goethe`nin damarlarındaki türk kanı

Transkript

goethe`nin damarlarındaki türk kanı
GOETHE’NİN DAMARLARINDAKİ TÜRK KANI
Prof. Dr. Katharina Mommsen
Türkçesi: Senail Özkan
Bir Alman soy araştırmacısı olan Niels Hansen, yaklaşık olarak doksan yıl önce
böyle bir ihtimale işaret ediyordu.1 Onun bu enteresan keşfini daha yakından
incelemeden önce bazı açıklamalarda bulunmak uygun olacaktır. İnsanlar anılmaya
başladığından beri bizzat kendi soyu ve bilhassa da seçkin kişilerin aslı ve nesli
hakkında düşünmüşlerdir. Hz. Musa dahi bütün tafsilatıyla Âdem ve Havva’dan
gelen insanların uzun zaman devam eden nesepleri hakkında malumat vermiştir.
Aynı şekilde atalarının birçok nesil öncesine dayanan soylarına dair hesap vermek en
eski Arap adet ve ananelerindendi. Eski Yunanlılar nakil yoluyla kendilerine intikal
eden şecerelerini (soybilim) tarih yazmalarına esas alıyorlardı. Kadim Romalılar
kendilerinden sonraki nesiller için “soy” (stirps =sülale/soy) ifadesini kullanıyorlardı.
Demek oluyor ki Avrupalılar soyağaçlarını bu Roma hukukundan çıkarıyordu; zira
miras hukukunda vâris ile miras bırakanın akrabalık derecesi önemliydi. Bir
mülahazayı daha buraya ilave etmek lâzım: Bütün patriarkal kültür halkları, bilhassa
onların asilleri, meşhur soylarının menşeine büyük önem atfediyor ve cedlerini
sağlam bir şekilde hafızalarında tutmayı önemsiyorlardı. Bu bağlamda şurası bir
vakıadır ki ne kadar mazinin (geçmiş hayatın) karanlığı içerisine girilirse, efsanevi
olan şeyler, ispat edilebilir olguların eksikliğinden dolayı o derece tarihî olarak
nakledilenlerle birbirine karışıverir. Bundan dolayı soy araştırmacıları çoğu zaman
bilim adamları tarafından ileri sürülen büyük şüphelerle karşılaşırlar. Bu bilim
adamları kendi disiplinleri içerisinde olguların tahkik edilebilmesine hususi bir değer
vermektedirler. Bu yüzden bazıları birçok yüzyıl öncesine kadar giden soyağacı
kayıtları hakkında, serbest olarak tahkik edilemeyen iddialara ve hüsnü kuruntulara
istinat ettikleri gerekçesiyle tereddüt uyandırmaktadırlar.
19. yüzyılda Almanya’da soy araştırmalarına ilgi fevkalâde artmıştır.
Napolyon’un işgaline karşı verilen kurtuluş savaşlarından beri milliyet duygusu
gittikçe güçlenmiş ve aşırı kendine güvene ve gurura dönüşüvermiştir. 20. yüzyılın
eşiğinde genetik nazariyesiyle ittifak eden soyağacı araştırmaları halk tarafından
gördüğü kabule istinaden sosyal bilim olarak akademik bir statü kazanmıştır. O
zamanlar bu sosyal bilim, çalışmalarını hususi bir teveccüh ve sempatiyle en meşhur
Alman olan Goethe’ye yönlendirmiştir.2 Her şeyden evvel şairin ataları arasında özel
1 Niels Hansen: Ein Tropfen Türkenblut in Goethes Adern? (Goethe’nin Damarlarında Bir Damla Türk Kanı?)
In: Jahrbuch der Sammlung Kippenberg. Siebenter Band 1927/1928. Unter der Rubrik: Kleinere
Mitteilungen. Leipzig. 1928. S.303 – 311.
2 Hans Pyritz tarafından kurulan Goethe-Bibliyografisi, Heidelberg 1965. S. 185-188‘nde Soyağacı başlığı
altında 1888 –1952 yılları arasında yapılan 55 yayın mevcuttur. Yayınlayan bununla ilgili olarak burada
Goethe’nin soyağacı araştırmalarından sadece genel ve özet olarak seçilmiş yayınlara yer verildiğini
kaydediyor.
sanat ve zihni kabiliyetleri olan şahsiyetler aranmıştır. Böyle büyük bir dâhinin
doğabilmesi, ancak bu irsî kabiliyetlerle mümkün olabilirdi. Tabii burada
Goethe’nin, anne tarafından 9. nesilden olan, 1555 yılında Weimar’da ölen,
Rönesans’ın meşhur ressamı Lucas Cranach(yaşlısı)’ın soyundan geldiği
gerçeğiyle karşılaşıldı. Esasen anne tarafından ataları arasında pek meşhur
şahsiyetler bulunuyordu: Sanatkârlar, âlimler, hâkimler, yüksek devlet memurları ve
soylu ailelerin mensupları...3 Öte yandan baba tarafından ataları daha çok köylü ve
zanaatkâr çevrelerden oluşuyordu. Yekûn itibariyle Goethe’nin ataları Almanya’nın
her yerinde çok çeşitli meslekler icra ediyorlardı.
Bu konuda temel eser Carl Knetsch’in şu kitabıydı: Goethes Ahnen. Leipzig 1908.
Takdire şayan araştırmacı uzun yılların çabasını, Goethe’nin 100. ölüm gününde
yayımlanan Ahnentafel Johann Wolfgang Goethes (Johann Wolfgang Goethe’nin Soyağacı)
başlıklı eseriyle taçlandırdı.4 Gerçekten de bu soyağacı kayıtları Alman tarihinin
başlangıcına, yani Büyük Carl’a kadar geri gider. Şaşırtıcı bir şekilde bu zatın
soyundan gelenler arasında Goethe de sayılmaktadır. Daha doğrusu, şairin atası olan
Ludwig Orth’un 1477 yılında Erfurt Üniversitesi’ne girdiği ve sonraları Marburg’a
maliye müdürü olarak tayin edildiği ispat edilmiştir. Ludwig Orth, Brabant
ailesinden Hessen Eyalet Prensi III. Heinrich’in Contzel Dietz adındaki kızıyla
evlenmiştir. Bu irtibat sayesinde geriye doğru şecere takip edilince, Almanya’nın
ekseri hükümdar ailelerinin asıl menşeleri Goethe’nin aile şeceresinden
gözükmektedir.5 Doğu Batı Divanı şairi bakımından Goethe’nin haneden soyundan
olan ailesinin münferit şahsiyetleri arasında bilhassa Büyük Carl enteresandır; çünkü
Avrupa’nın Hıristiyan Kayseri olarak o, Abbasi devletiyle ticarete başlamak ve barış
anlaşmaları yapmak üzere Bağdat’a, 5. Halife Harun Reşid’e bir heyet göndermiştir.6
Mamafih Goethe’nin ataları arasında evrensel kültüre sahip Staufen Kayseri II.
Friedrich’in de bulunması daha az etkileyici bir tasavvur değildir. II. Friedrich,
Neapel’de geçirdiği çocukluğundan beri Araplarla iyi münasebette bulunmaktan
hoşlanmış, Arap felsefesini mükemmel bir şekilde bilen birisi olarak Müslüman
hükümdarlarla Arapça olarak en yüksek seviyede fikir teatilerinde bulunmuştur.
Aynı şekilde Kudüs’te Kral olduğu on yıl boyunca da her üç monoteist dinin
mensuplarına aynı hakları vermiştir. Goethe’nin bundan daha mükemmel bir ruh
akrabası gerçekten düşünülemez.
Şimdi tekrar asıl konumuza dönelim: Knetsch’in Goethes Ahnen başlıklı eseri,
anne tarafından soyu arasında, Türk soyuna mensubiyetine atıfta bulunmaksızın,
Soldan adını taşıyan iki isim zikretmektedir: Heinrich Soldan ve oğlu Johann
3 Vgl. Anton Kippenberg: Goethes Weimarer Ahnen. In: Jahrbuch der Sammlung Kippenberg. Dritter
Band. Leipzig. 1923. S.80 – 85.
4 Carl Knetsch tarafından hazırlanmış. Leipzig 1932. Zentralstelle für deutsche Personen- und
Familiengeschichte (Alman Şahıslar ve Aileler Tarihi Merkezi).
5 Ausser den Karolingern und Saliern, die Sachsenkönige, Hohenstaufen, Habsburger, Wittelsbacher,
Wettiner, Hohenzollern, Herzöge zu Pommern, Mecklenburgische und Braunschweiger Fürsten. Vgl.
Walther Tröge: Goethes Ahnenschaft in landschaftlicher und ständischer Gliederung. In: Goethe Vierteljahresschrift
der Goethe-Gesellschaft. Neue Folge des Jahrbuchs. Hrsg. von Hans Wahl. Band 2. Weimar 1937. S. 244f.
6 Über Goethes in Dichtung und Wahrheit Buch 1 ausgedrückte Faszination durch Carl den Großen vgl.
Goethe und die Weltkulturen 277-82, speziell S. 279:
Soldan. Bunlar, 1490-1507 yılları arasında Hessen eyaletinin küçük bir kenti olan
Frankenberg’de arka arkaya, hukukçu olmayan mahkeme jüri üyesi, şehir mimarı,
şarap ustası ve belediye başkanı olarak görev yapmışlardır. Johann Soldan’ın
Frankenberg hükümet konağı ve Pfarrkirche kilisesini inşa edip etmediği ihtilaflıdır.
Sadece kentin inşa komisyonu amirliğini yapıp yapmadığı konusunda da sarahat
yoktur. Fakat onların evlatları arasında bir dizi sanatkâr bulunmaktadır ki bunların
en önemlisi, Martin Luther’in çağdaşı Hessenli heykeltıraş ve tahta üzerine kalıp
şekilleri hâkkeden, Philipp Soldan’dı.
Aşağıda belirtilenlerde daha çok başlangıçta zikredilen Hansen’ın
yayımladıklarına istinat ediyorum. Soldan’ın aile ananelerine bakılacak olursa, ailenin
atası Türk soyundan olmak lazım gelir. Soldan ailesinin mevcut iki soyağacından
birisi, 1300’den 1600’e kadar olan üç yüz yılı, ikincisi 1600’den 20. yüzyıla kadar
olan bir süreyi kapsar. Her iki soy kütüğü şaşırtıcı uygunluklar gösterir. Bilhassa
Soldan ailesinin 15. yüzyılda Württemberg eyaletine bağlı Neckar bölgesindeki
Brackenheim kentinde yerleşmiş olduğuna dair bir mutabakat mevcuttur. Heinrich
Soldan’ın cetleri de orada bulunuyordu; buna göre onun dedesinin babası Melchior
Soldan, bir Türk olan Sadoch Selim (Johannes) Soldan’ın oğluydu. Strieder’de
(Hessen’e ait ansiklopedik bilginler sözlüğü) yayınlanan eski bir parça ondan şu
sözlerle bahsetmektedir:
“Kont von Lechmotir, Sadok Selim Soldan adında bir Türk subayını esir
almıştı. Kahramanlığı ve hususi büyüklüğünden dolayı onu, kısa bir zaman sonra
albaylarından birisi olarak atadı. Peşinden 1305 yılında onu sadece Hıristiyan olarak
vaftiz ettirip Johann Soldan adını vermekle kalmadı, bilakis hususi sevgisinden
dolayı ona bir Türk asalet arması taktı. Asıl Johann Soldan 1304 yılında Rebeka
Dohlerin ile evlendi; herkesi hayrete düşürecek şekilde bu Dohlerin’le üç büyük
oğul yetiştirdi ki bunlar büyük Soldanlar olarak adlandırıldı. Bunların adları ise
Eberhardus, Christianus ve Melchior idi. Bu üç Soldani magni (muhteşem Soldan),
Brackenheim’daki Pfarrkirsche kilisesinin bitişiğinde bir şapel inşa ettiler ki bugün
bu şapel Soldanlar Şapeli olarak adlandırılmaktadır.”
Bundan başka Soldan’ın şecere kütüğünde Sadok Selim’in dedesinin bir cerrah
ve iyi Latince bilen biri olduğu kaydı vardır. Ayrıca onun hakkında bir ilave izahat
daha mevcuttur ve bu izahattaki bilgiler kadınların isimlerine kadar eksiksiz olarak
birbirini tutmaktadır. Orada şöyle deniliyor:
“Württemberg Kontu Reinhart’la bir 1304 yılında Kudüs’ten Württemberg
eyaletinin başkenti Brachana [Brackenheim]’ya Anno adında bir kişizade gelir, orada
S. Johannis Kilisesi’nde Anno 1304 yılında vaftiz edilir ve Johannes Soldan adını
alır. Kontun müsaadesiyle burada Anna Delcherin ve Rebecca Bergmännin adında
iki kadınla izdivaç eder ve bunlardan yirmi yılda on iki erkek çocuğu dünyaya
getirir.”
Soy kütüğü kayıtlarında on bir oğlanın üçe indirilmesi şöyle izah edilmektedir:
Bunlardan sekizi ruhban sınıfına geçmiştir; böylece ruhbanlıkla bağlantılı olan
zorunlu bekârlık dolayısıyla soy kütüğü kayıtlarında zürriyet gözükmemektedir.
Hansen, Sadok Selim Soldan’ın ne zaman ve hangi yolla Almanya’ya gelmiş
olabileceğini ortaya çıkarmak için tarihî açığı kapatma yolunu araştırmaya gayret
etmeden evvel, belgelere istinat eden bu bilgileri araştırmalarına esas almıştır.
Burada o, Sarazanlar [Haçlı Seferleri zamanında Müslüman veya Arap olanlara
Sarazan deniyordu]’ın 1291 yılında Hıristiyan orduların Kudüs’teki son savunma
hatları Akkâ’yı fethettiklerinde Alman şövalyeler tarikatının onlarca yıl savaştan
sonra, Kudüs’ü fethetme hedeflerine ulaşamadan geri çekildikleri tarihî gerçeğinden
hareket etmektedir. Rodos şövalyeleri o zamanlar evvela Rodos’a ve daha sonra da
Almanya’ya geri çekildi ve burada onlarca yıl içerisinde çeşitli bölgelere dağıldılar.
Sadoch Selim Soldan, vatanına dönen Alman bir şövalyeyle Almanya’ya gelmiş
olması lazım. Hessen Ansiklopedik Bilginler Sözlüğü, Türk subayını esir alan ve çok
geçmeden ona hususi bir sempati duymaya başlayan kişinin Kont Lechmotir
olduğunu söylerken, soy kütüğü kaydı Württemberg Kontu Reinhart adını verir.
Hansen, Kont von Lechmotir olarak gösterilen kişinin Suriye’nin El-Mahara
(Almothara, değişerek Lechmotir olmuş) şehrini savunan Rodos şövalyesi
olabileceğini varsayıyor. Alman şövalyelerinin sınır şehri olarak burası onlar için
fevkalâde stratejik bir öneme sahipti. Kont von Lechmitor diye adlandırılan kişi
Württember Kontu Reinhart ile aynı kişiymiş; belgelerin akla getirdiği de budur.
Suriye’nin bu sağlam sınır şehrini savunan kişi olarak elbette o, Sarazan Sadoch
Selim Soldan’ı esir almış ve daha sonra beraberinde Brackenheim’a getirmiş olabilir.
Bu tahmin çok daha kuvvetle muhtemeldir; çünkü 14. yüzyılın başlangıcında
Brackenheim’daki Stockenberg Sarayı kilise şövalyeleri tarafından kurulmuş olan
Sen-Jan Tarikatı’ndan olan Alman Şövalye Tarikatı’nın merkezi haline gelmiştir. Bu
bağlamı göz önünde bulundurarak Hansen, şunu temin eder: “Bu şartlar altında ilk
Soldan’ın mukadderatı ne kadar kolay izah edilebilir! Her halkanın diğerine
bağlandığı pek inandırıcıdır!”7 Tabii bir şartla ki eski belgelerde kendisine sunulan
veriler tasdik edilmiş olsun, demek istiyor Niels Hansen, “o zaman Goethe’nin
Türklerle irtibatı neredeyse ispat edilmiştir.”8
O zamanlar Hansen, meslektaşlarınca sempatiyle karşılanmamış ve tasdik
edilmemiştir; zira onlardan hiçbiri onun araştırmalarını doğrulamamıştır. Doğrusu o
zamanlar Nazi dönemi yaklaşmaktaydı ki o dönemin nasyonalist “Cermen”
ideolojisi üzerine yemin etmiş siyasi iktidarı bütün liberal ve kozmopolit düşünceleri
yok ediyordu. Buna rağmen şöhretli şair ve düşünürlerle övünmek istediklerinden,
ataları arasında yabancı bir ırka mensup birisinin olabileceği düşüncesi onlara pek
sevimsiz geliyordu. Buna karşılık Goethe, soy ağacı araştırmacılarının onun
muhtemel cedleriyle ilgili elde ettikleri her şeyi öğrenmekten dolayı elbette sadece
sevinirdi. O bunlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bununla birlikte 26 yaşında
birisi olarak o, kendisiyle dost olan şair Gottfried August Bürger’e çoğu zaman
tabiatının kendisine acı veren tezatları hakkında itirafta bulunurken, kendi sözleriyle
hiçbir şekilde çelişki içerisinde değildir:
“İnsan tabiatı sırf çelişkilerle dolu olduğundan, bir perinin bana vaftiz
armağanını olarak verdiği şeyin uğurlu mu uğursuz mu olduğunu nasıl bilebilirim?” 9
7 Niels Hansen a.a. O. S. 307.
8 Niels Hansen a.a. O. S. 306.
9 Brief vom 18. Oktober 1775 (WA IV 2, 301).
Tabiata tümüyle bakışı sayesinde o, son yıllarda mizaçların çeşitliliğini büsbütün
pozitif bir şey olarak değerlendirmiştir. Bu meyanda o, 1807 yılında Morfoloji başlıklı
eserinin girişinde şöyle der: “Bir yaratık ne kadar mükemmellikten uzaksa, onun
parçaları da o derece birbiriyle aynı yahut benzerdir. Bir yaratık ne kadar
mükemmelse, cüzleri de o derece değişiktir.” Bu bağlamda şu gerçek de o derece
öğreticidir: Goethe, Doğu Batı Divanı’nda “mischen” (karıştırmak) ve “erfrischen”
(ferahlamak, tazelemek, yenilemek, canlandırmak), “gemischt” (karışmış) ve
“erfrischt” (yenilenmiş, tazelenmiş, ferahlamış, canlanmış) kelimelerini fevkalâde
birbiriyle ilişkili kafiyeler olarak kullanmıştır. Bu surette şair, biyologların ilk defa
çok sonraları bilincine vardıkları bir keyfiyeti, yani farklı ırkların birbiriyle
karışımının insanlar için çok daha sağlıklı ve yakın akrabalar arasındaki evliliklerden
daha iyi olduğunu ifade etmek istemiştir.
Her şeyden önce Sadok Selim Soldan hakkındaki anlatılanlardan bize intikal
eden en şaşırtıcı şey, Alman perspektifinden bakıldığında, onun iki kadınla
evlenmesine müsaade edilmesiydi; çünkü bu durum Hıristiyanlığın başlangıcından
beri ahlâkî-dinî anlaşmalarla bağdaşmıyordu; bu yüzden iki eşlilik kanunen suç
sayılmış ve böyle de devam etmiştir. Doğrusu Alman edebiyatında ilk defa Goethe,
1776 yılında yayımlanan Stella. Ein Schauspiel für Liebende (Stella, Sevenler İçin Bir Oyun)
adlı tiyatro eserinde üç eşli bir evliliği Allah’ın iradesinin ifadesi olarak savunmaya
cesaret etmiştir. Goethe bunu 1264 yılında ölen Türingenli Kont von Gleichen’in
meşhur efsanesine istinaden kaleme almıştır; Erfurt Dom kilisesinde bulunan abide
mezar bu zatı, iki zevcesinin arasında göstermektedir. Bu Kont von Gleichen, 1227
yılında Haçlı Seferleri esnasında esir düşmüş, fakat bir Sultan kızı olan Malechsala
(Mechsala da denir) sayesinde hürriyetine kavuşmuş ve onunla birlikte tekrar
Almanya’ya geri dönmüş olmalı. Burada hanımı, onun hayatını kurtaranın bu
Müslüman hanım olduğunu anlar. Goethe, dramının sonunda şövalyenin bu
efsanesini şöyle tasvir eder:10
“Çok güvenilir bir adammış, karısını çok severmiş, onunla vedalaşmış, evini
barkını ona emanet etmiş ve onu kucaklayarak çıkıp gitmiş. Birçok ülkeler dolaşmış,
savaşmış ve esir düşmüş. Efendisinin kızı onun bu esaretine acımış; zincirlerini
çözüp beraberce kaçmışlar. Kız bütün harp tehlikeleri arasında ona arkadaşlık etmiş
bu sevgili silahşora! Nihayet bu adam seferden muzaffer olarak asil karısının ve
kızının yanına dönmüş. Şövalye insanlığı duyuyormuş! İnsanlığa inanıyormuş. Onun
için kızı beraberinde götürmüş. Derken kocasını karşılamaya koşan sadık kadın,
bütün sadakatinin, itimadının, ümitlerinin, onu tekrar kolları arasına almakla
mükâfatlandığını görüyor. Sonra şövalyenin adamları mağrur bir şan ve şerefle
beygirlerinden vatan toprağına sıçrar ve onun ayakları dibine birçok ganimetler
sererler! O, bütün bunları dolaplarına nasıl yerleştireceğini, şatosunu nasıl
süsleyeceğini, dostlarına ne hediyeler vereceğini zihninde tasarlarken Şövalye ona,
‘Asil ve sadık kadın, en büyük hazine daha geride!’ der.
“Arkasında maiyetiyle yaklaşan yüzü örtülü kadın kimdir? Kadın, sakin bir eda
ile attan iner. Kont, ‘Buraya’ diye haykırır ve elinden tutarak karısına götürür.
10 MA 1.2, S. 76 f.
‘Buraya! Bütün bunlara… Ve şu hanıma bak! Bunların hepsini… Ve beni onun
elinden yeniden teslim al! Boynumdan zincirleri o çözdü, rüzgârlara o emretti, o
beni kazandı. Bana hizmet etti, beni bekledi! Ona ne borçluyum? İşte karşında! Ona
mükâfatını ver’’ der. Sadık kadın, kızın boynuna sarılarak gözyaşları içinde haykırır:
‘Sana verebileceğimin hepsini al! Tamamıyla sana ait olanın yarısını al! Onu tam
olarak al! Tam olarak bana bırak. Biri ötekinden hiçbir şey gasp etmeksizin ona
malik olmalıdır!’ Ve kocasının boynuna sarılarak, ayaklarına kapanarak haykırır:
‘İkimiz de seniniz!’ Ellerini yakalarlar, ona sarılırlar. Ve gökyüzünde Tanrı bu
sevgiden hoşnut olur ve mukaddes vekili de onlara hayır dua eder; saadetleri de
sevgileri de sevinç içinde, aynı evde, aynı yatakta, aynı mezarda barınır.”
26 yaşındaki Goethe’nin dramının “mutlu son”unu böylece kolaylaştıran Haçlı
Seferleri döneminde yaşanan bu efsanedir. Dramın sonu her iki kadının şu sözüyle
bağlanır: “İkimiz de seniniz!”
O zamanki seyirciler, alışılmışın ötesinde çok baskı yapmasından anlaşılacağı
üzere, bu oyunu sansasyonel bulurlar. İnsanlar bu oyunu kısmen kayıtsız şartsız
büyüleyici bulmuş, kısmen de şiddetli bir itirazla tepki göstermişlerdir. İki kadını
seven bir “kahraman”ı sahneye çıkarmak ve onlarla evlilik hayatı yaşamak… Kaldı
ki yazar bu kahramanı kınamıyor, bilakis daha çok şunu iddia ediyor: “Gökyüzünde
Tanrı bu durumdan hoşnuttu.” Tabii bu iddia ahlakî ve dinî tüm gelenekleri inkâr
anlamına geliyordu. Bu yüzden oyun kısa zaman içinde yasaklanmış ve Goethe’nin
hayatta olduğu yıllarda bu eski haliyle bir daha oynanmamıştır. Böylece Goethe
daha sonraları sahne için daha değişik bir metin kaleme almıştır; ancak şair, bunun
Schauspiel für Liebende (Sevenler İçin Bir Oyun) değil, bilakis Trauerspiel (Trajedi)
olduğunu söylemiştir. 1806 yılında bu oyun trajik bir felaketle sahnelenmiştir.
Bununla alakalı olarak Goethe bizzat şu açıklamayı yapar:11
“Dikkatli bakıldığında mevzubahis olan şudur ki esasen büsbütün tek evlilik
üzerine kurulmuş âdet ve ananelerimize göre, bir adamın iki kadınla münasebetine,
bilhassa burada göründüğü şekliyle, müdahale edilemez ve bundan dolayı da mevzu
mükemmel bir trajedi kalitesi kazanır. Bu yüzden söz konusu eşitsiz ilişkiyi
dengeleme teşebbüsü verimsiz olmuştur. Oyun trajik bir istikamet kazanır ve bu
minval üzere duyguları tatmin ederek ve acıma hissini yükselterek sona erer.”
Şu var ki trajedi metnindeki değişiklikle kahramanın kendini vurması ve genç
sevgililerden biri olan Stella’nın sonunda kendini zehirlemesi düşünüldüğünde, o
zaman bu yorum tabiri caizse pek kinik (alaycı, istihza edici) gelmektedir. Şüpheye
hiç mahal yoktur ki oyunun önceki hali şaire daha hümanistti. Böylece Türk
soyundan atasının aynı zamanda iki hanımla evlenmesine müsaade edildiğini
öğrenseydi bu durum, hiç şüphesiz onun daha çok hoşuna giderdi. Bununla beraber
soyağacı araştırmacılarının ilk defa çok sonraları bizzat onun atalarına dair elde
ettikleri bilgilerden Goethe’nin asla haberi olmadı.
11 Über das deutsche Theater (WA I 40, 94 f.)

Benzer belgeler

BIRINflLIGI `:1 - Katharina Mommsen

BIRINflLIGI `:1 - Katharina Mommsen etmiqtir. DoSrusu Alman edebiyatnda ilk defa Goethe, 1776 yr}nda yayunlanan SteIIa, Ein Schauspiel ftir Liebende (Stella, Sevenler igin Bir Opn) adb' tiyatro eserinde iig eqli bir evlili$i Allah'm ...

Detaylı