etkileyecek bir öneme sahipti. Newroz’da ortaya konulacak tavır ve ortaya çıkacak sonuç bundan sonraki süreci de belirleyecek ve gelişmelere yön verecekti. Başta bölge güçleri olmak üzere özellikle Kürdistan üzerinde hesabı olan tüm siyasi güçlerin de gözü Newroz’da çıkacak sonuçtaydı. Kürt halkı açısından da bu Newroz tarihi bir anlama sahipti. Çünkü Ortadoğu’nun içinde bulunduğu koşullar ve gelişmeler Kürtlerin kaderini yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Bir yılı aşkın süredir Arap baharı adı verilen ve bölgedeki gerici rejimlerin bir bir yıkılmasına yol açan süreç bütün hızıyla devam ederken, bölge üzerinde hesabı olan her güç de bölgenin yeni şekillenmesinde etkili olmak için mücadele içinde bulunmaktadır. Bölgenin yeniden şekillenmesinde en çok etkilenecek ve etkileyecek bölgesel güç Kürt halkıdır. Etkilenecek çünkü yıkılmakta olan bölge statükosunda Kürtlerin yeri yoktu. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve Kürtlerin inkarı üzerinden şekillenen 10 statüko yüz yıldır devam etmekteydi. Bunun yıkılması yeni bir durum oluşturmaktadır. Etkileyecek çünkü bu gün Ortadoğu’da en örgütlü ve etkili, devrimci bir ideolojik çizgi ve siyasal duruşa sahip halk Kürtlerdir. Öder Apo öncülüğünde yürütülen Özgürlük mücadelesi, Kürt halkını inkar ve imha statükosuna karşı uyandırmış, ayağa kaldırmış ve özgürlük yürüyüşünde önemli mesafeler aldırmıştır. Bu yılıki Newroz’da da ortaya çıkan durum bunun en somut göstergesi olmuştur. Tüm baskı, yasaklama ve tehditlere rağmen milyonlar Newroz ateşi etrafında kenetlenerek özgürlük kararlılıklarını göstermiştir. Demirci Kawa’dan Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’a, Rahşan ve Berivanlara, Semalara kadar özgürlük tutkunu Newroz şehitlerinin mirasını yaşatan Newrozlaşan özgür bir halk duruşu ortaya konmuştur. Hiçbir güç, egemenlik aracı ve yöntemi özgürlük tutkunu bir halka geri adım attıramaz Bu gelişmeler karşısında çılgına dönen sömürgeci güçler 30 yıldır her türlü yöntemini kullanarak bu gelişimin önünü tutmaya çalışmış fakat bunu durdurmak bir yana gelişmeleri hızlanmıştır. 2012 Newroz bunun en somut ifadesidir. Hiçbir güç, egemenlik STÊRKA CİWAN aracı ve yöntemi özgürlük tutkunu bir halka geri adım attıramaz ve esaret altına alamaz. Bu her yıl bir kez daha kanıtlanmaktadır. Fakat bunu anlamak istemeyen sömürgeci egemen güçler ömürlerini biraz daha uzatmak uğruna saldırılarına devam etmektedir. Bunların son temsilcisi AKP hükümetidir. Uluslarası sermaye güçleri ve özellikle ABD’nin bölgede ılımlı islam projesi temelinde iktidara getirilen AKP hükümetine Kürtler üzerindeki sömürgeci sistemi yeniden kurma görevi de verilmiş ve bu görevini yerine getirmesi için her türlü destek sunulmuştur. Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye konusunda her türlü imkan sunulmuştur. Özgürlük mücadelesinin paramparça ettiği klasik sömürgeci sistemi, ılımlı İslam adı altında halkın dini duygularını kullanarak yeniden kurmaya çalışan AKP’nin de maskesi artık düşmüştür. Teşhir olmuştur. Bunu sağlayan en başta Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi, Özgürlük mücadelesinin ve Kürt halkının mücadelesidir. Bu teşhir karşısında AKP-Fethullah Gülen Cemaati ittifakı hırçınlaşarak Kürtler üzerindeki saldırılarını tırmandırmışlardır. Kürt halkının siyasi iradesi olarak kabul ettiği Önder Apo üzerindeki tecridi en üst aşamaya çıkarmış 7 ayı aşkın bir süredir dış dünyadan tamamen koparmıştır. Yine Kürt özgürlük gerillalarına karşı kimyasal silah dahil her türlü vahşet yöntemini kullanmaktan geri durmamış, Roboski’de sivil Kürt çocuklarının üzerine savaş uçaklarıyla ölüm kusmuştur. 7 bin Kürt siyasetçisini tutuklayarak cezaevine atmış Kürt halkının iradesini kırarak özgürlük mücadelesinden koparmayı amaçlamıştır. Kürt çocuklarını hiçbir gerekçe olmadan cezaevlerine atıp orada onlara karşı her türlü işkence, taciz ve tecavüzü sistematik bir şekilde uygulamaktadır. Cemaatin Pensilvanyalı imamı Gülen oturduğu yerden Kürt halkının katliamına fetva çıkarmıştır. Son uygulama da Kürt halkının Demirci Kawa’dan beri direniş bayramı olan Newroz’u engelleme veya kutlanma biçimi ve zamanını kendisi belirleme cüretine kadar gitmiştir. Açlık grevleri Amed zindan direniş ruhunun yeniden canlandırılmasıdır Bütün bu baskı politikalarına karşı bu yılın ilk hamlesi Önder Apo’nun uluslararası komployla korsan bir şekilde kaçırılıp esaret altına alınmasının 13. yıldönümü 15 Şubat’ta başlamıştır. Kürdistan ve Türkiye’nin dört bir tarafında Kürt halkı ayağa kalkmış komployu kınamış ve Önderliğinin özgürlüğünü talep etmiştir. “Artık yeter ya özgürlük ya özgürlük” diyerek faşizan uygulamalara karşı direnişi yükseltmiştir. Tüm sokaklar, alanlar, eylem yeri haline getirilirken en anlamlı fedaice eylem cezaevlerinden gelmiştir. Aralarında dört BDP milletvekilinin de bulunduğu yüz- 11 lerce özgürlük tutsağı Önder Apo üzerindeki uygulamalar ve Kürt halkına karşı yürütüle soykırım politikalarını protesto etmek amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladıklarını duyurarak Amed Zindan direniş geleneğini canlandırarak cezaevlerini de bir direniş kalesi haline getirmişlerdir. Zindan geleneğinin bir devamı olan bu tavır Kürt halkı tarafından da sahiplenilmiş ve desteklenmiştir. Kürdistan ve Türkiye kentlerinde binlerce kişi destek amaçlı açlık grevine girerek bu direnişin etrafında kenetlenmiştir Avrupa’da da 15 kişilik “Önderliğe özgürlük inisiyatifi” üyeleri Başta Önder Apo üzerindeki politikalar olmak üzere Kürtlere uygulanan soykırım politikalarını Avrupa ve dünya gündemine sokmak için “Öcalan’a özgürlük Kürt halkına siyasi statü” şiarıyla 1 Mart’tan itibaren süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlamıştır. Kürt halkı bu eylemlerle dosta düşmana teslimiyete hayır direnişe evet mesajı vermiştir. Bıcağın kemiğe dayandığı baskıcı faşizan politikalar karşı- Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN operasyonları, gözaltı tutuklama, işkence tehdit dayatmalarına karşı halka hiçbir geri adım attırılamamıştır. 2012 Newroz’u ulusal birliği pekiştirmiştir sında Kürt halkı direniş bayrağını her alanda yükseltmiş ve egemen sömürgeci güçlerin yüzüne bir şamar gibi indirmiştir. hiçbir baskıyı ve dayatmayı kabul etmez. Hiçbir devlet ve egemen güç bir toplumun özgürlük ruhunu, bayramlarını tasarrufu altına alamaz. Bu anlamda buna en iyi cevap Newroz’da sömürgeci sistem AKP 2012 Newrozu’nda verilmiştir. şahsında son yenilgisini almıştır Amed’te verilmiştir, İstanbul’da verilmiştir, Batman’da, Cizre’de, Wan’da, Gever’de Kürdistan’ın dört bir taraKürt halkı ve öncüleri her zerresini fında verilmiştir. Tüm engelleme, direne direne yarattıkları bu değer- tehdit ve baskılara rağmen milyonlar lerden hiçbir tehdit ve saldırı karşısında alanlara çıkmış ve Newroz’u, anlamına taviz vermeyeceklerini ortaya koy- yakışır bir şekilde direne direne önmuştur. Newroz yasaklama ve egel- lerine çıkan tüm engelleri yıka yıka lemeleri karşısıdan Kürt halkının kutlamıştır. Kürt halkı tüm dünyaya ortaya koyduğu tavır bu direniş gele- mesajını net iletmiştir. neğinin zirvesidir. Kürt halkı şimdiye Özgürlük tutkusuyla serhıldana kadar Newroz’u kutlamak için kim- kalkmış Kürt halkı taleplerini çok net seden izin ve onay beklemedi. Demirci bir şekilde ortaya koymuştur. An Kawa ilk direniş ateşini Dehak’tan Azadi An Azadi, Öcalan’a özgürlük izin alarak yakmadı. Mazlum Doğan Kürdistan’a statü. Amed zindanında Newroz’u üç kibritle Bu taleplerle alanlara çıkan halk kutlarken faşist cuntadan izin alarak önlerine çıkan polis barikatlarını aşarkutlamadı, Sema Yüce hiç kimseden ken aslında sömürgeci sistemin son izin alarak bedenini Newroz meşalesi kalıntılarını yerle bir etmiştir. Artık haline getirmedi. Kürt halkı 90’lı yıl- tam bir acz durumuna düşen soykılarda devlet terörü altında Newrozu rımcı sömürgeci sistem AKP şahsında serhildanlarla karşılarken özel savaş son yenilgisini almıştır. Devlet polihükümetlerinden izin almadı. Bu gün tikaları Kürdistan’da iflas etmiştir. de Kürt halkı Newrozunu kutlamak Bu newroz’un en önemli özelliği için çağdaş Dehaq AKP hükümetinden ve farkı devletin yasaklamalarına rağonay beklemeyecekti ve beklemedi men Kürdistan tarihinde yapılan en .Newroz’un kendisi bir direniş ve öz- kitlesel sivil itaatsizlik eylemidir. Devgürlük bayramıdır. Özgürlük ruhudur, letin yıllardır süren siyasal soykırım Nîsan 2012 12 Bu Newroz’un ortaya koyduğu bir diğer gerçekse Önder Apo şahsında gelişen özgür Kürt duruşu toplumsallaşmıştır. Mazlumların, Kemallerin, Agitlerin, Zilanların, Rahşan ve Berivanların, direniş çizgisi milyonlara mal olmuş halklaşmıştır. Toplumun öncüleri olan siyasetçilerin hepsi tutuklansa da, engellense de, tecrit altına alınsa da bu özgürlük ruhu halklaştığı için halk gereken yerde gereken tavrı koymasını öğrenmiştir. Bu halk özgür yaşamda ısrarlıdır. Birileri tarafından sürüklenen bir halk değil, kendi bilinciyle öz iradesiyle ve özgürlük tutkusuyla hareket eden bir halktır. Bu gerçek toplumsal bir devrim gerçekleştiğinin ifadesidir. Bu anlamda 2012 Newroz’u bu devrimin ilanıdır. KCK operasyonları adı altında yürütülen soykırım operasyonları politikası bu gerçek karşısında çökmüştür. Bu anlamda Amed Newrozu’nda sembolleşen ama Kürdistan’ın dört bir tarafında, Türkiye kentlerinde Batı Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da ve dünyanın her tarafında aynı ruhla kutlanan Newroz tarihi bir Newroz olmuştur. Bundan sonraki gelişmelere yön veren, Özgürleşme yönünde ilerleyen bir süreci başlatmıştır. Bu Newroz’un diğer bir önemli özelliği ise Kürt ulusal birliğini sağlayan Newroz olmasıdır. İlk defa bu Newrozda Ulusal duruş ve birliktelik bu düzeyde yakalanmıştır. Özellikle son dönemlerde yürtülen ulusal birlik çalışmalarının heyecanı Newroz’a yansımıştır. Batı’da Güney’de ve Kuzey’deki kutlamalar birbirini selamlamış ve ulusal duygu birlikteliğini STÊRKA CİWAN yakalamıştır. Özellikle Batı Kürdistan’daki kutlamalar Devrimsel bir gelişmeyi açığa çıkarmıştır. Batı Kürdistan’da Newroz bir referanduma dönüşmüştür. Batı Kürdistan halkı yediden yetmişe kutlamalara katılarak 2012 Newroz’unda Demokratik Özerkliği’ni fiili olarak ilan etmiş ve kutlamalarda bunun pratiğini uygulamıştır. Önümüzdeki aylar Batı Kürdistan’ın statüsünün belirleneceği aylar olacaktır. Orada da k a - O açıdan dikkati ve duyarlı olmakta da gerekir. Yenilen bir güç son bir can havliyle saldırganlaşabilir. Bu anlamda 2012 yılı dişe diş topyekun bir mücadele yılı olacaktır. Bu anlamda hazırlıklı olmak gerekmektedir. Kürt gençliği Newrozun verdiği mesajı doğru okuyarak örgütlenmeli, ve süreci karşılayacak eylemsel bir duruş içinde olmalıdır. Süreç devrimsel bir süreçtir. Çok kısa süreye çok büyük gelişmelerin sığdırılabileceği devrimsel sürçlerin sorumluluğu gençliğin omuzlarındadır. Bunun için süreci en doğru okuması zandıracak duruş Newroz direniş duruşudur. Oradaki gelişmeler diğer parçalardaki Kürt sorununun çözümünün gidişatını belirleyecektir. ve hazırlıklı olmadı gereken genliktir. Devrimsel süreçler geçliğin öncülüğünde ancak zafere ulaşabilir. Kürdistan’da da devrim gençlik ve kadının öncülüğünde zafer ulaşacaktır. Gençliğin süreci karşılaya bilmesi için en başta güçlü bir örgütlülüğe kavuşması gerekir. Devrimsel hamle sürecini zafere götürmek kadar başta Önder Apo ve Kürt halkına yönelik saldırıları karşılayıp etkisiz kılmak ve yenilgiye uğratmak gençliğin en temel görevidir. Kürt halkı her zamankiden daha fazla özsavunmaya ihtiyacı vardır. Yenilgi alan sömürgeci sistemin saldırıları arttı ve artacaktır. Önderliği yönlik tecrit bu saldırıların en önemli boyutudur. Kürt toplumsal alanına yönelik siyasi soykırım operasyonları saldırıların ikinci boyutudur. Gerillaya yönelik kimyasal silah dahil her türlü teknikle gerçekleştirilen saldırılar yanında Roboskî’de gerçekleşen sivillere yönelik saldırı, katliam provalarını ifade etmektedir. Kürt çocuklarına yönelik tutuklama ve cezaevlerinde uygulanan işkence taciz ve tecavüz Kürt halkının geleceğine bir saldırıdır. Yine son dönemlerde Türkiye kentlerinde ve üniversitelerde devlet destekli sivil faşist odakların Kürtlere yönelik linç girişimi bu saldırıların diğer bir boyutudur. Bu anlamda gençliğin temel görevi olan öz savunma bu süreçte üzerinde ciddiyet durmayı gerektiren bir örgütlenme ve eylem alanıdır. Başta Halk Savunma Güçlerine katılım olmak üzere Demokratik Özerk Kürdistan toplumunun her mahallesinde, semtinde, köy ve kentinde ve yurtdışında Kürtlerin yaşadığı her yerde bu 2012 yılı dişe diş topyekun bir mücadele yılı olacaktır Bu anlamda 2012 Newrozunda Kürt halkının duruşu dost düşman herkese net mesajını vermiştir. Bu halkı özgürlük yürüyüşünden hiçbir güç alıkoyamaz. Bu halkı hiçbir güç Öndeliğinden koparamaz. Bu halkı hiçbir güç özgürlük mücadelesinden vazgeçiremez. Bu halk özgür onurlu bir yaşamdan başka hiçbir yaşamı kabul etmeyecektir. Bu Newroz direniş zafere götürür mesajı vermiştir Özgürlük Hareketini tasfiye ederek bu baharda onun kutlamasını yapmayı planlayan AKP devleti uğradığı yenilginin şokuyla kimyası bozulmuştur. Artık Newroz net mesajını vermiştir: Direniş. Direnişin devam ettirilmesiyle AKP şahsında Kürdistan üzerindeki Sömürgeci sistemin hiçbir hükmü kalmayacaktır. AKP bu sistemin son kartıydı ve bu kaybedilmiştir. AKP’nin bu aşamada hata üstüne hata yapıp sonunu hızlandırması kaçınılmazdır. 13 Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN temelde bir örgütlenme kaçınılmazdır. Kürt halkına, siyasetçilerine, kadınına ve çocuklarına yönelen her saldırıya Kürt gençliği anında gereken cevabı vermelidir. Gençlik, Newroz ruhuna yakışır bir duruşla Newroz atılımına Avrupa cephesinde cevap olmaldır Diğer taraftan Demokratik özerk Kürdistan’ın inşasında temel güç olan gençlik başta kendini ideolojik olrak donatarak bunu yapabilcek bir ideolojik-politik düzeyi kendinde yaratmalıdır. Bir taraftan sömürgeci sistemin kurumlarını işlemez hale getirirken, demokratik özerklik sistemini köy, mahalle semt, kent meclis ve komünlerinden, öğreci, işçi, gençlik meclis ve komünlerine kadar inşa etmeyi kendine görev bilmelidir. Gençlik tek başına sömürgeci sistemin kurumlarını tamamen işlemez kılabilir. Sistemin okullarını boykottan tutalım, zorla dayatılan Türkçe dilini boykota, ve en önemlisi askerliği redde kadar, sömürgeci sisteme son darbeyi vuracak eylemsellikler bizzat gençliğin planlayıp gerçekleştirmesi gereken eylemselliklerdir. Özellikle bu süreçten sonra hiç bir Kürt genci Türk ordusuna askere gitmemelidir. Kürt halkına katliam provalarının yapıldığı, operasyonların aralıksız devam ettiği ve her gün askerliğini yapan bir Kürt’ün, kaza süsü verilerek katledildiği bir süreçte Türk ordusuna askere gitmek bu katliam politikalarına güç vermek anlamına gelecektir. Bu temelde bedeli ne olursa olsun askerliği reddetmek hatta sömürgeci ordu yerine kendi halkının meşru savunma güçlerine katılmak en onurlu tavır olacakatır. Bu temelde Türkiye ve KürNîsan 2012 distan’da gelişen Vicdani Red hareketine Onlarca, yüzlerce kişiyle katılımlar sömürgeci orduyu Kürdistan’da tamamen geçersiz kılacakatır. Vicdani red hareketinin Avurpa’da yaşayan Kürt gençleri tarafındanda geliştirilmesi gerekmektedir. Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin bedelli askerlik adı altında Türk ordusuna aktardıkları milyonlarca Euro Kürt halkının tepesine bomba olarak atılmaktadır. Bunun içni Vicdani Red hareketi sadece Kürdistan ve Türkiye’de yaşayana gençlerin değil Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin de vicdani redlerini kamuoyuna duyurmaları gerçekleştirmeleri gereken bir eylem biçimidir Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri örgütsel alanda da ülkedeki gelişmelere paralel kendi örgütlülüklerini ve eylemselliklerini geliştirmelidir. Amed Newroz ruhuna yakışır bir duruşla Newroz atılımına Avrupa cephesinde cevap olmaldır. Kürt halkı Newroz’da Demokratik Özerk’liğini fiili olarak ilan etmiştir. Avrupa’da da Kürt toplumunun yaşadığı her yer Demokratik Özerklik sistemi temelinde örgülenmelerin geliştiği alanlar olmalıdır. Kürt gençleri Sürece cevap olabilmek için mutlak anlamda örgütlülüklerini bu temelde geliştirmelidir. Sürekli bir eylemsellik için örgtülülük şarttır. Gençler Avrupa’nın her bölgesinde gençlik meclisleri veya komünler şeklinde kendi örgtülülüklerini oluşturmalıdır. Nerde iki Kürt genci varsa orada bir gençlik komünü kurulabilir. Bu ögütlenmeyle bir taraftan orada yaşayan gençleri bilinçledirip eğitir ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken diğer yandan sürece denk eylemsellikler içine girilebilmelidir. Bu komünlerin birleşiminden de gençlik meclisleri oluşur. Böyle bir örgütlülük hem 14 Demokratik Özerkliğin ruhuna uygundur hem de sürece cevap olabilecek bir örgütlenme biçimidir. Kürt gençleri bunu gerçekleştirmek için inisiyatifli olmalıdır. Kadro bulunmayan yerlerde hiç beklenti içine girilmemelidir. Bu temelde bir beklenti gençlik ruhuna aykırıdır. Gençlik ruhu öncü ruhtur, gerekli tavrı ve çalışmayı gereken yerde ve zamanda yapma iradesi, özgüveni ve kararlılığıdır. 35 yıllık mücadelenin yarattığı birikim ve günümüzün teknolojik iletişim imkanları üzerinden her genç istediği kişiye veya kaynağa ulaşabilir ve kendini eğitip Önderliğin ideolojik çizgisini kavramaya çalışabilir. Çalışmalıdır. Böylece yapması gereken çalışmalar hakkında bir perspektif sahibi olabilir. Bu temelde Avrupa kapitalist sistminin Kürt gençliğine dayattığı kendi değerlerine yabancılaşmayı, erime ve yozlaşmayı tersine çevirip özgür ruhlu, devrimci, öz değerlerine bağlı ve onurlu bir gençlik olunabilir. Süreç gençliğe bunu dayatmaktadır. 2012 Newroz’u önümüze zaferi kazandıracak bir tarz ve tempoyu dayatmaktadır. Tüm saldırı ve tasfiye politikalarına karşı Mazlum Doğan ruhuyla direnmek, bizi zafere ulaştıracaktır. Mazlum Doğan’dan tam 30 yıl sonra bir Newroz günü Amed halkının dilinden bize tekrar “Direniş Zafere Götürür” mesajını vermiştir. Onun üç kibritle başlattığı Newroz direnişi 30 yıl sonra zafere ulaşarak 2012 Newroz duruşunu yaratmıştır. Onun üç kibritle başlattığı direniş bugün dünyanın her tarafına yayılan Newroz ateşine dönüşmüştür. Gençliğe düşen bu ateşi daha da büyüterek bu yılı Önderliğin özgürleştiği ve halkımızın bir statüye kavuştuğu bir yıl haline getirmektir. *** STÊRKA CİWAN MÜCADELE GENÇ KALMAYA DAİR Nupelda ENGİN “Kürtlük bilinci sağlam temellere dayanmıyor, evet Kürtsünüz, Kürtlüğünüzü inkâr etmiyorsunuz ama kaba bilinçle bunlara yanıt olamazsınız. Kendi tarihinizi iyi bilmelisiniz. Kendi hakikatinizi iyi bilmelisiniz. Bu konuda müthiş Bir kirlilik var.” Rêber APO Kürt gençleri olarak kendi toplumsal-ulusal tarihimizi bir kere daha anlamaya ve de bu tarihten anladığımız oranda kendimiz olmaya doğru yönelmekteyiz. Tarihini bilmek kendini yönetme sanatını geliştirebilmeyi de getirmektedir. Kürt gençlerinin en önemli misyonu uygarlığın tüm yönelimlerine rağmen demokratik moderniteyi bütün boyutlarıyla gerçekleştirebilme, inşa edebilme mücadelesinde gençlik örgütü olarak örgütsel öncülük yapabilmektir. Sistem tüm boyutlarda bir imha, soykırım ve bitirme savaşına yöneliyorsa o halde kendi sistemini inşa etmek gerekmektedir. Tüm bunların dışında en önemli savaşın kendi sistemini inşa etme savaşı olduğunu görmek gerekmektedir. Gençlik bu noktada demokratik konfederalizmi en rahat koşullarda da olsa, en zor koşullarda da olsa inşa etme görevi ile karşı karşıyadır. Yani için de bulunduğumuz dönem her ne olursa olsun kendi sistemini inşa etme, geliştirme, örgütlemeyi içeren bütünlüklü-derinleşen bir mücadele dönemini dayatmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönem her üç dönemin kazanımlarıyla elde edilen ama kesin başarıya ulaşmayan duruşu bertaraf ederek kendini örgütlemeyi içermektedir. Kendi sistemini bütünlüklü bir şekilde inşa edebilmenin gerekli tüm kazanımları elde edilmiş bu noktada gerekli aşamaya gelinmiştir. Böylesi 15 anlayışı içeren bu dönemin savaşının adını Devrimci Halk Savaşı olarak ele almaktayız. Bu en çetin ve en zorlu aşamayı da ifade etmektedir. Çünkü başarmaktan başka yol yoktur. Ya başarılacak ya da kaybedilecektir. Buna göre normal-olağan bir dönemden değil uzmanlaşan, derinleşen, bu boyutlar da güçlenmenin olmazsa olmaz olduğu bir süreçtir. Keskin geçecek olan Devrimci Halk Savaşı ancak ve ancak örgütlü, belli bir stratejiye programa, planlı hareket yeteneğine sahip, taktik ustalıkla hareket etmeyi gerekli kılmaktadır. Yani oldukça bilinçli, disiplinli, kapsamlı olduğu için de derinlik gerektiren bir dönem olmaktadır. Daha öncesinden üstümüze gelen düşmanla ölümümüz pahasına savaşmak yetmekteydi ama şimdi öyle bir sürece geldik ki ölümümüz pahasına katılmak yetmemektedir, her ne olursa olsun düşman artık Kürdistan topraklarından kovulmalıdır, düşman gerçekliğine Kürdistan’da yaşam alanı bırakılmamalıdır. Eskiyi taklit geçmişi anlamamayı getirmektedir. Geçmişte yapılması gerekenler kimi zaman eksik kalsa da sonuçta yapılmış ve sonuçları alınmıştır, şimdi yapılması gereken bunu kat be kat aşan bir durumda olabilmeyi gerektirmektedir. Kısacası kendimizi ölümüne vermemiz bile yetmemektedir. Her ne pahasına olursa olsun Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN kendi sistemimizi oluşturabilmek gerekmektedir. Tekrarlamak da fayda var Devrimci Halk Savaşı kendi sistemimizi yaratmanın mücadelesi olmaktadır. Bu başarılmadığı sürece diğer dönemlerin bütün başarısı da sonuca ulaşmamış ve en önemlisi de Önder APO’nun İmralı direnişi anlaşılmamış olacaktır. Direnişin PKK ile birlikte köklü bir kültür halini aldı PKK gerçekliği ilk çıktığı günden beri kendi içindi demokratik öğeleri barındırmıştır. Ama bu öğelerin stratejik olarak oldukça saf bir şekil de ortaya çıkarıldığı bu dönemde bizlere düşen bu mücadeleyi kazandıracak, örgütsel öncülük düzeyini ideolojik öncülüğü tamamlayacak ve diğer stratejik bir ayak olan kadının örgütsel-öncülük düzeyiyle bütünlüklü bir şekilde yürütecek bir tempo yakalamaktır. Demokrasi mücadelemizde stratejik bir konumu ve bu yönlü yoğun kazanımı olan gençlik; varoluşta ve bir o kadar da varoluşunu kayıp etmede de önemli bir hakikate sahiptir. Devrimci mücadelenin başlangıcı ve tohumları gençlik ruhu ve erdemleri Nîsan 2012 ile atılmıştır. Kemal Pir gibi, Haki Karer gibi, Mehmet Karasungur gibi gençleri olan mücadelenin sahipleri olmak, kendi başına eşsiz bir olay, muazzam bir mirastır. Böyle başlayan, filizlenen, bir büyük yürüyüşe dönüşen çıkış demokratik paradigmaya, felsefeye, eylemselliğe şimdi de öncülük etme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Özde genç olmak sorumlu olmak demektir. Halen Kürt halkının ve toplumsal değerlerinin en temel savunmasını yürüten güç içerisinde; bu savaşı yüklenen bedel olan, Kemallere, Hakilere, Beritanlara, Erdallara doğru koşan bir gençlik var. Devrimci Halk Savaşının ruhunu büyük koşuya dönüştüren eylemselliğinin, taktik girişimciliğinin savaşçıları gençlerdir. Tüm bunlara rağmen bir halk olarak demokrasi savaşımımızı örgütlü olarak büyük ve yaratıcı bir tempoyla sahiplenen gençlik örgütlenmesi tam oluşamamaktadır. Her şeye rağmen bunun düşmanın işini kolaylaştıran ve stratejik kazanım elde ettiği, temel bir çalışmamızın çürütüldüğü, var olma savaşının hafifletildiği, çözümsüz kişiliklerin ve kendini öz gerçeklerine adamadan yoksun; doyuma, tatmine alıştırılmış 16 bir gençlik şekillenmesi gelişmektedir. Kendini çok bağımsız sanırken aslında bir o kadar tutuk, çabuk pes eden bilinç ve duygularını diri tutamayan; kendini savunma örgütlülüğünden yoksun kişilik örgütün militan değerlerine de temel bir saldırı ayağını oluşturmaktadır. Genç yaşta olmak genç olmaya yetmediği gibi gençlik ayakta yürüyen “cahil” konumuna düşürülerek yüce amaçları büyütememektedir. Koşullar her ne olursa olsun düşmanın her bir saldırısı da binlerce kez balyoz etkisi yapacak düzeyde olsa bile asla ve asla var olma direnişinden taviz verilmedi. Direnişin PKK ile birlikte köklü bir kültür halini aldığı aşikârdır. Bunun direncini Devrimci Halk Savaşı içinde de birçok biçimde vermekteyiz. Lakin toplumsal dinamiklerden biri olan gençliğin kendi örgütlü-öncülük düzeyiyle kendi farkındalığını hareket haline getiremediğini de oldukça iyi görebilmeliyiz… Yaşça genç ama en soylu düşüncelere bile kimi zaman anlam yükleyemeden bakan ve örgüt dışı alışkanlıklara açık bir boğulmayı da yaşayabilmektedir. Örneğin en çok bilinen özgür kadın-erkek ilişkilerine bile büyük bir anlam verememekte ve hatta soyut gelebilmekte lakin tatmine dayalı sıradan duyguları kendine büyük bir gerçeklik sanabilmektedir. Ne kadar rahat olursa bağımsız olduğunu sanan, kendini böyle özgür sanan, bu yaşam dışılığa yaşamak adına katlanabilmektedir. Ayrıca anlamlandırmama arayış zayıflığını, zihinsel ağırlığı, her şeyle yaşayabilen bir ruhu gerektirir ki; tüm bunlar genç olmamak anlamına gelir. Genç yaşta genç olmamanın ruhundan nasibini alamamış bireydir bunun diğer bir ifadesi de. Oysaki savaş Apocu kişilik ister. STÊRKA CİWAN Apocu kişilik de kendini beğenmeyi, kendini ölçü gören bireyci davranışları derin bir özeleştiriyle aşıp kolektiftoplumsal iradeye katılan, adanan birey istemektedir. Nihayetin de kendisi ile savaşan insan yaşamı basitleştirmez; yaşamı basitleştirmeyen, onu savunabilecek ruha ve bu ruhun en temel kritiği olan örgütlülüğe açık olmayı gerekli kılar. “En soylu eğitim kendini bilme eylemidir” Bir diğer yandan bu dönemin en önemli görevlerinden biri de Önderlik gerçeği gereklerine göre yaşayarak kendin olmanın bilincini ve özyönetimini gerçekleştirip sürdürebilme ruhuna sahip olabilmedir. Öncelikle PKK’nin bir kişilik partisi olduğunu; partileşen kişilikle bütünlük kazanan hareket olmanın özgürlük iddiamızı başarıya taşıyacağını görmek önemli bir rol vermektedir gençliğe. Her alanda verilen savaşa katılımda ki eşsiz cesareti kadar özgürlük yeteneklerinde ustalaşan; kendi sistemini yaratabilecek bir düzey de olabilen, değerlere müthiş bir ilgi ile yönelebilen, mücadelenin gerekliliklerine göre olabilen durumda olmayı da gerektirmektedir. Önder APO “En soylu eğitim kendini bilme eylemidir” demektedir. Bunun için içtenlikli ve iddialı olanların hiçbir zaman Önder APO’nun gerçeği ile kendisini eğitmekten vazgeçmeyeceğini de bilerek kişiliklerimizi dönemin ruhuna ve de gerekliklerine göre yetkin kılmaktan asla ve asla vazgeçmemeliyiz. Ve kendi tarihimizden de öğrendiğimiz gibi güçlü ideolojik-örgütsel yürüyüş; güçlü-yılmaz kişiliklerle olabilmektedir. Diğer bir yandan gençlik hareketinin öncü kadrolarının savaş içindeki katılımlarında çok önemli kadrosal bir katılım da gerçekleşebilmektedir. Geçtiğimiz pratikte bu yönlü değeri asla hiç bir şey ile ölçülemeyecek şahadetlerimiz de olduğunu gördük ve yaşadık. Son dönemde şehit düşen birçok yoldaşımız özgür gençlik ruhunu en güçlü bir biçimde temsil ediyordu. PKK şehitler gerçeğine baktığımızda göreceğimiz bir gerçek var, o da bu topraklar uğruna can verenlerin genç olmanın bilincini, moralini, heyecanını en derinden ve en güçlü yaşayanlar olduğudur. O yüzden bütün Kürt gençleri kendi şehitlerine, kahramanlarına sahip çıkma, onların izinde yürüme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. mez, kökleşmez. Bu bakımdan temel nokta genç sayısının çok olması değil; temel ölçü ideolojik-parti, örgütsel-eylemsel hata sahip gençlik hareketinin dar kalması ve yeterli olmamasıdır. Kendi sorunlarını görebilen, gördüklerini tartabilen, özgücüne güvenen bir gençlik hem kendi sorunlarına çözüm olabileceği gibi; etrafına, aynı zamanda yaşadığı topluma da birçok değerli katkıları olabilen bir gençlik olur. Rol ve misyondan bahsederken şunu görebilmek de öneme haizdir. Kapitalist modernitenin toplumu sömürmeden en büyük zafer kazanma- Demek ki stratejik olarak gençlik demokratik halk savaşının güçlenmesinde ivme kazanmasında temel bir dinamik öğedir. Gençlik hareketinin zayıflığı örgütün zayıflığı; gençliğin kendini bir hareket olarak örgütleyebilmesi demokratik bir direngenlik, dirilik olmaktadır. Gençlik hareketi oluşamazsa ya da bir hareket olarak somut perspektif ve eylemselliğe sahip olmazsa demokrasi toplum içerisinde derinleş- sının bir yönü de rolsüz-misyonsuz; rol krizi ve misyon kaçışı yaşayan veyahut hakkını vermekten oldukça uzak, güdülmeye daha açık gençlik kuşağı yaratıyor olmasıdır. Öncelikle toplumda demokrasi mücadelesinden ve meşru savunma savaşı içinde bir rol, görev sahibi olduğumuzu hissetmemiz, sezmemiz, bunun bilinciyle kendi gençlik örgütlememizi yapmamız gerekmektedir. Önder APO’da Kürt’ün kendine karşı en sorumsuz 17 Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN ve bu halk adına hiç bir misyon sahiplenilmediği bir dönem içerisinde kendine biçtiği rol ve misyon ile özgürlük değerlerini bu günlere kadar getirmiştir. Önderlik; kendine rol ve misyon veren ve buna göre olmayı başaran kişilik demektir. Bundan dolayıdır ki öncü-örgütlülük böyle olmayı gerektirmektedir. Kürt gençleri olarak bizi zorlu, dolu dolu ve görkemli bir mücadele dönemi beklemektedir Öyle ki bir gençliğin hareket olabilmesi için özellikle de içinde olduğumuz bu dönemde hiçbir bahaneye sığınmadan, kendi ayakları üzerinde durup kendi sistemimizi kurabilmemiz için kimi temel özelliklere sahip olması gerekmektedir. Örneğin beklentili, ağır-aksak, alıngan-kırılgan değil; devrimciliğin kolay elde edilen değil bunun içinde hak ederek, başarıya kilitlenerek kazanmak isteyen Nîsan 2012 gençlik; amacı olan, disiplinli-çalışkan, sağlam karakteri kendine esas alan iradeli gençlik bu halkın geleceği olabilecek olan gençliktir. Yakınan, sorumluluğun birilerince üstlenilmesini özde bekleyen, bundan dolayı da çözüm olmaya, çözümü üretmeye ve de tam anlamıyla kendini gerekli kıldığı örgütsel arayışlara yani Önderlik özelliklerine yatırmayan bir gençlik olmaktan kurtulmak gerekmektedir. Önder APO’nun özgür insan savunmalarında kendisi için ilke olarak şu sözü hatırlamakta fayda var.“Yaşlıların tecrübelerine sürekli saygılı yaklaşır. Gençliğin coşkusundan hayatın hiçbir döneminde vazgeçmez”. Önderliğin bu özelliği bizler için daha fazlasıyla güncel olmaktadır. İhtiyacı gören, bunun gerekli düşünsel donanımına bir bakıma eğitsel düzeyine ulaşabilen ve de en önemlisi de düşündüğünü yapabilen gençlik olmak gerekli ve önemlidir. Bu da elbette 18 güçlü bir hareket olmakla, örgütsel öncülüğü yakalamakla olur. Sonuç itibariyle genç olmanın vicdanı gür olmalıdır. Üretildi, çalışıldı, bedel verildi; yeni bir yaşam, ilişki, yürüyüş; özgürlük çınarına dönüştürüldü ve halen de devam etmektedir. Gençliğin en önemli rollerinden biri de bu değerleri korumadır. Ve bu değerleri korumak da bağlılıkla olur. Bağlı olduğunu hissetmekle ve anlamakla olur. Kürdistan’da genç kalmaya dair en yaman gerçeklik bu olmaktadır. Bu gerçeklik içerisinde asla vazgeçmeyeceğimiz temel değerlerimizden biri şehitlerimizdir. Şehitler amansız bir varoluş çiçeklenmesidir, baharlaşmasıdır. Nihayetin de Devrimci Halk Savaşı verilen bedellerle bugüne kadar getirildi. Bu var olma görkemliliğini her yönüyle karşılarken nerde olursak olalım; şehit vicdanımıza dokunabilmelidir. O yüzden Kürt gençleri olarak bizi zorlu, dolu dolu ve görkemli bir mücadele dönemi beklemektedir. 2012 yılı baharını yaşadığımız bugünler Kürt serhildanlarının en güçlü olduğu, dur durak bilmediği bir gerçekliğe sahiptir. Bu gerçekten yola çıkarsak aynı zamanda Kürt halkı ve onun özgürlük gerillasının işte bu gerçeklik içerisinde ne kadar ayrılmaz bir bütünü oluşturduklarını da görürüz. Kürt gençleri hem gerillanın güçlendirilmesinden hem de halk ayaklanmalarının öncü gücü olma misyonu taşımasından ötürü bu rolünü en güçlü bir biçimde yerine getirmekten sorumludur. O yüzden bu temel iki görevine daha çok sahip çıkarak Devrimci Halk Savaşını daha yükseklere taşımalıdır. Dönem gençliğin daha fazla mücadele eden, aktif, canlı, coşkuyla devrimci değerlere sahip çıkan bir dönemdir. *** STÊRKA CİWAN İZLENİM Apocu ruhla Donanmış Gençlik Zaferin Garantisi, Özgürlüğün Teminatı olacaktır Stêrka CİWAN “Toplantıda bu sürecin tüm süreçleri aşan bir önemde olduğu ortaya konulurken, mücadelenin de tüm süreçleri aşan bir nitelikte olması gerektiği vurgulandı. Bu temelde tüm kadro ve çalışan yapısının ‘Azadiya Önder Apo azadiya me ye, an azadi an azadi’ şiarı ile direnişi yükseltmesi gerektiği belirtildi” 1 Mart sabahına doğru toplantıya katılacak olan bütün delegeler toplantının yapılacağı salonun bulunduğu alanda toplanmıştı. Toplantıya katılan birçok kişi daha önce gerçekleşen toplantılardan, ya da çalışma alanlarında beraber çalışmış olmaktan kaynaklı birbirlerini tanımaktaydılar. Bu tanımanın getirdiği rahatlık ve toplantı vesilesi ile bir araya gelmiş olma fırsatından istifade her köşede bir sohbet grubu oluşturulmuştu. Alan çalışmaları, siyasal süreç ve paylaşılması gereken tüm birikmişleri birer birer heybelerinden çıkaran delegelerin sohbetleri oldukça koyuydu. Kimi arkadaşlar ise ilk defa böylesi bir toplantıya katılmış olmanın heyecanını yaşamaktaydılar. Biraz tedirgin, oldukça meraklı gözler ile toplantı öncesi yapılan sohbetleri dinleyen bu yeni arkadaşlar, sohbete katılmak için bir aralık beklemekte oldukları izlenimini veriyorlardı. Adeta bir cümle bekliyorlardı ki bu renkli sohbete dahil olmak için. Ve o an grubun içerisinde gelen ses bu fırsatı bir anda yaratıvermişti. -Merhaba Heval siz nerden geliyorsunuz. Böylece sohbete katılan yeni arkadaşlar üzerlerindeki çekingenliği atarak gruba dahil oluyorlardı. Sohbetin iler19 leyen zaman diliminde nihayetinde beklenen çağrıcı ses geliyor -Heval em destpedıkın Avrupa Komalen Ciwan örgütü ara dönem toplantısını 1-7 Mart tarihleri arasında 65 delegenin katılımı ile gerçekleştirdi. Avrupa’nın birçok sahasında delegelerin katılımı ile gerçekleştirilen ara dönem toplantısından özgürlük için direnişi yükseltme kararlılığı ortaya çıktı. Komalen Ciwan Avrupa örgütü oldukça yoğun ve hassas bir süreçte gerçekleştirdiği ara dönem toplantısında almış olduğu karlar ile önümüzdeki dönemde Avrupa sahasında görkemli direniş hamlesine öncülük yapma iddiasını bir kez daha ortaya koydu. Avrupa’nın hemen hemen tüm sahalarından delegeler 1 Mart tarihinde toplantının yapılacağı alana ulaşırken, bir kaç istisna dışında hedeflenen delege sayısının üzerinde bir bileşen ile ara dönem toplantısına başlandı. Toplantı yapılan açılış konuşmasının ardından, Komalen Ciwan’ın toplantıya göndermiş olduğu mesajın okunması ile başladı. Siyasal süreç, örgütsel durum ve planlama gündemleri etrafında gerçekleştirilen toplantıda özellikle siyasal süreç ve örgütsel durum gündemlerinde oldukça yoğun tartışmalar yapıldı. Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN Yapılan siyasal süreç değerlendirmelerinde, dünyadaki, Ortadoğu’daki ve Kürdistan’daki gelişmeler ele alınırken, yapılan değerlendirmelerde oldukça kritik bir eşikte olunduğu tespiti ortaya çıktı. Özellikle “Kürt Halk Önderi Abdul-lah Öcalan üzerinde sürdürülen tecrit ve Kürdistan’daki gelişmeler tarihi bir mücadelenin gerekliliğini orta-ya koymaktadır” denilen toplantıda, bu tarihi sürece yanıt olabilmek için bu sürece denk bir yaklaşımın olması gerektiği vurgulandı. Toplantıdan açığa çıkan siyasal tespitlerde: Ortadoğu’da gerçekleşen ve dalga dalga yayılan ‘Arap Baharı’nın son olarak Kürtlerin bulunduğu coğrafyaya ulaştığı vurgulanırken, bu durum haliyle Ortadoğu’nun en kritik coğrafyasında mücadele yürüten, yürütmüş olduğu mücadele ile Ortadoğu’daki siyasal gelişmeleri etkileyen Kürt Özgürlük Hareketi’ni de etkilemektedir tespitine varılmıştır. Buna göre ilerleyen süreçte başta Suriye olmak üzere, yine Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyalarda, siyasal Nîsan 2012 ve konjonktürel bir değişimin açığa çıkacağı, bu değişim sürecinde en fazla etkilenecek olan gücün Kürtler olacağıdır. Özellikle Suriye cephesinde yaşanan gelişmeler Kürtlerin özerklik mücadelesinde yeni bir cepheyi ortaya koymuştur. Kuşkusuz Suriye’de geçmişe dayanan bir mücadele gerçeği mevcuttu. Ancak ortaya çıkan Bu durum adeta Marks’ın devrimi Avrupa’da beklenirken, devrimin Çarlık Rusya’sından ortaya çıkması gibi bir duruma benzemektedir. Bu anlamı ile Güneybatı Kürdistan’daki gelişmeler oldukça önemlidir. Hatta Kürdistan devrim mücadelesinin gidişatını belirleyecek bir önem taşımaktadır. Yine ilerleyen süreçlerde başta ulusal konferans çalışmaları olmak üzere, Güney Kürdistan’da da oldukça kritik gelişmelerin yaşanacağı bilinmektedir. Özelikle ABD’nin Irak’tan çekilmesi ile beraber artarak gelişen Şia-Arap çelişkisine Kürtlerin de dahil edilmek istenmesi, Güney Kürdistan’da da siyasal ve askeri anlamda bir hareketlenmenin gelişmesi durumunun an meselesi olduğunu göstermekte. Bu süreçte Kürtlerin ulusal birlik 20 mücadelesinin büyütmemesi halinde Ortadoğu’daki gelişmelerden olumsuz etkilenme riski oldukça yüksektir. Zira bu süreç parçalı bir duruşu kaldıramayacak kadar hassas bir süreç olacaktır. İran cephesindense baharla birlikte yeniden bir hareketlenmenin olma olasılığı oldukça yüksek. İran ile her ne kadar karşılıklı bir ateşkes durumu yaratılmışsa da, İran gibi bir güç kendisine tehdit olarak gördüğü PJAK’ın silahlı mücadelesini sonlandırmak için önümüzdeki süreçte elinden geleni yapacaktır. Bu anlamı ile Doğu Kürdistan’da var olan ateşkes sürecinin bozulması ihtimali oldukça yüksektir. Hele ki AB ülkeleri ve ABD’nin İran’a ambargoyu artırma arayışlarının olduğu bir süreçte, İran bir sonraki hamlenin kendisine dönük olacağını çok iyi bilmektedir. Bundan kaynaklı sınırları içerisindeki muhalif güçleri ilerleyen süreçte hedefine alacağından şüphe yoktur. Türkiye cephesindeyse başta Başkan Apo üzerindeki tecrit olmak üzere, AKP hükümetinin Kürt sorununu PKK’yi tasfiye etme projeleri ekseninde çözme arayışları kaçınılmaz bir savaşı önümüze koymaktadır. Ancak bu savaş tüm zamanlardan daha kapsamlı ve görkemli bir direnişi gerektirmektedir. Askeri alanda olduğu kadar, serhildan alanlarında ve politik anlamda görkemli bir direniş süreci Türkiye sahasında önümüzdeki dönemde gelişecektir. Özgürlük mücadelemizin zafere ulaşması açısından kilit öneme sahip olan Türkiye cephesinden gelişecek bu direniş hamlesinin dört parça Kürdistan’ı etkileme durumu da söz konusu olacaktır. Bu anlamı ile Kürdistan’ın dört parçasındaki bu gelişmeler hiç şüphe yok ki Avrupa sahasını da etkileyecektir. “Avrupa gençlik hareketi Gulan 2010 STÊRKA CİWAN olarak gerçekleştirdiğimiz bu toplantının bu sürece giriş anlamını taşıdığını ele alacak olursak, bu toplantıya neden tarihi bir misyon atfettiğimiz anlaşılacaktır” denilen toplantıda hemen hemen tüm delegeler siyasal süreç tartışmalarına dahil oldu. Delegelerin değerlendirmeleri ile oldukça kapsamlı sonuçlara ulaşılırken, yürütülen bu siyasal süreç tartışmaları temelinde önümüzdeki dönemde bu değerlendirmelere denk bir örgütsel mücadele geliştirilmesi gerektiği belirtilerek, örgütsel durum değerlendirmelerine geçildi. Örgütsel durum gündeminde: Tüm alanlardan ve çalışma sahalarından gelen raporlar okunduktan sonra, pratik çalışmalar üzerine tartışmalara geçildi. Yürütülen tartışmalarda özeleştirisel bir yaklaşım ortaya çıkarken, mevcut örgütsel durumun önümüzdeki süreci kaldırabilecek düzeyde olmadığı vurgulandı. Bu temelde tüm alan ve saha çalışmalarında bahar direniş hamlesine denk bir örgütsel, eylemsel hattın yakalanması gerektiği belirtildi. Yürütülen tartışmalarda Avrupa gençlik hareketi olarak bu süreçte güçlü eylemselliklerin ortaya konulduğu, ancak bu eylemselliklerin süreci yönlendirecek, Önderliği özgürleştirecek düzeyde olmadığı vurgulandı. Bundan kaynaklı gerçekleştirilen eylemler üzerinden yetinmeci yaklaşımların ortaya çıkmaması gerektiği belirtildi. Tam aksine mevcut güçten yetinmek yerine bu gücü daha da artırmak gerektiği, önümüzdeki dönemde tüm alan örgütlerimizin iki katı, hatta daha ötesinde bir büyümeyi hedeflemesi gerektiği tespitine varıldı. Ara dönem toplantısında gündüz bu tartışmalar yürütülürken, akşam ise oluşturulan komisyonlar bir yan- dan eylem ve karar tasarıları üzerine tartışmalar yürüttüler. Yine oluşturulan kominler günlük tekmillerini alarak günlük yaşamı değerlendirerek, yaşamda açığa çıkan eksikleri giderme arayışında oldular. Elbette tüm tartışmalar örgütsel durum üzerine değildi. Tüm gün yürütülen tartışmalardan sonra akşamları oluşturulan kimi gruplar sportif faaliyetler yaparken, sessiz sinema oyunu toplantının gece aktiviteleri içerisindeki en renkli aktivite olarak oldukça izleyiciyi topladı. Ancak hiç şüphe yok ki Komalen Ciwan toplantılarına rengini katan bir arkadaşın toplantıda olmayışı en temel eksiklikti. Arkadaşın ismini deşifre etmek yerine bu toplantıda sucuklu yumurtanın yapılmadığı bilgisin verecek olursak bu arkadaşı tanıyan arkadaşlar kimden bahsettiğimizi bileceklerdir. Örgütsel durum tartışmalarının ardından planlama gündemine geçilerek komisyonların hazırlamış olduğu öneriler platformun onayına sunuldu. Platformdan gelen öneriler ile genişletilen karar teker teker oylamaya sunularak Komalen Ciwan Avrupa örgütünün altı aylık planlaması oluşturuldu. Buna göre alınan kararların kimileri şunlar : 1-“Önder Apo’nun özgürlüğü özgürlüğümüzdür, ya özgürlük ya özgürlük” şiarı ile Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen bir kampanyanın başlatılması 2- 7-8 Nisan tarihlerinde iki günlük nöbet eylemlerin yapılması 3- Her yıl merkezi olarak düzenlenen Önderlik yürüyüşünün 21 Nisan’da Frankfurt’ta yapılması 4- Tüm alanlarda süreci aktaracak kitlesel toplantıların yapılması, toplu alanlarda propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi 5-Mazlum Erenci anısına bir fotoğraf yarışmasının düzenlenmesi 21 6- Tüm alanlarda basın komitelerinin oluşturulması 7- 31 Mayıs 1 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilecek anti-faşistlerin yürüyüşüne gençlik olarak aktif katılımın sağlanması. 8- Yılda bir Önderlik gündemli bir sempozyumun organize edilmesi. 9- Paris’te bir gençlik merkezinin açılmamsı için çalışmaların başlatılması 10- Sterka Ciwan dergisinden en az 15 sayfanın Kürtçe ve lehçelerine ayrılması 11- Bu Kararlara ek olarak Avrupa Komalen Ciwan 6. Kongresi’nde alınan kararların uygulanması Planlamanın delegasyonda oy birliği ile kabul edilmesinin ardında, toplantının kapanış konuşması yapılarak toplantıya son verildi. Toplantıda ayrıca tüm Komalen Ciwan kadroları iki gün boyunca platformalardan geçti. Gerçekleştirilen platformlarda tüm kadro yapısı çalışma pratikleri ve bu dönem içerisinde içerisine girmiş olduğu eksiklerin özeleştirisini verdi. Oldukça güçlü gerçekleşen platformlarda tüm kadro yapısı kendisinde güçlü bir yenilenmeyi yaratırken, önümüzdeki pratik sürece eksiklerini aşarak zafer militanlaşmasının sözünü vererek dahil olma kararlılığına ulaştı. Yürütülen tüm tartışmalarda, alınan kararlarda, gerçekleştirilen platformlarda açığa çıkan temel husus, bu sürecin tüm süreçleri aşan bir önemde olduğu ortaya konulurken, mücadelenin de tüm süreçleri aşan bir nitelikte olması gerektiği vurgulandı. Bu temelde tüm kadro ve çalışan yapısının ‘Azadiya Önder Apo azadiya me ye, an azadi an azadi’ şiarı ile direnişi yükseltmesi gerektiği belirtildi. *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN BASINA VE KOMUOYUNA Tüm dünya, Reber Apo şahsında Kürt halkı üzerindeki, tecrit ve katliamlara sesiz kalmaktadır. Kürt halkını dünyaya tanıtan PKK’dir. Dünya PKK'yi de Reber Apo ile tanımıştır. Dolayısıyla devlet Kürt’ünü, köle Kürt’ü reddeden özgür Kürt’ün tek temsilcisi Reber Apo'dur. Reber Apo Kürt halkının varlık yokluk meselesidir. Reber Apo'nun İmralı’daki ağır koşulları Reber Apo'dan haber alınmaması Kürt halkını oldukça kaygılandırmaktadır. Devlet ağır tecritle Reber Apo'yu ve Kürt halkını tehdit etmektedir. Bununla Reber Apo'nun imhasını hızlandırıp, Reber Apo şahsında, Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye planını sonuca götürmek istemektedir. Herkes tarafından bilinmelidir ki; çözümün gelişmemesi halinde amansız bir savaş gelişecektir. Mevcut durumda zaten kapsamlı ve amansız savaş süreci başlamıştır. Bu noktada damarlarnda Kürt kanı dolaşan her Kürt’ün, insan haysiyeti taşıyan her insanın özgürlük mücadelesi etrafında kenetlenmesi ve ulusal onurunu koruma görevini yerine getirmesi boynunun borcudur. Kürt halkı ve yiğit Kürt gençliği Reber Apo üzerindeki alçakça uygulanan tecride sessiz kalmayacaktır. Bu katliama sessiz kalmak, onurumuzun çiğnenmesine, köleleştirilmeye, tüm insani ve değer yargılarımızın düşman tarafından gasp edilmesine sessiz kalmaktır. Bunun karşısında durmak ise insanlık onuruna, özgürlük değerlerine sahip çıkmaktır. Kürt halkı üzerinde uygulanan katliamı parçalamak ve ters yüz etmenin yolu Reber Apo’yu sahiplenmek tecridi kırmaktan geçmektedir. Yiğit Kürt gençliği bu görevi insani ve onursal bir görev olarak ele almalıdır. Reber Apo'nun özgürlüğü sağlanıncaya kadar her gün, her yer bir eylem alanı, bir eylem anı haline getirmelidir. Biz Kürdistanlı gençler bu dönemi böyle ele almalıyız. Reber Apo'yu savunmanın tek yolu ise bu alçakça imha planını yürürlüğe koyanlara bunun bedelinin ne olacağını dün olduğu gibi bugün de göstermeliyiz. Her Kürt genci öz savunma çizgisi doğrultusunda, bulunduğu her yerde yapacağı eylemlerle bu seferberliğe katılmalıdır. Reber Apo'nun üzerinde ağır tecridi kırmada etkisi olacak her eylem biçimi ve türü meşrudur. Bütün Avrupa’da yaşayan Kürdistanlı gençlik bu çerçevede eylemlerini yaygınlaştırıp, büyütmeyi, Reber Apo şahsında özgürlük değerlerine sahip çıkmayı yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirmelidir. Yiğit Kürdistan halkı olarak özgür bir ülkede özgür bir gelecek uğruna çok bedeller ödedik. Ama en ağır bedeller bile bizi yıldırmadı. Mevcut saldırılar karşısında sinmek, geri çekilmek ve sessiz kalmak bütün geçmişimize ihanet olacaktır. Halk olarak var olan katliamı kabullenmek olacaktır. Dolayısıyla her Kürt ferdinin büyük bir direniş azmiyle ulusal direniş seferberliğine katılmasının zamanın gelmiştir. Nîsan 2012 22 STÊRKA CİWAN Geçmişte olduğu gibi bugün de halkımızın tek dayanağı ve güç kaynağı onun direnen kahraman ve yiğit gençliğidir. Böylesi süreçlerde Kürdistanlı gençliğin Apocu direniş ruhunun şahlandığı ve düşmanların emellerini kursaklarında bıraktığı süreçleridir. Mevcut saldırılar karşısında yiğit Kürdistan gençliği sessiz kalmamalıdır. T.C'nin teslimiyet ve onursuzca boyun eğmek dışında bize sunduğu tek seçenek imhadır. Buna karşı bizim için yaşamın tek yolu onurluca direnmektir. Direnişin başarısı ise güçlü örgtülülük ve eylemle gerçekleşebilir. Tüm bu gerçekliklerden yola çıkarak bizler açısından hayati öneme sahip, varlık ve yokluk gerekçemiz olan Reber Apo'ya karşı uygulanan bu tecrit karşısında sessiz kalmamız beklenemez. Buradan sadece AKP hükümetini uyaran, sadece bir çağrıda bulunan ve bekleyen bir tutumda olmayacağımızı belirtiyoruz. Bu temelde AZADIYA REBER APO AZADIYA MEYE AN AZADI AN AZADI şiari ile bir eylemsellik kampanyasını başlatmış olduğumuzu herkese duyuruyoruz. Başta Reber APO üzerinde uygulanan tecrit olmak üzere, Kürdistan'da gelişen ve derinleştirilmek istenen askeri ve siyasi operasyonlara karşı başlatılan bu eylemsellik kampanyası kapsamında onurlu Kürdistan gençliğini direnişi yükseltmeye ve zafere yürümeye çağırıyoruz. Sonuç olarak; bir kez daha olağanüstü ve tarihi görevlerle karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz. Her Kürdistanlı gencin kendi ulusunu koruması ve saldırılara karşı direnmesi, en temel namus, şeref ve onur gorevidir. Halk olarak bu süreçten zaferle çıkacağımıza olan inancımızı genç Kürtlerin direniş azminden ve örgütlenme gücünden almaktayız. Halkımızın bize bağladığı umutları boşa çıkarmadan bir an önce harekete geçmek temel görevimizdir. Bu tarihi görevlerimizi yerine getirdiğimizde faşistlerin azgın saldırılarını kırıp bozguna uğratacağımız gibi halkımıza özgür yarınlar yaratmanın da en büyük adımını atmış olacağımızı ifade ediyor, Kürt gençliğini Kürt halkı şahsında ezilen tüm halkların çığlığına kulak verip direnişe ve eyleme geçmeye çağırıyoruz. REBER APO'NUN ÖZGÜRLÜĞÜ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK GENÇLİK EYLEME, EYLEMLE ÖzGÜRLÜĞE ZAFERE YA REBER APO’YLA ÖZGÜR YAŞAM YA DA ASLA BE SEROK JÎYAN NABE BIJÎ REBER APO BIJÎ PKK Komalên Ciwan Avrupa 23 Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN MEŞRU SAVUNMA Kürdistan Tarihi ve Meşru Savunma Serxwebun’dan “20. yüzyılda Kürt birey ve toplumuna dayatılan onu yok etme amacı temelindeki dış saldırı olduğuna göre, PKK gerçeği de bütün bu alanlarda Kürt birey ve toplumunun kendi öz dinamikleriyle kendisini savunması hareketi olma gerçeği vardır. Bu bakımdan PKK beyinsel köleleştirmeye, sömürgeleştirmeye uğratılmak istenen Kürt bireyi ve toplumunda, özgür var olma ve kendini savunma bilinci yaratmıştır” Nîsan 2012 Kürtlerin tarihin en eski, en kadim halklarından birisi olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yine insanlık tarihinin en büyük ilk devrimsel adımı olan neolitik devrimin geliştiği alanın da, Kürdistan ve çevresi olduğu iyi biliniyor. Sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığının neolitik devrimin gücünden beslendiği, o devrimin sonuçları üzerinde geliştiği de iyi bildiğimiz bir husus oluyor. Buradan şu sonuç çıkıyor; Kürdistan merkezli gelişen neolitik devrimden beslenerek sınıflı cinsiyetçi toplum uygarlığı doğup gelişme göstermiştir. Bir başka ifadeyle, hiyerarşik devletçi toplum sistemi oluşmuş ve farklı evrelerden geçerek günümüze kadar gelmiştir. Bu tespitlerin önemi şurada; devletçi toplum sisteminde güç kazanan, egemen olan her sistem, her fatih bu sistemin beslendiği ana merkez olan Kürdistan’ı ele geçirmek istemiştir. Kürdistan üzerinde hakimiyet kurarak, kendisini hiyerarşik devletçi toplum sisteminin ana kaynaklarına sahip olur hale getirdiği gibi uygarlık tarihinin doğuşuyla da birleştirmek istemiştir. Yani bir yandan daha büyük ve çeşitli kaynakları ele geçirme istemi vardır bunun altında, diğer yandan da tarihin kendisiyle başladığını ilan edebilme, dolayısıyla egemen olduğu toplumsal yapılara kendisinin gücünü kabul ettirebilme istemi söz konusudur. Bu da şu anlama geliyor; Kürdistan’ın sürekli gelişen, güçlenen devletçi sistemlerin işgal, istila ve egemenlik alanı haline gelmesini 24 ifade ediyor. Her güçlenen devletçi sistemin Kürdistan’ı işgal etmeye yönelmesini içeriyor. Bu da Kürdistan’ın sürekli bir savaş haline geldiği anlamına geliyor. Kürdistan uygarlığa en geç açılan alanlardan birisidir Şimdi dıştan gelen yabancı devlet güçlerinin saldırısı olan bu işgal, istila ve savaş hareketleri karşısında, Kürdistan’daki toplumun durumu nedir? Tarihe baktığımızda biz şunu görüyoruz; Kürt toplumu kendi içerisinde bir devletleşme, dolayısıyla sınıflaşma sürecini yaşamıyor. Yani toplumun iç dinamikleri ve çözülüşüyle bir sınıflaşma ve onun üzerinde devletleşmeye tanık olmuyoruz. Bu bakımdan belki de uygarlığa en geç açılan alanlardan birisi Kürdistan ve Kürt toplumu oluyor. Acaba bu neden böyledir? Sadece bu kadar yabancı saldırının, işgalin, istilanın güçlü olmasından mı kaynaklanıyor? Yalnızca buraya mı dayanıyor? Böyle bir yabancı saldırı durumu buna tek başına yol açabilir mi? Yoksa toplumun kendi içyapısıyla, özellikleriyle de bağlı bir olay mı? Kürt toplum yapısı temel dokularıyla acaba sınıflaşmaya, devletleşmeye çok açık, yatkın bir toplum değil mi? Tabii bu hususlar araştırılmaya, incelenmeye değer konular. Hemen doğrusu şudur diyemediğimiz hususlar. Fakat her ikisinin de pay sahibi olma STÊRKA CİWAN durumu mümkün olabilir. Bir kere yabancı saldırının bu kadar yoğun, sürekli olmasının bu konuda önemli bir pay sahibi olduğu tartışma götürmeyen bir doğrudur. Çünkü sürekli bu topraklarda yaşayan toplumsal yapı saldırıya uğramış, kendi dinamikleri sürekli dağıtılmış, dış baskıyla yüz yüze kalmıştır. Fakat toplumun iç dokusunun da bunda bir rolü olabilir. Neticede şu çıkıyor ortaya; tarihin en kadim halklarından birisi olmasına rağmen, kendi içinde köleleşmeye en geç uğrayan, kendi içinde sınıflaşma, sınıf baskısı, devlet egemenliğini en geç yaşayan toplumlardan birisi oluyor Kürt toplumu. Elbette bunun bir diğer ifadesi de şu; özgür yaşamda ısrarlı oluyor, arayışçı oluyor. Sınıflaşmayı, dolayısıyla kendi içinden devlet egemenliğini ve onun baskısını yaşamaması demek, toplum içyapılanışıyla doğal komünal özellikleri fazla taşıması, özgürlük özellikleriyle çok daha uzun süre ve dolu yaşaması anlamına geliyor. Bu Kürt tarihinin önemli ve ayırt edici bir özelliği, tarih incelemelerinde bunu görmek, anlamak gerekli. Böyle bir toplumdaki iç yapılanış dıştan gelen işgal, istila ve saldırılar karşısında bir direnme konumunu yaşamasına yol açıyor. Bu direniş kendisini iki biçimde ortaya koymuştur. Bir tanesi, etnisitenin güçlü yaşanmasıdır. Kürt toplumu birkaç yüzyıl öncesine kadar kendi içinde sınıflaşma yaşamamış olan, dolayısıyla sınıflaşmayı içermeyen bir toplumsal yapılanışı vardı. Kabile, aşiret düzeninin güçlü oluşu ve bu kadar uzun yaşayışı bu anlama geliyor. Ve bu toplumsal sistem, kabile ve aşiret düzeni kendi içinde sınıfsal ayrışmayı ve egemenliği reddediyor. Bu da toplumun kendi içinden bir baskıya, saldırıya maruz kalmaması, yine toplum yaşamı içinde bireyler arasında benzer bir baskı ve saldırının olmaması anlamına geliyor. Önemlidir bu durum, burada esas iş- leyen doğal komünal toplum özellikleridir, doğal özelliklerdir. Bireyin toplumsal yaşama eşit, özgür katılımının sağlanması toplumsal sistem içerisinde bir eşitliğin korunmasıdır. Toplulukların, kabile aşiret sistemlerinin yönetimi daha çok bir bilgeliğe, çabaya, Önderliğin savunmada “yararlı veya olumlu hiyerarşi” diye tanımladığı toplum ileri gelenliğine, büyüklüğüne dayanmaktadır. Binyıllar boyunca Kürt toplumunun bu biçimde yaşadığı tartışma götürmeyen bulgularla iyice kesinleşmiş bulunan bir sonuçtur. Kürt toplumunun kendi içinde devletleşmemesi ve dışarıdan sürekli bir işgal ve saldırıya maruz kalmasının diğer önemli bir sonucu, bunlar karşısında direnmeyi içeren diğer duruş hareketliliğidir. Kendisine yönelen saldırılar karşısında kendini korumak için çeşitli savaş etkinlikleri gösterdiği gibi daha çok da hareket etmeyi, dağlık zeminlere sığınmayı, stratejik dağlık coğrafyayla ileri düzeyde bütünleşme gücü göstererek kendine yönelen işgal ve saldırılarını boşa çıkartmayı bilmesidir. Bu da her ne kadar Kürdistan sürekli savaş alanı olsa da, Kürt toplumunun işgal ve istila geliştiren yabancı egemenlerin tahakkümü altına girmemesine ve soykırıma uğramamasına yol açmıştır. Böyle bir hareketlilik ve tarzla, toplum hem savunmasını yapmış toplumsal varlığını korumuş, hem de özgür kalmayı başarmıştır. Bu da Kürt tarihinin ve Kürt toplumsal yapısının temel özelliğinden birisini oluşturuyor. Onu da bu çerçevede net bilmemiz gerekli. Kürdistan’da sınıflaşma islamla birlikte başlıyor Kürt tarihi ve toplumsal yapısının bu özelliğindeki değişim, esas olarak feodalizmin olgunlaşma aşamasında başlıyor. İslam feodalizminin Kürdistan’ı fethedip Kürt toplumuna ideolojik, 25 örgütsel bakımdan nüfuz etmeye başladığı dönemle birlikte gelişiyor. İslam ideolojisi Kürt toplumu içinde de bir ayrışma, sınıflaşma yaratıyor. Bir yandan kendini islamın sahibi sayan, Arap toplumunun uzantısı olarak gören, “kavmi necip” olarak ifadelendiren aşiret, kabile ileri gelenleri veya böyle kişilerin toplulukları var olurken, diğer yandan serfleşme gelişiyor. Bu durum Kürt toplumu içindeki sınıflaşmanın başlangıcıdır. Böyle bir sınıflaşmaya dayalı olarak feodal aşiret önde gelenleri güç sahibi olur, kendini bir beylik içinde belli bir topluluk üzerinde hükümran kılarken, elbette geniş halk kesimleri de serfleşiyor, köylü haline geliyor. Kürt toplumunun o zamana kadarki var olan özgürlüğe ve eşitliğe dayanan iç yapısı böylece bozuluyor. Dengesi sarsılıyor, dağılıyor, yeni bir topluma doğru dönüşüm yaşanıyor. Giderek bu durum 19. yüzyılda aşiret, kabile dışına çıkmaya da yol açıyor. Kurmançlaşma denen bu olay, bir yerde kendi içinde sınıflaşmaya ve sınıf egemenliğine dayanan toplumsal yapıdan koparak emekçileşmeyi, doğrudan içinde yer alınan devlet sisteminin emekçisi haline gelmeyi ifade ediyor. Bu da tabii Kürdistan’da yaşanmış olan sınıflaşmanın bir biçimidir. Bir de egemen sınıfa, kesime dayanan örgütlenmenin özelliği var. Beylik düzenlerinin kendine has özellikleri, bu tür üst toplum örgütlenmesi var. Devletçiliği ifade ediyor. Fakat hep böyle ikinci sınıf kalmadır. Belki Osmanlı ve İran imparatorlukları gibi büyük devletlerin içinde yer almak, onlara büyüme imkanı vermiyor. Daha baştan o şansı ellerinden alıyor. Ama buradan kaynaklanan kolaycı tarz olacak ki, Kürt beyleri de öyle bir arayış içinde çok olmuyorlar. Kendilerini büyük devletler haline getirecek bir politik yönelim içine girmiyorlar. Hep dışta birilerine bağlanma ve ona dayanarak Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN kendi çevresindeki beyler karşısında büyüklük, üstünlük sağlama tutumu izliyorlar. Politikayı bu düzeyde esas alıyor, yürütüyorlar. Bu da onları küçük bırakıyor, işbirlikçi yapıyor, birbirine düşman kılıyor. Kürt beylerinin birbirine düşmanlığı kadar, Kürdistan ve Kürt toplumu üzerindeki yabancı egemenlere, devletlere düşmanlıkları yoktur, olmamıştır. Zaman zaman merkezi otoriteyle çelişmiş, çatışmaya girmişlerdir. Onlara karşı isyan da etmişlerdir, ama bunlar belli zamanlarla sınırlıdır. Tarihin uzun bölümü ise daha çok Kürt beylerinin, birbirlerine karşıtlık, birbirlerine düşmanlıkla geçmiştir. Bu da Kürt feodalleşmesinin bir özelliği olmalı. Günümüzde de devam ediyor bu durumu hala aşamıyoruz işte. “Uluslararası komplo” dediğimiz olay aslında bir yerde tarihte hep işbirlikçilik yaparak yanında, yöresindeki beye saldıran Kürt beylerinin durumunu yansıtıyor. Güney’deki feodal aşiretçi önderliklerin uluslararası komplo karşısında izledikleri politika, aldıkları tavır tarihte yaşanmış bu durumun günümüzde devam ettirilmesinden başka bir özellik taşımıyor. 19. yüzyıl çatışma ve isyanlarla geçmiştir Şimdi 17.-18. yüzyıldan itibaren gelişen bu sürecin temel sonuçları 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkıyor. 19. yüzyılda imparatorluğun güçsüz düşmesi ve Batı’da gelişen kapitalizm karşısında zayıf kalarak daha çok vergi alma ve asker toplama ihtiyacı duymaları, var olan beylik sistemleriyle yeni bir çatışma sürecine girmelerine sebep oluyor. Bu da Kürt toplumu içerisinde yeni gelişmeler ve değişiklikler, ortaya çıkarıyor. O zamana kadar birbiriyle çatışan, birbirine karşı üstünlük sağlamaya çalışan onun içinde hep merkezi otoriteye, padişahlık sistemine dayanmayı, işbirlikçiliği meslek Nîsan 2012 edinen bu beylikler, bu sefer merkezi otoritenin daha çok vergi ve asker istemi karşısında ellerindekini de kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelince bunları korumak için isyan etmek zorunda kalıyorlar. 19. yüzyıl böyle bir isyan yüzyılıdır, çatışma sürecidir. Hep birbiriyle çelişip çatışmalı oldukları için birlik olamadıkları, dolayısıyla merkezi otorite karşısında Kürt beylerinin hep yalnız kalarak yaşadıkları çatışma sürecidir. Sonuç tabii zayıf durumda olan beyliklerin, geliştirdikleri isyanların Osmanlı merkezi otoritesi tarafından ezilmesi olmuştur. Böylece birkaç yüzyıl içerisinde büyümüş, gelişmiş olan beylik sistemleri, 19. yüzyıl boyunca merkezi otoritenin Kürdistan’ı yeniden işgal edercesine geliştirdiği saldırılar altında ezilmişlerdir. 20. yüzyıl Kürtler için ‘ulusal yok oluş süreci’dir Burada elbette Avrupa’da gelişen kapitalist sistemin etkisini görmek gerekiyor. Osmanlı ve İran sistemlerinin bu gelişme karşısında içine düştükleri zayıflığın, güçsüzlüğün etkisini görmek gerekiyor. Fakat bir de Avrupa’da gelişen kapitalist sistemin Ortadoğu’yu ele geçirme, dünyayı fethetme, paylaşma politikasının etkisini de görmek gerekiyor. Sadece güçlenen kapitalizm karşısında merkezi otoritenin zorlanması değil, aynı zamanda bu toprakları ele geçirebilmek için kapitalist devletçi sistemin geliştirdiği emperyalist politikaların da büyük etkisi vardır. Nitekim bu politikaların 20. yüzyılın başında bir emperyalist savaşa yol açtığını biliyoruz. I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin başını çektiği blokla, Almanya’nın başını çektiği blok dünya hegemonyası savaşına giriyorlar. “I. Dünya Savaşı” denen savaş gerçekleşiyor. Bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu Alman bloğundadır. Savaş sahası Osmanlı 26 topraklarıdır, yani Ortadoğu’dur. Sonunda yenilen Alman bloğu olmuştur. Her ne kadar kendi içinde yer alan Rusya’da, Ekim Devrimi’yle bir kopuş yaşansa da İngiltere, Fransa ittifakı I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkmıştır ki, bu 19. yüzyıl boyunca İngiltere ve Fransa'nın, Ortadoğu’yu ele geçirmek için geliştirdikleri politikanın pratikte hayat bulması için uygun zemininin sağlanması anlamına gelmektedir. Sonuçta savaş galibi olan devletler kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir Ortadoğu siyasi coğrafyası yaratmışlardır. Bu coğrafyanın birkaç önemli sonucu var. Bir tanesi, Arabistan’ın bölünüp parçalanması ve bir sürü Arap devleti ortaya çıkartılarak buraların emperyalizme bağımlı alanlar haline getirilmesidir. Diğer bir sonuç, Kürdistan’ın parçalanması, her parça üzerinde bir devlet egemenliğinin kurulmasıdır. Bu öyle bir sistemdir ki, sadece Kürdistan üzerinde ekonomik, siyasi tahakküm kurmayı değil, Kürt toplumunu inkar edip, yok sayarak yok etmeyi hedefleyen bir kültürel soykırım sistemidir. Kürdistan’ı bölüp, parçalayan, bu tarzda egemenlik altına alınmasını gerçekleştiren devletler böyle bir statü de oluşturmuşlardır. Bir diğer sonuç İsrail’in kuruluşudur. Doğrudan I. Dünya Savaşı ardından olmasa da, aslında dünya savaşından sonra gelişen süreçte bu kuruluş gerçekleşmiştir. Çünkü I. Dünya Savaşı’na ilk itiraz eden, savaşta yenilen Almanya olmuştur. Bu itirazı ortaya çıkartıp, sonuca götüren de Hitler önderliğidir. Hitler önderliğinin Almanya’yı yeniden toparlayarak, dünya egemeni olmak üzere yeni bir savaşa, yani II. Dünya Savaşı’na sokması İsrail’in oluşumuyla doğrudan ilgilidir, ilişkilidir. Bu süreçte gerçekleşen Yahudi katliamı ardından, İsrail’in Ortadoğu’da bir devlet olarak şekillendirilmesi kapitalist, emperyalist sistemin öncü güçleri tarafından sağ- STÊRKA CİWAN lanmıştır. Şimdi Kürdistan için, Kürt toplumu için baş aşağıya gidiş aslında hızlı bir biçimde yaşanan süreciyle 19. ve 20. yüzyıldır. Tabii özgürlük ve komünal yaşam açısından değerlendirilirse, kendi içinde sınıflaşmanın başladığı süreçten itibarendir. Bu da ondan birkaç yüzyıl öncesine gitmektedir. 20. yüzyıl başında, I. Dünya Savaşı ardından Kürdistan’ın siyasi olarak da parçalanması ve yok sayılarak, imha süreci altına alınması bu gidişi çok daha hızlı ve tehlikeli hale getirmiştir. Bu durum biliniyor. Artık eski Kürt kabile, aşiret düzeni parçalanmıştır, kalmamıştır. Dolayısıyla bu saldırılar karşısında Kürt toplumunun daha önce gösterdiği refleksi gösterebilmesi mümkün değildir. Yani dış saldırı karşısında hareketli olması, dağlara çekilmesi, kendini bu temelde koruyabilmesi artık imkansız hale gelmiştir. İki nedenle bu böyledir. Birincisi, kendisinin o düzeydeki kabile, aşiret sisteminin yaşamının dağılmış, artık eskisi gibi hareket edemez hale gelmiş olmasıdır. İkincisi ise, yabancı egemenliğin kapitalist sistem temelinde olmasıdır. Kapitalizm kendinden önceki sistemler gibi dağlık alanlar da olsa boşluk tanımamaktadır. Nerede olursu olsun, kim olursa olsun egemenlik altına almayı oraları da işgal, istila etmeyi dolayısıyla kendi karşıtı hiçbir gücün yaşamasına izin vermemektedir. Kapitalist devletçi egemenliğin, sömürge sisteminin daha öncekilerden temel farkı buradadır. Bu bakımdan artık eskisi gibi kendini yaşatma imkanı ve gücü yoktur Kürt toplumunun. Buna Kürdistan’ın siyasi parçalanmışlığı ve toplumu yok sayarak imha etmek isteyen bir egemenlik sisteminin kurulması eklenince, artık Kürdistan üzerinde yeni bir süreç gelişmiştir. Buna Önderlik “ulusal yok oluş süreci” dedi. 20. yüzyılda Kürdistan üzerinde kurulan egemenlik, ulusal yok oluş egemenliğidir. Her ne kadar buna karşı var olduğu kadarıyla aşiret yapıları, dini liderlikler tepki göstermişler, isyan etmek istemişlerse de, 19. yüzyıl feodal beylerin askeri, siyasi güçlerinin yok edilmiş olması, geriye kalan güçlerin bu saldırı karşısında direnip, ayakta kalabilmeleri için gerekli güce ulaşmalarına fırsat vermemiştir. Onun için de bir kere ulusal yok oluş süreci altına alındıktan sonra, toplumun içinden bu tür itiraz ve isyan girişimlerinin etkili olma, ulusal yok oluşu durdurma, yani kendini koruma, savunma gücü gösterme şansı yoktur. Sonuçta sözkonusu isyanlarda katliamlarla ezilmekten kurtulamamıştır. Özellikle Kuzey’de, giderek Doğu’da bu isyanların ezilmesi ardından ulusal yok oluşu gerçekleştirmeyi hedefleyen çok yönlü, örgütlü bir yabancı sistem hızla geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu sistemin özelliklerini tanımak gerekiyor. Biz her ne kadar parti olarak buna “sömürgeci sistem” dediysek de, Önderlik her zaman şuraya dikkat çekti; Kürdistan üzerinde bu biçimde geliştirilen sömürgeciliğin, emperyalist Avrupa devletleri tarafından dünyanın başka yerlerinde geliştirilen sömürgecilikle derinden farklılıkları vardı. Her ne kadar aynı terimle hepsi sömürgecilik biçiminde ifade edilse de, Kürdistan’daki sömürgecilik diğerlerine benzememektedir. Diğer sömürgeciliklerin temel amacı ekonomik sömürüdür. Pazara hakim olmak, ham madde kaynaklarına hakim olmak, böylece dünya sistemi haline gelen kapitalizmin pazar ve ham madde ihtiyacını ucuzca kar27 şılamak. Daha sonra buna eklenen yeni sömürgecilik de, ucuz işgücünü kullanmayı ifade etmektedir. Yine ekonomik içeriklidir. Böyle bir ekonomik sömürüyü yapabilmek için gerekli olan, onu sağlatacak özellikler taşıyan siyasi ve askeri egemenliğin kurulmasıdır. Bunlar emperyalist devletlerin sömürgeci uygulamalarıdır. Oysa Kürdistan üzerinde kurulan yabancı egemenliğin ekonomik sömürü amacı birincil esas amaç değildir. Kuşkusuz “ekonomik sömürü hiç yok, pazar ve hammadde kaynakları üzerinde egemenlik kurma arayışı, istemi hiç yoktur” denemez. Bunlarda var ve önemlidir. 20. yüzyıldan bu yana büyük enerji kaynaklarına sahip olan Kürdistan üzerinde, ekonomik paylaşım savaşı her zaman olmuştur. Bugün bu daha da şiddetlenmiş düzeydedir. Petrol savaşı, su savaşı, yeraltı, yerüstü zenginlikler savaşı, bir de ticaret yollarına hakim olma savaşı. Bunlar dünya kapitalist sisteminin geliştiği ölçüde dün de vardı, bugünkü gelişmişlik düzeyiyle daha had safhaya çıkmış bulunuyor. Fakat Kürdistan’ın parçalanması, paylaşılması, egemenlik altına alınması 20. yüzyılda I. Dünya Savaşı ardından öngörülen statünün Kürdistan’a biçilmesi esas olarak bu amaç doğrultusunda değildir. Bu ikinci, üçüncü sırada gelen Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN amacı oluşturmaktadır. Birinci amaç ulusal yayılmadır. Kürdistan’a sömürge statüsü bile verilmemiştir Kürt tarihi, Kürt kültürel birikimi, Kürt nüfusu, kısaca Kürt toplumu tarihiyle, diliyle başka uluslaşmaların ham maddesi yapılmak istenmektedir. Kürdistan üzerinde kurulan sömürgeci egemenliğin birinci amacı budur. I. Dünya Savaşı ardından yaratılan ulusal yok oluş sisteminin temel yörüngesi böyledir. Şimdi bu biçimde o amaç böyle olunca araç ve yöntemlerde bu amaca göre düzenlenmiştir tabii. Sömürgeleştirmedeki amacın ekonomik kaynakların sömürüsü olduğu yerlerdeki araç ve yöntemler ile sömürgeleştirmedeki amacın ulusal yayılma, ulusal yok oluşu sağlama olduğu gibi Kürdistan’daki sömürgeleştirmenin araç ve yöntemleri çok çok farklı olmuştur. Buradan baktığımızda Kürdistan’a bir sömürge statüsü verilmemiştir. Yani adı olmamıştır, bir sistemi olmamıştır. Her şeyiyle dağıtılması öngörülmüştür. Çünkü kendi varlığını sürdürmesi ve kendi varlığı etrafında örgütlenme yaratması demek, ulusal yok oluşa karşı direnmek demektir. Ulusal yok oluşu başarısız kılmak demektir. Eğer ulusal yok oluş süreci başarılacaksa o zaman bu ancak toplumun tarih, dil, kültür alanında, örgütlülük alanında kendine ait ne varsa hepsinin yok edilmesi, parçalanmasıyla ancak mümkün olabilir. Kürdistan üzerinde 20. yüzyılda uygulanan sistemin toplumdaki yarattığı etkiler, toplumu içine aldığı süreç işte budur. Bunun için kimlik yasaklanmıştır, bunun için kendini inkar gelişNîsan 2012 tirilmiştir, bunun için her türlü horlanma, kötülenme, yani kendinden kaçış yaratılmıştır. Bunun için düşünce üzerinde baskı kurulmuş, beyin tahakküm altına alınmaya çalışılmıştır. Bunun için Kürt toplumunun her türlü örgütlülüğü paramparça edilmiştir. Bunun için Kürdistan’daki her türlü yaşam ekonomik, ticari, sosyal, kültürel, eğitsel, siyasal yaşamın hepsi üzerinde şekillenmek isteyen ulusal yapılanmaya bağlanmıştır. Yani Türkiye sistemine bağlanmıştır, tabii parçalanarak bağlanmıştır. Bu da paramparça edilmiş, kendi değerlerin- den kopmuş, kendi değerlerini kaybetmiş, her türlü dengesini kaybetmiş, Önder Apo’nun deyimiyle “atomlarına kadar egemenlik altına alınmış” bir toplum gerçeği ortaya çıkarmıştır. Bu uygulamaların toplumda yarattığı en önemli yanlardan bir tanesi, yine Önder Apo’nun tanımladığı “beyinsel sömürgecilik” olmuştur. Kürt insanı beyniyle, düşüncesiyle sömürgeleştirilmek, bir başka ulus için düşünür, onun çıkarına hizmet eder bir beyin haline getirilmek istenmiştir. Kendinden kaçış, kendini ret, kendini inkar bu düzeydedir. Bireyin bireye dönük saldırı düzeyi böyledir. Onun her türlü düşünce, duygu, ruh gücü 28 üzerinde saldırı geliştirmiştir. Sadece örgütlenmesi ekonomik, sosyal, kültürel yaşamı üzerinde değil beyinsel, ruhsal, duygusal varlığı üzerinde de saldırı geliştirerek tümüyle tahakküm altına alınmak, ezilmek, değiştirilerek bir başka ulusal potada eritilmek istenmiştir. Bu Kürt toplumuna ve bireyine dönük saldırının en kapsamlı, derin, ağır duruma gelmesini ifade ediyor. Aslında insanlık tarihinde birey ve toplumlar üzerinde uygulanan en ağır saldırı sistemidir, en kapsamlı saldırı sistemidir. Tarihte eşi bulunmayan bir saldırı sistemidir. Tarihin en ağır suç saydığı, gördüğü saldırı soykırımdır, fiziki imhadır. Bir toplumun kılıçtan geçirilerek yok edilmesidir. Onun da bir anlamı vardır, anlaşılırlığı söz konusudur. Fakat ortada posa gibi insanlar ve toplumun varlığı korunup ama ruhuyla, duygusuyla, düşüncesiyle, beyniyle tüm ekonomik, sosyal, kültürel değerleriyle kendini inkar edip bir başkasına dönüştüğü, onu yaşar hale geldiği bir örnek yoktur. Buna yine Önder Apo; “kendi çıkarlarını göremeyen, kendi çıkarları için düşünemeyen, çıkarları doğrultusunda plan, proje geliştirip eyleme geçemeyen bir insan gerçeğinin ortaya çıkartılmasıdır” demiştir. Burada beynini kaybetmiş, kendini düşünce düzeyinde inkar eden, düşüncesiyle de başkasına bağlanan beyinsel sömürgecilik diye de tanımlanan bir köleleşmeyi yaşayan insanla, temel örgütlenmesi aile olan, aileden başka hiçbir örgütlülüğü ve gücü kalmayan, bu nedenle de her şeyini ailede bulmak isteyerek, aileye dört elle sarılan bir örgütsel yapı kalmıştır. Kendini bu biçimde ifade eden bir erkek, böyle bir erkeğin hizmetçisi olan, köle bile denilemeyecek, kölelik statüsü bile edinemeyen bir kadın duruşu ortaya çıkmıştır. Ailecilik bu düzeye getirilmiştir. STÊRKA CİWAN Kürtler herkesin askeri haline gelmişti Şimdi burada artık meşru savunmanın tüm yönleriyle kaybedilmesi vardır. Meşru savunma kendisini tanıma, çıkarlarını görme ve savunma yol yöntemlerini bulma bilinciyse, böyle bir sistem altında Kürt toplumu ve bireyi bu bilincin hepsini kaybetmiştir. Meşru savunma böyle bir bilinçaltında, birey ve toplumun örgütlülüğü ise bu sistem altında, böylece her türlü geriliğin ve gericiliğin ocağı haline gelen başa bela aile dışında Kürt bireyinin ve toplumunun örgütlülük adına hiçbir şeyi kalmamıştır. Ailede bir örgütlülük değil aslında, egemen devletçi düzene ve yabancı egemenliğe erkek ve kadının en ileri düzeyde hizmetçiliğini ortaya çıkartan bir örgütlülüktür. Yoksa kendine ait, yüce değerler temelinde herhangi bir amacı ve duruşu olmayan bir örgütlülüktür. Burada kendini korumak için zaten bir eylem, mücadele yoktur. Kendini yok etmek için kendi kendini bitirme vardır. Önderlik, toplumun duruşunu bu dönemde akrebin kendisini zehirlemesine benzetti. Kekliğin kendi kendini avlamasına benzetti. Yani bu da meşru savunma denen şeyin zerresinin bile kalmadığı bir durumun oluşmasını, ortaya çıkmasını ifade etti. Şimdi bu kadar tarihin eski bir halkı olan, devlet egemenliğini bu denli uzun süre kabul etmeyen, devletçi sistem karşısında dağlara çekilip, uygarlıktan uzak durma pahasına da olsa özgür yaşamayı esas alan, benimseyen, içte ve dışta egemenlik sistemini dolayısıyla ondan kaynaklanan saldırıyı en geç tanıyan bir toplum olarak Kürt toplumunun, birkaç yüzyıl içerisinde böyle bir duruma düşürülmesi tabii ki ilginç bir durumdur. Dikkatle değerlendirilmesi, iyi incelenmesi gereken bir durumdur. Acaba neler böyle bir duruma gelmesine yol açmıştır? Daha önceki duruşla, sonradan ortaya çıkan sürecin birbiriyle ilişkisi, bağı var mıdır? Yoksa toplumun o duruşu hiyerarşik devletçi sistem tarafından çok büyük tehlike görülerek, en ileri düzeyde birliği ve gücü ifade eden bir saldırı bu toplum üzerinde mi yürütülmüştür? Bunların incelenmesi, değerlendirilip anlaşılması kuşkusuz gerekiyor. Fakat sonuçta 20. yüzyılın son çeyreğine girerken Kürdistan’ın ve Kürt toplumunun içine çekildiği durum budur. Artık orada bir meşru savunma bilinci, örgütlülüğü, eyleminin zerresi bile yoktur. Tam tersine her şeyini kaybetmiş, yok olma sürecine girmiş, başkalarının hizmetine koşulmuş bir toplumsal duruş vardır. Buna herkesin “askeri olmak” deniliyordu. Bu süreçte Kürt toplumu, kendisinin olamayan ama herkesin askeri olan bir toplum olarak tanımlanmıştır. Avukatsız bir halk olarak tanım görmüştür. Yani örgütlülüğü olmayan, çıkarını göremeyen, kendini savunamayan, her türlü saldırıya açık, yok oluş sürecinde olan bir halk. Bu tabii bir toplumun içine düşeceği en ağır durum, en kötü durum, en tehlikeli durumdur. 20. yüzyıl sistemi içinde, I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistem dahilinde Kürt birey ve toplumunun böyle bir duruma getirilmiş olduğu açıktır ve bunun doğru ve derinliğine anlaşılması, kavranması çok çok önemlidir. Böyle bir durumun özgür birey ve toplum karşısında taşıdığı tehlikenin derinden anlaşılması da çok çok önemlidir. Çünkü bu tehlike söz konusu durumu yaşayan birey ve toplum açısından bir tehlike olduğu gibi aslında insanlığın özgür duruşu açısından da ciddi bir tehlikedir. Çünkü insanlık katledilmektedir. İnsanlığa dair hiçbir değer bırakılmamaktadır. Birey ve toplumun bu kadar kendini inkar eder, kendine karşıt hale getirilip, kendini tüketir noktaya çekilir olması 29 insanlığın tüketilmesi anlamına gelmektedir. Bir insanlık katliamının yaşandığını göstermektedir. Tabii bu noktada en büyük tehlike, hiçbir ferdinin bunu göremez durumda olmasıdır. Bu durumu doğal sayan, kabul eden bir beyne kavuşturulmuş olmasıdır bireylerin. Yani neredeyse isteyerek, benimseyerek, içselleştirilerek bu durumu yaşar kılınmasıdır. Elbette baştan isteyerek, gönüllü böyle bir şeye girme olmamıştır, ama yüz yıllar süren baskı, katliam, saldırı, geliştirilen oyunlar nihayetinde Kürt bireyi ve toplumuna bu gerçeği kabul ettirmiştir. Bu düzeyde bir teslimiyetçilik, kırılma birey ve toplumda ortaya çıkartılmıştır. Bu elbette ki ciddi bir tehlikeye olumsuz duruşa işaret ediyor. PKK Kürt toplumunda meşru savunma bilinci yarattı İşte böyle bir süreç derinliğine ve genişliğine işletilirken, buna karşıt bir duruşla I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistemin Kürt birey ve toplumunda yok etmek istediklerini tersine çevirerek, Kürt bireyi ve toplumunu özgürlük düşüncesi, örgütlülüğü ve eylemiyle kendisi haline getiren ve yeni bir yaşam çizgisine yöneltmeyi öngören PKK gelişmesi ortaya çıkmıştır. PKK’nin böyle bir tarihsel sürecin tersine çevrilmesi ve ona karşıt olarak geliştiği bir gerçektir. Kürt bireyi ve toplumu üzerinde uygulanan her türlü yok edici saldırıya karşı bir tepki ve var olma hareketi olduğu, özgürleşme sürecini ifade ettiği tartışma götürmez bir gerçektir. Tamamen Kürt toplumu ve bireyi üzerinde uygulanan bu yok etme sürecinin karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla her bakımdan birey ve toplumu kendine getirme, kendisi için yapma, özgür birey ve toplum gerçeğine çekme, böylece baş aşağıya gidişi tersine çevirerek Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN özgürlük çizgisinde, Kürt bireyi ve toplumu için yeni bir yaşam sürecini başlatmayı ifade eder PKK gerçeği. Bu anlamda ruhu, duygusu, düşüncesinden maddi ekonomik yaşamına kadar, Kürt birey ve toplumuna yöneltilen her türlü saldırı karşısında birey ve toplumun özgürlük ve demokrasi çizgisinde savunulması hareketidir PKK. Saldırı ne kadar kapsamlı, derin, çok yönlü ve sarsıcıysa savunma da aynı düzeyde kapsamlı, derin ve sarsıcı olmuştur. Buradan baktığımızda PKK’nin 20. yüzyılda Kürt toplumuna dayatılan sürecin karşıtı olduğu, tersi olduğu, toplumsal gidişi onun tersine çevirmeyi öngördüğü açıktır. 20. yüzyılda Kürt birey ve toplumuna dayatılan onu yok etme amacı temelindeki dış saldırı olduğuna göre, PKK gerçeği de bütün bu alanlarda Kürt birey ve toplumunun kendi öz dinamikleriyle kendisini savunması hareketi olma gerçeği vardır. Bu bakımdan PKK beyinsel köleleştirmeye, sömürgeleştirmeye uğratılmak istenen Kürt bireyi ve toplumunda, özgür var olma ve kendini savunma bilinci yaratmıştır. Her şeyden önce bir meşru savunma bilincidir. Hem de çok yönlü bir bilinç, sadece öyle kaba saldırılar karşısında kendini savunma ekonomik, sosyal baskı ve sömürü karşısında birey ve toplumu savunma değil ruhuyla, kültürüyle, duygusuyla, düşüncesiyle bütün yaşam özellikleriyle birey ve toplumun özgürlük temelinde savunulmasıdır. Bu anlamda derin bir savunma bilincini ifade ediyor. PKK böyle bir süreçte ortaya çıkan ve bir savunma gerçeği oluyor. Her şeyden önce bir savunma bilincini ifade ediyor. Çok yönlü ve kapsamlı bir bilinç, Kürt birey ve toplumunu kendine getiren ve özgürlük temelinde yürüme gücü, iradesi kazandıran bir bilinç. Önderlik gerçeği tamamen böyle bir Kürt bilincinin ortaya çıkmasını içeriyor. Bunu iyi bilmemiz gerekli. Nîsan 2012 PKK bir meşru savunma gücüdür Diğer yandan bu bilinçle birlikte, tabii Kürt toplumunun kendini örgütlemeye yönelmesini ifade ediyor. Atomlarına kadar parçalanıp, örgütsüz kılınmış Kürt toplumunu Önderlik düşüncesi etrafında dar bir gruptan başlayarak bir öncü özgürlük partisine, oradan da temel savunma gücü olarak gerillaya, ulusal kurtuluş cephesine, ulusal bilinç ve direnişte kendini var etmeyi esas alan yeni bir halk duruşu ve birliğine ulaştıran bir örgütlenme durumudur. Kürt toplumu temel örgütsel açıdan PKK’yle yeniden bir örgütlenme süreci içerisine girmiştir. İnkar ve imha sisteminin toplumun dağıttığı bütün örgütlenmelerine karşılık demokratik uluslaşma temelinde, yine ulusal özgürlük ve demokrasi temelinde yeni bir örgütlü birey ve toplum yaratma sürecinin başlatılmasını içeriyor. Bu örgütlenme düzeyi en azından bilinç düzeyinde, Kürt insanının yeniden ulusal demokratik çizgiye kavuşturulması çerçevesindedir. Her türlü inkarcı ve imhacı bilinci reddetmeyi içermektedir. Buna karşı büyük bir ulusal diriliş devrimini ruhta, duyguda, bilinçte ve iç ilişkilerinde yaşamasıdır. Böyle bir örgütlülük düzeyine toplumsal çapta ulaşmayı ifade ediyor. Tabii bu örgütlenmenin bilince dayalı bir irade bütünlüğü, birlikte yaşam isteme haline gelen, böyle bir örgütlülüğün sürükleyici, öncü sağlam örgütleri var, partisi var, cephesi var, gerillası var. Bunlar temel örgütlerdir ve önemli örgütlerdir. Buna dayalı olarak çeşitli kurum ve kuruluşları gelişiyor. Kadın, gençlik örgütlülüğü ortaya çıkıyor. Bir de böyle bir bilinç ve örgütlülüğe dayalı savunma eylemini ifade ediyor PKK. PKK pratiğinin baştan sona bir savunma eylemi olduğunu kimse inkar edemez. O konuda herhangi bir yanlış 30 anlama ve tartışma söz konusu olamaz. Çünkü tümüyle bir savunma bilincini içeriyor. Bütün örgütlenmeler, toplumun yok edilmek istenen gerçeğinin tersine çevrilmesi ve kendini yaşar bir toplum haline gelmesini hedefleyen örgütlenmelerdir. Bu temelde geliştirilen eylemin de ideolojik, siyasi, askeri bütün boyutlarda bir savunma eylemi olduğu tartışma götürmez. Kısaca I. Dünya Savaşı ardından yok edilme sürecine sokulan ve bilinç, örgütlülük ve eylemsel duruş bakımından her şeyi kaybederek, adeta kendisi olmaktan çıkan Kürt toplumunun özgürlük ve demokrasi bilinci temelinde, yeniden kendine getirilerek örgütlü ve eylemli kılınmasını sağlayan bir harekettir PKK. Bu bakımdan her düzeyde Kürt toplumuna ve bireyine dayatılmış saldırı karşısında aynı kapsamda ve derinlikte bir meşru savunma duruşu, eylemi, bilinci, hareketi oluyor, örgütlülüğü oluyor. PKK’yi böyle bir meşru savunma gerçeği olarak tanımamız, anlamamız gerekli. Şöyle de ifade edebiliriz; 20. yüzyılın başından itibaren dayatılan inkar ve imha süreci altında her şeyini kaybetmekte olan Kürt toplumu, Önder Apo gerçeği ve PKK’yle yeniden kendine geliyor. Kendinin olmaya ve özgür bir duruş kazanmaya yöneliyor. Yani yeniden kendi çıkarlarını gören, o temelde örgütlenip direnen bir halk gerçeği haline geliyor. Özgür bir halk olarak imha sürecine karşı direniş içerisinde, dünyaya yeniden doğuyor. ’90’ların başında gerçekleşen ulusal diriliş devrimi kesinlikle bunu ifade ediyor. Bu bakımdan da PKK’yle birlikte Kürt bireyi ve toplumu yeniden kendine geliyor. Kendisi için oluyor. Bir meşru savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemi kazanıyor. Kısaca meşru savunma duruşu kazanıyor. *** STÊRKA CİWAN DOSYA ÖNDERLİK GERÇEKLEŞMESİ Stêrka Ciwan “Bu Önderlik sıradan bir önderlik değil. Bu Önderliğin çıkışı öyle sıradan bir çıkış değil. Çıkış, biraz da yürüyüşü belirler. Genel anlamda tabii. Bu açıdan önemlidir. Yine öldü, bitti denilen bir halkı ayağa kaldırmak, onu tarih sahnesine koymak, sadece onunla da yetinmemek, bugün bir sistemi zorlamak elbette ki sıradan bir önderliğin başaracağı iş değildir Parti Önderliği, tarihin belli bir kesitine damga vurmuş önder bir kişiliktir. Parti Önderliği'nin hayat hikayesi aslında çağdaş Kürdistan tarihidir. Çağdaş Kürdistan tarihini şekillendiren, ona düşüncesiyle, pratiğiyle, eylemiyle yön veren bir kişilik oluyor. Bazı bilim adamları ve yazarlar çağdaş Çin tarihini, Mao'nun hayat hikayesi olarak değerlendiriyorlar. O açıdan biz de Parti Önderliği'nin yaşam hikayesini çağdaş Kürdistan tarihi olarak değerlendirebiliriz. PKK tarihi de Parti Önderliği'nin yaşam öyküsüdür ama onu da aşıyor. Urfa, eski tarihi bir kent. Kültür merkezi olmasının yanı sıra peygamberler diyarı olarak da değerlendiriliyor. Ortadoğuda bir çok önder Urfa'daki kültür ortamında doğmuş, büyümüş ve tarihe belli ölçülerde damgasını vurmuşlardır. Halil İbrahim'den tutalım, Eyüp peygambere hatta Yakup peygambere kadar bir çok peygamberin öyküleri oralarda anlatılıyor. Hatta mahallelerine peygamber ismi vermiş bir kenttir Urfa. Parti Önderliği'nin doğup büyüdüğü ortam Urfa'dan ziyade Antep'e daha yakın. Ticari, ekonomik ve sosyal ilişkiler daha çok Antep oradan da Çukurova üzeri geliştiriliyor. Halfeti, hem uzaklık bakımından hem de sosyal, ekonomik, siyasal ilişkiler bakımdan Antep'e daha yakındır. İlişkileri Antep'le daha yoğundur. Urfa ile ilişkileri daha çok devlet bürokrasisi temelindedir. 31 Üst düzeyde valilikle halkın bir sorunu olduğu zaman Halfeti'den Urfa'ya gidilip gelinir. Yoksa Halfeti'den Urfa'ya çok nadir gidilir. Hatta bugün Bozova, Urfa'ya Halfeti'den daha yakın olmasına rağmen daha çok Antep'le ilişkilenmektedir. Bu durum belli ölçülerde etkili olmakla beraber Antep kadar ön planda değildir. Halfeti Bizanslar döneminde hatta daha öncesinde kurulmuş bir yerleşim merkezidir. Nizip'ten, Birecik'ten ve çevredeki birçok ilçe merkezinden daha eski ve tarihidir. Oralar yokken veya köy iken Halfeti bir ilçe merkezi olup Antep'e bağlıdır. Antep ise Osmanlılar döneminde Halep'e bağlıdır. Böylesi bir idari sistem içerisindedir. Halfeti ve çevresinin sosyal dokusu Kürdistan olmasına rağmen diğer yerlere göre biraz farlılık arz ediyor. Orada bir dönem Ermeniler, Türkmenler ve Kürtler yaşamış. Böyle iç içe bir sosyal yapı var. Halfeti'nin kırk civarında köyü var. Bu köylerin sekiz tanesi Türkmen köyüdür. Otuz iki köy Kürt’tür. Bu Türkmen köyleri ile Kürt köyleri içiçedir. En fazla içiçe geçtiği yer Önderliğin doğup büyüdüğü alandır. Sekiz Türkmen köyünün hepsi o alandadır. Önderliğin doğup büyüdüğü Ömerli Köyü de bu Türkmen köylerinin arasındadır. Köyün doğu, güney ve batı tarafları Tükmen köyleriyle çevrilidir. Sadece kuzeyde Kürt köyü var. Böyle bir karışık yapı Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN var. Hatta Fırat'a birbuçuk saat mesafe yakındır. Fırat'ın karşı tarafında da karışık bir sosyal yapı var. Türkmenler ve Kürtler var. Hatta mezhep farklılıkları bile var. "Sen bu hızla gidersen yakında uçarsın" Önderlik böylesi bir ortamda Ömerli Köyü'nde dünyaya geliyor. Ömerli Köyü de, feodal ağalığın ve çok büyük toprak sahiplerinin bulunmadığı daha çok orta ölçekte fıstıkçılıkla uğraşan ailelerin olduğu ama esasta da yoksul köylülerin ağır bastığı Çukurova'ya gidip amelelik yapan inşaatlarda çalışan, pamuğa, ırgatçılığa giden insanlardan oluşan bir köydür. Hatta Başkanın kendisi de ırgat olarak pamuğa gitmiştir. Ailesi gittiği için kendisi de gitmiş, Çukurova'da pamuk toplamıştır. O zaman bütün aileler geçimlerini onunla sağlıyorlardı. Parti Önderliği'nin anası, Türkmen köyünden gelen bir kadın. Babası Kürt ama aile ortamı içerisinde anası daha etkin bir konumdadır, daha otoriterdir. Aile içi ilişkilere, yaşama anası daha hakimdir. Babası biraz daha siliktir. Önderliğin de ifade ettiği gibi etkisiz bir konumdadır. Ama temiz, kendi işinde gücünde çalışan, başkalarıyla kavga etmeyen, kendi halinde aile yaşamını sürdüren bir kişiliktir. Ana ise otoriter ve gerektiğinde dış etkilere karşı tavır koyan, tepki gösterendir. Önderlik çocukken kavga ettiğinde annesi, "çocuklar seni dövdüğünde gidip intikamını alacaksın" diyor. Böyle bir otoriterliğe ve aynı zamanda da sağlam bir kişiliğe de sahip. Önderlik "Ben mücadeleci kişiliğimi annemden aldım" diyor. Hem otorite Nîsan 2012 olma hem de baskılara karşı mücadele etme özelliğini anasından almış. Cibin, daha çok Ermenilerin uzun süre yaşadığı ve kültürel değerler yarattıkları bir köydür. Katliamlar döneminde Cibin'de var olan bütün Ermeniler mallarını, mülklerini ve kızlarını orada bırakarak Halep ve Lübnan'a doğru gitmişler. Bu yüzden o köy Türkmen olmasına rağmen oradaki insanların hemen hemen yüzde sekseninin neneleri Ermenidir. Otuza yakın ermeni kız orada bırakılmış. Onlar da Türkmenlerle evlenmişler. Dolayısıyla etnik açıdan böyle karışık bir sentez durumu da var orada. Onların çoğu yaşıyorlar. Ermeni kadınların çoğu tarihin canlı tanığı. Köyün geçmişini, Ermenilerin nasıl göçtüğünü anlatıyorlardı. Başkan o köyde okul okurken bütün bu gerçeklerle yüz yüze geliyor. Bunlardan hareketle bir arayışa giriyor. Bir de daha çocukluğundan itibaren bir arayış özelliği var. Anasıyla çelişkileri var. Küçükken anasına "Sen beni doğurmuşsun ama ilgin zayıf. Bir tavuğun arkasına takılan 32 civcivler gibi yaklaşıyorsun insanlara" diyor. Daha çocukken bile bu tür şeyleri fark edebilecek bir zeka düzeyi var. Yani ileri ve olağanüstü bir zeka düzeyi var. O dönemde ideolojik etkilenme açısından arayışlara tekabül edebilecek ne var? O dönemde devrimcilik ve sosyalizm yok. Bir tek okullarda öğretilen Kemalizm ve Türkçülük var. Bir de köylerde camilerde İslamiyet öğretiliyor. Yani o dönemde iki ideolojik akım var. Başka her hangi bir şey yok. Başkan çocukluk döneminde biraz dine ilgi duyuyor, imamın yanında kuran kursuna katılıyor. Hatta imam "sen bu hızla gidersen yakında uçarsın" diyor. Hızlı bir öğrenme ve ilerleme durumu söz konusudur. Ondan dolayı o köye gidip gelirken de tek değil. Ömerli'den bir grup öğrenci gelip gidiyor. Başkan o öğrenciler üzerinde de bir otoritedir, daha çok lider durumundadır. Gelirken öndedir, onun dediğine göre gelip gidiyorlar. Bir nevi onları yönetiyor. Bazı yaşlılardan dinlediğim kadarıyla dine ilgi duyduğu dönemlerde Cibin Köyü'nden Ömerli'ye gidiş geliş hattında düz kayalar var. Bu kayaların üzerine kaynatılan bulgur ve toplanan fıstık serilir. Başkan ve arkadaşları gelip giderken bu kayaların üzerinde namaz kılarlarmış. Başkan onların önünde onlara namaz kıldırırmış. İlgi duyduğu, yöneldiği bir şeye çok ciddi bir yaklaşımı, kendini tam katma ve verme var. Öncülük düzeyinde bir yaklaşım var. Orada dine ilgi duyuyor ama öncülük düzeyinde bir yaklaşımı var. Okulda da öncülük düzeyinde bir yaklaşım var. Derslerine çok üst düzeyde çalışıyor, notları çok iyidir. STÊRKA CİWAN Aynı zamanda kendi köyünden gelen çocukları da getirip götürüyor. Onlara öncülük etmektedir. Başkan anlatımlarında; "Ömerli'deyken kıra geziye giderdik. Yılan öldürür, kuş avlar ve çocukları bu temelde yanıma çekmeye çalışırdım" diyor. Onların ilgisini çekerek, elde ettiği her şeyi, neyi varsa onlarla paylaşarak sürekli onları çevresinde toplama yaklaşım ve özelliği söz konusudur. Aileler çocuklarının onunla oynamasına izin vermezler. Başkan için ipini koparmış, çizgiden çıkmış diyorlar. Yani "bizim çocuklarımız da gidip onunla oynarsa, onlar da çizgiden çıkar" diyorlar. Böyle bir engelleme olmasına rağmen yine de ilgi merkezi olduğu için, yani onların dikkatini çekmeyi, onlara belli konularda umut vermeyi ve onları yönlendirmeyi becerdiği için çocuklar yine de Başkanın etrafında toplanır, oynarlar ya da kıra geziye giderler. Başkan beş yıl bu okulda okumuş ve okulunu üstün başarıyla bitirmiştir. Benim tanıdığım okul arkadaşları var. Beraber ilkokul okumuş, aynı sınıfta yer almışlar. Birini Hollanda'da gördüm. Başkanla beraber okul okumuş. Cibin Köyü'nde bir camideki hutbede hoca bölücülerin aleyhinde atıp tutuyor, PKK'yi suçluyor ve "Abdullah Öcalan Ermenidir, gavurdur. Memleketi bölmeye çalışıyor" O adam dinci olmasına rağmen el kaldırıyor "Sen yanlış anlatıyorsun. Herhalde senin bilgin yok ya da tanımıyorsun. Ben onu tanıyorum, ailesini, anasını tanıyorum. Okulu beraber aynı sırada okumuşuz. Senin dediğin gibi değil. O Kürt'tür, Ermeni değil hatta anası Türkmen'dir. Bizlerdendir, Müslümandır. Sen karalamak için böyle söylüyorsun" diyor. Yüzlerce namaz kılan gerici insan arasında bunu söyleyebiliyor. Bu da Başkanın çocukluk döneminde bile insanları ne kadar etkilediğinin, onları ne kadar kazanabildiğinin bir ifadesi olabilir. "Muhammet kaybetti, Marks kazandı" Başkanın ilkokulu bitirdikten sonra Nizip'te ortaokula gitme durumu var. Bu, köy yaşamına, köydeki ilişkilere bir tepki olarak gelişiyor. Köyde kardeşiyle kavga ediyor. Mehmet'e yönelik eleştirileri var. Kendisinden küçüğü çalışma konusunda hep sorun çıkarırdı. Kavga edince kardeşi kendisinden küçük olduğundan aile de tepki gösterir. Aileye, oradaki ilişkilere, genel anlamda köy ilişkilerine ve köy yaşamına tepki duyarak küçük yaşta çekip İzmir'e gider. Bu bir çıkıştır. Başkan bu çıkışının zor olduğunu söylüyor. Ömerli'den çıktıktan sonra tepelerin üzerine çıkıp köye doğru bakıyor. Memleketten, köyden ilk kez kopuş insanı zorlar. Başkan; "O çıkış beni de zorladı ama ben bir kez o yaşama tavır koymuştum" diyor. Başkan sıradan bir çocuk olsa gider orada yorulur, biraz susuz kalsa ondan sonra "ana ana" der geri dönebilir ama Başkan dönmüyor, orada tavrını koyuyor. Duygusal olarak zorlanmasına rağmen duyguları üzerinde bir kontrol kurabiliyor, bir irade gösterebiliyor. Sonra Nizip'e gidiyor, orada çalışıyor. Ondan sonra Nizip'te akrabalarının yanında ortaokula başlaması söz konusudur. Ortaokulu da birincilikle bitiriyor. Derslerinde çok başarılıdır. Orada dine ilgisi devam ediyor. Ortaokulda da namaz kılıyor, dini kitaplar okuyor, araştırıyor da. O dönemde din etkili bir ideoloji olduğu için toplumun sorunlarını dinle çözebilirim mantığı ile dine ilgi duyuyor. Öğretmenlerinden de etkileniyor. "Milli güvenlik dersine gelen bir subay vardı. Kişilikli, etkileyici ve çekici bir insandı, ondan etkilen33 dim" diyor. Bir de güç kuvvet olma arzusuyla birleşince ortaokuldan sonra subay olmak istiyor. Astsubay okuluna kayıt yaptırmak istiyor ama Kürt olduğu için almıyorlar. Okula alsalar, belki imtihana girip kazanacak. Çünkü dersleri çok yüksektir. Asker olma, asker olarak güç kudret olma, onun gücü kudretiyle toplumun sorunlarına çözüm arama yaklaşımı mevcut sistemin Kürtleri dışlaması, askeri okula alınmaması ya da imtihan hakkı tanınmaması nedeniyle sonuçsuz kalıyor. Önderlik ortaokul bittiğinde de arayışını sürdürüyor. Arayışı her boyuttadır. İdeolojik, felsefi boyutta yoğunlaşıyor. Sosyal alanda da arayışı var. Kendisini geliştirmek istiyor. Bir yerlere gelmek istiyor ama o dönemde bir yerlere gelmek ancak devlet sistemi içerisinde olabiliyor. Başka sistemde gelişme imkanı ve olanakları yoktur. Ortaokuldan sonra erkenden tapu kadastro imtihanlarına giriyor. Ortaokuldan sonra kısa bir süre okuyarak memur olma anlayışı da bir duraktır. Bu durum, o dönemde genelde toplumda var olan bir taleptir. Hatta o çevrede çok yoğundur. O köylerin hepsinde herkes öğretmen veya memur olmuştur. O alanda öyle bir kültür var. Okuldan hemen sonra bir yaşam kapısı bulma biçiminde bir yaklaşım var. Ama Önderlikte bu durak daha ilerisine gidebilmek için bir basamak oluyor. Daha ilerisine gidebilmek için biraz para, bir iş güç gerekiyor. Çünkü arkasında ciddi bir aile gücü, maddi güç yok. Kolundan tutup ona imkan ve olanak sağlayan bir çevre de yok. Bu nedenle ilk etapta geçim sağlayabilecek belki de daha ileri basamakları tırmanmada ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir durak. O temelde tapu ve kadastro imtihanlarına giriyor, kazanıyor ve orada okuyor. Tapu kadastrodan mezun olduktan sonra Önderlik Diyarbakır'a tayin Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN ediliyor. Diyarbakır'da tapu kadastro memurluğu yapıyor. Fakat Önderliğin dine ilgisi devam ederken Ankara'da Necip Fazil Kısakürek'in konferanslarına katılır. Necip Fazıl sağcıların, dinci kesimin üstadıdır. Ajitatif konuşmalar yapan, gençliği o yönlü etkileyen, yönlendiren bir şair, aynı zamanda bir ajitatör. Böylesi politik bir yönü de var. Parti Önderliği "Etkilenirdim" diyor. Hatta o süreçlerde Maltepe camisine namaza gidip geliyor. Yurtta Sosyalizmin Alfabesi kitabıyla karşılaşıyor. Bir arkadaşının yastığının altındaymış. Parti Önderliği'nin kitap okuması farklıdır. Önderlik Sosyalizmin Alfabesi'ni okuduğunda dine yönelik arayışları duruyor. "Muhammet kaybetti, Marks kazandı" diyor. Kendini böyle bir ideolojik değişikliğe yöneltebiliyor. Başkan ne kadar İslamiyet'e yönelse, okusa incelese, onunla toplumun sorunlarına ve kendi iç çelişkilerine, felsefi çelişkilerine çözüm arayışını onunla yapsa da tatmin edici bir şey yok. Arayışları devam ediyor, tatminsizlik, yetersizlik var. Sosyalizmin Alfabesi'ni okuyunca İslami arayıştan daha tatmin edici, daha ileri bir sistem olduğu ve bir ideolojik felsefi yaklaşım olduğu için sosyalizmi benimsiyor. Önderlik onunla da yetinmiyor. Diyalektik materyalizmi de aşıyor, Marksizm, Leninizmi bile aşıyor, ona katkıda bulunabiliyor. Başkan tapu kadastro memurluğunda ilişkilere girebiliyor ve rüşvet olayını çözüyor. "Öyle bir sistem vardı ki, herkes getirip rüşvet veriyordu" diyor. İster istemez getirip Başkanın da cebine koyuyorlar. Parti Önderliği "Cebime ilk kez rüşvet koyduklarında alıp almama konusunda çok zorlandım" diyor. "Ama biraz para biriktirsem fena olmaz. Sosyal ve devrimci amaçlar için Nîsan 2012 kullanılabilir diye düşündüm. Bu gerekçeyle aldım, biraz para biriktirdim" diye belirtiyor. Başkan tapu kadastro memurluğuyla tatmin olacak, yetinecek, sıradan bir memurluğu kabul edecek bir kişilik değil. İleriye gitmek istiyor. Onun için de en azından daha yüksek bir okulda okuyup daha ileri bir açılım sağlaması gerekiyor. Bu para gelecekte düşündüğü siyasal, örgütsel ya da ideolojik çalışmalar için olduğu kadar okul okuması için de önemlidir. En azından tahsil ihtiyaçlarını karşılayacak. Zaten o imkanlarla toplumla ilişkiler geliştirmiş, öğrencilere yardımda bulunmuş, öğrencilerle ilişkisini ilerletmişti. Aynı zamanda da üniversite imtihanlarına girmiş, üniversiteyi kazanmıştır. Önderlik, çocukluğundan beri hep bir arayış içindedir Başkan İstanbul hukuku kazanır, orada okula başlar ama avukatlıkla yetinmez. Başkan daha yüksek bir sorumluluk taşıdığı için toplumun çok önemli problemlerinin çözümünün siyasetten geçtiğini görür ve avukatlığa geçmez. Sınavlara bir daha giriyor. Bu sefer Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanıyor. Türkiye devletini yöneten insanlardan çoğu bu bölümde okumuştur. Önderlik çocukluğundan itibaren bir arayış içerisinde olduğundan, sorumluluk duyduğundan dolayı böylesi bir okulda okuyarak kendisini daha da geliştirme ve daha da elverişli bir konuma getirmeyi hedefliyor. Bu nedenden dolayı da siyasal bilgiler fakültesini birincil sırada tercih ediyor. Yüksek bir puanla okula giriyor. Zaten siyasal bilgiler fakültesinden sonraki süreçte, devrimci yaşam, o dönemdeki '68 kuşağıyla ilişkiler, onlara sempati duyma, yani artık ideolojik siyasal çalışmalar başlamaktadır. 34 Önderlik ve PKK Bu Önderlik sıradan bir önderlik değil. Bu Önderliğin çıkışı ki birazdan bunu biraz inceleyeceğiz öyle sıradan bir çıkış değil. Çıkış, biraz da biliyorsunuz yürüyüşü belirler. Genel anlamda tabii. Bu açıdan önemlidir. Yine öldü, bitti denilen bir halkı ayağa kaldırmak, onu tarih sahnesine koymak, sadece onunla da yetinmemek, bugün bir sistemi zorlamak elbette ki sıradan bir önderliğin başaracağı iş değildir. Ve bugün ABD'sinden tut, Avrupa'sından tut birçok güç PKK'ye karşı tutum geliştiriyorsa, bu nedensiz değildir. Çünkü PKK'nin geliştirdiği mücadele, Türkiye hükümetini, rejimini ve o rejimin içinde yer aldığı sistemi zorlar bir düzeye gelmiştir. Başkan Apo'nun Kürdistan'a, Kürdistan devrimine sahipliği hangi koşullarda gelişiyor? Bunu iyi anlamak lazım. '70'ler ortamı nasıl bir ortam? Emperyalizmin yumuşama sürecine girdiği bir dönem. Yani reel sosyalizmin önemli ölçüde tıkandığı ve giderek kapitalizmle bütünleşmeye adım attığı bir dönem. Bunun için sosyalizmde ciddi karışıklıkların, sapmaların, Parti Önderliği’nin deyimiyle; "sapkınlıkların ortaya çıktığı bir dönem." Bilimsel sosyalizm nedir? Üzeri örtülmüştür. Ne sosyalizmdir, ne değildir; bunu anlamak bile güçtür. Çeşitli merkezler oluşmuş, her biri kendisini sosyalizmin merkezi olarak görüyor. Bunu kabul edeni sosyalist görüyor, kabul etmeyi karşı-devrimci görüyor. Yani sosyalist hareket kendi içinde parçalanmış. Bin bir sorunla boğuşur durumda ve bu sorunların içinde boğulma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu reel sosyalizmin Kürdistan'a bakışına bakalım; Kürdistan diye bir sorunu yok. Ne böyle bir ülkeyi, ne böyle bir halkı tanıyor, ne de bu halk adına mücadeleyi kabul ediyor. Em- STÊRKA CİWAN peryalizmin Kürdistan politikası zaten biliniyor. Bu anlamda reel sosyalizm ile emperyalizmin Kürdistan politikası, inkar politikasıdır. Yani bu halkın işinin bittiğidir. Artık böyle bir halk yoktur, böyle bir sorunu gündemleştirmemek gerekir, gündemleştirmek tehlikelidir. Yaklaşımları, politikaları budur. Parti Önderliği'nin üzerinde durduğu, yoğunlaştığı; sosyalizmin özünü yakalamaktır Şimdi Türk devletine bakalım. Türk devletinin politikası belli. Zaten Kürdistan denen bir olay yoktur. Geçmişte vardı, ancak betonlaşmıştır ve artık yeşermez. Bu sorun bitmiştir. Bakışı, politikası, uyguladığı budur. Türk solunun tutumuna bakalım; her ne kadar Kürt dense de Kürdistan gerçeğini, onun halk gerçeğini, ulus gerçeğini, bağımsızlık gerçeğini, özgürlük gerçeğini en az Türk devleti kadar, en az emperyalizm kadar kabul etmeyen bir Türk solu gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani sosyal-şovenizm egemen, Kemalizm egemen, resmi ideoloji egemen. Dolayısıyla bunlar açısından da Kürdistan diye bir sorun yoktur. Emperyalizmin politikasını anlamak mümkün, bir anlamda reel sosyalizminkini de anlamak mümkün, Türk devleti, zaten mümkün ve sömürgeci devletlerinkini, Türk solunu da anlamak mümkün. Anlaşılması zor olan Kürdistan halkının kendisi. Öyle bir halk ki, gerçekten kendisi de kendisini kabul etmiyor. Kendisi de artık işinin bittiğini söylüyor. Sadece dünya demiyor, "Bu iş bitti." Halkımızın kendisinde direnme takadı görmüyor. Artık yok olmayı doğal bir süreç gibi görüyor, bu sürece de girmiş. En zor olanı, en anlaşılması gerekeni de bu. İşin zorluğu da biraz buradan kaynaklanıyor. Dünya insanı kabul etmese buna anlam verilebilir ama insanın kendisini kabul etmemesi çok farklı. '70'lerde yaşanan durum budur. Dikkat edilirse hiç kimsenin kabul etmediği bir halk gerçekliği var. Bu halkın da kendi kendisini kabul etmemesi durumu var, kendisi ile çelişki içinde yaşaması durumu var, başkasının hesabına yaşama durumu. Böylesi durumlarda bir halka sahiplik öyle kolay bir şey değildir. Bu halk gerçekliğini ortaya çıkarmak, bu halkı ayağa kaldırmak, bu halk adına bir mücadele geliştirmek öyle herkesin başarabileceği bir iş değildir. Zorluk buradan geliyor. Zorluk sadece bununla sınırlı değil tabii. Kürdistan gerçekliğini kavrayıp ortaya çıkarmak, gelişen bu baş aşağıya yok oluş sürecini tersine çevirmek. İşin neresinden başlamak gerekiyor, nasıl başlamak gerekiyor. Bunu cevaplamak da oldukça zor ve herkesin cevaplayabileceği bir soru da değil. Bu dönemde Türkiye'deki devrimci hareketin ezilmesi, faşist ordunun iktidarda olması, faşizmin ordu eliyle örgütlendirilmesi halkta, devrimciler de umutsuzluğu alabildiğine geliştirmiştir. Yine Sovyet Çin Arnavutluk tezlerinde olduğu gibi tartışılması da var. Yani böyle bir dönemde doğru 35 nedir, yanlış nedir, neye sahiplik yapmak gerekiyor, neyi reddetmek gerekiyor? Bunu bile bulmak oldukça zor. Bunu bulmak da yine herkesin başarabileceği bir olay değil. Bu dönemde dikkat edilirse koşullar hep aleyhtedir, pek lehte koşul yoktur. Böyle dayanabileceğin, güvenebileceğin güçlü veriler de yok. Böylesi bir dönemde Parti Önderliği, Kürdistan gerçeğini sahiplenmek istiyor sahipleniyor. Bu dönemde tektir. Ankara'da üniversite öğrencisidir. Bir arayış içerisindedir ve bu arayışında da kendisine destek olacak kimse yoktur. Tek başına bütün bu sorunların altından kalkmaya çalışır. Kurtuluşun ancak sosyalizmde olduğunu, başka bir ideolojinin buna cevap vermediğini görür. Neden? Çünkü daha öncesi de vardır. Parti Önderliği yaşamını çeşitli yerlerde dile getiriyor. Daha çocukluktan itibaren arayış içindedir. Düzenle çelişki içindedir, bu çelişkiyi çözmek için çabaları vardır. Dinde arar, memurlukta arar, birçok şeyde arar. Bulamaz, en son sosyalizmde bulur. Fakat sosyalizmin de özü kirletilmiştir, örtülmüştür. O özü yakalamak bile başlı başına bir meseledir. Parti Önderliği'nin bu dönem üzerinde durduğu, yoğunlaştığı; sosyalizmin özünü yakalaNîsan 2012 STÊRKA CİWAN maktır. Sovyet, bilmem Arnavutluk, Çin çizgilerinden bağımsız, onların etkilerini de kendini kapatarak, sosyalizmi bizzat sosyalizmde öğrenmeye çalışır. Tabii ki bu zor olur ama başarır. Yani sosyalizmin özünü, bilimsel özünü yakalar. Bu, devrimci tarza ulaşmadır. Daha işin başında kendine güveni esas alır. Bu Parti Önderliği'ndeki önemli ve güçlü bir özelliktir. PKK'nin özellikleri Önderliğin özellikleridir Tarihsel bir sorun vardır. Madem var olan tarih kabul edilmiyor, reddediliyor, o zaman tarihi değiştirmek için tarihi de çok iyi bilmek gerekiyor. Bu gerçekliği yakalayan Parti Önderliği Nîsan 2012 tarihi inceler. Yöntemi tarih bilincidir. Tarih bilincini iyi yakalamak, tarihi iyi kavramak gerekiyor. Parti Önderliği bunu başardığı için, insanlık tarihinden Türk tarihini aydınlatıyor, oradan Kürdistan tarihini aydınlatıyor. Kürdistan gerçeğini böyle ortaya çıkarıyor. Onun sömürge gerçeğini, nasıl bir sömürge gerçeğini yaşadığını ve buna dayatılması gerekenin ne olduğunu böyle ortaya çıkarır. O dönemde böyle kitap yoktu, Kürdistan kelimesinin geçtiği tek bir eser yoktu. Ama Kürdistan gerçeğini aydınlatıyor, neye dayanarak? Bilimsel sosyalizme dayanarak, bilimsel sosyalizmin de tarih bilincine dayanarak, tarihi çok iyi yorumlayarak. Bu şekilde insanlık tarihinden Türk tarihini, ondan sonra da Kürdistan tarihini aydınlatıyor. Kürdistan gerçeği böyle ortaya çıkıyor. Bu herkesin başarabileceği bir olay mıdır? Olmadığı çok açık. Bizim önümüzde 20 yıllık mücadelenin bu kadar tecrübesi var, hepsi yazılı, çizili Parti Önderliği'nin kendisi bunları bize veriyor biz bunları bile almasını bilmiyoruz. Bırakalım ki dünyanın hiç kabul etmediği, hakkında tek kelimenin konuşulmadığı, halkın bile kendisini kabul etmediği, aleyhinde veya lehinde tek bir şeyin yazılmadığı bir halk gerçekliğini ortaya çıkaracaksın. Burada bu Önderliğin nasıl bir Önderlik olduğunu anlamak gerekiyor ve herkesin, bırakalım herkesi, normal 36 bir önderliğin bile göremeyeceği bir olay olduğunu görmek gerekiyor. Bu kadar kıt olanaklar içerisinde -ki, olanak denilirse olana- bir halkın gerçeğini yakalıyor aynı zamanda. Bu konuda kendisine yükleniyor. Başka yerden yardım istemiyor, istese de zaten yardım edebilecek ne bir yer var, ne bir kurum var. Bu dönemi yoğun bir araştırma, inceleme ile geçiriyor. Adeta kendisini parçalayıncaya, eritinceye kadar, yüklendikçe yüklenir. İşte "Kendisini yaratma" diyor Parti Önderliği buna. Kendisini de böyle yaratır, kendisine yüklenerek yaratır, kendisine yüklenerek bir gerçeği ortaya çıkarır. Dünyayı tabiki kendisine zindan eder. Yaşamı bizim bildiğimiz anlamdaki yaşamı kendisine zindan eder. Bu gerçeği böyle yakalayıp ortaya çıkarır. Zaten başka türlü de ortaya çıkarmak mümkün değil. Demek ki daha PKK'nin ortaya çıkışında zorluklarla boğuşması söz konusu. Zorlukları esas alması, zorluklarla yaşamayı bilmesi, savaşmayı bilmesi ve yenmesi söz konusudur. Bu PKK'nin bir özelliğidir, Önderliğin bir özelliğidir. Anlaşılacağı gibi PKK'nin özellikleri, Önderliğin özellikleridir. Eğer PKK'li olacaksak bu özelliklere ulaşmak zorundayız. PKK, zorlukları yaşayan, zorluklarla savaşan ve yenmesini bilen bir hareket olacak, biz onun mensupları olarak zorluklardan kaçacağız, rahat yaşama iyi yaşama göz dikeceğiz. Ve PKK'li olacağız, olabilir miyiz? PKK rahatı reddeden bir harekettir. Her şeyi zorluklarla savaşarak kazanan bir harekettir, özelliği budur. PKK'li biri de tutup rahat yaşamı, rahat devrimciliği seçemez. Bunu seçen, PKK'li olamaz, ters düşer. Demek ki PKK'nin çıkışı, şekillendiği koşullar oldukça zor koşullardır. Zorluklarla boğuşa boğuşa bir çıkış, bir doğuş gerçekleşiyor. Çünkü denile- STÊRKA CİWAN bilir ki Kürdistan sorunu dünyanın en ağır sorunudur. Kürdistan'a sahip çıkmak adeta dünyayla savaşmak demektir. Kürdistan sorunu böyle bir sorun, uluslararası düzeyde bir sorun. Yaratacağı sorunlarla uluslararası düzeydedir. Şimdi, sorunun düzeyi buysa, sorunu çözecek önderliğin de bu düzeyde olması gerekiyor. Soruna bu düzeyde yaklaşmayan bir önderlik bu sorunu çözemez. Kürdistan'da en ufak bir gelişmeyi açığa çıkaramaz. Eğer PKK gelişmiş, bu düzeye ulaşmışsa, bu kadar gelişmeye yol açmışsa ve bugün tüm dünyanın hesaba kattığı bir hareket olmuşsa, sıradan bir olay değildir, sıradan bir önderlikle başarılabilecek bir olay değildir. Bunu da iyi anlamak gerekiyor. duruma getirmiş. Yani Kürdistan'da, Kürdistan halkının çıkarlarını temsil edecek, Kürdistan gerçekliğine dayalı bir hareketin gelişme şansını hemen hemen ortadan kaldırmış, bunun için rahattı. Hala da "Böyle bir gelişmenin olmaması gerekir, bu hareket nasıl gelişti?" diyor, bunu anlamaya çalışıyor. Gerçek biraz böyle. İşte bu dönemde böylesi yoğun bir inceleme araştırmayla Kürdistan gerçeğini ortaya çıkardı. Bu üst düzeyde, eşit koşullarda birliğini temsil ediyor, yine bu Önderliğin nasıl bir önderlik olduğunu ortaya koyar. Bu Önderliğin salt Kürdistan’la sınırlı olmadığını, salt Kürdistan'da bağımsızlığı hedeflemediğini, özgürlüğü hedeflemediğini burada görmek gerekir. Şekillenen önderliğin bir uluslararası nitelik taşıdığı, somutta Kürdistan'da üstlense de, esasta tüm insanlık sorununa çözüm getirmek için yola çıkan dönemde, tek başına. Daha sonra Haki ve Kemal arkadaşlarla tanıştı. Birlikte kaldılar ve o tanışma sonuna kadar devam etti. Bu da çok önemli bir olaydır, Parti Önderliği’nin ilk yol arkadaşlarının Haki ve Kemal arkadaşlar olması anlamlıdır. Neden ilk yol arkadaşları Kürtler değil de Türkler oluyor? Öyle olsa da yine bunun anlamı farklıdır. Bu iki önder arkadaş da Türkiyelidir, Türk’tür. Hiç kimsenin cesaret etmediği dönemde Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yapan insanlardır. Parti Önderliği de bu iki insanla yola çıkar, bu nokta iyi kavranmalı. Bu, yeni doğan bu Önderliğin, doğarken enternasyonalist bir önderlik olarak şekillendiğini gösterir. Bu, Önderliğin bir özelliğidir. Bu iki arkadaşla Parti Önderliği’nin birlikteliği, iki halkın en bir Önderlik olduğunu ilk şekillenmesinde görmek mümkün. Bu iki arkadaşın Parti Önderliği ile arkadaşlık yapmaları yine bu iki arkadaşın gerçekliğini ortaya koyuyor. Evet, dünyada birçok enternasyonalist devrimci vardır ve bunlardan saygı ile bahsedilir. Dikkat edin, bu devrimciler, mücadelenin beli bir düzeyinde bu mücadeleye katılan devrimcilerdir. Hemen hemen hepsinde durum böyledir. Haki ile Kemal arkadaşların durumu farklıdır; Kürdistan'da en ufak bir gelişmenin olmadığı, hatta böyle bir gelişmenin olacağının en ufak bir belirtisinin olmadığı durumda ve hiçbir Kürdistanlının Kürdistan gerçeğine sahip çıkmadığı bir dönemde böyle bir soruna sahiplikleri vardır. Bu arkadaşların büyüklüklerinin burada yine görmek gerekiyor. Yine, Başkan Önderlik, Kürdistan'da üstlense de, esasta tüm insanlık sorununa çözüm getirmek için yola çıktı Demek ki PKK'nin çıkışı böylesi zor koşullarda gerçekleştirilen bir çıkış. Parti Önderliği bunun için "biz hiçbir şeyi kolay kazanmadık, her şeyi zorla kazandık" diyor. Bu bir gerçeğin çok çarpıcı dile getirilmesidir. Çünkü düşman Kürdistan halkını yenmiştir, her şeye el koymuştur, her şeyi kazanmıştır, insanını da kazanmıştır. Gerçek budur. Parti Önderliği'nin düşmanın kazandığı bu halka sahipliği vardır, kazanılan bu insanı düşmandan koparma vardır, bu ülkeyi koparma vardır. Bu öyle kolay bir şey değil. Yer yer kendisini ortamda konuşturabiliyor. Geriliklerimiz, düşmanın kazandırdığı ruh, özellikler yer yer kendini konuşturabiliyor. PKK ile düşman adeta kazanmak için yarışıyor. İnsan şunu şimdi daha iyi anlıyor: Türk devleti neden bu kadar rahattı? Niye "betonladım, artık bu topraklarda bir şey yeşermez" diyordu? Nedensiz değil, gerçekten o 37 Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN Apo ile yol arkadaşlıklarını iyi anlamak gerekiyor. Bu arkadaşlar neden -o dönemde Türk solunda bir sürü örgüt varken- Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yaptılar? Kemal arkadaş daha sonra, Diyarbakır Zindanlarında, mahkemelerde dile getirecektir. PKK'de zaferi gördüğü için, PKK'de sosyalizmi gördüğü için, PKK'de insanlığın kurtuluşunu gördüğü için, Kürdistan halkının, dolayısıyla Türkiye halkının kurtuluşunu gördüğü için PKK'yi seçtiğini söyler ve doğrudur bu. Bu iki arkadaş en ufak gelişme imkanının görünmediği dönemde Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yapmışlarsa, bu Parti Önderliği’nde çok şeyi gördüklerini ortaya koyar. Yani sosyalizmi Önderlikte gördükleri için, Türk halk gerçekliğinin kişiliğini burada yakaladıkları için -ki onlar kendi gerçekliklerini burada yakalıyorlar- yol arkadaşlığı yapıyorlar. Bu buluşma anlamlıdır, manevi açıdan Parti Önderliğine büyük bir destektir. Bu iki arkadaşın desteğini alır. Bu arkadaşlık, daha sonraki yıllarda da Önderliği en iyi anlayan, Önderlik çizgisine baştan giren devrimciliğe dönüşür. Başkan Apo bilimsel sosyalizmi esasa alan bir önderdir Çevresinde kimse yoktur. Manevi anlamda da destek verecek kimsesi yoktur. Değerli bir araştırma, inceleme döneminden sonra, Kürdistan Devrimi teorisini kabataslak da olsa ortaya çıkarır. Bununla yetinmez şüphesiz, daha da derinleştirme, bir yandan da ortaya çıkardığı gerçekleri başka insanlara verme biçiminde çalışması başladı. Bu dönemde benim tanışmam var. Beni tanıştıran Kemal Pir arkadaştır. Bir anlamda beni bu harekete kazandıran bu arkadaşa bazı şeylerimi borçluyum. Esas anlamda da Önderliğe borçluyum. Parti Önderliği ile tanıNîsan 2012 şıncaya kadar Kürdistan gerçekliği gibi bir gerçeği bilmiyordum, kendimi de bilmiyordum. Benim doğuşum, bu mücadeleyle birlikteliğim ile başlar, Önderlikle tanışmamla başlar. Bu yüzden insanlığımı da, her şeyimi de Önderliğe borçluyum. Tabii ki Kemal arkadaşın şahsında Önderliğe borçluyum. Ben tanıştığımda küçük bir gruptu. Kürdistan Devrimi teorisi yaratılmıştı, yaratan da Önderliğin kendisiydi. Önderlik, bu düşünceleri çevresindeki insanlara veriyordu. Hem kendi eğitimiyle uğraşıyor, hem bir halkın geleceğini aydınlatıyor, hem de bunun yoğun çalışması içindeyken, yanındaki arkadaşları da en az kendisi kadar eğitmeye çalışıyordu. Burada, PKK Önderliği'nin bir özelliğini daha belirtmekte yarar var; bir kere insanı esas alır. İnsanı ele alış tarzı vardır. İnsana yüksek bir değer verişi vardır. Bunun iki nedeni var: Bir, PKK sosyalist bir hareket, Başkan Apo bilimsel sosyalizmi esasa alan bir önderdir. Bilinir ki sosyalizmde esas öğe insandır. Eğer reel-sosyalizm kaybetmişse, bir de bu yüzden kaybetmiştir. Yani insanı esas almadığı için, insana gerekli değeri vermediği için kaybetmiştir. Biz kaybetmeyiz çünkü PKK'de insan esastır. İnsana gerektiği değeri vermeyen, insanoğlunun yarattığı hiçbir değere değer vermez. Reel-sosyalizm insana değer vermiyordu, insanoğlunun yarattığı değerlere değer vermeye çalışıyordu. Daha çok da onun tekniğine değer vermeye çalışıyordu. Bu, sosyalizmle bağdaşmayan bir durum. Çünkü sosyalizmde insanlık, en üst aşamasına ulaşmıştır. Sosyalizm, diyelim insanlık tarihinin en üst evresi oluyor, en olumlu özellikleri kazandığı düzey oluyor. Bu açıdan bir kere insanı esas almak gerekiyor. İkincisi, Kürdistan halkının adına bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi yürütülüyor. Buna kazandırmak 38 denir. Parti Önderliği'nin tarzı budur. Bu kadar görev arasında her arkadaşla azami ölçüde ilgileniyor. Onun gerçekliğini tanımak için, ona güç, enerji, moral vermek için, onda gelişmeyi sağlayabilmek için gerektiğinde hayatını bile tehlikeye sokabilmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir önderliğe rastlamak mümkün değil. Yani bir devrimin liderliği bu kadar insanla haşır-neşir olmadı. Hemen hemen bütün devrimlerin tarihinde, örgütlerin tarihinde önderlere bakıyorsun, belli düzeylerdeki insanlarla ilgilenmişler. Dünyada Başkan APO kadar insanlarıyla ilgilenen bir önder yoktur. Bu da bu önderliğin insanı esas alma ve her şeyin üzerinde tutma özelliğini ortaya koyuyor. İnsana bu kadar değer vermeyen, insanla bu kadar ilgilenmez, insana bu kadar ilgi duymaz. Eğer PKK'li olacaksak, bizim de bu özelliği kazanmamız gerekir. Madem PKK insana bu kadar değer veriyor, bizim de bu tarzı esas alma-mız gerekir. Başka türlü PKK'lileşme olmaz. PKK, insanı ayaklandıracak, yükseltecek, sen PKK adına insanın moralini bitireceksin, insanın savaşma, çalışma istemini kıracaksın, hatta savaş dışı bırakacaksın. Ve PKK'li olacaksın, hele hele bir de yönetici olacaksın. O zaman neyin yöneticisi olacaksın? PKK'nin yöneticisi olabilir misin? Hayır! Olsa olsa TC yöneticisi olabilirsin, PKK içinde TC'nin yöneticiliğini yapmış olursun. Eğer PKK'lileşeceksek her gün, her saat kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: "PKK nedir, ben neyim? Hangi yönüm gerçekten PKK ile bağdaşıyor, hangi yanım ayrıksı kalıyor?" Bu soruyu sürekli sorup cevaplandıran kişi sanıyorum PKK'yi, PKK'nin düzeyini yakalar. Çıkışında bazı özelliklerle şekillenen, giderek yeni özellikler kazanan bir Önderlik. *** STÊRKA CİWAN PORTRE Gerçek bir sanatçı; Halil Dağ Beritan Cudî “Sanatçının dili gölgeli bir dil değil, gerçeği haykıran açık ve çığlıklı bir dildir sanat dili. Görünmezi görülür kılan, duyulmazı duyulur kılan” Herhangi bir gerçeği içten yaşayan, gerçeği tüm yakıcılığıyla hisseden ve o gerçek uğruna ser verenlerin hikayesini anlatmak çok zor bir iş. Çünkü onlar gerçeği olduğu gibi yaşadılar. Ne yalanı vardı ne dolanı. Ne kaygılı oldular ne de hesaplı. Ondandır ki hakikat, gerçeklikleriyle örtüşmüştü. Gerçeklik hakikatin yapılanmasıdır. Ve bugüne dek hiçbir hakikate kolayca ulaşılmadığı gibi hiçbir hakikat de ucuzca gerçekleşmedi. Gerçeğin serüveni uzun ve zahmetli bir yol aldı hep. Çok çetrefilli, dikenli, tuzaklı ve sisli oldu ama içlerindeki mutlak gerçek bilgeliği ne olursa olsun hep yol almalarını öğütlüyordu. İşte gerçeği bu kadar yalın ve özlü yaşayanları -onların yaşadığı gibi- o denli gerçekçi anlatmak zor ve sarsıcı bir iş ama sanırsam her birimiz bu gerçeklikleri bir köşesinden alıp işlersek birbirimizi tamamlamış oluruz. İşte dile gelen bu gerçeği sanat olgusunda, bunu somut yaşayan birini anlatmak istiyorum. Sanatı gerçeklikle işlemiş, hakikate kavuşturmuş birini… Dağ gibi Halil’i Halil Dağ’ı anlatmak istiyorum. Dediğim gibi işim zor ama onun gerçeğine hayran biri olarak, en çok da bu gerçeğe yakından tanık olmanın şansını yakalamanın sorumluluğuyla bazı şeyleri yazma gereğini duyuyorum. Bütün gücümü onun gerçeğine 39 dokunma cesaretinden alıyorum. Onu anmak bana ilham veriyor. Çünkü ancak gerçeği bu kadar güzel ve derinlikli yaşayanları belli bir anlamla tarif edebiliriz. Onun için ustalık benim kalemimde değil ustalık onun yaşam gerçeğinde ve bu yaşamı yalın sunmada gizli. Evet, O gerçek bir sanatçıydı. Çünkü yaşamın her alanına nüfus eden, gerçekliklere dokunan ve yaşamı dokuyan biriydi. Zaten sanatçılık denen şey de, yaşam gerçeğini ince elleyip sık dokuyan ve bunu güzel bir ürüne çeviren hüner değil midir? Bunu yaparken de daha ince ve daha ayrıntılı bir yaklaşımla farklılığını koruyordu. Evet, O sadece yaşamın değil savaşın da sanatçısıydı. Anlam sanatçısı, fikir sanatçısı, fotoğraf-film sanatçısı. İnsanlarla derin bağlar kurmanın, doğru ilişkilenmenin sanatçılığı. Doğanın sanatçısıydı, edebiyatın, simgelerin ve imgelerin sanatçısı... Durum bu olunca elinden kaçan, görmezlikten gelinen hiçbir olgu kalmazdı. İşte bu yüzden herkesi, her kesimi sanatçı duyarlılığıyla ele almasını bilen ve sanatında bunları konu eden özelliği beni hep hayrete düşürmüştü. İnsan nasıl o kadar geniş ruhlu olup herkesi kapsayabilir ve nasıl o kadar sonsuz bir ufukla ince düşünceli olabilir? Bazen hiç umulmadık birini yazılarında veya görüntülü programlarında öyle ele alırdı ki, insan hiç Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN durmaksızın büyük bir heyecanla o kişiyi görmek isterdi. Aynı şekilde üstünden geçtiğin, umursamadığın bir olayı öyle hoş, öyle anlamlı bir çerçeveye kavuştururdu ki, ben niye bu bakışla ele almadım diye hayıflanarak tekrar o yaşanılana yüzünü döndürürdü insanın. İşte o anlarda imrenirdim ona, O’nun o anlamla bakan yaşam felsefesinden bir nebze soluk alırdık. Yaşam onun elinde bir sanatçı duyarlılığıydı. Yaşam onun elerinde yoğrularak güzel şekiller kazanan bir alandı. Sanatıyla harikalar yaratıyordu. Anlamın dili, gizin bulmacası, problemlerin denklemi ve hayallerin gerçekleştirileniydi O. Yaşamı asla köşe bucaklara sıkıştırıp gölgelemezdi. Sanatçının dili gölgeli bir dil değil, gerçeği haykıran açık ve çığlıklı bir dildir sanat dili. Görünmezi görülür kılan, duyulmazı duyulur kılan… Böylece anlamlı bir bileşke kurularak hem geçmişi, hem bugünü hem de geleceği en güzel bir biçimde buluşturan bir yetkinlik vardı sanatında. Acaba diyorum geçmişine yönelik hiç pişmanlık duyduğu anları oldu mu? Hayır, zannetmiyorum çünkü her anı duyumsayarak geçirilmiş, kararla içerilmiş, hayata hakkını vermiş Nîsan 2012 bir kişilik keşke’lerle yaşayamaz. Böyle kişilerin kitabında pişmanlık yoktur, olsa bile ‘daha iyisi nasıl olabilirdi’ üzerinden gelişir. Bunun için tarihi duyumsamanın, gelecekte umutlu olmanın yoğunluğuyla bugüne yükleniyordu. Dıştaki savurgan, köreltici fırtınaya karşı, içinde onu alıkoyan her türlü ölgünlüğe karşı ve zamana karşı bir yarış içindeydi. O kendi yarışında koşuyordu. Bütün enerjisiyle, dur durak tanımayan, canlı, akışkan bir ruhla güne yüklenerek yarışmadaydı. Sırf bir şimşek görüntüsü için ‘daha iyisi olmalı’ diye diye gece uyumadan sabahlara dek yağmurun altında bekleyişinden sonra o geceyi sanki hiç yaşamamış gibi sabah erkenden çekimlere gidişini mi anlatayım, yoksa savaşın gerçekliğini en iyi biçimde vermek için kamerasıyla birlikte saldırıya gitme ısrarını mı anlatayım!.. İşte her şeyi dolu dolu hakkıyla yaşamak derler ya, tam da kendi yaşam tarzının tercihini bu iki kelimeyle formülleştirmişti; tutkulu kişilik. Tutkun ve vurgun. Gerçeğe tutkun ve güzelliğe vurgun. Gerçek için derviş olan güzellik için deli-divane dolanan. İşte bu yüzden her şeyi secd edercesine büyük bir inançla, aşkla ele alırdı. Bu tutkulu 40 kişilikte sevgi en erişilmez yüceliklerde ve güzelliklerde yuvalanmıştı. Çünkü hayatın hakkını vermiş bir insan çok sağlam ve güzel sever. O her şeyi severdi. Rüzgârın uğultusunu, suyun sesini, yüksek kayalıkları, yağmurdan sonraki toprağın kokusunu, kuşların cıvıltısını, haşarı- uslu, kirli ve temiz her kesimden çocukları, yağmurlubulutlu, güneşli- kapalı ve sisli her renkten göğü, ülkeyi, kadını, kavgayı-dinginliği, çılgın veya durgun karakterli insanları her şeyi ama her şeyi kendi ahenginde severdi. Yoksa yumuşak iklimli bir deniz çocuğunun dağların asi-sert zirvelerini sevebilmesi mümkün müydü? Hepsini teker teker hisseden, tüm bu faklılıklara, çeşitliliklere anlam biçen ve kendine özgü bir yorumla bunların hepsini kapsayan ve kucaklayan zengin bir dünyası vardı onun. Sonuçta içindeki bu güzel dünyasıyla her şey bir bir sanat eserine dökülürdü. Böylece sanatçı ruhuyla geçici olanı ölümsüzleştirmeye, acıları anlam olgusuna, an denileni destansı kılmaya ve hayatı serüvenleştirme peşinde koşardı. Serüvenleştirirken de her şeyi olası tadında yorumlayan bakış açısıyla her olgu kendi çapında ne eksik kalırdı ne fazla, ne biçimsiz dururdu ne de yersiz. Yani anlaşılan onun sanatında her şey yerli yerine otururdu. Başka bir yönüyle ince bir mizaca sahipti. ‘Yaşam düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedidir’ diyor bilgeler. Ve komedi ile trajedi çok ince bir hat ile düşünce merkezine oturmuştu. Yaşamın bazı gerçeklerine yabancı değildi ama hani bazı gerçekler iç karartıcıysa, alıkoyarsa onu hayallerinden işte o zaman anlamlı bir komedi ile ‘arkadaşım badem ağacı’ deyip dalga geçerdi hayatın bu yüzüne. Bu yönüyle hayalleri mutlu ve umutluydu. Mutlu yolcu dedi kendine. Hayatın peşinde koşarak STÊRKA CİWAN hiç umulmadık gerçekleri yaratıyordu. ‘Gerçekçi ol imkânsızı iste’ diyor ya büyük devrimci Che Guevera. İşte O da gerçeğin büyük takipçisi olarak hep bir yaratım pratiği içerisindeydi. Bunu yaparken esas dayandığı nokta, kendi amacında yoğunlaşmış ve netleşmiş hedefleri oluyordu. Kuşkusuz beklentileri vardı ama beklentileri kendine dönüktü. Eğer bireyin kendisinden beklentileri varsa doğal olarak o kişi yapar, girişir, yaratır ve sunar. Tersinden dışarıdan beklentisi olan hep şu bu engeldir deyip ve ya oradan -buradan dilenme pozisyonuna girdiklerinden yaratma eylemine girişemezler. İşte bu noktada Halil arkadaş ancak kendinden insanlara bir şeyler kattıktan sonra, büyük paylaşımlar sonrasında karşıdakinden bir şeyler beklerdi. Ama önce kendi kendine yönelik belirlediği beklentileri karşılamak şartıyla. Yeri değil bunu da biliyorum ama aklıma gelmişken yazayım; Bunu da herhalde hayatında ilk defa birilerinden bir şeyler istemiş olmasından kaynaklı içimde yer edindiğinden yazma gereğini duyuyorum. Botan’a giderken arkadaşlardan bir M-16 silahını istemişti ve ilk defa öylesi bir şeyi istemenin mahcupmütevazi bakışı yüzüne oturmuştu. Onu da hep ağır olan sırt çantasının yükünü azıcık da olsa hafifletmek için istemişti. İnanılmaz gelebilir ama o kadar film çalışmalarını hep kıtkanaat imkanlar içerisinde yürütürdü. Tıpkı Partimizin ideolojik döneminde imkanlara dayanmadan kendi yaratıcı akıllarıyla, yürekleriyle her çalışmayı başarması gibi. Bir ermiş derecesindeki mütevazı hayatında fazla hiçbir şeye yer yoktu. Bazen elbiselerine takılırdık ‘sen hiç yeni elbise giymez misin?’ derdik o da ‘bu konuda yenilikçi değilim’ diyerek kendi çizdiği yaşam ölçülerinde ısrar ederdi. Özellikle deriden olan gazeteci yeleği yok mu onu tanıdığımdan beri hep üzerindeydi. Ve sanırsam Botan'a giderken onu indirdi çünkü artık cep diye bir şey kalmamış, lime lime olmuştu her tarafı. İşte bir bütün olarak hayatın trajik-komik gerçeğine karşın birey olarak duruşunu kendine has özgün bir tarzda belirlemişti. Bazen bir çocuk gibi katıla katıla gülerken bazen de ciddi- olgun bir tavır ile düşündüren bir bilgelik takınırdı. Hatırlıyorum da buz devri animasyon filmini izlerken nasıl da büyük bir kahkaha ile seyrederdi. İçindeki cıvıl cıvıl çocuk bahçesiyle tüm kırları aşmak için rüzgârı arkasına bırakarak, yalınayak koşan film kareleri gibi bazı manzaraları vardı hayatının. Hayatının ellerinden tuttuğu ve kendisiyle beraber koşturduğu keyifli anları… Yaşamın trajik olan yönünü de, en etkin ve en dokunaklı sahnelere çevirerek topluluğu aynı duygu atmosferinde buluştururdu. Böylece günümüz dünyasının donmuş, duyarsız yanlarına ve yaşam umursamazlığına ayna tutardı. Tıpkı gizlere ayna tuttuğu gibi. Tabi bu sanatçı ruhu kadının gizine kayıtsız kalamazdı. Kadınla arkadaşlığı çok öncelere dayansa da esas olarak bir sanat eserinde kadınla buluşmayı daha 2000’li yıllarda Mani rolünü oynarken düşlemişti. Kuşkusuz bu rolü oynarken Denaq’la olan yoldaşlığını sadece rol olsun diye oynamadı. Rol ile gerçek ancak bu kadar bağdaşabilirdi. Çünkü O sanat dünyasını rolden öte gerçekler üzerine kurmuştu. Ve oynadığı o rol ile gerçek arası bu durum usunda hep bir sorumluluk yüklemişti; Bu da ancak kadının büyüklüğünü yansıtacak bunu herkese duyuracak bir proje ile karşılanabilirdi. Ama bu konu kadını araçsallaştıracak, onu sanata bir meze gibi, bir süs gibi kullandıran ve sunan modernite mantığını ciddi bir biçimde aşacak bir 41 içerikte olmalıydı. İşte bu noktada her anlamıyla teslimiyetçi çizgiye karşı bir duruş olan, kendisini kullandırmayan büyük ve gerçekçi bir tema vardı. Kadının direngen onuru Beritan… Beritan’ı işlemek, o gerçeğe dokunmak, onun gerçeğinde arınmak büyük bağlayıcı bir sözdü onun için. Üstelik bunu da kadın arkadaşlarıyla ortak çalışacağı ve kuracağı işbölümüyle başarmak istiyordu. Böylece Beritan’dan O’na bir akış, Ondan Beritan’a bir yönelişle cevap olmayı başardı. Ve sonunda kadınla güzel bir yoldaşlığın buluşmasını yine sanatkâr bir ifadeye kavuşturmuştu. Sanatçı kişiliği, yaratım kişiliği usta elleri, işlek zihni ve duyarlı yüreğiyle aramızda hepimizin sesi ve yaşam soluğu oldu. Ve halen de yaratımlarıyla gerilla çok renkli ve çok sesli olma imkânını korumaktadır. Onunla beraber birçok arkadaş eğitildi. Eğer birçok arkadaş şu an elinde kamerasıyla bir şeyler yapıyorsa bunda kesinlikle Halil arkadaşın imzası vardır. Ve Halil arkadaş bunu yaparken bunu tek yönlü bir kameramanlıkla, bir-iki yazım çizimle yapmadı. Gerillayı hem yaşadı, hem yansıttı. Teriyle, emeğiyle, yorgunluğa direnen bedeniyle, canla-başla yaşadı, telaşla koştu koşuşturdu. Anlamlı bir yaşam için ne gerekiyorsa onu içsel olarak inandığı için yaptığından sanatı harikalar yarattı. Bu yönüyle en azından şimdilik tüm Kürt halkı nezdinde gerçek bir sanatçı olarak değer kazandı. O hem bir savaşçı hem bir yönetmen hem de bir yazar olduğu kadar anı doludizgin kılan bir fotoğrafçı ve kameraman, kahraman ve cesur yürek, serüvenci ve devrimci olarak mücadelede yer edinerek efsaneleşti. Seni çok özlüyoruz ölümsüz sanatçı… *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN ANI Gülüşleri Gökyüzü Maviliğinde Yankılanırdı Berivan DİCLE “Keşke mümkün olsaydı Ciwana, sevdiğin gamzemi yüzüne yerleştirseydim, avuçlarıma sığdırmış olduğun oyuncak gibi yüreğimi senin avuçlarına armağan etseydim. Ruhumu seni küle dönüştüren alevlerin ortasına koyabilseydim” Nîsan 2012 “Yazmak arınmaktır” derler. Yazdıklarımızla yaşamın farkına varır, farkına vardıklarımızla geçmişimizi arındırıp geleceğimizi aydınlatırız. Kalemi elime alıp beyaz sayfalara baktığım zaman henüz yaşanmamış bir günün şafağında olduğumu hissederim. Bir heyecan kaplar yüreğimi, yeni doğmuş güneşi selamlarım sonra. Doğanın armağan ettiği havayı solarım bütün hücrelerime değin. Güne başlarken, güneş daha bir güzel doğmak için çırpınırken, bir güne sığdırdıklarım bembeyaz yaşamın sayfalarına yazdıklarım oluyor. Yaşanmışlıklar, zamanın duru ruhuna yazılanlar oluyor. Mekân değişse de zaman ruhunda bir mekân haline geliyor. Doğup büyüdüğün yurdun oluyor zaman… Yazmak da zaman gibidir. Durmadan akan ırmak misali akar durur… Bunun için olsa gerek “yazmak arınmaktır” derler. Bu anlamıyla yazdıklarımızla yaşamın anlamına ulaşmak istiyorsak, kendimizi bilmeyi hedefliyorsak, ruhumuzdaki kirleri yazdıklarımızın anlamıyla yıkamak istiyorsak, bunu hakikat aşkına bir adım daha yakınlaşmak uğruna yapıyorsak, “Yazmak arınmaktır” diyebiliriz. Ben de bu yazdıklarımla Ciwana ve Dilara arkadaşların yaktıkları ateşinin ışığıyla ruhumu bir nebze daha aydınlatmak, arındırmak istiyorum. 42 15 Şubat karanlığının “yine geldim” dediği yerde Ciwana ve Dilara’nın aydınlığına sığınıyorum. Kutsal bir mekâna yürür gibi, yüzümü onların suretindeki güzelliğe dönüyorum. Çünkü biliyorum ki, onlar güneşin ısısıyla ruhumuzu yakan ateşlerdir. Öyle bir ateş ki çağlar boyu varlığını sürdürerek, güneşin aşkını alevlerle dillendirerek, bizim de ruhumuza dokunurlar. Her yürek kaldırır mı bu dokunuşları bilemem. Küçük gerilla Ciwana arkadaşın üzerine bir şiir yazdım, onu da dağların yüreğine gömdüğümü sandım. Durmadan sesini duydum. Ciwana’nın sesi bilinçaltıma yerleşince, ruhumun da beni yaktığını gördüm. Bütün bedenim yanmıştı. Yanmanın acısını iliklerime kadar hissettim. Öyle yakıcı bir gerçek ki uyandığımda bile hiç bir şeye dokunamıyordum. Sanki dokunsam yanmış olmanın acısını daha fazla hissedecektim. Çünkü dokundukça yaşadığım acıların daha fazla farkına varacaktım. Bunun için de hiç bir şeye dokunamıyordum. Benim için ise Ciwana’yı yazmak ona dokunmak gibidir. Onu düşünmekse, alevler ile kendilerini ölümsüz kılan tüm yoldaşların resimlerine bakmak gibidir. Sadece onların sesinde kaybolmak, gerçek anlamıyla kendini bulmak istersin. Bir an kendini tarihin derinliklerinde bulursun. Ana STÊRKA CİWAN tanrıçalar sevdiği çocukları doğar doğma, onları ateşlerle yıkayıp ölümsüz kılmak isterler. Ana tanrıçaya, kızlarının aşkını ateşle kutsamasından daha yakıcı bir sesleniş olabilir mi? Tıpkı Mevlana’nın felsefesinde anlattığı gibi “aşkı yaşamayan aşkı bilmez, aşkı yaşayan ise tarif edemez ancak yaşar”... Anlam ki ilk insandan son insana kadar sonsuz ve ölümsüz olandır. Anlam ki taşlarına, ağaçlarına, ırmaklarına, dağlarına sinmiş ülkemin. Kutsal topraklarımızın en nadide çiçeklerinden birisi olan Ciwana’yı ilk kez 2000 yılında, her biri bir güzellik abidesi olan Sorxwîn, Berîtan ve nice güzel kadınların dostlukla sonuçlandırdıkları voleybol maçı sırasında görmüştüm. Ciwana yaşının küçük olmasından dolayı bütün arkadaşların ilgisini üzerine çekmişti. Benim de dikkatimi çekmişti. Siyah ve kıvırcık saçları, gözbebeklerindeki siyahlıkla bütünleşmişti. Sevgi dolu gülümsemesiyle çocukluğun heyecanı açılıveriyordu yanaklarında. Esmer yüzünde görülmeyen ama hissedilen bir aydınlanma yayılırdı. Onu tanımak istemenin merakıyla yanına gittim. Adını ve nerden geldiğini sordum. Nereden gelmiş olduğundan çok özgür dağlarda olmanın sevincini anlattı. Gelmek için ne kadar ısrar ettiğini söyleyiverdi. “İsmim Ciwana” demişti. Anlamını sorduğumda çekingen bir tavır takınarak “güzel” anlamına geldiğini söyledi. İsmini söyleyince daha bir güzelleşti Ciwana. Kısacık sohbetimizde Ciwana’nın Kobanili olduğunu öğrendim. Ona karşı içimde büyük bir sevginin geliştiğini hissettim. Onunla birlikte kalmayı çok istemiş olmama rağmen, kalamamanın hüznü çökmüştü üzerime. Bu yüzden ayrılırken bir şeylerin eksikliğini ruhumda hissedi- yordum. Onunla yaşamanın heyecanı yarım kalmıştı. Araya çok uzun bir zaman girmeden Ciwana, Sorxwîn arkadaşın yanında kalmaya başlamıştı. Sorxwîn arkadaş takımları gezmiş olduğundan dolayı Ciwana’yı daha yakından tanıma şansını bir nebze de olsa yakalayabilmiştim. Birlikte kaldığımız zamanın seyri leğine hep gülerdik. Cebinde duran küçük cihazın anteni başının yüksekliğini aştığından “Ciwana bu uzun anteni nasıl taşıyorsun?” derdik, kahkahalarla gülerdi Ciwana yoldaş ve gülüşlerini gökyüzünün maviliğiyle paylaşırdı. Heval Sorxwîn “ben artık cihazı taşımayacağım” derdi. Yıldızların saklı olduğu top- içinde Ciwana’yla çok güzel sohbetlerimiz olurdu. Birlikte yaşamak güzeldi. Bulunduğumuz ortamın neşe kaynağıydı. Yerinde durmazdı. Küçük bedeni yorgunluk nedir bilmezdi. Küçük bedenine sığmazdı büyük ruhu. Suyun olmadığı yerlerde arkadaşlar Ciwana arkadaşın küçük bedeni yorulmasın diye gitmesini istemezlerdi. Ama o suya gitmek için kendini hep dayatırdı. Yazın kavurucu sıcağında, küçük taşlardan fırın yaptığımız sacın üzerinde ekmek pişirirdi. Esmerliği kırmızıya bürünürdü ateşin alevleriyle. Zor bela uzaklaştırsak da bu kez hamuru açarken küçük ellerinde dolandırır, oyun oynardı. “Bakın ekmeği ne kadar da güzel açıyorum” derdi. Sorxwîn arkadaş ile uzun yollar kat edip geldikten sonra zayıf omuzlarından dizlerine kadar sarkmış ye- rakları çiçekler ile süslerdi bazı zamanlarda. Saatlerce konuşur gibi dururdu, yıldızların parlaklığına bakarken kimsenin duymadığı dilsiz sözcükler kurardı. Ciwana’nın yalnız kaldığı zamanlar olurdu. Yalnız kaldığı zamanlarda sadece ruhunun derinliklerinden gelen sesleri dinlerdi. Özgürlük arayışlarını, iç yoğunlaşmasını büyütürdü. Sıcak bir yaz günü kayalığın gölgesinde oturmuş, defterine bir şeyler yazıyordu. Neden yalnız oturduğunu merak edip küçük gerillanın yanına gitmiştim. O an karşımda her zamankinden farklı bir Cıwana görmüştüm. Defterine bakmak isteyince hemen uzattı. Yüreğinde biriktirdiğini paylaşmak, dayanılmaz acısını anlatarak hafifletmek istercesine... Yazdıklarının çoğu güneşe dairdi. Duygularını şiirsel bir ruhla yazmıştı. 43 Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN Sözcüklerin duyguları anlatmadığı ve sustuğu yerlerde simgeleri seçmişti. Ruhunun ve yüreğinin aynası olan bir kalp çizmişti. Çizmiş olduğu resme bakınca hiçbir şey söylemeden suskunluğu seçtim. Söylenecek hiçbir sözün değeri suskunluk kadar anlamlı olmayacaktı. Onun kalbini duymak için susmam gerekiyordu. Güneşe sevdalı olanların yüreğindeki kanayan yarayı, Ciwana’nın çizmiş olduğu resimde görmüştüm. Ciwana bu kalbi çizmişti, kalbin içerisine güneşin ve kendisinin ismini yazmıştı. Güneşe duyduğu aşkı böyle anlatmıştı, aşkının yüceliğini böyle tanımlamak istemişti. Yüreğine vurulmuş, yüreğini kanatan okları çizmeyi de ihmal etmemişti. Zalim sistemin küçük yüreğine yaşattığı acıları da oklar ile simgelemişti. ‘99 yılında yüreğine yüklenilmiş bu acının tarifini bu şekilde yapıyordu. Bu büyük acı birçok kadını alevlerle sarmıştı. Ciwana’yı ise özgür dağlara yolcu etmişti. Ciwana en çok sevdiği türküyü söylerken -Ey Wah Limin Wax Ev Çi Dem Çi Çağ, Baze Ezmana Kete Zindana- bu türkünün sözcükleri ile sorguluyordu bu çağı. Bu çağı, sorguladığı gözlerinden okunuyordu. Sayfanın sonlarına doğ- Nîsan 2012 ru iki kalp çizmişti, bu iki kalbi neden böyle çizdiğini sorunca “yanlış olan kalp benim, doğru olan kalp ise heval Sorxwîn’indir” demişti. Heval Sorxwîn’in yüreğini de küçük yüreğine katmış, heval Sorxwîn’e duyduğu sevgisini böylece yüreğine nakşetmişti. Ciwana bu sözcüklerin anlamında sevginin yüceliğini, erdemini ifade etmişti. Ailesinden söz edilince ülkemizde her çocuğun yaşadıkları gibi bir yaşam hikâyesi vardı. Ve bunları bizlere anlatmıştı. Küçük yaşta babası cezaevine girmişti. Yaşadığı hüzün gözlerindeki buğulanmalarla ifadesini bulmuştu. Ve suskunlaşmıştı aniden hüznün gelgitlerinde yaşarken… Bir an Kürt çocuklarının yüreğinde biriken acılar, Ciwana’nın kirpiklerinin arasında birikti ve durdu. Gözyaşlarını silmek için gelmişti. Kendi gibi ağlayan çocukların acılarını dindirmek için, koşarcasına yüzünü güneşin aydınlığına dönmüş, yaşam soluğunu dağlarda almıştı. Gün geçtikçe bu dağlarda yaşamanın ne kadar değerli olduğunun farkına varıyordu. Yaşama kattığı coşku ile yaşamı güzelleştirerek bunu gösteriyordu. “Vadilerde yankılanan gülüşlerini unutmamıştır dağlarımız bilirim...” 44 Ciwana, Sorxwîn arkadaş ile her yolculuğa çıktığında, uçurumun başına geldiği zaman kayaları aşağıya, vadiye doğru yuvarlardı. Her yuvarlanan taşla yüzüne öyle gülücükler yer edinirdi ki tıpkı sabahın ilk ışınlarıyla açılan narin bir çiçek gibiydi. Ve insanın içinden o an kayaları vadiye yuvarlama istemi doğardı. Vadi boyunca gördüğüm her kaya bana Ciwana’yı hatırlatırdı. Her o noktaya geldiğimde işitirdim Sorxwîn ve Ciwana’nın sesini. Her an onları görecekmiş, karşıma çıkacaklarmış gibi olurdum. En son Ciwana’yı görmüş olduğum yer yüksek bir tepenin yamacındaki patikaydı. Ciwana tepeye tırmanırken ben tepeden aşağıya doğru iniyordum. Uzak ve derin yolculuklara çıkmıştım tepeden aşağıya inerken. Ve arkadaşlarımdan ayrılmanın hüznünü yaşıyordum. Ciwana beni öylesin etkilemişti ki bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değildi. Mücadelemizde bizlerin hiçbir zaman alışmadığı ve alışamayacağı bir ayrılık olgusu vardı. Bu bizim mücadelenin bir parçasıydı. Sevdiğin ve birlikte kaldığın yoldaşlarından bir gün mutlaka ayrılacağın ama bu ayrılığın fiziki olduğunu ve ruhsal anlamda hep birlikte yaşanıldığını her arkadaş gibi Ciwana arkadaş da biliyordu. Fakat yine de duygusal anlamda çok etkilenmişti. Ciwana bana, “nereye gidiyorsun, bak bak heval Sorxwîn’den de ayrılmışım, senin yanına geliyorum” deyince ben, “gitmek zorundayım” diyebildim ağlayarak. “Heval Ciwana!” deyip yeniden sustum, başka bir şey diyemedim. Gözlerinden yaşlar süzüldü yağmur damlaları gibi. Aceleyle bir yandan da gözyaşlarını silerek çantasını açtı, içi oyuncaklar ile doluydu. Sırtında oyuncak taşıyan küçük gerilla, STÊRKA CİWAN bana bir Noel babayı hatıra olarak armağan etti. Avuçlarıma aldım küçük oyuncağı ve sımsıkı kucakladık birbirimizi. O, kayboluncaya kadar el salladı bana, ben de el salladım. İçimde onun “gitme” diyen sesi yankılanıp duruyordu. Yanında kalamayarak istemini yerine getirememiştim. Bunun içindir duyarım sesini ve içimde tarif edilemeyen bir sızı belirir. Nasıl anlatayım sana Ciwana bilemem, gitmelerin nedenlerini… Hep içimde bir gün onu görmenin umudunu taşırdım. Gitmelerin bir dönüşü de olacaktı elbet, yürek Ciwana’yı ateş topuna çevirmiş olsa da, buluşmalar olacaktı... Ayrıldığımız mekâna geldim, yer aynıydı, patika aynıydı. Heyecanla tırmandım, sanki orada Ciwana’yı yine görecektim. Onu sımsıkı kucaklayacaktım. Bu kez onunla gülecektik. Gülümsemelerimize dağlar da katılıp o da bize ortak olacaktı. Ciwana’nın verdiği Noel babayla yeni yılı kutlayacaktık. Mümkün olsaydı –yanlış ve doğrusuyla- avuçlarına yüreğimi verecektim. Sen olmayınca daha çok anladım, yer aynı olsa da zaman keskin bir bıçak gibi ayırmıştı bizi. Bir daha görüşemeyecektik. Ne kadar acı! Ama ayrılma gücünü gösterdiğimiz için ruhumuz sonsuzluğa kadar buluşmuştu. Bizi ayıran zaman başka bir yerde buluşturuyordu. Çünkü güneşe doğru yol alanların hiçbir zaman ayrılmadığını öğrendik bu yol ayrımlarında. Güneşe daha yakın olmak için ayrıldık, bunun için tüm yüreğimle ayrılmadığımıza inanıyorum. Özgürlük sevdamızın Prometeuslaştığı ayda yüreğimizi bir ateş sardı. Gözyaşlarımızla bile söndüremediğimiz bir ateşi Ciwana ve Dilara tutuşturmuştu. Ruhumuzu saran alev- lerden kaçamazdık. Yeniden doğmak için onların bedenleriyle tutuşturduğu bu ateşe yürek gerekiyordu. Hem ateşe dokunmadan yanmak mümkün mü? İki küçük beden yüreklerine evreni sığdırmışlardı. Evrenin tüm güzelliklerini bir demet çiçek gibi toplayıp ateşin üzerine attılar. Arkadaşlar kurtarmak istediler, alev topundan önce Ciwana’yı almak istediler. Ciwana bir cümle kurdu. Hiç bir alevin yakıcı olamayacağı kadar yakıcı bir cümle, cümleye anlam olarak bir tarih sığdırdı. Kavrulmuş acılar içinde titreyen bedenini unuttu, güneşin kızlarına has olan bir şeyler fısıldadı, büyülü anlamlar döküldü dudaklarından “beni bırakın önce Dilara’yı kurtarın” dedi. Öyle kararlı durmuşlardı ki alevlerin dansına zamanın ve mekânın ötesine uçmuşlardı. Kanatlanmıştı ruhları özgürlüğe ve ölümsüzlüğün anlamına doğru… Ciwana yıldızların mekânlarını çiçekler ile süslerdi. Saatlerce oturur izler, düşünürdü, bir dili vardı konuşurdu yıldızlarla. Şimdi çocuklar süslüyor, sonsuzluk uykusuna uyuduğunuz yerleri. Ama hep seni, ayrıldığımız yerdeymişsin gibi hatırlıyorum. Bir de 45 “Dilara’yı kurtarın” deyişindeki erdeminde. Sen ki ülkemizin kutsal kızısın, sizler ki sevginin ve aşkın hakiki tanımısınız. Ne zaman sizleri düşünsem ateşin ortasında alevlerin sırlarına eren dördüncü kelebek gelir aklıma. Ateşe atılmadan önce üç kelebek ateşe yaklaşsa da, her birisi bir anlamını keşfetse de, asıl anlamını çözen sizler, yani yanmayı bilenlersiniz. Sizler güneşin ruhunda doğan özgürlüğün suretisiniz. Keşke mümkün olsaydı Ciwana, sevdiğin gamzemi yüzüne yerleştirseydim, avuçlarıma sığdırmış olduğun oyuncak gibi yüreğimi senin avuçlarına armağan etseydim. Ruhumu seni küle dönüştüren alevlerin ortasına koyabilseydim. Keşke diyorum… Çünkü sen, sen olacaksın. Biliyorum seni güzel kılan sevdiklerindi Ciwana… Sizler aşkı kutsayanlarsınız. Büyüleyici ruhlarınız yaşamın çağrısıdır bizim için. Evet, sevgili Ciwana, şimdi senin bana vermiş olduğun Noel babayı senin kadar güzel yürekli bir gerilla taşıyor sırtındaki çantasında. Senin çocuksu düşlerine yürüyor. *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN JIN DI SÎSTEMA KAPÎTALÎST DE JIN Edessa “Jin û zarok di reklaman de, weke parçeyeke meta tên pêşkêşkirin. Nûçe, nûçeyên girêdayî jinê bi qasî ku mirov bibêje nîn in, kêm in. Yan jî, di rêza rojevên pêncemîn û şeşemîn de ne. Jinên ku bi tundî û destavêtinê re rû bi rû dibin tên populîzekirin û tên bêwatekirin” Nîsan 2012 Mirov dikare pênaseya zîhniyeta kapîtalîzmê ji gelek aliyan ve bike. Di serî de, pêwîste were nirxandin, pozîtîvîzm û lîberalîzma ku dikare bikeve her qalibekî, metirsiya xapandinê tê de bilind, li aliyekî ve jî ji hemû qalibên hişk ên olî dogmatîktir, ji felsefeyên herî razber bêwatetir, spekulatîf(ketim û fesadî), bi qasî tu caran putperestî neketiye putperestiyê. Li aliyekî pozîtîvîzm û zanistê dike pişgirê hev û li hemberî exlaq û baweriyê derdixe (radike), li aliyê din bi lîberalîzmê jî netewdewleta ku ruhê civakê derxistî, ezezîtî gihandî asta qirkirinê vegerandiye xwedayekî. Tu zîhniyetên olî bi qasî zîhniyeta kapîtalîzmê şer û çewisandinê dernexistiye holê. Kesayeta tu civakê bi qasî zîhniyeta kesê ku di civaka kapîtalîzmê tê de bi ser ketî, bêberpirsiyarî, miriyê berjewendiyên xwe, zalim, qirker, bişafker û dîktator neafirandiye. Kapîtalîzma weke sîstema têkel a ku li ser mal û pereyan hatî avakirin, dema zîhniyeta fînansgerî ya di roja me de ava dike, civaka mirovahî bi hinek zîhniyetên ku tu Nemrûd û Fîrewnan di hişê xwe re jî derbaz nekirin girê dide û tevayê mirovahiyê li hemberî putên xwe yên herî ketî neçarî secdeyê dike. Di rewşeke wiha de tenê mirov dikare qala îflaseke fikirîn û rizandinekê bike. 46 Di sîstema kapîtalîzmê de tevî ku cihê zora leşkerî û ramyarî girîng e jî di bingeh de ya wî li ser lingan digire, teslîmgirtina civakê bi endustriya çandî, heta felckirina wê ye. Mirov dikare bibêje ku zîhniyetên komikên di bin bandora pergalê de aniye rewşekê wisa ji yê meymûnan(ku herî nêzikî mirovan in) hîn paşketîtîr û ji pêleyîstinê re hîn destdayîtir e. Sazûmaniya di kotanên lawiran de, di rastiyê de jî bi sazûmaniya civakan a bi awayê kotanên a lawiran hatiye avakirin, nimûneyeke gelek vekirî ye. Çawa ku lawirên di kotanên lawiran de ji bo temaşekirinê ne, civak jî veguheriye xwepêşandanê. Ev, ji aliyê gelek felsevanan ve hatiye ziman û hatiye diyarkirin. Di serî de sê ‘S’ ‘yan, endustriya seksê, li pey wê bi rêzê ve di heman demê de di nav hev de endustriya spor û çand û hunerê bi kampanyayeke fireh a reklama medyatîk bi awayekî kûr timî aqilê hestî û analîtîk bombebaran dike. Bi tevahî bêbandor dike û dagirkeriya zîhniyeta civaka xwepêşaniyê temam dike. Ev civak ji teslîmgirtinê hîn xirabtir, bûye civakek bê îrade û kole. Di serî de Sumer, Hînd, Çîn û Roma û hemû pergalên împaratoriyên bihêz, bi qasî sîstema kapîtalîzmê li ser civakan bandor nekirine. Kapîtalîzma ku bûye lûtkeya desthilatdariya pêvajoya împaratoriyan, her çiqas bi awayekî objektîf nîşaneyên rizînê yên kaotîk bi kûrahî STÊRKA CİWAN jiyan bike jî, baş tê femkirin ku pergal bi gel leyîstinê, bi desthilatdariya xwe ya zîhnî dixwaze bandorên xirabiyên xwe kêm bike. Di hatina wê ya vê qonqxê de, weke hatî diyakirin pêşkêşkirina seksê bi awayê endustriyel, ji faktorên diyarker e. Mirov kirine rewşeke wisa ku di hêza seksê de li serkeftinê digere. Halbukî di tevahiya zindiyan de ev têkilî(seks) ji bo ferqkirina jiyanê û ew bêdawî kirinê de di erka çalakiyeke fêrker de ye. Ji zindiyên yekhucreyî bigire heta mirov, mirov dikare erka zayendiyê bi vî awayî pênase bike. Herwiha watedar û heta pîroz e jî. Di bikaranîna vê têkiliyê de di vê rewşê de, bi watekirin gengaz e. Komikên mirovan jî di pêvajoya dîrokê de şîroveyeke bi vî şêwazî bingeh girtine. Tevahî lêkolînên antropolojîk vê şîroveyê piştrast dikin. Ger hinek têkiliyên nayên metakirin hebin, têkiliyên zayendî ji vana yên sereke ne. Ji ber ku ev têkilî bi pîroziya jiyanê re, bi mezinahiya wê re, bi dewamkirina wê re têkildar e. Di Sîstema Kapîtalîst De Rewşa Jinê Îstimara zayendî yek ji amûrên bingehîn ên desthilatdariya pergalê ye. Tenê nehatiye metakirin û veguherandina endustriyeke mezin; aniye rewşekî wisan ku Xwedawenda fallos a Hindî jî li paş hiştiye. Aniye rewşa ola serdestiya zayendî ya zilam. Bi taybet di her zilamekî de ev xwe nîşandana olî, di serî de wêje, li cihê herî bi wate yê hunerê hatiye rûnandin û weke amûreke tiryakê (tevzîner) hatiye veguherandin. Heyberên tiryakê yên kîmyasal li pêşberê ve ola nû ya zayendparêz ne tu tişt in. Tevayê endamên civakê bi kampanyayên reklaman anîne rewşa rêşaşên, xerifiyên (sapik) zayendî. Ciwan, pîr, kal heta zarok jî ferq nake her kes tê bikaranîn. Jinê veguherandine weke heybera herî pêşketî ya seksê. Mahkûmî zîhniyeteke wisa hatiye kirin ; ger her hucreya wê ji bo seksê xizmet neke tu qîmeta wê nîn e. Xêzana pîroz veguherandine dergeha seksê. Li şûna dayîka pîroz û xwedawend, jineke nekêrhatî, vala û ‘pîrejinên’ ku avêtine quncikekê maye. Ev, rewşeke pir bi jan û êş e. Bi bergirtina sunî ya jinê pêvajoya amûrbûna seksê gihîştiye lûtkeyê. Di rewşeke berevajî de ji ber ferzkirinê, pergal, hebûna xwe bi zorê dikare berdewam bike. Di cewher de kevneşopiyeke civaka baviksalarî ku; di serkêşiya vê de zilam heye, bi alîkariya teknîkên tenduristî, rola makîneya pirbûna zarok dane jinên çînên bindest. Bi vî awayî mezinkirina zarok ku pir zehmet e, kirine wek bare feqîran. Bi vê yekê li aliyekî pêwîstiya bi karkerên ciwan tê bicîhanîn, li aliyê din jî, xêzaneke xirab ya ku ji nav nayê derketin tê afirandin. Bi kevirekî çend teyr tên kuştin? Zilam û jina çîna serdest êdî bi çêkirina zarokên sunî, xwedîkirina zarokên ji yekê din peydabûyî û xwedîkirina lawiran, têgihîna zarok ji wateya wî derxistine û bi vê re jî kêmasiyên xwe pê derbaz dikin. Heta dawî xwe xweşik û balkêş digirin. Bi vê rewşa 47 xwe olên nû yên seksê dihilberînin û ji xwe ve diçin. Di encamê de, şêniyeke bêwate ya ku ji bin barê wê nayê derketin, bêkariyeke ku di tu pêvajoyên dîrokê de nehatî dîtin û derdoreke êdî nikare barê mirovan hilgire derdikeve holê. Di nava jiyanê dikin de rewşa herî xirap tê serê jinan, zarokan û pîranan. Ji dema avakirina hiyerarşiyê û vir ve jin di bin nîrê pergalên zilamserdest de hezar car hatiye kolekirin. Bi sîstema kapîtalîst re, li ser nefsa zilamê serdest ya ku têrbûn çi ye nizane û bêberpirsiyariya wî qetek din hatiye pêçan. Heyîna ku zilam der barê wê de herî zêde derew kiriye jin e. Xefka pir xete ya li ber jinê hatiye vedan, encameke bîrdoziya zilamserdest e. Zilamê serdest ê ku qet naxwaze jinê nas bike, ji bo vê rewşa xwe veşêre serî li wêjeya evîna sexte dide. Ji bo zilamê serdest evîn tê wateya, daîmiya ajoyên hindirîn ên bêwate, veşartina derewên xwe û zanebûna kor. Sedema pêjirandina vê rewşê ji aliye jinê ve, xwe dispêre kûrbûna bêçarebûnê ya ku çavkaniya xwe ji çewisandinê digire. Ew qas ji mercên jiyanê yên madî û rewanî hatiye qutkirin, gotinên herî xirap ên zilam, êrişên wî, weke rewşeke xwezayî dibîne. Gelo jin di bin statuyek vê astê de jiyankirinê çawa li xwe qebûl dike? Lê rastiyeke bi vî awayî heye ku her kes bûye şahidê wê; ev, dişipe rewşa jinê ya li pêşberî zilam: Dema qesap lawiran ji bo serjêkirinê amade dike, lawir bi xwe dihese ku wê bê serjêkirin û bi ta û lerzê dikeve. Zilam, heta ku jin li ber nerecife xwe zilam nahesibîne. Şerta sereke ya zilambûna serdest ev e. Qesap di yek carê de ser jê dike, lê zilam tevahiya jiyana jinê ser jê dike. Rastiya ku bê dîtin ev e. Vê yekê bi sitranên Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN êvînê veşartin tevgereke herî ketî ye. Di şaristaniyê de tişt û gotinên herî bêqîmet ji bo evînê hatine bikaranîn, tişta ku zilamekî qet bi ser nexistî, nexwestî bi ser bixe, li gorî xwezaya xwe nêzikatî li wê kirin e. Zilamê ku bikare vê helwestê nîşan bide weke qehremanekî bê nirxandin di cih de ye. Jin û Malbat (Xêzan) Malbat(xêzan): ger klan bi xwe weke malbat neyê destgirtin jî nêzikê wê ye. Xêzan di nava klanê de yekem saziya ciyewazbûyî ye. Civaka mirovahiyê demeke pir dirêj weke xêzana li dora dayîkê kombûyî jiyan kiriye. Pîştî şoreşa çandinî ya (BZ.5000 sal) bi pêşketina rêveberiya hiyerarşîk a bi serdestiya zilam, derbazî dema xêzana baviksalarî dibe. Rêveberî û zarok ji zilamê mezin ê xêzanê re hate hiştin. Xwedîbûna li ser jinê bû bingehê hizra mulkiyeta yekemîn. Piştre li ser civakê sîstema koledarî hate avakirin. Di dema şaristaniyan de bi awayê xanedan em rastî şêwayên fireh û demdirêj ên xêzanê tên. Xêzanên gundî yên hêsanî, pîşekar, sin’etkar her dem hebûna xwe parastine. Dewlet û desthilatdariyê ji bo bav ê di nav xêzanê de weke kopyayekedesthilatNîsan 2012 dariyê rolek amade kiriye. Bi vî awayî xêzan bû amûreke herî girîng a serdestbûnê. Her dem ji bo şebekeyên desthilatdar û sermayedar rola çavkanî ya kole, serf, karker, kedkar û leşker lîstiye. Ji ber vê sedemê girîngî ji bo xêzanê hat dayîn û ew hat pîrozkirin. Şebekeyên kapîtalîst tevî ku kara herî zêde li ser jina di xêzanê de bi dest dixist, viya veşartî kirine û barekî din jî dane ser milên xêzanê. Xêzanê anîne rewşa sîgorteya pergalê û bi vî awayî ew mehkûmî jiyana herî paşverû kirin. Rexneya li ser xêzanê girîng e. Tenê li ser esasên vê rexneyê, dikare bibe hêmana bingehîn a civaka demokratîk. Ne tenê jin, heta tevahî endamên xêzanê weke tovika desthilatdariyê neyên dîtin, wê hizir û pêkanîna şaristaniya demokratîk ji hêmanên herî bingehîn bêpar bimîne. Xêzan ne saziyeke civakî ya wisa ye ku derbaskirin an jî ji holerakirina wê pêwîst bibe. Lê dikarê bê veguherandin. Pêkanîna şaristaniya demokratîk ji hêmanên herî bingehîn bêpar bimîne. Îddîaya mulkiyetê ya li ser zarok û jinê ya ji hiyerarşiyê maye divê bê derbaskirin û di têkiliyên hevjînan de têkiliyên sermaye û desthilatiyê rol neleyîze. Pêwîst e nêzikatiyên ji bo berdewamkirina tov tên 48 nîşandan bên derbazkirin. Nêzikatiya herî rast bi hev re jiyankirina jin û mêr, girêdayî civaka exlaqî û polîtîk bingehgirtina felsefeya azadiyê ye. Xêzana ku di vê bingehê de veguherînê jiyan bike, wê bibe cihê baweriya herî qayîm a civaka demokratîk û wê bibe yek ji têkiliyên din ên bingehîn ên şaristaniya demokratîk. Ji hevjîneke fermî zêdetir hevjîneke xwezayî girîng e. Pêwîst e her du alî jî, ji bo pejirandina mafê tenê jiyankirinê amade bin. Di têkiliyan de weke kole, çavkor tevgerkirin ne rast e, nayê pêjirandin. Veguherîna herî biwate ya xêzanê di jiyankirina şaristaniya demokratîk de pêk tê. Jina ku hezar salan e rêzdariya xwe winda kiriye heta rêzdarî û hêzeke mezin qezenc neke, yekîneyên bi wate yên xêzanê nikare pêş bikeve. Xêzana ku li ser nezaniyê hatiye avakirin nikare rêzdar bibe. Ji bo şaristaniya demokratîk ji nû ve were avakirin, para dikeve ser xêzanê girîng e. Tiştên ku li ser ar û namûsa zewacê tênê gotin di rastiyê de kêşana tevayê qehrên ‘împaratorên biçûk e”. Her çawa ku împaratorê mezin dewletê weke namûsa xwe qebûl dike vê weke sedemê şer nîşan dide, împaratorên biçûk(zilam) jî dema tiştek li jinê tê, ku weke namûsa xwe dipêjirinê, vê weke pirsgirêka namûsê dinirxîne û dike sedema şer. Ya hîn balkêştir jî ruhê jinê bi temamî hatiye valakirin, weke şikil jî zêde jinane hatiye nîşankirin. Bi reng û deng weke çûkeke di qefesê de lê hatiye kirin. Sazûmaniya deng û makyajê, ji derveyî xwezaya jinê, nasnameya wê ya cewherî ya ku hatî windakirin, kesayeta wê dikuje. Rêzefîlmên televîzyonan: Rewşa jinê ya di xêzanê de bi awayekî erênî pêşwazî dike. Yan jî weke ku jin her tim hewceyî rizgarkirinê be dide nîşandan. Her tim bi wêjeyeke sexte STÊRKA CİWAN ya evînê tê xapandin, bi îxanetê re rû bi rû dimîne yan jî di rewşa xwexapandinê de ye. Pîroziya saziya xêzanê û mezinahiya wê her tim bi kar anîne. Amûrên ragihandina giştî yên jin û mêran her tim bandor dikin û şikil dide wan, ji bo xwe berdewamkirina çîna serdest û pergalê girîng in. Pêşketina teknolojiya malê û hilberandina heyberên mezaxtinê bû sedema ku bazar ji bo firotina malên xwe bere xwe bide jinê. Di warê makîneyên cilşûştin û firaxşûştin, moda û kozmotîkê de afirînerên kapîtalîst, feydeyên bêhempa bi dest xistine. Ji bo firotina van berheman, dîsa jin tê bikaranîn. Dîsa çapemeniya ku armanca wê jinê di malê de di nav çar dîwaran de girtî bihêle, polîtîkaya weşanê ava dike û nasnameya hevjîn û dayîka baş û binamûs her tim derdixe pêş. Bi kurtasî çapemenî herî zêde zayendiya civakî bi kar tîne ji bo ku pergal xwe li ser piyan bigire. Metakirina (Malkirina) Jinê Ji binî de ketina jinê bi kolêkirina wê, dest pê kiriye. Ev pêvajo bi helandin, çewisandin, destavêtin, heqaret û qirkirinê dagirtiye. Rola ku ji wê re hatî diyarkirin, ji bo sazûmaniya pergalê û bi qasî ku pêwîst e zarok çêkirin e. Bîrdoziya xanedanî bi vê re girêdayî ye. Di nav vê statuyê de jin mulkê teqez(mutlaq) e. Bi qasî ku nikare rûyê xwe nîşanî kesekî din bide, mal û namûsa xwediyê xwe ye. Marks ji bo pere dibêje “Xwedawenda metayan”. Di rastiyê de ev rol hîn zêdetir ya jinê ye. Xwedawenda rastîn a meta jin e. Tu têkiliyên jinê yên ku nehatî pêşkêşkirin nîn e. Tu herêmên ku tê de jin nehatibin bikaranîn jî nîn in. Ciyewaziyek heye ku li beranberê her malekî nirxek(pere) tê diyarkirin, tê dayîn; lê dixwazin jinê bi sextekariya ku jê re ‘evîn’ di- bêjin û bi wê derewa mezin a ku dibêje “keda dayîkan nayê dayîn” bixapînin. Ya duyemîn; jin weke amûreke seksê tê pêjirandin. Têkiliyên zayendî yên zindiyên li xwezayê, tenê ji bo domandina cureyê zindî ye. Bi vê, berdewamiya jiyanê hatiye armancgirtin. Di mirovê mêr de bi taybet tevî girtîbûyîna jinê û bi giranî di pêvajoya şaristaniyê de rola bingehîn ji bo seksê, ji bo xwesteka zayendî û berevajî pêşxistina vê hatiye qetandin. Di lawiran de pêvajoyên cotbûnê pir bi sînor û piranî salane ye. Dixwazin di mirovê mêr de vê bixin 24 demjimêran. Di roja me de jin amûreke ceribandina nefsa zayendî ye. Cudakirina malên giştî û taybet bêwate ye. Êdî her cih malen giştî (kerxane), malên taybet e; her jin jî weke jinên malên giştî û malên taybet lê hatiye. Ya sêyemîn; kedkareke wisa ye ku bê pere û bê mûçe kar dike (bi taybet li mala xwe). Di malê de karên herî zehmet ew dike. Lê pêşberî vê keda xwe bi gotina “jina aqilê wê kêm” biçûk tê dîtin. Ew qas hatiye biçûkxistin ku bi rastî jî xwe kêmaqil dihesibîne, pêkanîna xizmeta zilam ji xwe re weke çarenûs dipejirîne. Dikare bi çar destan xwe bi destê zilam û desthilatiya wî bigire. Dema her tişt eşkere dibe, tê hêvîkirin ku jin jî hebûna xwe bi hemû awayan nîşan bide. Mijokdarî û çewisandina sîstema kapîtalîst bi hebûna jinê ve girêdayî, tê xwestin bi berfirehî were fêmkirin. Êdî hema hema jin qaşo metaya herî binirx e. Tu sîsteman jin ev qas nekiriye meta. Di serdemên yekem û navîn de li gel koletiya giştî ev jî parçeyek bû. Cariyekirin jî ji bo pergalê ne ciyewaz bû. Bi taybet girêdayî jinê, koletiyek yan jî metakirinek tune bû. Di pergalê de têgihîna zayendparêzî cara yekem kapîtalîzmê danî. Hema hema tu le49 batên wê yên nehatî metakirin tune ye. Dixwaze qaşo vê armanca xwe bi riya wêjeyê bi awayeke hîn jî ‘nazik û estetîk’ pêk bîne. Lê rola bingehîn a vê hunerê di rakirina barê pergalê yê giran de, barê herî giran ji jinê re veqetandine. Di her karekî de mûçeyek(destheq) tê veqetandin. Hemilbûn ku barekî giran e dîsa ji xwedîkirina zarok û her curê karê malê re mûçe tune ye. Bûyîna koleya mêr ji bo seksê jî bê mûçe ye. Mûçe û nirxa ku jinên di malên giştî de (kerxane) digirin, di gelek malên taybet(malên şexsî) de ji bo jinê nayê dayîn. Di cîhanê de çapemenî weke hêza herî mezin a çarem tê pêjirandin. Cihê ku zayendparêziya civakî herî kûr tê bikaranîn, ew bi jin û zilam tê pêjirandin qada çapemeniyê ye. Medya jinê her tim wek tişteke ku kar li ser tê meşandin nîşan dide. Wê weke meta û heyber-obje dide naskirin. Di civaka zilamserdest de, bi bernameyên statu û cîhê jinê diyar dikin û bi bîrdoziya zilam tê xurtkirin. Di nûçe û rûpelên rojnameyan de cihê jinê hîn baştir carek din tê diyarkirin. Jin û zarok di reklaman de weke parçeyeke meta tên pêşkêşkirin. Nûçe, nûçeyên girêdayî jinê bi qasî ku mirov bibêje nîn in, kêm in. Yan jî di rêza rojevên pêncemîn û şeşemîn de ne. Jinên ku bi tundî û destavêtinê re rû bi rû dibin tên populîzekirin û tê bêwatekirin. Di bernameyên magazîn ên televolayan de û di rûpelên dawî yên rojnameyan de weke ku tenê jin heybereke zayendiyêye tê bikaranîn. Tevayê amûrên weşanê yên weke TV, rojname û kovar, ji bo reytîng an jî tîrajên fotografên jinan ên rût û tazî ku heta pornoyê diçin pêşkêş dikin. *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN CİVAK PİRSGİRÊKA ŞOREŞÊ YA CİVAKA ROJHİLATA NAVÎN “Pirsgirêkên civakê çawa yekpare ne, divê şoreş û şoreşger jî, di tevahiya gotin û çalakiyên xwe de, bernameya siyasî, plansaziya taktîk û stratejîk, di zikhev de, pêk bîne. Hînbûyîna jiyanê yekpare ye” Nîsan 2012 Ez ê hewl bidim cîhê şoreşê bi nav bikim û bidim naskirin. Dîroka şaristaniyê ya Rojhilata Navîn ji aliyekî ve mirov dikare weke dîroka dij-şoreşê şîrove bike. Li beramberî çi dij-şoreş? Li dijî tevahiya hêmanên civakî yên li derveyî sîstema şaristaniyê têne hiştin, dij-şoreşek. Li dijî jinê, ciwanan, civaka gund-cotkariyê, eşîr û qebîleyên koçer, ehlê mezheb û baweriyên veşartî, û kolekiriyan, dij-şoreşek. Şaristanî ji bo hêzên xwe yên berjewendiyê şoreş an jî nîzamekî nû ye, lê ji bo hêzên dijberî wê, talan û dij-şoreşeke nû ye. Ji bo min jî maneya şoreşê ev e: sîstema şaristaniyê timî qad û kirinên civaka exlaqî, polîtîk û demokratîk tengav kirine, ji nû ve û bi awayekî hê berfirehtir paşvedayîn an jî lêvegerandina van xisletên civakê, şoreş e. Ji bo şoreşgerekî sosyalîst ê Marksîst şoreş ‘civaka sosyalîst’ e. Ji bo şoreşgerekî Îslamî ‘civaka Îslamî’ ye. Ji bo bûrjûwayê jî ‘civaka lîberal’ e. Ya rastî civakên bi vî awayî tinene. Ev bi tenê binavkirin in: çawa ku di Serdema Navîn de jî wisa bû. Mirov etîketeke îdeolojîk bi civakan ve ke, civak naveroka xwe naguherine. Mînak piştî hilweşîna Sovyetê pirr baş hat fêhmkirin ku di navbera mirovekî sosyalîst ê Sovyetê û mirovekî lîberal 50 ê Ewrûpayê de cudahiyeke zêde nîne. Di navbera Misilman û Xirîstiyanekî de jî cudahiyên ji ber dîn hene, bandora wan li ser jiyanê zêde cuzî ye. Ger civak ê ji aliyê naverokê ve ji hev bêne cihêkirin, ev yek bi tenê li ser hîmê binavkirina civaka polîtîk, exlaqî û demokratîk dikare pêk were. Me hewl da bû vê binavkirinê terîf bikin. Mirov cudahiyên bi kok, dikare bi van têgîn û diyardeyên wan nîşan didin, bi awayekî hê rastî diyar bike. Bêguman civakên exlaqî, polîtîk û demokratîk hê xwedî derfet û îmkanên bi jiyaneke azad û wekhev bi tamijin. Yên bixwazin dikarin ji vê re civaka sosyalîst jî bibêjin. Şîroveyeke rastî ya civaka Rojhilata Navîn, di warê tespîtkirina xisletên exlaqî, polîtîk û demokratîk ên şoreşa divê pêk bê de, zehmetiyê nekişîne. Rewşa tevahiya îdeolojiyên modernîst û rêûresmî yên hatine ceribandin, mirov dikare ji bûyerên kirine pirsgirêk, fêhm bike. Ev encam, bivê nevê rastiya demokrasiya exlaqî û polîtîk piştrast dikin. Siyaseta bê demokrasî, ango civaka ji exlaq jî mehrûm pirsgirêka wê ya bingehîn a şoreşê, bi destxistina van xisletan e. Kengî pirsgirêka şoreşê li ser vî hîmî hat danîn, bernameya siyasî, çeperên taktîk û stratejîk û gavên pratîk ên rast jî wê STÊRKA CİWAN li gorî vê bêne diyarkirin. Têgihiştineke şoreşê ya bi vî şêwazî, ji helwestên şoreşê yên Îslamî, sosyalîst û milletgir gelekî cuda ne. Ev helwest di nava modernîteya kapîtalîst de li gorî tehlîla dawî, nemaze bi dewleta netewe bi encam dibin. Modernîteya kapîtalîst jî amûrê çareseriya pirsgirêkan nîne, amûrê mezinkirin û belavkirina pirsgirêkan li tevahiya civakê ye. Berevajî, şoreş çiqasî di qadên exlaqî, polîtîk û demokratîk de rêya li ber xwe bikudîne, wê ji modernîteyê dûr bikeve û wê dest pê bike modernîteya demokratîk berçav bike, pêşde bibe. Girîng e ku mirov der barê pirsgirêka şoreşê de cudahiyeke din di şêwazê jiyan û çalakiyê de diyar bike. Helwestên li ser xeteke rast çiqasî şaş bin, zêde ji hevkirina teorîpratîkê jî wê mirov ber bi çalakiyên şaş û çewt ve bibe. Divê baş bê zanîn ku ji bo berî û paşê şoreşê şêweyên jiyanê yên cihê tinene. Nexasim ev ji bo şoreşgerekî/ê wisa ye. Mirov xwe bi teoriyê gurçûpêç bike, dibe mirovê çalakiyê. Ji kesê/a xisletên exlaqî, polîtîk û demokratîk di jiyana xwe ya rojane de bi gotin û çalakiyê nîşan nede, şoreşger nayê gotin. Kesên bi vî rengî, jiyaneke wan a mîlîtanwarî û şoreşgerane nabe. Her weha bi tenê bi iyê, bi parastina civakê, mirov nabe çalakger. Eger bi avakirina civaka exlaqî, polîtîk û demokratîk re neke yek, her cure î û şerê xweparastinê şensê xwe yê serketina mayînde nîne. Pirsgirêkên civakê çawa yekpare ne, divê şoreş û şoreşger jî di tevahiya gotin û çalakiyên xwe de bernameya siyasî, plansaziya taktîk û stratejîk di zikhev de pêk bîne. Hînbûyîna jiyanê yekpare ye. Divê mirov yeqîn neke ku mirov dikare qonaxan ji hev qut bijî. Eger hewce dike ku em ji hin mînakên dîrokî dersê bigirin, mirov dikare têra xwe ji mînakên Zerdeşt, Mûsa, Îsa û Muhemmed hîn bibe û dersan bigire. Mînakên em behsa wan dikin, ji bo şoreş û şoreşgerên civaka Rojhilat Navîn ji beriya hezar salan ve me hişyar dikin ku divê mirov çawa bi tevahî rahêje meseleyan, bi tempoyeke çawa bimeşe, çawa bi pratîk û pîvan be. Şoreşên Rojhilata Navîn eger ne li gorî qalibên modernîteya kapîtalîst, belê li gorî nirxên xwe yên dîrokî rabûn û bi zanista aktuel Zerdeştî ji bo bersivdanê hewldan çêbûne. Qonaxa duyemîn, sîstema şaristaniya navendî gava xwe ya dawî bi şaristaniya Îslamê avêt û ber bi salên 1200’î ve li dijî pirsgirêkên ketin serhevdu hewldana Ronesansê ket rojevê, lê ji ber ku ev hewldan tam bi serneket û pêşengî bi destê gavavêtinên şaristaniya bajêr a li Nîvgirava Îtalyayê berda, vê yekê hişt ku pêxîrtengî û pirsgirêk bikevin pêvajoyekê têde girantir bibin. re bûn yek, şensê wan ê serketinê mumkîn e ku hebe. Weke encam mirov dikare pêxîrtengî û pirsgirêkên civaka Rojhilata Navîn di sê qonaxan de xulase bîne ziman. Qonaxa yekemîn, di salên 3500 B.Z. de bi xanedan, hiyerarşî, bajar, dewlet û diyardeya çînî yên ku hebûna xwe baş diyar kirine li dora sîstema şaristaniya navendî pêş ketine. Bi vî awayî sîstema şaristaniya navendî mezin û xurt bûye. Ev sîstem çavkaniya pirsgirêkên civakî ye. Ji derve bi sîstema qebîleyan, ji hundir ve jî bi sîstemên dînî yên Brahîmî û Qonaxa sêyemîn a ber bi roja me ya îro ve di bin navê ‘Pirsgirêka Şerqê’ de tê, kengî sîstema şaristaniya navendî ya Ewrûpayê hegemonya kir destê xwe û berê xwe da herêmê, ji salên 1800’î ve dest pê kir. Lêgerînên çareseriyê yên modernîst û kevneşop ên xwe disipêrin modernîteya kapîtalîst jî bi girantirkirina pirsigirêkan bi encam bûne; rê li ber neyêniyên welê vekirine, rewş gihandine ber krîz, qirkirin û întîharan. 51 *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN Wene KAWAYÊ HEMDEM MAZLUM DOGAN Agît AMED “Hîn jî banga Mazlum « Berxwedan Jiyan e » li tevayî Kurdistanê bilind e û gelê Kurd ji berxwedanê jiyanek hemdem û azad afirandin” Ew ji mirinê natirsin, bi îradeya xwe ya polayîn destpêka dîrokeke nû ne û di dîroka tijî rezalet û bindestiya Kurdan da rûpelekî nû vedikin. Canê şirîn dibexişînin lê teslîmiyetê napejirînin. Ew ne heqareta hakim û generalên sîtemkar û ne jî serdestiya ala sîstema serdest û şovenîst dipejinînin. Lewra ew bi dengekî bilind qêriyan: Berxwedan Jiyan e. Di girtîgeha Amedê de êşkenceyên giran, sivkatîya bi netewe û dîroka Kurdan, lêdan û bêedaletî tev bûn yek, lê Mazlum û hevalên xwe li ser doza xwe berdewam û baweriya wan ya bi serkeftinê qet nehat şikandin. Kurte Jiyana Mazlum Dogan Mazlum Dogan di sala 1955’an de li gundê Teman yê girêdayî Depê li wilayeta Elezîzê li bakûrê Kurdistanê di nava malbateke nîvhalxweş de çavên xwe li vê cîhana tijî zilim û neheqî vekir. Ji şeş xwişk û biran: Arife, Asiya, Nezaket, Fewzî, Mazlum û Delîl ew zarokê malê yê pêncane. Navê bavê wî Kazim û di nava xelkê da wek Hosata Kazim mirovekî bi disîplîn û li ser torekirina zarokên malê pir bi îsrar bû ku di civakê de kesên jêhatî bin. Dayîka malê Kebîre Dogan jineke zana û hertim li ser dîroka Kurdistan, serhildana Seyîd Rizayê Dêrsimî û zor û Nîsan 2012 52 zordariyên ku ji aliyê dewleta Tirkiyê ve rastî gelê Kurd hatine, li ser wan diaxive. Serdema zarokatiya M. Dogan di nava etmosfêrekî germ û xweş de derbas bû. Ji biçûkatiyê heya temenê ciwaniyê Mazlum û Delîl zarokên jîr û xwedî hinek taybetmendiyên cûda bûn. Yek bêdeng û mîna navê xwe mazlum û yê din tev liv û lebat, coş û bizav bû. Delîl rewşa jiyana gundiyan bû. Mazlum piştî bidawîanîna xwendina xwe ya destpêk, navîn û amadeyî (lîsê) çû zankoya perwerda mamostatiyê ya binavê Balikkesîr ê. Piştre di sala 1974’an de bi pileya herî bilind li zanîngeha Hacettepeyê di beşa aboriyê de hat pejirandin. Ji sala 1976’an û pêde ku hêdî-hêdî agirê şoreşeke nû li bakûrê Kurdistanê hildibû, bandora xwe ya şiyarkirinê li ser ciwanên Kurd jî çêkir. Ew ref bi ref diçûne nava şorşgerên Apocî. Di dawiya sala 1976’an de M.Dogan xwendin terikand û di nava koma yekê ya endamên damezrînerên PKKê de cîh girt. Di destpêka karê xwe yê di nava partiyê de jî, Mazlum bêrawestan dixwend û dixebitî. Mazlum çendî ku pir ciwan bû jî, lê bi kesayet, zanabûn û xebata xwe ya bêhempa bala hemû rêhevalên xwe dikşînê ser xwe. Mazlum di heman dem de, ji aliyê gel ve jî pir tê hezkirin. STÊRKA CİWAN Cîhê ku Mazlum lê kar û xebat bikirbûya, li wir aliyên dijber nediman û ji wir direviyan. Mazlum hemû derên ku diçûyê vedikir û dost û heval qezenç dikir. Apociyan ji destpêka xebata xwe de bala hemû aliyan kişandin û derdorên dijber û dewleta faşîst dest bi plan û êrîşan kir. Di aliyekî de grûbên çep û nejadperest û di aliyê din de jî xayînên Kurd êrîşî ciwanên apocî dikirin. Şehadeta rêheval Hakî jî encama vê yekê bû. Ji xwe dewlet jî destgirtî ranediwestiya. Her tim dixwest ku vê tevgera ciwan ji holê rake. Derbeya Leşkerî û Şehadet Sîstema serdest li bakûrê Kurdistanê sîstemeke sîtemkar û hebûna Kurd û Kurdistanê jî, di manîfestoya wan ya şovînîstî da qedexe û xwedî derketina ji mafên netewî heya roja îro hê jî gumehekî mezin tê hesibandin. Ji wan re jin û mêr, keç û xurt û hemû azadîxwaz dijminên komara Tirkiyê ne. Sala 1980’an Kenan Evrên bi derbeyeke leşkerî desthilatdariya Tirkiyê xiste destê xwe û li Kurdistanê rewşa awarte welat ber bi wêraniyê û Kurdistan jî kirin girtîgehek mezin. Bi sedhezaran şoreşgerên Tirk û Kurd ji tirkiyê derketin derve û bi sedhezaran jî ketin zindanên faşîstan, bi êşkence û hemû cure nêzikatî û kiryarên ku rûmeta mirovan dişkînê re rû bi rû man. Eşkencekaran hemû rê û rêbazên derveyî exlaq û dûrî pîvanên mirovahiyê li hemberî şoreşgeran bikar dianîn. Ew jî rûmeta wan dixistin, ji mirovahiyê qutdikirin û jiyan li wan dikirin dojeh. Di aliyê din de, bi taybetî li ser şoreşgerên PKK hemû cureyên êşkenceyê bikar dianîn û teslîmiyet li wan dihat ferzkirin. Helbet şoreşgerên PKK'ê mirovên bilind û şanazin û bi êşkenceyan teslîmnayên girtin. Li aliyê din jî, hin kesayetên lewaz û pûç teslîmbûn, ketin rewşa îxanetê û rêhevalên xwe firotin. Dewletê dixwest ku hemû girtiyên PKK bi êşkence û hin sozan bixapînin û teslîm bigrin û berxwedaniya wan bişkînin. Li himberî êşkence û ferzkirina teslîmiyetê rêhevalên me yên qehreman dest bi çalakiyan kirin. Helwesta şorşegerên PKK di dadgehan û li himberî hakiman pir bi wate bûn û di tevayî cîhanê de deng vedida. Edî li cihê ku hakimê dadgehê hevalan bidarizînê, hevalan ew dad- Êdî ji wê û şûnda di 14’ê tîrmeha sala 1982’an de endamên komîta navendiya PKKê Kemal Pîr, Xeyrî Durmuş, Alî Çiçek û Akîf Yilmaz jî dest bi girava biçîbûnê kirin û yek bi yek tevlî karwanê şehîdên riya azadiyê bûn. Jiyana ku wan ji nû ve li Kurdistanê afirand, jiyaneke watedar e. Xwîna wan vala neçû û serhildanên ku îro li Kurdistana mezin berdewamin, berhemê dilop-dilopên xwîna wan qehremanên me ne. Newroz newroza wan e, PKK, PKKya wan e, Kurdistan a wan e, gerîlla yên wa- rezandin. Parêzname û goftûgoyên di navbera heval û dadgeran de vê yekê bi eşkere radixe ber çavan. 21’ê Adara sala 1982’an M.Dogan li girtîgeha leşkeriya Amedê bi sê darikên şixartê(kibrît) agir berda canê xwe û ji bo protestokirina cinayetên bêsinor û bilindkirina dengê azadîxwazên Kurd cejina millî ya Newrozê pîroz kir. Piştre jî, di 18’ê Gulana sala 1982’an de Eşref Anyik, Ferhat Kurtay, Necmî Oner û Mahmut Zengîn bi armanceke wiha canê xwe dan ber agir. nin, azadî berhema xwîna wan e. Iro jî, bi hezaran Mazlum li çiyayên Kurdistanê li himberî dewleta faşîst a Tirk şer dikin. Bi hezaran Mazlum li kolanên bajarên Kurdistanê li himberî dewleta dagirker serhildanan dikin… Hîn jî banga Mazlum « Berxwedan Jiyan e » li tevayî Kurdistanê bilind e û gelê Kurd ji berxwedanê jiyanek hemdem û azad afirand. 53 *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN BÎRANÎN Hevaltî tûcar jibîr nabe Jiyan ŞER “Heger ji min bipirsin: taybetmendiya herî balkeş a heval Faîk çiye? Bersiva ku ez bidim ev e; pakrewanî û agîdî ye.” Heger ji min bipirsin; hevaltî û azweriya li hember têkoşînê çiye? Eze bêjim ku “Rastiya kesayeta heval Faîk e” Nîsan 2012 Bêrî ku ez dest bi nivîsê bikin, em bi pênûsa heval Faîk, rastiya heval Faîk bibînin. Ancax bi awayekê rast heval Faîk dikare rastiya xwe ji me re bêje. “Ez tûcar ji mirinê natirsim lê tiştê ku min ditirsîne, ez carekê din hevalên xwe yên bedew nebînim. Di nava PKK’ê de tûcar nêzîkatiya min ê şaş dernekete holê, ez tûcar nahêlim di dilê min de tiştekî wisa pêşbikeve. Ez tûcar weke karkerekî ku her dem di nav hesaba de ne nêzî têkoşînê nabim, çûnkî ev têkoşîn eydê min e û ez tûcar şaş nêzî cîh û warê xwe nabim. Di cîhanê de serweta herî mezin, hezkirin û girêdana rast e. Tiştê ku cesaretê di dilê min de zêde dike, girûr û înada min e. Ez naxwazim bê sedem bimirim û ez naxwazim bê sedem cûdabûnekî jiyan bikim. Tiştê ku min tûcar nexwest ez bihizirim, qûtbûna hevaltiyê ye. Ez ji Efrînê, di gûndê hêssê de hatim dinê. Ez sala 94 tevlî qadên gerîlla bûm. Ez ji 51 çalekiyan beştarî bûm û min 43 pevçûn û şerên dijwar jiyan kir e. Ez 12’e cara li himber mirinê hatim û di nava mirin û jiyanê de hestên pir dijwar jiyan kir e. Di nava têkoşînê de 226 heval li gel min gîhaştin asta şahadetê. Di van şerên pir dijwar de ez pir caran birîndar bûm. Di giştî heremên Botanê, Garisa, Girê Barana, Haftanîn, Metîna de salên têkoşînê min derbas kir. 54 Heger mirinekê min hebe, bila ew jî li Botanê be. Li pêşberî Girê Barana, li gel hevalên xwe ez dixwazim şehîd bikevim. ” Ş. Faîk. Dema ez dest bi nivîsê dikim di nava dilê min de pir pêvçûn tê jiyîn. Hest û ramanên min, di nava pêvçûnekî dijwar de têdikoşin. Piştre paşeroja min tê bîramin. Tiştên ku min di paşerojê de jiyan kir, hemû weke filmekî di ber çavê min de derbas dibin. Bi vê ez dikevim nava lihûrbûnekî kûr. Rêhevalê min tê bîramin. Rêhevalê ku me pir tişt bi hev re jiyan kir, an jî demên pir bi wate derbas kir. Belkî pir tişt niha mirov nikare pênas bike, lewre ew demên pîroz ji min re pir tişt da naskirin. Dilê min û hestên min niha di demekî pir dijwar de jiyan dikin. Çimkî rêhevalekî, ji me pir dûrket. An jî ez dikarim bêjim gîhaşte armancê xwe. Lê belê dîsa jî windakirina wî hevalî, ji min re pir zor tê û ez nikarim vê rastiyê bi pejrînim. Ez dema her rêhevalê xwe winda dikim, ji xwe pir bêzar dibim. Bi vê pir raman û hestên din jî bibîrtînim. Belkî me di dîroka têkoşînê de pir şehît da. Pir hevalên bedew di rêka azadiyê de heta dawî têkoşiyan. Heta hênasa xwe ya dawî mînakên pîroz ê berxwedaniyê derxistin holê. Pir rêhevalên ku bi çalekiya xwe destanên efsanevî nivîsandin. Pir hevalên me yê ciwan jî jiyana xwe di rêka têkoşîna STÊRKA CİWAN azadiyê de feda kirin. Pir tiştên din jî mirov dikare binivisîne. Her ku hevalekî min digîje asta şahadetê, di dilê min de perçeyekê qut dibe. Weke ku agirekî mezin di hewirdorê min de gûr dibe. Zor e heval, pejrandina vê rastiyê, windakirina hevalekî pir zor e. Çimkî her şahadet ji me re, erkên nû derdixe holê û barê me pir giran dike. Hêvî û baweriya wan hevalan, weke erkekî li benda serkeftinê û pêkanînê ye. Di demekî wisa de bû kî, min şahadeta rêheval bihîst. Min di destpekê de bawer nekir, min nexwest ez vê rastiyê bipejirînim. Çimkî me pir demên bi wate bi heval Faîk re derbas kir. Rêhevalekî ewqas bedew û bi wate windakirin pir zor e. Ji bo wî ez pêwîst dibînim ku di derbarê heval Faîk de nivîs binîvîsînim. Ez vê weke erkekî li ser xwe dibînim û pêwîste ez vê erkê pêkbînim. Heger ji min bipirsin taybetmendiya herî balkeş a heval Faîk çiye? Bersiva ku ez bidim ev e; eze bêjim, "Pakrewanî û agîdî ye.” Heger ji min bipirsin; hevaltî û azweriya li hember têkoşînê çiye? eze bêjim ku, “Rastiya kesayeta heval Faîk e.” Çimkî di kesayeta wî de ev taybetmendî pir balkeş bû. Di milê girêdan û nêzîkatiya hevaltiyê de heval Faîk ti pirsgirik jiyan nedikir. Di vê warî de hevalekî ewqas xweser, hevalekî ewkas saf û paqij min nedît. Demekî ewqas dirêj di nava têkoşînê de cîh digirt, pir taybetmediyê xwe yê bedew winda nedikir û herdem li himber her cûran şaşîtî û xirabiyê van taybetmendiyê xwe diparast. Ji bo vê jî ez nikarim heval Faîk bi ti mirovekî din re bişîpînim. Ez ji bo rastiya vê hevalê pênas bikim û binirxînim, ti peyv û hevok nikarim bibînim. Dema ku ez dihizirim nivîsa min jî ji min re pir kêm tê. Di milê kiryarî û şer de ti pirsgirika wî nînbû. Ji ber vê yekê jî her dem di qadên şer ên pir zor de dima. Milên wî yên fedaqar û kedkarî pir pêş de bûn. Di van milan de ti pirsgirik jiyan nedikir. Di nêzîkatiya jiyan û têkoşînê de taybetmendiyên wî yên pir bedew hebûn. Herdem bi xwestek û azweriyekê mezin nêzî xebat û erkên xwe dibû. Di xebatên kiryariyê de herdem cîh digirt. Ti tişt nedikarî wî paşve bikşîne an jî ji xebatê xwe dûr bixwe. Heval Faîk rastiyekî bi awayekî zelal pêşberî me kir, ew jî ev bû ku li himber her cûran nêzîkatiyê şaş û zordariyê heta dawî bi baweriya xwe xurt girtin û herdem têkoşîn domandin bû. Hevaltiya wî pir girêday bû û ji bo hevaltiyê dikaribû jiyana xwe jî feda bike. Ew sembola fedakarî û pakrewaniyê bû. Weke min di jor de bilêvkire, hevalekî ewqas fedaqar û xweser min tûcar nedît an jî ez dikarim bêjim ku hevalên weke wî pir kêmin û avakirina hevaltiyekî wisa jî pir zor e. Dema ku ez heval Faîk bibîr tînim an jî dihizirim, pir tiştên ku me windakiriye tê bîramin. Ev windakirin bi taybetmendî û nêzîkatiya me ya hevaltiyê ve derdikeve pêş. Çimkî em nikarin di demê xwe de pir tişt bi wate bikin. Belkî carna em pir tiştên bi wate nabînim. 55 Tiştê ku êş dide dilê min an jî tiştê ku ez bêzar dibim jî ev e. Piştî vê lihûrbûnê, ez pir tişt derdixim zanebûnê, lê belê ez dibînim ku em pir dereng mane. Heval Faîk di cîh û warê pakrewanan de jiyana xwe ji dest da. Girêdana wî li himber Botanê, girêdana wî li hember Cûdî pir balkeş derdikete pêş. Di Botanê de jî cîhê ku pir hesdikir, Girê Barana bû. Çimkî di wir de pir hevalên xwe şehîd dabû û heval Faîk tûcar van hevalan jibîr nedikir. Her çiqas di demekê dirêj jî li qada Botanê têkoşiya, dîsa jî herdem dixwest li Botanê têkoşîna xwe bidomîne. Li himber vê xwestek û girêdanê mirov nizane çi binivisîne. Wî baş dizanî ku dem dema têkoşînê ye. Cîhekî têkoşîn pir dijwar û tûnd e, dixwest li wir bimîne. Di dawî de jî gîhîşt armanca xwe. Di cîh û warê dîrokê de jiyana xwe ji dest da û gîhîşte asta şahadetê. Ew jî kete nava kerwanê şehîdan. Kerwana şehîdan her ku diçe mezin dibe. Tiştê ku ez di dawî de di derbarê heval Faîk de bibêjim ev e; ew sembola hevaltiyê ye. Lê belê şahadeta wî pir zû bû. tiştê ku mirov nikare bipejrîne ev e. Dema şahadeta heval Faîk hê mabû, pêwîstbû ku ewqas zû şehîd nekevê. Lê belê dîsa jî mirov li himber girêdan û azweriya heval Faîk dikare pir encam ji bo xwe derbixe holê. Encamê ku em derbixin ev e; hêvî û bendewariyê şehîdan pêkanîn û armancê wan berbi serkeftinê ve birine. Em ancax dikarin, bi têkoşîn û di têkoşînê de jî bi serkeftinê ve bibin bersiv. Weke din ti maf û haqê me nîne. Weke din em nikarin girêdana xwe bi hevaltiyê ve bilêv bikin. *** Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN KİRDKİ Zon û Perperikî "Eke jû ca de çıqas cısnê perperıku esto, uca de hende zoni qesey benê"... Vatoğê na qesa nêno mı viri, la çı waxt ke zonê şaranê bındestu sero qesey beno, na qesa yena mı viri. Cao ke ez ameyo dinya, zaf-zonın, zaf-itıqatın, zaf-kulturın bi... Uca Dêrsım bi. Dêrsım jû baxçe bi; zazaki, kırdaski, hermeniki u tırki perperıkê ni baxçey bi. Ma zerrê ni baxçey de bime pil... Kalıkanê ma vatêne ke "Zonê ma, zonê Xızıri yo". Heni aseno ke, zonê ma ke merd, ma ki Xızır ki bêwayir manenime. Ewro Zazaki zaf tenge dero. Çıke, şarê ma endi zê verêni qesey nêkeno zonê ma. Vanê nae ra 2030 serri raver ma cografyaya xo de pêro zonê xo qesey kerdêne, ma nıka ? Nıka ki oyo ke zonê ma qesey keno be bêçıke yeno musnaene. Herkes derdê werdê xo, dilıgê keyê xo dero. Heqa inan ki esta, şarê ma qet roştiye nêdiya. A ri ra, asimilasyon ra zêde xoasimilasyon esto. Yanê, ma be xo kişenime zonê xo. Vanê ke çı xêrê zonê ma ma rê esto. Vanê mekerê zonê ma vindi bo. Vanê vengê kalıkanê ma vindi bo, bıxenekiyo vengê qirrayisê kalık u pirıkanê ma... Vanê; domani memusê zonê ma, tırkiyê xo beno xırabe... Vanê, domani memusê zonê ma, zonê ma ki şêro bımıro, vanê... Heya way u bıraê mı, halê şarê ma u zonê ma nia wo. Endi torni, zonê pirıkanê xo nêzanenê, pirıku be tornu ra nêşikinê jûbini de qesey bıkêrê, jûbini fam nêkenê... Zon, weşiya jû şari de, mabênê pirbab u domananê ma de jû pırdo. No pırdo ke mabênê vızêri be meşte dero, waxto ke bırıjiyo... No pırd ke rıjiya, endi renganê na dinya ra jû reng beno vindi. Vengê qirrayisê jû şari tarixê ri-siyay de maneno, zonê ma şono bınê herre... Zonê ma thılsımê welatê mao, zonê ma kilıtê koanê mao. Zonê ma zonê mılaketanê yabanê welatê mao. Zonê Nîsan 2012 ma zonê Pepugi yo... Zonê ma, koanê welatê ma de zonê dar u beri, zonê kemer u kuçi, zonê mar u mılawuni, zonê tija homete, zonê araqê çarê dewıci, zonê genımê hegayio çeqeri... Zonê ma welatê mao... Her zon rındeko, her zon bımbareko. Her zon jû şaro, jû mıleto. Her zon jû şahidê tarixiyo, her zon vengê vızêriyo. Her zon wayirê jû ro u caniyo. Her zon riyê na dinya de, baxçê erd u asmêni de jû vengo weşo. Her zon jû merdumo, her zon jû çemo. Zon jû welato, zon jû cano, zon jû tarixo, zon jû şaro, zon ferqê mao, zon kamiya mao. Ma be zonê xo estime, zon be ma esto. Zonê xo rê wayir bıvecime. Zonê ma memıro, zonê ma guneko. O ke merd, se beno, ma se kenime? Zonê ma ke merd; kes nêvano "Ya tija homete, to ra kenu rica u mınete " kes nêvano "Şanê to xêr bo" Kes nêvano "Ma be xêr di" Kes nêvano "Elqajiye..." Kes nêvano "Bıra heqa xo helal ke.." Domani nêvanê "Dayê, wayê, bıra, xalo, dedo..." Pepug nêvano "Pepo, keko, kam kişt, mı kişt..." Zonê ma ke merd; welatê ma mıreno, sanıkê ma mırenê, kılam u şiwarê ma mırenê. Zonê ma ke merd, jû dinya mırena, erd u asmên ma rê beno tari. Zonê ma ke merd, toze erzenê rêça sarê ma... Zonu rê mezele mekınê. Perperıki cografyaya ma ra bar mekerê, baxçey ma vêran mebê. No zon memıro, zoni memırê. Endi goşanê xo akerê, qirrayisê zonanê ma pêhesiyê... *** 56 STÊRKA CİWAN POLİTİK Nationalstaat und Demokratie von Hannah ARENDT “Dass Nationalstaat und Demokratie etwas miteinander zu tun haben, bezeugt schon dieser Ursprung. Die Ehe, die sie miteinander eingingen, sah – wie viele Ehen – am Anfang, zu Ende des 18. Jahrhunderts, noch recht vielversprechend aus; sie hat dann doch, wie wir wissen, ein recht trübes Ende genommen” Unter den legitimen Staatsformen – zu denen ich natürlich weder die verschiedenen Formen totaler Herrschaft noch die imperialistischen Verwaltungsapparate rechne – ist der Nationalstaat historisch und chronologisch der jüngste. Er entstand in Frankreich im Verlauf der Französischen Revolution, und er ist bis heute die einzige unbezweifelbare Errungenschaft dieser Revolution geblieben. Dass Nationalstaat und Demokratie etwas miteinander zu tun haben, bezeugt schon dieser Ursprung. Die Ehe, die sie miteinander eingingen, sah – wie viele Ehen – am Anfang, zu Ende des 18. Jahrhunderts, noch recht vielversprechend aus; sie hat dann doch, wie wir wissen, ein recht trübes Ende genommen. Gerade das demokratische Element im Nationalstaat, nämlich die Volkssouveränität, die sich an die Stelle der Souveränität des absoluten Fürsten setzte, hat sich sehr schnell, bereits in der Napoleonischen Herrschaft, als höchst brüchig erwiesen. Die Nation, das heisst das durch den Nationalstaat politisch emanzipierte Volk, hat bereits sehr früh eine verhängnisvolle Neigung gezeigt, seine Souveränität an Diktatoren und Führer aller Arten abzutreten. Das Parteiensystem, das bis heute die einzige Form ist, in welcher die Volkssouveränität im Nationalstaat zur Geltung kommen kann, ist doch von eben diesem Volk 57 eigentlich seit seinem Entstehen in der Mitte des vorigen Jahrhunderts stets mit einigem Misstrauen betrachtet worden, und es hat in vielen Fällen und immer unter Zustimmung breitester Volksmassen mit der Errichtung einer Parteidiktatur und der Abschaffung gerade der spezifisch demokratischen Institutionen des Nationalstaates geendet. Wir vergessen heute manchmal, dass lange vor Hitlers Machtergreifung die weitaus grösste Zahl europäischer Länder Parteidiktaturen unterstanden, also weder demokratisch noch dynastisch regiert wurden. Und wir sollten nicht vergessen, dass damals wie wohl auch wieder heute die Diktatoren sich gerade auf die nationalen Gefühle der von ihnen entmündigten Völker stützen konnten. Diese historischen Reminiszenzen wie auch gegenwärtige politische Beobachtungen innerhalb der nationalstaatlichen Systeme sind beunruhigend für jeden, dem es mit der Demokratie ernst ist. Wobei ich hier unter Demokratie die aktive Mitbestimmung öffentlicher Angelegenheit[en], und nicht nur die Wahrung gewisser Grundrechte, verstehe. Gerade die Erfahrungen der letzten Jahrzehnte haben vielfach gezeigt, dass das in der Nation geeinte Volk in vielen Ländern bereit scheint, sich nahezu jede Zwangsherrschaft gefallen zu lassen, solange seine natioNîsan 2012 STÊRKA CİWAN nalen Belange gewahrt bleiben, und dass ernsthafter Widerstand überhaupt nur da zu erwarten ist, wo eine Fremdherrschaft die Zügel in die Hand bekommt. Das Volk hat, mit anderen Worten, seine im voll entwickelten Nationalstaat vollzogene politische Emanzipation, seine Zulassung in den öffentlichen Raum, in dem jeder Bürger das Recht haben soll, gesehen und gehört zu werden, zumeist für erheblich weniger wichtig erachtet, als dass ihm durch seine eigene ihm zugehörende Regierung das nationale Zusammenleben auf dem ererbten, historisch gewordenen Gebiet garantiert werde. Die Rede von dem Primat der Aussenpolitik oder auch die gängige Überzeugung, dass nur Aussenpolitik wirklich Politik sei, drückt auf ihre Weise diesen Tatbestand aus. Der europäische Nationalstaat, der das Erbe des Absolutismus antrat, beruht auf der Dreieinigkeit von Volk – Territorium – und Staat. Zu seinen Voraussetzungen, die keineswegs selbstverständlich sind, gehört erstens ein geschichtlich gegebenes, mit einem bestimmten Volk verbundenes Territorium; diese Bodenständigkeit war zur Zeit seines Entstehens und bis in unser Jahrhundert hinein in den mittel- und westeuropäischen Ländern durch die Bauernklasse repräsentiert. Sie stellte auch für die Städte gleichsam das Modell der Verbundenheit von Volk und Boden dar. Die Nazi-Parole von Blut und Boden kam zwar wie alle spezifisch chauvinistischen Parolen erst auf, als diese Verbundenheit ganz offensichtlich sich löste und der Bauernstand im Gefüge der Gesellschaft seinen Vorrang längst verloren hatte; aber sie appellierte in nationalistischer Weise doch an spezifisch nationale und nationalstaatliche Gefühle. Die zweite wesentliche Voraussetzung des NaNîsan 2012 tionalstaates westlicher, und das heisst vor allem und vielleicht sogar ausschliesslich französischer, Prägung ist, dass auf dem nationalen Territorium nur Angehörige des gleichen Volkes leben und dass möglichst alle Glieder dieser Nation auf diesem Territorium sich befinden. Sofern sich innerhalb der Nation auch Menschen anderer volksmässigen Abstammung befinden, so verlangt das Nationalgefühl, dass sie entweder assimiliert oder ausgestossen werden. Dabei kann das Kri- terium, wer zum eigenen Volk gehört, durchaus verschiedener Art sein. Je höher der kulturelle und zivilisatorische Stand des Volkes ist, desto eindeutiger wird die sprachliche Zugehörigkeit entscheidend sein, je barbarischer das Volksleben ist, desto mehr werden sich rein völkische Gesichtspunkte geltend machen. Aber das Prinzip, dass Bürger nur sein kann, wer zum selben Volk gehört oder sich ihm doch völlig assimiliert hat, ist in allen Nationalstaaten das gleiche. Hieraus ergibt sich schliesslich die vielleicht wichtigste unausgesprochene Voraussetzung dieser Staatsform, und das ist, dass der Staat selbst, sowohl als Rechts- oder Verfassungsstaat wie als Verwaltungsapparat, weder über die Grenzen des 58 nationalen Gebietes hinauslangen kann – der Nationalstaat ist unfähig, Eroberungen zu machen –, noch Einwohnern, die nicht seine Bürger sind beziehungsweise nicht der gleichen Volksgruppe angehören, staatlichen Rechtsschutz sichern kann. Ich will dies kurz erläutern. Ich darf wohl voraussetzen, dass wir uns alle darüber einig sind, dass Volk und Nation nicht dasselbe sind, dass es sehr viel mehr Völker als Nationen gibt, und dass wir von Nation nur dann sprechen, wenn ein Volk in dem ihm zugehörigen öffentlichen Raum auf einem nur ihm eigenen Territorium zusammenlebt. In diesem Sinn ist die Nation natürlich älter als der Nationalstaat, es gab Nationen bereits im Zeitalter des Absolutismus. Der Nationalstaat entsteht, wenn die Nation sich des Staates und des Regierungsapparates bemächtigt. Ferner sind in diesem Sinne weder Amerika noch England Nationalstaaten. England ist kein Nationalstaat im Sinne des durch die Französische Revolution geprägten Modells, weil grosse Teile des englischen Volkes ausserhalb des Territoriums des Vereinigten Königreichs leben, weil also das englische Volk in der Commonwealth, die sich über die Welt erstreckt, und nicht auf dem national begrenzten Territorium der britischen Inseln vereinigt ist. Die Vereinigten Staaten von Nordamerika wurden bereits in der Amerikanischen Revolution als ein föderatives Staatssystem gegründet, und dies föderale Prinzip, das darauf beruht, dass die Staatsgewalten geteilt sind und dass Macht nirgends zentralisiert ist, war von Anfang an bewusst im Gegensatz zu dem Prinzip der Zentralisierung der Macht, wie sie sich in Europa im Verlauf des Absolutismus herausgebildet hatte, entworfen und etabliert STÊRKA CİWAN worden. Hiermit hängt aufs engste zusammen, dass in Amerika ein Völkergemisch das Staatsvolk bildet und dass nationale Zugehörigkeit keineswegs, weder theoretisch noch praktisch, ein Erfordernis des Staatsbürgertums bildet. Das Nationale, nämlich der jeweilig verschiedene nationale Ursprung, ist in den Vereinigten Staaten, könnte man sagen, zur Privatsache geworden – wie die religiöse Zugehörigkeit in allen Staaten, in denen das Prinzip der Trennung von Staat und Kirche durchgeführt und rechtlich verankert ist. Das Nationale spielt dann in Amerika in der gesellschaftlichen Sphäre eine sehr grosse Rolle, die sich in der ja allgemein bekannten Diskriminierung am deutlichsten äussert; politisch aber ist auch diese Diskriminierung ohne Bedeutung – ausser im Falle der Neger, die aber ein besonderes Problem bilden. Wie ausserordentlich limitiert die Anwendbarkeit des nationalen Prinzips für Staatsgründungen de facto ist, stellte sich sofort nach dem ersten Weltkrieg heraus, als die Völker Ostund Südeuropas nach dem Prinzip des Selbstbestimmungsrechts der Völker nationalstaatlich organisiert werden sollten. In dem Gürtel gemischter Völkerschaften, der sich von der Ostsee bis zur Adria erstreckt, gab es weder eine geschichtlich gefestigte Bodenständigkeit, nämlich die Zweieinigkeit von Volk und Territorium, noch gab es eine irgendwie volksmässig gesicherte Homogenität der Bevölkerungen. Jedes der zwischen den beiden Weltkriegen entstandene Staatsgebilde in diesem Raum enthielt mehrere Volksgruppen, deren jede den Anspruch auf nationale Souveränität stellte, also auf keinen Fall assimilierbar war. Der damals gefundene Ausweg, den Völkern, die es nicht zum eigenen Staat gebracht hatten, Minderheitenrechte zu garantieren, hat sich bekanntlich nicht bewährt. Die Minderheiten waren immer der Meinung, dass diese Rechte eben mindere Rechte sind, während das Staatsvolk in den Minderheitenverträgen entweder ein Provisorium sah – gültig, bis die vom Nationalstaat prinzipiell geforderte Assimilation erreicht sein würde – oder eine Konzession an die westlichen Mächte, deren man sich bei der nächst besten Gelegenheit entledigen würde, um den Minderheiten so oder anders den Garaus zu machen. Ungleich schwerwiegender, wiewohl viel weniger augenfällig und daher gemeinhin auch kaum beachtet, war die Erschütterung, die dem nationalstaatlichen Prinzip durch das Auftreten der massenhaften Staatenlosigkeit zwischen den beiden Weltkriegen zugefügt wurde. Sie entstand durch die Wellen von Flüchtlingen aus Ost- und Zentraleuropa, welche dem nationalstaatlichen Prinzip zufolge nirgends naturalisiert werden und so nirgends den verlorenen Rechtsschutz des Heimatlandes kompensieren konnten. Da sie ausserhalb aller Gesetze standen und da ihnen weder Aufenthaltsrecht noch 59 Arbeitsrecht gesichert waren, wurden sie die Beute der ansässigen Polizeiapparate, die auf diese Weise in den jeweiligen Ländern einen ungeheuren und illegitimen Machtzuwachs erfuhren. Wieder stellte sich die ausserordentliche Limitiertheit des nationalstaatlichen Prinzips heraus – insofern nämlich, als der verfassungsmässig garantierte Rechtsschutz des Staates und die im Lande herrschenden Gesetze ganz offenbar nicht für alle Einwohner des Territoriums galten, sondern nur für diejenigen, die dem Nationalverband selbst zugehörten. Der Einbruch der Staatenlosen und die ihnen zugefügte schlechthinnige Rechtlosigkeit gefährdeten den Nationalstaat als Rechtsund Verfassungsstaat, d.h. sie gefährdeten ihn in seinen Grundlagen. Denn dass der Nationalstaat in seinem Wesen ein Rechts- und Verfassungsstaat und nur als solcher lebensfähig war, hatte sich bereits in Anfängen vorher erwiesen und sollte vor allem nach dem zweiten Weltkrieg ganz offenbar werden. Bereits zu Ende des vorigen Jahrhunderts stellte es sich heraus, dass die moderne industrielle und wirtschaftliche Entwicklung der europäischen Völker eine Kapazität Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN erreicht hatte, die weit über die nationalen Grenzen hinauswies. Aus diesem Widerspruch zwischen national eng begrenztem Territorium und nahezu unbegrenzter wirtschaftlicher Kapazität war der Imperialismus entstanden, dessen Zeichen die „Expansion um der Expansion willen“ war, nämlich eine Ausbreitung, die weder auf Eroberung noch auf Annexion irgendwelcher Gebiete aus war, sondern die ausschliesslich dem Gesetz einer sich ständig erweiternden Wirtschaft folgte. Imperialismus war das Resultat der Versuche des Nationalstaates, unter den Bedingungen moderner Wirtschaft und Industrie, also unter den neuen Lebensbedingungen der europäischen Völker, die sehr bald die Lebensbedingungen des gesamten Erdballes werden sollten, als Staatsform zu überleben. Das Dilemma, in das der Nationalstaat damit geriet, war, dass die wirtschaftlichen Interessen der Nation in der Tat eine solche Ausbreitung notwendig machten, dass aber weder der traditionelle Nationalismus dieser Staatsform, die geschichtlich gewordene Dreieinigkeit von Volk, Staat und Territorium, noch ihr spezifischer Rechtscharakter, der Unterdrückung des Volkes durch staatliche Organe nicht zuliess, sich mit den Erfordernissen einer konsequent imperialistischen Politik vereinigen liessen. Das imperialistische Experiment hat die Grundlagen des Nationalstaates aufs schwerste erschüttert, vor allem auch durch die ideologische Erweiterung und Pervertierung des Nationalismus in ein mehr und mehr bestialisches Rassebewusstsein, aber die legalen und politischen Institutionen des Nationalstaates haben, jedenfalls was den überseeischen Imperialismus angeht, schliesslich doch den Sieg davongetragen und das Schlimmste, nämlich den „Verwaltungsmassenmord“, den englische Imperialisten in den Nîsan 2012 zwanziger Jahren als einziges Mittel vorsahen, durch das die Herrschaft über Indien sich würde halten lassen, fast immer verhindert. Die berechtigte Furcht der europäischen Völker vor einer Rückwirkung imperialistischer Herrschaftsmethoden auf das Mutterland hat den Imperialismus zum Scheitern gebracht, was natürlich nicht heisst, dass er ohne Folgen geblieben wäre. Im Gegenteil – gerade in seinem Scheitern hat das imperialistische Experiment des Nationalstaates die allergrössten und keineswegs nur verhängnisvollen Folgen gehabt. Es hat, um es so kurz wie möglich zu sagen, zu dem nur scheinbar paradoxen Resultat geführt, dass Europa gerade in dem Augenblick, wo es selbst die Unzulänglichkeit des Nationalstaates und die Gefahren des Nationalismus am eigenen Leibe erfuhr, in der ganzen nicht-europäischen und nicht-amerikanischen Welt mit Völkern sich konfrontiert sieht, deren grösste Ambition noch darin besteht, sich im Sinne eines europäischen Nationalstaates zu organisieren und deren stärkster politischer Motor ein Nationalismus europäischer und letztlich französischer Prägung ist. Dabei ist die Tatsache, dass die Völker Afrikas und auch Asiens sich politische Freiheit nur am Modell des bereits gescheiterten Nationalstaats vorstellen können, noch die geringste der Gefahren, die das Erbe des imperialistischen Zeitalters uns hinterlassen hat. Ungleich ernster und bedrohlicher ist, dass das ebenfalls aus dem Imperialismus stammende Rassedenken so grosse Schichten der farbigen Völker überall erfasst hat. Wie steht es nun um die uns gestellte Frage: Ist der Nationalstaat ein Element der Demokratie? Sofern man unter Demokratie nicht mehr versteht als die konsequente Wahrung der bürgerlichen Grundrechte, zu denen wohl das Recht auf Interessenrepräsentation 60 und vor allem die Pressefreiheit gehören, aber nicht das Recht der politischen, direkten Mitbestimmung, so scheint es mir ausser Zweifel zu stehen, dass die Frage historisch positiv zu beantworten ist. Selbst die verhängnisvolle Neigung des Nationalstaats um nationaler Belange willen die eigentlich politische Freiheit zu opfern und in Diktaturen verschiedenster Art und Provenienz eine einstimmige, uniforme öffentliche Meinung zu erzwingen, braucht nicht in allen Fällen die Gefährdung der elementaren bürgerlichen Rechte zu bedeuten – wie wir es ja augenblicklich deutlich in Frankreich sehen können. Verstehen wir aber unter Demokratie die Herrschaft des Volkes oder, da das Wort Herrschaft in dieser Zusammensetzung seine eigentliche Bedeutung eingebüsst hat, das Recht aller, an öffentlichen Angelegenheiten teilzunehmen und im öffentlichen Raum zu erscheinen und sich zur Geltung zu bringen, so war es um die Demokratie im Nationalstaat selbst historisch nie sonderlich gut bestellt. Der europäische Nationalstaat entstand unter den Bedingungen der Klassengesellschaft, und wiewohl es gerade ihm zu danken ist, dass auch die unteren Volksschichten emanzipiert wurden, so hat es in ihm gerade in seiner gewissermassen klassischen Zeit immer eine nicht nur herrschende, sondern vor allem auch regierende Klasse gegeben, welche die öffentlichen Geschäfte der Nation stellvertretend erledigte. Aber all diese unbezweifelbaren Vorzüge des Nationalstaats sind heute, wie mir scheint, Dinge der Vergangenheit, welche in der heutigen Weltlage nicht mehr sehr schwer ins Gewicht fallen dürfen. *** STÊRKA CİWAN POLİTİQUE Le Confederalisme democratique Stêrka CİWAN “Le confederalisme democratique n’est en guerre avec aucun Etat-nation, mais il ne restera pas passif face aux tentatives d’assimilation. Des changements durables ne peuvent etre accomplis par la revolution ou bien la fondation d’un Etatnation supplementaire” On peut qualifier ce type de gouvernance d’administration politique non-etatique ou encore de democratie sans Etat. Les processus democratiques de prise de decision ne doivent pas etre confondus avec les processus auxquels les administrations publiques nous ont habitues. Les democraties gouvernent, la ou les Etats se contentent d’administrer. Les Etats sont fondes sur la force, les democraties se basent sur le consensus collectif. Les postes de responsabilite de l’Etat sont attribues par decret, bien qu’ils soient en partie legitimes par des elections. Les democraties fonctionnent avec des elections directes. L’Etat considere legitime l’usage de la coercition, tandis que les democraties reposent sur la participation volontaire. Le confederalisme democratique est ouvert aux autres groupes et factions politiques. Il s’agit d’un systeme flexible, multiculturel, antimonopoliste et fonde sur le consensus. L’ecologie et le feminisme comptent parmi les piliers de celui-ci. Dans le cadre de ce type d’auto-administration, il sera necessaire de mettre en place une economie alternative permettant d’augmenter les ressources de la societe, au lieu d’exploiter celles-ci, et qui sera ainsi mieux a meme de repondre aux multiples besoins de la societe. 61 a. Participation et diversite du paysage politique Le caractere contradictoire de la composition de la societe exige des groupes politiques qu’ils soient organises en formations a la fois verticales et horizontales. Qu’il s’agisse de groupes locaux, regionaux ou centraux, il est important que cet equilibre soit respecte. Chacun a leur maniere, ces groupes doivent etre capables de gerer les situations concretes auxquelles ils se trouvent confrontes et de developper les solutions adequates aux problemes sociaux les plus divers et varies. Exprimer son identite culturelle, ethnique ou nationale par le biais d’une association politique est un droit naturel. Cependant, ce droit ne peut s’exercer qu’au sein d’une societe ethique et politique. En ce qui concerne les Etats-nations, republiques ou democraties, le confederalisme democratique est ouvert au compromis par rapport aux traditions etatiques ou gouvernementales. Il privilegie la coexistence egalitaire. b. L’heritage de la societe et l’accumulation du savoir historique Le confederalisme democratique repose sur le vecu historique de la societe et son heritage collectif. Il ne s’agit pas d’un systeme politique moderne Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN et arbitraire mais bien du resultat de l’histoire et de l’experience accumulee par la societe - c’est-a-dire du vecu de celle-ci. L’Etat se dirige constamment vers toujours plus de centralisation, et ce, afin de soutenir les interets des monopoles du pouvoir. Le confederalisme fonctionne de maniere exactement inverse. Dans ce systeme, ce ne sont pas les monopoles, mais la societe qui est au centre de la reflexion politique. La structure heterogene de la societe entre en contradiction avec toutes les formes de centralisation, et une centralisation prononcee ne fait que provoquer toutes sortes de revoltes sociales. Aussi loin que l’on remonte, les humains ont toujours forme des groupes flexibles tels que les clans, tribus ou autres communautes aux caracteristiques federalistes. C’est ainsi qu’ils parvenaient a preserver leur autonomie interne. Les gouvernements imperiaux eux-memes employaient differentes methodes d’auto-administration pour les diverses parties de l’empire - il pouvait s’agir d’autorites religieuses, de conseils tribaux, de royaumes, voire meme de republiques. Il est donc important de comprendre que meme les empires en apparence centralisateurs fonctionnaient en fait selon une structure organisationnelle confederee. La societe ne veut pas du modele d’administration centralisateur, qui a pour seule fonction de permettre aux monopoles de preserver leur pouvoir. c. Ethique et conscience politique La division de la societe en categories et en termes correspondant a un modele donne n’est que le produit artificiel des monopoles capitalistes. L’apparence supplante l’essence dans ce type de societe, et l’alienation puNîsan 2012 tative de la societe par rapport a sa propre existence y encourage les gens a se retirer de toute participation active, reaction souvent qualifiee de « desenchantement » vis-a-vis de la politique. Les societes sont cependant des entites fondees sur des valeurs, et donc, essentiellement politiques. Les monopoles economiques, politiques, ideologiques et militaires ne sont que des constructions, contredisant la nature de la societe en se contentant de viser l’accumulation de surplus. Ils ne creent pas de valeurs, tout comme une revolution ne peut creer une nouvelle societe - elle peut taux de la modernite. Ceci place l’Etat-nation en contradiction avec la democratie et le republicanisme. Notre projet de « modernite democratique » se veut une pro- position alternative a la modernite telle que nous la connaissons. Le confederalisme democratique est son paradigme politique fondamental. La modernite democratique est le cadre d’une societe politique et ethique. Tant que nous ferons l’erreur de croire que les societes doivent etre des entites homogenes et monolithiques, il nous sera difficile de comprendre le confederalisme. simplement influer sur le tissu social et politique d’une societe donnee. Pour le reste, ceci est du ressort de la societe politique et ethique. Comme evoque precedemment, la modernite capitaliste contribue a renforcer la centralisation de l’Etat. Les centres du pouvoir politique et militaire au sein de la societe ont ete prives de leur influence. L’Etat-nation, substitut moderne a la monarchie, a laisse derriere lui une societe affaiblie et sans defense. A cet egard, l’ordre juridique et la paix publique ne renvoient qu’a la domination de la classe bourgeoise. Le pouvoir se concentre au sein de l’Etat central et devient alors un des paradigmes fonda- men- L’histoire de la modernite represente quatre siecles de genocide physique et culturel au nom d’une societe unitaire imaginaire. Le confederalisme democratique, en tant que categorie sociologique, constitue le contrepoint a cette histoire et repose sur la volonte de lutter si necessaire, ainsi que sur la diversite ethnique, culturelle et politique. La crise du systeme financier est une consequence inherente a l’Etatnation capitaliste. Tous les efforts deployes par les neoliberaux pour transformer l’Etat-nation sont, cependant, demeures sans succes. Le Moyen-Orient en est un exemple edifiant. 62 STÊRKA CİWAN c. Confederalisme democratique et systeme politique democratique Contrastant avec l’interpretation centraliste et bureaucratique de l’administration et de l’exercice du pouvoir, le confederalisme propose un type d’auto-administration politique dans lequel tous les groupes de la societe, ainsi que toutes les identites culturelles, ont la possibilite de s’exprimer par le biais de reunions locales, de conventions generales et de conseils. Cette vision de la democratie ouvre ainsi l’espace politique a toutes les couches de la societe et permet la formation de groupes politiques divers et varies, ce qui constitue de ce fait un progres dans l’integration politique de l’ensemble de la societe. La politique y fait alors partie de la vie quotidienne. Sans une vision politique, la crise de l’Etat ne peut etre resolue, car celle-ci est alimentee par le manque de representation de la societe au sein de la politique. Les concepts de federalisme ou d’auto-administration existant dans certaines democraties liberales doivent etre repenses, non plus en terme de niveaux hierarchiques au sein de l’administration de l’Etat-nation, mais en tant qu’instruments principaux de participation et d’expression sociale. En retour, ceci fera avancer la politisation de la societe. Pour ce faire, nul besoin de pompeuses theories, seule suffit la volonte de permettre aux besoins sociaux de s’exprimer, en renforcant l’autonomie structurelle des acteurs sociaux et en creant les conditions necessaires a l’organisation de l’ensemble de la societe. La creation d’un niveau operationnel ou toutes les sortes de groupes politiques et sociaux, de communautes religieuses ou de tendances intellectuelles s’expriment directement dans les processus locaux de prise de decision est ce que l’on appelle la democratie participative. Plus la participation est importante, plus ce type de democratie est fort. La ou l’Etat-nation entre en contradiction, voire meme en conflit, avec la democratie, le confederalisme democratique constitue un processus democratique continu. Les acteurs sociaux, etant chacun en eux-memes des unites federatrices, sont les cellules souches de la democratie participative. Selon les besoins, ils peuvent s’associer et former de nouveaux groupes et confederations. Chacune des unites politiques impliquees dans la democratie participative se doit d’etre de nature democratique. Ainsi, ce que nous appelons democratie se resume a l’application de processus democratiques de prise de decision depuis le niveau local jus63 qu’au niveau global, et ce, dans le cadre d’un processus politique continu. Ce processus influera la structure et le tissu social de la societe, au contraire de l’homogeneite voulue par l’Etatnation et qui ne peut s’accomplir que par l’usage de la force, entrainant ainsi la perte de la liberte. J’ai deja evoque le fait que le niveau local est le niveau ou les decisions doivent etre prises. Cependant, la vision sous-tendant ces decisions doit etre en lien avec les questions globales. Nous devons nous rendre compte que meme les villages et les quartiers urbains ont besoin d’une structure confederale. Tous les domaines de la societe doivent s’auto-administrer et tous les niveaux de la societe doivent etre libres de participer. e. Confederalisme democratique et autodefense L’Etat-nation est une entite a structure principalement militaire. Les Etatsnations sont toujours plus ou moins les produits de guerres interieures et exterieures. Aucun des Etats-nations existants n’est apparu de lui-meme. Ils ont invariablement un historique de guerres a leur actif. Ce processus n’est pas limite a l’etape de leur fondation, mais s’appuie bel et bien sur la militarisation de l’ensemble de la societe. Le gouvernement civil de l’Etat n’est qu’un accessoire de l’appareil militaire. Les democraties liberales vont encore plus loin en camouflant leurs structures militaristes sous des couleurs liberales et democratiques. Cela ne les empeche cependant pas de rechercher des solutions autoritaires au summum d’une crise provoquee par le systeme lui-meme. L’exercice fasciste du pouvoir est dans la nature de l’Etat-nation ; le fascisme est la forme d’Etat-nation la plus pure. Nîsan 2012 STÊRKA CİWAN Seule l’autodefense peut permettre de repousser cette militarisation. Les societes qui ne possedent pas de mecanisme d’auto- defense perdent leur identite, leur capacite a la prise de decision democratique et leur nature politique. Par consequent, l’autodefense de la societe ne se limite pas qu’a l’aspect militaire des choses. Elle presume egalement la preservation de l’identite, l’existence d’une conscience politique propre et un processus de democratisation. Alors seulement peut-on parler d’autodefense. Dans ce contexte, on peut qualifier le confederalisme democratique de systeme d’autodefense de la societe. Seuls les reseaux confederes peuvent fournir une base permettant de s’opposer a la domination globale des monopoles et du militarisme de l’Etatnation. Face au reseau des monopoles, il nous faut construire un reseau de confederations sociales tout aussi puissant. En particulier, cela signifie que le paradigme social du confederalisme n’implique pas que les forces armees aient le monopole de la chose militaire, celles-ci n’ayant la tache que d’assurer la securite interieure et exterieure. Elles sont placees sous le controle direct des institutions democratiques. La societe elle-meme doit etre capable de determiner leurs devoirs, et une de leurs taches principales sera donc de defendre le libre arbitre de la societe contre les interventions interieures et exterieures. La composition du commandement militaire doit etre determinee a parts egales par les institutions politiques et les groupements confederes. f. Le confederalisme democratique face a l’hegemonie Le confederalisme democratique est fermement oppose a tout type Nîsan 2012 d’hegemonie, et ce, notamment dans le domaine ideologique. Tandis que les civilisations classiques s’appuient generale- ment sur le principe d’hegemonie, les civilisations democratiques refusent les puissances et les ideologies hegemoniques. Toute forme d’expression depassant les limites de l’auto-administration democratique reduirait jusqu’a l’absurde les principes meme de l’auto-administration et de la liberte d’expression. La gestion collective des affaires de la societe necessite la comprehension et le respect des opinions divergentes, associes a des processus de prise de decision democratiques. Par contraste avec la modernite capitaliste, ou les institutions dirigeantes des Etats-nations prennent des decisions bureaucratiques arbitraires, les institutions dirigeantes du confederalisme democratique fonctionnent sur des bases ethiques et n’ont donc pas besoin de legitimation ideologique. Par consequent, elles ne recherchent pas l’hegemonie. g. Les structures democratiques et confederees a l’echelle mondiale Bien que le confederalisme democratique se concentre sur le niveau local, il n’est pas exclu d’organiser le confederalisme a l’echelle mondiale. Au contraire, il nous faut etablir une plate- forme de societes civiles nationales, c’est-a-dire une assemblee confederee, afin de s’opposer aux Nations Unies, qui sont une association d’Etats-nations sous la direction de superpuissances. Nous parviendrons ainsi, peut-etre, a prendre de meilleures decisions permettant de faire progresser la paix, l’ecologie, la justice et la productivite dans le monde. 64 h. Conclusion Le confederalisme democratique est un type d’auto-administration qui contraste avec l’administration par un Etatnation. Cependant, dans certaines circonstances, la coexistence pacifique entre ces deux entites est possible, aussi longtemps que l’Etat-nation n’interfere pas avec ce qui releve de l’auto-administration. S’il s’y risquait, en effet, la societe civile serait en droit d’assurer son autodefense. Le confederalisme democratique n’est en guerre avec aucun Etat-nation, mais il ne restera pas passif face aux tentatives d’assimilation. Des changements durables ne peuvent etre accomplis par la revolution ou bien la fondation d’un Etat-nation supplementaire. Sur le long cours, la liberte et la justice ne peuvent prevaloir qu’au sein d’un processus dynamique de democratie confederee. Ni le rejet total de l’Etat, ni sa reconnaissance pleine et entiere ne servent les efforts democratiques de la societe civile. Le triomphe sur l’Etat, et notamment sur l’Etat-nation, est un processus de longue haleine. L’Etat ne sera vaincu que lorsque le confederalisme democratique aura prouve sa capacite a resoudre les questions sociales. Cela ne signifie cependant pas que l’on doive se soumettre aux attaques des Etats-nations. Les confederations democratiques maintiendront en permanence des forces d’autodefense. Les confederations democratiques ne seront pas forcees de s’organiser au sein d’un territoire unique. Elles pourront prendre la forme de confederations transfrontalieres, lorsque les societes concernees le souhaiteront. ***