1958 - Mülkiyeliler Birliği

Transkript

1958 - Mülkiyeliler Birliği
KAZGAN
(1958)
Y ıl : 98
C ilt : S8
Sayı : 08
A lış Fiyatı : Meslek s ırrıd ır, kusura
m ayın.
Satış
Fiyatı : Ne
verseniz
idare
bak­
etmez
Fatura No. : ÜssL'tm ¡zan 0007
Her y ıl Nisan ayına doğru bir d e f a d a ^ y
lanır, ilm i, içtimai, iktisadi, sıhhi, bedeni, cer­
rahi. nonsiyasi. politik, zirai,
ticari, fenni,
ahlâki, felsefi, sınai, mali, idari dergi olup, de­
reyi tepeyi, k ız ı erkeği, talebeyi hocayı, m ek­
tebi sokağı anlatır; işleyeni imletir, işlemeyeni
işletmez; y azıyı, k â ğ ıd ı, m ürekkebi, ilâ n ı b u ­
lunca çık ar. Ç ık tık ta n sonra bedeli m u k ab ilin ­
de okutulduğu görülm em iştir.
Y a r ıla r ın her
türlü sorum luluğu ne yazana, ne yazdıran, ne
basana, ne de bastırana aittir. Sadece okuyana
aittir. İçindeki y a zıla rın her îıak k ı
m ahfuz
olu«». y alnız H akkı Bey görebilir. Ancak y a zı­
lar, Ayı Mete. Ilam ınal N anıık, K ü rt Mustafa
ve Cem Z. Ç akm ak‘ın şahsi ve fiili himayeleri
altın d ad ır. ■ Gönderilsin gönderilmesin bütün
y a n la r y a y ın la n ır ve iade edilir. Ve isteyene
fazladan yazı da verilir ve im zalı fotoğrafta
verilir, imzasız da verilebilir.
İmtiyaz Sahihi :• Sevgili D e k an ım ız; Ncşririyal M üşaviri : Nerde şıı adam yahu..? Yazı
İşlerini de Faclo İdare Kilen Mesul M iidür :
Berbere gitti; Yazı İşlerini Y alancıktan İdare
Kilen G ayri Mesııl M üdür :
Uyuyor şimdi,
aman rahatsız etm eyelim :
Yazıları lfasırallt
Kdeiı Genel Sekreter ; in başı ağrıyor; Yazı :
Yazanlar: Kesim : Yapanlar; Dekor - Kostüm :
Sevim;; Make tıp : Kadriye; Gece Sekreter­
leri : Hoca Yaşar, iBaba K urt; G iiııdiiz Sekre­
terleri : G ün d üz ve
(ötekini tanım azsınız)
Diiııya Meseleleri : Tatlı aileseledir; Memle­
ket Meseleleri : Taner; K alkın m a Meseleleri :
A m an
dalgalandırm a ¡kardeşim;
M ülkiye :
Heeeeyy... İlim ve Teknik : Ruşen; Sinema :
Halide DD; Tiyatro : K ız Mete; Orm anlar ve
H ayvanlar Alemi : Ayı Mete; Radyo : Aslanhacak FikıeL; T. V. ve Röntgen :
Et Suat;
Tıp : Dr. Ü m it; Spor : Bronlo Bcycaıı Moda :
Senay; Sanat : K a r ın doyurur; Society : S i­
yasi Olcay ve P. K ulin ; M iizik : Soprano Fa­
yans; Kdobiyat : Tozkoparan; Hal ve G idiş :
Y ajçın
Tuııcer;
Fotoğraf : Foto - Soptik,
Foto - Ta vil; Mizah : F. H . Sur; A yak İşleri :
Bizim Komite; Kİ işleri : )Dya;
K afa .İşleri :
Asistanlar;
Y ıld ız Falı ve Kiiya Tabirleri:
Y ıld ız; Hademeler ve Gece Bekçileri : H l( D o­
ğan. İdiot.
KAZGAN, Siyasal Bilgiler Fakültesinin tebessümüdür :
Dersleriyle, imtihanlariyle, seminer, 'pratik kurlar, konferans ve
gezilerle (lohı bir öğretini yılının sonumla iyice lıak etlilen lıir
zafer, bir kurtuluş tebessümü...
I
KAZGAN, Siyasal Bilgiler Fakültesinin bir aynasıdır : Şer­
gili öğrencilerinin, sayın Profesörlerinin, değerli Doçent ve asis­
tanlarının, bir kelime ile. biitün Fakülte hayatının acı, tatlı unu­
tulmaz hâtıralarını en canlı, en şakrak, ayın zamanda en munis
çizgileriyle aksettiren saılık bir ayna...
KAZGAN, Siyasal Bilgiler Fakültesinin güven ve üm idinin
.ifadesidir : İncitmeyen iğnesiyle dokunduğu ilerilerin, m ahru­
miyetlerin, eksiklerin; öğrencilerinin, hocalarının elbirliğiyle -di­
ğer bir çok benzerleri gibi- halledileceğine dair köklü bir güve­
nin ve üm idin ifadesi...
ICAZGAN’ı ve onu bıı kadar emekle hazırlıyan, onu zevkle
okuyan sevgili öğrencilerimizi 10!>il ders yılı sonunda, bütün öğ­
retim ' ailemizin en büyük şefkat ve ümitleriyle bağrımıza
basıyoruz.
Ajanslar : AA. USA. P AA. SAS, KLM , R.
UP. Al\ DP. CHP. IIP , CMP,
DEKAN
Prof. Dr. Kemal Fikret Arık
M uhabirler ve lîiirolar : Ana Mektebi : M.
Kayalar; K ız Lisesi : A. P ıt ır lı ; Kolej : U.
A rık; K ız Teknik : Ü. Şenli; D il Tarih : H.
Gordaneri; Konservalııvar : D. Canıniın; Jlıık ıık :
Y alçın; B ilum um KAleiıec Yerleri ve M eyhane­
ler : Kııişlı», M. K:;ı*ıı. K. Tunrel.
K A P A K T A K İ K IZ : K apaktaki k ız ım ız bu
ABONE VE İLÂM ; Abone kaydedilmez. İs­
y ıl her y ılk in d e n güzel, geçen y ılkind e n de.
Korse K ralım ın k ız ıd ır . B ir yandan tıb ta h ­
teyenler
sil ¿derken. b ir yandan
zaten biz tılsak cm. He değil metre isi a lır d ık
da
bale dersi a lır,
istemeyenlerden vtemin
edebilirler.
İlân işine biz karışm ayız, siz de karışm ayın;
öbür yandan da fotoğrafçım ıza poz verir. Boş
İlânı. Am a İJediğimiz g ibi
zam anlarında
Sayın abonelerim izden Vicamız, adres değişik­
Bedri Bey'c poz Verir. Ama o
ihtiy acım ız yok.
alm az, çü n k ü o da ^ o z verir. Tereciye ıspa­
liklerini önceden haber vererek bizi şaşırtına-
nak belki sa tılır.
m ala rıd ır.
Kazgan’a Mektuplar
Yazı İşleri Müdür Muavinliğine,
işsizler yine kolları sıvayıp K A Z G A N ’a sarıldılar. Sa­
rılırlarsa sarılsınlar, buna' biışey demem ama, beni söz ko­
nusu ederseniz, bayağı bozulurum. Herkesi kensi köşesinde
rahat bırakın. .Bu arada ben de çubuğumun dumanını istedi­
ğim gibi üfleyeyim.
KAZGAN’da adımı hiç görmek istemiyorsam da e ha­
kikaten de görmek istemiyorum. Çünkü ben, nişanlıyım (Ya
işte böyle) O’na göre tedbir alın, yoksa... Beni unutacağınız
için teşekkürler...
T o k e r b a n k
86.000 T. L. lık apartman dairesi
20.000 Aded pantolon düğmesi
5.000 Aded firkete
Ayrıca faizlerde büyiik avantaj
Borçlarda % 8 alınır
Alacaklara % 00001 verilir.
T O K /•; R l i A IS K
Iier BEŞ kuruşa bir kur'?, numarası
T O K /•; R li A N li
iKüıııi). GÖKOOi.iJ
«P O LİT İK A SA N A T I»
KAZGAN'cı ahilerime,
Bu yıl yayınlanacak KAZGAN Dergisi’nde, bana ait
yazı, resim, müzik, karikatür v.s. yi basmamanızı rica ede­
rim abiciğim. Büyük fedakârlığınız için hepinize ayrı ayrı
teşekkür eder ellerinizden öperim. Kusura bakmayın, daha
uzun yazmak isterdim om a ders çalışıyorum şimdi.
K a rd e ş in iz : R ir g c n G Ü V E N
KAÜGAN Dergisine,
Ayy... KAZGAN'da benden de bahsetmeyin ne olur...
T üm ay TÜZÜN
Yüksek KAZGAN Komitesine,
Bazı snob kızlarımızın «Mülkiye» lilik Ruhuna aykırı
hareketleri alıp yürümüş hâttâ dört nala koşmuş bulunmak­
ladır. Ayak ayak üstüne alm ayıp sigara içmek, at arabala­
rına binip fakülte civarında dolaşmaktan başka son zam an­
larda mektebe (Hâşa mtn huzur) eşekle gidip geldikleri dahi
maalesef, esefle müşahede edilmektedir. Bu arada bazıları­
nın otobüse binmeyi itiyat haline getirmiş bulunduklarını da
bilhassa zikretmek isterim.
(Bir siyasinin romanı)
Muhasebe, Cemiyet ve âşk ayaklariyle ve anne'lerin “Oğlum, sen daha küçüksün..” demelerine
rağmen, kızların kalplerini Ve kütlelerin iradelerini
sürükleyen adam.. Rakiplerinin, annelerinden emdi­
ğini burunlarından fitil fitil getiren kahraman..
Kara gözlüklü parlamanterın ibret vc işret dolu ha­
yatı...
Kitaptan, heyecan verici birkaç satır: “Basit
lise talebesi iken ilk mücadele... Sinema, tiyatro vc
bilumum sanat derneklerinin, Talebe Cemiyeti ve
bilumum K ültür Derneklerinin, Talebe Federasyonu
vc bilumum uzun isimli teşekküllerin, Siyasi Parti­
ler Gençlik ve İlim Kollarının idare heyetlerine na­
sıl nüfuz. ?ttim... İbret verici kulis faaliyetleri..” v.s.
Tevali etmekte bulunan bu £ ibi hareketlere ilâveten
bazı birinci sınıf kızlarının da ahilerine hiç yiiz vermedikleri
müşahede edilmektedir.
Yegâne ümidimiz, KAZGAN'ın bu milli hisse ve «Mülkiyelillk Ruhıı»mı rencide edeıı son derece nazik meseleye el
atmasıdır... E n derin saygı, sevgi, hürmet ve muhabbetleri­
ni izle...
ili. R . A d ın a
Y ılm a z K A R A K O Y U N L U
KAZGAN'nı notu : Maalesef KAZGAN, böyle işlerle
uğraşmayı ciddiyeti ile bağdaştıranıadığı için meseleye el
atmamış ancak bazı üyelerimizin şahsi teşebbüsleri ile bu
kızlara ayak atılmıştır.
Saniyen, elâleın ister at arabasına biner ister ot ara­
basına, veya eşeğe, bu bizi alâkadar etmez. Hem bize kalırsa
o kimsenin eşeğe veya kamyona binmesi ile el arabasına bin­
mesi arasında bir ayrılır yoktur.
KAZGAN Mecmuası
Mesnetli İsnatlar İşleri Md. ne,
Resmî ve gayrı resmî çevrelerden edindiğim m alûm ata
göre K AZGA N ’da benim hakkımda asıllı asılsız, tatsız tutsuz, karanlık gâyeli ve uzıın menzilli bazı yazılar yer ala­
cakmış. Hepiniz bilirsiniz, ben herşeyden evvel şişman, direk
enseli, ince ruhlu bir adamım. İkincisi, ben bu fakültede
asistan kalıp poz atm ak niyetindeyim, öyle, forsumu düşü­
recek lâfların çıkmasına a s lı göz yumamam; üçüncüsü, ben
evliyim. Siz benim saadetimle oynayamazsınız,' bunu yap­
maya hakkınız yok, oynayacak başka şey bulun lütfen. Son
olarak şurasını da belirtmek isterim ki, ben derslerde hoca-
lara kamış atıyorum, dalgama m âni olur bu yazdıklarınız.
Ve hele AYI'lığınıdan bahseden tek satır görürsem, vay hâ­
linize. Çünkü benim bu hususiyetimi tek satırla geçiştire­
mezsiniz, ancak birkaç sayfa olmalı.
İşte size peşin peşin haber veriyorum. Arzu ederseniz,
vcıesiye de verebilirim. Aksi takdirde perakendeciliği bıra­
kıp toptancılığa başlıyacağım.. Bu kadar...
ı(A dres ın a iıi ıı/.)
¡¡usmuLalr
Mi z a h ü z e r i n e
«Mizalı deyince elim tabancama gider.» Bu sözü kimse
söylenıcmişlir. Ama söz'olduğuna göre, pekâla birisi söyle­
yebilir. Eğer söylerse iş işten geçmiş, testi kırılmış, dayak
atmak faydasızlaşmış olur. K ıld ı ki belli bir kusurdan ötürü
insanları dövmek kolay değildir. Mukavemet eder, kendisini
haklı bulur, nihayet ne yapmış olabilir ki... Yaptığı şey or­
tadadır.
Halbuki işlenmesi
m üm kün bir suçtan ötürü insanı
cezalandırmanın bu gibi güçlükleri yoktur. Ortada bir suç
olmadığı için elıemmiyetsizliği iddia edilemiyeeeği gibi fiilen
işlenmemiş olduğu için de, az çok mâkul bir sebebi, esbab-ı
muhafftfesl de bulunamaz. Zaten suçlu, moral bakımdan da
perişan bir vaziyettedir. Kendisini niçin ve kime karşı m ü­
dafaa edeceğini bilmez, elinde m .iddi hiç bir delil de yoktur.
Nihayet şuna da işaret etmek lâzımdır ki, işlenmiş
bir sın; artık gelmiş geçmiş olduğu için ancak patlamış bir
bomba kadar tehlikelidir. H albuki işlenecek suç, cemiyet
için ciddi bir tehdit teşkil eder. Herkes endişe içindedir. Bi­
naenaleyh .sııçlumııı cezalandırılması aşikâr bir şekilde hak­
lıdır.
Bütün
bunlardan maksat; yukardaki
cümleyi, hazır
daha söylenmemişken (ı) cerh etmektir.
insanın mizaha tabanca çekmesi için ya ona çok kız­
ması ya da ondan çok korkması
lâzımdır ııı) Korku hissi,
yukardan
doğru bir tahkire,
kızgınlık hissi de
aşağıdan
doğru bir küstahlığa maruz kalınınca duyulur. (Ters işaret
münasebetine dikkat ediniz.) insanın kendi
iddiasını bizzat
teyid etmesi ne kuvvetli bir delildir. Ancak, insanın, tahkire
maruz kalm ak için başkalarını; kend'sinln üstünde, küstah­
lığa hedef olmak için de başkalarını;
kendisinin aşağısında
görmesi lâzımdır. Halbuki mizah, bütün insanlara aynı hi­
zadan bakar. (Malûm olduğu üzere mizah «insan» olmadığı
için nabza göre şerbet vermesini, ya da küstahlık etmesini
bilmez) Onların alelâde, gülünç, z:y ıf ve müşterek tarafla­
rını ortaya kor. Üstünler, bu standartların kendilerine tat­
bikini küstahlık, düşkünler de aynı şeyi, foyalarının meydana
çıkarılması,
alelâdeliklerinin
yüzlerine vurulması telâkki
ederler. Ve beraberce tabancalarına
davranırlar. (Tabii ta­
bancaları yoksa başka biışeye davranırlar, bu onların bile­
ceği iştir.) Bu iki tipi birbirinden ayırmağa imkân olmadığı
gibi lüzum da yoktur. Çünkü iki ayrı tip değil, belki aynı in­
sanların böyle iki ayrı hali vardır: Üstün hali, düşkün hali,
işte insanın hemen farkına vardığı; bir hayli dâhi ve bir o
kadar da alelâde olduğunu anladığı gün, kurtuluş günüdür.'
Çünkü üstünlük, ve dâhilik zor iştir. Dünyanın bütün yükü­
nü taşımak icap eder. Alelâdelik te sıkıcı ve utanç vericidir.
A m a -alelâde bir dâhi rahattır. Hem başkalarına hem de ken­
dine gülebilir.
KAZGAN, sayfalarında ele aldığı veya alamadığı in­
sanları böyle alelâde dâhiler olarak telâkki etmektedir.
Maamafih gene de, elini
tabancasına atacaklara, te­
tikle oynamamalarını rica edeceğiz
(Zira patlar). Bu jest­
leri, K A ZG A N ’cılara kâfi; hâttâ fazla bile gelecektir.
Sonra, bir şey daha var... Hangi devirde yaşıyoruz ve
dağ başında mıyız... ? Medeni insanlar vurmazlar, korkutur­
lar...
KAZGAN
(ı) Cümleyi sadece yazdım. Söylemiş değilim. Bilindiği
gibi; sözle yazı arasında fark vardır. Söz hoparlörle söyle­
nir, yazı ise daktilo denen bir aletle yazılır. Başka şeyle de
yazılabilir tabii.
(ıı) Zaten matematikman korku, kızgınlığın ters işa­
retlisi olarak ifade edilebilir: Ko=-kı kaldı ki, korku ile kız­
gınlık arasındaki münasebet, her ikisinin de (k) harfi ile
başlamasıyla da sabittir.
Tevazu ve Ötesi
Sayın Hocamız Yavuz Abadan, o gün “Kaşık
Düşmanı” yerine kendinden bahsediyordu. “Kulu­
nuz Yavuz Abadan” deyince, ön sıralardaki fonks'iyoııu malûm tüllabtan biri “Estağfurullah Hocam..”ı
yapıştırdı. Sınıfta biraz gülüşme oldu. Hoca, “Ben
burada T. C. vatandaşı Yavuz Abadan..” demeye
vakit kalmadan; bu sefer de Burhan K öni’yc kafa
sallamaktan sabıkalı birisi: “Aman estağfurullah Ho­
cam..” deyince sınıftaki gülüşmeler arttı. Fakat Ho­
ca: “Boynumuz kıldan incedir..” deyince ne kimsede
“Estağfurullah” diyecek hal kaldı ne de ders dinle­
yecek. Ve, “bu Üniversiteler Kanunu muvacehesin­
de..” lâfı da, ders te kahkahalarla güme gitti...
Şabantak
Baba Aydın’la Kurt, bir akşam Yenişehir’e
uzanırlar. Sigarasız keski atamayan Baba Kurt, bir
bayie dalar. Fonksiyonsuz kalan saf Aydın sinema
afişlerini gözden geçirirken, yanına; hali, tavrı, ko­
nuşmasından Ankara’nın yabancısı olduğu anlaşı­
lan, birisi yaklaşır, ve "Kardeşim, Kurtuluş nere­
de..?” diye sorar. Aydın cevap verir: “Sigara alma­
ğa gitti, birazdan gelir.."
B u r a s s
I
K !m s n ? ,.s
Mülkiye, karanlık koridorlarda
Subalıadck otlayan ineklerindir.
Seneler senesi ilini uğrunda
Kendini teksire verenlerindir.
Aklaşıp dökülen giir saçlarından
Dipleri parlayan panlollarındaıı
Her gece sigara dumanlarından
Gözleri kam;anağı olanlarındır.
Hocaya bakmadan lıe.r derse giıeıı
En ön sıralarda kafa sallayan
Bir günde biöğün fırsatı bulan
Her bakımdan kârlı çıkanlarındır.
II
I
im tihana girip tanı creesine
Sevil Berberi'nden keseıcesine
Hakikati inkâr edercesine
Y aradıııa sığınıp atanlarındır.
İnhisarcı rokahcl piyasası
Tüllâbm dilinden düşmez bu destan
Koridor gazidir; kantin kahraman
Hor kızı âfet olan bu meydan
Y alak olma sırrına erenlerindir.
Havâi ııe desen ziyade değil
Bu övgü, hitabet kurşundan değil
Sencileyiiı üssü 111 izıııı rüyada değil
H azinın’d.-ı Rylı'ıl'de gnicnleiiiiilir.
İyimscr-Tiın
Kompliman
KAZG AN ’ın karikatürlerini çizen İçen; Çok
mahcup, çok nazik ve çok yakışıklı bir çocuktur. A r­
kadaşlardan çoğunun karükatürlerini onlardan ha­
bersiz çizer. İ. sınıftan Kolejli bir kız arkadaşımız
bunun farkında olunca kendisini tehdit eder. Bu­
nun üzerine, nazik olduğu kadar şövalye karakterli
gencimiz, kızına hile yapmadığı bir kompliman pat­
latır.
"Siz zaten meşhursunuz. Ben sizi ebedîleştir­
mek istedim; o kadar..”
_
4 —
S
<a
b
a
n
5
s
İki yüzüm Şnbuncığıın,
Dün efkârlıydım, nede» bilemiyorum. Arkadaşlarla
Mantar Ahmet» de karargâhı kurduk. «Yahu, bizim Şaban'a bir senedir iki satır k:ıralıyaıuıyoruz» demiştim ki ço­
cuklar başladılar ağlamağa. Göz yaşları, boşalan kadehleri
doldurup taşırıyor; ağlam alar bitmiyordu.
Nereden başlayacağımı kestiremiyorum, istersen ho­
calardan başlayayım. Sempatik Dekanımız K. F, Arık bizlore yakın bir alâka gösteriyor. Yemeğini bizlerle beraber
yiyor; eğlencelerimize katılıyor. Yalnız ıslık çalmamız ve lü­
zumsuz addettiği gürültümüzden rahatsız oluyor, kanaatin­
deyim. Bu kadarcık da bağırmak hakkımız değil mi..? Ca­
hit Talus İngiltere’ye gitti. Yerine Fehmi Yavuz geliyor. A zi­
zim, her yolunRoma'ya çıktığını bilirdik ama, «Arsa spekü­
lâsyonu i-nda nilıayctlendiğini bu derste öğrendik. Sadıııı
Âbi'nin dersleri çok zevkli geçiyor. Muhasebe dersindeki ha­
raretimizi ancak böyle giderebiliyoruz. Hem Prof, hem âbi.
Ama bunun yanında «Vay; dişlerin göründü» diye kapıdışarı
eden asistan ve doçentlerimiz de v-:ır. Bedri Bey’i bugünlerde
pek göremiyoruz. Hani epeyce özledik. Dostum; iyiliği unu­
tulur mu ? Maliye bir yana, pipo temizlemesini ve poz atm a­
sını kime borçluyuz?.. Burhan Koııi yine bildiğin gibi. İkinci
sınıf kardeşlerimiz derslere traşlı giriyor, parıl parıl çıkıyor­
lar. lîeşad Aktan, Hâıııid Sadi hepsi iyiler. Allah hüsnüni­
yetlerini daim etsin; aksi lıalde üssümizaıı girdabında boğul­
mak işten bile değil, lîâm id Sâdi hocamız için sınıfta -1 kişi­
nin bulunması kâfi geliyor. Zaten talebe fazla olunca gü­
rültü çıkıyor.
Şabancığıtıı, sen de bilirsin ya, insan son sınıfa geldik­
ten sonra derslerden de usanıyor. Hele hoc.il-.ir da, üstelik,
çocııklaı ı derse girmeğe mecbur edince in-saıı, kâfir ola ola
detse giriyor. Hem biliyor musun, son günlerde yoklama
usullerinde de bazı talıavviilât. vukubuldu. Yoklamalar yeni
moda yapılıyor artık. Sınıfta ¡kâğıt dolaşıyor ve herkes mııımıasını yazıyor. Geçen gün arkadaşlar -eksik olmasınlaıbizi de unutmamışlar. Fakat enselendik. 5 defa da yazılır ıııı
hiç dostum?.. Mıhçıoğlu'ua gelince: bu seııe doçent oldu Ce­
mal Ağabey. Bir ilkokul lıoeası ıııadiyle, her vesileyle yok­
lama yapıyor, i'u-şabaha'ııuz Amerika'ya g illi; yerine «Efen­
dim.- tüccarı biri geldi. İnsan neredeyse bütün Hijiyen’in
«Efıııdim.v den ibaret okluğunu zannedecek.
Gelelim •¿Tüllâb-ı şâhâııe» ye.. Baba Şiııusi, diktatör
icraatına ıv.ğmon, demokratik bir seçimle yerini Karakoyıııılu'ya terketti. Cemiyet'te ilk defa iki kız yer aldı. Kini
demiş onlara «Saçı uzıın-aklı kısa* diye. Seneye bakanlıktay­
mış gözleri... Çocuklar harıl harıl tez hazırlıyorlar. Kurt
«Yenimahalle'nin kanalizasyon problemi»nl aldı. Mahallinde
incelemelerde bulunuyor. Göbek -5- Ahmet «Fenerbahçe ne­
den şampiyon olamadı konulu tezini kabul ettirmeğe çalışı­
yor.
Fakülto’de umumi bir buhran hüküm sürmekte.. Tah­
inin ettiğin gibi Şabancığıııı, açlık buhranı... 1930 dakiııi göl­
gede bırakacağa benziyor. A rtık kahvede bile kay d i parayemek fişleri-hüküııı sürüyor. Kâzıııı’m havale aramaktan
gözleri bozuldu. Geçenlerde «Oıuç tutuyor musun» diye sor­
muştum; cevaben, •¡Milletin ramazanı bir ay, bizimki 12 ay*
demez m i? Gözlerim yaşardı.
Balerin Mazlıar bu sene çok değişti; eski şen, şakrak
lı ili kayboldu. Derslere muntazaman giriyor am a hep İ z ­
mir'deki nişanlısını düşünüyor.
Sıkıldın galiba... Biraz da kızlarımızdan bahsedeyim
de gözün günlün açılsın. Birinci sınıf cıvıl cıvıl.. Fakat biz
yine yaya kaldık. Malûm yalaklardan sııa gelmiyor ki. K an­
tindeki çay âlemleri çok şahane oluyor; Osman, bu âlemle­
rin kurbanı oldu; zafiyetten yatıyor. M uhitlin'in ayaklarını
bir türlü anlayamadık.. Sarışınlara karşı zaafı olduğunu bi­
lirdik anıma.. Son sınıf gezisinden en kârlı çıkan da Dündar
— 5
M
e
k
t
u
p
oldu. Özkan’la Sevim'in arasına geçenlerde bir karakedi girdi.
Neyse şimdi yine onları kalorifer yanında başbaşa görüyo­
ruz.
Semih'i sorma; disiplin başkanlığı ile sululuğu bağdaş­
tıramadığından istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Cem’in
meçlıur hapşırmaları bütün şiddetiyle devam ediyor, idari
şube kızlarımızdan biri neşeli öteki düşünceli, idari şubenin
en terbiyeli ve ideal çocuğunu bu sene hastalıaneye gönder­
dik. Yurdaer’i tanırsın, hani hiçbir dersi kaçırmayan, Hâıııid
Sâdi hocamızın derslerinde bile not tutan çocıık. 5 Ahmet
nişanlandı ama, şaşılacak şey, Şııbat’ta memlekete gitmedi.
Biz de hayret etlik doğrusu.
Şinasi de Şubat'ta hiç çalışmamış. Sebep olarak da
aynı sınıfda Mariannc’in çalıştığını gösteriyor. Çocuğa hak
vermemek elde değil azizim. Arkadaşlık ayakları için 50 kişi
sıı adlı. Görüyorsun, bu işlerde de kuyruk var.
Gülçin Etimesgut’a uslu uslu gittiğini söylüyor. İnanl­
Imı ıııı?.. Doktrin ve Ayı Mete gene her derste ve her mev­
zuda fikirler ortaya .atıp duruyor. Ve hâlâ hocaları şişirdiğini
zannediyor. Şişiriyor da.. Yalnız, bu sene karşısına iki muzır
çıktı. Her fikrine izci Kâmııran'la Demircioğlu Kemal İtiraz
ediyorlar. Zapata Fuat da bu seneki kurbanlar arasında. Nccalibey Caddesine gidip gelmekten gözü açılmıyor ki, başka
işlerle meşgul olsun.
«Beynelmilel Yalak» Tanju mensup olduğu kariyerde
tcıakkî etmede. Bu yaz federasyon temsilcisi olarak Nijer­
ya'ya uzandı. Yani malzemesi bol. Ilıııi kifayetsizlikten mıızd.ırip Fayans Ertuğrııl ise siyasi hayatta muvaffak olacağa
benzer. Nedense bu günlerde aklına ziraatçi olmayı koydu.
Geçen gün iş bulma zorluğundan bahsediyorduk, ııe dese be­
ğenirsin: «Mebus da ıııı olamıyorsunuz arkadaşlar?..» Şoptik Şükrü Fikir Kulübünden sonra M ik’in de kurucuları ara­
sında. Söylediklerine göre İktisadi konularla uğraşılacakmış.
H akikî gayesini Taner biliyor. Sıınday’la ikisi Kolej'in daimî
nöbetçileri. Karda tipide bu sadakat görülmüş şey değil..
Ergıııı Gölcçay gene uslu uslu ön sırada oturup hoca­
ları dinliyor pozlarda. Aydm'dakini diişüniip, ara sıra tatlı
sesiyle şarkılar mırıldanıyor kendi kendine.. Harpııt'lu Sait
gene lıi<; kimseyle konuşmuyor. Fakat Şelıircilik’deki bütün
yabancı kelimeleri çıkarmağa azmetmiş görünüyor.
Kastamonu'lıı Tuğrul da bıı sene bir kız tavladı. Yıl
başında sabaha kadar daıısetti. Mlnderli Kemal sayı hesa­
biyle, madde madde ve kelimelere basa basa konuşmak hu­
yundan hâlâ vazgeçmiyor.
Mes’ııd «bekârlığın sultanlık olııp-olmadığını Şabaıı'a sor» diyor. Müspet cevap verirsen sana yeni bir bulu­
şunu bildirecekmiş. ANÇ artık kabuğuna şekilde. Yine de fır­
sat bııldukça-aşık olmasına rağmen-talıarriyatma devam edi­
yor. Hademe-i hayrattan Doğan Cannıan’ı sorarsan; mesle­
ğini o kadar benimsedi k i bir türlü terkedemiyor. Hep bu
heves değil mi ki Konseıvatuvar sahnelerine bile çıkıp arz-ı
endam etmesine vesile oldu, izci K âm uıan’ımız pozları ve
sporlariyie meşgul. Yalnız, bıı sene hep «Kız izci Talimatnamesl»nl okuyor.
Tekçi Suat, Şadi, Ergin kollektif ayaklar peşindeler.
Suat Dekan'ın en sevgili talebesi. Prof. A rık bilhassa sigara
içişine bayılıyor. Demin de bahsetmiştim ya; Mile diye bir
kulübün kurulduğundan, yukarıdaki herifler de kurucular
arasında. Sahte Sabri kasıntı'da berdevam. Fazla meşgul
olacak k i saçlarını ihmale başladı. H âıııi gönül derdini fazla
meşguliyetle unutmak için cemiyete girdi; muhasip oldu,
meşhur oldu ama, bermurad olamadı. Güneri artık intihar et­
miyor; yeni kreasyonlar düşünüyor olmalı.
Çapanoğlu Fuat, Ercüment, Kara Ali, Gazeteci-genç
Yılmaz yoklama yüzünden yatağı sınıfa serdiler. Hoca Y a­
şar, elinde teşbih zikirle meşgul. A rada sırada «Lâhavlevelâ
kuvvete...» dediğini İşitiyoruz. Fikret'le Cem’i ayrı görmek
lcaabil olmuyor. Boşu boşuna demişler; «Boyu boyuna, huyu
Parola.
Saçma Seçmeler
Kellim kellim la ycnfa :(Kel Halil)
Ya pat ya mat |(Dr. Ü m it)
İşleyen kafa ’b ıngıldat’ (Et)
Allah’ın tek kulu sen misin? l(Anç)
Hani emteanın gerisi (Satılmış)
Acıtmıyorum ya ¡ıDoktor)
Higo şu oto maça yama ,<\Japon atasözü)
Eski fikirlerinizi bize verin |(;F ikir Kulübü)
Gene parlamışsın (Parla)
Yere izmarit atmazsan bayılırım |(Mahmut>
Kapı kilitli (Şakir efendi)
Ben adamı numarasından bilirim ((Kütüpat Hüseyin)
Tanıdım sizi KŞişmatra)
Kibritin varsa bir sigara ver de içelim (H.H. Doğan)
Adana’da o malum ziyafetten sonra kafayı bulan Genç
Yılm az '(Sustalı bıçaklı Afyon genci) bir de Marmara B aı'a
uğramayı ihmal etmemiş 2 saatlik bir mazotlanma sonunda
tam., olmuştur. İşte o zaman M arm ara Bar'da tek başına
kaldığım anlayan Genç Yılmaz ('Sustalı bıçaklı Afyon genci)
selâmeti, barı terketmekte bulmuştur. Gecenin geç saatinde
Ziraat Okulunun yolunu tutan Genç Yılm az (Sustalı bıçaklı
Afyon genci) yayan yapıldak, kısa devreli eğriler çizerek
çok uzun bir müddet yürümüştür. H attâ mektebe sapan yolu
da geçtiğinin farkına varmadığı gibi askeri bir yasak böl­
geye girdiğini de farkcdcmlyen Genç Yılm az '(Sustalı bıçaklı
Afyon genci) neden sonra yolu kapayan bir bariyere çarpar
ve durur. Zira karşısına çıkan iki nöbetçi asker: tüfeklerini
ateşe hazır bir halde Yılm az’a çevirmişler: «Dur kıpırdarsan
yakarım, kimsin, Parola...» diye sorarlar. Genç Yılmaz ¡(Sus­
talı bıçaklı Afyon genci) şöyle bir doğrulur, işaret parma­
ğını askerlere doğru uzatır ve: «Marmara Baı» der..
Hadi yalancı |ıG. Soysal)
K ız la ra şe ke r vere nle r (.Şeker ]<Jkrcııı)
Şee ııııl ¡ıı-Ze<lerkeıı merd-l lu p ll s ir k a t in aiiyler ( Ive-
ınaııcı)
I »ıır şlıınll il lelır.ın i V t
I» 1 1»;ı olmayım atlaııı, aılaııı değildir (tialm Şlııasi)
Çarşaf dolanmak içindir (Nuri)
Seni "gökte aradım |(Yıldız)
Dışkapı
Birinci sınıf arkadaşlarımızdan Sevil; Fakülteye kay­
dını yaptırmak üzeıe gelir. Büroda gereken muamele yapı­
lır; ve kendisine 15 liralık hare makbuzu kesilir. Sevil so­
rar «bu parayı nereye yatıracağım ?» İşi başından aşkın
adam, sertçe «Dışkapı’ya» der. Sevil ve arkadaşı aşağıya
inerler, fakülteye dışardan girilecek bütün dışkapıları gezer­
ler. Nihayet giriş'kapısında para yatırılacak bir yer arama­
ya başlarlar. Şakir efendiyi görünce «tamam bulduk, şükür..»
Falan derler. Am a Şakir efendi «liitfen Dışkapı'ya kızım..»
deyince şakkadak bayılırlar.. O gün bugün halâ Dışkapı'yı
ararlar...
huyuna uygun» diye.. Sivas’lı Erol bolca içiyor, bolca uyuyor.
Sorduğumuzda: «Kavun-karpuz yala yata büyür evlâd» di­
yor. Sırık Zühtü'yü hiç sormuyorsun. Birader, bu herife akıl
erdiremedim. Tatilde Fransa’ya gitti, hiçbir değişiklik yok...
Yine O, Çuval Zühtü. Son Ankara sel felâketinde az kalsın
boğuluyordu. O civarda piyasadaymış da.. Tokat’lı Güngör
de ilcı defa Fransa’ya- gittiği ve Fransızca bilir geçindiği
halde ne hikmettir, hâlâ pipo içmeyi beceremiyor. A’ma ha­
reketleri hep kibar ve nâzik, tıpkı Parisli gibi.. Hoca Galip’se
Danıştay Başkamın .Sözcülüğü ayaklarında.
İm tihan kokusu gelmeğe başladı bu günlerde. İnekler
biteviye otlamakda.. Erdinç şimdiden i kutu Aktedron’u do­
labına atmış. M ârûf inekler devir süratlerini arttırdılar. İh ­
tiyar Fevzi «Artık bundan sonra 3 saatten fazla uyku ha­
ram» diye çırpınıyor.
Yine akşam oldu. Mülkiye'dcki akşamları unutmamışsıiKİır. İşte onlardan biri daha. Kesiyorum artık. Zira M an­
tar Ahmet’de boş masa kalmıyor. Hem. senin de işlerin var­
dır. Âmir-i itâ'lık kolay m ı?.
Bütün çocuklar gözlerinden öperler. Ben de..
•ENİŞTE
B ir Y a n lış lık O lm a s ın
lirdoğıııı Çakan
.sınıfta maliye imtihanımla çok {Tü­
zel cevaplar verir. -ıZ.ıten bütün imtihanlarda öyledir» Sa­
ranlara da büyük bir tevazu ile (Mütevazı çocuktur neme lâ ­
zım) «Her halde bir 10 çektik» diyordu. İm tihan neticeleri
asılınca Erdoğan Çakan bir de ne görsün mâliyeden 1 ¡(bir)
alıp çakmamış mı.. Muhakkak bir yanlışlık olmuştur, diye
Bedri Beyi arıyor. Nihayet hocanın İstanbul'a gideceğini öğ­
reniyor ve Prof, u garda yakalıyor: «Hocam» diyor «bana
numara verirken herhalde birin yanma sıfırı koymayı unut­
muşsunuz» Bedri Bey babacan bir tavırla ((Âdeti hilâfına)
Çakan’ın sırtına vurarak: «Bu, burada olmaz, Ekimde gel de
konuşalım olmaz ııaı?» diyor, Niye olmasın, Çakan Erdoğan
hocasının sözünü dinleyip 'Ekimde geliyor.
Ne Yapsmlar Birader
Yemeklerde kesif bir gaz kokusu vardı. Yemeklerini
yarına bırakarak kalkan arkadaşlardan birçokları, vazifeli­
lere sert sert bakıyorlardı. Aralarından biri tahammül edemiyerek: «Yahu bu hal ne böyle, hepimiz aç kalktık, insaf
yahu..» Vazifeli arkadaş gayet sakin: «Ne yapalım birader.»,
dedi, «piyasada V ita yok, biz de yemekleri gazyağı ile pişlı ¡ycıuz.» Ee, afiyet olsun beyler...
...ve Allah Baki’yi yarattı...
KAZGAN’da bir adam
Başlangıçta Allah Mülldyeyi yarattı. Ve Mülkiye ıssız
ve boşlu. Ve inekhanelerin camlarında karanlık vardı. Ve
Allah dedi tüllab olsun, ve tiillab oldu. Ve Allah tüllabı ka­
ranlıklardan ayırdı ve inekhanelerin ışıkları sabahlara ka­
dar yanar oldu. Ve akşam oldu ve sabah oldu. I. Gün.
... Ve Allah dedi. «Senede bir gendkurul olsun ve ce­
miyeti tüllabdan ayırsın.» Ve Allah genel kurulu yaptı. Ve
cemiyette olan tüllabı olmayandan ayırdı. Vc Allah cemi­
yete «çök..» dedi. Ve akşam oldıı ve sabah oldu. 2. Gün.
... Ve Allah: «Cemiyet içindeki iş lıll) 1er deftere geçsin
ve denelim Hayti görünsün» dedi. Ve Allah iyi olduğunu
göıdii. Vc Allah dedi «Cemiyette faaliyet olsun. Show yapan
ı,!) müzik kolu, sabah akşam pilâv hoşaf veren yemek kolu
olsun ■dedi. Ve böyle oldu... Ve sabah oldu ve akşam oldu.
3. Giin.
... Ve Allah dedi; «Kötüyü iyiden, aıı'aneyi terbiyeden
:ıyıı inak i«;in Disiplin Kurulu olsun. Ve ayaklar ve usûller ve
ee/.alar için Şahînc’de «Olur-olmaz kayıtlı kaideler olsun.» Ve
Böy’.e oldu.. Vo Allah elbise gündüze, pijama geceye hâkim
olsun diye iki giyecek yaptı. Vc onları yurda koydu. Ve A l­
lah iyi olduğunu gördü. Ve akşam oldu vc sabah oldu. 4. Gün.
... Ve Allah dedi : «Sınıflar kız tüllabın sürüleriyle
kaynaşsın ve lisan laboratuarları ve M ik toplantıları kahka­
halarla çınlasın. Vc Allah muazzam ayak atan canavarları
ve tiplerine göre hareket :(.'!) eden kızları ve boynuzlu hay­
vanlan yarattı. Vc Allah «semereli olun, bütçe rakamları
r;ibi çoğalın ve muhasebe dersindeymiş gibi sıraları doldurun»
diyerek onları nüfusa tescil etti. Vc akşam oldu ve sabah
oklu. 5. Gün.
... Ve Allah dedi : «Genel Kurul, seçimle bütün kolları
ve başkanlarını ayırsın.» Fakat Böyle Olmadı; vc büyük dağları yaratan Allah dedi : «Benzeyişimize göre insan yapa­
lım, denizin balıklarına ve yurdun kedi-köpeklerine ve fare­
lerine, uçan kuşlara ve sineklere ve ineklere, bütün kullara
ve teklere ve her türlü alâkasız işlere linkim olsun» Vc A l­
lah lîaki'yi seçsin diye Bab ı Şinasi'yi yarattı. Ve onları her
iki cihanda mübarek kıldı. Ve Allah dedi «Oloıiteli olun vo
dünyalar siziııdiı- ve iç tüzükler sîzindir..» Ve akşam oldu ve
sabah oldu. (>. Güıı.
... Vc duvarlar ve c.ımekânUırda onların bülüıı emir­
le li duyulmuş oldu. Ve Allah bütün işlerini Baki'ye devretti
ve yorgunluk ve mazeretine binaen» affını istiyerek; iştiralıale çekildi. Ve işte o ¡«ııııan kıyamet koptu.. Ve sabah oldu
ve akşam olmaya fırsat kalmadan; Bulci: «Ya Allah..» dedi
vc kollaı-ı ve paçaları sıvadı. Ve gece ve gündüz demeden
(İklimli. Ve küçük (lığları yaratan Baki, Allah'ın yarattığı
dünyayı değiştirmeğe çalıştı. Vc Baki, iktisat asistanllan gibi
çuvalındı. Ve «Cezayı da enflâsyona uğratıp» şu «kısa devıede» piyasadan tasfiyesine sebep oklu. Ve Baki'ye, vc Mıtlkiye’ye, ve emeklere, vc çiçeklere yazık oldu. Ve akşam oldu
ve Baki'ye rağmen yine aynı bir sabah oldu. 7. Gün.
Hüseyin Efendi
Hüseyin Efendi doğar doğmaz ebesine
“45G71 No. İti kitabı halâ getirmedin” diyen;
müstahdemlerle fotoğraf çektirirken fötr şap­
kasını giyen, 1300 lerde mezun oimuş bir Mül­
kiyeliyi görünce “Vay! Nerelerde idin 519 H u ­
lusi Kâm il Efendi?” deyip boynuna sarılan,
demokrasi ile Demokrat Partiyi, mahalle muh­
tarlığı ile üniversite muhtarlığını karıştıran,
hafızayı zekâ zanneden sık sık bir tarihte Mü­
dür Burhan Beyle acı kahve içtiğini anlatan
bir adamdır.
Hüseyin Efendinin Tekir adında bir ke­
disi yoktur.
Kadrini seng-i musallada bilıip ey Bakî
Duıup ol bağlıyalar karşına Tüllab saf saf...
HÜVELBAKİ
Domestik
Davul ve Kolejli Kızlar
Davul, Kürt, Fayans, Hamal kantinin bir köşesinde
konuşuyorlardı. Davul savuruyordu: «Azizim, İstanbul'dan
gelirken benim koınpurlm anda beş tane kolejli kız vardı.
Tarif edemem, herbiri birer canavardı, mübarekler sanki
farksızlık eğrileri.. Neyse gereken ayaklan attım, vaziyet
yavaş yavaş düzeldi. Bugün Kızılay’da birisiyle buluşaca­
ğım fakat bugünlerde bütçe eğrisinin vaziyeti nazik.. Ulan
Fayans, ver elli kâğıt ta şu kızla buluşup harcıyayım.. «F a­
yans hiç oralı olmayınca» ulan ver öyleyse yirmi beş kuruş
ta dolmuşla gideyim..»
İsmail, bir domestikten
sinemaya gitmek için işaret
yoluyla söz .almıştı. Günü gelince traşını çekti, siyah çizgili
kruvaze tek
düğmeli bayramlık elbisesini
giydi. Gönlünde
kellesiyle mütenasip büyüklükte bir sevinç, Ulus Sineması’nın
yolunu tuttu. Kızı kapıda bekliyordu. İçeri girdiler. Işıklar sön­
dü. İsmail,
yanındakini düşündükçe
Uzandı.. Yavaşça
elini tuttu. Sevgili
baygınlık geçiriyordu.
domestiği nezleli bir
sesle: «Amca, yazıları okuyamıyon, sen bena de okusen ya.,»
dedi.
Mülkiye’yi dinliyorum
Mülkiye'yi dinliyorum, gözlerim kapalı,
önce hafiften bir uğultu, sonra koşuşmalar
Yavaş yavaş sallanıyor,
Teksirler sıralarda,
Koridorda Kürt Mustafa'nın
Fayans Fayans., diye bağırışı
Mülkiye’yi dinliyorum, gözlerim kapalı.
Miilkiye'yi dinliyorum, gözlerim kapalı,
Kuşlar boşalıyor derken,
Sınıflardan çığlık çığlık, sürü sürü,
Ayaklar atılıyor kalorifer başlarında
Ve bir kızın jüponu sarkıyor, püsküllü,.
Mülkiye'yi dinliyorum gözlerim kapalı.
Mülkiye'yi dinliyorum gözlerim kapalı,
Serin serin spor salonu
Cıvıl cıvıl birinci sınıf
Güzel dolu ikiler...
Kız sesleri geliyor M ülkiye’deıı.
Karanlık koridorlarında, parfüm kokuları,
Mülkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı.
Bay Prof, un Maceraları
Karısı imiş
Su Scınilı, Şalınııo'niıı ıııüptedisi iken
Doğumcviııdcıı bir hastabakıcıya ayak at­
Mülkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı
Başında bir ocak başkam
Loş kasabada bir kaymakam
Düşünüyor kendisini
Bir tellâk
Mülkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı.
mak niyetinde idi. Bu işi yalnız yapaııuyacağııu anladığı için beni de yardım­
cılığına lütfen kabul etmişti.
Yıl 1955 ay Nisan, hava güneşli idi.
Her zamanki gibi Doğumcvi'ııiıı arkasında
Mülkiye'yi dinliyorum gözlerim k.ıp.ıtı.
Bir yosma geçiyor kaldırımdan
Küfürler, şarkılar, t i i ı l * t ntınalaı..
Boynuzlarım düşlıniıyr ''İmalı l'/'n u n m .
Belli, bir tr.hs.iM:.! fctıtiM.
Mülkiye'yi •lınli}-*nı:ı> £<ı;.|ı-jjTn kapalı.
ııöbcl tutuyorduk. Kılık kifayetinden köy­
lü olduğu anlaşılan bir adamcağız,
Do­
ğumevinin arka kapısından çıkıp
sert
adımlarla biz doğru gelmeğe başladı. Şa­
mili : «Yalın Fahri, bu lıerif bizim dalga­
ya taş koynııya geliyor.» deyip kaçmaya
MiıiliijT'yı ürüyorum pcitlcnnı kapalı.
Ou
■cıifttiııj'Mİiir. imtihanında
HtiJciyna^ı. Vr .'ayıklıyorlar
J'iııih. Boa tila.. V.S.A...
BiiaLhJrıi iıajılp pc-nc sayıklıyacaklannı
hazırlandı ama iş işlen geçmişti. Adam
yetişmişti bile.
Semih'in öniine
geçip
elindeki kâğıdı uzattı. Bir göz attık. Bir
konsültasyon ııcticesiydi.
ftıuık tıîr pccMiindc
diye sordu adam.
Aûdü-übaba'nm
Mülkiye'yi dinliyorum gözlerim kapalı...
«Ne yazıyor?»
Raporda bir «Dâııâ»
kelimesi geçiyordu. Semih bu
kelimeye
gelince durdu başım kaldırıp adam sor­
du : «Hayvan ıııı?» Adanı cevap verili:
j
; ;;
Mülkiye'yi dinliyorum..
«llayır karım...»
8
—
DEDİKODU ÇOK TATLI
(Telling antl putting is a many splendored tiling... Diabète)
Desem Ici...
ŞEYDİR...
edilenlere «Ohh...» çekmesi yetmiyormuş
gibi, hergün öğleleri kantine gelip çayını
«cömertçe« içiyor.
Ama kabahat
onda
değil; dış münasebetleri düzenleyen si­
Sadece «Aranan Güneri» olmak için
tıb kitaplarını ve «Le suicide» eserini hat­
meden Güneri’nin son zamanlarda sine­
malara dadandığı ve bilhassa «Aşk uğrun­
da Katil» ve «How to be very, very popu­
lar filimleriyle pek alâkalandığı söyleni­
yor.
Vücut güzelliğini Pıens’in kuskusuna
ve yürüyüşünü Lana Turner‘e medyun
olan miliyetei kızlarımızdan biri; her
gün Ankara’yı arşınladıkları yetmiyor­
muş gibi; mektuplaşmayı da ihmal etme­
miş ve âınmc idaresi hocasını nıcsteden
İngilizcesiyle mektuba şu başlığı koy­
muş: «My life ..»
Ananeyi bozmamak için mutlaka bir
asistanı ayarlamak lâvım geldiğine ina­
nan kıllarımız ayrı taktikler kullanıyor­
lar:
Kimisi stratejik mevkileri tutup, kori­
dorlar karanlık ta olsa ders çalışıyor poz­
larına yatıyor; kimisi 3 kapıyı kesme ye­
rine, daha direkt davranıp soluğu Şehir­
lilik Enstitüsünde alıyor; kimisi do asis­
tan «rahatıma rağmen kaymakamlığı bı­
rakıp tiize peklim» dedi diye, uğramadığı
sınıfa; yalnız o dersten gelip, ön sıralarda
kaçamak bakışlar attırıyor. Bu arada
kızkardesleriııi ve arkadaşlarını derse ge­
tirenlerin,
kimi ayarlamak
istedikleri
epiy dedikoduyu mucip oluyor....
Kıbrıs’taki vatandaşlarımızı
moralıııan yükseltme kampanyasına, gözlüğü
alıp, topuklu ayakkabıya terfi eden kız­
larımız büyük ehemmiyet veriyorlar. Ve
Dil-Tarih’in dahi dağılma saatini kaçırınıyan Revaçtaki delikanlıya büyük ya­
kınlık gösterip; arkadaşlıklarını esirge­
miyorlar...
Kocaeli
taraflarında yaralı bir aşk
macerası geçiren, kası, gözü, etekliği, ka­
zağı, çobanı siyah arkadaşımız da yanık­
lığını; Aııafartalar Caddesi ve Ankara
Kalesinin serin havasıyla geçirmeğe çalı­
şıyor...
yasi şubede...
Geçen gün oynarken gözüne çöp ba­
tan bir kızımız ise Şişmatra
hakkında
malûmat loplayanv.ulan, onu kaybetti. Bu
sefer, istediği km n evinde, istediği geca
dansedebilecek ve şimdi de «Güzel
ke­
merli kız» la meşgul olan izci ile de arası
bozulmuş.
Küçük adını allığı için çik hızlı gidi­
yor galiba...
'Asistan
Bülent Daver’in Bilgiçliği
Asistanlarımızdan Cemal Aygen ve
Bülent Daver, Amerika'da New York
Üniversitesinde tahsil görüyorlar. Bülent
Daver yeni gelmiştir ve arkadaşları ara­
sında İngilizce bilir geçinmektedir. Ü ni­
versitede dersler kulaklıklarla takip edi­
liyor. Hoca tarafından anlatılan ders he­
men beynelmilel dillere tercüme ediliyor.
Talebe önündeki düğmeleri çevirmek su­
retiyle istediği lisandan dersleri
takip
edebiliyor. Bülent Daver derse ilk olarak
geldiği için âletlerin kullanılışını bilmi­
yor. Cemal Ayen, «Bülent sana yardım
edeyim» diyerek düğmeleri ayarlıyor ve,
«Şimdi dersi İngilizce takip edebilirsin»
diyor. Bülent, kulaklarında kulaklıklar,
dersi pürdikkat takip ediyor. Bazan tas­
vip mânasında başını sallıyor. Cemal Ay­
gen de yanında, Bülent'in lavır ve hare­
ketlerini dikkatle süzüyor. Bir ara Bü­
lent, Aygen’e dönüyor ve «Cemal, ister­
sen hocanın anlattıklarını sana izah ede­
yim» diyor ve birşeyler söylüyor. Cemal
Aygen dayanamıyor nihayet yerinden
kalkıyor «Bülent, yeter kestin, senin şim­
diye kadar dinlediğin İngilizce değil Çin­
ce idi. Zira düğmeyi mahsus Çince’ye
çevirmiştim» diyince Bülent Daver’in,
bir Çince’yi bildiğini iddia etmediği kalı­
yor.
Gecen sene I. sınıfta
tesinin de imtihanlarını kazanmıştı. Böylece, âdeta çifte tabiiyetle vaziyeti idare
etmeye çalışan sabık kızımız hangi fakül­
tede karar kılacağını bilmiyordu.
Teknik Üniversitedeki derslerden bi­
rinde bizim Sudun Abi’i (Aren) gördü ve
durumu bir de ona açmağa karar
verdi.
Vaziyeti anllattı falan, sonra da:
«Ben
sizi S. B. F. ’den tanıyorum, iktisat asis­
tanısınız, değil mi?» dedi.
Kelsen Aydın
Rivayet
ederler ki Kelsen
Devletler Hukuku iimtihanına
— 9 —
S E N E M
Aydın,
girerken
Seha Bey: «gel Aydın..» deyince Kelsen
bozulmuş «hocam kim söyledi
size kel
olduğumu?»
NOT: Seha Beyin gözlerinde bir arıza
yoktur.
q-»---------- -—
„ lit !
Ayla
Pekdemir, bu sene Orta - Doğu Üniversi­
Bu sene rağbet sarı saça olacak ki; I ’
den, 2’ den (iki kişi) 3' ten * (siyasiyim)
ve 4’ ten (idari, mali) bir yığın delikanlı
aynı kıza ayak atlı. Ne var ki, en mahcu­
bu, «Muhasebe sen nelere kaadirsin» veeizesini galip gelirdi. Üc senedir, kızı fı­
rınlara kadar takip e,iip, aklı yeni ba:;ıııa gelen kütüphane kapısında lerslendi.
Eski komşusu ağbey kalmakta devam el­
li. Ve hakikaten sevdiğini söyliyen birisi
de kooperatif kârlarım kediye yüklete­
cek kadar pusulayı ve hesabı şaşırdı....
Babası taşra valisi olan ve komşu fa­
kültenin Iülliiijindan, çuval modeli gezen
bir kız Mülkiyelinin kendine emanet
okuyan
H ir ik iÇ i s m ı p
J I<
A g t :A T ) A < ; 7 l? ^ 7 r
Diplomasi ve i)ı>s
Münasebetler ¡Şubesi
1 TANER TİMUR
Bugün doğan vcledlcr : Ebesine bile lâf etmekten çekinmeyip, anasının gözü
olacaklar ve gönül işlerindeki istikrarsızlıktan dolayı bir tüılii muvazene nokta­
sına gelemiyeceklerdir.
Kova Burcu
21 Ocak - 19 Şuhal
İş hayatı : Tuttuğunuz takını çok gol yiyecek, sa­
kın iddiaya girmeyin.
His cephesi : Evlilik kafesine girmek .üzeresiniz,
dikkat.
Sağlık durumu : Hazımsızlık.
Palamut Burcu
20 Şubat - 20 Mart
İş hayatı : imtihanda, bir balık yakalıyacaksmız.
Hig korkmayın.
His cephesi : Çok sıkılgansınız. Aşkınızı niye söyle­
miyorsunuz. .
Sağlık durumu : Kabızlık.
İııck Burcu
21 Mart - 20 Nismı
İş hayatı : Dersleri en az t) kere tekrarla mitlisiniz,
yoksa çakarsınız.
His cephesi : Nişanlanmayın, derslerinize kötü te­
sir eder.
Sağlık durumu : Bol bol süt vereceksiniz.
Apis Burcu
21 Nisan - 20 Mayıs
İş hayatı : Mars’ı düşünmeyin, oyuna râzı olun.
Sonra onu da bulamazsınız.
His cephesi : Dalga geçmeyin; ekileni, bak ne dü­
menler çeviriyor.
Sağlık durumu : Teriniz pis kokuyor.
Beş - izler Burcu
21 Mnyıs - 20 Haziran
İş hayatı : Sanatınızdan iyi istifade ediyorsunuz.
His cephesi : Kısmetiniz daha da açılacak.
Sağlık durumu : Basurunuz var.
Salyangoz Burcu
23 Haziran - 22 Temmuz
İş hayatı : Tarak fabrikası açacaksınız.
His cephesi : Size boynuz taktırıyorlar.
Sağlık durumu : Alnınızda kaşıntı.
Ayı Burcu
23 Temmuz - 22 Ağustos
İş hayatı : Çam deviriyorsunuz.
His cephesi : Biraz kibar olıın.
Sağlık durumu : Maaşallah ayı gibisiniz.
Ağaç Burcu
23 Ağustos - 22 Eylül
İş hayatı : Kereste ticaretinden -kazancınız yerin­
de gibi.
His cephesi : Çok hissiz bir kalbiniz var. Biraz da
sizi sevenleri düşünün.
Sağlık durumu : Ayağınız kesilecek.
Baskül Bıırcu
23 Eylül - 23 Ekim
İş hayatı : İyi kaldırıyorsunuz. Sizi kıskanıyorlar.
His cephesi : Göğsünüz çelik gibi. Nerede yaptır­
dınız onları?
Sağlık durumu : Çok gülmekten vidalarınız gevşe­
miş.
Sivrisinek Burcu
24 Ekim - 22 Kasım
İş hayatı : Gününüz «Rock’n Roll» yapmakla ge­
çecek.
His cephesi : Kalbiniz çok hassas. Hiç kimseyi kır­
m am ak için birkaç kişiye birden aşık oluyorsunuz.
Sağlık durumu : Hastasınız ama kimseye derdinizi
anlatamıyorsunuz.
Balla Burcu
23 Kasım - 20 Aralık
İş hayatı : B ir baltaya sap olmağa bakın.
His cephesi : Çok keskinsiniz. Nereden, ne iş çıka­
cağını biliyorsunuz.
Sağlık durumu : Ağrılarınız başlıyor.
Eşek Burcu
21 Aralık - 20 Ocak
İş hayatı : Sesinizi duyup sizi angaje cdccekler. Ne
talihli insansınız.
His cephesi : Gözlerinizin güzelliğine vurulan biri
size ilân-ı aşk edecek. Evet deyin.
Sağlık durumu : Sırtınızda sancı var.
— 10 —
Meksika’da doğdu, gençliğinde Gene­
ral Romircz’iıı yanında çeşitli isyan ve
hükümet darbesine bilfiil iştirak elli. İn­
sanın kanını kaynatan tropik atmosfer,
gitarcılar, ateşli kadınlar onun fikir ada­
mı olmak isteğini
kamçılıyordu.
Budefasında Romire/.'iıı dilber karısı Pepita’ya romantik bir telgraf çekmiş, adam
buna çok bozulmuştur. (Ama haklı idi.)
Bunun üzerine çıkan kargaşalıktan isti­
fade eden Taner, Türkiye’ye iltica et­
miştir. Kadınlar üzerindeki kâfi tecrübe­
si, ona fakültedeki bütiin kızlara ayak
alm ak cesaretini vermişin*. Halbuki mek­
tep dışında çok mahcup bir çocuktur; kız
gördü mü kızarır. Başını önüııe eğip ba­
kışlarını kaçırır. Geçen sene KürL Mus­
tafa’nın teşvikiyle kemana başlamış, iki
iiç ders aklıktan sonra fakültede bir kon­
ser vermek istemiş ve güçlükle buna mâni
olunmuştur. Evvelce-iki bedbaht aşk ge­
çiren Taner'in en büyük isledi kendisini
fikren talnı&ı edecek, Hü ît ivet Parli?Ji
sempatik bir kızla evlenmektir. Taliple­
rin «Fikir Adamı*» rumuzuna müracaat­
ları...
2
TUNCER UNSAL
Mektebin en efendi en çalışkan çocuk­
larından biridir. Onu ancak kütüphane
ile Siyasi Şube arasında elinde kitaplar
hızlı hızlı yürürken görebilirsiniz. Hâri­
ciyemizin kendisinden büyük istifadeler
saklayacağı şüphesizdir. Tımcerin kahve­
rengi plâstik bir çantası vardır.
4
A. GÜNDÜZ ÖICÇÜN
Eskişehirli olan bu evliya diploma­
lımız, Mektcb - i Mülkiye’nin gelmiş geç­
miş sayılı ineklerindcndir. Günde 18 saat
çalışması yetmiyormuş gibi bir gözü ile
Fransızca okumak suretiyle inekleme
tekniğinde yenilik yaratmıştır. İlim uğ­
runda döktüğü saçlarından arta
kakın
bir kaç teli kafasında tutabilmek için
ümitsiz bir gayretle tedaviye gittiği Pa­
ris’ten perişan hatıralarla dönmüştür.
(Ah Paris ah Paris...) Şairlik ayakları
ile ve Neharî, Bahar! gibi manlar imzalar
la yazdığı uhrevî, tasavvuf! şiirlerinin
lek okuyucusu yine kendisidir. İlmî d ü ­
şünen, ibadetinde kusur etmiyen bu evli­
ya diplomat, aşk uğrunda fedakârlık et­
mekten gurur duyar Jıaa.
İÜ OLCAY KAN SU
«Topuklu ayakkabı giymiyorum ve
giymiyeccğim, çünkü sevmiyorum..» Tah­
min edeceğiniz veya edemiyeceğiniz gibi
bu sözler devrimizin lek siyâsî kızı Siyâsî
Oicaya aittir. Kendisi daima eve kadar yü
rıir. Herkes de oııuır bu yürüyüşünden
ve stilinden bahseder. Asistan gibi bir ta­
lebedir. Fakülte’yc girdiğinden beri bu
fikir kafasına yerleşmiş olduğundan, 4
senelik hayatı sâfî ciddiyet irinde geçmiş­
tir. (Güldüğünü gören varsa haber ver­
sin).
2-1 TANJU ULCEN
Sui geneıis bir pei’sonalily’Uir. Mülkiye’ye sığmadığı gibi Dil-Tarih, Teknoloji
Kızılay’da da birtakım ■
' psödo - potları
vardır. «Seyyarelerarası yalak diplomat»
muhatabım, bilhassa tanımadığı İdinseler
arasında matrağa almağa çalışır. Sayısız
girl - iriend’i vardır; işin hem iyi hem de
kötü cephcsi, hiçbirinden bir iş çıkarma­
ması ya da pekçok çıkarmasıdır. Ne tek
ne kul fakat hem kızlar hem harem ağa­
31 ALI PITIKLI
İngilizce ve Fransızca’dan başka her
dili bilir. Bildiklerini de konuşur. Mekte­
bin ençok çalışan hariciyecisidir. En gü­
zel Frenk gömleğini o giyer. Kızınca bü­
tün hırsını Konandan
alır.
Şahsiyeti
hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyenlerin, asarı atika gözlüğüyle çektirmiş
olduğu karikatüre bakmaları.
142 ERTUĞRUL GÜRBÜZ
Tarsus’un portakal ve muz râyihaları
ile dezenfekte edilmiş atmosferinin cazi­
besinden kendisini kurtaramamış, anadan
doğma bir «broken» diplomat, ve şair (!)
ruhlu olan, kısa ceket modasını cana ya­
kın renklerle telif ederek adım adım takip
eden, saçları çıksın diye hergün enginar
yiyen, alkole karşı fazla hassas olup, iki
günde bir Avrupa’ya gitmek isteyip te
rüyasını bile göremeyen Tarsus’un gizli
zampirlerindeıı, kasıntı, bilekçi, zurna k ı­
lıfı yapılı bu civan (!) delikanlı halihazır­
da Yenimahalle’de ikamet buyurmakta­
dır.
sıdır. İngilizce - Fransızca bildiğini; kul­
landığı kelimelerle ishata çalışır. Bu yaz
avantasını bulup gittiği Nijeria’da, fahrî
hemşorüik sıfatını kazanmakla kalmamış,
bütün dövizlerini Nijeria güzellerine sersebil etmiştir.
H; H* den ADC, Fileci ASÇ, Mast Ce­
lal ve Tektaş’larln ciddî konuştuğu görül­
memişse de, diğerleriyle, öbürleriyle ko­
nuştuğundan daha ciddi konuşmaz.
25 HALİS C! EK DAN ERİ
Tokat'lulır. Fakat Tokat hayvan ve
cıııtea panayırı ile bir alâkası yoktur;
Hem Fransızca hem de İngilizcenin bütün
inceliklerine vakıftır. Mesleği icabı «Le
Monde» gazetesini daima cebinde taşır.
Ancak gazele bir adet olduğundan bazan
Ali Pıtırlı ile bu yüzden münakaşa ettik­
leri olur. Memleket, kendisinden çok fay­
dalar beklemektedir.
GalatasaraylIdır. Sosyetiktir. Züp­
pedir. îşte Kulin. Bazan derslere Mih­
race kıyafetinde girerek hocaları işlet­
mekten zevk alır. Siyasi partiler hariç
her gece bir partidedir. Büyük adam­
ların küçük taraflarım iyi bilir. Harici­
yeci olmanın m utlaka zengin bir ada­
mın kızıyla evlenmeyi icabettirdiğl kaııaatındadır.
/tık Asker
Sayın hocamız A. Kemal Aral’ın gizli
kalmış bir cephesi de, siyasî tarih bakı­
mından büyük bir kıymet ifade eder. Bu
gün memlekette ilim sahasında büyük
hizmetleri dokunmakta olan hocamız, bir
zamanlar büyük bir asker, fedakâr bir
kumandandı.
Yıl 191G... Osmanlı İmparatorluğu I.
Cihan Harbine müttefikleri yanında de­
vam ediyor, kan gövdeyi götürüyor...
Bu sırada Ali Kemal Arar’ı Cemal Faşa
ntn maiyetinde Kanal Seferinde görüyo­
ruz. Açlık, yokluk, sefalet... Bizim asker­
lerin içinde bulunduğu vaziyet fecî... Ali
Kemal bey’in vaziyeti ise daha fecî... Esir
düşüyor... Arkadaşları ile birlikte bir
esir kampındalar... Tabiî, kampta, içki
denen nesnenin zerresi yok. Alt Kemal bey
ve arkadaşları krizler geçiriyorlar... On­
lar için en fecî şey, içkisizlik... Nihayet
bir hâl çaresi buluyorlar. «Amatör fotoğ­
raf kulübü» kuruyorlar. (Hepinizin de
bildiği gibi hocamızın derslerinde müşahe­
de ettiğimiz o keskin ve yaratıcı zekâsı
henüz o tarihlerde kızgın Arap çöllerinde
neşv - ü nema bulmağa başlamıştı.) Bu­
nun için kamp kumandanının emriyle
mevaddı eczaiyye, bu arada Etil Alkol
de temin ediyorlar. Eee, bu zıkkım da öy­
lece ¡çilse, o müthiş sıcakta insanın içini
kavurur... ne yapsınlar, alkolün içine
portakal kabukları doğruyorlar ve nefis
likörler (!) yapıyorlar. Başlıyorlar kafayı
çekmeğe... Elde likör az olduğu için ga­
yet hesaplı istihlâk ediyorlar.
Artık Ali Kemal bey ve arkadaşları
gece -gündüz sallanıyorlar. Öte yandan
bütün sıkı tedbirlere rağmen içkiyi nasıl
te’min ettiklerini bir türlü anlıyamıyan
nöbetçi İngiliz subayı, bir gün dayanamıyarak ve bir sürü te’minattan sonra, bu
işi nasıl başardıklarını soruyor. Keskin
Hocamız vaziyeti anlatıyor. Adam, hay­
retten ağzı bir karış açık, yalvarmağa
başlıyor. Neticede ona da bir miktar ve­
riyorlar.
Ali Kemal bey ve kafadar arkadaşları
kendi âlemlerindelcr... Uyuyorlar, uyanı­
yorlar... Bir de ne görsünler (!): bizim İn­
giliz ileride bir yere oturmuş, elindeki
ekmeği havaya kaldırıp birtakım hare­
ketler yapıyor, sonra ağzına götürüyor.
Ali Kemal bey (koşuyor, adamı saı'sıyor
falan: «Ne o ulan, ne yapıyorsun böyle?»
Öbürü cevap veriyor: «Vallahi Aliciğim,
sorma, şu mübarek kuru ekmeği mehta­
ba batırıp batırıp yiyorum da daha esaslı
bir meze oluyor.»
Heyecanlı Delikanlı
Kompetan
Gazi'de Merkez Lokantasında öğle ye­
meği yiyoruz. Şiş köfteler geldi. İlim
Ruşen,: «Yahu buranın ahçısı ile Kazablanka’nınki aynı adam. Gündüzleri
burada çalışıyor; geceleri Kazablanka’da. «Nereden biliyorsun yahu» dedik.
«Baksana bezelyeler 4 tane» dedi.
Bu seneki 1. sınıfla son sınıfların
tanışma çayından sonra, son sınıf deli­
kanlıları 1. sınıf hatunlariyle tanışmak
için kuyruk olmuşlardı. Kuyruktakiler,
kendilerini teker teker takdim etmeğe
başladılar. Şadi : «Ben Şadi Cindoruk?
dedi. Şadi'nin arkasında Sunday bulunu­
yordu. O da kendini takdim etti : «Ben
Sadi Cindorıık» dedi.
G E L İY O R
Savulun bo gafiller siteyle, agorayla
Normuyla, devletiyle Yavuz Sultan geliyor.
Çevirdiler liseye Mekteb-i Mülkiye'yi
Hiç şaşmaz Mazhar ile Cumhur Ferman geliyor.
Yüzde
«Ceza
Sakın
Hamit
yüz ıskontoyla dinleriz hep dersini
dediğnen» akla Baba Burhan geliyor.
olup dersine girme hemen uyursun
Sadi Selen'le Şefik İn in geliyor.
Arka sıralarda çok, pekçok âmiral battı.
Fehmi Yavuz Hoca’yla, Reşat Aktan geliyor.
«Dovlet sinirleri K it’e Avrupa’sinde»
Diyerek «On plânda» Tahsin Beçir geliyor.
«Yoklama öz malimdir, ilimse ithal malı»
Espriler yaparak Fadıl Hakkı geliyor.
Tüllâbla alay eder «bu da fikirdir» diye
Hoplayıp zıplayarak Scha Meray geliyor.
Super Etat, Collective, Federatif., diyerek
Superposé Türkçe İle Bahri Savcı geliyor. ı(i)
«Olmadı» der, beğenmez verdiği misâlleri
Sigara dumanı mı, Sadun Abi geliyor.
İllet eder insanı verdiği kararlarla
«Gülümseyen Sekreter» Sadun liiez geliyor.
Satamadı mı halâ o eski çantasını?
Dekan Bey bütçe ile komisyondan geliyor.
Şey satar, pardon satmaz, anlamadım ne demek ?
Karafakih Toros’la İstanbul'dan geliyor.
Dersinin esasını teneffüste anlatır.
Bedri Gürsoy bu sefer poz yapmadan geliyor.
Déterminisme, evet, Sosyal Olaylar da var.
Jtndéterminlsm se Payaslı'dan geliyor.
Soktu bu hale bizi yaptığı yönetmelik
Aziz Köklü İktisat anlatmaktan geliyor.
B Ü D fl
Yüz vermeyin çocuklar küçük dağlar yaratan
O «Ben oldum delisi» poz asistan geliyor.
Zannetme ki kurtuldun ellerinden H A V A Î
Şöyle bir arkana bak üss-ü mizan geliyor.
BîR
G
o
R İ)^.,
Kazandık mı ?
H A V A Î aşk-ı scıscıde
Akşam kantinde konuşuyorlar. O günlerde Ankara’dı
Efendim neıde, ben nerde..
Bağdat Paktı’nın çok yüksek
kademede bir toplantısı var.
Bizim sahte diplomatlar da o gün bu
i(ı ) Anayasa teksiri. B. Savcı. S. 40-50. «Federal devlet,
içlerinde bir super étanin, diğer fédéré devletlere su­
perposé olduğu bir devletler kollektivitesi, bir devletler
birliğidir.»
toplantıya gitmişler,
akşam da milletin kafasını ütülüyorlardı. Vay efendim, Dıılles no ct adammış... Selwyn Lloyd'ıı 00'a giderken görmüşler..
•Falan. Halis-muhlis Siyasi Halis o günkü İntihalarını anla­
tıyordu. Bir ara elinde ayran şişesi 7 dağın aslanı Anç geldi.
Halis'e yaklaştı ve bağırdı: «Bırak traşı kazandık m ı?»
Evlenmek üzereymiş
Arkadaşları derse geç kalmasın diye.
S ıd ıi’yi uyan­
dırdılar. Kendisi uyku sersemliği ile pür hiddet :
- - Ulan, bıraksaydımz nerdeyse evleniyordum...
Forsunu artırds
Bir bahar sabahı, Fakülteıün ön bahçesinde etrafı sey­
rederken iki dnstitülü kız geçiyordu. Bunları gören Özdenılr,
hortumu bahçıvandan aklı ve «dur da şunlara forsumu attı­
rayım».. diyerek kızların nazarı dikkatini çekmek için hor­
tumu sallamaya başladı. Kızlar
bir ara biri ötekine: «Ay
van» dedi.
—
12
—
ıslanmamak için kaçıştılar
kardeş, ne kadar da gönç bahçı­
Sanatkârlar bu tarafta..
Saçma Seçmeler
V » <.'<
<;;ı
lıeııı
ağla lıeııı bağla i(Asç)
Yağdım kıl çeker gibi (Baki)
Nijerya'da kediler k:ıyıı;ımuıu yediler (Tanju)
O beki«'
mGiimîir/,)
Çay -ağacı ¡Fahri)
Oevşemiyeliıu kasılalım ¡¡S. Sabrl)
Davar sayımı yapıldı m ı? (Ertugrıd)
Dayan ı.Miıır.sm u Iladyatörl
'
>!'■!; k.ıi.ııı derse 1,'irı'r (Türki«)
l..d),l'eıı asılım'. .ıl’erCectlon 17)
I lır lıakkı ıuahlır.'.dıır (Hakkı)
Bekârın lıiiiTiyrli evlinin ziiiTİyeti ı(M. K.)
i'.l :;:ut mıııi'/.u alalım (Enişte)
El
sıkıntısı yoktur ¡(Tekzip)
D r didin böyle şı-yl^r istemem (Sansür)
Kııdın nedir? Kh'evııp. Nı.şınhnıdır. [Z. Kunt)
Arlcıya îîeeelinı beyler ıBiletçi)
O baııa dedi ki ıNe derli l
Yino m i seıı (Ayııa)
Konferans salonunda Show yapılacaktı. Saat
8 de başlayacak olmasına rağmen, saat 8,45 olduğu
halde saz ve ses sanatkârları v.s. henüz gelmemişti.
Millet birbirini; “Geldiler, geliyorlar, hah işte” gibi
lâflarla işletmekteydi. Bu sırada Sunday üst katta
dolaşıyordu. II. sınıfda ise bir takım göbekli, bı­
yıklı, çantalı, defterli zatlar oturmuş, yüksek sesle
konuşuyorlardı. Elinde çanta olan, şık giyinmiş bi­
risi de merdivenleri çıkıyordu. Sunday sınıfda yük­
sek sesle konuşanları programlarında son rötuşları
yapmakta olan, beklenen slıovv sanatkârları olduğu­
nu ve merdivenleri çıkanın da onlardan gecikmiş
bir tanesi olduğunu düşünerek, bütün sevimliliğini
(!) takındı ve bir eliyle I I. sınıfı göstererek, yakla­
şan adama :
— Sanatkârlar bu tarafda, dedi.
Şık giyinmiş adamın suratından bilumum renk­
lerin geçtiği görüldü, kızararak :
— Rica ederim, bu işi bu kadar hafife almayın;
tliye konuştu.
Sunday muhatabının herhalde sanatkâr keli­
mesinden alındığını düşündü ve zihninde daha ağ­
dalı bir tâbir bulmağa çalıştı. “Artist mi desem, çal­
gıcı mı, yoksa halk müziği üstadları mı desem” diye
düşünürken, adam devam ediyordu :
— Biz yorgun, argın, akşamlan işimizden çı­
kıp buraya kadar geliyoruz ve istihfafla karşılaşıyo­
ruz; ayıp yahu...
Sunday şaşırmıştı, bıyıkları titriyordu, vazi­
yeti tavzih etmek ihtiyacını hissetti :
— Ama efendim, iki sattir aşağıda sizi beklilorlar, biletler satıldı, program ilân edildi, salon tık­
lım tıklım. Herşey hazır. Herhalde siz de bedava
çalmıyorsunuz değil mi?
Adama, çıldıracakmış gibi birşeyler oldu, elin­
deki çantayı ısırdı; fakat birşey söylemedi, sert
adımlarla ikinci sınıfın kapısını açtı ve içeri girdi.
Sunday :
— Şişirdim enayiyi diye düşündü ve mest ol­
muş bir şekilde dolaşmasına devam ederken II. sı­
nıfa girmekte olan Prof. Wasserman’i görünce ani­
den durdu ve saçını, başını, bıyığını yolmağa baş­
ladı; çünkü Prof Wasserinan II. sınıfda, yüksek
sesle konuşan grupa Ortadoğu Âmme Enstitüsü
derslerinden birini vermek üzere giriyordu...
idari Şııbe
5 AH M ET ÖZE R
Daha I. sınıfta iken kendini gös­
teren Ahmet daima ön sıralarda otu­
rur. Memleket hizmetinde de ön safta
yer alabilmek için idarecilik mesleğini
seçmiştir, hayırlı uğurlu olsun. Sabah­
lara kadar ders çalışmaz. Kendine has
bir ifade ve tahlil tarzı vardır. Saçları,
göbeği, numarası en karakteristik ta­
raflarıdır. Fenerbahçe yüzünden elin­
den bir kaza çıkabilir. Derslerde çok
kere şöyle konuşur: «Efendim, son söy­
lediklerinizi bir daha tekrar eder m i­
siniz __ ?»
6 BEHZAT TÜNAY
İtim at müessesesinin ocağına in­
cir dikenlerdendir. «Sığırcık» deyince
sırıtır, «Stewart» deyince cıvıtır. D ai­
ma tapi gezer. Bir lokantada bir aydan
fazla yemek yemez veya yiyemez, son
kurbanı Mantar Ahmettir. Sigara pa­
keti taşıdığı görülmemiştir. A ğırlık ya­
pıyormuş da.
11 Y U R D A E R AYDO fi
Babası öğretmen olduğu için ilk
ve orta mektebi beleşten bitirdi, der­
sek bozulur. Her gün biraz daha
Townsend'e benzeyen Yurdacr, babasını
bu yüzden endişeye düşürüyordu. Fakat
hiç te öyle olmadı, Yurdacr atladığı bü­
tün kızları kazandı am a kızlar onu lteybettiler. Çünkü çok keskindir. Hayatı
okadar munlazamdır ki, saatinizi onun
hareketlerine göre ayarlayabilirsiniz.
İşte o zaman yandınız demektir. Göz­
leri o kadar güzeldir ki 25 saat ders
çalışıp ancak bir saat uyuduğu halde
hâlâ gözleri bozulmamaktadır.
12 M. SAİT ARSLAN OGLU
Harput'ludur. Eğer Sait'i tanım ı­
yorsanız I-Iarput’lu olmanın insana ne
gibi eksikler ve fazlalar sağladığını ne
yazık ki bilmiyorsunuz demektir. Ev­
leri, akıl hastalıanesine yakın olduğun­
dan, oradakilerle daimi temas halinde­
dir. Bazen onlar gibi hareket etmek is­
terse de onlardan çok daha muvaffak
olur. Mektepte yalnız Tckslrci Ayhan'la
konuşur. Günde birden fazla selâm ver­
meyin zira sizinle kavga edebilir. B ü­
tün lisanlardan anlar :(Kürtçe dâhil) Bu
sene
dilcilik
ayaklarına
yatmıştır.
Am a bütün bunlara rağmen iyi çocuk­
tur Sait.
1-1 KURTULUŞ ŞİŞM ANTÜRK
Aşkı gözlerde başlatır am a bitiıişi belirsizdir. Spor vc keski anlayışı
Mülkiye’deki şöhretini sağlamıştır. İdeal
aşkını uzun müddet cebinde soldurmuş
fakat olduramamıştır. Asabi mizacı sa­
mimiyetinin salçasıdır. İmtihanlardaki
muvaffakiyetini girizgâhlarına borçlu­
dur. İrticalen konuştuğunu zanneder.
En sevdiği ders H ijiyen’dir. Bütün hüs­
nüniyetine rağmen ekimin cazibesinden
kendini kurtaramamıştır. Yatakhane
kapısındaki konuşmalara sık sık bozu­
lur ve «Var mı bana yaa* diye posta­
sını atar.
18 T Ü R K E R A K IN
Son aşkı rengini biraz daha koyulaştırmıştır. Maşukasının flörtlerini po­
lis gibi takip eder. Edison devrinden
kalm a bir gözlük kullanır. Zaten ken­
disi asarı atikadır. Briçte yaptığı İnen
espaslar cümlenin malûmudur. A li Os­
man’ın yaptırdığı yeni apartmanın bü­
yük bir kısmını bizzat finanse etmiştir.
Orhan Veli gibi
Hanginiz bilir Deltan kadar
Havadan lâf etmesini.
Yemekhaneye inip
Şirin görünmesini.
«Evlâtcıın» «Yavrucum deyip
Atlatmasını.
Yoklama yapmasını
Çanta satmasını.
Bunca yılın Mülkiyc'siui
Hanginiz bilir Dekan kadar
Pâyidar etmesini...
Boşuna düzmedik biz bu masalı...
UKN
22 GÜNERİ. ARBA K
Harika bir arkadaştır. Hayvanat-ı
ehliye’ye, bahusus Ördek'e karşı sev­
gisi sonsuzdur ve meşhurdur. Şimdiye
kadar birkaç kerre nişanını ilân ve tüllâbı I-Iilton’a davet etmişse de merasim
fiyaskoyla neticelenmiştir. Kendisi bu
kadar genç yaşla biı kadar faal bir ze­
kâya sahip olmasını bir Allah vergisi
addeder. İngilizceyi gayet güzel konuş­
m akla beraber Amerika’Iı hocalara bir
kelime anlatamaz. Türk Hâriciyesinin
başına belâ kesilmek niyetindedir.
19 K Â M İL D E M İR C İ
İdealist bir Türk genci olduğu
için idari şubeyi seçmiştir. Hali, tavrı,
konuşması insanları hiç şaşırtmaz. N i­
tekim geçenlerde o konuşurken kerli
ferli biı- zat, yanındakine sordu: «Ne­
renin valisi bu bey...» O, bu kudreti;
memleketi Tire'nin toprağından almıştı.
Bu sebeple dünyaya gözlerini açtığı za­
man, aslında ilim ve irfan dünyasına
gözlerini açmıştı. Annesi ona K âm il is­
mini koydu. Mülkiye camiası içerisinde
bir de Kemal sıfatını kazandı. A m a bu
sıfatlar onun «tneksel» şahsiyeti yanın­
da çok sönük kalır. Geçen sene Hazi­
randa iki 10 aldı, arkasından bir 9 alın­
ca; turnike bozuldu diye memleketine,
Tire'ye gitti. Ve kendini kitaplarına ver­
di. Ekimde tekrar turnikeyi 10 la açtı.
Elinden düşürmediği kitaplar arasında
cGeııç Bir Kaymakamın Notları» var­
dır. Derslerde ekseriyetle şu şekilde ko­
nuşur: «Efendim, söylediğiniz şeyleri
birtürlü vuzuha kavıışturamadım, biraz
ışık tutar mısınız...?
27 SEMİH ÜNLÜ ATA
«Su Semih» der, bazı kendini bil­
mezler; halbuki baştan aşağı su ihtiva
etmesinden başka, bu adla hiçbir ilgisi
yoktur. Hûfız Bıuiıan'm bütün eski
plâklarını ezbere bilir. Geçen sene - son­
radan «lâboratııvar gülü .- adını alan tazeyi Mekteb-i Mülkiye'ye ilk tanıtan­
lardan biridir. (Diğeri ise kadim dostu
Fahri) Bu sene, bundan cesaret alarak,
hafiften «abı ayakları» na yatmaktadır.
30 H A M İ K IR i MCA
Yakışıklı, sıcakkanlı, temiz ve
ıımhçup bir arkadaşımızdır. Umumiyetle
sessizdir. Hayatı müstakar olup bu yıla
kadar kavun mevsiminde Ankara’yı hiç
ziyaret etmemiştir. Bir zaman Cemiyctçilik ayaklarına katılmış ve. «Sosyal
Yardım Hami» olarak tanınmıştır.
Sigara
Teksir M ulıittin’le Afyon Genci
Genç Yılmaz, salonda konuşuyorlar.
«Akşamdan Kalıııacılar» Kulübünün on
muvaffak ve sağlam elemanlarından sa­
vılan bu iki yakışıklı genç; parasızlığın
verdiği bir sigarasızlık buhranı içersinde
kıvranıyorlardı. O sırada M ailin Rıza
geldi. Muhittin konuşmağa başladı:
«Nassın canım Rıza'cım iyisin maşallalıın var. Kravatın da çok zehir neıııe lâ­
zım...» Sonra ilâve etti: «Ee.. bir siga­
ralık konuştuk galiba ver bi sigara...»
— 14 —
32
p
B
z
k
Güneşin, yeri ve göğıi Şahanc'yı
ısıttığı (çünkü o sene Şalıane’nin ısıtıl­
ması işi Giiııoş'e havale edilmişti. K alo­
riferler sadece kaloriferciyi ısıtmak için
yanıyor, pencereler; temiz havanın içe­
riye nüfuz edebilmesi için camsız bıra­
kılıyordu.) Evet işte böyle bir sabahtı.
Gözünde çanta, elinde gözlük, sırtında
fötr şapka, başında pardesü (1) kısa
boylu güleç bir zat, küçük adımlarla
Fakülteden uzaklaşıyordu. Birden oklu­
ğu yerde durdu ve «Tamam, buldum...»
diye haykırdı. Bir «Prof. Doç. 1ar Ti­
yatrosun kuracaktı. Kendisi «Prof. lerln
boş zamanlarım kıymetlendirme ve mo­
rallerini takviye Komitesi» üyesiydi.
Uızla geriye döndü ve Fakülteye doğıu
yürümeye başladı. Cidden Prof, ların
çoğunun boş vakitleri bolca idi. Boş va­
kitlerinde ise ya muzır siyasi hadise­
lerle ilgilenirler veya düşünürlerdi. Her
ikisi de m illi kalkınmayı ve demokra­
tik gelişmeyi baltalayıcı birer hâl ol­
duğundan, bunun önüne geçmek için bu
komite kurulmuştu. Bakın hocamızı ycı iııdon zıplatan bu Aı-şimetsel fikir ken­
disine ııasıl gelmişti. Sebebi gayet basitH. Bedri Giirsoy’un, Burhan Köni’nin,
Arif Faj’aslıoğlu’nun birkaç dersine g i­
rebilmek vc onları' dinleyebilmek kâfi
idi. Bedri Giirsoy’un ayaklarını vc poz­
larını, Burhan K oninin traşlarıııı ve
A rif Payaslı’nm jestlerini, mimiklerini
vo stillerini gören kimsenin böyle bir
teşebbüse girişebilmesi için dalıi veya
dekan olmasına lüzum yoktu.
Boş zam anlan en iyi tiyatro dol­
durabilirdi. O herşeyi düşündü. Bir pan­
tomim için en müsait eser CİNDEû'.r.Ij/V olabilirdi. Tl'nlcülievo gelir gel­
mez komiteyi topladı vc çalışmalara
başladılar. Oyunun rejisörlüğüne itti­
fakla Bedri Giirsoy getirildi. Zira o.
davranışları. Amerika’daki tecrübeleri,
kültürü yakışıklılığı ve piposuyla tanı bir
rejisördü. Piyesin en önemli rolü olan
Pamuk Prenses için Mermin Abadan ra ­
kipsiz tek adaydı. Onun için kabul et­
mek istemedi. Münakaşalar uzadı. B ı ^
mm üzerine, kimden geldiği anlaşılma­
yan. bir ses ıbıı ses Bülent Daver’in se­
siydi; Kore'den geliyordu.) New Y oık
Üniversitesi Gurubundan takviye ola­
rak Alma’nın bu role çıkarılmasını is­
tedi. Teklif büyük tezahüratla kabul
edildi. Karardan sonra B. Güısoy, C.
Ferman, C. Mıhçıoğlu. A. Payaslıoğlu,
C. Aygen'iıı birbirlerini hararetle tebrik
ettikleri görülüyordu. Fakat Nermin
Abadan:
■»Bilmem., yatıi, şey., merak
etmiyor değilim... Amerika'lı ec.. indellıe.ee sahnede nasıl konuşacak Türkçe...»
dedi. ıN. Abadan bunları Türkçe söyle­
m işin Salonu bir sessizlik kapladı. Re­
jisör, ıılaha iyi, hem orijinallik olur,
hem de bilgeliğimiz meydana
çıkmış
olur.» dedi. Selıa Meray da «öyle ise İn­
gilizce oyıııyalım» dedi. Fehmi Yavuz,
(1)Hata-,Sevap cetveline bakınız.
M
I
sevinçle: «Bak bu iyi işte, ben de biraz
İngilizcemi ilerletirim...» Aziz Köklü
-¿Ben ancak Almanca oynarım», B ur­
han K oni: «İtalyanca...» Tahsin Bekir
«Lâzca» dedi.
Rejisör, piposu ile halkalar attırı­
yordu. Bu, mühim kararlar arifesinde
olduğuna işaretti. Neticede meseleyi gir­
diği çıkmazdan çıkarmak için N. A ba­
dan, doubleuse olarak rolü kabul etti.
ERO L TUNCEL
Orta tahsili sırasında çok parlak
bir talebe idi. (Şimdi de öyledir ya...)
îyi kalpli, hassas, ve sağlam vaziyetlidir. Aşk için aşk, prensibini savunur.
Sporla alâkası olup yüzmeyi çok sever.
Yalnız onun havuzu, Karcli’nin içki dolu
akvaryumlarıdır. Sesinin iyi olduğu ka­
naatindedir, fakat dinleyici bulmamıştır.
Fakülte Talebe Cemiyetinde bir yıl baş­
kan vekilliği yapmasına rağmen, kendi­
si bundan haberdar değildir.
Yedi cüce rolleri için ,epey ih­
tilâf çıktı. Neticede F. H. ¡Sur, C.
Talas, F. Yavuz, Abadan, ¡A. Ş. Es­
mer, A. Köklü, B. Savcı seçildiler.
Burhan Köni’nin, başına bir işkembe ge­
çirerek Keloğlan rolüne çıkması da ka­
bul edildi. Yalnız, kendisinden; tulûât
yapmıyacağma dair, yemin aldılar. Ke­
mal Arar, piyeste olmayan bir rol is­
liyordu, bu rolü kendisinin yazıp oyna­
ması kabul edildi. Piyesin korosuna 1.
H. Ulkümen, H. S. Selen, Karafakih;'
ezber, okuma ve uyutm a kabiliyetleri
dolayısiyle tâyin edildiler.
Ayrıca dekorları S. Meray, A. Payaslıoğlu, çaktırmak vc çivilemekle il­
gili bütün işleri Mıhçıoğlu, ışığı S. Areıı,
kostümleri T. B. Balta hazırlam akla va­
zifelendirildiler. Her nevi ses efektleri
için N. Bengili, ve talebeden Fayans va­
zifelendirildiler. Perde açıp kapamak,
giriş - çıkışları düzene koymak ve bü­
tün oyuncu ve seyircilere «Peki... tabiî...
rica ederim... haklısınız... derhal...» diye
uyutmak için (piyesi kurtarm ak paha­
sına) K. F. Arık vazifelendirilerek kondüitliğe getirildi. Nihayet, piyesi seyir
mecburiyetini ilılâ.l edecek talebeleri tesbit için C. Ferman. M. Hiçşaşmaz va­
zifelendirildiler.
İşte bütün bunlar güneşli bir ba­
llar sabahı olmaya başladı...
a-ı
a
KavaJdhderc
Yıl 1951, Enişte Ulus’ta dolaşır­
ken, korü ferli bir zat kendisine Kavak­
lıdere'yi sorar. Enişte gayet ciddi ola­
rak Kavaklıdere meyhanesini gösterir.
Ketli ferli zatın kalırından çatladığı ri­
vayet olunur.
Yıl 1957, Çarşaf Nuri’yi Belediye
önünde iki hacıağa çevirir. Kafalarını
Kavaklıdere'de dinlendirmek, demlemek
istediklerini
söylerler. Çarşaf saf saf
onları Ulus’taki Kavaklıdere otobüs du­
rağına götürür. Ertesi giin gazeteler iki
kişinin intihar ettiğini yazıyordu.
Yıl 1958, dört nenedenberi Anka­
ra'da S. B. F. yurdunda ikamet eden
süper cins inek Kleopatra Yıldırım,
memlekete bilet almak için Ulus’a in­
mişti. tki zavallı bula bula Yıldırım ’ı
buldular: «Affedersiniz Kavaklıdere oto­
büs durağı ne tarafta?» Yıldırım şaşır­
dı, ama gene do: «valla ben de A nka­
ra’nın yabancısıyım kardeşim...» dediği­
ni tarihler yazar...
— 15 —
doğan
canman
Koca Şalıane’de göbek adı, esas
adı, ve soyadıylc çağrılan belki de ye­
gâne şahıstır. Sık sık «kırılır» bu yüz­
den. Milleti işletmeğe bayılırsa da, iş­
letilmekten kimseyi işletmeğe vakit bu­
lamaz. Fakültenin 2. sınıfındayken, bir
sitâre'ye çarpmış hâlâ belini doğrultamaınıştır. Menfaate
menfaatine kul’lardan
3 YüL 3 Adam* ve 3
.
-bilhassa cemiyet
çalışmaya bayılan nâdir
biridir.
Kendisinin
kabiliyetlerini takdir
artistik
edenleri, liseden-
beri aynı çorapları giyenleri,
Kürt'ün
şakalarını pel< sever. Aybaşlarında pardesüsünüıı yakasım kaldırıp Belediye ci­
varında dolaşır, vc yağmurlu bahar ge­
celerinde dost-u kadim ’i Tanju’nun evi­
ne gelerek,
onu
sokağa i(!), gezintiye
davet eder. En ziyade kızdığı şey ken­
disi veya arkadaşlarının, ayakkabıları­
nın tozlu bir halde bulunmasıdır,
37 M A ZH A R M. GÜNDÜÇ
İdari Şubenin en güzel göbek atan
adamıdır. Hakkında iyi şeyler yazabi­
lirdik. A m a o şimdi evlidir, işte bu yüz­
den yüzlerce evlenme teklifini reddet­
mektedir. Eğer idare mesleğine intisap
etmese idi bugün Zeki Müren uç kalırdı.
Çünkü sesi Zeki Müreninkine benzemez.
Gazi
Çiftliğindeki
inekler bu
herifin
inekliğini görerek öküz olmayı tercih
etmişlerdir.
3S GALtP D E M ÎR E L
Malatya’lı olduğu halde parti iş­
leri ile uğraşmaz. Kendisi hiç derse ça­
lışmadığım söylediği halde en az 9,5
alır. Hikmetinden sual olunmaz. İngi­
lizce konuşmağa bayılır. Bu yaz iştirak
ettiği staj esnasında, kuvvetli müşahe­
deleri ve İlmî tetkikleri sayesinde gizli
kalmış kesin hususiyetlerini ve yüksek
idareci şahsiyetini ortaya koymak fır­
satını bulmuştur. Hiç biriniz bilmezsi­
niz; bütün gece kulüplerinin gedikli
müşterisidir; gece saat 2 de Gar Gazi­
nosundan çıkar, Hacıbayram Camiinde
sabah namazını kılar, mektebe gelir,
derse girer not tutar.
40 G Ü N GÖR ERDOĞAN
*
Güngör’ün biyografisi Fransa seya­
hatinden ibarettir. Birinci seferde P a­
ris’e 20 Km. kaldığı hâlde bir türlü g i­
rememiş; ikinci seferde Paris’i fethede­
rek arkadaşlarına Dior'dan 6 manken
ve anlata, anlata bitiremediği bir sürü
hatıralar getirııüştir. Paris seyahatleri­
nin kendisine «Otostop» ve «Parisien»
unvanlarını kazandırdığı Güngör; Seiıı
Nelıri kıyılarında tanıdığı Alm an kızı
Ursula’yı bir türlü uııııtamamaktadır.
85 Y ILM A Z İN A N
Afyon Gcnci Genç Yılmaz, kaza­
en Mülkiye’ye girdi. Ve yine kazaen,
şöyle bir geçerken Fakülteye uğrar. Sar­
hoş değilse selâm falan verebilir,
iyi
sarhoştur. Hem raporist, honı ckinuidlr.
içince aşkından, ideallerinden, ve kol­
luk bıçağından bahseder. Kadınlarla ar­
kadaşlığı ayılıncaya. kadardır. Birço';
hallerde ayıldıktan sonra da devam eder.
«Kırık » ların kurucularındandır.
93 TUĞRUL A C A R
Mekteb-i Mülkiye'nin idealistler
grupuna dahil olup, istikbalin 167 cilcrindendir. Çok şalca-el, ayak, söz- ya­
par. Sempatiktir. En güzel yeri dişleri­
dir. Fakülte dahilinde ve haricindeki ar­
kadaşlarının imdadına yetişen bir kredi
ınüessesesidir. Eskiden hiç alâkası ol­
madığı halde, ıbizde mahfuz bir hadise
üzerine, dans öğrenmeğe karar vermiş­
tir. Son zamanlarda dans çay, ve Yenişehirci’liğe merak sarın: ş olup, yııı-t'a
düşünceli, düşünceli dönmektedir.
Bu
arada bir takım ayaklarını «Hatıra? ola­
rak yazdığı ve «aslan sütii> içince de
«itiraflar» da bu’ ındıığu görülmüştür.
99 BE H R A N ÖZUYGUZ
«Oh canını yatak» deyip 21.00 de
yatağa girer. Sabahları Ülker'in 10.
69 Y A Ş A R M ERMUT
Teşbihinden, namazından, orucun­
dan başka, hocalıkla hiçbir alâkası olmıyan «Nazlı» Yaşar'm ne zaman ve
nerede doğduğu müellifler arasında m ü­
nakaşalıdır. Ancak orta tahsilini yaptığı
sıralarda onu, Gazi Lisesi'niıı kâh kori­
dorlarında kâh kömür karası futbol sa­
hasında görenler olmuştur. Neden sonra
bir gün bir de baktılar ki Hoca Yaşar,
spor odasında ders çaltş.yor; karpuz ka­
vun yiyor. Dünyadaki biitün insanların
huzuru ve huzursuzluğu onu alâkadar
eder. Geçenlerde Çin’de Çaçini isimli bi­
rinin başı ağrıyormuş diye iki gün ııyııyaınadı. Çok sigara içer, çok gezer çok
ders çalışır, çok az konuşur. Aıv.sıra
bir şey soruldu mu «Galiba..» der.
75 A. METE TUNÇAY
■«..Ana iri baba iri çocuk ise bir
ayı...» diye başlamıştı
hayatı. ıBunıı
doktor söyledi) Fakat yaşı 18 i bulup,
liseyi bitirinceye kadar «Yavrukurt» ların başkanı olarak yaşadı. Bu arada su
üstünde uzun müddet kalarak, kendi iâbirince, yüzme şampiyonu, aslında gemi
dubası vazifesi görmüştü. Bolu orman­
larındaki gar.soniyesine bir kız kaçırdık­
tan ve felsefe tarihine ayak attıktan
sonra göbeğini vesair teşkilâtını irileş­
tirerek baba ayakları atmıştır. Forsu;
her ne kadar hatıra defterinin ele geç­
mesiyle bir parça sarsılmışsa da seneye
millete poz attırabilmck için biçimli bi­
yografisinin mukabili Davul’a iki buçuk
lira teklif etmiştir.
— 16 —
Yüksel'in 15. ihtarında gözlerini lütfen
açar. Ekseri
hayalleri ile başbaşad:r.
Gözlerinin güzelliğini söyliycııleri gülüm
siyerek
dinler,
idareci olduktan .'¡oma
Muhasebe çalışan
rak seyreder.
arkad ışlnr'nı
100 K Â M lm .A N
■•ıva-
HALLAÇ
Kûmıırnıı doğduğu zaman iv.cı de.
ğildi. Çünkü o sırada, ayak atacak kız
yoktu ortalıkta. Izmirde dnğduğıııvı piş­
man değildir. Zil ı yüzmeyi İzmir'de öğ­
renmiştir. Mülkiye’ye girdiğine hele lıi>pişmaıı değildir; çünkü balık tutmayı
Mülkiye'de öğrenmiştir. Bazını onu, boy­
nuna bir papyon bağlamış, yakasına bir
tutam ot takmış -o bunları çiçek zan­
neder- 'bir halde görürseniz hiç şaşma­
yın, o yine eski Kûmuraıı'dır. rahat ra
hat. işletebilirsiniz. Kızlarla konuşurken
kitap okuyor zannedersiniz. ıKo KŞai:
yukarı öyledir.) Bozan onu kalıveıengi
gözleriyle alacakaranlığa ıııelûl ntclftl
bakarken görürsünüz, gözlerindeki bir­
kaç damla yaş, sizde; onun birisini sev­
diği fakat açılamadığı intibaını ııyand rsr. (Ağla oğlum ağla eşlt-i sevda belki
pâk eyler seni) Kara, saçlı. İt: ra bıyık!;,
kara kaşlı Kâmuraıı, 'yazları Karayolla­
rında çalışır.
L
o
c
a
İster inanın ister inanmayın, İnek Burhan o
gün sinemaya gitmeğe karar vermişti. Neydi bu re­
zalet birader...'Yok efendim Şahane’ye gelmiş gele­
cek en semiz inek Burhan’mış, yüz numarada bile
T. V. K. T. ezberiiyormuş, dahası var; bir gün ek­
mekle notu karıştırmış ekmek yerine not. yemiş...
Velhasıl bunun gibi neler neler.. Yeter artık, silmek
lâzımdı bu kötü şöhreti. Kaldı ki o gün girdigi 3 im­
tihanda da 4 er kâğıttan 12 kâğıteık doldurmuştu.
Ee.. artık sinemayı lıakketmişti yani.
Bin güçlükle Mukayeseli Bütçe’nin başından
kalktı. Bir ara kitabı da beraber götüreyim mi gö­
türmeyeyim mi, diye tereddüt etti. Çocukların söyle­
diklerine göre; filmin arasında 5 dakika istirahat
veriliyordu. Ee.. müsaade edin de 5 dakika da çalı­
şalım baba.. Sonra film kopabilirdi de., insanlık ha­
li İni, çalışırdı.. Aldı kitabı, son satırlara, son değil­
se de muvakkat bir zaman için, şöyle bir inekçe na­
zar atfedip kitabı kapadı. İnekliğin verdiği bir ra­
hatlıkla sınıftan dışarı çıktı. Görsünler baksınlar si­
nemaya nasıl gidilir nasıl yaşanırdı. Üstelik ellere;
inat, Yıldırım’la Yalçın Tuncer’e de ısmarlayacaktı..
Aşağı iniyordu ki Kleopatra Yıldırım ’a rastladı. Y ıl­
dırım da, yani çok iyi çocuktu, iyi arkadaşıydı. Kü­
tüphaneden çıkıyordu, gözleri dönmüş, saç sakal...
indesi ineksi kokuyordu, Yıldırım. Birşeylcr mırılda­
nıyordu. “makine çağının inkişafı neticesi fikirler
labiatiyle tahavvüllerc maruz kaldı”. “Iiım m İçtimai
İktisat sayfa 156, 2. paragraf” diye düşündü. Ama
sonra içine bir kurt düştü: “ya yanlışsa..” Neyse,
boşyer şimdi, bugün ineklik yok” dedi... Acıyordu
Yıldırım’a, ontın da şöhreti fena idi Şahaııe’dc.. Me­
seleyi Yıldırım ’a açtı. Bak, Yıldırım ısmarlamaya
dayanamazdı. Eh, aşağı yukarı 9. tekrar da bitmişti.
Buna tekrar da denmezdi ya, çünkü henüz dip not­
lan, atılları, halta tuttuğu notları bile okumamaışLı
ilaha... Yaptığının büyük bir fedakârlık olduğunu
bildiği halde “Peki” dedi. Beraberce Yalçın’ı ara­
maya. haşladılar. (Valla; .aramak fiili iyi oturmadı
binaya zira kaybolan birşey aranır öyle değil mi?
Halbuki Yalem’ın nerede olduğu, yüzde bilmem kaç
yiiz ihtimalle, bilinirdi. Bu sebeple Yalçın'ı aramaya
değil bulmaya gittiler.) Ve buldular ki ne bulsun­
lar, Yalçın cezbeyi- tutulmuş Bektaşi Dedesi gibi mi
desem, Orha ıı Kılcı Cemiyeti gibi in i desem... salla­
nıp duruyordu. Çocuğu sarstılar falan, kendine geldi
Yalçın. “Hadi" dediler. “Gidiyoruz.” Yalçın baktı,
v.ıi/.lerine inatıamıyordu. Karşısında insanlar görü­
yordu. Her zaman satırlar olmaz a.. Burhan gibi
V ¡¡dirim gibi adamlar sinemaya gitmeyi teklif edi­
yorlardı ona. üstelik paralar da Burlıan’dan. “Allah'iila” dedi Yalçın. Selavat-ı Şerife getirdi, bildiği
duaları okudu Yalçın. Kıyamet mi kopacaktı Yar ab­
isim.. Neyse Yalçın da razı oldu. Şimdi; elinden oyun­
cağı alınmış bir çocuğa benziyordu. Yalçın, notlar­
dan ayrılırken: lıaııi dokunsalar ağlıyacaklı. Arka­
daşları onu çok iyi tanıyorlardı; dokunmadılar; o
d;ı ağlamadı.
YA7\i>\Z
duraktaki beyaz yakalı, önlüklü bir ilk mektep kı­
zından öğrendiler. O sırada, durakta Fatoş’la konu­
şan Ayla; bu 3 genç delikanlıyı görıııce hayretini giz­
leyemedi “Allalıalla; bunlar Mülkiyeli mi, şimdiye
kadar hiç görmemiştim, ayy ııe yakışıklı çocuklar
dim i?” dedi. Bizimkiler sıra ile kızardılar. Burhan,
Mukayeseli Bütçe’yi şöyle bir gösterdi onlara. “Aşk
için vaktimiz yok.” demek istiyordu Burhan. Kızlar
bu espriye kesildiler. “Tamam 17 numaralı otobüs
geldi” dedi Yıldırım. “Yedi bir daha sekiz yarıya
böl dört; üç açık var..” Yalçın iissümizanı hesaplı­
yordu. Adetiydi onun, sağda solda rakam görmesin;
hemen toplar bölerdi. Neyse bindiler. Otobüs; mar­
jinal üstü bir istiab arzediyordu.
En güzel sinemaların bulunduğu Kızılay’da in­
diler. Burhan böyle istiyordu. Şöyle aşağı doğru
yürüdüler. Hayat ne kadar güzeldi, kitapsız hayat
hiç te bayat değildi. Kadınlar kızlar geçiyordu, ha­
vada kuşlar uçuyordu.. Böylece bir sinemanın önüne
geldiler. Dajıa doğrusu vitrinlerdeki resimlerden ve
o resimlerdeki yüz kızartıcı manzaralardan bir si­
nemanın önünde olduklarını anladılar. Hele Hali­
de’yi de içeride görünce iyice anladılar ki sinema­
daydılar artık. Yalçın, kapıda “Büyük Pastahaııe”
yazısından sonra “Büyük Sinema"yı da okudu. Ta­
mam. Zaten en büyük sinemaya gitmeğe karar ver­
mişlerdi. Burhan böyle istiyordu. Elini cebine atan
Burhan, gişeye yaklaştı. Tarifeyi gördü, en iyisin­
den, en fiyatlısından alacaktı. Okumaya başladı ;
Üçü giyinip kuşanıp sokağa çıktıkları zaman
ui¡ilkiyeyi Şahane tarihi günlerinden birini yaşı­
yordu.
Burhan, Yıldırım, Yalçın otobüs bekliyorlardı.
Yenişehir'i' lıaııgi otobüsle gidileceğini; tesadüfen
Duhuliye
: 75
Birinci
: 100
Hususi
: 125
Balkon
: 200
Loca
: 750
... Karar verdi. Gişedeki, güzel denebilecek İni­
kadına paraları uzattı ve orfa-sertçe: “3 Loca” dedi..
— 17 —
İn ERGUN GÖKÇAY
Bafra’lıdır. Çok terbiyeli, melek
gibi temiz kalblidir. Gönül işleri ile
alâkası yoktur. Yalnız bu yaz, stajını
yapmış olduğu Aydın’da bir kıza tutul­
muş, amma kız ona tutulmamıştır. ÇüııkU o, kızı rüyasında görmüştü. Bö. ona
«Ergun, senin Fransızcan iyidir» dedik­
ten sonra tercümelere başlamıştır. B ü­
tün derslere girer ve not tutar. Ama,
eksik olmasın, sağlam Ekimcilerdeııdir.
139 GÜLÇİN SOYSAL
İdari şubenin bu asil kızı ııâdircn
hayatla ilgilenir. Geceleri hayalleri Y ıl­
dıza erişir. Mektuplarını özel uçakla yoilar. Güzellikler karşısında kendisini tu­
tamaz ağlar. Bir konsere gitse «Biz de
insanmıyız?» deyip hayıflanır. Onsuz
Nilüferi veya Nilüfersiz onu göremeyiz.
Ekseri arkadaşlarının sorularına şiirle
cevap verir. «Kayseriliyim» diye öğüııiir
ama «Hiç
Kayseriliye
benzemiyorsu­
nuz» denince memnun olur. Lise hatıra­
ları daima kalbinde yaşar. Tatlı sesiy­
le arkadaşlarına eski günlerin şarkıları­
nı terennüm eder.
150 FUAT Ü NVER
Erzincan dağlarının ve köylerinin
ve sularının yetiştirdiği bir cengâver
olup; soğuk bir kış sabahı dünyaya göz­
lerini ve ellerini ve ayaklarını .açtığı za­
man henüz bıyıksız, sakalsız, ve para­
sız bir tıfl-ı nazenin idi. Daha üç ay­
lıkken, anasının .karnında (bulunduğu
günlerde rüyasına giren o esmer güze­
line vurulmuştu, önce liseyi, sonra or­
ta mektebi daha sonra da ilk mektebi
bitirdi. Sonra da aşktan başı dönen genç
Fuat dinlenmek için Mülkiye’yi seçti.
Mülkiye’de ise bazan İdari llim ler’i bazan Şah’ı seçen Fuat, çok güzel tavla
oynar. ;(Yaaa) Ancak Kuş Suat, Horoz,
Körpe’ye yenilirse de bunların dışında
geri kalan bütün tavlacılar onu yener.
Bir gece yarısı 40 kişi toplandılar, baş­
larına gür bıyıklı K ürt F uat geçti vc
yeminler edip yürüdüler; Fikirci’leri
yıktılar. O gün bu gün Zapata oldu
Fuat.
155 CEMALETTİN ÇAKM AK
Mersin’de Tüccar Kulübü'nde vi­
lâyetin ileri gelenlerinden bir zat orta­
da göbek atanlardan birini göstererek
«Bu hangi şubede?» Yanındakiler : «1da
ri Şube’de» dediler. O zaman ileri giden
zat : «Ulan, tam fırlama idareci ola­
cak...» dedi. İşte bu iltifat il !) in sahi­
bi, elinizdeki K AZGAN’ın en çamur ele­
manlarından birine, Zam. Cem. Çak'a
aitti. Nüfus kâğıdında Cem yazar, hoca­
lar Cemalettin diye çağırır, bir isminin
de Hüseyin olduğunu kimse bilmez. Bir
Cumhuriyet Bayramı sabahı, Samsun Sivas arası bir istasyonda, koltuğunun
altında Cumhuriyet Gazetesi okluğu
halde ve henüz 7 aylıkken doğdu. |(Çok
acelecidir.) Z.C.Ç.’nin, herkes kaliteli bir
Don Ju an olduğunu zannederse de haki-
Bay Prof’ıın Maceraları
İcaten kaliteli bir Don .Tuan'dır (Sevsin­
ler...) Yavaş konuşmayı öğrenememiştir.
En çok sevdiği şeyler, hapşırmak, gül­
mek, güldürmektir. «Ne diyorsun ca­
nım...» «iyi ki geldin...» «Hadi bakalımhıu...» sloganlarının yayılmasında bil inci
derecede âmildir.
160 OSMAN CEYH AN
Kavrak namiyle m âruf bu esmer
delikanlının en mümeyyiz vasfı elleri ce­
binde dolaşmasıdır. Atıcılık kulübü fah­
rî başkamdir. Mahmurluk ve halsizliği
uykusuzluğuna haıııledilebilir m i? İlme
pek iltifat etmez. Gayesi lüks bir bilârdo salonu işletmektir. Hocaların çoğunu
(Şalisen dahi) tanımaz, tçki masasında
gayet romantiktir.
875 ERCÜM EN T O E N Ç E ll
Söylenenlere aldırmayın H intli de­
ğildir. Şair tabiatlıdır am a şiir yazmaz
(ah ne fena dii mi?) Doğumundan iti­
baren çeşitli mesleklere girmiş, tütün iş­
çiliği, gece Ibekçiliği, miisahlıihlik, tale­
belik v.s.. Son olarak ideal mesleğini
bulmuştur : serserilik. Bunda sebat ede­
ceğe benzer. Pai'ah olduğu hiçbir za­
man görülmemiştir. Tanıyıp da borç al­
madığı l<imse yoktur. Tanımadıkların­
dan dahi dolayısiyle borç alır. Son ve
büyük aşkını geçen sene yitirdi. Uyku,
şiir, temiz hava sevdiği şeylerdendir
Karakterinin önemli özelliği, memnu­
niyetsizliğidir. Sakal bıraktı; kesti, sebat­
sızlığına bir örnek daha verdi. Unutma­
dan söyliyeyim', aktörlüğe hâlâ devam
ediyor. Yaa bizim fD()K> bu cesarete
hâlâ sahiptir.
906 FUAT ÇAPAN
Sempatik olduğu söylenir. Fakül­
te içinde ve dışında birçok teşekküller­
le ilgisi vardır. Hor işe burnunu sokar
ve girdiği her işin altından Çapanoğlu
çıkar. Kasap, bakkal, berber çırağı, şo— 18 —
för muavini gibi ııe idüğii belirsiz, klillıanî kılıklı meslek erbabı tarafından,
sık sık vc hararetle aranır, fakat bulun­
maz. «Yozgat isyanı muvaffak olsaydı,
beıı şiıîıdi prenstim* der. 1945 de Çorum­
da: bir gecede tam 10.000 lira batırmış­
tır. Her sınıfta çift dikiş atar. Nesli
münkariz olmuştur. Hem Yeşilayrı hem
nksameı'dır.
11,17 NECATİ İTEZ
Konya'daki hastabakıcıların biri­
cik sevgilisi olan bu saçsız adanı, dynseLıııek, boyacılık ¡yapmak, ve kızlarla
ahbap olmaktan çok hoşlanır. Çok ve
çabuk âşık olııp daima kızların kendisi­
ni anlamadıklarından şikâyetçidir, ide­
ali, kendisini en çok atıhyan. Daktilo Nıı
riye Hanımın meziyetlerine sahip bir
kızla evlenmektir. Dans sahasındaki .voli
reti fakülte çerçevesini aşmış olup Dorya’da yaptığı kalipso, stıcap - tease'i ile
Ankara sosyetesini fethet iniştir.. Hiçbir
Haziranda im tihana girmediği halde
geçen haziran ıbeş imi ¡hana girmiş ve
beş sıfır alarak rekor tesis etmiştir. Son
sınıf seyahatinde Karinen Türltöz ve
Kiııı Novuk Halide'nin isim anneliğini
yapmıştır.
1120 A. N ED İM ÇETİN
Türk veya K ü lt olduğu münaka­
şalıdır. E tnik biinye dersinde sayın Ho­
camız Haıııit Sadi Bey Kürt olduğunu
söylemiştir. Atıç v.s. gibi birtakım lü­
zumsuz teşekküller kurmuş ve lüzum­
suz faaliyetler icra etmiştir. Adaııa'h
meşhur külhan-beyi Öküz Halid’in yakın
dostudur. Samsun'dan Sivastopol’ün gö­
rülebileceğini ve kendisinin gördüğünü
iddia etmiştir. Aşkı araınayıp aşkı unut­
mağa gayret eder. Serseriliğe çok mey­
yaldir. Dindardır; Ramazanda oruç tut­
muş, iftar ve sahuru rakı ile yapmıştır.
Günleri namlı serserinin menc-jcri ve hu­
kuk müşaviridir. «Boynuz tal:makta tısa
gözlük takmayı tercih ederini’- der.
SİGARA ATEŞİ
Neme Yetmez
Geçen seneki Haziran imtihanlarından sonra, Sunday.
Dr. Ümit ben ve iki arkadaş da'lıa Şile’ye gittik. Orada bir
açı k hava kampı kurmak istiyorduk.
On, doku», sekiz bana birdir, yedilerle
Teğet de ols\
ı üssünüzün neme yetmez.
Konferans, seminer, tez onların olsun
Bütün gün denizde yüzdükten ve akşam yemeğini ye­
dikten sonra, kendimize yatacak münasip bir yer aramağa
başladır. Bu arada Ümit bir şişe votka almıştı. Fakat bütün
ricalarımıza rağmen bize bir yudum bile vermedi. Çabuk bit­
sin diye de durmadan içiyordu.
Bir Koline teksir, az ineklik neme yelmez.
Anasının lıızı, Kolejli bana birdir Şükriye'lerle
Hava karardıktan sonra, hükümet konağının bahçe­
sindeki bir ağaç altını kendimize kamp yeri olarak seçtik.
Sunday ve diğer arkadaşlar :
Başkasının da olsa, salonda bir frikik neme yetmez.
Profesör, doçent, asistan kızların olsun
Kuzla poz yapııııyae.ık bir domestik neme yelmez.
— Hemen yatmayalım, kahveye gidip bir tavla oyna­
yalım, dediler.
Fakat Ü m it’in yürüyecek hali yoktu, tam., olmuştu.
Ne olur, ne olmaz, tüye çocuklar beni Ü m it'in yanında bıra­
karak kahveye gittiler. Votka bitmediği için Ümit halâ. İçi­
yordu. A ı asıra :
Cebim ki deliktir, karnını ki a<;tır ezelden
Kaymlı yapmak U;iıı üç lahmacun neme yelmez.
Kaııadyeıı, televizyon, lılüciıı onların olsun
Kasıntı yapmak için bir yağlı pardesü neme yetmez.
— Çok fena oldum, diyor ve yine içmeğe devam edi­
yordu. Nihayet votka bitli. Fakat bu sefer de sigara içmeğe
başladı. Bir tarafı yakar korkusuyla, her sigara yakışında,
yattığım yerden kalkıp ona bakıyordum. Bu sırada da klâ­
sik sarhoş felsefesi başlamıştı. Ü m it bana iri İli lâflan söy­
lüyordu.. Bir ara daldı. O sırada, biraz ötemizden ıslık çala­
rak yürüyen bir manga asker geçti. Ü m it bunları duyarak
uyandı. Mırıldanan bir sesle :
l ’iir aleş-i lıevl ols:ı ila gavgu-i eğilim
Sonra istenıııiyecek 150'lik neme yet ıııez.
Küfür, dayak yiyecek olsa da Denetim
Zab:t tutmadaki erkeklik f!) neme yelmez.
— Bu gaydayı çalanlar da kim ? diye sordu. •
.Sinema, telefon kulübesine itibar etmeni
Her ne kadar bunun gayda olmadığını söylcdlmse de
inandıramadıın. Canı sıkılarak kalktı ve bir sigara yaktı.
Ben, yattığım yerden, gökte parıldayan yıldızları seyrediyor­
dum. Bir ara, hayale dalmışım... Ü m it beni dürterek, bu tatlı
rüyadan uyandırdı.
Askıntı olmak için muhasebe neme yetmez.
Meşhur olmak
için âşık olmağa no hacet
KAZGAN'daıı az çamur yemek neme yetmez.
— Ne var? diye soıdu.
Ü m it kısık bir sesle :
İyimser-Tİ ı\
3
— Ne biçim sigara bu? Söndürmek için parmağımı
bastığım zaman sönüyor, kaldırdığım zaman tekrar yanıyor
ve parmağım da acımıyor, dedi.
Merakla kalkıp bakdım. Bir do ne göreyim? Otların
arasında yaıııp sönen bir ateş böceği duruyordu.
S İY A Sİ A L t
•
Sevimli arkadaşımız Ali Pıtıılı, talikle köyüne gittiği
zaman; Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuduğunu; hariciyeci
olacağını yakınlarına ve akrabaların',
söylemişti. Bir giin
mektupları ¡ırıy.uı M.ü!kiye’liiei' şöyle bir zarf gördüler :
\Sayın Ali Pıtırlı Beyefendi
Siyasal Bilgiler Fakültesinde
Hariciye Vekili
ANKARA-.
BONA Kİ DE VE ÖTESİ
Mülkiye salonlarında çay verildiği
günlerden biriydi.
Karşılıklı keski ayakları a l’lıp kıyına işi de tamamlandıktan
sonra kalayı bulan Körpe Dündar bir masada yalnız oturan
bir kızı dansu. kaldırmak için yaklaştı, bir reverans attırdı.
Kız önce şaşırdı, kızardı, birşey söylemek istedi; Dündar te­
minat verdi: ¡hüsnüniyetimden emin olabilirsiniz..»
F IK R A M I BU ?
Anten sayıklar gibi: «Gelir Vergisi, gider vergisi, ku­
rulular vergisi» Diye kendi kendine sayıyordu ki arkadan bir
ses havayı yumuşattı : «bu da Allah vergisi..» Ne demeli.
— 19 —
ÇUVALNAME
Ueyaz kocaman bir duvar-cıplak mı çıplak
Üzerinde bir tahta-kara mı kara
Karatahta dibinde bir teboşir-uzmı mu uzun.
Saduıı abi geldi derkeıı-yorguıı ııuı yordun
Tuttu tcbcşiri-uzıııı mu uzun
Çiziktirdi talıtaya-cızır da cızır.
Çizdi arz eğrisiııi-yalık ıııı yatık
Sonra talebi-kalkık ıııı kalkık
Ve düşürdü talebi-birdeıı-diiş alkilimi dii.ş.
Dolandı örümcek ağıııa-çöziılmez mi çözülmez
Arttırdı talebi tekıar-çuval mı çuval
Düşürdü arzı bu sefer-olmaz da olmaz.
DAVUL
Davul’u bilmeyen yok. Hiç bir mesele yokt ur ki
o mesele hakkında Davulun başından bir macera
geçmesin. Her bahiste savurur. İşte ben böyle bir
herifi ,dört senedir sözlü imtihanlarda dinlemek ta­
lihsizliğine uğramış bir bedbahtım? İcra-iflâs imti­
hanına girmiştik, tabi davul adeti veçhile atıyordu.
Kemal Arar “oğlum bir ayağın çukurda” deyince
hayâl hanesini tekrar doldurup ateşe başladı. Ke­
mal Arar dayanamadı “ulan sen bu fakültede atıcı­
lık mı tahsil ediyorsun” dedi. Ve .iltifatkâr sözlerle
onu dışarı çıkardı. Davul .12 den vurup 6 almıştır.
MEKTUP
Taner Timur’a Sivas’tan .... dan devamlı aşk
mektupları gelmektedir. Bir tanesi şöyledir: “Taııer’ciğim, Ankara’da bileziğimi kaybettim acaba
seıı buldun mu? bulduysan gönder bulmadıysan mek­
tubuma cevap beklerim.... o geceyi unutamıyo­
rum...” v.s. v.s.
Yeniden çizdi arzı-kalkık ıııı kalkık
Tutturdu örümcek ağıııı-tıkır ila tıkır
Memnun memnun attı tcbeşiri-kısa ıııı kısa..
O gün bugündür örümcek ağı-dolaıuk mı dulanık
Mezkûr tahtanın üstünde-kara ıııı kara
Nazikçe sallanır duııır-çarşaf mı çarşaf.
Ben bu hikâyeyi düzdüm-basit mi basil.
Eğlensin bazı adamlar-ciddi mi ciddi
Ve gülsün diye tüllab-matrak mı matrak.
Charles Cros’daıı çeviren :
TEORİ
Davul, iktisadi buhranlarla ilgili bir teori icadetmiş ve şöyle izah etmiştir: “kardeşim, sürprodiiksiiyonu mas edecek hali hazır bir kuvvet yoktur.
Eğer Merih’te hayat olsaydı bir istihsal fazlasından
bahsedilemezdi. Zira ve zira oraya satardık, annadınmı? amca..”
— 20 —
Or'ıaıı VKLİMcn :ış;rı!:!;:-;i'r
ET ETTEN ÜSTÜNDÜR
Prof. Hoilman, muhasebe dersinde murakıpla­
rın vazifelerinden bahsederken bir de misâl verdi.
Amerika’da geııçbir murakıp yaptığı teftiş sırasında
hesap yekûnlarını alırken kıymetleri toplayacağına
miktar sütununu toplamış.. Bu sırada orta sıralarda
birisi söylendi: “amma da etmiş haa..” Heilman bir
şey anlamadı ta b i; ve herkesin böyle durumlara ma­
ruz kalabileceğini, nitekim kendisinin de sık sık
böyle durumlara düştüğünü sözlerine ilâve etti. B i­
raz evvelki ses biraz daha yükseldi: “E t etten üs­
tündür.”
ET L İK
Çapanoğlu hıyar tüccarı Fuat, Adana gezisinde
girdiği bir lokantada garsondan yemek üstesi iste­
yecekti, etleşti: “bana bir yemek reçetesi getirsene"
dedi. Garson: “Ulan doktur muyum ben?” deyince
bu sefer: “Öyleyse bir penisilin getir” dedi. (Garso­
nun cevabı sansür edilmiştir.)
SEY H A N ’A BAK BE...
BİLM EM NEDEN
S:tl>ri Dıırgıın'u
gövüncc
E ıtıığrııl Bayılar'ı
'i
.iner Tinuır’ıı
kasılasım
keman çalasım
Halil E. Güre!'i
¡'.şık olasım
Ali l’ ıtırlı'yı
gülesim
Gülein Soysal ı
şair olasım
Yuı-daer Avdog'u
Townsend olasım
Om
Çak’ı
Adana Kulübündeki ziyafet akşamı Enişte ve
Saf Doğan Okula yürüyerek dönerler. Yolda Enişte
biteviye mazotunu almakta ve bu arada Doğan'ı da
görmektedir. Bardaki diiğünleşmeden mest; içkiden
meyus olan Saf Doğan; mehtap altındaki tarlalara
bakıp bakıp ta şöyle der: “yavrum Seyhan, ne ka­
dar da munis akıyor..”
aghıyasıııı
Hail; bakalım hıı..» diyesim
Tanju Ülgen'i
yalaklaşasım
Ahmet Üzer'i
Galatasanıy’h olasım
Nilüfer Çeıezci'yi
evcilik oynayasım
Sumhıy Onor'i
sevdaya düşesim
.Sual i.îiikır’ı
L U ;.ıs ım
Dündar üömııcz'i
tavla oynayasım
Yaşar M nıım t'u
nazlılaşusım
Ş idi Cindoruk'ıı
i. sınıfa gidesim
Halide Demettamur'ı
ıoek'a rol! yapasım
Mete Tuncay'ı
dövesim
Mesut Kayalaı'ı
muhasibe asistanı olasım
Belıraıı özııyguz'ıı
ı M'.eyesim
Yiiksei ErUireı'i
\Sahl salıi m i?» diyesim
Doğan Catımnıı'ı
işletesim
Yıldırım özdam aı'ı
her gün sinemaya gidesim
Oieay Kansu’yıı
rıc- diyeceğimi şaşırasım
Erdoğan Aıal.'ı
mazot alasım
Fuat Ünveı-'i
snkai bırakasım
Ergiin Aı pacıogflu’aıı
Çlııce konuşasım
ökteııı Akdognıı'ı
deliresim
Giindiiz ökçün'il
incklcmiycsim
Mazllar Giindür'ü
göbek atasım
Günay Eriııal'ı
meyhaneye gidesim
Özcan Özkan’ı
geyik avına çıkasım
Fikret Görün'ü
kız ayarlayasım
K Ü FELİK
Günlerden Perşembe.. Ccbeci’ııin pazarı.. Eniş­
te, Kâzım-özcan ve yalak Erdinç yurt kapısından
çıkarlarken hamallardan biri yanlarına yaklaşır ve
sorar :
— Ağabey klife lâzım mı?
Enişte gayet ciddi cevabı bastırır :
— Evlâdım, saat 30 da Çağlayan’ııı kapısında
bekle..
KÖM ÜR
Uganda eşrafından Şoptik Şükrü tez almak
için Şefik Hoca’nın yanına gider. Tezi ister. Baba
Şefik bir müddet Şoptik’in yüzüne baktıktan sonra
“Kömür” der.
CEVABA B A K
Güneri ikinci sınıfta Tahsin Bekir Beyin imtiha
nına giriyordu. Soru, «muhtarı kim tayin eder» di
Güneri konuşmak için ayağa kalktı (Konuşurken d ai­
ma ayağa kalkardı.) Gözlüğünü düzeltti, gözlerini kısi.:. elini alnına götürdü, saçlarını sıvazladı
(Güneri
düşünürken daima böyle yapardı) ceketini düzeltti,
mendini çıkardı, yelpaze gibi bir iki salladı, tekrar ce­
bine soktu, biraz şöyle dikildi, gözlerinin içi güldü,
(sevimli çocuktur, gözlerinin içi daima güler) ağzını
açtı (Güneri konuşurken daima ağzını açar) ve ken­
dinden emin cevap verdi nihayet; «imam tayin eder
sayın efendim».
— 21 —
Muhabiriniz Gö
z Doktoruna G
itmelidir
Gayri muntazam olarak yılda bir yayınlanan dergi­
nizin 1957 Nisan sayısının 22 inci sayfa ve 4 üncü sütu­
nunda çıkan yazıda ileri sürülen maksatlı ve mesnet­
siz iddiaların her türlti asıl ve esastan âı-î olduğunu bil­
dirirken aşağıdaki açıklamayı bütün tüllâbın dikkatine
arzederim.
Mezkûr yazıda belirtildiği gibi ben o gün Fakülte’ye S.00 değil fakat 8.05 17 si ile gitmiştim. M uhabiri­
nizin bu hususta yanılmakta olduğunu gösteren cıı
büyük delil, elimde o gün sarı ciltli bir kitap taşıdığımı
söylemesidir. Halbuki ben, gözlerimin yeşil rengine uy­
madığı için asla sarı ciltli kitap taşımam. O ıgün de
gözlerimle bir âhenk teşkil etmek üzere, yeşil iskar­
pin, yeşil blûz giymiş ve elime Samuelson’nn yeşil
ciltli «Economics» ini almıştım.
Saniyen, otobüsün sahanlığına inmeme gelince; bir
kere sahanlığa yalnız inmemiştim, çok samimî bir ar­
kadaşımla beraberdik. Sonra bütün köşe bucak dol­
muştu ve oturacak ve ayakta duracak müsait yer kal­
mamıştı.
Nihayet Türk basınında mümtaz bir mevki işgal
eden ve vakar ve ciddiyetiyle mâruf bulunan dergi­
nizin hiçbir inceleme. yapmadan bu haberi basması,
eğer suiniyete ve şahsımı âmme efkârı önünde küçük
düşürme kasdına dayanmıyorsa; ya muhabiriniz renk
körlüğüne müptelâdır, veya hareketiniz hüsnüniyete
makrundur. diyebilirim efendim.
Bu tekzibimin Basın K anununun mâlum mad­
delerine istinaden, çıkacak ilk nüshasının aynı sayfa ve
sütununda, aynı punto ve harflerle yayınlanmasını rica
ederim.
17 No. İti Otobüse Binenler
Gurultu atlına : S.S.
NE OLU RSU N ATRIA
Güneri, Devletler H ukuk imtihanına girer. Daha
soruları bile yazmadan, hocaya bir reverans attıran
Güneri, «El'enim» der, «Ayakta anlatmak istiyorum».
Selıa Bey şaşırmıştır, mamafih bozuntuya vermeden
cevap verir: «Hay hay... kardeşim, istersen biz d-'
ayağa kalkalım ...» Güneri anlatır, anlatır, anlatır...
Ve nedense, hiç te Devlet H ukukuna dokunmaz. Neti­
cede, Ekim için randevu alarak, gene afili bir reverans­
la çıkar. G üz döneminde tekrar imtihana giren G ü ­
neri, aynı minval üzere, daha soruları yazaıııadan :
«Etenim,» der, «ayakta anlatmak istiyorum...» Haziran’da da aynı girizgâhla kafası bir hayli ütülenen Selıa
Bey hocamız, «Aman kardeşim» der, «ister ayakta
anlat, ister oturarak anlat, halta istersen yatarak an­
lat, ama ne olursun atma.....
Ahval-i Şube i İdariyyun III
Miükiyecte I I I idari denen bir yer var,
O r 3ya. ilk girenler o havaya uyarlar.
Şekle ait tek hususu zikredelim evvelâ
Tüllap gücenmesin diye başlayalım sırayla,
ö n sırada Musluyla Sevinç Aker oturur.
En müdavim talebe daima onlar olur.
U r ünlü sual sorar; ne sorduğu bilinmez;
Verilen cevaba kaışı haksız olsa da eğilmez,
ik i Oktayımız var, biri zahiren inek
Diğerinin vazifesi, sessiz notunu çekmek.
Teksirci Bilge Ayhan notlan teslim alır,
Sonsuz ihtimamıyla otlar çabuk basılır.
I. SIN IF LA R IN D U ASI
Allahım, sınıfı dolduran bizleıe muvaffakiyet, im­
tihanda hocalara iyi niyet, derslere 50 dakika sabret­
meye kabiliyet, nasib eyle...
Hamil Sadi Bey’e bir tepsi börek, Mazhar Bey’e
«un peu» merhamet, bizlere K A Z G A N ’daki çamurları
temizlemek için bir kürek, nasib eyle Yarabbim... Şadaiak ile Oskay’a aktörlük, Mete ile Sami’ye boksörliik, Sevil Ayatay’a rejisörlük nasib eyle Yarabbim ...
Sılay’m siyasi’ye girmesini, Günseli’nin hemen kapı­
dan otobüse -binmesini, Yıldız’m bir Cadillac .sürme­
sini. nasib eyle Yarabbim... Birgen’in düz pabuç giy­
mesini, Esin in her zaman gülmesini, Tümay’ın biraz
daha büyümesini, ihsan eyle Yarabbim... Hurisan’a
bir kürklü çoban gocuğu, M ülkiye’ye bol bol Anadolu
çocuğu, Okulun kızlarına birer nazar boncuğu, ih­
san eyle Yarabbim... Üssü mizanın 5’e düşmesini, yoklaınaların ayda bire inmesini, siyasilerin Ç in ’e gitme­
sini. nasib eyle Yarabbim... Tülay’a bol bol sigara iç­
meyi, Şubatta kolay dersi çekmeyi, hepimize Haziran­
da sınıf geçmeyi, nasib eyle Yarabbim ... M erâl’in bül­
bül gibi ötmesini, Gülseren’in taliplerinin bitmesini.
Mülk iv«' ocağının daima tütmesini... İhsan eyle Yarab­
bim... A ninin...
1. Sınıf kızları adına :
Patırtı Gözen Hatun icra-yı sanat eder;
Bandi Hayri kızmıştır, fakat onu kim dinler,
özer dc ders kaçırmaz, muntazamda inekler
Güler Hamın düşünür, «ayrılık acı ekler.»
İk i de Olcay vardır, biri hatun, biri er;
Hatun sıkılır derste, şeytanlığı daim öğer.
Erhan, temiz kıl çeker onsekizin dışından,
Diııçer’in ekser işi roman okumak olur.
Naim ve Cahit Bayar derse seyrek girerler;
Girmiş olsalar bile, ders dinlemez gülerler.
Her Eşref «ne d iyo m» der, no dediği bilinmez;
Burs çok mühim, ayrıca nişanlısız gezilmez.
Üııai-Sadri eski dost pek aleyhte yazamam,
Sadri der «İstanbul mamülatı mindersiz ders yapamam»
Fevzi ile Muhsin’dir Aslana yardım eden;
Erçetin ateşlidir, duramaz poz vermeden.
Tunçsiper hem centilmen, hem de gizli bir inek,
Erm an’ın tek düşüncesi, mali şubeyi dövmek.
Emektar Doğan ile şair Belen’imiz var,
Yoklama zoruyla girer, derse kasvet katarlar.
Kâfi Mehmet.bu kadar, senin dc çok şeyin var;
Oıılar da aidatsalar halin olur tarumar.
'¡t-rai, Giilseren
Mehmet GÜNIOY
Mısır Püskülü
— 23 —
O l m u ş B î r K ı z ı n Evr ak-ı M e t r u k e s i
Bugün mektup yazacaktım T’ye. Am a vazgeçtim
larda yoklamalar sıklaşırmış; biz de istatistiğe bile giriyo­
ruz.
Bugün mektup yazacaktım T’ye. Ama vazgeçtim.
Hem aklım a birşey gelmiyor, lıem de sık mektuba alışmasın.
Zaten anlamadığım birşey var: hem Cumartesileri buluşuyo­
ruz hem de mektup.. Şimdiye kadar aptal gibi yazdım beti
de.. Şu erkekler çok tuhaf oluyaıiar. M.’ye kalırsa onlarla
da arkadaşiık etmek aynı. «Hem» diyor, «merak ettiğin şey­
leri onlardan «erkekçe» davranırsan, daha kolay öğrenebi­
lirsin; hem de böylesi daha menfaatti.» İlk tanıştığımızda
oldukça resmi idik, fikirlerine itiraz etmedim. Am a iyikı
münakaşaya girişmemişim. Yoksa fikirlerimin değiştiğini
görünce onun sözlerini kabul ettim, sanacaktı.
oraya buraya kulak kabartıp isim öğrenmek meselesi var.
Herkese bir lâlcab uydurmuşlar. Maamafih, bazısı çok uygun,
hele «egzistansiyalist» ile «mısır püskülü» çok hoşuma gitti.
İnsan âdeta daha başkasını düşünemiyor. Bana da bir tane
takm ışlar ama, alâkasız. Alâkasız şeyler bir tane olsa.. M.
ile elele geziyoruz diye büyük sınıflardan kazık kadar biri
«anlıyaiım..» demez m i? Biri de çıkıp ..niçin yerini değişti­
r ip M. nin yanına gittin»? diye sorac.ık diye ödüm kopar­
ken, bu münasebetsizliği kızlardan biri yapmaz m ı? Hem de
S. ablanın yanında... Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim;
am a sonradan «siz O. ilo «Kantin Cev.at»a. <Akal;ıı»a niçin
gittiyseniz onun için» deyince bir şişti ki...
M. bayağı haklı; iş kızlara döküldü mü dedikoduya
dönüyor. Halbuki bu sahada Mülkiye'de bilmediğimiz neler
dönüyor, neler...
Biz de az tuhaf değiliz ya neyse.. A m a galiba onlar
daha acaip. En tuhafıma gidon de, sabahları portmantoya
bir kız geldi mi; hepsinin gezmeyi falan bırakıp dönüp ka­
pıya bakmaları; yahut pabuçlarım ızı çorabımıza, saçımıza
bir kulp bulup espri yapmaları. Fakat bazısına muazzam
sinir oluyorum; her zaman aynı espri ;
Tİ,M
— Saçlarınızı sola atıyorsunuz, yoksa siz solcu musu­
nuz? M. geçen gün dayanamadı da : «Am an ne komik..»
dedi. Keşke demeseydi. Bu sefer do «hazırcevap kız» yahut
da «Harbi kız» diye yapıştırıyorlar. Neyse ki «Harbi» tabirini
de «Ayak atmak» gibi daha evvel «erkekçe» öğrenmiştik.
Kaptan, geçen gün çok esaslı bir espri yaptı :
— Mülkiye tüllabı adım atar gibi ayak atıyor, kar­
deş, dedi; katıldık gülmekten. Sonra da: bu lâfa her esaslı
macera veya espriye verilen «Kazganhk» payesini lâyık gör­
dük. Bunları öğrendikçe kendimizi epeyi bilgili sayıyorduk.
Büiün teksirlerini, kilidiyle beraber dolabını bana veren -kes­
kin» çocuk-O’nun adını da hep unuturum, geçinmeğe gön­
lüm yok ki- «biz kız yurdunda sinir buhranı geçirenlerin sa­
yısını bile biliyoruz» deyince, bu sahada ne kadar jüııyor
olduğumuzu anladık.
Öyle bir lâf edişleri var ki, insanın, neıdeyse jüponun­
daki kırışıklığı bile bildiklerine inanası geliyor. Sonra birkaç
hâdise bu şekilde şüphelenmeme sebep oldu: Bir kere okula
gclincc, kızların; dolaplarından çamursuz pabuçları giydik­
lerini bilmeyen kimse yok. M. ile pabuçlarımızı değiştirdiği­
miz bile gözlerinden kaçmamış. Bir keresinde de merdiven­
leri çıkarken, M. kemerini düzeltmeğe yeltendi; arkadan ge­
len çocuklardan biri: «Telefon kabinesi, yüznumara bitti;
şimdi de merdivenlerde tuvalet yapıyorlar biı-aber.»
M art imtihanı için geldiğimde, çorabımı düzeltmek
için telefon kabinesine girmiştim, bir parfüm bir parfüm...
M. bile bu kokuyu talebeye yakıştıranındı. Sonradan öğren­
dik ki, Şubat tatilinde oraya talebelerle başkaları da girmiş.
A m a buna ben pek şaşmadım, ihtimal veririm, doğrusu.
Çünkü sene içinde büyük sınıftan ağabeyler nişnıılıyanyln,
biiyük salonda sıraları ters çevirip rahat rahat konuşurken
kaç kere gördük akşamüzerleri. Onlar muhasebe çalışanlar
gibi üst katlara çıkmağa hiç lüzum görmüyorlardı. O üst ka­
ta bir sabah da, biz çıkalım ,dedik; problemleri yetiştirmek
için, fakat şiirleri çözüp gülmekten yazı yazmağa vakit ıııi
kaldı? Neyse ki, o gün hoca «derse bir seminer havası ver­
mek» istedi ve problemleri toplamadı.
Erkeklerin tuhaflığı, biraz da bizi kıskanmalarından
ileri geliyor galiba.. «Muhasebede kızların rüçhatı hakkı var.»
«Şansım olsaydı kız doğardım..» gibi pozlara yatıyorlar. H al­
buki onlardan ne farkım ız var? im tihansa imtihan, dersse
ders., bizim de sıkıntımız var: harçlık derdimiz, giyim ku­
şam.. Üstelik onlar gibi rahatça işkembeciye köfteciye bile
gidemiyoruz. Şöyle bol sovanlı bir ızgara köfte âdeta bur­
numda tütüyor. Tek gidebildiğimiz yer, «Karaköy Tatlıcısı».
Orda da «keskin bir garson» var; her gelene sinsi sinsi gülü­
yor. Kütüphanede ders çalışmak, kantinden hir sosisli sandöviç almak, metod dersi gibi halli, zor bir mesele. B ir de
_ 2 4
[erişmemi:
—
Milliye ve îklisut
Şubesi
m iü s u t k a y a l a r
Hayat |>:ıJı;atıtı^ı 'kendisini otofiı i . i i j m i i ı ; ı i k i sürüklemiştir. l'Yansa hatıra I.ıı uı program illilnız eder. Giizcl ve
edebi konuşmaya meraklıdır. Avrupa'­
d a k i dnstıla.ı iyle
.sık sık mektuplaşır.
K aıııııu doyurmak içitı ¡¡(Metsiz bir iş
bulanışııır. Kazla ıııalmıiat ..<;iıı Kakül­
le kalasındaki sübyana müracaat udilIlIL’.Sİ.
•7 G Ü I.Ç İ N
( ÎÜ K S Ü V
Serapa .snmpati ve siıf.i tofekküı
diir. I Nı>: lıı uı.'klcı'inüzdeıuF.r. Giyi­
mimle kendine has bir zarafeti vardır.
Günlük bayatında iki çit;| pabuç kulla­
nır. Okul iı.1 inle giydiği yükselle ökc;eli
İ.ıalyan pabuçları ui’.ı lıı kı;a yükselidir.
Bursunu ödeyip serbest hayata geçmek
için BaşvıMeM’e müessir torpiller koymııştur. 1000 liralıktan aşağı işlere te­
peden bakar. Hoşlanmadığı derslerde
Kaynatacağını.- deyip arka sıralara
geçer ve lmki'kaleh kaynatır. Dedikodu
yaptığı bi<; görülmemiştir. Geçen se­
neden buyana hiç kaçık çorap giyme­
miştir. Sabahleyin ders bitimine üç da­
kika kala gef.'ir. Son derste hoca kapı­
dan girenken «Trene yetişeceğim» diye
bir reveransla ayrılır.
S ÖZCAN ÖZKAN
Şalıaıunin Al. Hargi;ay’ıdır. Yurt
idaresi karyolasını ^amir ettirmekten
gına getirmiştir. Ayaklarındaki ufalt
bir aksama his hayatındaki tebeddüla­
tın iş,aıetidir. Aşk mektuplarını üç müs­
vedde yapmadan temize çekmez. Gün­
de sekiz saat inekler. Sonrada bugünkü
çalışmam lıiç raııtab! değildi gibilerden
vecizeler yumurtlar. İmtihan zamanı
yaıııııa uğramak tehlikelidir. Zira so­
mları sahile ve satır üzerine sorar. Ç o­
cuğuna JJamjiy adını koyacakmış, gö­
bek adı GÎYİK'.ıir de...
9 Y IL D IR IM ÖZDAM AR
■Kleopatra’nın burnu biraz daha
ııfak olsaydı dünyanın şekli değişirdi.»
Yıldırım biniz daha az çalışsaydı, tek­
sir ve Ivi,;a p .sıkıntısı çckilmiyecokti.
M aııııafilı, bu çocuğa inek demeğe in ­
sanın dili varmıyor (!)
10 YOKSUL KRTİ'IRER
lîıı yaz ingi'Tzceyo başlıyıiıı art ık
iiı; dilden koııuşma'ktadır. Sabahları
Tiirkçc, öğleden sonra .muaf olduğu
halde derslere girip 'Fransızca, akşam ­
ları kardeşi Yüksel Koç'la ‘ingiliizce ko­
nuşur. 'I>ors dinlemediği zamanlar elbi­
se modellerini çizer. Fevkalâde zevki:
giyinir, Bir düzine kazağına ve bir o
kadar ayalkkabısımı bakıp glyectlk bir
şeyi knlnv.ıdığın: söyler. Daima bnbas'nı
ve ideallerini düşünür. Babasının mek­
tuplarından çıkan iktisadi makaleleri
büyült bir dikkatle okur. Son sınıf ge­
zisinden beri ncş’osine lıudut yoktur.
Kır güııde gezi hatırası «Ne diyorsun
canını»... tâbirini !>‘J defa tekrar etmiş
ve bütiin arkadaşlarına baygınlıklar ge­
çini iniştir.
TAKT
Zapata Fııa't, otobüs garajlarına
telefon edecekti, yer ayırt mu k için. F a­
kat telefonda anlaşmak mümkün de­
ğildi. Birtakım yerlerden bir acaip ses­
ler geliyordu. İki' taraf ta sinirlenmiş­
ti. Öteki adam bağırıyordu: «Yahu
biraz hızlı konuşsana be adam...» Fu­
at'ta bağırıyordu: «Ben bağırıyorum,
sen de bağır herif...» dedi. Öteki adam
iyice çamuıflaştı «Kiın ulan bu, hattın
ucundaki 'beygir...» Fuat idari şubede­
dir, cevabı yapıştırdı: «Hangi ucunda­
ki...?» Öteki adam'in kahrından d in ­
deki ahizeyi çatur çutur yediğini ge­
ne F uat’ta n iişitıtik...
Postacı
D E R V İŞ İN F İK R İ
Prof. Seha:
— Hollanda’da denizden kazanıl­
mış birtakım topraklar vardır, on­
ların ismi ne?
A SÇ (gayet emin):
A D A M IN A GÜRE M UAM ELE
—
Van der Zee..
2.
sınıfta İdare Hukuku dersindeyiz.
Prof. Seha:
S -10 'kişi Tahsin Bekir Bey’i dinleme­
— Senin dediğin, tur attığın bul­
ğe ve nerelime etmeğe çalışıyordu. Tah­
sin Bekir Bey hocamız sorulan sualleri
vardaki bir seyahat aeentasıdır; Be­
«Buyur kardeşim... Buyur arkadaşım...»
nim sorduğum Zili der Zee idi..
diyo dinliyor ve cevaplandırıyordu;
Kuş Suat’ın bu imtihanda uçtu­
d'ur a Z. C. Ç. ni de sorulacak Bir suali
ğu rivayet edilir...
vardı. Parmağını kaldırdı. Tahsin Be­
kir Boy eliyle işaret etti ve 'ilk defa
kaideyi bozdu «Bııyur yavrum...» dedi.
Biri — Sizde mi seminere, buyurun lıamfendi rica
ederim böyle buyurun.. Bizim hanımlara karşı son de­
rece şeyimiz vardır.. Yani.. Önce ben şey düşünmüş­
tüm,belki gelmezler diye, ama niye gelmeyesiniz, kafa
mı benimki, buyuruna şöyle buyurun.
Başka biri — O oooo... Kızlar gelmiş, maşallah, şim­
di tadı geldi seminerin değil m i Cafer Bey. Hani kızlar
lisan dersleriniz vardı sizin, ne yaptınız bakiym?
İki hanım bir ağızdan l— Lisan dersine girmedik
abi. seminer var diye, yoksa fena mı yaptık abi?
— Ne fenası canım, ne ¡fenası, çok jiyi yaptınız,
bizleri şad eylediniz. Am a bana abi demek yok bir
daha. Ben abi falan değilim. Sadece sizden bir sınıf
yukarıyım. Buyurun şöyle masaya buyurun... Çatal
kaşıklar tamamı mı Hadi Bey.
— Çayınız soğuyor sayın bayan., -acele elseniz.
Bademler taze farkındamısınız?
— Hem de çok taze, yaşasın Hadi Bey. İyi ki şu
seminerleri yapıyoruz. Oturup şöyle karşılıklı bir soh­
bet, muhabbet... Nedir o aşağı salondaki gürültü pa­
tırdı. Bir çift lâ f edemiyorsun. Hanımlar o köşede biz
bu köşede melûl mahzun oturup dururuz. Halbuki bar­
d a ...
Birisi — Bu ilk seminerimizde neyi inceleyecektik
baylar?
— Onu daha düşünmeğe vakit bulamadık. Biliyor­
sunuz arkadaşlar hep meşgul. Hadi Bey pasta, çay,
pilâv, çorba temini ile meşguldu. Ama diyeceksiniz meş­
gul idi de, sanki bütün şeyleri tamamlayabildi mi., ne
gezer .Eksiklikleri anlamak için masaya bir bakmak
kâfi. Neler unutmuş neler, sonra gelmiş diyor kusura
bakmayın. Ayıp yahu biz boşuna kurmadık bu kulübü
Eğer böyle olacağını bilseydim, tövbe elimi sürmez­
dim ben. K ur kulübü, her türlü hazırlıkları tamamla,
birde seminer... Biz sana portakal al diyoruz, sen git­
miş turp almışsın. Sözde İktisat Kulübündensin, yaptı­
ğın işlerin ne iktisatla alâkası var ne de akılla..
Bir diğeri — B u daha ilk seminerimiz. Açılış töre­
ni gibi bir şey. Hele bir günler geçsin. Gelecek seminer
için neler düşünüyorum. Bende öyle plâklar var. G ö­
ren hayran olur. Bir de pikap tedarik edin, tamamdır.
Bir tanıdık var. Güzel zurna çalar, diğer bir arkadaşı
da davul. Diyorlar bir toplantı faian olursa bizi unutma.
Unuturmuyum hiç, söz verdim bile. Hadi bakalım
öpün alnımdan benim. Size bir de davul zurna tedarik
ediyorum. Var mı benim gibi üye. Eğer hepiniz benim
gibi olsanız biz burda seminer değil, neler yaparız,
ama nerde sizde o teşebbüs.
— Teşebbüs sizden olsun birader. Sen herşeyi ha­
zırla, biz tam teçhizatla toplantıya katılalım.
— Çorbanın tadı fena değil... Mavi elbiseniz gü­
zel. yeni m i diktirdiniz. K üçük hanım?
— Yeni değil ama, yeni gibi mi duruyor, tabii du­
rur. Hergün ütülerim onu ben. Bugün seminer var
dediler, bir daha ütüledim. Annem bana kızım dedi,
nereye gidiyorsun böyle dedi. Vallahi anne dedim. Or­
ta Doğu ve Balkanların en büyük toplantısına iştirak
ediyorum. İsmine seminer diyorlar. Ama bu senin bil­
diğin toplantılardan değil. Belki tavuklu pilâv yiyece­
ğiz. Üstüne çay, pasta varmış. Bütün bunları Hadi Bey
hazırlıyor. Sen Hadi Beyi bilmezsin değil m i anne?
ama nerden bileceksin. Sorduğum hata zaten, ne ço­
cuktur o, :A nkara?nın en meşhur aşçılarını tanır. Hâlâ
Küciik Hikâye
U-nımadnı mı anne? Parü marti işlerinden de anlar.
İşte o. Bu kulübü boşuna kurmadım ben diyor. Hole
bir bahar gelsin diyor. Toplantııım son bîr kaç daki­
kasında da, bir konu inceleyecekmişiz ama ne olduğunu
bilmiyorum. «İncir çekirdeğinin ihracatdakj rolü» ol­
ması muhtemel... İşte böyle. Anneme bir anlattım. G öz­
leri açıldı faltaşı gibi. K ızım dedi sen no miihim
«••dam olmuşsun böyle.
— Sizi bir yerden gözüm ısırıyor ama ııerden. Siz­
de mi bu .kulübe yazıldınız. İyi ettiniz efendim iyi et­
tiniz. Biraz eğlence lâzım dedim yazıldım bu kulübe
Eksik olmasınlar iyi vakit geçiriyoruz. Bugün seminer
var dediler kalktık geldik.
— Ben de sizi bir yerden görmüş gibiyim. Y an ıl­
mıyorsam aynı Fakültede okuyoruz - Tamam tamam
aynı Fakültede, hem de aynı .sınıfU'.. unutkanlık.
Dikkat Reis bey toplantıyı açıyor. Susalım.
— Bayanlar baylar, Mülkiye İktisat K ulübünün
bu ilk seminerini açmakla duyduğum bahtiyarlık son­
suzdur. (çatal vc bıçak sesleri) Biliyorsunuz, memle­
ketimiz iktisaden kalkmıyor. Eee buna ayak uydurmak
lâzım, bir kulüp kuralım dedik. Bir kaç ark;.duş bir
araya geldik. Gördüğünüz bu kulübü kurduk. Bvn
esasen kulüp kurmağa bayılırım. Bugüne kadar çok
kulüp kurdum. Ama böylesini ilk defa 'kuruyorum.
İnşallah bu kulüp mensuplarını mesut günler bekliyor.
Hele bir bahar gelsin. Bakın^neler olacak. Bu kulüp
Orta Doğu ve Balkanların en büyük kulübüdür. Alı
bilseniz çocuklar neler çektik bu kulübü kurmak için
Ama yanlış anlaşıldı galiba. K ızlan kulübe almak için
diyecektim. Efendim maşallah kıllarım ız bir kapalı
kutu İllcde kulübe girmeyiz diyorlar. Bahar gelecek
diyorum düşünün. Biz baharda ders çalışırız başka şev­
ler istemeyin bizden diyorlar. Yaa işte böyle çocuklar
Tanrı bir daha o kara günleri göstermesin. Kızları ku­
lübe almak hususunda gece gündüz demeden kesif b i•faaliyet gösteren, salonda, vestiyerde ve bunu mümasil
diğer yerlerde onları ikna edelim derken gurbet elle­
rinde dillere düşen, Hadi Bey ile Hepinizin büyük bir
muhabbet beslediği gözlüklü arkadaşımıza alenen te­
şekkürü bir borç bilir, bundan sonraki mesailerinde ba­
şarılar dilerim. (Görelim sesleri) Arkadaşlar k ülüm ü­
zün tüzüğünü demokrasilerin babası Şinasi Efendi fam
18 dakikada hazırladı. Tasdik ettirdik, ettirdik ama.
bir de baktık ki, kulübün gayesini yazmağı unutmuşuz
Aksi tesadüf. Yani anlayacağınız şimdi kulübün her­
hangi gayesi mevcut değil. Böyle olması bir bakım ı
da iyi ya. Bazı üyelerimiz incir çekirdeği ticareti yapa­
lım diyorlar. Bana kalırsa danslı toplantılar dnha iyi
olur, derim. Siz ne dersiniz? (İkincisini tercih ederiz
sesleri) sizlere bir müjdem var. K ulübüm üze yeni bil­
irim in üye daha katılacak yakında. Bu müstakbel üye­
miz halen iki fakültede birden okumakta. Son derece
de mütevazi. Biz kendisi ;ile konuştuk. Ah vakit olsada bir fakülteye daha devam etsem divor. Gözleri­
miz yaşardı. Memleket namına iftihar ettik. Bu yeni
üyeyi aramızda görmekle sonsuz heyecan duymakta­
yım Su anda gözlerimden bir kaç damla yaş akıyor
farkındayım. Bunun sevinç göz yaşları olduğuna emin
olabilirsiniz. Düşünün bir defa arkadaşlar, ben diyor
— 26 —
(Sonu 27. sayfada)
İŞTE BİZ BÖ Y L EY İZ.
K A Z G A N 'D A B ill A D A M
Y u rt’ta kalanlar bilir. Şahanenin ve Kazgan’ın ge­
dikli elamanı Ticaret Hocamız Kemal Arar Bey, bir
çok sabahları yurt kapasından girer. Gene böyle keyif­
li bir günde kapının yanında çalışan boyacı’ya uğrar
ve pabuçlarını boyatır. Boyacının yanındaki bir yığın
pabucu gören akşamcı hoca «Yahu bunlar ne be (!)».
Boyacı cevap verir ; «Vala hocam, ben bunların sadece
zilyediyim; boyayıp iade ediyorum, herhangi bir zarar
ziyanı tazmin ile mükellefim...» gibi lâflar ediyor. Bir
boyacının ağzından böyle profesyonel lâflar işitmeğe
alışmamış olan Zehir Hocamız hiç âdeti olmadığı halde
afallıyor ve «Neeee, Kimsin sen be adam, ne sayıyorsun,
necisin sen burda?» Boyacı: «Hocam ben küçük esna­
fım. kendi gücümle, fazla sermayeye muhtaç olmadan,
yuvarlanıp gidiyoruz işte... M âlûm küçük esnaf oldu­
ğumuz için vergiden de muafız; icar falan da yok.»
«Töbve estağfurullah, lâhavle, yaa sabır» çekerek yu­
karı çıkıyor Kemal Hoca. Bu sırada Kahveci Mehmet
Efendi İdâri ilimler’den inmektedir. Kemal Arar Beyi
görüp «Ooo... good - morning Sayın Hocam, do you
want fresh tea?» deyince, Hoca hiç şaşmadı, «Getir ge­
tir, Allah kahretsin» dedi, sadece...
Bu, hikâyenin birinci half -time’ı....
...İkinci half-tim e H ukuk’da geçer. Keskin hoca­
mızın o gün Hukuk Fakültesi’nde imtihanı vardı. K ar­
şısında gelen hukuklu çuval 'üzerine çarşaf örüyordu.
Hoca dayanam adı: «Ulan ne biçim adamsınız, be. Şu
yanınızda bir Fakülte var; boyacısı hukukçu, hademe­
si İngilizce biliyor. Utanın be...»
M AHM UT EFENDİ
MalımuL efendi elinde süpürge ve faraş, ağ­
zındı? bitti bitecek bir sigara, aşağı salonda piyasa
yapan; yere kâğıt ve sigara atanlara fena halde
bo/.ıı!iin; ara sıra arkadaşlarının sırtında faraşı
ile davul, süpürge sapıyla keman çalan; cansipe­
rane gayretleriyle vestiyere iki ayna astıran ve
böyleeo kızların kalbini fetheden kırmızı bıyıklı
bir adamdır.
Mahmut Efendi, 19/3/1958 Çarşamba günii
pantolonunun arkasını diktirmiştir.
SEVİN EN LER
Son sınıf gezisinde bir gurup; koşturmaca, kay­
dırarak, elimsende oynamakla geziyi bitirmiş; sonra
da "ne eğlendik ne eğlendik..” diye sevinmişlerdir.
imtihanı kazanır öyle girerim kulübe. Başka bir hanıma
yaptığınız gibi, imtihanı kazanmadan girmek mi, Allah
korusun.. Kendime güvenim var... İşte böyle çok sev­
gili kulüp mensupları, hanım kızın sözleri bunlar. A r­
lık kulübüm üzün emsalsiz bir kalkınma arifesinde ol­
duğuna kolaylıkla inanabilirsiniz. Bu kulüp...
Birisi — Ben gidiyorum birader hu nutuk
uzun sürer. Eyvallah...
daha
Başka b ir i;— Güle güle... Bende gidiyorum zaten..
Gelecek seminerde buluşuruz. Göl Gazinosunda yapı­
lacak diyorlar. İnşallah doğrudur.
— Bu kulüp herşeydeıı önce....... Bu kulüp..
TEO - Y A Z
Sinirli adam
A rif Payaslıoğlu Hocamız; tanı gazla Siyasi Partilere
başlıdı. O gıin bir hayli uzun bir girişten sonra meseleyi kay­
m akam lığa getirdi. Eskiden, gittikleri yerlerde egemenlik
İlim eden kaymakamların bugün ancak ilân-ı aşk edebildik­
lerini söyledikten sonra niçin kaymakam olmadığını izah
etli. Mesele basitti, A rif Abimiz sinirli bir adamdı. Nitekim
babası da öyle diyordu. «Oğlum, sen sinirli ve yakışıklı bir
adamsın; kaymakam olamazsın; kalkar adamın biri birşey
söyler dayanamazsın ya sen onu öldürürsün ya o seni, sen
de kurtulursun biz de..» demişti. Hikâyenin burasında arka
sıralardan tatlı olduğu kadar acı bir ses geldi: «Biz de..»
tejorrum.
— 27 —
3fi SEVİM DAMGACI
«Flüorcsantlar söndü,
renkli ışık­
lar yandı, tül perdeler aralandı vc.. ve
Sam iye Gamal sahneye çıktı.
Herkes
raksa başlayacağın zannetti.
Halbuki
doğruca kaloriferin yanına geldi. Özken
orada bekliyordu...•» Bu sevimli kızcağız
Mülkiyc’ye gelmeseydi. muhakkak As­
kerî Tıbbiye'yc girecekti zannedersiniz,
yanılmazsınız. Çünkü hakikaten öyle is­
terdi.
J3 ZÜHTÜ YÜCELİK
Piza kulesini hatırlatan bir vü­
cut yapısına sahiptir. Çuval modasını
takip eder. Sebebi vücudunu kendisi dc
bilmez. Velhasıl Htida-i Nabtt bir he-
nifjlir.
15 YALÇIN TUNCER
Doktor’un, kendisine konuşmayı ve
gülmeyi yasak ettiği söylenir. Yolları ve
pabuçlarını eskitmekden çekindiği için
gezmeğe çıkmaz. Bazı bayramlar dışarı
çıkar. Tiyatro’ya gitmez; hele sinemaya
hiç gitmez: Bir irâde tâk - ı zaferidir. Si'garayı bir nefesde terketmiş, lisanı 2 se­
nede öğrenmişdir. Bu çocuğun ne olaca­
ğını herkes merak ediyor.
• 17 FEVZİ ERTÜRK
Şube - i Maliyyunun en olgUn ve sol­
gun mensubu olduğu ve beli bükülmüş
bulunduğu cihetle «İhtiyar» ünvanı ile
taltif edilmiştir. Bu ünvana layık olduğu­
nu, Tcnncssce’nin mevcudiyetini inkâr
ve ispat, yavaşlığı, sessizliği, sırıtkanlığı
ile de tastık etmiştir. Cins - i lâtiflere
cinsi gayri lâtifler onun nazarında birdir.
Mahcup bir centilmendir.
20 URAT. CIZDAMAN
Mtilkiye’ye geldiğinden beri lam soy­
adını öğreniyorduk ki o da değişiverdi.
İneklemekten konuşmağa vakit bulama­
dığı için Fakültc’de çok kimse onu tanı­
maz. Aşk arz ve talebi Cobvvcb teoremini
hatırlatır veya hatırlattığı zannedilir.
Kalbi, yüzü vc mendili çok temizdir.
23 METİN TOZKOPARAN
Şair - hikayeci - aşıktır. Elinde bir
Vahk yayını ile doğarak ebesini işletmiş­
tir. Büyük aşkını geçen yıl bir hiç yüzün­
den kaybetmiştir. Rumca bilmez ama
İzmir’lidiı*. «Kalimcra» lafını önüne gele­
ne öğretir. Kıymeti bilinmediğinden şikâ­
yetçidir. Sivilcilerinden de memnun değil­
dir. Lafları mizahtan yoksun; boyu 1.7(i
î Im*. Avrııpayı ve kuru fasulyeyi sever.
2G ŞINASI BIYIKLI
-Dünya İktisadî buhranının en şiddet­
li olduğu bir zamanda, Türkiye’nin en
hiddetli halkı arasından çıkı vermiş bir
Karadeniz uşağıdır. Rivayete göre ebesi
göbek bağını kısa kestiği için tepesi alının
vc ebesine hücum ederken düşerek bur­
nunu çarpmıştır. Keskin geçinir. Fakat
bu yolda yaptıkları, yaptım dediklerinin
ve hele yapacağını diye böbürlendikleri­
nin yanında hiç kalır. Akıllı ve bilir ge­
çindiğinden olacak, bir minareden ue:m
kaz ile yarışa kalkmadığı kalmış!ır. Ter­
biyeli hamsi çorbasına bayılır. En sinir­
lendiği şey kendine inek denilmesidir
(Öküzlüğü tercih eder.) En korktuğu rjey
7,30 otobüsünü kaçırmaktır.
3i) A. SUAT ÇAKIR
(Sarı saçlı, mavi gözlü, papatya tcniı
antipatik dcnmiyecek kadar sempatik bir
kul’dur. Birtakım gizli - kapaklı
işlerle
uğraşır: «filecilik - maslürlük - otobüsçü­
lük - karaborsacılık - kahvecilik., vs.»
gibi... Bunlardan en mühimi, röntgen
filmleri karaborsacılığadır- Bir geco Bahçelievlcr semalarında uçarken kap: ııa kı­
sılmak tehlikesi geçirmiştir.
Avaııta’ya
bayılır. «Ağla ve bağla» prensibim' l>v«V
23 FEYİZ KAŞIKÇIOĞLU
Tereyağı da derler. Ömrünün sun
günlerini Gülistanda huzur içimle geçir­
mek niyetindedir. Mağara meraklısıdır.
Hürmetlidir. Kırık çıkık mütehassısıdır.
Dedesinin külahını çok sever. Piligrilli
kadar içli! mektup yazar. Mezun olunca
«Kopil» isimli bii’ Amerikan har isletmek
lasavvurundadır.
29 SABIIİ DURGUN
Saçlarına çok düşkündür. Geçen sene
«çimento saç» diye çağırılırdı. Bu sene
saçlarına zeytinyağı, onu bulamadığı za­
man da Amerikan yağı sürdüğü ileri sü­
rülüyorsa da, bunun ne derece doğru ol- .
dıığu henüz tahkik edilmemiştir. Gûya
engizisyon mahkemesinin baş hâkimidir,
ama henüz hiçbir davay.v bakmamıştır.
Daimi kasıntı, sahte Sabri’ye pek inek­
tir, denilme/.. En dikkate değer tarafların­
dan biri de «!raş»jdır. Bıı soyulmuş yumurtıı gibi suratla sinek sadece yukarı­
dan aşağıya değil, aşağıdan yukarı da ka­
yabilir.
.Ti
GÜNAY ERİNAL
Boyuyla mütenasip olmayan bir
kültür ve düldüle sahiptir. Hürriyete
askını feda etmiştir. Güzel sanatlara me­
raklıdır. Kıymetli bir manzara koleksi­
yonu vardır. Ccbeci sübyanları hakkın­
da gerekli bilgi kendisinden temin edilebilir. Tekelin fedakâr ve Sadık hadimi­
dir. Samimiyet, ve şahsiyeti
hepimizce
’'abııl edilmiştir.
—
28
—
de bulundurur daima: İp. kanca, dür­
bün... Ciddî konuştuğunu j*tfren, işiten
olursa, yapılacak en doğru hareket k. K
z. olmaktır. Kız Yurdu karşısında ikamet
etmenin hiçbir avantajından isi Ünde ö l­
menin aptallık olduğuna inanmaz.
42 AYHAN NU.REL
iki gözü iki de gözlüğü vardır. Göz­
lüklerinden biri röntgen tertibatıyla m ü­
cehhezdir. Suratının zaman zaman asd<
olmasının sebebi kendi narası ile başka­
larını zencin etmesidir.
Dört . senedir
Septcmhr ¡silerin Mülkiye
mümessille*i
ni yapmaktadır.
lîlr t Ç U V A İ,. İN C İK
Son sınıf seyahatinde seyyareler
arası Yalak Diplomat Tanju, Mersin
Belediye İlcisinin verdiği ziyafetle, ne­
reden bulmuşsa bulmuş bir bardak vot­
ka içmiş... Hocamız: kalkıp teşekkür
nvartviyetindc ‘bi.r nutuk çekmesini isledi
Bizimki kalktı, sallana sallaııa mikro­
fonun başına geçti. JSpry yağcılık ya­
pıp, ustura geçtikten sonra sözlerine
şöylle son verdi: vbizlere gerek seya­
hatimiz esnasında, ve gerekse tetkikle­
rimiz esnasında her türlü kolaylığı, izzesj ve ‘ikramı esirgeyen büyüklerimize
burada teşekkürü bir bore bilirim...*
B ili ASİSTANIN NOT DEFTERİN DEN ...
I-Iani fcııa değilmiş bizim meslek... Neme lâzım
kız'.ır daha tatlı bakmağa başladılar bana.
*
**
Bugün III. sınıfın imtihanında bizim profesör, o sıska
- tıpkı çiroz gibi - çocuğa soru sorarken araya ben dc
karış’cm: bir soru patlattım, ama ne soru.. Cevabını
b;:n de pek iyi bilmiyordum ya. Mapalım yani bilmi­
yorsak hem, ¡sonra okur öğreniriz. Temiz kılımızı çekdiklen başka pozumuzu da attırdık. Az şey değil doğ­
rusu.. .
¥**;
Nerden aklıma geldi, daha doğrusu takıldı, şu malî
durum. «Fecaat» diye bir kelime var ya; tam benim
için... Bugün ayın 14 ti ve benim cepte yirmi adet evet
yalnızcı 20 adet T. L. var. Sıkı dur evlâdım, melnnet'iıi kaybetme!..
Nihayet benim ilk makale de bu gece bitti. Şaka
maka değil, ciddi söylüyorum, bu mevzuu bizim mem­
lekette ilk ben e'e aldım. İlk eki almakla da kalmadım,
derinlemesine öyle bir inceledim ki, profesör kitabının
gelecek baskısında garanti bana da bir atıfta buluna­
cak...
¥¥
*
Uııgiiıı yeni bir şey daha öğrendim «bir şeyi iyi bil­
mediği yahut hiç bilmediği halde bir kimse o şey ğayei
ivi biliyormuş gibi nasıl davranır yahut davranmalı­
dır"? Bıııuııı bana çok yardımı olacak ileride...
*
■k
*
lîaııi azıcık utanmasam, hep takla atmak geliyor
hüsün içimden. Nasıl da gelmesin meşhur oldum, meş­
hur... Dergide benim makale de çıktı. Asistan gibi yedi
harfli bir kelim ■gözümün önünde büyüdü de büyüdü.
Ama soy :-’dmn küçük harflerle dizmelerine sinirlen­
medim değil.. Üstelik 2 inci sayfanın 5 inci satırında
7 inci kelime ile 8 inci kelime yer değiştirmiş. Ben o
!-.?dar uğraşayım didineyim, koskoca bir makale yazay m; matbaacı olacak herifler iki kelimeyi yanyana ge: .Yemesinler. Doğrusu bizim Profesöre hak
verdim;
i'Hvkkelj matbaacı dedin mi adamın asabı bozulur.
’
*
•* •*
Bugün üçüncü gün öğle yemeğini gene karpuz, ek­
mek peynirle yaptık...
¥ ¥
¥
Ş u ..... Profesörüne illet olmağa başladım. Be
»dam!, ben koskoca bir asistanım yoksa şamar oğlanı
değil... Ben tam kendimi ilme vermiş inekliyorum
■d- u çağız yazılı yapacakmış, dolaşıversin sıra araların­
da diye haber yollamış.
I
*
**
Bakıyorum ben sınıfa girince son sınıfdaki kızla­
rın yüreği hop hop diye atıyor. Yüzlerinden anlıyorum
bunu. Hani hoşuma da gitmiyor değil__
Bay Profesör’ün Maceraları
POT
1
Temmuz. 1İ>:>7 "iinii sabahı, birkaç arkadaş aşağıda
büyük salonda olmuyorduk. Aramızda kemancı Taner d<;
vardı. İmtihanlar henüz bitmişti. Hu sırada salonu uzun boylu
yaşlı bir hanım girdi. (Sonradan öğrendiğimize göre bu ha­
nım bir ilkokul öğretmeniymiş ve ideal bir mahalle yaratmak
için çalışıyormuş.) Kİ inde bir siirü broşür vardı. Yanımız*
gelip bize bu broşürlerden vermeğe başladı. Hem broşür d a ­
ğıtıyor ve hem de :
•
- Yardımlarınızı esirgemezsiniz her halde; bu kutsal
vazife hepimizin vazifesidir, elbiıtiğiyle çalışmalıyız; diyordu.
Kadın Taner’in öniinc gelmişti. «Yardımlarınızı esirge­
meyin...» falan deyince, Taner bu broşürlerin para mukabili
Kalıklığını zannetti ve kendine ciddi bir eda vererek:
- Kusura bakmayın, bursları öğleden sonra alacağız;
dedi.
SA Ç M A SEÇM ELER
Ay ben fındıkçı mıyım? (Tunçay)
Asılmak tehlikelidir (Gülay)
Korkmak ta ne kelime (Bö)
Ne avradımış canım (İlim Ruşen)
Hepinize muvaffakiyetler dilerim (Teksir M u­
hittin)
Ay., ne şeker şey., gel bakim ablana canım...
| (Golden Girl Nilüfer)
İsteyen hiyar hakkını kullanabilir (Dev. Hus.)
Seni seviyorum, gözlük taksana (Y. K üçük)
Giymiş mor fesini de Süleyman aman bakışı can­
lar yakar (Libian Boy)
Kapıyı dışardan kapar mısınız? (İlim)
İstediğim yerde istediğim zaman istediğim ha­
vayı çalabilirim (Borazancı)
Öhniiş bir erat ((Tezci Galip)
Gözlüğüm ü kaybedeceğimi bilseydim, tatilde
dors çakşırdım (Halil)
Kazgan’ın başı için nişanlanınız (Kazgancılar)
Bir kızla konuşmak, beş erkekle konuşmaktan
tr.n daha yeğdir (Şadi - Sunday)
Üzüm üzüme baka baka karar (Kara Ali - Kara
Sevim)
Kalorifer soğuk aşkları ısıtmaya yarar (Tony)
Aşdc olmak için kapıyı açık tutmak lâzımdır (Bı­
yıklı)
En Büyük akıl en büyük kafada bulunur. (Bongo Ömer)
Beni tanıyan var mı? (Burhan Yavuz Yılmaz)
Yokuş çıkan yokuş iner (Aristo Kenan)
Arkadaşlar, sizin iyiliğiniz için söylüyorum (Özer
Y ılmaz)
ı
Herşeyi gören duyan bilen adam (Yücel Çelik)
Gene traş olmamışsın (Dekan)
Denetle beni Arguıı (Komşunun kızı)
— 29 —
4(i FATMA ZEHRA TÖÜEYEN
Nevi şahsına münhasır bir şahsiyet­
tir. Heyecanlı ve asabi m izaelıd tr. O, hor
şeye sinirlendiği için herkesi sinirlendir­
diğini zanneder. Hayatını pek monoton
bulup bir değişiklik istediği zaman .saç­
larının rengini veya şeklini değiştirir.
Kilo kaybetmek islediği zaman
Cebeci
17 ye biner. 1 No: lıı çay tiryakisidir. İliç
şekersiz içer. Tayarecilere biter. «Mülki­
ye’ye gelmeseydim tayyareci olurdum»
der. İmtihanlarda tesadüfen yüksek not
aldığını söyler. En büyük hususiyeti
kendini bir türlü beğenmeyişidir. K ız ­
manın çıkacağı şıı son günlerde Faloş'uıı
ateşi yükselmiştir.
-İS BİLGİN ARAL
Mülkiyelilerin eniştesidir. Koyu bir
Yeşilaycıdır! İlme hürmeti varsa da pek
iltifat etmez. Oportünist bir dünya görü­
şüne sahiptir. Deıse girmesi olağanüstü
bir hâdisedir. Kız Teknikteki ağabeylik
ayaklan henüz aydmlanmamı.ştır. Güm ­
rük Vekâleti müntosiplerindendir. Soh­
betlerine doyum olmaz. Edebiyata ve
bilhassa şiire meraklıdır. Ona göre ka­
dın hürmete lâyık bir mahlûktur fakat
sevilmeğe asla.
44 MUHİTTİN ESEN
Güneyin bu delişmen
çocuğu her
nedense bugünlerde pek düşünceli. Ken­
disini koridorlardaki ^anklar^a her an
görmek mümkün. Sarışınlara karşı büyük
bir zaafı vardır. Son ayağıda mevkini
teslim ettirmiyor mu?! İlmi hüviyeti miitevazidir. Gayesi Gümrik Vekâleti mute­
medi olup Mülkiye burslarını dağıtmak­
tır.
45 ŞADI CINDORUK
Cindoruk, daha ilk mektebe gitme­
den önce mahallesindeki kızları, miki
göstermek, doktorculuk oynamak gibi
ayaklarla, eve çağırıp, biraderi Hüsamla İlmî anketler yapardı. Mülkiye’ye gir­
meden önce ikişer, üçer sene Robert
Kolej Engincering’de ve Fen Fakül­
tesinde vakit geçiren Cindoruk, I.sınıf.
kızları ile konuşurken sık sık: «Siz doğ­
duğunuz zaman ben lise II de idim,» de­
mekten çok hoşlanmaktadır. Annesi kız­
dığı için, bu kadar çok kızın abisi oldu­
ğu halde ayaklarını içinde tutmaktadır.
(Sizde, Şadi’nin sözlü olduğu
intibaını
uyandırmadığımız için memnunuz Halbu­
ki o evlidir.) Sırf jş olsun diye, cemiyet
toplantılarında ukalâlık edip, milleti bo­
zup, sonra da üç ihtarla dışarıya atılmak
tan pek hoşlanır. TEKTAŞ, MİK, FİK,
KEK,,,, gibi organizasyonları olan Cindork'uır en son kreasyonu «Mediııa Sarote’ye, Fakülte kapısından dolmuşa bininceye ¡kadar refakat edenler kulübü»
dür.
Dünyaya gelme'nin bizatihi bir ma­
rifet olmadığını, Bilgin daha anasının
kanunda iken öğrenmişti.
Ortaokula gidecek bir yaşla iken
babasıyla Sofya'ya gitti. Orada hususi ho­
calardan Fransızca dersi altlı. Bu husııst ı
muhterem hocasının kızından büyük mü­
zaheret gördü. Bir taraftan da çok sevdi­
ği dersleri' ile uğraşıyordu. Şahsi kabili­
yeti, daha küçük yaşta iken onu, vatanı
için şerefli vazifeler ifâsına sevkediyordu.
Bir’ gece, kurşun ve bomba yağmuru al­
tında bazı gizli vesikaları; bizzat idare
ettiği bir Jeeple Vatan’ına, sevgili Tür­
kiye’sine gelirdi.
Liselerarası satranç,
mukavemet, yüzmelrc, ve Sein Nehri ya­
rışlarında - yüzme ve kürek-daima bi­
rinci geliyordu. Pazar tatillerini Oslo’da
geçiren Bilgin, pazartesi sabahları; mek­
tebin açılmasından 10 - 15 dakika «vvel
uçakla Paris’e gelirdi.
Aral, az konuşur; çok dinler. Bilhassa
maliye ve iktisat derslerindeki şahsi bu­
luşları ile hocalarının hürmetini haklı
olarak kazanmış bir arkadaştır. Yarım
saatte 400 sayfa kadar okur. Bir dersi as­
gari 30 defa tekrarlar... Sözlü imtihan­
larda birçok hocaları çuvallattığı vaki
olup fakülte camiasında sevilen bir arka­
daştır.
49 ERTUĞRUL BAYDAll
...Bir lâ sesi duyuldu odada... Şefik
bey torununun İlâhî yüzünü gördügü an­
— 30 —
da, oir?le» dedi, »dünya bir kıymet ve bi­
zim par»i bir le y daha k la n d ı...« Sene
1030, Erzincan’da
bir kr< büküm
sürüyor.
Kendisine bıkılan -K;»vans'> lâkabı­
nın kullandığı pİ!'.tıd;>ı< ileri
ı s­
rarla b;ah çimekteyse de biy*.»loii i-kunuıs
herkes, beyindeki bu::u.'ivelb’ ola» r*1
sini kavradığından. y*jHuramamakladr:\
Davul ve Ayı Mele ile bi- yılK'ı^ın-.!;* çek­
tirdiği resim. alelacele Yeniaydan ihracı­
na sebeb olmuşla da henibe Zafer olun­
ken resminin çekilmesi mümkün olmadı­
ğından, muhali i p,;rl.iicrdon birinin genç­
lik kolu başkanı olnvıkUı berdevamdır.
Adana seyahatinde p.*z?idenle: »'F.rlu&rul Baydar şehrimizde.» ya/ısınm çıkın-ısiylc Ci>eyi böbürlenmiş fakal editör. İm nu yazmak için ondan aldığı nar-lada
kafayı rekorken nıos'cloyi arzından ka-
i u\
çıvdığından. şlşmisli. i leyce mla ÎWr? se­
nesini bekliyon :*rkas?nş».niiv: îijmdHvn
seçilmemesini $adc:*e yasının Rü«.;s«kl•ı;Ü«—
ne (!) affederek iktidara gelince ilk ya­
pacağı işin Ayı Mele'yi Vokal**! emrim'
aldırmak ve Kini. Moslafa’yı da bir ıv.e» lis - i idare azab&nıa gel ir-.mele .propogandu müşaviri obnvk da Davult\;;erıııc£i düşündüğünü say ir inekledir.
52 ŞÜKRÜ ÖZEL
Taife - i Kastamonu'dan
olmasına
rağmen, aslen Sökeli olan bu az esmerce
yağır, delikanlı, Uganda e ş r a f ı n d a n
ODONGO - ODORONO’nun yetiştirmeleriııdentlir. Miilkiye’ye mucizevî ve henüz
belli olııuyan bir tarzda duhul edip, he­
men faaliyete geçmiştir. Fikir Kulübü
ayaklarına yatıp «ilimcilik» e baglamış;tır. Kulüb - ii fikrlyye’nin sabık ınuhasipleriiKİc-nciir. Fakat son zamanlarda
kendi bütçesini ayarlamalıda âciz kaldığı
ınüşalıadc edilmiş ve sık sık istikraz yo­
lunu seçmiş ve vâdeleri uzatmakta esaslı
bir maharete tali ip olduğu görülmüştür.
M DÜNDAR SÖNMEZ
Eski Yunan heykellerinin aşağı yu­
karı yeni bir modeli sayılan bu «Körpe»
delikanlı, Meklcb - i Mülkiye’nin evlâd - ı
mâneviyyesidir. Her türlü organizasyon
işinde emniyetle
istihdam
edilebilir.
Annesi onun güreşçi olmasını istiyordu.
Fakat böyle olmadı. Babası ve dayısı vo
amcası polis olduğu için Mülkiye’ye {'ir­
mesinde bir mahzur görmediler. Bununla
beraber o Mıilkiye camiası içersinde bil­
hassa I. sınıf kızları tarafından çok se­
vilen bir tip oldu. Sigaraya, baklavaya
yahut tulumba tatlısına ihtiyacı olduğu
:-:amanlar tavla yahut futbol oynar. K i­
racılara yol vermek için sözlü olmuştur.
Parası olmadığı zamanlar para harcama­
yı sever. Islıkla Marianne’i çalıyorsa o
civarda o kız var demektir.
Sabahleyin mektebe gelir - gelmez ilk işi
Cem’i bulmak ve Tatabanya Radyosunda
dinlediği bilmem kaçıncı plâğı anlatmak­
tır. Radyo ve spikerlik hususunda öyle
kafa ütüler ki bu şöhreti taa denizaşırı
ülkelerden duyulmuş Luxemburg ve
Kessbourg Radyolarının müteaddit da­
vetlerini, memleketinde bu
meselelerin
ehemmiyetini göz önüne alarak kabul
edememiştir. (Ne asil bir jest) Aslanbncak Fikret, eve geç gideceği akşamlar,
annesi polise telefon etmesin diye, eve te­
lefon eder.
Gt İSMAİL COŞKUN
Lâkabı Kürt’tür. «Bana biyografi
yazarsanız, fenıı lıalde bozulurum» diye
bize gözdağı vermek isteyen, karayağız
yakışıklı ve if.civert kostümlü bu civan
meıd delikanlıdan, arzusu üzerine - kork­
tuğumuzdan değil - bahsetmiyoruz. Mat­
baalara uğrayıp, birkaç defa kitap bas­
tırmıştır.
76 BURHAN YAVUZ YILMAZ
Tarihlere geçecek bir inektir. Dört
senedir, gürültü olur, diye öksürüp nk~
sırmamaktadır. Geçenlerde çok acele bir
iş için postahaneye kadar gitmiş fakat
dönüşte mektebin yolunu, ancak bir po­
lis memurundan öğrenmek suretiyle bu­
labilmiştir. Daha gözleri açılmadığı hal­
de eirafı nasıl görebildiği merak edilmek­
tedir.
(32 FİKRET OÜRÜN
Diinya'ııın en eski AnkaralIsıdır. Bu
sebeple Ankara'yı sevmeyenleri o da sev­
mez. (Ne yazık...) Sabahları çok erken
kalkan Fikret, imce sobayı yakar sonra
radyoyu açar. Mutfak işlerinde olsun sü­
pürge, bulaşık, ve kömürcülük işlerinde
olsun muvaffakiyetle istihdam edilebilir.
cxr*'
f/2 EROL PARLAR
Spekülatif kazançlar peşindedir. Be­
ğendiği kızlar ııev’i şahsına münhasır­
dır. Bir kızda aradığı en önemli vasıf ten
güzelliğidir. Balıkçılığı ve nakkalığı dil­
lere destandır. Pazar 11 matinelerini hiç
kaçırmaz. Çok zeki olduğunu zannedersede bizler başka kıymetli tarafları oldu­
ğunda müttefikiz. Bugünlerde Medeni
Kanun elinden hiç düşmüyor, bilhassa
«babalık davası» bahsi. Müstear adı
uNeco» dur.
86 ERGÜN ARPACIOĞLU
Halen Ankara’nın Bahçelievler sem­
tinde oturan, Kastamonu eşrafından Arpacızade Kemal efendinin oğlu bir gay­
retle her nasılsa Mülkiye’ye girdi. He­
men dört elle derslere sarılıp sınıfları
geçmeğe başladı ve bu arada burs ve kız
sahibi oklu. Halim selim görünen bu kum­
ral delikanlı, aslında cevval bir sporcu ve
yağlı bir güreşçi olup; bu babta bilumum
oyunları arkadaşları üzerinde iiilen tat­
bik eder. Bu arada elbise yırtıp düğme
kopardığı vakidir. O biçim Fenerbahçeli­
dir. Son gezide güney’den külliyetli mik­
tarda kaçak eşya ve muzla döndüğü, ha­
len bunun ticareti ile meşgul olduğu riva­
yet edilmektedir.
73 HALİDE DEMET DAMAR
Soyadının Damar, isminin Demet,
olduğunu, karışıklığa mahal vermemek
için toplum huzurunda tavzih etmiştir.
Fakat Kim Novak olduğu hususunda
ısrar edilmiş ve Pikııik'teki oyunundan
dolayı büyük bir hayranlık toplamıştır.
Saçlarının esas rengi hususunda derin
münakaşalar olmuş fakat bir
neticeye
varılamamıştır. Yağmurlu ve yıldırımlı
havalardan hoşlanır. Çünkü ölümden
korkmuyormuş. Seyahati ve R ııR ’yi çok
sever. Münakaşalarda fikrinin kabul edil­
memesine çok kızar. Çüııküo daima hak­
lıdır.
— 31 —
İyimserlik mi dersiniz ?
Siyasî Ali ile Siyasî Halis her nasılsa
o gün, Yenişehir’e çıkarlar. (Allahallah...)
Bir şeyler almak için bir kitapçıya uğ­
rarlar. Kapman yanında, John F. Dulles’in
«War or Peace» isimli 50 kuruşluk propa­
ganda kitabım gören Ali Pıtırlı, Halis’e
şu mühim tavsiyede bulunur: «Halis’cim,
bu kitabı almanı tavsiye ederim. 300 say­
fa sadece 50 krş.» Sağdaki raftan «Harb
ve Sulh» isimli kitabı eline alıp ilâve
eder: «Tüıkçesi, bak 10 lira...»
f
u
n
d
a
n
B
Dört sene evvel ilk muhasebe dersinde Cumhur
Bey, «Sîzler daha çocuksunuz..» demişti; aradan bunca
z~man geçti. Büyümek için neler yaptık acaba? Eniste’ye sorarsanız; çeyrek asırlık ömründe havale kova­
lamaktan başka birşey yapmamış.
Enişte geçen sena G üm rük Vekâletinden burs ald1.
»Mecburi hizmet fakın kabul etıncm» eliyor. Aldığın
dv.n fazlasını oraya yatırıyormuş meğer. ,Şu bizim soıı
r. nıflarm güney seyahatinde .rakı şişesi elinden lüç
düşmemiş. «Akşamları beleş diye herkes içiyordu,
an d a biraz fark olsun diye ben, öğlenleri do boş dııım?.d ro » diye izah etli.
Enişte’nin bir de Çömez’i var : Yalak İsmail; k.üçükk'jn «Koca kafa» derlermiş. Biz «Kelle» diyoruz.
Hem daha kısa hem de şahıs karışmasını önlüyor
Arada sırada değme yalaklara parmak ısırtacak lâflar
eder. «Maxiton leblebi değildir... «falan gibi. Bir sürii
eksikleri var. Sekreterliğin ilânlarını, tren - vapur uçak tarifelerini, kanun numaralarını (başka yerlerini
bilmez) biliyorsa da parçalardan bütünlere götürecek
kısımlar olmamış daha. İç Cebeci de bir kelle satıcısı
var. Bu adam, çocukcağızı gördüğü yerde «Haydi piş­
miş kelle...» diye bağırıyormuş. Haklı. Ne vapsm e k­
mek parası; amma İsmail’in hiç mi hakkı yok sanki...?
Baba K u rt’un sırasının üzerinde «Aşk adamı ö ld ü ­
rür, Baba K u rt’a döndürür.» yazılı. «İnsan saadeti uğ­
runa mesleğini feda edebilir» diyor. .Maliyeci olarak
hayata atılacakmış. Saadet dediği şey, aç karnının doy­
ması olacak hesaba göre.
Geçen gün senelerden beri ümitsizce koylumda ta­
şıdığı aşkının resmini başkasına göndermesi için, Enis
te’ye verdi. Enişte bunu nasıl başardı bilmiyorum.
Yalnız Baba K u rt’un yüzünde iyi bir iş yapanların ra­
hatlığı vardı. «Alalı bizden daha ümitsiz olanların yar­
dımcısı olsun...» dedi.
Mesut, bu yaz Fransa’ya gitti. Bana Eifel Kulesi’nin
fotoğraflarını gönderdi. Şimdi o kazıdıkça: «Ne­
ler yaptığın, gönderdiğin fotoğraftan belli.» diyorum
Bu sene konuşma kabiliyetinin m üthiş olduğu ortaya
çıktı. (Mesut küfürden sıkılır.) öyle yarım - yamalak
bildiğimiz bir şey hakkında günde en az iki saat konu­
şur, böylece hem çenemiz hem de hayal gücümüz kuv­
vetlenir.
Raftiyle sınıfın en arka sırasında beraber otururuz.
Hoca bir gün işletme dersine «Spekülatif kârlar spekülâtif zararlarla örtülür.» dedi. Kum ar oynamağa da
beraber gidiyoruz. Hep spekülatif zararlara uğradık.
Şimdi onları örtecek spekülâtif kârlar arıyoruz. Öyle
ya bunlar eşit şeyler. Aksi halde ilme karşı olan h ür­
metimiz azalacak.
M İK isimli yeni bir kulüp var. Allah geçinden ver­
sin, pek faaliyetini görmedik ama Allah için, Taner
çok çalıştı. Az mı âza bulma ayakları attı__ Yalnız
kızlardan yana çok şikâyetçi. «Bizim kızlar enteîleklüel değil..» diyor. Hemen arkasından başını iki yana
sallavıp ilâve ediyor: «Birisi müstesna». İşte politikaya
ilim karışırsa böyle olur. Her hanım kız «Aaa.. muhak­
kak ben’imdir. Ç ünkü başkası olamaz.» diyecek.
Kızlara lâf yok demiştim ama kendi kendime,
M İK ’ti, Taner’di falan derken oldu birşeyler. Halbuki
ben çok korkarım onlardan. Öyle ya içlerinden biri
burnunu havaya kaldırıp» Hıhh yazılır mıydı o...» de­
se ben ne yaparım...? Bakın, erkek olsa yapılacak çok
şey var. Hem Allah için bizim kızların lâf söylenecek
yerleri hiç yoktur. Sıraları bile bizlerden ayrıdır. Hep­
si de uslu uslu oturup Sndun A h i’nin sınıfa girmesini
beklerler.
Giyik bir ara batan güneşe karşı sevgilisine mektup
yazıyordu, resim yapılan kartonların üzerine. Sonunda
o
n
d
a.
n
mektup z'-'rfa girmedi. Paket yapıp postaneye vermek
mecburiyetinde kaldı çocukcağız. Giyik bu günlerde
D.k değişti. Pantalonlarıııı uzattırıp ceketlerini kısu.lt! rıyor. İşin içinde muhakak bir iş var. Bakın, ismini
lıı.kottiğklen hiç şüpheniz olmasın. Y:'!n:z çok metin
çocuktur. Dr ha geçenlerde kızbı-ıııdan biri nişanlandı
da kılı bile kıpırdamadı oğlanın Giyiklerde: İH'r srıuboynuzda yeni bir çatal belirirmiş. Bizimkinde öyle
d ğil, ilâve yukardakine benzeyen bir hâdisenin v u ­
kuunda oluyor. Daha kârlı büylosi. Bu sayed'1 bizim
G iyik’iıı, yaşım olduğundan İvrkaç misli fazla göslereıı
boynuzları var. Bazen kızıyor bizleve. Bir gün «Hani
sizin kızlarınız» dedi. «Niye vok» Enişle, «Sen bilmez­
sin» dedi. «Oğlum, bizim aşklarımız gayri federe» diye
cevap verdi.
Geçen sene bahar gelinci; her akşam Gençlik Par!<fna gitmeğe başladık. Elektrikli otomobiller, dönme
dolaplar falan... iyi vakit geçiyordu. Amma 50 kııruşn
3 penaltı atılan bir pavyon varya, hani iki gol atınca
•'i kuruşluk çikolata veriyorlar. İşle o hepsinden başka.
B 'r gün her nasılsa üçünü de attım. Meğer herkes ya­
pamazmış bu işi. Millet bana bakıyor ben de millete.
Boru değil bu üç şut üç; gol... Ertesi giinii Çağlayan
Lokentası’ndan çıktım. Bakın, burada biraz durmak,
lâzım. Herk.es bilmez Çağlavan’a akşamın beşinde g ir­
mekle, gecenin dokuzunda çıkmak arasındaki farkı.
Erbabı bilir. Her neyse, Enişto’yle beraber Piknik';.giiiik. Sonra oradan da Gençlik Parkı’na. Benim arzımı
üzerine doğruca penaltı pavyonuna uğradık. Penaltıİri" atmağa başladım, zaviyeyi nişanlıyorum: iki karış
farkla nvuta gidiyor. Kalecinin sağına atıyım diyoıvm
kucağımı gidiyor. Adamı en fazla, kahreden, ilk ikisi
girmeyince kalccinin üçüncü topa, bakmam**«'. Ulan
diyorum, kendi kendime, yaparını, diye övündüğüm
b'r tek iş var, halbuki iki meyhane dolaşmakla bak ne
hrie geldim. Boyuna atıyorum ben artık. Enişte «Yürü»
diyor, «gidelim.» Gider miyim biç, şeref meselesi yap­
mışım bir kere. Devam ediyorum En sonunda toplar
keleye girmeğe başlıyor. Hem nasıl, top bir tarafa
gidiyor kaleci öbür tarafa. Beşlik çikolatayı aldım. A l­
dım ama. fiyakam uzun sürmedi. Enişte, kaleciye :
• Aman kardeşim, ye de şu iş bitsin...» demiş.
Açlık cn çok görülen halimiz. Geçen sene açlık
"ünlerinden birinde Aydın Baba'yla karar verdik gi­
diyoruz. O İzm it’e ben. Adapazarı’na. Nasıl durursun,
her geçen gün bir evvelkini aratıyor. «Hastayım, zayıf
düştüm» diye, yazdım eve. Aydın Baha’nın d ı akraba­
ları varmış, «çok beri görmedik, gel.." deyip dururlar­
mış. Onar lira bulduk; üçüncü mevki biletlerimizi al­
dık, birer şişe de Çubuk, artık mesele yok bizim için
Ama geride kalanların dörtte üçü .-ç: onU-r ne olacak...
Neme lâzım, Aydın, feragat sahibi insanların baş’nd-'
gelir. Fakat elinde - avucunda birşey yokki, ne yapsın.
Dülab'nda bir paket sebze tozu varmış, göliirdii Enis
(e'ye verdi. «Traş tasının içine sıcak suyu koyar, üze­
rine de l^raz, bundan dökersin. Yağı, tuzu hepsi için­
dedir. İdareli kullanırsan bir hafta yeter.» dedi. Enişte
hala saklıyormuş onu. İsleyen olursa gösteririm, diye,
beyanat verdi. Feragat sahibi insanlardan biri de Sıfrre k Paşa’dır. Borçlarından hep feragat eder. Alaca­
ğ ın g e lin c e .......
«İyi ama diyeceksiniz, neden yazdın bunları...»
Ne başı var ne de sonu... Allahallah, yalaklığın da
hududu mu olurmuş. Daha da uzardı fakat biz hep
böyle ÇağJ.ayan’la, Cebeci Gençlik Lokantası arasında
sallanacak değiliz ya... Elbet günün birinde bir baltaya
s a p olacağız. Bizden daha büyük sapları gücendirme­
yelim dedik...
Giinay E RİN A L
— 32 —
karşısında sevinçten kemençe çalıp, ho­
ron tepen pupasini görmüş ve hemen peşikten fırlayıp, halkaya girmiştir. O gün
bugün horon tepmeden yerinde duramaz.
Hatta çaylarda dans ederken, sık sık co­
şup; dans yerine horon teper ve tombul
dam’ını hayretler içinde bırakır. Laf ara­
mızda; onun balık etinde tahayyül ettiği
hanımlar, kalksn balığına benzer. Kırmızı
yanaklı, şişman kızlara pek meftundur.
Meşhur inekliği için gereken
enerjiyi
«lıamsi baklavası» ile le’min ettiğini söy­
ler.
m ÖZKAN ARAÇ
8S FAHRİ AKIN
Belli elmez anut sayılı zanıpirlerdondii*. Bu yüzden de birçok tehlikeler atlat­
mıştır. Mesela Karagümrük’te babına ge­
lenler... Çelik gibi bir bileme sahiptir. Kar­
cısında Namık'tan başka kimse dayana­
maz. Bıı çelik bilekli genç mekteple olsun
dışarıda olsun atlamak istediği bütiin kız
(ardan iyi (!) muamele «'örmüştür.
Mekteb - i Mülkiye'de kimse kendisi­
ni bihakkın tanımadığı için otobiyogra­
fisini yazmak zorunda 'kalmıştır. Esra­
rengiz, nvılrakengiz bir kimsedir. Kürt
asilzadelerinden okluğu asılsızdır. Arap
olduğu söylenir. O da asılsızdır. Asya
gribini uyku ile tedavi etmeğe çalışmış,
bir netice alamamıştır. «Banlcçı» lardondır. Gina’nm hayranlarından olup Gina
tipinde olmayan kızlara bakmayı ihanet
sayar. Tony Curtis’e hiçbir bakımdan
Ü2 PKVZİ ÇıLTİNKAYA
Trabzon’un hamsisi ve kızı bol bir
köyünde doğmuştur. Gözlerini açınca
103 NAM IK KÜÇÜKKUTLU
Kendisi her nekadar İstanbul’da doğ­
duğunu iddia etmekteyse de biz Kürt Mus­
tafa’ya daha îszla itimat ettiğimiz için
onun, Rize açıklarında, bir balıkçı san­
dalında doğduğunu söyleyelim. Mekteb-i
Sultanide, hocalarından çektiği kılları
bıyık ¡diye kullandığından ilk lâkab>
«Palabıyıklı olmakla beraber, Mülkiye’ye
geldiğinden beri Ankara Haller şampi­
yonu olmuş ve lâyık olduğu «Hsmmal»
ismini luıketmiştir. En sevdiği yemek
«Maydanozlu Hamsin olııp boş zamanla­
rında Saatli Maarif Takviml’ni ezberler.
Veya klâsik batı müziği dinler. Sakal
bırakmasına sebep olarak hernekadar
festival filan diyorsa da asıl sebebini
«Kırmızı kazağın» lıamîsi «Gedikli Rüş­
tünden gizlenmek olduğu bilinmektedir.
En samimi arkadaşları Kürt Mustafa, Ma­
nav Remzi, vehammalbaşı Osman ağa olup
istikbalini; kendisine yeşil elbise vere­
cek olan Gümrük Muhafaza Teşkilâtı’na
bağlamıştır. Çok iyi kumar oynar ve hep
«kazanım...
1U4 ÜNAL ŞENLİ
00 MUSTAFA KÂMİL TOKER
1353 senesi sonbaharında Küıdistan
Ovasında nur irinde gökten bir kız indi,
ve Ilakan Arab lho'dan arzı ruisüllii bir
oğlan doguvdu. AJönüz iki yaşındayken
Kürt destanını kaleme alınası, dördünde
Ü0 destanını ezbere okuması üzerine d ü ­
şük kaslı Iiasso tararından kendisine K â­
mil .adı takıldı
Büyüyünce TvTekleb - i
Sullani’dc kekeme i!e beraber futbol oyılamasını ö^ıvrirken bir yandan da <ı‘Hayal vı- ('i]..u!.ı!:.ı* .'alışı .sadesinde lieaıel
lıayaliii.ı alıldı, "iit.ealarınıtı bu muazzam
zekad.ıiı korkarak kendisine ««Kaçık» lâ­
kabını (aklıkları ııvayel olunursa da sab­
in- hayalında muvaffakiyetle canlandırdı¿ı »Çöpçü» rulîinıkki başarısı «Kürt» la­
kabının yayılmasına sebep oldu. Mekteb-i
Miilkiye'nin ilk sınıfında; sermayesinin
lamannıu kemlisi ödeyerek Tokerbank'ı
ve una bağlı hjlclmoyi kurdu. Ayı Mete’ye
yaptığı müsmir yatırımlar sayesinde mev­
duatını genişleterek Maçka’da SG.000 T. L.
ya bir apartman dairesi aldı. Mülkiye
iki’de «Adam Delirtmenin yolları» isimli
teziyle Dr. ve Doç. (.35’in Maceraları» isimli eseriyle de Usul Prof, u oldu. Yaptığı
modern Galibzo dansları ile biîtün sa­
lonları fetheden Muşta Boy, bu günlerde
yüksek derece tutturabilmek ümidiyle
üssümizan açi^ı vermemek iciıı filinde
sadece 23 saat
dakika çalışmaktadır.
(Üssünıizanı 10 dur.)
saatler ona kaybedilmesi güç ağırlıklar
sağlamıştır. (Şişmanlamış yâni) en büyük
zevki Ulus’a gidip Eşşekli Frigo aramak
ve Nurhan’la beraber likör çeşitleri hak­
kında fiilî laboratuar tecrübeleri yapmak
tır. Dr, Taner’in kendisine: ■Araa> be...»
demesine çok bozulur.
benzerliği olmadığı halde
çağırılır.
«Tony» diye
1)8 MKTK O. UTKU
Sipsivri bir Bahcelievlcr züppesidir.
Sarı kazak giyen bu Tazıya 17 No. lı oto­
büsten başka bir yerde raslayamazsınız.
Sivri, Züppe, Tazı dendiğinde bozulur.
Şimdiye kadar doğru - dürüst bir kıza
raslamadığtnt söyler ve raslıyamıyacağını
iddin eder, Sivri, siyah ayakkabıları var­
dır.
100 ÜMİT ÜN KAN
Keşan’da doğmak ons vezir piyadele­
rini daha iyi kullanmak imkânını bahşetiniştir. Mülkiye’de ikinci sınıfta Sunday
dan satrancı öğrenmiş; Bilgin, Hayri gibi
üstadlardan dersler almış ve sonra da
Rıdvan’la beraber «Şah kanadında duble
piyon ve ötesi» isimli kitabıyla doktora­
sını yapmıştır. Satranç tahtası başındaki
— 33 —
Bu adam, Mekteb - i Mülkiye’nin
nâdir yetiştirdiği ¡jönlerden olup, aslen
Kastamonu’nun Taşköprü kazasında mu­
kimdir. Tevellüdü hakkında bu güne ka­
dar
malûmat
toplanamamıştır.
Zira
«Parçauya göre yaşı ve mesleği değişir.
Çok titiz giyinir. Tenkitçidir. Yemekha­
nede kürdanları hile tenkid eder. Teli
müşkili aşık olmamasıdır. Bu günlerde
onu üzen yegâne şey gittikçe açılan alııı
ve vefasız saçlarıdır. Jönlüğe veda et­
meğe niyeti yoktur. İyi fikirleri vardı.'.
Fakat iyi ifadesi yoktur. Öyle ki derdini
«parça» laıa
bile zor anlatır. Fakülte
haricinde bütün vaktini «Yenişehircilik»
oynamakla geçirir. Fakültedeki
birtakım ayaklar atmaz.
kızlara
107 ERDOĞAN ÇAKAN
Uykuya dayanamaz. Haziranda uykusundap feragat etmemek için tatilde yap­
tığı devirler bîr yana; Kasım birde derse
oturur. Sinemacıdır. İstisnasız her filmin
hakkını verir. Platonik aşktan hoşlanır.
Otoriter görünmek meraklısıdır. Kendi­
si için bestelenmiş kazaska, tango ve şar­
kılar vardır. Küçük çocuk ağzı ile nice
tüllabı işletmiştir. Biraz daha uzun boy­
lu, biraz daha yakışıklı olsaydı ve sağa
sola iyi keski ayakları alabilseydi, Josephe Cottoııa benzer miydi acaba.?
115 BAKİ SODAN
Kılcılığı
ile tanınan
arkadaşımız,
1934 de Tarsus’ta doğmuş lise tahsilini
Amerikan kolejinde yapmıştır. Kendisi
evlidir ve çocuklarının sayısını
bilme­
mektedir. Disiplin kurulunda başkanlık
yaptığı iki ay ■zarfında etrafındakilere
dehşet ve korku saçmış kendi başına bir
otorite yaratmıştır. Mektebimizin sayılı
ineklcrindendir. Daima ön sırada oturur.
Hoca «ölıö» diye öksürse onu dahi not. tu­
tar. Kılcılık ilmini kurmuş ve bu sahada
Ord. Prof. Dr. unvanım almıştır. Fakül­
temizdeki diğer kılcılar (onu geçmiş ol­
salar bile) onun talebesi olmakla öğünürler.
11G ÖZER ÖZMAN
Trabzon’lu ,'olmasına rağmen lâz ol­
maması bir hayli hayret ' uyandırıcıdır.
Kendisine 1 «Apollon» «Erkek güzeli»
«Sert adam» ¡diyenlere sigana, îçk'i, çay
filân ısmarlarsa da saçlarından bahseden
lere fena bozulur. Mamafih Yul Bryııııer çıkalı bir hayli ferahlanıl.';!ir. Van
119 YÜCEL ÇELİK
Sempatik çocuklardan olup, fakülte
hudutları dahilinde cereyan edeip tc haber
almadığı hâdise yoktur. Sübyanist eko­
lün ilk kurucularındandır. Arkadaşları­
nın; ekseri sonu hüsranla neticelenen is­
tikraz taleblerine cömertçe cevap verir.
Yüzük oyununda üstüne yoktur. Birinci
sınıf kardeşlerine sempatisi büyüktür.
İlk fırsatta aşık olacaktır. «Avrupa ma­
ceralarım» adlı bir eser kaleme almakta­
dır.
121 NUUİ M ADAZLI '
Yahudi’lerin ayak basmadığı, açık­
gözler diyarı Kayseri’ııin «Çarşaf» kö­
yünde doğmuştur. Açıkgöz olmayı daha
evvel düşünmüş olacak ki vaktinden önce
dünyaya gelmiş, kundak bezleri henüz ha­
zırlanmadığından bir «Çarşaf»a sarılmıştır.
Ebesi tarafından verilen göbek adı nü­
fus kâğıdına «Çarşaf» olarak geçmiştir.
Bir ara boyacılık mesleğine intisap et­
mek istemişse de babasından geıi kaldı­
ğını görünce bu işi bırakıp badanacılığa
başlamış, bu arada kendini ilme do ver­
miştir. Bununla beraber aynı sanatı bu
defa ilme tatbik etmekle büyük bir ba­
şarı elde etmiştir. Hiç aşık olmamıştır.
Zira aşık olmamak için yeni baştan aşık
olmak perensibini kabul etmiş ve bu
prensibi o kadar benimsemiştir ki şimdi
fakülteler arasında da tatbik etmekte­
dir.
.127 NİHAT C.ÜRKAN
Mektebimizin horozlanndandır. Ken­
disine sorarsanız bilmediği, anlamadığı,
karıştırmadığı, bir mesele yoktur. İstih­
lâk kooperatifinden sonra okul koopera­
tifinde oldukça başarılı birçok vazifeler
alan arkadaşımız mektepte her karışık
işte parmağı bulunmakla tanınmıştır. Her
gördüğü güzel kıza ayak atmış, aşkını
köşe başlarında teneke çalarak ilân et­
miş aşıklardandır. Eylülcülerdendir. O r ­
ta Şarkın ve Balkanların en muazzam
yalağıdır.
122 ARMAĞAN ÇAĞATAY
Ecdadı Oıla Asya boylarında yaşa­
mış olup da kendisi her nasılsa İzmir’e
yerleşmiş olan, mcşluır «Diıiıemsiz S ü­
leyman Efe» nii) ahfadıııdandır. Saçları­
nın istikbali meşkûk, kara gözlü, miııyoıı
tipli, imzalı yoklamaların bir numaralı
kılcısı Zeybek, Mekteb - i Mülkiye’ye
çok ince hislerle (!) bağlı olup; mezuni­
yet günlerinin yaklaşmasından duyduğu
elemi; izıı - i mahsusa hilâfına portakallı votka içerek izaleye çalışmaktadır. Son
zamanlarda, bir yandan «Ölüm Allahın
emri, ayrılık olmasaydı» güftesini «Sâbâ»
«Balıkçılığın nâzik tarfları» adlı didaktik
bir eser hazırlamaktadır. Bütiin arzusu
yeşil paııcurlu penceresinde kırınızı ka­
ranfiller açan ve bahçesinde mini mini
tavşan yavruları oynaşan, küçük bir yu­
vaya sahip olmaktır.
.124 FİKRET BABAÇ
Gogh’un hayatına aid filmi
gördükten
sonra «Acaba benim de yolum resim mi»
diye pis pis düşünmektedir. Aşk bahsin­
de bazan romantik, bazan ateşli bazan
da opportunist hareket eden, Apollon,
fakülte kızları arasında süksesi falan ol­
duğunu zanneder. Bazan «Lâz damarı»
tutup da cemiyet falan devirir haaa!..
12G NİLÜFER ÇEREZCİ
Mülkiyeye kalplen bağlananlardan­
dır. Hayatı
daima kontrol altındadır.
Fakülte hariç, ağabeyisiııe telefon etme­
den bir yere gitmez. (Ya o yokken ağbeysi ararsa!)
Yeşil aycıyım diye geçinir. Sık sık
nutuk atar ama daha üyesi dahi olma­
mıştır. Çocukluk çağı geçmesine rağmen
muntazam 9 saat uyur. Gayet tertiplidir.
Dolabını haftada on az 4-5 defa düzeltip
sayıları bir hayli olan biblo ve antika eş­
yalarını sıraya dizdiği halde, iyi tanzim
edemediğinden şikâyet eder. Süper inek­
lerinden olmasına rağmen her Haziran
kalacağını iddia eder ve fakat sonunda
otomatikman sınıf geçer. En çok sevdiği
çocuklar ve yeğenleridir.
1350 yılının fırtınalı bir kış günün­
de ciyak ciyak feryad - ii figan ederek
Akhisar’da gözlerini kel Ve bıyıklı ola­
rak açmıştır.
Isparoz namı ile maruf sır
küpü
BABUÇ Fikret, mekteb -i Mülkiycnin
görünmez inekleri inlendir.
Kendisi, bilumum içkilere karşı pek
hassas olup damlasından dahi yere ya­
tıp, doğum gününü hatırlamaktadır.
— 34 —
128 ERGİN TAoÇIOĞLU
Şalıane’nin bu en sarı bıyıklı adamı,
ikinci sınıfta annesiyle beraber gezmeğe
gitmiş ve ikram edilen likörü bir dikiş­
te içmek istemişti. (Bıınu Pcter La\vford’un bir filminde görmüştü.) Fakat
boğazım yakan likörün tesiriyle bir sa­
at kadar ötmüş ev sahipleri ne yapacak­
larını şaşırarak heyecanla itfaiyeye tele­
fon etmişlerdir. Eskiden sadece alkollü
içki görünce öten Ergin, son Mersin se­
yahatinden döndükten sonra kız görün­
ce de ötmek illetine yakalanmıştır. Av.îzim, bu çocuk çok ı»iiv.ol su Irai iç oynar.
Sonra iyi taııbur da çalar, İm vadide bü­
yük üsladlarla meşk falan etmiş... Ec
arlık o ötmesin de biz mi ötelim yâni...?
TEKTAŞLAR, ÇCK, FİKİR KULÜBÜ
gibi ciddi teşkilâtları bizzat kurarak per­
çinleniştir.
137 KÂMİL GÖKOĞLU
131 KENAN CÜLKlt
Her ilerse nıalenıalik ve jimnastik
Eallıik filen, ayakları katlar elleri üstün­
de do lalutİ!;a yürüyebilen Ijir kişi olup
Baha Teşkilât ve ANÇ ile kuvvetli ve
dostane ittifakları ve gayet zengin özel
lû;>:«lı;clei'i ve sesi varılır.
m
SUNDAV ÜNER
Kesif lıiı- sijiaıa dumanı, iç gıeıkhıyıLi paHi'ım kokuları ve şıtlı kahkahalarla
meşbu esrarengiz bir pavyonda
bozuk
bir piyano s?si duyuldu. «Fascinationo ı
hayli andıran bir
melodi Madara’nın
parmaklarından balonun iliklerine kadar
nüfuz ediyordu ki, palronıın sesi, onu
daldığı yıldızlı rüyadan uyandırdı: «Gel
d<- Jvf. eli-.1. Fifi'niıı karikatürünü yap...»
Gece kuşlarının en yalağı unvanını
İslanbul gibi bir muhitte kaziııan bu
modern harabe, «fakültede ciddi olmak
lûzım» diyerek, kızlara hiç yüz verme­
yen kazak erkek pozları takınır. Dört
yıldır bir tek kızla konuştuğunu gören
ulmamışür. Çünkü esaslı bir karikatü­
ristin bir tuk kızla iktifa odomiyeceğini
o hapishanede iken öğrenmişti. Kızların
karikatürünü çizmesine yelince; bun­
dan maksat sadece fındık fıstık yemek
değildir. Gözlüğüyle, bıyığıyla, saçlarıy­
la kızları korkullugımu zanneden (hal­
buki kıv.kır onıuı için bayılıyorlar... talih
siz çocuk...) bu sakalı gür genç, sık sık
aynalara bak ırak, «Ah, iyi aynalar, ne..
redesiniz...» diye inler, (Hep (00 numa­
radaki aynalara lyıkar da ondan...) Mek­
tep içindeki ağırbaşlılığını İVIİK, KEK
1935
yılının soğuk bir kasım günün­
de sarhoş olarak doğmuş, bu hali bugü­
ne kadar da idame ettirebilmiş gençlerimizdendir. Kendisi halen nişanlı olup
«Damat» vasfına lâyık bir arkadaşımız­
dır. Nihat’tan sonra lâkap takılma husu­
sunda sınıfımızda ikinciliği almaktadır,
hiçbir şeyi umursamıyan veya beğenmiyetı bu inek, istikbalde Güınıük vekili
olmağı
kararlaştırmış
bulunmaktadır.
Kızdığı zaman aslan kesilen Kâmil’in
yanına yaklaşmamamı arkadaşlara tavsi­
ye ederiz, güzel şiir yazar.
147 E. ŞİN A Sl GÖKTÜRK
Yeşil gözlerini 1347 yılının m ü­
barek Ramazan ayında Sivas’ta dün­
yaya açan «Baba» ııamiyle mâruf, ton­
ton Şinasi, iptidâi ve rüştî tahsilini ay­
nı mahalde ikm al etmiştir. Tahsili sı­
rasında spor merakını tatm in 'edemiyen
«Baba», yapacak başka iş'kalm am ış gi­
bi, eskrim’i de spor cinsinden sayarak
bir müddet eskrim kulübüne teşkilât at­
makla boş yere vakit geçirip göbek bü­
yütmüştür.. Kulüpte dansa da merak
salan bu âhir zam an delikanlısı ıı !)
her çay ve balo’da marakaz çalma ve
göbeğiyle tempo tutm a hastalığına ya­
kalanmıştır. Tam .bunu tedavie uğraşır­
ken Şahâııe’nin 1. sınıfında k ara gözlü
bir cins-i lâtife âşık olmak saadetine er­
miştir. Fakülte tarihinde yepyeni bir se­
çim sistemiyle inkılâp yarattığını zan­
neden sabık Genel Kurul Başkanı; halen
makamının ve vücudunun verdiği haş­
m etten^!) istifade ederek, tüllâb-ı cins-i
lâtif’e babalık ayaklariylc karışık teşki­
lât atmakla meguldür.
kazıkçılardandır. Cumlnır Bey'in sevgili
dostudur. Ticari hesabı çok sever ama
ticari hesap onu sevmez. Gür saçları so­
yadı ile nakısen mütenasiptir.
150 TÜRICÖZ GÖKSU
Hakiki «Carmen» olduğu hususun
da ittifak edilir. Anti-inekliği ve Kim
Novak ile arkadaşlığı dolayısiyle tema­
yüz etmiştir. Hem aşkta hem kumarda,
hem kazanır hem kaybeder. James'in
hayranlarındandır. Spor ayakkabı giy­
mekten hoşlanır. Derse geç gelenlere fe­
na halde kızar. Eteklerin kısalmasına
muhaliftir.
101 TUFAN ERCOŞKUN
İyi sağmal inektir. «Tosun», «To­
raman», «Tombalak» isimlerinden de an­
laşılacağı üzere yusyuvarlak tostoparlak
bir heriftir. Enseden güreşçi, profastan
filim artisti, profilden boksör gibi görü­
nür. Politika tahlilleri yapmaktan hoş­
lanır. Kızlara karşı kalbi gayet yumu­
şaktır. Son zamanlarda telefonculuğa
başlamıştır.
165 Ü LK E R D E M İR E R
Mali
şubede
olmasına
rağmen
müthiş bir idarecidir. Y urtta aile teşki­
lâtları kurmaktan hoşlanır. Hayatı çok
defa çekilmez bulur. Aıııa üzüntülerine
çaylara, balolara,
tiyatrolara giderek
son verir. Periyodik olarak gülerken ağ­
lar, ağlarken güler. En büyük derdi saç­
larıdır. İçini rahat etmesi için her sabah
bütün arkadaşlarının, saçlarının hakika­
ten güzel olduğuna onu ikna etmeleri
•156 H A L tL E. G Ü R E L
Nam-ı diğer «Kırık Aptullalı». Sı­
nıfın ihtiyarlarındandır. Son zamanlar­
da kitap yazma merakına kapılarak
«Nasıl Kırdım», «Kırıklığın Ana H a t­
ları» gibi ilmi eserler yazmıştır. Pehli­
vanlarımızdan olup meşhur Samson’un
talebesidir. Koopeıatifçidir. Yani esaslı
-
35
-
gerekir. Gayet temiz ve tertiplidir. Ye­
mek gününde titiz bir ev hanımı edasiyle nefis yemekler yapar. Geçen şubatta
yüzüğü taktıktan beri lcoıuşu fakültenin
uğruna candan inanır. Ciddi lâf edildi­
ğinde «Sorduk m ıı?» deyip karşısındaki­
ni bozar.
BİR MEKTUP
..... çiğim,
Mülkiyeye girdiğini bildiren
mektubunu memnuniyetle okudum.
Candan tebrik ederim. Bu sevinçli
haber, tekrar o zevkli ve fırsatlar­
la dolu seneleri gözümün önüne
getirdi. Senin durumunda iken ka­
çırdığım fırsatlar ve yaptığım ha­
talar 'beni, seni ikaz etmek için, bu
mektubu yazmağa şevketti.
Ben de o günleri yaşadığım
için, hâlet-i ruhiyeni gayet iyi an­
lıyorum. Mektubunda bahsettiğin
gibi, her genç kızın prişemiyeceği
bir saadet bu. Yüzlerce erkeğin
arasında sadece bir kaç genç kız
olmak. Hakikaten çok hoş.. Senin
kadar güzel olmadığım halde bu
hisleri ben de duymuştum. Hatta
senin kadar elbisem de yoktu. B u ­
na rağmen kaç tanesi âbi ayakları
koşmuş, kaç tanesi de paltomun
cebine mektup yerleştirmişti.. Dün
gibi hatırlıyorum : banklarda otur­
duğumuz boş saatlerde, etrafımız­
da on - onbeş tane erkek birikir,
bir o kadarı da uzaktan baygın
baygın bakardı. Yüz vermezdik...
Nice ciddi teklifler almıştım. Çe­
şitli üslupda aşk ilânları dinlemiş­
tim. Gözüm yükseklerdeydi. Hiç­
birinin üzerinde durmaz, bunlar
hep böyle devam edecek sanırdım.
Heyhat... Meğer ne kadar yanılmı­
şım. Hatamı ikinci sınıfa geçtikten
sonra anladım. Bütün nazarlar
yeni gelenlere çevrilmişti. Bize
karşı eski alâka kalmamıştı... ve
yeniden ilgi çekmek ne kadar
zordu.
îşte ....... çiğim, sen benim
düştüğüm hatalara düşme, eline
geçen her fırsatı değerlendir. Tav­
siye ederim, elbise ve süsüne ders­
lerden fazla dikkat et, ehemmiyet
ver. Mülkiye’de hanımlar için gi­
yim ve tuvalet esastır, ders ikinci
plânda kalır.
Yapacağın şey şu; modayı
bütün detayları ile yakından marke et. Tebessümünü ve kırıtmanı
hiç eksik etme.
Seni iyi tanırım, güzelsin gi­
yinmesini bilirsin, fakat sakın şunu
unutma erkeklere pek itimat edil­
mez birkaçını birden idare etmeye
bak bir akademisyenle evlenmek
tasavvurunda isen ikinci kattan
ayrılma, girmediğin derslerde hat­
ta teneffüslerde bile salona inme.
Tez, seminer ayaklan ile daima
enstitüleri .ziyaret et.
Yazdıklarım gülünç gelmesin
sana; bu hususta kendimden ve
başkalarından bir 'çok misaller ve­
rebilirim. Dediğim şekilde davra­
nanların çoğu asistan veya harici­
yeci karısı oldular. îşte böyle ca­
nım...
.... çiğim, şimdilik yazacak­
larım bu kadar. Senin Tıp 5 deki
«oğlun» dan ve Mülkiye’deki «çöp»lerinden bana uzun uzun bahset...
Şimdi hoşça kal, tavsiyelerimi sa­
kın unutma gözlerinden öperim,
şekerim...
nat edilmek istenen çamurlar ta­
mamen lıilaf-ı hakikattir. Filha­
kika benim terbiyeli hamsi çorba­
sını sevdiğim halikındaki kanaat,
muharrir veya • muhabirinizin bu
hususta ne kadar tarafgirane ve
küstah hareket ettiğini açıkça gös­
termektedir. Çünkü bu cümle oku­
yucularda zevksizliğim hakkında
yanlış bir kanaat lıasıl olmasına se­
bep olabilir. Gerçi mezkûr yemeği
sevmesine severim fakat sevdiğim
yemek sadece o değildir. Nasıl ki.
«Madara Nuri, kalkan balığını se­
ver» demekle bu şahsın yumurtalı
sucuk için neleri göze alabileceğini
gözden kaçırmamak iktiza edi­
yorsa, benim de sevebileceğim di­
ğer yemeklerin var olduğunu be­
lirtmek zarureti vardır. Nitekim
meyvalardan 'kiraz, ¡nar, ayva,
topatan kavunu... sebzelerden karnıbahar vc karnı yarık, etlilerden
kadın budu, sütlülerden kuş sütü
vc nihayet tatlılardan bülbül yu­
vası, lokma, zıkkım göbeğini çok
severim. Bütün bu hakikatleri tek
taraflı olarak, görmemezlikten
gelmek, dürüstlük ve ağırbaşlılığı
ile ¡maruf mecmuanızın çamur
şahsiyetiyle kabil-i telif değildir.
işbu tekzibin basın kanunu­
nun meşhuuıu- maddesi âmir hük­
mü mucibince ayrı sütun vc ayrı
başlıkla yayınlanması... okadar.
H AM SiCİLER
Birliği adına,
K IY IK L I
Ablan
Z E V K S IZ L IG
Sııme ( İ )
Özkan, Tufan, Hîiıııi, Yurdaer Göl­
im hakk
mda
başı Sinemasına
KAZGAN Gazetesi
Çamur İşleri Müd. e
Mecmua (!) nızm Matrak
Biyografiler kısmında ismine is­
gitmişlerdi.
Gişedeki
sütbeyaz bayana yaklaşan Hami, «Ta­
lebe» dedi. Arkasından Tufan geldi, o
da «Talebe» dedi. Sonra Özkan, aynı
tempo ile «Talebe» deyince en sonra ge­
len Yurdaer, liem bu monotonluğa son
vermek, hem de keski atm ak ayakla­
rıyla sevimli bayana baktı baktı, vc ingilizcc olarak «Sanın» dedi.
(Yurdaer
o sene Ulvi Bey’in talebesi idi.) Kadın
anlamadı: «Efendim..?» dedi. Yurdaer
tekrar «Same» dcyincc İyice şaşıran ka­
dın «No Sevim'i kardeşim, benim ismim
Fikriye» demez mi...
(1) Şişmeyelim beyler, «Seym»
diye okunacaktır. Çünkü İngilizcedir,
tngiiizcede A n ailin in «ey» diye okun­
duğunu bilmiyorsanız. İngilizce bilmi­
yorsunuz demektir.
- 3 6 -
Mül ki ye' de
Kararını vermişti bir kere. O kızı
mulıakak lavlıyacaktı. Niye olmasın
diye düşündü; mazallah bir defa ya­
laklaştı mı Tanju’ya bile top attırır­
dı. Çenesi Gözen’inki kadar olmasa
bile oldukça yağlıydı. Ayrıca kolla­
rı, otobüste ikizin kitaplarını taşıya­
cak kadar kuvvetli, cüzdanı ise m üş­
terek mülkiyete elverişli idi. Sonra
işin 'fenası arkadaşlariylo bahse
girmişti. Şayet kaybederse arkadaş
geçinen iki, üç otlakçıyı Bomontiye
götürecekti.
Ayaklar
vatını taktı. Aynanın karşısınla bir
müddet kendini seyrettikten soııra .
— Tamam baba yahu, her halü­
kârda yakışıklılığım attırır diye mı­
rıldandı. Dudaklarında «Que sera;
sera« nın kırık dökük mısraları,
yurdun merdivenlerinden inmeye
başladı. Kapıda dayı yatak düzelt­
me ücretlerini topluyordu, elini ce­
bine attı, etiyle temas etli, cebi de­
likti.
— Dayı, sonra veririz, diye söy­
lenip ön salona yürüdü. Fakat... o
Bu işe teşebbüs ettiğinin ilk günü
da ne idi... kız son günlerde birinci
bazıları ona :
sınıftan bir çocukla çok meşgul olu­
—
Yapma Doç, görüyorsun ki yordu. Şimdi de kanepede onunla
kız pek masum. Bırak raydan çıkar­
beraber oturuyorlardı. Bahse gir­
ına. Hem sen bu işleri beceremezsin;
diği arkadaşlarının dediğine göre o
demişlerdi.
çocukla bir kaç defa sinemaya ve
çaya gitmişlerdi.
Hepsi hoşuna gitti. A m a son cüm­
le asabım müthiş bozmuştu. Yalan­
-— Ondan .ne çıkar dedi. Benim­
dan gözlüklerini çıkardı, camekânle de sinemaya geldi. Hem kız. çok
larım sikli, itina ile yerine yerleştir­
masum. Başka düşünceyle hareket
dikten sonra azimkar bir sesle bah­
etmez, dedi. Dedi amma içindeki
se girdi. Bahis müddeti on beş gün­
kurt bir türlti .rahat bırakmıyordu
dü. Bu zaman zarfında muhakkak
ki... Her .şeye rağmen meseleyi hal­
bir şeyler yapmalıydı. Doğan Canletmeliydi. Hem bu gün (evlenme
man’vari teşkilât atmalıyım dedi...
ayaklarını da ¡muhakkak ,atacaktı.
Çünkü bu sistem Doğan’ın tabiriyle
Bu mak.Matla kıza kendini göster­
rantabl neticeler doğuruyordu. İlk
mek için sütunların arasında bir
önce abilik ayaklarını atacak, sonra
kaç defa gezindi. Gayeye vasıl ol­
bu ayakları geri çekip yerine evlen­
muştu. K ız kendisin görüp diğerini
me ayaklarını uzatacaktı .
bırakarak yanına geldi.
Bunu yaparken gayet masum poz­
ları takınması şarttı. Çünkü kız h ad­
dinden fazla saf ve temizdi. Sonra
erkek arkadaşı da hiç yoktu. Siste­
mi biiylece tesbit ettikten sonra he­
men teşebbüse girişti. İlk iş olarak
ikinci sınıfa ait bütün notları sa­
dece sahte bir tebessüm ve teşekkür
karşılığı masum kıza devretti. Bu
arada Tahsin Bekir’in derslerinde
çok yardımı dokunan bir Kaamus-u
Balta’yı vermeyi de ilımal etmedi.
Aradan günler geçti. Doç vaziyet­
ten memnudu. Abilik ayakları filiz­
lenmeye başlamıştı bile. Hemen her
gün kızcağızı arıyor, teneffüsleri
beraber geçiriyorlardı. Bu zaman
zarfında kıza nelerden bahsettiğini
kendi de bilmiyordu. Bazen M İK
çilerin gizli gayesinden (pek merak
ettiyseniz söyliyeyim : Kızlara teş­
kilâtlı olarak ayak atmak) Iiarlemin
cıvıklığından, Güllerinin hazin aş­
kından bahsediyor, bazen film, ba­
zen rüyalarını anlatıyordu. Bu arada
kızı tavlamış pozlarını attırıp; bahse
giren arkadaşlarını çatlatmayı da ih­
mal etmiyordu. Günler bu minval
üzere geçti ve nihayet son gün gelip
çattı.
O
gün erkeden kalktı. Traşmı te­
miz çekti, kolalı gömleğini giyip kra­
Söyliyeceklerini daha evvel tasar­
lamıştı. Fakat ağzını açınca titriyor­
du? Nihayet :
— Seninle dışarda biraz konuşa­
bilir miyim? diye kekeledi. Masum
kız Doç’un dilinin altında baklanın
rengini, markasını hemen çakmıştı.
— Rica ederim dedi, bizi dinliyen yok. Söyliyecekleriııizi burada
da söyliyebilirsiniz.
Şampiyon bozulmuştu.
— Neden o çocukla bu kadar
fazla ’.meşgul oluyorsun? ¡diyerek
kanapeyi gösterdi. Heyecandan ço­
cuğun oradan kalktığını dahi gör­
ülememişti. Fakat ,kız kim i kasdettiğini anladı ve gayet sakin :
— Bir ağabey olarak bana fazla
karışmıyor musun. Hem ne m ah­
zuru var? görüyorsun ki «ablalık
ayaklarına» yatmış, geçinip gidiyo­
ruz bizde.
Doç ccvap verecek takati ken­
dinde bulamadı. Sallana sallana
yürüd ü..... Kelimenin lam mana­
sıyla şişmişti.
özuş
- 3 7 -
iki çatal ve bir kaşık
Geçenlerde Kürt Mustafa, ben ve
Fayans Ersan’a yemek yemeğe gitmiş­
tik. Tepsileri aklıktan sonra yüksekçe
bir masaya oturduk. Fayans : «Ben bu­
rada rahatsız olurumu eledi. Bünun üze­
rine başka bir masaya geçtik. Fakat
orada da bir yemek tepsisi duruyordu,
içinde komposto ve piyaz vardı. Kom­
postoya hiç dokunulmamış piyazdan ise
bir parça alınmıştı. Gene Fayans : «Ne
abdal adam bunları bırakıp gitmiş» de­
di. Biz de onu tasdik ettik. Ve tepsiyi
iterek masaya oturduk. Am a Fayans’ııı
gözü kompostoda kalmıştı. «Kaşık olsa
da yesem» diyordu. Henüz ilk lokmayı
ağzımıza almıştık ki ;bizim masaya doğ­
ru gayet şık giyinmiş bir delikanlının
yaklaşmakta olduğunu gördük. Meğer
tepsinin sahibi su doldurmağa gitmiş,
oğlan bizi kendi masasında görünce, tep­
sisini alıp başka masaya gitmek için
uzandı, tam tepsiyi alacaktı ki Fayans
(başparmağı yeleğinin cebinde ve kasıl­
mış vaziyette) : «Bize 2 çatal ve kom­
posto için de bir kaşık getirir misiniz?»
dedi.
109 ÖKTEM AKDOĞAN
Mektebin bütün kızlarından daha
çok kültürlü olduğu iddiasındadır. Aynı
zamanda salonda kızların resimlerini ya­
par. t(Yağlı boya resim de yapar) Bas­
ketbolde her mevkide üzerine oyuncu ol­
madığını iddia eder. Bu yüzden daima
ilk beşde yer alır am a oynad:ğı görül­
memiştir. Fikirlerini elleriyle ve bütün
vücudu ile destekler. Çok fiyakalı üçgen
bir vücuda sahibolduğu iddiasındadır.
170 CAHlT BATUM
Aslen Karadenizli ise de ilk olarak
Karadeniz’i değil Akdeniz’i görmüştür.
İçki vs sigara kullanmazmış, yalnız be­
leş bulunca her haltı yer. Baharı çok
sever. «Bir çiçekle bahar olmaz» der ve
bilhassa gösterişli, kokulu çiçekleri ter­
cih eder. Bir sarışın için sayfalarca inek
lup yazdığı bile olmuştur. Somadan mu­
harrirlikten her nedense vazgeçmiş ve
şairliğe başhyarak, bir yığın çöplük bı­
rakmıştır arkasında. Otobüste kız arka­
daşlarına yer vermek gibi meziyetleri ile
de arkadaşları arasında temayüz etmiş­
tir.
tiği rivayet
edilmektedir. Bir kadeh
atınca aslan kesilir, sağa sola saldırır.
Çift dikişçilerdendir. Son zamanlarda
«Ord. Prof.» la sık sık görülmektedir.
Baba teşkilât «Falher organisateur»
ismlyie tanınmıştır.
1084 ERDOĞA N ARAT
İsmini sınıf listesinden öğrendik.
Buna rağmen sevimli, yakışıklı, kuvvet­
li, cesur, devamlı bir arkadaş olduğunu
zannediyoruz. Siz de öyle zannedin.
Düzce eşrafından olup, karlı K af­
kas ülkesinin meşhur «Tavşe» kabile
reisi, saatçi İslıak efendinin mahdumu
BRONTO BEYCAN; .rumt 1348 sene­
sinde arzımıza endam eyledikten sonra
Mekteb-i Şahaneye girmiş ve pek kısa
bir zamanda Kooperatif Başkanlığına
yükselmiştir. Kendisi derslere girmeyi
prensip olarak kabul elmemekte ve kıılıvcci güzeli Ali Osman’ın enstitüsünde
pişpirik vc tavla üzerinde ihtisas yap­
maktadır. En büyük zcvlti sırf çay ıs­
marlamak için Hamıııal, Babaç vc Taızaıiîl santrançta yenilmektedir.
1099 EK RE M MUTLU
1120 NEDRET K A R A
172 E R D İN Ç M EN K Ü
Yerde sevdi Yıldız’ı
Şimdi arar göklerde
Nerden gördü bu kızı
Başını soktu derde.
Kendini güzel sanır
Mektebin siyah gülü
Tütün içer boyanır
Lâboratuvar bülbülü.
¡mCKÂKİ
1091 BEYCAN TAVUS
M Ü LKİYE'dc denetçiliği vc şeker
merakı ile şöhret yapmıştır. Gövdesi,
bacakları ile açı yaparcasına dans et­
tiği için «Çıkık» unvanını almıştır. Ga­
lip Hocanın ayracıdır. Vaktinin büyük
bir kısmını lavabolarda geçirir. Özel bes­
teleri ile meşhurdur.
Mülkiyenin fahri istihbarat memu
rudur. Verdiği haberlerin tekzip edildiği
v ir it değildir. Maxiton vc Aktcdronu
leblebi gibi kullanır. Hiçbir dersi kaçır­
maz. Dört senedir ıııalûm kürsüde Eniş­
tenin asistanıdır. Şair ruhlu hanımlara
bayılır. BursalIdır!.
İKİ BİLMECE
Ne arkadaşları onu, ne dc o ar­
kadaşlarını tanır. 3. sınıf kızlarını gö­
rüp-«Yenilerden m i?» diye sorar. Cum­
hur Bey hariç diğer hocalarla ancak im ­
tihanda karşılaşır. Fevkalâde zeki ve o
nispette havaidir. «Ne kadar güzelim
değil mi ?» deyip Ülker'i kızdırır. Rejim
yapmak en büyük arzusudur. Buna ka­
rar verdiği zamanlar giindc 4 öğün yer.
Yurdun danışma bürosunu idare eder.
Büyük bir dikiş atölyesi kurm ak üze­
redir. Çaysız, balosuz yapamaz. Yüzüğü
sol parmağına geçmek üzeredir.
174 OKTAY USLU
Boyu Yüceldeıı uzundur am a yine
de ayrılmazlar. Ömründe baleye gitme­
miştir. Nedense bir balerin çevikliği vc
âlıengiyle yürür. Bazısı Mayk diye ça­
ğırır. Tıpkı karikatürüne benzer.- !(Bk.
Sayfa:- Sütun:-) kızlara pek yüz ver­
mez zannedilir. Evden üçüncü mektup
gelmeyince acele telgraf çeker. Su Se­
mih su arkadaşlarmdandır.
KIYAS
İstanbul’a gidip te Adaları
görmediğinin sebebini Fevzi Eıtürlc, kendisine mahsus standart
ölçüleri ile, şu şekilde izah edi­
yordu: “Orası ile bizim köyün
hiç farkı yoknuış, zira seyrüsefer
merkeplerle temin ediliyormuş.."
NİYET
Uyuşuk nâmiylc mârııf Gün­
düz kantinde satranç oynuyordu.
Kapıcı Mahmut gelerek ;
— “Babanız sizi arıyor” dedi.
Gündüz kalktı. Kantinin öbür
köşesinde oturan bir bahriye bin­
başına yaklaştı :
— “Beni mi aradınız?”
Binbaşı şaşırdı. Birden :
— “H ayır!” dedi. “Niçin
sordunuz?”
Bizim “Uyuşuk” saf saf ce­
vap verdi :
— “Babam gelmiş de,'onuıı
için!”
ADRES
Baki Sodan, Fikret Görün’e sıkı
sıkı tenbilı etti: «Şubat gezisinde Tar­
sus’a geilncc muhakkak beni görün,
memleketi bir gezdiyerim» 'A y ıp ettin
Baki’clııı» dedi. I-'ikrct. -.Ama seni ııasıl
bulacağız; adres falan...» -H;ıa o işin ko ­
layı var, babamın adı Naşit, onu bul­
dunuz mu beni buldunuz demektir.»
«Allahalla, Tarsus'ta sarı çizıııeli Naşit:
nasıl bilelim birader; pederin işi. lâkabı
yok m u?» Baki biraz durdu; sesini yavaştattı: «Keresteci Naşit dersiniz; okadar» dedi. Arkasından hemen ilâve etti:
«Fakat şimdi o işle uğraşmıyor, bıra­
kalı yirmi sene f.ılan oldu.»
Dervişin fikri ve zikri
Birinci Sınıfın zarif kızlardan Sevii
Yurdakul. Mülkiyoye giriş imtihanlarında
Tarih suallerinden birine verilecek cevabı
hatırlıyamamış. (İnsaı.'ık bu ya...) Sual
kısaca şu: « S ü v e y ş kanalını kim açtı?"
Sevil kardeşimiz önce düşünüyor, sonra
sağa sola atf-ti nazar eyliyor; daha sonra
etrafındakilere yavaştan .soruyor1
. Biri
«Ferdinand» diyor, bir başkası ise «de
Lessepes»... Iicyacandan olacak, Sevil iyi­
ce anlıyamıyor 'bunları, ve cevabını göylecc yazıyor kâğıda: «Süveyş kanalı’nı Ferııaııdo dc Lamas açmıştır.. »
970 N U R İ TOGAY
Bıyıklariyle meşhur olup, eski ba­
balardandır. Senelerdir evlenme iştiyakiyle yanar durur. Bunun için babası­
nın bin müşkilâtla yaptırdığı evi sat­
tırmak istemekte ve pcderbeyle müca­
dele etmektedir. Süt suiistimaline ismi
karışmıssa da bir ayda 33S şişe süt iç­
- -38
DEDİM -DEDİ
Dedim Mete ayı gibi olmuşsun
Dedi dağdan indim yiiz karasıdır.
Dedinı Türkcr pek sararıp solmuşsun
.Dedi aşka düştüm yâr belâsıdır.
Dedim Galip sana başka hâl olmuş
Dedi kaymakamlık bir hayâl olmuş
Dedim Tuğrul bıyıkların tam olmuş
Dedi belli etme kömür karasıdır.
Dedim dilber Sevim aklımı aldın
Dedi şahanede Tony’yi buldum.
Dedim Figani’ye yazık değil mi?
Dedi o mektebin bas belâsıdır.
— FİGANİ -
Siz hiç keman çakın l’ikir adamı görmediniz mi?.
BİRİN Cİ SINIFTAKİ KIZIM A
Gönlümü sal sevince,
Oku vaktin gelince
Ayak suya erince
Kendini okut kızım.
Madem ki bir ırmaksın
Etrafa akacaksın
Fındık da kıracalcsin
Demokrasi var kızım.
Ömründe dört fasıl var
Okul faslı ayıplar
Kime duruyor parklar
Sinemalar A lazım.
Gül herkese uzaktan
Ne çıkar bakışmaktan
Çekin pek alışmaktan
Âbiler film kızım.
Gençlik tutulmaz elle,
Tiillâbdan bunu belle,
Otuzu da geç hele.
Evde kalırsın kızım.
Aiîi
Civcivlerin babası sırma saçlı kel Figo
-39
-
KÜÇÜK İLÂ N LA R
Satılık : 1923 model çanta.
Hususide kullanılmış, temiz vazi­
yette. K. Fikret (00001)
Devren satılık : Mezuniyet
dolayısiyle kütüphanenin hava­
dar ve ışıklı bir yerinde, bir kişi­
lik yer satılacaktır. Taliplerin
Yalçın
Tuncer’e müracaatları.
(310317)
Satılık : Hiç kullanılmamış
bir keman satılıktır. Tel. 713/1
(3171)
Açık eksiltme : Yaşamam
için zaruri olan 8 aded Erzincan
malı “Fayans” alınacaktır. Mür.
“Kocakarı” rumuzuna. (8S88/8)
Açık eksiltme : E t alınacak­
tır. Maliye Enstitüsü (123456)
Alınacak
Semih (H20)
:
Su
alınacaktır.
Kayıp : Rüştü’nün hediyesi
olan kırmızı kazağımı kaybettim.
Eğer Rüştü, bulanın sırtında gö­
rürse başına geleceklerden mesu­
liyet
kabul etmem.
(5678/a)
Hammal.
Kayıp : Aklımı kaybettim.
(2468-%3) Deli (Harlow)
merüddin, Şcrifüddin ve Çoşkunüddin efendiler ruhlarım şâd için Dar
Aranıyor : İdare hukuku kür­
süsü için Türkçeden Türkçeye
tercüman aranıyor. Müracaat: II.
sınıf (123/abc).
ü bekayı terk-i Sahaııe’nin ikinci
seneyi
devriyesine
mütesadif 10
Kânunusani Cuma günü öğle ye­
meğini mütaakıp Şerbetiyc Camii
Şerefesinde Teksir-i Senevi kıraat
N AZARÎ VE TATBİKÎ
edilecektir. îhvan-ı lüllâbm teşrif­
DENETİZMİN ESASLARI
leri rica olunur.
Yazan : Şugur E K RE M
Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş
3 üncü baskı.
Şahanc’nin en nâmdar hoca­
ları ve hafızlarından Yavuz Hoca,
Âmme cüzünü, Hoca Bcdrüddin
— Murakıplara tavsiye
ederiz —
Alınacak : Sakma taç alına­
caktır. (124126) Sırma saç Figo.
Alınacak : Acele 800.000
ünite Penicilline Cristalline alı­
nacaktır. H. Erdoğan (156651)
T E K S İR İ SENEVİ
Sahib ül irfan vel hüsran, ehl-i
kittap vetteksir, Medrese muhtar­
lığından şehid düşen, sâlihat-ı müstafiyyun vel vekâletiyyun, hâceler,
Turhanüddin, Aydınüddiıı, Muanı-
İstikraz Teksirünü, Âlim ve Fadıl
Hoca, Teksürün Meslekler bahrini,
O f’lıı Hoca Talisin İdare Bahrini,
Büyük dramatik eser
Mülkiye’de «Yüzüncü» defa
Hoca Fehmi Şehr
Bahrini, Hoca
İsmail Hakkı Vergi
Cüz’ünü kı­
ÇÖPÇATAN
raat edecekler, Şeyh ül tüllâp Arıld
Aranıyor : “Ursus Felsefikus” cinsinden bir ayı ile “Com­
pas Darwinus” cinsinden bir may­
mun kaçmıştır. (7575) Ankara
Hayvanat Bahçesi.
Yılın en acıklı «Ayak» hikâ­
yesi
sını, ve usturaeılardan pîr-i dua­
Kayıp : Forsumu kaybettim.
(İkiyüz kırkdokuzbin) Baba Şinasi.
Diğer rollerde : Eşsiz güzel
Yüzveren ve Müşaviri, İstanbul’u
sevmeyen hassas şair Yılmaz Zalimoğlu ve Müşaviri, ('İnsanlara Ve
spora yardımı seven Miss İmren
KAPTAN) Binlerce figüran Ve se- nenin en dişlek atı «Fernandel»
Kayıp : Vezirimi ve atımı
kaybettim, yeni oyuna başhyacağımdan eskisinin hükmü yoktur.
(100) Dr. Ümit.
Baş rolde : (Yakışıklı Jön A y­
han Rakikalp
T Ü L LA B I İD A K £ ED EN LER
zade Kemal Fikret Efendi ara dua­
han Hoca Burhanüddin Efendi de
son. duayı yapacaklardır. Ayrıca
Şeker Ekrem ekibi İlâhiler okuya­
cak, gözü yaşlı bazı tüllâb ise gül
suyu, vişne suyu, portakal suyu
ve'imam suyu dağıtacaklardır. Fa­
yans ise
arkadan
laaah» diye gür
bağıracaktır.
«Yandım Al-
sesiyle ara sıra,
Geçmişte Bu yıl
— Bundan 104 yıl önce bu yıl,
padişah V III. Ahmed Kazasker Şe­
lfimi Paşa’yı, sabah erkenden ya­
nına çağırtmış ve : «artık Mekteb-i Mülkiye’yi kurmak zamanı
geldi; H. Sadi Bey’i bul vc teda­
rikini gör» demişti. Paşa derhal
çalışmalara başlamış fakat kur­
duğu ilmî komisyondaki Harbiye
Mümessili Kaymakam Muslihiddin
Bey, «bu memlekette hem sivil hem
askerî kaymakam bulunması mül­
kî ve askerî erkânın vezaifinin te­
dahülüne müncer olur ki...» diye
başlayan bir miitalâaname vermiş­
ti. Bu sebeple kuruluş 5-6 yıl sü­
rüncemede kalmıştı. Fakat Ahmed
Mithat Efendi Ziraat Bankasını
kurup da müfettiş ihtiyacı duyunca
Padişaha, Başvekile, parti ileri ge­
lenlerine vc mebuslara Mülkiyenin
kuruluşunun tacili için telgraflar
çekmiştir. Fcııa halde içerliyen pa­
dişah duruma bizzat el koyarak
Komisyonun ihtilâflarım, «sivil
kaymakama bundan böyle İlçebay
densin; üssü (1) mizan değil, 6mizaıı olsun» demek suretiyle hallet­
miştir.
— Bundan 28 yıl önce bu yıl,
İsviçre’nin Ziirih Şehrinde doktora
yapmakta olan K. Fikret, hava al­
mak için, sandalla .dolaşmağa çık­
tığı Lemaıı Gölü’ne - hiç ¡kimsenin
görmediği, işitmediği, tatmadığı evrak çantasını düşürmüştü. Fa­
kat ertesi gün, meşhur Prof. Von
Grotius Tlıur - ki .kendisi Medenî
Kanunun babasıdır - dersde mi­
sal olmak üzere çantasını satışa çı­
karınca, K. Fikret 35 İtalyan Li­
retine satııı almıştı. Dersten sonra
hoca çantayı geri isteyince K. Fik­
ret, İsviçre Federal Mahkemesinin
bir içtihadından bahsederek çanta­
nın zilyedi ve maliki olduğunu isbal. etmişti. Von Tlıur bu derecc
güç bir meselenin bu kadar çabuk
ve mantıkî olarak kapatılmasından
çok memnun olmuştu.
K. Fikret halen bu fantayı
bazı derslerde şakadan satar. .Çan­
tanın içinde umumiyetle Medenî
Kanun, Anayasa, Üniversite Ka­
nunu ve başka bazı kanunlarla,
bazı hukukî kitaplar bulunur.
— Bundan 11 yıl önce bu yıl,
et fiyatlarının 350 kuruşa çıkması
üzerine, Mülkiye yemekhanesinde
Tahsin Bey’in selefinin selefinin se­
lefinin çıkardığı yemeklerin için­
deki nesnenin et mi, yoksa kıyma
mı olduğu konusunda talebe ara­
sında bir ihtilâf çıkmış ve tüllâb
ikiye ayrılmıştı. L âf lâfı açarken,
eller biribirine rastlamış vc adeta
1957-1958 Ders yılı Kronolojisi
5 Kasım : Fakülte açıldı, birinci sınıflar bomboş, bizim çocuklar neş'es'ız.
15 Kasım : Birinci sınıflar derse, son sınıf ağabeyler de keski ayaklarına başla­
dılar.
25 Kasım : Tanışma çayı ve... ötesi.
28 Kasım : Kimse Vekâlet emrine alınmadı.
29 Kasım : Yalak İsmail ile Enişte;
şapka bulamadılar.
bütün Ankara’yı
dolaştılar, Kelle'ye göre
31 Kasım : Mik kuruldu.
3 Aralık : Güneri kan kanseri oldu.
10 Aralık : Kan kanseri beynine hücumetti.
12 Aralık : Güneri, hemşirelere hücum etti.
13 Aralık : Ayhan, gecenin ikisinde kumardan gözleri yaşlı döndü. Hayatında ilk
olarak kazanmış. «Görelim şu kazancım» dedik, hıçkırarak «Hatıra def­
teri aldım, bugünü yazacağım» diye cevap verdi.
17 A ralık : Gözyaşartıcı bir olay daha... Feyiz Bulaşıkçıoğlu, bu akşam saat 7 de
Hâkimiyet-i Milliye çeşmesinden su içerek inek mevsimini açtı; bir kişiyi
daha kaybettik. Enişte iie Mesut, kederlerini dağıtm ak için Çağlayan'a gittiler
19 Aralık : Fayans nezle oldu, sesi değişti.
20 Aralık : Değişme berdevam... Fayans cinsiyet mi değiştiriyor yoksa...!
25 Aralık : Mesut, ne Se-yek attı, ne de Paris hatıralarından bahsetti.
26 Aralık : Telâfi için hem Se-yek attı, hem de hatıralar çift porsiyon oldu.
2 Ocak : Mesut bir gün... Mik'e kız üyeler alındı.
10 Ocak : Yoklamalar dolayısiyle bazı son sınıflar, sınıfta yatmaya başladılar.
15 Ocak : K ara Ali, kızla hesaplaşmaya kati olarak karar verdi.
18 Ocak : Tekrar karar verdi.
19 Ocak : Cumhur Bey, «Ceste Ceste» lâfını hiç kullanmadı.
20 Ocak ; F uat benden 65 Kr. borç aldı.
21 Ocak : Mılıçıoğlu papyon taktı.
23 Ocak : Ayı Mete ile kavga ettik.. Ve onu dövdüm.
28 Ocak : Son sınıf gezisi başladı, mazot istihlâki arttı.
6 Şubat : Tavil Ziihtü fotoğraf çekti.
15 Şııbat : Mülkiye câııı¡asında -5 Ahmet hariç - yeni birşey yok.
5 Mart : Tatile başladık.
10 Mart : Bedri Güısoy, makineli tüfekle konferansa adam topladı.
13 Mart : Fuat Çapan, 2. derste bir türlii ııyııyamadı.
15 Mart : Bö. birinci derste tam 6 dakika hiç gülmedi.
30 Mart : Nedret geldi, dcıse bile girdi.
6 Nisan : Şalıane'nin lıatun kişileri bahar modasını takibe başladılar. Ağabey
lik, İktisat... ve diğer ayaklara karşı muafiyet kesbeden hanımlar, acaba
bahar sarhoşluğuna mukavemet edebilecekler mi?...
15 Nisaıı ; Giyik üzcan, kızı ile olan randevularım; ilmi vaziyetinin sarsılmaması
için, 15 günde bire indirdi.
30 Nisan : Hammal Namık, ishal iken bank kaldırmanın
Etilen’e göndermekle ödedi.
cezasını, pantalonunu
1 Mayıs-: Son sınıfların, Zapata Fuat menfaatine tertip ettikleri Kızılcahamam
gezisi çok güzel oldu. Bayilerde ralcı, şarap tükendi. Dönerken otobüste ga­
yet nezilı ve seçme şarkılar söylendi.
15 Mayıs : Bu kronolojiyi tutan adam fiicceton vefat etti.
Vak’anüvisçi ibn iil
KEZZAP
Bütçe müzakereleri ya da Cemiyet
Genel Kurulu gibi bir .durum hâsıl
olmuştu. Arbedeyi teskin için aşağı
inen Müdür Burhan Bey, nasihat
ayaklariyle usturaya davranınca,
tüllâb birer ikişer sıvışmağa baş­
lamıştı. Hoca, «İtalya’da iken dos­
tum Lombroso ve Botiçelli ile be­
raber Milâno Üniversitesinde böyle
bir kavgayı ayırıyorduk; orada ta­
lebe olan Ferri ile tanışmıştım»
-41
-
dediği sırada karşısında kimsenin
kalmadığını farketmiş ve koşarak
odasına çıkıp şekersiz (2) bir kah­
ve söylemiştir.
:(1) Komisyonun ihtilâfa düş­
tüğü noktalardan biri de üssiimizanm
7 mi yoksa 6 mı olacağı hususunda idi.
'(2) O zamanlar şeker kıt (Kg.
5 T. L .) kahve boldu.
...ve Biz... Nââber...?!
T E S F. SC K Ü R
1958 K A Z G A N 'IN IN ÇIK AUT SLM AS IN DA, K3YMETLİ
YAR D IM LA­
RINI ESİRGEM3YEN, DEVLET VEKİLİ SAYIN EMİN KALAFAT,
BAŞVE­
KÂLET MÜSTEŞAR M U A V İN İ SAYIN MUSLİH FER, DEVLET VEKÂLETİ
HUSUSİ KALEM MÜDÜRÜ SAYIN İZZET OKTAY, DEVLET MATBAASI
MÜDÜRÜ SAYIN REFİK PATTABAN'A VE M ECM UAM IZI
BÜYÜK
İT İN A İLE H A ZIR LAYAN DEVLET MATBAASI PERSONEL VE
YENLERİNE BÜTÜN
«[
MÜLKİYELİLER
A D IN A
BİR
TEKNİS­
TEŞEKKÜRÜ BİR
BORÇ
BİLİRİZ.
2
S. B. F. Talebe Cemiyeti
£
5
5
V
.«ıvvwvtnRnMSvwuy3rutttsvis.rouvuuw;v«ı«AnnnJWUVWtRnftAfWiıvuuwuwnRnfUWtRAivvvtnn>vuvv\nnivv\nntoivvvt'je
f-**&■O-ii-
•&’<£><£>■
<&•<îy
■&><£>•&+
Q
>
< ö > - < î > <3^
Memleketimizin en büyük sanayi teşekkülü
&
bankacılık hizmetleriyle de emrinizdedir.
S Ü M E E B A N K
Mevduat .sahiplerine eti fazla menfaat temin eden Bankadır,
ikram iye çekilişlerinde :
Apartman daireleri, zengin para ikramiyeleri.
Bunlara ilâveten : Mevduat sahiplerine en geniş im kânlar dahilinde
yünlü ve paımıkhı satışlarında % 10 tenzilât.
S t) M E R B A N K
.Sermayesi
:
nOO.OOO.OOO Türk I.ırası
Umum Müdüı-lülv
:
ANKAKA
Sn!-«l<ri
ANKAKA, ADANA, MAllOKKAl’l, IIAI.IIvKSİlti lltUKSA,
ItUl., İZM115, KAIÎAÜÜK, KAYSHItl
Ajüitslurı
:
KK.YOf.l.U (isi.), IvŞKI'.l'i'A.ŞA (l/m ir)
H iim e r b a ıık ’ııı M üe sscsclcri :
©
©
©
O
ö
O
&
ö
©
6
O
Si
©
Sümorbank
Siimerbank
Sümeı bank
Siimerbank
Sümeıbank
Sümeıbank
Siimerbank
Siimerbank
Siimerbank
Siimerbank
Siimerbank
Sümeıbank
Siimerbank
Alım ve Satım Miiessesesi - İstanbul
Ateş Tuğlası Sanayii Müessese.si - Filyos
Bakırköy Pam uklu Sanayii Miiessesesi - İstanbul
Basma Sanayii Miiessesesi - İzm ir - Halkapınar
Çimento Sanayii Miiessesesi - Sivas
Deri ve Kundura Sanayii M iiesse sesiB e yk oz - İstanbul
Ereğli Pamuklu Sanayii Miiessesesi - Ereğli - Konya
Kayseri Pamuklu Sanayii Miiessesesi - Kayseri
Kendir Sanayii Miiessesesi - Taşköprü
Malatya Pamuklu Sanayii Miiessesesi - Malatya
Merinos Yünlü Sanayii Miiessesesi - Bursa
Sunğipek ve Viskoz Mamulleri Sanayii Müessese.si - Gemlik
Yiinlü Sanayii Miiessesesi - İstanbul
S iiıiîc r b a ıık ’uı te şe b b ü s ü :
5J
Kütahya Keramik Fabrikası
-
43
-
[•'.SKİŞDIIİIÎ,
İST VN-
n h a r c ı
i/O le
A n k a r a ’n ın en m u te n a s e m tin d e in ş a a s ın a b a ş la ­
n a n m o d e rn ve k o n fo r lu 1061 a p a r t m a n d a ir e s in ­
d e n b irin e m ü s a it ş a r tla r la s a h ip o lm a k ü z e r e ev
h e s a b ı a ç tır ın ız .
Ş u b e le r im iz d e n b r o ş ü r iste yin iz.
JIcihi İ li İtti
ı ¡ir ili
:
17 / r * / l9 ." lt
---
K a^ v o k â /o l
U n la t
M a t İ K l iH I
tîVrlNiufcR.
i HTi SAOI OOKVRINuettVER.G» HU KUKU
CE-ZA
USULÜ
DEVLETLER. HUKUKU
A MM E i DABE3I
I P A R E HUKUKU
~M ALİ YE
VO^YAL B İL İM L E R . M^TODOIOJİSİ)
S0 5 Y O L O J1
COĞRAFYA
M ED EN İ
H U KU K
ANAYASA
SİYASI TARİH
Teoman?