PDF Anahtar Haziran 2014 - Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Transkript
PDF Anahtar Haziran 2014 - Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
HAZİRAN 2014 K A L K I N M A D A VERİMLİLİK T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN AYLIK YAYIN ORGANIDIR HAZİRAN 2014 YIL: 26 SAYI: 306 Bu dergi 6.500 adet basılmaktadır. ISSN:1300-2414 Yayın Türü:Yerel Süreli Türkçe-İngilizce SAHİBİ T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ADINA GENEL MÜDÜR Anıl YILMAZ GENEL KOORDİNATÖR Dilek BİRBİL SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Cangül TOSUN YAZI KURULU Dilek BİRBİL - Cangül TOSUN - Lütfiye BALKAYA İNGİLİZCE SAYFA SORUMLUSU Gülçin MANZAK AYDIN - Şirin Müge KAVUNCU WEB SİTESİ SORUMLUSU Aytunç AYHAN FOTOĞRAFLAR Hakan CANBAKIŞ - Özgür YURDAKADİM DAĞITIM SORUMLUSU Mehtap EMRE (312) 467 55 90 / 331 [email protected] Anahtar Dergisi’nin PDF dosyalarını her ay düzenli olarak e-posta hesabınıza gönderilmesini istiyorsanız, konu alanına Anahtar yazıp [email protected] adresine boş bir e-posta atabilirsiniz. Dergide yayımlanan yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. YÖNETİM YERİ T.C. BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI VERİMLİLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Gelibolu Sokak No:5 Kavaklıdere 06690 ANKARA Tel: (312) 467 55 90 (10 Hat) Faks: (312) 427 30 22 Faks (Dergi): (312) 467 47 79 e-posta: [email protected] internet: http://vgm.sanayi.gov.tr http://anahtar.sanayi.gov.tr GRAFİK TASARIM VE UYGULAMA www.chesscreative.com Verimlilik artışlarının ülkelerin kalkınmasında ve küresel rekabet avantajı elde etmelerinde büyük önem taşıdığını tarihsel ve bilimsel veriler ortaya koymuştur. Verimlilik, istikrarlı bir ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın belirleyici faktörlerinin başında gelmektedir. Sadece iş gücünün ve sermayenin değil, doğal kaynak ve ham maddelerin de sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla ekonomiye katkısının artırılması söz konusu olduğunda verimliliğin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin son dönemde gerçekleştirdiği yüksek ekonomik büyüme performansının gelecek yıllara da taşınması ve 2023 hedeflerine ulaşılmasında, her alanda sağlanacak verimlilik artışlarının doğrudan bir etkisi olacaktır. Orta gelir tuzağına takılma olasılığını bertaraf etmek ve yüksek gelir seviyeli ülkeler grubuna geçiş yapabilmek için hızlı ve sürekli bir verimlilik artışı ülke olarak temel odaklarımızın başında gelmektedir. Bu doğrultuda, en üst politika belgesi olan; 2014-2018 dönemini kapsayacak Onuncu Kalkınma Planı’nda verimlilik artışları rekabet gücünü ve büyüme hızını artıracak üç temel unsurdan biri olarak tanımlanmıştır. Diğer iki unsur ise iş gücünün niteliğinin ve yenilik kapasitesinin artırılmasıyla bilgiye dayalı üretime yönelik dönüşümün sağlanmasıdır. Yine Onuncu Kalkınma Planı’nda yer alan 25 dönüşüm programından birincisi, ‘Üretimde Verimliliğin Artırılması Programı’ olarak belirlenmiştir. Bakanlığımız, son dönemde imalat sanayi başta olmak üzere ülkemizin verimlilik seviyesinde sürekli bir artış yakalamak için faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bu çalışmalara yön verecek temel çerçeve belge niteliğinde olan Verimlilik Stratejisi ve Eylem Planı hazırlıklarında son aşamaya gelinmiştir ve hazırlanan strateji belgesinin onaylanmasının ardından kısa süre içinde uygulamaya konulması öngörülmektedir. Bakanlığımızın verimlilik bilincinin yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetleri arasında yer alan “Verimlilik Haftası” kapsamında Verimlilik Genel Müdürlüğü koordinasyonunda, 1-7 Haziran tarihlerinde verimlilik odaklı çeşitli etkinlikler düzenlenecektir. Tüm ilgililerin katılımına açık olan etkinliklerin, katılımcılara faydalı olmasını ve verimliliğe olan ilginin artırılmasına katkıda bulunmasını diliyoruz. Verimlilik temalı bu sayımıza katkılarıyla destek olan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fikri IŞIK’a şükranlarımızı sunuyor, yazı ve makaleleriyle katkı sağlayan ve emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Anıl YILMAZ Genel Müdür BASKI KORZA YAYINCILIK BASIM SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Büyük Sanayi 1. Cad. 95/1 İskitler - ANKARA Tel: (312) 342 22 08 Faks: (312) 341 14 27 BASILDIĞI TARİH Anahtar Dergisi’nin Haziran 2014 sayısı 20.05.2014 tarihinde basılmıştır. 01 HAZİRAN 2014 İÇİNDEKİLER 04 Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri IŞIK’ın Değerlendirmesi 06 Verimlilik Yönetimi Nurettin PEŞKİRCİOĞLU 12 Verimlilik Kavramı: Klasik ve Neoklasik Yaklaşımların Karşılaştırılması Gülçin MANZAK AYDIN 16 Kaynak Verimliliğinde Güncel Yaklaşımlar Selin ENGİN 22 Boş Zaman ve Verimlilik Gürsu Sezen TORUN 28 Verimlilik Alanında Politika Geliştirme - I Temel Dinamikler Ahmet Emre ÇOBAN 32 Kurumsal İmaj, Verimlilik ve İmaj Oluşturma Çabaları Sevgin FETTAHOĞLU DEMİRCİ 38 KOBİ’lerde Standartların Algılanma Düzeyi ve Standartlara Uyumda Görülen Dirençler Dr. Mustafa Kemal AKGÜL 04 16 Anahtar Dergisi Okuyucu Anketi Değerli okuyucularımız, dergimizle ilgili görüşlerinize başvurmak amacıyla hazırlanan ve http://anahtar.sanayi.gov.tr/ web sitesinde sunulan anketi doldurmanızı rica ederiz. 02 HAZİRAN 2014 44 Sürdürülebilir Bir Yerel Kalkınma Modeli: “Yavaş Şehirler” ve Ekoturizm Ferda HEKİMCİ 50 Bilişim, Bilim ve Teknoloji 54 Haberler 57 Temiz Üretim (Eko - Verimlilik) 59 Summary 62 Sanayi Göstergeleri Industry Indicators 63 Bilim ve Teknoloji Göstergeleri Science and Technology Indicators 64 Ulusal ve Uluslararası Verimlilik İstatistikleri / National and International Productivity Statistics 22 28 Ulusal Verimlilik İstatistikleri National Productivity Statistics 44 03 HAZİRAN 2014 DEĞERLENDİRME VERİMLİLİK Ülkemiz verimliliğe gereken önemi vererek, buna dayalı politikalar üreterek ve hayata geçirerek çağımızın güçlü ülkeleri arasında hak ettiği yeri alacaktır. Fikri IŞIK Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Günümüzde ülkelerin ekonomik alandaki başarısının en önemli göstergelerinden biri verimlilik düzeyi olup uzun dönemli ve sürdürülebilir büyüme performansı ancak her alanda sağlanacak verimlilik artışlarıyla mümkün olabilecektir. Uluslararası verimlilik karşılaştırmaları incelendiğinde, ülkemizin verimlilik düzeyiyle ilgili iki önemli husus dikkati çekmektedir. Bunlardan biri Türkiye’nin verimlilik seviyesinin gelişmiş ülkeler 04 grubunun oldukça altında olduğudur. OECD ve AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de iş gücü verimliliği bu ülke ortalamalarının % 60’ı seviyesindedir. Bununla birlikte diğer önemli husus ise ülkemizdeki verimlilik artış oranlarının son 20 yılda dünya ile karşılaştırıldığında yüksek olduğu ve Türkiye’nin 1990 yılında hemen hemen aynı verimlilik düzeyinde olduğu gelişmekte olan ülkeler grubunun 2011 yılında % 40 üstünde yer aldığıdır. Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) ise toplam faktör verimliliği artışının uzun dönem ortalamasının da üzerine çıkarılması hedeflenmiş olup 2023 hedeflerine ulaşmak için verimlilik artışlarının daha fazla ve sürekli hale getirilmesi gerekmektedir. Türkiye ekonomisi günümüzde önemli bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmektedir. Sağlanan makroekonomik istikrar sonucunda faiz ve enflasyon HAZİRAN 2014 seviyelerindeki düşüşler ve verimlilik artışlarının da katkısıyla, 2002-2008 döneminde ülkemizde tarihsel ortalamanın oldukça üstünde, yıllık ortalama % 5,9 düzeyinde bir büyüme oranına ulaşılmıştır. Sağlanan bu tempolu büyüme 2008 yılının ikinci yarısından itibaren küresel gelişmelere bağlı olarak bir kesintiye uğramışsa da 2010 yılından itibaren ekonomimiz yeniden tempolu büyüme sürecine girmiştir. Ancak, buna rağmen ekonomimizin küresel rekabetçilik sıralamasında arzu ettiğimiz yere ulaşabildiğini söylemek henüz mümkün değildir. 2008 yılında yaşanan küresel krizin ardından yeniden yapılandırılan dünya ekonomisinde, verimlilik kavramı son 30 yıldır hiç olmadığı kadar önemli bir noktaya gelmiştir. Ülkemizde de son dönemde sağlanan yüksek ekonomik büyüme performansının sürdürülebilirliği ve yüksek katma değerli, ileri teknolojili üretime dayalı sanayi yapısına dönüşümde verimliliğin önemli parametrelerden biri olduğu artık iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Üretim odaklı ekonomilerin sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirebilmeleri için mutlak olarak verimlilik artışı sağlamaları gerekmektedir. Bunun için de verimlilik kavramının iyi anlaşılması, hangi faktörlerin verimlilik artışları sağladığının tespit edilmesi ve uygulanması gereklidir. Hükümetimiz tarafından, ülkemizin toplam verimlilik performansına ilişkin hedeflerine ulaşılmasını sağlamak amacıyla etkili tedbirler alınmakta olup bu tedbirlerin yansımaları Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), Türkiye Sanayi Strateji Belgesi (2011-2014) ve Yıllık Programlar gibi üst plan, program ve strateji belgelerinde görülmektedir. Bunun bir örneği Bakanlığımızın öncülüğünde hazırlanmış olan, Türkiye için uygulanacak stratejinin uzun dönemli vizyonudur. Bu vizyon, orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak olarak belirlenmiş olup bunun gerçekleşebilmesinde Türk sanayisinin rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin artırılması anahtar faktörlerdir. Bu kapsamda, Türkiye Sanayi Stratejisi’nin genel amacı, “Türk sanayisinin rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek, dünya ihracatından daha fazla pay alan, ağırlıklı olarak yüksek katma değerli ve ileri teknolojili ürünlerin üretildiği, nitelikli iş gücüne sahip ve aynı zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısına dönüşümü hızlandırmak” olarak belirlenmiştir. Onuncu Kalkınma Planı’nda ise temel yapısal sorunlara çözüm olabilecek kritik reform alanları için Öncelikli Dönüşüm Programları tasarlanmıştır. Bu programların ilki “Üretimde Verimliliğin Artırılması Programı” olup bunun da birinci bileşeni “Verimlilik Algısının ve Verimliliği Artırmaya Yönelik Uygulama Kapasitesinin Güçlendirilmesi”dir. 2014 Yılı Programı’nda ise, yüksek büyüme ortamına geçişin sağlanması için verimliliğin artırılması makroekonomik amaçlardan biri olarak vurgulanmaktadır. 2014 Yılı Programında imalat sanayinde dönüşümün ana odakları olarak yeşil üretim kapasitesi, yenilikçilik, firma becerileri ve sektörler arası entegrasyonun geliştirilmesiyle verimlilik ve yurt içi katma değerin artırılması; dış pazar çeşitliliği ve bölgesel üretim kapasitelerinin geliştirilmesiyle de istikrarlı yüksek büyümenin sağlanması hedeflenmektedir. 2014 Yılı Programı kapsamında; sanayinin sürdürülebilir büyümesi ve uluslararası rekabet gücünün artırılması amacıyla ülke genelinde verimlilik ve temiz üretim faaliyetlerinin desteklenmesi ve sanayide başta enerji olmak üzere, kaynak verimliliğinin artırılmasına yönelik programların geliştirilmesi ve uygulanmasına ilişkin tedbir de Bakanlığımızın sorumluluğu altında yürütülmektedir. Ülkemiz verimliliğe gereken önemi vererek, verimlilik artışına yönelik politikalar üreterek ve bu politikaları hayata geçirerek çağımızın güçlü ülkeleri arasında hak ettiği yeri en kısa sürede alacaktır. Bakanlık olarak ülkemizin 2023 hedeflerine ulaşma yolunda, büyüme ve kalkınmayı sağlamak için verimlilik odaklı çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Küresel yarışta avantaj elde edebilmemizin gerçek kaynağının, sürdürülebilir büyümenin ve ekonomik kalkınmamızın itici gücünün, toplumsal barışın anahtarının verimlilik olduğu bilincinin toplumun tüm kesimlerinde ve her ferdinde oluşturulması amacıyla yürüttüğümüz faaliyetlerden biri de, her yıl Haziran ayının ilk haftasında düzenlenecek olan “Verimlilik Haftası” etkinliklerimizdir. Hafta boyunca, başta Ankara olmak üzere birçok ilde toplumun farklı kesimlerine yönelik verimlilik temalı çeşitli etkinlikler düzenlenecek olup ilgi duyan tüm kurum temsilcilerimizi, vatandaşlarımızı ve öğrencilerimizi bu etkinliklere katılmaya davet ediyorum. 05 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK YÖNETİMİ Nurettin PEŞKİRCİOĞLU / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Verimliliğin Önemi Verimliliğin ulusal refahı artırmadaki önemi, bugün herkes tarafından kabul edilmektedir. Ülkemizin makro plandaki verimlilik başarısı, işletme odaklı verimlilik artırma çalışmalarının yansımasıyla mümkündür. Ülkede her alanda verimlilik bilgi ve bilincinin artırılması, işletmelerin ve kurumların buna göre yeniden yapılanması, verimlilik artırma program ve projelerinin yaygınlaştırılması, teknolojik altyapının geliştirilmesi ve iş gücünün niteliğinin yükseltilmesi verimlilik odaklı büyümenin temel koşullarındandır (Prokopenko, 2011). 06 Kalkınmanın belirleyici unsuru ve itici gücü olan verimliliğin artırılması ancak uzun dönemli politikalarla, akılcı, yenilikçi ve çağdaş yönetim uygulamalarıyla gerçekleşebilir. Günümüzde küresel rekabette öne çıkmış ülkelerin ekonomileri incelendiğinde, bu başarıda sağlanan verimlilik artışları ve kaynakların etkin kullanımının çok önemli bir payı olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra, geçmişte ülkemizde yaşanmış olan çeşitli ekonomik krizler, bunalımlar ve bunların neden olduğu çalkantılardan sonra, verimliliğin hem ekonominin tümünü kapsayan "toplam verimlilik" bazında, hem de firma ve kuruluş düzeyinde dikkate alınması ve üzerinde önemle durulması gereken bir husus olduğu artık iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Rekabet gücü üzerine önemli çalışmalar yapmış olan M. Porter da rekabet üstünlüğü sağlamada verimliliğin önemini ve rolünü vurgulamış; kalite, teknolojik gelişme, yenilik yapabilme ile araştırma ve geliştirmenin önemine dikkat çekmiştir. Ülkelere rekabet gücü kazandıran esas faktörün, ucuz iş gücü veya uygun döviz kurları olmadığını, esas olanın yüksek verimlilik düzeyi ile yenilikçi ve kaliteli ürünler üretebilmek olduğunu belirtmiştir. Porter, “Ulusların Rekabet Üstünlüğü” adlı eserinde rekabet - verimlilik ilişkisini özetle şöyle ifade etmiştir (Porter, 1991): “Ulusal düzeyde rekabet edebilirlik konusunda anlamlı olan tek kavram, ulusal verimliliktir. Giderek yükselen bir yaşam standardı, bir ülkedeki firmaların yüksek verimlilik düzeyine ulaşmasına ve verimliliği artırmalarına HAZİRAN 2014 Porter, bir ülkenin rekabet edebilirlik düzeyini, hayat standardı ve refah düzeyi ile birlikte elealmış ve bunu da toplumun verimlilik düzeyini yükseltebilme yeteneği ile doğrudan ilişkilendirmiştir. İşletmelerde Verimlilik Yönetimi Makro düzeydeki verimlilik artışlarının mikro (işletme) düzeyinde sağlanan artışların toplamı olduğu düşünüldüğünde, verimliliğin artırılması ÖNLEM Verimlilik düzeyinin yükseltilmesi, iyileştirmelerin kurumsallaştırılması. bağlıdır. Verimlilikteki artışın sürdürülmesi, kendisini de sürekli geliştiren bir ekonomiyi gerektirir. Bir ulusun firmaları hiç durup dinlenmeksizin ürün kalitesini yükselterek, ona arzu edilen ek özellikler kazandırarak, ürün teknolojisini geliştirerek bulundukları sektördeki verimliliği artırmalı, rekabet edebilme yetkinliklerini geliştirmelidir.” Yaklaşık 20 yıl önce ortaya konmuş olan bu görüş, günümüzde daha da belirginleşmiş ve doğruluğu kanıtlanmıştır. Gerçekten de bir ülkenin rekabetçilik düzeyi o ülkedeki tüm işletmelerin, kurumların yüksek verimlilik düzeyine ulaşmalarına, verimlilikteki bu büyümenin sürdürülebilir olmasına ve kendisini sürekli geliştiren bir ekonominin varlığına bağlıdır. KONTROL Verimlilik Analizleri. Ölçme, izleme, değerlendirme, karşılaştırma. Günümüzün küresel rekabet koşulları, işletmeleri yeni bir performans anlayışıyla karşı karşıya getirmiştir. Bu anlayışa göre pazarlama ve verimlilik kavramları kadar, yeni rekabet anlayışı ve geleceğin örgütü olma hedefleri de artık firmalar açısından önemli olmaktadır. 1980’li yıllara kadar işletmelerin toplam başarısı temelde üretim faktörlerinin üretebilme gücü ile tanımlanmakta ve bunun da en anlamlı göstergesi olarak işletmenin finansal PLANLAMA Kurumsal stratejik hedefler doğrultusunda verimlilik stratejisinin hazırlanması. Verimlilik artırma program ve planının oluşturulması. UYGULAMA Verimlilik artırma programının uygulanması. Şekil 1. Verimlilik Yönetimi Döngüsü makro düzeyde olduğu kadar mikro düzeyde de önemli bir hedef haline gelmektedir. Bir işletmede verimlilik artışı, temelde yönetim işlevinin bir sonucudur ve iyi yönetimle eş anlamlıdır. Verimliliği artırmak ve bu artışı sürdürmek, yönetimin temel amacı ve sorumluluğu olup daha yüksek performans için gerekli koşulların yaratılması da verimlilik yönetiminin özünü oluşturmaktadır (Akal, 2011). hedefleri ve buna ilişkin gerçekleşme düzeyleri kullanılmaktaydı. 1990’lardan itibaren süreç yaklaşımının gelişmesiyle birlikte, işletme başarıları sadece sonuçlara odaklı finansal göstergelerle izlenmeyip, bu sonuçlara ulaşılmasını sağlayacak işletme süreçlerinin etkin ve verimli bir biçimde yönetimine de odaklanılmıştır. Bu kapsamda etkinlik, etkililik, kalite, maliyetler, çalışan memnuniyeti, iş sağlığı ve güvenliği, müşteri odaklılık, sürekli iyileştirme, 07 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK YÖNETİMİ çevresel duyarlılık ve yenilik gibi farklı boyutlar da işletmelerde toplam verimlilik başarımının temel belirleyicileri arasında değerlendirilmeye başlanmıştır. Verimlilik yönetimi ise en sade haliyle, işletmelerin tüm süreçlerinde bu boyutlara ilişkin hedeflere ulaşılması için yürütülen planlama, uygulama, kontrol ve önlem alma faaliyetlerinden oluşur. Amacı mevcut olanakların ve kaynakların en iyi şekilde kullanılmasıyla nitel ve nicel olarak planlanan çıktı sonuçlarına ulaşılmasının sağlanması olan verimlilik yönetiminin aşamaları, diğer tüm yönetsel süreçler için de kullanılan Planlama – Uygulama – Kontrol – Önlem (PUKÖ) döngüsüyle Şekil 1'deki gibi gösterilebilir. Günümüzde kontrol işlevinin ön planda olduğu sonuç odaklı bir yönetim anlayışından, işletmenin sürekli gelişmesine yönelik kurumsal stratejilerin tüm işletme birimlerine yaygınlaştırıldığı bir kurumsal performans yönetimi anlayışına geçilmiştir. Kurumsal verimlilik yönetimi olarak da nitelendirebileceğimiz bu yaklaşım; “işletmenin stratejik amaçlarına bağlı olarak çok yönlü performans boyutlarına ilişkin hedeflerin ve performans kriterlerinin belirlenmesi, bu hedeflere ulaşmak için gerekli süreçlerin tanımlanması, uygulamaların yapılması ve ulaşılan sonuçların ölçüm ve değerlendirmesi ile ulaşılan hedeflerin kurumsal stratejilerle karşılaştırılmasını içeren bir döngü içindeki entegre yönetim uygulaması” olarak tanımlanabilir. İşletme organizasyonunun bütününde stratejik amaçlarla faaliyetlerin uyumlandırılmasını ve işletmenin fonksiyonel birimlerinin aynı hedeflere yönelik olarak birbirlerini destekler nitelikte çalışmasını sağlamak, kurumsal performans yönetimi anlayışının esasını oluşturmaktadır (Peşkircioğlu, vd. 2013). 08 “Bir kuruluşun verimliliğini artırma yönündeki her girişim, yeterli kültürel desteğe sahip olmadığı sürece yok olup gidecektir.” (Weaver, 1997) İşletmelerin yönetim anlayışlarında,yaklaşımlarında ve ilgili sistemlerde, süreçlerde ve uygulamalarda kimi zaman köklü değişimleri gerektiren verimlilik yönetiminin etkili ve sürdürülebilir olması, kurumsal düzeyde dinamik bir değişim sürecinin yönetimini gerektirir. Bu değişim işletmede iş gücü nitelik ve yapısından tutum ve değerlere, eğitim ve nitelik geliştirmeden çalışanların motivasyonuna, teknoloji ve teçhizattan örgütsel süreçlere, ürünler ve pazarlardan müşterilerle ilişkilerin yönetimine kadar geniş bir alana yayılır. Bu anlamda tüm bu kurumsal unsurlardaki değişimin niteliğinin, hızının, kapsamının ve ölçeğinin planlanması ve koordine edilmesi önemlidir. Esasen bu değişim süreci, işletmelerde verimlilik artışına olduğu kadar toplam performans artışını sağlayacak bir sıçramaya ve değişime de yardımcı olarak kurumsal düzeyde olumlu bir tutumun ve kültürün oluşumuna da katkı sağlar. Tüm bu nedenlerden dolayı işletmelerde verimlilik artırmanın bir sistem yaklaşımı ile ele alınması gerekli olup bunu verimlilik yönetim sistemi olarak adlandırabiliriz. Verimlilik yönetim sistemi HAZİRAN 2014 • Verimlilik artırma kavramının, açık ve kolay anlaşılır bir tanımını, • Verimlilik artışının kurumsal açıdan neden gerekli olduğunu, • İşletmenin mevcut durumunu ve bu durumun nedenlerini, • Somut ve ölçülebilir amaç ve hedefleri ortaya koymalı ve ayrıca; • Geliştirilecek verimlilik artırma politika ve planlarına ışık tutmalı, • Yenilikçiliği ve yaratıcılığı desteklemeli, • Personelin verimlilik artırma program ve projelerine katılımını ve sorumluluk almasını sağlamalı, • Çalışanların yeni beceriler geliştirebilmesine ve bu becerileri kullanmasına olanak tanımalı, • Sürdürülebilir olmalı ve uzun dönemli verimlilik artırma programlarını başlatmalıdır. için kurumsal düzeyde geliştirilecek bir verimlilik artırma stratejisine ihtiyaç vardır. Bu strateji; • İşletmenin iç ve dış çevresi ile olan ilişkilerine bağlı olarak verimlilik yönetim sisteminin bileşenlerini tanımlar. • Tüm iş süreçlerinin alışılagelmiş düşünce biçiminin sınırlamalarından kurtularak yenilikçi bir bakış açısıyla gözden geçirilmesini, üzerinde düşünülmesini ve bunun sonucunda nelerin değişmesi gerektiğine karar verilmesini gerektirir. • Yapılması gerekenlerin tanımlandığı kurumsal amaç ve hedefleri, bu amaç ve hedeflere ulaşma yol ve yöntemlerini ve sonuçların (başarıların) nasıl takip edilerek izleneceğini ortaya koyar. Verimlilik stratejisi, işletmede uzun dönemli verimlilik artırma amaçlarını gerçekleştirmek için hedefleri, prosedürleri ve temel politika ve planları belirleyen bir karar alma modeli olarak da hizmet görür. Böyle bir stratejik model en azından; Bir işletmede verimlilik stratejisinin geliştirilmesi ve bu stratejinin verimlilik yönetimi sistemi olarak hayata geçirilmesi sürecinde göz önünde bulundurulması gereken bazı önemli hususlar aşağıda özetlenmiştir: • Bir işletmenin verimlilik düzeyi yönetim etkililiğinin en temel göstergesidir. Bu nedenle verimlilik artırma programları; işletmenin uzun dönemli ve gelecek odaklı yönetim yeteneklerini geliştirerek yüksek ve sürdürülebilir performans hedeflerine ulaşılmasını sağlayacak bir yönetim anlayışının gelişmesi için dinamik ve esnek bir kurumsal yapılanma gerektirir. Bu yapılanma kimi zaman bir “organizasyonel yenilenme” şeklinde de olabilir. • Yeniden yapılanma yeni yaklaşımların ve anlayışların gözle görülür hale gelmesini sağlar. Yeni değer ve önceliklere dönük yeni çalışma yöntemlerinin ve yapısal koşulların tasarlanması, davranış değişimini ve yeni ilkelerin 09 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK YÖNETİMİ içselleştirilmesini de kolaylaştırır. • Böyle bir organizasyonel yenilenme, strateji, süreçler veya yapıdaki değişimlerin ötesinde olup bireysel yaratıcılık, sorumluluk ve katılımcılığın kalıcı biçimde harekete geçirilmesini sağlayarak işletmenin iç ve dış ilişkilerinde uzun süreli bir değişimin başlaması demektir. • Bu değişim sürecinde çalışanlar yeni ve farklı kavramlarla, farklı çalışma usul ve yöntemleriyle, yeni projelerle ve yeni taleplerle karşı karşıya kalabilir. Beklenen değişimin gerçekleşebilir hale gelmesi için 10 çalışanların bu yeni duruma hazırlanmaları gerekir. Bu amaçla verilecek eğitimlerde öğrenilenlerin öncelikle davranışlarda bir değişim yaratması beklenmelidir. • Verimlilik artışının temel ilkesi “aynı girdi ile daha çok ve daha kaliteli ürünler üretmek veya aynı miktar ve kalitedeki ürünü daha az girdi ile üretmek” olup bu ilkenin her düzeyde, tüm çalışanlarca öğrenilmesi, benimsenmesi ve işlerinde uygulanması gerekir. • Verimlilik yönetim sisteminin başarısı yol gösterici, yönlendirici katılımcılığı güçlendirici, değişime, büyümeye, yeniliğe ve iyileşmeye yönelik olarak fırsatları yaratan bir liderlik anlayışının işletmede yerleşmesine bağlıdır. • Her çalışan, uygun ve yeterli sorumluluk ve yetki verildiği zaman verimlilik artırma programlarında kendisinin de gurur duyacağı projeleri ve işleri başarabilir. Bunun için ödüllendirme iyi bir araç olup yönetim etkili teşvik sistemlerini planlamalı ve uygulamalıdır (Pascale, vd. 1997). • Üretim sisteminin tüm bileşenlerinin; örneğin iletişim, haberleşme, ulaşım bilgi, HAZİRAN 2014 malzeme, yarı mamul, mamul aktarımı ve depolama sistemleri ile makine ekipmanın, donanımın, yazılımın vb. en uygun süreç koşullarında ve etkin biçimde kullanımı sağlanmalı; stok kontrolü ve üretim planlaması yapılmalı ve tüm bunlar için endüstri mühendisliği tekniklerinden yararlanılmalıdır. • İşletmelerde düşük verimliliğin en önemli nedenlerinden biri de plansız faaliyetler ve gereksiz bekleme zamanlarıdır. Bu konuda KOBİ’ler düzeyinde yapılmış olan bir araştırmada doğrudan üretime katkısı olan zamanların, diğer bir ifade ile “İmalat Zamanları”nın oranı % 76, geri kalan % 24’lük bölümün ise katma değer yaratmayan faaliyet ve beklemelerle geçtiği belirlenmiştir. Aynı araştırma bu % 24’lük katma değer yaratmayan faaliyet ve bekleme sürelerinin en az yarısının iyi işletmecilik uygulamaları ve verimliliği artırıcı teknik ve yaklaşımların planlı ve sistematik bir şekilde kullanımı ile geri kazanılarak verimliliğin artırılabileceğini ortaya koymaktadır (Çapcı, 2005). • İşyeri ortamının fiziksel ve psikolojik koşullarının, çalışanların verimliliği ve dolayısı ile de kurumsal performans üzerinde doğrudan etkisi olduğu yapılan çeşitli araştırmalarla ortaya konmuştur. Bu nedenle iş sağlığı ve güvenliği başta olmak üzere, işyerinin ergonomik koşullarının iyileştirilmesi, işin ve işyerinin insana uyumlandırılması işletmelerin verimlilik artırma programlarında özel bir öneme sahiptir (HESAPRO, 2013). • Yüksek verimliliğin önemli bir diğer kaynağı teknolojik yeniliktir. Otomasyon ve bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar son 30 yılda çok büyük verimlilik artışlarını da beraberinde getirmiştir. • İşletmelerde verimlilik içsel (kontrol edilebilen) ve dışsal (kontrol edilemeyen) çok sayıda faktörden etkilenmektedir. Yukarıda bazı örnekleri verilmiş olan ve kontrol edilebilen içsel faktörlerle ilişkili olan uygulamalarda işletmeler ne kadar başarılı olurlarsa hükümet politikaları, makroekonomik kararlar, altyapı, doğal kaynaklar, yapısal düzenlemeler vb. kontrol edilemeyen dışsal faktörlerin verimlilik düzeyi üzerindeki olası negatif etkileri karşısında da o derecede dayanıklı olurlar (Prokopenko, 2011). • İşletmelerin verimlilik artırma çabalarında başarılı olabilmeleri için her şeyden önce bünyelerinde verimlilik değişimlerini izleyebilecek ve bunları dönemsel olarak kendi içlerinde, bulundukları sektörde benzer diğer işletmelerle ve dünya standartları ile karşılaştırabilecek yeterlilikte olmaları gerekmektedir. Çünkü ölçümü yapılmayan bir olgu tanınamaz, tanımlanamaz, kontrol edilemez ve yönetilemez. • Çapçı, S. A. “KOBİ’lerde Çalışma Süreleri Verimli Kullanılıyor mu”? II. KOBİ’ler ve Verimlilik Kongresi”, İstanbul, 2 – 3 Aralık 2005. • HESAPRO Projesi, Arka Plan Araştırması Raporu. (http://www.hesapro.org/files/Background _Research_tr.pdf), 2013. Kaynakça • Prokopenko, J. Verimlilik Yönetimi: Uygulamalı El Kitabı (ILO Yayınları). Çeviri. MPM Yayın No:476 (7. Basım), Ankara, 2011. • Porter, M. The Competitive Advantage of Nations. The MacMillan Press Ltd., 1991. • Akal Z.. İşletmelerde Performans Ölçümü ve Denetimi. MPM Yayın No:473 (7. Basım), Ankara, 2011. • Peşkircioğlu, N., Frolet, İ., Çil., F. “Kurumsal Performansı Artırmanın Bir Yolu Olarak İş Sağlığı ve Güvenliği”, IV. Ulusal Verimlilik Kongresi, Ankara, 10-12 Aralık 2013. • Weaver, C. N. Toplam Kalite Yönetiminin Dört Aşaması. Sistem Yayıncılık. İstanbul,1997). • Pascale, R., Milleman, M., Gıoja, L. “Changing the Way We Change”, Harward Business Review, November-December, 1997. 11 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK KAVRAMI: KLASİK ve NEOKLASİK YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRILMASI Gülçin MANZAK AYDIN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Akademik alanda girdi başına çıktı miktarını gösteren teknik bir terim olmasının yanında verimlilik, günlük yaşantıda konuşma diline de girmiş bir sözcüktür. Bu sebeple kavram, akademik anlamda ele alındığında farklı şekillerde ortaya çıkabilmekte ve kafa karışıklığı yaratabilmektedir. Bahsedilen durum, verimliliğin kelime olarak bilinen ilk kullanımında göze çarpmaktadır. Öyle ki “verimlilik” literatürde ilk defa mineraloji biliminin kurucusu sayılan Geogius Agricola’nın 16. yüzyılın ortalarında yayımlanan “De Re Metallica”1 adlı eserinde kullanılmıştır (Fourastié, 1968: 46). Agricola, Merkantilist Dönem’de 1 değerli madene verilen önemi yansıtacak şekilde, “madenin yer altından çıkarılması yöntemlerini, çıkan cevherin zenginleştirilerek nasıl kullanıma elverişli hale getirileceğini araştırırken verimliliği şu yöntemler artırır” diyerek verimlilikten bugün anlaşılan şekilde ilk bahseden bilim insanı olmuştur (Gürsoy, 1985: 29). Belirtilmesi gerekir ki, Merkantilist Dönem’de bir tanımın yapılmış olması kavramın Merkantilist Öğreti’ye veya mineraloji bilimine ait olduğu yanılgısına yol açmamalıdır. Zira kavramın asıl anlamını kazandığı üretim tarzı kapitalizmdir. Benzer şekilde Fourastié2 (1968: 46) kavramın Agricola’dan sonra, Fizyokratların 18. yüzyıldaki çalışmalarıyla açık bir anlam kazanmaya başladığını aktarmaktadır. Daha sonra 1883’te Le Litre, prodüktiviteyi Fizyokratların kullanımına benzer olarak “üretme hassası (özelliği)” (faculty to produce) şeklinde tarif etmiştir (Fourastié, 1968: 46). Bu tanıma, değerlendirmelerinde kapitalist üretim tarzını temel alan Klasik Öğreti’de de sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin Klasik Öğreti’nin en bilinen isimlerinden Adam Smith ve David Ricardo’nun başyapıtlarında emek, bu tanıma göre verimli olan ve olmayan olarak ayrılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Herbert Clark Hoover ve Lou Henry Hoover (2003: 82) Georgius Agricola De Re Metallica, Kessinger Yayıncılık. Fransız Bilimler Enstitüsü üyesi Prof. Jean Fourastié, prodüktivite sözcüğünün bugünkü anlama yakın bir anlayışla ilk defa nerede, ne zaman, kim tarafından kullanıldığını 1950’lerde etraflıca araştırmıştır. 1950’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC) tarafından yapılan verimlilik tanımı Jean Fourastié başkanlığında kurulan komisyon çalışmalarının sonucudur. 2 12 HAZİRAN 2014 Bu tanımlardan farklı olarak, 20. yüzyılın başından bu yana iktisatçılar verimlilik kelimesini daha fazla açıklığa kavuşturarak, bunu hâsıla ve üretim unsurları arasında ölçülebilecek bir oran3 olarak ele almaktadır. Dolayısıyla, artık verimlilik “bir üretme özelliği ya da bir yetenek değil, bir sonuç, bir amaç olarak anlaşılmakta ve hasılanın araçlara; üretimin faktörlere oranı şeklinde formüle edilmektedir” (a.g.e.). Aynı şekilde Sumanth (1998: 4), yapılan “verimlilik” tanımları söz konusu olduğunda şu isimlere ve tarihlere yer vermektedir: Quesnay (1766), Littre (1883), OEEC (1950), Davis (1955), Kendrick ve Creamer (1965), Siegel (1976), Sumanth (1979), APC (1979), Sumanth (1987). Görüldüğü üzere, verimliliği ekonominin diğer kavramlarından ayrı tutarak doğrudan yapılan verimlilik tanımları çoğunlukla 20. yüzyıla aittir. Bu durum 20. yüzyılda kapitalizmin dünya üzerinde yayılma hızının ve verimlilik kavramının gerçek hayatta da uygulama alanlarının artmasıyla açıklanabilir. Bilindiği gibi, kavramların yerinde kullanılması ve diller arasında aynı şeyi ifade etmesi kavramın içeriğinin doğru anlaşılması açısından önemlidir. Bu konuda, çalışmada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: İngilizce kaynaklardaki karşılığı “productivity” olan “verimlilik” kavramı, Türkçe’ye aynı zamanda “üretkenlik” olarak çevrilebilmektedir. Anlam olarak aralarında bir fark olmamasına rağmen, bu kavramlar iki farklı sözcük olarak algılanabilmektedir. Çalışmada bu iki kavram birbiri yerine kullanılmaktadır. Bu genel değerlendirmenin ardından çalışmanın devamı, kendi içlerinde 3 4 çeşitlilik arz eden iki ana akımın incelenmesine ayrılmıştır. Bunlardan ilki Klasik İktisat Okulu, bir diğeri ise Neoklasik İktisat Okulu’dur. Bu ana akımların seçilmesinde, analizlerinde temel aldıkları iktisadi faaliyetin farklı olması belirleyici olmuştur. Şöyle ki, Neoklasik İktisatçılar analizlerinde bireyler arası değişim (mübadele) ilişkilerini temel hareket noktası olarak kabul etmişken, Klasik İktisatçılar üretim ilişkileri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yani Klasik İktisat “ihtiyaçları karşılamak için en etkin üretim biçimi hangisidir?” sorusuna yanıt ararken, Neoklasik İktisat’ın temel iktisadi sorusu “ihtiyaçları karşılamak için veri kaynaklarının en etkin biçimde nasıl tahsis edilmesi gerekir?” olmuştur (Tanyeri, 1984: 9). Bir başka deyişle, Klasik Öğreti’de belirleyici ve egemen olarak tanımladığı üretim ilişkilerinin ve üretimin nesnel koşullarının yerini Neoklasik İktisat’ta değişim ilişkileri ve tüketimin öznel koşulları almıştır (Akyüz, 2009: 81). Bu amaca yönelik olarak, her iki akımı temsil etmeleri bakımından sayılı iktisat düşünürlerinin teorileri detaylıca incelenmiştir. Bu düşünürler içinden Adam Smith, iktisadi öğretiler için bir başlangıç sayılması onu takip edecek olanlara sağladığı kavramsal çerçeve dolayısıyla seçilmiştir. Daha sonrasında David Ricardo, hem azalan verimleri kullanarak ulaştığı rant teorisinin önemi hem de Smith’le Marx arasında köprü oluşturması sebebiyle çalışmaya dâhil edilmiştir. Karl Marx, öncekilerden farklı şekilde kapitalizmi eleştirmek üzere kurduğu öğretisinin, verimliliği sorgulayan karakteri sebebiyle incelenmesi gereken bir düşünür olarak ele alınmıştır. Son olarak Alfred Marshall, Neoklasik Öğreti’ye özgü marjinal verim ve bölüşüm teorisine önemli katkıları ve öncekilerle karşılaştırma olanağı verecek analizleri dolayısıyla analize dâhil edilmiştir. Beklendiği üzere seçilen iktisadi düşünürlerin yaklaşımlarının, genel olarak çizdikleri ekonomik çerçeveye uygun biçimde şekillendiği görülmüştür. Tüm düşünürlerin “verimlilik” kavramını genel ekonomik düşüncenin içinde yerleşik biçimde ele almaları; her biri için bakış açılarının temel noktalarının ayrıca ele alınmasını gerekli kılmıştır. İktisadi öğretiler genel olarak incelendiğinde doğrudan bir verimlilik tanımına sıklıkla rastlanmamaktadır. Bunun yerine, kavramın verimli (üretken) emek, sermaye birikimi, teknolojik gelişme, ölçek ekonomileri4 gibi kavramlarla iç içe geçmiş şekilde açıklandığı göze çarpmaktadır. Bu dört öğenin de üretimle ve dolayısıyla verimlilikle yakından ilişkili ele alınması şaşırtıcı görünmemektedir. İlk üçü için bugünkü verimlilik anlayışı temelinde yapılacak yoruma göre, en temel üretim faktörleri olarak emek ve sermayenin fiziksel olarak artması ürünün miktarında olumlu etki yaratmaktadır. Teknolojik gelişme de mevcut girdilerle daha fazla çıktı elde etmeyi sağlayacağından yine verimlilik kavramıyla karşılaşılmasına sebep olmaktadır. Bu faktörlerin yanı sıra, üretim ölçeğinin de ürün miktarında etkili olması ölçek ekonomilerinin de verimlilikle beraber anılmasına yol açmaktadır. Bilindiği gibi ölçek ekonomileri, üretim ölçeği arttıkça birim girdi başına daha çok çıktı elde etmek olarak tanımlanan “ölçeğe göre artan getiri”nin yerine kullanılmaktadır. Dikkat edilirse bu cümle aynı zamanda verimlilik artışını tanımlamaktadır. Özellikle Albert Aftalion’un 1911’de yayımlanan makalesi, bu tanım için milat sayılabilir. Artan getirinin büyüyen üretim ölçeği ile olan yakın ilişkisi, artan getirinin ölçek ekonomileri (economies of scale) diye adlandırılmasına yol açmıştır. 13 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK KAVRAMI: KLASİK ve NEOKLASİK YAKLAŞIMLARIN KARŞILAŞTIRILMASI Bunların yanı sıra incelenen öğretilerde, verimliliğin daha karmaşık ilişkiler içerisine yerleştirildiği gözlenmektedir. Buna göre bütünlüklü bir ekonomik analiz içeren bu öğretiler öncelikle kendi değer sistemini yaratmakta ve bu değer sisteminin toplumsal gelişmeyi sağlayacak şekilde kullanımını araştırmaktadır. Yani, verimliliğin içine yerleştirildiği üretim biçimlerini, düşünürlerin kurduğu bütünlüklü çerçeveden ayırmak pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla, iktisadi düşünce akımlarındaki verimlilik kavramının tarihsel gelişimi incelenirken bu akımların üretim, tüketim ve bölüşüm üzerine söyledikleri görmezden gelinememektedir. Bu sebeple, asıl amaç olarak verimlilik kavramının iktisadi kökleri araştırılırken öğretinin özellikle bu amaçla bağlantılı kısımları üzerinde durulmaktadır. Bu çaba, kavramın bugünkü kullanımına kadar yaşadığı süreklilik ve değişiklikleri ortaya koyarak anlaşılırlığını kolaylaştırmaktadır. Değer Sistemleri Bahsedilen çerçevenin çizilmesi öncelikle öğretilerin kurdukları değer sisteminin açıklanmasıyla mümkün olmuştur. Buna göre, emek-değer teorisini benimseyen Smith, Ricardo ve Marx’ın analizleri, Marshall’ınkinden ayrılmıştır. Aslında bu ayrım daha geniş anlamda, değer için nesnel bir ölçme aracı olarak emek-değer üzerinde duran Klasik Öğreti ve öznel bir ölçme aracı olarak marjinal fayda üzerinde duran Neoklasik Öğreti için geçerlidir. Bu noktadan hareketle Klasik Öğreti “verimli” sıfatını emeğe; değer yaratma, hatta yarattığı değerle toplumun tüm kesimlerini besleme yetisi dolayısıyla vermektedir. Dolayısıyla, Klasik İktisatçılara göre fazlayı yaratan emektir, emekçi üretime katılarak yaşamını idame 14 ettirmesine yetecek olandan daha fazla üretilmesini sağlamaktadır. Bu anlayışın değişik bir biçimi Fizyokratlarda mevcuttur, zira onlar da toprağın aldığından çok veren, yani fazla yaratan karakteri dolayısıyla tarımı “verimli” saymaktadır. Ayrıca her iki iktisadi öğretinin de temel aldığı varsayımlardan birisi özel mülkiyettir. Özel mülkiyet hangi üretim biriminde üretim yapılırsa yapılsın elde edilecek fazlanın, o üretim biriminin sahibine ait olacağını söyler. Bir başka deyişle, tarımsal üretimde elde edilecek fazla rant olarak toprak sahibine giderken, sınai üretimde elde edilecek fazla, kâr adı altında kapitaliste aittir. Bu ayrım, değer yaratımının emekten soyutlandığı ve bu konuda öznel değerlerin belirleyici olduğu Neoklasik Öğreti’de gereksiz olarak değerlendirilmektedir. Buna göre, malın değerini bireylerin o malın son biriminden sağlayacakları fayda belirlemektedir. Burada, Klasik Öğreti’nin iktisadi sisteme toplumsal yaklaşımının Neoklasik Öğreti’deki bireysel yaklaşımdan ayrıldığı da gözlenmektedir. Zaten bölüşüm konusunda da görüleceği gibi, Neoklasik Öğreti için yeniden dağıtılması gereken bir fazla da yoktur. Üretilen tüm değer, üretime katılanlar tarafından katılımlarıyla orantılı olarak paylaşılmaktadır. Temel Ekonomik Sorun İki öğreti temel ekonomik sorun bağlamında karşılaştırılırsa, Klasik Öğreti’nin iktisadi faaliyet olarak üretim ve bölüşüme ve kapitalizmin dinamik işleyiş yasalarına; Neoklasik Öğreti’nin ise veri kaynaklarının en etkin biçimde nasıl dağıtılacağı sorusuna ve tüketim ile üretimin eşitlendiği statik denge noktasına yoğunlaştığı görülmüştür. Böylece üretimden uzaklaşan değer olgusu, üretimle yakından bağlantılı verimlilik kavramının ileri analizler (örneğin dış ticaret teorisi) için temel bir değişken olmasını engellemiştir. Öte yandan tüketimi, üretim ve bölüşümden daha önemli bir faaliyet sayan Neoklasik Öğreti, diğer ikisinin öznel değer sistemi dolayısıyla ilkine bağımlı olduğunu varsaymıştır. Dolayısıyla Neoklasik Öğreti’deki tüketim temelli bakış açısı fiyat konusunun tartışılmasını gerekli kılarken, üretim odaklı Klasik Öğreti’deki verimlilik açıklamalarında, fiyat oluşumu konusundaki teorilere yer verilmesine gerek duyulmaması dikkate değerdir. Benzer şekilde Neoklasik Öğreti’de üretimin ve iş gücü verimliliğinin değer teorisindeki rolü, üretilen mal miktarlarını değiştirmek yoluyla, azalan marjinal fayda ilkesi gereğince malların fayda derecesini değiştirmekten öteye gitmemektedir. Görüldüğü üzere verimlilik, değer yaratmadaki doğrudan etkisiyle beraber, emek-değer teorisine dayanan Klasik Öğreti’deki merkezi rolünü kaybetmiştir. Bölüşüm Bu noktada Klasik Öğreti’nin Neoklasik Öğreti’den farkı; birincisinin üretimle beraber toplumsal sınıflar arasındaki bölüşüme de büyük önem vermesidir. Hatırlanacağı gibi, Smith ve Ricardo’da önemli yere sahip bölüşüm sorunu, Marshall’ın mikro düzeyde kabul ettiği marjinal verim ve bölüşüm teorisine göre kendiliğinden çözülmektedir. Ancak gerçek politika deneyimlerine bakıldığında görünen o ki verimlilik, üretim sorununa yönelik çözüm üretebiliyor olmasına rağmen, bölüşüm sorununun çözümü için alan yaratmakta fakat bunu doğrudan çözememektedir. Bu noktada iktisadi öğretilerin gerçeklikle sınanmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Tüm iktisadi düşüncenin ana sorunu; toplumların yaşamlarına devam edebilmeleri için yapılması gereken üretim ve bunun HAZİRAN 2014 sonrasında, bu üretimin kimler arasında nasıl paylaşılacağı ve ne kadarının tüketileceği, ne kadarının tekrar üretim için ayrılacağı olmuştur. Bu sorunsal içinde verimlilik artışı, belli malın üretimi esnasında giderek daha az emek harcanmasına olanak vermesi sebebiyle tüm toplum için faydalı bir gelişme olarak algılana gelmiştir. Ancak bu algının doğruluğu, bu ekonomik faaliyetler dizisinde (üretim, tüketim, bölüşüm) sadece üretim kısmına bakılarak sınanamaz. Bu sebeple, salt üretim verileri üzerinden gösterilen verimlilik artışlarını toplumsal refah açısından olumlu değerlendirmek mümkün değildir. Önemli olan verimlilik artışlarının nasıl sağlandığının yanında, bu artışların toplumsal sınıflar arasında nasıl paylaşıldığıdır. Sonuçta toplumsal açıdan olumlu değerlendirilebilmesi için, verimlilik artışlarının tüm toplumsal sınıfların hayatlarında iyileştirme yaratması beklenmektedir. Bu konuda bölüşümün toplumsal sınıflar arasındaki mücadeleyle belirlendiğini öne süren Marksist bakış açısı ve müdahaleye gerek olmadığını, serbest piyasanın bu sorunu en iyi şekilde çözeceğini ileri süren Neoklasik Öğreti arasındaki fark dikkate değerdir. Aslında bu fark, gerçek hayatı modellemeye ve sorunlarına çözüm bulmaya çalışan öğretilerin ideolojilerden bağımsız olmadığını ortaya koymaktadır. Kazgan (1980: 12) bu durumu iktisadi öğretileri incelerken karşılaşılan en önemli sorun olarak adlandırmaktadır. Bu çalışmada da, iktisatta her teorinin belirli bir siyasal inanç sistemine veya felsefi görüşe ya da ideolojiye bağlı olarak kurulmakta olduğu açıktır. Bir başka deyişle iktisadi öğretiler; öznel yargılardan bağımsız ve evrensel bilgiler değildir, aksine her teori düşünürünün ideolojisine göre şekillenmektedir. Dolayısıyla Smith ve Ricardo’da sermaye birikimini hızlandırarak büyümeyi artırdığı için olumlanan verimlilik kavramı, Marx’ta kapitalistin el koyduğu artık-değeri artırdığı noktasından hareketle sömürü artışı olarak nitelendirilmektedir. Öte yandan Marshall marjinal verimlilik bölüşüm teorisini kabul ederek üretilen değerin –bir artık bırakmayacak şekildetümünün üretim faktörleri arasında en hakkaniyetli biçimde bölüşüldüğü sonucuna varmaktadır. Sonuç Yerine Tüm bunlara ek olarak, her iktisadi öğretinin içinde geliştiği toplumsal ilişkiler tarafından şekillendiği kabul edilirse, verimlilik kavramının kavranabilmesi için hem içinde geliştiği iktisadi öğretinin hem de bu öğretinin içinde geliştiği toplumsal şartların araştırılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Açıkçası, yapılan iktisat tanımının ve buna içkin biçimde ortaya çıkan verimlilik yaklaşımının insanlık tarihinin tüm zamanları için geçerli evrensel tanımlar olduğu tartışmalı bir konudur. Bunun yerine, kavramın belli tarihsel dönemlerdeki üretim ilişkilerini yansıtan öğretilere ait olduğu iddia edilmektedir. Bu aşamada farkında olunması gereken ayrım, verimli olmanın insanlık tarihinin tüm çağlarında önemli olmasına rağmen verimlilik kavramının iktisadi hayatta bugünkü anlamını kazanmasının belli tarihsellikteki toplumsal ilişkilere dayanmakta olduğudur. Kaynakça • Akyüz, Y. (2009) Sermaye Bölüşüm Büyüme, Eflatun Yayınevi, Ankara. • Fourastié, J. (1968) Prodüktivite, çev. Bedri Işıl, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, Ankara. • Gürsoy, B. (1985) Verimlilik Üzerine Düşünceler, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları: 324, Ankara. • Kazgan, G. (1980) İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul. • Sumanth, D. J. (1998) Total Productivity Management, St. Lucie Press, New York. • Tanyeri, İ. (1984) Fiyat Teorisi, Ölçek Ekonomileri ve Teknolojik Gelişme, Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Yayınları No: 8, Ankara. 15 HAZİRAN 2014 MAKALE KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Selin ENGİN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Kavramsal Çerçeve Doğal kaynakların sürdürülebilir olmayan şekilde tükenmesi, atık ve emisyonların artması, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi küresel çevre sorunlarının ortaya çıkmasında, kaynak verimli olmayan üretim süreçlerinin yanında sürdürülebilir olmayan tüketim kalıplarının etkileri bilimsel çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların yaşam seviyeleri ve refah düzeyleri yüksek olmasına karşın gelişmemiş ülkelerde insanların su, gıda gibi temel ihtiyaç maddelerine erişememesi gibi nedenler sürdürülebilir kalkınmanın amaçlarından birisi olan 16 sosyal eşitlik ve gelişmişlik konularında önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır. Şu anda 7,2 milyar olan, 2025 yılında 8,1 milyara 2050’de ise 9,6 milyara çıkması öngörülen dünya nüfusu (UN, 2013), buna bağlı olarak kaynak kullanımının artacak olması ve kaynaklara adil erişimin olmaması gibi nedenlerle, üretim yanında tüketim alışkanlıklarının da acil olarak gözden geçirilmesi gerekmektedir. Sanayi Devrimi'nden günümüze kadar olan süreçte, ekonomik büyüme ile insanların zenginlik ve refahı, doğal kaynakların yoğun olarak kullanımına bağlı olarak sağlanmıştır. İklim değişikliğinin nedenleri arasında yer alan karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazot monoksit (N2O) gibi sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonları incelendiğinde, insan faaliyetlerine bağlı olarak 1750 yılından bu yana sürekli artış gösterdiği ortaya çıkmaktadır. CO2 emisyonu artışının birincil nedeni fosil yakıt kullanımı, ikinci neden ise arazi kullanımındaki değişikliklerdir (IPCC, 2013). Fosil yakıtlar, biyokütle, metaller ve mineralleri kapsayan kaynaklar dikkate alındığında, 2008 yılında kişi başına kullanılan malzeme miktarı, 1980 yılındaki miktara göre 1,6 ton artarak yaklaşık 10 tona ulaşmıştır HAZİRAN 2014 (UNIDO, 2013; Greennovate!Europe, 2012).1980’den 2008’e kadar geçen süre içinde doğadan çıkartılarak kullanılan toplam kaynak miktarı ise yaklaşık % 80 artış göstererek, 38 milyar tondan 68 milyar tona yükselmiştir (Dittrich ve diğ., 2012). Politik bir müdahale olmaması halinde bu miktarın 2030 yılında 100 milyar tona çıkması öngörülmektedir (Lutz ve Giljum, 2009, Akt: Eco Innovation Observatory, 2012). Kaynak kullanımında bir değişiklik olmaması halinde ortaya çıkacak durum çeşitli çalışmalarda incelenmiş olup mevcut tüketim alışkanlıklarının devam etmesi halinde ise 20 yıl içerisinde küresel kaynak kullanımının 4 katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Yine AB verileri incelendiğinde 2020 yılındaki enerji kullanımının 2005 yılı miktarına göre % 9 artacağı öngörülmektedir (European Comission, 2008). Kaynakların dünya çapında mutlak ve kişi başına malzeme tüketimi incelendiğinde; önemli ölçüde bölgesel farklılıklar olduğu görülmektedir. 2008 yılı küresel kaynak kullanım verileri; en yüksek kaynak kullanımının % 28’lik bir payla Çin’e ait olduğunu göstermektedir. Çin’in ardından % 13 ile ABD ve % 7 ile Hindistan kaynak kullanımında ilk üç sırayı paylaşmaktadır. Çoğunluğunu OECD ülkelerinin oluşturduğu 15 yüksek tüketime sahip ülke ile birlikte Çin, ABD, Hindistan, Brezilya ve Rusya küresel kaynak kullanımının % 75’ine sahiptir. En düşük ve en yüksek malzeme tüketimine sahip bölgeler arasında 11 kata varan fark bulunmakta olup en düşük tüketime sahip 100 ülke, küresel malzeme kullanımının sadece % 1,5’ini oluşturmaktadır. İthalat ve ihracat verileri incelendiğinde ise Avrupa’nın 400 milyon ton ile en büyük malzeme ithalatçısı konumunda olduğu, Latin Amerika ve Avusturalya’nın ise dünya pazarlarındaki en büyük tedarikçiler olduğu görülmektedir (Dittrich et al., 2012). Avrupa’da, kaynakların verimli kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan maliyet ise yıllık 630 milyar Euro olarak hesaplanmıştır (European Parliement, 2012; Akt: Greennovate!Europe, 2012). 1990’lardan Günümüze Kaynak Verimliliği Yaklaşımları 1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan temiz üretim, kirlilik önleme, yeşil verimlilik ve eko-verimlilik gibi farklı kavramlarla atığı kaynağında önleyerek daha az kaynak kullanmak olarak ifade edilen çevreye duyarlı üretim stratejileri; değişen rekabet ve pazar koşulları ve uluslararası anlaşmaları kapsayan süreç ile birlikte günümüzde sürdürülebilir üretim ve tüketim ile kaynak verimliliği kavramlarına vurgu yapmaktadır. Gelecek kuşakların ihtiyaçlarından ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilmek olarak ifade edilen sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk olarak 1987’de Bruntland Raporu’nda tanımlanmıştır. Sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramı ise 1992 Rio’daki Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda ortaya atılmıştır. Bu konferansı izleyen ve 10 yıl sonra 2002’de Johannesburg’da gerçekleştirilen Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, sürdürülebilir bir kalkınma sağlayabilmek için toplumların tüketim ve üretim kalıplarında değişiklik yapmanın kaçınılmaz olacağı sonucuna varılmıştır. Temiz üretim kavramı, ilk olarak 1990’ların başında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından “bütünsel ve önleyici bir çevre stratejisinin proseslere, ürünlere ve hizmetlere sürekli olarak uygulanması ile verimliliği artırmak, insan ve çevre üzerindeki riskleri azaltmak” olarak tanımlanmıştır. Son yıllarda doğal kaynakların aşırı kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler nedeniyle temiz üretim tanımı, UNEP tarafından kaynak verimliliğini de içerecek şekilde genişletilmiş olup yeşil endüstri ve yeşil büyümeye geçiş sürecindeki temel faktörlerden birisi olarak ifade edilmektedir. UNEP tarafından tanımlanan “kaynak verimli temiz üretim” kavramı; üretim verimliliği, çevre yönetimi ve sosyal sorumluluk konularına odaklanmaktadır. Bu tanım çerçevesinde üretimde verimlilik artışı, üretim döngüsünün tüm aşamalarında doğal kaynak kullanımının optimizasyonu ve verimli kullanımı ile 17 HAZİRAN 2014 MAKALE KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR gerçekleştirilebilmektedir (UNEP, 2013). Sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramıyla büyük ölçüde örtüşen kaynak verimliliği; sosyal refah seviyesinin geliştirilmesini, kaynak kullanımının ve kaynak kullanımına bağlı çevresel etkilerin azaltılmasını amaçlamaktadır (Garbers ve Srebotjnak, 2012). 1992’de Rio’da gerçekleştirilen Dünya Zirvesi’nden 20 yıl sonra, 2012’de Brezilya’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20); küresel düzeyde yoksulluğu azaltmak, sosyal eşitliği geliştirmek ve çevre korumayı sağlamak üzere hükümetlerden, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından ve diğer gruplardan binlerce kişiyi bir araya getirmiştir. Yeşil ekonomi kavramı, Rio+20 Konferansı “İstediğimiz Gelecek” çıktısında, sürdürülebilir kalkınmaya ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasına hizmet edecek en önemli araçlardan biri olarak tanımlanmaktadır (BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 2012). Yeşil ekonomi, UNEP tarafından “çevresel risklerin ve ekolojik kıtlıkların önemli derecede azaltılarak insan refahı ve sosyal eşitliğin geliştirilmesi” olarak tanımlanmaktadır (UNEP, 2014). İstediğimiz Gelecek belgesinde, yeşil ekonomi politikalarının; sürdürülebilir üretim ve tüketim modellerini teşvik etmesinin gereğine vurgu yapılmaktadır (BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 2012). Mevcut küresel ekonomi ile yeşil küresel ekonomi karşılaştırıldığında çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan ortaya çıkması öngörülen kazanımlar Tablo 1’de özetlenmektedir (Eco-Innovation Observatory, 2013). Mevcut üretim ve tüketim alışkanlıkları ile ortaya çıkan 18 çevresel, sosyal ve ekonomik gelişmeler incelendiğinde dünya kaynaklarının, ülkeler ve insanlar arasında eşit dağılmadığı ve doğal kaynak kullanımının dünya kapasitesinin üstünde olduğu görülmektedir. Ulaşılmak istenen yeşil ekonomi ise kaynak kullanımının dünya kapasitesi sınırları içinde olmasını öngörmektedir. Ayrıca kaynak kullanımının daha adil dağılımı ve ekonomik gelişmenin kaynak kullanımından ayrışması da bu çerçevede amaçlanan hedeflerdir. 2010 yılında, Avrupa Çevre Ajansı ve Avrupa Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim Merkezi tarafından ulusal kaynak verimliliği politikalarının geliştirilmesinde ve uygulanmasında ulusal deneyimlerin toplanması, analiz edilmesi ve bilginin yaygınlaştırılmasının yanında deneyimlerin ve iyi uygulamaların paylaşımlarının kolaylaştırılması amacıyla bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda ortaya çıkan önemli bulgulardan biri “kaynaklar” ve “kaynak verimliliği” Tablo 1. Yeşil Ekonominin Sağlayacağı Kazanımlar Mevcut Küresel Ekonomi Yeşil Küresel Ekonomi Çevresel Yenilenebilir kaynakların tekrar oluşabilmesi, tüketimin mevcut seviyesinde ortaya çıkan CO2’yi absorblaması için 1,5 dünyaya ihtiyaç vardır. Kaynak çıkarımı ve emisyonlar, dünya kapasitesinin sınırları içerisindedir. Bu durum birincil malzemelerin, toprağın, su ve enerjinin toplam tüketiminin azaltımını gerektirmektedir. Sosyal 870 milyon insan 2010-2012 yılları arasında yeterli beslenememiştir. 2008 yılında 1,29 milyar insan aşırı yoksullukla karşı karşıya kalmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde yaşayanlar, az gelişmiş ülkelerde yaşayanlara göre 20 kata kadar daha fazla kaynak tüketmektedir. Mevcut küresel kaynakların dünya çapında daha adil olarak dağılımını sağlayacaktır. Bu durum AB için kişi başına kaynak kullanımının önemli derecede azalması anlamına gelmektedir. Ekonomik refah düzeyi, kaynak kullanımına bağlı olarak 2 katına çıkmıştır. AB Ekonomik için göreli ayrışma söz konusu olmasına karşın, mutlak ayrışma söz konusu değildir. Ekonomik refah, birincil kaynak kullanımına oranla 2 kat ayrışma sağlayacaktır. Bu durum AB için, ekonominin kaynak verimliliği, geri kazanım, yeniden kullanım ve yeni iş modelleri konularında gelişme fırsatları aramasını gerektirmektedir. HAZİRAN 2014 kavramlarına yönelik ortak bir algının ve tanımın olmamasıdır. Kaynak verimliliği kavramı için; ayrışma, kaynakların sürdürülebilir kullanımı, doğal kaynak kullanımının en aza indirilmesi gibi farklı terimlerin aynı anlamda kullanıldığı görülmüştür. Ülkelerin ekonomi ölçekli veya sektör spesifik kaynak verimliliği politikalarındaki öncelikli kaynakları kapsamında; biyokütle, enerji taşıyıcıları, mineraller ve ham maddeler, atık, toprak, su, biyoçeşitlilik, hava, deniz başlıkları yer almaktadır. Bu sonuçlar, çoğu ülkede doğal kaynaklar denilince ham maddelerin de ötesinde geniş bir kaynak algısının olduğunu göstermektedir. Kaynak verimliliği ile ilgili ölçülebilir ve somut hedeflerin genellikle atık, enerji kullanımı ve enerji verimliliği, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve organik tarım için kullanılan arazi miktarının artırılmasına yönelik olduğu görülmüştür. Çalışmada, kaynak verimliliği politikalarının genellikle iki faktörden etkilendiği, bunlardan birisinin çevre (örneğin, çevresel bozulma ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili kaygılar) diğerinin de ekonomi (örneğin enerji krizi, yükselen kaynak fiyatları, köklü bir ekonomik reform ihtiyacı, gelecekte ortaya çıkabilecek kaynak kıtlığı ve ithalata bağımlılığın azaltılması) olduğu ortaya çıkmıştır. Bu iki faktörün birbirlerine öncelik durumları konusunda net bir sonuca varılmamakla birlikte AB politikaları, ülke düzeyinde politika geliştirme konusundaki güçlü faktörlerdir (European Environment Agency, 2011). Yaşam Döngüsü Bakış Açısıyla Kaynak Verimliliği Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle, artan kaynak fiyatları ve bu fiyatlardaki dalgalanmalarla karşı karşıya kalan üreticiler, gerek üretim gerekse hizmet süreçlerinde operasyonel istikrarı sağlamak ve maliyetlerini en aza indirmek amacıyla çaba göstermektedir. Çevre dostu üretim yapılarak, üreticilerin ve tüketicilerin sağlayacağı ekonomik, çevresel ve sosyal kazanımlar fark edilmeye başlanmış olup buna yönelik olarak ürünün tüm yaşam döngüsünü kapsayan süreçler incelenerek çevresel etkilerin azaltılması yönünde çalışmalar gerçekleştirilmektedir. İmalat sanayi, dünyadaki kaynak kullanımının ve atık oluşumunun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Dünya çapında, imalat sanayinin enerji tüketimi 1971’den 2004’e kadar % 61 oranında artmıştır. İmalat sanayinin enerji tüketimi günümüzde küresel enerji kullanımının neredeyse üçte birini oluşturmakta ve küresel CO2 emisyonunun % 36’sını meydana getirmektedir (IEA, 2007; Akt: OECD, 2009). Doğal kaynaklar üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde, imalat sanayinin, sürdürülebilir bir büyüme sağlanması sürecindeki etkisi açıktır. Sürdürülebilir bir endüstriyel büyüme sağlanması, büyük oranda üretim ve hizmet süreçlerinde kaynak verimli üretim yöntemlerine bağlıdır. Bu kapsamda, mevcut endüstrilerin yeşil hale getirilmesi ve yeni yeşil endüstrilerin teşvik edilmesi gerekmektedir (Garbers ve Srebotjnak, 2012). Bir sistemin girdi ve çıktılarını karşılaştıran verimlilik kavramı; mikro ölçekteki bir ürün, işletme veya bir evden makro ölçekteki bir şehre, bölgeye, sektöre veya ülkeye kadar gözlenebilmekte ve ölçülebilmektedir (RECP, 2010). Ürünün yaşam döngüsü boyunca kaynak verimliliğinin artırılması; çevre dostu ürün tasarımı, üretim prosesinde verimlilik artışı ve değer zincirinin optimizasyonu olmak üzere 3 temel alanda gerçekleştirilebilmektedir (Greennovate!Europe, 2012). Bir ürün veya işletme düzeyindeki kaynak verimliliği, genellikle üretim prosesindeki iyileştirmelerle sağlanmaktadır. İşletmelerin en fazla kontrole sahip olabildikleri süreçlerin üretim faaliyetleri olması nedeniyle, kaynak verimliliği çalışmalarında öncelikle üretime odaklanmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ülkeleri başta olmak üzere (RECP, 2010) AB ülkelerinde bu iyileştirmelere yönelik önemli potansiyel mevcuttur. Öncelikle üretim sistemlerini dikkate alan işletmeler, iş stratejilerini kaynak verimliliği ve sürdürülebilir üretime uyumlu hale getirebilmek için “3R - Azalt (Reduce), Geri dönüştür (Recycle), Yeniden kullan (Reuse)” stratejisini dikkate almaktadır. Bu strateji, işletmelerin, sürdürülebilir üretim yöntemleri ile malzeme ve enerji verimliliklerini en yüksek düzeye çıkarmalarını amaçlamaktadır. UNIDO Temiz Üretim Merkezleri tarafından elde edilen deneyimler ve literatürden sağlanan bilgiler, gelişmekte olan ülkelerde, işletmelerin malzeme ve enerji kullanımının gelişmiş ülkelerden 3 kat veya daha fazla oranda yüksek olduğunu göstermektedir. Malzeme ve enerji maliyetleri açısından bakıldığında, bu maliyetlerin toplam işletme maliyetlerinin % 40-60’ını oluşturduğu görülmektedir. Bu bilgiler ışığında, 3R stratejisinin uygulanmasının sadece çevresel açıdan değil ekonomik açıdan da önemi görülebilmektedir (UNIDO, 2011). Ekonomi ve çevre arasındaki etkileşimin anlaşılması ile birlikte kaynak verimliliğini artırma noktasında; ham madde çıkarımı, üretim, kullanım ve kullanım sonrası 19 HAZİRAN 2014 MAKALE KAYNAK VERİMLİLİĞİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR süreçleri de kapsayan tüm yaşam döngüsü boyunca oluşan çevresel etkilerin dikkate alınması gereği ortaya çıkmıştır. Kaynak verimliliğinin artırılmasına yönelik olarak her bir kaynak girdisi başına daha fazla değer sağlama ve toplumdaki hızlı tüketimi azaltma hedefi, hem Avrupa’da hem de dünyanın diğer ülkelerinde üretim bazlı prosesler yerine tüm yaşam döngüsünün dikkate alındığı bakış açısıyla gerçekleşebilecektir (Eco-Innovation Observatory, 2013). Bir ürünün tasarım aşaması, malzemenin seçiminden kullanım sonrasındaki geri dönüşebilirliğine kadar olan aşamalara 20 karar verilen süreçtir. Bir ürünün yaşam döngüsü boyunca ortaya çıkan çevresel etkisinin % 70-80’inin tasarım aşamasında belirlenebileceği gösterilmiştir (Greennovate!Europe, 2012). Ayrıca, ürün tasarım süreçlerinde gerçekleştirilecek iyileştirmeler yoluyla geri kazanım ve yeniden kullanım potansiyelinin artması ve malzeme kullanımında % 30’a varan azalma sağlanması söz konusudur. Bunların daha da ötesinde, malzeme ve ürün bileşenlerinin üretimde yeniden kullanılması yoluyla, işletmeler üretim maliyetlerini yarı yarıya azaltabilecektir (McKinsey, 2012). Buna karşın, sürdürülebilirliği ve kaynak verimliliğini etkileyen faktörlerin önemli bir kısmı da üretim süreci dışında, tüketiciyi de kapsayan değer zinciri boyunca gerçekleşmektedir (McKinsey, 2012; Eco-Innovation Observatory, 2012). Sonuç ve Değerlendirme Son yıllarda geleneksel üretim yöntemlerinin, kaynak verimliliğini sağlamada ve çevresel performansı artırmada yetersiz kalmaya başlaması nedeniyle, endüstrinin yeniden yapılanması ve sürdürülebilir iş modellerinin geliştirilmesi gereği ortaya HAZİRAN 2014 çıkmıştır. Çevre, sadece kaynak sağlayan ve maliyet getiren bir unsur olmaktan çıkarak karar alma, üretim ve hizmet süreçlerine dâhil edilmeye başlanmıştır. Çevresel baskılar, oluşan yeni pazarlar ve kıt olan kaynaklar nedeniyle kalkınma ve ekonomik büyüme yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, çevre ve ekonomi arasındaki ilişki ve etkileşim, daha sürdürülebilir üretim sistemleri ile düşük karbonlu ve kaynak verimli bir yeşil büyümenin sağlanması için uluslararası alanda itici bir unsur oluşturmaktadır. 1990’lardan sonra kaynak kullanımındaki hızlı artışın fark edilmesi nedeniyle kaynak verimliliğinin artırılmasına yönelik çeşitli araç ve yaklaşımlar geliştirilmiştir. Uluslararası alanda, kaynak verimliliği ve sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar incelendiğinde; standartlar ve zorunlu etiketler, vergi ve masraflar, teşvik ve yatırımlar, kampanyalar, eğitim, gönüllü etiketler, şirket raporları, reklamlar, kamu satın alımları, tüketici davranışının anlaşılmasına ilişkin çalışmalar, politika araçlarının birleştirilmesi ve kurumsallaşma gibi uygulamalar karşımıza çıkmaktadır. Ülkeler, kendi öncelikleri doğrultusunda kaynak verimliliklerini artırmaya yönelik çeşitli politika belgeleri ve eylem planları oluşturmakta ve kaynak verimliliği göstergeleri oluşturmaktadır. 1990’lı yıllardan bu yana, sürdürülebilir üretim konusu pek çok ülke ile birlikte Türkiye’nin de gündeminde yer almaya başlamış ve ilgili üst politika belgeleri ile Avrupa Birliği’ne uyum doğrultusunda hazırlanan ulusal planlara sürdürülebilir üretim odaklı yaklaşımlar ve tedbirler girmeye başlamıştır. Ülkemizde sanayinin daha yeşil hale getirilmesi sürecinde, kaynak verimliliği fırsatlarının değerlendirilmesi ve bu yolla sanayinin uluslararası rekabet gücünün artırılmasına katkı sağlayacak şekilde sürdürülebilir üretim uygulamalarının yaygınlaştırılması önem teşkil etmektedir. Kaynakça 1. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20) Rio de Janeiro, İstediğimiz Gelecek, Brezilya 20-22 Haziran 2012 Konferans Çıktısı, http://www.uncsd2012.org. 2. Dittrich M, Giljum, S., Lutter, S., Polzin, C., Green Economies around the world? Implications of resource use for development and the environment, 2012. 3. European Commision, Fact Sheet: Sustainable Consumption and Production - a challenge for all us, 2008. 4. Eco Innovation Observatory, Closing the Eco-innovation Gap: An Economy Opportunity for Business Annual Report, 2012. 5. Eco-innovation Observatory, Europe in transition: Paving the way to a green economy through eco-innovation ecoinnovation observatory, Annual Report 2012, January 2013. 6. European Environment Agency, Resource Effıciency in Europe - Policies and approaches in 31 EEA member and cooperating countries, 2011. 7. Garbers M. H., Srebotnjak, T., Ecologic Briefs, Integrating Resource Efficiency, Greening of Industrial Production and Green Industries, Scoping of and recommendations for effective indicators, 2012. 8. Greennovate!Europe, Guide to resource efficiency in manufacturing, 2012. 9. McKinsey&Company, McKinsey on Sustainability and Resource Productivity, 2012. 10. IPCC, Climate Change 2013, Summary for Policiymakers, 2013. 11. OECD, Sustainable Manufacturing and Eco-innovation-Framework, Practices and Measurement Synthesis Report, 2009. 12. RECP, Joint UNIDO-UNEP Programme on Resource Efficient and Cleaner Production in Developing and Transition Countries, Programme Flyer, April, 2010. 13. UN, Department of Economic and Social Affairs, Population Division, World Population Prospects: The 2012 Revision, Press Release, 13 June 2013. 14. UNEP, Division of Technology, Industry, and Economics, Resource Efficient and Cleaner Production, http://www.unep.fr/scp/cp/, Erişim Tarihi: 25.09.2013. 15. UNEP, Green Economy, http://www.unep.org/greeneconomy, Erişim Tarihi: 10.01.2014 16. UNIDO, Green Growth From labour to resource productivity, Best practise examples, initiatives and policiy options, 2013. 17. UNIDO, Green Industry for a LowCarbon Future, A greener footprint for industry, 2011. 21 HAZİRAN 2014 MAKALE Gürsu Sezen TORUN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Basitçe girdi ve çıktı arasındaki oran olarak tanımlanan verimlilik kavramı tüm alanlara sirayet eden bir kavramdır. Sporda, çalışmada, tatilde vs. verimlilik yaklaşımlarını kullanmak vazgeçilmezmiş gibi dayatılmaktadır. “Boş zaman” da verimli olma zorunluluğundan nasibini alan bir kavramdır. Günümüz üretim sisteminin getirisi olan çalışma ilişkilerinin verimlilik ile olan ilişkisi bilinmekle birlikte, bu çalışmanın amacı, daha dar bir perspektiften konuyu ele alarak Taylorizm ve Fordizm üzerine düşünmektir. Verimlilik kavramı ile Taylorizm ve Fordizm arasında ilişki kurarak; bu ilişkinin işçinin boş zamanı 22 üzerindeki iktidarını tartışmaktır. Bu doğrultuda ilk olarak çalışma ve boş zaman kavramları incelenecek; sonrasında Taylorizm ve Fordizm kendi içlerinde değerlendirilecektir. Bu noktadan hareketle, iki üretim biçiminin de verimlilik ile ilişkisine değinilerek, boş zaman kavramının verimli olmak adına nasıl doldurulduğu ve disipline edildiği gösterilmeye çalışılacaktır. Çalışma ve Boş Zaman Çalışmayı anlamlandırmak ve tanımlamak kolay bir iş değildir. Tanımlamanın ve anlam atfetmenin zorluğu ona sınır çizmenin zorluğundan gelmektedir. Her tanımlama bir sınır çizme olacağı için dışarda bırakabileceği ve/veya içine alabileceği şeyleri belirlemek zordur. Sınır çizmenin zorluğuna bir de çalışmaya atfedilen anlamın toplumdan topluma, aynı toplum içinde dönemden döneme değişmesi de eklenmektedir. Şu durumda, değerden arındırılmış evrensel bir tanımda uzlaşmak mümkün müdür? Grint’e göre (1998: 42), çalışma sabit ve evrensel anlamı olmayan, sosyal olarak inşa edilmiş bir kavramdır. Dolayısıyla çalışma, inşa edildiği toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik değerlerini de bünyesinde barındıran bir kavramdır. Zira bir şeyin çalışma ya da boş zaman ya da her ikisi de olup olmadığı var olan zamansal, mekânsal ve kültürel durumlara bağlıdır (Grint, 1998: 6). Çalışmak, Eski Yunan’da istenmeyen bir durum olarak sadece toplumun belirli kesimleri tarafından yapılırken (felsefecilerin zihinsel üretimlerini çalışma dışında tutarsak), Weber’in Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu kitabında dini bir gereklilik, dünyevi çile olarak kendine yer bulmaktadır. Özetle, zaman zaman yapılan bir günahın cezası şeklinde kendini gösteren çalışma, bazen de dini bir yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır. Grint’e (1998: 1) göre çalışmanın muğlak bir doğası vardır; çalışma çoğu insanın yaşamının önemli bir kısmını teşkil eder ve çoğunlukla kişisel değerin bir ifadesi olarak kabul edilmiştir; çalışma ile statü, ekonomik kazanç, dini inanışın bir göstergesi ve kişisel potansiyel ortaya konulmuştur. Bununla beraber çalışma bunun tersi değerlendirmeleri de somutlaştırır; çalışma cezalandırma kamplarına dönerek emek üzerinde yıpratıcı, ağır ve cezalandırıcı koşullar HAZİRAN 2014 yaratmaktadır. Marx, çalışmayı kendini gerçekleştirme olarak tanımlar. Marx’a göre kapitalizm, çalışma dünyasını tersine çevirmiş ve işçilerin kendilerini gerçekleştirmelerini engellemiştir; dolayısıyla çalışma, insancıl olmamanın, yabancılaşmanın ve sömürünün kaynağıdır (Grint, 1998: 21). Nüfusu ekonomik olarak aktif ve ekonomik olarak aktif olmayan diye ikiye ayırarak çalışmayı ekonomik olarak aktif olan grubun yaptığı bir faaliyet olarak ele almak da günümüzde yaygın bir şekilde kendine yer bulan bir tanımlamadır. Özellikle devlet tarafından yapılan bu tanımlamada, ekonomik olarak aktif nüfusun yaptığı aktivite istihdam ile ilişkilendirilip ücret alan, vergisini ödeyen ve sosyal güvencesi olan insanlar çalışanlar olarak tanımlanmaktadır (Grint, 1998: 8). O halde, ücret karşılığında yapılan işler çalışma kapsamına girmektedir. Bu tanımlamadaki aksaklık, kadın emeği ve aile içi ücretsiz emeği dışarıda bırakmasından gelmektedir. Şu durumda, bir kadının ev içinde yaptığı işler tanım gereği hiçbir şeydir. Ya da tarımda ücretsiz aile içi emeğin yaptığı da aslında hiçbir şeydir. Çalışmanın tanımlanmasında yaşanan zorluk doğal olarak boş zamanın tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. İşin nerede bittiği ve boş zamanın nerede başladığı konusu tartışmalı bir konudur. Boş zaman nedir? Zaman içinde çalışma nerede başlar ve nerede biter? Çalışma ve boş zaman ayrımları üzerine tartışmalara geçmeden önce endüstri toplumlarında zaman kavramına bakışın öncesine göre nasıl değiştiğine değinmek gerekmektedir. “Zaman kavramı modern toplumlarla birlikte ortaya çıkmış bir kavramdır” önermesinin doğruluğu muhakkak ispatlanabilir niteliktedir. Bu demek değildir ki, modern toplumlardan önce zaman kavramı yoktu, o zaman da vardı; fakat modern toplumlarla birlikte zamanın değeri ve önemi arttı. Modern öncesi toplumlarda da belirli zaman aralıklarında yapılan aktiviteler vardıibadetler, ritüeller, tarımsal uğraşlar gibifakat zamanın çeşitli anlara bölünmesi ve o bölünmüş anlar içinde yapılacakların belirlenmesi tam da modern zamanları işaret eden bir durumdur. Belli bir saatte kalkıp, belli bir saatte işe gitmek, belli bir saatte çalışmak, belli bir saatte acıkmak, belli bir saatte eve gelmek, belli bir saatte uyumak modern zamanların getirisidir. Modern öncesi ilkel toplumlarda çalışma ve boş zaman birbirinden bariz bir şekilde ayrılmamışken endüstriyel toplumlarda söz konusu ayrım oluşmaya başlamıştır. Kapitalist üretim sisteminin ilk zamanlarında çalışma ve çalışma dışı zaman arasındaki ayrım genellikle çalışma sürelerinin uzatılması lehinde olmaktadır. Oysa özellikle yaşadığımız yüzyılda, üretim süreçlerindeki teknolojik ilerlemelerin de mümkün kılması ile çalışma ve çalışma dışı zaman süreçleri arasındaki dengenin giderek çalışma dışı zamanın lehine bozulmaya başladığı görülmektedir ve Paul Lafargue’nin de dile getirmiş olduğu “tembellik hakkı” talebinin sistem tarafından tamamen olmasa da kısmen meşru bir “hak” olarak tanınmış, içselleştirilmiş ve kurumsallaştırılmış olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır (Argın, 1992b: 29). Tüm dönüşümlerde olduğu gibi bu dönüşümün de siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel sonuçları vardır. Özellikle Calvanist etik ile ilişkilendirilen üretim sistemi kurulduğu andan itibaren çalışmayı onurlandıran, israfı, zevk ve 23 HAZİRAN 2014 MAKALE eğlenceyi daha aşağı konumlarda gören bir mantığa sahiptir. Oysa ilerleyen yıllarda sistem devamlılığını sağlayabilmek açısından boş zamana verilen değeri kendi kontrol ve denetim mekanizmaları içerisinde artırmıştır. Çalışma ve çalışma dışı zaman süreçlerinin dönüşümü ile ilgili iki uç görüş vardır; tutucu yaklaşımlar ve ütopyacılar. Tutucu yaklaşım; boş zamanı çalışmaya bağlı bir zaman dilimi olarak ele almakta ve onun çalışmanın ürünü olduğunu vurgulamaktayken, ütopyacı yaklaşım da birçok şeyle birlikte çalışmanın da sonunun gelmiş olduğundan bahsetmektedir (Argın, 1992b: 30). Kısaca, tutucu yaklaşım boş zamanı çalışmanın bir parçası olarak ele almakta, ütopyacı yaklaşım da her şeyin değiştiğini vurgulamaktadır. İki uç yaklaşımında kendilerine göre eksikleri vardır. Çalışma ve boş zaman arasında oluşan bu ayrımın temelinde, yaşamak için emeğini belirli bir süreliğine, belirli bir ücret karşılığında satmak zorunda kalan sınıfların oluşmasının etkisi şüphesiz ki büyüktür. Ücretli emeğin yaygınlaşmasıyla çalışma ve çalışma dışı zaman ayrımları belirginleşmiştir. Kapitalist üretim sisteminin başından itibaren ücretli emek ve çalışma zamanı önemli bir değerken, ilerleyen aşamalarda çalışma dışı zaman da önem kazanmıştır çünkü üretimin devam edebilmesi için üretilenleri tüketecek kişilere ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, üretim sisteminin emek süreçlerine olan ilgisi emeğin yeniden üretim koşullarına olan ilgisine doğru evrilmiştir denilebilir. “Boş zamanın” boş bırakılamayacak kadar değerli ve üretim sistemi tarafından fethedilmesi gereken bir olgu olmasının altını çizen Argın, bu durumun iki temel 24 anlamı olduğundan bahseder. İlk anlamı, tüketime duyulan ihtiyaç nedeniyle insanların daha fazla serbest zamana sahip olmaları gereği ve bu toplumsal serbest zamanın da daha fazla eğlence ve hizmet sektörüne yöneltilerek yeni kazanç alanlarının açılması icabıdır. İkinci anlamı da boş zaman süreçlerinin kitleleri her türlü toplumsal sorun karşısında kayıtsızlaştırmanın, apolitikleştirmenin en önemli ve etkili aracı olarak görülüyor olmasıdır (Argın, 1992b: 36-37). Dolayısıyla, “boş zaman” tüketim zamanı olarak ele alındığı ve sistemin devamlılığı için gereklilik olarak görüldüğü için eleştirilmektedir. “Boş zaman” o kadar da “boş” değildir, üretim dışındaki aktivitelerle doldurulması gereken önemli bir zamandır. Bu aktivitelerin büyük bir kısmı da tüketim aktivitelerinden oluşmakta ve genellikle eğlence ve hizmet sektörüne yönelmektedir. Bu bağlamda, kapitalist üretim sistemi, üretimin devamlılığı için “boş zamanı” yönlendirerek doldurmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, “boş” bırakılamayacak kadar değerli olan “boş zaman” tüketim kanalları için yeni pazarlar açması bakımından değerlidir. “Boş zaman” içinde bulunduğumuz üretim sisteminde çalışanın çalışma dışı zamanında yaptıkları, özellikle tükettikleri üzerinden değer kazanmaktadır. Üretim endüstrisi gibi tüketim endüstrisi oluşmakta ve çalışanları boş zamanlarında bu endüstriye davet etmektedir. Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz üretim sistemi çalışanı hep eksiklikleriyle tanımlamasıyla meşhurdur. Buna göre, sistem özgürlükçü ve liyakata dayanan bir sistemdir. Dolayısıyla, eşit koşullarda yarışanlardan oluşan bir pazarda, yetersiz kalan ve herhangi bir şekilde çalışamayan kişinin çalışmamasının nedeni kendi eksikliğidir. Örneğin, ona göre yabancı dili yoktur, ona göre bilgisayar kullanmayı bilmiyor gibi nedenlerle kendinde bir eksik vardır ve o eksik pazarda yer bulmak için tamamlanmalıdır. Böylelikle, sistem kendi eksikliğini örtmek ve bulanıklaştırmak için çalışana “senin eksiğin var” demektedir. Bu durum, çalışanın eksiklikleri üzerinden kurulan yeni bir pazarın açılmasını sağlamıştır. Bir anda hızlıca artan dil kursları, bilgisayar kursları, sertifika programları vs. hepsi sistemin kendini devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu yedek iş gücü ordusunun hayallerini besleyen bir endüstriye dönmüştür. Egemen toplumsal sistem eksiklerini tamamladıktan sonra iş gücü piyasasında daha iyi konumlarda yer edinilebileceği ihtimalini sunmaktadır. Bu durumda çalışan, boş zamanında da eğitime gidiyor, dil öğreniyor, kendine daha iyi bir yer edinebilmek için var olabilmek için boş zamanını “boş” olmayan aktivitelerle dolduruyor. Dolayısıyla, üretim sisteminin ilk dönemlerinde “boş zaman” çalışma için bir durak olarak çalışanın kendini yeniden üretmesi için gereken zaman olarak ele alınırken, sonrasında kontrol ve denetim altında disipline edilen zaman haline dönüşmüştür. Bilimsel Yönetim Yaklaşımı (Taylorizm) Bilimsel Yönetim Yaklaşımı ABD’de Frederick Winslow Taylor tarafından imalat sanayinde geliştirilen iş akışlarının analizinden oluşan bir yönetim yaklaşımıdır. Taylor hem ideolojik olarak geliştirdiği, hem de deneyler yaparak uygulamaya koyduğu işin örgütleniş biçimi ve yönetimi konusundaki yaklaşımını 1911 yılında “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabında toplamış ve Taylorizm denilen kapitalist emek sürecinin organizasyonu HAZİRAN 2014 ve kontrolündeki temel ilkeleri oluşturmuştur (Ansal, 1999: 9). Taylorizmin esas hedefi işletme içi verimliliği ve kârlılığı artırmaktır. Bu nedenle, üretim sürecinde kontrolün tümü yönetime geçmekte ve işçilerin yapacağı bütün işler en ince ayrıntısına kadar önceden belirlenmektedir (Suğur, 2011b: 120). Bu yaklaşıma göre, bir işçi tarafından yapılacak işler en ince ayrıntısına kadar yönetici tarafından belirlenmekte ve işçiden ona verilen talimatlar doğrultusunda çalışması beklenmektedir. Temel mantık çalışan işçilerden daha fazla yararlanmak ve işçilerin daha verimli çalışmalarını sağlayarak üretimi artırmaktır. Dolayısıyla Taylorizm, makine başındaki işçinin davranışlarını, birim zamanda en fazla üretimi gerçekleştirecek biçimde düzenlemeye dayanan sistemdir (Erdoğdu, 2012: 58). Taylor işçilerin bazı temel yeteneklerden yoksun oldukları fikrini verili olarak kabul etmiştir. Ona göre işçiler, iş geliştirme için yeterli zihinsel kapasiteye sahip değildir. Ayrıca, aptallık ve kaytarmacılık gibi bazı doğal özelliklere sahip oldukları için de, tamamen pasifize edilmeleri ve makinanın basit bir uzantısı durumuna indirgenmeleri gerekmektedir (Ansal, 1999: 9). Dolayısıyla, işçilerin yapacakları işler en küçük ayrıntısına kadar bölünerek belirlenmeli ve işçiden sadece verilen talimatlar çerçevesinde işlerini yapmaları beklenmektedir. Yapılacak iş üzerine düşünmeleri ve o işi geliştirmeleri beklenmemektedir. Bu bakımdan, Taylor işin tasarımını işin yapılmasından ayırmıştır. İşin tasarımını ve yönetimini yönetici yaparken, yöneticinin direktifleri doğrultusunda çalışması gereken grup da işçi grubu olmuştur. Taylor’un geliştirdiği bilimsel yöntemin ilkeleri şunlardır (Ansal, 1999: 10): 1) Emek sürecinin işçilerin becerilerinden tamamen arındırılması, yönetimin işçinin sahip olduğu zanaata yani hem üretim bilgisine hem de fiziksel becerilerine olan bağımlılığından kurtulması gerekir (Ansal, 1999: 10). 2) Üretim sürecinde tasarımın uygulamadan ayrılması gerekir. Tüm zihinsel faaliyetler işçilerden koparılıp, yönetimin elinde üretim planlama bölümlerinde toplanmalıdır. Taylor’a göre, yönetimin işçinin sahip olduğu üretim bilgisini ele geçirmesi, tasarımın işçinin faaliyeti olmaktan çıkarılması iki açıdan gerekliydi. Böylece, hem işlerde vasıflı işçiye gerek kalmayacak ve vasıfsız ucuz işçi çalıştırılabilecek, hem de yönetim emek süreci üzerinde tam kontrole sahip olabilecekti. İşçilere sadece basit parçalara ayrılmış iş sürecindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmeliydi. İşçilerin işleri anlamasına gerek kalmadan ve arkasında yatan teknik nedenleri ya da verileri düşünmeden, sadece bu talimatlara uymaları sağlanmalıydı (Ansal, 1999: 10). 3) Üretim bilgisi tümüyle yönetimde toplanmalı, bu bilgi yönetim tarafından emek sürecinin her aşamasının kontrolü, geliştirilmesi ve işlerin nasıl yapılacağının kontrolü için kullanılmalıydı (Ansal, 1999:10). Bilimsel Yönetimin ilkeleri kısaca, kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrılması yoluyla işçilerin sadece verilen işleri yapan vasıfsız çalışanlara dönüştürülmesi, emek sürecinin işçilerden bağımsızlaştırılması ve yönetimin, tasarımın ve kontrolün tamamının yönetimde toplanması şeklinde özetlenebilir. Bu bağlamda, Taylorizmin özellikleri üretim sürecinin basitleştirilmesi, kafa (veya zihinsel) emeğin üretimden alınarak planlama düzeyinde merkezileştirilmesi, işçinin yapacağı işin her aşamasının yönetimce planlanarak işçiye direktifler biçiminde iletilmesi şeklinde sıralanabilir (Suğur, 2011b: 120). Dolayısıyla, işçilerin üretim süreci hakkında bilgi sahibi olmaları, üretim sürecini kontrol etmeleri, kendi yaratıcılıklarını geliştirmeleri engellenmektedir. Sonuçta, Taylorizm uygulaması ile emek sürecinde işçi her türlü beceriden, üretim bilgisinden ve zihinsel faaliyetten kopartılarak vasıfsızlaştırılıyor, farksızlaştırılıyor ve her türlü küçük parça işi yapar hale getiriliyor (Ansal, 1999: 10). Bir başka deyişle; işler en küçük parçalara kadar bölünmekte, işçilerden en küçük parçalarına kadar bölünen işleri yapmaları beklenmektedir. Şu durumda; zihinsel faaliyetlerinden kopan, iş üzerinde herhangi denetimleri olmayan işçiler vasıflarından ayrılarak değersiz hale gelmektedir. İşçiden sadece itaat etmesi beklenmekte, işi üzerine herhangi bir yaratıcılık geliştirmesi de istenmemektedir. İşçiyi makinelerin bir uzantısı olarak ele alan ve işçi üzerinde olumsuz etkileri olan Taylorist yönetim anlayışının üretimde 10-15 kat verimlilik artışını sağladığı düşünülmektedir (Suğur, 2011a: 43). Dolayısıyla, işveren açısından çok verimli bir yöntemdir. Ortaya atıldığı ilk yıllarda çığır açıcı ve verimlilik artışlarına neden olan yaklaşım günümüzde de etkisini devam ettirmektedir. Bir fabrika ortamında ortaya çıkmasına rağmen söz konusu yaklaşımın günümüzün tüm üretim alanlarında izlerini görmek mümkündür. Fordist Üretim Yaklaşımı Fordist üretim anlayışı hareket eden montaj hattının bulunmasıyla, kendi 25 HAZİRAN 2014 MAKALE marketini yaratan dâhi bir zekânın birleşmesi yoluyla oluşan üretim biçimidir. Henry Ford tarafından 1900’lü yılların başında geliştirilen bu sistem, Ford otomobil fabrikasında uygulanmaya başlanmıştır. Ford, dünyada seri üretime dayalı olarak tasarlanan yürüyen bant sisteminin kurucusudur. Yürüyen bant sistemi sayesinde üretimde otomasyona geçilmiş, maliyetler düşürülmüş, işçi ücretleri yükselmiş ve üretim miktarları çok büyük oranlarda artmıştır. Dolayısıyla, Henry Ford’un geliştirdiği bu sistem yalnızca otomotiv sektöründe değil diğer tüm sektörlere de hızla yayılmıştır (Suğur, 2011b: 118). Fordizm “standart malların, dikey biçimde örgütlenmiş şirketler tarafından kitlesel üretimi” şeklinde tanımlanabilir (Erdoğdu, 2012: 55). Taylorist ilkeleri kendi iş organizasyonunda kullanan Ford; üretim sürecindeki küçük parçalara bölünen işleri, yapılış sırasına göre bir hatta dizmekte ve işin nesnesinin, üretim sürecinin gerektirdiği işlem sırasına göre dizilmiş makinalar ve iş istasyonları boyunca hareket etmesini sağlamaktadır (Ansal, 1999: 10). İşlem sırasına göre dizilmiş makinelerin ve iş istasyonlarının hareketi, işçilerin üretim sırasında işi gereği hareket etmeleri gereğini ortadan kaldırmıştır. Böylece, işçiler sabitlenmiş, montaj hattı hareketlenmiştir. Bu yolla Fordist montaj hattı ortaya çıkmıştır. Fordist montaj hattında her işlem belirlenmiş olduğu için esneklik yoktur. Fordizm, standart ürünün montaj hattında seri üretimini ifade etmektedir. Bu bağlamda, katı bir üretim şeklidir. Fordist montaj hattı işin ritmini belirlemekte, işçinin işin ritmi üzerindeki egemenliğini ortadan kaldırmaktadır. Böylece, iş ritmi üzerindeki kontrol banda geçmiştir. 26 İnsanın ritmi, insancıl olmayan şartlarda bir makine tarafından kontrol edilmektedir. Buna rağmen, söz konusu yaklaşım, neden olduğu üretkenlik artışının da etkisiyle tüm dünyada 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaygınlık kazanmış ve hatta teknoloji transferi yoluyla Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere de yayılarak dünya çapında egemen üretim organizasyon biçimi haline gelmiştir (Ansal, 1999: 11). Fordizm, Taylorizm’den çeşitli yöntemleri miras almış ve geliştirmiştir. Aglietta’ya göre Fordizm, Taylorizmi iki alanda derinleştirmiştir. Fordizmin Taylorizmi derinleştirdiği ilk alan yarı otomatik montaj bandını geliştirerek materyallerin çalışma istasyonları arasında hareket edebilir hale gelmelerini sağlamasıdır. İkinci alan ise yaratılan yarı vasıflı işler sayesinde işçilerin hız ve ritimleri makineler tarafından belirlenen sınırlı görevler dizini içinde sabitlenmiştir (Aglietta, 1987: 118-119’dan aktaran Argın, 1992: 21). Kısaca, Taylorizm’den çok da bağımsız bir sistem olmayan Fordizm, Taylorist mantıkta yer alan işçilerin hareketini ve zamanını kontrol eden ve denetleyen sistemi geliştirip derinleştirmiştir. Hareket eden bant sistemi sayesinde işçilerin hareketi, hızı ve ritimleri sabitlenmiştir. Taylorist örgütlenme biçimini kullanan Fordizm, Erdoğdu’ya göre; sadece bir üretim sistemi değil, aynı zamanda birikim ve sosyo-politik bir sistemdir (Erdoğdu, 2012: 59). Fordizm bir üretim sistemidir çünkü fabrikalar içerisinde sanayi üretimi montaj hattı temelinde gerçekleştirilmektedir. Standartlaşmış üretim parçalarının montajına ve Taylorist iş hiyerarşilerine dayanan Fordist işletmedeki yarı vasıflı veya vasıfsız, ağırlıklı olarak tam gün çalışan, evin ekmeğini kazanan erkek işçilerin yapmaları gereken şey, kesin çizgilerle tanımlanmış olan iş süreçlerini başarıyla uygulamaktır (Erdoğdu, 2012: 60). Dolayısıyla, Fordizm bir üretim sistemidir. İkinci olarak, Fordist üretim, standartlaşmış kütlesel üretime dayanan bir sistem olduğu için üretileni tüketecek tüketiciye ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda, Fordist üretimin temel mantığında tüketim için büyük bir market üretmek yer almaktadır. Bu bağlamda, Fordizm, yalnızca kitlesel üretime değil, ayrıca kitlesel tüketime de dayanan bir sistem olarak üretimle tüketim arasında belirli bir bağlantının kurulmasını sağlar (Erdoğdu, 2012: 59). Üretimle tüketim arasında bağı kurmak için Ford, fabrikalarında çalışan işçilere yüksek ücret vererek, ürettikleri ürünleri satın alabilmelerini de sağlamıştır. Böylece, Ford fabrikasında emeğinin karşılığı olarak alınan ücret yine Ford’un ürettiklerini satın alma yoluyla Ford’a geri dönmektedir. Kısaca Fordizm, kitle tüketimiyle eklemlenmiş bir kitle üretimidir (Argın, 1992a: 21). Üçüncü olarak Fordizm kitlesel üretimi ve kitlesel tüketimi olanaklı kılacak bir sosyal ve siyasal sistemi besler (Erdoğdu, 2012: 59). Kütlesel üretime emek gücünün sağlanması için eğitim ve sağlık gibi sosyal refah uygulamalarının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, tüketicilerin de gelirden belirli bir pay almaları gerekmektedir. Taylorizmin de Fordizmin de döneminin geçtiği ve yeni dönemlerin ortaya çıktığı tezi ete kemiğe bürünmüş bir şekilde durmaktadır. Bununla birlikte; ete kemiğe bürünen şeylerin Taylorizm ve Fordizmden bir kopuş olmadığı birlikte yol aldıkları tezi de geçerliliğini sürdürmektedir. Mutlak HAZİRAN 2014 kopmalar değil, kısmi kopmalar vardır. Örneğin, Aglietta’ya göre post-Fordizm denilen şey Fordist ilkelerin, yeni teknoloji ile ilişkili bir biçimde imalat endüstrilerinde yoğunlaştırılmasından başka bir şey değildir (Argın, 1992a: 21). Bu çalışmada da iki sistemin de devam ettiği düşünülmekte, karşılaşılan yeni sistemler sadece Taylorizm ve Fordizm’den kısmi bir kopuş olarak ele alınmaktadır. Sonuç Yerine Toplum kendi genel gereksinimlerine uygun üretimi gerçekleştirebilmek için zamanı belirli amaçlara göre bölümlemelidir (Marx, 1997: 25). Zamanın bölünmesi üretim sistemlerinin gelişmesi ile daha anlamlı hale gelmiştir. Zamanda yapılan işler daha da belirginleşmiş ve birbirinden ayrışmıştır. Bu bakımdan zamanı çalışma ve çalışma dışı olarak ikiye bölmek üretimi gerçekleştirebilmek ve toplumsal hayatı düzenleyebilmek için gerekli hale gelmiştir. Zamanın bu şekilde bölünmesiyle ortaya çıkan ve değişik anlam ya da değerler egemen üretim sisteminin iktidarı çerçevesinde oluşmuştur. Üretim sistemi zaman zaman çalışmaya zaman zaman da boş zamana önem atfetmiştir. Günümüzde üretim sistemi açısından “boş zaman” çok değerlidir. Argın’a (1992a: 27) göre günümüz üretim biçimi emek süreci üzerindeki kontrolünü, boş zaman süreçleri üzerindeki kontrolüyle tamamlamaya çalışıyor çünkü ona göre boş zaman sadece hegemonya alanı olarak değil, birikim kaynağı olarak da gerekliliğini sürdürmektedir. Ekonominin tüketime ihtiyacı vardır ve tüketimin mümkün olabilmesi için de boş zamana. Bu anlamda, boş zaman tüketime yönlendirilen zamandır. Bununla birlikte, boş zaman eğitim ve sertifika programları ile doldurularak, sanki çalışanın iş piyasasındaki konumu kendi eksikliklerinden kaynaklanan bir durummuş gibi eksiklikleri tamamlama vaadinde bulunmaktadır. Tüketime yönlendirilen “boş zamanı” değerlendirme araçları haline gelen eğitimlerin ve sertifika programlarının düzenlenmesinde ve geliştirilmesinde yer alan mantığın Taylorist ve Fordist mantıkla birlikte ve benzer olduğu iddia edilmektedir. Şöyle ki; Taylorizm ve Fordizm temel olarak işçileri denetleme ve kontrol üzerine geliştirilmiş sistemlerdir. Taylorizmde iş süreçleri en küçük parçalarına kadar ayrılarak zaman etütleri ile birlikte her çalışanın ne kadar ve nasıl üretmesi gerektiği belirleniyorken, Fordizmde benzer ilkeleri kullanarak üretim ve tüketim dengesini kontrol ve denetim mekanizmaları ile sağlayan ve kitlesel üretimle birlikte kitlesel tüketime de olanak veren bir sistemdir. Bilimsel Yönetim Yaklaşımı ve Fordist üretim kapitalist üretim açısından önemli yaklaşımlar olmakla birlikte bu üretim tarzlarının izleri tüm yaşama biçimlerimize sirayet etmiştir. İşçinin her zaman kontrol altında tutulması gerektiği varsayımıyla hareket eden söz konusu mantıklar işçinin “boş zamanı” üzerinde de hâkimiyet kurarak işçiyi bu zamanı da verimli geçirmeye tabii kılmaktadır. Horkheimer’e göre boş zamanlarında insanları yöneten mekanizmalar, aynı insanları çalışırken yöneten mekanizmalarla bir ve aynıdır (Argın, 1992a: 27). Dolayısıyla iş yerinde “verimli” çalışması gereken insanların çalışma dışındaki zamanlarını da “verimli” bir şekilde geçirmeleri ve üretim piyasasına yönelik eksikliklerini gidermeleri gerekmektedir. Bir başka deyişle, boş zaman, Taylorist ve Fordist yönetim mantığına göre kontrol ve denetim altında daha verimli geçirilmesi gereken bir zamandır. Kaynakça • Ansal, H. (1999) Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar http://www.birlesikmetal.org/kitap/kitap_9 9/1999-3.pdf • Argın, Ş. (1992a). “Kapitalist Toplumda İşin ve İşgücünün Kaderi: Fordizmden Post-Fordizme” Birikim Dergisi. Sayı 41. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. • Argın, Ş. (l992b). “Boş Zamanın Toplumsal Anlamı Üzerine Notlar” Birikim Dergisi. Sayı 43. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (29- 41). • Erdoğdu, S. (2012) “Dünyada Çalışma İlişkileri: 1945 Yılından Günümüze Kadar” Çalışma İlişkileri Tarihi, A. Makal (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını. (54-77). • Grint, K. (2005). The Sociology of Work. Cambridge: Polity Press. • Marx, K. (1997). Boş Zaman Üzerine Seçmeler, Çalışmak: Yorar, Cogito Sayı 12. (İngilizceden Çev.: Alp Tümertekin), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (23- 28). • Suğur, N. (2011a). “Yeni Üretim Metodları” Endüstri Sosyolojisi. V. Bozkurt ve N. Suğur (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.(36-65). • Suğur, N. (2011b). “Fordims ve PostFordism” Ekonomi Sosyolojisi. V. Bozkurt ve F. Güneş (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.(116-141). 27 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK ALANINDA POLİTİKA GELİŞTİRME - I TEMEL DİNAMİKLER Ahmet Emre ÇOBAN Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) En genel düzeyde çıktıların girdilere oranı şeklinde tanımlanan verimlilik, makro ölçekte (sektör, bölge, ülke) ekonomik performansın da başlıca göstergelerinden biridir. Aynı zamanda bu kavram, salt oransal bir gösterge olmanın ötesinde, çıktı - girdi (ürün - kaynak) ilişkisinin niteliğine, üretim süreçlerinin etkinlik düzeylerine ve çalışma hayatının fiziksel, toplumsal koşullarına dair birçok parametreyi altında barındıran bir üretim ve çalışma ilkesine de karşılık gelmektedir. Verimliliği çok sayıda faktörün tekil etkilerinin yanı sıra birbirleriyle etkileşimlerinin de bir sonucu olarak ele almak, konuya ilişkin politika geliştirme süreçlerinin karmaşık ve çok boyutlu niteliğini de gözler önüne sermektedir. Gerek çok boyutluluğu gerekse üretim ilişkilerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bütün pratiklerle belirlenen bir “sonuç” niteliği taşıyor olması, verimliliği bir politika alanı olarak görmeme yönünde eğilimlere de yol açmıştır. Bu eğilimlere göre verimliliği üzerine politika geliştirilebilecek bir alan olarak değil, ağırlıkla diğer birçok politika alanındaki uygulamaların odaklanması gereken temel bir performans göstergesi olarak görmek daha sağlıklı sonuçlara imkân sağlayacaktır. Nitekim verimlilik alanında analize açık olan hiçbir sorun, tek başına verimliliği ilgilendiren bir sorun değildir ve 28 bu sınıflandırmaya dâhil edilebilecek sorunların hemen her biri, yine farklı farklı politika alanları altında da ele alınmaya açıktır. Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi verimlilik, üzerine başlı başına bir politika inşa edilebilecek diğer birçok alanın sahip olduğu özerklikten yoksundur. Fakat buradan yola çıkarak “verimlilik alanında politika geliştirilemez” ya da “verimlilik politikası olamaz” gibi sonuçlara varmak da acelecilik olacaktır. Çok boyutlu yapısına ve esasında sonuç göstergesi niteliği taşımasına rağmen verimlilik düzeyini etkileyen sorunları ülke (ya da bölge, sektör) ölçeğinde bir arada analiz etmek, bu sorunların diğer hangi politika alanlarıyla kesiştiğini saptamak ve ilgili bütün alanları belirli ölçüde kapsayacak şekilde makro düzeyde verimlilik artışlarına yönelik politikalar geliştirmek mümkündür. Verimliliğin diğer birçok politika alanını yatay olarak kesiyor olması ilk bakışta negatif bir durum gibi görünse de, verimliliği artırma motivasyonu doğrultusunda ilgili diğer politika alanlarını yönlendiren ve biçimlendiren bir kararlar bütünü, verimlilik politikaları başlığı altında oluşturabilecektir. HAZİRAN 2014 Ulusların Zenginliği’nin yayımlanması (Adam Smith, 1776) ve 19. yüzyıl başı Sanayi Devrimi’nden bu yana modern devletler sistemi içindeki ülkeler, iktisadi meseleyi, yani “sınırlı kaynaklarla gittikçe büyüyen ihtiyaçları karşılamak” meselesini başlıca sorunlardan biri olarak görmüştür, halen de görmektedir. Sorunun çözümü söz konusu olduğunda özellikle kimi Batı ülkeleri -en azından belirli dönemlerde- kaynakları bir şekilde çoğaltmak yoluna gitmiş olsa da, temelde odaklanılan konu sınırlı kaynaklardan daha fazlasını elde etmek olmuş, üretim biçim ve teknikleri sürekli olarak geliştirilmiştir. Bu bağlamda üretim biçim ve tekniklerinde insanlık tarihinin başlangıcından 1800’lere kadar sağlanan gelişimin katbekat fazlası, aşağı yukarı son iki yüzyıllık döneme sığdırılmıştır. Nitekim burada Smith’ten hareketle iktisadi mesele olarak anılan sorunun çözümü, mevcut kaynaklarla elde edilen çıktı miktarını artırmak, bir diğer deyişle “verimliliği artırmak” olmuştur. 1800’lerden 1980’lere gelinceye kadar halen iktisadi büyümenin odağında ağırlıkla sermaye birikimi yer almış olsa da, özellikle 1970’lerde yaşanan dünya ölçeğindeki iktisadi kriz sonrasında verimlilik faktörünün belirleyiciliği çok daha yüksek bir mertebeye ulaşmıştır. Beyer ve Vergara’nın 1980 - 2000 dönemine ilişkin yaptığı analiz de, görece yüksek ekonomik büyüme oranına ulaşmış 107 ülkede ortalama olarak büyümenin 2/3’ünün toplam faktör verimliliğindeki (TFV) artıştan kaynaklandığını ortaya koymuştur.1 Söz konusu iktisadi mesele, 1 Beyer, Harald ve Rodrigo Vergara (2002), “Productivity and economic growth: The Case of Chile”, Central Bank of Chile Workin Papers <http://www.bcentral.cl/estudios/banca-central/pdf/v6/309_342beyer.pdf> 29 HAZİRAN 2014 MAKALE VERİMLİLİK ALANINDA POLİTİKA GELİŞTİRME - I insanlığın bundan sonraki aşamalarında da varlığını koruyacak; modern devletler sistemi sürdüğü müddetçe de ülkeler, sahip oldukları kaynaklardan daha verimli bir biçimde yararlanmanın yollarını arayacaktır. Bu anlamda -verimlilik başlı başına bir politika alanı mıdır tartışması bir yana- farklı başlıklar altında verimliliği artırma yönünde politikalar geliştirme gerekliliği her zaman güncel bir problem olarak varlığını koruyacaktır. Burada sorulması gereken bir diğer soru, verimliliğe ilişkin olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermeyecek, genel bir reçetenin sunulup sunulamayacağıdır. İktisadi alana ilişkin birçok politika ve alt düzeyde düzenlemeler, dünya ölçeğinde kabul görmüş belirli standartları veri alarak doğrudan o standartlara ulaşma koşullarını güçlendirmek üzerine kurulmuştur. Maliye (ağırlıkla vergilendirme), ihracat, kalite, çevre sağlığı, fiziksel altyapı gibi birçok alan için uluslararası düzeyde onaylanmış ve kimi zaman zorunlu hâle de getirilmiş standartlar söz konusudur. Fakat verimlilik konusuna, bilhassa da ülke ölçeğinde verimliliğin artırılmasına yönelik genel geçer tek bir yaklaşım kurgulanıp ortaya konmuş değildir. Isaksson vd. tarafından ‘verimliliğin büyük gizemi’2 olarak adlandırılan belirsizliğin ardında, yine -başta değinilen- verimliliği etkileyen dinamiklerin çok boyutlu ve karmaşık bir yapı arz etmesi yatmaktadır. Dolayısıyla ülke ölçeğinde verimlilik politikaları geliştirme aşamasında, politikaya konu olan ülkenin kültürel, coğrafi, toplumsal, dinsel, tarihî vb. birçok belirleyici unsurunun çalışmaya dâhil edilmesi gerekliliği kaçınılmazdır. Ancak somut anlamda bütün ülkelerde çalışacak çözümler ortaya konulamamakla birlikte, verimliliğe ilişkin politika oluşturma etkinliğinin kendisine yönelik genel geçer birtakım sonuçlara da varılabilmektedir. Bir diğer ifadeyle, orta ve uzun vadede verimlilik artışlarının sağlanması için alternatif yollar olsa da, bu yolların oluşturduğu bileşim kümesi genel anlamda ortaktır ve alternatifler büyük oranda bellidir. Hangi alternatife yoğunlaşılması gerektiğini de, o ülkenin özgül koşulları ile politika oluşturma sürecinin gerçekleştiği küresel konjonktür belirleyecektir. Bu ve bundan sonra kaleme alınacak “Verimlilik Alanında Politika Geliştirme” başlıklı diğer yazıların odağında da, esasen bu konu yer almaktadır. Verimliliğe dair politika geliştirme çalışmaları hangi alt ve yan alanları analiz etmek, hangi alanlarda karar ve tedbirler ortaya koymak durumundadır? Verimlilik politikaları, diğer hangi politika alanlarıyla doğrudan ya da dolaylı ilişkidedir; bu ilişkilerin niteliğine dair genel geçer sonuçlara varmak mümkün müdür? Ülkeler özelinde hangi faktörler verimlilik düzeylerine etki etmektedir; bu faktörlerin etkileri nasıl analiz edilebilir ve geliştirilecek politikalara nasıl yansıtılabilir? Verimliliğe dair politika oluşturma süreçlerinde hangi aktörler, ne şekilde yer almalıdır? Verimlilik politikaları belirli sektörlere özelleşmeli midir, yoksa ekonominin genelini, her türlü alt bileşenini de göz önüne alarak değerlendirmek durumunda mıdır? Bu ve benzeri birçok soru ele alınan mesele çerçevesinde önem arz etmekle birlikte, burada başlangıçta esas olarak verimlilik politikalarının yoğunlaşması gerektiği alanlar ele alınacaktır. Ülke ölçeğinde verimlilik politikalarının hangi alanlara yoğunlaşması gerektiğine dair yapılagelen en kapsamlı çalışmalardan biri, Isaksson vd.’ne aittir. UNIDO Araştırma Programı koordinatörlüğünde 2005 yılında yapılan çalışmanın odağında gelişmekte olan ülkeler yer almakla birlikte, ortaya konulan tanı ve önerilerin ağırlıkla gelişmiş ülkelere dayandırılması, çalışmanın geçerlilik alanını da genişletmiştir. Bu çalışmada ülke ölçeğinde verimlilik politikalarını belirleyen faktörler ‘yakın belirleyiciler’ ve ‘uzak belirleyiciler’ olarak ikiye ayrılmıştır.3 2 Isaksson, Anders Thiam Hee Ng ve Ghislain Robyn (2005), Productivity in Developing Countries: Trends and Policies, United Nations Industrial Development Organization Research Programme 3 A.g.e. 30 HAZİRAN 2014 Çalışmanın ortaya koyduğu ve ilgili kimi diğer çalışmalarda da anılan doğrudan ve dolaylı belirleyicilerin ayrıntılarına, ilerideki metinlerde girilecektir. Bu aşamada sözü edilen çalışmanın varmış olduğu sonucu kısaca belirtmek yararlı olacaktır. Farklı belirleyicilerin mevcut ve muhtemel etkilerinin ayrıntılı analizi sonrasında Isakkson vd.’nin gelişmekte olan ülkeler için önerdiği genel politika çerçevesi üç alan üzerine kurulmuştur: 1. Yalnızca kuruluş ve laboratuvarları değil, üniversiteleri de bünyesine alacak şekilde bir ulusal inovasyon sistemi, 2. İş gücünün yeniden üretimi ve niteliğinin yükseltilmesinin yanında teknoloji yetkinliğinin de belirleyicisi olan eğitim sistemi, 3. Yatırımların daha doğru alanlara yönlenmesine olanak sağlayacak ve aktörler arası uyum ve koordinasyonu güçlendirmeye odaklı iletişim ve enerji altyapısı. Bundan sonraki yazılarda, Isakkson vd.’nin başlattığı yerden devam edilecek, bileşenlere ilişkin farklı alternatifler ele alınacak ve ağırlıkla beşeri sermaye ve teknoloji olmak üzere, verimlilik düzey ve politikaları üzerinde belirleyici olan faktörlere ilişkin analiz ve öneriler ortaya konacaktır. Tablo 1. Ülke Ölçeğinde Verimlilik Politikalarını Belirleyen Faktörler Kısmi verimlilik artışlarına değil, ülke ölçeğinde TFV düzeylerinin artırılmasına odaklanmış olan çalışmada, her bir belirleyici alan alt başlıklarla genişletilmiş, verimlilik düzeylerine ve dolayısıyla verimlilik politikalarına etki eden hemen her husus, ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. Küresel faktörlerin ve konjonktürel değişimlerin politika oluşturma süreçlerini nasıl yönlendirmesi gerektiğine dair ayrıntılı açıklama ve öneriler sunan çalışma -ülkelere özgü faktörleri yer yer fazlasıyla indirgeme hatasına düşüyor olsa da- verimlilik politikaları alanının genişliğini ve çok boyutluluğunu yetkinlikle sergilemektedir. Yakın (Doğrudan) Belirleyiciler Uzak (Dolaylı) Belirleyiciler Ar-Ge Politikaları • Yerel teknolojinin teşviki • Ar-Ge politikası araçları İş ve Yatırım Ortamı • Makroekonomik çerçeve • Yatırımlar • Kurumsal kapasite ve piyasa Beşeri Sermaye Politikaları • Beşeri sermayenin değerlendirilmesinde koordinasyon problemleri • İş gücü piyasasından kaynaklı problemler • Nicelik / nitelik problemleri • Eğitim sistemine yönelik politika önerileri İşletme Düzeyinde Belirleyiciler • Fabrika içi verimlilik • İşletme ölçeğinde analiz • Ülkeler arası farklılaşmalar 31 HAZİRAN 2014 MAKALE KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI Sevgin FETTAHOĞLU DEMİRCİ / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Verimlilik Nedir? En genel tanımıyla, üretim sürecinde yer alan çeşitli faktörlerle (girdiler) bu sürecin sonunda elde edilen ürünler (çıktılar) arasındaki ilişkiyi ifade eden verimlilik, teknik anlamda “üretilen mal ve hizmet miktarı ile bu mal ve hizmet miktarının üretilmesinde kullanılan girdiler arasındaki oran” olarak tanımlanır ve genellikle bu ölçü; çıktı/girdi olarak formüle edilir (Prokopenko, 2011: 91). Ancak ekonomi dışındaki alanların da giderek daha çok incelemeye alınması ve 32 ülkelerin gündemlerinde ön sıralarda yer alması sonucu verimlilik, artık daha geniş kapsamlı olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal Anlamda Verimlilik Günümüzde verimliliğin ekonomik yönü kadar sosyal yönü de önem kazanmıştır. Çünkü verimlilik ekonomik ve sosyal sorunlarımızın hem teşhisini hem çözümünü hem de uygulanmasını mümkün kılmaktadır. Bu nedenle verimlilik; yalnız üretimde değil, bir düşünce şekli, bir yaşam tarzı şeklinde algılanmalıdır. Mal ve hizmet üretimi insanlar için yapılmaktadır. Üretim faktörlerini kullananlar, üretim yapanlar, teknolojiyi geliştirenler insanlardır. Bu da verimlilikte insan unsurunun önemini ortaya koymaktadır. Verimliliği artırmak ve bu artışı sürdürmek pek çok örgütün temel amacı durumundadır. Bu nedenle dünyanın her yerinde birçok kuruluş verimlilik artışını sağlamak amacıyla gerekli çalışmaları ve düzenlemeleri yaparak uygulamaya HAZİRAN 2014 koymaya çalışmaktadır. Bu çalışmalar çerçevesinde örgüt ve yönetim ekibi, örgütün amaçlarını ve sorunlarını belirleyerek, verimlilik artırma için gerekli plan ve programları tasarlayarak uygulamaya geçirmeye çalışmaktadır (Prokopenko, 2011: 91). Kurumsal İmajın Tanımı ve Oluşumu Çevreleriyle sürekli etkileşim halinde olan ve toplumsal varlık olarak kabul edilen kurumlar, faaliyetlerini sürdürdükleri toplumsal çevrelerinde bazı görüntüler bırakırlar (Ertekin, 1978:164). Zihinlerde oluşan bu görüntü imaj olarak tanımlanabilir. İnsanlar ve daha başka birçok şey için kullandığımız bazı sıfatları kurumlar için de kullanmaktayız. Bir kurumun modern olması, çevre dostu olması, kaliteli mal ve hizmet üretmesi, dürüst olması onun zihinlerde olumlu bir görüntü oluşturmasını sağlarken, tersi durumda da olumsuz görüntü oluşturmasına neden olacaktır. Bu da kurumların da insanlar gibi iyi-kötü, güvenilir-güvenilmez, çevre dostu-çevreye zararlı vb. imajının olduğunu göstermektedir. Marken de (aktaran Okay, 1999:171) kurum imajını, bir kuruluşun amaçlarının ve planlarının tümünün algılanması olarak tanımlamaktadır. Kurum imajı; kurumun çıktısını yani ürünlerini, hizmetlerini, yönetim şeklini ve iletişim faaliyetlerini etkiler. Başka bir ifadeyle kurumsal imajın, kurumun başarısını ve beraberinde verimliliğini etkileyen bir faktör olduğu söylenebilir. Kurum imajı kavramı, işletmenin diğer kişiler tarafından nasıl algılandığıdır ya da kurumun kendisini nasıl göstermek istediğidir. Dış çevre koşulları dinamikleştikçe ve karmaşıklaştıkça, işletmenin kendisini ve kimliğini ortaya koyması daha da önemli hale gelmektedir. Kurum imajı uzun ve zor bir süreçten oluşur. Kurumsal imajın oluşmasında vizyon, misyon, strateji ve iş süreçlerinin işin yanı sıra kurum kültürünün de önemli bir rolü vardır (Yönetim Dergisi, 1998: 15). Artık günümüz rekabet koşullarında işletmelerin sembol, kurum renkleri, logo gibi tasarım çalışmaları, ürün ve hizmet bedelinin indirilmesi gibi çabalar, hedef kitlelerin kafasında olumlu bir imaj çizmek için yeterli olmamakla birlikte, işletmelerin toplumsal sorumluluk bilincine bakış açısı, müşteri ve kurum çalışanlarına davranış tarzları da çok etkili unsurlardır. Diğer taraftan, bozulan bir kurum imajını düzeltmek imaj çalışmaları içinde en zor olanıdır. Bozulan bir imajı düzeltmek, yeni bir imajı inşa etmekten çok daha zahmetli ve sonucu çok daha risk içinde bir çalışma gerektirir. Vehbi Koç “Bozulan bir imajı düzeltmek, bir işletmeyi yeni baştan inşa etmekten çok daha zordur” demiştir (Asna, 1999: 116). Kurumun sahip olduğu olumlu yöndeki ünü, ürün ya da hizmet satışındaki performansı artırır, sermayedarları etkiler, yetenekli personeli kurumda tutar. Kısacası işletmenin büyümesinde çok önemli rol oynar. Ancak bu ünün zarar görmesi durumunda da yeniden inşa edilmesi son derece güçtür (Nakra, 2000: 35). Kurum imajı, işletmenin farklı yönlerinin iç ve dış hedef kitlesi tarafından algılanarak zihinsel bir süreçten geçirilmesi sonucunda kanıksanan görüşlerin oluşturduğu bir bütündür. İşletmenin hedef kitlesiyle karşılaştığı her yerde bir imaj oluşum süreci yaşanması söz konusudur. İnsanlar mantık ya da duygu çerçevesinde kurum hakkındaki duydukları ve gördükleri her şeyi kaynaştırarak kuruma dönük olumlu ya da olumsuz bir görüşe sahip olur. Herhangi bir kişi, kuruluş ya da kurum hakkında tüm görüşlerin toplamı olarak açıklanan imajın, kendiliğinden oluşması yerine oluşturulması çabası imaj yaratıcılığını bir meslek olarak meydana getirmiştir. Kişi ya da kurum ile ilgili görüş ve düşüncelerin oluşturulması çabası olarak tanımlanabilen imaj yaratma medya kurallarına uygun görüntü oluşturulması ile başlayan davranış ve düşünce biçimi ile tamamlanan bir süreçtir (Peltekoğlu, 2001: 278). Toplumda olumlu bir imaja sahip olmak isteyen bir örgüt, imajın kendiliğinden oluşması yerine oluşturulması için çabalamalıdır. Kişi ya da kurum ile ilgili görüş ve düşüncelerin oluşturulması çabası olarak tanımlanabilen imaj yaratma, medya kurallarına uygun görüntü oluşturulması ile başlayan, davranış ve düşünce biçimi ile tamamlanan bir süreci kapsamaktadır. Ken Cooper’a göre başarılı bir imaj, tutarlı olduğu kadar belirgin olmalı, özellikler uyumlu hale getirilmelidir (Peltekoğlu, 2001: 358). “Kurumsal görünüm, kurumsal iletişim ve kurumsal davranışın toplamında ifadesini bulan kurumsal imaj, iç ve dış hedef kitle üzerinde inandırıcılık ve güven yaratmak ile sürdürmek gibi önemli bir işlevi yerine getirmektedir” (Peltekoğlu, 2001: 359). Gerçekte var olan durum ile imajın uyuşması, başka bir ifadeyle uyum içinde olması oluşturulacak imajın inandırıcı (Okay, 1999: 168) ve kalıcı olabilmesi açısından önemlidir. 33 HAZİRAN 2014 MAKALE KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI İmajı, kuruluş çalışanları ve dış katılımcıların düşüncelerindeki kuruma yönelik algılamaların tümü olarak gördüğümüzde; kurumların imajını tesadüflere değil, kurumun kimliği, amaç ve hedefleri, içinde bulundukları topluma karşı sosyal sorumluluklarının ne olduğu konusunda bilgi veren, uygulanabilir bir programa bağlı olduğu ifade edilebilir. Kurumsal İmaj ve Verimlilik İlişkisi Verimlilik, insan beceri ve ilgisi, teknoloji, yönetim, sosyal çevre ile iş çevresinin birleştiği nokta olarak düşünülürse, temelde insan öğesinin olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Verimliliğin sağlanmasında insanın yeteneği, ilgisi, çalışma isteği çok önemlidir. Örgütler insanın gelişmesi için gerekli çalışmaları yapmak, onun istekli çalışması, işine ilgi duymasını sağlayıcı yol ve yöntemleri geliştirmek durumundadır. Bugün herkes tarafından kabul edilen düşünce, verimliliğin ulusal refahı artırmadaki önemidir. “İster gelişmiş, isterse gelişmekte olan, serbest piyasa ekonomisi ya da merkezi planlama uygulayan tüm ülkelerde, ekonomik gelişmenin temel kaynağı verimlilik artışıdır.” Kurumlar varlıklarını devam ettirebilmek için girdileri etkili kullanarak girdi maliyetlerini düşürüp çıktı miktarını artırmak durumundadır. Başka bir deyişle az miktarda girdiden çok miktarda çıktı elde etmek amaçlanmalıdır. Günümüzde aynı pazara hitap eden çok sayıda kurum vardır. Ancak, verimli kurumlar uzun vadede hayatta kalabilme şansına sahiptir. Bu kurumlar az girdiden çok çıktı elde etmeyi başarabildiklerinden ürettikleri mal ve hizmetleri pazara daha düşük fiyattan sunma olanağına sahip olacaklardır. Bir ürünün fiyatı tüketicinin tercihinde önemli bir unsurdur (Prokopenko, 2011: 13). 34 Kurumsal amaçların gerçekleştirilmesinde göz ardı edilemeyecek derecede önemli olan verimlilik, insanın çalışma isteği, becerisi ve ilgisi sayesinde gerçekleşebilir. Görüldüğü gibi verimlilikte insan çok önemli bir unsurdur (Çetin, 2008: 157). Kurumsal imajın olumlu olmasının kişilerin çalışma isteğini artıracağı da söylenebilir. Kurumun olumlu imajı, çalışanların işlerini severek yapmalarını, motive olmalarını ve çalışma isteği duymalarını sağlayacaktır. Çünkü çevresinde olumlu bir imaja sahip bir kurumda çalışmak, olumsuz imaja sahip kurum çalışanına göre, kişiye soysal çevresinde önem verilmesine aracı olacaktır. Kişi, kendisine verilen önemi algıladığında daha da motive olacaktır. O kurumda çalışmayı sürdürmeyi düşüneceği gibi, kuruma daha çok katkı sağlamanın yollarını da arayacaktır. Günümüzde verimlilik anlayışı artık elde edilen ürün ve hizmetin kalitesini yükseltme, çevreyi ve doğal yapıyı koruma, çalışanlara en iyi yaşam ve çalışma koşullarını sağlama ve bu arada birim girdi başına üretim miktarını artırmayı amaçlamaktadır. Bu düşünceden hareket eden bir örgütle imaj arasında bir ilişki mutlaka vardır. Çevresinde verimli, ürünü kaliteli, doğal yapıyı koruyucu olarak algılanan bir örgüt; çevre tarafından kabul edilme, yani benimsenme sorunu yaşamayacağı gibi, girdi temininde ve çıktısını pazarlama konusunda da bir sorun yaşamayacaktır. Varlığını sorunsuz sürdürmek, kalıcı olmak ve rekabet şansını artırmak isteyen bir örgüt olumlu imajını zedelememek için, verimliliği öncelikli hedefi haline getirmek durumundadır. Örgütsel imajın örgüte sağlayacağı faydaların başında nitelikli personelin sağlanması, çalışanların motive edilmesi, pazar payının artırılması gelmektedir (Çetin, 2008: 158). Yukarda sayılan unsurlar tamamlanırsa imaj oluşturma süreci başlatılır. Önce mevcut durum analizi yapılır. Burada araştırılacak olan yerel ürün ve faaliyet gösterilen alanın imajı ve müşteri ile çalışanların sahip oldukları imajdır. Daha sonra ulaşmak istenilen durumun analizi yapılır. Bunun için örgüt kimliği yönelimleri ve örgütsel felsefeye göre bir vizyon tarifinde bulunularak, gelecekteki imajın ne şekilde olması isteniyorsa, tarifi yapılır. Ardından istenilen imaja uygun örgüt kimliği tedbirlerinin seçilmesi ve uygulanması gerekir. Burada da hedef grupların görüşleri ve uygulama esnasında karşılaşılabilecek olan engeller HAZİRAN 2014 ve sorunlar belirlenir. En son aşamada ise imaj değişikliği analizi yapılır. Belli bir süre sonraki değişim analiz edilir (Okay, 2005: 258, 259). belirlenen hedeflere ulaşmada çalışanların sahip olması gereken standartlar ve görevler belirlenmelidir. • Dış imaj oluşturmak: Ürün kalitesi, beş duyuyla hissedilebilen somut imajın oluşturulması ve reklam-sponsorlukmedya ile ilişkiler aracılığıyla oluşturulur. İmaj Oluşturma Süreci Müşterilerle ve çalışanlarla iletişimde etkili olmak, müşterilerin ve çalışanların örgüte güven duymasını sağlamak, müşterilerle ve diğer hedef kitlelerle duygusal bir bağ kurmak amacıyla güçlü bir örgüt imajı oluşturmak için dört unsur gerekmektedir (aktaran. Özer, 2013: 28): • İç imaj oluşturmak: İç hedef kitlelerine yöneliktir. Örgütün çalışanlar üzerindeki imajıdır. Olumsuz iç imaj, kaybedilen müşteri ve sadakatsiz çalışan demektir. • Altyapı kurmak: Örgütlerde gerekli olan değişimleri gerçekleştirmek ve bu yolla, oluşturulacak imajı sağlam bir altyapı üzerine kurmak çok önemlidir. Bu süreçte iyi bir vizyon ve misyon belirlenmeli, • Soyut imaj oluşturmak: Soyut imaj, müşteri tatmini ve sadakati yoluyla ve örgütün sosyal sorumluluk sahibi bir kurum olduğunun hedef kitlelerce algılanmasıyla oluşur. Söz konusu aşamalarda imaj oluştururken; yönetimin kalitesi, ürün ve hizmetlerin kalitesi, uzun dönemli yatırımların kalitesi, yeni buluşlar, finansal açıdan sağlamlık, yetenekli insanları işe alma ve geliştirme becerisi, örgüt kaynaklarının akılcı kullanımı ve toplumsal ve çevresel sorumluluk (Tengilimoğlu ve Öztürk, 2004: 228) gibi etmenlere dikkat etmek gerekir. Kurum, imaj oluşturma yönünde bilinçli ve planlı bir çaba içinde olmasa da kendisiyle ilgili kamuda bir imaj mutlaka vardır. Kurumlar, toplumsal birer sistem olarak çevreleriyle etkileşim içindedir. Bu etkileşim sürecinde çevrede, yani kamunun zihninde kendisiyle ilgili bazı durum ve görüntülerin oluşması kaçınılmazdır. Günümüzde, gelişmiş 35 HAZİRAN 2014 MAKALE KURUMSAL İMAJ, VERİMLİLİK VE İMAJ OLUŞTURMA ÇABALARI iletişim teknolojileri ile kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve yaygınlaşması ile birlikte kurumlar hakkında birçok bilgiye geçmişe göre daha çabuk ulaşılmaktadır. Bu bilgilere ulaşan kamuda, kurumla ilgili olumlu ya da olumsuz bir imajın oluşması söz konusudur. Hayatımızda genel bir kural olarak; kendimizi niyetlerimize göre, başkalarını ise görünüşlerine, hareketlerine ve sözlerine göre değerlendiririz (Peker ve Aytürk, 2002: 136). Bundan dolayı görünüşler, hareketler ve sözlerin algılanışını düzenleyen imaj yönetimi hem kişiler hem de örgütler açısından çok önemlidir. Bu önem toplumsal yaşam kadar kurumsal yaşam için de geçerlidir. Kurumsal yaşamda da ilk izlenim çok önemlidir. Çünkü ilk izlenim etkileyici ve kalıcıdır. İlk izlenim için ikinci bir şans yoktur. Bu yüzden ilk izlenime çok önem verilmektedir (Peker ve Aytürk, 2002:135). 36 İmaj yönetiminin temel hedefi de ilk izlenimleri etkilemek ve olumlu hale getirmektir. İmaj yönetiminde ilk izlenim kadar son izlenim de önemli ve etkilidir. Çünkü insanların alıp götüreceği izlenim, kişinin bıraktığı son izlenimidir. Son izlenimler de, son görünüşün, son sözlerin, son fikirlerin, son hareketlerin ve yapılan son işlerin toplamıdır (Peker ve Aytürk, 2002: 138). İmaj yönetimi uygulamaları, ilk ve son izlenime bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve özellikle son izlenim üzerine vurucu etki yaparak, karşı tarafın algılamasını kontrol altına almaya uğraşmaktadır (Özer, 2013: 8). Toplumsal ve kurumsal yaşamda kişileri ve kurumları etkili ve başarılı kılan niteliklerin başında, kişinin veya kurumların başkalarıyla iyi anlaşıp anlaşamadığına, uyumlu ve geçimli olup olmadığına ve iyi bir imaj bırakıp bırakmadığına bakılması gerekmektedir. Bu nedenle, sosyal yaşamda olduğu gibi çalışma ve yönetim yaşamında da kişiler ve kurumlar açısından imaj yönetiminin önemi çok fazladır. İmaj yönetiminde ayrıca örgütsel imajın oluşumunu etkileyen faktörlere karşı her zaman hazırlıklı olmak gerekmektedir. Örgüt üst yönetimi bu faktörleri bilmeli, analiz etmeli ve değerlendirebilmelidir. İmaj oluşumunu etkileyen faktörleri de şu şekilde belirtebiliriz (aktaran. Özer, 2013: 29): • Kurumun ürettiği mal ve hizmetler: Üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı, teknolojik seviyesi, dağıtımı, kullanım kolaylığı ve satış sonrası hizmetler, imaj oluşumunda etkilidir. • Kurumun görünümü: Bu kapsamda örgütün fiziki yapısıyla ilgili olan, logosu, yazı karakteri, binaların mimarisi, çevre düzenlemesi ve temizliği, renkler, HAZİRAN 2014 standartlar, ilanlar, basılı materyaller, personelin kıyafeti gibi özellikler değerlendirilir. • Kurum kültürü: Örgüt üyeleri tarafından benimsenen ve paylaşılan değerler, inançlar, normlar ve alışkanlıklar bütününe örgüt kültürü denir. Örgüt kültürü, çalışanların yönetime katılması, istenilenlerin kolaylıkla yaptırılması, yeni değer ve anlayışların benimsetilmesi için onların, örgütteki kültürel değerleri ve ilkeleri bilmelerini gerekli kılan bir süreçtir. Bu anlamda, özellikle yöneticiler, gerek örgüt içinde gerekse örgütü çevreleyen bireylerin davranışlarını ve kültürlerini bilmek zorundadır. • Kurum iklimi: Örgütün psikolojik ortamıdır. Örgüt içindeki bireylerin davranışlarını etkileyen, kurumun farklılığını ortaya koyan ve onu tanımlayan özellikler toplamıdır. İdeal örgüt iklimi; inanılırlık, güvenirlik, açıklık, içtenlik, yardımseverlik, katılımcılık ve dolayısıyla doyum ve beklenti düzeylerinin yoğun olduğu yapılardır. Örgütün iç bünyesinde yaşanan olumlu gelişmeler, doğal olarak örgütün olumlu imajında da etkili bir rol oynamaktadır. • Kurumun iletişim ağı: Ortak iletişim materyallerinin kullanılması, kurulan iletişimin anlamlı ve tam olmasına imkân sağlar. Örgütün kullandığı iletişim ağının kusursuz olarak işlemesi, hem içerdeki hem de dışarıdaki insanların zihnindeki örgüt imajını olumlu şekilde etkilemektedir. • Kurumun sosyal sorumluluğu: Kurumlar, eğer çevreye karşı sorumlu kuruluşlar olarak güçlü bir örgütsel imaj oluşturmak istiyorlarsa; üst yönetim, çevreye karşı hassas olacaklarına ve çevre için bir takım girişimlerde bulunacaklarına dair doğru taahhütlerde bulunmalıdır. Çevrecilik bütün örgüt tarafından bir iş yapma yolu olarak benimsenmeli, bir ürün veya hizmetin yaşam eğrisi boyunca, sağlık, güvenlik ve çevreye yaptığı etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Kurum ayrıca çevreyi geliştirecek ve korumaya yardım edecek yeni ürünler ve yöntemler geliştirmelidir. Kurumun sosyal ve fiziki çevresinde algılanma düzeyi, kurumun verimli çalışmasını sürdürmesiyle yakından ilişkilidir. Sonuç olarak kurumların amaçlarından olan verimliliğin gerçekleştirilmesinde önemli katkıları olan imaj ve tutum geliştirme çabaları sonucu; kurumda çalışanlardan müşterilere, sosyal gruplara kadar çok farklı özelliklere ve beklentilere sahip kişilerin zihninde oluşturulan olumlu imaj ve tutumlar onları kuruma karşı olumlu niyet ve davranış geliştirmeye yöneltecektir. Bu olumlu niyet ve davranışlar çalışanların moral, motivasyon ve verimliliğini artırarak kurumsal başarıyı da beraberinde getirecektir. Aynı zamanda kurumun sosyal çevresini oluşturan kişileri, grupları da kurumun çıktılarını tercihe, kurumla işbirliğine zorlayacaktır. • Okay, A. (2005), Kurum Kimliği, Media Cat Kitapları, İstanbul. • Özer, M.A., (2013), İmajını Yöneten Örgütler Daha mı Başarılı Oluyor?, TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi Cilt: 24 Sayı: 3-4-5 Ağustos - Kasım 2012 / Şubat 2013. • Peltekoğlu, F. B, (2001) Halkla İlişkiler Nedir, 2. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul: • Peker, Ö. ve Aytürk, N.; Yönetim Becerileri, Yargı Yay., Ankara 2002. • Prokopenko, J. (2011) Verimlilik Yönetimi Uygulamalı El Kitabı (7.Basım), Çev Olcay Baykal ve diğerleri, Ankara: MPM Yayınları Yayın No:476. • Tengilimoğlu, D. ve Öztürk Y. (2004), İşletmelerde Halkla İlişkiler, Seçkin Yay., Ankara. • Yönetim Dergisi, (1998), İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Dergisi Yıl:9 Sayı 31 Ekim 1998 s.15. Kaynakça • Asna, A., (1999), Dünden Bugüne SanatMeslek Öyküsü, Sabah Yayınları, İstanbul. • Çetin, M., (2008), “Örgütsel Verimliliğin Sağlanmasında İmajın Rolü”, Türk Kooperatifçilik Kurumu Dergisi, Cilt 43, Sayı:2, Ankara. • Ertekin, Y.,(1978), “Örgüt İklimi”, Ankara, TODAİE Yayınları, No:174. • Nakra, P., (2000), “Corparate Reputation Manegement: CRM with a Strategic Twist, Public Relations, Quarterly, Volume 45, No:2. • Okay, A. (1999), “Marka İle Kurum İmajı Arasındaki Bağlantı ve İmaj Transferi” İletişim, Ankara: G.Ü. İletişim Fakültesi. 37 HAZİRAN 2014 MAKALE KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER Dr. Mustafa Kemal AKGÜL / Daire Başkanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) KOBİ’ler İçin Standartların Önemi Standartlar, bilindiği gibi üretimden tüketime her türlü fiziksel malın veya hizmetin tanımlandığı kuralları açıklamaktadır. Bu yönü ile işletmeler; üretici ve tüketici olmaları ayırt edilmeksizin, standartları günlük işlerinin bir parçası olarak bilmek durumundadırlar. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ) birçok dünya ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de bütün işletmelerin yaklaşık % 98’ini oluşturmaktadır. Bununla birlikte; KOBİ sınıflandırmasına girmeyen ancak 38 yaptıkları işler ile doğrudan sanayi ürünleri ile uğraşan zanaatkârlar (otomobil, ev elektroniği, sıhhi tesisat ve ev tamir ve bakımını yürüten kişisel işletmeler v.b.) göz önüne alındığında Türkiye işletmelerinin önemli bir kısmı ulusal ve uluslararası standartların ilgi alanı içinde yer almaktadır. Türkiye’deki KOBİ’lerin büyük çoğunluğu standart algılamalarını kalite sistem belgelendirme çalışmaları ile artırabileceklerini düşünmektedirler. Bu işletmeler içinde doğrudan standartlara uygunluk çalışmalarını başlatanların önemli bir kısmı da devletin mal ve hizmet tedariklerinde koyduğu zorunluluklar gereği bu çalışmalar içinde yer almaktadır. Bölgesel krizlerin yaşandığı dönemlerde (1980, 1990 dönemlerinde yaşanan Latin Amerika, Rusya ve Güney Doğu Asya Krizleri v.b.) etkilerinin küreselleşmemesinde iki temel neden sayılabilir. Bunların ilki küresel oyuncuların krizden uzak kalmış olmaları, diğeri ise uluslararası piyasalarda büyük projelerin karşılığını sağlayan finans kuruluşlarının iç içe HAZİRAN 2014 geçmiş ilişkiler sarmalının henüz kontrol edilebilir düzeyde olmasıdır. Gelişmiş ülkelerce zorunlu olarak yeniden ele alınan yeni mali denetim yaklaşımı, muhtemel olarak mali işlemlerin uygulanışında yeni standart önerilerini de beraberinde getirecektir. Bunun ülkelere ve dolayısıyla dünya piyasalarına yansımaları arz-talep dengesi olarak bilinen temel ekonomik dengede talebin azalmasına yol açmaktadır. Bu gelişmeler sonunda, pazarı daralan işletmeler yeni pazarlara açılmak veya finansman destekleri nedenleri ile şirket evliliklerine gitmektedir. Şirket evliliklerinin yapılmasında yaşanan en önemli sorunlardan birisi de yine standartlar olarak karşımıza çıkmaktadır, şirket muhasebe sisteminden başlayarak, sanayi işçisinin yetkinlik durumu, fabrikalardaki iş güvenliği sistemlerinin uyumlu hale getirilmesi bütünüyle birer standart uyumu sorunu demektir. “AB Ülkelerinde çalışanların mesleki becerilerini geliştirmeleri, istihdam edilebilirliklerinin devamı için zorunludur. AB ülkelerinde de beceri eksikliği nedeniyle işyerlerinde müşteri hizmetlerinde ve kalite standartlarında sorunlar yaşanmakta, operasyon maliyetleri artmakta yeni iş uygulamalarında aksamalar olmakta, yeni ürünlerin üretimi ertelenmekte ve iş kaybı meydana gelmektedir”[7] (Serarslan, 2008). Yeni Tüketici Anlayışı İçinde Standartların Yeri Diğer yandan yeni tüketici anlayışı bütünüyle değişmiş durumdadır. Fiyat-ürün miktarı dengesine bakılmanın yanı sıra üründe olması gereken kalitenin de uluslararası tanımlara yani belgelendirmelere uygunluğunu yani standartlara sahip olma durumunu artık bütün tüketiciler aramak durumundadır. Kanun koyucunun belirlediği ve devlet kuruluşlarının uygulaması içinde yer alan zorunlu düzenleme ve izlemelerin yanı sıra sıradan bir ev elektroniği grubunda yer alan cihaz ve malzemelerden başlayarak tüm ürünlerde tüketiciler CE işareti aramaktadırlar. Benzer biçimde, ambalaj malzemesinin ve içinde yer alan ürünün gıda standartlarına uygunluk bilgileri yer almakta, tüketiciler tarafından bu bilgiler izlenmektedir. idarelerinin yaptırımları (bireysel cezalandırma, faiz uygulamaları vb.) ile sağlanabilen resmi mevzuat uygulamaları olarak yer almaktadır. Zorunlu tutulması gereken belgeler dışında işletmelerin organizasyon ve yönetim gelişimi amaçlı belge kullanımı oldukça azdır. “KOBİ’lerin faaliyetlerindeki “sığlık”,”bilgiye dayalı faaliyet” göstermemeleri, en büyük avantajlarından biri olan küçük ve esnek yapılarının yönetim yaklaşımları yüzünden bir dezavantaja dönüşmesi zaten ön kabul görmüş saptamalardır” (5) (MPM, 2010). Bir standardın öneri süresinden kullanıma geçirilmesine değin, yaklaşık 40-50 kadar çalışma; işlem; test ve değerleme aşamalarından geçiyor olması, standart hazırlama çabasının ne kadar önemli, ciddi ve duyarlılık gösteren uluslararası nitelikte bir ortak eylem olduğunu açıklamaya yetmektedir. Standartların öngördüğü, organizasyonlardan başlayarak hizmet ve ürünlerde kalite sistemlerinin kurulması, bunların değerlendirilmesi, test edilmesi gerekleri danışmanlık kuruluşlarını ve test laboratuarlarının kurulumunu da başlatmıştır. Bunun sonucunda da önemli bir hizmet pazarı oluşmuştur. Standartların ülkelerce uygulanması sonucunda, ürün ve hizmet algılaması ve beklentilerinde ortak bir davranış yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Hizmet sunan, ürün üreten firmalar iş süreçlerinde benzer ara yüzlere sahip, diğer bir deyişle aynı dili kullanan organizasyonlar haline dönüşmektedirler. Standart algılamasının KOBİ yöneticileri ve çalışanlarınca yeterince hızlı algılanması nasıl bir yol izlenmesi gerektiği sorusunun cevabı, sürekli eğitim ve işletmelerde danışmanlık uygulamalarının başlatılmasıdır. KOBİ’lerde Standartların Algılanması; Nasıl ve Nedenler? İşletmelerin bütününde, belgeye dayalı uygulamalar (muhasebe sistemi, çalışanların sosyal güvenliğine ilişkin bildirimlerin verilmesi vb.) daha çok kanun koyucunun zorunlu kıldığı, kamu Türkiye’deki KOBİ’lerin birçoğu uluslararası pazarlarda yer almak ve tutunabilmek için üründe ve hizmet sunumunda markalaşmanın önemini bilmekle birlikte, bir markaya sahip olmanın temelinde kalite standartlarına uygunluğun bulunduğunu göz ardı Uluslararası ve ulusal rekabette oldukça önemli olan verimlilik, yenilikçilik, toplam kalite yönetimi ve standartlara uygunluk gibi uygulamalar ancak, KOBİ’lerde sistem kurulumu veya belge tabanlı çalışmalara geçilmesi ile mümkündür. Benzer şekilde bölgesel ve küresel krizlere karşı dirençli olabilmek de bilgiye dayalı, planlı yönetim tarzlarına geçilmesi ile başarılabilecek bir dönüşümdür. Standartların ve uygunluk değerlendirme çalışmalarının KOBİ’lerde algılanmasındaki güçlüklerin sosyolojik tanımlanmasında, standart algılamasının da bir kent kültürü olgusu içinde yer aldığı gerçeği bulunmaktadır. 39 HAZİRAN 2014 MAKALE KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER etmektedirler. KOBİ’lere yönelik olarak başlatılacak eğitim ve danışmanlık çalışmalarının kümelenme analizleri sonucunda elde edilecek bulgulara göre yapılması, eğitim ve danışmanlıkların etkisini artıracaktır. Standart algılama ve uygunluk düzeyi yeterince gelişmiş olan KOBİ’lerin rekabet edebilirlik düzeyleri ürün-fiyat ikileminin sağladığı klasik rekabet edebilme düzeylerinden çok daha yukarıda olacaktır. Bununla birlikte KOBİ’ler standart uygunluk çalışmalarını hayata geçirmekle, aşağıda yer alan uygulamalar konusunda da ilave yeterlilikler kazanmış olacaktır. • KOBİ’lerin uluslararası bir işletme olma düzeyleri artacaktır, • Belgeye dayalı yönetim uygulamasına geçiş kolaylaşacak, bunun sonucunda uluslararası firmalar ile işbirliği ve ortaklık kurma yetkinlikleri artacaktır, • Kredi derecelendirme düzeyleri yükselecektir, • Yurt içi ve yurt dışı finans kuruluşlarından kredi alma, birlikte projeler üretme ve diğer çalışma şartları oldukça kolaylaşacaktır, • Başta kamu mali sistemi olmak üzere, birçok kamu kuruluşları ile olan yükümlülük boyutundaki işlemlerini sorunsuz yürütme kolaylığına kavuşabileceklerdir. KOBİ’lerde Standartlara Uyumda Görülen Dirençler Aile işletmelerinde gözlemlenen kurumsal yapılanma eksikliğinin temel nedenlerinden birisi de işletmelerde kanuni zorunluluklar dışında kayıt sisteminin bulunmayışıdır. Bununla birlikte KOBİ’lerde yönetim gelişiminin önemli bir göstergesi olan kalite sistemi sertifikasına sahip bulunma durumu da 40 (Tablo 1) oldukça yetersiz düzeydedir. KOBİ’lerde standartların uygulanmasında görülen direncin temel nedeni, yöneticilerin standart algılamasındaki yetersizlikten daha çok standart uygulamanın gerektirdiği yazılı talimatların (prosedür) fazla bürokratik bulunması ile yazılı kültüre alışmadaki zorluklardır. Bu davranış özelliği bir anlamda trafik kurallarından haberdar olan kişilerin bunlara uymaması örneğiyle açıklanabilir. Tablo 1. İşletmelerin Sahip Olduğu Belge ve Sertifikalar (İstanbul örneği) TSE ISO 9000 CE HACCP ISO 14000 İşletme Sayısı 1.300 1.018 396 110 35 Yüzde Oranı % 10,59 % 8,30 % 3,23 % 0,90 % 0,29 Kaynak: KOSGEB Saha Çalışması Raporu, İstanbul İli 2005 KOBİ yöneticilerinin organizasyon gelişimine yönelik sistem uygulamaları da (ücret, performans değerlendirme sistemleri vb.) dâhil olmak üzere yazılı kültürde yaşamaya gösterdikleri direnç sanıldığından daha büyüktür. Bu direnç ilk kuşaklarda bilgi eksikliği ya da bilginin kullanıma yatkın olmayış olarak açıklanabilmekteydi, ancak aile işletmelerinde 2. ve 3. nesil yöneticilerde bile aile büyüklerinden gelen geleneksel sözlü talimatlarla yapılan yönetim tarzının benimsendiği görülmektedir. KOBİ’lerde kurumsal yapılanmaya geçmeye karşı gösterilen direnç günümüzde bile oldukça fazladır. Öyle ki; temel fonksiyonel yapılanmanın uygulanmadığı birçok aile işletmesinde bilimsel yaklaşımlara uygun bir bütçe uygulaması dâhi bulunmamaktadır. KOBİ yöneticilerince; yönetim süreçlerinde fonksiyonel biçimlenmeye ve yazılı kültüre geçilmeyişin diğer bir gerekçesi de yönetimde pratik olmanın rekabet şartlarında bir gereklilik olduğu savunmasıdır. KOBİ’lerin standart uygulamalarına geçmelerinde zorluk olarak gördükleri yaklaşımlardan belli başlıca olanlar şunlardır; » Standartların teknik dokümanlar olması ve içeriğinin anlaşılmasının belli bir düzeyde eğitim gerektiriyor olması Standartlar; işletmelerde bir ürünü, bir çalışma yöntemini, belirlemek için konulmuş kurallar bütünü olan teknik belgelerdir. Bu nedenle standartların teknik tanımlanmasını oluşturan; bilimsel cümleler, kelimeler (terminoloji) teknik resimler, iş ve süreç akışları vb. bilimsel içeriğin anlaşılması; temel teknik bilgi ve bilimsel metinleri okuyup anlama yeterliliğini gerektirmektedir. » İşletmelerin standartları algılama ve uygulama düzeyinde yetkin elemanlara sahip olmayışları Türkiye’de sanayi işletmelerinin sorunlarının tespitine yönelik olarak yapılan birçok araştırma ve gözlemlerde; iş gücü niteliğinin yetersiz oluşu, diğer bir deyişle vasıflı eleman sayısının az oluşu her zaman vurgulanan bir gerçektir (Tablo 2). Bununla birlikte, Türkiye’de ölçek gözetmeksizin bütün işletmeler göz önüne alındığında, çalışanların mesleki eğitim yeterlilikleri ile mesleki sertifikaya sahip olmayışları, çalışma hayatında nitelikli iş gücünün az olmasının temel bir sorunudur. Serarslan’a göre “…Meslek standartlarının geliştirilmesi ülkemizin ekonomik anlamda küresel bir oyuncu olması ve AB uyum süreci için şart” olarak görülmektedir [7] (Serarslan, 2008). HAZİRAN 2014 Tablo 2. Eğitim Durumuna Göre İstihdamda Yer Alan İş gücü (Bin Kişi) 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 Okuryazar olmayanlar 1.917 1.899 1.649 1.493 1.480 1.265 1.188 Lise altı eğitimliler 14.204 14.075 13.770 13.351 13.957 13.470 13.703 Lise ve dengi meslek 3.566 3.599 3.795 3.971 4.113 4.501 4.665 Yükseköğretim 1.894 1.950 2.140 2.333 2.241 2.540 2.774 Kaynak: TÜİK, 2007 (TÜİK Hane Halkı İş gücü Anketi Sonuçları, 2007) » İşletme sahiplerinin vizyonu; üretilen ürünün uluslararası rekabete uygunluğu için standart algılamaları İşletme sahiplerinin eğitim düzeyi bir yönü ile vizyon oluşumunu da etkileyen bir olgudur. İleriyi görerek –vizyonerdüşünme yaklaşımı ise geleceğe yönelik olarak stratejik düşünmenin temeli durumundadır. Türkiye’de yer alan KOBİ’lerin uluslararası işletmeler olabilmedeki yeterlilikleri hâlâ çözüm bekleyen sorunlardan birisidir. Uluslararası pazarlara açılmanın temel şartı işletmelerin uluslararası ticaretin tanımladığı işletme ve ürün güvenini sağlayabilmeleri gereğidir. Milli Prodüktivite Merkezi’nin (MPM) (mülga) iller düzeyinde yapmakta olduğu verimliği artırma projeleri kapsamında çalışılan; KOBİ’lerde Bilişim Altyapısı ve Sorunlarının Tespiti araştırma çalışmasının bulgularına göre; “…Verimlilik ve bilişim teknolojilerinin ilişkisi ile ilgili olarak işletmelerin % 80 gibi büyük bir kısmının bilgi ve iletişim teknolojilerinin işletme verimliliğine etkileri konusunda bilgi sahibi olduğu görülmüştür. Bu konuda genel yargı sorulduğunda ise işletmelerin % 65’inin işletme verimliliğine bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisinin % 40’dan fazla olacağını düşündükleri görülmektedir” [4] (MPM, 2010). Araştırma bulgularına göre aslında KOBİ’lerde teknolojik yeterliliğin gerekliliği veya başka bir söylemle ileri teknolojileri kullanmanın verimliliğe etkileri konusunda algı düzeyi oldukça yüksek görülmektedir. Bu algılamanın bulunmasına rağmen uluslararası rekabet için standartlara uygunluğun gerekliliği konusundaki algının yetersiz olması bir çelişki olarak görülebilir. Ancak buradaki önemli ayrıntı, KOBİ’lerin bilgi teknolojilerini işlerinde etkin kullanmaya başlamış olduklarıdır. Aynı araştırmanın diğer bir bulgusu da; araştırma kapsamında görüş belirten KOBİ’lerin % 33’ünün işletme vizyonuna ulaşmada bilgi teknolojilerinin % 70’den daha fazla bir etkiye sahip olacağını; % 28’inin ise % 41-50 düzeyinde etkenlik sağlayacağını düşündüklerini belirtmiş olmalarıdır. Uluslararası düzleme çıkma isteğindeki işletme yöneticisinin eğitim düzeyinin, uluslararası rekabet şartlarını algılayacak ve takip edebilecek yeterlilikte olması oldukça önemlidir. Özellikle uluslararası standartlarda ve kalite yaklaşımlarındaki değişmelerin sürekli olduğu ve işletme stratejisinin bu vizyon yaklaşımı ile geliştirilmesinin zorunluluğu bilinmelidir. Teknolojik Gelişme Sürecinde Bilginin Yenilenmesi Bilginin Yenilenme Süresi Teknoloji - Bilgi Artış Eğimi Saat 24 Saat Yıl/Ay 1-1/2 Yıl Yıl 3y Yıl 5y Yıl 10 y 20 y Yıl Yıl Teknolojik Gelişim 1920 1940 1960 1980 2000 2020 2014 öngörüsü – Bilgi yenilenme ortalaması 72 saat olacak / yenilenecek Şekil 1. Teknolojik Gelişme Sürecinde Bilginin Yenilenmesi [1] (Akgül, 2010) 41 HAZİRAN 2014 MAKALE KOBİ’LERDE STANDARTLARIN ALGILANMA DÜZEYİ VE STANDARTLARA UYUMDA GÖRÜLEN DİRENÇLER Türkiye’de teknik eğitim yapılanması; yenilikçilik –inovatif- temel alınarak ivedi olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü 2014 yılına değin teknolojik gelişme sürecinde bilginin yenilenmesi yaklaşık 72 saate kadar düşebilecektir (Şekil 1). Sonuç ve Çözüm Önerileri 2005 yılının Dünya Standartlar Gününün (14 Ekim) ana teması “Daha Güvenli Bir Dünya İçin Standartlar” olarak belirlenmiştir. Dünya genelinde standartların oluşturulması, belgelenmesi ve işbirliği konularında yetkili kuruluşlar olan IEC, ISO ve ITU’nun tepe yöneticileri, R. Tanı, M. Tanaka ve Y. Utsomi verdikleri 42 ortak bildirgede “… Can ve mal kayıplarını önleme ve azaltmada standartların oynadığı rol her geçen gün daha fazla anlaşılıyor ve sonuç olarak standartlar daha çok kullanılıyor..” vurgusunu yapmışlardır [10] (TSE, 2005). Ülkelerin sürdürülebilir bir kalkınma dönemine geçebilmeleri için; krizlere karşı dirençli, sürdürülebilir bir büyüme eğilimine sahip ekonomilere sahip olması günümüzün kaçınılmaz bir küresel kuralıdır. Bunun sağlanabilmesindeki diğer kaçınılmaz şart ise ölçek büyüklüklerine bakılmaksızın bütün işletmelerin uluslararası rekabete açık uluslararası pazarlarda kabul görecek nitelikte; yani uluslararası standartlara uygun mal ve hizmet üretme yeterliliğine sahip olmalarıdır. Uluslararası ekonomik rekabette yer almanın yanı sıra, kendi insan varlığına saygı duyan kamu yöneticilerinin; gıda zehirlenmesinden, trafik kazaları ve doğal afetlerin etkilerinin azaltılmasına; sağlık hizmetlerinin gereğince sunulmasından, eğitime ve spora varıncaya değin binlerce uygulama alanı bulunan standartların toplumun her kesiminde bilinmesi için çaba göstermesi beklenmelidir. Benzer şekilde; ülkemizde mal ve hizmet üretiminde önemli yer tutan KOBİ’lerde de HAZİRAN 2014 standartların algılanması ve uygulanması konusunda kamu yöneticilerinin duyarlı olmaları; “Bir şey değişir her şey değişir!” prensibini doğrulayacak sonuçların elde edilmesini sağlayacaktır. Kaynakça 1. AKGÜL, Mustafa Kemal,Dr.;“KOBİ’lerin İnovasyon Yapabilmesine Yönelik Kamu Destek Politikalarından Neden Amaçlanan Sonuçlar Alınamıyor? Destek Politikaları Nasıl Yapılandırılmalı? AB TAIEX Projesi Seminer Sunumu, 12 Mayıs 2010, Ankara. 2. TÜİK, Haber Bülteni “Sanayi ve Hizmet Sektöründe Yenilik Anketi - Dönemi: 20042006” Sayı: 23. 14.02.2008, Ankara http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=1936. 3. TÜİK, Haber Bülteni “Yenilik Araştırması,2006–2008” Sayı:233 31 Aralık 2009, Ankara http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=4171. 4. Milli Prodüktivite Merkezi “Türk Sanayisinin Rekabet Gücünün Artırılması; Konya Odak Grup Toplantısı; 15.10.2008” İller Düzeyinde Verimliliği Artırma Projeleri; Konya Verimliliği Artırma Projesi Raporları” Ankara. 5. Milli Prodüktivite Merkezi “Sanayi İşletmelerinin Verimlilik ve Teknik Etkinlik Düzeylerinin Belirlenmesi” Araştırması; Konya İli Verimliliği Artırma Projesi Raporu, 2010, Ankara. 6. Milli Prodüktivite Merkezi “Konya İli KOBİ’lerde Bilişim Altyapısı ve Sorunlarının Tespiti” Araştırması; Konya İli Verimliliği Artırma Projesi Raporu, 2010, Ankara. 7. Serarslan, Nahit, Prof. Dr. “Meslek Standartları” Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) Mercek, Sayı: 50 Nisan 2008, İstanbul. 8. Karayalçın, İlhami, Prof. Dr. “İşletmelerde Stratejik Planlama Prosesi İçin Yeni Model ve Yaklaşım” Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) “Meslek Standartları” Mercek, Sayı: 50 Nisan 2008, İstanbul. 9. Türk Standardları Enstitüsü (TSE) Standard Dergisi “Sürdürülebilir İhracat Artışı İçin Kaliteli ve Güvenli Türk Ürünleri” No: 526 Ekim 2005, Ankara. 10. Türk Standardları Enstitüsü (TSE) Standard Dergisi “Daha Güvenli Bir Dünya İçin Standartlar” No: 527 Kasım 2005, Ankara. 11. TSE Web Sitesi (çeşitli bölüm kaynakları) www.tse.org.tr 12. International Standard Organization, http://www.iso.org/ 13. http://www.abgs.gov.tr 14. TÜİK, “Hane Halkı İşgücü Anketi Sonuçları”, 2007, Ankara. * Web kaynaklarına erişim tarihi: Mayıs 2014 43 HAZİRAN 2014 MAKALE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM Ferda HEKİMCİ / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) “Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir.” Mevlana Dünya nüfusunun her geçen gün daha da kentleşmesiyle şehirlerdeki yaşam kalitesi, küreselleşmenin güncel sorunu haline gelmiştir. Günümüzde insanlar artık yaşadıkları kentlerde daha insancıl ve daha sürdürülebilir bir yaşam ortamının arayışındadır. İşte kentsel yaşamda sürdürülebilir kalkınma arayışlarına koşut bir Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim (STÜ) anlayışını içerdiği düşünülen Yavaş Şehir Hareketi; sürdürülebilir bir tüketicilikle desteklenerek sürdürülebilir bir yerel üretimi öngören, mimarisi, doğası ve kültürel değerleri korunmuş, insanca ve daha kaliteli bir yaşam ortamına ulaşmak” amacıyla başlatılmıştır. Yavaş şehir 44 modelinin aynı zamanda iyi bir “ekoturizm” uygulaması örneği olarak da yerel kalkınmaya önemli katkılar sağladığı düşünülmektedir. Yavaş (Sakin) Şehirler Kökleri eski Roma’ya kadar dayanan “yavaş” (sakin) yaşam anlamını, Latince bir deyim olan “festina lente” yani “yavaşça acele etmek” şeklindeki ifade almıştır. Bunun anlamı, bugünün ve geleceğin sağladığı olanaklar sayesinde geçmişin mirasından ve bilgi birikiminden yararlanmaktır. Daha insani, daha çevreci, geçmiş ve gelecek nesillere daha fazla saygılı olmaktır (Sezgin ve Ünüvar, 133). Yavaş şehirlerin kökeni 1986 yılında İtalya’da Amerikan sitili “hızlı yiyecek” (fast food) zincirlerinin istilasına karşı çıkılmasıyla başlayan “yavaş yiyecek” (slow food) hareketine kadar uzanır. Bu oluşumdan esinlenilerek “yavaş” felsefesinin, yaşamın tüm evrelerinin yaşandığı platformlar olan tüm kenti kapsaması fikri ortaya çıkmıştır. 1999 yılında İtalya’da Greve in Chianti'nin eski belediye başkanı Paolo Saturnini'nin çağrısıyla bir araya gelen 30 kentin yayınladığı ilk bildirgeyle; “Küreselleşmenin insanlar arasındaki iletişimi, kaynaşmayı ve değişimi kolaylaştırmasına karşılık farklılıkların HAZİRAN 2014 törpülenerek, tek bir model insan oluşturmaya doğru gittiği ve sonunda sıradanlığın hâkim olacağı bir düzenin yaratılacağı konusunda endişeler bulunduğu” dile getirilmiştir. Bu olası sonuçların engellenmesi amacıyla yavaş (sakin) şehirler kavramı çerçevesinde bir ağ oluşturulmuştur (http://www.cittaslow.net). Cittaslow Hareketi doğaya zarar vermeden de kentlerin gelişebileceğini savunmaktadır. Yavaş, sakin şehir olabilmek demek; tarihsel kentsel öğeleri koruyacak, çanak antenleri, baz istasyonlarını merkezi sistemlerde toplayabilecek, telefon ve elektrik kablolarını yer altına alabilecek, havayı, suyu kirleten etmenleri elimine edecek, alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanıldığı, çöp toplamadan ilaçlamaya “özellikle çevre dostu” teknolojilerden en üst düzeyde yararlanabilmek ve kenti katılımcı bir anlayışla yönetebilmek yerel ürünlerine, sanatlarına, yemeklerine ve kültürlerine sahip çıkmak, tarihsel yapıyı, ekolojik ve çevresel özellikleri, kentsel dokuyu koruyarak, daha insanca, daha yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği katılımcı bir anlayışla tasarlamak “dingin bir ortamda, küreselliğin sıradan hale getirdiği binlerce kent içerisinden kendi özgün değerleriyle bir papatya saflığında sıyrılıvermektir” (Hekimci, 2014: 36-37). İlk yıllarında İtalya’da genişleyen yavaş şehir hareketi günümüzde Güney Kore’den Amerika Birleşik Devletleri’ne, Japonya ve Çin’den Fransa ve Yeni Zelanda’ya yayılmış bulunmaktadır. Hızla yaygınlaşan hareket 28 ülkede toplam 181 kentte hızla gelişmektedir (http://www.cittaslow.org/download/Docu mentiUfficiali/CITTASLOW_LIST_novembe r_2013.pdf.). Türkiye’de ise, İzmir’in Seferihisar ilçesi 28 Kasım 2009 tarihinde Türkiye’nin ilk yavaş şehri olarak yavaş şehrin simgesi olan “salyangoz” logosunu almaya hak kazanmıştır. Seferihisar’a; Akyaka, Yenipazar, Gökçeada ve Taraklı, Yalvaç, Vize, Perşembe, Halfeti kentlerinin de katılmasıyla ülkemizdeki yavaş şehir sayısı toplamda dokuza yükselmiş ve Türkiye Yavaş Şehir Ağı kurulmuştur (http://www.cittaslowturkiye.org/cittaslow -turkiye.html). Yavaş/sakin kent olabilmek için Yavaş Şehir Bildirgesi’nde yer alan; Çevre Politikaları, Altyapı Politikaları, Kentsel Kalite için Teknolojiler ve Tesisler, Yerel Üretimi Korumak, Konukseverlik, Farkındalık, Slow Food Etkinlik ve Projelerine Destek ana başlıkları altında 59 ana kriterde projeler oluşturulması gerekmektedir. Aday şehrin, merkezi İtalya’da olan Cittaslow Birliği’nin kriterleri hakkında geliştirdiği projelerden oluşan başvuru dosyasının, değerlendirilmesi sonucunda % 50’den fazla puan alması gerekir. Türkiye başvuruları, Birliğin Türkiye koordinatörü olan Seferihisar Belediyesi’ne yapılmaktadır (http://www.cittaslowturkiye.org/index.php ?option=com_content&view=article&id=10 0&Itemid=468,). Yerel, Sürdürülebilir Kalkınma Modeli: “Yavaş Şehirler” Yavaş şehir adaylık kriterleri incelendiğinde, bu kriterlerle öngörülen projelerin; kentsel çevre, yerel gönenci artırma ve iyi yönetişim öğelerinin hedeflendiği ve bu kriterlere özgülenen bir kentleşme anlayışıyla kentsel yaşam kalitesinin artırılmasını amaçladığı görülecektir. Örneğin belediye hizmetlerinde “güneş enerjili sokak aydınlatmasına”, “elektrikli araçlardan ileri teknolojili arıtma tesislerine” ve “yaygın elektronik iletişim ağına” kadar modernliğin insani yaşam kalitesini artıran olanaklarından yararlanmak teşvik edilmektedir (Petrini ve Padovani, 2011:157). Yavaş Şehir Hareketi kenti yönetimini halkla paylaşmak; iyi yönetişimi gerçekleştirmek için Sivil Toplum Örgütleri (STK) ile yakın işbirliği içerisindedir. Örneğin Türkiye’nin ilk Cittaslow’u olan Seferihisar’da STK’lardan oluşan Kent Konseyi belediye yönetimine katılmakta; kadın, çocuk meclisleri kendi alanlarındaki hizmetleri etkin olarak yönlendirmektedir. Yavaş şehir yönetim konseptine geçilmeden önce halk bu 45 HAZİRAN 2014 MAKALE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM konuda iyice bilgilendirilmekte, çevre, yerel, kültürel değerler ve yerel üretimin desteklenmesi bağlamında yoğun halkla ilişkiler çalışmaları yapılmaktadır. Böylece halkın tüketimden gelen gücünün de katkısıyla ortaya çıkan kentsel sinerji topyekûn Yavaş Şehir kriterlerinin yerine getirilmesinde kullanılmaktadır. Örneğin ülkemizin ikinci yavaş şehri olan Akyaka’da bu bilinçlendirme çalışmaları sonucu referanduma gidilmiş ve halkın % 93’nün desteğiyle “yavaş şehir olunması” karara bağlanmıştır (Hekimci, 2013). Eskicioğlu’na göre yavaş şehir kriterleri arasında ana hatlarıyla; “organik gıdaların üretimini ve tüketilmesini desteklemek”, “yerel üretimi desteklemek ve bunların kullanımını teşvik etmek”, “yerel üreticiler ile tüketiciler arasında ilişkiler kurmak ve bunun için ortamlar ve mekânlar yaratmak” yer almaktadır (Eskicioğlu, 2009). Bu noktada, hareketin en önemli motor gücü ve avantajını, “etik, bilinçli ve sürdürülebilir tüketicilik çerçevesinde öncelikle yerel, çevreyi koruyan, ekolojik, dönüşebilen ve yeniden kazandırılabilen bir üretimi öngören ve böyle bir kent yönetimini talep eden halk-tüketici” oluşturmaktadır (Hekimci, 2013). Diğer yandan yerel ürünlerin tercih edilmesiyle, yerel üreticiler harekete geçmekte; bu bağlamda teşvik edilen organik üretimle bu ürünlerin değer kazanması sağlanmakta, dolayısıyla bu da yerel ekonomide bir canlanma, istihdam ve refah artışına yol açmaktadır. Örneğin ilk sakin şehirlerden olan İtalya’nın Bra şehri yetkililerinin desteğiyle pek çok yerde açılan yerel peynir imalathaneleri hayvancılığın gelişmesine büyük olanak sağlamış ve tüketicilere taze ve güvenilir 46 ürünler sunmakla birlikte, süt ürünlerine yapılan yatırımlar sayesinde çok sayıda Bra’lıya iş alanı açılmıştı (http://www.italyaonline.net/Italya/hakkind a/makaleler/Sakin%20Sehirler.htm). Benzer uygulamalar Türkiye’nin ilk yavaş şehri olan Seferihisar’da da bir çeşit yerel keçi peyniri türü olan “Aramola” örneğiyle gerçekleştirilmekte ve bir e-ticaret uygulaması örneği olan “Seferipazar” uygulamasıyla tüm yurtta adrese teslim 150’nin üstünde organik ürün gönderilebilmektedir. İlçede kurulan Mandalina ve Zeytin Üretici Birlikleri ise daha şimdiden üniversitelerde "Sürdürülebilir İş Modelleri" olarak örnek gösterilmekte; kentte üreticiden tüketiciye pazarların yanı sıra, çevreci STK’larla işbirliği içerisinde “% 100 Organik Pazar” adıyla İzmir ve çevresindeki tüketicilere hitap eden pazarlar kurulmaktadır (http://www.haberler.com/mandalinaureticileri-birligi-kanada-da-4959285haberi). Yaşam ve Tüketim Tarzı Açısından Yavaş Şehirler Yavaş şehirlerin özelliklerinden biri de, öncelikle kent halkının birlikte karar verdiği bir yaşam tarzı ve hizmet anlayışını gündeme getirmesidir. Bu çerçevede yavaş şehir uygulamalarının iki önemli yönü ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki “yaşam ve tüketim tarzını” içermektedir. yavaş şehir halkı tüketim açısından; • Havası, suyu, toprağı temiz, • Yiyecekleri organik, • Yerel, karakteristik mimarisi, doğası ve kültürel değerleri korunmuş, • Herkesin birbiriyle dost olduğu insanca bir yaşam ortamına ulaşmayı, • Organik ve/veya yerel gıdaların tüketilmesini desteklemekte, yani sosyal sorumlu, etik ve bilinçli tüketicilikle, Sürdürülebilir (Temiz) Tüketicilik* anlayışıyla Temiz (Sürdürülebilir) Tüketimi talep etmekte; bundan da öte, böylesi bir yaşama karar vermektedir. Kent Hizmetleri ve Üretim Tarzı Açısından Yavaş Şehirler Konuya yavaş şehir kent hizmetleri ve yerel üretim açısından bakıldığında; • Yerel üretim desteklenmekte ve bunların tüketimi özendirilmekte, • Geri dönüşüm ve yeniden kullanım teşvik edilmekte, • Toprağın çevre dostu kullanımı havanın kalitesini yükseltmek için çevre dostu teknolojiler desteklemekte ve kullanmakta, • Organik gıdaların üretimini (ve tüketilmesini) desteklemekte ve özendirmekte, • Yerel üreticiler ile tüketiciler arasında ilişkiler kurulmakta ve yöresel ürünleri tanıtmakta ve desteklemektedir. Yavaş Şehir Hareketinin; hem yerel belediyecilik hizmetlerinde ve yerel ürünlerin üretiminde sürdürülebilir (temiz) üretimi öngördüğü hem de hizmet verdiği kent halkının yerel, çevreci ve etik hizmet ve ürün talebini yanıtlamasıyla Sürdürülebilir (Temiz) Tüketimi içerdiği düşünülmektedir. Bu çerçevede Yavaş Şehirlerin, STÜ’yü öngören; çağdaş, insancıl, etik, çevre dostu, Sürdürülebilir Kentsel Yaşam ve Kalkınma modeli olarak kentleri “sürdürülebilir yaşamın gerçekleştirildiği platformlar” olarak dizayn ettiği anlaşılmaktadır (Hekimci, 2013). Küresel yeni ekonomik mantıktaki ve yeni sosyal, mekânsal * Tüketicilerin, sosyal sorumlu, etik ve bilinçli tüketicilik ilkeleri kapsamında, çevresel davranışları benimseyerek, çevre dostu ürünleri tercih edip, özel tüketim davranışlarında ekolojik yurttaşlık temellerinde yapacakları politik ve çevreci seçimlerle, tüketimlerinin ekolojik etkilerini azaltmayı ilke edinerek, doğal kaynakların, toksik maddelerin, atık salınımlarının, çevreyi kirletici maddeler ile ürünlerin kullanımını en aza indirgeyen ve dünya üzerindeki yetersiz tüketimi, gelecek kuşakların gereksinimlerini dikkate alan tüketim anlayışı (Hekimci, 2013). HAZİRAN 2014 TÜKETİCİ / HALK TALEBI KENT; Sürdürülebilir Yaşam Platformu CITTASLOW İLKELERİ, YÖNETİŞİM YAVAŞ ŞEHİR Sürdürülebilir Kalkınma Şekil 1. Yavaş Şehirler ve Sürdürülebilir Kalkınma Süreci. yapıdaki farklılaşma karşısında duran ve yerel ölçekte bir “yavaş” sürdürülebilir gelişme önderi olan Yavaş Kent Hareketi; hem bir kentsel sosyal hareket, hem de bir yerel yönetişim modelidir (Mayer ve Knox, 2006:321-334). Yavaş şehirler kapsamında gerçekleşen sürdürülebilir kalkınma süreci Şekil 1'de verilmiştir. Ekoturizm Ekoturizm, etik ve çevresel değerler doğrultusunda artan tüketici bilinciyle 1990’lı yıllardan bu yana hızla gelişmekte ve uluslararası alanda desteklenmektedir. Ekoturizm, 1992 Rio Çevre Zirvesi'nde yerel kalkınmada önemli bir olanak olarak değerlendirilerek, sürdürülebilir bir dünya ve çevre için kriterleri ortaya konulmuştur. Bu kriterler; çevreye zarar vermeden, ondan yararlanma yöntemlerinin geliştirilmesi ve tüm yerli halkların kültürlerini yok etmeden, onların turizm faaliyetlerinden yararlanmalarının sağlanması şeklinde özetlenmektedir (http://www.ekoturizmdernegi.org/tr.asp?s ayfa=5). 2000’li yıllarda, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Turizm Örgütü (WTO) işbirliği sonucu Birleşmiş Milletler’in 1998/40 No’lu bildirisiyle “Dünya Ekoturizm Yılı” ilan edilmiştir. Bildiride ekoturizmin karakteristikleri; turizmin doğa odaklı olması; geleneksel kültürle birlikte doğayı gözlemlemesi, anlamaya çalışması, saygı duyması; biyoçeşitliliğin korunmasına katkıda bulunması şeklinde somutlaştırılmıştır (UNEP Bildiri, 2002). Ekoturizm yerel sürdürülebilir kalkınma açısından önemli olanaklar sunmaktadır. Örneğin ekoturizm etkinlikleri genellikle yerel halk tarafından işletilen özel ve küçük girişimlerle organize edilmektedir. Ekoturizm, doğal ve kültürel çevre üzerinde olumsuz etkileri en aza indirmekte olup doğal alanların korunmasını desteklemektedir. Dolayısıyla bu çerçevede, koruma amaçlı doğal alanların yönetilmesi sürecinde ev sahibi toplumların kuruluş ve yetkilileri için ekonomik fayda üretilmiş olmaktadır. 2002 yılındaki Dünya Ekoturizm Zirvesi'nde, ekoturizm; “doğal bölgelere yapılan, doğal ortamı ve kaynakları koruyan, yöre halkının ekonomik refahını artırıcı güvenilir bir turizm türü” olarak tarif edilmiştir (Selimoğlu, 2004:1). Yavaş Şehirlerin Şansı Cittaslow kriterleri birlikte değerlendirildiğinde, yavaş şehirlerin çok önemli ekoturizm koşullarını özünde barındırdığı ortaya çıkmaktadır. Küçük kentlerin geleneksel yapılarını korumaları, arabaların şehir merkezlerinden çıkarılması, yerel ürünler tüketilmesini sağlamak, teşvik etmek ve bununla birlikte sürdürülebilir enerji kullanımını desteklemek gibi kavramlar alternatif turizm türlerine daha fazla yönelmeyi ve yeni trendlerin oluşmasını sağlamıştır. Dünyada da olduğu gibi doğal yaşam alanlarına olan ilgi, geleneksel beslenme, 47 HAZİRAN 2014 MAKALE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YEREL KALKINMA MODELİ: “YAVAŞ ŞEHİRLER” VE EKOTURİZM yenilenebilir enerji kaynakları, daha çok yeşil alana olan gereksinim, ülkemizde de Yavaş Şehir Hareketinin hızla gelişmesine ve buna aday pek çok yerel yönetimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni trend aynı zamanda kentsel ekoturizm ile de paralellik göstermektedir. Bunun yanında çevre duyarlı turizm ürünleri, bu olguyu destekler nitelikteki çevreyi korumaya yönelik pek çok projeyi de harekete geçirmiştir. Örneğin Eko-Etiketleme; gönüllü bir sistem olup karşılaştırıldığı diğer ürünlere nazaran çevreye daha az zararlı olduğu kabul edilen ürünlere bir ödül olarak verilmektedir. Bunların başında uluslararası bir etiket olan “Mavi Bayrak” ve ulusal etiket olarak çevre duyarlı 48 tesislere verilen “Yeşil Yıldız” uygulaması sayılabilir. Seferihisar Belediyesi yetkilerinin bu konudaki görüşlerine göre; Yavaş Şehir Hareketi uluslararası kabul gören bir kalkınma modeli ve turizm açısından rekabet gücünü artırarak sürdürülebilirliği destekleyecek bir yol haritası niteliğinde olup aynı zamanda iyi bir ekoturizm modelidir. Sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için gönüllülük felsefesine dayalı faydalanıcılar arasında ticari engeller yaratmayan, sağlıklı rekabet ve avantaj ortamı sağlayan etiket (sertifikasyon) yöntemleri aracılığıyla bazı standartlar geliştirmeye yönelik araştırma ve çalışmalar yapılırken ekoturizmin yapılanması da desteklenmiş olmaktadır (http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html). Örnek Bir Uygulama: “Çevre Dostu Küçük Tesisler Ödülü” Seferihisar Belediyesi’nce, Cittaslow ilkeleri doğrultusunda geliştirilen ve “Sürdürülebilir (Temiz) Hizmet/Ekoturizm” uygulaması olduğu düşünülen “Çevre Dostu Tesis Ödülü” ile enerji yönetimi, su yönetimi, atık azaltma ve geri dönüşüm yönetimi, hava kalitesinin artırılması yönetimi konularında standartlar belirlenmiştir. Yerel turizm tesislerine yönelik bu standartlara göre: “Tesis yönetimi çevre denetimlerini yapmak ve bir çevre yönetimi sistemi kurmak amacıyla düzenli çevre denetimleri gerçekleştirmek üzere tesis çalışanlarıyla işbirliği yapmalıdır.” “Yeterli miktarda ve iyi kontrol edilen çöp kutuları HAZİRAN 2014 ve ayrı ayrı toplama imkânları bulunmalıdır.” “Toplanan atıklar lisanslı bir toplama merkezine götürülmelidir.” “İyi, temiz, adil, gıda kullanımına önem verilmelidir” (http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html). Sonuç olarak ülkemizin tarihi, mimari, kültürel özgünlüklerini vurgulayacak yüzlerce yöresi bulunmaktadır. Bu yörelerin yavaş şehir markalaşmasıyla dünya çapında akredite edilme olanağı ile birlikte değerlendirildiğinde; Türkiye’nin, üretim ve tüketimde yerel sosyoekonomik sinerjiyi sağlayarak sürdürülebilirliği gerçekleştirilebilecek olan önemli bir yerel kalkınma hamlesini gerçekleştirebileceğine inanılmaktadır. ve/veya çöp konteynırı olmalı ve taşıyıcı bir araçla toplanıp belli bir alana bırakılmalıdır.” “Tesislerde kâğıt, plastik, metaller gibi geri dönüşebilen atıklar için ayrı ayrı toplama imkânı olmalıdır.” “Tesisler imar planına uygun ve bakımlı, doğal ve yapay çevre ile bir bütünlük içinde olmalıdır.” “Yeterli miktarda temiz sağlık olanakları, duş ve içme suyu bulunmalı atık sular lisanslı bir arıtma tesisine ulaştırılmalıdır.” “Sürdürülebilir taşıma araçlarının kullanımı teşvik edilmelidir.” “Özel olarak düzenlenmiş alanların dışında araç kullanımı ve park yapılmasına izin verilmemelidir.” “Tehlikeli atıklar için (atık ve yanık yağlar, boya ve vernik kalıntıları, eski pil ve aküler, floresan ve lambalar) yeteri miktarda, iyi tanımlanmış Kaynakça • Eskicioğlu H. (2009). “Modern Yaşam İle Geleneksel Yaşam Arasında Kaliteli Bir Yaşam Biçimi – Yavaş Şehirler”, http://www.izmirdesanat.org/yavassehirler#more-2225, Erş.Tr. 15.01.2010. • Hekimci, F. (2014). “Sürdürülebilir Geleceğimiz; Yavaş Şehirler”, ODTÜ’lüler Bülteni, Sayı: 235, s. 36-37, Ocak, 2014, Ankara. • Hekimci, F. (2013). “Sürdürülebilir Bir Kentsel Yaşam Örneği; Yavaş Şehirler”, IV. Ulusal Verimlilik Kongresi, Bilkent Otel, Ankara, http://www.verimlilikkongresi.gov.tr/, Erişim Tr. 21.4.2014. • Mayer, H. Knox, P. (2006).“Slow Cities: Sustainable Places in a Fast World”, Journal of Urban Affairs, sayı:28 (4), ss.321-334. • Petirni, C. Padovani, G. (2011), Slow Food Devrimi (Slow Food Revolution, Çev. Ekiz, Ç.), Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul. • Selimoğlu, Ö. (2004). Dünyada ve Türkiye’de Ekoturizm, İstanbul Ticaret Odası Etüt ve Araştırma Şubesi Raporu. • Sezgin, M. ve Ünüvar, Ş. (2011). Sürdürülebilirlik ve Şehir Pazarlaması Ekseninde Yavaş Şehir, Konya. • UNEP,(2002). International Year of Ecotourism (İYE) 2002. •http://www.cittaslow.net. Erişim Tr: 11.07.2013. •http://www.cittaslowturkiye.org/index.php ?option=com_content&view=article&id=10 0&Itemid=468. Erişim Tarihi: 17.04.2014. •http://www.cittaslow.org/download/Docu mentiUfficiali/CITTASLOW_LIST_novembe r_2013.pdf. Erişim: 20.04.2014. •http://www.cittaslowturkiye.org/cittaslow -turkiye.html; Erişim Tarihi: 30.04.2013 •http://www.cittaslowturkiye.org/index.php ?option=com_content&view=article&id=10 0&Itemid=468. Erişim Tarihi: 01.11.2013. •http://www.italyaonline.net/Italya/hakkind a/makaleler/Sakin%20Sehirler.htm, Erişim Tarihi: 11.05.2012. •http://seferihisar.bel.tr/index.php/ekoturizm.html. Erişim Tarihi: 11.03.2014. http://www.ekoturizmdernegi.org/tr.asp?s ayfa=5 •http://www.haberler.com/mandalinaureticileri-birligi-kanada-da-4959285haberi. Erişim Tarihi: 10.03.2014. 49 HAZİRAN 2014 BİLİŞİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ DÜNYADA PETROLÜN YERİNİ ALACAK STRATEJİK ÜRÜNLER: TAŞINABİLİR ENERJİLER-PİLLER – 2 Dr. Mustafa Kemal AKGÜL / Daire Başkanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Giriş Değerli okuyucular, geçen sayımızda başladığımız ‘Taşınabilir Enerjiler-Piller’ konusunu bu sayımızda da sürdürmekteyiz. Yakın gelecekte fosil yakıtların yerini alacak olan taşınabilir enerjiler ve piller konusunda dünyada oldukça büyük bir araştırma-geliştirme rekabeti başlamış bulunmaktadır. 50 Enerji alanında dışarıya olan bağımlılıkta yaklaşık % 30 seviyelerinde olan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2020’li yılların sonunda da Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığını tamamen sonlandırabileceği öngörülmektedir. Bunun iki nedeninden söz edilmektedir; birincisi üretiminin artması, ikincisi de tüketiminin azalmasıdır. 2006 yılında G.W. Bush HAZİRAN 2014 döneminde ABD’de sadece hidrojen kullanılan yakıt pillerinin geliştirilmesi için yaklaşık 1,5 milyar dolar bütçe ayrılmıştı. Obama yönetiminin aldığı “çok önemli ancak fazla bilinmeyen” kararlardan biri de, otomobillerin daha da verimli kullanılmasına yönelik çeşitli standartları hayata geçirmektir. Şu anki teknolojiyle üretilen yakıt pillerinin maliyetini artıran en önemli malzeme platinyumdur. Günümüzün hidrojen yakıt piline sahip prototip otomobillerden bazıları bu değerli ve çok pahalı metalden 80 gram taşımaktadır. Uzmanlara göre 2025 yılına kadar bu değer 2 grama kadar inebilecektir. GM'in son çalışmalarıyla ortaya çıkan yeni yakıt pili ise 30 gram platinyumdan yararlanmaktadır ve bu değerin daha da düşmesi için çalışmalar hızla devam etmektedir [1]. Yakıt pilleri diğer yandan ana enerji dağıtım yollarından uzakta yer alan küçük yerleşim merkezlerinin ihtiyaçlarını karşılamakta da kullanılmaktadır. ABD’de devletin açtığı bir yakıt pili temini ihalesinde küçük köy ölçeğindeki her bir yerleşim yeri için hidrojen yakıtlı “yakıt pilleri” için 10.000 ABD doları teklifin geldiği görülmüştür. Bu gelişmeler yakıt pillerinin yakın gelecekte daha çok ucuzlayacağını göstermektedir. Gelecek sayımızda güneş pilleri konusunda sizleri bilgilendirmeye çalışacağız. araştırma NASA tarafından desteklenmiştir. NASA’nın önemli projeleri olan Apollo ve Space Shuttle görevlerinde güvenli olarak elektrik (ve su) sağlamış olmaları nedeniyle, yakıt pilleri uzaydaki rollerini ispatlamış bulunmaktadır. Bu başarılar, 1960’larda, yakıt pillerinin dünyanın enerji problemlerinin tümüne çözüm olabileceği tahminlerine yol açmış ve 1970’li yıllarda çalışmalara başlanmış, 2000′li yıllarda ülkelerin enerji politikalarında önemli yer tutmaya başlamıştır. Neden Hidrojen (Yakıt) Pilleri? • Hidrojen enerjisi ve yakıt pilleri, saf su açığa çıkarken kullanılan elektronun enerjisidir. Ürettiği atık sadece saf sudur. • Yenilenebilir enerji kaynağıdır, çevreye zarar vermez. Bunun için, geleceğin çevre dostu enerji teknolojisidir. • Hidrojenden doğru akım, elektrik enerjisi üreten mekanizmadır. • Petrol kullanılan araçların jeneratörlerinde verim % 15-20 arası olup sesli ve kirli bir enerji kaynağıdır. Hidrojen pilinde ise, verim % 30-40 arası olup sessiz ve temiz bir enerji kaynağıdır. Yakıt Pilleri Kullanımı Günümüzde Ne Kadar Yaygınlaşmakta? Yakın Gelecek İçin Öngörüler Nelerdir? Yakıt pili istasyonları için 20 m² lik bir alan yeterlidir (bu oran 2 MW’lik bir istasyon için gerekli olan alandır). Bu durumda elektriğin tüketicilerin bulunduğu kentlerden uzakta üretilmesine gerek kalmamaktadır. Böylelikle, iletim hatlarının kısalığından dolayı, elektrik kaybı minimum seviyede olur. Alternatifli birçok katalizör malzeme ile birlikte hidrojenden de, yakıt pili teknolojisi ile elektrik elde edilmektedir. Geçmiş yıllarda ABD’de yakıt pillerini çeşitli yönleriyle inceleyen 200′den fazla Çalışma prensibini, kimya bilgisi olmayanlar için en basit bir biçimde şöyle özetleyebiliriz. Yakıt pilinde gerçekleşen dönüşüm, pil ya da akümülatördeki dönüşüm ile benzerdir. Yakıt pili ile bunlar arasındaki temel farklılık ise yakıt pillerinin enerji dönüşümünü yakıt ve oksitleyici sağlandığı sürece gerçekleştirebilmesidir. Diğerlerinde ise bu dönüşüm içlerinde depolanmış enerji ile sınırlıdır. Yakıt pilinde çok sayıda hücrenin bir araya getirilmesiyle “yakıt pili yığını-fuel cell stack” denilen yapılar oluşturulmaktadır. Yakıt pili yığınları ile istenilen oranda voltaj üretebilecek bir sistem geliştirilerek değişik amaçlar için kullanılmaktadır. Bir yakıt pili yığını ve elemanlarının detaylı görünümü Şekil 1’de verilmektedir. "Mucize Yakıt Pili" Olarak Adlandırılan Yeni Gelişmeler Amerika Birleşik Devletleri'nde son günlerde girişimci bir bilim adamının alternatif enerji alanındaki buluşu konuşuluyor. İddialı buluş, mucidinin deyimiyle "Dünyanın enerji ihtiyacını en temiz ve ucuz şekilde karşılayacak mucize bir yakıt pili.” Çalışma şekli oldukça basit... İçinde elektrik üreten ve ham maddesi kum olan plakalar bulunan pile, bir taraftan oksijen, diğer taraftan yakıt pompalanıyor. İki maddenin kimyasal reaksiyonu sonucu elektrik enerjisi ortaya çıkıyor. Buluşun sahibi, yakın gelecekte yaygınlaşarak, konutların elektrik ihtiyacını sağlayacağına inanıyor. Pil Teknolojilerinde Son Gelişmeler Lityum-Iyon Pillerdeki Gelişmeler [4] Yeni bir Lityum iyon pil teknolojisi sayesinde bin kat daha hızlı şarj olabilen piller üretilebilecek. Sayesinde bin kat daha hızlı şarj olabilen piller üretilebilecek. ABD'nin Illinois eyaletinin Urbana-Champaign bölgesindeki Illinois Üniversitesi'nde çeşitli çalışmalarda bulunan araştırmacılar, Lityum iyon pil teknolojisini kullanarak yepyeni bir pil 51 HAZİRAN 2014 BİLİŞİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ tasarımı ortaya çıkarmayı başardı. Teknoloji dünyasının geleceği adına büyük önem taşıyan bu soruna çözüm getirmek için faaliyetlerine başlayan araştırmacılar, rakip teknolojilerden 2 bin kat daha güçlü ve aynı zamanda bin kat daha hızlı şarj olabilen bir mikropil geliştirdiklerini açıkladı. (a) Nikel iskele pil mimari ve aktif maddeler, tek bir alt-tabaka üzerinde, elektrotların kesin entegrasyonu için yapı iskelesi üzerine nikel, elektro-olduğu, tanımlayan üretim sürecinin şematik. (b) Microbattery tasarımı. Nano gözenekli microbattery elektrotlar elektriksel olarak iletken bir çift süreklilikte nikel iskele (mavi) üzerine kaplanır (kırmızı ve sarı) bir elektrolitik olarak aktif bir tabaka oluşur. Nikel iskele dış devresine bağlı olan akım toplayıcı olarak işlev görür. Bir nikel-kalay alaşımı anot (kırmızı) ve katot gibi lityumlaştırılmış manganez oksit olarak kullanılır. (sarı). (c) Tarama elektron mikroskopi (SEM), iki nokta kapsayan birbirine kenetlenmiş elektrotların kesit. Interdigitated elektrotlar anot ve katot arasında alternatif. Ilaveler, sağ tarafta ve sol lityumlaştırılmış manganez oksit üzerinde nikel kalay ile kaplı nikel iskele ile büyütülmüş elektrotlar gösterir. Ölçek çubukları, 50 um ve 1 um ilavelerde. (d) Üst bağlantı anot elektrotlar ile birbirine kenetlenmiş elektrot yukarıdan aşağıya SEM görüntüsü, alt ve orta üst üste birbirine kenetlenmiş anot ve katot elektrotlar bağlantı katot elektrotları. Ölçek çubuğu, 500 mikron. Şekil 1. Bir Yakıt Pili Yığını ve Elemanlarının Detaylı Görünümü 52 Üç boyutlu bir mikro-mimariye sahip yeni nesil Lityum iyon pil, araştırma ekibinin Profesör Paul V. Braun öncülüğündeki bölümü tarafından geliştirilen bir katot ve anottan meydana geliyor. Kullanılan katot ve anotlar, sıradan iki boyutlu grafit anot ve lityum katottan farklı olarak bir cam yüzey üzerine farklı materyallerle birlikte yerleştiriliyor. Ortaya çıkan üç boyutlu elektrot yapısı, yüzey alanı çok daha geniş olan bir pil oluşturuyor. Böylece diğer piller ile aynı hacim alanda çok daha fazla kimyasal reaksiyon gerçekleşebiliyor, yani enerji ve güç miktarı istenilen seviyeye kolayca çıkarılabiliyor. Sonuç olarak 30 kat daha küçük, bin kat daha hızlı şarj olabilen, kablosuz aygıtların sinyallerini 30 kat daha uzağa aktarabilmesini mümkün kılan bir Lityum iyon güç kaynağı meydana çıkmış oluyor. Bir mikropil boyutlarında üretimi gerçekleştirilen yeni Lityum iyon pil tasarımı, şu an daha büyük hacimlerde üretilebilirliği ve verimli seri üretim aşamasına geçiş ile alakalı testlere tabi tutuluyor. Nature dergisindeki araştırmaya göre, Massachusetts Institute of Technology'den (MIT) bilim insanları tarafından (Byoungwoo Kang ve Gerbrand Ceder) geliştirilen yöntem, bütün elektrikli cihazlarda kullanılabilecek. Geliştirilen yöntemle, şu anda 6 ila 8 saatte tam şarj edilebilen bir otomobil bataryası sadece 10 dakika, cep telefonu bataryasının da 20 saniyede şarj edildiği söylendi. Bu metotla HAZİRAN 2014 üretilen piller, elektrikli araçlarda ani hızlanmaların gerektiği durumlar için daha performanslı olacak. İki bilim insanının geliştirdiği metotta, pillerin içerisindeki bir bileşeni lityum demir fosfatla değiştirerek 20 saniyede tam şarj olabilen ve güçlerinden kaybetmeden 1000′den fazla tekrar şaj edilebilen lityum-iyon pillerinin daha küçük, daha hafif ve sadece saniyeler içinde dolmasını sağlayacak. Gelecek vaadeden bu teknolojinin üretim hakkını iki Amerikan şirketinin satın aldığı bildirilirken, yeni teknolojiyle üretilen bataryaların 2 ila 3 yıl içinde piyasaya çıkabileceği kaydediliyor. Yeni Nesil Piller Teknoloji bu hızla nereye gidiyor kestirmek oldukça güçleşti. Bir milimetreden daha ince, 1 gramdan daha hafif, üstelik 1,5 V gerilim verebilen bir pil. Science Daily’nin haberine göre bu pil Chemnitz Fraunhofer Elektronik Nano Sistemler (ENAS) Araştırma Ensütüsü (Prof. Dr. Reinhard Baumann yönetimindeki araştırma grubu ve Alman TU Chemnitz ve Menippos LTD şirketleri) tarafından geliştirildi. ENAS grup yöneticisi Dr. Andreas Willert “Amacımız bu pilleri çok ucuza mal ederek seri üretimine geçilmesini sağlamaktır” diye belirtiyor. Pilin karakteristikleri geleneksel pillerden önemli derecede fark etmektedir. Mesela basılabilir versiyonunun ağırlığı bir gramdan ağır, kalınlığı bir milimetre bile değil ve bu nedenle de banka kartlarının içine bile yerleştirilebilir. Cıva içermez ve bundan dolayı da çevre dostudur. Gerilimi normal değerlerde 1,5 V’tur. Pillerin seri bağlanması durumunda 3 V, 4,5 V ve 6 V’a ulaşılabilir. Çinko Anot ve Mangan Katotlu bu pil farklı katmanlardan oluşmuştur. Çinko ve mangan birbirleriyle reaksiyona girer ve elektrik üretilir. Fakat anot ve katot katmanları kimyasal tepkime sırasında azar azar dağılır. Bu nedenle bu piller mesaj kartları gibi sınırlı ömrü olan uygulamalar veya sınırlı güç ihtiyacı olan uygulamalar için uygundur. Bu da bu pilin bir dezavantajıdır. Piller tişört ve imzalar için kullanılan yönteme benzer bir yöntem olan silk screen yöntemi kullanılarak basılır. Bu pillerin çok yakında seri üretiminin yapılarak piyasaya çıkması beklenmektedir [5]. Kısa Pil Ömründen Kurtaracak Teknolojiler Akıllı ceplerin zayıf noktası kısa pil ömrü, bu yeni pil teknolojileriyle tarih olabilir? University of Maryland’da yeni yapılan araştırmada, bir karbon nanotüp içerisinde küçük silikon damlaları büyüterek lityum-iyon pili fazladan şarj etmenin bir yolu bulundu. Yöntem şu an amacıyla tamamlanmaktan uzak – örneğin katot ve elektrotun da bu ek şarjı kavrayabilmesi gerekiyor. Ancak bu eksiklikler giderildiğinde piller, daha yüksek bir enerji yoğunluğu sunabildiği gibi belki de 5 kat daha fazla şarj / deşarj döngüsü sunabilecek. 17239.htmlktrikce.com/yeni-nesilpiller/#ixzz30JHehw4l 5.http://www.fizikportali.com/2013/07/gel ecegin-pil-teknolojisi/ 6.http://www.eie.gov.tr/teknoloji/h_yakit_p illeri.aspx 7.http://ee.mam.tubitak.gov.tr/tr/arge/yakit-pili-teknolojileri 8.http://www.elektrikce.com/yeni-nesilpiller/#ixzz30JHehw4l 9.http://www.nature.com/ncomms/journal /v4/n4/fig_tab/ncomms2747_F1.html 10.http://www.teknolojioku.com/haber/ye ni-nesil-piller-ile-daha-uzun-sarjsureleri-mumkun-olacak-17239.html Bu Bölümün Hazırlanmasında Yararlanılan Kaynaklar: 1. Geleceğin Yakıtı : Hidrojen Enerjisi ve Hidrojen Yakıt Pilleri http://bilimtrue.blogspot.com.tr/2014/01/ gelecegin-yakiti-hidrojen-enerjisi-ve.html 2. http://www.elektrikport.com/teknikkutuphane/mucize-bir-yakit-piliuretildi/582#ad-image-0 3. M.A. Bilginoğlu, C. Dumrul; http://journal.yasar.edu.tr/wpcontent/uploads/2012/10/26_Sayi_2_maka le_cuneyt_dumrul_M_Ali_bilginoglu.pdf 4.http://www.elehttp://www.teknolojioku.c om/haber/yeni-nesil-piller-ile-daha-uzunsarj-sureleri-mumkun-olacak 53 HAZİRAN 2014 HABERLER 2. ULUSLARARASI İSTANBUL AKILLI ŞEBEKELER KONGRE VE FUARI İSTANBUL’DA DÜZENLENDİ 54 Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından düzenlenen 2. Uluslararası İstanbul Akıllı Şebekeler Kongre ve Fuarı, 8-9 Mayıs 2014 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı Kongre’nin açılışında konuşma yapan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, Türkiye’de otomatik sayaç okuma sistemlerinin devreye girmeye başladığını belirterek, “Şu an elektrik dağıtım şirketlerince 100 bin, su idarelerince 40 bin, doğal gaz dağıtım şirketlerince de 5 bin abonede otomatik sayaç okuma sistemine geçilmiştir. Ülkemizin 2023 vizyonu kapsamında, 35 milyon elektrik sayacının akıllı sayaçlarla değişimini hedefliyoruz” dedi. yeniçağın ihtiyaçlarını iyi analiz edemeyen ülkelerin medeniyet yarışında geride kaldıklarını söyledi. Türkiye gibi büyük hedefleri olan bir ülkenin, teknolojik değişimin etkilerine maruz kalan değil, değişimi yöneten ülkeler arasında olması gerektiğini dile getiren Işık, “Dünyada yaşanan değişime adapte olabilmek önemli bir meziyet olarak görülebilir. Ancak bize yakışan dünyadaki yeniliklerin, değişimin ve gelişmenin bizatihi kaynağı olmaktır. Akıllı şebekeler konusu, Bakanlığımız ve ülkemiz için son derece önemlidir. Çünkü çok yakın bir gelecekte, su, elektrik ve gaz gibi çok temel ürünlerin dağıtımında çok farklı bir aşamaya geçiş yaşanacak” diye konuştu. Enerji şebekelerindeki akıllı dönüşüm sürecini değerlendiren Bakan Işık, günümüzde teknolojik gelişmelerin de etkisiyle dünyanın çok büyük bir hızla dönüştüğünü belirterek, bu değişimi ve Türkiye'nin Ar-Ge ve inovasyonla akıllı şebekelerin ihracatçısı da olmayı hedeflediğine işaret eden Işık, “Akıllı şebeke sistemlerini kullanmanın yanında, Türkiye’yi bu sistemlerin ve ekipmanların üretiminde, Ar-Ge ve tasarımında bir üs haline dönüştürmeyi hedefliyoruz. Bakanlık olarak, bu işin sadece ölçüm tarafında değiliz. Aynı zamanda üretim, Ar-Ge ve tasarım tarafında da çok güçlü bir şekilde varız. Gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıları bu önemli alana yönlendirmek istiyoruz. Bunu önemsiyoruz çünkü Türkiye, bölgesindeki diğer ülkelerin de bu sistemlere geçiş sürecine rehberlik edebilir. Akıllı şebeke sistemlerinin üretimiyle ilgili atılacak her adımın, ülkemizin daha yüksek katma değerli üretim hedefine de büyük katkı sağlayacağını biliyoruz” diye konuştu. Açılış konuşmalarının ardından Kongre kapsamında düzenlenen oturumlara geçildi. “Artan Enerji Talebine Akıllı Şebeke Uygulamaları” başlıklı oturum, Verimlilik Genel Müdürü Anıl Yılmaz’ın başkanlığında gerçekleştirildi. HAZİRAN 2014 AR-GE’YE TAM DESTEK… Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, 8 Mayıs 2014 tarihinde yaptığı açıklamada özel sektör Ar-Ge merkezlerinin sayısının 157’ye ulaştığını söyledi. Ar-Ge merkezleri ile Teknoloji Geliştirme Bölgelerine ilişkin detaylı bilgilerin paylaşıldığı açıklamada özetle şu bilgilere yer verildi: “Gün geçtikçe sayıları hızla artan Ar-Ge merkezlerimiz, ülkemizin Ar-Ge ve inovasyon ekosisteminin temel dinamiği haline gelmiştir. Bugün itibarıyla yaklaşık 21.000 nitelikli Ar-Ge personelinin çalıştığı bu merkezlerimizde bugüne kadar yaklaşık olarak 7,3 milyar lira Ar-Ge harcaması yapılmıştır. Ar-Ge Merkezlerinde gerçekleştirilen projelere ilişkin yaklaşık 2000 adet ulusal ve uluslararası patent müracaatı yapılmış olup, bugüne kadar 1256 adet patent tescillenmiştir. Bu merkezlerimize 2011 yılında 577,3 milyon lira, 2012 yılında 711 milyon lira ve 2013 yılının ilk 6 ayında ise 253 milyon lira vergisel destek sağlanmıştır. Bu merkezlere sağlanan Ar-Ge teşviklerinin süresinin 2023 yılına kadar uzatılması ve çalışan başına 5 yıl olarak öngörülen SGK işveren hissesinin yarısına ilişkin destek süresinin de 2023 yılına kadar uzatılması çalışmalarına devam edilmektedir. Bu merkezlerimizin gün geçtikçe nitelik ve niceliklerinin artmasını ümit etmekte, Bakanlık olarak da bu merkezlerimizin daha güçlü hale gelebilmesi yönünde elimizden gelen her türlü desteği vereceğimizin bilinmesini istemekteyiz. Ar-Ge ve İnovasyon ekosistemimizin bir diğer temel dinamiği olan Teknoloji Geliştirme Bölgelerimizde bugün itibarıyla 27.828 Ar-Ge personeli istihdam edilmektedir. Teknoloji Geliştirme Bölgelerimizde 11.577 proje tamamlanmış ve 7.126 proje de devam etmektedir. Bu bölgelerin kurulmasıyla daha önce şirket kurma imkânı bulunmayan öğretim üyelerimize, bunun yolu açılmış ve öğretim üyelerimizin bu bölgelerde Ar-Ge yaparak sahip oldukları bilgiyi ekonomimize kazandırma imkânı tanınmıştır. Bu çerçevede Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde öğretim üyelerimiz kurmuş oldukları 555 akademisyen firmasıyla Ar-Ge faaliyetlerini sürdürmektedir. Önümüzdeki günlerde kamu tarafından verilen bütün Ar-Ge destek mekanizmalarının ekonomik ve sosyal etkilerini ölçmek, bu çerçevede destek mekanizmalarını daha güçlü hale getirmek için Etki Analizi ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nı kurmayı planlamaktayız. Bilim ve Teknoloji Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak kurulacak bu daire aracılığıyla Ar-Ge Merkezleri, Teknoloji Geliştirme Bölgeleri ile diğer Ar-Ge ve inovasyon desteklerinin etki analizleri yapılarak ortaya çıkan sonuçlar doğrultusunda da bu mekanizmaların etkinlik ve derinlik kazandıracak yol haritası çizilmesi hedeflenmektedir.” 55 HAZİRAN 2014 HABERLER ASYA VERİMLİLİK TEŞKİLATI’NIN 56. YÖNETİM KURULU TOPLANTISI YAPILDI Asya Verimlilik Teşkilatı (AVT, Asian Productivity Organization) Yıllık Yönetim Kurulu Toplantısı 15-17 Nisan tarihlerinde üye ülkelerden 19’u ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA), Pan-Afrika Verimlilik Birliği (PAPA) ve Türkiye’nin gözlemci olarak katılımıyla Vietnam’ın Hanoi şehrinde gerçekleştirildi. AVT Vietnam Direktörü Dr. Ngo Quy Viet, Vietnam Bilim ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Tran Viet Thanh ve AVT Başkanı Yamaranz Erkhembayar (Moğolistan) tarafından yapılan açılış konuşmalarının ardından 2014/2015 dönemi için AVT Başkan ve Başkan Yardımcılığı seçimleri yapıldı. Başkanlığa Krishna Gyawalı (Nepal), Birinci Başkan Yardımcılığına Arif İbrahim (Pakistan) ve İkinci Başkan Yardımcılığına Margarita R. Songco 56 (Filipinler) seçildi. Geçmiş dönem faaliyetleri hakkında Genel Sekreter Mari Amano tarafından yıllık raporun sunulmasının ardından, gündem maddelerine 2013 mali yılı raporunun onaylanması, 2014 yılı denetçi seçimi, ulusal verimlilik merkezleri başkanlarının 54. toplantısı raporunun sunumu, AVT üyelik aidat hesaplama formülünün onaylanması, 2015-2016 dönemi taslak bütçesinin onaylanması ve üye ülke direktörlerinin bildirileriyle devam edildi. Toplantıya gözlemci statüsüyle katılım sağlayan ülkemizi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel Müdürü Anıl Yılmaz temsil etti. Gözlemcilere söz verilen bölümde Türkiye adına bir sunuş yapan Yılmaz tarafından, Türkiye’nin 2023 hedefleri ve bu doğrultuda son yıllarda sağlanan başarılar, önümüzdeki on yıla ilişkin ulusal politika ve stratejiler ile bu çerçevede verimliliğe dayalı kalkınmaya verilen önem anlatıldı. Ayrıca ülkemizde verimlilik alanında son bir yıl içindeki gelişmeler ve gerçekleştirilen çalışmalar sunularak, AVT ile işbirliği faaliyetleri ve tam üyeliğe ilişkin teknik hazırlıklar hakkında bilgi verildi. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin AVT ile işbirliğinin artırılarak sürdürülmesi konusunda kararlılığı ifade edildi. Ayrıca AVT Genel Sekreterliği ile gerçekleştirilen ikili toplantıyla Türkiye-AVT ilişkileri, üyelik öncesi muhtemel işbirliği yöntemleri, AVT verimlilik veri tabanına Türkiye verilerinin dâhil edilmesi konuları ayrıntılı olarak görüşüldü. HAZİRAN 2014 TEMİZ ÜRETİM (EKO - VERİMLİLİK) 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ DÜNYADA ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR Dünya Çevre Günü, Birleşmiş Milletler’in (BM) çevre alanında dünya çapındaki farkındalığı ve faaliyetleri desteklemek için temel araçlarından biridir. Çevre Günü, yıllar geçtikçe kamuya ulaşan daha geniş bir küresel platform haline gelmiş olup 100’den fazla ülkede paydaşlar tarafından kutlanmaktadır. Ayrıca, çevre için pozitif bir şeyler yapmak isteyen insanların da günü olan Çevre Günü, bireysel eylemlerin bir araya gelerek gezegen üzerinde artan pozitif etki yaratılmasını sağlamaktadır. BM desteği ile 2014 yılı, Gelişmekte Olan Küçük Ada Ülkeleri (GKAÜ) Uluslararası Yılı olarak belirlenmiştir. Dünya Çevre Günü, GKAÜ’nün geniş kapsamda iklim değişikliğini benimsemesini amaçlamaktadır. BM, 2014 Eylül ayında gerçekleştirilecek olan 3. Uluslararası GKAÜ Konferansı’na ivme kazandırmayı hedeflemektedir. BM aynı zamanda, GKAÜ’nün öneminin ve artan risklere ve hassasiyetlere karşı adaların korunması konusundaki aciliyetin daha fazla anlaşılmasını amaçlamaktadır. 2014 Dünya Çevre Günü’nün, adalarla dayanışma anlamında önemli bir çağrı fırsatı olacağı öngörülmektedir. Barbados Hükümeti ve BM Çevre Programı tarafından yapılan ortak bir bildiri doğrultusunda, Karayipler’de bir ada olan Barbados, 5 Haziran 2014 Dünya Çevre Günü kutlamalarına ev sahipliği yapacaktır. 430 km² alana ve 270.000 nüfusa sahip olan Barbados, tarımsal etkilerden kıyı ekosistemi yıkımına kadar iklim değişikliğinin etkilerine karşı yüksek derecede hassas bir adadır. Bu küçük ülke, iklim 57 HAZİRAN 2014 TEMİZ ÜRETİM (EKO - VERİMLİLİK) değişikliğinin etkilerini azaltmak ve vatandaşlarına temiz yenilenebilir enerji sağlamak için önemli adımlar atmaktadır. “Dünya Gezegeni, bizim paylaştığımız adadır, onu korumak için güçlerimizi bir araya getirelim” (Ban Ki-moon, BM Genel Sekreteri, 2014 Uluslararası GKAÜ Açılışı) Dünyada Çevre Günü Etkinlikleri… Avrupa, 2014 Dünya Çevre Günü İçin Çalışıyor Avrupa’da 2014 Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında, “Brüksel’de Yeşili Artır”, “Cenevre Ada Sergisi ve Yuvarlak Masası”, “Saraybosna Dünya Çevre Günü Forumu” gibi çeşitli etkinlikler yer almaktadır. Etkinliklerin tamamına http://unepineurope.org/ adresinden ulaşılabilir. Küçük Adalar İçin Bilgi ve İşbirliği Platformu GKAÜ Uluslararası Yılı nedeniyle ve GKAÜ ülkelerinin talebi üzerine, 10 Yıl Çerçeve Programı Sekreterliği ve GKAÜ ortakları, Küresel Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim Merkezi (Global SCP Clearinghouse) kapsamında, GKAÜ özelinde yeni bir bit topluluk oluşturmaktadır. Bu topluluğun açılışı, 2014 Eylül ayında gerçekleştirilecek olan 3. Uluslararası GKAÜ Konferansı’nda gerçekleştirilecektir. 58 Avustralya BM Kuruluşu: Dünya Çevre Günü Ödülleri Her yıl, Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında Avustralya BM Kuruluşu, Avustralya’da inovatif ve öne çıkan çevre programları ile çevre liderlerini, Dünya Çevre Günü Ödülleri ile ödüllendirmektedir. Her yıl verilen ulusal ödüller; doğal mirasın korunması, yönetilmesi ve yenilenmesi konusunda çalışan bireyleri, organizasyonları, işletmeleri, okulları, gazetecileri ve toplulukları aday göstermektedir. İklim Hareketinde Bir Işık Yak “BM İklim Değişikliği Sekreterliği Değişim İçin İvme” girişimi, 2014 yılında inovatif ve dönüşümcü iklim hareketine bir ışık yakmıştır. 31 Mart-23 Mayıs 2014 tarihleri arasında, iklim değişikliğini adres gösteren somut faaliyetlerde bulunan topluluklar, şehirler, işletmeler ve hükümetler faaliyetlerinin bu kapsamda “Fener Hareketi (Lighthouse Activity)” olarak tanınması için başvuruda bulunabilecektir. Sarasota Şehri Dünya Çevre Günü’nü Kutluyor Sarasota, BM Çevre Programı Kuzey Amerika Bölgesel Ofisi (UNEP RONA) tarafından, 2014 Dünya Çevre Günü için Kuzey Amerikalı resmi ev sahibi topluluk olarak belirlenmiştir. Sarasota’nın UNEP RONA tarafından ev sahibi olarak belirlenmesinin amacı, bölgenin çevresel olarak pozitif ve proaktif izleme kayıtlarıdır. 2014 Dünya Çevre Günü’nün teması olan GKAÜ kapsamında, kıyı bölgesi olan Sarasota da diğer küçük adalara benzer çevre zorluklarıyla karşı karşıyadır. Çevre ve Sürdürülebilirlik Üzerine Dünya Çevre Günü Konferansı - Tongji Üniversitesi, Şangay, Çin Çevre ve Sürdürülebilirlik Uluslararası Öğrenci Konferansı (ISCES), “Eko-Uygarlık ve Yeşil Kalkınma” temasıyla 5-10 Haziran 2014 tarihleri arasında Tongji Üniversitesi’nde gerçekleştirilecektir. ISCES, son üç yıldır her yıl, öğrenci toplulukları arasında sürdürülebilirlik alanında iyi uygulamaların ve fikirlerin yaygınlaştırılmasına katkı sağlamak amacıyla 40’ın üzerinde ülkeden yaklaşık 400 öğrenciyi bir araya getirmektedir. Dünya Çevre Günü Kapsamındaki Osaka Küresel Çevre Sempozyumu’nda İklim Değişikliği ve Atık Yönetimi Konusu Ele Alınacak Osaka, Haziran ayını “Osaka Şehri Çevre Ayı” olarak belirlemiş olup bu kapsamda çeşitli etkinlikler gerçekleştirilecektir. Osaka Şehri Çevre Ayının amacı, çevrenin korunmasına yönelik ilgi ve bilinç oluşturulmasıdır. Kaynak: http://www.unep.org/wed/ HAZİRAN 2014 SUMMARY Productivity Today the level of productivity is one of the most significant indicators of economic success of the countries and sustainable long term growth performance is possible with productivity growth in all areas. When international comparisons in productivity are evaluated, two important issues in our country’s productivity level are remarkable. One of the issue is the fact that Turkey’s productivity level is notably below the group of developed countries. When compared with OECD and EU countries, labour productivity in Turkey is 60 percentage of these countries average. In addition to this, the second issue is that when compared with the world in the last 20 years, the productivity growth rates of Turkey is high and Turkey is 40 percentage above the group of developing countries in 2011 although it was at the same productivity level with them in 1990. In the 10th Development Plan (2014-2018) there is an aim for bringing total factor productivity growth above long term average and sustainable productivity growth is required for reaching 2023 goals. of reaching humanistic and of high quality habitat considering sustainable local development and protection of architecture, natural & cultural values. Cittaslow movement argues that cities can grow up without harming the environment. At the same time, slow city modal is a good eco-tourism practice that gives contribution to local development. concept belongs to doctrines that reflect production relations in certain historical periods. At this stage, the distinction that needs to be realized is that although productivity has been important in all ages of human history, the meaning of productivity concept in economic life as we use today depends on social relations in certain periods. Cittaslow movement foresees sustainable (cleaner) production both in municipality services and production of local products and involves sustainable (cleaner) consumption by meeting demands of community in terms of local, environmentfriendly and ethical services and products. In this context, slow cities design cities as sustainable life platforms in accordance with modern, humanistic, ethical, environment-friendly Sustainable City Life and Development Model. Cittaslow movement, leader of ‘slow’ sustainable development at local scale against special differentiation at global scale, is not only a social movement but also a local governance model. Free time and productivity A modal of sustainable local development: ‘Cittaslow’ (slow city) and eco-tourism The concept of productivity: Comparison of classical and neo-classical perspectives Life quality in cities has become a contemporary problem of globalization with the high urbanization rate of the world population. In our day, people are in search of a more sustainable and humanistic environment in their cities. From this point of view, ‘cittaslow movement’, which involve sustainable consumption and production understanding in line with sustainable development, started in Italy with the aim With the acknowledgement of ‘economy doctrine is formed with social relations in which it has developed’, research considering social conditions and economy doctrine in which the term is developed is required for full comprehension of productivity concept. In fact, definition of economy and universalism of productivity perspective in economic doctrine through the human history is controversial. Alternatively, it is argued that productivity Productivity, simply defined as the ratio between input and output, expands in all areas. It is imposed that productivity approach is indispensable in sports, work, etc. The requirement for being productive is also considered in ‘free time’ concept. The purpose of this study, apart from the relationship between productivity and labour relations introduced by today’s production system, is to deal with the subject in a narrow perspective within the framework of Taylorism and Fordism. The relationship between productivity, Taylorism and Fordism and the power of this relationship in free time of the worker is discussed. In this context, the concepts of work and free time is analysed at first and then Taylorism and Fordism are evaluated in itself. From this point of view, the relationship of both production systems with productivity is emphasized and how free time concept is filled with productive motive is shown. Society has to classify time according to certain goals in order to realize production that is convenient with its general needs. Classification of time becomes more meaningful with development of production systems. Timely work becomes evident and differentiated from each other. 59 HAZİRAN 2014 SUMMARY In this regard, it becomes necessary to divide time into two parts as work and free time in order to carry out production and organize social life. As a result of division of time, various meanings and values are formed within the framework of production system that in power. Production system attributes importance to either work or free time on occasion. Productivity Management Productivity increase, which is the determinant and driving force of development, only takes place with longterm policies and rational, innovative and modern management practices. When economies of competitive countries are evaluated, it is seen that productivity increase and efficient use of resources have an important share in this success. In addition to this, after economic recessions and crisis experienced in Turkey in recent years, the importance of productivity at micro level(firms, institutions) and macro level (total factor productivity) is taken into consideration. Productivity management is simply carrying out planning, implementation, control and precaution activities for accomplishing the objectives of the enterprise in all processes. The purpose of productivity management is to optimize resources and potentials in order to reach planned output qualitatively and quantitatively. Productivity management requires a radical change in management approaches, processes and implementation, therefore sustainability and efficiency of productivity management depends on management of dynamic change process at corporate level. This 60 process of change diffuses in a broad area concerning quality and structure of the workforce, attitudes and values, motivation, training, technology and equipment, organizational processes, products, market and customer relations. In this sense, planning and coordination of the scale, speed, quality and the context of the change in organizational components are important. In fact, this change process gives contribution not only to productivity increase but also to formation of positive attitudes and culture in organization that help performance increase and change. Contemporary perspectives in resource productivity The impact of inefficient production systems and unsustainable consumption patterns on global environmental problems such as consumption of natural resources in unsustainable ways, decrease of biodiversity and climate change are searched out by scientific studies. Although life standards and level of welfare is high in developed countries, failure of people to access basic necessities as food and water in underdeveloped countries is an important problem in sustainable development goals concerning social equality and development level. For this reason, there is an urgent need for general review of both production and consumption patterns. Because of the fact that traditional production methods have become inefficient both in providing resource productivity and increasing environmental performance in the last years, there is a need for reconstruction of industry and development of sustainable business models. Apart from providing resources and bringing costs, environment is included as a factor in decision-making, production and service processes. Concepts of development and economic growth are redefined as a result of environmental constraints and scarce resources. In this framework, the relationship and interaction between economy and environment becomes a driving force for providing low-carbon and resource productive green growth with more sustainable production systems. Corporate image, productivity and efforts for image creation Productivity, which comes out as a result of individuals’ interests, skills and will to work, is considerably important in reaching corporate goals. Therefore, human resources is a basic factor in productivity concept. It is assumed that positive corporate image increases individuals’ will to work. Positive corporate image ensures job satisfaction and motivation among employees. Employees keep on working in their jobs and think of ways to give more contribution to their corporations. In our day, productivity perspective aims for increasing product and service quality, protecting environment, providing optimal living and working conditions to employees and increasing production output per input unit. This perspective is important in terms of corporate image as well. Positive corporate image brings qualified workforce, motivation and increase in market share to enterprises. Productivity is a basic goal for businesses for their sustainability, competitive power and protection of corporate image. HAZİRAN 2014 Policy making in productivity area I Multidimensionality of productivity and its’ ‘outcome’ characteristic determined by direct and indirect practices that affect production relations pave the way for tendencies in terms of not considering it as a policy area. According to this tendencies, taking productivity as a basic performance indicator rather than a policy area provides more healthier results. As a matter of fact, none of the problems in productivity which are open to analysis is related with the term on its own, and all of the problems under this classification can be handled in various policy areas as well. As it is seen, unlike other areas, productivity area is devoid of autonomy in terms of building policies on its own. Starting from this point of view, it would be impatient to reach the conclusions as ‘policy development is not possible in productivity’ or ‘there cannot be productivity policy’. In spite of its multidimensionality and outcome indicator characteristics, analyzing the problems affecting productivity level at country scale(or region, sector), determining interactions of these problems with other policy areas and developing productivity increase policies involving all related areas at macro level are possible. A body of decisions that direct and shape related policy areas in accordance with productivity increase motivation can be constructed under productivity policies heading. 61 HAZİRAN 2014 SANAYİ GÖSTERGELERİ / INDUSTRY INDICATORS Sanayi Üretim Endeksi (2010 Ort.=100) - İmalat Sanayi Üretim Endeksi (2010 Ort.=100) Industrial Production Index (2010 Avg.=100) - Manufacturing Industry Production Index (2010 Avg.=100) 140 130,6 135 130 126,2 126,3 122,6 125 113,3 120 115 110,5 113,0 127,0 114,4 124,8 109,8 123,9 102,1 110 100,0 105 100,0 100 98,5 120,9 113,9 112,9 111,7 109,2 110,1 93,7 95 88,6 98,9 87,4 90 99,1 100,0 98,3 92,4 85 Sanayi Üre m Endeksi Industrial Produc on Index 87,3 86,1 80 İmalat Sanayi Üre m Endeksi Manufacturing Industry Produc on Index 75 70 Kaynak: TÜİK - Source: TURKSTAT İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (%) Capacity Utilization Rate of Manufacturing Industry (%) 77,0 76,4 76,0 76,0 75,4 75,3 75,5 75,5 75,6 75,4 75,0 74,4 74,2 73,9 74,0 73,3 73,0 73,1 72,5 72,0 71,0 70,0 2012 2011 2010 Ortalama Ortalama Ortalama 2010 Average 62 2011 Average 2012 Average Haziran 2013 Temmuz 2013 Ağustos 2013 June 2013 July 2013 August 2013 Eylül 2013 Ekim 2013 Kasım 2013 Aralık 2013 September October November December 2013 2013 2013 2013 Kaynak: Merkez Bankası - Source: Central Bank of The Republic of Turkey Ocak 2014 Şubat 2014 Mart 2014 Nisan 2014 January 2014 February 2014 March 2014 April 2014 HAZİRAN 2014 BİLİM VE TEKNOLOJİ GÖSTERGELERİ / SCIENCE and TECHNOLOGY INDICATORS Türkiye ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde 1000 Çalışan Başına Araştırmacı Sayısı (Tam zaman eşdeğeri) (2012) Total R&D Personnel Per Thousand Total Employment in Turkey and Selected OECD Countries (Full time equivalent) (2012) Türkiye ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde Toplam Araştırmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı (Tam zaman eşdeğeri) (2012) Total R&D Personnel Annual Growth Rate in Turkey and Selected OECD Countries (Full time equivalent) (2012) 1000 Çalışan Başına Araş rmacı Sayısı Total ResearchersPer Thousand Total Employment Araş rmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı Total Researchers Compound Annual Growth Rate 18,0 90,0% 16,0 80,0% 14,0 70,0% 12,0 60,0% 10,0 50,0% 8,0 40,0% 6,0 30,0% 4,0 20,0% 2,0 10,0% 0,0 0,0% -10,0% Yunanistan Greece Türkiye Turkey Slovak Cumhuriye Slovak Republic Portekiz Portugal Polonya Poland Meksika Mexico Macaristan Hungary Kore Korea Kanada Canada Japonya Japan İtalya Italy İspanya Spain İrlanda Ireland İngiltere United Kingdom Hollanda Netherlands Fransa France Çek Cumhuriye Czech Republic Belçika Belgium Avrupa Birliği (27 Toplam) EU27 total Almanya Germany -2,0 Kaynak: TÜİK, OECD MSTI -Source: TURKSTAT, OECD MSTI Türkiye' de ve Seçilmiş OECD Ülkelerinde Toplam Araştırmacı Sayısı (Tam zaman eşdeğeri) (2002 - 2012) Total R&D personnel in selected OECD Countries and Turkey (Full time equivalent) (2002 - 2012) Türkiye' de Araştırmacı Sayısı Yıllık Büyüme Oranı (Tam zaman eşdeğeri) (2012) Total R&D Personnel Annual Growth Rate in Turkey (Full time equivalent) (2012) 800.000 40,0% Japonya - Japan 700.000 35,0% Almanya Germany 600.000 30,0% 500.000 25,0% 400.000 20,0% 300.000 15,0% Kore - Korea İngiltere - United Kingdom İspanya - Spain Türkiye - Turkey Meksika - Mexico 10,0% 200.000 Macaristan Hungary 5,0% 100.000 0,0% 0 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Kaynak: TÜİK, OECD MSTI - Source: TURKSTAT, OECD MSTI 2008 2009 2010 2011 2012 Türkiye Yıllık Büyüme Oranı Annual Growth Rate of Turkey 63 HAZİRAN 2014 ULUSAL VE ULUSLARARASI VERİMLİLİK İSTATİSTİKLERİ NATIONAL and INTERNATIONAL PRODUCTIVITY STATISTICS İmalat Sanayi Verimlilik Değişimleri (Yıllık ve Üç Aylık) ve Üç Aylık için Eğilimler Productivity Changes in Manufacturing Industry (Annually and Quarterly) and Trends for Quarterly Data 120 115 110 105 100 95 90 85 80 75 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 4.Ç - Q4 3.Ç - Q3 2.Ç - Q2 1.Ç - Q1 70 2013 Yıllık Çalışan Kişi Başına Katma Değer Endeksi (2005=100) / Annual Value Added Per Person Worked Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2010 Ort.=100) / Quarterly Index of Manufacturing Produc on Per Person Worked Eğilim; Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2005 1.Ç-2008 2.Ç) / Trend; Quarterly Index of Manufacturing Produc n Per Person Worked (2005 1.Q-2008 2.Q) Eğilim; Üç Aylık İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üre m Endeksi (2009 1.Ç-2013 4.Ç) / Trend; Quarterly Index of Manufacturing Produc on Per Person Worked (2009 1.Q-2013 4.Q) Kaynak: Türkiye Ulusal Verimlilik İsta s kleri ve EUROSTAT - Source: Na onal Produc vity Sta s cs of Turkey and EUROSTAT 16% 120,00 14% 100,00 12% 80,00 10% 8% 60,00 6% 40,00 4% 20,00 2% 0,00 - 0% -20,00 İmalat Sanayi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi İsveç-Sweden Finlandiya-,Finland TÜRKİYE-Turkey Almanya-Germany Lüksemburg-Luxembourg Avusturya-Austria Fransa-France Malta-Malta İspanya-Spain Macaristan-Hungary Portekiz-Portugal Letonya-Latvia Polonya-Poland Bulgaristan-Bulgaria Romanya-Romania Litvanya-Lithuania Estonya-Estonia -2% Ortalama Yıllık Verimlilik Değişim Oranları (2005 Ort. 2013 Ort.) / Average Rate of Annual Productivity Change (2005 Ave. - 2013 Ave.) 18% 140,00 Makedonya-Macedonia İmalat Sanayi Son Dört Çeyrek (2013 I-2013 IV) Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi (2010 Ort.=100) Ortalamaları / Manufacturing Industry Index of Production Per Person Employed Average of Last Four Quarters (2013 I 2013 IV) (2010 Ave.=100) Seçilmiş Avrupa Ülkeleri Son Dört Çeyrek Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi Ortalaması ve Ortalama Yıllık Değişim Oranları Index of Production Per Person Employed; Average of Last Four Quarters and Annual Average Rate of Growth For Selected European Countries İmalat Sanayi Ortalama Yıllık Verimlilik Değişim Oranı Kaynak: Türkiye Ulusal Verimlilik İsta s kleri ve EUROSTAT - Source: Na onal Produc vity Sta s cs of Turkey and EUROSTAT 64