“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ” Mustafa Elbir
Transkript
“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ” Mustafa Elbir
“DEV EKRANIN MİNİK İZLEYİCİLERİ” Mustafa Elbir Özet Bu çalışmada, televizyonun çocuk izleyicilerin yaşamındaki yeri incelenmektedir. Toplumsal ve teknolojik değişimin belirgin birçok yansıması aile hayatında gözlenir. Devrim niteliğindeki kimi teknolojik değişimler aile içinde rollerin yeniden dağıtılmasını sağlarken, gelişkin araçlar bazı rolleri aile bireylerinden daha çok üstlenmeye başlar fark edilmeden. Toplumsal yaşamdaki değişiklikler, çalışma hayatı, metropollerde trafik ve daha da uzayan ulaşım zamanları, aile bireylerinin toplam birliktelik zamanını kısıtlayan her şey, oluşan boşluk ve bu boşluğu özellikle çocuklar için en kolay dolduran başköşe oyuncumuz; televizyon. Ekonomik ve toplumsal alt yapı koşulları ile belirlenen üst yapının alt yapıya etki etmesi; boş zamanı doldurmak için kullanılan televizyonun bütün ev zamanımızı planlaması. Sadece yalnızların değil, kalabalıkların ve daha kalabalıkların, dağınık toplulukların en yüksek tonda konuşan aktörüdür televizyon. Sadece izlendiği anda değil, bireyler ve topluluklar üzerinde yarattığı etkiyle sonrasında, daha sonrasında varlığını tekrar eden bir yapısı vardır. Bu çalışmada; televizyonun dev dünyasının genel anlamda sosyalleşme etkisi ve özel olarak da küçük insanların sosyal gelişim ve ilişkilerine yansı319 masının araştırılması hedeflenmiştir. 6-11 yaş grubu çocukların çevrelerini algılamasında televizyonun zaman zaman aile bireyleri ya da arkadaşlar kadar etkili olduğu söylenebilir. Giriş Modern toplum ve çalışma hayatı bireyi, önceki dönemlere kıyasla sosyal anlamda zayıflattı. Zorlu çalışma koşulları yan yana çalışan yüzlerce insanın birbirini görmeden işlerine odaklanmalarını zorunlu kıldı. Bazı iş sözleşmelerinde açıkça çalışanların çalışma saatlerinde birbirleri ile konuşmamaları işe alma ön şartı olarak belirtiliyor. Bireyi çevreleyen sosyal kurumların kimi yok oldu, kimi zayıfladı kimi de işlerini farklı kurumlara devretti. Geleneksel toplumda kişiler yoluyla karşılanan birçok ihtiyaç, modern toplumun kentsel yaşamında ücretli hale getirilip profesyonelleştiriliyor. Geleneksel toplumda köyün bilgesine sorulan her sorunun modern toplumda mesleki muhatabı ve de danışma ücreti var. Gelişen bilişim teknolojileri ise kimi işlevleri kendi karşılamaya başladı. Bu kullanım kolaylığı ve ucuzluğu açısından birey lehine bir gelişme gibi görülebilir ya da bireyselleşme adına dev bir adımdır denilebilir. Teknolojinin toplumsalın dönüşmesine olan etkileri sürecin keskin gerçekleri; dönemin tamamına birden “modern” dense de modern dönemin bir yerinde yaşama formu keskin bir değişime uğramıştır ve bir daha eskisi gibi olamayacak sıçramalarla değişmeye devam etmektedir. Televizyondan sonrası, televizyondan öncesinden tamamen farklıdır. İnternetten sonrası, internet öncesi döneme göre bambaşkadır. Öyle ki internet sunduğu kimi kolaylıklarla kimi mesleklerin yok oluşunu hazırlamış, insanlık tarihinde bambaşka bir dönem başlatmış, gündelik yaşamı bir daha asla eskisi gibi yaşanmayacak formlara sokmuştur. Çağımızın, iletişim çağı olduğu klişesi hemen her yerde karşımıza çıkıyor. İletişim çağında yeni iletişim olanakları başka başka dönemlerin başlama alt yapısıdır. Bir dönem olarak modern zaman çok geniş bir aralığı kapsar. Tüm bu aralık, sadece “modern” sıfatı ile nitelendirilmemelidir. Modern kendinden öncekine göre modern, ancak modernizmin içindeki özellikle son 60 yıllık dönemde her 10 yıllık kesitler de en az modernizm öncesi dönem kadar kesin ve büyük farklılıklar içeriyor. Her 10 yıllık dönem, kendinden önceki 10 yılı de-modernize etmiştir. Yeni bir üretim tarzı oluşturamadığı için de döneme yeni ad verilme gereği duyulmamıştır. Ancak oluşan yeni tüketim tarzları göz ardı edilmemelidir. Karşıtlar arası ilişki iyi düşünülüp, “değişen tüketim tarzı üretim ilişkilerine nasıl etki 320 etmiştir” i analiz etmek gerekir. Oluşan üst yapının alt yapıya çok derin müdahaleleri, dönemin değişen karakterinin en güçlü nedeni olmuştur. Bireylerin çalışma hayatı içinde koşturmaları, sosyal yaşamlarının büyük bir yoğunluk içinde fakirleşmesi dönemi, insanlık tarihi içinde modernizmden ya da modernizm içinde belli bir süreçten ibaret değildir. İnsanın belli, rutin bir yoğunluk içinde, doğasından kopuşu modernizmle başlamıştır denilebilir. Doğasından kopan insanın bu zaafını kullanmak ise ona “yeni doğalar” biçebileceğini, satabileceğini planlayan modernizmin başka bir dönemidir. Kapitalist üretimin geçerli olduğu sistemlerde toplum üyeleri, günlük etkinlikleriyle, iki süreci eşzamanlı olarak ortaya çıkarırlar: kendi etkinliklerinin biçimini yeniden üretirler ve maddi koşulları ilk başta karşıladıkları bu etkinlik biçimine dönüştürürler. Fakat ortaya çıkardıkları bu süreçlerin farkında değildirler; kendi etkinlikleri onlara şeffaf değildir. Kendi etkinliklerinin, kontrollerinin ötesindeki doğal koşullara bir yanıt olduğu yanılsaması içindedirler ve kendilerinin bu koşulların aktörleri olduğunu görmezler. Kapitalist ideolojinin görevi, insanların kendi etkinliklerinin günlük yaşam biçimlerini yeniden ürettiğini görmelerini engelleyen bu gizi devam ettirmektir. Günlük yaşam, kapitalizm altında, toplumsal etkinliğin kapitalist biçimini yeniden üreten ve onu genişleten etkinliklerin bileşiminden oluşur. Bir ücret için iş-zamanının satılması, mallarda iş-zamanının cisimleşmesi, cismani veya cismani-olmayan malların tüketilmesi– günlük yaşamı, kapitalizm altında, karakterize eden bu etkinlikler ne “insan doğasının” göstergeleridirler, ne de kendi kontrolleri dışındaki güçler tarafından insanlara zorla kabul ettiril mişlerdir.1 Sosyal hayatını bu sistematik koşuşturmaya kurban eden modern birey bu fakirliğini ailesine taşımaya başlamıştır. 3 yaşındaki bir çocuk, çalışma hayatının herhangi bir yerinde değildir ve çalışma hayatına dahil olması için en az 15–18 yılı vardır. Fakat anne ve babası çalışan çocuk bir anlamda bu hayatın içine doğar. Annesinin 16 haftalık doğum izninin bitmesi sonrası çalışma koşullarının acımasızlığı ile tanışır bebek. Aslında anne karnında da çalışma hayatına göbekten bağlanmış durumdadır. Bu en çok ihtiyaç duyduğu dönemde anne ve babasını ücret karşılığı ödünç vermiştir. Sosyal yapısı gereği ihtiyaç duyduğu anne - baba gereksinimini bir şekilde doldurmak zorundadır. 1- Freddy Perlman, Günlük yaşamın yeniden üretimi, Çev: Necmi Aydemir/ Sezgin Ata 1969/ http://yabanil.net/gunluk-yasamin-yeniden-uretimi erişim tarihi 03/08/2011 321 Modernizmin bu televizyonla yaşanılan döneminde bireylerin ve ailelerin kabukları çok kalınlaşmış ve dışa kapalı hale gelmişlerdir. Görünüm olarak bireyler birbirlerine geleneksel toplumda olduğundan çok daha yakındırlar. Geleneksel toplumda insanlar, metroda oturdukları şekliyle yan yana otursalar, en azından ülkemizde, onların eş ya da akraba olduğu düşünülür. Geleneksel toplumlarda misafirliğe gidilen evde bile böyle bir fiziksel yakınlaşma yoktur. Ancak görüntüdeki yakınlaşma, modern toplumun en büyük çelişkisidir. Görünen kalabalık ve yakınlık modernitenin en şatafatlı yalanıdır aslında. Yan yanalık, zorundalıktan başka bir şey değildir artık. Zorundalık bittiği anda yanyanalık da sona erecektir. Zorunlu yanyanalığı sona erdirme noktasına kadar adeta bir geri sayım halindedir bireyler. İnilecek istasyona kadardır koltuk paylaşımı. Yan yana ve yakın görünen insanlar arasında derin uçurumlar vardır. Modern toplumda bireylerin kabukları daha önce hiç olmadığı kadar kalındır. Aynı vagonun içine sığmış yüzlerce insan, aynı metrekare içine sığışmış ve birbiriyle fiziksel temas halinde bulunan insanların arasında bir sosyal bağ yoktur. Öyle ki bu yaşam tipi sosyal ilişki kurmamak üzerine tasarlanmıştır. Birbirini duymamak üzere kullanılan kulaklık radyolar, FM radyonun çekmediği metroda internet üzerinden radyo, internetin de koptuğu tünelde mp3 çalarlar, birbirini görmemek ve başka şey görmek üzere kullanılan taşınabilir video oynatıcılar, gitgide küçülen ve mobilize olmak adına neredeyse tek elle kullanılabilir hale getirilmiş ve hareket halinde internete bağlanabilen mini bilgisayarlar… Yan yana bulunduğu yüzlerce insanın hiçbirini; en basitinden selamlaşma türünde bir sosyal ilişkiye bile dahil etmeyen birey ve o anda kilometrelerce uzaklıktaki bir başkasıyla canlı olarak kurulmaya çalışılan sanal ilişki. Tüm bu mobilize ve kişiselleştirilmiş araçlar bireyin gözünden kalabalığı uzaklaştırmak ama en büyük gerçekliği olan yalnızlığın da sessizliğini kırmak üzere tasarlanmıştır. Ve yalnızlığın zırhı gibi çalışırlar ki etraftaki kimse yalnızlığını bozmasın. Dışarıdaki hiçbir sesi duyurmayacak kadar kulakları iyi tıkayan kulaklıklar, dışarıdaki ışığı göstermeyen gözlük-ekranlar, interaktif yazılımlar, her hareketi insan tarafından yönlendirilen karakterlerin dolaştığı bilgisayar oyunları. Bireyin etrafında gerçek anlamda insan olmasa bile birey yalnız değildir. Burada yalnızlık unutturan araçları ile hareket halindeyken bile birey pazar haline gelmiştir ve bu hale gelmek için para harcamıştır, güncel kalmak için de harcamaya devam edecektir. 322 Kapitalizm, bireyin emek gücüne göz dikip onu mümkün olduğunca çok çalıştırırken, boş zamanının da kıymetli bir meta olabileceğini keşfetti. Bu keşif, bireyin boş zamanının yeni bir pazar olduğunun da keşfi oldu. Boş zamanını yaşamakta olan birey artık kapitalizm için tezgâhın diğer tarafına geçmiş ve müşteri olmuştur. Bu zamanı planlama ve yaşama etkinliği bireyin kendi keyfine bırakılamaz. Sistem artık müşteri olarak gördüğü bireyden, bu boşlukta nasıl yararlanacağını kurmaktadır. Boş zamanında yiyeceği, alacağı, yapacağı şeyler onun için düşünülür ve reklâm metinlerinde menü olarak kendisine sunulur. Özünde bireyi tekleştiren ve yalnızlaştıran sermayenin pazarlama stratejisidir. Yalnız adacıklardan oluşan bireylerin daha iyi birer pazarcık olabilmelerinin keşfi. Ortak kullanım parçalandığı oranda daha çok ürün satılabileceği gerçeği. Önce aileyi kurmaya teşvik edip, sonra aileyi odalara dağıtmak gibi. Güçlenen birey vurgusu özünde bireyi güçlendirmiyor aksine yalnızlaştırıp güçsüzleştiriyor. Güçsüz ve bağımlı bireyler eksikliklerini tüketerek ve sahip olarak kapatıyor. Sınırsız bireyselleşme bireyi de sınırsız bir pazar haline getiriyor. Oturma odası için bir televizyon alanın yan odasında hala bir televizyon yoksa hala aç ve eksiği olan tüketici sayılabilir, daha sonra mutfağa ve çocuk odasına televizyonlar alabilir. Evindeki televizyon ihtiyacını karşılamış birey için taşınabilir televizyonlar, taşınabilir DVD oynatıcılar hala doyurulmamış ihtiyaçlardır. Bu araçlar sayesinde sistem, bireyi istediği yola sokar. İşinden evine 2 saatte giden kişi artık bu 2 saati kabullenmiştir ve yalnızlık araçları ile o 2 saati hissedilmez hale getirmeye hazırdır. Bir anlamda günümüzde modern zamanın afyonu haline gelmiştir; yalnızlık saklayan mobilize araçlar. Kaçınılmaz olan 2 saatlik zorundalıktan zevk almaya çalışmaktadır birey. Günümüz kent ve çalışma hayatı bireylerin zamanının büyük çoğunluğunu almaktadır. Ebeveynler çocuklarıyla yeterince vakit geçirememekte, birlikte geçirilen zamanlarda ise televizyon baş aktör konumundadır. Bu çerçevede temel varsayımım günümüz toplumunda televizyon 6-11 yaş gurubu çocukların sosyalleşmesinde son derece etkili olduğudur. Çalışmamız boyunca iletişim araçlarının, özellikle televizyonun toplumsal hayata entegrasyonunu ve tüm bu toplumsal süreç içerisinde ilişkilere etkisini irdelemeye çalışacağız. İnsan nesilleri için yaşamı ve ilişkileri bir daha eskisi gibi olamayacak şekilde nasıl kökten değiştirdiğini anlatmaya çalışacağız. 323 Foucault, kapitalist ülkelerin insanlara "rahatlık" verirken "özgürlüğü” geri aldığını söyler.2 Anlatmak istediği öz, sistemin karşılıksız olarak hiçbir şey vermeyeceği gerçeğidir. Çocuklara ev içinde sınırsız eğlence imkânı sunan televizyonun onlardan neleri aldığına bakmak gerekir. Televizyon psikolojik ve fiziksel olarak kendi neslini yaratmıştır. Tüm gün hareketsiz duran, kimseyle konuşmayan, tek noktaya odaklanmış, pek güneş görmeyen kapalı mekân çocukları. Televizyonun reklâmını yaptığı ürünlerle beslenen, fiziksel açıdan orantısız gelişmiş insan yavruları. Çocuklara eğlence aracı veren kapitalizm onlardan önceki neslin bildiği çocuk olma kavramını alıyor. Sistem, çocuk doğası dediğimiz şeyi değiştirip daha durağan ve büyükler için zahmetsiz sayılabilecek bir şekle sokuyor. Çocuk olma özgürlüğü, çocuk için çok da anlamı olamayacak bir şeye tercih ediliyor. Çocuklar, bir önceki neslin eğlenceli saydığı ve çocukluğun en keyifli anlarını yaşatan birçok oyunu ve aktiviteyi tanımadan farklı bir büyüme deneyiminden geçiyorlar. Televizyon 1930’larda yayına başlayan titrek ve parazitli aygıttan çok farklı bir konuma gelmiştir. Kendi içinde dönemler yaşayan televizyon sürekli gelişmiştir. Birçok teknolojik aygıt yerine keşfedilenlerle tarihin çöplüğüne gömülürken, televizyon, eski televizyonu çöpe attırıp yeni televizyon aldırarak yoluna devam etmiştir. Kendisinden çok daha sonra keşfedilmiş aygıtlar bugün hatırlanmasa da televizyon hala televizyon olarak yaşama devam ediyor. Çevresindeki her şeyi yutan bir dev gibi televizyon için üretilen yardımcı ekipmanları da bir bir kendi varlığına özellik sıfatıyla katmayı başarmıştır. DVD, uydu alıcısı, USB, DIV-X oynatıcılar artık televizyonların büyük ekstra ödemeler gerektirmeyecek özellikleri konumundadır. Uzun zaman boyunca televizyonun varlığını tehdit edebilecek bilgisayarın, PC formuna kavuşup evlere girmesi ile televizyonun yerini alabileceği düşünülmüştür. Ancak internet özelliğini, internetli TV ve bir klavye ile alan televizyon, IP TV olarak da internet üzerindeki videoların kullanımını çok daha pratik hale getirmiştir. Ayrıca oyun konsolları sayesinde hala bilgisayara ciddi bir alternatif olacağını gösteriyor. Media Center ya da Shuttle denilen televizyon yanına konulan minik bilgisayarlar ise televizyonun bilgisayarla işbirliği halinde de çalışabileceklerini gösteriyor. Bu birliktelik için bilgisayar, televizyon yanına yakışacak boyuta ve siyah, parlak televizyon tarzı bir görünüme bürünmüştür. 2-Tekelioğlu,Orhan, Foucault Sosyolojisi,Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1999.ss.24 324 Televizyon hem içerik hem de teknoloji olarak sürekli eğlenceli olma iddiasını sürdürmüştür. Kendi dünyası içinde, eğlence yeterliği açısından getirilen eleştirilere karşılık daha çok eğlence yolu kullanarak eleştiriyi anlamsız kılmıştır. Eleştiriden akademik eleştirilerin anlaşılmaması gerekiyor, sıradan insanların içerik adına küçük beklentilerinin karşılanması, beklentilerin televizyon tarafından giderilmesi söz konusudur. Ayrıca bir aygıt olarak televizyon alınıp-satılma dinamizmini yıllar boyunca hiç kaybetmedi ve bu yüzden de bir ikon olarak kapitalizm, televizyonu sürekli kullanarak vitrinlerin en güzel yerine koymaya devam etti. Market kataloğunda ya da teknoloji marketi dergisinde, internet sitelerinin web sayfalarındaki duyurularında ön planda daima bir televizyon reklâmı vardır. 1980'li yıllarda artık, “Türkiye toplumunun en azından bir kısmı telefona, düdüklü tencereye, televizyona, radyoya, pikaplara, daktilolara alışmış; bu bağlamda teknolojilerle kurulan mesafeli ve ürkek ilişki ritüelleşmiş gündelik alışkanlıklara, beğenilerin cisimlenişleri olarak toplumsal alanda, aktörlerin birbirlerinden farklılıklarını yaratan 'şey'ler olmaya başlamışlardı”3 Ben çocukken önce büyük televizyon alma hayali kurduk, siyah beyaz televizyonumuz 37 ekrandı çünkü. Büyük televizyon aldıktan sonra yıllarca renkli televizyon almayı bekledik. Bu arada ikinci televizyon kanalı olan TRT 2 yayına başlamıştı ve biz VHF bandı olmayan televizyonumuzdan bu yayını takip edemiyorduk. Renkli televizyon almak için renklerden daha fazla nedenimiz vardı. Renkli televizyon birden fazla kanal gösterecekti. Renkli televizyondan sonra uzaktan kumandalı renkli televizyon alamadığımız için üzülmeye başladık. Artık TRT’nin dışında STAR BOX diye özel bir televizyon kanalı vardı. Onu izlerken diğer kanalda ne olduğunu merak ediyorduk. Kısa zamanda kanal değiştirmekten kumandasız renkli televizyonumuzun düğmeleri bozulmuştu. Üniversite yıllarımda evimde uzaktan kumandalı renkli televizyonum vardı ama hep büyük ekran uzaktan kumandalı renkli televizyon hayali kurdum. Çalışmaya başlayınca uzaktan kumandalı renkli büyük ekran televizyon aldım. Sonra plazmalar çıktı. Düşük çözünürlüklü plazma alma hayali kurarken HD Ready plazmalar çıktı. HD Ready plazma aldıktan sonra, Full HD plazmalar çıktı. Onu alamadığımıza üzülürken LCD 3- Çelik , Burçe, 80 Sonrası Türkiye 'sinde İletişim Teknolojileri ve Liberal Demokrasi Türkoğlu, Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür, Urban yay. 2009, İstanbul.s.305. 325 teknolojisi plazma teknolojisini geçip enerji tüketimi 100 wattın altında yüksek kontrast oranlı olanlarını çıkardı. Gidip bir tane düşük elektrik tüketimli LCD aldık ama çok geçmeden 3D televizyonlar çıktı. Hala gittiğimiz mağazalarda 3D LCD televizyonları inceliyorduk ki, 3D televizyonların gözlüksüz kullanılan 500Hz olanları çıktı. Televizyon alma serüvenimiz doğduğumdan beri hiç bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor. Teknoloji dünyasında televizyona rakip olabilecek, bu kadar hızlı kendini yenileyen cep telefonu ya da bilgisayardan başka rakip ürün yoktur. Tüm bu hızlı ilerlemeye rağmen anneannem 1978 de aldıkları siyah beyaz televizyondan hala haberleri izleyip, birkaç dizi seyrederek televizyon tüketicisi olma ortaklığında rolünün gereğini yapabiliyor. En çok da bu özelliği nedeniyle; kolay ulaşılabilir olduğu için televizyon toplumun en geniş kesişim alanını oluşturuyor. Liberal bakışa göre, televizyon demokratik özgürleşmenin bir sembolü olarak görülmektedir: “1990'lardan sonra medya kültürünü belirleyen özel televizyonlar bir tür baskılanmış 'ötekiliğin' temsiline, mahremin duvarının yıkılarak ortaya konmaya çabalanan bireysel arzuların dillendirilmesine, bireyselleşmeye ve kimlik politikaları üzerinden kolektifleşmeye yol veren 'şey'ler olarak sayılabilir. Bu bağlamda da, özgürleşmenin, kendini arzu ettiği biçimde gerçekleştirmenin ve bir tür eşitliğin ve çoğulluğun (daha geniş kesimlerin teknoloji deneyiminin içinde yer alması, toplumsal alanda verilen kendini farklılaştırma mücadelesine, elitizmin ötekileştirdiği şehre kırsaldan göç edenin, İslamcının, alt gelir gruplarının katılması bağlamında) alanları olarak düşünülebilir teknolojiler.4 Öte yandan, eleştirel sosyal teoriye göre ekonomik sınıflar, yaşanılan mekanlar ve statü farkı nedeniyle günlük yaşamda birbirine sürekli teğet geçen gurupların en geniş kesişim alanını oluşturan televizyon gelişimi ekonomi-politik sistem analizinden bağımsız ele alınamayacağı gibi, kültürel yapıdan da bağımsız olarak ele alınmamalıdır. 4- Çelik , Burçe, 80 Sonrası Türkiye 'sinde İletişim Teknolojileri ve Liberal Demokrasi ,Türkoğlu , Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür, Urban yay. 2009, İstanbul.s.307 326 1. TELEVİZYON ve TOPLUMSAL YAŞAMIN DÖNÜŞÜMÜ TELEVİZYONUN YAYGINLAŞMA SÜRECİ İlk televizyon 1923 yılında James Jargeson tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edilmiş olsa da televizyonun bu hale gelmesine öncülük eden teknolojik gelişmeler, sosyal kimliğini kazanmadan önceki televizyon varoluşunu hazırlar. Kimi teknolojik açıdan, kimi mümkün olabilirlik düşüncesini geliştirmesi açısından kimi de aşamalı gelişimde televizyonun evrimine basamak oluşturacak şekilde televizyona alt yapı oluşturmuş bir dizi buluş. Bu şekilde elektrik, telgraf, fotoğraf, sinema ve radyodaki icatların bileşimine ve gelişmelerle televizyonun icadının alt yapısı ve kullanımının toplumsal tabanı hazırlanmış oldu. Ancak, tüm icatlardan daha hızlı bir şekilde dünyaya yayılmış, görüntüler sayesinde radyoya göre çok daha fazla enformasyon içermesi, gazeteye göre de anlaması daha kolay olup, izlemek için yüksek bir eğitim, okuryazarlık gerektirmediğinden kısa zamanda kitle iletişiminin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir.5 Modern dünyada iletişimsizliği mümkün kılan kitlesel araçlar içinde televizyon, gerek kullanım kolaylığı gerek seçeneklerinin fazlalığı ve gerekse teknolojisi ile bugün tartışılamayacak oranda en çok ve sıklıkla tercih edilen araç durumundadır. Sesi ve görüntüyü anında ve eşzamanlı olarak iletme üstünlüğü ile izleyicilerin zamana, mekâna ve olayın oluş biçimine tüm boyutuyla görgü tanıklığı yapma imkânı sunan televizyonun, aynı zamanda bireyin tanık olduklarıyla yaşama ve içinde bulunduğu sosyal sisteme ilişkin genel anlamda kanaat oluşturmasında da etkili olduğu görüşü yaygın bir görüştür. Kitle iletişim araçlarıyla ilgili araştırmalarda televizyonun etkileri üzerine yapılan çalışmalar önemli bir yer tutar. Bu kısa tarihle televizyon sıradan insanın dünyasına hazır hale geldi. Keşfedildiği ilk dönemde soluk ve titrek ışıklarla belli belirsiz görüntü arasında emekleyerek bir şeyler anlatma çabasındaki televizyonun, toparlandıktan sonra toplumsal hayata girişi hızlı oldu. İlk yayın BBC'den Baird 'in ilk ilkel TV'yi icat ettiği dönemde, BBC gibi yayıncılar radyoya odaklanmıştı. BBC'nin TV yayıncılığına geçişi, 1929'da sınırlı bir kitleye ulaşan ilk deneme yayınıyla başladı. Günde iki yayın kuşağında hizmet vermeye başlayan BBC 5- Condry, J. 1989 s.2 den aktaran Gülten Treske, Türkoğlu Nurçay (Ed), Medya Okuryazarlığı, İstanbul: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul 2006 s.10 327 televizyonu, ilk kuşakta haber, ikinci kuşakta ise müzik yayını veriyordu. Baird televizyondan sonra infrared ışınlar üzerinde de çalışmalar yaptı. 1930'ların başında televizyon elektronik eşya olarak satılmaya ve geniş kitlelere hitap etmeye başladı. Örneğin 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya'da evlerdeki televizyonlardan izlendi. 1940'larda renkli televizyon çalışmaları hız kazandı. 1950'lerde ABD'de ilk renkli televizyon satışa çıktı, ancak renkli televizyon ABD'de 1960'larda geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı.6 Televizyonun teknik serüvenindeki önemli duraklar bu şekilde. Çalışmamızda daha çok televizyonun toplumsal etkileri ve televizyon makinesindeki teknolojik gelişmelerin toplumsal yansımalarını irdeleyeceğiz. Televizyon toplumsal hayata girdiği dönemde halk arasında kendinden önceki buluşlara referans yaparak tanınmaya ya da tanıştırılmaya çalışılmıştır. Döneminde araçlardan kendisine en çok benzeyeni radyo ama görüntülü olduğu için daha çok sinemadır. Ya da şöyle diyebiliriz ruhu radyoya, görüntüsü sinemaya benzeyen bir buluştu. Televizyondan önce sinemanın bulunmuş olması kimilerinin iddia ettiği gibi onu televizyonun atası ya da prototipi haline getirmez. Dziga Vertov 1923'te yazdığı makalede kamerayı şu şekilde tanımlıyor; Bir gözüm ben. Mekanik bir göz. Ben, makina, size ancak benim görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Kendimi bugün de, bundan sonra da insana özgü o hareketsizlikten kurtarıyorum. Hiç durmadan hareket ediyorum. Nesnelere yaklaşıp onlardan uzaklaşıyorum. Süzülüp altına giriyorum onların. Koşan bir atın ağzı boyunca koşuyorum. Düşen, yükselen nesnelerle birlikte düşüp kalkıyorum ben de. Karmakarışık hareketler, en karmaşık bireşimler içinde hareketleri sırayla kaydederek dönen benim: Makina. Zaman ve yer sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını, nerede olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden yoldur. Böylece size bilinmeyen bir dünyayı açıyorum.7 67- Vertov, Dziga’dan aktaran John Berger, Görme Biçimleri, Çev: Yurdanur, Salman, Metis Yayınları, İstanbul,1999,s.17 328 Sinema hareketli görüntüyü iletişim alanında kullanan ilk araçtır. Kendisinden önceki dönemle kıyaslandığında Vertov’un ifade ettiği biçimiyle “gören gözleri” insanlar üzerinde kör edici bir etki yapmış, ya da gözün zayıflığını ortadan kaldırmıştır. Ancak toplum üzerinde televizyon gibi derin bir etki yapmadı. Vertov bu sözleri televizyon için söylemiş olsaydı, benzetmeyi göz ile kısıtlamayıp önce kalan duyu organlarının da adını vermesi, sonra insan beynine de gönderme yapması gerekecekti. Hayal gücünü rüyaları da atlamadan insanın bütün algılama ve anlama birimlerine de atıfta bulunmalıydı. Sinema bireysellikten çok sosyalleştirici bir araçtı, hala da öyle sayılır. Birlikte güldürüp birlikte korkutan, karanlıkta çığlıkları yükselten ya da kahkahanın sonunu getirmeyen, susanları yeniden güldüren filmden çok salondaki atmosferdir. Yalnızken ağlanmayan şeye sinema salonunda hıçkırıklar eşliğinde katılır, iç çekilir. Sinema kolektif bir etkinliktir. Tek kişi için salon açıldığı zamanlarda o tek kişiden bütün salonun parasını almadan makinist filmi başlatmaz. O seans için tek bileti alan kişiye, kibarca parasını iade edip filmin başlamayacağını söyler. Yeni dönem “cep sineması” adı altında minik salonlar inşa edilse de sinema hala birliktelikten alır gücünü. Ancak televizyon izleyen birey yalnızlığından rahatsız değildir. Kimi zaman doyasıya izleyebilmek için tercihli yalnızlık içindedir. Televizyon kendinden sonra çıkan bütün iletişim araçları için onların alt yapısı durumundadır. Varlıkları bir şekilde televizyonla ilişkilidir. Televizyon kendinden öncekiler için ölümcül bir öneme sahiptir, hepsi varlığını sorgulayıp televizyondan sonra belli değişiklikleri uygulamak zorunda kalmışlardır. Televizyon bireyi hem kendi dünyasına çeken, hem de bireyin dünyasına girerken sadece kendi istediğini gösteren bireyin göstereceklerine kapalı olan araçların ilkidir. Sinemayı aynı anda yüzlerce kişi izlerken televizyonu milyonların aynı anda izliyor olmaları da televizyonun daha sosyal olduğunu düşündürtebilir. Ancak televizyonun can alıcı noktası milyonları tek tek yakalıyor olmasıdır. Televizyon 1950'li yıllarda yaygınlaşmaya başladığında en yıkıcı etkisini Hollywood'da gösterdi diyebiliriz. Gişeden beslenme üzerine kurulu endüstrinin ihtiyacı olan seyirci evde televizyon izliyordu. Gerçi kısa sürede iki araç arasında anlaşma sağlandı ve gişede başarılı olamayan iyi aile filmleri televizyon yayın akışı içinde sindirilmeye başlandı.8 8- Türkoğlu, Toplumsal İletişim,s.74 329 Günümüzün en yaygın kitle iletişim araçları olan radyo ve televizyon her evin demirbaşı olmadan önce, insanlar kitleler halinde sinema salonlarında kendilerine sunulanları tüketiyorlardı. Kitle için üretim yapan kişi, tek bir ürünün bütün bir kitle tarafından aynı anda tüketilmesini düşünerek pazara ürün sürmez. Kitlenin konsantrasyonu, yani aynı anda aynı ürünü tüketmeye şartlanması önemli değildir üretici için, önemli olan en fazla sayıda tüketici sayısıdır. Bu sayıyı artırmak için kitlenin kendi içinde parçalara ayrılmış olması, yani tüketmek için farklı gerekçelere sahip olmaları üretici için önemlidir. Bir zamanlar daha üretim aşamasında ürünün sinema salonunda tüketileceği var sayılıyordu. Fakat radyo ve televizyonun keşfi ile durum biraz değişti. Kimliksiz bir nesne olarak kabul edilen kitlenin algılanışını değiştiren şey televizyon ve radyonun sunduğu yeni tüketim şekli oldu. Yeni kitle algılanışı, evlerinde dinlenmeye çekilmiş ama dolaylı yoldan birbiriyle bağlantılı milyonlarca insan olarak değişmiştir9. Modernizmin sinemayı keşfettiği ilk yıllarda hedef her şehre bir sinema yansıtma makinesi satmaktı. Tabiî ki devamında her şehre her filmden bir tane satmak da gerekecekti. Sonrasında her şehre ikinci üçüncü salonların açılması sağlandı. Ardan geçen birkaç yıldan sonra artık film izlemek için şehirlere inmek gerekmeyecekti, her kasabaya da bir sinema yansıtma makinesi satılmaya başlanmıştı. 2000’lere gelene kadar televizyon sinema ile en azından görsel açıdan pek rekabet edemedi. 2000’lerde tüplü televizyon teknolojisinin aşılması ve plazma LCD maliyetlerinin düşmesi ile birlikte televizyon pazarının artık yeni bir iddiası vardı. Her eve bir sinema… Günümüzde de sinema izleyicisi salonlara gidiyor, ancak sinema endüstrisi denildiği zaman artık hesaplar, DVD Video kazançları da düşünülerek yapılıyor. Filmlerin sinemadan videoya geçiş süreleri geçmişe oranla çok daha kısa. Ayrıca abonelik gerektiren şifreli kanallar ve salonlar sayesinde vizyondan birkaç ay sonra filmler bildiğimiz televizyon üzerinden de izlenebiliyor. Beyaz perde de çok büyük gişe yapan filmler dışındaki filmler için televizyon gösterimleri de açık bir gelir kapısı durumuna gelmiştir. Kimi televizyon kanalları kendi sinemalarını kendi siparişleri ile çektirebiliyor. Bu gün televizyon dünyayla ev arasındaki en kısa ve güçlü köprü durumundadır. Bir günlük zaman diliminde açılmayan televizyon o ev içinde dünyadan kopmuşluk hissini büyütür. Televizyonu bozulmuş ya da televiz9- Anders, Gunther,The Phantom World of TV, Mass Culture s.358.’den aktaran Türkoğlu, Toplumsal İletişim,s.159 330 yonu olmayan ev ise çağ dışı kalmış gibidir birçokları için. Televizyon metropol tipi insan ilişkisinin de prototipini oluşturmuştur. Yan yana olanların uzak, uzakların ise göründüğünden çok daha yakın olabileceğinin ispatıdır. Çevresinden kendine rol model arayan delikanlı, gerçek anlamda hiç görmediği; televizyondaki yansıması ile özdeşim kurmaya çalıştığı televizyon yıldızı ile yan yana hisseder kendini. Onun gibi konuşmak ve mimiklerini ezberlemek için yüzünü cama yapıştırır. Geleneksel toplumda sosyal ilişki fiziksel olarak yan yanalık gerektirir. Televizyon bir anlamında fiziksel birliktelik olmadan ilişki olabileceğinin prototipidir. Televizyon ortaya çıkış olarak tek yönlü iletişimi kullanmıştır. Zamanla interaktif programlara telefonla katılım ya da izleyicinin özdeşim kurabileceği aynı sınıftan bireylerin programlara katılımı ile kendinden bir şeyler bulmaya başlamıştır. Kendinden sonraki tüm iletişim olanaklarını başarılı bir şekilde lehine çevirmeyi başarmış, faks, E-mail ve SMS’leri canlı yayında alarak izleyiciyi anında ekrana yansıtıyor hissi vermiştir. Hayatı boyunca hiçbir televizyon programına bağlanmamış, hiç birine konuk olmamış, masaj göndermemiş bireyler için bile bir katılım hissi uyandırır bu araçlar. Televizyon döneminin sosyal yaşamında bireyin geleneksel toplumdan ve ilişkileri geleneksel yaşama şeklinden farklı bir yaşamı vardır artık. Günümüz toplumunda sosyal ilişkilerin yaşanma biçimi değişse de bireyin sosyal ihtiyaçları pek değişmemiştir. Görünürde yalnız görünen birey farklı iletişim kaynaklarını kullanarak bir hedefe mesaj gönderiyor ya da mesaj alıyor olabilir. Ya da görünürde bir topluluk içinde bulunan birey onlarla her hangi bir yoldan iletişim kurmamasıyla aslında yalnızdır ve başka kaynaklara yönelmek için araç arayışındadır. Öyleyse iletişim araçları toplumsallaşmayı sağlamaya yönelik araçlar olmaktan çok, toplumsalın kitleler içinde için için kaynamasını sağlayan araçlardır. Zaten bu mikroskobik gösterge düzeyinde anlamın için için kayna ması olayının makroskopik düzeydeki uzantısından başka bir şey değildir.10 Televizyon sonrası dönem olarak adlandırdığımız dönem her ülke için farklılık gösterebilir. Her ülke farklı yıllarda bu noktaya gelmiş olsa da tarihin bugünkü döneminde genel bir televizyon toplumundan söz etmek mümkündür. Televizyon toplumunda her yaş gurubu kendine uygun alacak mesajlar bulur. Farklı yaş guruplarından oluşturulmuş bir topluluk; örneğin aile aynı 10- Baudliard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde, Çev:Oğuz Adanır, Doğubatı, İstanbul:2003,s.56 331 anda aynı programı izlerken farklı mesajlar alabilir. Bu durum televizyonun tüm bir aileyi karşısında birleştirmesi gibi görünse de, günümüz televizyon programları birlikteyken bile gurupları ayırabilecek bir güce sahiptir. “Radyo alıcısı ve tele-ekran olumsuz aile masasına; aile minyatür bir izleyici kitlesine dönüşmüştür.”11 Aile bireylerinin birbirleri ilgilenmek yerine televizyonla ilgilendikleri dönem başlamıştır. Geleneksel aile algılayışı kendini televizyonun aileyi yeniden yorumlamasına bırakmıştır. TELEVİZYON VE EKONOMİ-POLİTİK Televizyon konusundaki çalışmaların yoğunlaştığı alanlar ve ulaştıkları sonuçlar ne denli farklı olursa olsun, yaklaşımlar arasındaki temel ön kabullerden biri, televizyonun toplumsal yaşam içerisinde yadsınamaz bir rolü olduğu varsayımıdır.12 Gerek modern toplumlarda, gerekse gelişmekte olan ülkelerde televizyonun önemi üzerine yapılan çalışmalar, bu kitle iletişim aracının medya tüketiminde en sık başvurulan araç olduğunu gösterir. Ulusal nüfusun yüzde kaçının televizyon sahibi olduğunun sorgulanması, bu araç karşısında tüketilen zamana oranı gibi kimi istatistiki verilerle de desteklenen bu imalar incelendiğinde, televizyonun kitle iletişim sürecindeki merkezi yaklaşımlardan biri olarak kabul edilmesi yanlış olmayacaktır.13 Modern endüstriyel toplumlarda çağdaş ve etkili bir kitle iletişim aracı, gündelik yaşam deneyiminin en önemli parçalarından biri durumuna gelen televizyonun aralıksız iletiler aracılığıyla yarattığı dünyanın doğrulanması gerekir. Televizyonun, siyasal-ekonomik-kültürel atmosferden ayrı düşünülemeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sürece etki eden çeşitli etmenler, anlam üretiminde ve sunumunda aracın kendi başına taşıdığı anlam ve anlamlandırma içindeki yeri, kitle iletişiminin egemenlik ilişkilerindeki işlevi ve ideolojinin üretiminde televizyonun görevi gibi pek çok ilişki türü bu atmosferin içinde yer alır. 11- Gunther Anders'den aktaran Nurçay Türkoğlu Toplumsal İletişim, Televizyonun Düş Dünyası-3. Bölüm,s.160 12- Berger Artur Asa'dan aktaran Sungur Suat, Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte İmajların Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İetişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.89 13-Abercrombie,Nicholas’dan aktaran Sungur Suat, Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte İmajların Gerçek Yüzü, , Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.90 332 Gustave Le Bon bir kitleye bağlı bulunan bireyin durumunu hemen hemen uyutulan bu kimsenin durumuna benzetir. Artık hareketleri bilinçli değildir. Bu kimsede, uyutulan bir hasta gibi, bazı davranışlar yok olmuş, bazıları da oldukça hareketlidir. Yapılacak bir telkinin etkisi o kimseyi karşı konulamaz bir coşkunlukla bazı işlere sürükleyebilir. Kitlelerdeki coşkunluk, uyutulan kimsedekinden daha fazladır, çünkü telkin bütün bireyler için aynı olduğundan birbiri üzerine karşılıklı etkiler coşkunluğu arttırır. Bir kitlenin, telkine karşı direnecek derecede güçlü kişiliğe sahip bireyleri, sayıca azdır ve genel akım onları da sürükler. Kitle halinde bulunan bireyin, bilinçli kişiliğin kaybolması, bilinçaltı ile hareket eden kişiliğin baskınlığı, düşüncelerin, duyguların bulaşma yoluyla aynı yöne doğru yönelişi ve telkin edilen düşüncelerin uygulamasına hemen başlamak isteği gibi belirtiler vardır. Bu özellikleri taşıyan insan artık kendisi değildir, iradesi kendisine rehber olmaktan çıkmış otomat haline gelmiştir. Bu durumda bir kitleye bağlı olması yüzünden insan, uygarlık merdiveninden birçok basamak aşağı iner. Yalnız bulunduğu zaman terbiyeli, aydın bir kimse iken, kitle halinde ise içgüdüleriyle hareket eden bir yaratık, bir vahşi olmuştur. Artık ilkel bir adamın davranışına, şiddetine, merhametsizliğine, heyecanlarına ve kahramanlıklarına sahiptir. Kelimelerle, tasvirlerle kolay etkilenmek, en açık çıkarlarını ayakaltına alabilecek hareketlere sürüklenebilmek yönleriyle de, kitleye bağlı olan bireyler iç içe insanlara yaklaşırlar. Kitle içindeki birey, rüzgârın istediği gibi kaldırdığı kum taneleri arasında, bir tek kum tanesi gibidir. Bu yönüyledir ki, üyelerinden her birinin kişi ola-fak uygun bulmayacağı hükümler veren jüriler, iyelerinden her birinin ayrı ayrı red edeceği kanun kabul eden millet meclisleri görülmüştür.14 Le Bonn’un tanımındaki kitle içersindeki bireyin davranışları, televizyon etkisindeki bireyin davranışlarıyla büyük benzerlik gösterir. Televizyon tek tek bireyleri bir anlamda birbiri ile seri bağlantılayarak en büyük kalabalığın parçası haline getirir. Birbiri ile organik hiçbir bağı bulunmayan kitle aynı anda akşam yemeğine oturur, aynı şeye gülüp, aynı habere şaşırır. Popüler pratik olarak nitelenen her şey kitle iletişimiyle çeşitli biçimlerde üretilir. Bu üretim programlardan reklâmlara, filmlerden müzik ve videoya, romanlardan şöhretli isimlerin günlük özel yaşamlarına kadar büyük bir çokluk içinde yapılır. Günümüzde popülerin üretimindeki örgütlenmesi geleneksel yerel 14- Le Bonn, Gustave, Kitleler Psikolojisi,Çev: Yunus Ender, Hayat Yayıncılık, İstanbul,1997,s.34 333 karakterini yitirmiştir. Artık sosyallik, merkezileştirilmiş sistemleri medya aracılığı ile üretilmekte ve dağıtılmaktadır. Kapitalist üretim tarzında ulus içindeki bu merkezileşme, uluslararası seviyede küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla ulusal karakterini yitirmekte ve küreselin çıkar ve bilincini yansıtan karaktere dönüşmektedir Bir başka deyişle ulusal seviyedeki merkezi öyküleme, giderek küresel sınırın çıkar merkezi eksenine kaymaktadır. Böylelikle ulus içi sermaye yerelin popüler pratiği ve pratiğin üretim ve dağıtımını almaktadır.15 Günümüz toplumunda çok yönlü yabancılaşma insan zihnini boşaltmıştır. Bu boşluk doğayı ve toplumu yine onların kendi içindeki olgularıyla, nedensonuç ilişkileri kurarak açıklamaya çalışan bilimsel nitelikli düşüncenin yokluğunun yarattığı boşluktur. Televizyonlu toplum başlı başına bir yabancı= laşma örneğidir. Sosyal varlık olmasıyla diğer memelilerden ayrılan insanın sosyalliğinin yeni bir boyutu ya da insanın insanla sosyalleşmeye yabancılaşmasıdır. Medya ve özelde televizyon egemen sınıfın elinde profesyonelleşip, egemen sınıfça kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya baş= ladığı anda kitlelerin zihni bu içerikle dolmaya başlamıştır. Bilimsel düşünceden sistematik bir biçimde uzak tutulan zihinler özenle bu içerik ile doldurulmaktadır. Bilimsel düşünce de egemen sınıf çıkarlarına göre üretilmeye başlanıp, bilimsel alana el konulunca geriye doğaüstü bir anlayış kalmıştır. Bundan sonra bu bilinç formasyonunun biçimlenişinde televizyonun toplum üzerindeki etkisi için açık bir alan yaratılmış olur. Televizyon ve birey karşı karşıya geldiğinde televizyon daima önceden hazırlıklı olan taraftır. Birey ise daima şaşırmaya, hayret etmeye, heyecanlanmaya mahkûmdur. Televizyon son dakika haberini vermeye bile önceden hazırlıklıdır çünkü son dakika haberleri bile bir jenerik eşliğinde verilir. Ürküten, yürekleri hoplatan, patlama ya da kaza sesi gibi bir jeneriktir ki bu ses genellikle son dakika haberinin içeriğinden daha çok korkutur. Birey ve televizyon arası güç dengesi son derece orantısızdır ve birey aleyhine dengeyi daha da bozacak araçları hep vardır televizyonun. Televizyon örgütlü, kurgusal, planlı ve karmaşık olan taraftır. Birey ise çok zaman açık kalan ağzını bile kapatmaya fırsat bulamadan, açık kalan ağzıyla ya şaşıran, ya gülen, ya da anlamaya çalışan güçsüz mesaj alıcısıdır. 15- Erdoğan İrfan, Korkmaz Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Erk, 2005.s.14 334 Adorno televizyon ve görüntü arasında şu tür bağlantılar kurmaktadır. “Kavramların dolayımından kaçan görüntünün dili, sözcüklerin dilinden daha ilkeldir; televizyondaki konuşma, göresel olanın sese çevrilmesi ya da görüntünün tamamlayıcısı gibidir. Görüntünün diline sinen televizyona hakim olanların istencidir ve bu istenç, tüketicilerin dili gibi gösterilmeye çalışılır. Görüntüler, görünüp kaybolarak, uçucu halleriyle yazının etkisine yaklaşırlar; yakalanabilirler ama üzerine düşünülme olanağı sağlamazlar. Gözün satırı takip etmesi gibi, görüntüler izlenir ve sayfanın çevrilmesi gibi sahne değişir. Görüntü gibi, görüntü-yazma da üretici ve tüketicinin karşılaştığı regresyonun bir aracıdır.”16 Türkiye’de televizyondan önce toplumsal yaşama girmiş olan alet radyodur. Kendi kullanım alışkanlığını ve toplumsal yaşamını televizyondan çok önce oturtmuştu. 1968 yılında Türkiye’de televizyon yayınları başladığında radyo çoktan çevresini oluşturmuş, vazgeçilmez olmayı kafasına koymuştu. Dünya’da 1921 yılında başlayan radyo yayınları, gecikmeden ülkemize de gelmiş, Türkiye 1923 yılında yayın deneyleri ve 1927 yılında başlayan radyo yayınları ile bir anlamda radyo yayıncılığının ilk ülkelerinden olmuştur. 1960lara gelindiğinde ülkemiz için radyo sosyal ortamını çoktan oluşturmuştu. Daha sonraki yıllarda dünyada değişen dengeler, radyonun kitleler üzerindeki büyük etkisinin keşfedilmesi ile birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de radyo yayıncılığı devlet kontrolüne geçmiştir.17 Daha cumhuriyetin ilk yıllarında devlet bu konuyla ilgilenmiş, radyoculuk devlet eliyle toplumsal yaşamın gündelik alanında etkin bir yer almıştır. Türkiye'de ilk televizyon yayını 1968 yılında TRT tarafından siyah beyaz olarak gerçekleştirildi. Başta tek kanalken sonradan TRT1, TRT2... gibi çeşitli TRT kanalları oluşturuldu. Renkli televizyona geçiş 1980'lerde kısmen gerçekleşti. 1990'lı yılların başında özel televizyon kanalları yayına başladı.18 Türkiye gibi ülkelere iletişim teknolojileri sokulduğunda bunlara öncelikle devletin organları sahip olmuşlar, sivil alandaki kullanım devletin denetimi altında gelişmiştir. Televizyon, etkinlikleri ve ortaya koyduğu ürünlerle, hem soğuk hem de sıcak savaşta belli amaçlar çerçevesinde enformasyon 16- Kejanlıoğlu, D. Beybin.Frankfurt Okulu’nun Eleştirel Bir Uğrağı: İletişim ve Medya. Ankara: Bilim ve Sanat yay.2005.s.192 17- Aziz Aysel, Radyo Yayıncılığı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul 2002.s.211 18- http://tr.wikipedia.org/wiki/Televizyon 335 toplayıp yaymaya, Körfez Savaşı’nda yapıldığı gibi sivil iletişimde belli önemli öğelerden arındırılmış görüntülerle haberlerde gündemi ve içeriğini etkilemeye, eğlence ve dinlenme adı altında bilinç yönetiminden geçerek iş dışı boş zamanın kolonileştirilmesine kadar çeşitlenen görevler yapar. Bu görevler dördüncü güç, demokrasi, enformasyonun serbest akımı, iletişim özgürlüğü gibi kavramlarla idealleştirilerek sunulur.19 Türk toplum yapısının, yıllardır Avrupa kapısında beklememize rağmen Avrupa topulundan çok Amerikan toplumuna benzemesinin bence en büyük nedeni Türkiye Televizyon Tarihinin özellikle özel televizyonlardan sonra daha da fazla Amerikan filmlerine ve dizilerine yer vermesidir. TRT döneminde hatırladığım yabancı dizilerin hemen hepsi Amerikan yapımıydı. Devam eden dönemindeki Brezilya dizileri ise Amerikan dizlerinin bir uyarlaması şeklinde çekilmişti. Birçok Brezilya dizisinde Holywood’un tanınmış yardımcı oyuncularını görmek mümkündü. Ayrıca Brezilya dizilerindeki karakterlerin isimleri de yine Amerikan kökenliydi. Aynı konu benzer senaryo yanında değişen tek şey oyuncuların renkleriydi. Yarışma programları, hatta Türkiye’de çekilen kimi diziler birebir uyarlama şeklinde baskın kültürün yansıması. Çocuklar için popüler önemli çizgi filmlerden bir tek Smurfs’un (Türkiye’de gösterildiği ismiyle Şirinler’in tasarımı aslında Belçika kökenlidir) Amerikan üretimi değil, ki kurgusu ve işleyişi itibariyle bütün çizgi filmlerden farklı olan serinin sakıncaları ile ilgili mailler hala sanal dünyada dolaşıyor. Popüler olmayan birkaç Japon çizgi filmi de var tabiî ki. Ancak çocuk dünyasının çizgi film algılayışını oluşturan yine Amerikan çizgi filmleridir. Amerikan çizgi filmleri, Amerikalıların gündelik hayatında büyük öneme sahip çizgi roman kültürlerini, farklı kültürlerin çocuk dünyasına çizgi filmler aracılığı ile taşır. Bu da Spiderman tişörtünün başka bir ülkede satılmasının garantisidir. Büyük oranda lisanssız, ucuz, kopya ürünler satılsa da yayılan şey ideolojinin kendisidir. A.B.D.’den uzakta üretilip A.B.D. baskılarıyla ve bayrak renkleriyle süslenen kopyalar. Yenilmez güç Amerika imgesinin onlarca cesur kahraman çizgi karakter aracılığı ile beynine kazınan çocuklardan hiç birinin büyüyünce bir A.B.D. askerini Dolmabahçe’den denize atmaya cesaret olamayacaktır. Televizyonun Türkiye’ye geldiği ilk yıllara bakıldığında birleştirici etkisinden bile söz edilebilir. Sahip olunması pahalı bir alet olan televizyon 19- Erdoğan, İrfan, Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere, A. Ü. İletişim Fakültesi İletişim Yıllığı 1999,s.54 336 komşular akrabalar için bir araya gelme nedeni olmuştur 70lerde. Bu birleştirici etki televizyonun geleneksel değerler üzerine gelişinin taze olduğu yıllarla ve tek kanallı dönemle sınırlı kalmıştır. Televizyonun yaygınlaşması ucuzlaması her eve girmesi bu geçici birleştirici etkinin sonu olmuştur. Ev içindeki birleştirici etkisi ise çok kanallı dönem ve yan odaya alınan televizyonlarla odalara bölünme şeklinde son bulmuştur. İnsan dünyasına ilk kez giren tüm yenilikler gibi, giriş kapısını aralayabilmek için kullandığı cazibe ve girdiği kılık, yeni yerini garanti ettikten sonra tam tersine dönmüştür. Televizyon gelecekteki tercihleri ve kullanışları etkileyen tutumları eken bir kurum gibi çalışır. Okuryazarlığın ve hareketliliğin tarihsel engellerinin ötesine geçen televizyon nüfusun günlük kültürünün öncel ortak kaynağı olmuştur. Televizyon muhtemelen sanayi öncesi dinden beri ilk defa güçlü bir kültürel bağ sağlar.20 Toplumsallaşmanın televizyon etkisiyle olması sadece küçükler için değil yetişkinler için de geçerli bir olgudur. Bugün ülkemizde yetişkin modasını belirleyen en önemli etkenlerden birisi televizyon dizileridir. Öyle ki diziler, bu amaçla yapılan televizyon reklâmlarından daha etkilidir. Bu etkiyle değişen yetişkinlerin çocukları etkilemesinde de dolaylı yoldan televizyon etkisi olduğu yadsınamaz. Nereye baksanız toplumsallaşmanın iletişim araçlarının gönderdiği mesajlarla ilgilenme oranıyla doğru orantılı olarak ölçüldüğünü görürsünüz. İletişim araçları ve gönderdikleri mesajlarla ilgilenmeyenler eksik ya da gerçek düzeyde toplumsallaşmamış insanlar olarak kabul edilmektedir. Koyu bir sohbetin en can alıcı yerinde, ortak konuşma konusunu oluşturan olay bir dizide kahramanların yaşadıkları olunca, diziye hiç ilgi duymayanlar bile konunun dışında kalmamak ve ortama ait olmak için diziyi izlemek zorunda oldukları için dizinin takipçileri haline dönüşebiliyorlar. Aynı durum çok fazla futbolla ilgilenmeyen birinin sırf futbol muhabbetinde bir iki laf edebilmek için maç sonu tartışma programlarını izlemesinde de vardır. Haber her yerde hızlı bir anlam dolanımını sağlamakla yükümlü kılınmıştır. Bu durum ekonomik açıdan Kapitalizmin hızlı bir şekilde el değiştirme zorunluluğu sonucunda üretilen artı değer olayına benzetilebilir. 20- Gerbner, George'dan aktaran İzlem K. Vural, A Survay Conducted on the Janitors of Anadolu University in Terms of the Cultivating Role of Television, Galatasaray Üniversitesi İetişim Dergisi,2007, Sayı:6,s.163 337 Haber iletişim yaratan bir şey gibi sunulmaktadır. Boşa üretilen haber oranı çok yüksek boyutlara ulaşsa bile, genel bir “consensus”a dayanılarak bu haddinden çok anlamın toplumsalın kılcal damarlarına kadar dağıtılması istenmekte ve bu yüzden boşa üretilen haber kadar anlam üretimi konusunda da kimsenin sesini çıkarmadığı görülmektedir. Aynen kendinden kaynaklanan bozukluklara ve irrasyonel yanlarına rağmen maddi üretimin daha çok zenginlik ve toplumsal uyum üretmesini isteyen bir “consensus” gibi. Hepimiz bu efsanenin suç ortaklarıyız. Bizim modernliğimizin başında da maddi üretim vardır sonunda da. Maddi üretim olmasaydı bizim toplumsal örgütlenmemiz inandırıcı olmazdı. Oysa sahip olduğumuz toplumsal örgütlenme düzeni yine maddi üretim yüzünden çökmektedir.21 Küresel pazarda, yerleşik tüketicilerin en yaygın kesişme alanı ise Hollywood sinemasıdır. Amerikan tarzı olarak adlandırılan bahçeli dubleks evler büyük arabalar büyük seçim menüler aşağı yukarı her filmin dekorudur ve aslında aynı zamanda her dükkanın vitrinidir. Televizyon programları arasında da sinema, önemli bir yere sahip. Dünya sinemacılığının merkezi Amerika olunca, televizyon sinemalarında Amerikan sinemasının önemli bir yer tutması da kaçınılmazdır. Hem yerel hem de küresel alandaki gücü pekiştirmek için yapılan savaş filmleri kendi vatandaşlarına güven, çevredekilere korku ve tapınma aşılar. Bazen ters tepip nefrete dönüştüğü de görülür. Pentagon’un gururlanmasıyla çoğalan bu filmler, bir yandan şiddet yayarken, diğer taraftan ideoloji de transfer etmektedir. Amerika, sinema sektörüyle kültürel emperyalizmin her eve girmesini başarmıştır. Genç neslin Amerikan sinemasıyla yetişmesi, Amerikan kültürünün zihinlere yerleşmesini kaçınılmaz kılıyor. Amerikalılaşan toplum, Amerikalı gibi düşünüp onlar gibi yaşamaya başlar. Özellikle süper güç düşüncesi, süper gücün hiç yenilmemesi, Amerika ile özdeşleştirilen; kimi zaman Amerikan bayrağı giyen, kimi zaman bayrak renklerinde 52 yıldızlı, kimi zaman da sadece kırmızı mavi zemin üzerinde beyaz çizgilerden oluşan kıyafete sahip süper kahramanın her bölümün sonunda galip gelip kötüleri yenilgiye uğratması emperyalizmin siyasi geleceği açısından çok önemlidir. Bu alandaki bütün çizgi filmler de savaşlar da televizyondan izlendi. A.B.D.’ye hiç gitmeyen, belki de hiç Amerikalı görmeyen insanların dünyasına, Amerikalıların çok güçlü ve değerli olduğu birçok propaganda aracının yanı sıra televizyon 21- Baudrillard, Jean, Tüketim Toplumu, Çev: Ferda Keskin, Hazal Deliçaylı,Ayrıntı Yayınları,İstanbul 2010,s.76 338 aracılığı özenle ve en yaygın şekliyle yerleştirilmiştir. Uluslararası dengesel değer ve psikolojik savaş açısından taşıdığı önem nedeniyle Amerika’da sinema sektörü, büyük destek görüyor. A.B.D. filmleriyle öyle çok yerleşmiştir ki beyinlere, birkaç cadde ismi birkaç eyalet, birkaç köprü adını çabucak sayabilir standart televizyon izleyicisi. California’ da New York’un, New York’da Manhattan’ın, Manhattan’da Wall Street’in olduğunu, Manhattan’dan Brooklyn’e iki asmalı Brooklyn Köprüsü’nden geçildiğini birçok televizyon izleyicisi bilir. Bir anlamda Amerikan patentli televizyon yayınları, başka ülkelerde yaşayan milyonlarca insana A.B.D. den birkaç eyalet, birkaç şehir, cadde, sokak, gökdelen ismi ezberletmiştir. Empire State adındaki gökdelenin dünya çapında üne kavuşması çekilen ilk King Kong filminin tarihi ile eştir. Bu noktada televizyonun başkenti A.B.D. dir demek abartı olmayacaktır. Geçtiğimiz aylarda son aşamasını yine televizyondan izlenilen Bin Ladin operasyonunda A.B.D. medyası tarafından dünya üzerindeki en tehlikeli terörist olarak sunulan Bin Ladin yayıncılık başarısı ve operasyonel uzmanlıkla öldürüldü. Süper güç tüm aşamaları ile sürecin kazananı oldu. Olayların işleyiş biçimi çizgi filmlerden ve kahramanlık anlatısı Hollywood filmlerinden alışık olunan şekliyle; senaryoya göre olması gerektiği gibi bittiğinde en yetkili ağız olan A.B.D. başkanı olan biteni anlattı. Ses tonu ve yüz ifadesi tüm süper güç çizgi filmlerinin final sahnesinden alışık olunan üsluba uygundu. 11 Eylülden beri süregelen olaylar gösterilirken, güven veren ses tonuyla Birleşik Devletler Başkanı olan biteni dili geçmiş zamanda bir kere daha anlattı. Emperyalizm, televizyonla girdiği evlerde öncelikle toplumun kültürünü bireyden başlayarak dönüştürmeyi hedefler. Kültürü ve yasam tarzı değişen toplumun zevkleri ve ihtiyaçları da değişecektir. İzleyici kitleye gerek Amerikan müziği ve klipleriyle, Amerikan popülist kültürü yerleştirilir. Dünyanın Amerikalılaşması, ortak zevk ve ihtiyaçlara sahip büyük bir kitleyi oluşturabilmek içindir. Amerikan rüyası denen şey A.B.D. de yaşanan tüketime dayalı küresel ekonominin küçük bir modelidir. Tüketerek ve mutlu; tüketebildikçe daha da mutlu yaşamaktır. Eğer televizyon programları ve reklâmları, ayni anda bir Amerikalının, bir Rus’un ve bir Arap’ın CocaCola içip Lewi’s giymesini sağlıyorsa, başarıya ulaşmış demektir. Tek bir banttan çıkmış ürünün birçok ülkede ve hiçbir değişikliğe uğramadan zorunluluktan ve seçme şansı olmaksızın kullanılması komünizmin sefaleti olarak 339 anlatılmıştı yıllarca. Ancak aynı ürünün birçok ülkede, hiçbir değişikliğe uğramadan zorunluluktan ve seçme şansı olmasına rağmen tüketicinin seçebileceği daha hesaplı ürünleri görmezden gelerek, hem de kuyruklar oluşturup bunları almak için tutkuyla beklemesi kapitalizmin zaferinden başka bir şey değildir. Haberlerin en can alıcı yerinde İ-phone almak için 3 gün kuyrukta bekleyen insanlar gösteriliyor. Avrupa”da 2. dünya savaşı karne ile ekmek dağıtımından beri görülmeyen bu görüntüler bugün bir sefalet ya da zorunluluk sonucu olarak değil, sadece seçme ve tüketme özgürlüğü adına yaşanıyor. Geçmişte ancak yaşamsal nedenler ve açlık tehlikesi ile girilen bu kuyruklara bugün büyük paralar ödeyerek giriliyor olması en çok da televizyon reklâmlarının yarattığı manüplasyonun ispatıdır. Emperyalizm bütün bir dünyayı sömürüp toplumları aç bırakırken ”bunları yapan sizin iradeniz" mesajını verir. Televizyon kitleyi büyülerken, emperyalizm kişisel ve ulusal cepleri boşaltır. Bu çağdaş büyü sonucunda eğlendiklerini, istedikleri şeyleri yaptıklarını sanan, ancak bunu yaparken uluslararası emperyalizmin ekmeğine yağ süren büyük bir kitle ortaya çıkar. Bunun sonucu bir ürünü satın almak için ona ihtiyaç duymaya gerek görmeyen bireydir. Alış veriş arabasını tıka basa doldurmak, 35 çift ayakkabısı olmak, 6 tane cep telefonu olmak gibi. Satılacak bir malın reklâmını yaparken eskiden "önce ihtiyaç yaratalım" denirdi. Bu toplumsal düzende buna gerek kalmadı. Çünkü toplumda "istek duyma" uyarısı, tüketime çağıran medyanın kendi işleyişi içinde oluşturulmaktadır. Bu toplum yapısının karakteristik özelliği "evladiyelik" kavramının ortadan kaldırılmış olmasıdır. Artık bir buzdolabının, çamaşır makinesinin veya otomobilin 50 sene çalışmasını düşünemezsiniz. Bu sağlamlıkta ürünler de hala mevcutsa bile kolay alınır değiller, ya da eskiden bütün ürünlerde standart olarak bulunan bu sağlamlık artık çok büyük bir ayrıcalık gibi pazarlanıyor. Aldığınız ürünü almalı, en fazla garantisi dolana kadar kullanmalı ve daha sonra yenisiyle değiştirmelisiniz. Bu sistem içinde aslında ürünler birer değere dönüşmüş durumda. O ürünlere özel adları ile hitap ediliyor. Big Mac, İPad, Nexus, Whopper , İ-phone, Viagra…sayılanların hepsi birer film kahramanı ve hepsine medya eliyle birer kimlik giydirilmiş. Beyefendi i-phone, genç i-pad gibi kimlikleriyle yan yana sergilenmediktirler. Ve birçok ürün sadece reklâm başarısı çok iyi olduğu için bu derece toplumsallaşmıştır. O sandviçi diğerlerinden ayıran tek şey iyi yazılmış bir reklâm metnine sahip olmasıdır. Ya da o bardağın içindeki kahveye sıradan kahvenin 5 katı daha fazla 340 para verdiren şey iyi pazarlanan bir dizinin iyi sahnelerinde tüketiliyor olmasıdır. Bu kültürün alıcısı gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden çok geri kalmış ülke toplumlarıdır. Amerikan kültürü insan eliyle Pazar için üretilmiş endüstriyel toplum yapısının ispatıdır. Bugün küresel kültür olarak itelenmeye çalışılan şey de özünde amerikan kültürüdür. Küresel sermayenin bir ülkeye yerleşmesinin en önemli aşamalarından biri o ülkede alınan medya kuruluşlarıdır. Diziler reklâmlar sabah programları akşam haberleri sunucunun giyinme şekli hep bir yaşam tarzını dayatır niteliktedir. Burada Althusser’in tanımlamasıyla televizyonu Devletin İdeolojik Aygıtı olarak görmek çalışmamızın daha net anlaşılır olması açısından faydalı olacaktır. Üretim ilişkilerinin yeniden üreten bir D.İ.A. olarak televizyon. Tipik (altyapı, üstyapı) diliyle söylersek: Büyük bir bölümünde, hukukî-siyasal ve ideolojik üstyapı yoluyla sağlanır.22 Televizyonda kendi ideolojisi aracılığı ile sistem ideolojisini bireye taşıyan etkin bir aygıttır. Her sınıf televizyonda kendi ifade biçimlerini gerçekleştirebilir. Tüm yoksullar, tüm yenilenler, tüm mazlumlar 120 şer dakikalık dizilerde öfke ve nefretini yaşayarak boşaltır, mutsuz zenginler olmaktansa mutlu yoksulluklarına, ya da hiç gerçekleşmeyecek zenginliktense 120 dakikalık zenginliklerine razı olurlar. Bir anlamda baskı aygıtlarının işleyişini sağlayan da televizyondur. Polisi, askeri öven, kahramanlık hikâyeleri anlatan diziler, belgeseller, baskı aygıtlarının “baskıdan” uzak var oluşuna alan yaratır. Baskı aygıtlarına karşı duyulabilecek olası öfke, minnet ve sevgi, duygularına ustaca dönüştürülür. D.İ.A. lar bu yönüyle baskı aygıtlarının bile koruyucusu sayılır. Althusser dönemi için “Okul-Aile çifti, Kilise-Aile çiftinin yerini aldı” demiştir. Günümüz koşullarında “okul-aile-televizyon” üçlüsünü birlikte anmak Althusser’in tanımlamasına güncellik kazandırmak olacaktır. Bunu açıklamak için Althusser’in D.İ.A. teorisini televizyonu sınamak için kullanalım; 1) Tüm DİA'lar, hangisi olursa olsun, aynı hedefe yönelir: Üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden-üretimi: 22- Althuser, Louis., İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Y. Alp, M. Özışık, İletişim Yayıncılık 1994,s.49 341 Burada televizyonun tamamlayıcı etkisi çok açıktır. Belki hedef kitleye zincirlerinden başka kaybedecek çok şey olduğuna inandırmanın en kolay yolu televizyondur. Kurulacak bir hayalin, yazılıp yönetilip filme kaydedilmiş şeklini görmenin en kolay yoludur televizyon. İnsanları sefil dünyalarında hayal kurma malzemesi aramaktan kurtarır. Güçsüzlerin vicdanı ilahi adaletin tecellisidir televizyon. İzlenen her bir “Gerçek Kesit” ile kötülerden bir intikam daha alır mazlum. 2) Her biri bu tek hedefe kendine özgü yoldan katkıda bulunur: Siyasal aygıt bireyleri devletin siyasal ideolojisine uydurur; bu, ya "demokratik", "dolaylı" ideolojidir, ya da "dolaysız" ideoloji: Bireyin için televizyona dahil olmak, programda katılımcı olmak, SMS göndermek, okur mektubu göndermek, telefonla bağlanmak, mail atmak katılımcılık ve söz sahibi olma ihtiyacını doyurur. Kendisi bunu yapmasa bile kendine benzeyen yapan kişileri görerek tatmin olur. Bireyin tatmin olması, ya da itiraz etmeye gerek görmemesi, ya da yaşadığı sahte başarmışlık hissi itiraz edebilecek bir bilinç için morfin etkisindedir. Kendi temsilini hissetmek, katılmasa bile katılımın bir parçası olduğunu düşündüren cümleler duymak, katılımcılar görmek, kişiyi sakinleştirip hayatını ve sistemi sevmesini sağlayan etkin bir araçtır. 3) DİA ‘lar kimi zaman çelişkilerin bulandırdığı tek bir söylem tüm görüntüye egemendir. Milliyetçilik, ahlâkçılık ve ekonomizm: İstenilen değer televizyon eliyle çok kısa bir sürede üst değer olarak parlatılabilir. Tabiî ki diğer iletişim araçlarının da etkisi büyüktür ancak günümüzde kitlesel bir tepki oluşturan en vurucu gazete manşeti bile televizyon haberleriyle kitleselleşmektedir. Ülkenin en çok okunan köşe yazarının kitleleri harekete geçirmesi yazının okunduğu andan sonra değil, yazının televizyondaki etkilerinden sonradır. Ülkemizde son dönemde bu gibi olayları daha çok spor basının televizyona yansıması şeklinde izliyoruz. 4) DİA açıkça egemen rolü oynar; öylesine patırtısızdır ki! Okul. Tüm toplumsal sınıfların çocuklarını ana-okulundan başlayarak alır ve ana-okulundan başlayarak, yeni veya eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun "etkilere en açık" olduğu çağda, aile DİA'sı ve öğretimsel DİA arasında sıkışmış olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış "becerileri, ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir. On altıncı yıla doğru bir yerde, dev bir çocuk kitlesi üretimin içine düşer: Bunlar işçiler ve küçük köylülerdir. Öğrenim görebilecek gençliğin bir 342 başka bölümü yoluna devam eder: Ve zar zor kısa bir yol daha aldıktan sonra bir kıyıya yıkılır kalır ve küçük ve orta teknisyenler, beyaz yakalı işçiler, küçük ve orta devlet memurları, her türlü küçük-burjuva tabakaları oluşturur. Son bir bölümü zirveye ulaşır, ya aydınlara özgü yarı-işsizliğe düşmek ya da "kolektif emekçinin Aydınlanışı”na, sömürü görevlileri (kapitalistler, işletmeciler), baskı görevlileri (askerler, polisler, siyaset adamları, yöneticiler vb.) ve profesyonel ideologlar sağlamak üzere... Yolda düşüp kalan her kitle, sınıflı toplumda yerine getireceği göreve uygun ideolojiye pratik olarak sahip kılınır: Sö-mürülen olma görevi (son derece gelişmiş "meslekî", "ahlaki", "medenî", "millî" ve apolitik vicdana sahip), sömürü görevlisi olma görevi (işçilere emretmeyi ve onlarla konuşmayı bilmek: "İnsanî ilişkiler"), baskı görevlileri (emretmek ve "tartışmaya yer bırakmadan" itaat ettirmeyi bilmek ya da siyasal yöneticilerin belâgatinin demagojisini kullanabilmek) ya da profesyonel ideologlar olma görevi (bilinçleri saygı ile, yani hak ettikleri aşağılama ve demagoji ile işleyerek, Ahlâk, Fazilet "Aşkınlık", Millet vb. ile besleyebilme yeteneği). Elbette, birbirine karşıt olan bu erdemlerin çoğu (bir yanda alçakgönüllülük, feragat, itaat, öbür yanda sinizm, kibir, küstahlık, güven, kendini büyük görme, hatta tatlı dillilik ve kurnazlık) ailelerde, kilisede, orduda, güzel kitaplarda, filmlerde ve hatta stadyumlarda da öğrenilir:23 Okul bir anlamda bireylerin sistemin işine yaraması açısından rafine edildiği yerdir. Okuldan kalan zamanı başarılı bir şekilde dolduran televizyon okulda kural tanımaz ve akademik anlamda işe yaramaz bireyler yaratsa bile aslında sistemin bir eksiğini giderip kimi mesleklere iş gücü yaratıyor olabilir. Yani okulun bireyleri rafine sisteminde başarı şart değildir. Sosyolojik açıdan kapitalist toplum düzeninde televizyonun nasıl kullanıldığını anlamaya çalışıyoruz. Yoksa günümüz toplumunda bile fantastik varsayımlarla televizyonun bir karşı-DİA olabileceğini savunmak bile mümkündür. Ancak, geçmişte de bu gibi denemeler devlet eliyle daha başlama evresinde susturulmuştur. Televizyonu ya da sınırlamak isteyen bir siyasal yönetimler (1972–73 yıllarında Nixon yönetimindeki gibi), bireysel istasyonlar üzerinde baskı kurmayı, onlara şebekeler üzerine baskı uygulatmak ve böylece temelde onların siyasal içeriklerini özellikle haberlerde ve yorumda değiştirmek üzere deneyebilirdi. Bu durum "sorumsuz" şebekelerin "toplum tarafından denetimi" olarak ussallaştırılırdı; şebekeler gerçekten kamusal sorumluluğu olmayan büyük özel kurumlardı. Ancak istasyonlar izne 23- Althusser, 45 343 bağlı olarak alınıp satıldıkları için, onlar kamu çıkarlarının kapitalist uyarlamalarıdır, ancak bu küçük ölçekli kapitalizm, tümüyle gelişmiş bir tür yayıncılık üretimi için gerekli olan büyük ölçekli şebekelere bağlıydı. Diğer toplumlardaki "toplum televizyonu" hakkındaki tartışmaların çoğu; tekel ya da şebeke çıkarları, küçük ölçekli yerel ya da sahte-yerel kapitalizm ve devletin siyasal gücü arasındaki haksız rekabetle aynı özellikleri gösterir.24 Günümüzde televizyonun sosyal hayata etkisi o kadar büyüktür ki, adeta toplum televizyondan çıkmış ya da televizyona girmeye hazır bir haldedir. Televizyon, toplumsal alanın tümünü kaplar bir yapıya sahip olmuştur. Televizyondaki her karakter toplumsal hayatta binlerce yansımasını üretir. Televizyondaki her karakterin davranışı toplum içindeki taklitçileri tarafından tekrarlanır. Televizyondakiler gibi yürüyen, onlar gibi seven, onlar gibi koşan, onlar gibi eğlenen hatta onlar gibi intikam alan kişiler gerçek hayatın içindedir. Televizyon toplumu denetlemekten ve onun üzerinde hüküm kurmaktan ziyade aktif ve pasif kutupları ortadan kaldırmakta ve her şeyi bir imgeye, bir sahneye dönüştürmektedir; bir sahneden ibaret kılmaktadır. Ama böyle bir etkisizleştirme çok daha kötü olabilir. Andy Warhol'un "herkesin 15 saniyesinin olduğu" televizyondur söz konusu olan; televizyon artık ideoloji üretmekten çok gerçekliğin kendisi haline gelmiştir; "gerçeğin kendine özdeş bir yeniden-üretiminin yapılabilmesi olasılığı", yani "hiper-gerçeklik"tir. Baudrillard'ın yaklaşımının en ilginç yanı, hiç kuşkusuz bizzat medya ve televizyon sayesinde referansın radikal biçimde ortadan ka1ktığı iddiasıdır. Simülasyon ilkesine göre çalışan televizyon, haberlerden dizilere kod öğelerinin sonsuz biçimde oynanmasıyla işlemektedir; ortaya çıkan imgeler gerçekliğin temsili değil, manipülasyonun ve modellemenin sonucudur.25 Toplumsal bilinç formasyonu belli toplumsal, tarihsel koşullarda topluma mal olmuş, toplumun, doğal ve toplumsal hareketleri kavrayış ve onlara yaklaşım biçimidir. Yalnızca evreni duyumlarla algılayışı değil, aynı zamanda bu algıların zihinsel yorumlanması, genellenmesi, bir yaşam felsefesi oluşturulması ve bunun pratiğe dönüştürülmesini de içerir. Üretim ilişkilerinin tüm toplum düzeyinde benzer özelliklerle cereyan edişi gibi, bilinç de toplumsal boyutludur. Tarihsel gelişimleri içinde bilinç formasyonları birbirleriyle etkileşirler. Bir önceki formasyon, bir sonraki içinde kalıntı olarak yaşar.26 Tele24- Williams, 30 25- Baudliard, Jean, Çaresiz Stratejiler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002. S: 30-34. 26- Belek,54 344 vizyonun günümüz dünyasına, toplumsal bilincin yaratılması üzerinde etkisi çok büyüktür. Toplumsal bilincin uyanamayışı, uyutulması ya da istendiği şekle rahatça evirilebilmesi için televizyon kültürü etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Televizyon kültürü önceki kültürel formülasyonları kendi çizgisinde kullanarak yeni bir bilinç yaratmıştır. Daha önceki bilinç formasyonu biçimsel olarak varlığını koruyor olsa da, sonuncusunun özüne uygun biçimde görüntülenir. Bir başka açıdan yaklaşılırsa, daha sonra gelişen bilinç formasyonu kendisinden öncekini kuşatır, içine alır. Televizyonlu toplumda kitleler doğrudan kendi inisiyatiflerindeki değil, kendilerine dayatılan bir bilinç yapısına sahiptirler. Öte yandan her bir bilinç tipi, geleceğe dönük parçalar içerir. Televizyon toplumsal bilinci hem yönlendirir, hem de mevcut toplumsal bilincin izlerini taşır. Bugün 70lerde yapılmış romantik Yeşilçam filmlerini izlerken bile toplumsal bilincin etkisini net bir şekilde görüyoruz. Dönemin devlet televizyonundan bir kesit halinde programlar izlediğimizde yine aynı bilincin yansımalarını görmemiz mümkündür. Televizyon dönüşümlü olarak toplum üzerinde nesne-özne rollerini üstlenir. Toplumsal bilinç açısından olaya yaklaşıldığında belirlenen çizgiye toplumun yakınlaştırmada televizyonun öznelik rolü önemlidir. 70lerdeki toplumsal bilincin dönüşümünü başlatan süreç 12 Eylül askeri darbesi de zihinlerde TRT ekranlarından yapılan muhtıra ile hala canlıdır. Televizyon ekranlarından izlenilen bu muhtıra, yeni bir toplumsal bilincin yaratılmakta olduğunun, ilgili araçtan ilk örneğiydi. Yine aynı döneme dair toplumsal bilincin kapalı, kabulcü, edilgen, direniş göstermeyen yapısının iz düşümünü dönemin televizyon ürünleriyle sınayabiliriz. Dönemin müzik videolarında bile sanatçıların yüzünde sebepsiz anlamsız bir gülümseme, gülümseme arkasında gizli bir karamsarlık bilinçaltına atılmış bir şeyleri saklayan toplumsal bilinç gibidir. Bu konuya bakışımı daha iyi ifade edebilmek için Jurgen Habermas’ın yaklaşımı ile durumu yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Kültür endüstrisini ekonominin mantığına göre düzenlenmesinin kitle iletişim araçlarının örgütlenmesi, kamusal alanın oluşumu ve kitle kültürünün temel nitelikleri üzerinde oynadığı rolü Jürgen Habermas, temelde Frankfurt Okulu’nun kültür endüstrisi eleştirilerini izleyerek dile getirir. Habermas, 20. yüzyılda kamusal alanın gerilediğini, çöktüğünü düşünür. Bu çöküşü hazırlayan ise, öncelikle kitle kültürünün eleştirel boyutunu yitirerek tüketim nesnesine dönüş olmasıdır. Çöküşün bununla bağlantılı bir diğer hazırlayıcısı 345 ise, siyasi yaşamın halkla ilişkiler ve imge stratejilerinin mantığına boyun eğişinin yanı sıra, kitle iletişim araçlarının eleştirel işlevlerinde görülen bir gerilemedir.27 Kitle iletişim araçları üzerine yapılan çalışmalarda, üzerinde yoğunlaşılan özgül alanın kendine özgü nitelikleri dolayısıyla pek çok farklı inceleme türünden yararlanılır. Bu anlamda genel olarak, kitle iletişim araçları içerisinde televizyonun - yazılı iletişimde olduğu gibi - bir metin olarak anlaşılması gerektiği yargısı, adı geçen yaklaşımlar arasındadır. Temelde içinde sözlü kültürün önemli niteliklerini barındıran görsel bir kültür ürünü olan televizyonun bir metin olarak ele alınmasının altında, televizyon iletilerinin yazılı bir metinde olduğu gibi kimi "bilinçli" düzenlemelerden geçtiği, söz konusu iletilerin yapılandırılmasında belirli bir söylem biçiminin benimsendiği ve televizyon aracılığıyla aktarılan şeylerin aynı bir metinde olduğu gibi önceden tasarlanabildiği gerçeği yatmaktadır.28 Hartley ve Fiske'ye göre televizyon, gerçekliğin üretiminde birbiriyle çatışma içerisinde olan sözlü ve yazılı kültürün kesişme noktalarından yararlanır. Bu süreç içerisinde dil üzerine yapılandırılan gerçeklik izleyicinin dünyayı algılama yöntemiyle örtüşür. Bu anlamda dil, izleyicinin doğal olanı yaratmasında kullandığı bir güçtür. Dil aracılığıyla kurulan gerçeklik, gerçeğin bir yansıması ya da bozulması değildir ve gerçekte televizyon aracılığıyla sunulan, doğal gerçeklik değil yapay gerçekliktir.29 Amerikalı eleştirmen Dwight, Mcdonalds kültürünü, büyük sermayeli işadamları tarafından istihdam edilen teknisyenler aracılığıyla üretilen ve müşterilerinin bu sürece katılımlarının, bir malı almak ya da almamak düzeyine indirgendiği bir kültürel yapı olarak tanımlamaktadır. Demek ki, kitle kültürünün tarihsel temellerini kitlesel üretime, sanayileşmeye bağlayabiliriz. Günümüzde kültür artık kitle kültürüne evrilmiştir.30 Buradan hareketle kitle kültürünün tarihsel temellerini kitlesel üretime/ sanayileşmeye bağlamak doğru olacaktır. Bu endüstriyel yaklaşım içerisinde 27- Habermas’dan Aktaran Nilgün Tutal Cheviron, Medya okur-yazarlığı: erişim sorunu, Seyirselleşme ve sansasyonelleşme, ”, Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul 2010,s.120 28- Burton Greamer, Görünenden Fazlası: Medya Analizlerine Giriş, Çev. Nefin Dinç, İstanbul, Alan Yayıncılık1995,s.38 29-Fiske John, John Hartley den aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü Dünyası;Sahte İmajın Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını Sayı:6,2007.Yaz.s.91 30- Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, Hakan Ergül, İletişim Yayınları,2000, s.35. 346 toplumsal onaydan geçmiş "çok satan" kültürel ürünlerde ise yenilenmeden çok yinelenmeden söz edilebilir. Kitlesel üretimden geçen kültürel ürünlerde "yenileme" ürünün içeriği üzerinde değil, biçimi üzerinde gerçekleştirilir. Farklı görünümler altında bütün kültürel ürünlerin gizliden ya da açıkça paylaştıkları ortak özellik "tecimsellik", bir başka deyişle pazar içinde değişim değerine sahip olmaktır, denilebilir. Televizyon toplum açısından bir yaşam formu sunmuştur. Bu yaşam formu o kadar büyüktür ki gittiğimiz her yere bizimle gelir. Çocukların yolculukları boyunca gökyüzüne bakıp ayın kendilerini izlediğini düşünerek; ay dede her yere bizimle geliyor demeleri gibi, aslında bu durumun gökyüzündeki uydunun büyüklünden kaynaklanması ve onu izleyen çocuğun ay tarafından umursanma ihtimalinin olmaması gibi. Televizyon gittiği her yere izleyici ile gider ve bu içten içe mutlu edicidir. Gece yarısı saatlerdir bekleyen insanlarla daha da sıkıcı hale gelmiş, havasız, yerel tarımın tüm kokularını taşıyan köy istasyonunda televizyon sesi duymak, televizyon da tanıdık bir yüz görmek, onun ortak dilinden bir şeyler anlıyor olmak ortamdaki yabancının hoşuna gider. Çünkü bu yabancı ortamda bildik, ait hissedilebilecek bir şeyler bulunmuş olur. Serum kokulu hastane odalarında, ilk gecesindeki hasta her şeye o kadar yabancı ve soğukken tavana asılmış 37 ekran televizyon ortamın en sıcak eşyasıdır, ilk önce çevredeki televizyon görünümlü uzak akrabaları gibi kalp grafisi ya da diğer tıbbi gözlemleri gösteren monitörlerden biri olduğu korkusuyla bakılır ona. Ama o halktan biridir. Herkes gidip televizyonla baş başa kalınca, hele de bir kumandası varsa, hasta odası kişiselleştirilmiş demektir, tüm hastanenin sesini yırtan sevilmeyen bir siyasetçi ya da çirkin sesli şarkıcı olsa da bildik tanıdık olduğu için içten içe sevinilir. TELEVİZYON VE TÜKETİM ALIŞKANLIKLARI Modernizm sonrası dönemde kapitalizmin en önemli lokomotifi televizyon olmuştur. Kendisinin makine olarak üretiminin, elektrik aboneliğinden televizyon sehpalarına varana kadar başlı başına bir sektör üretmesi bir tarafa üretilen diğer ürünlerin tanıtılması ve özendirilmesi için en etkili araç olmuştur. Ayrıca özel sektör olan medyada ürünün her şeyden önce meta olduğu açıktır; zira satış rakamları, yatırımdan gelir ve kâra kadar tüm faaliyetlerin tek haklılık gerekçesidir. Televizyonun asıl duruşu izleyicinin dikkatini mümkün olduğunca çekip kendisine bağlamaktır. Özel sektör 347 medya firmalarının yö-netiminde ticari başarı uğruna daha da takıntılı bir biçimde bu hedefin peşinde koşulur. Bugün, son yıllarda artan televizyon kanalı yoğunlaşmasının ve rekabetinin gölgesinde, durum tamamen kontrolden çıkmıştır. Özellikle televizyonun ve onun ardından geri kalan medya sisteminin sınırsız pazarında artan özel sektör rekabeti aslında, medyaya özgü iletişim tarzlarına yabancı bir ticari-yönelimli kurallar kümesi dayatmamaktadır.31 Tersine, başından beri medyada asli olarak var olan kuralların denetimsiz biçimde bü-yümesine yol açmıştır. Bununla birlikte, daha az etkilenen dipteki kaliteli yazılı basından en çok etkilenen en tepedeki boyalı basına ve ticari televizyonlara kadar, çeşitli medya tiplerinin meta niteliğinden etkilenme derecelerinin açık bir hiyerarşisi vardır.32 Günümüzde yayın organlarının ticarileşmesinde televizyon en üstte durur. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi televizyon bütün diğer medya kanallarını kullanabilen bir anlamda hepsini kapsayabilen bir yapıya sahiptir. Sansasyonel bir gazete haberi bile manşetten önce televizyon yoluyla kitleye ulaşır. Şiddetli çekişmelere sahne olan medya pazarında ticarileşme tüm medya ürünlerine giderek daha fazla bir meta niteliği kazandırma eğilimindedir. Zira gazetecilik ürünleri artık kâr azamileştirme potansiyelleri dikkate alınarak üretilmekte ve dağıtılmaktadır. İzleyici ilgisini çekme ve dolayısıyla pazar paylarını ele geçirmeyle ilgili medya kuralları neredeyse diğer tüm ilkeleri dışlayacak ölçüde işe egemendir ve iletişimin demokratik ya da kültürel standartları hiç düşünülmeden uygulanır. Özel yayıncılık şebekelerinde ve boyalı basında tepeye tırmanmak için bu ticari sömürü kültüründen yararlanan bir gazeteci tipi vardır. Bu gazetecinin işe uygun temel niteliği, konuyu doğru verip vermediğine ve konunun asli standartlarına yanıt verip vermediğine aldırmadan yarı sindirilmiş bilgi kırıntılarını gerçek medya ürünleri diye yutturmaya hazır oluşudur. Başarısı her şeyden önce, bir konuya hakkının verilip verilmediğiyle değil, izlenme oranlarıyla ölçülür. İşletmenin kâr kaygısının gazetecilik hedefiyle ya da siyasal hedeflerle çakıştığı, ya da bir medya şirketi kendi ekonomik faaliyetlerinin siyasal ortamını etkilemeyi umut ettiği durumlardaysa, medya kuralları asla askıya alınmaz; belli koşullar altında açık siyasal mesajların taşıyıcılarına dönüştürülür.33 31- Keane, John. “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümleri”. Medya Kültür Siyaset. Çev: Süleyman İrvan. 2. Basım Ankara: Doğu Batı Yayınları,1989 32- Meyer, Thomas, Medya Demokrasisi, Çev:Ahmet Fethi, İş Kültür Yayınları, İstanbul 2004 33- Meyer,28 348 Reklâmların yayın organlarına göre etkinliğine bakıldığında, sadece reklâmların değil bütün programların birer reklâm aracı olarak kullanıldığı bu alanda sadece satılacak ürünler podyuma çıkmıyor; bütün bir yaşam tarzı insanlara gösterilip taklit ettirilerek bir tüketim sepetine abone olmaları sağlanıyor. Oturulan evden kullanılacak yemek yağı türüne ve hatta kullanılan yemek yağının ambalaj malzemesine kadar temel yaşam kalıpları arasından bir paket seçtiriliyor. 1950 ler Amerika'sında film ve otomobil ile birlikte Amerikan yaşam tarzının, yani tüm dünyaya hızla yayılmakta olan yeni bir modernlik dalgasının simgesi olarak ortaya çıktı.34 Teknolojiyi bir güç sorunu, gücü de hız sorunu olarak incelemeyi öneren Paul Virilio otomobil ile televizyonun kurduğu birlikten söz etmekte son derece haklıdır. Kitle toplumu değişken hızların toplumudur. Söz konusu olan sürekli bir yolculuk ve hareketliliktir. Televizyon dünyayı ayağımıza getirir ya da bizi olayın olduğu yere götü-rür; otomobil ile bir yerden bir yere gider, dünyayı dolaşırız. Otomobilin kendi yürüyen bir ev, ön camı da televizyon ekranı gibidir; otomobilde dolaşırken, tıpkı evde televizyon seyreder gibi, reklâm panolarını, şehrin modern binalarını veya manzarayı seyrederiz.35 Buradaki en büyük benzerlik iki aracın da diğer tüketimlere temel oluşturmasıdır. İki aracı da kullanan kişi diğer tüketim alanlarına dahil olmuştur. Günümüzde otomobil daha sınırlı, daha elit bir kesime hitap ederken televizyon toplumun en ücra ve en fakir köşesine kadar nüfuz eder. Bugün bir otomobil lastiği fiyatına rahatlıkla 37 ekran bir televizyon alınabilir. Otomobil alamayacak insanların evlerinde birden fazla televizyon vardır. Televizyon otomobil sahibi olamayacak olanlara da tek kuruş ödemeden otomobil sahibi olma duygusunu yaşatabilecek bir araçtır. Post-modern dönem olarak adlandırılan yeni dönem aslında tam da televizyon yayınlarının toplumsal hayatın bir parçası olmaya başladığı dönemdir. Post-modern dönemde modern döneme göre her şeyin yeri, duruş biçimi değişmiştir ve bu etkiyi yaratan şey televizyonun sosyal yaşama dahil olmasıdır. Burada tersten bakıp, televizyonun yarattığı tüketim biçiminin, yeni üretim biçimleri olmasa da yeni üretim ve pazarlama fikirlerini doğurduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bir şeyin farklı yoldan satılabileceğini 34- Virilio, Paul, Enformasyon Bombası. Çev: Kaya Şahin. Metis Yayınları, İstanbul:2004,s.124. 35- Virilio,s.124 349 keşfetmek, onun farklı şekilde üretilmesi gerektiğinin de düşünülmesini sağlamıştır. Dönemine göre bir devrim sayılan televizyondan eğitim ve açık öğretim fakülteleri bile televizyonla değişmeye yeltenen, bir deneme olarak televizyonu araçsallaştırmaya çalışan eğitim kurumunun televizyon pratiği olmuştur. Ya da televizyon üzerinden satış programları aracılığı ile ürün satılmaya çalışılmıştır. Ancak benim kastettiğim bu kadar birebir örneklerden çok televizyonun dolaylı etkisinin satışı ve üretimi eskiye oranla değiştirmesidir. Televizyon bu anlamda pazarı büyütücü bir etki de yapmıştır. Bu konuya ilerleyen bölümlerde ayrıntısı ile değineceğim. İnsanın dönem dönem yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. Dönem dönem kendini ve hayatı sorgulama fırsatı bulabilmesi için kendini dinlemeye ihtiyacı vardır. Kişinin kendini sorgulama anları, kimlik bunalımları, yaşam amacı için dünyaya dönemsel farklı bakışlar insan var oluşunun bir parçasıdır. Televizyon yayınlarının toplumsal hayatın bu derece içine girmeden önceki dönem için diyebiliriz ki kendini arayan birey çevresindeki birçok şeye; dünyaya bakıp anlamlandırma çabası içinde küçük dönüşümler yaşıyordu. Diyebiliriz ki kendini arayan bireyin çevreye bakışı ve duyarlığı başka bakışlardan çok daha farklıdır. Dünyanın yaşadığı önemli değişimlere öncülük eden önemli kişilerin dönüşümünde bu bakış şeklinin önemi büyüktür. Çünkü her insan dünyaya kendi gözünden, ama daha çok kendi aklından bakar. Sinemacılar tarafından insan gözünün zayıflığı olarak tanımlanan bu özellik aslında insan beyninin en büyük mucizesidir. Aynı yere bakan milyonlarca insanın farklı şeyler görmesi. Aynı yere yönelmiş milyonlarca insanın farklı şeyler düşünmesi. Aynı gözle milyonlarca insanın farklı şeylere bakması. Büyük buluşlar hep insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıyla, bu özgün bakışı sırasında gerçekleşmiştir. Televizyon insan bakışını da tekleştirmiştir. İnsanla dünya arasındaki zorluklar birçok keşfi gerçekleştirmiştir. İnsanla dünya, insanla toplum, insanla insan arasındaki zorluklar, uzlaşma, anlama çabaları da ideolojilerin doğuşunu hazırlamıştır. İnsan kendini tanıyıp çevreye bakmaya başlar; parçadan bütüne doğru bir yol izler. Kendine dönüp çevreden topladıklarını değerlendirebilirse kimi zaman kendi dünyasını, kimi zaman bütün dünyayı değiştirme fikrini kazanır. Nietzsche "en az fark ettiğimiz şeyler en yakınımızda olanlardır" demişti. Başka dünyalar, televizyonun göstermediği değil, bakarken görmediği, anlatırken anlamadığı, yatma, oturma odanıza getirirken orada bıraktığı, orada unutulan dünyalardır. Televizyonun her evin başköşesinde olduğu bu çağda, 350 dünya başka bir yerde olamaz, kalamaz. Ama dünyanın televizyona yansıması, televizyondan kitlelere ulaşması gerçek anlamda dünyanın tanınması anlamına gelir mi? Televizyonun sürati ve verimliliği aslında krizidir. Televizyon, temsil mekanizmalarına ait bir krizin kendini saklamaya çalışırken ele verişidir. Uzaktakinin yakına gelmesi, getirilmesi, yakına gelenin uzaklığına dönüşür. Çünkü yakına gelen zorunlu olarak bilinen değildir, teknolojik yakınlaşma "mekanı açan" yani yakınlıkları ve uzaklıkları görmemizi ve anlamamızı sağlayan bir işlem değildir, tersine uzaklığın, farkın saklanmasıdır. Temsilin temsil edilene özdeşliği bir teknoloji fantezisidir. Hükmetme, güç ve gösteri fantezisidir. 36 Dünya, bazıları için post-endüstrial ve post-modern bir dünya olarak tanımlanırken, bu dünyanın bir parçası olarak kendimizi post-modern ilan etmeden önce, bu dönemsel duruşla yerimizi çok iyi saptamamız ve ona göre değerlendirmeler yapmamız gerekir. Görece post-modern tüketicilik varsa, bu tüketicilik post-modern oluşu değil, post-modern bağımlılığı anlatır. Bir anlamda televizyon merkezli tüketici kapitalizmin en çok sevdiği ve kolay yönlendirdiği tüketici gurubudur. Çünkü televizyon merkezli bireylerin bakışı da algısı da tekleşme yolundadır. Televizyonun en büyük gücü diğer iletişim araçlarından farklı olarak mesajı alacak kişinin ayağına gitmiş olması, evine kurulmuş olması, mahreminde en güzel yeri kapatmış olmasıdır. Ve aslında birçok televizyon artık oturma odalarının başköşesinde değil, insanın beynin ve kimliğinin merkezinde, algılarının en duyarlı yerinde oturuyor. Televizyonlu toplumda artık kendi gözüyle değil, televizyon gözüyle gördüklerine inanmaya başlar. Televizyonsal yansıma dünyanın kimi gerçeklerini bireyin gözünden kaçırıp, kimi gerçeklerini varmış gibi gösterebilir. Düşüncenin maddeden türediğini varsayan diyalektik ilkeyle televizyonlu dünyaya bakarsak, gözümüzden kaçırılan maddelerin, ve gözümüze gözümüze sokulan olmayan maddelerin kombinasyonunda insan beyninin hiç olmayan bir dünya yanılsaması yaşamasının ne büyük bir kaos olduğunu görebiliriz. Kapitalizm üretken bir sistem olarak üretim koşullarını yeniden üretir. Yeniden üretim iş gücünün düzenin kurallarına uymasının sürdürülmesidir. İş gücünün üretilmesi aileyi, ustalığın ve tekniklerin öğrenilmesi öğretim ve eğitim sistemini gerektirir. Devlet toplumsal üretimin toplumun tümünün 36- Mutman, Mahmut, Televizyon Nasıl Sorgulanmalı, Toplum ve Bilim, Sonbahar 1995,ss.67 351 rızasıyla yapılmasını uzun dönemde sermayenin ve yönetici sınıf bloğunun hegemonyasını sürdürmesini güvence altına alan yapıdır. Üretimin yapıldığı aygıtlar, devlet tarafından örgütlenmiş olsun olmasın devletin ideolojik aygıtlarıdır. İdeolojik pratik; bir öznenin kendi gerçek hayat koşullarına bağlantı kurma yolunun dönüşümüdür. İdeolojide sunulan, insanın yaşamını yöneten gerçek ilişkiler sistemi değil, bu kişilerin içinde yaşadıkları gerçek ilişkilere dayalı hayali ilişkidir.37 Günümüz toplumu hayali ilişkiler ağıyla örülmüştür. Birçoğu fiziksel açıdan ilişki sayılmayacak, araçsal açıdan iletişimin teknolojik olanaklarını kullanarak var olabilen ilişkilerdir. Sekiz aydır görmediğim annem ve babamla her akşam kurduğum ilişkim de bu şekilde bir ilişkidir. Ama daha da ilginci ideolojik ya da yaşamsal bağ kurulan birçok ilişkinin aslında hiç var olmamasıdır. Sevilen televizyon programıyla, sevilen siyasetçi ya da program yapımcısı ile kurulan ilişki gibi. Günümüzde medya alanında faaliyet gösteren büyük ya da küçük ölçekli, ulusal ya da uluslararası şirketlere bakıldığında, hemen hemen çok az bir kısmının temel hizmeti yayın kurumu olduğu görülür. Şirketlerin faaliyetlerindeki temel motivasyonun kâr etmek olduğu; bu nedenle de öncelikle şirket sahiplerinin karlarının ön planda geldiği açıktır.38 İletişim sektörüne piyasa kurallarının getirilmesiyle birlikte, engelleyici ya da kısıtlayıcı düzenlemeler birer birer ortadan kaldırılmaya başlanır. Bunun sonucu olarak, iletişim politikalarının belirleyicileri kültürel olmaktan çıkıp ekonomik nitelikli bir hâle dönüşür. Böylece, kamu çıkarı kavramı yerini şirket çıkarlarına bırakır. Kültürel alanda hizmet veren şirketlerin başarısı artık kârlılık ve büyük pazar paylarıyla ölçülür hale gelmiştir.39 Ticari yayın kuruluşlarının farklı bölümleri, bu hesaplamaların farklı noktalarında yer alırlar. Bir yayın kuruluşunun pazarlama, reklâm ve satış bölümleri kanalın reklâm gelirlerini hesaplarken, program bölümleri ise maliyet hesapları yapmaktadırlar. Genellikle, bu iki bölüm arasında ciddi anlayış ve yaklaşım farklılıkları bulunmaktadır. Reklâm bölümleri birinci önceliğe kâr etme hedefini yerleştirirken, programcılar yayıncılığın kültürel işlevleriyle daha fazla ilgilenmektedirler. 37- Althusser, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları 5.Baskı Mayıs 2002, İstanbul,s.21 38- Çaplı, Bülent 2002, Medya ve Et/k, Ankara, İmge Yayınları ,S:183 39- Çaplı,145 352 Nitekim pratikteki uygulamalara bakıldığında televizyon endüstrisinde programlar ile ilgili kararların verilmesinde ekonomik kaygıların oldukça önemli rol oynadığı görülür. Ticari bir işletme olarak yayın kuruluşlarının, program faaliyetlerinin gelirlerden fazla olması durumuna karşı tahammülsüz oldukları bilinmektedir. Yeni bir program önerisi gündeme geldiğinde ya da yayındaki bir programın geleceği söz konusu olduğunda, yayıncıların kararlarını belirlemelerinde bu maliyet hesaplamaları çok önemli rol oynar. Programın yanından elde edilecek gelirin doğrudan reytinglere bağlı olması nedeniyle, Reytingler her zaman için yayıncıların program planlaması yaparlarken vurguladıkları en temel ve en önemli araç olmaktadır. Yeni bir program önerisinin gündeme gelmesiyle birlikte, o programın yayınlanmasının düşünüldüğü kuşağın o anki reyting durumu, programın elde edebileceği reyting, programın hedef izleyicisinin yapısı, programın alabileceği olası reklâmların sayısı, sponsorlardan gelebilecek gelirler gibi faktörler dikkate alınmaktadır. Bu hesaplamaların sonucunda programın olası maliyeti ile gelirleri arasındaki oran ortaya çıkar.40 Günümüz televizyon yayıncılığının mantığı, kurumun ekonomik yapısının mantığıyla aynı şeydir. Günümüz dünyasında ekonomik kaygılar, çıkarlar ve amaçlar hep gizlenerek var edilir. Açık açık asıl hedefin karlılık ve hedef tutturmak, pazarı büyütmek, daha çok kazanmak olduğu hiç söylenmez. Küreselleşme tanımı ve kavramın kendisi için de geçerlidir bu durum. Bildiğimiz basit tanımıyla gelişen ulaşım ve iletişim olanakları ile küçülen dünyadan bahseder küreselleşme. Küreselleşen dünyada birey özgürdür. Bireyi sınırlayabilecek sınırlar, mesafeler yok sayılır. Oysa yıllarca bu özgürlük için savaşmıştık. Sınırları olmayan, her şeyin herkese ait olduğu bir dünya için. Küreselleşme ‘kazananların’ ama ‘çok kazananların’ varsaydığı, asıl amaçları saklamaya yarayan bir tanımdır. Bu tanım birkaç cümle ile ne sınırları kaldırabilir, ne de dünyayı küçük bir köye dönüştürebilir. Küreselleşmenin dünyayı küçülttüğü doğrudur. Ama dünya kültürel anlamda küçülür. Parça parça dünyayı satın almış bulunan küresel şirketler isterlerse dünyayı küçültür, isterlerse büyütürler. Nasıl daha iyi satacaklarsa, dünyanın raflarını ve sınırlarını o şekle sokarlar. Günümüzde ulusları istenilen şekle sokmanın etkin ana aracı medyadır. Tabi medya eliyle kullanılacak ideoloji, ideoloji için üretilecek haberler ana aracın altındaki araçlardır. Medya kendinden önceki bütün bir 40- Sungur,Suat, Reklamın Büyülü Dünyası, Sahte İmajın Gerçek Yüzü, İletişim, Haziran 2007 353 kültürel birikimi kullanırken kitlelere ve sonsuzluğa seslenir bir ahkâmla kurar söylemini. Küresel şirketler daha iyi satabilmek için dükkân gerekiyorsa dükkân alır, insan gerekiyorsa “aydın” insan, ya da gazete gerekiyorsa gazete alır. Karlılık hedefiyle kurulmuş bu şirketler, başarıya ulaşmak için alıp satacağı malzemenin ayırımını yapmaz. Fabrika alan, uçak filosu alan, gemi, ada alan şirketler bir de gazete, televizyon alır. Pazarda o kadar çok parası olmayanlar sadece yazar ya da haber sunucusu da alabilir. Artık medya kuruluşları da ait oldukları şirket grubuna göre sınıflandırılır, adlandırılır. Bugün ülkemiz için herhangi bir iş kolunda faaliyet gösteren bir guruba bağlı olmayan medya kuruluşu neredeyse yok. Küresel dünyada haber metadır, haberci de. Haberin malzemesi sayılan “çarpıcı” bir fotoğraf çekmişseniz, gidip bunu paraya çevirebilirsiniz; tüm amatörlüğünüze rağmen size profesyonelce para ödeyebilirler. Bir gecede bütün bir yayın kuruluşu, tüm çalışanları ile sermaye sahibi guruba satılıp o sermayenin işleyen bir mekanizmasına dönüşür. Şirketlerin yalnızca karlılık hedefiyle kurguladığı bu dünya düzeninde medya da hedeflere ulaşmanın önemli bir aracıdır. Farklı ulusların, farklı taraflarını kışkırtıcı bir şekilde göstererek, ulusların birbirine düşman olması için gerekenleri yapar. Emperyalizmin oraya demokrasi getirmesi için her türlü kargaşayı çıkarır. Birbirinin aynı olan insanları birbirine yabancı saydırır. Bu kurgunun hayata geçirilmesi medya etkisi olmaksızın çok zor olurdu. İdeolojik ve kurgusal olarak kocaman bir gezegenden bahseden küreselleşme kavramı pratiğe dönünce özünü ‘sonradan olma’ Amerikan kültürüne indirgeyecek kadar küçültür. Küreselleşme kültürleri küçültür ve indirger. Pazara, pazarlamaya en uygun hale getirir. Binlerce yıllık mirasın üzerinde oturan eski dünyanın efendileri 300 yıllık yeni yetme girişimcilerin pazarına göre kalıplara girer. Bu yolla pazardaki ürüne göre yaratılan kültür ve tüketici bireyler medya eliyle sosyalleştirilir. Önceki nesille bağları hızlı bir şekilde kopartılır. 20 yıllık yaş farkı ile aslında araya ülkeler kıtalar ve kültürler girer. Kuşak çatışması gibi algıladığımız bu süreç toplumsal dönüşümün kendisidir. Medya eliyle dönüştürülen kültür, küresel tüketim alışkanlıklarını hızla yaşam pratiğine alır. Amerikan kültürünü ve özünde aynı şey olup başka bir ürünmüş gibi satılmaya çalışılan küresel kültürü öncelikle “kültür” olarak kabul edip etmeyeceğimize karar vermemiz gerekecek. Burada bahsettiğim “sonradan olma kültür” kavramını biraz açmak istiyorum. Tabiî ki kültür özü itibariyle sonrada olmadır ve gökten inmemiştir. 354 Ancak bu sonradan oluş süreci olağan seyrinde gelişen toplumsal yaşamda toplumun ihtiyaçları karşılanırken, gündelik yaşam devam ederken ve toplumun beklentileri ortaya çıktıkça ağır işleyip yavaş dönüşen bir süreçtir. En önemlisi toplumun büyük bir kısmının katılımıyla kolektif bir sürecin sonucudur. Kültür, insan topluluklarının zaman içerisinde tarihsel olaylar eşliğinde toplumsal büyüklükte değişim gösteren somut ve soyut tüm değerleridir. Bu tanıma göre Amerikan kültürünü sadece zaman konusunda çok hızlı davrandığı için yok saymıyorum. Özgün olmadıkları gerçeği de onları yok saymamız için yeterli değildir. Ya da pragmatik bir yaklaşımla dünyanın bütün kültürlerini farklı birer çiçek bahçesi olarak görüp en faydalı çeşitletmeyi kimseye sorma gereği duymadan yapmış olmaları da onları yok sayma nedenimiz olamaz. Amerikan toplumu bir projedir ve dünya üzerindeki bazı erkler bu projeyi hazırlamıştır. Amerikan kültürü toplumu oluşturan çoğunluk tarafından değil, bu toplumun nasıl bir arada sürekli sıkılmadan tüketeceğini öngörmeye çalışan bir gurup masa başı ideolog tarafından oluşturulmuşçasına yapay ve sonradan olmadır. Bilinçli bir süreçle yaratılmıştır. Şimdi kültürün tanımına dönecek olursak kültür oluşturulurken asla “olsun” diye var edilmez. Tüm toplumun ortak ihtiyaçları doğrultusunda kültür var olur. Buna beşerilik de diyebiliriz. Örneğin mandalina kültürel bir öğe değildir. Mandalinanın var oluşu kültürel bir konu değildir. Ancak portakal tamamen sosyolojik bir olgudur ve insan eliyle turunç adlı meyvenin ağacının aşılanması ile yapılır. Portakal doğanın ya da tanrının bir lütfu değildir. Portakal tamamen insan yaratımıdır. Portakal bu açıdan sosyolojik bir meyvedir. Eğer insanlar turunç ağacını aşılamayı öğrenmeseler sonraki nesillere öğretmeseler doğa kısa zamanda portakalı unutur. Bu açıdan kendi halinde bir meyve olarak gördüğümüz portakalın bile hikayesi dinlendiği zaman kültürel kimliğini kabul ettirdiği sosyal bilimler alanında Amerikan Kültürüne kültür değildir diyerek yok saymak pek bilimsel bir yaklaşım olmayacaktır. Sonradan olmalık, doğal akışını dışında bir şeyler ortaya koymak kültürün kendisidir zaten. Hatta Amerikan Kültürü de en az portakal kadar kültürel özellik taşır. Ama eğer Amerikan kültüründe kültün üretim sürecini anlamak için bir ürüne bakacaksak bu kesinlikle Corn-Flakes olmalıdır. İnsan vücudunun ihtiyacına göre, tarlada fazlaca ve kolaylıkla üretilen, doyurucu, maliyeti düşük, depolaması kolay, taşıması kolay, hacimli ve çıtır sesli, tüketilirken yanında farklı ürünlerin de tüketilmesini sağlayan, insanı bütün 355 bir kahvaltı kargaşasından kurtaracak ya da kahvaltı zevkinden mahrum bırakacak kadar da zahmetsiz, bu yüzden alışması kolay bir ürün. Arz ve talebi birleştiren bir numaralı besin maddesi. Tüketecek kadar insan ve tüketilecek kadar mısır varsa haydi reklâmını çekip taşı gediğine koyalım şeklinde hazırlanmış bir karışım. Bireyin ihtiyaçlarını piyasanın ihtiyaçlarına göre rahatlıkla şekillendiren bir ürün. Bir de filmlerde her sabah yemelerine rağmen Corn-Flakes kutusunu ellerine alıp tabağa boşaltırken öyle bir marifet yapma, zor işi başarma ifadeleri vardır ki yüzlerinde Amerikalıların, bu da üretilen yerel tadı küreselleştirilme çabasındaki gizli reklâmın ta kendisidir. Bu kültürü ve işlevlerini birazcık deşifre edebilmek için öncelikle üretenlerine bakmalıyız, ne de olsa üretenlerin beklentilerine uydurulmuş bir kültürden bahsediyoruz. Üretici daha fazlasını satabilsin diye uydurulmuş “American Size” kavramı bu kurmacanın en büyük deşifresidir aslında. “American Size” en büyük sandviç, en büyük kola, en büyük patates kızartması, en çok yakıt tüketen otomobil demektir. Yiyemeyecekleri kadar büyük sandviç ve kolalarla beslenen kişiler pazarda büyük ürünler satılmak istendiği için pazara uydurulmuş, pazara uygun vücutlar, menüye uygun mideler ve obezite yeni adıyla “American Size” olarak tanımlanmaya başlamıştır. Günümüzde “American Dream” de aşağı yukarı buna dönüşmüş durumdadır. Dünyanın en çok tüketen toplumu dünyanın yarıdan fazlasını tüketmektedir. Amerikan kültürü olarak adlandırdığım tüketim topluluğu tarihsel olarak kültürün üretim süreçlerinden geçmemiştir. O daha çok endüstriyel dönemde pazardaki bir metanın üretim aşamalarında pazara göre düzenli müdahalelerle bu şeklini almıştır. Ancak yaratılan kültürün kendisi bir üretim aracıdır; kapitalizmin kalbini üretir, tüketimi üreten üretim aracı. Toplumun en kaba tanımına ailelerden oluştuğu cümlesi ile başlanır. Modern dönemlere gelininceye kadar toplum bir üretim birimi idi. Geçimlik üretiminden fazlasını üretip diğer ihtiyaçlarını karşılamak için tasarruf halinde ürettiklerini de söyleyebiliriz. Bugün kapitalizmin sürekliliği için en önemli üretimin tüketim olduğunu düşünerek, tüketimi üreten bir birim olarak aileyi hala üretici birbirim sayabiliriz. Hatta tüketim kültürünün pazarlanamadığı coğrafyada küçük meta üretimi hala aile içinde gerçekleşir. Aile bireylerinin üretime dönük iş bölümü içinde görev paylaştığını görürüz. Amerika’da toplum bir tüketim birimi olarak karşımıza çıkar. Ya da az önceki tanımımıza göre aile tüketimi üreten en küçük toplum birimidir. Aile sistemin sürmesi için tüketimin en küçüğünün de en büyüğünün de üretildiği birimdir. Amerikan 356 rüyası çerçevesinde çizilen aile resmine baktığımızda pazardaki malın büyük bir çoğunluğunun hedef kitlesi tüketici bir gurup görürüz. Amerikan toplumunda aile tüketimin en küçük örgütleniş birimidir. Amerikan toplumun ve ekonomisinin sürekliliği için aile ve televizyon vazgeçilmez bir ikilidir. Bu tüketim biriminin örgütlenmesi öncelikle televizyon aracılığı ile gerçekleşir. Televizyon kanalları her eve girebilen, sıfır maliyetle toplumsal sınıfların en geniş kesişim alanını oluşturan buluşma noktasıdır. Televizyon reklâmları aynı anda milyonlarca kişiye seslenir. Aynı mesajı farklı alıcılara farklı tonlarda verir. Kimisi olduğu gibi, kimisi hak ettiği gibi, kimisi de hiç olmadığı halde bir gün olabileceği gibi hissetmek vaadiyle ürünlerle tanıştırılır. Televizyon aracılığıyla toplumu oluşturmada ilk basamak; kitleyi televizyon tiryakisi yapmak ve onları bu görsel büyücünün etki alanına sokmaktır. Televizyonun kitleler arasındaki genel kabul gören mahiyeti onun bir eğlence aracı olduğudur. Televizyonun içeriği oluşturulurken de ”eğlence aracı” imajına zarar verilmez. Bu yüzden ana haber bültenleri birçok ölüm ve kaza haberine rağmen Anchorman’in kapanıştan önce sırıtarak verdiği yavrulamış bir hayvan haberiyle, atılan ilginç golle, marifetini amcalara gösteren çocuk çekimleriyle “eğlenceli” bir sonla bitirilir. Televizyon, toplum üzerindeki manipülasyon sürecine hem televizyonun araç özelliklerinden, hem içeriğinden kaynaklanmaktadır. Reklâmlarda 10-20 saniyelik zaman diliminde geçen her görüntü önemlidir. Örneğin; çocuğuna yemek veren anne, sıradan ev kadınının onunla özdeşleşmesini engellemeyecek ölçüde güzel olmalıdır. Evin dekorasyonu, sarışın mavi gözlü çocuklar ve hatta bir-iki saniyelik pencereden görünen bahçe görüntüsü, gerçeğinden daha güzel olan ideal dünyanın özlemine yöneliktir. Bu ideal dünyanın, reklâmı yapılan ürüne yansıması amaçlanır. Ürünü alana bu dünya vaat edilir. Televizyon reklamı demek bir anlamda izleyiciyi görüntü ile etkilemek anlamına gelir. Görüntünün bu denli etkin kullanımı ve görüntüye yatkınlık beraberinde yine günümüzde ağırlıkla tartışılan okuma ve yazma kültürü ile ilgili tartışmaları da belirginleştirmektedir. Heinz Buddemeier’e göre de görüntüye bu derece bağlılık da beraberinde yaygın kitlelerin (özellikle yaygın bir şekilde yer alan anlık görüntülerin) düşünce ve duygularını kontrol edememelerine neden olmaktadır.41 Televizyon-insan ilişkisinin genel 41- Buddemeier, den aktaran ,Erol Nezih Orhon , Görüntü ve Etnografik Anlatım Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul ss.128 357 karakterinde olduğu şekilde, televizyon reklamları izlerken de daha baskın bir tonda insan görüntüye teslim olmuş durumdadır. Reklâm filmlerinde, sinemada üretilen ya da pembe dizilerde mitolojik kahraman haline gelmiş karakterler oynatılır. Reklâmı izleyenler, hem bu mitolojik kahramanın kullandığı ürünü kullanmak isteyecek, hem de onu satın alabilecek kadar gücü olduğundan dolayı, markasına güveni artacaktır. Zaman zaman reklâmlar için süper kahramanlar da üretilir ama reklâm için üretilen kahramanlar hep kısa soluklu, etkinliği varsa da hızla kaybeden karakterler olmuştur. Bunun yanında ulaşılmak istenen hedef kitleye benzer birinin ürünü sunmasının da etkili olacağı düşünülür. Deterjan reklâmlarında ev kadınları oynatılır. Ev reklâmında yeni ev almaya hevesli genç çiftler oynatılır. Bu da etkili olmazsa yetkili bir kişinin markaya onay vermesi de tavsiye sunması denenir. Burada da televizyon yıldızı haline gelmiş profesörler, doktorlar, haber sunucuları konusunda uzman kişiler üst perdeden bir sesle ne yapmamız gerektiğini, neden bu ürünü almamız gerektiğini bütün bilgelikleri ve güvenilirleri ile tavsiye görüntüsü altında emrederler. Televizyon için hazırlanan reklâmların büyük bir bölümünde reklâmı yapılan üründen çok reklâmda ürünü kullananlar üzerine ilgi ve tanıtım yoğunlaşmıştır. Bu nedenle reklâmlarda izleyicinin ilgisi çekebilecek güzellikte kadın, erkek ya da çocuk yer alır. Çoğu zaman güzelliği tescillenmiş tanıdık kişilere yer verilir. Ya da söz konusu reklâm için “yeni yüz” arayışına girilip izleyiciyi cezp edecek reklâm oyuncusu mini bir güzellik yarışmasını andıran titizlikle seçilir. Ajanslar güzelliğine güvenen yetişkin, çocuk ya da bebeklerle dolar. Reklâm oyuncusu için alınacak paralar çok fazla olmasa da televizyon kanalıyla tescillenmek yeterince doyurucu bir karşılıktır. Televizyonlar için hazırlanan yarışma programları, genelde bir sponsorun himayesinde düzenlenir. Sponsor firmalar, bu tür programlara bir şart öne sürüyor; malinin iyi satılması. Sponsorun malinin satısının artması, programın izlenmesine bağlıdır; programın izlenmesi ise eğlenceye. Yarışma programlarının temel niteliği olan eğlence, bu yarışma programlarının içeriğini bilgi ve kültüre dayalı olmaktan çıkarır. Çünkü izleyiciyi cezp edenin bilgi ve kültürden ziyade eğlence olduğu düşünülür. Bunun için yarışmacıya iki kere iki bile sorulsa, bunun eğlenceli hale getirilmesi yeterlidir. Televizyon reklâmlarında kapitalizm politikalarına uygun olarak yapılmak istenen, ihtiyaçları artırmaktır. Bunun için suni ihtiyaçlar oluşturulur. Bu ihtiyaçlar devamlı artmakta, hayat taksite bağlanmaktadır. Kapitalizmin, 358 tüketicinin tasarruf biçimini bile değiştirmiş, onu da salt tüketim haline getirmiştir. Tasarruf amacıyla evler, arabalar alınırken yapılan, tüketim çılgınlığından başka bir şey değildir. İnsanlar oturmayacakları evleri, kullan= mayacakları arabaları para biriktirmek amacıyla almaya çalışırlar. Oysa bunu yaparken para harcarlar. İyi bir reklâmcı, tüketicinin tasarruf etmeyeceği paradan zengin olabilir. Bu, başlangıçta bir çiklet parasıdır. Ancak yapılan her reklâmda, tasarruf etmeye değmez gözüken miktar, büyür. Tüketici, bir malı almakla kalmaz; onun aldığı her ürün bir diğer ihtiyacı doğurur. Reklâmlarla bütün bunlar yapılırken de hiçbir yönlendirme yapılmadığı izlenimi verilir: aslında reklâmcıların pazarladıkları, temel ihtiyaçtır. Bunlar alınmadıkça hayat çekilmez. Oysa reklâmcılar, suni ihtiyaçlar satar. Bunların sonucunda dünya üzerinde temel ihtiyaç maddelerine ayrılan bütçe azalırken, suni ihtiyaçlara ayrılan bütçe artmaktadır. Adorno’ya göre "Eğlence, geç kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır. Mekanikleştirilmiş emek süreciyle yeniden baş edebilmek için ondan kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir." Çünkü makineleşme insanın boş zamanı üzerinde öyle büyük güce sahiptir ki, "eğlence metalarının üretimini" öyle temelden belirler ki, kitle kültürü deneyimleri "emek süreçlerinin kopyaları"ndan başka bir şey değildir.42 Bir eğlence aracı olarak televizyon kapitalizmin ihtiyaç duyduğu işgücünün de kapitalizm için psikolojik yeniden üretim aracıdır. Bu konuya televizyonun toplumsal yaşama olan yansıması ile ilgili bölümde uzun uzun değineceğiz ancak tüketim için gerekli koşulların; yani tüketilen üretici gücün yerine konulması noktasında da televizyonun göz ardı edilmemesi gerekiyor. Artık proleteryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir de televizyonu vardır. Televizyonu bugün 500 liralık bir araç olarak kaybetmekten bahsetmiyorum. Yazlığı, tatili, arabası, uçak biletiyle gidilen tatili olmayan proleterya için televizyon birkaç saatlik tatiller, birkaç sezonluk arabalar, birkaç gecelik yazlıklar, birkaç aylık adalar verir. Bu programları izleyen izleyici, en azından izlediği süreç için dertlerinden uzaklaşır, gidemeyeceği yazlıkta, sahip olamayacağı arabada mutlu birkaç saat geçirir. Dahası gerçekten bu tatillere gidenlerle konuşacak birkaç cümlesi, temiz ve kirli sahilleri, sıcak ve tuzlu denizleri ayıracak kadar görsel birikimi vardır. Ertesi gün çalışmaya hazır, gidemediği tatilin bilgisiyle, giremediği eğlence mekanının manzarasıyla, binemediği arabanın şoför mahalli görün 42- Adorno, W. Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel- Elçin Gen, İletişim; 2001, s.21 359 tüsüyle kısmen rahatlamıştır. Kısıtlı bütçeye sahip, düşük fiyatlara emeğini satarak geçinen bireyler için böylesi bedelsiz bir eğlence de hem kolay tercihtir, hem de başka bir alternatifi yoktur. Sanatın temel işlevinin eğlendirme olarak algılanmasının kökeninde özdeşleşme ve 'katarsis' olgusu yatar. Ve bu olgu, eğlendirme işlevini en iyi gerçekleştiren sanat dalı olan sinema ve televizyonda doruk noktasına ulaşır. Bu yüzden sinema ve televizyonun edebiyata göre insanların üzerinde daha fazla etkisi vardır. Bu etki de onu popülerleştirerek bir meta haline sokar. Sinema ve televizyon, edebiyatın ulaştığı soyutlamanın düzeyine ulaşamamış olmasına rağmen, bu dezavantajlarını kitleler üzerindeki etkileriyle avantaja çevirirler. Kameraya çekildikten sonra popülerleşen edebi eserlere ve tanınan yazarlara her zaman rastlanır.43 Bu da günümüz toplumunun kültürlenmesinde televizyonun başat rolü oynadığını gösterir. Sokağa çıkıp Reşat Nuri Gültekin’i sorsak muhtemelen insanlardan çok net şeyler duyamayız. Ancak sokakta Reşat Nuri Gültekin’i “Yaprak Dökümü” nün yazarı olarak sorsak, yakın dönemin bu en popüler dizisini izleyen büyük bir kitle televizyondan onlara yansıyan diziye göre bir Reşat Nuri Gültekin profiliyle tanımlayacaklardır. Televizyon bu şekliyle hem kendinden önceki sanat dallarının etkisini köreltmiş, hem de onların tüm gücünü kendi bünyesine katmıştır. Televizyonlu dönemde artık roman okumak ya da bütün bir edebiyat alanı eskisi kadar popüler değildir. Televizyon isterse yazarları ya da eserleri popülerleştirir, ancak kendi isteği şekle sokarak, artık edebiyattan ayrı bir şey olmalarını sağlayarak yapar bunu. Kimsenin ilgilenmediği unutulmaya yüz tutmuş, hatta içerik itibariyle çağ dışı bile sayılabilecek eserleri yeniden alınır satılır bir şekilde tüketim nesnesi haline getirir. Birazcık farklı bir şekilde; artık roman romanlıktan ve edebilikten çıkmış, dönemini de sanatçının dilini de kaybetmiştir. 2. AİLE KUCAĞINDA TELEVİZYON İZLEMEK Tabiî ki toplumsallaşma deyince aklımıza sadece çocuk gelmeyecek. Televizyonla toplumsallaşma da bütün yaş gurupları için geçerlidir. Ancak çalışmamızın konusu gereği bu konuyla özellikle ilgileniyoruz. Çocuk televizyon karşısında büyüklere göre çok daha savunmasız ve hamdır. Televizyonun verdiği mesajların kurgusal boyutunu anlayamayacak düzeydedir. 43- Sayın, Aylin "Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları ve Bu Uyarlamaların Toplumsal Yapıy¬la Etkileşimi" Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Anasanat Dalı Sinema-TV 2005, s.27 360 Çocuklar televizyon karşısında etkileşime en açık, en hassas grubu oluşturmaktadır. Çocukların televizyon mesajlarına açıklığının bir tehlikesi de çocukların, gördüklerini “gerçeklik” olarak algılamaları, televizyonda gördükleri her şeyin “olabilirliğine” inanmalarıdır. Çocuklar düzenli bir alışkanlık olarak TV seyretmeye 2- 2,5 yaşında başlamaktadırlar.44 Bireyin toplumsallaşma süreci içerisinde etkileri yadsınamayacak boyutta olan televizyon ve içeriklerinin özellikle son yıllarda yapılan birçok bilimsel çalışmaya da konu olan başlıklarla tartışılmakta olduğu gözlenmektedir. Özel ticari yayıncılık sürecinde henüz kısa denebilecek bir geçmişe sahip olan Türkiye'de, ticari sistemin kaçınılmaz bir sonucu olarak "izlenme oranı"nın esiri olan televizyon yayıncılığında mesleki ve etik ilkelerden uzaklaşma, yanlı ya da indirgemeli habercilik, içeriklerde şiddet ve magazinin gözle görülür yoğunluğu Türkiye’de iletişimin akademik boyutu ile ilgilenen bilim insanlarının da ilgilenimlerinin başında gelmektedir. Ekranda izlediği görüntünün gücüne ve tanıt olduklarına çoğu zaman kayıtsızca ve farkında olmadan inandırılışına boyun eğen bir oyun, maruz kaldığı görüntü ve içerikleri gerçeklik olarak kabullenebilmektedir; diğer bir deyişle birey, 'yetiştirme ve sosyal öğrenme kuramı' odaklı yapılmış olan bilimsel çalışma verilerinin de işaret ettiği üzere, bireyin televizyon karşısında geçirdiği zamanın yoğunluğu arttıkça (Türkiye'de RTÜK araştırmasına göre ortalama olarak günde 4-5 saat televizyon izlenmektedir. Bizim araştırmamız araştırma gurubumuz için ortalamanın 5 saatten az olmadığını gösteriyor.) yaşadığı dünyayı da televizyon dünyasından verilen mesajlar çerçevesinde ve doğrultusunda algılayabilmektedir.45 İnsan belirli koşullar içine doğar ve kendini bu koşullara uydurarak yaşamını sürdürmeye çalışır. Toplumsal yaşamdaki örgütlü koşullar, insanların geliştirdiği üretim biçimi ve ilişkileriyle yaratılmış koşullardır. Bu koşullara insan birçok mekanizmalar aracılığıyla uymayı öğrenir. Bunlar arasında toplumsallaşma, çocuk yetiştirme, eğitim, öğretim, gibi süreçler vardır. İnsan aynı zamanda içinde bulduğu koşulları daha iyiye dönüştürmeye çalışır. Bunun için de kendi koşullarını değiştirmek istemesi gerekir. İletişim araçlarının genel olarak bu değiştirme çabası ile olumlu anlamda, bir 44- Condry’den aktaran Gülden Treske, “Medya Okuryazarlığı Neden Gerekli”, Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Kalemus Yayınevi,İstanbul 2010.s.11 45- Vural ,İzlem, Televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon Haberlerinden Yansıyan Türkiye, İletişim Dergi, Sayı 9,İstanbul.2008 361 ilişkisi yoktur. İnsanın yaşamını sürdürebilmek için iletişime gereksinim duyduğu ve onu çeşitli yöntemler kullanarak geliştirdiği bilinir. Ama çağdaş iletişim araçları bu masum gereksinimin ötesinde güç elde etmek, bu gücü korumak ve onu başka güç arayışlarının temeline koymak biçiminde kendini gösterdiği için televizyon da insanın kendi koşullarını değiştirme gereksinimden çıkmamıştır. Televizyon günümüzde kilisenin, tanrının, destanların ve destan anlatıcılarının, büyücülerin, palyaçonun, bin bir ürün satan gezgin tüccarın ve ekmek ve sirk politikalarındaki sirkin yerini almıştır (veya onların amaçlarına yardım eden araç durumundadır). Televizyon insanları eğlendirmek ya da onlarda hoş vakit geçirildiği duygusunu yaratmak, başka bir deyişle oyalamak için vardır. Gücü de büyük ölçüde insanlarda gerçekten böyle bir duygu yaratabilmesinden gelmektedir. Televizyon önünde vakit öldüren insan kendisine dayatılan yaşam koşullarını sorgulamak yerine sunulan seçenekler arasından biri ile gerçekten iyi zaman geçirdiğine inanabilmektedir. Toplumlar insanı ücretli/ücretsiz/düşük ücretli köle haline getiren bir düzeni yaratıyorlarsa onun “bekçi köpeğini” ya da köpeklerini de yaratmak zorundadırlar. Televizyon bu nedenle ABD’de en başından beri özel teşebbüs çıkarlarına ve pazar denetimi gereksinimlerine göre olmuştur. Türkiye gibi ülkelerde ise ABD’nin ekonomik sömürü ve siyasal denetim gereksinimleri ve içteki egemen güçlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak emperyalizme sarılışıyla beyin yönetimi gereksinimine bağlı olarak kurulmuş ve geliştirilmiştir. Televizyon toplumdaki geniş kitlelerin kendi ekonomik, kültürel ve siyasal gereksinimlerini karşılamak için icat ettiği bir araç değildir; aksine geniş kitleler üzerindeki egemenliğin sürdürülmesinin aracıdır.46 Günlük kesintisiz yayın akışında izleyiciye sunulan içeriklerin çoğunluğunu oluşturan dizi, film, eğlence, magazin, bülten, tartışma ve reality show programlarında zaman zaman izleyicilerin farklı çözümlemelere, kanaat ve yorumlara ulaştıkları; yani, farklı kod açımlamaları yapabildiği görülmektedir. Elbette bireylerin bilgi ve eğitim düzeyleri, sosyal ve ekonomik konumları, politik görüşleri gibi değişkenlerin bu kod açımlamalarında etkin rolü bulunmaktadır; ancak, izleyicilerin genel olarak gerçeklik olarak algıladıkları haber bültenlerinde, örneğin, Türkiye'de hemen hemen televizyon kanallarının büyük çoğunluğunun aynı haber havuzlarından beslendiği düşünüldüğünde, bültenlerde zaman zaman aynı haberin 46- Erdoğan, İrfan, Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere, A. Ü. İletişim Fakültesi İletişim Yıllığı 1999,s:51 362 kimi zaman ideolojik, kimi zaman da yayın politikaları gereği farklı kodlamalarla verildiği görülmektedir. Siyasi partilerin icraatları televizyon kanalının ideolojisi ile ya da sermaye grubunun sahipliği çıkarı doğrultusunda seyrettiğinde, gerçekliğin sunumu olarak algılanan haber bültenlerinden verilen mesajlara ilişkin yapılacak kod açılımlarının ve buna bağlı olarak yorumların ve kanaatlerin de farklılaştığı görülmektedir. Diğer kitlesel araçlara göre çok daha yüksek oranda bireyin gündelik yaşamı içinde yer bulan televizyon, bugün daha fazla evin, ailenin hayatına girmiş, özellikle çocukların büyük çoğunluğu edindikleri enformasyonu, kültürü hatta dünya görüşünü aile üyelerinden değil televizyonlardan alır hale gelmiştir.47 Kitlesel ürünün evlerde tüketilmesi aileyi aynı fiziksel ortamda bir arada tutmakta ancak ailenin çözülmesine neden olmaktadır. Evde ilgiyi çeken odak noktası olan televizyon gerçek ya da kurgusal olarak hep dış dünyadan söz eder. Bireyin ilgi alanını uzaktaki olgular ve olaylar kaplayınca yakınındaki olgu ve olaylar, insanlar, bireyden uzaklaşmaktadır. Uzak olan yakınlaşınca, yakın olan da uzaklaşmaktadır. Düş gerçeğin yerini alınca, gerçek de düş haline gelmektedir. Eskiden ailenin toplanma yeri oturma odasının ortasındaki büyük masif masaydı. Masa ailenin birleşme merkeziydi, televizyon ise günümüzde masanın toplama işlevini üstlenmektedir, ancak tüm dikkati kendisi üzerinde toplar. Aile bireylerinin birbirleriyle ilgilenmeleri için televizyondaki hareketten gözlerini ayırmaları gerekir. Çünkü ekran karşısındaki oturma yerleri aile bireylerinin yüz yüze gelemeyeceği biçimde düzenlenmiştir. Televizyon ortak bir merkez değil, ortak bir kaçış alanı sağlar. Aile bireylerinin birlikte yaptıkları tek şey, gerçek dışı bir alanda, aslında hiç kimseyle paylaşmadıkları bir dünyada gezintiye çıkmaktır. Televizyonla birlikte aile minyatür bir izleyici kitlesine, ev ise minyatür sinema salonuna dönüştürülmüştür.48 TELEVİZYON REKLÂMLARI VE ÇOCUK Televizyon reklâmları açısından çocuk hem reklâmın alıcısı hem de reklâmın malzemesi olarak iki kere kullanılmaktadır. Bugün yetişkinler için üretilen birçok ürünün televizyon tanıtımında annelik babalık duygularını 47- Wılson S.’dan aktaran Vural İzlem, televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre televizyon Haberlşerinden Yansıyan Türkiye, iletişim, 2008, Kış, Sayı: 9. s.73 48- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları, İletişim,2009.s.191-192 363 mesajı daha dikkat çekici hale getirmek için sıklıkla kullanılır. Televizyon dili kuruluşunun yetişkin tarzı ve daha çok baba gibi bir dış sesle ne yapılıp ne yapılmaması gerektiğini söyler. Söz konusu reklâmlar olduğunda satışı artırmak için yapılmayacak numara, girilmeyecek kılık yok gibidir. Günümüzde hem yetişkinlere, hem de çocuklara yönelik reklâmların asıl imgesi giderek artan bir önem kazanmaktadır. Sevimlilikleri nedeniyle hedef kitlenin ilgisini çekmekte bir araç olarak kullanılan çocuklar, çoğu reklâmda bilinçli ve etkin tüketiciler gibi gösterilir, gereksinimlerini dile getirir, yaşıtlarına ve büyüklere ürün önerisinde bulunurlar. Çocuk imgesi reklâmlarda çeşitli tüketim değerleri yaratmak amacıyla kullanılır. Ele aldığımız reklâmlarda çocuk imgesinin ürüne yaşama sevinci, saflık, tazelik, yenilik gibi değerler yükleme amacıyla, yetişkinlere yönelik reklâmlarda da sorumluluk duygusu aşılama amacıyla kullanıldığı gözlemlenir. Kimi reklâmlarda çocuklara özgü bir evren yaratıldığı izlenimi uyandırılmaya çalışılsa da tüketim değerlerinin yeniden üretildiği sonucuna varılabilir. Batılı/Doğulu, kentli/köylü, varsıl/yoksul gibi toplumsal farklılıklar öne çıkarılarak, çocukların konuşmaları, özellikle de dış görünüşleri aracılığıyla yansıtılır. İncelediğimiz damlarda çoğunlukla kentli, açık tenli, sevimli, bakımlı ve Batılı görünüşlü cuklar ürünü önerir ya da kullanırlar. Esmer ve yoksul görünen, gerçekte Türk toplumunun çoğunluğunu temsil ettikleri düşünülebilecek çocukların reklâmda sorumluluk ve acıma duyguları uyandırmaktır. Dolayısıyla ele aldığımız reklâmlarda birbirinden farklı nesneler, farklı imgelerle ve farklı biçimlerde sunulsa da, genellikle aynı değerlere gönderme yapıldığından, toplu olarak elendiğinde belirli bir benzerlikten söz edilebilir. Roland Barthes "Oyuncaklar" başlıklı yazısında yetişkinin çocuğu bir başka kişi gibi, küçük bir adam gibi gördüğünü, buna uygun olarak da çocukların gelecekteki rollerine uygun olarak "koşullandırılmak" istendiğini belirtir49. Yazara göre, çocuklara serüvenden, şaşkınlıktan yoksun edimler içindedir; çocuklar nesneler evreni önünde yaratıcı değil, ancak mal sahibi, kullanıcı olarak yer alırlar. Reklâm evreninde de yazarın oyuncaklar dizgesi konusunda açıkladığı üslerin geçerli olduğunu görebiliyoruz. Ele aldığımız reklâmlarda çocuklar gerçeküstü uzamların" yaratıldığı reklâmlarda bile iz 49- Barthes Roland, Çağdaş Söylen/er, Çev. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları,İstanbul 1990:s.43 364 leyici konumundadırlar. Bu uzamları gerçeküstü kılan da ürünü simgeleyen animasyon kahramanları, kullanılışıyla tüketim ürününün kendisidir. Çocuklar da reklâm anlatısında gönderici nesne alıcı, engelleyici gibi işlevler üstlenseler de reklâmcının gözünde yalnızca tüketme araçlarıdır. Reklâm evrenindeki toplumsal cinsiyet anlayışına çocuklara yönetilen reklâmlarda da sadık kalındığı saptanabilir. Özellikle çocukların yetişkin kılığına büründürüldükleri reklâmlarda, erkek çocuklar, işe giden, kahvaltıda gazete okuyan, ailenin geçimini sağlayan, kız çocuklarsa spor salonunda aerobik yapan, ev hanımı olarak kocasının sağlığıyla ilgilenen küçük yetişkinler gibi gösterilmektedirler. Bunların dışında kalan reklâmlarda da babalarını baştan çıkarma oyunlarını keşfeden kız bebeklere, anneleriyle birlikte ev işlerini yapıp televizyon dizisi izleyen kız çocuklarına, babalarıyla birlikte zaman geçiren, kimi zaman onlarla birlikte işe giden, otomobillerinin teknik özellikleri üzerinde konuşan erkek çocuklarına oldukça sık rastlanmaktadır. Reklâmlarda tanıtılan nesne ve hizmetler işlevlerine göre farklı kullanımsal tüketim değerleri yansıtırlar, ancak tanıtılan nesne ve hizmetler çok çeşitli olsa da kullanımsal tüketim değerleri aracılığıyla ulaşılan var oluşsal tüketim değerleri arasında büyük benzerlikler vardır. Reklâmlarda tüm temel kavramlar içeriğinden boşaltılarak, indirgemeci bir anlayışla ele alınır. Aynı durum reklâmlardaki çocuklar için de geçerlidir. Reklâm evreninde çocuklar, kolay çözümlenebilir sorunları olan, yalın varlıklardır. Karmaşık ve üstün olan varlıklar nesnelerdir. Reklâm öyküleri gerçek yaşama gönderme yapıyor gibi görünse de birçok açıdan farklı, kimi zaman gerçek evrenin karşıtı bir evren kurar.50 Tanıtılan nesne ya da hizmet karmaşık, sistemleşmiş bir yapı olarak sunulurken, çocuğun sorunları alabildiğine yalınlaştırılır, kendisi tek boyuta indirilir. Reklâmlarda kullanılan temel çocuk kimliklerine ve rollerine incelemek, çocuğun hem alıcı hem de satıcı olarak bu pazara nasıl dahil olduğunu net bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. Kimi zaman eline bir mikrofon tutuşturulmuş sunucu çocuk tiplemesi görülür. Bu çocuk tüketiciye ne alıp ne almaması gerektiğini sempatik bir dille anlatır. Yetişkinlere benzetilmiş bebeklerin büyükler gibi giydirilip yetişkinlere has özellikler onlara atfedildiğini sık sık görülür. Şarkıcı çocuklar da sıklıkla karşımıza çıkan bir kalıptır. Kimi zaman 50- YÜCEL, Halime- KARA, Barış Reklamda Çocuk İmgesinin İşlevi İletişim, 2009 365 sessiz sedasız kendi işini yapan çocuklara dış ses eşlik eder. Üretici kurumun simgesi olarak çocuk temsili de sıklıkla kullanılır, kurumun ve ürettiği bütün ürünlerin iyi niyetine ve saflığına inanılması amaçlanır. Çocukların özne olduğu reklâmlarda ürünü kullanan reklâm kişileri çocuklardır. Aileye yönelik ürünlerde birleştirici öğe olarak çocuk kullanımını da sıklıkla görülür. Çocuğun aileyi birleştirip mutluluk verici bir nesne olmasına yönelik karakter ürüne atfedilir. Çocuk kullanılan reklâmların büyük bölümünde büyükler avlanmaya çalışılır. Bir yetişkine sevginin en saf ve temiz halini anlatmanın en kolay yolu, bir bebek gösterip onun sevilmesini sağlamaktır. Tabiî ki bembeyaz pamuk gibi son derece güzel bebekler seçilir. Bebeğinin güzel olduğunu düşünen anneler de soluğu reklâm ajanslarında alırlar. Tüketicinin duygularına hitap etmenin en kolay yollarından birinin çocuk olduğunu söyledik. Korumaya muhtaç bir varlık olarak çocuk kullanımı da tüketicinin bu yöndeki ilgisini fazlasıyla çekmeye yetecektir. Rahatlık, kolaylık, yumuşaklık gibi kavramlar daha çok 2-3 yaşında çocuklarla bir arada verilir. Bu çocuk bu kanepeye açabiliyorsa siz de açabilirsiniz, bu çocuk bu koltukta ne kadar da rahat uyuyor gibi mesajlarla birlikte kullanılır. Sağlık söz konusu olduğunda da özellikle anne babaların en duyarlı olduğu nokta çocuklarıdır ve sağlık hiç taviz vermeyecekleri bir alandır. Bu yüzden hijyen temizlik ve ilgili deterjan reklâmları sürekli çocukla birlikte verilir. Besin değerlerinin yüksek olduğu vurgusu ve özenle beslediği mesajı daima bir çocukla iç içe verilir. Bu ürünlerle beslendikleri zaman çabucak büyüyecekleri, boylarının çok uzun olacağı gibi yanlış ve gerçek dışı mesajlar çocuk esprileri arasında kaynatılarak yedirilir. Çocukların kullanıldığı kimi reklâmlarda da çocuklara annelik, babalık gibi toplumsal cinsiyet rolleri atfedilir. Gündelik hayatta sadece çocuk olan bu kişiler reklâm gereği birer yetişkine dönüştürülebilir. Kimi zaman da çocuk yenilik anlamında sunulur. Yeni çıkmış bir ürün taptaze bir çocukla bütünleştirilir. Eskisi yaşlanmıştı yenisi yaptık gibi tüm eskiler bayatladı bizimki yenidir gibi mesajlarla verilir. Çocuk yaşama sevinci ve umut demektir, reklâmlar bu anlamı da boş geçmez yeri geldiği zaman ustaca kullanırlar. Ayrıca çocuk sahibi olmak demek sorumluluk sahibi olmak gerektiği anlamına gelir. Bu konuda da çocuklar ustaca kullanılır ve çocuklarla birlikte verilen reklâmlarda ebeveynlere sorumluluklarına yerine getirip ilgili ürünü almaları söylenir. Sorumluluğu yerine getirmek için alınacak çocuklar için güvenli bir araba, güvenli oyun alanına sahip ev, güvenli malzemeden yapılmış koltuk, ya da güvenle yiyecek saklayan bir buzdolabı tavsiye ediliyor olabilir. 366 Televizyon reklamlarının çocuklar üzerindeki etkilerini görebilmek için Oya Tokgöz tarafından 1978 yılında Ankara'da yapılan alan araştırması, bu alanda yapılan ilk çalışmadır.51 Bu çalışmada; çocukların televizyonun büyük tüketicileri olduğu, çocukların televizyon karşısında çok zaman harcadıkları ve televizyonun çocukların duygularına yöneldiği ve televizyonun çocuklara bazı bilgiler kazandırdığı varsayımları üzerinde durulmuştur. 1978 yılında yapılan bu araştırmanın aşağıdaki sonuçlarının günümüzle benzer sonuçlar içerdiği görülmektedir: “En çok beğeni kazanan reklamlar, şarkılı, danslı, komik, çizgi filmli, içinde çocukların bulunduğu, kısacası çok hareketli ve kurmacaya (fantazya) dönük olanlardır. Bu tür içerikli reklamları özellikle, çok küçük yaşlardaki anaokulu ilkokulun ilk sınıfları çocukları seçmektedir. Bu yaş kümesinde bulunan çocuklar; aynı zamanda henüz televizyon programları ile reklamlar arasındaki ayrımı da kavrayamamışlardır. Özellikle, televizyon programı ve reklamlar arasındaki farkı bilme yönünden yaş, cinsiyet ve gelir gibi sosyoekonomik değişkenler ilişkiye pek açıklık getirmemektedir. Bununla beraber, eğitim değişkeni dikkate alınınca, anlamlı sonuçlar çıkmaktadır. İlkokul 4. sınıftan itibaren televizyon programı ile reklam arasındaki farkı bilme kristalleşmektedir.”52 Bu ve benzeri araştırmalar, çocukların televizyon izlerken pasif değil, aktif olabildiklerini de göstermektedir. Kuşkusuz aktivite, televizyondan görüneni taklit etme yolundadır. Bu aktivitenin sadece vücuda yönelik olduğu, ya da beyni de kapsadığı ayrı bir tartışma konusudur. Televizyon sistemin çocuk açısından en etkili manipülasyon aracıdır. Günümüz teknoloji düzeyinde televizyon her şeyi olduğundan daha eğlenceli gösterme noktasında birkaç adım daha ileriye gitmiştir. Zaten standart uydu yayınlarında DVD kalitesinde görüntü yayını yapılıyor. İstanbul’un varoşlarında ve araştırma gurubumuzun yerleşim yeri olan İzzet Paşa Mahallesi’nde başka türlü televizyon izleme imkânı bulunmuyor. Standart uydu kalitesinde 640x480 e varan çözünürlük ve CD düzeyinde ses kalitesi çocuklar için gerçek hayatta olamayacak kadar net ve berrak. Gerçek hayatta olmayan renklerle süslenmiş çizgi dünya çocukların gerçeğinden 51- Toköz,Oya, Televizyon Reklamlarının Anne ve Çocuk ilişkisine Etkileri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Yayın Yeri: ANKARA Yayın Tarihi: Sayı: 1-4 Cilt: 35 S.93-110 52- Tokgöz,106 367 kopmasına neden olabiliyor. Tüm bu görkemli ve eğlenceli dünyadan sonra dönüp çevresine bakan çocuk çevresinin o kadar da ilgi çekici olmadığını düşünebiliyor. Gerçeğinden daha gerçek ya da gerçeğinden çok daha eğlenceli olan bu dünyadan sonra gerçek dünyaya ilgisi azalan çocuk yeniden televizyon dünyasına yöneliyor. Bahsettiğim DVD kalitesinde görüntü sağlayan DV-B teknolojisi çoktan demode oldu. Şu an Full HD yayın yapan 6 ulusal kanal var ve 3 tanesi ücretsiz izlebiliyor. Full HD yayın yapan 24 üyelik gerektiren kanal da bulunuyor. Hala HD yayına geçmiş bir çocuk kanalı yok. Araştırma gurubundaki çocuklara hayallerindeki hayatın resmini çizdirdiğimde tek katlı bahçeli ev, etrafta birçok hayvan ve bitki, akan bir dere, yakınlarda bir göl gibi doğayla iç içe bir hayatı resmederler. Sistemin onlara sunduğu yaşamda 7 katlı gecekondular dip dibe ve pencereden görünen diğer binanın kara duvarı, onların için resmini çizdikleri hayatın mümkün olabileceği tek yer televizyon. On dokuzuncu yüzyıla gelinceye dek, insanların deneyimleri kendi doğal fiziksel gelişmeleriyle sınırlıyken, kitle iletişim araçları izleyicilerin başka yer ve zamanda olmuş veya hiç olmamış olaylara yarı-tanıklık sağlamaktadır.53 Sınıf ortamında sıradan gündelik konuşmalarımızda bile çocuk dünyasının çok büyük bir bölümünün televizyondan yansıyan imgelerden oluştuğunu açıkça görüyoruz. Bir zamanların hikâyeleri, hayalleri, masalları çoğu eğlendiren ve hayal gücünü geliştiren her şey televizyon tarafından yutulup başka bir şekilde çocuğa sunulur hale gelmiştir. Televizyon etkisiyle sıradan çocuk hayalleri bile mutasyona uğramış gibi, televizyon radyasyonundan nasibini almıştır. En sevdiği hayvanı canlı olarak gören çocuk sayısı yüzde yirmi civarında. Sevdikleri hayvanları, hayalini kurdukları evleri, giyecekleri kıyafetleri, büyüyünce olacakları kişiyi genellikle büyükler için yapılmış programlardan hayal meyal algılamaya çalışıp seçiyorlar. Belirli klişeler içinde olmak koşuluyla sıradan insanlara da toplumsal enformasyona girmelerine izin verilerek, görünür olmaları sağlanmakta; izleyiciler kendilerine benzer bir özelliğe sahip gördükleri tiplemeleri benimseyebilmektedirler54. Burada kontrol dışı olan durum çocuğun sadece ceketini sevdiği bir adamı benimseme girişimidir. Sadece bindiği arabadan hoşlandığı dizi kahramanının, 53- Funkhouser, G.Ray, Eugene F. Shaw, uHow Syntethic Experience Sha-pes Social Reality", Journal Of Communication, 40-2, Bahar, 1990 s.75-78, 54- Joshua Meyrowitz, No Sense of Place: The Impact of Electronic on So-cial Behaviour, Oxford University Press, New York, 1985, s.309 368 aslında hiç de sevmeyeceği özelliklerini kontrol dışı bir şekilde alıyor olabilir. Ya da tam tersi; örneğin İbrahim Tatlıses’in sadece sesini ve şarkısını beğenen çocuk sesinin ona daha çok benzemesi için mavi ceket giymek istediğini ifade ediyor. Televizyonda imgeler farklı parçalardan oluşan bir yapı olarak sunulunca genç beyinler alması ya da almaması gereken mesajın ayırımına varamıyor. Televizyonda ciddiyetten arındırılmış şiddet gösterimlerinin fantazya mı yoksa yaşanan gerçekliğin uzantısı mı olduğunun ayırt edilmesi, kitle toplumu insanı için gitgide güçleşmektedir55.Bu durum çocuklar açısından güçlüğünün bile farkına varılamadığı bir kaos ve yanlış anlamalar şeklinde gerçekleşiyor. Televizyondan öğrendiği bir repliği tekrar etmeye çalışırken anlamını bilmediği sözcükleri, anlamını bildiği benzer sözcüklerle değiştirerek bambaşka mesajlar yaratıp anlamlandırmaya çalışıyor. Televizyonun izleyici kitlesi içinde geniş yer kaplayan çocuklar, çoğu zaman eğlenmek ya da boş zaman geçirmek adına, bu aktivitelerini ebeveyninin dışında gerçekleştirmektedirler. Bu durum çocukların aynı zamanda Yetişkinler için üretilmiş olan mesajları da almalarına neden olmaktadır. Çocukların ekrandan gelen mesajlara yetişkinlere oranla çok daha fazla maruz kaldıkları ve bu mesajları çoğunlukla süzmeden doğrudan aldıkları düşünülecek olursa, özellikle duygusal ve ruhsal gelişimlerinin de bu edinimlerden etkilenmiyor olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Sonuç program yapımcılarının bile hiç kestiremediği yanlış anlamalarla çocuğun dünyasını alt üst eder bir şekilde ne çocuk ne büyük denilebilecek yorumlara ve anlamlandırmalara dönüşür. Televizyondaki cinselliği çocuğun nasıl anlamlandıracağını düşünmemiz bu alt üst olmuşluk konusunda az çok fikir verecektir. Çocukluk ve ilk ergenlik dönemlerinde, bireyin yaşadığı dünyayı anlaması anlamlandırması, bu dünyaya ait toplumsal göstergeleri öğrenmesi ve bu algılama dahilinde bireysel düşünce, davranış ve ruh kalıplarını yoğun olarak oluşturması söz konusudur. Sunmuş olduğu görüntünün gücüyle ikna ediciliği en üst düzeyde olan mesajların çocuklar üzerinde çok ayrı bir önemi ve hükmü de söz konusudur. RTÜK tarafından yapılmış olan araştırmaya göre Türkiye'de çocukların yılda 900 saatlerini okulda 1500 saatlerini ise televizyon karşısında geçirdiklerini saptayan 2008 yılında yapılan RTÜK araştırması düşünüldüğünde, özellikle gelişme dönemlerinde sosyal iletişimlerinde 55- Oskay,Ünsal 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, Der Yayınları, İstanbul.2000.s.370-371 369 gerileme ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ekran önünde bu denli yoğun ve pasif olarak zaman geçiren çocukların, izlediklerinin gerçek, kurgusal gerçek ya da gerçek dışı olduğunun farkına varabilme yetisi henüz yeterince gelişmediği; diğer bir deyişle, mesajları eleştirel bakış açısı ile değerlendirme becerisine sahip olmadıkları için savunmasız olarak bu içeriklere maruz kalmakta oldukları söylenebilir. Diğer yandan çocukların izlediği içeriklere göre gerçekliği ya da gerçek dişiliği ayırt etme süreçleri de farklılık göstermektedir. Çizgi film içeriğinde görmüş olduklarını birer fantazya ve kurmaca olarak algılayabilirlerken, haber bülten-lerinde gördüklerini gerçeklik olarak değerlendirebilmeleri de mümkündür. Televizyon, çocuğun gelişim düzeyine göre her yaşta farklı etkiler yaratabilmektedir ve bu etkiler kuşkusuz kısa zamanda fizyolojik veya ruhsal sorunlar olarak kendilerini göstermeyebilir. Soyut düşünce gücü gelişmediği ve henüz gerçek ile gerçek olmayan arasındaki farkı ayırt edemeyen özellikle okul öncesi dönemdeki çocuklar, gerek çizgi filmlerde gerekse diğer televizyon içeriklerinde gördüklerine tanık olmaları nedeniyle gerçek dünya algılamalarını bu yönde geliştirebilmektedirler. Gözlemsel öğrenime daha çok duyarlı olan çocuklar için gösterilenin "gerçekleri" gözlemsel öğrenimlerini de etkilemektedir. Özellikle düşle gerçeği ayırma süreci içindeki yaş grubunda olan çocuklarda bu konu büyük önem taşımaktadır.56 Benzer şekilde televizyonun karşısında pasif olarak yoğun zaman geçiren ve özellikle yetişkinler için hazırlanan içeriklere maruz kalan çocukların sosyal ve kişilik gelişimleri de olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Gelişim evreleri içinde öncelikle yakın çevresindekileri rol model alan çocuk, ekran karşısında geçirdiği zaman arttıkça, bu kez ekranda gördüğü kişi ve kişilikleri rol model olarak benimsemeye başlayarak duygusal boyutta yaşamında sıklıkla uzaklaşma yaşayabilir. Ekran önünde yoğun olarak geçirilen ortak süreler de sosyalleşme ve iletişim kurma becerilerini olumsuz etkileyen bir süreç olarak düşünülmektedir. Dinlediğini anlayan ancak konuşma ve kendini ifade yönünden yetersiz çocuklarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Sınıf ortamına bile televizyon gibi katılıp inter-aktif davranamayan çocukların bulundukları durumda televizyonun payının büyük olduğunu düşünüyorum. Anlatılan bir konudan sonra kendisine yöenlinip dönüt istendiğinde heyecanlanan, bunu beklemediği her halinden belli olan çocuklar aslında televizyon56- Vural ,İzlem, Televizyon Haberİerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon Haberlerinden Yansıyan Türkiye, İletişim. Sayı 9, İstanbul.2008 370 un tek yönlü seyrine fazlasıyla alış olanlar gibidir. Bir başka yan etki de televizyondan aldığı mesajların okuyamayan ne anlama geldiğini çözemeyen çocuk, toplumsal yaşam içinde aykırı olarak kabul edilen tutum ve davranışları taklit etme yoluyla yaşamına dahil ederek dikkat çekmeye çalışmaktadır. Televizyon ekranı karşısında uzun zaman geçirmenin çocuk için olumsuz birçok sonuç doğuracağını savunan Shapiro, ebeveynlerin kendilerinin televizyon bağımlılığı nedeniyle çocuklarının da televizyon önünde geçirdikleri zamanı denetleyemediklerini ve televizyonun modern dünyada hiç de pahalı olmayan hıı bebek bakıcısı olduğunu; ancak, duygusal zekâ gelişimi yüksek çocuklar yetiştirebilmek için televizyon izleme konusunda katı kuralların uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Çocuğun yaratıcılığının gelişmesin önündeki en büyük engel olarak televizyon izleme eyleminin olduğunu belirten Shapiro, televizyonun çocuklarda fiziksel bir bağımlılıktan öte psikolojik bağımlılık yaratan bir süreç olduğunu da ifade emektedir.57 Bu ifadelerden de yola çıkılarak, çocuğun duygusal zekâ gelişiminde televizyonun önemli etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Televizyonun çocuğun dünyasına kattıkları görüntüsel açıdan önemlidir. Ama çocuk bunları anlamlandıramadan ve zamanından önce dünyasına kabul ettiği zaman sürecin doğal ilerleyişi sekte ye uğrar ve çocuk gerekli basamakları atlayarak vaktinden önce kimi kavramlarla tanışır. Bu da çocuk beynini pratiğiyle birlikte yaşarak geliştirecek olan süreçlerden yoksun bırakır. Bu sosyal ilişkiler açısından da geçerlidir tabiî ki. Çocuk televizyondan gördüğü bir arkadaşlığın sadece son aşamasını taklit ederek kurduğu bir ilişkide ilişkinin doğal sürecini atlamış ve sosyal yönden eksik kalmış olabilir. Burkovik'e göre, EQ ve IQ her bireyde var olan, bireyin yaşamında ve hinliğinde ve yaşamsal süreçlerinde birbirlerini destekleyen iki önemli unsurdur. Çimçekte insanoğlunun hayat mücadelesi için daima kullandığı güçlerden olan IQ bilim adamlarınca her zaman ve her yaşta geliştirilip ilerletilebilen, nörofonilebilir bir zekâ olarak görülmektedir. Duygusal zekâda, muhakeme ve IQ İçin yaşamsal öneme sahip olan ve duygusal güçleri gerektiği gibi kullanmasını bilen bireylerin yaşamlarının her anını kendileri için kolaylaştırabildikleri de ifade edilmektedir. Duygusal gücünü kullanan birey duygularını tanır, onları kabullenir bir şekilde ifade eder ve ayrıca kendi duy57- Shapıro, Layvrence E. Yüksek EO'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. Çev.: Ümran Kartal Varlık Yayınları, İstanbul.1999:s.42-43 371 gusunu tanımlayabildiği ve tanıdığı; bir deyişle, farkındalık düzeyi yüksek olduğu için karşısındaki kişilerin hislerini de anlayıp, kendisini başkasının yerine koyabilmeyi de başarabilmesinden dolayı bireyler arası iletişimde ve günlük yaşamdaki sorunların çözümlerinde başarılı olabilmektedir.58 Duygular kuşkusuz pek çok yol ile ifade edilmektedir; sözel ve sözsüz yöntemlerini doğru ve yerinde kullanabilme becerisi olan her birey ifade edebilme ve karşısındakini doğru anlayabilme şansına da doğal olarak sahiptir. İletişim kurabilme becerisi de elbette bireyin zihinsel süreçleriyle de doğrudan ilgilidir; birey günlük yaşamında birçok konuya ilişkin, zekâsını kullanabilme yetisi kadar, düşünme yetisini de bu sürece dahil ettiğinde daha anlayışlı olacaktır. Duygular ile gerçekleştirilen süreçlerin birçoğundan elde edilen öğrenimler ve deneyimler özellikle çocuklukta alınan duygusal dersler, bireyin davranışlarını ve kalıplarını belirleyen unsurlardır. Evlerine konuk olup oturma odalarında televizyon izlerken gözlediğim çocuklarda gözlemlenebilen en yoğun duygular mutluluk, heyecan, endişe, merak, korku ve hırstır. Çocuğun ekran karşısında gülmesine sıklıkla rastlıyoruz. Şiddet içerikli sahnelerde sahnenin dozuna göre hırs, endişe ve korku, dizilerde ise merak üst seviyede. Futbol sever koyu taraftar olan çocuklar banttan yayınlanan gol sahnelerinde bile çok heyecanlanıp bedensel hareketlerle heyecanını ifade ediyorlar. Toktamışoğlu'na göre duygusal zekânın dört temel unsuru bulunmaktadır. Bunlar, özbilinç, özyönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimidir. Toktamışoğlu, bireyin olgunlaşma süreci olarak tanımlanan akıl ve duygusal gelişme ve deneyimleme sürecinde gördüklerine, yaşadıklarına, yaşattıklarına ve okuduklarına kendi yorumlarını katamayan bireylerin etkili, başarılı ve kalıcı olamayacağını savunmaktadır. Duygusal öz bilinci yüksek olan bireyler iç sinyallerin (duygularının) daha hızlı farkına varmakta ve duygularının kendilerini ve performanslarını nasıl etkilediğini bilebilmektedirler.59 Duygusal zekânın gelişimi için bireylerde kimi yetkinlikler olması gerektiğini ifade eden Goleman'a göre, bireyin kendini tanıması ilk sırada gelmektedir. Bireyin kendini bilmesi; yani, kendini tanıması önemli bir aşamadır. 58-Burkovık, Yıldız, Duygusal Zeka. Nisan, 2006. S:12 59- Toktamışoğlu, M. (2003). Aklın Öteki Sesi. İstanbul: Kapital Medya Hizmetleri Aş.:s.24-70 372 Goleman, bireylerin duygusal sürecine ilişkin olarak "bireyler ilk bakışta zaten duygularının ortada olduğunu düşünebilir, ancak üzerinde durulduğunda çoğu kez bir konuya ilişkin ne hissedildiğini hatırlayamayabilirler; kişinin duygularının farkında olabilmesi iç dünyasında olup bitenlerin de sürekli farkında olması anlamındaki "öz bilinçtir" vurgulamasını yapmaktadır.60 Duygusal zekâ gelişiminin öncelikli vurgu alanlarından olan "kendini tanımak", duyguların farkında olmak ve duygusal özdenetim gibi temel duygusal yeterliliktir. Bireyin duygularının ve gereksinimlerinin farkında olması, hedeflerini belirleyebilmesi, yaşamın kendisine sunduğu seçenekler içinde tercihlerini yapabilmesi ve tün bunlar için kişisel deneyimlerinin ve donanımının farkında olması anlamına da gelmektedir. Goleman, duygusal zekâ gelişiminin seyri için bireyin "kendini yönetebilmesi"nin de gerekliği üzerinde durmaktadır. Bireyin kendini gözlemleyerek yönetebilmesini, bireyin sahip olduğu duygu ve düşüncelerini kontrol etmesi olarak değerlendirilmektedir. Bu, bir anlamda bireyin duygularından kendini arındırarak ve esiri olmaktan kurtararak yön verebilmesine işaret etmektedir. Öfke, kuşkusuz bireyin kendini yönetebilmesinde önemli bu duygusal sınav sürecidir. Goleman'a göre bireye sıkıntı veren duygulara hâkim olabilme, duygusal sağlığın da anahtarıdır; fazla yoğun ve uzun süreli duygular bireyin dengesini bozmaktadır. Özellikle bireyin kendini yönetmesinde en sık karşılaştığı ruh hali olan öfkenin baştan çıkarcılığının yoğun olduğunu ve öfkenin ikna gücünün diğer ruh hallerine göre daha yüksek olduğunu, bireye enerji veren ve uzlaşılması güç bir ruh hali olduğunu belirten Goleman, bireyin bu ruh halinden kurtulabilmesinin yolunu ise genel olarak yine bireyin kendi olanaklarıyla mümkün olduğunu ifade etmektedir.61 Ancak televizyonlu toplumda çocuğun ruh halini yönlendiren şey büyük oranda izlediği programın ritmi oluyor. Program heyecan istediğinde çocuk heyecanlanıyor, biraz sıkıcı bir akış bilinçli şekilde verilip duygu geçişi için alt yapı hazırlıyor ardından korku, şiddet; iç içe geçmiş birçok duygu veriliyor. Çocuğun kendiyle baş başa kalmasına fırsat tanımaksızın durmadan ilerleyen bir hortum gibi her an çocuğun zihnini meşgul edecek bir hikayeyi içine alıp çocuğun zihninde döndürüyor. 60- Goleman, D.(2006). Duygusal Zeka EQ Neden IQ'dan Daha Önemlidir. İstanbul: Varlık Yayınları.:s.77 61- Golleman, s.2-93 373 Motivasyon da duygusal zekânın yetkinlikleri içerisinde kabul edilmektedir, yoğun olarak heves ve güven gibi duygularını harekete geçirebilmesi ile mümkün kılmaktadır. Özellikle aşılması güç durum ve olaylara ilişkin bireyin başarma gücünü etkileyen, kaygı ve tasa duyguları yaşamasına neden olan süreçlerde motivasyon sağlayabilmesi çözüm üretmesini sağlayan bir kurtarıcı olarak da bilinmektedir. Bireyin duyguları düşünmek ve planlamak, uzak ve güç görünen hedefe hazırlanmak ve sorunları çözmek gibi yeteneklerini engellediği ya da güçlendirdiği ölçüde doğuştan gelen zihin yetilerini kullanma kapasitesinin tınılarını çizerek neler yapabileceğini belirlemektedir. Bu bağlamda duygusal aklın motivasyon konusuna eğilmesinin nedeni de açıkça ortaya çıkmaktadır; iş heves ve keyifle ve motive olunan ölçüde bireyi başarıya ulaştıracaktır.62 Bu durumda televizyonun çocuklar üzerindeki gizli duygusal etkilerine ve motive edici etkisine bakmamızda fayda var. Karlılık hedefine göre kurulmuş bir kuruluş tabiî ki yayınlarında da tüketicisine yaptığı motivasyonda da yine karlılığını gözetecektir. İncelediğim abonelik gerektiren çizgi film ve çocuk kanallarıyla ulusal çocuk kanalları arasındaki en büyük fark ki buna TRT Çocuk da dahil, ulusal çocuk kanallarında reklâm sürelerinin çok çok uzun olması. Örneğin araştırma gurubumuzdaki çocukların en sevdiği çizgi film kahramanlarında olan Calilou’nun yayınlandığı kanalda Calilou’nun yayın saatinden önce ve Calilou’nun yayın saatinden sonra çizgi karakterin lisanslı ürünleri onar dakika tanıtılıyor. Bu da çizgi filmin yayın süresine eşit. Diğer çocuk kanallarında tanıtımı yapılan ürünlerin ise büyük bir bölümü oyuncaklar. Alınıp bir defa oynanıp sıkılacağı çok net bir biçimde belli olan oyuncaklarla çılgınlar gibi oynayan çocuk görüntüleri güçlü birer motivasyon aracı olarak karşımızda. Duygusal zekânın önemli bir diğer sacayağı ise empatidir. Empati en basit tanımıyla bireyin kendini karşısındakinin yerine koyarak düşünebilme ve duygularını anlayabilmesidir; diğer bir deyişle, empati, karşısındaki kişinin gözlerinden hayata bakabilmek ve herkesin gördüğü manzaranın birbirinden farklı olabileceğine kanaat getirmektir. Goleman’a göre empatinin kökenlerini öz bilinç göstermektedir; birey kendi duygularına ne kadar açıksa karşısındakinin duygularını okumayı ve anlayabilmeyi de o oranda becerebilmektedir. Kendini tanıma konusunda zihinleri karışık olan bireyler, diğerleri hislerini onlarla paylaştığında benzer şekilde karışıklık yaşamaktadırlar; diğerlerinin ne hissettiğini anlamak duygusal zekâ açısından bir eksiklik 62- Golleman, s.17-119. 374 olarak değerlendirilmektedir.63 Empati karşıdaki bireyi olduğu gibi kabul edebilmek, kendi düşünebilenleri de anlayabilmek ve hissedebilmek anlamına da gelmektedir. Çocuk çevresinde empati kurabilecek kendine eş insnalar görerek empati pratiğini yaşayarak öğrenebilir. Ancak karşısındaki televizyon kişisiyle kurulan empati çocuğun çevre algılamasını da kendini anlamlandırmasını da son derece karmaşık bir noktaya getirecektir. Sosyal yeterlilik kavramı da duygusal zekânın önemli bileşenlerinden birini ifade etmektedir. Sosyal yeterlilik, bireylerin duygularını ne denli iyi ya da kötü ifade edebildikleridir; benzer bir deyişle, bireylerarası ilişki becerilerinin sonucudur. Bu beceriler diğerleriyle ilişkide etkili olabilmeyi sağlayan sosyal alillerdir ve bu konudaki eksiklikler sosyal dünyada yetersizliğe ya da ilişkilerde sıkça tekrarlanan felaketlere yol açmaktadır. Sosyal zeka bireylerin bir teması şekillendirmesine, diğerlerini harekete geçirip ölmesine, yakın ilişkilerini sürdürebilmesine ve bireyleri ikna edip olanak tanımaktadır. Bu, aynı zamanda ilişkilerde takım olabilme ve ait hissedebilme duygusunu da ön plana çıkararak motivasyonu da güçlendirmektedir. Sosyal yeterlilik gibi, benzer olarak iletişim becerisi de duygusal zekâ mı önemli bir bileşendir; doğru iletişim kurabilmek, kendini doğru ifade bilmek, yanlış anlamaları ortadan kaldırmak üzere önemli bir yetenek olarak görülür. İletişim kuşkusuz her zaman kendini ifade etmek anlamına gelir, kendini ifade edebilmek kadar dinleyebilmek de temel iletişimin gereksinimidir. Sinyaller sürecin her iki tarafında olan bireyi de etkilemektedir. Sosyal yeterlilikler ve iletişim becerisi arttıkça birey gönderdiği ya da aldığı duygusal sinyalleri daha iyi kontrol edebilir düzeye gelecektir.64 Çocukluk dönemi boyunca öğrenilenlerin yaşam boyu sürecek en duygusal mesajları da beraberinde taşıyacağını savunan Goleman'a göre, çocuklukta alınan dersler aynı zamanda yaşamın alacağı yönü de belirleyen derslerdir ve çocuklar büyüdükçe almaya hazır oldukları ve ihtiyaç duyduktan belirli duygusal dersler bulunmaktadır.65 Aile yaşamı ve ebeveynle çocukların ilk duygusal derslerini aldıkları okuldur. Bu okul, çocuğun kendisini nasıl göreceğini, başkalarının çocuğun hislerine ne şekilde tepki vereceğini, bu hisler hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve tepki verirken ne 63- Golleman,s.137. 64- Golleman, s.139. 65- Goleman,s.254. 375 gibi seçeneklerinin olduğunu, umutlarını ve korkularını nasıl ifade edeceğini öğrendiril bir kurumsal yapıdır. Bazı duygusal beceriler yıllar geçtikçe çocuğun sosyal yaşamı içerisindeki diğer kişi ve kişiliklerle de bilenmekte ve elde ettiği izlenimlerle duygusal zekâ gelişimine yön vermektedir. Henüz çocukluk evrelerindeyken aile ve yakın çevreden alınan dersler çocuğun duygusal zekâ boyutundaki gelişimini belirlerken, sosyal yaşamın içine girmeye başlamasıyla okul, arkadaş veya özdeşleşme içinde bulunulan diğer kişiliklerle de perçinlenmektedir. Bu bağlamda modern dünyada bir sosyal geliştirici (sosyalleştirici) ve öğretici olarak da tanımlanan kitle iletişim araçları ve özellikle de yaygın kullanımı açısından televizyon, çocukların duygusal zekâ gelişiminde kuşkusuz önemli etkinliği yaratmaktadır. Televizyon ekranında görülen çizgi film karakterleri, süper kahramanlar, onlar tarafından sergilenen kişilik özellikleri ve davranışlar, görerek ve taklit ederek öğrenme süreci yaşayan çocukların fiziksel benzerlik ve ortaklık yaratmak kadar ruhsal ortaklık geliştirmelerine de neden olabilmektedir. Söz edilen ortaklık kurma eylemi, özellikle ergenlik çağına kadar olan süre çocuklarda sıkça görülen bir yatkınlık olarak da gözlenmektedir. Henüz gerçek olan ile olmayanı ayırt etme yetisi gelişmemiş, televizyon mesajlarının çözümlemesini ya da mesajların alt anlamlarını keşfedilme yani, medya okuryazarlığı becerisine sahip olamayan ve televizyon karşısında tüm mesajlara savunmasız olarak maruz kalan çocuğun, duygu zekâ gelişiminde tıpkı aile ve yakın çevresinin etkisi ve belirleyiciliği ile televizyonun da etkisinin ve belirleyiciliğinin yadsınamayacak boyutta olduğunu söylemek mümkündür. Günlük 6 saatini televizyon karşısında geçiren çocukların sosyal öğreticilerden etkilenimi, duygusal zekâ gelişimlerinin televizyondan kalan kısmı derslerle yontuldu. Çocukların televizyonda izlemiş oldukları mesajlara ilişkin genel yargılarını anlamak, bu mesajları ne yönde okuyarak nasıl bir toplumsal sistem içinde işliyor olduklarını belirlemek ve anlamak önemli. Ayrıca duygusal zekânın temel yetileri çerçevesinde iliştirilmiş olan duygularını ifade etme, duygusal olarak etkilenme, duygularını ve tanık olduklarını paylaşma, empati kurabilme gibi duygusal süreçlerinde televizyondan ne kadar etkilendiklerini anlamak önemlidir. TELEVİZYON DİZİLERİ, AİLE VE ÇOCUK Yaptığımız anketler gösterdi ki tüm ailenin bir arada olduğu anlarda en çok izlenen program türü diziler. Tüm ailenin bir arada olduğu saatlerde dizilerden sonra en çok izlenen ikinci tür ise haberler. Ancak haberlerle ilgili 376 derinlemesine sorunlar sorulduğunda televizyonun ailenin bir arada olduğu o an için açık olduğu, çocukların haberlere çok fazla odaklanmadığı görülmüştür. Haberler daha çok baba istediği için açılmakta ve dizi saati beklenirken programa araştırma gurubumuz adına annenin de çok fazla odaklanmadığı anlaşılmıştır. Bir arada geçen zamanların en çok izlenen program türü olan diziler, aile içi iletişimde de özdeşim kurma ve benzetme yolu ile etkinliğini tüm yollarla hissettirmektedir. Dizi denildiği zaman aklımıza sadece bölümler halinde çekilmiş sürükleyici hikayeler gelmemelidir. Dizi bütün bir televizyon pratiğinin özü özeti gibidir. Dizi televizyonsal karakteristiği içinde barından ve yeniden üretilmesini insan beyninde örgütleyen bir yapıdadır. Dizi, reklâm ve tüketimi de içinde barındırır. Kitle iletişimi yönetimsel bir iletişimdir ve etkisini, etkili olacağı diğer faaliyet koşullarının, özellikle de insanların üzerinde psikolojik baskılar kurarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kitle iletişim araçları ile üretilen gerçeklik, aynı zamanda promosyon, özendirme ve satışı dolayısıyla iletişimin pazarlaşması bir sonuca ulaşmıştır. Ev içi en popüler faaliyet olan televizyonun eve girişiyle evin biçim bile değişmiştir. Günümüzde televizyon, ev içi dinlenme, birlikte olma, oturma gündemini belirleyen ve yöneten bir araç haline gelmiştir. Evde popülerin ne olduğunu öğreten televizyon, ev dışı popüler faaliyetleri de belirler. Mullan'a göre, televizyon kültürün ayrılmaz bir parçası olarak, onun adına karmaşık değerler dizisini topluma iletir. Özellikle kapitalist toplumlarda, televizyonun hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, ticari malların pazarlanmasını yapmakta olduğu bilinir. Televizyon, tüketimin insanlar için doğal olarak 'iyi' olduğunu ve malları tüketmenin mutluluk anlamına geldiğini anlatır.66 "Küresel ekonomiyi biçimlendiren başlıca kuvvetler arasında, teknolojinin özellikle enformasyon teknolojisinin bütün dünyada tüketicilerin değer yargıları ve tercihleri üzerindeki geri döndürülemez etkisidir.67 Amerikan kültürünün temel özelliği, mutluluğa ulaşma aracı olarak mal edinme ve tüketim; yenilik kültü ve toplumda tüm değerlerin egemen ölçüsü olarak para değeridir.68 Murdock'a 66- Mullan Bob'dan aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü Dünyası;Sahte İmajın Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını Sayı:6,2007.Yaz.s.89 67- Ohmae Kenichi, "Ulus Devletin Sonu", Küreselleşme Okumaları, Ed. Kudret Bülbül, Ankara, Kadim Yayınları.2006,s.265 68- Leach William, Land of Desire: Merchants, Povver and the Rise of a New American Culture, New York, Pantheon Book.1993,s.3 377 göre, insanlar televizyon seyrettikleri zaman sadece belirli programlara yönelik tepkilerini biçimlendirmemekte, aynı zamanda yoğun tüketim davranışlarının oluşturduğu bir şebekenin de içerisine girmektedirler. Öte yandan medya dünyasında öne çıkan kişiler ve kimlikler, kitleler üzerinde insanların özdeşleşmek istedikleri rol modellerine dönüşmekte, ikonlaşmaktadır. Ticari yayıncılığın giderek yaygınlaşmasıyla birlikte, izleyicilerin televizyonlarda kendilerine sunulan mallar dünyasının ayrılmaz bir parçası olmaya başladıkları gözlemlenir. Pembe dizilerden, durum komedilerine, neredeyse tüm dramalarda sunulan mallar dünyasında, oyuncuların kıyafetleri, arabaları, yedikleri, içtikleri, evlerindeki ya da bürolarındaki eşyalar izleyicinin tüketimine sunulur.69 Bu noktada ifade edilmeye çalışılan yaklaşımı destekleyenlerden biri olarak Frith, Marx'ın "... başarılı kapitalist üretici yalnızca pazar için mal üretmez, daha da önemlisi, ürünü için pazar yaratır" yorumuna anlamlı göndermede bulunmaktadır.70 Televizyon tarihini deşifre eden bu cümleler en büyük gerçekliğini program olarak televizyon dizilerinde bulur. Türkiye'de özel televizyon yayıncılığından önce de televizyon dizileri vardı. Özel televizyonlara kadar olan dönemde ağırlığı yabancı diziler oluşturuyordu. Özel televizyonlarla birlikte özel program formatları, özel dizi kalıpları da oluşmaya başladı. TRT dönemi yerli yapım diziler bir kaçı hariç daha çok radyo programlarındaki arkası yarın etkisini taşıyordu. Özel televizyonlarla birlikte eski ve yeni formatlar birlikte kullanılarak dönüşüm yaşandı. 1990 sonrası değişen yayıncılık anlayışıyla birlikte, 2000 sonrası sayıları hızla artan edebiyat uyarlamalarının televizyondaki durumu bu çalışmada değerlendirilecektir. Reyting oranları pek çok programı geride bırakan alt tür uyarlamaların bu kadar popülerleşmesinin nedenlerini aramak, televizyon toplum ilişkisinin anlaşılması açısından önemlidir. Çoğunlukla yerli dramaların alt türü olan uyarlamaların popülerleşmesinin nedeni, izleyici tercihinin bu yönde olması, niceliksel artışa bağlı olarak öne sürülen niteliğin çeşitlenmesi, öz kaynaklara sahip çıkma gibi düşünceler tartışma konuları olmakla birlikte bu çalışmada, uyarlamaların hızlı biçimde popülerleşmesi, değişen yayıncılıkla birlikte ticari düşüncenin öne geçmesi, kâr güdüsü ve 69- Murdock Graham, "Peculiar Commodities: Audiences at Large in the World of Goods", Consuming Audiences? Production and Reception in Media Research, New Jersey, Hampton Press 2000,s.48 70- Marx, Karl,Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: S. Nişanyan, Birikim Yayınevi,İstanbul. 1979,s.89 378 bunun için de izleyiciyi elde tutmak için içeriklerde istenilen kodların yerleştirilmesi gibi nedenler üzerinde durulmuştur. 1990'lardan sonra hızla yeni kanalların kurulması, kültürel içeriklerin çeşitliliği biçimleri açısından da belirleyici olacak bir çerçeveyi beraberinde getirmiştir.71 Bu dönemde kanalların sayısı ve televizyon seyircisinin yerli programlara olan ilgisinin artması, birbiri ardına televizyon için dizi ve çeşidi program türleri üreten önemli bir sektörü ortaya çıkarmıştır.72 TRT'nin televizyon yayıncılığında tekel olduğu dönemden beri, televizyon dizileri önemli türlerden biri olarak karşımıza çıkmıştır. Sayıları fazla olmayan yerli yapımların dışında, bu dönemde öncelikle ABD ve İngiltere'den ithal edilen seriler televizyon damalarının çoğunluğunu oluşturmuştur. Üretimi klasik romanların televizyon için dizileştirildiği ara TRT yayınlarında da sıkça yer veriliyordu. 1990'larla birlikte çok kanallı televizyon ortamında temalar, toplumsal ilişkiler ya da farklı kategorilerden televizyon ünlülerinin temelinde çeşitli eğilimler sergilenmiştir. Belli toplumsal katmanın ilişkileri belirli bir temayı ve belirli niteliklere sahip bir oyuncu kadrosuyla sürdüren tekil " televizyon dramasının sağladığı başarı çok sayıda benzerinin yapılmasını kışkırtıcı bir etki yaratmıştır. Böylelikle benzer niteliklere sahip oyuncularla yapılan, benzer mekânlar ve toplumsal ilişkiler üzerine kurulmuş öykülerle program açısından başarılı olmanın sırrı bulunmuştur.72 TRT döneminden özel televizyon dönemine geçiş tek partili dönemden çok partili döneme geçişe benzetilebilir. Aslında TRT döneminde de çok kanallı yayın başlamış TRT 1 in yanında TRT 2 de yayın yapar olmuştu. Ancak TRT 1 ve TRT 2 arasındaki tek fark ekrandaki 1 ve 2 rakamlarıydı. Aynı dış ses, benzer jenerikler, bir çoğu aynı programlar tümüyle TRT ideolojisinin yansımasıydı. Dönemin yükselen değeri liberalizm rüzgarı özel televizyon furyasını başlatmış ve deyim yerindeyse başlangıçta yayınlanan tüm formatlar hızla tüketilmişti. Bugün geri dönüp bakıldığında Türkiye Televizyon yayıncılığının kısa geçmişine en çok iz bırakan, dahası toplum üzerinde en belirgin etkiyi yapan tür dizilerdir. Dönem dönem farklı türler de popüler olup, kimi zaman dizi saatine bile sarkabiliyor. Geçmişte reality showların, açık oturum71- Aksop, Gülseren, "Televizyon Türlerinde Dönüşüm" AÜ İletişim Fakültesi Yıllık. 1999 s.234 72- Çetin, Erus, Zeynep "Son On Yılın Popüler Türk Sinemasında Televizyon Sektörünün Rolü" Marmara İletişim Dergisi. 12, Ocak-2007,s.123 73- Çelenk, Sevilay,"Televizyon, Temsil ve Kültür" Ütopya Yayınevi, Ankara.2005, s.291 379 ların ya da yarışma programlarının çok popüler olduğunu gördük. Etkisi üst üste iki sezonu geçmeyen bu yapımlar kolay kolay prime time diye adlandırılan en popüler televizyon izleme saatine yerleşemediler. Prime Time’ ın her zaman geçer akçesi yerli diziler olmuştur. Dahası aradan yıllar geçtikçe geriye dönülüp bakıldığında, toplumsal bilinç analizi yapıldığında dizilerin toplum ve bellekler üzerindeki etkisi çok daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dönemlik popüler olan diğer türler de kendini kısmen dizi formatına sokarak, dizilerin kullandığı yöntemlerle ya da dizilerden alışık olduğumuz drama kurgusuyla bu alanda başarılı olmuştur. Türkiye'de televizyon yayıncılığı, endüstriyel gereklilikler nedeniyle ilk yıllardaki akışı ağırlıklı olarak yabancı dizi ve filmlere dayandırılmıştır. Bu ticari durumun kendisini sunuş biçimi farklıdır. Ticari televizyon pratiği sayesinde, TRT tekeli döneminde izleyicinin alışmış olduğu, dramatik anlatıda bile öğüt vermeyi öncelikli amaç olarak gözeten, araya giren, yol gösteren ya da eğitmeye çalışan üst-dil duyulmaz olmuştur. İzleyici durmaksızın akan farklı, renkli ve dolu dünyaların anlatısı ile baş başa kalmıştır. Özel televizyon yayıncılığının sonraki yıllarında, İstanbul'da endüstriyel altyapının gelişmesi ile birlikte, yerli yapımların sayısı hızla artmıştır.74 Yerli yapımlar arasında her dönem birkaç uyarlama yapıt da dikkati çeker. Uyarlama, edebiyat ve film arasındaki karşılıklı alışverişte bir romanın, oyunun veya diğer edebi kaynağın filme aktarılmasını tanımlayan en yaygın uygulamadır75. Uyarlama ilişkisinde edebiyatın şiir, öykü ve roman formu, sinema ve televizyon aracılığı ile üretimden tüketime büyük farklılıklar içerir. Öncelikle sinema ve televizyon, yapım, seyirci tarafından seyredilmesi ve tüketilmesiyle edebiyattan farklı olarak kitlesel bir sanattır. Ayrıca, bu kitlesellik, onların popüler kültür belirlenimine daha kolay girmesine neden olurken, onları kapitalizmin en çok kâr getiren sanat dalı yapar. Popülerliği ile dünyanın her tarafına ulaşabilmeleri, ürettikleri yıldızlarla reklâm piyasasında da etken olmalarıyla edebiyattan ayrılırlar. Bu açıdan edebiyatın bir türü olan roman, sanayi toplumuyla birlikte doğmuş olmasına rağmen, sinema ve televizyon endüstrisi sanayi toplumuyla var olagelmiştir. Edebiyat eserleriyle sinema ve televizyonun ilişkisine bakıldığında; klasik romanda her şey kendi karşıtlığıyla vardır; neden-sonuç ilişkisine dayanır. Bunun nedeni dramatik yapıyı kurmuş olmasıdır. Bu yüzden de klasik roman, 74- Çelenk, s.297-298. 75- Çetin Erus, s.16 380 hikâyenin nasıl taşınacağını televizyon ve sinemaya göstermiş ve bu endüstrilerin yapımları üretirken etkilendiği bir kaynak olmuştur.76 Başlangıçta kadın izleyiciyi hedeflemiş olarak yola çıkan dizi filmlerde akıl almaz ilişkiler zinciri kurulur, çünkü kadınların "meraklı" olduğuna dair bir anlayış yaygındır; bu "meraklı olma" halinin domestik yaşamla bir bağlantısı vardır. Ev dışı dünyayla ilişkisi sadece çalışan erkek aracılığıyla olan kadın, dışında kaldığı bu erkek dünyasını merak eder, bilgi eksikliği iktidar eksikliğini de getirir.77 Burada varsayılan kadın tipi ataerkil toplumun ev bekleyen kadın tipidir. Çocukları yetiştiren kadın; aslında bu durum çocukları da dizilerin bir numaralı tüketicisi haline getirmiş oluyor. Biraz daha ileriye gidip, televizyon programlarına yön veren erklerin varsayılan kadın tipine göre program uyarlamaları, genel televizyon izleyicisinin izleme davranışlarının varsayılan kadın tepkileriyle sonuçlanmasına neden olmuştur diyebiliriz. Yani dizilerde kahramanların sırları, sadece merak etmek için yaratılan kimin yaptığı belli olmayan gizli işler, en olağan sürecinde işleyen basit bir adım atma ya da başını kaşıma hamlesinin bile büyük bir belirsizlik içinde verildiği kurgu. Dizilerden bahsederken bir noktaya da değinmek istiyorum. Genel anlamda izlediğimiz dizileri bir yana bırakacak olursak, dizisel format televizyonun öz formatıdır. Sadece diziler için değil, bütün bir televizyon alanına hakim olan şey dizisel formatıdır. Haberler, spor haberleri, belgeseller dizisel bir süreklilik ve tamamlayıcılık içinde öncesine atıflar sonrakine referanslar şeklinde özenle bir bütünlü ve süregelmeyi korumaya çalışır. Öyle ki reklâm filmleri bile zaman zaman reklâm kahramanın başından geçen olaylar dizgesiyle sunulur. Süreklilik içinde bir parça kaçırsanız her şeyi kaybedeceğiniz hissi uyandırır. Ayrıca eğer öncesini bilirseniz bu televizyonla sizin aranızda bir yakınlık, bir bağ oluşturur. Kısacık reklâm arasında bile başından ayrılıp kanal değiştirmemeniz için “az sonra” uyarıları ile bu süreklilik vurgusu yinelenir. Televizyonun bu formatla çalışmasının nedeni, "olayları aynı anda alımlama akımı" olmasıdır. Yani televizyon izleyicileri aslında sinema izleyicileri gibi filmleri "izlemekten" çok monitörlerinin ekranında görülen olayları "alırlar"78. Televizyonun kurduğu özne, monitörü olan ve kendisinin bu 76- Sayın, s.19-20 77- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları, İletişim,2009. s.295. 78- Simon During; Routledge, Londra, 1993:s.310 381 aleti kullandığı hayal eden yaşayan bir mesaj-alımlayıcıdır. Anlatışa dinamikten ziyade anlık bir alınım söz konusudur; Walter Benjamin'in yüzyılın başında dikkatimizi çektiği "şok halinde algılamanın" vardığı yeni bir aşama, bir çeşit kesintili, sürekli süreksizlik. Örneğin haberlerde bir önem sırası vardır. Haberlerin böyle anlatı parçalarına bölünmesi, reklâm arası ya da spikerin bağlayıcı cümlelerinden sonra başka bir habere dönülmesi, ortaya filmden radikal olarak farklı bir gündelik yapı çıkarmaktadır.79 Televizyonun dizisel formatı, televizyonun sürekliliğini ve bitmemişliğini sağlar; televizyon böylelikle kendine zamansal düzeyde bir gerçeklik de kazandırır. Öte yandan, dizisel format ile, Benjamin'in "mekanik yeniden-üretim" olarak tanımladığı medyanın belli başlı özelliği doruk noktasına varır. Televizyonda "referans" kaybolmaya yüz tutar. Televizyon imgesi, hep bir imgenin imgesidir, yani bir yeniden üretim bağlamına sokulmuş bir imge. Böy1e bir imge, Derrida’nın ifadesiy1e, özünde bir fantomdur, bir hayaletten farklı değildir. Televizyon gibi bir tekno1ojinin fantom bir yapısı vardır, çünkü televizyonda aslında bir imge görüyor ya da bir şey algılıyor değiliz. Herhangi bir imgenin daha ilk algılanışı bir yeniden üretim yapısına bağlıysa, orada fantom, hayali bir yapı var demektir.80 Bu dizisel format ve fantom yapı, televizyonun sık sık değinilen tarihi yok etme özelliğini ima ederler. Tarihsel dizisele olaylar ise fantazmalara dönüşür. İçerik zaten yoktur, ve geriye kalan sadece formattır. Televizyon, sanki hatırlamaktan çok unutmaya yarar. Enformasyon, görüntü, söz parçacıklarının atıldığı bir çeşit çöplük veya mezarlık gibidir. Tüm bu özelliklerin birleşimi olarak televizyon gündelik dediğimiz alanı kendi bölgesi yapmıştır81. Bu örneğin televizyonun ya da televizyonda: söz edilen veya gösterilen şeylerin çoğu kez günlük konuşma konusu olmasında kendini gösterir. Sürekli konuşma, sürekli görüntü... İzleyiciler olarak bizle böylelikle olup biteni öğrendiğimizi, bildiğimizi veya anladığımızı varsayarız. Halbuki gerçekte çoğu kez aranılan belli bir mesaj ya da anlam değil, tek tük sözcüklerin duraksız gidiş gelişiyle garanti edilen bir çeşit tanımlanmamış iletişim vaadidir82. Zaten kimse televizyona bir ideolo79- Simon ,s.316. 80- Derrida, Jaques, Marks’ın Hayaletleri, Çev:Alp Tümertekin,Ayrıntı yayınları,İstanbul,2001.s.61 81- Fiske John' den aktaran Suat Sungur, Reklamın Büyülü Dünyası;Sahte İmajın Gerçek Yüzü, Galatasaray Üniversitesi İletişim Yayını Sayı:6,2007.Yaz,s.91 82- Blanchot Mauric, Karanlık Thomas,Çev:Sosi Dolanoğlu,Metis Yayınları,İstanbul,1993,s.140 382 jiye ya da Tanrı'ya inandığı gibi inanmaz; ama televizyona böyle inanmak da gerekmez. İzleyiciler, televizyonda iletilen şu ya da bu fikre, haber veya programa tabii ki inanmayabilirler; televizyona inanmaları veya çoğu kez basitçe uzaktan kumandanın düğmesine basıp seyretmeleri yeterli olabilir; daha doğrusu televizyon, bu devasa kurumsal ve teknolojik aygıt, açma, dinleme ediminin arzuya bağlanmasıdır. Bu arada, televizyona hiç inanmayanlar da, artık araç olmaktan çıkıp bağlam haline gelmiş televizyonun kurduğu toplumsallığa ötekilerden daha az tabi değillerdir. Televizyonla hesaplaşma, onunla uğraşma bu yüzden kaçınılmazdır. Dizi izleyicileri senaryo ile bütünleşmeyi, kendilerini onun yerine koymayı severler ve bunu yapabilecekleri dizileri isterler. Dizilerin konularının son derece basit, basitken karmaşıklaştırılmış gibi verilmesi bundandır. Basit içerikte kimi bölümleri izleyiciye buldurmaya çalışarak, izleyiciye diziye ve senaryoya katılmış hissi yaşatırlar. Edebiyat uyarlaması dizileri günümüz koşullarına esere dokunmadan uydurmak mümkün değildir. Günümüz uyarlamalarında sadece karakter isimlerinin ve ana olayın alındığını kalan her şeyin dizi formatıyla günümüz koşullarında yeniden yazıldığını görüyoruz. Dizilerin geçmiş çekimleri v günümüz çekimleri arasında da fark inanılmaz boyuttadır. Aşk-ı Menu, Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe, Hanımın Çiftliği gibi iki kez çekilmiş dizilerin ilk ve ikincisi arasında aynı eserde olamayacak kadar büyük farklıklar vardır. Bu duruma en iyi örnek daha çok klasik romanların uyarlamalarında ortaya çıkar: Kahramanların cep telefonuyla konuşması, internet başından kalkmaması ya da lüks araçlarla 2000'li yılların İstanbul'unda yaşamaları dahası popüler konserler ya da alış veriş merkezleri 80 yıllık roman karakterlerinin hayatına monte edilerek tüketim araçları ile diziye güncellik kazandırılmaya çalışılır. Monte Kristo Kontu uyarlaması olan Ezel adlı dizide eserin orjinalindeki birçok bölüm atlanıp bir İstanbul kabadayısının hikâyesi haline getirilmiştir. Dizi uyarlamaları ismi duyulmuş popüler bir üründen yola çıkılarak hazırlandığında izleyicinin ilgisini çekmeye hazırdır. Kahramanlara isim ya da olay boyutunda bir tanıdıklık varsa izleyici dizinin hazır müşterisi haline gelmiştir. Erkekler gibi kadını da evin dışında, daha çok avukatlık veya doktorluk gibi mesleklerde çalışırlar, meslek düzeyinde çoğu kez erkeklerle eşittirler. Fakat herkes, zamanın çoğunu kişisel veya aile içi krizleri yaşamak veya tartışmakla geçirir. En sık rastlanılan klişeler: Kötü kadın, büyük fedakârlık, ayrı yaşayan bir sevgili ya da eşin yeniden uzanılması, kadınla parası/saygın383 lığı vb için evlenmek, nikâhsız anne, çocuğun gerçek babası ile ilgili komplolar, ev kadını olmak ile meslek sahibi olmak ikilemi, alkolik kadın gibi83. Yine son dönem dizilerde hiç hak etmediği halde çok zor durumlara düşürülen dizi kahramanı genelde güzel kadın, tüm haksızlıkların merkezinde verilir. Diziyi izleyen seyirci kendini kadının kurtarıcısı, kadının kıymetini bilebilecek kişi olarak görür. Bu klişeler ile anlatı yapıları arasında değişiklikler sağlanabilir. Dizi anlatı yapıtla; kurulu düzene dokunulmaması, ele alman sorunların toplumsal açıdan göstermemesi ve sistemle ilinti kurulmaması, soyut fakat gerçekmiş gibi gösterilerek sunulması söz konusudur.84 Dizilerde çok büyük oranda sistem sorunu yoktur. Kötü adamlar ve kötü kadınlar sorun yaratırlar. Dönem dizilerinde siyasi geçmişi anlatan dizilerde bile durum bu şekildedir. Kötü adam ya da kötü kadın cezalandırıldığı zaman hem izleyici rahatlar, hem de sorun ortadan kalkmış olur. Mevcut sistemle ilgili sorunlara dokunmadan dönem dizi çekilmesiyle deyim yerindeyse ne şiş ne de kebap yanmadan amaca ulaşılmış olur. Aslında siyasi bir çatışma yokken, sadece kıskanç, kibirli, kötü niyeti, birbirinin sevgilisine göz koymuş insanlar yüzünden siyaset de fraksiyonlar da acımasız ca kullanılmış ve izleyici bunu 30 yıl sonra dizi münasebetiyle öğrenmiştir. Bu yanlış aktarma ve anlamsızlaştırma bir lütuf gibi algılanır televizyon kafalı insanlar tarafından. Özgürlükçü eşitlikçi ve demokrat yönetimlerin bu tür dizilerin çekilmesine yayınlanması müsaade etmesi toplumsal gelişmişlik düzeyimiz ve A.B. kabulü için neden olarak sunulur. Sonuç olarak, televizyondaki yerli dizilerin popülerliğinin ve çokluğunun yayıncılığın ticari bir hale bürünmesi nedeni ile bu ürünlerin son derece kârlı birer meta haline getirilebilmesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Diziler hem pazarlama hem de yönetme aracı olarak ideolojinin işini oldukça kolaylaştıran aygıtlardır. 3- MEDYA OKURYAZARLIĞI / MEDYA PAYLAŞIMI ARAŞTIRMASI Bu bölümde, rehber öğretmen olarak çalıştığım bir ilköğretim sınıfında gerçekleştirdiğim araştırmayı paylaşacağım. Ancak öncelikle medya okuryazarlığı ve çocukla ilgili tartışmaların literatürüne bir göz atmakta yarar var. 83- Modleski Tania, Eğlence İncelemeleri, Çev: Nurdan Gürbilek, 1. Basım, İstanbul: Metis Yayınları,1998.s.81 84- Çetin, s.7. 384 Eğitime Yararlı Medyadan Eğitime Zararlı Medyaya; 1970’li yıllarda, medyanın eğitimin bir parçası olarak kullanıldığını, sınıfta gazete, dergi okunduğunu, televizyon yayınlarının okulda topluca izlendiğini, okul radyosu, okul gazetesi gibi uygulamaların ilk-orta öğretimde yer aldığını görüyoruz. 1980’li yılların sonlarında medyada varlığını gösteren globalleşme ile birlikte bu kez, yurttaşların medyanın etkisine karşı korunması gündeme geldi; uluslararası kurum ve kuruluşların çeşitli projelerinde “medya okuryazarlığı” eğitiminin önemi tartışılmaya başlandı. Bilgi edinme ve edinilen bilgiyi kullanma hakkının, temel yurttaşlık hakkı olduğunu kabul ettiğimize göre; kitle iletişim araçları, bu hakkın gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılı ve görsel tüm kaynakların oluşturduğu iletilerle donatılmış bir dünyada etkin bir yurttaş olarak yaşamak için yeni iletişim becerilerine gerek var. Medya okuryazarlığını tartışırken unutulmaması gereken, bir etkinlik halinin olduğudur; yani önemli olan sadece beceri sahibi olmak değil, bu becerilerin hayata geçirilebilmesidir. Bu kavramdaki "okuryazarlık" vurgusu, medyaya erişimin, değerlendirme ve eleştiri yapabilecek donanıma sahip olmak, iletileri yalnızca alma becerisiyle yetinmeyerek, yeni iletileri oluşturabilmek ve dile getirebilmek gibi etkin katılımı da içerir. Medya okuryazarlığı kavramını, eğitimde medyanın kullanılmasıyla ilgili olarak 20. yüzyıl başından bu yana uygulanan, kitlesel iletişim aracılığıyla liberal toplumsallaşma yaklaşımının bir devamı olarak görmek olasıdır. Medya okuryazarlığı programları, medyadaki her şeyin kurmaca olduğu, gerçekliği medyanın oluşturduğu, medyanın ticari, toplumsal ve siyasal bağlantılarının varlığı, medya iletilerinin ideolojik olduğu, medyada biçim ve içeriğin yakından ilişkili olduğu, her aracın kendine has bir estetik formu olduğu yolunda uyarılarda bulunur. Medya Okuryazarlığı temel ilkeleri: Medya kurgusaldır: hiç bir kitle iletişim aracı, dışsal gerçekliği olduğu gibi yansıtamaz. Bir gerçekliğin medyada yer alması, konumlandırılması, bir dizi karar süreci sonunda mümkündür. Medya okuryazarlığı bu sürecin öncelikle yapısal çözümlemesini yapar. Medya gerçekliği kurgular: yaşadığımız ortam hakkındaki bilgilerimiz bu kurgulanmış gerçekler eliyle sağlanır. İzleyici-okuyucu, içinde yer aldığı toplumsal grup özelliklerine göre medyadan aldığı anlamı içselleştirir ya da çözümler. Medya okuryazarlığı analiz etme-çözümleme becerilerinin oluşmasına yardımcı olur. Medyanın tecimsel bağlantıları mutlaka vardır: me385 dyada mülkiyet ve piyasa ilişkileri belirleyicidir, medya okuryazarlığı bu bağlantıların farkına varılmasını sağlamayı amaçlar. Medya iletileri ideoloji ve değerler üzerine kurulur: açık ya da örtük olarak medya yayın politikalarının benimsedikleri değerler, toplumun genel kabul gördüğü değerler olarak iletilir. Medyanın toplumsal ve siyasal bağlantıları vardır ve bunlar gündemimizi oluşturur, toplumsal değişimi etkiler. Medyada biçim ve içerik yakından ilintilidir: her aracın kendine özgü anlatım tarzı vardır ve farklı anlatımlar farklı anlamlar yaratır (televizyonda sit-com’lar ile drama dizileri arasındaki farklılıklar gibi). Her aracın kendine özgü bir estetik formu vardır: beğeni uyandıran farklı araçların kendilerine özgü etkileme tarzları vardır (televizyon ve sinema karşılaştırması gibi). Medya okuryazarlığı projesinin temel amaçlarının "kitle iletişim araçları eliyle enformasyon, bilgi, haber ve ifade alış verişi konusunda kamunun farkındalığını sağlamak; eğitim, kültürel, politik, sosyal ve ekonomik programlarda medya okuryazarlığının önemini vurgulamak; her yurttaşın hem formel hem informel eğitim içinde, medya kullanımı sırasında azami ölçüde bilgi ve beceri sahibi olmaya hakkı olduğu ilkesiyle hareket etmek” olduğu söylenebilir. Böylece, medya okuryazarlığına sahip yurttaşların önyargılı, saldırgan ve zararlı medya içeriklerini ve faaliyetlerini tanıma, engelleyebilme ve karşı çıkabilme yeteneğine sahip olması amaçlanır.85 Ece Algan, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” başlıklı makalesinde; medya okuryazarlığı eğitiminin çocukları ve gençleri negatif medya etkilerinden korumasıyla ilgili liberal bakışı şöyle özetliyor: “Medya okuryazarlığı ile ilgilenen eğitimcilerin; öğrencilerin iletişim becerilerini geliştirme, ırk, sınıf ve cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekme, demokrasi, yurttaşlık ve politik katılımla ilgili tavırları iyileştirme, iletişim politikalarını ve medya endüstri pratiklerini gözden geçirme, kişisel gelişime yardımcı olma, gençleri kimyasal madde bağımlılığı, şiddet, materyalizm ve kültürün ticarileşmesi gibi konularda bilinçlendirme ve kariyer becerilerini ve eğitim kalitesini iyi85- Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları, İletişim,2009,s.95. 386 leştirmek gibi çeşitli amaçları var. Amerika’da bu soru ile ilgilenen eğitimcilerin, entelektüellerin, kamu görevlilerinin ve akademisyenlerin gözünde medya tüketimi bir risk faktörü oluşuyor ve medya okuryazarlığı ise bu riski önleyici bir faktör olarak görülüyor. ”86 Öte yandan, medya okuryazarlığının gençleri medyanın negatif etkilerinden koruyabileceği inancı tartışmalıdır. Bu düşünce “gençlerin ve üniversite eğitimi olmayanların medyanın her dediğine inandığını yani kendi düşünme ve değerlendirme yetileri olmadığını” varsaymaktadır. Medya okuryazarlığı ise toplumsal kurumlara eleştirel bakabilen yurttaşların yetişmesini sağlar. Ülfet Kutoğlu ise yine aynı derlemedeki “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk Eğitimi” başlıklı makalesinde; televizyonlardaki iyi ve eğitici programların çocukları olumlu yönde etkilediğini ve onların huzurlu ve mutlu bir yaşam sağlamalarına katkıda bulunduklarına inanmaktadır. Susam Sokağı gibi eğitici programların okul öncesi çocuklara alfabeyi ve sayıları öğreterek okula hazırlamayı amaçladığını hatırlatmaktadır.87 2008-2009 Eğitim Öğretim yılında Medya Okur Yazarlığı dersi ilköğretim ikinci kademede seçmeli ders olarak okutulmaya başlandı. Burada T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın öngördüğü birincil amaç çocukların maruz kaldıkları “medya kirliliğinden” korunması ve gelenek göreneklerimize medya tarafından zarar verilmemesi şeklinde özetlenebilir.88 Yine Medya Okur Yazarlığı web sayfasında RTÜK Üst Kurul Müşaviri Yaşar UGÜROL un konu ile ilgili mesajındaki benzetmesi ilgililerin konuya yaklaşımını anlamamız açısından önemlidir. “Çığ gibi üzerimize gelen medya afeti önce yavrularınızı kuşatmaktadır. Biricik ve savunmasız çocukları bu felakete karşı koruma önceliği erdemli yapımcılara ve ilkeli yayıncılara düşmektedir.”89 86- Ece Algan, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” içinde: Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Kalemus, s.39 87- Ülfet Kutoğlu, “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk Eğitimi” içinde: Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Kalemus, s.68 88- http://www.medyaokuryazarligi.org.tr/ogretmen_1.html / Erişim tarihi 23.06.2011 89- http://www.medyaokuryazarligi.org.tr/ogretmen_1.html/ Erişim tarihi 04.08.2011 387 RTÜK’ün ve MEB in medya okuryazarlığına yaklaşımı bizim akademik anlamda tartıştığımız medya okuryazarlığından oldukça farklı. Öğretmen için hazırlanmış kılavuz kitapta iletişim bilimlerinin temel kavramlarının hemen hepsi var. Öğretmen kılavuz kitabı ortalama bir ilköğretim öğretmeni için bile oldukça ağır. Ancak dersin ilköğretimde algılanışı ve beklenen uygulama medya-okuryazarlığının içeriğinden çok farklı. Bu durum yorumsuz bir şekilde resmi kurumların web sayfalarından net olarak görülebilir. Hem RTÜK’ün hem de MEB in anlayışı öğrencilerin otokontrolü vasıtasıyla her beyine bir RTÜK uygulanması şeklinde. ARAŞTIRMA SONUÇLARI A) Araştırmanın konusu: 6-11 yaş dönemi ilköğretim birinci kademe (1. sınıftan 5. sınıfa kadar olan) öğrencilerinin televizyon aracılığı ile öğrendikleri davranış, alışkanlık, oyun, şarkı, şaka, vb. ölçmek. B) Amacı Araştırmanın amacı televizyon etkisinin çocuk gelişimi üzerindeki etkisinin gösterilmesidir. Televizyon etkisiyle sosyalleşen çocukların hangi istendik ya da istenmedik durumlarla karşı karşıya kaldıklarının gözlemlenmesi. Televizyon programlarının çocuk üzerindeki yansımalarının okul ortamında diğer çocuklarla olan etkileşim sonucu yeni bir sosyalleşme modeli geliştirip geliştirmediğinin gözlemlenmesi. C) Kapsam 1) Evreni: Araştırma evreni olarak T.C. Ulusal Sınırlar içinde kentsel bölgede yaşayan ve ilköğretim birinci kademeye devam eden 6-11 yaş gurubu çocuklar alınmıştır. 2) Örneklem Seçimi: İstanbul ili Şişli İlçesi İzzet Paşa Mahallesi Mustafa Sarıgül İlköğretim Okulu birinci kademesinde eğitimine devam eden 549 öğrenciden 300ü anket formlarını ebeveynleri ile birlikte doldurdular. Form dolduran 300 öğrencinin velilerine de anket formu uygulandı. Anket formlarının güvenirliği ve değişimin gözlenmesi açısından 1 yıl içersinde aynı deneklere aynı amaca yönelik toplamda 3 anket yapıldı. Ayrıca okul dönemi ve yaz dönemi alışkanlıkların ölçülmesi amacıyla benzer sorulardan oluşan yaz dönüşü anketi okulun açıldığı ilk hafta yapıldı. Araştırmamızda kul388 landığımız tablolar (Tablo 1 den Tablo 9 da dahil olmak üzere Tablo 9 a kadar olan tablolar) kadar 300 kişilik gruba uygulanan form sonuçlarından oluşmuştur. Tablo oluşumunda veli formları kullanılmamış olup, öğrenci formları ile karşılaştırmak amacı ile veliler anket uygulanmıştır. 3) Gözlem Sınıfı: Mustafa Sarıgül İlköğretim Okulu 1-C sınıfı gözlem sınıfı olarak seçildi ve bu grupla birlikte 1 eğitim öğretim yılı süresince kişi bazında ayrıntılı olarak çalışıldı. Gözlem sınıfı çalışmaları ayrıntılı ve kapsamlı oldu. Gözlem sınıfında ilişkiler yüz yüze ve haftalık 38 ders saati birlikte olduğumuz için TV izleme tercihlerini takip etmek konusunda oldukça etkili oldum. Evlerine en az bir kez gidilip onlarla birlikte 1 saat süreyle televizyon izleyerek gözlem yapıldı. Bu gözlem sonuçları da Tablo 11 de paylaşılmıştır. Okul geneli anketleri 30 EYLÜL 2009–30 MAYIS 2011 döneminde yapıldı. E) VERİ TOPLAMA YOLU VE ARAÇLAR Veri toplama yöntemi olarak anket formları, birebir görüşmeler, öğrenci velileri ile mülakat ve gözlem teknikleri kullanılmıştır. Gözlemlerin bir kısmı video kamera ile kayıt altına alınıp tez yazım aşamasında tekrar değerlendirilmiştir. MEDYA OKURYAZARLIĞI / MEDYA PAYLAŞIMI DERSİ Bir eğitim öğretim yılı boyunca haftalık 1 serbest etkinlik ders saatimizi okul idaresinin izni ile “medya-paylaşımı” adı altında çocukların izleyici birikimlerini paylaşmaya ayırdık. Drama dersine benzer bir planlama ve etkinlik sunumu şeklinde her hafta televizyonda izleyip beğendikleri programın canlandırmasını yaptılar. Dizilerin canlandırmasını yapanlar, video klip formatında şarkı söyleyenler, çizgi filmlerden sahneler canlandıranlar, ya da siyasetçilerin konuşmalarını canlandırmaya çalışanlar oldu. Ailelerinden alınan izinle bazı gösteriler çalışmamızda kullanmak üzere kayıt altına alındı. Genel anlamda televizyon programlarını canlandırmayı çok sevdiler ve medya paylaşım saatinin gelmesini sabırsızlıkla beklediler. Sunum hazırlamaya ve gösteri yapmaya çok zor ikna edilen öğrenciler de oldu. Bazı öğrenciler de haftalık tek sunum sınırını bildikleri halde çok fazla sunum hazırlayıp sahneyi gereğinden fazla işgal etme eğiliminde oldular. ANLIK DOĞAÇLAMA MÜLAKATLAR: Öğrencilerle teneffüslerde, nöbetlerde, beslenme saatlerinde, giriş çıkış törenlerinde bir araya geldikçe, araştırmamızda yol gösterici olabilecek 389 konuşmalarımız oldu. Anlık doğaçlamalarda alınan önemli cevaplar öğrencilerin Medya Paylaşım dosyalarına işlendi. Bu mülakatlar sırasında, 1-Dizilerdeki ve çizgi filmlerdeki popüler karakterleri bulmaya yönelik sorular soruldu. 2-Programlardaki popüler rolleri ve rollerin hayatla ilişkilendirilmesini anlamaya yönelik sorular (kahraman, katil, polis, avukat, mafya, fedai gibi) soruldu. 3-Anket sorularının doğru cevaplanıp cevaplanmadığını anlamaya yönelik sorular soruldu. 4-Moda olan ve arkadaşlarından dışlanmamak için takip ettikleri programları belirlemeye yönelik sorular soruldu. 5-Evdeki misafir profiline göre değişen televizyon programı tercihini anlamaya yönelik sorular soruldu. DİĞER DERSLERLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ: Türkçe dersi yazılı anlatım görevlerinde konu ile ilgili olabilecek yazılı anlatım konuları öğrencilere görev olarak verildi. Resim dersinde yaptığımız çalışmalarda oturma odalarının resmini yapıp aile bireylerinin isimlerini koltukların üzerine yazdırlar. Amacımız televizyon merkezli yerleşimin öğrenciler tarafından da fark edilip edilmediğini görmekti. Ayrıca 2. sınıf boyunca tuttukları günlükler, her hafta pazartesi günleri öğle arasında öğrencilerden toplanarak, araştırma veri toplama açısından işe yarayabilecek bilgiler not edildi. Beden eğitimi derslerinde, dersi sınıfta işlediğimiz günlerde televizyondan öğrendikleri oyunları arkadaşlarına öğretmelerini istedim. Gözlem sınıfımızdaki 40 öğrencinin her birine ayrı bir “Medya Takip Dersi” dosyası hazırlanarak, ayrı ayrı televizyon izleme profilleri oluşturuldu. VELİ GÖRÜŞMELERİ: Veli görüşmeleri de öğrencilerin verdikleri bilgilerin güvenirliği ve geçerliği açısından onlardan alınan bilgiler eşliğinde velilerle de görüşüldü. Görüşme sonuçları medya paylaşım dosyasına işlendi. ARAŞTIRMA VE GÖZLEM SINIFI İLE İLGİLİ AYRINTILAR 1- Gözlem Sınıfı: -İstanbul Şişli ilçesi İzzet Paşa Mahallesi'nde yaşayan 40 çocukla 8 ay 390 boyunca her hafta cuma günleri seçmeli dersimiz olan sanat etkilikleri dersinde televizyonla ilgili birikimlerini paylaştık. Bu dersi Medya Paylaşım saati olarak adlandırıp bu ders içinde her öğrencinin mutlaka tahtaya çıkıp televizyondan gördükleri ve canlandırmak istedikleri herhangi bir şeyi canlandırmalarını istedim. 6-7 yaş gurubundaki ilköğretim 1. sınıf öğrencilerinden oluşan gözlem gurubumuz hiçbir yönlendirme yapılmadan izlenimlerini içlerinden geldiği gibi sergilediler. Taklit ve gösteri yeteneği olmayanlar sadece anlatmakla yetindiler. Sadece sanat etkinlikleri dersinde değil tüm derslerde ve teneffüslerde televizyon orijinli davranışlar net bir şekilde izlenebiliyordu. 21 kız ve 19 erkek öğrenciden oluşan sınıfımızda sınıf tekrarı yapan 4 öğrenci bulunuyordu. Gözlem sınıfı aile profili çoğunluğu muhafazakâr sayılabilecek bir yapıya sahip. Kuştepe Mahallesi ile sınır olması nedeniyle mahallede ve okulda ciddi bir Roman nüfusu da var. Normalde gözlem sınıfı ile birlikte Medya Paylaşım saatini sadece 1-C sınıfında 20092010 eğitim öğretim dönemi için planlamıştık. Çocukların Medya Paylaşım saatine alışarak, kendilerini ifade etme fırsatı bulmaları bu ders saatine olan ilgilerini artırdı. 2. sınıfa geçtiğimizde onlardan gelen yoğun istek ve çalışmanın bir yıl uzaması nedeniyle Medya Paylaşım saatine 1 yıl daha devam ettik. 2. sınıf boyunca süren etkinliğimiz daha çok drama tadında geçti. 3 kişiden az olmamak kaydıyla televizyonda gördükleri kahramanlara kendi sosyal yaşamlarındaki olaylara ve belirli gün ve haftalara göre roller vererek kısa oyunlar hazırlayıp sergilerdiler. Örneğin Yeşilay Haftasında kurguladıkları oyunda Selena sigara içenlere büyü yapıyordu ya da Recep İvedik Orman Haftasında ağaç kesenleri cezalandırıyordu. Artık 2. sınıfta olmamız nedeniyle Medya Paylaşım saatini sosyal kulüp çalışmalarıyla ilişkilendirerek kullanmaya çalışıyorduk. 2- Gelir Düzeyi: -5 aile işsiz,18 aile asgari ücretli çalışan,6 aile işportacı,7 aile serbest meslek,4 aile ticaret ile geçiniyor. Kiracı olmayıp kendi evinde oturan aile sayısı 7. Aylık hane geliri 1500 ün üzerinde olan 3 aile bulunuyor. 3- Neler izliyorlar: -Anketlerden 213 tane program ismi çıktı. Yetişkinlerin izledikleri bütün programları izliyorlar ve üzerine çizgi film ve çocuk programları da ekleniyor. Gözlemlerde ve davranışlarda en çok yer edenler, popüler diziler oluyor. Burada dizinin niteliği popülerliği de önemli. Hem ev içindeki hem 391 de ait olduğu diğer gruplarda ki popülerlik önem taşıyor. Örneğin arkadaş muhabbetlerinde, özellikle lider karakterli arkadaşlarının takip ettiği dizileri diğer çocuklar da takip etmek istiyor. Dram tarzı acıklı diziler ve şiddet içeren diziler paylaşmayı en çok sevdikleri. 4- İzledikleri TV programlarındaki karakterlerle ilgili neleri taklit ediyor: -Genellikle başrol oyuncularının bakışı, duruşu, sesi, yürüyüşü, kıyafetler (serbest kıyafet izni olduğunda etki çok net görülüyor, öğrencinin en sevdiği kıyafeti Recep İvedik gömleği), replikler, silah tutuşları, ateş etmeleri, ateş ederken saklanmalar, büyü yapmaları, yumruk atmaları, kahramanların kaçması, araba kullanmaları, kahramanın yanlış söylediği kelimeler, tikler taklit ediliyor. Popüler olan klip ya da dans varsa bunu televizyondan takip edip birbirlerinin becerip beceremediklerini test ediyorlar. Örneğin 2010 yılındaki “Apaçi Dansı” nı nereden öğrendiklerini sorduğumda aldığım yanıt televizyondan öğrendikleriydi. 5- Neleri ciddiye alıyor, neleri gülmece unsuru olarak kullanıyorlar: -Burada çizgi çok net değil, ciddiye aldıkları şeyleri beceremedikleri zaman gülüyorlar, ama net bir şekilde başrol oyuncularının erki ve kudreti en çok ciddiye aldıkları ve öykündükleri nokta. Kızlarsa daha çok güzel bulunmayı, güzel ya da çirkin karakterleri benzetilmeyi ciddiye alıyorlar. Özellikle dizilerdeki romantik içeriği ve sahneleri taklit ederek hep birlikte gülüyorlar. Dizilerin jenerik müziklerini enstrüman sesi çıkararak mırıldanırken, dizi karakterinin hareketlerini canlandırmaları ise başka bir taklit unsuru. 6- Birbirlerini medya figürlerinin isimlerini takıyorlar mı: -Genelde öğrenciler bu isimlerle anılmayı kendileri istiyorlar."-Bana Polat de ! " şeklinde o isimle anılmak derdindeler, bazı öğrencilerse kendilerini o kadar çok kaptırmış ve karakterle öyle çok bütünleşmiş ki; kimi öğretmenleri bile artık onları o isimleriyle çağırıyor. Kız öğrenciler arasında isimlendirilme evcilik içinde rol paylaşımı şeklinde gerçekleşiyor. “-Ben Stella olacağım, sen de Bloom ol” şeklinde anlaşmaya varıp rolün gereğini yaparak eğleniyorlar. Kız öğrenciler arasındaki televizyon patentli en popüler yansıma grup halinde isimlendirilip, grup halinde rolleri paylaşmak. Örneğin sınıfta kendilerine bir müzik grubu olan “Hepsibir” in adını takmış 3 farklı gurup var. Tüm gurupların içinde roller ayrı ayrı paylaşılmış. 392 7- Anne-babalardan medyayla ilgili şikâyet-öneri geldi mi? -Anne babalar durumun sakıncasının farkındalar, ya da karşılarında öğretmen olduğu için bu şekilde duyarlı konuşuyorlar. Televizyonun tek eğlence aracı olmasından ve mahallenin çarpık mimarisinden çocukların futbol oynayacak yer bulamamalarından şikayet ederken kendi çocukluklarında bu kadar televizyon izlenmemesinin güzelliğinden dem vuruyorlar. Televizyonun mevcut zaman geçirme alternatifleri arasında en az tehlikeli olanı olduğunu düşünüyorlar. "Medya" tanımlamasına karşı üstü kapalı ve altı boş bir öfkeleri olsa da çok sevdikleri dizileri ya da dizi kahramanları birer medya unsuru olarak görmüyor ebeveynler. "Medya"nın onlardaki karşılığı daha çok yanlı haber yapılması. Medya biraz hükümet aleyhine çalışan zararlı varlık gibi tanımlanıyor. Medya ile ilgili şikâyetleri "televizyonla sosyalleşme" olgusundan çok "televizyonun siyasallaşması" noktasına götürüyor konuşmaları. Şiddet ama daha çok da cinsel içerikten yakınmalar televizyon şikâyetlerinin başka bir boyutu veliler arasında. Kimi kanallarda çocuklara zararlı içerikten bahsederken ortak fikirleri “cinsel içerik” boyutunda birleşiyor. 8- Okul müdürünün medyayla ilgili tavrı: -Okul müdürümüz okulun maddi imkânsızlıklarından oldukça şikayetçi. Okula para getirebilecek her şeye dört kolla kucak açmış durumda. Okulda bir reklâm filmi ve bir de İbrahim Tatlıses'in "Şemamme" klibi çekilmiş, her fırsatta bunların okulun tanıtımına olan faydasından bahseder. Okulun adı Mustafa Sarıgül İlköğretim Okulu. Mustafa Sarıgül, okulun isim değişikliği yapıldığı ilk yıllarda çok büyük çaba sarf etmiş orada burada okul adı duyurmak için. Okulun eski adı(36 yıl boyunca kullanılmış) İzzet Paşa İlköğretim Okulu. Bölge halkı okulu hala bu isimle anıyor. 24.03.2006 tarihinden sonra Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik okula Mustafa Sarıgül adının verilmesini sağlıyor ve bakanlar kurulu kararı ile okulun adı değişiyor.(okul belediyenin bütçesi ile yaptırılmış) Müdürün medya ile ilgili tek olumsuz yaklaşımı öğretmen aleyhine yapılan haberlerden ibaret. 9- Diğer öğretmenlerin medyayla ilgili tavırları: -Öğretmenler genellikle medyayla ilgili olumsuz ve eleştirel bir tavır takınmaya çalışıyorlar. Bu görüntü için ciddi çaba sarf etseler de medyayla ilgili söyleyebildikleri 3-5 klişe cümleyi geçemiyor. Neredeyse öğretmenlerin tamamı her akşam en az bir dizi izliyor. Teneffüslerde öğretmenler odasında 393 sıklıkla konuşulan konu diziler ve karakterler oluyor. 35 öğretmenin sadece 8 i erkek bu yüzden öğretmenler odası konuşmalarında başlıklar kadın öğretmenler tarafından belirleniyor. Örneğin Bursa Spor un şampiyonluğu başlıklı muhabbet bir kaç cılız cümleden sonra "Bihter'in İntikamı" konulu büyük tartışmaya yeniliyor. Medyaya eleştirel bakan öğretmen camiası televizyon ve dizi sektörüne nasıl bir destek verdiklerinin farkında değiller. Ayrıca dizi modasını da yakından takip eden kadın öğretmenler saç stilleri, takılar ve giysiler konusunda televizyonla oldukça barışıklar. Öğrencilere dağıtılan anketler sayesinde okuldaki öğretmenlerin çalışmamızdan haberleri vardı. Sınıflarında yaşanan medya-okuryazarlığı örneklerini fırsat buldukça benimle paylaşmak için çaba sarf ettiler. 10- Günlük dersler ile bayram-mezuniyet vb. gösterilerde çocukların medyayı taklit etme eğilimleri arasında fark var mı? -Özellikle eğlence, parti ve kutlamalarda çocuklar farklı kıyafetlerle gelip dans ederlerken, ailelerinde pek karşılığını bulamadıkları davranışları uygulamaya çalıştıklarında. Örneğin partide yabancı bir şarkı çalıyor ve çocuklar ilginç dans figürleri yapıyorlar, nereden öğrendiklerini sorduğumda genelde televizyondan adresler söyleniyor. Öğrencilerin eğlence sırasında uyguladıkları dans figürleri büyük oranda popüler video kliplerden alıntı. Burada ilginç başka bir durum ise hayli muhafazakâr ailelerin çocuklarının İngilizce şarkılara eşlik etmeleri ve dans figürlerini ustaca becermeleri. Yine döneminde moda olan “kolbastı” figürlerinin kaynağı olarak televizyonu adres gösterenler oldukça fazla. 11- Giysi, ders malzemesi, çanta, takı, vb. medya referanslı eşya kullanıyorlar mı? -BEN10 erkek öğrenciler için her şeyin markası olmuş durumda, daha sonra ezici etkisini kaybetmiş ama her zaman moda olan Spiderman, X-man, Superman geliyor. Ama en popüler olan her dönem için süper güçleri olan bir kahraman ve onun gücünü yansıtan eşyalar. Gerçekte zamanı bile göstermeyen sadece kola takılan BEN10 saatine 63 lira ödetiyor bu çocuklar. Kız öğrencilerin klasiği Barbie eşyaları ve Winx Clup, Barbie'nin ve Winx Clup ın çizgi filmlerinde de gizli güçler ve büyü en önemli öğe. Büyük oranda pembe ve lila tonlar kullanılan Barbie aksesuarlarının piyasada pek çok benzeri var. Kız öğrenciler özellikle büyü ve sihir vurgusu olan eşyalara ilgi gösteriyorlar. Ayrıca televizyonda yayınlanan popüler dizi ve çizgi filmlerin iskambil kartlarına benzeyen pek çok paketi satılıyor. Çocuklar kendilerince bu kartları 394 oyunlar içinde yarıştırıp kartları kazanıp kaybederek el değişmesini sağlıyorlar. Bakugan çizgi filminin oyuncağı olarak satılan, içinde yapay yaratık çıkan Bakugan topları erkek öğrencilerin en popüler oyuncakları arasında. Bakugan topları o kadar değerli ki kaybetme ya da öğretmene kaptırma korkusuyla okula bile getirmiyorlar. 12- Kendi aralarındaki konuşmaları ile videoyla çekim yapıldığı sıradaki davranışları farklı oluyor mu? -Öğretmen yanlarında olmadığı teneffüs saatlerinde yine "Polatcılık ve Adanalıcılık Ezelcilik ya da Smack Down oyununu oynuyorlar sürekli yasaklamama rağmen. Kendi aralarındaki oyunlarda tekmeler ve yumruklar gerçek oluyor, küfürler birbiri ardına geliyordu. Kızlar büyü yaparken kimi zaman dokunarak, saç çekerek, parmak sokarak büyü yapıyor. Öğretmenin olmadığı yerde şiddetin dozu ve şiddetin ciddiyeti çok farklı oluyor. Kamera varken daha hoşgörülü ve kibar davrandıkları net bir şekilde fark ediliyor. 13- Müfredatta verilen medya-okuryazarlığı konuları/kılavuzu ne kadar takip edildi, ne kadar inisiyatif kullanıldı? -Müfredatta verilen medya okuryazarlığını tam 1 yıl boyunca 6. sınıf öğrencilerine okuttum. Kılavuz son derece ayrıntılı ve henüz 5. sınıftan gelmiş öğrencilerin anlayamayacağı yoğunlukta. Haftada 1 ders saati ile yerleştirilmiş bu seçmeli derste bunları kılavuzdaki yoğunluğu ile anlatabilmek oldukça zordu. En azından haftalık 3 ders saatine ihtiyaç var o kavramları ve tanımları öğrencilere kavratabilmek için. Bu kadar ayrıntılı kavram ve tanım arasında dersin asıl amacının unutulacağı düşüncesindeydim. Ben kılavuzdaki temel kavramları (toplamda 25 kadar kavram) öğrencilere tanıttıktan sonra yüzde yüz inisiyatif kullanarak tamamladım yılı. Kavramların onların elinden onlara sunmaya çalıştım. Medya örneklerini sınıfta karşılaştırıp örneklere bakarak yeni örnekler ürettik. Örneğin bir hafta istihbarat muhabiri gibi çalışarak mahalledeki bir olayla ilgili bilgi topladık, ertesi hafta editör gibi çalışıp haberini yaptık, sonraki hafta haberi çok olumsuz bir gelişme gibi verip, daha sonraki hafta dünyanın en hayırlı işi gibi vermeyi denedik. Yemekteyiz programını sınıfta canlandırıp nelerin saçma olduğunu, nelerin kurmaca olabileceğini, neler yapılırsa daha çok ilgi çekebileceğini konuştuk. Spor programlarını (6. sınıf erkek öğrencilerin en çok ilgi gösterdiği programların başında geliyor) sınıfta canlandırıp bu futbol yazarlarının neden böyle acayip benzetmeler yaptığını konuşarak izlenme adına her şeyi yapa395 bilecekleri sonucuna ulaştılar. Kendi gazetelerini, dergilerini, dizi senaryolarını performans görevi olarak hazırlayıp sınıfta canlandırdılar. Sene sonuna geldiğimizde müfredatla pek bir bağımız kalmamıştı ama öğrenciler medyanın her alanında çalışmış gibi hissediyorlardı. Sıradan bir anlatımı showa dönüştürmek ve, sıradan bir olayı habere dönüştürmek arasında birinci elden bağlantı kurmalarını sağlamaya çalıştım. Bu dersi okuturken temel amacım medyanın bir kurmaca olduğunu öğrencilerin deneyerek görmesi, üreterek anlamaları ve öncelikle televizyona ama özde bütün medya ürünlerine daha eleştirel yaklaşmalarını sağlamaktı. Dersi okuttuğum dönemde tarihi Galata Köprüsü, okulumuzun aşağısında Haliç’in iki yakasını birleştirecek şekilde bölgeye kuruldu. Sınıfa verdiğim proje ödevinin konusu Galata köprüsü oldu. İki haber yapmalarını istedim. Birinci haberde Galata köprüsünün çok güzel fotoğraflarını çekmelerini, haber içinde köprünün tarihini anlatmalarını, bölge sakinlerinin Eyüp ve Feshane’ye gidip eğlenirkenki fotoğraflarını habere koymalarını istedim. Ayrıca bölge halkının konu ile ilgili bütün olumlu düşüncelerine yer vermelerini, köprü sayesinde işleri daha da canlanan Eyüp esnafının da fotoğraf ve görüşleri ile habere kusursuz bir iyimserlik katmalarını istedim. İkinci haberde köprünün en köhne ve paslı bölümlerini bularak fotoğraflarını çekmelerini, iş yapamayan sandalcıların fotoğraf ve görüşlerine yer vermelerini istedim. Ayrıca tarihi Galata Köprüsünün Haliç’te su akışını engellediğini, bunun büyük bir çevre felaketine yol açtığının abartılarak yazılmasını, birkaç ölü balık resmi konulmasını istedim. Burada amacım kurgusallığı kendi elleri ile tecrübe ederek kavramalarını sağlamaktı. Ortaya çıkan kimi ürünler ise herhangi bir medya organında editör eli değmeden yayına girebilecek cinstendi. Bütün Medya-Okuryazarlığı çalışmamızı uygulamalı hale getirmek için yılsonunda bir okul dergisi çıkardık. Bin adet basılan dergiyi medya-okuryazarlığı dersi anlattığımız sınıflarla ortak bir çalışma şeklinde hazırladık. Dergi çizimini derslerde birlikte yapıp, editörlük deneyimini birlikte yaşadık. konuları birlikte belirleyip, birlikte eledik. Dergiye koymak için karar verdiğimiz röportajlara birlikte soru hazırladık. Röportaj alabilmek için Kadir İnanır 'a bir mail yazdık. Onu ikna edebilmek için cümleleri özenle tek tek ve birlikte kurduk. Tüm röportajlara farklı sınıflardan en az 3 öğrenci ile bir396 likte gittik. Röportajlarda çekilen fotoğraflardan uygun olanları birlikte seçtik. Kapak hazırlarken, olası kapak çizimlerini belirleyip oylama yaptık, yine en çok oy alan kapağı dergimiz için seçtik. Özetle bir medya ürününün oluşturulmasındaki olası aşamaları elimizden geldiğince birlikte üreterek yaşadık. Derginin basım sürecinde geçen 3 hafta boyunca matbaadan çıkışını birlikte bekledik. Bu dergiyi öğrencilerin dergisi olarak çıkarmayı başardık. Dergide çalışmış gibi çeşitli kurullar adı altında öğretmen isimleri yayınlasa da bunun bürokratik bir zorunluluktan başka bir şey olmadığını tüm öğrenciler ve öğretmenler biliyordu. Bütün bu üretim sürecini yaşayan bir medya ürününün yaklaşık olarak geçtiği aşamalarda aktif rol alan öğrencilerin bu faaliyet sayesinde medyanın kurgusal boyutunu az da olsa kavrayabildiklerini düşünüyorum. 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 4. SONUÇ Günümüzde televizyon toplumsal olarak çok önemli işlevleri yerine getiren toplumsal yapının bir organıdır. Toplumun kültürel bir gerçeği, bir ürünüdür. Televizyon hem toplumu yansıtır, hem de televizyondan yansıyanlar toplumda bir karşılığa bürünür. Televizyonun icat edilmesi kadar, icat edildikten sonra toplumsal hayatın bir parçası, vazgeçilmezi olması da önemlidir. Televizyon 1920 lerde icat edilen makineden çok daha ilerilere gitmiş, sosyal alanda büyük dönüşümlere etki etmiştir. Televizyon toplumda birçok ihtiyaca cevap verir hale gelmiştir. Bu ihtiyaçların büyük bir kısmını da kendi oluşturmuştur, oluşturmaktadır. Televizyon günümüz toplumunda bireyin gündelik ihtiyaçlarından biridir. Oturma odasında televizyon olmayan ev yok denecek kadar azdır. Televizyon yoğun çalışma hayatında ev-iş arasında gidip gelen bireyin günlük olağan akışını değiştiren en önemli aracıdır. Ya da işsizlik nedeniyle evden çıkamayan insanın, ya da tüm gün evde kalmak zorunda olan ev kadınlarının, ya da evde büyüyen çocukların… Özellikle alt ekonomik sınıflar için televizyon, kullanıcısı açısından dünya ile kurulan köprü, sıkıntı gidermeye yarayan araç, yemek tarifi veren, çocuk bakıcılığı yapan, anlatanların dertlerine derman bulan, şarkı söyleyen, dans etmeyi öğreten, siyaset bilen, ibadetlere eşlik eden, politik yorumlarla kafa bulanıklığını gideren, zaman zaman felsefi birkaç cümle kuran bilge ve ermiş çağın akıl almaz parlak buluşudur. Çocuklar içinse sınırsız bir eğlence kutusudur. Kısıtlı bütçesiyle geçinmeye çalışan alt sınıfların yaşama sevincidir demek abartı olmaz. Televizyon zaman planlayıcısıdır. Hayat kişinin biyoritmine göre değil, televizyonun yayın akışına göre planlanır. Akşam yemeği de kahvaltı da belli programlarla uyum içinde masaya gelir. Misafir kabulleri bile dizi günlerine göredir. Misafirlerin kalkış saati dizinin bitmesiyle netlik kazanır. Uyku saati, ertesi gün için hazırlıklar, bulaşık yıkama, kısaca ev içinde yapılan zorunlu ya da keyfi tüm faaliyetlerin efendisi televizyondur. Ev dışındaysa kişiyi bir an önce eve çağıran bağımlılık yapabilecek programlar mutlaka vardır. Bazı dizilerin yayın saatlerinde dışarının çok tenha olmasıyla övünen yapımcılar, televizyonun ev dışındaki zaman planlamasına etkisinin kanıtı gibidirler. Televizyon eğlence tercihini belirleyendir. Daha önce hiç eğlenmediğiniz şekilde eğlenebileceğinizi her seferinde kanıtlamıştır. Birbirinden ilginç yarışmalarda stüdyoda böcek yiyen, kırk dakika boyunca aralıksız ve melodili 415 gaz çıkaran, burnuyla trampet çalan, kulağından balon çıkaran marifetli yarışmacılarla izleyicinin ilgisini çekmeyi başarıp, her seferinde daha da çok eğlendirerek gücünü ispat etmiştir. Televizyon modayı belirler. Televizyon popülerin belirlendiği alandır. Popüler olan neyse moda da ona uymak zorundadır. Son dönemin gündelik modası ve küçük aksesuarları dizi oyuncularının aksesuarları ile belirleniyor. Ve ev içi yerleşim, eşya tercihleri, duvar renkleri, perde stilleri hep televizyon dizilerine atıfta bulunarak yeni şekillerine kavuşuyor. Yine dizi oyuncularının saç şekilleri, renkleri, kesimleri oldukça yaygın olarak tercih ediliyor. Sadece ev ya da kişi modası değil otomobil aksesuarları da tercih edilirken televizyon etkisini oldukça önemsiyor. Televizyon uluslar arası dengelerin oluşturulmasında, dünyanın yeniden paylaşımında ve güç hesaplarında önemli bir araçtır. Son dönemde Ortadoğu’da ve Balkanlar’da etkinliğini artırmaya niyetlenen Türkiye’nin dizileri ilişkide olduğu bölge ülkelerinde oldukça popüler. Bölgeye yatırım için giden işadamları bu dizilerle oluşan kültürlenmenin görüşmelerindeki pozitif etkisinden bahsederler. Televizyon iç siyasette de bir denge unsurudur. Ülkemizde son dönem siyasette güneydoğu ile de ilgilenildiğinin, devletin o bölgeye de hizmet götürdüğünün en somut kanıtlarından biri olarak TRT 6 yayınları gösterilmektedir. Televizyon sosyal patlamaları engelleyebilir. Toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan alt ekonomik sınıftaki insanlar televizyon dünyasında düşlerini gerçekleştirip biraz da olsa rahatlarlar. Televizyon boyundan beklenmeyecek bir rahatlama ve huzur kaynağıdır onlar için. Öfkelerini atmalarını sağlayacak kadar ustaca kullanılan kontrollü şiddet, deşarj olmalarını sağlayabilir. İzlenen program boyunca gerilen izleyici haklı yumrukları haklı kurşunları görerek yaşar, içindeki öfkeyi dindirir. Televizyon bir turizm rehberidir. Gidip göremediğiniz yerleri bir gün görme umuduyla, ya da bugün geziyormuşçasına anlatır. Yerel tatları, su sıcaklığını ve meşhur lokantaların adresini verir. Televizyon evlendirir. Şu an devam eden 4 evlendirme programında her hafta birkaç çifti tanıştırıp evlendirme görevini üstlenir. Kimilerinin düğünleri stüdyoda yapılır. Televizyon hem kız tarafı hem erkek tarafıdır. Programda evlenenlerden çocuk sahibi olanlar zaman zaman çocuklarını programda canlı yayına getirirler. 416 Televizyon kalpsiz dünyanın vicdanı, ezilenlerin dayısı, acı çekenlerin dindirici morfinidir. Kötülük yapan hainlerin başına sonunda mutlaka gelen korkunç olaylar, ve ilahi adalet, hep yaşanmış olayları anlattığı iddiasında olan bir dizi acemi canlandırma sabırlı olmanın faydalarını anlatır. Sonunda cezasını bulan kötülerden, tüm izleyiciler paylarına düşen intikamı alır. Çünkü herkesin dünyasında birkaç kötü ve alınacak birkaç kötü adamlık intikam vardır. Televizyon farklı toplumsal sınıfları tanıştırır, yaşam formlarını kesiştirir. Aynı anda aynı programları izleyen birbirinden çok farklı ekonomik sınıftan insanlar yan yana olmasalar da kültürel bir paylaşım içindedirler. Birbirlerinin temsilcilerini gördükleri programlar içinde oyuncular aracılığı ile kısmen de olsa tanışırlar. Bir malikâne, bir kapıcı evi, bir öğrenci evi, yapımcının temsil etmeye çalıştığı kadarıyla ve göstermek istediği şekliyle kurmaca da olsa göremeyecek kişilere gösterilir. Tüm bu farklı yaşam formlarının anlatıldığı her hikâyenin sonunda kendi hayatlarını daha da sevip sarılmalarına yarayacak bir ana fikir mutlaka bulurlar. Televizyon toplumsal değerleri etkiler. Televizyonda haberin veriliş şekline göre kimlerin vatan haini, kimlerin vicdansız, kimlerin yardımsever, kimlerin şefkatli, kimlerin kahraman olduğu belli davranışlarla ilişkilendirerek verilir. Nerede nasıl davranacağımız gizliden söylenir bize. Toplumsal değerler televizyonla güncellenir. Haber sunucusu tok sesiyle geleneklerimize uyan ya da uymayan davranışları ilgili kişiler üzerinde göstererek onaylar ya da onaylamaz. Binlerce yıldır süregelen gelenek yeni şekline bir sunucunun bir metin yazarının ya da yönetmenin inisiyatifi ile kavuşur. Televizyon dini bütündür. Ramazanda sahura kaldırır, oruç açtırır, yemek duası yaptırır. En meşhur imamlar ve vaizler tarihi konuşmalarını minberden değil, televizyondan yaparlar. Gidemeyen müminleri her iftar saati kutsal topraklara götürür. Kâbe’nin siyah üzerine altın yaldızlı işlenmiş örtüsü ve çevresindeki parlak ışıkları gitmeden görmeyi mümkün kılar. Kandillerde yıllardır en büyük dua cemaati “televizyonları başında âmin diyen Müslümanların ellerini de boş çevirme yarabbi” cümlesindeki müminlerdir. Televizyon çocuklara, gerçek dünyada göremediklerini gösterir. Yıllardır sokaklarda oynanan seksek ve mendil kapmaca, Ç.O.K.S.F.(Çocuk Oyunlar ve Spor Kulüpleri Federasyonu) nin TRT Çocuk’tan canlı yayınlanan seksek ve mendil kapmaca müsabakalarından sonra çocukların dünyasına yeniden 417 girdi. Oyunun televizyonda meşhur olmasının ardından evlere ve sınıfların içine seksek oyun alanı çizilmeye başladı. Üzerinde seksek deseni olan muşambalar artık okul önleri kırtasiyelerde satılıyor. Televizyondan izledikleri seksek de muşamba üzerinde kare tahta ile oynandığı için seksek bu yeni ekipmanla çocukların dünyasına döndü. Televizyon çocuk bakıcısıdır. Evden çıkamadığı için sıkılan çocuğu evde tutmanın en kolay yoludur televizyon. Eğlence isteyen çocuğunuzu en zahmetsiz eğlendirme yöntemi bir kumanda tuşuyla kanal değiştirmektir. Evin sessizliğinden sıkılan çocuklar için de inanılmaz gürültülü ve evin tek düzeliğinden sıkılan çocuklar için çok renkli yeni dönem çizgi filmler evi çok daha eğlenceli hale getirebilir. Öyle ki kimi çocuklar dışarı çıkmayı unutacak kadar uzun dönemler televizyonla yaşayıp, parka gitmek, piknik yapmak, arkadaşlarıyla oynamak gibi kavramları unutacak kadar uyum sağlayabilirler televizyonlu yaşama. Okul dönemi televizyon izleme sürelerine bakıldığında, araştırma gurubumuzdaki öğrencilerin okul dışındaki zamanlarının büyük çoğunluğunu televizyonla geçiriyorlar. Öğle yemeğinde eve giden öğrenciler yarım saatlik yemek yeme sürelerinde bile televizyon izlediklerini söylüyorlar. İzledikleri program çok ilgilerini çekmişse okulda arkadaşları ile paylaşıyorlar. Ya da öğlen yemekten döndüklerinde televizyondan akıllarında kalan bir reklam müziğini mırıldanıp bir reklam sloganını espri olarak söylüyorlar. Okulun tam gün eğitim yapması ve mahallede, sokak arasında bile oyun mekânı olmaması okul dışı zamanın dışarıda geçebilmesine ciddi engel oluşturuyor. Mahallede karşılıklı kimi binaların birbirine yakınlığı sadece bir metre. Bölgeye yakın sayılabilecek tek başlarına gidebilecekleri yeşil alan ve park da bulunmuyor. Yeni İstanbul Adliyesinin arka tarafında bulunan Abide-i Hürriyet Parkı’na ancak ebeveynleri ile gidebiliyorlar. Tatil döneminde, okuldan boşalan zamanı doldurma etkinliğinde televizyonun çok büyük bir payı var. Okul dönemine göre televizyon izleme süreleri yaklaşık iki katına çıkıyor. Okuldaki başarı durumu en düşük olan çocuğun bile hayatına okulun kattığı sosyallik, okulun kapalı olduğu döneme göre oldukça fazla. Okul dönemi ve tatil dönemi anketlerine bakarak okulun öğrencileri televizyondan uzak tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tatil dönemine göre okul, öğrenciyi televizyondan uzak tutan, en etkili sosyalleşme aracı. Ayrıca ödevler ve ev görevleri de televizyon izlenme süresini kısıtlayan 418 başka uğraşılar. Tatil döneminde memleket, köy gibi mahalle dışına çıkıldığında televizyon izleme süreleri okul dönemi ile dengeleniyor. Anketimizde bulunan "Tatilini nerede geçirdin?" sorusuna İstanbul dışı yanıtını verenlerin genelinde televizyon izleme süreleri İstanbul'da kalanlara oranla daha düşük. Birçok öğrencinin tatilini geçirdiği yerlerde uydu yayınlarını izleyebilecekleri olanaklara sahip olduklarını gördük. Buna rağmen ev dışında zaman geçirme olanağı bulunan yerlerde televizyon izleme süresinin 2-3 saat azaldığını görüyoruz. Bu veriye dayanarak araştırma gurubumuzdaki öğrencilerin yaşam koşulları nedeniyle ve başka alternatif olmadığı için televizyon izleme sürelerinin fazlalığından söz edebiliriz. Program türlerine olan ilgileri incelendiğinde dizi, çizgi film,yarışma, klip ve sinema filmi olarak 5 ana gurupta ilginin toplandığını görüyoruz. Oranlarda sınıf bazından çok kişisel dalgalanmalar çok daha fazla. Bunun nedeni de çocukların istedikleri yayını seçememeleri, genellikle evdeki büyüklerin izlenecek programa karar vermeleri. Tüm ailenin bir arada olduğu saatlerde evde çizgi film kanalı açabilen öğrenci sayısı araştırma gurubumuz için sadece iki kişi. Eğer evde ergen abla ağabey var ise klip izleme oranı yükseliyor. Araştırmamızda çocukların müzik dinleme tercihlerinde de televizyonun oldukça etkili olduğunu gördük. Genellikle klipi olan şarkıları seviyorlar. Televizyonda en çok izledikleri şarkıcıları sorarak oluşturduğumuz listeyi, piyasanın popüler dinlenme oranlarıyla karşılaştırıcınca büyük oranda benzerlik olduğunu gördük. Televizyondan yansıyan müzik popülerliği konusunda yetişkin-çocuk ayrımı yok. Eve giren birçok iletişim öğesinde olduğu gibi müziğin de; özellikle öncesinde belli bir müzik dinleme alışkanlığı, müzik türü beğenisi oluşmamış 6-11 yaş gurubu için televizyon aracılığı ile eve girdiğini görüyoruz. Arkadaşları ile etkileşim sonucu öğrendikleri şarkıları ve sanatçıları yine TV den takip ettiklerini görüyoruz. Özellikle arkadaş gurubunda beğenilen bir şarkıcının saç tipi, giysileri gibi bilgileri yine televizyondan öğreniyorlar. Yarışma programlarında yine en çok ilgi gören dizi formatında çekilen yapımlar. Çocukların merak duygusunu uyandıran programlar onların dünyasına daha rahat girebiliyor. Programlar bir kaç tekrar halinde günün değişik saatlerinde yayınlandığı için çocukların programı izledikleri saat bölüm ya da sezon farklılık gösterebiliyor. Sınıfta gözlenebilen sosyal 419 hayata en büyük etkiyi yapan türün yerli diziler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Dizi karakterleri ile ilgili en çarpıcı nokta bütün karakterlerin çok büyük oranda tanınması. Gözlem sınıfı 2-C de yaptığımız bir deneyde, tüm öğrenciler sırayla tahtaya gelerek daha önce yazılmamış bir dizi karakteri ismi yazdılar. 40 dakikalık ders bittiğinde tahtada 160 tane isim yazılmıştı. bu da ortalama 15 saniyede bir isim anlamına geliyor. Aynı deneyi çizgi film kahramanları için yaptığımızda bir ders saatinde yazabildiğimiz çizgi film kahramanı sayısı 78 de kaldı. İzlenecek program seçimi çocuklara bırakıldığında birçoğu çizgi filmi diziye tercih edeceklerini söylüyorlar ancak dizi ve çizgi film saatleri genelde çakışmıyor. Ailece geçirilen zamanlarda yüzde doksan yetişkinlerin isteği programlar izleniyor. Bir anlamda ebeveyn eli ile çocuklara dizi izletiliyor. Çocuk için belli bir alışkanlık düzeyinden sonra, çizgi film izleme seçeneği sunulsa bile devamını merak ettikleri dizileri seçmek istediklerini söylüyorlar. Tüm diziler için geçerli olmasa da dönemin en popüler bir kaç yapımı için isim verilerek sorulduğunda kimi dizilerin çizgi film yerine tercih edildiğini görüyoruz. Burada ailelerin çocukları dizilere alıştırmasının yanında dizi yapımcılarının da çocukların ilgisini çekmeyi başardıklarını görüyoruz. Dizinin konusuna ve karakterlerine bağlanan çocuklar yetişkinler kadar ilgili dizi izleyicilerine dönüşebiliyorlar. Televizyondan öğrenilen oyunlar gibi bir kavramdan da bahsetmek gerekiyor. En yaygın olanı ekranda görülen hareket, tavır, davranışların tekrarı şeklinde çocukların uyarlaması ile oyun şeklini almış bazen doğaçlama ile yapılan aksiyon sahneleri. Sadece seksek televizyonda da oyun olarak oynatılan oyun sınıflamasına girebilecek bir seçenek. Yarışma programlarının kimi bölümlerinin tekrarı, oyunlu yarışmalardaki oyunları kendi uyarladıkları araçlarla oynamaları da oldukça yaygın. Genellikle teneffüs saatinde ve okul içinde oynama fırsatı buluyorlar. Televizyon olmayan ortamlarda ve daha eski dönemlerde kovboyculuk, atçılık gibi isimlendirilen oyunlar oynanıyordu. Ancak orada da oyunların temelinde video filmleri ya da sinema filmleri vardı. Gerçek hayatta hiç kovboy ya da kızıl derili görmemiş çocuklar, onların ekrandan yansımasını taklit etme yoluyla oyun oynuyorlardı. Oyun çeşitliliği bugünkü kadar çok değildi. Ayrıca ev gözlemlerinde araştırma gurubundan her öğrencinin evine bir kez konuk olunarak günlük planındaki olağan televizyon seyretme saatinde öğrenci ile 420 televizyon karşısında gözlem yapıldı. Televizyon kumandası öğrenciye bırakılarak her gün izlediği şekilde izlemesi istendi. 1 saat boyunca öğrencinin sergilediği davranışlar izlenerek program türüne göre gözlenen en güçlü davranış işaretlendi. Öğrenciler gözlemin başında öğretmenleri eve geldiği için heyecanlı ve farklı davrandılar. Görüşme boyunca mümkün olduğunca öğretmenleri ile iletişim kurmamalarını söylendi. Bir süre sonra izledikleri programa kendilerini kaptırıp, sadece televizyon izleme eylemine devam ettiler. Tüm gözlemin genelinde gözlenen en güçlü davranışların heyecan,merak ve mutluluk olduğu görüldü. Bu da çocuğun dünyasına da televizyonun en temel şekliyle eğlence aracı olarak yerleştiğinin açık göstergesidir. Öğrencilerin giysi, oyunca ve okul eşyası tercihlerinde televizyon etkisini görmek için çeşitli çalışmalar yapıldı. Serbest kıyafet günlerinde, ya da beden eğitimi derslerinde tercih edilen tişört ve ayakkabılar da çizgi film kahramanı ya da müzik gurubu resimleri içeren giysiler oldukça fazla. Yine futbolcu forması tercihlerinde yeni sezon, eski sezon forması ayrımını televizyondan görerek yaptıklarını söylediler. Medya paylaşım saatinde en sevdikleri oyuncaklarını sınıfa getirmeleri istendi ve oyuncakları neden çok sevdikleri, nereden görerek aldıkları soruldu. Bu tercihlerde de yüzde seksenlik net bir oranda televizyon etkisi görüldü. Araştırmamız, çocuğun dünyasının oluşmasında, kavramları ve çevreyi algılayıp anlamlandırmasında en güçlü etkilerden birini yapan şeyin televizyon olduğunu gösterdi. Televizyon çocuğun dünyaya açılan gözü, dünyayı ona gösteren penceresidir. Hayalleri, umutları, gelecek düşleri, beklentileri televizyonla şekillenen çocuk ve televizyon artık birlikte düşünülmelidir. Çocuk yalnız kaldığı anlarda, ihmal edildiğinde ya da başka sebeplerden kendisi ile ilgilenilmediğinde televizyonla baş başadır. Başta televizyonu başka seçenek olmadığı için seçmiş bulunan çocuk, zamanla farklı seçenekler olabileceğini bile unutmaktadır. Bazı ebeveynler sadece kolay olduğu için çocuğu televizyona terk ediyor. Bazı ebeveynler bilinçli olduklarını iddia etseler de alıştıkları ve bu şekilde bir düzen oluşturdukları için önlem alamadıklarını söylüyorlar. Bazı ebeveynler diğer tehlikelerle kıyaslandığında televizyon izleyen çocuğun güvende olduğunu düşündükleri için bilinçli olarak duruma göz yumduklarını söylüyorlar. Gerekçe ne olursa olsun, sonuç okul çağı çocuğunun televizyonla birlikte büyüdüğü gerçeğidir. Sosyal hayatı dışsal nedenlerle sekteye uğrayan insan 421 sosyal bir varlık olduğunu kendine hissettirecek araçlar yaratacak kadar zeki ve beceriklidir. Çocuk çevresinde etkileşimde bulunacak yeteri sayıda insan göremediği zaman insanımsılara yönelmesi bir “sosyal” bir içgüdüdür. Günümüz için televizyon insanımsıları en kolay ve en çok yansıtan alettir. 2 yaşında bir çocuğun bile düğmesine basabileceği kadar kolaydır içindeki insanlara ulaşmak. Günümüz toplumunda çocuk televizyon eline doğuyor, hayatı oradan görüp öğreniyor. Yeni neslin konuşmayı öğrenmesinde de, söyleyebildiği ilk kelimelerde televizyon etkisi büyük. Büyük oranda engel olunamayan televizyon ve çocuk birlikteliğini kabul edip, bu gerçeği dönüştürme yoluna gidilesi gereklidir. Çocuk televizyonla sosyalleşiyorsa, televizyonun çocuk için bir sosyalleştirme aracı gibi kullanılmasının önü açılmalı, bu birliktelik pedagojik ve toplumsal faydalar gözetilerek uzmanların denetiminde kontrol altında düzenlenmelidir. 422 KAYNAKÇA KİTAPLAR Adorno, W. Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel- Elçin Gen, İletişim; 2001 Akay, Ali, Tekil Düşünce, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004 Alemdar, Korkmaz, Erdoğan İrfan, İletişim ve Toplum, Bilgi Yay., Ankara, 1990 Althusser Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev:Yusuf Alp,Mahmut Özışık,5.Baskı Mayıs 2002, İstanbul Aymaz, Göksel, Popüler Gerilim, İstanbul: Yeni Hayat Yayınları: 2004 Aziz, Aysel, Radyo ve Televizyona Giriş, A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara.1976 Aziz, Aysel, Radyo Yayıncılığı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul 2002 Barthes, Roland, Çağdaş Söylenler, Çev. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1990 Belek, İlker, Toplumsal Bilinç, İstanbul: Sorun Yayınları:1991 Bek, Mine Gencel ve Binark, Mutlu, Eleştirel Medya Okur Yazarlığı, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2007 Baudrilliard, Jean, Çaresiz Stratejiler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002 __________, Sessiz Yığınların Gölgesinde, Çev: Oğuz Adanır, Doğubatı, İstanbul:2003 __________, Tüketim Toplumu, Çev: Ferda Keskin, Hazal Deliçaylı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010 Berger, John, Görme Biçimleri, Çev: Yurdanur, Salman, Metis Yayınları, İstanbul,1999 Berger, Artur Asa, "Text in Contexts", Mass Media Effects Across Cultures, Ed. Felipe Korzenny, Stella Ting-Toomey, Londra, 1992 Blanchot, Mauric, Karanlık Thomas, Çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları, İstanbul, 1993 Bourdieu, Pierre. Televizyon Üzerine, Çev: Turhan Ilgaz. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000. Burkovik, Yıldız, Duygusal Zeka, Nisan, 2006. Nisan 12,2008. Memory Center http://www.mcaturk.com 423 Burton, Graeme, Görünenden Fazlası: Medya Analizlerine Giriş, Çev. Nefin Dinç, İstanbul, Alan Yayıncılık1995 Condry, J. The Psychology of Television. USA: Lawrence Earlbaum Ass. New Jersey.1989 Cankaya, Özden, Dünden Bugüne Radyo Televizyon, Beta yayın., 1997 Çaplı, Bülent, 2002, Medya ve Etik, Ankara, İmge Yayınları Çelenk, Sevilay, Televizyon Temsil Kültür, 1. Baskı Ankara: Ütopya Yayınevi: 2005 Derrida, Jaques, Marks’ın Hayaletleri, Çev: Alp Tümertekin, Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2001 Dursun, Çiler, TV Haberlerinde İdeoloji, 1. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi: 2001 Erdoğan, İrfan, Kapitalizm, Kalkınma, Postmodernizm ve İletişim, 1. Baskı, Ankara, Ocak 2000 Erdoğan, İrfan, Korkmaz Alemdar, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Erk, 2005.s.14 Ergül, Hakan, Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İletişim Yayınları,2000 Ergun Doğan, Sosyoloji ve Tarih, 3. Baskı Ankara: İlke Yayınevi 1995 Fiske, John, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev.Süleyman İrvan, 2. Basım, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları,2003 ________, John Hartley, Reading Television, Londra, 1990 Fromm, Erich, Özgürlükten Kaçış, Çev: Şemsa Yeğin, 2. Baskı, İstanbul: Payel Yayınları, 1996 Goffman, Erwing, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Çev. Barış Cezar. 1. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2009 Goleman, Daniel, Duygusal Zekâ EQ Neden IQ'dan Daha Önemlidir. İstanbul: Varlık Yayınları.2006 Gökçe, Birsen, Toplumsal Bilimlerde Araştırma, 2. Basım, Ankara 1992 Kaya, Raşit, Kitle İletişim Sistemleri, Teori Yayınları, Ankara: 1985 Keane, John. “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümleri”. Medya Kültür Siyaset. Çev: Süleyman İrvan. 2. Basım Ankara: Doğu Batı Yayınları,1989 Kıray, Mübeccel, Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme, İstanbul, Bağlam yayınları; 2006 Kongar, Emre, Türkiye Üzerine Araştırmalar, “İzmir Kentsel Ailenin Değişimi”, Ankara, Remzi Kitabevi, 1993 424 Leach, William, Land of Desire: Merchants, Power and the Rise of a New American, Culture, New York, Pantheon Book.1993 s.3 Le Bon, Gustave, Kitleler Psikolojisi, İstanbul, Hayat Yayıncılık: 1997 Marx, Karl, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: S. Nişanyan, Birikim Yayınevi, İstanbul. 1979 Meyer, Thomas, Medya Demokrasisi, Çev:Ahmet Fethi, İş Kültür Yayınları, İstanbul 2004 Meyrowitz, Joshua, No Sense of Place: The Impact of Electronic on Social Behav- iour, Oxford University Press, New York, 1985 Modleski, Tania, Eğlence İncelemeleri, Çev: Nurdan Gürbilek, 1. Basım, İstanbul: Metis Yayınları,1998 Mullan Bob, Consuming Television, Oxford, Blackvvell Publishers. 1999 Mutlu, Erol, Televizyonu Anlamak, 2. Basım, Ankara: Ayraç Yayınevi, 2008 _________, Televizyon ve Toplum, 1. Basım, Ankara: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Yayınları: 2008 Murdock, Graham, "Peculiar Commodities: Audiences at Large in the World of Goods", Consuming Audiences? Production and Reception in Media Research, New Jersey, Hampton Press 2000. Ohmae, Kenichi, "Ulus Devletin Sonu", Küreselleşme Okumaları, Ed. Kudret Bülbül, Ankara, Kadim Yayınları.2006 Onur, Bekir, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, Ankara İmge Kitabevi: 2002 Oskay, Ünsal, 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, Der Yayınları, İstanbul.2000 ____________, İletişimin ABC'si, Simavi Yayınları, İstanbul, 1992 ____________, Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, Der Yayınları, İstanbul, 1993 ____________, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım. İstanbul, YKY: 1998 Poster, Mark, Eleştirel Aile Kuramı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1989 Reich, Wilhelm, Dinle Küçük Adam, Çev: Hüsen Portakal, Selkar Yayınları, İstanbul: 1976 Shapiro, Lawrence E. Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. Çev.: Ümran Kartal Varlık Yayınları, İstanbul.1999 Smith, D. Anthony, Toplumsal Değişme Anlayışı, Çev: Ülgen Oskay, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996 425 Swingewood, Alan. Kitle Kültürü Efsanesi, Çev: Aykut Kansu, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları: 1996 Tekelioğlu, Orhan, Foucault Sosyolojisi, Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1999 Toktamışoğlu, Murat, Aklın Öteki Sesi. İstanbul: Kapital Medya Hizmetleri Aş. 2003 Topuz, Hıfzı, Öngören Tali, Aziz Aysel, Yarının Radyo Televizyon Düzeni, TÜSES İLAD Ortak Yayını, 1990 Türkoğlu Nurçay, Toplumsal İletişim, 3. Baskı, İstanbul: Urban Yayınları, 2009 ______________, Görüyorum, İstanbul. Der Yayınları, 2000 ______________, (der.), Medya Okuryazarlığı, İstanbul: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul 2006 Türkoğlu, Nurçay, Sevilen T. Alayoğlu (der) Karaelmas 2009: Medya ve Kültür, Urban yay., 2009, İstanbul. Virilio, Paul, Enformasyon Bombası. Çev: Kaya Şahin. Metis Yayınları, İstanbul:2004 Yumlu, Konca, Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları, İzmir: 1994 Yücel, Halime-Kara, Barış Reklâmda Çocuk İmgesinin İşlevi, İletişim, 2009 Williams, Raymond, Televizyon Teknoloji ve Kültürel Biçim, Dost Kitabevi, Ankara; 2003 MAKALELER Akçay, Zeynep Gültekin, “Toplumsal Dönüşümler Ve Televizyon: Günümüz Dizi Uyarlamaları Üzerine Eleştirel Bir Bakış”, Medya ve Kültür, der. N. Türkoğlu, S. T. Alayoğlu, Urban, 2009 Aksop, Gülseren, "Televizyon Türlerinde Dönüşüm" AÜ İletişim Fakültesi Yıllık. 1999 Algan, Ece, “Medya Okuryazarlığında Pratik Yaklaşımlar” içinde: Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Parşömen, Çetin Erus, Zeynep "Son On Yılın Popüler Türk Sinemasında Televizyon Sektörünün Rolü" Marmara İletişim Dergisi. 12, Ocak-2007,s.123 Erdoğan, İrfan, “Televizyon: Dünyaya Açılan Pencere”, A.Ü. İletişim Fakültesi İletişim Yıllığı 1999:Ankara Funkhouser, G.Ray, Eugene F. Shaw, How Syntethic Experience Shapes Social Reality", Journal Of Communication, 40-2, Bahar, 1990 426 Kutoğlu, Ülfet, “Medya Okuryazarlığı ve Çocuk Eğitimi” içinde: Medya Okuryazarlığı, der. Nurçay Türkoğlu, Melda Cinman Şimşek, 2006, Parşömen Mutman, Mahmut, “Televizyon Nasıl Sorgulanmalı”, Toplum ve Bilim, Sonbahar 1995, s.67 Perlman, Fredy, “Günlük Yaşamın Yeniden Üretimi”, Çev: Necmi Aydemir/ Sezgin Ata 1969 http://yabanil.net/gunluk-yasamin-yeniden-uretimi erişim tarihi 03/08/2011 Sayın, Aylin "Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları ve Bu Uyarlamaların Toplumsal Yapıyla Etkileşimi" Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV Anasanat Dalı Sinema-TV2005 Sungur, Suat, “Reklamın Büyülü Dünyası: Sahte İmajların Gerçek Yüzü”, Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, 2007, Sayı:6, ss:90 Tanrıöver, Hülya Uğur, “Kimliklerin ve Toplumsallıkların Televizyon Pratikleri aracılığı ile oluşturulması: Göçmen Türkler ve Televizyon Dizileri”, Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi 3. Sayı. İstanbul Tokgöz, Oya, “Televizyon Reklamlarının Anne ve Çocuk ilişkisine Etkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Yayın Yeri: ANKARA Yayın Tarihi: Sayı: 1-4 Cilt: 35 Yayınlandığı sayfalar: 93-110 Vural, İzlem, “Televizyon Haberlerini Okumak: Çocuk İzleyicilere Göre Televizyon Haberlerinden Yansıyan Türkiye”, Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi. Sayı 9, İstanbul.2008 Yücel, Halime, “Reklâmlarda Çocuk İmgesinin İşlevi”, İletişim Dergisi 6. sayı, sayfa 122-139 YAYINLANMAMIŞ ARAŞTIRMA RAPORU Türkoğlu, Nurçay, Toplumsal Dönüşümler ve Medyada İzleyici Katılımı Araştırması, İstanbul:2010 DİĞER KAYNAKLAR www.sahibinden.com Türkiye Gazeteciler Derneği İnternet Sayfası, http://www.tgc.org.tr/bildirge. html 427