BAYAR ve GÜRBÜZ son

Transkript

BAYAR ve GÜRBÜZ son
ĐKĐNCĐ DAĐRE
BAYAR VE GÜRBÜZ V. TÜRKĐYE
(Başvuru no.37569/06)
KARAR
STRAZBURG
27 Kasım 2012
Đşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde
kesinleşecek olup şekli bazı değişikliklere tabi tutulabilir.
_________________________________________________________________________________________
© T.C. Adalet Bakanlığı, 2012. Bu gayrıresmi çeviri, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler
Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu
çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu
ile Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı’na
atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
Bayar ve Gürbüz v. Türkiye davasında,
Başkan
Ineta Ziemele,
Yargıçlar,
Danutė Jočienė,
Dragoljub Popović,
Işıl Karakaş,
Guido Raimondi,
PauloPinto de Albuquerque,
Helen Keller,
ve Daire Yazı Đşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla oluşturulan
Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi (Đkinci Daire) gerçekleştirdiği kapalı
müzakereler neticesinde 23 Ekim 2012 tarihinde aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1.
Türkiye
Cumhuriyeti
aleyhine
açılan
(no.37569/06)
dava,
Türk
vatandaşları Hasan Bayar ve Ali Gürbüz’ün (“Başvuranlar”) 6 Eylül 2006
tarihinde Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi
uyarınca yapmış olduğu başvurudan ibarettir.
2.
Başvuranlar, Đstanbul’da görev yapan Avukat Ö. Kılıç tarafından temsil
edilmektedirler. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil
edilmektedir.
3.
Başvuranlar, Sözleşme’nin 1, 6, 7, 10, 13 ile 14. maddeleri ile Ek 1. nolu
Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğinden şikâyet etmektedirler.
4.
Başvuru, 31 Mart 2010 tarihinde Hükümete tebliğ edilmiştir. Sözleşme’nin
29. maddesinin 1. paragrafı gereğince, ilgili Daire’nin, davanın kabul edilebilirliği
ve esası konusunda birlikte karar vereceği belirtilmiştir.
OLAY VE OLGULAR
I.
DAVANIN KOŞULLARI
5.
Başvuranlar, Ali Gürbüz ile Hasan Bayar, 1971 ve 1982 doğumludurlar ve
Đstanbul’da ikamet etmektedirler. Başvuranlar, sırasıyla merkezi Đstanbul’da
2
bulunan “Ülkede Özgür Gündem” isimli günlük gazetenin imtiyaz sahibi ve Yazı
Đşleri Müdürü’dürler.
6.
25 Mart 2004 tarihinde “Ülkede Özgür Gündem” isimli günlük gazetenin
birinci ve dördüncü sayfalarında sırasıyla “PKK yeniden yapılanıyor” ve “Barışçıl
çözüm esas alınmalı” başlıklı iki makale yayımlanmıştır. Đlk makale, Kongra-Gel
(yasadışı silahlı örgüt olan PKK’nın bir dalı) yönetim kurulu üyesi (Başkanı) M.
Karayılan ile PKK’nın yeniden yapılanması konusunda yapılan bir görüşmeyle
ilgilidir. Đkinci makale ise, sol birliğine ilişkin çalışmaların seçimlerden sonra
başlayacağını ve Türk Hükümeti’nin Kürt sorunu hakkında barışçıl çözüm
bulabileceğini temenni eden PKK lideri Öcalan’ın yapmış olduğu açıklamayla
ilgilidir.
7. Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı, sırasıyla 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu 6. maddesinin 2. ve 4. fıkraları ile 7. maddesinin 2. ve 4. fıkraları ve aynı
zamanda 5680 sayılı Kanunun ek 2. maddesinin 1. fıkrası uyarınca suç olarak
nitelendirilen, devletin bölünmez bütünlüğüne karşı basın yolu ile propaganda
yapma ve yasadışı örgüt adına açıklamalar yayınlama fiilleri nedeniyle 26 Mart
2004 tarihinde başvuranlar hakkında iddianame düzenlemiştir.
8.
Başvuranlar, Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda özellikle Sözleşme’nin 10.
maddesini ileri sürmüşlerdir.
9.
Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Nisan 2005 tarihinde başvuranların her birini
3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. ve 4. fıkraları gereğince 371 346 000 eski
Türk Lirası (“TRL”, dönemin döviz kuruna göre yaklaşık 214 Avro) para cezasına
mahkûm etmiştir. Mahkeme, açıklanan karara karşı temyiz yolunun açık olduğunu
belirtmiştir.
10. Başvuranlar, özellikle aleyhlerine yürütülen ceza yargılaması nedeniyle
Sözleşme’nin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü haklarının
ihlal edildiğini ileri sürerek temyiz yoluna başvurmuşlardır.
11. Yargıtay, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesi gereğince,
başvuranlara aleyhine hükmedilen söz konusu para cezasının 2. 000, 000, 000
TRL’yi aşmadığı ve bu kararında belirtilen nedenle temyizinin kabil olmadığı
gerekçesiyle 29 Mart 2006 tarihinde başvuranların temyiz başvurusunun kabul
edilemez olduğunu belirtmiştir.
II. ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK VE UYGULAMASI
3
12. Olay ve olguların meydana geldiği sırada, 3713 sayılı Kanunun 6.
maddesinin 2. ve 4. fıkraları aşağıdaki gibidir:
“Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara beş
milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir.
(…)
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin 5680 sayılı Basın Kanununun 3.
maddesindeki mevkuteler vasıtasıyla işlenmesi halinde, ayrıca sahiplerine de;
mevkute bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satış miktarının, aylık
veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki fiili satış miktarının, mevkute niteliğinde
bulunmayan basılı eserler ile yeni yayına giren mevkuteler hakkaında ise, en yüksek
tirajlı günlük mevkutenin bir önceki ay ortalama satış tutarının yüzde doksanı kadar
ağır para cezası verilir. Ancak, bu ceza ellimilyon liradan az olamaz. Bu
mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek cezanın yarısı uygulanır.
13. 29 Haziran 2006 tarihinde 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. fıkrası,
5532 sayılı Kanunla değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliğe göre, “ terör
örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası verilir. ”
14. 14 Temmuz 2004 tarihinde eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun
305. maddesinin 2. fıkrası 5219 sayılı Kanunla değişikliğe uğramış ve buna göre,
yargılanabilir kişilere verilen para cezası 2. 000, 000, 000 TRL (2 000 Yeni Türk
Lirası (TL), yani yaklaşık 900 Avro) sınırını geçmediği takdirde, kararın temyizi
kabil değildir.
15. Anayasa Mahkemesi, 23 Temmuz 2009 tarihli kararıyla (2006/65 E –
2009/114 K), Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2.
fıkrasının Anayasa’nın 2. maddesi (Hukuk devleti ilkesi) ve 36. maddesine (hak
arama hürriyeti) aykırı olduğuna karar vermiştir. Kararın gerekçesi özellikle,
aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:
“Yasa koyucu, temyize başvurma hakkına sınırlama getirilmesini kabul ederek,
Yargıtay’ın pek önem arz etmeyen davaları incelemesi sonucu iş yükünün artmasını
engellemek istemiştir (…). Para cezasının verilmesi durumunda temyize başvurma
hakkına getirilen bu sınırlamanın Türk Anayasası’nın 2, 36, 141 ve 142.
maddeleriyle uyumlu olmadığı sonucuna varılamaz. Zira bu sınırlama, hafif suçlar
için günlük satın alma gücü dikkate alınarak getirilmektedir.
Buna karşılık, hapis cezasını gerektiren suçlar, uygulamada sadece para cezasına
çevrilmesi halinde bile hafif suçlar olarak kabul edilmemektedir (…).
4
(…)
Bununla birlikte, bir suç işlenmesinin ardından verilen hapis cezasının para cezasına
çevrilmesi söz konusu olduğunda, durum farklı şekilde gelişecektir. Çünkü bu tür
mahkûmiyetler, mahkûmlar için bazı hak kayıplarına sebep olabilmektedir.
Mahkûmların temyize başvurma imkânından yoksun bırakılması, haksız sonuçlar
doğurabilmektedir (…). Böyle önemli kayıplara sebep olabilecek bir mahkûmiyetin
önemsiz olarak düşünülmesi mümkün değildir (…).
Sonuç olarak, belirlenen bir meblağın altında kalan para cezasının verilmesi
durumunda, öngörülen cezanın özellikleri dikkate alınmadan yargılanabilir kişilerin
temyize başvurma haklarına sınırlama getirilmesinin ve bu durumda meydana
gelebilecek zararlı sonuçların Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerinin gereklerine uygun
olduğu kabul edilemez (…).”
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulu (2-187/222) tarafından 4 Ekim 1996 tarihinde
kabul edilen ilke kararına göre, Cumhuriyet savcısının, ilk derece mahkemesince
ortaya konulan olay ve olguların ceza hukuku alanında nitelendirilmesine ilişkin
yaptığı itiraz, ilk derece mahkemesi tarafından verilen nihai kararlara karşı sanığın
aleyhine temyiz başvurusu olarak değerlendirilmektedir. Yargıtay, bu yaklaşımını
bazı kararlarda belirtse de (örnek olarak, bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10
Mart 2009 tarihli, E. 2009/2-43, K. 2009/56 sayılı kararı ile 13 Aralık 2001 tarihli,
E. 2011/3-189, K. 2011/267 sayılı kararı). 6 Kasım 2007 (4. Ceza Dairesi,
E. 2007/8601, K. 2007/8929) tarihli kararında Yargıtay, ceza sisteminin ana
hedefinin olay ve olguların gerçekliğini ortaya koyma olması nedeniyle, ilk derece
mahkemesi tarafından açıklanan olay ve olguların ceza alanındaki hukuki
nitelendirmesi karşısında temyize başvurulabileceği kanısına vararak, 2 000
TL’den düşük miktardaki para cezasına karşı yapılan temyiz başvurusunu kabul
etmiştir.
HUKUKÎ DEĞERLENDĐRME
I. KABUL EDĐLEBĐLĐRLĐK HAKKINDA
17. Başvuranlar, Sözleşme’nin 1, 6, 7, 10, 13 ve 14. maddeleri ile Ek 1 1No.lu
Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği kanısındadırlar.
5
A. Başvuranları
mahkûm
eden
mahkemenin
bağımsızlığı
ve
tarafsızlığına ilişkin şikâyetler ile Sözleşme’nin 1. ve 14. maddeleri
bağlamında ileri sürülen şikâyetler hakkında
18.
Başvuranlar, davalarına bakan sivil hâkimlerin, -Adalet Bakanı,
Müsteşarı ve beş üyeden oluşan- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından
atandığı ve kararlarının değerlendirildiği, dolayısıyla davalarının bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından adil biçimde görülmediği kanaatindedirler.
Başvuranlar, bu bağlamda Sözleşme’nin 6. maddesini ileri sürmektedirler.
Başvuranlar, bu koşulların aynı zamanda Sözleşme’nin 1. ile 14. maddelerini
de ihlal ettiği kanısındadırlar.
19. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmektedir.
20. AĐHM, sivil hâkimlerden oluşan bir mahkeme tarafından yargılanan
başvuranların Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafı bağlamındaki şikâyetlerini
gerekçelendiremediklerini
doğrultusunda
bu
şikâyet
gözlemlemektedir.
incelendiğinde,
Öte
bu
yandan,
hükmün
ihlal
beyanlar
edilmediği
görülmektedir (Saygılı ve Seyman v.Türkiye, no. 62677/00, § 25, 14 Haziran
2007). Aynı zamanda, Sözleşme’nin 1. ve 14. maddeleri bağlamında ileri sürülen
şikâyetler de gerekçelendirilmemiştir. Sonuç olarak, başvurunun bu kısmı
Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları uyarınca reddedilmelidir.
B. Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiği iddiası hakkında
21.
Başvuran Gürbüz, 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. fıkrası
gereğince gazetenin imtiyaz sahibi olarak mahkûm edilmesi nedeniyle
Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
22. AĐHM,
başvurana
atılı
suçun
(“terör
örgütlerinin
bildiri
veya
açıklamalarını basmak veya yayınlamak”) ve bu suça karşılık öngörülen cezanın,
3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. ve 4. fıkralarında belirtildiğini
gözlemlemektedir. Đlgili davada bu (ihtilaf konusu olaydan) sorumlu olarak
yargılanan kişilerin, söz konusu makalelerin yayımlandığı gazetenin “imtiyaz
sahibi” ve “Yazı Đşleri Müdürü” oldukları açıkça anlaşılmaktadır.
Başvuranlarca Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında ileri sürülen diğer
şikâyetler gerekçelendirilmemiştir.
6
23. Sonuç olarak, Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialar,
açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4.
paragrafları uyarınca reddedilmelidir.
C. Diğer şikâyetler hakkında
24. Hükümet, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafında belirtilen altı aylık
süre koşuluna uyulmadığını iddia etmektedir. Hükümet, başvuranların Ağır Ceza
Mahkemesi’nin karar verdiği 7 Nisan 2005 tarihinden itibaren başlayan bu süre
zarfında AĐHM’ne başvurmadıklarını ileri sürmektedir. Zira başvuranların eski
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası gereğince, bu
karara karşı temyize başvurma hakları yoktu.
25. Başvuranlar, bu iddiayı kabul etmemektedirler.
26. AĐHM, başvuranların eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305.
maddesinin 2. fıkrasına rağmen, temyiz yolunun açık olduğunu belirten 7 Nisan
2005 tarihli kararla (yukarıdaki 9. paragraf) başvuranların para cezası ödemeye
mahkûm edildiklerini gözlemlemektedir. Başvuranlar, yasal olarak temyize
başvurma haklarının bulunduğu kanısıyla temyize başvurmuşlardır. Ancak,
Yargıtay, 29 Mart 2006 tarihli kararıyla eski Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu’nun
305.maddesinin
2.
fıkrası
gereğince
başvuranların
temyiz
başvurusunu reddetmiştir.
27. AĐHM, somut olayda, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafı
bağlamında iç hukukta verilen nihai kararın 29 Mart 2006 tarihli Yargıtay kararı
olduğu sonucuna varmıştır. 6 Eylül 2006 tarihli başvuru, gecikmeli olarak
yapılmamıştır. Dolayısıyla, AĐHM bu gerekçeyle Hükümet tarafından ileri sürülen
ilk itirazı reddetmektedir.
28. AĐHM, Sözleşme’nin 10. maddesi bağlamındaki şikâyetin, ilk derece
mahkemesinin kararına karşı temyize başvurma imkânı bulunmaması hakkında
ileri sürülen AĐHS’nin 6. maddesi bağlamındaki şikâyetin ve Ek 1 No.lu
Protokolün 1. maddesine ilişkin şikâyetin,
Sözleşme’nin 35.maddesinin
3.paragrafı uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığını tespit etmiştir. AĐHM,
öte yandan bu bağlamda başka herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesinin
bulunmadığını saptamaktadır. Dolayısıyla, bu şikâyetlerin kabul edilebilir
olduklarını belirtmek uygun görülmektedir.
7
II. SÖZLEŞME’NĐN 10.MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI
HAKKINDA
29.
Başvuranlar,
maddesinde öngörülen
mahkûm
edilmeleri
nedeniyle
Sözleşme’nin
10.
ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmektedirler. Đlgili madde, aşağıdaki gibidir:
“1.
Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının
müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma,
haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. (…)
2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi
gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya
düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref
ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama
organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda
gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve
yaptırımlara tabi tutulabilir. (…)”
30.
Hükümet, bu iddiaya itiraz etmektedir.
31. AĐHM,
ihtilaflı
müdahalenin
kanun
tarafından
öngörülmesi
ve
Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı bağlamında meşru bir amaç - ülke
topraklarının bütünlüğünü korumak- taşıması hususlarının taraflar arasında
tartışma konusu yapılmadığını kaydetmektedir (Yağmurdereli v. Türkiye, no.
29590/96, § 40, 4 Haziran 2002). AĐHM, bu çıkarıma katılmaktadır. Bu durumda,
söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığını
değerlendirmek gerekmektedir.
32. AĐHM, somut olaydakine benzer sorunları ileri süren bir kısım davaları
daha önce incelediğini ve Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğinin tespit
edildiğini hatırlatmaktadır (Gözel ve Özer v. Türkiye, no.43453/04 ve 31098/05, 6
Temmuz 2010). AĐHM, yukarıda belirtilen içtihat ışığında mevcut davayı
inceleyecektir.
33. Đhtilaf konusu makaleler, Karayılan ile Öcalan’ın sırasıyla PKK’nın
yeniden yapılanması ve sol birleşiminin seçimlerden sonra gerçekleşeceği konulu
açıklamalarını içermektedir.
34. AĐHM, özellikle terörle mücadeleye bağlı zorlukların yanı sıra incelemeye
tabi tutulan durumları çevreleyen koşulları göz önünde bulundurarak, bu
8
makalelerde kullanılan ifadeler ile yayınların içeriğini dikkatle incelemiştir (Sürek
v.Türkiye (no.4) [BD], no. 24762/94, § 58, 8 Temmuz 1999). AĐHM, ihtilaf
konusu yazıların ne şiddete teşvik ne de orduya karşı direnç göstermeye ya da
isyana çağrı içerikli olmadığını ve her hangi bir nefret ifadesinin de
kullanılmadığını (AĐHM’nin nazarında dikkate alınması gereken en önemli unsur)
tespit etmiştir.
35. AĐHM, yerel mahkeme tarafından başvuranları mahkûm etmek amacıyla
ileri sürülen gerekçeleri inceledikten sonra, bu gerekçelerin ilgililerin ifade
özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı gösteremeyeceği sonucuna varmıştır.
Dolayısıyla, AĐHM, anılan Gözel ve Özer davasıyla verilen hükümden
uzaklaşmak için her hangi bir neden görmemektedir.
36. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
III.
SÖZLEŞME’NĐN 6. ve 13. MADDELERĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ
ĐDDĐASI HAKKINDA
37. Başvuranlar, Yargıtay tarafından temyiz başvurularının kabul edilemez
olduğuna karar verilmesinden şikâyet etmektedirler. Bu kararın, Sözleşme’nin 6.
ve 13. maddeleri bağlamında mahkemeye erişim haklarının ihlal edilmesine sebep
olduğu kanaatindedirler.
38.
Davaya ilişkin olay ve olguların hukuki nitelendirmesini yapmakla
görevli olan AĐHM (Guerra ve diğerleri v. Đtalya, 19 Şubat 1998, § 44, kararların
derlemesi 1998-I), yukarıda belirtilen olay ve olguların tamamını göz önünde
bulundurduğunda, başvuranların AĐHS’nin 6. maddesinde öngörülen mahkemeye
erişim hakkı kapsamında savunulabilir bir şikâyet sundukları kanısına varmaktadır
(bkz, özellikle, Brualla Gomez de la Torre v. Đspanya, 19 Aralık 1997, § 33,
Derleme, 1997-VIII). Bu maddenin ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:
“Herkes davasının, (…) ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası
konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, (…) bir mahkeme tarafından (…)
ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkınsa sahiptir.”
39. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.
40. AĐHM, erişim hakkının bir unsuru olduğu “mahkeme hakkının” mutlak
olmadığını ve özellikle de başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin koşullarda
zımni olarak kabul edilen sınırlamalara tabi olabileceğini hatırlatmaktadır. Zira
9
söz konusu bu hak, tabiatı gereği, bu konuda belirli bir takdir payı bulunan devlet
tarafından
bir
düzenleme
yapılmasını
gerektirmektedir. Ancak
neticede
yargılanabilir kişinin mahkemeye erişim hakkı, özüne halel getirecek düzeyde
veya şekilde sınırlandırılamaz. Son olarak bu sınırlamalar, meşru bir amaç taşıdığı
ve kullanılan araçlarla amaç arasında makul bir orantı ilişkisi mevcut olduğu
sürece, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının gerekleriyle bağdaşmaktadır
(bkz, diğerleri arasında, Levages Prestations Services v. Fransa, 23 Ekim 1996, §
40, Derleme, 1996-V).
41. Somut
olayda,
başvuranların
temyiz
başvurusuna
ilişkin
kabul
edilemezlik kararı, 5219 sayılı Kanun ile 14 Temmuz 2004 tarihinde değiştirilen
eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesine dayanarak
verilmiştir.
42. AĐHM, bu bağlamda, AĐHS’nin 6. maddesinin taraf devletlere istinaf
mahkemeleri ya da temyiz mahkemeleri kurma konusunda zorunluluk
getirmediğini tekrarlamaktadır (Delcourt v. Belçika, 17 Ocak 1970, §§ 25-26, A
serisi n° 11). Bununla birlikte, bu mahkemelerin bulunması halinde, AĐHS’nin 6.
maddesinin sunduğu güvencelere riayet edilmeli, özellikle de devlet, davacıların
cezai alanda kendilerine yöneltilen her türlü suçlamanın esasına ilişkin verilen
kararlar hakkında mahkemeye erişim haklarını etkin bir biçimde güvence altına
almalıdır. Şüphesiz, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının belirli koşullarda
uygulanma tarzı, söz konusu yargılamanın özel koşullarına bağlı olmaktadır.
Ayrıca bu hükme saygı duyulup duyulmadığını değerlendirmek için iç hukuk
düzeninde yürütülen yargılamanın tamamı -somut olayda, Yargıtay’ın rolü- (bkz,
özellikle, Monnell ve Morris v. Birleşik Krallık, 2 Mart 1987, § 56, A serisi n°
115) ve istinaf başvurusuna ilişkin koşullardan daha katı olabilen bir temyiz
başvurusunun kabul edilebilirlik koşulları dikkate alınmalıdır.
43. AĐHM, somut olayda, Anayasa Mahkemesi kararı ışığında, (yukarıdaki
15. paragraf) Yargıtay’ın pek önem arz etmeyen davalar sebebiyle iş yükünü
artırmaktan kaçınmak için mahkemeye erişim hakkına getirilen kısıtlamayla
izlenen amacın meşru olduğu kanısındadır.
44. AĐHM, temyize başvurma imkânı sunan davaların mali tutarının
güncellenmesi sebebiyle, hukuk alanında yapılan temyiz başvurusu hakkında
kabul edilemezlik kararı verildiğini belirten Brualla Gomez de la Torre kararında,
10
(anılan § 39) başvuranın mahkemeye erişim hakkına orantısız bir kısıtlama
getirilmediği kanaatine vardığını hatırlatmaktadır.
45. Ancak AĐHM, somut olayda, Türk Ceza Muhakemesi Kanununda bazı
özelliklerin bulunduğunu gözlemlemektedir. Öncelikle, başvuranın davasının
yalnızca ilk derece mahkemesi tarafından değil aynı zamanda temyiz mahkemesi
olan l’Audencia provincial tarafından da incelendiğini ve bu iki mahkemenin
genel yargı yetkisine sahip olduğunu belirten, yukarıda anılan kararın (Brualla
Gomez de la Torre, § 38) aksine, başvuranların davasının sadece tek bir mahkeme
tarafından incelendiğini gözlemlemektedir. Öte yandan, Türk adli sistemindeki
uygulamalarda, Yargıtay’ın denetimi, söz konusu hakka riayet edilmesini
kısıtlamamaktadır (Yukarıda anılan Levages Prestations Services kararı 48.
paragraf ile karşılaştırınız). AĐHM, ayrıca Fransız hukukunda olduğu gibi Türk
hukukunda da, Yargıtay’ın alt derece mahkemelerince ortaya konulan olay ve
olguları değerlendirdiğini ve yetkisinin yasayla sınırlandırıldığını; ancak özellikle
Türk adalet sisteminin hâlihazırda iki dereceli yargılamayı esas alması nedeniyle,
esasa bakan hâkimlerin vardığı sonuçla söz konusu olay ve olguların uyumlu olup
olmadığını denetlemekten de geri kalmadığını kaydetmektedir (bkz, mutatis
mutandis, Civet v. Fransa [BD], (kabul edilebilirlik kararı), n° 29340/95, §§ 43,
AĐHM 1999-VI, Beyhan Kaygısız v. Türkiye (kabul edilebilirlik kararı), n°
44032/98, 29 Ağustos 2006).
46. Diğer yandan, AĐHM, özellikle “belirlenen bir miktarın altında para
cezası verilmesi halinde, öngörülen cezanın özellikleri dikkate alınmaksızın,
yargılanabilir kişilerin temyize başvurma haklarına getirilen sınırlamanın ve
dolayısıyla bu kişiler hakkında meydana gelebilecek zararlı sonuçların
Anayasa’nın 2. ve 36. maddeleriyle uyumlu olmadığı kanaatine varan” Türk
Anayasa Mahkemesi tarafından Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305.
maddesinin 2. fıkrasının eleştirildiğini gözlemlemektedir.
47. Somut olayda söz konusu olan suç, şüphesiz hafif suçlar kapsamında
sınıflandırılamayacağı için AĐHM bu değerlendirmeyi paylaşmaktadır: Terörle
Mücadele Kanunu’nun 6. maddesinin 2. fıkrası gereğince suç sayılan, terör
örgütlerinin bildirileri veya açıklamalarının “basılması ya da yayınlanması” gibi
davranışlar, somut olayda, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesi
konusunda uygulanan hükümleri değiştiren 29 Haziran 2006 tarihli ve 5532 sayılı
Kanuna uygun olarak cezalandırılmaktadır (yukarıdaki 13. paragraf). Başvuranlar,
11
gazetenin imtiyaz sahibi ve Yazı Đşleri Müdürü olmaları nedeniyle para cezalarına
mahkûm edilmişlerdir. Diğer taraftan, bu tür suçlar için uygulanan para cezasının
miktarı, gazetenin tirajına bağlı olarak değişebilmektedir.
48. AĐHM, aynı zamanda Türk ceza hukukunda, ilk derece mahkemesince
ortaya konulan olay ve olguların ceza hukuku alanında nitelendirilmesine
Cumhuriyet savcısı itiraz ettiği takdirde, bunun savcının sanığın aleyhine yaptığı
temyiz başvurusu olarak değerlendirildiğini dikkate almaktadır (yukarıdaki 16.
paragraf). AĐHM, temyize başvurma imkânı bulunmayan sanıkların savcılığa göre
dezavantajlı bir durumda oldukları kanısındadır. Çünkü savcılık, olay ve olguların
nitelendirilmesine itiraz ederek davayı üst mahkemeye götürebilmektedir.
Dolayısıyla, somut olayda hükmedilen para cezasının miktarı nedeniyle
başvuranların haklarına getirilen sınırlama, davanın özel durumu ile ceza
alanındaki “adil yargılama” koşullarının daha sıkı olması göz önünde
bulundurulduğunda, silahların eşitliği ilkesine uymamaktadır (bkz, mutatis
mutandis, Ghirea v. Moldova, n° 15778/05, § 34, 26 Haziran 2012).
49. Yukarıda belirtilenler ışığında ve davanın özel durumu ile yargılamanın
tamamı dikkate alındığında, AĐHM, başvuranların mahkemeye erişim haklarına
orantısız bir kısıtlama getirildiği ve dolayısıyla Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
paragrafının güvence altına aldığı mahkemeye erişim hakkının esas yönünden
ihlal edildiği kanısına varmıştır.
Sonuç olarak, bu hüküm ihlal edilmiştir.
IV.
DĐĞER ŞĐKÂYETLER HAKKINDA
50. Başvuranlar, aynı zamanda yukarıda belirtilen olay ve olgular sebebiyle Ek
1 No.lu Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
51. Sözleşme’nin 10. maddesi ile 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiğine
ilişkin yapılan tespit dikkate alındığında (yukarıda 36. ve 49. paragraflar), AĐHM
mevcut başvurudaki temel hukuki sorunları incelediği kanısındadır. AĐHM,
davaya ilişkin olay ve olguların tamamını göz önünde bulundurarak, bu şikâyetin
esası hakkında ayrıca karar vermeye gerek olmadığı kanaatine varmıştır.
V.
SÖZLEŞME’NĐN
41.
MADDESĐNĐN
UYGULANMASI
HAKKINDA
12
52. Sözleşme’nin 41.maddesi aşağıdaki gibidir,
“Mahkeme, Sözleşmenin veya Protokollerin ihlal edildiğini tespit ederse ve ilgili
Sözleşmeci Devletin iç hukuku bu ihlali ancak kısmen giderse imkânı veriyorsa,
Mahkeme gerekli görürse zarara uğrayan tarafa adil bir karşılık verilmesine
hükmeder.”
53. Başvuranlar Gürbüz ve Bayar, Sözleşme’nin 41. maddesi bağlamında,
mevcut başvuruları ile aynı zamanda yapılan on başvuruya ilişkin taleplerini
sunmuşlardır. Başvuran Gürbüz, günlük gazetesinin kapatılması dolayısıyla
uğradığı maddi zarar için 30 000 Avro ve ayrıca manevi zarar için 20 000 Avro
talep etmektedir. Başvuran Bayar, kısmen mesleki gelir kaybına uğraması
nedeniyle maddi zararı için 10 000 Avro ve ayrıca manevi zarar için 20 000 Avro
talep etmektedir.
Başvuranlar, AĐHM nezdinde on başvurunun sunulmasına ilişkin olarak
yapılan masraflar için toplam 7 200 Avro talep etmektedirler. Bu talebi
desteklemek için, başvuranlar, AĐHM nezdinde kendi avukatları tarafından
sunulan çalışma ve hizmetlerin detaylı bir listesini göndermişlerdir.
54. Hükümet, bu meblağlara itiraz etmektedir.
55. AĐHM, iddia edilen mesleki gelir kaybına ilişkin olarak sunulan delillerin,
tespit edilen ihlal sebebiyle başvuranların ne kadar kayba uğradıkları konusunda
kesin bir değerlendirme yapmaya imkân vermediğini belirtmektedir (bkz. aynı
bağlamda, Karakaş ve diğerleri v. Türkiye, no. 35077/97, § 69, 27 Temmuz
2004).
Manevi zarar hususunda, AĐHM, başvuranların iddia edilen olay ve
olgular karşısında büyük bir rahatsızlık duydukları kanısındadır. AĐHM,
Sözleşme’nin 41. maddesi gereğince hakkaniyete uygun olarak, manevi zarar için
başvuranların her birine 7 800 Avro ödenmesine karar vermiştir.
56. AĐHM, masraf ve giderlere ilişkin olarak sunulan talep hakkında, elinde
bulunan belgeler ile bu konuda uygulanan kriterleri dikkate alarak, başvuranlara
müştereken 720 Avro ödenmesinin makul olacağı kanısındadır.
57. AĐHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi
kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puan eklenerek elde edilecek oranın
uygun olduğu sonucuna varmaktadır.
AĐHM, BU GEREKÇELERE DAYANARAK, OYBĐRLĐĞĐYLE,
13
1. Đlk derece mahkemesinin kararına karşı temyize başvurma imkânının
bulunmasına ilişkin olarak ileri sürülen Sözleşme’nin 10. maddesi
bağlamındaki şikâyetlerle birlikte Sözleşme’nin 6. maddesi ile Ek 1 No.lu
Protokolün 1. maddesi bağlamındaki şikâyetlerin kabul edilebilir
olduğuna; ancak Sözleşme’nin 1. ve 6. (başvuranları mahkûm eden
mahkemenin bağımsız ve tarafsızlığı) maddeleri ile 7. ve 14. maddeleri
bağlamında ileri sürülen şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna;
2. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
3. Başvuranların ilk derece mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna
başvurma
imkânlarının
bulunmaması
sebebiyle
Sözleşme’nin
6.
maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiğine;
4. Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesi bağlamında sunulan şikâyetin esasının
ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına;
5. a) Sözleşme’nin 44 § 2. maddesine uygun olarak; davalı devletin
başvuranlara kararın kesinleştiği tarihten başlamak üzere üç ay içerisinde,
ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilmek
üzere aşağıdaki miktarları ödemekle yükümlü olduğuna:
i)
Ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere,
başvuranların her birine manevi tazminat olarak 7 800 Avro
(yedi bin sekiz yüz Avro);
ii)
Kendileri tarafından ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı
hariç olmak üzere, başvuranlara mahkeme masraf ve
giderler için, müştereken 720 Avro (yedi yüz yirmi Avro);
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak, ödemenin yapıldığı tarihe
kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının
üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;
6. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir.
Đşbu karar Fransızca dilinde tanzim edilmiş; Sözleşme’nin 77 §§ 2. ve 3.
maddeleri uyarınca 27 Kasım 2012 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
14
Stanley
Naismith
Yazı Đşleri Müdürü
Ineta Ziemele
Başkan
Mevcut kararla ilgili olarak, Sözleşme’nin 45. maddesinin 2. paragrafı ile
Đçtüzüğün 74. maddesinin 2. paragrafı uyarınca, Hâkim Jociene’nin karara
muvafık ayrık görüşü işbu karar ekinde yer almaktadır.
15
YARGIÇ JOČIENÉ’NĐN KARARA MUVAFIK AYRIK GÖRÜŞÜ
Bu davada, Sözleşme’nin 10. maddesinin ve 6. maddesinin 1. paragrafının
ihlal edildiği yönünde çoğunlukla birlikte oy kullandım.
Daire, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edilmesi
bağlamında, somut olayda söz konusu olan suçun hafif suçlar kapsamında
değerlendirilemeyeceği doğrultusundaki görüşünü dile getirmiştir (kararın 4647.paragrafları). Ancak, küçük bir sebepten dolayı bu paragraflarda öne sürülen
iddialara katılmam söz konusu değildir: Yargılanabilir kişilere 2 000 000 000
TRL’dan (2 000 Yeni Türk Lirası, TL) daha düşük miktarda bir para cezası
verilmesine ilişkin olan kararlara temyiz yolunun açık olmadığı, başvuranların
hüküm giydikleri sırada iç hukuk yolunda (14 Temmuz 2004 tarihinde 5219 sayılı
Kanunla değişiklik yapılan) açık ve net bir şekilde belirtilmiştir (11. ve 14.
paragraflar).
Başvuranların, mahkûm edildikleri sırada (7 Nisan 2005 - 9. ve 10.
paragraflar), temyiz başvurularının, verilen para cezasının temyiz yolunun kapalı
olması sebebiyle reddedilebileceğini bilmeleri gerektiği kanaatindeyim. Diğer
taraftan T.C. Anayasa Mahkemesi, 2009 yılında, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının, Anayasa’nın 2. (Hukuk devleti ilkesi)
ve 36. (Hak Arama Hürriyeti) maddeleriyle uyuşmadığı kanısına varmıştır
(kararın 15. paragrafı). Daire, başvuranların hüküm giydikleri tarihten 4 yıl sonra,
2009 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bu karara katılmamaktadır.
Dolayısıyla, bu yeni içtihat, başlıca olayları 2004 - 2005 yılları arasında geçen bu
davada dikkate alınamaz.
Kanaatimce, savcılığın faydalandığı ayrıcalıklı muameleye ilişkin kararın
48. paragrafında açıklanan görüş, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının
ihlal edildiği sonucuna varmak için yeterlidir.
Dairenin verdiği kararın 26. ve 27. paragraflarında altı aylık süre koşulu
bağlamında dile getirilen görüşe tamamen katılmaktayım.
*Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış Đlişkiler Genel Müdürlüğü Đnsan
Hakları Daire Başkanlığı tarafından Türkçe' ye çevrilmiş olup, gayrı resmi
tercümedir.
16