rojava bıparêze rêber apo azad bıke
Transkript
rojava bıparêze rêber apo azad bıke
P STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n a M e h a n e ROJAVA BIPARÊZE RÊBER APO AZAD BIKE ! Mijdar 2013 Hejmar:126 Şehit Şervan MUSLIM İçindekiler Editörden Alevilik Kardeşliğin Özüdür........................................................................................... 2 Merhaba Güneş’in Genç Yoldaşları ! Abdullah ÖCALAN KOMPLOYU TAM YENMEK................................................................................................. 6 Duran KALKAN Uluslararası Komplo 16. Yılında Rojava Devriminin Zaferiyle Yenilgiye Uğratılacaktır....................................................................................................................13 Umut ÖZGÜR Popüler Kültür, Para Verip Tüketmek Üzere Satın Alınan Paketlenmiş Kültürdür...................................................................................................................................... 16 Tev-Çand Akademisi Askerden Firar Edip Gerilla Saflarına Katıldı............................................... 22 Bahoz AMED Gül Bayramının Gül Kızı ve Mor Dağların Yıldızına ............................24 Bêrî Dersimî Gizemdir Devrimci Operasyonlar..................................................................................... 27 Jêhat BÊRTÎ Kürt Kültürü İnsanlığın Geçmişi Yurtsever Gençliğin Şimdisi'dir ......................................................................................... 32 Ekin RONİ Acılı Tarihin ve Yaralı Toplumun Çocukları.......................................................... 36 Medya DOZ Ekonomîya Komînan.......................................................................................................................... 41 Abdullah OCALAN Ji Kurdan Çı Dıxwazın ?............................................................................................................... 45 Aslan MÊRDÎN Ciwan û Ziman............................................................................................................................................ 47 Awyer DILXWAZ Yê Barbar Kî Ye?...................................................................................................................................... 49 Mistefa TOPRAK Dewlet nêwazena dewijê Kurd peyser agêyrê dewanê xo................. 52 O. Rayzan DİMİLÎ Rojava Û Ciwan................................................................................................................................ 54 Halkımız için kara gün olan 9 Ekim uluslararası komplosunun 15. yıldönümünde bu komploda yer alan tüm güçleri büyük bir kin, öfke ve nefretle kınıyoruz. Bu büyük komployu boşa çıkaran başta Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla bedenlerini ateş topu yapan şehitlerimiz olmak üzere tüm Apocu fedai ruhuyla şehit düşenleri saygı ve minnetle anıyor, büyük iradeleri karşısında saygıyla eğiliyoruz. Rojava da yaşanan gelişmeler ve YPG'nin El nusraya karşı geliştirdiği devrimci operasyonun ortaya çıkardığı heyecanla Kürt halkının çözüme doğru yürüdüğü şu günlerde, Kürt gençleri olarak üzerimize düşen büyük sorumluluğun farkında olarak, her alanda örgütlülüğümüzü güçlendirmeli, bu devrim sürecinde mücadelenin en ön saflarında yerimizi almalıyız. Önderliğimiz şahsında halkımıza ve Ortadoğu halklarının özgür geleceğine karşı geliştirilen 9 Ekim komplosu Önderliğimizin ve halkımızın büyük direnişi ile boşa çıkarılmıştır. Önderlik üzerindeki tecrit 15. yılına girerken artık Önderliğimizin özgürlüğünü sağlamak, Amed Surları'nda halkımızla buluşmasını sağlamak biz gençlerin kaçınılmaz görevidir. Özgür BİLGE Zur bundesweiten Demonstration am 16. November 2013 in Berlin................ 56 Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Huseyin AGIRÎ Les évolutions politiques au Kurdistan occidental............................................................. Mail adıesi; [email protected] STÊRKA CİWAN PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür “Kurumlar daha değerlidir, daha uzun ömürlüdür PKK de en iyi kurumdur. Onun etrafında oluşan birçok kurum da değerlidir Bizim için rönesanstır En şerefli bir çağdır Bu kurumların içinde kendinizi iyi bir yönetici iyi bir sözcü, iyi bir yürütücü yapmanızı diliyorum” Partimizin 21. yıldönümünü geride bırakırken, gerçekten sadece kendimizin değil, anlamsızlıkta, çılgınlıkta sınır tanımayan bir düşmanın bu son dayatmasıyla birlikte yepyeni bir sürece girdiğimizi, bu temelde bu yıldönümünü oldukça anlamlı ve görkemli kutladığımı, Bu temelde sizleri selamladığımı belirtmek istiyorum. Özellikle günlerden beri, düşmanın başının 1 Ekim’den beri startını verdiği bu yeni süreci biz de Ortadoğu’dan çıkışımızla birlikte yeni bir sürece çevirmek için büyük bir hamle yürüyüşü halindeyiz. Bu yürüyüşümüz, bir halkın yürüyüşüdür. Bu, dar bir ulusal yürüyüş değil, uluslararası yürüyüştür. Nitekim bunun en parlak ifadesi çarpıcı bir biçimde hâlâ etkileri, yansımaları dünyanın dikkatini çeken anlamlı ve şanlı Roma yürüyüşüdür. Roma’nın tarihine de yaraşır bir yürüyüştür. Her şeyden önce özel olarak tüm zorlukları göze alarak, her türlü fedakarlığı yaparak bu yürüyüşe kaMijdar 2013 Abdullah ÖCALAN tılan, gece gündüz demeden, yine soğuğa karşı ayakta günlerce bekleyerek bu yürüyüşe tarihi anlamını veren tüm halkımızı, tüm değerli dostlarımızı, İtalyan halkını ve dostlarını da bu vesileyle kutluyorum, selamlıyorum. Yine bu süreçte en başta önderliksiz olamamanın acısıyla veya önderliğin tehlikede olduğu, hatta biraz da aşırıya yorumlayarak neredeyse önderliksiz yaşama gibi bir tehlikenin kapıya dayandığını hissederek, en değerli canlarını gerçekten kahramanca ateş topu haline getirerek tarihi rolünü oynayanları da büyük bir minnetle anıyorum ve yaralı olanlara da candan selamlarımı, sevgilerimle birlikte sağlıklarına kavuşmalarını ve gerçek bir mücadele kahramanı olarak tarihi yürüyüşlerine devam etmelerini diliyorum. Ve bu arada yine çok çeşitli nedenlerle yeniden ulusal harekete, insanlık hareketine katılan bütün yeni insanlarımızı bu katılışlarından dolayı 2 kutluyor ve selamlıyorum. Yine Avrupa’ya, Roma’ya gelişimiz münasebetiyle şüphesiz başta İtalyan halkı olmak üzere ilgi duyan bütün Avrupalı dostlarımızı bu yıldönümü vesileyle kutluyorum, selamlıyorum. Şuna her şeyden önce değinme gereği duydum; gerçekten büyük bir felaket hazırlanmak isteniliyordu. Kendi duygu dünyamı bu süreç içinde şunun için çok öz olarak dile getirmek isterim; bir halkın başsız kalmasının vehametini iliklerimize kadar duyduk. Bunu kendimiz, fiziki varlığımız için değil -ki bu hiç umurumuzda bile değildi- gerçekten milyonların bizzat ayağa kalkarak gösterdikleri; önderliksiz olamayız, yaşayamayız yaklaşımını görünce bu en dayanılmaz acı karşısında sarsıldığımı belirtmek istiyorum. Soğukkanlılığımızı yitirmemekle birlikte hiçbir halkın bu duruma düşmemesi gerektiğini ve yine hiçbir halkın da yine böyle mazlum olmaması gerektiğini ve hatta ne kadar STÊRKA CİWAN olağanüstü olursa olsun hiçbir kişinin böylesine bir duruma dayanamayacağını hissederek, ama yine de iğne ucu kadar bir imkan olursa halklarımız için değerlendireceğimi, en ufak bir sarsıntı geçirmeden, hatta ve hatta bu son şerefli bir ölüm gibi bir şey de olacaksa, biliyordum ki bu en Halkımızın büyük beklentilerinin çok zor da olsa kesinlikle daha sağlam esaslara bağlanılarak cevap olunması gerekir rahat eylem biçimidir. Tekrar vurguluyorum; inanılmaz bir yaşam bağlılığın ve gerçekten de yaşama aşk derecesinde olağanüstü bağlılığın en çok kendini hissettirdiği bu süreçte, tanıdığım en şerefli bir duygunun da hiçbir çare kalmadığında düşmanın alabildiğine ‘yakaladık, teslim alıyoruz, teslim almaya gidiyoruz’ dedikleri koşullar altında tek kelime düşman karşısında söylemeden, şahane bir ölüme gitmenin de şerefli bir eylem olduğunu düşündüm ve kendimi buna da oldukça hazırlamıştım. Ve kesinlikle bunda alınacak, üzülecek bir yan olmadığını belirtiyorum. Hatta bu kahraman direnişçilerimizin yanında bizim yaptığımızın o kadar ahım şahım olmadığını da kendime söylemek durumunda kalmıştım. Ama buna rağmen esas olarak endişem kendimiz için değil, sizin rolünüz içindi. Bir yandan partimiz içinde yıllardan beri oldukça zafere yakın çalışma imkanları verilmesine rağmen bu çalışma imkanlarını zafere dönüştüremeyen geri kadro yapımızın acıları, yarım işleri bizi zorlamıştı. Bunlar bizi çok sarstı. Ve bunların giderilmesinin her şeyden önemli ve öncelikli olduğunu, fırsat bulur bulmaz bunun gereklerini yerine getireceğimize birinci görev planında yer verdik. Yine özellikle halkımızın büyük beklentilerinin çok zor da olsa kesinlikle daha sağlam esaslara bağ- lanılarak, cevap olunması gerektiği, özgür yaşam imkanlarını bu kadar yakalamışken bunun yarım kalmaması, mutlaka kalıcı, sarsılmayan, düşmanın çılgınca hesaplarına yenilmeyen bir özgür halk hareketinin daimi sürmesi için yaşamak gerektiğini iliklerimize kadar hissetmiştik. Önderliksiz bir halk olmanın çok zor olacağını, felaket olacağını düşünmüştük. Ve bunu bütün yolları, yöntemleri deneyerek önümüzdeki süreçte kesinlikle gidererek ve bir daha zor durumlarda böyle bir halkı bırakmayarak yanıt vermek gerektiğini yine iliklerimize kadar hissettik. Bu göreve sahip çıkacağımızı kendimize bin defa and içme temelinde ve yine sıradan bir imkanı çok iyi değerlendirerek, her sözü, her adımı yerinde atarak geldik. İnanıyorum ki şimdiye kadar hep böyle atmaya çalıştık. Ama bundan sonra daha anlamlı ve başarılı bir biçimde böyle adımların sahibi olmaya kararlılığımız son derece Sağlam dostlara, sağlam örgütlere sahip olmak şerefin, namusun tek izahıdır Bunun dışında her şey yalan gelişti demek durumundayım. Bugünlerde kadınlarımızın, kızlarımızın ister açlık grevleriyle, ister yürüyüşleriyle aslında özünde özgür yaşam tutkularının büyük önem arzettiğini, bu konuda yarım kalan işlerinin tamamlanmasının söz ve eylemlerinin geliştirilmesi gerektiğinin büyük önemini ve mutlaka tamamlanması, başarılması gerektiğini iliklerimize kadar hissederek, bundan sonra gerçekten bu yönlü özgürleşme çabalarımıza kesin başarı derecesinde bir yer vererek daha büyük başarıların ortaya çıkacağının heyecanı içinde de olduk ve bu konuda da özellikle özgür yaşam tutkularının başlı başına büyük bir kuvvet, büyük bir yaratıcılık olduğu olgularına da sonuna kadar ulaştık. Umarım bun- dan sonra güce de dönüştürürüz. Düşmanın oldukça küçülen, hiçbir insani sınır tanımayan, yani otuz bin kişinin ölümünden ben sorumluymuşum gibi iddiaları... O kadar utanmaz ve yalancı ki, sen bu toprakların bin yıldır sahibi olan halkları ne yaptın ey düşman demek gerekiyor. Sen kendin diyorsun ‘ben 1070’de bilmem Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu işgal ettim’. Peki binlerce yıldır bu toprakları kim tarıma açtı, kim uygarlığa açıldı, hangi dilleri vardı, hangi kültürleri vardı, hani o görkemli tarih eserleri, o Roma’nın güçlü tarih eserleri? Hâlâ insan yanına gitti mi ürperir. Bu eserlerin sahipleri kimlerdi? Sen geldin bunları talan etmedin mi, sen geldin bunları işgal etmedin mi, sen geldin bunları yakıp yıkmadın mı? Büyüklük bunun neresinde, şeref bunun neresinde, anlı şanlı Türklük bunun neresinde... Sonuna kadar yakıp yıkmayı, sonuna kadar el koymayı, sonuna kadar işgal etmeyi şeref bileceksin, ama bin yılların en görkemli uygarlık eserlerinin sahiplerini ise katletmeyi, soykırıma uğratmayı hak bileceksin. Bunu nasıl böyle çılgınca insanlığa karşı, şimdi de sana can veren -kendi deyişleriyle bilmem iç elbiselerine kadar bağlı olduğun- Avrupa’ya bile kafa tutacaksın. Haklılık bunun neresinde, izan, şeref bunun neresinde? Sen kendini ne sanıyorsun! Bu topraklara emek verenlere hiç saygın olmayacak mı, bu uygarlığı yaratan halklara hiç saygın olmayacak mı? Hep öldürme, hep yok etmeyi kahramanlık sayacaksın, yeter diyorum artık buna. Bu düşman şunu gördü benim şahsımda; ‘bu adam tarihi suçlarımızı yüzümüze vuracak. Avrupa’ya çıktı, orada biraz da teslim olmamış, aklına da, yüreğine de sahip Avrupa’ya anlatacak’ ve burada paniğe kapıldı. Ve bu son çılgınlığa gireşecek. Türk 3 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN halkı, Türk aydını biraz gerçekten kendine gelmeli. Ama düşmanın yaptığı küçüklüğüdür, bizim veya benim büyüklüğümü gösterir. Beni öldürebilir, bu hiçbir şekilde yok olduğumuzu göstermez. Ben şunu gördüm bu düşmanda; plan yapmış güya, Türkiye’yi satmış o efendilerine, bunun karşılığında iki yıldır benim kellemin peşinde. Şu zavallı Mesut’a bakın, yakalanınca çocuk gibi sahaya düşüp bayram ediyor. Başbakanlığı kurtaracakmış, bilmem neyi kurtaracakmış. İnsan bu kadar düşmez. Hani çok eleştirilir, ama Osmanlılar da savaşmışlardı, hatta Mustafa Kemal de savaşmıştı, Helen generali Tirokops’i esir de almıştı. Ama Tirokops’in ne bayrağını çiğnedi ne de bilmem işkence yaptı, geri bıraktı. Şimdi bunlar çok kemalist geçinir ama Mustafa Kemal’le de bunların alakası yok. Bunlar gerçekten çok düşmüşler, bunu gördük. Sınır tanımaz bir çılgınlık gördük. Dediğim gibi tarihle ilişkileri yok. Son mafya-çete-siyaset ilişkisiyle böyle bir takım oluşturmuşlar, bunun verdiği çılgınlıkla kurduğu dünya gitmesin elinden diye -çetelerin de belli Mijdar 2013 bir kuralı vardır, onların da çok dışında- bu histeriyle üzerimize geldiler. Bu tabii bizi ürküttü, halkımızı ürküttü. Ama ne yapalım bir düşman türüdür; en gerici, en sınır tanımaz, en aşağılık bir düşman türüdür. Tekrar söylüyorum ne hakla halkların kaderini bu kadar yok edip hiçbir hak onlara tanımayacak? Şimdi bunu gördüm tabii bana göre çok büyük küçüklük. Ne kadar zarda zorda olsam da bu süreçte bende uyanan en büyük duygulardan birisi; insanlar büyük işler için yaşamalılar ve hatta mademki bir düşman seni bu kadar hedeflemiş, haksız ve acımasız o zaman sende de biraz şeref, onur varsa kolay yem olmamanın tedbirlerini alacaksın. İğne ucu kadar bir imkan, bir günlük zamanı iyi değerlendireceksin. Namus, şeref buradadır. Bunu göstermeyene saygımın olamayacağını ve yine ben yaşayacaksam bunun gereklerine göre yaşamam gerektiğini bin defa and içerek, bin defa insan olmanın, yeni insan olmanın bir gereği olarak hissettim. Ve en önemlisi halkımız bunu derinliğine hissetti, sarsıldınız, büyük öfkeye bağlandınız ve kendinizi yak4 tınız. Bu büyük öfkeyi ve acınızı kendini yakarak değil de daha inanılmaz bir halk gücünü, yaratıcı bir örgütü yaratarak göstermenin zamanıdır diyorum. Benden daha çok bu fırsat elinizdedir, bu fırsatı gerçekten değerlendirmelisiniz. Acılarınızın, kin ve öfkenizin büyüklüğüne bağlı olarak -ki bu aynı zamanda zayıflığınızın bir sonucudur- onu güce dönüştürerek yanıtlamalısınız. Bunu derinden hissettim, bağlılığınızın böyle anlam bulmasının büyük önemini hem kendim için bilince çıkarttım, hem de bilince çıkardığımıza dair oldukça umutlandım. Bunun yanında kendi tarihimizi düşündüm; bu kadar direnmenin tecrübesine de dayanarak çok trajik, çok acılı bir tarih olduğunu gördüm. Her Kürt Önderliğinin ya çok kötü bir teslimiyet -ki hâlâ günümüzde bunların sahipleri belli- ya hızla darağacında biten bir ömür, ya vahşi katledilme... Tabii benim başıma en büyüğü getirilmek istenildi, yalnız bir bölgesel isyan gibi değil, uluslararası çapta çok amansız hazırlanmış bir komplo şebekesi içinde. Nereye adım atıyorsak yok diyor, tutmuşuz. Bu Mesut Yılmaz aslında sanıyorum efendilerine dayanarak söylüyor onu, verdikleri söze göre herhalde konuşuyor; ‘orayı da tuttum, burayı da tuttum, hiçbir yer bulamayacak’. Bu da insanlık dışı bir durum, böyle savaşılmaz. Hiçbir düşman demez ‘bu dünyada senin gireceğin bir delik kalmamıştır’. Şimdi sen kimsin, Allah bile olsa günah işlemiş kullarına karşı bir affedilecek, sığınılacak yer bırakır. Bunlar bu kadar dinsiz, imansız, Allahsız bir kesim oluyor. Sanmıyorum başka yerde, başka tarihte böyle olsun. Ama böyle oldukları ortaya çıktı. En tehlikelisini bizim de başımıza getirmek istediler ve hâlâ da istiyorlar. Burada sadece kendim için söylemiyorum, sizler için de önemli. Dikkat STÊRKA CİWAN ederseniz büyük bir bağlılık gösterdiniz, şimdi bu bağlılık bir kişiye bağlılık değildir. Bu kişiye aynı zamanda gösterilen bağlılık, sizin kendi şeref, onurunuza, kimliğinize, özgürlüğünüze gösterdiğiniz bağlılıktır. O halde sanki benim yerimde sizin için de girilecek bir delik bırakılmamıştır ve her an imha ile karşı karşıyasınız. Bunu hissetmenizi, bunu düşünmenizi önemle istemek durumundayım veya bu gerçeği bu vesileyle belirtmek durumundayım. Ve destek de budur. Belki siz bunu hâlâ bilmiyorsunuz, tehlike size o kadar yaklaşmadı veya belki yaklaşmayacak da ama, eğer tehlike ulusalsa, onursalsa, özgürlüksel, şerefselse o kadar yakınınızdadır. Odanızda bile sizi rahat bırakmaz. Bunu böyle bilmenizi önemle vurguluyorum. Ama bu her şey bitmiş anlamına gelir mi, hayır. Nasıl ki benim için her şey bitmemişse sizin için de her şey bitmemiştir. Tam tersine birçok şey yeni başlıyor. Ben buraya gelirken ne bir tecrübem vardı, ne bir ilişkim vardı. Vardıysa bile ufak, iyi kurulmuş biriki dostluk ilişkisiydi. Hiçbir şey yoktu. Kürdistan’a çıkışı yaparken de öyleydi, Ortadoğu’ya çıkış yaparken gerçekten tek bir ilişkim yoktu. İlişkim yanımdaki kuryemdi. Avrupa’ya çıkış ta böyleydi. Sağlam, verdiği sözü yürütecek bir ilişki uğruna gelmedim. Mecburen başlamak zorundaydım bu yürüyüşe. İnancım vardı, kendime güvenim de vardı, çıkış yapmakta tereddüt etmedim. Dikkat edin kimseden rica ve minnetle bir şey istemem. Bir dostuma söylemişim; ne diyorsun güvenilebilir mi, güvenilemez mi? Davet çıkarmışlardır bazı dostlar, ben dostluğa inanırım, dostluğa güvenirim. Devletlerden daha çok dostlara güvenirim. Ve sağlam dost bildiklerime dayanarak adım atmaktan çekinmedim. İnanıyorum ki devam edecektir. Biz sağlam basmışız ve sarsılmamacasına yürüyeceğiz de. Roma yürüyüşü devam edecektir. Bunu düşman böyle bilmeli ve bu çılgınlığından vazgeçmeli. Ne yoksul halkları, ne de Ortadoğu halklarını öyle efevari, kükreyerek sindiremez. Sonuç alamayacağını bilmelidir. Ama buna rağmen bizim kendimiz için çıkarmamız gereken derslerin temelinde, madem ki bize bir karış bir toprak bırakmıyor, bizi başka şerefli milletlerin toprağında bile kıskaca almak istiyor, biz o zaman ne güne duruyoruz. Namus değildir yani, eğer bu düşmana karşı ben bir karış toprağımı bile sağlam tutamayacaksam, sağlam bir ilişkim, sağlam bir örgütüm olmayacaksa ben o zaman kaç paralık adamım yani. Ve hepinizin böyle düşünmesinin mutlaka gerekli olduğunu, kendinizi yakacağınıza, kendinizi böyle mahvedeceğinize, ayakları yere basmak, sağlam ilişkilere, sağlam bilince, sağlam dostlara, sağlam örgütlere sahip olmak şerefin, namusun tek izahıdır. Bunun dışında her şey yalan. Özgürlük yürüyüşüyle, başarı yürüyüşüyle düşmanın kabul edilemez bu çılgınlığına karşı gereken cevabı verebilirsiniz Zamanın kıymetinin çok iyi bilinmesi gerektiğini, hatta özgür zamanın, özgür günlerin kıymetini çok iyi bilmenin gerektiğini size belirtmek durumundayım. Çünkü ben çok kısa bir süre içinde tek yaşamanın çok zor bir yaşam tarzı olduğunu, her ne kadar kendimle konuşsam, kendimle derin derin düşünsem, gücüme güç katsam da insanlarla ilişkide olmanın, özgür olmanın çok büyük bir değer olduğunu, bunun kıymetini çok iyi bilmeniz gerektiğini söylüyorum. İlişkilerden sıkılmayın, ilişkileri anlamlı kılın, ilişkileri çelikten halatlar haline getirin. Bu diğer her şeyden daha öncelikli gelir. Kaldı ki tarihten bahsetmiştim. Şimdi bu tarihi artık tersine çevirme gereği duyuyorum. Zaten bu kadar yaşama tutkuyla bağlı olmamın bir nedeni de bu tarihi tersine çevirmektir. Şimdi bu tarihi tersine çeviremezsek bütün yüzyıllardan beri amansız katliamların kurbanı olmuş insanların acılarını hiçbir zaman dindiremeyiz. Ve unutursak bizden rezili, bizden alçağı yoktur. Bir halk ne kadar düşerse düşsün bu acı tarihini mutlaka anlayabileceği kadar, duyabileceği kadar bugünlerde yaşayabilmelidir. Bunu sizler de görüyorsunuz. Ama bu yürüyüşü bunu tersine çevirmek, yenilmeyen bir tarihe, acılarını, öfkelerini bilinçlendiren bir tarihi yürüyüşe, her türlü acı yenilgiye, darağaçlarına teslimiyete kapalı bir yürüyüşe mutlaka çevirmeniz her şeyden önce gelir. Kendim de bu yürüyüşün başındayım. En ufacık imkanlarla birlikte bu yürüyüşü düzenleyeceğim. Ama sizlerin de gerçekten bu 21. yılın başlangıcının bir şans olduğunu bilerek, yaşınız başınız ne olursa olsun, bu yeniden girişi bir şans olarak değerlendirmenizi ve hakkını vermeniz gerektiğini önemle belirtiyorum. Partimizin içinde bunlar olacak. Ülkemizin dağlarında da insanlar iyi direnecekler, ama halkımız olarak dünyanın neresinde olursanız olun oldukça yepyeni özgürlük yolunda bir halk olmanın kıvancıyla, bunun gerekli bilinciyle, sürekliliğiyle kendinizi ileriye taşırmalısınız. Ta ki bu acılar, bu lanetli tarih, bu acımasız düşman bu kadar haksız, acımasız, çirkin bir şekilde halkımızın üzerine gelmesin. Bunun başka bir ilacı yok. Ancak özgürlük yürüyüşüyle, başarı yürüyüşüyle düşmanın kabul edilemez bu çılgınlığına karşı gereken cevabı verebilirsiniz. 20 yılda bir çocuk büyür bir delikanlı olur ve yirminci yılında her türlü yürüyüşü yapar. Ne kadar da çocuk da olsanız, bilinçsiz de olsanız, bu 20 yıllık tarihte büyüdünüz, gürbüz 5 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN delikanlı haline geldiniz. Artık çocuk bir halkı değil, oldukça delikanlı ve hatta olgunluğa doğru seyreden genç bir halkı temsil ediyorsunuz. Yürüyüşünüz bu gençlikle orantılı olmak zorundadır. Çocukluğu bırakın, olgunluğun gereklerini yerine getiren bir yürüyüşün sahibi olun. Partiden bu temelde öğrenmelisiniz. 20 yıl bize ne öğretiyor? En önemlisi de bu yıl. Bu partiye çok şey verdiniz, en değerli kızlarınızı ve oğullarınızı verdiniz. Bunlar toprağın altına girmişlerdir. Ve bu özgür yaşam içindir, ama dersleri var. Onları kendinize maletmelisiniz. Büyük kahraman şehitler ordusunu mutlaka yaşlı-genç, kadınerkek, çoluk çocuk hepiniz kendinize nakşetmek durumundasınız. PKK budur. 20 yıllık PKK’yi belki de size tam olarak veremedik, ama siz alabilirsiniz. İşte kitaplar var, işte şehitlerin kendileri, işte düşmanın kendisi bu yılın nasıl öğrenilmesi gerektiğini söylüyor. Eğer bu PKK’yi, 20 yıllık PKK’yi alırsanız kendiniz için bugünlerde hem şerefli yeriniz vardır, hem de hiçbir düşman bu şerefinizi elinizden alamaz. Ama öğreneceksiniz, örgütleneceksiniz, yorulacaksınız. Buna göre hakkını vereceksiniz. Ben de, PKK’liler de çalışsın ama artık yük omuzunuzda, çok sık acı çekiyorsunuz. Kadrolardan daha duyarlı bir haldesiniz. Hatta onlardan daha iyi de yapabilirsiniz. Ben yine yapacağımı yaparım, ama dönem artık kendi özgücüyle yürüyebilen bir halk durumuna gelmenizi gerektiriyor. Öyle olmasa bu acıya ben nasıl dayanacağım diye kendimi yaşatamıyorum. Nasıl yaşatacağım? Milyonlar bana bağlanmış, benim de kaderim şurada burada, bilmem bir kişinin elinde. İki kişi bilmem şu devletin adına beni şöyle de böyle de yapabilir. Mijdar 2013 Onun için diyorum acı çok büyüktür. Bu öyle bilimsellikle aşılmıyor. Dünya böyle bir dünya değil. Yine yaşayacağım, dayanacağım ama bu acılara bir daha düşmemeniz için. Bir kişiye bu kadar bağlı olmanın acılarına bir daha düşmemeniz için diyeceğim “ne siz beni gördünüz, ne ben sizi gördüm”. Bir anlamda böyle. Ama şerefle onurla yürüyecek gücü gösterirseniz buna en çok ben memnun olurum. Dört bin köyü boşaltan kim ? Beş bin faili meçhul cinayet var, bu cinayetleri işleyen kim? Bunun yanında Avrupa’ya geldik, gelmem gerekliydi. Aslında düşman en kritik dönemde üzerimize geldiğinde, bana göre çareler tükenmez, panik içinde kalmak veya ‘her şey elden gidiyor’, ‘gelmezse de rahatım’, böyle bir durumumuz yoktu. Nereye gidersek bir hamlenin yolunu açabiliriz. Ama bu seferki gelişi gerçekten büyük bir fırsata, büyük bir şansa dönüştürüyoruz. Şimdiden bunun en önemli adımları atılmıştır. Karşımızdaki gerçeklik kendi kurallarıyla, kendi yasalarıyla, kendi siyasetiyle yürüyor. Bunlara dikkat edeceğim, dikkat etmek zorundayım. Hatta en 6 uygar bir biçimde dikkat edeceğim. Kendimi anlatacağım, sizleri anlatacağım, tarihi anlatacağım, acıyı, zulmü anlatacağım, artık gücüm ne kadar yeterse. Bu vesileyle sadece ben değil, tüm aydınları, tüm enternasyonal yoldaşları da gerçekleri anlatmaya çağırıyorum. Belki istediğimizi, anlatmak istediğimizi tam anlatamayız. Özellikle halklar adına anlatmak istediğimiz çok şey var. Bu kesinlikle benim meselem değildir. Zaten dünya belki de hiç kimseye nasip olmayacak kadar beni tanıdı, tanıttı da. Sizleri tanıtmak gerekiyor, siz halkı; haksızlığa uğramış halkımı tanıtmam gerekiyor. Bunun için hepinizi, dostları yardıma çağırıyorum. Bütün uluslardan enternasyonal yoldaşları, güçleri yardıma çağırmak durumundayım. Onlarla birlikte bu hamleyi yapacağız. İnanıyorum yani Avrupalıların içinde halkımıza yararlı olan kesimler var, onlarla konuşacağız. Güce, kuvvete dönüştüreceğiz, barışa, halk demokrasisine dönüştüreceğiz. Bunun için elimizden geleni yapacağız. Ama peşinen şu kadarını yapacağız diyemem. Çünkü her şey benim elimde değil, ama elimden gelebilecek her şeyin en mükemmelini göstermekte de tereddüt etmeyeceğim. Elimden geleni yeni bir hamle ruhuyla, akıllıkla, daha çok da kendileri için, amaçları, özlemleri için, daha yüksek bir tempoyla yerine getirmeye çağırıyorum. Yine son bir kez de Türk halkına bir çağrıda bulunmak istiyorum. Hiçbir halk kendi egemenlerinin elinde böyle kötü bir duruma düşmemeli. Bile bile bu kadar haksızlık karşısında bir halk seyirci kalmaz, onay vermez, vermemelidir. Ve en kötüsü de hiçbir savaş geleneğinde olmayan ahlak, kural dışı yöntemlere başvurarak bir kişiyi hedeflemiş, bir kişi için ittifaklar STÊRKA CİWAN kurmuş, bütün Türkiye’yi bunun için satmış hem de gizli ve kirli bir biçimde. Bu kabul edilemez, buna sessiz kalınamaz. İşte Mesut, mafyayla ilişkisinden dolayı düştü. Bütün bunların hepsi bir kişinin kellesi için. Türk halkı, hatta ulusu bilemiyorum benim kellemle ne kazanacak. Otuzbin kişi hikayesi var, resmi rakamlar var. 20 bin gerillayı öldürdük diyen Olağanüstü hal Valiliği’dir. Biraz vicdan, biraz gerçeklere saygı. Dört bin köyü -ki kendileri söylüyor resmi rakamdır- boşaltan kim? Beşbin faili meçhul cinayet var, bu cinayetleri işleyen kim? Çeteler belli değil mi, resmi raporlarda bunlar açık değil mi? Ortada ekonomiye bakın, sosyal yaşama bakın. Tanınmaz hale getiren kimdir? Yaşamlarına bakın, hiç çalışmadan kazananlara bakın, öldürdükleri askerlere bakın, kendi çocuklarına bakın bu egemenlerin. Bunlar kimdir? Türk halkı, aydınlar biraz düşünmeli ve mümkünse biraz adalete gelmeliler. Böyle çılgınca bir şovenizme bayrak sallamanın insanlık onuruyla hiçbir alakası yok. Varsa bir Türklük şerefi onunla da alakası yok. Biz Türkiye’den ne istiyoruz? Türk halkıyla ne yapmak istiyoruz? Bu toprakların en eski halkı Kürtlerdir. İlk bu toprakları tarıma açan, hayvanları evcilleştiren bir halkız. İnsanlığa hizmet eden en eski bir halkız. Kimseye zarar vermemiş, kimseye işgal, talan dayatmamış bir halkız. Tamam geldiniz, vurdunuz, bey, paşa, vali oldunuz, bunlar da sizin olsun. Ama neden bir halkın kimliğini yok ediyorsunuz? Son ulusal varlık ne varsa onu da ortadan kaldırmak istiyorsunuz? Ve yetinmiyorsunuz. Benim bütün yaptığım “yahu bu halkın bir varlığı, adı var, mümkünse biraz şeref, haysiyeti yoksa var edilmeli” bunu söyledim. Siz bunu duymuyorsunuz. Bundan başka da bir şey yaptık mı? Biz bu işe kitapla başlamadık mı? Felsefeyle, siyasetle başlamadık mı? Elimde benim önce topum-tüfeğim var mıydı? Sözle başlamadık mı? Sizde hiç din, iman yok mu? İnsanlıkla gerçek bağlar yok mu? Tepeden tırnağa silahlanan, “dünyanın en büyük ordusuyuz” diyen siz değil miydiniz? Her gün “ABD bizimle silah ve teknik güce sahibiz” diyen siz değil misiniz? Ve bu kadar üstün silah gücü olan en çok vurmaz mı? Ve siz vurmadınız mı? Bunları bilmiyor musunuz? Bizim elimizde silah var mı tek tük basit silahlardan başka? Bunlar da savunma silahı değil mi? Şimdi tüm bunların hepsi ortadayken cinayetlerin, katliamların, tarihin... Neden böyle çılgınlaşıyorsunuz? Beni otuzbin kişinin katili diye adlandırmaktan utanmıyorsunuz? Yani gerçekten bu yüzden Türk halkından utanıyorum demeyeceğim, ama kendi egemenlerinden o kadar utanıyor ve onları o kadar çirkin görüyorum ki... Açık söyleyeyim, yarın kuvvet bizim elimize geçse, o güvendiğiniz ittifakları biz de kursak, peki sizin haliniz ne olacak? Kim size sahip çıkacak? Ve mezarından çıkan halklar, jenoside uğramış, insan hakları elinden alınmışlar, tüm faili meçhul öldürülmüşler, yoksul düşürdüğünüz tüm insanlar ayağa kalksa üzerinize gelse, yine bayrağı sallayacak mısınız, yine sokaklardaki o çılgınlığı yapacak mısınız? O zaman kaçacak delik değil, içine girecek hiçbir yer bulamayacaksınız. İnsanlığın içinde tek saygıdeğer bir kelimeye bile layık olmayacak kadar hastalıklı bir kimlik sahibi olduğunuzu göreceksiniz. İşte bu acı sondan kurtulmanız için diyorum ki, sadece istediğimiz bu topraklarda binlerce yıldır doğup büyümüşüz, niye bize o kadar saldırıyorsunuz? Önce biz vardık bu topraklarda, siz sonradan geldiniz. Haydi alabildiğiniz yeri de sürün, gelin yeniden kardeşce bir yaşamı düzenleyelim. Zorbalık, silah sizde diye sonuna kadar yok etmeyi siz hak mı biliyorsunuz? Kahramanlık bu mudur? Bu kahramanlık değil, en kanlı iştir. Bunu bırakın diyorum size. Ama bir büyük yalanla peşime düşüyorsunuz ve alkış çalıyorsunuz buna. Sayı az olabilir, ama bazıları 7 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN da suskundur. Hz. Ali de “suskunlar da saldıranların suç ortağıdır” der. Onun için hepinize sesleniyorum, Türk aydınlarına da sesleniyorum. Sağına soluna bakın hepsi bayram ediyor, ‘son isyancı başı da düştü ve isyan da bitti’ diyorlar. Acıyla onların bu durumuna üzüldüm. Kendi adıma değil, onların adına üzüldüm. Benim düşmem gerçekten eğer sizin ruhunuzu rahat ettirmişse insanlık utansın derim. Düşmanı da olsa, Atatürk bile olsaydı böyle yapmazdı. Ne olurdu, düşmanı da olsa kaybettiği insanlar için üzüntü duyabilirdi. Ama siz yamyamlar ordusunu bile geçecek kadar kendinizden geçtiniz, buna üzüldüm. O yüzden küçüldüğünüzü gördükçe yüzünüze bile bakamaz hale geldik. Bir halkı tanımak niye bu kadar zorunuza gidiyor. Bir halkla gerçekten kardeşçe yaşamak çok mu zor, neden bu kadar masadan kaçıyorsunuz? Bak ateşkes devam ediyor. Çok sevdiğiniz Türkiye’nin birliği bütünlüğü içinde, çok istediğiniz demokrasi adına, haydi gelin oturalım, niye kaçıyorsunuz? Haydi silahlar sizin olsun, ordu sizin olsun. Kimlik hakkımızı verin, silahlar da bir tarafta olsun. Ama neredesiniz, masaya gelecek misiniz, nereye kadar daha kaçacaksınız? Bütün insanlığın önünde ve kurulacak olan Avrupa mahkemesinde bunları dile getireceğim, bu mahkemeyi kurduracağız. Ne yapılacaksa, bu hesabı gereklerine göre vereceğiz. Kim katildir, nasıl katildir onu anlatacağız. İnsanlık eğer düşmemişse herhalde adalet yerini bulacaktır. Ama biz esasen Avrupa adaleti, Avrupa mahkemesi değil, kendi halklarımızın mahkemesinde adaletin sağlanmasını istiyoruz. Türk halkı eğer gerçekten yaşamak istiyorsa biraz kendine gelmelidir. Bu çete hükümeti bitti, kurulacak yeni bir hükümet de dikkat etsin. Uyarımı yapıyorum; Avrupa’dan artık bu zulmü Mijdar 2013 istedikleri gibi sürdürme iznini alamazlar. ABD, İsrail de yakında elinden gider, o kadar güvenmesinler. Daha fazla acılara yol açmak istemiyorlarsa, bir an önce kuracakları hükümet mi olur, kuracakları demokrasi mi olur gelsinler, fazla acılara yol açmadan bu işleri diyalogla tartışmaya açalım. Ve bunun başka bir yolu da yoktur. Devam ederslerse kuvveti biz toplayacağız. Burada önemli bir adım atılmıştır ve mevziler kazanılacaktır. Ortadoğu’da edindiğimiz mevziler duruyor. Bunlar ileride çalıştırılacaktır, ülkede de. Türkiye halkının bağrında da mevziler kazanılacaktır. Ve bu lanetliler tayfası gidecektir, bunun başka yolu yoktur. Benim ölümümle bu önlenemez. Benden bu kadar korkmakla bu korkuyu gideremezler. Aklın yolu, insanlığın yolu budur. Türk halkını da bir kez daha bunlar üzerinde düşünmeye, daha acılı bir savaşla her şeyi kaybetmektense onurunu kurtarmaya, halklarla eşit, barış içinde ve demokratik bir düzen içinde yaşamaya çağırıyorum. Siz değerli halkımıza bu temelde partimizin 20. yılı ve 21. yıldönümü dolayısıyla seslenirken, dile getirdiğim gerçeklerin özü budur. Gösterdiğiniz bütün bağlılığa teşekkürlerimi belirtmek istiyorum. Çok çok bize ulaşmak isteyen, yürekten ulaşmak isteyenlere, daha büyük bir yürekle cevap vermek durumda olduğumu belirtiyorum. Özellikle bağrı yanık analara, genç kızlarımıza, o gösterdikleri büyük duyarlılığa hepsine tek tek saygı ve sevgilerimi yolluyorum. Gerçekten istediklerinden ve umduklarından daha fazla onların emrinde, hizmetinde bir insan olduğumu belirtmek istiyorum. Her insanın bir ömrü vardır, onu iyi değerlendirme sözüme bağlı olduğumu belirtmek istiyorum. Mühim olan bireyler değil veya bireyler rollerini en 8 iyi oynamak durumunda derken onu da oynamaya çalışma sözümü yineliyorum. Ama kurumlar daha değerlidir, daha uzun ömürlüdür. PKK de en iyi şey kurumdur. Onun etrafında oluşan birçok kurum da değerlidir. Bizim için rönesanstır. En şerefli bir çağdır. Bu kurumların içinde kendinizi iyi bir yönetici, iyi bir sözcü, iyi bir yürütücü yapmanızı diliyorum. Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlarken geride bıraktığımız ve tarihimizin sayfalarına geçen bu çok önemli 45 günü, başta da büyük minnetle tekrar tekrar andığımız şehitlerin anısına adıyorum. Onların anısını daha büyük yaşatmak için gücüme güç katarak çalışma sözümü yineliiyorum. Yine büyük yürüyüşe kalkan, tüm halkımıza, dostlarımıza özel selamlarımı, şükranlarımı belirtiyorum. İnanıyorum ki her zamankinden daha fazla PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür, sosyalizm yürüyüşüdür, kardeşlik yürüyüşüdür! Böylece bir kez daha 2000’li yıllara doğru elimizde özgürlüğün meşalesiyle daha fazla iradeli, daha fazla birliktelikle, ama mutlaka zafer tarzıyla yürüyeceğiz ve başaracağız. 27 Kasım 1998 STÊRKA CİWAN ÖRGÜTLENME SEFERBERLİĞİYLE ROJAVA'YI KORUYALIM REBER APO'YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM K.CIWAN Koordinasyonu “Kürdistan’ı özgürleştirerek zaferi halkımıza ve tüm Ortadoğu halklarına sunmak için gece gündüz demeden, bir an bile dinlenmeden canla başla ‘’ROJAVAYI KORUYALIM REBER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM” şiarıyla mücadeleyi yükselterek Kürdistan halkının yüzyıllık özgürlük özlemini gerçekleştirelim” Dünya,Ortadoğu ve Kürdistan halkıları için tarihi günleri yaşadığımız bu an’larda kader tayin edici gelişmeler yaşanmaktadır. Adeta yeni bir çağa girmişçesine, toplumlar tarihi yeni baştan yazılıyormuşçasına değişim ve dönüşüm sancıları yaşanmaktadır. 2011 yılının başından itibaren Arap ülkelerinde başlayan devrimci halk isyanları tüm insanlığa güçlü bir perspektif olma temelinde gelişmekteydi. Her ne kadar özsel açıdan devrimci olsa da dış müdahalelere açık bir özelliği de bulunmaktaydı. Özellikle Mısır ve Tunus’taki ilk çıkış bu biçimdeydi. Bu durumu fırsat bilen küresel sermaye güçleri ve kapitalist modernite üreticileri gerçek bir devrimin gerçekleşmemesi için var güçleriyle gelişmelere müdahil olmaya çalıştılar. Halk ayaklanmalarını fırsat bilen tüm hegemonik güçler Ortadoğu’nun yeniden di- zaynını bu zemin üzerinden gerçekleştirmek istedi. Çünkü halkların ve demokrasinin lehine gelişebilecek bir durum tüm küresel sistemi içinden parçalayabilir ve yok oluşa götürebilirdi. Bu anlamda sıcak bir müdahaleden ziyade ideolojik ve siyasi bir müdahale gerçekleştirmiş ve Ortadoğu’yu kendi istemleri ve emelleri doğrultusunda şekillendirmek istemişlerdir. Libya örneğinde de görüleceği üzere kendi yöntemleriyle bir müdahale gerçekleştirmişlerdir. Ortadoğu’nun bu kaynayan kazanında Kürtlerin bin yıllık tarihini ters yüz edebilecek ve özgürlüğün kapısını sonuna kadar aralayacak bir dönemden geçmekteyiz. Eski statükolar aşılıyor, yıkılıyor ve geçmiş yüzyıldaki gibi emperyalist güçler yeni sistemi kurmakta başarılı olamıyorlar. Bu da halkların öz iradesinden kaynağını alıyor. Halkın ortaya çıkan öz iradesi eski statüyü kabul etmiyor, emperyalist güçlerin ve çıkar bloklarının kendi sistemlerini kurma çalışmalarına da refleks gösteriyor. Bu anlamda toplumların kendi öz iradesi ile kendi demokratik ve toplumsal özgürlükçü sistemini kurma olasılığı güçleniyor. Toplumlar kendini yeni baştan tanımlıyor. Kürt halkının 40 yıllık özgürlük ve demokrasi mücadelesi çok ciddi bir birikim açığa çıkarmıştır. Hem politik hem de ahlaki açıdan bilinçlenen Kürdistan toplumu Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin içerisinde Kürt halkını önemli ve çok stratejik bir faktör haline getirmiş bulunmaktadır. Kürtsüz bir Ortadoğu’nun yeniden inşa edilemeyeceği hakikati herkes tarafından şimdiden kabul edilmiştir. Çünkü yeniden inşa edilecek bir Ortadoğu Kürtsüz olamaz. Yeni inşanın en 9 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN önemli faktörü Kürtler ve Kürdistan gerçeği olmaktadır. Artık Kürtsüz tek bir sınır bile çizilemeyecek. Bu gerçeğe karşı direnenler ise başarılı olamayacağı gibi aşılmaya mahkûm olacaktır. Yani ya yenilenecek ya da aşılacaktır. Şu anda Suriye’de yaşananlar bu durumu özetler niteliktedir. Suriye, adeta herkesin kendi siyasetini denediği bir alan haline gelmiştir. Her gücün Suriye’deki başarı ve başarısızlık durumu Ortadoğu’daki etkiliğinde belirleyici olacaktır. Suriye’de mevcut rejim aşılmış, tükenmiş ve iflas etmiştir. Yerine nasıl bir sistemin konulacağı netleşmiş değildir. Halen tartışılma durumunda olan bu sistem tüm Ortadoğu ve dünyayı etkileyecek bir düzeyde olacağı içinde herkes bir şekilde müdahil olmaktadır. Bu durumda halkın mevcut istemlerine ve dönemin ihtiyaçlarına cevap olamayan muhalefet, çözülen sistem karşısında başarılı olamamaktadır. Emperyalist güçler de bu durumu analiz ettikleri halde yeni bir alternatif geliştirememelerinden kaynaklı süreç uzamaktadır. Libya’nın durumunu değerlendirerek, sürecin dilini iyi okumadan erkenden rejime karşı tavır alan ve çeteleri destekleyen ve geliştiren Türkiye, olası bir Kürt oluşumunu engelleyebileceğini düşünerek dış siyasetini bunun üzerini kurmuştur. Kürtlerin 40 yıllık mücadele birikimlerini, örgütlülük düzeyini ve gücünü göz ardı ederek anti-Kürt politikasını devam ettirmiştir. Kısacası Kürt inkârını farklı bir yolla sürdürmek istemiştir. Suriye de Kürt hareketinin yürüttüğü siyaset ve politika başarılı olmuştur. Kürtlerin kendi statüsünü elde etme imkânları doğmuştur. Bunu engelleyemeyen Mijdar 2013 Türkiye dış siyasette büyük bir hezimeti yaşamıştır. Suriye politikasında Kürtleri hedef alarak yürüttüğü siyaset iflas etmiştir. Ve bunu tüm dünya görmüş, değerlendirmeye tabi tutmuştur. Rojava’da yaşanan olağanüstü gelişmeler, gerillanın 2012 hamlesi ve Önder APO’nun üstün çabaları sonucu iyice sıkışan AKP hükümeti Önder APO’yu tekrardan muhattap almak zorunda kalmıştır. Tabi Önder APO’nun süreci tahlilatı sonucu ortaya çıkan bu yeni gelişmeler tümden Kürt özgürlük hareketi lehine dönmüştür. Dış siyasette, yine gerillanın yeni dönem taktiği ve eylem tarzı karşısında başarısız kalan AKP hükümeti seçimlere bu haliyle girmek istememiştir. Amacı sadece bir ateşkesle savaşı durdurmak ve Kürt hareketini oyalamakken Önder APO, AKP’yi müzakere sürecine çekmiştir. Önder APO’nun talimatı üzerine gerila kuzeyden güneye çekilmiş,demokratik siyasetin önünü daha da açmak için büyük fedakarlılar yapmıştır, özgürlük hareketi. Tüm bu çabalara rağmen AKP ve katliamcı TC devletinin imha ve inkar siyaseti devam etmekte, TC devleti ile yapilan görüşme ve diyalog müzakereye dönüşmemekte, bir oyalama süreci yaşanmaktadır. Son açıklanan demokratikleşme paketi, imha ve inkarda AKP devletinin ısrarcı oldğunu göstermektedir. Paket adeta Kürtlerle alay etmektedir. Önder Apo’nun, rodeoculuk siyaseti diye adlandırdığı siyaset ısrarla sürdürülüyor. AKP adım atacak diye sağa, sola, öne, arkaya doğru sallanıyor ama yerinde kalarak tek bir adım dahi atmıyor. ‘Biraz sallandık, adıma az kaldı’ söylemi ile zamana yayılmış bir tasfiye politikası yürüt10 meye çalışıyor. Buna karşı Hareketimiz geri çekilmeyi durdurmuş, bu durumun kabul edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Önder Apo’da bu durumu net bir şekilde onaylamıştır. Türkiye’de sürdürülen diyalog süreci müzakereye dönüşmemesi durumunda sonuçlarının çok ağır olacağı, büyük bir çatışma sürecine neden olacağı da açıktır. Demokrasi ve özgür zihniyetle toplumsal inşa gerçekleşmezse devrimin yerini diktatörlük alır Sonuç olarak Ortadoğu büyük değişimlerin ve gelişmelerin yaşanabileceği ve her an her şeyin olabileceği bir kaos aralığını yaşamaktadır. Bu kaos aralığında en avantajlı konumda olan güç ise Kürtlerdir. Kürtlerin örgütlülük ve mücadele düzeyi bin yıldır mahrum kaldığı özgürlük ve demokrasi amacını gerçekleştirecektir. Yani bu süreç mücadele ile kazanılacaktır. Bundan kaynaklı her zamankinden daha çok mücadeleyi yükseltmek ve daha bilinçli ve örgütlü katılmak gerektiği açıktır. Bunu güçlü ve mücadeleci bir gençlik hareketi ile gerçekleştirmek ancak mümkündür. Ortadoğu’daki devrimci, isyancı halk hareketlerine öncülük yapan gençlik toplumun yeniden inşasına da öncülük yapmalıdır. Çünkü bu halk serhıldanları sürecine en hazırlıklı ve örgütlü katılacak olan Kürdistan'ın dört bir tarafında ve Avrupa’da örgütlenen Kürdistan gençlik hareketidir. Kürt gençliğinin ulaştığı ideolojik, siyasi, askeri ve politik düzey tüm dünya gençliğine öncülük edebilecek niteliktedir. Bu anlamda Kürt gençliği kendi misyonunun farkında olarak yeni sürecin en aktif ve etkin biçimde katılımcısı olmalıdır. STÊRKA CİWAN Önder APO tarafından başlatılan bu yeni dönem özgürlük hareketimize tarihi değerde misyonlar yüklediği gibi aynı zamanda tüm Kürdistan gençliğine de öncülük görevi vermiştir. Gençlik hareketi olarak en fazla rolümüzü oynamamız gereken bir eşikteyiz. Hem geçmişte örgütsel ve eylemsel açıdan yaşadığımız eksikliklerin bir özeleştirisi hem de halkımıza özgürlüğü taşırma anlamında ciddi ve hiç olmadığı kadar önemli bir aşamaya geçmemizden kaynaklıdır. Bu anlamda ilk etapta sürece cevap olabilmek için sürecin karakterini doğru ve iyi kavramak gerekmektedir. Bu sürecin karakteri nedir ? Süreç, Kürdistan gençliğinden zafer kişiliğini kendinde oturtmayı bir hedef haline getirmeyi gerektirmektedir. Tüm Ortadoğu’da yaşanan devrimler bir halk hareketi olarak gelişiyor, bu nedenle dönemin, zamanın ruhu-dili halk hareketidir. Yani isyandır! Bu anlamda halka rağmen bir politikanın kazanması mümkün değildir. Halk serhıldanı da yine halk içindir. Halk hareketi de tek başına demokrasi ve özgürlüğü getiremeyebilir. Yani gerçek bir devrim gerçekleşemeyebilir. Bunun için geçerli olan ideolojinin önderliğini de yapmak gerekir yani ideolojik bir önderlik de dönemin temel bir gereğidir. Yoksa devrimler restorasyonla ve reformist dayatmalarla boşa çıkabilir. Devrim sonrası yozlaşama da gelişebilir. Sonu faşizm de olabilir. Devrimin demokrasi ile beslenmesi gerekir. Demokrasi ve özgür zihniyetle toplumsal inşa gerçekleşmezse devrimin yerini diktatörlük alır. Halk demokrasiyi isteyebilir ama kuruluşunu ve inşasını öncü, önder kadrolar gerçekleştirir. İşte öncülük halkı ayağa kaldırdığı gibi ayağa kalkan halkı da doğru çizgide yürütendir. Yol gösterendir. Kimi zaman yol yaratan ve yolu aydınlatandır. Gençlik bilinçlendirme yolunu inşa etmekten de sorumludur. Zaman neyi gerektiriyorsa ona göre kendini hemen örgütleyen ve ayak uydurmada en az zorlanan kesimi de ifade ettiği için başlangıcı yapan esas güçtür de. Aslında gençlik hep bir başlangıç halinde olmayı da ifade eder. Kapitalist modern sistem nasıl ki yaşamı katlanılmaz ve içi boş bir hale getiriyorsa gençlik de karakteri gereği tam tersine yaşamı hep dolu dolu kılar ve devrimle geliştirir. Bu anlamda demokrasiyi en anlamlı gerçekleştirecek ve özgür yaşamı en hızlı bir şekilde örecek olan gençliğin ta kendisidir. Bunu hem karakteri hem de misyonu gereği belirtmek gerekir. Demokratik kurtuluş ve demokratik ulusu inşa edecek olan güç yaratıcı, üretken, istekli ve özgür zihniyetli Kürdistan gençliğidir.Bu gerçeklikten hareketle her APOCU gençliği süreç karşısındaki yoğunlaşma, katılım ve duruşunu yeniden gözden geçirmeli ve sorgulamalıdır. Her yurtsever Kürt genci sürecin bizden istedikleri nelerdir, en temel görev ve sorumluluklarımız nelerdir sorularını kendine yöneltmeli ve doğru tespitlerde bulunarak bu konuda hiçbir tereddütte mahal bırakmayacak şekilde kendisini netleştirmelidir. Bu süreçte “ben süreci anlamadım, kendimi tekrar ediyorum, eskide kaldım” gibi yaklaşımlar ve daha sonra kimi platformlarda özeleştiri vermek yerinde olmayacağı gibi bizi geriye çekecektir. Sürecin gelişiminin yolu katılım ve yoğunlaşma düzeyimizle ilgilidir. Kim ne yapabiliyorsa bu dönemde yapabilmeyi önüne koymalı ve kaygı taşımadan yapmalıdır. Bu konuda yüzeysel, basit ve rahat bir yaklaşım içerisine girilmemelidir. Okumayan, tartışmadan kaçan, örgüt talimatlarını dahi okumaktan aciz, kendisini ve gündemi takip etmeyen,sürece cevap olamayacağı şimdiden aşikârdır. Dönem Kürdistan gençliğinden zafer kişiliğini kendinde oturtmayı bir hedef haline getirmeyi gerektirmektedir. Sonuç olarak tüm Kürdistan Avrupa’da yaşayan Kürdistan gençliğinin, Önderliğimizin başlattığı yeni sürece daha aktif daha hızlı daha girişimci daha inisiyatifli ve daha azimli bir katılımla sürece doğru öncülük yapma göreviyle karşı karşıyadır. Bu hassas süreçte bin yıllık tarihi ters yüz edebilecek tarihi fırsatlara sahip olduğumuzu bilmek zorundayız. Kırk yıllık mücadelemizin birikimi olan Kemallerin, Saraların, Mazlumların, Ronahilerin, Denizlerin, Bêritanların, Mahirlerin, Zilanların, Rojbinlerin, Rojinlerin, Viyanların, Rüstemlerin, Simkoların mirasçıları olan gençlik hareketinin devir aldığı bayrağı özgürlük kalesine dikmek dışında hiçbir tercihi bulunmamaktadır. Yurtsever Kürdistan Gençliği olarak bu süreci başarıyla yürütmek, örgütlemek ve öncülük görevlerimizi büyük bir azimle yerine getirerek anavatanımız olan Kürdistan’ı özgürleştirerek zaferi halkımıza ve tüm Ortadoğu halklarına sunmak için gece gündüz demeden, bir an bile dinlenmeden canla başla “ROJAVAYI KORUYALIM REBER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM” şiarıyla mücadeleyi yükselterek Kürdistan halkının yüzyıllık özgürlük özlemini gerçekleştirelim. *** 11 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN PKK’lilik zafer kazanmak demektir Sterka CIWAN “PKK’nin 35. kuruluş yıldönümünün yaşandığı bugünlerde, PKK’lilik zafer kazanmakla eşanlamdadır Ancak zafer kazanıldığı zaman PKK’lileşme gerçekleşmiş olur. Bu dönemde zafer kazanmayan, zafer çizgisinde yürümeyen ve zafere ulaşmayan bir partililiğin doğru ve yeterli bir PKK'lilik olması kesinlikle mümkün değildir” Mısır ve Tunus'ta başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk hareketliliğini Ortadoğu'da yürüttüğü Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni bir aşaması haline getiren ABD, buna dayalı bir biçimde Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirme isteği ve çabası içine girmiştir. Halkın harekete geçmesini kendi amaçlarını gerçekleştirmek için önemli bir fırsat ve yeni bir gelişme olarak değerlendirerek, Arap isyanını yönlendirmeye, onun içinde yer almaya, ona katılmaya, onun üzerinde egemenlik kurmaya çalışmaktadır. Tunus'a böyle yaptı, Mısır'a ve Yemen'e böyle yaklaştı. Bunları tamamlamak üzere doğrudan Libya'ya askeri müdahalede bulundu. En son ortaya çıkan Suriye Savaşı’nın da içten çok dıştan kaynaklandığını biliyoruz. Kuşkusuz Suriye'nin içinde de çelişkiler vardı. Farklı çıkar grupları sözkonusuydu, bunların arasında çeMijdar 2013 lişkili ve çatışmalı bir durum yaşanıyordu. Ama böyle bir anda büyük bir savaş haline gelecek, iki yılda Suriye'yi neredeyse bir harabeye çevirecek bir askeri sonucu ortaya çıkartacak bir çelişki ve çatışma durumu, bunun birikimi ve gücü kesinlikle sözkonusu değildi. Bütün bunların hepsi dış müdahalelerle ortaya çıktı. Bu bakımdan Libya'daki gibi, hatta ondan daha fazla Suriye'de iki yılı aşkın süredir yaşanan çatışma küresel ve bölgesel güçlerin müdahalesiyle ortaya çıkan bir çatışma oluyor;bu çatışma aslında bu güçlerin bir hesaplaşmasını ifade ediyor. Kuşkusuz başarılı olmak için her güç kendisini içerde örgütlemeye ve Suriye içinden kendisine dayanak bulmaya çalışıyor. Belli ölçüde bunu gerçekleştiriyor da. Ama yine de bu çatışmalı durumun bölgesel ve küresel güçler arasındaki bir hesaplaşma olduğu ortadadır. 12 Böyle bir hesaplaşmada 2013 yazı itibariyle ortaya çıkan sonuç, dış müdahalenin ve özellikle küresel müdahalenin başarısızlığıdır. ABD öncülüğü mevcut milliyetçi-dinci iktidarların gelişmesine güç ve destek veren, öncülük eden ve ön açan bir güç olmasına rağmen, böyle bir eğilimle kendi çıkarlarını bölgede hâkim kılamamakta, Büyük Ortadoğu Projesini bu temelde hayata geçirememektedir. Çünkü böyle bir iktidar yapısıyla istikrar sağlayamıyor, yeni bir sistem oluşturamıyor. İkincisi, böyle bir iktidar gücüyle kendi çıkarlarını tam egemen kılamıyor. ABD’nin çıkmazı buradadır. Bu konudaki en önemli model Afganistan'dı. Taliban yönetimi ABD'nin geliştirdiği bir yönetimdi. Ama şimdi ABD'yle savaşan bir yönetimmiş gibi görülüyor. Bu bir yalandır. Tarih bilincimizi gözden geçirdiğimizde Taliban’ın ta- STÊRKA CİWAN mamen ABD türetmesi bir eğilim olduğunu ve Sovyet Rusya'ya karşı savaşta ortaya çıkartılıp kullanıldığını göreceğiz. Afganistan gibi tümüyle ABD eğilimi denmese bile, İran İslam Devrimi ve devleti de Yeşil Kuşak Projesi temelinde Sovyet Rusya'ya karşı ABD'nin güvendiği ve dayanmak istediği bir eğilimdi. Milliyetçi-dinci çizginin öncülüğünü Afganistan'ın Taliban hareketi ile birlikte İran İslam Devrimi yaptı. AKP özünde bunun daha silik bir versiyonudur. AKP Türkiye'de âdeta gökten düşer gibi iktidara getirildi. Onbir yıldır bu partiyi iktidarda tutuyorlar. Şimdi Türkiye'de yaşanan çıkmaz AKP’nin de bir model olmadığını, AKP iktidarının da ABD’nin ve küresel sermaye sisteminin çıkarlarını temsil etmeye yetmediğini gösterdi. Bölgesel düzeyde ABD’nin çıkarlarını koruyup savunabilen bir iktidar olmak bir yana, AKP Hükümeti Türkiye'de bile sorunları sağlıklı bir biçimde çözen istikrarlı bir iktidar olma gücünü gösteremiyor. AKP’nin iktidara getirilmesinin ardından büyük yatırımlar yapılarak, para harcanarak ve ağır can kayıpları göze alınarak geliştirilmeye çalışılan Irak modelinin sonuçları da ortadadır. ABD Irak Savaşıyla bölgeyi ortasından, merkezinden yararak Büyük Ortadoğu Projesinin model sistemini yaratmak istedi. Irak'taki sonuçlar da ortadadır. Ortadoğu'ya model olmak şurada kalsın, ayakta kalan bir sistem olması bile zorluklar içeriyor. Halen bir sistem haline gelebilmiş değildir. Çetelerin ROJAVA’da insanlık dışı katliamları karşısında bir çift söz söyleyen herhangi bir devlet, bir ülke yoktur Bütün bunların sonucunda ABD'nin 2011 baharından itibaren gelişen Arap İsyanını kendi çıkarları doğrultusunda kullanma çabasının sonuçları da ortadadır. Tunus'taki durum bir sonuca gitmedi. Mısır'da Hüsnü Mübarek rejiminin kiri ve pasından kurtulmak için yapılan manevralar ve yumuşak geçiş çabaları ABD stratejisini başarıya götürmedi. Tersine, askeri darbe yapmak, toplumla çatışma ve savaşa girmek zorunda kaldı. Kansız devrime örnek diyesunulan bir hareketliliği yaşayan Mısır'ı giderek Ortadoğu'nun en kanlı alanı haline getirdi. Bu ülkede bir çözüm, bir sonuç yoktur. Sistem Libya'ya büyük askeri müdahaleyle yöneldi. Kaddafi rejimini suçlayarak her türlü saldırıyı ve hakareti meşru gördü. Şimdi ortaya çıkan yönetim aslında yönetimsizlik demek gerekiyor- parçalanmış bir Libya ortamında eskiyi bin kat aratır durumdadır. Suriye'de de iki yılı aşkın süredir bir çıkmaz, bir çözümsüzlük yaşanıyor. ABD'nin Suriye'de de mevcut Baas yönetimini geriletip daraltarak, İhvan-ı Müslimin Hareketini biraz öne çıkartıp dinci eğilimi geliştirerek dinci-milliyetçi yeni bir koalisyon oluşturma çabaları ciddi bir sonuca ulaşmamış bulunuyor. Bütün bunlar 1990 Ağustos'undan beridir devam eden ABD müdahalesinin herhangi bir sonuç yaratamadığını, bölgede yeni bir model ve sistem ortaya çıkartamadığını netçe gösteriyor. Ortada yeni bir model, bir istikrar yoktur. ABD yirmibeş yıldır Ortadoğu'yu çelişki ve çatışmayla, krizle yönetiyor. Çelişkileri derinleştirerek, sürekli kriz yaratarak bu kriz ve çatışma içerisinde bölgeyi yönetmeye, bölge üzerinde egemenlik kurmaya, bu egemenliğe dayanarak dünya hegemonyasını, küresel hegemonyayı sürdürmeye çalışıyor. Ama bunlar bir günlük yönetimdir. Dikkat edilirse bunun bir kalıcılığı, bir sistemi yoktur. Tamamen varolan askeri güce ve günlük yönetime dayanıyor. Dolayısıyla her an tersine dönebilir, karşıtı gelişebilir, farklı eğilimler ve çıkışlar yaşanabilir. Böyle bir duruş ve yönetim tarzından yeni gelişmeler ortaya çıkabilir. Bu duruş, bu tarz kapıyı bu tür çıkışlara açık tutuyor. Çeşitli milliyetçi ve dinci eğilimler de gelişebilir, aynı zamanda özgürlükçü ve demokratik eğilimler de böyle bir ortamda gelişme kaydedebilir, çıkış yapabilir. Öyle ki, 13 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN ABD'nin bölgeyi mevcut yönetme tarzı ve egemen olma düzeyi aslında Ortadoğu'yu büyük bir demokratik devrime gebe tutuyor, açık hale getiriyor, böyle bir konumu sürdürüyor. Şimdi bütün dünya açıkça görüyor ki, aslında Suriye üzerindeki mücadele bir yandan ABD-Rusya arasındaki hegemonya ve etkinlik savaşı, diğer yandan Türkiye, İran, İsrail ve Arap âlemi arasında bir etkinlik mücadelesi olmaktadır. Hiçbir güç mevcut hali ile çözüm üretemiyor. Ne birbiriyle çatışan küresel güçlerin ne de bölgesel güçlerin bir çözüm yaklaşımları vardır. Ne Amerikan eğilimi ne de Rusya politikaları bir çözüm yaratıyor. Ne Türkiye, ne İran, ne de İsrail bir çözüm ortaya koyabiliyor. Kendi içinde de çözümsüzlüğü yaşayan bir ideolojik-siyasi yapılanma, bir denge durumu, bir zemin vardır. Rojava Devrimi işte böyle bir ortamda aslında Suriye için de, Arap Baharı için de gerçekten aydınlatıcı ve çözümleyici bir ışık gibi ortaya çıktı; çözümsüzlüğe bir demokratik çözüm, bir özgürlükçü çözüm oldu. Demokratik Suriye'nin, demokratik Arabistan’ın vedemokratik Ortadoğu'nun nasıl oluşması ve hangi özellikleri içermesi gerektiğini, kime, neye ve nasıl dayanması gerektiğini herkese gösterdi. Küresel ve bölgesel güçlerin elbirliği ederek Rojava Devrimi’ne saldırması tam da bu aydınlatıcı özelliği nedeniyledir. Bu ışık karartılmaya çalışılıyor; Suriye'yi ve bölgeyi aydınlatan bu devrimci çıkış yok edilmek isteniyor. Çünkü Rojava Özgürlük Devrimi’nin öngördüğü çözüm bütün küresel ve bölgesel güçlerin, hatta yerel gericiliğin arayışlarını, çıkarlarını, çatışma ve kriz yaratarak çözümsüzlük içinde Ortadoğu'yu yönetme politikalarını başarısız kılıyor, teşhir ve deşifre ediyor. Bu devrimin hem büyük bir aydınlatma hem de politik çözüm gücü vardır. Mijdar 2013 Bu dönemde bu aydınlatıcı ve çözümleyici gücü yok etmek için dünyada ve bölgede birbirlerine karşı olan tüm güçler birleştiler. 2011'den bu yana Arap Baharı ortamından en çok faydalanan, aslında eskiden beri ne olduğu, kimler tarafından kurulduğu ve kime hizmet ettiği çok belli olmayan ve şaibeler taşıyan bir gücü taşeron olarak kullanarak,son üç ayda bu aydınlatıcı ve çözümleyici büyük devrime yönelik bütünlüklü bir karşıdevrim saldırısı başlattılar. Rojava Devrimi’ne ve Rojava halkına dönük El Nusra saldırılarını böyle değerlendirmek gerekir. Bu yapılanmanın kimlerden oluştuğu ve ne olduğu fazla belli değildir. İçinde herkes vardır. El Kaide'nin parçası olduğu belirtiliyor. Bu oluşum Suriye muhalefetinden destek alıyor. Türkiye de gırtlağına kadar bu işin içindedir. Hem bu çeteleri dünyanın dört bir yanından toplayıp getirmede, hem eğitip Rojava'ya sevk etmede, hem de silah ve teknik olarak desteklemede her türlü imkânı sunuyor. Dikkat edilirse sadece Rusya buna karşı açıkça rahatsızlık belirtti. Onun dışında bu 14 çetelerin sivil halka yönelik insanlıkdışı katliamları karşısında bile bir çift söz söyleyen herhangi bir devlet, bir ülke yoktur. Ne Avrupa'dan çıt çıkıyor ne de Amerika'dan. Ne İran'dan, ne İsrail'den, ne de Arap ülkelerinden bir tavır gelişiyor. Türkiye yönetimi ise tam bir ikiyüzlülük içerisindedir. Sıkıştığında El Nusra’ya karşı çıktığını söyleyerek yüzünü maskelemeye, fırsat bulduğunda da açıktan bu vahşi katliamları desteklemeye çalışıyor. Barış için tüm fedakarlıklar yapıldı, atılması gereken adımlar Özgürlük hareketimiz tarafından atıldı Bu anlamda Rojava'daki 19 Temmuz Devrimi’ni savunma, koruma tüm Kürt halkının temel görevi olmaktadır. Başta gençler olmak üzere, hiç kimse böyle bir görevden asla geri durmamalı, üzerine düşen tüm görev sorumluluklara hazır olmalıdır. Önder APO'nun Newroz'da yeni bir süreç ilan etmişti. Önder APO'nun ilan ettiği süreç anlaşılmaz bir süreç değildi. AKP'nin böyle bir süreci ne- STÊRKA CİWAN den kabul ettiğini ve bununla neye ulaşmak istediğini anlamak zor değildi. Tüm bunlara rağmen, barış için tüm fedakarlıklar yapıldı, atılması gereken adımlar Özgürlük hareketimiz tarafından atıldı. Hiç kimse, hiçbir etken Kürt halkının özgürlük mücadelesinden bir adım dahi geri adım atmasını sağlayamayacaktır Fakat AKP çok bilinçli ve planlı bir biçimde sürecin ikinci aşamaya geçmesini engellemeye, ertelemeye ve boşa çıkartmaya çalıştı ve hâlâ çalışıyor. Üç ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen ikinci aşamanın gerektirdiği siyasi adımları atmaktan, hukuki ve siyasi düzeyde demokratik reformları gerçekleştirecek adımlara yönelmekten kaçınıyor. Demagoji ile zamanı geçirmeye, yapması gerekenleri ertelemeye ve ortamı muğlaklaştırmaya, dolayısıyla çatışmasızlık ortamında 2014 seçim sürecine ulaşıp bu süreçten seçimleri kazanarak çıkmaya çalışıyor. Önder APO'nun Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için geliştirdiği süreci kendisinin se- çim kazandığı ve iktidarını güçlendirdiği bir süreç haline getirmek istiyor. Şu açık ki, hem Önder APO tarafından hem de Özgürlük hareketimiz tarafından AKP'yi çözüme zorlama anlamında yapılması gereken her şey yapıldı. Fakat AKP tüm bunlara rağmen birinci aşamaya ilişkin üzerine düşen sorumlulukları bırakalım yerine getirmeyi, sürekli zamana oynayarak seçimlerde güçlü çıkmayı esas almıştır. Komuoyunu da açıkladığı içinde hiçbir şey olmayan demokratikleşme paketi ile oyalamaktadır. Bu sebeple hareketimiz de bu süreci netleştirmek ve AKP’yi uyarmak amacıyla gerillanın geri çekilmesini durdurma kararı almak zorunda kalmıştır. Önümüzdeki sürecin neyi getireceği, nereye evrileceği henüz muğlaklak olmakla birlikte, şu açık ki, AKP yeni bir seçim kazanarak Kürt inkarcılığını, kültürel soykırımcılığını daha güçlü bir şekilde sürdürmeye devam edecektir. 2002 yılından bu yana, meclisteki çoğunluk hükümeti olmasına rağmen sadece kendi iktadarını sağlamlaştırmayı, devletin tüm hücrelerine kadar yayılmayı esas alan AKP hükümeti, artık devletin kendisi haline gelmiştir. Bu anlamda istese çok rahatlıkla Kürt sorununu çözer, demokratikleşmeyi sağlayabilir. Ama bunu istemiyor. Muktedir oldukça daha fazla benim verdiklerimle yetineceksiniz mantığıyla yaklaşıyor. Şurası açık ki, Kürt halkı on yıllardır, bu mantığa karşı mücadele etmiştir. Bundan sonra da mücadele etmeye devam edecektir. Hiç kimse, hiçbir etken Kürt halkının özgürlük mücadelesinden bir adım dahi geri adım atmasını sağlayamayacaktır. “PKK’lileşelim, zaferi kazanalım” diyoruz; PKK’lilik zafer kazanmak demektir diyoruz Yaşanan bu süreçte en fazla da Kürt gençleri sorumluluk almak, hem Rojava hem de Kuzey devriminde üzerine düşen görevleri yerine getirmek zorundadırlar. PKK’nin 35. kuruluş yıldönümünün yaşandığı bugünlerde, PKK’lilik zafer kazanmakla eşanlamdadır. Bunun tersi de doğrudur. Ancak zafer kazanıldığı zaman PKK’lileşme gerçekleşmiş olur.Bu dönemde zafer kazanmayan, zafer çizgisinde yürümeyen ve zafere ulaşmayan bir partililiğin doğru ve yeterli bir PKK'lilik olması kesinlikle mümkün değildir. Önder APO direniş döneminde "PKK’lileşelim, savaşı kazanalım!" demişti. Şimdi bu inşa döneminin partileşmesinde “PKK’lileşelim, zaferi kazanalım” diyoruz; PKK’lilik zafer kazanmak demektir diyoruz. 11. Kongremiz böyle bir zafer ruhu vebilinciyle hareket etmeyi ve böylece üçüncü partileşme döneminin görevlerini gerçekleştirmeyi öngördü. Bu bakımdan Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi için, Önder APO'nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü için zafer çizgisinde zafer ruhuyla hareket etmeyi ve kazanmayı temel bir görev olarak belirledi. Tüm kadroları böyle bir çizgide kendilerini yenileyip donatarak 11. Kongre görevlerini başarıyla yerine getirmeye çağırdı. Bu çağrı hepimiz için geçerlidir. Bu çağrı tüm parti kadroları ve sempatizanları için geçerlidir. Bu çağrı başta Kürt gençleri olmak üzere Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşama ulaşmak, inşa etmek isteyen herkes için geçerlidir. *** 15 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Komalên Jinen Ciwan birliği olarak tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu “Bugün özgür kadın hareketinin bir bileşeni olan Komalên Jinen Ciwan birliği olarak tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız Önderliğimizin başlatmış olduğu ‘demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesinin’ temel yürütücü, inşacı ve savunucu gücü konumundayız” Tarihin akışını değiştirecek ve kapitalist modernite güçlerinin yeni dünya düzeni adı altında kurmaya çalıştığı krizli sürece tepki olarak halkların başkaldırısı gelişmiştir. Bu başkaldırılar Ortadoğu’da somutlaşarak yeni yüzyıla damga vuracak bir nitelik kazanmaktadır. Arap baharı olarak adlandırılan bu süreç, Müslüman kardeşler adı altında örgütlendirilen güçlerin (ABD, AB, Türkiye) ve alternatif yol olarak dayatılmaya çalışılan geleneksel rejimlerin (İran-RusyaÇin) çatışmasına sahne olmaktadır. Bu çatışmaların bir sonuç alamayacağını açığa çıkan kaoslu ortam göstermiştir. Halk ayaklanmalarının kendini sistemsel olarak örgütleyememesi sonucu egemenlerin lehine dönüşmesi de sonuç almayan bir tarz yaratmıştır. Nitekim bu Mijdar 2013 ayaklanmaları kendine mal eden îhvanı Müslimcilerin Mısır’da darbe sonucu devrilmesi bunun göstergesi olmaktadır. Darbe sonucu el değiştiren rejim ne yazık ki yine halk aleyhine sonuçlanmıştır. Var olan düzeni yaşamayacağı noktasında netlik yaşayan halk cephesinin hala örgütsel bir sistemle ayaklanmalarını tamamlayamaması yaşanan kaos durumunun devam etmesine sebebiyet vermektedir. Bu çerçevede her an dengelerin değişmesine gebe olan bir süreç Ortadoğu’da yaşanmaktadır. Bunlara mukabil örgütlendirilmeye çalışılan 3. Çizgi halk örgütlendirmelerini esas alarak güçlü bir alternatif hareketimiz öncülüğünde yaratılmaya çalışılmaktadır. Ortadoğu’da başlayıp tüm dünya dengelerini sarsacak olan 3. Dünya 16 savaşı, Suriye somutunda gözler önünde yaşanmaktadır. Geleneksel BAAS rejimi ve Müslüman kardeşler arasında yaşanan somut savaşa alternatif olarak örgütlendirdiğimiz stratejik yaklaşım ciddi kayıplar vermeden Önderliğin konfederal sistemini yaşamsallaştırmamıza ön ayak olmuştur. Fakat bu kazanımlarımızı sindiremeyen hegomonik düzen son süreçte saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Rojava’daki kazanımlarımızın sistemleşmemesi için saldırıya başlayan sömürgeci Türk devleti destekli ElNusra cephesi en son ABD’nin saldırı açıklamalarından da feyiz alarak saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Hala hangi cephe tarafından yapıldığı belli olmayan kimyasal saldırı bu hain ittifakın ürünü olduğu her renginden belli olmaktadır. Yine Rojava STÊRKA CİWAN Kürdistan’ındaki halkımızın bu direnişte yerini almaması için KDP’nin ve Türkiye’nin Kürt halkını göç ettirme politikaları sürmektedir. Savaştan kaçtığını sanıp bu güçlere sığınanlar daha büyük facialarla yüz yüze kalmıştır. Göç edenlerin 3. Sınıf muamelesi görmesi, kamplardaki kadınların fuhuşa sürüklenmesi, açlıkla terbiye edilmeye çalışılması sadece bu uygulamalardan birkaçıdır. KDP’nin bu politikalarının bir kaynağı da Güney’de yaklaşan seçimlerin vermiş olduğu panik halidir. Her ne kadar yıllarca toplumu sindirerek egemenliği altında tutmaya çalışan politikalar yürütmüş olsa da artık Güney Kürdistan’da alternatif güçler de açığa çıkmaktadır. Özellikle PÇDK’nin bu süreçte seçime girmesi ciddi bir kazanımdır. Ayrıca bu parçada Önderliğin önerisiyle örgütlendirilmeye çalışılan ulusal kongre çalışmaları da örgüt tarafından stratejik bir şekilde ele alınmaktadır. Bu çalışmanın uluslararası çapta da büyük bir yankı ve merak uyandırmış olması KDP’yi korkuyla donatmıştır. Çünkü o da bilmektedir ki bu kadar ciddi yaklaşılan bir çalışmada masadan kalkan taraf kaybedecektir. Bu sebeple sürekli ertelemeci bir yaklaşımın içerisine girerek bu çalışmayı boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Son süreçte Rojava’daki kazanımlarımızı sindiremeyen ve bu çerçevede BAAS rejiminden yana tutum belirleyen İran devleti de sıranın kendisine geleceği korkusuyla var olan ateşkes durumunu zora sokacak girişimlerde bulunmaktadır. En son gelişen operasyonlarda 2 gerillanın şehit düşmesi yine sınırda kaçakçılık yapanlara ilişkin saldırılar bu girişimlerini sürdüreceğini göstermektedir. Buna karşı hareketimiz var olan stratejik politikaları çerçevesinde bu parçaya yaklaşarak İran devletinin saldırılarını boşa çıkartacak planlamalar gerçekleştirmektedir. Önderliğimizin Kuzey Kürdistan’da başlatmış olduğu “demo- kratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa” süreciyle beraber gerilla güçlerimizin geri çekilmesi AKP hükümetinin 2. Aşama için adım atmaya zorlamaktadır. Fakat hala bu konuda netleşmeyen AKP oyalama taktiğinde ısrarcı davranmaktadır. Seçime kadar oyalama siyasetiyle bu süreci yürütmek isteyen AKP hükümetinin iki yüzlü yaklaşımları Salih Müslim ile gerçekleştirmiş olduğu görüşmelerde açığa çıkmıştır. Aynı zamanda Önderliğin bu süreçte kadına biçtiği rol ve misyona karşılık kadın iradesini ve örgütlülüğünü kırmaya dönük saldırılar da sistematik bir şekilde yürütülmeye devam etmektedir. En son örnek, Bingöl’de gerçekleştirilen tecavüz olayları olmuştur. 17 yaşındaki bir kız çocuğuna karşı geliştirilen bu saldırı aynı zamanda bir bütünen Kürt halkına karşı geliştirilmek istenmiştir. Daha bu olayın yankıları sürerken 14 yaşındaki kız çocuğunun tecavüzcüsü olan askerin devlet tarafından korunarak 17 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Yıllarca coğrafyamıza, dilimize, bedenimize karşı tecavüz kültürünün politikalarıyla bir sonuç alabileceğinin sanan erkek egemen düşünce yapısı ve temsilcisi TC devleti yine Önderliğimizin muazzam mücadelesiyle boşa çıkarılmıştır. İdeolojik-örgütselsiyasal mücadelelere yön verebilmek ancak genel konjoktürel duruma hâkim olma ve bu doğrultuda serbest bırakılması nasıl kirli bir kültürün yaşatılmaya çalışıldığının göstergesi olmaktadır. Türk devletinin esas zihniyeti olan tecavüz kültürünün yaşamsallaştırılması için çaba harcayan askerlerinin tecavüz etmesi halkımıza ve Önderliğimizin yaratmak istediği ve bu süreçte öncülük misyonu yükleyerek ön plana çıkardığı özgür kadın duruşuna büyük bir saldırıdır. Ünlü faşist Hitler’in de dediği gibi önce kadınları vurarak toplumu düşürmeyi esas edinen bu mantık AKP hükümeti eliyle de uzun bir süredir uygulanmaktadır. Daha N.Ç davasının failleri cezalandırılmadan, yine tecavüzcülere dönük af yasalarının çıkartılması, her gün katledilen bir kadının katillerinin korunmasıyla devam eden bu politikalar en son Bingöl olayıyla son raddeye ulaşmıştır. Şüphesiz bu uygulamalar süreç karşısındaki istemsiz duruştan bağımsız değildir. Mijdar 2013 onun güçlü öncü ve yürütücü gücü olmaktan geçer. Dolayısıyla da gençlik ne bugünden bağımız ne de dünden kopuk bir olgu gibi ele alınamaz. Yani gençlik geçmiş-an-gelecek zamanlarının bileşkesi olmak durumundadır. Bunun içinde günceliği yorumlayacak bir tarihselliğe ve tarihselliği zafere dönüştürecek bir güncelliğe sahip olabilmelidir. Kendi 18 hakikatini yaratacak siyasal, düşünsel ve eylemsel donanımı kendisinde oluşturabilmelidir. Bilinmelidir ki bütün sistemler kendi yapısallığını ve oluşumunu öncelikli olarak gençlik üzerinden geliştirmektedir, bugününü ve yarını garantiye almak için yalana ve hileye dayalı olarak en fazla gençliği tahakkümü altına almak ister, bunun da büyük bir bilinç çarpıtmasıyla her türlü yol ve yönteme dayanarak yapar. Gençlik kendi devrimci ve demokratik özü gereği bunu hep redd etse de buna karşılık güçlü bir bilinç düzeyi ve örgütlülük yaratmadığı içinde mevcut hâkim sistem içerisinde hep parçalı ve dağınık olduğundan sürekli örgütsüz kalmış, kapitalist modernitenin devam ettirici yürütücü gücü olmuştur. Tam aksine gençlik eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik özü gereği toplumsal inşaların temel savunucu ve geliştirici gücü olmalıdır. Stratejik yaklaşım itibariyle de gençlik, demokratik halk hareketinin örgütlenme ve eylem alanına öncülük etme, onun kadrosal gücünü, yine en dinamik eylemci kitle gücünü oluşturma bakımından temel bir yer tutuyor. Genç kadın ise hem gençlik kimliğinin devrimci, dönüştürücü ve yeniyi yaratan özünü hem de kadının özgür, demokratik adil ve eşitlikçi yanının bileşkesi olduğu için daha önemli bir konuma sahiptir. Kendisini örgütlü, eylemsel kılan genç kadın büyük bir değişim ve dönüşüm gücüne sahip olabilir. Kapitalist modernite sistemi ve zihniyetinden kopmamızı gerektiren birçok güçlü gerekçemiz varken, bu sistem her geçen gün daha fazla yaşanamaz hale gelmişken, bireyi kendi içine çeken bir bataklığa benzerken neden hala bu sistemi tüm STÊRKA CİWAN yönleriyle redd etmiyor ve tam bir kopuşu gerçekleştirmiyoruz? Bunun cevabı kapitalist modernitenin kurduğu tuzak ve oyunları boşa çıkaracak deşifre edecek bir ideolojik ve örgütsel mücadeleyi yürütüp yürütmediğimizde yatmaktadır. Kadına bin yıllardan beri içerilmiş kölelik, dünyanın neresine gidersek gidelim hangi kıtasında olursak olalım bir kadermiş gibi algılatılıp bunun mahkûmuymuşuz gibi kabul ettirilmektedir. Dili, rengi, kültürü ulusu ne olursa olsun her kadın ‘genç bir kadınken ağabeyine ya da babasına, evliyken kocasına, dul iken de yine babasına itaat etmek zorunda’ bırakılmaktadır. Günümüz de ise yaratılan sahte özgürlük aldatmacası, yanılgılı bir özgürlük anlayışı yaratmaktadır. Kapitalist modernitenin liberalizmle yapmak istediği tam da budur, bireysel kurtuluş adı altında tüm duyargalarımızı toplumsal sorunlara, kadının acı yüklü yaşamına kapatmış durumda. Her gün yüzlerce kadın fiziki ve kültürel kırımdan geçiyor, bir erkek tarafından dumura uğratılıyor ve toplum bunun karşısında refleksleri don- durulmuş tepkisiz kalabiliyor. Genç kadının örgütlenerek mücadele etmesi ve özgürlük saflarına kazandırılması özgürlük bilinciyle yoğrulan, donanan genç kadının temel görevidir. Sistem gençler ve kadınlar üzerinden başta kültürel soykırım olmak üzere çok yönlü bir asimilasyon-soykırım politikası yürütNe kadar genç kadına ulaşılıyor ne kadarının sorunları çözülüyor ve ne kadarının arayışlarına cevap olunabiliyor? mektedir. Komalên Jinen Ciwan birliği olarak sistemin tüm yozlaştırma ve çürütme politikalarını gören ve bunun için her türlü mücadeleyi yürütme kararlılığı olan bir pozisyon içerisindeyiz. Bunun örgütünü ve bilinç düzeyini her döneme göre daha iyi sağlamış durumdayız. Ama eksik bir nokta var ki özgür toplumsal inşaları hedefleyen örgüt ve yapılar dar olamaz ahlaki ve politik toplum sadece dar örgütlerle inşa edilemez. Kendini sürekli dar kılan yapılar marjinalleşmek ve sonunda da tasfiye olmaktan kurtulamazlar. Ne kadar genç kadına ulaşılıyor ne kadarının sorunları çözülüyor ve ne kadarının arayışlarına cevap olunabiliyor? Hem yaşı hem de özü itibariyle kapitalist modernitenin denetimine girmemiş ve bunda direten binlerce genç kadın büyük arayışın sahibidir ve özgür toplumun vicdani ve ahlaki sesi haline gelebilir, siyasal ve konjoktürel durum bugün her zamankinden daha uygun hale gelmiş durumda, demokratik modernite unsurları kapitalist modernite karşısında daha tepkili, bilinçli haldedir. Bugün özgür kadın hareketinin bir bileşeni olan Komalên Jinen Ciwan birliği olarak tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Önderliğimizin başlatmış olduğu ‘demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesinin’ temel yürütücü, inşacı ve savunucu gücü konumundayız. Önder Apo bu süreç için ‘Ne eskisi gibi yaşanılabilir ne de eskisi gibi savaşılabilir’ diyor. Mevcut statü altında kadın her gün ölüme mahkûm ediliyor. Böyle bir yaşamı redd etmek, özgür yaşam tercihini geliştirmek her zamankinden daha fazla ekmek su kadar hayati bir öneme sahip radikal bir dönüşüm ve savaşı gerektiriyor. Kendi toplumsal doğamıza, bireysel hakikatimize ulaşma ancak Önderliğin sözünü ettiği ve bir amentü gibi ele aldığı demokratik modernite değerlerini, onun demokratik ulus bilincini, felsefesini, eşit ve özgür bir şekilde hayata geçirme, değerlerin fedailiğini koruyuculuğunu yapmakla sağlanacaktır. Özgür toplumun ahlaki, politik ve kültürel boyutunun geliştirilmesi onun temel öncü ve dinamik gücü olan genç kadının örgütlülük düzeyinin gelişmesiyle sağlanacaktır. 19 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Botan'ın Asi Çocuğu Şehit Çekdar Botan Anısına Erdal ÇEWLÎK “Çekdar arkadaşın iddia düzeyi, başarı istemi, özgür yaşamı geliştirme kararlılığı hep büyüktü. Büyük yozlaşmaların, Önder Apo'ya fiziki saldırının, özgürlük hareketine ve Kürt halkına dayatıldığı 2008 sürecinde çıkış sahibi olmak tamamıyla bunun göstergesiydi” PKK tarihine baktığımız zaman, kuruluşundan bu güne kadar ihanetle direniş her zaman yan yana yürümüştür. Haki arkadaşla başlayan şahadetler zinciri, Mazlum Doğan’larla Newroz ateşine dönüşmüş Dörtlerin sesi ile alevlenmiş ve bu gün Saralar, Rojbinler, Ronahiler şahsında, daha da büyümektedir. Direniş her zaman onların şahsında biraz daha büyümüş ve anlam kazanmıştır. Bu ay içerisinde yaşanan Rojava kayıpları da, direnişin son halkalarını oluşturmaktadır. Heval Çekdar'da bu halkalarda direniş ateşini yakan ve büyümesine öncülük eden bir yoldaşımızdı. Cizre doğumlu olan Çekdar arkadaş, daha küçük yaşlardayken, devletin baskıları ve ekonomik nedenlerden kaynaklı ailesiyle Avrupa'nın büyük metropollerinden olan Stutgart şehrine göç etmek zorunda Mijdar 2013 kalırlar. Yaşadıkları göç ve sonrasındaki sıkıntılar nedeniyle Çekdar arkadaş ve ailesi kendi gerçekliklerinden uzaklaşmak ve kendilerini unutmak yerine, daha çok kendi gerçeklilerine sarılmışlardır. Kürdistani değerleri temel yaşam gerekçeleri olmuş ve Kürt olmanın gereklerini yerine getirmişlerdir. Bir yandan ekonomik anlamda yaşamlarını kurma çabası sürmüş, diğer yandan ülkelerinden uzaklaştırılmalarının acısı ve topraklarının hasretiyle yurtsever bilinci geliştirme çalışmalarında yer almışlardır. Düşmanın göçerterek, ekonomik anlamda kendine bağlamak istediği onurlu Kürt halkı, Çekdar arkadaşın ailesi şahsında devleti ve politikalarını boşa çıkarmıştır. Çekdar arkadaş da yaşananlardan etkilenip arayışların içerisine girmiştir. Stutgart'ın soğuk sokaklarında sistemin 20 tüketen çarkına şahitlik eden Çekdar arkadaş, her geçen gün yüreğinde büyüyen ülke özlemini anlama kavuşturma yoluna girmiştir. Yaşananlar daha en başından dayanılmaz boyuttaydı. Kendi topraklarından, insanlarından uzak, dilini, renklerini, özlemlerini yaşayamadığı bir ortamda yaşamanın derin acısıydı bu dayanılmazlığı besleyen. Ama doğru zamanın geldiğini bilecek kadar bilinçliydi Çekdar arkadaş. Kürt özgürlük hareketinin hem içten hem de dıştan çok yoğun saldırıların hedefi olduğu, Kürt halkının hakaretlerle, yok saymalarla, inkârlarla teslim alınmak istendiği, Kürt halk önderi Öcalan'ın tecrit vb. uygulamalara maruz kaldığı bir süreçte özgür yaşam mekânlarına yönelmesi bunun göstergesidir.Çekdar arkadaş şahsında dönemin gençliğinin, kapitalist moderniteye, Türk devletine, özel STÊRKA CİWAN savaş politikalarına karşı takındığı duruş özgür yaşam duruşudur. Özgürlüğü dağlarda, mücadeleyi gerillada aramanın temelinde yatan gerçeklik budur. Büyük insanlar büyük çıkışlara sahip olanlardır. En kötü, çıkış yapılamaz denilen zamanlarda bile gözünü kırpmadan mücadele alanını çığlığıyla ve yaşamıyla doldurandır. Büyük insanlar büyük başarmada ısrar edendir. İddiasını büyük tutarak büyük başarıp, büyük yaşayandır. Çekdar arkadaşda büyük bir insandı. Çünkü Çekdar arkadaşın iddia düzeyi, başarı istemi, özgür yaşamı geliştirme kararlılığı hep büyüktü. Büyük yozlaşmaların, Önder Apo'ya fiziki saldırının,Özgürlük hareketine ve Kürt halkına dayatıldığı 2008 sürecinde çıkış sahibi olmak tamamıyla bunun göstergesiydi. Çünkü böylesi süreçler büyük çıkışları gerektiren süreçlerdir. Çekdar arkadaş Avrupa'dan dağlara yönelerek, gerilla saflarında mücadele halayına tutuşarak büyük çıkışını yaptı. Zamanın kısa aralıklarında gördüm Çekdar arkadaşı. Bazı şeyleri anlamak için yeterliydi bu zaman süresi. Çünkü o zamana karşı hep bir yarış içindeydi. Bu yarışa etrafında bulunan herkesi katmak istiyordu. İnsanlarla yoğun tartışması, özgürlük arayışları ve bunu paylaşma heyecanı karşısındaki insana da aynı hisleri yaşattırıyordu. Aslında onu farklı kılan da bu duruşuydu. Avrupa’da olmasına rağmen, yaşam çoşkusu, insan ilişkilerindeki sıcaklığı, onu diğer insanlardan ayrı kılıyordu. Bazı insanlar vardır, insan yaşamında derin izler bırakır, bir daha unutulmamacasına insan beyninde yer ederler. Çekdar yoldaş işte böyle insanlardandı. Onu bir defa görmek yeterliydi insanda derin izler bırakması için. Herkeste ortak yarattığı hislerdi bunlar. Onda gençlik sıcaklığını, samimiyetini ve içtenliğini görmek ayrı bir güven duygusunu yaratıyordu yaşamda. Bu duruş Çekdar arkadaşın etrafını örgütlemesinde de doğal bir zemin oluşturuyordu. 2008 yılında faşist TC devletinin gerçekleştirdiği hava saldırısında şehit düştü. Çekdar'ın şahadeti çok erkendi. Ve çok acı bir kayıptı. Bu kayıp ile bu örgüte çok şeyler katabilecek bir arkadaş, oldukça erken şehit düşmüş oldu. PKK’nin şehit gerçekliğini düşündüğümüzde bundan sonrası açısından bizim neler yapmamız gerektiği de kendisini açığa çıkarmaktadır. Şehit Çekdar ve binlerce şehidimizin özgür yaşam uğruna girdikleri mücadele yolunda yarım bıraktıkları düşlerini başarıya ulaştıracak olan biz ardıllarının en esaslı görevidir. Şehitler ölmez! Evet şehitleri ölümsüz kılan, mü- cadele çizgilerinde bir an olsun durmaksızın yürümekten geçer. Her Kürt gencinin bu temelde kendisini derin sorgulamalardan geçirmesi ve yaşanan mücadele gerçekliğine katması gerekir. Özgür yaşam birlikte yaratılır. Birlikte zaferin rengi daha güzeldir. Bu birlikteliği oluşturma ve zaferi taçlandırma zamanıdır. Şimdi Çekdar arkadaşın birer yoldaşı olarak, oluşturmak istediği yaşamı önder Apo’nun ideoloji ve felsefesiyle donatarak inşa ediyoruz. Önder Apo’nun büyük emek ve çabaları sonucunda, geri dönülemez bir boyuta gelen mücadelemiz şimdi şehide bağlılığın gereği olarak tüm dönemlerden daha çok zafere yaklaşmış durumdadır. Bugün gelinen aşamada şehit gerçekliği ve yaşamımızdaki yeri daha belirgin bir şekilde kendisini göstermektedir. Yaşanan sürecin yaratıcısı şehitlerimizi anmak, onların, mücadeleleriyle aydınlattığı yolda doğru pratik ve yaşamın sahibi olmak gerekir. Bunu sağladığımız derece onlara, özlemlerine ve hayallerine doğru cevabı vermiş oluruz. Uğruna canlarını, umutlarını adadıkları bu yolun onurlu birer sürdürücüsü olabiliriz. Bu temelde tüm şehitlerimizin mücadele gerekçesi olan özgür ve onurlu bir yaşamın oluşturulması ve geliştirilmesi sorumluluğunu herkesin en derinden hissederek, bu temelde döneme cevap olması gerekir. Bu da varolan sürecin doğru bir temelde bilince çıkarılması, ihtiyaçlarının belirlenmesi ve zamanmekân birlikteliğini yakalayarak yaşamda sergilemesiyle mümkün olacaktır. *** 21 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Genç başladık genç başaracağız Umut ÖZGÜR “Gençlik üzerine düşen görevleri yerine getirirse PKK’nin 36. Yılını Önderliğin özgürleştiği ve zaferin sağlandığı yıl haline getirmek mümkün olacaktır. Dönem inşa dönemidir. Toplumsal, yeni, komünal, iktidardan uzak olan ancak gençlik ve kadın emeği ile inşa edilebilir” Bundan 35 yıl önce bir gençlik hareketi olarak kuruluşunu ilan eden Kürdistan İşçi Partisi PKK bugün Kürdistan’ın dört parçasında milyonları devrime kaldıran ve bölgeyi aydınlatan bir devrim hareketi haline gelmiş bulunuyor. 1973 Newroz’un Ankara Çubuk barajında Önder Apo önclüğünde Kürt ve Türkiyeli gençlerden oluşan ilk grub “Kürdistan sömürgedir” belirlemesi ile yola çıkmış ve bu hakikatten yola çıkarak başta öğrenci gençlik içinde Kürdistan özgürlük mücadelesinin tohumlarını serpmişlerdir. Daha sonra birer hakikat arayışçısı olarak Kürdistan kentlerine dağılan Apocu kadrolar, gittikleri her yerde toplumun zihninde kurulan sömürgeci egemenliğe karşı ideolojik bir savaş açmışlardır. Yok edilme aşamasına getirilen Kürt toplumsal gerçekliği adeta suya hasret toprak gibi Apocu felsefenini özgürlükçü düşüncelerini benimsemiş, Mijdar 2013 dirilmeye ve hareketlenmeye başlamıştır. Kısa bir süre de büyük bir toplumsal taban kazanan Apocular beklendiği gibi ideolojik savaş açtıkları sömürgeci sistem ve işbilikçileri tarafından hedef alınmaya başlamışlardır. Apocu özgürlük felsefesinin toplumsallaşmasını kendi sonları olarak gören sömürgeciler ve işbirlikçileri çok geçmeden Apocu harekete karşı savaş açmışlardır. 18 Mayıs 1977’de Antep’te en zor koşullarda büyük bir fedakarlık kararlılıkla Apocu hareketin propaganda çalışmalarını yürüten Öncer Aponun ilk yol arkadaşlarından Türkiyeli devrimci Haki Karer ajan bir yapılanma olan Sterka Sor tarafından katledilmiştir. Bu saldırı sömürgeci sistemin Apocu hareketi ilk ciddi yönelimi olmuştur. Bunu ciddiyetini ve verdiğim mesajı iyi gören Önder Apo, öncelikle grubu bir provokasyona gelmemesi için tedbirler almış daha sonra buna en anlamlı 22 cevabın nasl verileceği üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Önder Apo Haki Karer’i ‘gizli ruhu’ olarak tanımlayacaktır. Ve Apocu harekete yönelik bu saldırıya en iyi cevabın, mücadeleyi daha ileri bir aşamaya taşıyarak verilebileceğine karar vermiştir. Bu temelde Haki Karer’in anısına partileşme kararına gitmiştir. Başlatılan paratileşme hazırılıkları ardından 27 Kasım 1978’de Amed’in Lice ilçesine bağlı Fis Köyünde gerçekleştirilen Kuruluş kongresinde Kürtdistan işçi Partisi PKK’nin kuruluşu gerçekleştirilimiştir. 19 kişi ile gerçekleştirilen kongre Kürdistan tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesi bir manifedsto, program ve tüzüğe sahip, PKK öncülüğünde sürdürülmüştür. Haki Karer şahsında somutlaşan parti kişiliği, yoldaşlığı ve maneviyatı da PKK militan kişiliğine damgasını STÊRKA CİWAN vurmuşutur. Halkların eşit ve özgür yaşamına duyduğu inançla cebinde 5 kuruş para olmadan Kürdistan’a geçen enternasyonalis devrimci Haki Karer, Apocu hareket militanlığının fedakarlık, cesaret ve kararlılık timsali olmuştur. hiç bir imkanın olmadığı Antep’te gerektiğinde hamallık yaparak eğittiği gençlik grubunun tüm sorumluluğunu üstlenmiş, mütevazı, ve devrimci kişiliği ile, ilişkilendiği herkesi etkileyerek mücadele saflarına çekmiştir. PKK’nin militanlık ölçüleri de Önder Apo’yu en iyi anlayan ve bunun anında mücadele pratiğinde yansıtan Haki Karer kişiliğinde somutlaşan ölçüler olmuştur. Bu temelde kurulan PKK Kürdistan toplumunda özgürlük ruhu, bilinci, iradesi, örgütü ve eylemini geliştirdi. Haki Karer’in anısına atılan bu adım ve daha sonra her şahadetin bir atılım ile karşılanması PKK’ye ‘şehitler partisi’ olma karakterini kazandırmıştır. Sömürgecilerin her tasfiye etme çabası ve saldırısı, PKK’nin mücadeleyi ileri bir aşamaya taşıran hamlesi ile karşlanmıştır. Önder Apo’nun geliştirdiği bu tarz PKK’yi yenilmez kılmış ve bugüne kadar gelişerek gelmesini sağlamıştır. PKK’nin gelişimi şehitler zincirinin halkaları olarak bugüne kadar geldi. Bu temelde Önderliksel doğuş süreci olarak ifade edilen ve 15 Ağustos 1984 Atılımına kadar devam eden PKK öncülüğündeki özgürlük mücadelesinin birinci döneminde Kürdistan’da büyük gelişmeler yarattı. Bu dönem inkâr ve imha sistemini anlama, kültürel soykırım rejimini bilince çıkarma, bu rejime karşı bir duruş göstererek, özgür birey-özgür toplum iradesine vararak bunu yaşayıp sürdürecek bir militanlık ve bu militanlıktan oluşan partileşmeyi yaratma süreciydi. Büyük bir ideolojik mücadele süreci ve zihniyet devrimiydi. Hem toplumsal hem de kişisel erin bir eleştiri ve öze- leştiriyi ve kişilik devrimini içeriyordu. PKK’nin kuruluşu ve Önderliksel doğuş tamamen böyle yeni özgür insanın doğuşunu ve kişilik devriminin gerçekleşmesini ifade ediyor. Onlarca insan bedenin ateşe vererek Önderlik etrafından ateşten çember oluşturdu PKK’nin ikinci dönemi direniş dönemi, ise 15 Ağustos Atılımı ile başlayan gerilla dönemi oldu. Bu atılımda Büyük zindan direnişçileri Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin, Hayrilerin ve Ali Çiçeklerin anılarına bir cevap olarak gerçekleştirildi. Kürdistan devrimini zindanlarda boğmak isteyen 12 Eylül faşist rejimine zindan direnişçilenin vediği yanıt yankısını Kürdistan dağlarında buldu. Önderliksel doğuşla gerçeklik bulan, zindan direnişiyle zafere ulaşan büyük kişilik devrimi, zihniyet devrimi ve ideolojik devrim kendisini bu sefer silahlı direnişte kahramanlık çizgisinde ortaya koydu Bu direniş gerilla öncülüğünde kahramanca yürütüldü. Agitler, Berîtanlar ve Zîlanların kahramanlık çizgisiyle gerçekleşti. Ulusal diriliş devrimi, kadın devrimi, gençlik devrimi, kültür devrimi, demokratik devrim gerçekleşti. 1990’larda bir bütün olarak bir ulusal dirilişin gerçekleşmesine yol açtı. Kürdistan devrimi kitleselleşti, Kürdistan halkı serhıldana kaltı. Gerilla direnişi ve kahramanlığının yarattığı güç ve güven ile halk çıplak bedenleri ile sömürgeci sistemin karşısına çıktı. Şehitlerine, Önderlerine ve Partilerine sahip çıktı. Yüzlerce serhıldan şehidi verildi. Fakat halk geri adım atmadı, tersine PKK’den edindiği biliç ve irade ile her şahadeti yeni bir serhıldanın ve atılımın gerekçesi yaptı. Önderlik gelinen bu aşamayı “diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta” belirlemesi ile tanımladı. Böylece PKK öncülüğündeki Özgürlük mücadelesinin ikin- ci aşaması da 1993 yılı ile birlikte tamamlanmış oldu. 1994’te başlayan ve Önder Apo’nun “demokratik kurtuluş” süreci olarak tanımladığı PKK öncülüğündeki Özgürlük mücadelesinin üçüncü aşamasına Küresel inkâr ve imha sistemi uluslararası komploy ile saldırdı. Önder Apo’ya karşı 6 Mayıs 1996 suikastı, ardından 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Önder Apo’nun esareti ile sonuçlanan Uluslarası komlo ile PKK’nin yarattığı özgür kişilik ve toplum ile demokratik kurtuluş iradesini tasfiye etmeyi amaçladı. Dolayısıyla demokratik kurtuluş mücadelesi uluslararası komploya karşı Önder APO'nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü mücadelesi haline geldi. Komploya karşı direniş ve mücadelede yüzlerce şehit verildi. Onlarca insan bedenin ateşe vererek Önderlik etrafından ateşten çember oluşturdu. Bu PKK’nin yarattığı irade ve direnişçi kişiliğin özgürlük tutukusu ile kendini ortaya koyması idi. Ardından uluslarası komplonun devamı olan işbirlikçi- ihanetçi çizgisi tasfiyeciliği PKK çizgisinde verilen ideolojik mücadele ve 2004 1 Haziran hamlesi ile yeniden yükselen gerilla direnişi ile boşa çıkarıldı. Ve 8. Kongre ile PKK’nin yeniden inşaasıyla tasfiyeciliğin dayattığı teslimeyete PKK çizgisinde direniş kararlılığı ile cevap verildi. Hakilerin, Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin, Agit ve Zilanların kişiliğinde somutlaşan PKK direniş kişiliği PKK’nin yeniden inşaasında Viyanların, Nudaların kişiliğinde somutlaşarak bu geleneği geleceğe taşıdı. Önder Apo’da İmralı işkence sistemine karşı benzersiz bir direniş sergileyerek, İmralı adasını Uluslarası komplocu güçlerin şahsında tüm egemenilik tarihi ve zihniyetini yargılama mekanına dönüştürdü. Esaret ve tecrit koşullarında 23 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN olağanüstü yoğunlaşması ile Özgürlük hareketine idelojik yenilenme ve zihniyet devrimini sağlatarak Kapitalist modernite sistemine karşı Demokratik modernite sistemini geliştirdi. PKK idelojisi ve Apocu fedai ruhla donatılmış gerillanın yenilmezliği dost düşman herkese bir kez daha gösterilmiş oldu İmralı koşullarında yazdığı savunmalar ve en son Demokratik Toplum Manifestosu ile insanlığa yol gösteren eylem kılavuzunu ortaya koydu. Bütün ezilenler, başta kadınlar olmak üzere gençler, emekçiler, işçiler, köylüler, memurlar, ve herkes için kurtuluş araç, yol ve yöntemlerini yeniden tanımladı. Önder APO'nun geliştirdiği yeni düşünce kuramının 21. yüzyılda ezilenlerin aydınlanma ve kurtuluş silahı olduğu, eylem kılavuzu olduğu tartışmasızdır. Demokratik komünal, eşitlikçi, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir bakış açısı ile demokratik sosyalizmi sadece Kürdistan için değil tüm bölge ve dünya halkları için yeniden tanımladı. PKK bir aydınlanma hareketi olma gerçekliğinin bu sefer tüm bölge ve dünya halkları için ortaya koymuş oldu. Bugün bölgede Kapitalis modernist güçler ile statükocu egemen güçlere karşı 3. Bir alternatif olarak halkların özgürlük umudu temsil eden bir hareket haline geldi. Uluslararası güçlerin devam ettirmekte ısrar ettiği komplo temelinde oluşturulan İmralı sistemine karşı, sürekli bir mücadele ve direniş içinde olundu. Bu direniş, kitlesel olduğu kadar bireysel kahramanlıklarla kendini ortya koydu. Kürt halkının ;Ululsararsı komploya karşı yürttüğü “Edî Bese, Öcalan Siyasi İrademdir, Önderliğin Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür ve Öcalan’a Özgürlük Kürtlere Statü gibi eylem kampanyaları ile milyonlar Mijdar 2013 ayağa kalkarken Müslüm Doğanlar, Evrim Demirler, Mustafa Malçoklar kendi eylemleri ile tarih yazdı. Gerilla 2004 1 Haziran hamlesinin adım adım geliştirerek 2012 yılında devrimci halk savaşı kapsamında Devrimci operasyonlara taşırdı. PKK’nin yarttığı Apocu fedai Ruhla Kürdistan tarihinin en kapsamlı askeri eylemleri geliştirilerek. Türk ordusuna tarihinin en ağır yenilgisi yaşatıldı. PKK idelojisi ve Apocu fedai ruhla donatılmış gerillanın yenilmezliği dost düşman herkese bir kez daha gösterilmiş oldu. Bunun yanısıra zindanlarda binlerce özgülük tutsağının başlattığı ve 68 gün süren açlık grevi PKK direnişçiliğinin zindan alanındaki kahramanca duruşunu ortaya koydu. 12 Eylül faşizmine karşı olduğu gibi AKP faşizmine karşı geliştirilen zindan direnişi Mazlumlar, Ferhatlar, Kemal ve Hayrilerin direniş ruhunun yeniden dile gelişi oldu. Rojava devrimi PKK’nin özgürlük çizgisinin somutlaşmış halidir Bunun karşısında çaresiz kalan Türk devleti ve AKP hükümeti Önderliğin ayağına gitmek ve Kürt halkının işaret ettiği iradeyi muhatap almak zorunda kaldı. Önder Apo’da her zamanki barış ve çözümde ısrar ilkesi gereği bu süreci barışçı demokratik bir çözüm fırsatına dönüştürmek istedi. Bu temelde Newroz 2013’te ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi’ni ilan etti. PKK’nin yarattığı direnişçi kitle gücü, kişilik devrimi, halk iradesi, militan ve kadro gereçkeliğine dayanarak böyle bir süreci başlattı.Bir bölgesel barış ve çözüm manifestosu niteliğindeki çağrısı ile Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Kürdistan ve bölgede halkların baharını geliştirmek istedi. Bu stratejik 24 çağrı Türk devleti ve AKP’nin tüm provokasyon ve oyalama politikalarına karşı bugüne kadar sürdürüldü. PKK çizgisi ve Apocu direniş ruhunun en somut pratikleşmesi bu dönemde Rojava devrimi somutunda gerçekleşmiştir. PKK ideolojisi ve bizzat Önder Apo’nun eğitimi ile gelişen Rojava’daki halk iradesi bugün bütün bölge halkları için bir örnek ve aynı zamanda özgürlük umudu ifade etmektedir. İktidarcı egemen çizgilere karşı halkların özgürlük çizgisini temsil eden ve bunu adım adım inşa eden Rojava devrimi PKK’nin özgürlük çizgsinin somutlaşmış halidir. Bir yandan tüm uluslarası ve bölge gericiliğine karşı amansız bir savaş direniş sergilenirken bir yandan adım adım halk kendi öz yönetim ve özgür yaşamını inşa etmektedir. Rojava devrimi bu anlamda tüm ezilen halklar için bir özgürlük umudu, esin kaynağı ve sahiplenilmesi gereken bir devrimdir. Tam bu süreçte 35. Yılını tamamlarken 11. Kongresini gerçekleştiren PKK bu sürece denk bir tartışma ve kararlaşma düzeyi açığa çıkardı. Önder Apo’nun Demokratik Uygarlık manifestosu ışığında Demokratik Kurtluş ve Özgür yaşamı inşa kararlılığını ortaya koydu. Demokratik ulus inşasının öncülüğünü yapma ve demokratik toplumu inşa etme görev ve programını ortaya koydu. Bunu PKK’nin 35 yıllık birikimleri, yarattığı değerler, açığa çıkardığı özgür halk gerçekliği, gençlik ve kadın iradeleşmesine dayanarak geliştirdi. Kapitalist modernitenin toplumu dağıtarak, çürüten kanserli gerçeğine karşı PKK'nin kuruluşunda somutlaşan toplumsallık ve insanlık değerlerini ifade eden ve Haki Karer’de temsilini bulan kişilik ölçüleri ile ancak toplumcu demokratik sistemin kurulabileceği tespitinde bulundu. STÊRKA CİWAN Özellikle öncülük sorunu kadın ve gençlik öncülüğünün sağlanması temelinde ele alındı. Çünkü PKK hep bir gençlik partisi, bir kadın partisi olarak tanımlandı. PKK bir gençlik hareketi olarak doğdu. Genç başladı ve genç başarıyor. Ruhu genç ve düşüncesi dinamiktir. Ölçüleri gençliğin temiz, dinamik toplumsal paylaşımcı özellikleriyle doludur. Bu bakımdan gençliğin Demokratik inşa sürecinin çalışmalarına en önde katılması, PKK’nin örgütlülüğünün en başta gençlik örgütlülüğüne dayanması, genç kadrolar ve kadro adaylarına dayalı olarak kendi çalışmalarını yürütmesi başarı için en temel koşullardan biridir. Bunun için her alandaki genlik örgütleri Demokratik Uygarlık manifestosu temelinde PKK’nin ideolojik donanımını edinerek kendini bu temelde geliştirme ve kiteleselleştirme görevi ile karşı karşıyadır. Mücadelenin her döneminde nasılki gençlik kuşakları dönemsel görevler üstlenip başarıyla yerine getirmiş ve mücadeleyi bugüne kadar getirmiş ise bugünün gençlik kuşağı bu bayrağı daha ileriye taşımaktan sorumludur. Bu sıradan bir taşıma görevi değil Özgür yaşamı inşa ederek zafere ulaştırma görevidir. Bugün Rojava’da bu görevi üstlenen gençlik önümüzdeki en somut esin kaynağı ve örnektir. Rojava her türlü gericiliği karşı bir direniş sergilenirken bir yandan özerk, özgür toplum inşa çalışmaları tüm hızıyla sürmektedir. Savunma alanından, toplumun tüm alanındaki inşa çalışmalarına yine gençlik ve kadın öncülük etmektedir. Bugün Kürtdistan’ın diğer parçalarında aynı görevler durmaktadır. Bugün Kuzey Kürdistan’da tıkanan çözüm sürecinin önünü açmak bu görevleri yerine getirmek ile mümkün olacaktır. Devletin toplum-halk karşıtı bir iktidar sistemi ve yapısı olduğunu bilerek devletten çözüm bekelme konumuna düşülmemelidir. Devletten çözüm beklemek PKK ideolojisi ve Apocu ruhla asla bağdaşmaz. Devletçi, iktidarcı zihniyetin farklı bir biçimidir. Bu beklenti en başta gençlik doğasına ruhuna aykırı bir durumdur. Önderlik bu konuda sürekli uyarılar da yapmasına rağmen, pratikte devletten çözüm bekelyen duruşlar öne çıkabilmektedir. Önderlik Demokratik çözüm sürecini ilan edip, bunu yaşamsallaştırma ve inşaa görevini başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumun önüne koydu. Bunu yapmak yerine, hiç bir şey yapmadan Önderliğin devlet ile yaptığı görüşmelerin sonuçlarını beklemek, tüm umudunu oradan çıkacak bir porotokol ve anlaşmaya kilitlemek süreci anlamamaktır, Önderliği anlamamaktır. Çözüm toplumun kendisindedir. Çözümde aşama toplumun kendi inşa ettikleri ve onları koruduğu kadardır. İktidarcı sistem asla topluma bir şey vermez, bu doğasına aykırıdır. Sadece mecbur kaldığı noktada geri adım atar, taviz verir. Bu temelde gençliğin bu bilinçle hareket etmesi, toplumsal inşa için adeta arı, karınca gibi çalışması hem sürecin hem de gençliğin doğası gereğidir. Elbetteki gençlik sadece pratik değil düşünsel ve ideolojik alanda da öncülük misyonunu oynamaklar yükümlüdür. Bu da bir tercih değil sürecin ve PKK ideolojisinin yaşamlaşması ve başarısı için bir ön koşuldur. Gençlik Önderliğin sunduğu eşsiz bilgi ve ideolojik hazineyi suya hasret kalmışçasına kana kana içmeli ve bunu başta Kürt gençliği ve diğer halkların gençliğine taşırmaktan da sorumludur. Her genç bulunduğu her ortmı adeta bir beyin fır- tınası ortamına dönüştürmeli, ilişkilendiği insanlarda bir aydınlanma ve gelişim yaratmaldır. Önderliğin PKK için belirttiği Genç başladık, genç başaracağız” belirlemesi bu anlamda somutluk kazanmalıdır. 35-40 yıl önce bir gençlik grubu olan Önderlik ve bu hareketin öncü kurucuları nasılki olağanüstü bir araştırma inceleme çabası ve deyim yerindeyse beyin patlatma faaliyeti yürütmüşse bugün başarı döneminin gençlik kuşağı da pratik kadar düşünsel faaliyet konusunda da kendini sorumlu görmelidir. Gençlik üzerine düşen görevleri yerine getirirse PKK’nin 36. Yılını Önderliğin özgürleştiği ve zaferin sağlandığı yıl haline getirmek mümkün olacaktır. Dönem inşa dönemidir. Toplumsal, yeni, komünal, iktidardan uzak olan ancak gençlik ve kadın emeği ile inşa edilebilir. Özgürlüğümüzü de, anadilde eğitim sistemimizi de, özerk yönetmilerimizi de, halkımızın ve Önderliğimizin özgürlüğünü de biz kendi ellerimiz ile inşa ettiğimiz kadar kazanmış olacağız. Önderliği özgürleştirmenin yolu da onun sistemini inşa etmekten geçer. *** 25 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Gün Bilinçlenme Örgütlenme ve Başarma Günüdür Çektar TOLHILDAN “İnşanın öncü gücü konumundaki gençlik, tarihi sorumluluklarına denk bir duruş ile direniş mücadelesini her alanda güçlü bir şekilde çalışarak ve örgütlenerek sağlayabilirse başarılı olabilmesi için önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Gün bilinçlenme, örgütlenme ve başarma günüdür” Kapitalist modernitenin üzerinde şekillendiği üç temel ayak olan azami kar kanunu, ulus devlet ve endüstriyalizm hemen hemen dünyanın her alanında ciddi sarsıntılar geçirmekte; halkların, sınıfların, sistem karşıtı çeşitli eğilimlerin, kadınların ve özellikle de gençlerin rahatsızlık ve tepkilerine yol açmaktadır. Bir avuç sermayedarın dışındaki tüm kesimler, sisteme olan rahatsızlıklarını artık sadece bazı eleştiri ve görüşlerle dile getirmemekte, sistemi ciddi bir biçimde sarsacak etkide isyanlar gerçekleştirmektedir. Son iki yüzyıl içinde kapitalist modernitenin ana merkezinde gelişen ve belli bir örgütlülüğü ve sürekliliği olan eylemlikler; ete-kemiğe bürünen politik, sosyal, siyasal sonuçlar yaratmasa da, alternatif sistemler geliştirmeye yetmese de artık en geniş kesimlerin sistemden bıktığını, onu yaşamak istemediğini ortaya koyması ve yeni bir arayış peşinde olduklarına Mijdar 2013 işaret etmesi bakımından umut verici ve öğretici derslerle dolu olmaktadır. Zihni anlamda sorunların kaynağı ve merkezi konumundaki coğrafyada bunlar yaşanırken yansımalarını diğer tüm coğrafyalarda, kıtalarda da hissettirmekte, göstermektedir. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler, kapitalist modernite sisteminin bölge halklarına giydirmeye çabaladığı deli gömleğinin tutmadığını tüm yalınlığıyla ortaya koymaktadır; zira bölgede yaşanan sadece bir iktidar savaşı değil, aynı zamanda kültürel yönü olan bir çatışma ve direnmedir de. Önder Apo bölgeye yönelik yaptığı değerlendirmesinde “her şeyden önce yaşanan çatışmanın uygarlık hegemonyası çerçevesinde değil, kültürel çerçevede geçtiğinin bilinmesi büyük önem taşır... Toplumsal kültür, dünyanın birçok sömürge alanından farklı olarak, Avrupa modern kültürünü hemen özümsemek yerine, ağırlıklı ola26 rak dirençle karşılıyordu. Bölgenin tam sömürgeleştirilememesi kültürel gücünden ileri gelmekteydi. Özellikle hâkim kültürel gelenek olarak İslamiyet bu dönemde direnişin aktif öznesi durumundaydı;burada ayırt edilmesi önemli olan nokta, direnenin iktidarcı ve devletçi İslam değil, toplumsal kültür olarak İslam olduğudur… Bu açıdan Ortadoğu’daki çatışmaları ne dar anlamdaki Batılı sınıfsal ve ulusal savaş paradigmasıyla ne de radikal ve ılımlı siyasal İslam’ın iktidar ve devlet savaşlarıyla nitelemek yeterlidir. Şüphesiz çatışmaların bu boyutları da vardır. Bu boyutlardaki çatışmalar daha çok iktidar ve devlet alanlarını ilgilendirir. Fakat savaşların tüm bu iktidar boyutlarını aşan niteliği daha önemlidir…” demektedir Hem 20. yüzyıl boyunca halklar üzerinde nefes aldırmayacak biçimde baskı uygulayan statükocu güçlere, hem de bu sistemin yaratıcısı olan dış STÊRKA CİWAN güçlere karşı Arap baharı olarak adlandırılan halk eylemliliklerini bu çerçevede değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu eylemler toplum içi dinamikler sonucu gelişen eylemler olmakla birlikte uluslar arası sermaye güçleri bu eylemleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için harekete geçmişlerdir. Bu konuda belli düzeylerde başarılı oldukları da görülmektedir. Kuşkusuz bu yönlendirmeler karşısında halkların tepkisi gelişmektedir. Mısır örneğinde görüldüğü gibi, bu yönlendirmeler sürece nokta koymaya yetmemektedir. Uluslar arası sermayenin yönlendirmeleri istikrar, güven ve gelişme değil, tam tersine güvensizliği, istikrarsızlığı ve çatışmayı daha da derinleştirmiştir. Dolayısıyla bir süre önce gerçekleşen darbenin sorunları derinleştirmekten öte bir sonuç yaratmadığı, yaratamayacağı görülmüştür. Çünkü sorunların çözümünün siyasal iktidarın el değiştirmesinden ibaret olmadığı tarihsel olarak kanıtlanmıştır. Sorunların ekonomik, kültürel ve tarihsel karaktere sahip olduğu her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır. Çözümün de ancak bu temelde gerçekçi ve özgürlükçü bir yaklaşım ile gerçekleşebileceği aşikârdır. İran batı karşısında direnme görüntüsü altında kendi çürümüş sistemini çeşitli seçim oyunlarıyla reformcu-radikal yöntemler sergileyerek ayakta tutmaya çalışmaktadır. İran’ın Irak, Lübnan ve Suriye üzerinden gerçekleştirdiği direniş, aynı zamanda Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan karşısında bir Şia ortak cephesini de ifade etmektedir. Dolayısıyla bölgenin tarihi köklerinden süzülüp gelen zihniyet, ideolojik ve politik sorunlar bir kez daha Sun iŞii cepheleşmesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu durum İran rejimini Batı karşısında biraz soluklandırmışa benzemektedir. Bu anlamda biraz rahatlayan İran her fırsatta Özgürlük Mücadelesine karşı şantaj ve dayatma içine girmesinin zeminini oluşturmaktadır. Hareketimizin Türkiye’de demokratik bir siyasal hamle yaptığı ve Rojava devrimini gerçekleştirdiği bir dönemde İran’ın bu iki alandaki hamlemizi de boşa çıkarmak için büyük bir çaba harcadığı görülmektedir. Daha düne kadar Türkiye ile birlikte geliştirdiği ittifaklarla hareketimizi baskı altında tutmaya çalışırken, şimdi Suriye, Irak ve Güneyli güçler üzerinden zorlamalar ve dayatmalarda bulunmaktadır. Suriye, ABD-Avrupa etrafındaki cephe ile Rusya-İran- Çin cepheleşmesinin, çatışmasının yaşandığı bir tür paylaşım savaşının yürütüldüğü bir saha haline gelmiş ya da getirilmiştir. Her bir tarafın kendi içinde de tam olarak mutabık olamadığı köklü konuların varlığı, Suriye rejimini ayakta tutan bir duruma dönüşmüştür. Özellikle Batı dünyası ile Rusya’nın kendi aralarında bir denge yaratıp çözüme ulaşamamaları, sömürgeci AKP devletinin rejimi devirerek yönetimi kendi müttefikleri olan İslami cepheye verme yönündeki politikasının ABD-Avrupa siyasetiyle çelişmesi nedeniyle Suriye rejimi hala varlığını koruyabilmektedir. Ortadoğu genelinde işbirlikçi iktidarcı İslam’a dayalı bir sistem kurmak isterken, Lübnan ve İsrail ile sınır olan Suriye’de İslamcı bir iktidarı ABD ve Avrupa kendi çıkarlarına uygun görmemektedir. Türkiye ile düşündükleri işbirlikçi İslam’a dayalı Ortadoğu düzeni arasında çok farklı etnik, inançsal ve toplumsal kesimlere dayalı bir tampon olacak Suriye düşünmektedirler. Gelinen aşamada Rusya ve ABD’nin içinde bulunduğu taraflar hem mevcut iktidarı hem de muhalefeti aşan bir iktidar bloğunda anlaşacakları büyük bir olasılıktır. Bu durum kaçınılmaz olarak fiili olarak oluşan statünün Rojava Kürdistan’ında kalıcılaşmasını sağlayacak bir nitelik de taşımaktadır. Öte yandan Suriye rejimiyle çatışan güçlerin rejim karşısında gerileyişleri ve psikolojik üstünlüğünü yitirmeleri nedeniyle ( ABD’nin son zamanlarda müdahaleden bahseder hale gelmesinin temelinde kaybedilen psikolojik üstünlüğün tekrardan sağlanması yatmaktadır) Türk devletine dayanarak Rojava’nın bütününe yayılacak bir 27 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN geri cephe oluşturma yönünde bazı hamlelere girişmesi ve AKP devletinin de buna açık olması ve hatta açıktan bunu örgütlemesi, Türkiye’de Önderliğimizin başlattığı “demokratik kurtuluş ve özgür yaşam” hamlesinden kopuk ve bağımsız değildir. Hem Rojava’da oluşan statünün önüne geçme ve bunun Türkiye siyaseti üzerinde oluşacak etkilerini bertaraf etme ve hem de Önderliğimizin başlattığı hamlenin dayanaklarını ortadan kaldırma ve mümkünse çıkarlarına en uygun şekilde hareketimizi istediği noktaya çekme veya getirme amaçlanmaktadır. Uluslararası güçler ve Türkiye kendi çıkarlarına hizmet edeceklerini düşündükleri işbirlikçi Güneyli güçleri (KDP kısmi düzeyde YNK) Rojava’da bir iktidar gücüne dönüştürmek için deyim yerindeyse her türlü yol ve yöntemi denediler; ancak gelinen aşamada başarılı olamadıklarını görünce şimdi de dört bir yandan tecrit ederek ve çeteci gruplara saldırmaları için destek sağlayarak teslim almaya gayret etmektedir. Özellikle KDP’nin en temel gereksinimlerin karşılandığı sınır kapılarını kapatması ve ardından savaşın yoğunlaşması ile beraber kurtarıcı gibi ortaya çıkıp halkı devrimden ka- Mijdar 2013 çırtması ve devrimi dayanaklarından yoksun bırakmaya çabalaması, uluslar arası güçleri, üçüncü eğilim olarak kendini örgütleyen hareketimize ve Kürt halkına karşı geliştirdiği düşmanca siyaset ile alakalıdır; ulusal Kürt kongresinin gerçekleşmemesi için KDP’nin zorlayıcı yaklaşımları, Rojava’daki devrim süreci ve Türkiye’de başlatılan hamle ile de birebir ilişkisi ve bağlantıları bulunmaktadır. Türkiye’de başlatılan hamle süreci tıkanmış, işlemez duruma gelmiştir. Şimdiye dek hareketimizin tek yönlü fedakârlıklarla yürüttüğü bu sürecin bu biçimiyle yürüyemeyeceği ve sonlandığı açığa çıkmıştır. AKP ve Türk devletinin oyalayıcı yaklaşımlara dayalı olarak seçim hesabı yaptığı ve Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda herhangi bir perspektifinin olmadığı netleşmiştir. Bu olmadığı gibi, her alandaki demokratik kazanımlarımıza dönük saldırılardan da geri durmamaktadır. Yaşanan tüm bu gelişmeler Kürt halkının geleceğini belirleyecek nitelikte olmaktadır. Bu durum, özellikle mücadelenin en aktif öznesi konumundaki Kürt gençliğini daha fazla ilgilendirmektedir. Kürt gençliğinin; yaşanan bu gelişmelere se- 28 yirci kalması beklenilmeyeceği gibi, başarıya etkide bulunmayan kimi eylemlerle bu sürece dahiliyeti de kabul edilemez. Avrupa’dan Rojava devrimine karşıtlık temelinde örgütlendirilip savaşa gönderilen gençlerin durumu düşündürücüdür. Bu insanlar ne adına kilometrelerce yolu aşıp Kürt halkına karşıt hale getiriliyor? Açık ki, haklı mücadelemizi yeterince tüm kesimlere anlatamıyoruz. Bu anlamda halk diplomasisinin daha fazla işlerlik kazanması gerekmektedir. Sistem tarafından çarpıtılan ve yönlendirilen bilinç tahakkümden kurtarılmalı, aydınlatılmalıdır. Ciddi bir bilinçlenme ve bilinçlendirme faaliyetine ihtiyaç vardır. Bunu başarır ve her yerde, her alanda tüm gençlik kesimlerini kapsayacak bir anlayış temelinde örgütlülüğe erişir ve eylemi ile de kendini ortaya koyabilirse sürece olumlu anlamda etkide bulunur, değişimin aktif öznesi haline gelir Kürt gençliği. Oluşan bu tarihi nitelikteki fırsatı Kürt halkının lehine dönüştürebilmek için Rojava devrimi ile yatıp Rojava devrimi ile kalkmak gerekmektedir. Deyim yerindeyse düğümün çözüleceği saha konumuna gelmiştir Rojava. Dolayısıyla devrimin heyecanıyla, destekçi olan tarzı da aşarak bizatihi içinde yer alan bir duruşa sahip olmalıdır Kürt gençliği. Akın akın mücadele ve direniş sahasına akmalılar. Demokratik modernite temelinde demokratik özerkliği inşa etme ve kalıcı kılma vaktidir. İnşanın öncü gücü konumundaki gençlik, tarihi sorumluluklarına denk bir duruş ile direniş mücadelesini her alanda güçlü bir şekilde çalışarak ve örgütlenerek sağlayabilirse başarılı olabilmesi önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Gün bilinçlenme, örgütlenme ve başarma günüdür. STÊRKA CİWAN Yürüme vakti… Jêhat BÊRTÎ Uyku tutmaz ki böyle geceler de adamı. Pardon. Oysa dikkat ediyordum eril bir dil kullanmamaya. İnsani olan her şeyi ‘adamla’ ifade etmek Âdem babamıza övgü olsa da, Âdem babamıza bilgiyi ve dolayısıyla aklı yani insan olmayı bir elmada hediye etmiş olan Havva anamıza büyük hem de çok büyük bir haksızlık oluyor. Oysa, ne güzel bir kelime İNSAN. Nisa anamızdan geliyor. Anlamı, ‘Nisa’dan olanlar’ demektir. devular, çakışıyor planda olmayan buluşmalar. Mesela Zagroslarda ismini bir şkeft'e vermiş olan buraların en eskilerinden Ali Xebat arkadaş, çıkıp geliverdi misafirliğimize ortak olmaya. Akşam yemeği ardından noktanın kamuflajlı çadırında biraz temaşe-yi televizyondan sonra, kapanıyor jeneratör, kararıyor ortalık. Ben silikon yığını makinenin cılız ışığında karıştırıyorum dosyaları. Yanımdaki yaşlı, yanı başımızdan usul usul akan derenin şırıltısında sırt üstü uzanmış, tüttürmüş bir sigara, tavana dikmiş gözlerini. Canı sıkkın bir hali var. Saat gecenin 10’u. Ay ışığı karanlık çadırın aralanmış kamuflajından bıçak gibi sızmış içeri. Ben uğraşırken silikon yığınıyla, yaşlı adam doğruluyor yerinden. Dudağında sigarası, çadırın kapısından sızıyor ay ışığına doğru. Ben dalıp gitmişim son çektiğimiz fotoğraf dosyaları içinde. Böylece daha girişte dili düzelttikten sonra anlatayım size, Ağustos’un orta yerinde pırıl pırıl bir ay vakti Zagrosların bir ucunda Avaşîn’e komşu akan bir derenin kıyısında uyku tutmayınca insanı, ne acayip, ne karmaşık, ne çetrefilli sohbetler gelip buluyor insanı. Gelen-geçenin çok olduğu, takılanın bol olduğu bir noktaya uğrayıvermişiz. Yine yanımda bir yaşlı adamla tamamen tendüristik ve turistik nedenlerle çıkmışız rotasız yolculuklara. Gelmişiz böyle trafiği bol, trafik polisi olmayan Misafiri olduğumuz noktanın genç ve misafirbir noktaya. Randevulaşmışız mutlak görmemiz perver gerillası, hafiften aralayıp çadırın kapısını gereken bir arkadaşla. İşler yoğun, trafik karmaşık çaya davet ediyor beni. Ben de, aralanan perdenin olunca gecikebiliyor randevular. Gecikince ran- içinden sızan ay ışığının yeterince güçlü olan çe29 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN sında ışıldayıp duruyor. Uzaklardan cırcır böcekleri ve kurbağa sesleri birbirine karışıyor. İşte böyle zamanlarda uyku tutmuyor insanı. Yazın sonbahara evirildiği, gündüzün yakıcı güneşinin yerini gece ay ışığının buz gibi soğuğuna bıraktığı özlenen serin zamanların kapıya dayandığı vakitlerdeyiz. Biraz oturduktan ve çayımdan birkaç yudum aldıktan sonra soğuktan ürperiyor tenim. Yanımdaki yaşlı adamın iyice üşüdüğünü ama sohbeti de yarıda bırakmaya niyeti olmadığını görünce, gidip çadırdan birkaç battaniye getiriyorum. Her birimiz sırtımıza attığımız battaniyelerle oturduğumuz sandalyelerde gece çayının keyfini çıkarıyoruz. Sohbet dönüp dolaşıp ulusal kongreye geliyor. Uzun yıllardır Zagroslarda bulunan Ali Xebat, yöre halkını iyi tanıyor. Bir süredir bir ayağı şehirde olan yaşlı adama oraları soruyor. Ulusal kongre önünde engel olan temel sorunu tartışıyorlar. Ben dinlemeyi tercih ediyorum. Tartışmanın temel gündemi giderek kongrede kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan iki siyasal çizginin değerlendirmesine dönüşüyor. Kürdistan’da iki temel çizgi sürekli bir mücadele halinde. Birisi ulusal demokratik ve özgürlükçü çizgi. Diğeri ilkel milliyetçi işbirlikçi çizgi. Ulusal mücadelenin yoğun baskı altına alınıp daraltıldığı zamanlarda iyice marjinalleşen ilkel milliyetçilik, özgürlükçü çizgisinin geliştiği zamanlarda sömürgeci güçlerin desteğiyle sürekli diriltilmeye çalışılmaktadır. Kürtlerin böyle tarihsel bir fırsat yakaladıkları zamanlarda, bu çizginin kendini gündeme dayatması tarihimizin diyalektiği olarak değerlendiriliyor. Sohbetlerden kongrenin kaçınılmazlığının nedenlerini yakalamaya çalışıyorum. Yüz yılı aşan ulusal demokratik ve özgürlükçü mücadelenin gelinen aşamada birçok engeli aştığı vurgusu yapılıyor. Mücadelenin bizzat içinde denenmiş bu iki çizginin artık iyice bilince çıkarıldığına dikkat çekiliyor. kimine çay davetinin çekim gücü de eklenince, bir kenara itip silikon yığınını hemen fırlıyorum çadırdan aya doğru. Çadırın hemen yanı başında geniş düzlüğün orta yerinde iki sandalyede oturmuş iki eski gerillanın parlayan sigara ateşlerine doğru yürüyorum. Yaşlı adam henüz giyinmemiş dağlı giyitlerini. İncecik bir tişörtle iki büklüm oturmuş sandalyede. Karşısında Ali Xebat, mırıl mırıl bir şeyler konuşuyorlar. Ben tam yaklaşınca yanlarına, genç ev sahibimiz, elinde kapkara çaydanıyla çıkıp geliyor. Ali Xebat, yanımdan kamelyaya doğru süzülüp gidiyor. Hava iyice soğumuş. Bütün tenimde hissediyorum soğuğu. Ben de yakıyorum bir sigara. ‘Hayırdır?’ diyor yaşlı adam. ‘Çaya geldim’ diyorum. ‘Aya mı geldin?’ diyor. Ç’yi atıp ‘aya geldim’ diyorum. ‘Bu aya iyi gider bir çay’ diyor. Gülüşüyoruz. Bir dönüyorum arkamdan gelen sese; Ali Xebat elinde koca plastik masayla çıkıp geliyor. Koyuyor masayı orta yere. Ben de koşup iki sandalye daha alıp geliyorum. Bardaklar geliyor. Çay doluyor. Bir taraftan devam eden sohbete kulak kabartıGüney Kürdistan halkının uzun süredir iktidar yorum, bir taraftan gündüz gibi ortalığı aydınlatan ay ışığında etraftaki manzaranın tadını çıkarmaya olan işbirlikçi çizgiye olan güvensizliğinin iyice çalışıyorum. Deredeki yakamozlar dağların silu- gün yüzüne çıkmasıyla tepkilerini daha rahat etleriyle göğe uzanan kavakların yaprakları ara- ifade ettiği belirtiliyor. Bu çizginin temsilci olan KDP ve Barzani ailesinin giderek marjinalleştiği Mijdar 2013 30 STÊRKA CİWAN ve halk nezdinde bütün meşruiyetini kaybettiği artık iyice belirginleşmeye başlamış. Özellikle Kürtlerin temel güncel gündemi olan Rojava Devrimi ve Ulusal Kongre karşısındaki tutumları, bu çizginin iyice teşhir olmasına yol açıyor. keler, tedbiri alınması gereken ayazlar var. Silikon yığınlarına yansımayan kavgalar var. Ay vakti zamanlarda yazın cehennem sıcağı yerini sonbaharın ürpertici serinliğine bırakırken, bir halkın kaderi belirleniyor. Herkes tartışıyor Kürtlerin geleceğini. Dost-düşman birçok şey söylüyor. Bu toprakların zenginliğine göz dikenler yeni sömürü yöntemleri ve siyasetleri tezgâhlarken, ay vakti zamanlarda bu tezgâhlara çomak sokma sohbetleri yapılıyor. Nüfusu kırk milyonun üzerinde olan bir ulusal gerçeklik içinde tabanı yüzde 10’u bile bulmayan bu çizginin ulusal kongrede neredeyse yarı yarıya temsiliyet dayatmasında bulunması, ulusal birlik yönünde ciddi bir engel olduğunu gösteriyor. Yine Rojava halkı üzerinde bir taraftan uyguladığı ambargo, bir taraftan da Rojava’yı Kürtsüzleştirme ve boşaltma politikalarına çanak tutması iyice teşhir olmasına yol açıyor. Bu durum Kürdistan’la ilgilenen herkesin dikkatini çekiyor. Gündemi yakından takip eden ve bölge siyasetini bizzat yaşadıkları tecrübelerden iyi tanıyan dağlıların ulusal gündeme ilişkin bu sohbetleri, kafamdaki birçok soruya cevap oluyor. Ali Xebat’ın: Böyle romantik bir havada, böyle romantik manzarada, böylesine yoğun siyasal, stratejik tartışmalar yoruyor beni. Üstelik hava da iyice soğumaya başlamış. Silikon yığınını açık bırakmışım. Müsaade isteyip çadıra yönelirken, masadakiler devam ediyor sohbete. Ben geçiyorum silikon yığınının karşısına. Böyle romantik bir havada bu kadar siyasal yoğunlaşmayı nasıl özetleyerek aktarabilirim diye düşünüyorum. Üstelik bu havanın tadını kaçırmadan hangi kelimelerle ifade edebi‘Heval, daha düne kadar Barzaniler için bizimle lirim. Sonra, neyse o diyorum. savaşan bu köylülerin birçoğu, bugün, onlara küfredebiliyorsa bunun siyasal karşılığı çizgide netOldukça umut veren bir hava. Yürek ferahlatan. leşmedir’ diyor. Karanlıkları aydınlatan. Yanlış yerlerde, karanlık kuytularda karanlık tezgâhlar kuruluyor bir taGüney’de KDP’ye karşı gelişen siyasal hare- raftan. Bir taraftan ay vakti zamanlarda akan ketlerin giderek taban ve güç kazanması bölgede derelerin kıyısında parlayan ay ışığında, aydınlık yapılması planlanan başkanlık seçimlerinin erte- kafalar karanlıkları aydınlatmanın sohbetindeler. lenmesi ve KDP’nin tek meşruiyet zemini olarak Böyle gecelerin sonunda elbette karanlığa değil, bugüne kadar engel olduğu ulusal kongreye güneşe bırakır yerini ay vakti zamanlar. Elbette mecbur kalması, bu netleşmenin bir sonucu olarak cam ekranların, gazete sayfalarının, silikon yıgösteriliyor. Ama sohbetin sonunda söylenen bir ğınlarının karartamayacağı zamanlardır o güneşli söz içime kurt düşürüyor. Derler ki, Barzanilerin zamanlar. Dağlarda ay vakti zamanlarda güneşe meşhur bir sözü varmış: ‘Biz belki birçok şeyi ya- açılıyor bütün kapılar. pamayabiliriz ama birçok şeyi iyi bozabiliriz’ derlermiş. Bugün ulusal demokratik birliği inşa ederSiyaset mi! ken, Kürtlerin önünde en büyük engel, yapma güçlerinin zayıf olması değil, bozma gücü olanları Herkes, tarihin Kürtlere ‘yürü’ dediği zamanlara etkisizleştirme yeteneği gösterip gösteremeyece- işaret ediyor. Gülümsüyor dağlılar. Ay ışığı zağidir. manlarda yürüyelim de sanki biraz geç kaldı tarih dedemiz bu sözü söylemede. Ama neylersin. GelBir gece vakti bir derenin kıyısında ay ışığında mişse vakti yürümenin, elbette tereddütsüz yübir masanın etrafında çay içerken ulusal sorunlar rüyecektir tarihin en eski çocukları… tartışılıyor. Dağdan bakınca, karanlık gecede bile ay ışığında her şey gündüz gibi açıkça görülüyor. Böyle zamanlarda uyku tutmuyor insanı. Görülecek güzellikler var. Gecenin siluetine gizlenmiş tehli31 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Murat GARE Yoldaş Mazlum MAKU Murat Gare’de kendini gerillacılık pratiğinde yetkinleştirmesiyle tanınıyordu. O dönemde bulunan bütün taburlara askeri ve kumando eğitimi veriyordu. Murat Gare’de kalaşnikofla hedefi 12’den vurmasıyla meşhurdu. Bir gün Gare alanında Xerê bölgesinde tabura askeri eğitim veriyordu. Ve bir arkadaş hedefi vuramamasının gerekçesini, silahın nişan ayarı olarak gösteriyordu. Nişan ayarının bozuk olduğunu söylüyordu. Fakat Murat arkadaş sorunun silahın ayarında değil, arkadaşın nişan alamamasından kaynaklandığında ısrar ediyordu. Fakat arkadaş kabul etmiyordu. Bunun üzerine Murat arkadaş kalaşnikof silahı arkadaşın elinden kaptığı gibi tek ele nişan alarak hedefi 12’de vuruyor. Murat silah kullanımı ve gerilla taktiklerinde kendini oldukça yetkinleştirmişti. 2004 1 Haziran hamlesiyle Kuzey Kürdistan’da gelişen yeni savaş ve modern gerilla taktiklerini geliştiren belli başlı arkadaşların arasında yer alıyordu. Murat savaşta atikliği ve zekasıyla tanınıyordu. Şehit Kendal ve Zara bölgesindeki pratiğinde çok sayıda gerilla eğleminin hem örgütleyicisi hem de komutanı oldu. Murat arkadaşla en son 2008’de Mexmur kampında görüşmüştük. Ben yaralandıktan sonra oraya geçmiştim. Murat’ın ailesi Mexmurlu göçmenlerden olduğu için daha önce hep Ertuş’tan başlayan ve Mexmur’a kadar süren göcebe yaşamlarını anlatmıştı. Annesini, kardeşini ve çektikleri acıları anlatıyordu. Ben de anlattıklarından dolayı hep Mexmur’u ve ailesini merak etmiştim. O da 2008’de Mexmur’a tedavi için geldiğinde görüşmüş ve birlikte ailesini ziyarete gitmiştik. zorlu koşulları omuz omuza aştığımız ve yoldaşlığımızın geliştiği Murat arkadaşla son görüşmemiz olacaktı. Murat arkadaşla uzun mücadele pratiğimizde sayısız anılarımız oldu. Bir gün 7 yıldız saymayla (akşam aydınlıktan karanlığa geçiş ve gerilla içi yürüyüşe başlama anı) başladı yürüyüşümüz ve çoban yıldızının çıkmasıyla menzile varırdık. Ve durduğumuz her noktada ilkin silahına sarılıp şafak sökene kadar ilk nöbeti o tutardı. Sonra çevreyi keşfeder, arazide düşman olmadığından emin olduktan sonra ateş yakar ve ondan sonra bizi kaldırırdı. Bu sırrımızı sırtımızı dayadığımız yabani kavak ağaçları ve doğan güneş bilirdi. Ve yol aldığımız rotada her an ölüm vardı. Ama biz yaşamak adına ölüme korkusuzca yürüyorduk. Hiç birimiz ölmek ve öldürmek için dağa çıkmamıştık. Ama yaşamak adına ölmeye hazırdık. Ve bizi öldürmek isteyenlere kurban koyun olmadığımızı defalarca göstermiştik. Ve bu yollarda Mijdar 2013 32 STÊRKA CİWAN elimiz hep tetikte olmuştu. Ülkemizin cehenneme çevrilmek istenen cennet coğrafyasında ölüme karşı cennet yaşamını inşa etmeye çalışıyorduk. Yeryüzünde cennet vasıflarına layıkken savaşta tam tersi bir durum ifade edebiliyordu Geliyê Godernê. Şehit Tekoşerle ilk bu noktayı keşfettiğimizde ne isim verelim diye birbirimize sorduğumuzda “Dehşet Noktası” olsun demiştik. Çünkü gerçekten hem ormanlık hem kayalık bir arazideydi. Fakat etrafı askeri açıdan çembere alıncak bir konumdaydı. Küçük cennetimiz Dehşet noktasının korucular tarfından fark edildiğini yaşanacak çatışmadan sonra öğrenecektik. Botan’dan Amed ve Erzurum’a gidecek karışık bir grup alana gelmişti. Kuryelik görevi bana düşmüştü. Silvan’da iki gecelik yoldan sonra Dehşet noktasına 500 metre kadar kalmışken hava hala aydınlanmadığından hedefe ulaşmanın rahalığıyla durduk. Yaklaşık bir saat sonra hava biraz aydınlanınca ormanlık alanda bulunan noktaya geçtik. Noktaya vardığımızda Murat arkadaşın yanında 10’a yakın silahsız yeni gerilla adayı vardı. Ve o gün öğlen saatlerinde düşmanın nokta baskınıyla başladı çatışma. Nasıl olduğunu anlamamıştık. İşte o çatışmada Murat arkadaşın savaşa ne kadar hakim olduğunu çok iyi gördüm. Murat belki binlece asker ve korucu tarafından çembere alınan o noktadan silahsız on savaşçıyı akşama kadar kayıp vermeden ve düşmana kayıp verdirerek çıkarmayı başardı. Murat’ın hakimiyeti, kendine güveni ve soğukkanlılığı sayesinde hepimiz o çatışmadan kayıp vermeden çıktık. İnsanların özelliklerini ve yeteneklerini gerçekten tanımak böylesi zorlu koşullarda oluyordu. Bu çatışmada Murat arkadaşı daha da iyi tanımıştım. Arkadaşlığımız ülkemizin farklı coğrafyalarında ve koşullarda devam etti. Avaşin’de birlikte yıkandık, Basya suyunda birlikte balık tuttuk. İlk baharın karanlık gecelerinde Zap patikalarını aniden aydınlatan ve aynı şekilde karartan şimşekler altında birlikte yolculuk ettik. Harita üzerinde çizili kalan Kürdistan sınırlarını birlikte aştık. Andok dağının başında esen rüzgarın, Serêspi’de kıyıya demir atan bulutların ve Lice ovasında sabahın gizlenen nem bulutlarının arasında çıkan güneşte birlikte ısındık. Fis’te birlikte mevzilendik ve düşmana karşı tetiği aynı anda çektik. Aynı barut kokusundan genzimiz yandı. Ve birbirimizin yaralarını aynı şutük parçasıyla bağladık. Aynı rüzgar alnımızda tespih taneleri gibi dizilen terimiz kuruttu. Aynı zorlu uçurumları ve dereleri birlikte aştık. Bir dilim ekmeği yoldaşça paylaştık. Aynı mataradan su içtik ve su içtiğimiz matarada çay demledik. Amed Ovasında gece serin rüzgarlarıyla gelen kavun kokusunu paylaşatık ve aynı zebeşten yedik. Sigara kullanmadığımız halde Lice tütününden birlikte sigara sarıp içtik. Ve hayatımız ile mevsimlerimiz bütünleşti. Aynı yağmur altında sabaha kadar yürüdük, ve aynı karda birbirimizin izini takip ettik. Ama bu birliktelikler yaşamımızı aynılaştırmadı, hiçbiri diğerinin tekrarı değildi. Ve şu anda hiçbiri yazılmayacak, çünkü o anda yaşandı ve o anda saklı kaldı. Yaptıklarımızın yanısıra aylarca birlikte yapamadıklarımız da oldu. Bir kış boyu Banyo yapamadık mesela. Ve birlikte yapamadıklarımızın başında her savaşçının ölüme çarpışarak ve savaşarak gitmesi oldu. Şimdi seni yazarken beni en çok zorlayan belki de budur. Sen savaşarak, çarpışarak şehit düştün. Rojava’ya maalesef birlikte gidemedik. Devrimin en sıcak bir döneminde birlikte olamadık. Ve şu an neyi hatırlıyorum biliyor musun? Hani beraber köylere giderdik ya, yaşlı anneler ve babalar “oğlum siz bu kalaşnikofla mı devletin top ve tankına karşı savaşırsınız ve devrim yaratırsınız?” diye sorarlardı ya.... İşte bak Murat bugün yarattınız işte. Ve belki de sen kendi gözlerinle görmeden düştün toprağa. Ama o Kürdistan’da korku salan ve ihtiyarların gözünü korkutan tank ve toplar senin komutanlığını yaptığın savaşçılar tarafından teker teker imha edilyor ve ele geçiriliyor. Biz sadece yüreğimizle kleşimize ve irademize inandık zalimlerin tankı topu karşısında. Bugün senin izinde onbinlece yürekli Kürt savaşçısı ve yüzbinlerce yurtsever senin silahını kaldırmış ve dünya gericiliğine karşı savaşıyor Rojava’da. Milyonlar Devrimi ilmek ilmek örüyor cennet ülkemizin Rojavasında... 33 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Konfederalîzma Demokratîk Rêxistingeriya Netewa Demokratîk Ya Ne Dewlet e Abdullah OCALAN “Ev ji bo Kurdan jî baş û di cîde ye. Kurd dikarin di navbera xwede, bêyku dest bidin sînoran, konfederalîzma demokratîk ya Kurd damezrînin. Hemû parçeyên Kurdistanê, bêyku dest bidin sînoran û sînoran ji xwere wek asteng bibînin” Pêwîste têgîna Konfederalîzma Demokratîk were nîqaşkirin. Ya ez qala wê dikim demokratîkkirina Komarê ye. Têgihiştina min ya ji sosyalîzmê re wiha ye; Sosyalîzma pêkhatî jî dinavê de, ez têgihiştina sosyalîzmeke ku xwe dispêre dewletê rast nabînim. Têgihiştina min ya Konfederalîzma demokratîk jî ev e. Heta ku demokrasî neyê pêşxistin sosyalîzm jî nabe. Bi desthilatiya Sovyetan jî ev çareser nebû. Sovyet, mîna dewleta rahibên Sûmeran bûn. Çîn jî wisa. Ji ber vê yekê jî nekarîn xwe li hember DYE ser lingan bigirin. Rewşa Rojhilata Navîn a heyî, ne ji jor de DYE’yê, ne jî di jêr de gel qebul dike. Rêveber di vê navberê de tengav bûne. Ya wê xwe biguherînin, yan jî wê di bin zextên DYE’yê de biçewisin. Pêla neteweperestiyeke nû çawa bû sedem ku dema borî da wendakirin, wê îro jî bide wendakirin. Li vir Konfederalîzma Demokratîk mîna dermanek e. Mijdar 2013 Dibe ku DYE bi sorkirina neteweperestiyê re rê li ber wendakirina sedsaleke veke. Neteweperestî sedsalekî da wendakirin, ji bo ev sedsal jî ne de wendakirin tê xwastin ku konfederalîzma demokratîk ji binîve were birêxistin kirin. Ev xeta serekeye. Tê xwastin ku sosyalîzmeke xwe dispêre demokratbûnê hebe. Esasê vêya ew her şeş xalên ku min di bernameyê de dabû diyarkirine. YE niha demokratîk dibe, Tirkiye demokratîk dibe, tevgera Kurd demokratîk dibe. Divê ev sentezekî çêbikin. Bila şaş neyê fêhmkirin, ez nabêjim bila Tirkiye konfederalîzm be. Bila pêkhateya xwe ya unîter jî bi parêze, lê ez dibêjim bila li gel vêya komara demokratîkbe. Ez li dewsa dewleta Barzanî-Talabanî dibêjim Konfederalîzma Demokratîk ya Kurdistanê. Divê ev bi Komara Tirkiyê re dost be. Konfederalîzma demokratîk ne neteweperestiya Kurd 34 e. Ji netewparêziya dewletî dûr mayîn, girîngî dayîna netewa demokratîk û pêvajoya Yekîtiya Ewrûpa wek sentezekî were fêhmkirin. Li ser vê bingehê dixwazim gel seferberbe. Bi vî rengî emê netewperestiyê ji xeterbûnê derbixînin. Konfederalîzma Demokratîk diyarî tevahî gelên cîhanê û Rojhilata Navîn dikim. Çareseriya heqîqî ya ji bo gelên Rojhilata Navîn û her wiha ji bo cîhanê jî konfederalîzma demokratîk e. Konfederalîzma demokratîk rêxistingeriya netewa demokratîk ya ne dewlet e. Konfederasyona demokratîk rêxistiniya hindikahiyaye; rêxistiniya çandî, dînî, heta ya cinsî û mîna vaye. Ez ji vêya re dibêjim netewa demokratîk û rêxistiniya çandî. Ji her gundek komînekî demokratîk dikare derbikeve. Yekbûna hemû rêxistinên çandî dibe konfederasyon. Divê wekî xet were nîşandan. Ez ji vêya re dibêjim konfederasyona demokratîk ya ne dewlet. STÊRKA CİWAN Mînakên vê yên dîrokî hene. Beriya niha demokrasiya Atîna hebû. Di Sûmeran d ejî rêxistiniyeke heman hebû. Konfederalîzma Ewrûpa çêdibe. Konfederalîzma Rojhilata Navîn jî dibe. Ji bo Kurdan jî li Rojhilata Navîn Konfederalîzma Kurd di cî de ye. Îsraîl û Flîstîn di navbera xwe de dikarin konfederalîzma demokratîk saz bikin. Ji bo 22 dewletên Ereban, di navbera xwede konfederalîzmeke demokratîk ya demokrasiyê li ber çavan bigire, dibe. Tirk di navbera xwede dikarin konfederalîzma demokratîk ya Tirk saz bikin. Hun nikarin tevahî Tirkan di bin yek aleke dewletê de bînin bahev. Ji ber ku tev dewletên netewîne. Lê di navbera xwede dikarin konfederalîzma demokratîk saz bikin. Ev ji bo Kurdan jî baş û di cîde ye. Kurd dikarin di navbera xwede, bêyku dest bidin sînoran, konfederalîzma demokratîk ya Kurd damezrînin. Hemû parçeyên Kurdistanê, bêyku dest bidin sînoran û sînoran ji xwere wek asteng bibînin, divê sînoran mîna pirekî bibînin û bivî awayî konfederalîzma xwe ya demokratîk pêşbixînin. Wê Kurd dinavbera xwede têkiliya siyasî, çandî û polîtîk pêk bîne. Ez na bêjim hilweşandina sînoran, dibêjim divê sînoran jixwere bikin pir. Ti zirer û ziyanekî vêya ji ti kesî/ê re nîne. Eger ev neyê kirin wê her devereke Kurdistanê bibe gola xwînê. Kurd tenê bi vî awayî dikarin ji pêvajoyeke bixwîn rizgar bibin. Demokrasiya Kurd ya bêxwîn encax wiha pêşbikeve. Di rewşeke berovajî de wê pêvajoyeke bixwîn ya mîna Filîstîn-Îsraîl were jiyankirin. Ev çareserî, wê pevçûna ku di derdora netewe-dewleta Kurd de pêşbikeve asteng bike. Ji bo vê yekê hilbijêrka tenê ewe ku dewlet netewe ji demokrasiyê re vekirîbe. Wê dest tê wernedin netewbûna demokratîk ya Kurd û li hev bikin. Ev wê pir bide qezenckirin. Pêwîst e Tirkiye, Îran, Sûrî û heta dewletoka Kurd jî li pêşiya vêya nebin asteng. Neolîberalîzm dixwaze dewleta netewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake bi ser nakeve Dewleta netewe ya di dused salên dawî de weke hebûneke herî xwedayî hat pîrozkirin, di serdema fînansê de derz lê ketiye, ji ber ku di binya xwe de rastiyên civakî yên bi darê zorê helandine û tepisandine, bi awayekî jê tolê hilînin ketine rojevê û ev pêvajoyên bi hev re têkildar in. Têgihiştina karê ya serdema fînansê veguherîna dewleta netewe ferz dike. Di sîstematîkbûna pêxîrtengiyê de ev veguherîn bi roleke girîng radibe. Neolîberalîzm dixwaze dewleta netewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake bi ser nakeve. Di vî warî de mirov dikare ji ezmûn û tecrûbeyên Rojhilata Navîn gelekî hîn bibe. Ev hêman careke din nîşan didin ku konfederalîzma demokratîk weke alternatîfeke bi hêz dikeve rojevê. Di ezmûna Rûsya Sovyetê de pêşî ya di rojevê de li pêş hat girtin, konfederalîzm li ser navê dewleta navendî ji holê hat rakirin ev jî yek ji sedemên bingehîn ên jihevdeketina sosyalîzma pêkhatî ye. Bi serneketin di demeke kin de dejenerebûna Tevgerên rizgariya neteweyî ji nêz ve bi pêkneanîna wan a siyaseta demokratîk û kofederalîzma wê re girêdayî ye. Tevgerên şoreşger ên dused salên dawî dewleta netewe şoreşgertir hesibandin konfederalîzm jî weke şêweyekî siyasî yê paşvemayî dîtin li gorî vê jî bûn xwedî helwest ev bû bingehê serneketina wan. Kes tevgerên xwe bi sîleha modernîteya kapîtalîst dewleta netewe ve girêdan, yeqîn dikirin ku wê di demeke kin de bi vê sîlehê veguherînên civakî yên mezin pêk bînin, lê dereng serwextbûn ku bi vê sîlehê li xwe dane. Nêzîkatiya wan a gerdûnparêz, li ser xeteke rast pêşketî der barê xwezaya civakî de zû dereng wan gihandiye têgihiştina sosyalîzma pêk bê. Eskatalojiya (baweriya bi axîretê) di Pirtûkên Pîroz de bi awayekî weke sosyalîzmê xwe daye der. Civak li ser xeteke rast weke modelên pêş dikevin bi navê destpêk, koledar, feodal, kapîtalîst sosyalîst teswîr kirine. Li vir bi awayekî din têgihiştina çarenûs û qederê heye. Ev têgihiştinên dogmatîk ên kûr em ji wan bi tesîrbûne di bingehê wan de çarenûsperestiya dînî baweriya axîretê heye. Netewe-dewlet li ser esasê înkara demokrasiyê û ji vêya jî zêdetir ya komarê hebûna xwe diyar dike û pêk tê Pêvajoya modernîteya kapîtalîst pêvajoya dewletê ya herî zêde navendî dibe. Di civakê de navendên hêzê yên eskerî û siyasî yên ji wan re otorîte tê gotin ji bo sûdwergirtina yekdestdariya herî bi hêz têne astengkirin, civak bi awayekî herî zêde ji aliyê eskerî û siyasî ve bêhêz û bêrêveberî tê hiştin ev rewş jî dihêle ku rêveberiyên monarşiyên modern di pey re dewleta netewe ya hatiye pêşdebirin, civakê herî zêde ji aliyê eskerî û siyasî ve bê hêz bê sîleh bikin. Nîzama jêre nîzama huquq huzra civakî tê gotin, ji bilî damezrandina serwertiya çîna bûrjûvayê bêtir tiştekî din nîne. Ji ber ku mêtinkarî zêde bi şêweyên wê yên dewleta netewe îcbarî kirine. Dewleta netewe ya em dikarin wê weke xwerêxistinkirina desthilatdariyê ya dewleteke herî mezin a navendî bi nav bikin, şêweyê bingehîn ê rêveberiya modernîteyê ye. Di rewşa heyî de alternatîfa tenê konfederalîzma demokratîk e. Ev, modela rêxistiniya pramîtî ye. Li vir axaf- 35 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN tin, nîqaş û biyar ya koman e. Ji herî jêr heta herî jor delege wê bi hilbijartin werin û di lûtke de koordînasyonê çêbikin. Wê delege mîna karmendên gel yên salekî bixebitin. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan ne tenê mafê avakirina dewlet e Konfederalîzma demokratîk pir girîng e. Em vêya ne tenê ji bo Kurdan, ji bo Rojhilata Navîn û her wiha ji bo cîhanê jî pêşniyar dikin. Wê bandoreke pêşî lê veker di xetimandina ku jêdera xwe ji dewlet-neteweê digire de, bike. NY (BM) ya ku dispêre netewe-dewletê îflas kiriye. Pirsgirêka Iraqê vêya pir baş raxist berçavan. Neçareseriya ku di çarika dawî ya sedsala 20. de tê jiyankirin, rewşa Kendavê (Körfez), Iraq û Afganîstanê di holê de ye. NY bêçareye, DYE vêya hindek fêhmkiriye lê pêşkêşkirina modelekê ya emperyalîzmê sînordar e. Li dewsa alternatîfeke demokratîk ya heqîqî di welatên mîna Tirkiye, Misir û Afganîstanê de li pey modelên sixte yên demokrasiya rast berovajî dikin de ne. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewa ne tenê mafê avakirina dewlet e. Lenîn mehfa vêya anî. Lenîn Mijdar 2013 û Stalîn ji ber vê prensîbê pir zêde wek prensîba avakirina dewletê dest girtin û bi vî awayî felaketên dîrokî bixwere anîn. Ji bo rizgariyê komên dewletê yên sixte avakir. Ez diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan wiha fêhm dikim, ji ber ku di Kurdan de qismeke pey vêya dikevin hene: ev maf, mafê avakirina demokrasiya xwe û çêkirina rêveberiyeke xwe ya ne dewletiye. Mafê avakirina modelekî ya komên ne dewletîne û hemû pirsgirêkên xwe di gundan de, taxan de û di çarçoveya bajaran de muneqeşe bikin, biryaran bigirin û çareserbikine. Min ji bo gelê Kurd mînaka Enkîdoyê hevkar yê ev pênc hezar sale ji dema Gilgameş ve dabû. Dewleteke hevkar a erzan didin sazkirin. Ez êriş nakim ser damezrandina wê dewletê. Lê wê ev dewlet li Rojhilata Navîn dawiya dawî karekterê dewleteke destpotîk bigire. Tê zanîn avakarên van dewletan kî ne. Wê ev dewlet xwîna gel bimije, ji ber ti pêwendiyeke xwe bi demokrasiyê re nîne. Niha jî xwe wek serokê dewletê îlan dikin. Lê dij derketina min a li dijî netewedewletê, wek derketina Zerduşt û Hz. Brahîm bimane û bibandor e. 36 Biqasî dij derketina Hz. Brahîm li dijî Nemrût hêjaye. Ez ji bo pesnê xwe bidim vêya nabêjim, pêwîstiya min bi pesindanê jî nîne, lê dij derketina min bimaneye, yên dixwazin fêhm bikin dikarin fêhm bikin. Qey ezê serî ji Nemrûtan re bitewînim? Serê xwe ji axayan re danaynim. Îdeolojiya netewe-dewlet heram e, ez hezar carî nanê tifsî jî bixwim, lê minneta van dewletan nakim, her tiştê wan heram e. Di demên krîzan de sîstemên modern dikarin bizên Çawa ku di tevahiya dîroka şaristaniyan de hatiye ceribandin, di demên modern de jî hewldanên sîsteman ên yekdestdarîbûn û hev tinekirinê encam nedane, berdêlên wan jî giranbûne. Bêguman korbûnên di vî warî de bîlançoyên van şerên sîsteman gelekî giran kiriye. Sîstem wê giraniyê li ser hev çêkin bixwazin bi vî awayî jiyana xwe dewam bikin. Ji asta global heta bi asta xwecihî wê timî hegemondariyê bêne ferzkirin, berxwedanên dijber jî wê ji ceribandinan dersan bigirin û bi awayekî herî bi hêz dewam bikin. Heta çareserî nebe, em ê şer aştiyê her bi hev re bibînin. Analîz û çareserî hê bêtir serketî bibin, rastî, qencî û bedewiyê çiqasî nîşan bidin, bêguman rewşeke em karibin jêre bibêjin bêşerî û bêaştiyê pêk bê em ê karibin dinyayeke bi nirx bi arez bêtir xeyal bikin, pêk bînin. Bêguman hê zêdetir aştî hê kêmtir şer rewşeke bi nirx e, hewldanên ji bo pêkanîna wê jî hêjane esîl in. Bi şertê ku mirov bi prensîb, bi anor bi rûmet be. Me hegemondariya kapîtal a fînans globalê bi xwe weke pêvajoya krîza herî kûr terîf kir. Bûyer vê terîfê piştrast dikin. Herweha me bi awayekî berfireh anî ziman ku krîz sîstemîk ji avabûnê ye. Nûçeyên rojane yên der barê krîzê de jî karekterê sîstemîk avabûnê piştrast dikin. Di demên krîzan STÊRKA CİWAN de sîstemên modern dikarin bizên. Hinek wexta dizên bi felc tînin, yên bi awayekî têkûz dizên jî kêm nînin. Di utopya lîberal a kapîtalîzmê de paketên çareseriyê yên gelekî berfireh pevkirî hîç kêm nabin. Nasekinin planên rojane, hefteyî, mehane, salane, deh salane pêncî salane dikin. Ev karê wan in, wê her bikin. Civak ji her demê zêdetir ji rastiya xwe ya exlaqî polîtîk hatiye mehrûmkirin Di van demên krîzan de şensê hêzên modernîteya demokratîk dikare zêdetir bibe. Dîrokeke mezin a berxwedanê ya pişta xwe danê, utopyayên azadî wekheviyê pêşiya wan rohnî dike. Herweha dersên mezin ên ji têkçûn û kêmasiyan derxistine hene. Dema ku mirov li hemûyan di zikhev de weke desteke wezîfeyên entelektuel, exlaqî polîtîk serwext bibe bixe nava çalakiyê, bêguman şensê wan ê serketinê zêde ye. Dîsa jî aliyên xweser ên demên krîzê yên avabûn sîstemîk hene divê bi baldarî mirov li ber çav bigire. Herçiqasî li ser şopa rabihuriyê bin jî zanist felsefeya exlaqî-polîtîk a divê pêk bînin û nûbûnan bigire nava xwe divê ev neyê paşguhkirin. Naxwe weke ku gelek caran di demên berê de hatiye dîtin wê rê li seresere nêzîkbûn û serkoriyê veke. Tew misêwa xwe neo’kirina lîberalîzmê tehlûkeyê mezintir dike. Divê neyê jibîrkirin ku herkes ji pêxîrtengiya di sala 1929’an de li nava dinyayê pêk hat, li hêviya şoreşê bû, lê pêla faşîzmê ya bilind bû hê dewam dike. Civak ji her demê zêdetir ji wesfê wê yê exlaqî polîtîk hatiye mehrûmkirin. Teknolojiya înformatîk, dinyayên gelekî mezin ên ferazî û derfetên berevajîkirina rastiyên dinyayê pêşkêşî destê hêzên hegemondar ên îdeolojîk ên global dike. Avahiyên xwe yên riziyayî bi hêsanî bi sîste- meke nû ambalajkirî mîna nû çêbûye pêşkêş dike di vê de ti xirabiyê jî nabîne. Girseya heyî ji zûve veguherandiye girseya kerî ya faşîzmê. Li şûna hêvî şikandinê, divê mirov qîma xwe bi anîna cem hev a rastiya analîtîk hiskirinê neyne, ji sedî sed em heta jiyana exlaqî polîtîk nexin her kêlî mekanê xwe, bi hêsanî em dikarin bêne pûçkirin, ji lewra jî ez van diyar dikim. Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên netewe yên dused salên dawiyê maske dike Mirov ‘Îslama nerm’ ji rêrûesmekê wêdetir weke diyardeyeke modernîst a dused salên dawiyê di çarçoveya dewleta netewe de bigire dest, wê manedartir bibe. Mirov wê weke Îslama ji rêûresma dîn ne, weke milliyetgiriyê avabûna wê fêhm bike gelekî girîng e. Ji ber ku ji bo serwextbûnê ev nuqte kilît e. Prototîpiya milliyetgiriya herêmî ye, mohra oryantalîzmê li ser e. Vedîtineke oryantalîstan e, ti têkiliya xwe bi jiyana Îslamî re nîne. Bi belavbûna li herêmê ya hêzên hegemonîk ên Ewrûpayê, nexasim jî bi hegemonya Elmanyayê re ji nêz ve têkiliya xwe heye. Di dema dawî de li dijî Rûsya Sovyetê bi hegemonya DYE’yê ve girêdayî ye. Gelekî girîng e ku mirov fêhm bike, Îslama siyasî ya hatiye vedîtin têkiliya xwe bi çanda Îslama dîrokî re nîne, ev cureyê Îslamê milliyetgirî ye, armanca wê jî parçekirina çanda wê ye, bi vî awayî dixwaze herêmê ji hêz û taqetê bixe. Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên netewe yên dused salên dawiyê maske dike. Komara Îslamî ya Îranê vê rastiyê bi awayekî balkêş nîşan dide. Îslama Şîa ji serî heta dawiyê milliyetgiriya Îranê ye; îdeolojiya hegemonîk a rêûresma împaratoriya Îranê ye. Lê weke çanda orjîn, weke dîrok Îslam hem cuda ye, hem jî girîng e. Mirov heta Îslamê bi vê rastiyê ji hev dernexe, mumkîn nîne çanda Rojhilata Navîn analîz bike , dabeş bike û bike mijara hin çareseriyan. Deryayeke mezin a çandê ye, weke wezîfe li benda çareserkirinê ye. Nexasim di serî de Hz. Muhammed, ji roja derketina holê heta roja me ya îro weke hêmaneke demokratîk Îslam weke hêmaneke desthilatdar Îslam, dîrokek e ku wan ji hev dike, li ser vî bingehî dîroka gelan, hebûnên xwecihî û herêmî ji nû ve li benda nivîsandinê ne. Dîroka civakî bi vê paradîgmayê were pêşdebirin ji bo rohnîkirina roja me ya îro, nirxa xwe zêde misoger e. Şîroveyên bi heman rengî ji bo Cihûtî, Xirîstiyantî Zerdeştiyê jî (sentezên mîna Manîheîzmê jî girîng in) bêne pêşdebirin, çanda Rojhilata Navîn wê bi awayekî nêzî rastiyê bê analîzkirin ev yek ê rê li dewlemendiya maneyê veke. Ji bo analîzên çandê, orjînên Sumer û Misrê bi qasî ku kilîta mijarê bin, girîng in. Rastiyek e ku piştrast bûye, dînên yekxwedayî û Pirtûkên Pîroz çavkaniya xwe ev orjîn in. Çanda Serdema Neolîtîkê ji hemûyan re dayiktî kiriye, ji lewra heta bandorên dîrokî yên vê çandê neyên analîzkirin, ti çand têra xwe rohnî zelal nabe. Hegel analîza çanda dema xwe di wê demê de spart heta çanda Serdema Antîk a bi sînor dihat bibîranîn çanda Misrê. Wexta ku dîroka çandî were tomarkirin şîrovekirin a derkeve holê wê Ronesanseke çandî be. Di rastiya çanda Rojhilata Navîn de ev wezîfe hê bi awayekî serketî bi cih nehatiye anîn. Fikrên dîroka dîndar milliyetgir ji pêşkêşkirina dogmayan wêdetir, vegotinekê pêşkêş nakin. *** 37 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN GAV BI GAV BER BI XWESERIYA DEMOKRATÎK Aslan MÊRDÎN “Ji heft salî heta heftê salî her kes ji bo parastina xaka xwe di nava şer de cih digire. Li rojavayê kurdistanê şerê rûmetê heye. Şervan jî di nava vî şerê rûmetê de hebûna xwe îspat kir. Xwedî derketina li rojava xwedî derketina li xwîna şervan e” Pêvajoya hevdîtinan ku li Îmraliyê dest pê kir, salek li pey xwe hişt. Di hundûrê vê salê de gelek pêşketin çêbûn. Piştî manîfestoya Newrozê ya Rêberê Gelê Kurd Abdullah Ocalan pêvajoyek nû dest pê kir. Piştî vê peyamê KCK'ê agirbest îlan kir û HPG jî ket rewşa bêçalakîtiyê. Pêngava Rizgariya Demokratîk bi vekişîna gerîla dewam kir. Gerîlayên HPG û YJA-STAR'ê li ser banga Rêberê Gelê Kurd kom bi kom ber bi başûrê kurdistanê dest bi meşa çareseriya demokratîk kirin. Di hundûrê salekê de Tevgera Azadiyê çi barê ku ket ser milê wê tevî hemû şert û mercan pêk anî. Di nava vê salê de li bakurê kurdistanê xwîn nerijî. Ev yek jî bi saya Rêberê Gelê Kurd pêk hat. Lê nêzikatiya li hemberî vê hewldanê berovajî bû. Hê jî Rêberê Gelê Kurd li îmraliyê tê ragirtin û hê jî hukûmeta AKP'ê ti gaveke erênî neavêt. Hevdîtinên li îmraliyê jî bi sînor pêk hat. Heyeta BDP'ê ku hevdîtinên Mijdar 2013 di navbera Îmrali, Qendîl û Dewletê de pêk tanî jî rastî astengiyan dihat. BDP wekî ragihandina hevdîtinan hat bikaranîn. Lê ji roja ku ev pêvajo dest pê kir heta niha BDP, Qendîl û Îmrali jî di hewldanên xwe de cidî bûn. Yê ku ne cidî bû hukûmeta AKP'ê bû. Her kesî di vê pêvajoyê de rastiya Tevgera Azadiyê û durûtiya AKP'ê dît. Liv û tevgera AKP'ê ne ji dil bû. Eger ji dil bûya wê gelek pêşketinên erênî çêbûbana. Ji ber ku salek ne hindik bû. Diviyabû niha li Kurdistan û Tirkiyê aramiyek hebûya, lê rewş ber bi xerabûnê ve diçe. AKP peywira xwe bicih neanî. Di vê rewşê de jî tişta ku Tevgera Azadiyê bike nemaye. Tevahiya meha havînî AKP'ê behsa pakêta xwe yî xapandinê dikir. Lê dema ku pakêt vebû her kesî durûtiya AKP'ê careke din dît. Ji xwe me dizanîbû bê di pakêtê de çi tineye. Hukûmetê dîsa bi ya xwe kir. Yanî polîtîkaya xwe yî înkarkirinê domand. AKP dix38 waze bi pakêtan gel bixapîne. Lê êdî gel dizane pakêt bi kêra çareseriyê nayê. Çareseriya pirsgirêka kurd bi pakêtan çareser nabe. Ji bo çareseriyê divê berî her tiştî zihniyet were guhertin. Hukûmet dixwaze kurdên girêdayî xwe ava bike. Televizyona girêdayî xwe, partiya girêdayî xwe û siyasetmedarên girêdayî xwe... Pirsgirêka kurd ne pirsgirêkek nû ye. Ev pirsgirêk ji destpêka komara Tirkiyê heta niha bi awayekî fermî dewam dike. Di avakirina vê pirsgirêkê de hêzên derve jî rola xwe dilîzin. Ji ber vê yekê ji bo çareseriyê jî divê berî her tiştî sedemên vê pirsgirêkê werin tespît kirin. Lê xûyaye ku AKP jî naxwaze vê pirsgirêkê çareser bike. Ji bo ku pirsgirêk neyê çareserkirin jî li riya xitimandinê digere. Ji sala 2002'an heta niha tiştên ku AKP'ê kirine li ber çavane. Eger ku AKP'ê xwestiba çareser bike wê heta niha kiriba. STÊRKA CİWAN El Qaîde li dijî kurdan şer dikin. Li pişt van êrîşan jî dewleta Tirk heye Ji sala 1993'an heta niha tevgera azadiyê li çareseriyek demokratîk digere, lê mûxatabê vê tine ye. Ji ber ku dewleta Tirk jî naxwaze ev pirsgirêk çareser bibe. Xapandina kurdan û paşxistina çareseriyê ji xwe re esas girtine. Niha hilbijartin ket rojevê. AKP xwe ji hilbijartinê re amade dike, yanî di rojeva wan de projeyên çareseriyê tine ye. Hilbijartinê jî li gorî xwe çêdikin. Dema ku hilbijartin li gorî wan be wê demokrasî li kuderê be? Ji xwe pirsgirêka demokrasiyê jî li vê derê derdikeve. Ji bilî BDP û HDP'ê partiyên mûxalîf li Tirkiyê tine ne. Parlementer û şaredarên ku BDP di hilbijartinan de derdixe jî tên girtin. Operasyonên qirkirina siyasî ku di bin navê KCK'ê de pêk hatin darbeyek AKP'ê bû. Tevî ewqas zext û zordariyê wê gelê kurd çawa baweriya xwe bi vê pergalê re bîne.Di rojeva kurdan de projeya xweseriya demokratîk heye. Îro li rojavayê kurdistanê ev proje pêk tê û bi ser dikeve. Her tişt ji bo xizmeta gel pêk tê. Rêveberiya herêmê di destê gel de ye. Ev projeya xweser ji bo parçeyên din yê kurdistanê mînake. Li bakûrê kurdistanê jî gel xwe amade dike. Dema ku tu hemû riyên demokratîk li kurdan bigire wê kurd xwe bi xwe li çareseriyê bigerin. Çareseriya kurdan jî xweseriya demokratîk e. Tevî van pêşketinan rewşa li rojavayê kurdistanê tesîrê li pêvajoyê dike. Îro bi hezaran endamên komên çete yên girêdayî El Qaîde li dijî kurdan şer dikin. Li pişt van êrîşan jî dewleta Tirk heye. Eger ne wisa ba wê destûra komên çete nedaba ku ji Tirkiyê derbasî rojava bibin. Lê mixabin ev yek ne wisa ye. Ji gelek welatan bi hezaran endamên komên çete derbasî rojava bûn. Rojavayê kurdistanê bi dorpêçkirinê re rû bi rû ye. Niha jî li ser sînorê bakur û rojavayê kurdistanê dîwarê şermê tê avakirin. Bi salane ew têlên rêsayî ku dilê kurdan parçekiribû ne bes bû, niha jî dîwarê qalin dirêsin. Me dîwarê şermê ji Berlînê bihîstibû, niha ev dîwar gihîşt welatê me. Polîtîkaya dîwarê li Berlînê çi be, wê li bakûrê kurdistanê jî bi heman rengî be. Helwesta kurdan li dijî vî dîwarê şermê girîng e. Dema ku operasyonên qirkirina siyasî dest pê kir, ji ber bêdengiyê van operasyonan dewam kir û bi hezaran kurd hatin girtin. Niha jî heman bêdengî dewam bike wê lêkirina dîwarê şermê dewam bike. Nerazîbûna kurdan wê vê pêvajoyê diyar bike. Bi dîwarê şermê re dorpêçkirina rojava hê bêtir dikeve rojevê. Divê gelê li ser sînorê bakûr û rojavayê kurdistanê destûra vî dîwarî nede. Îro ev dîwar were lêkirin sibe wê li parçeyên din yê kurdistanê jî were lêkirin. Ev çend mehe li çar parçeyên kurdistanê ji bo kongreya netewî ya kurdistanê xebat tên kirin. Ji bo pêkhatina vê kongreyê jî meha Mijdarê hatibû destnîşankirin. Tam jî di vî wextî de lêkirina dîwar peyamek ji bo kongreya netewî ya kurdistanê ye. Dixwazin yekîtiya kurdan xera bikin û kongreya yekîtiyê asteng bikin. Mijarek din ya girîng jî şehadeta ciwanê kurd Şervan Muslûm e. Fedekariya kurdan ji vî ciwanî tê dîtin. Şervan kurê Hevserokê PYD'ê Salih Muslûm bû. Yanî zarokê lîderekî kurd bû û di şerê li rojavayê kurdistanê de jiyana xwe ji dest da. Bi vê yekê tê îspatkirin ku li rojavayê kurdistanê şerê gel heye. Ji heft salî heta heftê salî her kes ji bo parastina xaka xwe di nava şer de cih digire. Li rojavayê kurdistanê şerê rûmetê heye. Şervan jî di nava vî şerê rûmetê de hebûna xwe îspat kir. Xwedî derketina li rojava xwedî derketina li xwîna şervan e. Her meh bi dehan şervanên kurd li rojava xwîna xwe dirijînin. Ev yek hemû ji bo parastina gel û welatê xwe ye. Hebûna kurdan li vê derê xûya dike. Dibe ku kurd wendahiyan bidin, lê serketina wan jî sedî sed e. Ji ber ku kurd li dijî cîhanê xwe diparêzin. Ji her çar aliyê cîhanê êrîşî kurdan dikin. Ji bo kurdan jî parastin navê rûmetê ye. Li aliyê din Serokwezîrê Tirk Erdogan hê jî gefan li kurdan dixwe. Ji bo çûyîna Îmraliyê gef li BDP'ê xwar. Ji xwe cara dawî çûyîna Hevserokê BDP'ê Selahattîn Demîrtaş jî asteng kir. Yê ku gotinekê ji wan re bike rê li wan dibire. Bi heman rengî Sirri Sureyya Onder jî asteng kirin. Kurd wê çawa bi vê hukûmetê re li hev rûnên. Erdogan wekî mekîna derewa ye. 24 saetan derewan dike û ew bi xwe jî bawer nake. Lê êdî civaka li Tirkiyê wî naskiriye. Her kes dizane ku êdî derewên Erdogan pere nake. Ji ber vê yekê ev hilbijartin wê ji bo Erdogan bibe wekî referandûmekê. Eger li gelek deveran wenda bike wê siyaseta xwe yî li dijî kurdan biguherîne. Lê eger çerxa wî li gorî dilê wî bigere wê pêvajoya mijûlkirinê bidome. Pêvajoya çend meh pêşiya me wê xûmamî derbas bibe. Gelek tişt wê di nava hev de biqewimin. Li bakûrê kurdistanê pêvajoya çareseriyê, li rojavayê kurdistanê berxwedana gelê kurd û kongreya netewî ya kurdistanê. Ji bo ku kurd bi serkevin wê di nava hewldanê de bin. Hêzên ku naxwazin kurd bi serkevin jî wê di nava hewldanan de bin. Ev demsala payîzî wê bi vî rengî derbas bibe. Lê ji bo kurdan ya herî girîng jî çareseriya bi destê xwe ye. Rêberê Gelê Kurd Abdullah Ocalan jî di hevdîtina xwe ya dawî de behsa vê mijarê kiribû. Wî gotibû li benda hukûmetê nemînin. Ji dewletê ziman û nasnameya xwe nexwazin. Ev yek jî nîşan dide ku wê kurd rêveberiya xwe ya xweser ava bikin. Navê vê yekê jî xweseriya demokratîk e ! *** 39 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Ciwanan dixapînin... Awyer Dilxwaz “Li hemberî vê hovîtiyê tevî têkoşîna aktîf a ciwanan divê seyda û alimên civaka Kurd jî der barê îslama rast de civakê serwext bikin û hewil bidin pêşî li xapandinên ciwanan bigirin. Divê berê ciwanên Kurd her tim li rojavayê welêt be ji ber ku li rojavayê welêt roja Kurd hil tê” Ji bakur û başûrê Kurdistanê, ji Tirkiye, welatên kendavê û Ewrûpayê hestên dînî yên bi hezaran ciwanan tên îstîsmarkirin û di bin navê cîhadê de wan li Sûrî didin şerkirin.Gelek ji van ciwanên tevlî komên çete dibin ketibûn destên hêzên YPG’ê. Ew çeteyên ketibûn destê şervanên YPG’ê li xwe mikur hatibûn ku ew di ser Tirkiyê re derbasî rojavayê Kurdistanê bûne.Ji bilî vê jî, bi gelek belgeyan eşkere bû ku van komên çete li Tirkiye di otelan de tên bicîhkirin û perwerde dibin.Ji bo ku bikaribin van ciwanan bixapînin gelek rêbazan bikartînin, ji bo ciwanên xizan gerên rojhilata navîn û welatên bakurê Efrîkayê organîze dikin. Ciwanên tevlî van geran dibin perwerdeya eskerî dibînin. Herwiha bi awayekî eşkere li ser malperên înternetê û mizgeftan Mijdar 2013 bang li ciwanan dikin da ku tevlî van komên çete bibin, yên ku tevlî nebin jî bi kuştinê tehdît dikin. Di bin maskeya dînê îslamê de, di bin navê ‘cîhadê’ de bi hestên ciwanan dileyzin û wan ber bi hovîtiyekê ve dibin.Heta niha gelek ji wan hatin kuştin. Gelek malbat hene ku haya wan ji zarokên wan tine ye. Şûna ku li zarokên xwe xwedî derkevin û ew bi xwe zarokên xwe li gorî îslama rast perwerde bikin destê wan digirin û wan dişînin mizgeftên cemaatan ku tê de ciwanan bi rêxistin dikin û wan dişînin rojava li hemberî Kurdan didin şerkirin. Di nava wan ciwanan de ku tevlî komên çete bûne, gelek ciwanên Kurd jî hebûn. Yek ji wan ciwanan jî Wedat Dînç e ku ketibû destê hêzên YPG’ê. Diyarkiribû ku ÎHH, HUDA-PAR û saziyên cemaata 40 Fetullah Gulen ciwanan dişînin Sûrî û rojava li hemberî Kurdan didin şerkirin. Herçiqasî bawerkirina wê zehmet be jî, lê rastiyeke wiha heye û bi belge û şahidan hatiye piştrastkirin ku ciwanên Kurd li hemberî Kurdan didin şerkirin.Dîsa ev salek zêdetir e ku raya gîştî ya Kurd bi dîmen, belge û şahidan van kirinên qirêj ên di bin navê îslamê de deşîfre kir û dike jî. Lê welatên Ewrûpayê li hemberî van kirinên qirêj heta niha bêdeng in. Çend roj beriya niha raya gîştî ya ewrûpiyan jî bi nûçeyên xwe raya gîştî ya Kurd piştrast kirin. Heta niha ji gelek welatên Ewrûpayê ciwanan bi rêxistinkirin û şandin Sûriyê li hemberî Kurdan dan şerkirin. Li gorî rapora îstîxbarata Elmanyayê heta niha ji Elmanyayê û bi taybetî jî li herêma NRW 300 ciwan tevlî van komên STÊRKA CİWAN çete bûne. Piranî ji wan ciwanan jî hemwelatiyên Elmanyayê ne. Herwiha li Bakûrê Sûriyê kampeke bi zimanê Elmanî saz kirine û li wir wan ciwanan perwerde dikin. Heta niha gelek ji wan jî hatine kuştin. Li welatên weke Franse, Belçîka, Hollanda, Ingilîstan û Skandinavyayê jî van hêzên çete li ser kar in. Tevî ku hin hikumetên ewrûpayê çavên xwe li çûyîna wan ciwanan digirin, hin jî wan jî bi tirs û fikarin. Tirs û fikara wan jî ne ew e ku ew ciwan li welatên wan tên xapandin, diçin Sûriyê û sucê mirovahiyê dikin. Tirsa wan ew e ku ev kes careke din vegerin welatên Ewrûpayê û ew hovîtiya ku li Sûriyê dikin li ewrûpayê jî bikin. Ev yek bi awayekî eşkere ji aliyê polîsê ewlekariyê yê Swêdê ve hat gotin. Dema helwesta hikumetên Ewrûpayê em temaşe bikin, em dibînin, heta ku ji destê wan tê hewil didin ciwanên Kurd Çend meh beriya niha çend ciwanên ku ji Belçîkayê çûbûn, hatibûn kuştin, pîştî kuştina wan hikumeta Belçîkayê lêpirsîna der barê mijarê de kûrtir û berfirehtir kir. Li gorî lêkolînan derket holê ku tenê ji Belçîkayê 300 ciwan tevlî van komên çete bûne. Dîsa li welatên Skandinavyayê yên weke, Swêd, Norvec, Danmark û Fînlandyayê bi sedan ciwan di mizgeftan de hatin xapandin û çûn Sûriyê. Li gelek mizgeftan bi awayekî eşkere bang dikin da ku ciwan biçin tevlî komên çete bibin. Li hemberî vê hikumetên Ewrûpayê bêdengbûna xwe diparêzin. Weke me di destpêkê de jî got tirs û gûmana wan tenê ew e ku ev kesên diçin Sûriyê careke din vegerin Ewrûpayê û li ewrûpayê jî per- werdeya ditîn bi cih bînin. Lê dema mirov helwesta hikumetên ewrûpayê temaşe dike, em dibînin, heta ku ji destê wan tê hewil didin ciwanên Kurd gunehkar nîşan bidin û krîmînalîze bikin. Di çalakiyeke herî demokratîk û rewa de jî ciwanan digirin û bi saetan dixin jêpirsînê. Divê berê ciwanên Kurd her tim li rojavayê welêt be ji ber ku li rojavayê welêt roja Kurd hil tê Dîsa ji bo ciwanên Kurd bikin sixûr bi hemû teknîk û polîsên xwe li ser kar in. Lê li hemberî van organîzasyonên wiha ku ciwanan dixapînin û wan dişînin Sûriyê û wan ji mirovahiyê derdixin bêdengbûna xwe diparêzin. Çavên xwe li vê digirin. Li hemberî van dafikan divê di serî de dayik û bav divê xwedî li zarokên xwe derkevin û wan bi çand û hunera xwe perwerde bikin. Bi destên xwe wan neşînin mizgeft û civatên- cemaetê. Ji bo ku ciwanên Kurd xwe li hemberî van dafikên qirêj û hovane biparêzin divê rêxistinbûna xwe xurt bikin. Divê van kesên ku van karên qirêj dikin deşîfre bikin û li hemberî wan têkoşîneke aktîf bimeşînin. Herwiha divê ciwanên Kurd ji bîr nekin ku van komên çete bi desteka hin hêzên derve tên şandin. Ev çeteyên ku weke hovan êrîşî gel dikin û wan qetil dikin di mizgeftan de fetwayên ‘jinên Kurdan, Malê Kurdan helal e’ dan û didin. Li hemberî vê hovîtiyê tevî têkoşîna aktîf a ciwanan divê seyda û alimên civaka Kurd jî der barê îslama rast de civakê serwext bikin û hewil bidin pêşî li xapandinên ciwanan bigirin. Divê berê ciwanên Kurd her tim li rojavayê welêt be ji ber ku li rojavayê welêt roja Kurd hil tê. *** 41 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN DI ŞER DE ÇEKA HÊZÊN SERDEST DESTAVÊTIN ! Mizgîn JÛTENYA Şîdeta li ser jinê li cîhanê ji destpêka dîroka serdestan ve dewam dike. Di dîrokê de, dema derbasbûna serdema baviksalariyê de di şerên kabîleyan de yek ji hedefên aliyan ew bû ku sembola bereket û zêdebûnê jinê bi dest bixin. Bi vê yekê tecawiz wekî serkeftina mêr hate nîşandan û derket pêş. Û çi dibe bila bibe, jina ku rastî tecawiza mêr dihat wekî aliyê ku wenda dikir dihate nîşandan. Lewra di şeran de ji ber ku pergala civakî serûbinî dibe, jin hem li hundir hem li derve dikevin rewşeke bêparastin. Herî dawî di 2. şerê cîhanê de şîdeta zayendî ya li dijî jinê wekî sûcê şer bi awayekî bi pergal hate bikaranîn.Li gorî daneyan, di vê demê de tenê li Berlînê 100 hezar bûyerên destavêtinê pêk hatin. Piştî ku leşkerên Sovyet, DYE, îngilistan û Fransayê ketin Berlînê di 100 hezar bûyeran de 215 jinan li Spandau întixar kirin. Dîsa di 2. şerê Cîhanê de artêşa Japonya ku Mançurya û Kore îşgal kiribûn, zêdeyî 150 hezar jin kiribûn kole û bi awayekî sîstematîk rastî destavêtina leşkeran dihatin. Li welatên ji aliyê Elmanyaya Naziyan ve hatibû îşgalkirin jî, bi armanca ku nîjada xwe li her derê zêde bikin tecawiz wekî navgînekê bi kar dianîn... Yek ji bûyerên di serdema şerên demên nêz de dîsa dema Pakîstan Bangladeşê dagir dike de pêkhat. Şerê di navbera Rojhilatê Pakîstan û Bangladeşê de 400 hezar jin rastî destavêtinê hatin. Jinên Bengal ku Mijdar 2013 rastî destavêtinê hatin û ducanî man, ji civakê hatin qewitandin. Zarokên ku ji ber tecawizê çêbûn jî ji aliyê civakê ve hatin vederkirin.Bi sedan jinên ku rastî destavêtinê hatin ji aliyê xizmên xwe ve hatin kuştin. Li Vîetnam, Bosna, Çeçenîstan, îran, Irak û herî dawî li Sûriyê, jinên li herêmên şer rastî destavêtinê hatin. Ji ber şerê li Sûriyê bi sedan jinên ku koçî kampên li welatên cîran û Tirkiyê bûn, wekî xenîmeta şer têne bikaranîn û firotin.Û îro li Bakurê Kurdistanê di şerê ku li cîhanê nehatiye binavkirin de li hemberî jinên kurd polîtîkaya destavêtinê ev bi salan e li ser kar e.Li Bakurê Kurdistanê bi dehan jin û zarok li derve û li girtîgehên tirk rastî destavêtina leşker, polîs, memûrên dewletê, mamoste û midûrên dibistanan hatine.Di serê hedefê de jî keçên zarok in.. Yek ji wan zaroka 13 salî ya bi navê N. Ç ye. N.Ç. di sala 2002'an de li Mêrdînê rastî tecawiza 26 kesan hat. Di nav van kesan de qeymeqam, leşker, fermandar, mamoste û xebatkarên di dibistanê bûn. Ev kes bi cezayê herî hindik hatin cezakirin. Li şuna ev kes bên darizandin dozgeriya Mêrdînê ji bo zaroka 13 salî got 'bi rizaya xwe fihûş kiriye'... parêzerên N. Ç. doz birin dadgeha mafên mirovan a Ewropayê. Li girtîgeha Pozanti ya Edeneyê jî di sibata 2012'an de derket holê ku zarokên law ên temenê wan di navbera 15-17 salî de bi dehan caran rastî taciz û tecawizê hatine... 42 Paşê hate hînbûn ku di serî de girtîgehên Sîncan û Şakranê, li gelek girtîgehên din ên Tirk zarokên kurd rastî heman bûyeran tên.Li girtîgehên Tirk bi armanca şikenandina îradeya bi hezaran jin û zarokên Kurd tê meşandin. Û bûyera skandal a tecawiza li Çewligê..Zaroka 14 salî ya bi navê E.A li gundê Hezaran ê Çewligê rastî destavêtina 8 leşkerên Tirk hat. Çar ji van çawîşên pispor bûn. Bûyer di sala 2007'an de pêk hat. Li ser gilîyan çar ji van leşkeran hatin girtin, lê di pey re serbest hatin berdan.. Dewleta tirk û hikûmeta AKP'ê ji bo tinekirin û bêrûmetkirina kurdan, polîtîkaya tecawizê li hemberî kurdan û têkoşîna rizgariya kurd bi kar tîne.Vê polîtîkayê bi qasî qadên din, di Dibistanan de jî dimeşîne. Bûyera ku di destpêka sala 2013'an de derket holê ev yek bi awayekî zelal çespandibûDi bernameyeke bi navê 'Orumcek Agi' ku di televizyonên kurd de hate weşandin de xwendekarên kurd îtiraf kiribûn ku bê çawa polîs, mît, leşker di bin navê mamosteyan de wan dikişînin nava xefika qirêj.Wan hînî tiryakê dikin, tecawizê li wan dikin û pasê wekî sîxûr dişînin nava hêzên gerîla. Bi vî rengî hewl didin têkoşîna rizgariya kurd û azadiya tevahiya kurdistanê ji xwe re kiriye hedef birûxîne. Rejimên ku li hemberî şerê mafdar ên Kurdan bi ser nakeve dixwaze bi tecawizê kurdan bi bin bixe. Lê têkoşîna gelê Kurd ku ev zêdeyî 30 salan didome ev polîtîkayên rizandinê pûç kirin. *** STÊRKA CİWAN Em Ji Siyaseta Demokratîk Û Netewa Demokratîk Çi Fêmdikin? Jiyan HÊVÎ “Kurd, Tirk, Ereb, Fars, Suriyan, Ermenî...û hwd, hemû dikarin li gorî reng û xweseriyên xwe di bin banê netewa demokratîk de îfade bikin. Zerduştî, Elewî, Misliman, Xiristiyan... û hemû baweriyên din jî dikarin xwe di nava netewa demokratîk de îfade bikin. Lewma pêşxistina netewa demokratîk pir girîng e.. ji pirsgirêkên heyî re derman e” Di roja me de siyaset, rêveberî û îqtîdar weke hev têne dest girtin. Di vî milî de mirov dikarê bêje ku tevliheviyek mezin heye. Elbet sedemên vê yekê raste rast bi zihniyeta sîstema hîyararşî û dewletî ve girêdayiye. Sîstema hiyararşîk ji bo desthilatdariya xwe xurt bike, rewa bike pêdivî bi perçekirinê dîtiye. Di navbera pêkhateyên civakê de perçebûn çêkiriye. Di navbera jin û mêr de, mirov û xwezayê de perçebûn çêkiriye. Bi kurtî bi vê perçebûnê her tişt ji xwezaya wî, ji heqîqeta wî dûrxistiye. Lewma mirov dikarê bêje ku mirovê niha dijî mirovê ku ji heqîqeta xwe hatiye dûrxistin e. Rêbertî di paraznemeyên xwe de di derbarê heqîqeta mirov ango taybetmendiyên ku di mirov de hene tînê li ser ziman. Mînak dibêje: “ Di mirov de kevirê bingehîn ê maddeyê atom, hem di warê hej- marê û hem jî di warê rêzbûnê de bi awayê herî dewlemend bi cih dibin. Her wiha dibêje mirov ji nebatan û heywanan zêdetir temsîliyeta gerdûnê dike, ji ber ku hemû pêşveçûnên beriya xwe di nava xwe de dihewîne. Her wiha mirov şêweyê herî pêşketî yê jiyana civakî ava kiriye. Mirov xwediyê cîhaneke zêhnî ya gelek nerm û azad e. Dikarê metafizîk bijî”. Di civaka xwezayî de mirovan xwe bi van xisletên xwe xwe jiyanî dikirin û xwe pêktanîn. Mirov di çarçoveya civakîbûnê de dihizirîn û tevdigeriyan. Ji ber ku civakîbûn şert û mercê yekane yê hebûna mirovan bûn. Feraseta heyî “yek ji bo herkesî, her kes ji bo yek kesî bû”. Lewma hemû mirovên wê civakê ji bo pirsgirêk û pêdiviyên civaka xwe pêkbînin û çareser bikin difikirîn pîlan û proje derdixistin, biryar digirtin û pêktanîn. Ji bo wê ji civaka xwezayî re tê gotin civaka exlaqî û polîtîk. Encama ku mirov ji vê yekê derdixe ew e ku hemû mirovên civaka xwezayî mirovên siyasî bûn, mirovên exlaqî bûn. Ji aliyê din jî derdikeve holê ku siyaset di rastiyê de karê civakê ye. Siyaset û civakbûnê mirov ji hev qut nikarê bigire dest. Ji tiştê ku min di pêşî de anî ser zimên pênaseya siyasetê derdikeve holê ku siyaset ji bo çareserkirina pirsgirêkên civakê, ji bo pêkanîna pêdiviyên civakê, ji bo xweşikirina jiyana civakê fikirîn biryar, pîlan û proje derxistin e. Baş e, wê demê siyaseta demokratîk çi ye? Ji kîjan siyasetê re mirov dikarê bêje demokratîk e? Dema ku hemû mirovên civakê, ango hemû pêkhateyên civakê tevlî vê karê fikrandinê, biryar û pîlan derxistinê dibin mirov dikarê bêje ku siyaseta tê kirin siyaseteke 43 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN demokratîk e. Weke me got karê fikirandinê ji aliyê her kesî ve tê kirin. Hemû mirov difikirin. Ji xwe demokrasî weke em dizanin tevlîbûna hemû pêkhateyên civakê û rêvebirina wan a xwe bixwe ye. Xurtbûna mirovan, civakan û xwebûna wan bingehê ku dewlet xwe li ser dike desthilatdar ji holê radike Li ser vî bingehî mirovên ku dikarin siyaseta demokratîk bimeşînin û cihê xwe di nava netewa demokratîk de bigirin mirovên ku xwe li gor xwezaya xwe, li gor heqîqeta xwe, xwe pêktînin û jiyan dikin e. Mirovên ku li gor potansiyela xwe xwe pêktînin e. Lê piştî damezrandina sîstema hiyararşî û dewletî û perçekirin û berovajîkirina wî ya rastiyê, tenê karê fikirînê bû ayîdî hinek mirovan. Hinek mirov tenê dikarin bifikirin û yên din tenê karê wan bû xizmet û pêkanîn. Hinek mirov tenê dikarin siyasetê bikin. Ji wê jî bi awayekî xwezayî derdikeve ku tenê hinek dikarin karê rê- Mijdar 2013 veberiyê bikin. Lewma desthilatdariya wan jî rewa dibe. Ew mirovên xuliqkar, berpirsiyar, ew mirovên ku difikirin û xwe bixwe pirsgirêkên xwe çareser dikirin ji holê rabûn û di cihê wan de mirovên ku nahizirin, naxuliqînin, nikarin xwe birêvebibin û pirsgirêkên xwe çareser bikin derketin. Fikirandin, bi rêvebirin bi vî rengî tenê bû kar û sifata mirovên desthilatdar ên ku hêza civakê ya fikirandinê xistine bin yekdesta xwe. Bi saya vê sîstema ku bi hezarê sala hewilda xwe di nava hemû pêkhateyên civakê de bide rûnişkandin, mirovan bawer kirin ku bi rastî ew nikarin bifikirin, ew ji vê hêzê mehrûm in. Jixwe hinek ji ber wan ve difikirin, hinek ji ber wan ve siyasetê dikin û pirsgirêkan çareser dikin. Îro dewlet heta jê tê vê zihniyetê hîn xurtir dike. Bi hemû hêza xwe ji bo mirov û civak negihin heqîqeta xwe her tiştî dike. Dewlet naxwaze bi ti awayî mirov, civak bibin ê xwe. Dewlet bi ti awayî nahêlin ku mirov, civak bibin îrade û xwe bixwe xwe bi rêvebibin. Ji ber 44 ku îradebûna mirov û civakê tê wateya têkçûna dewletê. Xurtbûna mirovan, civakan û xwebûna wan bingehê ku dewlet xwe li ser dike desthilatdar ji holê radike. Mirov ji ber zihniyeta heyî neketine hewldana ku vê yekê bikin jî, her ji derveyî xwe hêvî kirine, ji dewletê hêvî kirine Di vê rewşê de ji ber ku siyaset, birêvebirin her ji aliyê desthilatdaran ve hatiye meşandin, di hişê mirovan de siyaset, birêvebirin û desthilatdarî weke ku yek têgeh in hatine rûnişkandin. Jixwe tevlîheviya ku derdikeve jî ji ber vê yekê ye. Bi kurtî eger em dixwazin siyaseta demokratîk di nava civakê de bê meşandin divê beriya her tiştî zihniyeta heyî bê derbazkirin. Divê têgihîştina heyî ya di derbarê mirov û civakê de bê derbazkirin. Divê em heqîqeta mirovan bi mirovan bidin naskirin. Divê mirov bikevin ferqa xwe. Elbet pêkanîna vê ango guhertin û veguherîna di vî warî de bi riya perwerdeyê wê bê kirin. Bi perwerdeyê tenê tu dikarê yê nû di cihê yê kevin de damezirînî. Ji derveyî wê yê kevin wê di meriyetê de be. Ji bo ku gel bikaribe siyasetê bike divê li gor paradîgmeya nû bê perwerdekirin. Guhertin û veguhertin bi perwerdê tê pêşxistin. Bi perwerdê mirov dikarê yê nû înşa bike. Dema ku mirov di cihê yê kevin de yê nû înşa nekir, jixwe yê kevin di jiyanê de wê bê meşandin. Li gorî zihniyeta desthilatdar mirov nikarin bihizirin, nikarin biryar bidin, ji xwe mirov ji ber zihniyeta heyî neketine hewldana ku vê yekê bikin jî, her ji derveyî xwe hêvî kirine, ji dewletê hêvî kirine. Jixwe yê ev sîstema avakiriye, dewlet e. Dewlet ti carî hêviyên civakê pêknayinê, ji ber eger wê bike wê têkbiçe. Lewma divê mirovên ji STÊRKA CİWAN xwe bawer, mirovên bi hêz, mirovên ku bikaribin xwe birêvebibin û civaka xwe xweşik bikin bên avakirin. Bi vî rengî feraseta ku ji derve hêvî dike wê bişke. Ew jî elbet bi riya perwerdê wê bê avakirin. Jin tevahî rengîniya gerdûnê nava xwe de hembêz bike, jinbûyîn wê civakîbûna heqîqî û azad bi pêşbixe Wekî din di derbarê Netewa Demokratîk de tiştê ez bînim ser ziman ev e. Netewa demokratîk hertim dayikê, sîstema dayiktî tîne hişê min. Beriya niha Rêbertiyê di nameya xwe de peyveke nû di derbarê têkoşîna azadiya jinê de bikaranîbû. Rêbertî gotibû ku “ji dêvila azadiya zayendî azadiya jinê hîne rastir e”. Ji ber Rêbertî azadiya civakê di azadiya jinê de dibîne. Li ser vî bingehî gotina jinbûyînê bikartîne. Çawa ku di civaka xwezayî de jiyan li derdora jina-dayik dimeşiya û civakîbûn bi pêşengiya jinê pêşvediçû, ya ku Rêbertî dixwaze cardin pêk bê jî dîsa avakirina sîstema li derdora jinê ye. Ji ber ku em hemû dizanin zihniyet û sîstema ku bi pêşengiya jina-dayîk dimeşiya rê nedida ku ti pirsgirêkên civakî derbikevin. Hemû pêkhateyên civakê di civaka xwezayî de bi rengê xwe tevlî jiyanê dibûn. Her kes di wir de wekhev xwedî rol bû, ti ferq û cudatî di navbera pêkhateyên civakê de nebû. Ji bo vê demokrasî weke gotin an têgeh nebû, lê sîstema jiyanê sîstemeke demokratîk, komûnal bû. Di vê civakê de têkilî, danûstandin li ser bingehê rêz, hezkirin, parvekirin, hevdu xwedîkirin, hevdu mezinkirin û hevdu temamkirinê pêşdiket. Ev danûstandin ne tenê di navbera pêkhateyên civakê de derbazdar bû, di navbera civakê û xwezayê de jî têkiliyeke bi vî rengî hebû. Mirovên wê civakê xweza weke dayika xwe didîtin, lewma heta dawiyê rêz didan xwezayê û bawer dikirin ku çi zerara ku bigihê xwezayê digihê wan bixwe jî. Lewma xweza diparastin. A ku ev jiyan û sîstema rengareng afirandiye û înşakiriye jin e, zihniyet û sîstema jina-dayikê ye. Taybetmendiyên jinê, xwezaya wê şer, çînayetiyê, newekheviyê, bê rengîniyê napejirîne. Jin dikare tevahî rengîniya gerdûnê di nava xwe de hembêz bike, lewma Rêbertî dibêje jinbûyîn wê civakîbûna heqîqî û azad bi pêşPêşxistina netewa demokratîk pir girîng e... ji pirsgirêkên heyî re derman e bixe. Em civaka xwezayî jî bidin aliyekê, di roja me de her çi qas em dibêjin ku dayiktiya heyî ji cewherê xwe dûrketiye jî, tevî wê jî yê ku malbatê îro li ser piyan digire dîsa dayîk e. Ya ku malbatê bi rêk û pêk dike, dayîk e. Dayîk yekîtiyekê di navbera ferdên malbatê de çêdike. Dayîk bêyî ku ti ferq û cudahiyê bixe navê de hemû zarokên xwe hembêz dike û nirx dide wan. Zarokên wê çi keç bin, çi law bin, çi xurt bin, çi lawaz bin, çi baş bin, çi xirab bin nirxê wan li ber dilê wê giranbiha ye. Hemû jî kezeba wê ne, her hewl dide milên wan yê kêm temam bike. Netewa demokratîk jî weke dayikê ye. Hemû pêkhateyên civakê bi rengê wan qebûl dike. Hemû netew, hemû bawerî, hemû etnîsîte, hemû ziman dikarin xwe di nava netewa demokratîk de îfade bikin. Rêbertiya me got netewa demokratîk yek zimanî tenê esas nagire, hemû ziman dikarin xwe di bin banê netewa demokratîk de îfade bikin. Kurd, Tirk, Ereb, Fars, Suriyan, Ermenî...û hwd, hemû dikarin li gorî reng û xweseriyên xwe di bin banê netewa demokratîk de îfade bikin. Zerduştî, Elewî, Misliman, Xiristiyan... û hemû baweriyên din jî dikarin xwe di nava netewa demokratîk de îfade bikin. Lewma pêşxistina netewa demokratîk pir girîng e.. ji pirsgirêkên heyî re derman e. 45 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Ciwan Hêviya Pêşerojê Ne Binevş EDESSA Ciwan di her civakê de çavkaniya hêvî, pêşeroj û çoş in. Hemu civak ji bo pêşeroja xwe ciwanan çavkaniya jiyanê dibînin û di wê çerçovê de nêzî ciwanan û zarokên xwe dibin. Ya rast ew têkiliya di navbera pêşeroj û paşerojê de ne. Ev têkilî çiqas qewîm be ewqas dikarin pêşeroja civakan jî qewîm bibe. Di civakan de bi ciwanan re ciwan dimînin. Amadekirina ciwanên ku temsîla coş, moral û germiye dikin ne tenê erkê dê û bav e. Ciwanên ku aîdî civakênê, ji aliyê hemu civakê de pêwîste ku bên amadekirin. Di vê mijarê de civak hemu berpirsyare. Pêwîste ku civak ciwanên xwe bi hesasiyeta zêrîngerekî di hemû qadên jiyanê de ji perwerdê bigrin heya vînek azad avakirinê, bi exlaq û polîtîqaya civakê mezinkirinê heya bi zimanê xwe xwe bide jiyîne bi şiklek herî kûr bê eleqedarbûn. Her çiqas ciwan temsîla nûbûn û neslê nû bin jî ji ber ceribandinên jiyanî kêmin di bin bandorê hêstan de li jiyanê meyzandin û xwe wusa tevlîkirina jiyanê tiştek mîsogere. Raste, ji dil, bê hesap, xwezayî xwe tevlîkirina jiyanê pir girînge. Ger tevgerîna me bi zanebûna ku cihana em niha têde dijîn ne bê berjewendî de be emê hingî fambikin ku çima pêwîste em ciwanê xwe biparêzin. Em di nava hewildana cîhanek bê berjewendî ji bo ciwanê xwe avakirinê de ne. Her çiqas pêşengtiya jiyana azad pêşxistin dayina destêwan girîng be, di heman demê de wek civak li wan xwedî derketin jî Mijdar 2013 pir girîng e. Ji bo ciwan bi tiştê pûç û vala tine nebin pêwîstî bi vê heye. Niha ger em li ciwanê xwe xwedî dernekevin emê ji bo pêşerojê jî dereng bimînin. Ger em li giştî cîhanê binêrin emê bibinin ku nifûsa herî zêdeyî ciwan li Kurdistanê ye. Di heman demê de dema em li lîstokên hêzên cîhanî ê li ser Kurdistanê dinerin em dibînin ku ji bo ciwan nirxên xwe ê civakê bi parêze girîngiya zanabûna wan pêş xistin jî derdikeve holê. Ji ber ciwanên ku ne aîdî civaka xwene ji bo civaka xwe tên astek bi tehlûke. Di cîhana roja me de ji bo ciwan ji nirxên xwe dûr kevin, pêşiya fikirandina ciwanan bigrin, sekna serhildêr a li hember neheqî û paşverûtiya bişkîne hewildan di asta herî jor de ne. Her çiqas li her derê cîhanê ev rêbaz bên bi kar anîn jî li Kurdistanê bi taybet li ser tê sekinîn. Di demê xwe ê herî bi bandor de bi madeyên hişbir û fihûşê bê bandor hiştin ji bo civakan tê wateya hêvî temirandinê. Ev polîtîka bêguneh nînin. Destpêkê bi madeyên hişbir û fihûşê bi xwe ve gire de dûvre jî li hember gelê wê/wî bixe nav şerek bê hempa. Di bingeh de tişta dixwazin bikin jî ev e. Îro di Rojava de li hember Kurdê azad şerek bê hempa tê meşandin. Ticarên olê sexte ku çi ne, xizmetê çi dikin ne diyare îro li ser ciwanên Kurd lîstokên pir qirêj didin meşandin. Ew kesên ku li ser baweriyên mirovan baweriyek sexte avadikin, mirav wek qurbanan serjêkirin, ev 46 li gel zarok û civakan pêkanin û wek dêrindêzek pîroz nişandan, qîrên kêfxweşiyê avêtin û tekbîr anîn li ser navê kîjan olî tê kirin. Ev kesên ku ji wan mirovên di arenayên Roma de dema mirov diavêtin pêşiya şêr ji ser xwe diçûn hîn zalimtirin xizmetî çi dikin. Em pêşeroja xwe nedin destê wan ticarên ku ti hêviya jiyanê nadin. Ciwan di bin navê perwerde, pere û kar de xapandin û li hember gelê xwe, bi taybet jî di Kurdistanê de, dayîna şerkirin tişta herî dij mirovî ye. Li hember vê sekinin û dest avêtina wan ciwanan û ji nav tarîtiya ku ketinê xilaskirin ji bo pêşeroja me di astek jiyanî de ye. Ew dayik û jinên ku bê berjewendî ji zayîn, mezinkirin, êş û xweşiyê wî/wê berpirsayar û ked dayî pêwîste ku li van zarokan xwedî derkevin. Ji bo ew keda salan û pêşeroja me bê armanç û vala vala ji destê me neçe pêwîste xwe berpirsayar bibinin. Ji bo vê jî pêwîste ku derfetên jiyanê bên avakirin. Ji bo li derveyî civakê nekeve nav lêgerînan, berpirsyariya jin û dayikan di asta herî jor de ye. Ji hemuyan girîngtir ciwan bi xwe di zanebûna van de bin. Bizanibin ku hêvî û pêşeroja civakêne. Wê demê hingî li dijî wan lîstokên ku tên lîstin, bêyî ku bibin dîlê hêstên xwe dikarin rêxistinbûna xwe avabikin. Ger nekin ew hevesên jiyana demî a modernîteya kapîtalîst di be ku pêşeroja me daîmî tarî bike. *** STÊRKA CİWAN MIN DIXWEST EZ JI NÊZVE WÊ JINA BI HEYBET BINASIM Dûnya PALE “Ez niha bi nasnameya gerila li daholê dixînim û mîna hemû keç û xortên Kurd li çiyan gerilayetî dikim. Li pêşberî gerila li daholê xistin ji bo min şadî û kêfekî mezin e. Êdî ezê mîna şehîd Delîla bi çek û dahola xwe li çiyan bigerim” Sara Masîro bi kesayeta gerilaya Kurd Sakîne Cansiz bi navê kud “Sara” bandor dibe û wiha tevlî nava refên gerila dibe. Gerilaya Kurd Sara Masîro ya bi navê Evîn Adliğ di sala 1995 an li Batmanê tê dinê. Malbata wê welatparêz e. Heyanî zanîngehê bi dawî dike, dixwîne. Di heman demê de neh saliya xwe diçe navenda çand û hunerê. Armancê wê ewe ku bibe bijîjka diranan, di dibistanê de gelekî zîrek e. Ne pergal ne jî dibistan ji lêgerînên wê re dibin bersiv. Bi wate nêzî jiyana çand û hunerê dibe. Masîro di nava gotinên xwe de anî ziman ku wê nakokiyeke mezin di navbera jiyana dibistanê û jiyana navenda çand û hunerê de didît. Masîro bi vê mijarê ve girêdayî wiha diaxivê; “Nakokiyên min li dijberî dibistanê di mijara hevaltî û exlaq de destpêkir. Di navenda çand û hunerê de hevaltî, hurmet dayîn û hevdû re bûyîna alîkar serek e bû û gelekî girîng bû. Di milê manewî de min hêz ji wê jiyanê digirt. Lê belê di dibistanê de nikarîbûm azad bifikirim, ew giyanê takakesî, pêşbazî û bê îrade jiyankirine, ez difetisandim. Ji vê yekê min her dixwest ez li navenda çand û huner bi hevalên xwe re bijîm.” LI NAVENDA ÇAND Û HUNERÊ YA BİHAR FÊRÎ DÎROKA XWE DİBE Masîro li navenda çand û hunerê ne tenê fêrî lêxistina aletê mûzîkê dibe, di heman demê de fêrî dîroka gelê Kurd û çanda xwe dibe. Masîro hestê girêdana xwe bi çanda Kurdîniyê ve wiha tîne ziman “Ji xwe ev bi sala ye zimanê me qedexe ye û şûna em fêrî çanda xwe bibin em fêrî çanda tirkîtiyê dibûn û wiha nasname xwe wenda dikin. Lê piştî ez çûm navenda çand û hunerê, bi naskirina dîroka aletên mûzîkê em fêrî çanda kurdîniyê dibûn. Vê yekê bandor li jiyan û têkiliyê me jî dikir. Ji ferdiyet û pêşbaziya ku dibistanê û pergalê em fêrdikirin dibû asteng. Min dahol, erbana û aletên mûzîkê mîna aletên mûzîkê nedigirte dest, ji min û hevalên min re mîna çandekê bûn û bi wî giyanî me digirte destê xwe û lêdixist.” ‘ÇEPIKLÊDANA DAYÎKAN Û TILÎLIYÊN WAN MORALEKÎ MEZIN DIDA ME’ Masîro û pênc hevalên wê piştî çend salan dibin kom. Tevlî pîrozbahî û mitîngan dibin. Masîro li ser dikê û derketina pêşiya gel ji bo xwe serkeftinekî mezin bi navdike û hestê xwe yê wan kêliyan wiha bi lêvkir “ her ez bi komê re diçûm ser dikê, heyecan û kelecaneke ku hertim bi 47 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN “Sara” wiha tîne ziman “ berî ku hevala Sara şehîd bikeve, tenê carekê min wê di televizyonê de dîtibû. Min gotinên wê nebihîstin, lê tişta di kesayeta wê de bala min kişand tevger û sîmeyên wê bûn. Heybeta wê di bîra min de bû. Min dixwest ez ji nêzve wê jina bi heybet bibînim û nasbikim. Piştî ku hevala Sara şehîd ket, mayîna di nava wê pergalê de min ji bo hevalên şehîd heqaret dît. Ji ber vê yekê ez tevlî nava refên gerila bûm.” MASÎRO LI ÇIYAN DEV JI HUNERMENDÎYA XWE BERNEDAYE destê mirov nakeve dilê min dorpêçdikir. Bi çepiklêdana dayîk, ciwan, zarok, jin û mêrên kurdan re, her car mîna ku ez ji nûve ji dayîkbûme, giyanê min zîndî dibû. Hêzekî mezin didan min û min hîsdikir ez xizmeta gelê xwe dikim. Ew moralê ku me ji gel digirt destûr nedida ku rojekê jiyan li ber çavê min reşbibe. Min xwe bextvekirî didît ku şensekî wiha ketiye destê min de.” Mijdar 2013 Masîro sala 2013 an tevlî nava refên gerila dibe, piştî ku perwerdeya xwe ya şervanê nû dibîne, derbasî yekîneya leşkerî dibe. Li civakê ji gel re li dahol û erbanê dixist, niha jî ji gerila re lêdixîn e. Masîro texmîn nake ku derfet hebin hem gerilayetî bike, hem jî hunermendîya xwe bidomîne û heyecana di nava gerila de hunertiya xwe domandin wiha anî ziman “ piştî ku ez hatim yekîneya leşkerî ya xweser, min rojekê di nava suhbetê de ji hevalan re got: ez dizanim li daholê bixînim û min perwerdeya wê dîtiye. Piştî wê bi demekî ne dirêj min dît hevalan gazî min kirin û gotin were dahola xwe bigire. Min bawer nekir û ez gelekî matmayî mam, ji ber min texmîn nedikir ku ez rojekê mîna şehîd Delîla bijîm. ‘PIŞTÎ ŞEHADETA HEVALA Hem çeka min li milê min be, hem SARA MIN TENÊ RIYA ÇIYAN jî ez dahola xwe bi xwe re bigerînim. Ez niha bi nasnameya gerila li daholê JI XWE RE VEKIRÎ DÎT’ dixînim û mîna hemû keç û xortên Masîro zanîngehê bi dawî dike, lê Kurd li çiyan gerilayetî dikim. Li piştî ku keç û xortên Kurd bi fedakarî pêşberî gerila li daholê xistin ji bo têkoşîn dikin û jiyana xwe ji dest didin, min şadî û kêfekî mezin e. Êdî ezê gelekî bandor dibe û xwe li beramberî mîna şehîd Delîla bi çek û dahola têkoşîna wan deyîndar dibîne. Bi taybet xwe li çiyan bigerim.” bandora xwe ya bi kesayeta milîtana *** PKK’ê Sakîne CANSIZ bi navê kud 48 STÊRKA CİWAN Kurdên Ku Nayên Rê Û Eşîra Reşkotan Zerdeşt TOLHILDAN “Peçebûn binketinê, binketin jî tinebûnê tîne Rastiyeke tinebûyî rastiyeke ku ji refleksên xwe yên civakî hatiye dûrxistin e. Rastiyeke wisa nabe ku li hember êrîşên pêşdikevîn seknekî rast pêşbixe” Dibe ku îro gelê herî zede di rojeva cîhanê de li ser nîqaş tên pêşxistin gelê Kurd be. Ev ne bê sedem e! Hîn ji bere de lîstok û hewldanên serdestan ê li ser Rojhilata Navîn ku ji bo nirxên jiyanî yên van gelan bixe bin destê xwe berdewam dikin. Ev nêzîkatî di sedsala 20’emîn de gelek êş dan kişandin. Li kêleka qirkirinên fizîkî qirkirinên çandî jî pêşxist. Armancê herî sereke dewlemendiyên van axan xistina bin bandorê xwe û jiyana civakî xilaskirin bû. Hewldana berdewamiya vê ferasetê di sedsala 21’emîn de jî xwe li ser gelên Rojhilata Navîn ferz kir. Bi şerên gelek qirêj xwestin serdestiya xwe bidin jiyîn. Ji bo vê jî sedemên vala amade bûn. Ev sedemên vala mudaxale, mudaxaleyan jî êş û tarîtî anî. Ji bo ku gelên li ser van axan dijîn bêhnek rihet negrin her tişt kirin. Bi rêka amûrên pêşxistî, ev civak her kêlî di bin êrîşekê de man. Girîngiya gelê Kurd di vir de derdikeve holê. Gelê Kurd ku yek ji gelên herî qedîm ê xaka Rojhilata Navîn e, li gel ku her cure pêkanînên perçekirin, tepisandin û qirkirinê her dem bû parêzvanê van axan û civakîbûnê. Bi taybet jî di van du sed salên dawî de, bi şikil girtina netewdewlet di xaka Rojhilata Navîn re, gelê Kurd her dayîm li hemberê Hêzên serdest berxwedanî ji xwe re esas girt. Kurdên ku di Kurdîstana hatî çarperçekirin de dijîn, ti demê hêviya xwe ji jiyana azad qut nekiriye, li ser vî bingehî jî berxwedanî û serhildan pêşxistiye. Kurdên ku li her çar perçeyên Kurdistanê dijîn ji aliyê netew-dewlet ku weke kilîda ewlehiya pergala Kapîtalîst e ve xwestine ku her bê bandor bikin. Weke amûrekê ku her dayîm bikaribin bikarbînin di dest de hatiye hiştin. Li ser vî bingehî, netew-dewletên ku li her çar perçeyên Kurdistanê serdest in; ti pêkanînên qirêj neman ku li ser gelê Kurd bikar neyînin. Bi rêka qedexekirinên pêşxistî bişaftin pêşxist, li hember raperînên ku pêşketine jî qirkirinên fizîkî û çandî pêk anî. Netew-dewletên li Kurdistanê ji bo ku Kurdan bê bandor bikin rêbaza terbiyekirinê esas girtin. Terbiye peyveke Erebî ye û tê wateya perwerdeyê. Ev peyv di heman demê de di wateya fêrkirinê de ji bo heywanan jî tê bikaranîn. Bi cewherî ev nêzîkatiya ku bi armanca wek xwe lê kirin, tiştê dixwaze pê bide kirin tê wateya bişaftina çandî jî. Wateya terbiyekirina Kurdan vê rastiyê dihewîne. Ji ber Kurd ji rastî û azadiya xwe tawîz nadin, ê ku ji jehra îhanet û hevkariyê vexwarine ne di nav de, ew pêkanînên hatî pêşxistin hemû vala derxistin. Ji ber ev pêkanîn vala derxistin rastî êrîşên gelek qirêj û wahşî hat. Xwestin ku kokê wan biqelînin, nirxên wan rastî destdirêjî û xespkirinê hatin, ji 49 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN cih û warên xwe hatin koçkirin û bû ‘yekane’ gelê ku qirkirina çandî li ser hatî pêşxistin. Ev pêkanîn di demê dawî yê Osmaniyan de destpêkir û bi avabûna komarê heya roja me ya îro, her çi qas bi tevgera azadiyê û Rêber Apo re gelê Kurd hate astek ku statuya xwe bidest bixe jî, berdewam kirberdewam dike. Îro jî ev ji nêzîkatiya dewleta Tirk a li hember Kurdan pir baş tê famkirin. Li hember destkeftiyên gelê Kurd bi şîdet sekinîna wan berhemê vê ferasetê ye. Bi feraseta ‘Kurd li kîderê be bila bibe nabe ku bixwe bibe, nikare xwe îdare bike, nikare bi rastiya xwe ve bijî’ nêzîk dibe û dijmintiya xwe vekirî vekirî nîşan dide. Dîsa, ev rastî ji bo wan netew-dewletên ku li perçeyên din ên Kurdistanê jî derbasdar e. Ya rastî, ev têgihiştina modernîteya kapîtalîst e. Kurd encex di bin bandora serweriya wan de, tiştên ku dixwazin eger pêkbînin dikarin bibin Kurd. Li gel vê, pêwîst e ku bi serde biçin û terbiye bikin! Mijdar 2013 Kurdên ku di serdema Osmaniyan de zêdehiyê xwe xweser dijîn, piştî Kurdistan hate çar perçekirin û di encamê pêkanînên netew-dewletên Ereb, Fars û Tirk de kete nava gelek berxwedanan. Di netew-dewleta Tirk de piştî ku komar hat rewakirin lêgerînên netewek di çerçoveya netewperestî de avabikin pêşket. Xwestin netewên li derveyî Tirkan dimînin, ew gelên ku bi sedan sal in bi hev re, di nav hevsengiyekê de dijîn weke xwe bikin, di nav xwe de bihelînin. Li ser vî bingehî gelek civak û bawerî di qirkirinan de hatin derbaskirin, hatin koçkirin, anîne astek ku li dijî xwe bisekine. Mantiqê ‘yek’ ê netew-dewlet, her cure pêkanîn ji bo gel û civakên din rewa dît. Netew-dewleta ku siya xwedê ya ser rûyê erdê bû, li ser bingehê xwe bide jiyîn civak di qirkirinê re derbaskir. Berê jî pêkanînên wisa çêbibûn. Bes bi netew-dewletê re vê astek cuda girt, hovîtî jî derbas kir. Tiştê ecêp, dema ku zîhniyetê netew-dewletî ev pêk dianî gotinên wek 50 ‘aşîtî, Demokrasî’ bikaranîn bû. Netew-dewleta Tirk jî hîn di destpêka avabûna xwe de di bin slogana ‘li welat aşîtî, li cîhanê aşîtî’ de ti pêkanînên qirej ku li ser gelan nedabe meşandin nehişt. Vê yekê jî bi xwe re şer, pevçûn, kîn, dijbertî, hevkarî û îxanet anî. Ji bo ku li derve hindekî din hêz bigre bû pêlîstoka destê desthilatdaran. Li şûna aşitiyê şer, demokrasiyê jî dîktatortî û rêveberên zordest bilind bû. Ne li welat ne jî li cîhanê armancek weke aşîtî tine bû. Armancê sereke hîn zêdetir serweriya xwe bi hêzkirin û feraseta xwe bi ewlekirin bû. Gelê Kurd jî gelekî ku rastî van pêkanînan hatî li hember van pêkanînan gelek berxwedan pêşxistiye. Kurdistan bibû çar perçe. Bes tişta herî xiraptir; Kurd li perçeyên ku dijîn jî perçe perçe bibûn. Binketina bi dehan serhildanan pêwîst e em di vê çerçovê de şîrove bikin. Xwendinek wisa hîn rastir e. Hinek bandorên din jî hene. Bes di encam de her bandorê ku em bigrin dest sedemê xwe ji perçebûnê digre. Li gel van yekan jî, lêgerînên gelê Kurd xilas nebûn. Her çi qas heya derketina PKK’ê serhildan di çerçoveyek heremî, eşîrî û malbatî de mabe jî, dem dem hin qutbûn çêbûbin jî, berdewam kiriye. Li hember van serhildanên pêşketî tişta ku netew-dewletê bi taybet jî netew-dewleta Tirk ji xwe re esas girtî bi tundî tepisandin, piştî tepisandinê ji bo ku serhildanên din pêş nekevin ‘operasyonên paqijiyê’ pêşxistin bû. Ev jî weke tevgerên ‘tenkîl’ û ‘tedîp’ binav dikir. Tenkil û tedip peyvên bi Erebî ne û bi cewherî tên wateya ‘paqijî’ yê. Wateya peyva tenkil; dûrxistin, cezayek ku ji her kesî re bibe mînak dayîn, dijmin û ew kesên ku zirar bidin bi komî ji holê rakirin e. Tedip STÊRKA CİWAN jî; bi aqilkirin, anîna rê û terbiyekirin e. Ji van peyvan jî tê famkirin kû; netew-dewleta Tirk di hewldana Kurd û ew gelên din weke xwe kirin, ji binî paqijkirin, fêrî feraseta jiyana serdestan kirin e. Ji ber bi halê heyî li dijî berjewendiyên serdesta ne, serdest nikarin serweriya xwe weke tê xwestin rewa bikin. Tê gotin ku eşîra Reşkotan ji Îranê herema Mazenderan ku heremek çiyayî û girtî ye derketiye Eşîra Reşkotan jî yek ji wan eşîran e ku rastî pêkanîna tevgera tedip û tenkilê hatiye. Serhildana Reşkotan-Raman ku weke tevgera tenkil û tedip ya Reşkotan-Raman derbasî dîroka netew-dewleta Tirk bûyî, piştî ku serhildana Şêx Seîd bi qirqirinan hate tepisandin, ji bo raperîneke nû pêş nekeve, qaşo ‘ji bo çekên di destê eşîr û malbatên heremê de bigrin’, bi pêkanînên tundî û tepisandina bi ser heremên Kurdan hate esas girtin. Eşîra Reşkotan ku Îro hîn zêdetir li navçeya Êlih Qubînê dijîn, eşîrekî pir berfereh ku li dewr û bera Amedê jî dijîn in. Li gel ku di derbarê dîroka eşîra Reşkotan de ya ku berî serhildanê nayê zanîn jî; bûyera di navbera Filîtê Quto û Emê Etmanekî de derbas dibe ku ji sedsala 16’emîn ve maye ya vê eşîrê ye. Li gorî hin çavkaniyan; navê Reşkotan, ji bo ku şêxek ji eşîra Reşî ye bûye Reşkotan, hin çavkanî jî bi navê ‘Reşdînyan’ ku di dîroka Ermeniyan de derbas dibe ve girêdidin. Pêve girêdayî tê gotin ku eşîra Reşkotan ji Îranê herema Mazenderan ku heremek çiyayî û girtî ye derketiye. Eşîra Reşkotan ku şerker û berxwedêr e, ji bo helwesta xwe a li hember serdestan ketiye dîroka Osmaniyan jî. Li hember pêkanînên islehatê ya dewleta Osmaniyan ku li hember Kurdan pêşxistiye serî ne tewandiye û bi sekna xwe ya serhildêr bersiv daye. Li ser vî bingehî; di derbarê eşîra Reşkotan de, raporek ku Paşe Salih Safî yê ji aliye qesra Osmaniyan ve hatî erkdarkirin û di Mijdar-Kanûn a 1890’ê de amadekiriye de ev gotin hene; “Dema ku ez li herema Sêrtê bûm, di nav wan eşîrên li wîlayeta Bitlîsê dijîn de ya herî hov û tevgerên me yên islehatê bê bandor kirî eşîra Reşkotan e…” Eşîra Reşkotan ku nedihat zilmê û teslîmkariyê, her tim bi sekna xwe ya berxwedêr li dijî serdestan sekiniye. Bes eşîra Reşkotan jî, weke wan serhildanên berê û piştre çêbûyî, ji ber perçebûn derbasnekirin li hember êrîşên hatî pêşxistin binket. Her çi qas bi eşîrên heremê re hinek lêgerînên yekîtiyê pêşketibin jî; piştî binketina serhildana Şêx Seîd ew halê binketinê nehişt ku yekîtiyek ava bibe. Pê ve girêdayî bandora Hêzên hevkar û îxanetkar li ser binketina serhildana eşîra Reşkotan û wan serhildanên din çêbû ye. Eger di roja me ya îro ku lêgerînên yekîtiyê pêşdikevin de weke tê xwestin yekîtiyek ava nabe, sedemê xwe ji wan Hêzên hevkar û îxanetkar digre. Ji ber yekîtiya Kurdan li hesabê serdestan nayê, her tim Kurdan perçe perçe dihêlin. Tenê perçe nake, pê ve girêdayî navxweyî jî pevçûnan pêşdixe. Bi vê şêwazê weke tehdit nikare li hember serdestan bisekinin. Berxwedana gelê Kurd a bê hemta li Rojavayê Kurdistanê serdestan û polîtîkayên wan bê bandor dike Peçebûn binketinê, binketin jî tinebûnê tîne. Rastiyeke tinebûyî rastiyeke ku ji refleksên xwe yên civakî hatiye dûrxistin e. Rastiyeke wisa nabe ku li hember êrîşên pêşdikevîn seknekî rast pêşbixe. Tişta ku serdest jî dixwazin ev e. Bi vê şêwazê dikarin civakan bi aqil bikin, terbiye bikin, weke xwe bikin, her cure polîtîkayên xwe ên qirêj bikarbînin. Polîtîkayên ku ji dîrokê de, ji bo ku Kurdan terbiye bikin, bi aqil bikin pêk dihatin îro jî berdewam dikin. Ji bo ku bêne rê serî li her şêwazî dan. Pêwîst e ku em têkoşîna ku îro li Bakûrê Kurdistanê didome û pêkanînên li hember wê pêşdikevin di vê çerçovê de şîrove bikin. Pê ve girêdayî, em dikarin rastiya gelê Başûrê Kurdistanê ku ji aliye serdestan ve bê refleks hatî hiştin, hatî bêdenkirin jî wisa pênase bikin. Hemû polîtîka di çerçoveya ku Kurdan terbiye bikin û bînin rê de ne. ‘Eger pirsgirêka Kurd wê bê çareserkirin encek ew dikarin çareser bikin! Eger mafek bê dayîn encex ew dikarin bidin! Encex di nav wan sînorên ku bixwe diyar kirine de dikarin bijîn û tevbigerin!’ Nêzîkatiya serdestan li ser vî esasi ye. Ji bo wê, dema Kurdan serî hildan û ne li gorî wan tevgerîn pêwîst e ku bêne rê, bên terbiyekirin… Bes rastiya Kurd ji vî tiştî dûr bû, nikaribû vî tiştî ji xwe re hezim bike. Çawa ku di dîrokê de li hemberî vê ferasetê di eniyên berxwedanê de cihê xwe girtibûn, îro jî eniyên berxwedanê dadigirin. Berxwedana gelê Kurd a bê hemta li Rojavayê Kurdistanê serdestan û polîtîkayên wan bê bandor dike. Bi berxwedana tê li darxistin ve ev feraseta aqilkirinê, terbiye kirinê, weke xwe kirinê, anîna rê binpê kir. Belê, di xalekê de gelê Kurd hate rê, terbiye bû! Ew jî; di bin her şert û mercî de ji jiyana azad û cîvakîbûna demokratik tavîz nedayîn e… *** 51 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Şexsiyeta Modernîteya Demokratîk Bi Rexneya Virazêna Sinan SUTPAK (Girotxaneya Elbistan) “Ciwan û ciwanikê ma babetê kamey da xo de, pergala perwerdeyê modernîteyê kapîtalîstî sero haydar bê, cibigeyrê, perskerdoxî bê, îteatkarey red kerê û enerjiyê xo vera kok dê dara cematê xo biheriknê. Rayver Apo na jiwere zey dê “cayo vinîkerde de cigeyrayena heqîqeta xo” biname keno” Têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî ya Demokratîk û zayendîpawitoxe miyan de her merdim; camêrd û cenî bi cehdên do awarteya cigeyrenê. Çirê ki na têwgêyrayena miyan de gezencê şaran, çînan û zayenda bindestan esasî yê. Têwgeyrayena ki bi hîşmendiya cematkî rayfîneyo de qezencê şexsî rê ca çinîyo, nêbeno. No rîwal ra cigeyrayoxê ki na têwgeyrayene miyan de ca gênê goreyê qezencanê cemat, şar û merdimane xeftênê, apêdayena xo ya zanayene zî nê esasan sero virazenê; mezg û zerriya xo bi manewiyatê erjan dê şar dê xo ya degênê. Na jû arizeya felsefe dê cuya têwgeyrayena apovanî ya. Her merdimê Kurd yan ki şaran dê bînan ra (tirk, ereb, Ecem, Ermenî, çerkez, Elman) ê kin a têwgeyrayene miyan de ca gene, bi felsefe dê cuya apovaniya mezg, zerî û paştiya xo şidênena. Bêyî ku berjewendiyanê Mijdar 2013 xo yê şexsî bipawê, seweta girdkerdena erjanê şar, çîn û zayenda bindeste xeftênê. Bi no cehda cuya rayvistene xurt kenê. Çirê kin ê cigeyrayoxî cuya rayvistene zey karitene/çanda cuda şehîdan vînenê. No cehdê nê embazan-olwazan tecrube dê hereketanê şoreşgeran yê dinyayî û tecrube dê têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî ya demokratîk û zayendpawitox ya çewrês serran ra yeno û babedê neweyî vejeno beyntar. Aktiwistê na têwgeyrayene hewl danê ki no radeyo ki vijyayo beyntar, nê erjê ki destfineyayê ya bisînor nêmanê; xo ra tewr kerê, gird kerê, xurtêrî têkiz kerê. Seweta na kerdene ray û raybazê ki biyê zey pergalê kariteyî/çandî ronayê. Rexnekerdene û rexnedayene Nê ray û raybazan raj û zî rexnekerden û rexnedayena. Rexnedayene û rexnekerdene/ bi xo mikuramya52 yene zey raybazên heme hereketanê şoreşgeran de esta. Na jiwere de ma heme hemfikiriyê ki îdeaya ki nîro karardene, renc û cehdê merdimana cu da cemat û merdimî de nêalawiyo, nêdefineyo cuda cematki ti qimetê ci nêmaneno. Rexne goreyê xoza da merdim û cematîya. Çirê ki merdimî wayirê aqil dê cêravetene; sero werdîbiyayene, hewadayene û ronayene, peymitene û setenê. Kar û zirarê heme têwgeyrayen da xo danê pirojinda mezg dê xo ro, moxil da zerrî da xo ra ravêrnenê û cir a netîceyêndo hewlek vejenê. Na kerdene bena tecrubeyê merdiman ki kerden û caardenê weşêrî virazê. Bi no babeta rexne bena fanosa vernîvînayen da cigeyroxan dê heqîqete. Nê tecrubeyan sero merdimey pergalî virastê û rijnayê, desthilatdarî awan kerdê û beyntar ra hewadayê. STÊRKA CİWAN Goreyê nê awan kerdenan, viraştenan û şahtenan lazimo ki dînamîkê cemat, şar û merdimey her gamî, her çirka, her rojê xo, kerdenanê xo newede r aver çim ra ravêrno, bivirnê, ki bişê xo newe kerê û bi îmkananê ki estê ya bisînor nêmanê. Têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî ya demokratîk û zayend pawitoxe bi rexnekerden û rexnedayena vijî beyntar û dest bi tekoşîna xo kerd. Jewêna/ o ki mêjûya têwgeyrayena Apovanî biwano na jiwere bi asaney û zelal vîneno ki livdaranê şarê Kurdî na tekoşîne miyan de her ki tecrube girot kiltie kêveran ê ki verkewtena cemat û şaran sero bi destê desthilatdariya ameybî zurbekerdene şikitî. Bi şiktena her berê zurbekerdiya hem xo resna heqîqeta şar dê xo, hem zî şarê xo goreyê ray û raybazan dê na heqîqete aya kerdî, ray vistî. Bi no babeta bi raşteyêna ki tekoşîna şarê kurdî miyan de vijyaya beyntar ra rîbirî mendî. Lazimo ware rexnedayene û rexnekerdene de xorî bê. Bi karardena na raybaza rayverê şarê Kurdî, rayver Apo serowerdibiyayena şexsiyete zey raybazêna felsefeya Apovanî vetî beyntar. Bi karardena na raybaza xo resna rih dê merdiman. O riho ki bi destê modernîteya kapîtalîsta çengizneyabî, leym û lêsê desthilatdarî miyan de moliqnayabî. Netîceyo biyaye xora destpeykerdene Têwgêyrayena xosereya şarê Kurdî ya demokratîk û zayendî pawitoxe têwgeyrayenên da rayberî ya. Rayverê na tekoşîne felsefe dê cuda xo de na jû esas girota; e ki projeyê merdimên, rayvistenên yê cuyên da newê estibo ganî verê verikan xo de biyaro ca. Xo de bi do roniştene. Xo ra dest pay kerê û bi cehdê xo ya cuda cematkî de alawê ki bişê şaran rê bikerê mal, bikerê omidê amyayen da merdimey. Cuya cematkî cuyêna winiya ki xaxey, xiltey, zexeley, visoley, û tamsaley qebûl nêkena. Xo ra destpeykerdene bena sedemên do rindek ki o projeyê cuda newê ra xaxey, xiltey, zexeley û visoley weçîneyo, zelal û helal bimano. Her embazê ki tekoşîna şarê Kurdî miyan de ca gene cehd kenê ki xo ra dest pey kerê, karitene xo ver ro dayene xo de bidê ronistene, bi no cehd û hewldana bibê pêşengê şar dê xo. Merdim şeno wayirê nê cehdî, her embazê/a tekoşeran bişibno wêneviraştoxî. Her embazê ma ravêrdeya serrên miyan de bi cehd û têwgeyrayena xo ya hewl danê ki bi vinderdene, têwgeyrayene, cehdê xoya wêneyên virazênê. Peynî da ravêrdeyîya serên dê no resm bi kombiyayisanê arizîya nirxneyêno. Embazê bînî, ê ki kombiyayis de ca gene ê wêneyê embazî kerdene viraşten, ca arden, zihifey ûsnb gene dest. Hetê behre firçe tone rengan, ray û raybaza virastena, hetê xotewrkerdena û awankerdena rexneyanê xo kenê, pêşniyarî û temeniyanê xoya ê wêneyî kenê temam. Nê rexneyê ki yenê kerdene pêroyê ci seweta na jiwerê ki cigeyroxanê têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî miyan de ca gene bi zanayen, apêdayen û kerdena xoya bisînor nêmanê, “wênesaz” ê biyayeyî bivijyê beyntar, şexsiyetê ki bişê bare şar dê xo hewadê, pergala modernîteya demokratîkê xo de bide roniştene viraziyê. Rexne viraştena şexsiyeta modernîteya demokratîk a. Şexsiyetêna ki bi angaştê awankerdena modernîteya demokratîka cehdê tekoşîne bikero leyminey qebûl nêkena. Lazimo kin a şexsiyeta ki bi îdeayeno wina gird a, projeyê cuya amyayen da merdimeya têwgeyrena xo leym û lês dê modernîteyê kapîtalîzmî ra bişiwo, pak kero, mezgê xo agozno, zeriya xo hera tepşo, gird kero. Birêz Cemil bayik nab abed de vano “laya ki biherikiyo leymin nêbena. Seweta raştey, seweta xo rexnekerdene şaqulê ma esto. O zî rexnedayen û rexnekerdena. Rexnedayene karê merdiman dê girdana. Serdestî tim rexne kenê la ê rexne ra nêreyênê. Ma leyminey weş nêvînenê. Ma çi çax weş vînenê wexto ki peynî da ci de xo paqijkerdene estibo. Goreyê ma rexne peynî da pratîkî de xo pakijkerdena”. Bi na tespîta kerden û 53 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN caardena her embazanê kin a têwgeyrayene miyan de ca g3enê şibiyêna layê. Bi rexnekerden û rexnedayena a la herikêna. Ver şina, zelalêna. Modernîteyê kapîtalistî cemat kerd qurbanê şexsî. Bi no babeta verniya ezezî akerd. Îdeolojiyê modernîteyê kapîtalîzmî liberalism jî vervistena. Ezezî dê rolêna bêpeymîtê kay keno. Bi na raybaza cemat hetanî miyan dê keyî kerdo lete, cêser visto. Na kerdene dê armanc a jûya ki cematêno îteatkar vejo beyntar û bişo goreyê qezencanê xo bixeftino, cewherê cuya cematkî bikero vejenê qezencanê xo. Modernîteyê kapîtalîstî goreyê na armanca mezgê merdiman têmiyan kerdo, zeriyê merdiman leym û lês dê xoya alawitê. Bi rexnedayene û rexnekerdena ma hewl danime ki xo na qirêjey ra pak kerime. No rîwal ra peyniya her ravêrdeyîya serrên dê ma hewl danîme ki bi raybaza rexnedayene û rexnekerdena leym û lêso ki şexsiyet û ferasetanê ma sero bandor viraşto vejîme beyntar û mahkum kerime. Bi na kerdena zeriyê her aktî wistê têwgeyrayena Mijdar 2013 şar dê Kurdî raywaney da tekoşîna şarê xo de zelalêna mezgê ci agozêno. Bi zerrî û mezgo zelal û asana dest bi ravêrdeyiyena newe kenîme. Tesîrê Modernîte dê Kapîtalîstî bi rexneya şikêno Ewro roj têwgeyrayena xosereya. Şarê Kurdî resaya radeyên do erjiyaye. Awankerdena modernîte dê demokratîkî de xeylekên ray gerîyaya. Têwgeyrayena ki bi rihê Apovaniya berz biya hayrê heme merdimeya ki rîyê erdî sero ciwiyênê anta. Se mixabin ki hewna xeylekê ciwan û ciwanikê Kurdî tesîrê modernîteyê kapîtalîstî bin de na verkewtena tekoşîna xosereya şarê Kurdî ya demokratîk û zayendpawitoxe ra dûrî ye, bêhajî ye. Cehd û vejenê nê ciwananê ma yê erjiyayan dekewno xizmetê modernîteya kapîtalîstî. Tesîrê nê modernîte dê decalî zerrî û mezg dê xeylekê ciwan û ciwanikan de ma sero zaf o. No tesîr teniya bi xo mukuramyayene û rexneya şikêno. Wexto ki no tesîr bişikiyo ê zerrî û mezgê tezeyî do silasnaye erjanê xo yê neteweyî û cematkî bê. 54 Kiştên ra laj û keyneyê şarê kurdî seweta erjanê xo yê netewîganê xo feda kenê kişta bîn ra zî ciwan û ciwanikê ma mektebanê netewedewlete de, çerxanê asîmîlasyonî miyan de heleyênê. Nê babetan sero zaf çi vajîyênê, nusyenê. Nê vaten û nuştenî bêminaqeşe raşteyên anê ziwan la seweta vurnayene û newekerdene qim nêkenê. Cehd, kerdene û renc lazim o. Ganî ma xo ra pers bikerimê. Seweta/qandê şiknayena tesîrê modernîteyê kapîtalîstî faaliyetê ma çiçî yo? Seweta roniştayena pergala modernîteya demokratîkê keda ma besa? Ma jû bêminaqeşeya ki xelaseya merdimey a cendere dê modernîteyê kapîtalîstî ra bi awankerdena modernîteyo demokratîka mimkon o. O wext lazimo ki her têkoşerê cuyên da newê yê ki têwgeyrayena xosereya şarê Kurdî miyan de ca gene û her merdimo welatperwer xo ra pers kero, pê ra pers kerê; awankerdena modernîteyê demokratîkî bi çi babeta, kotî ra dest kena pey? Goreyê zanayena ki ma felsefeyê cuya Apovanî ra apêdaya merdim şeno vajo ki xo ra destpeykerdene qezenco tewr gird û raşto. No ware de merdim ageyro xo ser, cuya xo çim ra ravêrno, kemaneya xo bivîno û dest bi rexneya pergale bikero raybaza tewr raştê do dest fîno. Rexnekerdene û rexnedayene nameyê awankerdena modernîteyê demokratîkî o bîn o. Bes wa ciwan û ciwanikê ma babetê kamey da xo de, pergala perwerdeyê modernîteyê kapîtalîstî sero haydar bê, cibigeyrê, perskerdoxî bê, îteatkarey red kerê û enerjiyê xo vera kok dê dara cematê xo biheriknê. Rayver Apo na jiwere zey dê “cayo vinîkerde de cigeyrayena heqîqeta xo” biname keno. *** STÊRKA CİWAN Bist du Welatparêz ? Oder Ciwanên Kurd Ên Li Ewropayê Dijîn Û Welatparêzî Ronî TATOS “Die Frage die sich für die in Europa lebenden kurdischen jugendlichen hier stellt ist, wo stehen wir im Moment wenn grade in Kurdistan gekämpft wird? Nehmen wir die Geschichte selbst in die Hand und schreiben sie richtig oder werden wir wieder keinen Platz in der Geschichte anderer finden und ausradiert? Und werden bis in die Ewigkeit zur Verrat an der Geschichte verurteilt und Verdammt. Bist du Welatparêz ? ” Es wird viel darüber geredet aber was oder wer ist Welatparêz? Wenn wir das Wort Welatparêz übersetzen würde “Welat=Heimat und Parêz=Beschützer” gleich kommen. Wenn wir das Wort benutzen, sind wir uns dessen bewusst, oder ist es auch zu irgend einem Wort verkommen, dass wir jeden Tag benutzen aber uns nie Gedanken darüber machen welchen geschichtlichen Hintergrund es haben könnte und weise es in einer Gesellschaft von besonderer Bedeutung ist. Jedoch muss ich entsetzt feststellen wie so vieles auch hier in Europa wird das Wort Welatparêz unter den in Europa lebenden kurdischen Jugendlichen ihrem eigentlichen Sinn beraubt und am Ende stehen wir nationalistisch geprägten jugendlichen gegenüber. Wie so vieles in Europa oder besser gesagt in der kapitalistischen Modernität hat auch dieses seinen eigentlichen Sinn verloren. Denn die größte Vermarktungsstrategie des Kapitalismus ist ”Hauptsache die Verpackung sieht gut aus” also wie auch alles andere Oberflächlich. Daher ist es auch kein Wunder das jugendliche die in diesem System ihre Bildung erhalten das gleiche auch mit unseren Begriffen machen. So auch mit dem Begriff Welatparêz. Gehen wir auf die Frage zu wieso grade bei den Kurden das Word ”Welat” so viel Gewicht hat oder haben sollte. Wir wollen nicht bestreiten, dass es bei den anderen Völker anders ist. Jedoch wenn wir die erste bedeutende Revolution in der Menschheitsgeschichte vor die Augen führen wird einiges verständlicher. Wir reden hier von der neolithischen Revolution, die Art von Revolution wo die ersten Menschen angefangen haben sich auf einem Boden nieder zu lassen und nicht mehr nomadisch waren oder nur noch halb-nomadisch gelebt haben. Mit dem neolithischen Revolution entsteht somit auch das erste Gefühl von Heimat=Welat. Wie wir auch inzwischen Wissen hat diese Revolution ihre Wurzeln im oberen Mesopotamien(Nordkurdistan) und wurde von den ArîVölker wozu auch die Kurden gehören vollzogen. Mensch müsste sagen die Vorreiter dieser Revolution waren die Proto-Kurden. Die neuesten Entdeckungen von ”Gö- 55 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN bekli Tepe” bei Urfa in Nordkurdistan zeigen uns wie tief,weit und ausgeprägt das Heimat Gefühl der dort lebenden Menschen geht. Also können wir im groben sagen, dass die Kurden schon seit 12.00014.000 Jahren in diesen Gebieten ansässig sind. Kurdistans Reichtum war und ist der Grund warum die Kurden nie das Bedürfnis danach hatten auszuwandern, denn das Gebiet gab ihnen die Idealen Bedingungen zu leben, was heute immer noch so wäre wenn die Heimat der Kurden nicht von NATO-Mächten besetzt wäre. Trotz dessen sind die Kurden ihrer Heimat und Kultur treu geblieben, auch wenn viele Verrat an ihrem Herkunft begangen haben. Die Wahrheit ist jedoch,bis zum Einbruch des Kapitalismus und somit dem jetzigen Form des Patriarchates konnten sich die Kurden relativ gut verteidigen und ihre ethisch-politischen Werte schützen. Mit dem Einbruch des Kapitalismus wollte man plötzlich nicht mehr mit den Kurden zu tun haben Mijdar 2013 besser gesagt um die Reichtümer Kurdistans und Mesopotamiens zu plündern hat Mensch die Kurden, nachdem positivistischen Denkmuster, als nicht-existent also nachdem Motto ”wenn wir sagen es gibt keine Kurden dann werden sie von alleine verschwinden”. Deswegen ist auch die Geschichte der Kurden besonders in den letzten Jahrhunderten voller Aufstände und Unterdrückungen. Jedoch was die Kurden immer trauriger gemacht hat als das Hab und Gut der Kurden zur Vergewaltigung frei gegeben wurde, dass die ganze Welt zu gesehen hat oder auch daran beteiligt war. Denn die kapitalistischen Banden(Staaten) sahen es selbstverständlich an, um ihrer Interessen Willen andere Völker extremer Assimilierungspolitik auszusetzen und sie Willenlos zu stimmen. Im Hintergrund dieser sehr grob und kurz geschilderten Geschichtlichen-wissen,wollen wir uns mit der Heimatliebe, wo sich die in Europa lebenden kurdische jugend- 56 lichen befinden und was noch gemacht werden muss, beschäftigen. Die Schuld der Unterdrücker an der Unterdrückung der Kurden haben wir versucht kurz zu schildern, jedoch wie viel Schuld tragen die Kurden selbst oder um genauer zu sein die kurdische Jugend selbst? Denn wie wir wissen werden Kriege oder Revolutionen nicht durch alte Menschen gewonnen oder vollbracht. Allein das müsste uns klar vor die Augen führen, dass es nicht ausreichen wird zu sagen ”ich bin Welatparêz”, nur weil man sein Kurden-sein nicht mehr leugnet. Das wäre vielleicht vor 30 Jahren so gewesen, wo fast alle sich geleugnet haben und sich vor dem Wort ”Kurde” geschämt haben jedoch nach 30 Jahren Kampf und Aufopferung zu meinen es würde ausreichen, wäre eine Selbsttäuschung. Wir müssen uns im klaren sein, dass im allgemeinen Kriterien für Heimtatliebe gibt, aber seit 30 Jahren gibt es sehr klare Linien wie ein Welatparêz unter den Bedingungen in Kurdistan zu sein hat. An dieser stelle möchte ich die Situation der in Europa lebenden kurdischen jugendliche unter die Lupe nehmen. Deswegen möchte ich paar fragen stellen, die jeder für sich oder in Diskussionen beantworten soll.Im Hinblick was zur Zeit in Kurdistan passiert; reicht es aus was die in Europa lebenden kurdischen jugendlichen machen?Was sind oder sollten die Kriterien für Kurdesein oder Welatparêz-sein sein?Können wir wirklich nicht mehr tun als auf Veranstaltungen oder Demos gehen und Slogans rufen?Wie tief glauben wir wirklich an die Slogans die wir rufen?, dass sind einige von vielen Fragen die wir uns stel- STÊRKA CİWAN len sollten. Wenn wir ehrlich zu uns sind hat jeder von uns schon mal die Vorfahren der Kurden verflucht, weil sie damals für unsere jetzige Situation verantwortlich sind. Haben wir uns je gefragt, dass wir vielleicht die verfluchten der Zukunft sein könnten? Stellt euch vor es gibt ca.45.000.000 Kurden und davon sind nur ca. 10.000 Freiheitskämpfer(Guerilla) d.h. die Last von 44.990.000 sind auf den Rücken von 10Tausend jugendlichen verteilt! Das ist ein Widerspruch, mit dem wir uns definitiv beschäftigen müssen. Ist es ethisch das wir unsere Last von anderen tragen lassen, können wir es mit unserem Gewissen vereinbaren? Denn eines müssen wir endlich anfangen zu verstehen, nicht diejenigen die am lautesten Slogans rufen sind radikal oder Welatparêz sondern diejenigen die sowohl ihr glauben jedem laut mitteilen als auch das woran sie glauben sich auch zum Lebensziel machen und es praktizieren. Radikalität bedeutet wie tief habe ich die Ideologie verinnerlicht und mit welcher Intensität setze ich sie um, dass Ergebnis derer wäre dann dem richtigen Welatparêz-sein näher kommen. Jedoch ohne einen richtigen Bewusstseinsentwicklung gegen der kapitalistischen Moderne werden die kurdischen jugendlichen in Europa nie die wahre Radikalität erleben. Wenn wir das richtige Bewusstsein entwickelt haben, werden wir auch wissen das die europäischen Staaten insbesondere England,Deutschland und Frankreich einen großen schuld daran haben das Kurdistan Vier geteilt ist,wenn wir diese Erkenntnis haben dürfte uns nichts mehr in Europa aufhalten. Wir sollten anfangen in unserem Land in Freiheit zu leben, und jederzeit bereit sein auch für die Freiheit zu kämpfen. Denn wie Rêber APO sagt ”Wenn wir das Wahre Gesicht der kapitalistischen Moderne verstehen(sehen)wollen,dann dürfen wir sie nicht in London oder New York suchen, sondern in Amed-Qamislo,Mahabad-Erbil suchen”. Kurdistan ist den Interessen der Kapitalisten zum Opfer gemacht worden aber gleichzeitig haben die Kapitalisten auch ihren schwächsten Glied gelegt d.h. der Kampf gegen den Kapitalismus muss dort anfangen wo sie auch am schwächsten ist und zwar in Kurdistan. Die Frage die sich für die in Europa lebenden kurdischen jugendlichen hier stellt ist, wo stehen wir im Moment wenn grade in Kurdistan gekämpft wird? Nehmen wir die Geschichte selbst in die Hand und schreiben sie richtig oder werden wir wieder keinen Platz in der Geschichte anderer finden und ausradiert? Und werden bis in die Ewigkeit zur Verrat an der Geschichte verurteilt und Verdammt. Bist du Welatparêz ??? *** 57 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN Die Verräter des Islam: Al-Qaida und Al-Nusra Azad AZADİ “Machen uns schon diese beiden Zitate nicht klar was der Wahre Islam ist und wieso die Al Qaida Verrat am Islam begeht? Denn die Interessen des Islam können nicht darin liegen im Namen von Islam überall auf der Welt und jetzt in Rojava Terror gegen die Menschen zu begehen!” Wir Kurden müssen uns leider seit zwei Jahren intensiver mit dem Problem beschäftigen was sich „Al-Qaida“ nennt. Die Frage die viele Kurden sich stellen ist, was will die „AlQaida“ eigentlich von den Kurden?Müsste die Al-Qaida eigentlich nicht nach Ihren aussagen gegen Israel und Amerika kämpfen?Müssten sie eigentlich nicht gegen den „Westen“ sein, der seinen Unfug im ganzen Nahen und Mittleren Osten treibt?Müsste die Al-Qaida nicht im Interesse vom Islam handeln und die Moslems beschützen?Das sind einige von vielen Fragen die Mensch sich stellen muss,wenn Mensch zu einem rationalen(logischen) Schlussfolgerung kommen möchte. Al Qaida und Al Nusra, genau diese beide Organisationen,, begehen den größten Verrat an den Wahren Islam.Wieso das so ist werden wir versuchen gemeinsam an Hand der Mijdar 2013 Fragen die wir uns wie oben gestellt haben raus zu finden. Viele von uns haben das erste Mal wirklich die Al-Qaida wahr genommen als das mit den Twin-Towers in Amerika passiert ist. Das war auch gleichzeitig der Startschuss für die Anti-Islam Kampagne der kapitalistischen Banden (Staaten) und somit auch die Legitimation für den Einmarsch im Nahen-und Mittleren Osten. Aber die Geschichte von AlQaida geht noch ein wenig zurück,nämlich zur Zeiten wo die Sowjetunion Afghanistan besetzt hat und sich die Chance für Amerika ergeben hat den ersten versteckten Kampf durch Söldner gegen Sowjetunion zu führen. Damals mit Osama Bin Laden an der spitze kämpfte die Al-Qaida gegen die „ungläubigen“ mit den Gelder und Waffen der gläubigen(?) Amerikaner. Wir müssen uns mal die Frage stellen ob die Ak58 tionen die angeblich die Al-Qaida im Namen von Islam durch führt, ob sie den Islam in einem besseren Licht darstellen oder nicht? Ich bin der festen Überzeugung dass solche Organisationen wie die Al-Qaida zu nichts mehr da sind als die Projekte Amerikas in Mittleren Osten durch zu setzen. Die Form der Al-Qaida Kriegsführung ist die neue Art der Kriegsführung der Banden (Staaten) die in Besitz von Atomwaffen sind und sich Krieg als solches nicht leisten können, deswegen brauchen sie sozusagen Söldner-Splittergruppen die bereit sind für Geld alles zu machen. Dazu kommt noch das wichtigste, dass die kapitalistischen Staaten grundsätzlich ein Problem mit dem Islam als Ideologie haben,weil grade der Islam und ihr Einfluss im Mittleren Osten bis jetzt nicht zu ließ, dass Amerika ihre vorgesehenen Projekte als solches durch führen kann. Denn so lange STÊRKA CİWAN der Islam ihren Einfluss im Mittleren Osten beibehält wird der Kapitalismus von den Moslems nichts akzeptiert und nicht angenommen, deswegen braucht die USA und ihre verbündeten, darunter auch Türkei und Israel, einen weg der sie dazu legitimiert um in Nahen und Mittleren Osten einzugreifen. Und solche Organisationen eben wie die Al-Qaida geben ihnen grade das Perfekte Alibi um in islamische Länder einzumarschieren. Ich nenne euch jetzt paar technische Wissen über die Al-Qaida zu Verfügung, woran ich auch fest glaube, ihr könnt natürlich selbst Recherchen erstellen und zur Diskussion frei geben. Der Gründer von Al-Qaida heißt Sultan Bin Mender. Er ist der ehemalige Saudi arabische Konsulat Obervertreter in Washington gewesen und er ist heute der Oberchef des saudischen Geheimdienstes. Er gründet es natürlich nicht alleine, ihm wird von der USA geholfen. Wieso USA? Weil die USA die Situation der Sowjets in Afghanistan zu Ungunsten von Sowjets ausfallen lassen möchte. Denn einen offenen Kampf konnte sich damals keiner von den beiden Weltmächten leisten, deswegen bedienten sie sich solcher Methoden. Somit wurde die Al-Qaida mit Osama Bin Laden an der spitze, wobei es nicht unerwähnt bleiben darf, dass Osama Bin Laden zur der Königsfamilie in Saudi Arabien gehört, gegründet. Ihm wurden 12 Milliarden Dollar, je zu Hälfte von USA und Saudi Arabien, zur Verfügung gestellt. Damit ging Osama Bin Laden nach Pakistan und eröffnete schulen. Was dann passierte und immer noch passiert kennen wir ja aus der Presse, aber es gibt wichtige Details, was wir nicht ohne weiteres so in der Presse zu sehen bekommen wie z.B., dass die Al-Qaida im Jahre 2013 in Pakistan in einer ihrer treffen beschließen, dass die folgenden drei Staaten anzugreifen verboten seien: Israel, Türkei und Saudi Arabien. Viele werden sich sagen O.K., Türkei und Saudi Arabien verstehen wir ja, wieso sollte die Al-Qaida nicht Israel angreifen oder hat es bis jetzt nicht? Diese frage ist eine unschöne frage aber um die Al-Qaida besser zu kennen müssen wir sie uns leider stellen. Wenn wir wieder darauf zurück kommen, wie bekanntlich haben sich die Sowjets aus Afghanistan zurück gezogen und so mit hat die Al-Qaida ihre erste Mission erfolgreich gemeistert. Und kurz darauf ist die Sowjetunion in sich zusammengebrochen und der angeblich größte Feind Amerikas war verschwunden. Nun konnten sich die USA anderen Sachen widmen und zwar seinen schon lange vorgesehenen Großen-Mittleren Osten-Projekt durchsetzen. Um das durchzusetzen wollten sie erst Mal ihren größten Feind, Rêber APO, aus dem weg schaffen, deswegen begannen sie mit dem Komplott von 9.Ok- tober 1998 und übergaben Rêber APO an die Türkei. Dadurch erhofften sie sich, dass die kurdische Freiheitsbewegung sich auflöst und sie ein leichtes Spiel haben werden, wie wir heute wissen sollte es anders kommen. Somit gingen sie zu ihrem zweiten Schritt über; wie schon oben erwähnt, mit dem Anti-Islam Kampagne auf der ganzen Welt. Der Wahre Islam erlebt jeden Tag, seit der Gründung von Al-Qaida ihre größten Rückschläge und Verrat. Die Al-Qaida hat die Religion des Friedens zur Religion des Terrors denunziert. Deswegen müssen wir den Wahren Islam strikt von den Islam unterscheiden der zur Legitimation zum Einmarsch fremder Mächte im Mittleren Osten dient, unterscheiden. An der Stelle möchte ich erwähnen, dass natürlich ich auch gegen den jetzigen zustand bin, dass die Menschen im Mittleren Osten von den jeweiligen Diktatoren unterdrückt werden und es keine Demokratie gibt. Jedoch kann niemand von uns behaupten, dass bis jetzt der Kapita- 59 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN lismus nicht mehr als den Tod zu uns gebracht hat. Wenn es so weiter geht werden unsere Länder zur Friedhöfe ihrer eigenen Völker verkommen. Wenn Revolution, dann nur wenn sich das Volk organisiert und Widerstand leistet. Und wir wissen von den Kurden und Kurdistan, dass es möglich ist auf seine eigene Kraft zu vertrauen und die Revolution durch führen. Damit kommen wir zu der Revolution in Rojava und den angriffen derer auf die Kurden, die im Namen vom Islam kurdische Kinder ermorden und kurdische Frauen vergewaltigen und somit den Wahren Islam beschmutzen und Verraten. Schauen wir uns die letzten Angriffe der AlNusra-Front gegen die Kurden in Rojava an. Die Frage die sich viele Kurden stellen ist; wieso greift die Al-Qaida die Kurden an? Sollten sie eigentlich nicht gegen Assad kämpfen? In wessen Interessen handeln sie? Und wieso gewährt die Türkei, ein Nato-Mitglied Staat, der Al-Qaida von „türkischen“ Boden aus zu agieren? Wurde nicht die Al-Qaida zur Feind NATO's erklärt worden? Haben sie nicht überall unter dem Vorwand Al-Qaida vernichten zu wollen den Mijdar 2013 „Terror“ den Kampf angesagt? Wir können uns jetzt hunderte solcher Fragen stellen! Ihr habt bestimmt schon von der „ISID“(Irak-Sam Islam Devleti) gehört. Wir können es auch als die Vereinigung von Al-Qaida-Irak und AlQaida-Syrien zusammenfassen. Diese Organisation wird von Bekir El Baghdadi und Tarik Hasimi angeführt. Ihre höchsten Obersöldner sind Ömer Sisani(Ceceni),Yakup Sisani und Seyfullah Sisani. Für die, die es nicht wissen Tarik Hasimi hat seinen Sitz in der Türkei und die Sisanis werden von der türkischen Geheimdienst(MIT) höchstpersönlich ausgebildet und unterstützt. Nun kommt vielleicht, an Hand dieser groben Informationen, ein wenig Licht in die Frage in wessen Interesse die AlQaida(ISID-Al Nusra) handelt, wenn sie die Kurden in Rojava(Syrien) angreifen. Jedoch muss die Al Qaida wissen, dass sie in Rojava nicht gegen irgendeine Organisation kämpft und sie muss auch wissen, dass ihre Maske gefallen ist. Die Kurden haben vom vornherein klar gestellt, dass sie weder an der Seite von Asad noch an der Seite vom syrischen Opposition kämpfen wird. Die Kurden haben sich für den 3.Weg von Rêber APO entschieden, der Weg das auf das Zusammenleben aller Völker in Ruhe und Frieden auf Selbstverwaltung basiert. Der türkische Staat, dass seit mehr als 90 Jahren die Kurden leugnet, hat sich von Anfang an gegen diese Entwicklung in Rojava gestellt. Natürlich wollen die kapitalistischen Banden, wie Israel und USA auch nicht, dass die Kurden frei über sich entscheiden, denn sie 60 hatten ja geplant, dass mit der Gefangennahme von Rêber APO der freie Kurde auch verschwindet. Nun steht der freie Kurde mit erhobenem Haupt gegenüber ihnen und lässt sich durch nichts seine Freiheit nehmen. Mit den Angriffen auf Rojava ist noch klarer geworden durch wessen Gelder und Waffen die Al Qaida unterstützt wird und wessen Interessen bei Ihnen im Vordergrund stehen. Wie gut zu wissen, dass der Wahre Islam des Propheten Mohammed nichts mit dem Islam dieser Organisationen gemeinsam hat. In der Geschichte des Islams begegnen wir nirgends darauf das Kinder geköpft und Frauen im Namen des Islams geköpft werden. Wer für seinen Eigentum, Heimat und Leben seinen leben lässt, der ist ein Märtyrer(Sehid)“. -Prophet MohammedNach diesen Worten des Propheten begeht die Al Qaida ein Verbrechen, denn weder ist Kurdistan ihr Eigentum,noch ihr Heimat oder ihr leben wird durch die Kurden bedroht! “Das Land und Eigentum eines Moslems ist einem anderen Moslem untersagt.”-Prophet MohammedWie bekanntlich gehören 90% der Kurden dem Islam an. Damit wir richtig hier verstehen auch hier werden in Syrien moslemische Kurden angegriffen und ermordet. Wie vereinbart sich das mit den Worten des Propheten? Machen uns schon diese beiden Zitate nicht klar was der Wahre Islam ist und wieso die Al Qaida Verrat am Islam begeht? Denn die Interessen des Islam können nicht darin liegen im Namen von Islam überall auf der Welt und jetzt in Rojava Terror gegen die Menschen zu begehen! *** STÊRKA CİWAN La Turquie construit un « mur de la honte » entre les Kurdes Maxim AZADÎ “La Turquie devrait intensifier ses patrouilles le long de la frontière et empêcher le passage en Syrie de combattants et d'armements destinés à des groupes qui ont été accusés de manière crédible de violations systématiques des droits humains” Le régime AKP a lancé la construction d’un mur sur ses frontières avec le Kurdistan syrien, alors qu’aucune mesure n’a été prise pour empêcher les jihadistes accusés de crimes contre l’humanité. La co-présidente du principal parti kurde BDP, Gultan Kisanak, a dénoncé la construction du mur entre le Kurdistan syrien et les Kurdes de Turquie. Le Kurdistan est un pays déjà divisé entre la Turquie, l’Iran, la Syrie et l’Irak après la Première Guerre Mondiale, devenant ainsi « une colonisation internationale ». SI LA TURQUIE VEUT DEVENIR ISRAEL « Si la Turquie veut devenir Israël, alors les Kurdes sauraient devenir Palestine » a défié la coprésidente du Parti pour la paix et la démocratie (BDP). Le 9 octobre, le régime AKP, parti au pouvoir du premier ministre Recep Tayyip Erdogan, a commencé à ériger un mur à sa frontière avec Serêkaniyê (Rass al-Ain), ville jumelle de Ceylanpinar, partagée entre la Turquie et la Syrie. Cette construction intervient après la prise de poste-frontière le 16 juillet par des combattants kurdes qui ont chassé les jihadistes d’Al-Qaïda. Les « jihadistes » étrangers entraient par la Turquie depuis la poste frontière de Serêkaniyê, d'où ils introduisaient aussi des armes et recevaient des soins médicaux. Aucune mesure n’avait été prise jusqu’à avoir chassé les membres d’Al-Qaida. Trois jours plus tard, le 12 octobre, le régime a lancé la construction d’un nouveau « mur de la honte » sur la frontière entre la ville kurde syrienne de Qamishli et la ville de Nusaybin, dans la province de Mardin, au Kur- distan de Turquie, alors que les Kurdes ne représentent aucune menace. PREUVE D’HOSTILITE ENVERS LE PEUPLE KURDE La maire BDP de Nusaybin, Ayşe Gökhan, et le responsable locale du BDP Reşat Kaymaz ont tenté d’empêcher la construction en s'accrochant aux barbelés. « L’Etat colonialiste ne pourra pas diviser le Kurdistan avec un mur » a dit M. Reşat Kaymaz. Lors d’une conférence de presse tenue à Diyarbakir, Mme Gultan Kisanak a appelé le gouvernement a abandonné ce projet. « Soit le gouvernement persiste dans son erreur et payera le prix cher, soit il l’abandonnera » a-t-elle averti, dénonçant aussi l’embargo imposé par la Turquie et des forces internationales qui n’envoient aucune aide huma- 61 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN du PKK, dans un communiqué. HRW : LA TURQUIE DOIT EMPECHER LE PASSAGE EN SYRIE DE COMBATTANTS nitaire dans la région kurde. « La Turquie n’a pas pour objectif d’empêcher les attaques et d’une menace, mais pour étouffer et isoler la révolution kurde. Le but est d’empêcher la rencontre des Kurdes » a ajouté Ayşe Gökhan, qualifiant le mur « d’hostilité » envers le peuple kurde. ILS ENTRENT PAR LA TURQUIE AVANT DE COMMETTRE DES CRIMES CONTRE L’HUMANITE Le soutien de la Turquie aux groupes armés qui commettent des crimes contre l’humanité a été confirmé dans le nouveau rapport de l’ONG de défense des droits de l’homme Human Rights Watch, publié le 11 octobre. L’ONG affirme que «des groupes armés d'opposition en Syrie ont tué au moins 190 civils et en ont pris plus de 200 en otage» le 4 août dernier lors d’une opération visant des villages alaouites. L’organisation point du doigt la Turquie, soulignant que Mijdar 2013 « les combattants étrangers qui pénètrent dans le gouvernorat de Latakia le font presque exclusivement depuis la Turquie. » Les organisations kurdes dénoncent depuis plusieurs mois le soutien de l’Etat turc aux groupes armés d’Al-Qaïda qui ont intensifié leurs attaques contre la région kurde ces derniers mois. De nombreux témoignages et preuves ont été publiés par les medias kurdes et turcs sur ce soutien visible depuis la frontière avec la Syrie. Les jihadistes opèrent notamment dans les villes frontalières avec la Turquie comme Tall Abyad, dans la région de Raqa et Atma, dans la région d’Idlib, mais ils sont également soutenus militairement depuis le village de Tall Halaf, près de la ville de Serêkaniyê. « Les bandes armées commettent des crimes contre l’humanité à Rojava (Kurdistan occidental). La Turquie s’est également associée à ces crimes » a déclaré de son côté la co-présidence de L’Union des Communautés du Kurdistan (KCK), système politique 62 Human Rights Watch appelle le Conseil de sécurité de l'ONU et les alliés de la Turquie à faire pression sur cette dernière pour empêcher les jihadistes. «Selon des responsables des services de sécurité syriens, des informations de presse, des diplomates occidentaux et selon les observations faites par des journalistes et des employés des organisations humanitaires, les combattants étrangers appartenant à ces groupes entrent en Syrie par la Turquie, d'où ils introduisent également des armes, de l'argent et d'autres équipements, et où ils se replient pour recevoir des soins médicaux. La Turquie devrait intensifier ses patrouilles le long de la frontière et empêcher le passage en Syrie de combattants et d'armements destinés à des groupes qui ont été accusés de manière crédible de violations systématiques des droits humains. La Turquie devrait aussi soumettre à une enquête et poursuivre en justice, selon le principe de la compétence universelle et en conformité avec ses propres lois, quiconque en Turquie est soupçonné d'avoir commis des crimes de guerre et des crimes contre l'humanité, d'en avoir été complice, ou d'avoir eu une responsabilité de commandement dans leur commission. Le Conseil de sécurité de l'ONU et les alliés de la Turquie devraient appeler tout particulièrement celleci à faire davantage pour vérifier qu'aucune arme ne transite par la Turquie pour être livrée à des groupes qui commettent des abus, a souligné Human Rights Watch.» STÊRKA CİWAN Juge antiterroriste cambriolé: Quel rapport avec l’assassinat des femmes Kurdes ? Maxime AZADÎ “L’emprisonnement d’Omer Guney le 21 janvier, tout reste un mystère : quelle est la véritable identité d’Omer Guney, quel sont ses engagements, son rôle dans l’assassinat, ses motivations, ses voyages en Turquie, qui sont les éventuels commanditaires du massacre. Enfin, pourquoi ce silence ? Est-ce une complicité ?” L'appartement d'un juge d'instruction du pôle antiterroriste du tribunal de grande instance de Paris a été cambriolé le 23 septembre. Il s’agit du juge Jeanne Duyé qui instruit notamment le dossier de l’assassinat de trois militantes kurdes en janvier 2013. Ce cambriolage suspect a été révélé par Le Parisien qui affirme que « le ou les cambrioleurs seraient parvenus à entrer dans les lieux sans effraction avant de s’emparer d’un ordinateur portable contenant des informations sur les dossiers traités par le magistrat. » Une enquête est en cour. Selon Le Figaro, il s'agit de Jeanne Duyé, nommée au pôle antiterroriste il y a environ un an. « Le ou les cambrioleurs seraient parvenus à entrer dans son domicile sans effraction avant de s'emparer d'un or- dinateur portable contenant des informations sur les dossiers traités par la magistrate. Étant nouvelle dans l'équipe, celle-ci est plutôt amenée à travailler sur toutes sortes de dossiers, aussi bien islamistes que corses ou même celui du sabotage présumé de Tarnac en 2008. Souvent d'ailleurs en cosaisine » affirme le journal. Un magistrat en poste dans la capitale, cité par Le Figaro, souligne de son côté qu’un ordinateur de travail du tribunal ‘comporte évidemment des pièces de justice scannées, des éléments des dossiers d'instruction qui ne sont pas classifiés confidentiel ou secret défense puisqu'un dossier d'instruction est accessible en pratique aux avocats.’ Mais ni Le Parisien, ni Le Figaro ou même Le Monde n’a fait un lien entre ce cambriolage et le dossier de l’assassinat de trois femmes kurdes. OMER GUNEY AVAIT-IL FAIT L’OBJET DE SURVEILANCE ? Curieusement, ce cambriolage intervient après une demande déposée auprès du juge Duyé par l’avocat de proches de victimes, Me Antoine Compte, pour savoir si l'assassin présumé, Ömer Güney, avait fait l'objet de surveillance par les services de renseignement français avant les crimes. Selon un article de l’AFP, publié le 30 septembre, Me Antoine Comte a confirmé avoir fait "une demande portant sur l'ensemble des écoutes administratives" qui auraient pu viser Ömer Güney afin de "savoir s'il avait fait l'objet d'une surveillance" des services français. "On m'a répondu que cela n'avait pas de relation avec les faits", a re- 63 Mijdar 2013 STÊRKA CİWAN gretté Me Comte qui a affirmé avoir fait appel de ce refus. Une source proche du dossier citée par l’AFP affirme que les juges antiterroristes Christophe Teissier et Jeanne Duyé ont rejeté la demande d'acte le 20 septembre. EST-CE VOTRE COMPLICITE DERRIERE VOTRE SILENCE ? De nombreuses questions s’imposent : ce cambriolage n’a-t-il pas un lien avec le dossier de trois femmes assassinées en plein Paris afin de changer le cours des choses ? Qui a intérêt de fermer le dossier de cet assassinat politique ou qui peut entrer dans l’appartement d’un tel juge « sans effraction » ? Les services français ou étrangers n’auraient-il pas un lien avec le cambriolage ? On sait que les services de renseignement sont à l’origine de la plupart des affaires « suspectes » ou « sales » dans le monde. Les questions se multiplient face au silence des autorités françaises sur ce triple assassinat dont les Kurdes attendent une avancée concrète depuis plus de neuf mois. Chaque mercredi, des femmes kurdes manifestent à Paris et dans d’autres villes euroMijdar 2013 péennes pour demander la justice avec le slogan « Est-ce votre complicité derrière votre silence ? » QUE CACHENT LES AUTORITES ? Sakine Cansiz, 55 ans, co-fondatrice du PKK, Fidan Dogan, 32 ans, représentante du Congrès national kurde, basé à Bruxelles, et Leyla Saylemez, 24 ans, membre d’un mouvement de jeunesse, ont été exécutées le 9 janvier 2013 au Centre d'information kurde (CIK) à Paris. Les Kurdes ne voient aucun effort convaincant de la part des autorités françaises pour dissiper le brouillard sur l’assassinat des femmes kurdes, alors que le centre d’information et les activités kurdes sur le sol français étaient sous surveillance pérennante. Aucune déclaration n’a été faite sur l’avancement de ce dossier. Rien n’a été dit sur les voyages obscurs d’Omer Guney en Turquie, dont le dernier en décembre 2012, soit quelques semaines avant 64 le triple assassinat. Omer Guney était bien connu des services français, car il avait été interpellé en mars 2012 lors d’une manifestation sur Tour Eiffel, puis en décembre au Pays-Bas au cours de la même année. La police hollandaise avait informé les services français sur cette arrestation avant de libérer quelques heures plus tard l’auteur présumé de l’assassinat de trois femmes, sans aucune interrogation. A part l’emprisonnement d’Omer Guney le 21 janvier, tout reste un mystère : quelle est la véritable identité d’Omer Guney, quel sont ses engagements, son rôle dans l’assassinat, ses motivations, ses voyages en Turquie, qui sont les éventuels commanditaires du massacre. Enfin, pourquoi ce silence ? Est-ce une complicité ? "Il n'y a aucun assassinat politique en France qui ait débouché sur la mise en cause de la responsabilité d'un Etat commanditaire" et "j'aimerais bien qu'on rompe avec cette tradition" disait à l’AFP Me Comte. ***