pdf indir - KONYA Mimarlar Odası

Transkript

pdf indir - KONYA Mimarlar Odası
Dosya / “Mimarlıkta Yerellik Sorunu”
12
Dosya: EMİNE ÖĞÜN’LE TURGUT CANSEVER VE YERELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ / GÜNÜMÜZÜN “SAKİN” YAŞAM ALANLARI OLARAK
CİTTASLOW’LAR ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK / MİMARLIKTA YER(SİZLİĞ)İN ANTALYA’DAKİ TURİZM YAPILARI ÜZERİNDEN
İNCELENMESİ / KÜRESELLEŞME-YERELLEŞME EKSENİNDE YERELLİK OLGUSU VE KİMLİK / YERELLİĞİN İMKANSIZLIĞINDA YERELLİK:
AYNILIK CEHENNEMİNDEN KAÇIŞ / MODERN MİMARİ, POST MODERN KÜLTÜR VE YEREL REAKSİYONLAR / MİRASIN YANSIMASI
Proje/Uygulama: KONYA BİLİM MERKEZİ • Teknoloji: KİNETİK MİMARLIKTA CEPHEDE ORİGAMİ VE AKILLI MALZEME KULLANIMI
Eğitim: MİMARLIK EĞİTİMİNDE BİR ARAÇ: 9 KARE GRİD UYGULAMASI • Restorasyon: KONYA BEDESTEN ÇARŞISI SAĞLIKLAŞTIRMA PROJESİ
Araştırma: YAPAY AYDINLATMA-VİTRİN İŞLEVİ İLİŞKİSİNİN AYDINLATMA KRİTERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: KONYA ÖRNEĞİ
Sanat: HÜSN-İ HAT ÖĞRENCİLERİNİN MİHMANDARI: HATTAT MEHMED ŞEVKİ EFENDİ
mimaran
Mimarlar Odası Konya Şubesi’nin Yerel Süreli Mimarlık Kültürü Dergisidir • Yıl: 9 • Sayı: 12 Sonbahar 2015
mimaran
12
İÇİNDEKİLER
mimaran
Kapak Fotoğrafı: Fatmanur BARAN
Sonbahar Sayısı 2015 • Yıl: 9 • Sayı: 12
Yayın Türü: Yerel süreli
Yayınlayan
Mimarlar Odası Konya Şubesi
Sahibi
Mimarlar Odası Adına
Mustafa KAŞ
Editör ve Yazı İşleri Sorumlusu
Fatih CANAN
Yayın Koordinatörü
Mustafa DERELİ
Yayın Kurulu
Esra YALDIZ
Fatih CANAN
Fatih SEMERCİ
H. Derya ARSLAN
Meryem ALAGÖZ
M. Feyza YARAR
Mustafa DERELİ
Süheyla BÜYÜKŞAHİN SIRAMKAYA
S. Zerrin KORKMAZ
Fatmanur BARAN
H. Livanur DANIŞIK
Yazışma Adresi
TMMOB MİMARLAR ODASI KONYA ŞUBESİ
Atatürk Caddesi No: 15
42040 Meram / KONYA
Tel: 0332.353 47 17
Faks: 0332.353 41 61
[email protected]
Grafik Tasarım
Zehra ŞENOĞUZ
Grafik Uygulama
Ebru LAÇİN
içindekiler
EDİTÖRDEN
Merhaba / Fatih CANAN.................................................................................................. 3
BÜYÜTEÇ
Kent Estetiğinde Reklamın Rolü / Mehmet KOYUNCU - Tuğba ŞEN - Ahmet KUŞTEPE........ 4
KÖPRÜ
Tantavi Ambarı’ndan Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesine / Özlem KARAKUL............ 10
DOSYA / Mimarlıkta Yerellik Sorunu
Emine Öğün’le Turgut Cansever ve Yerellik Üzerine Söyleşi /
Emine ÖĞÜN - Meryem ALAGÖZ - Fatmanur BARAN - Livanur DANIŞIK..........................
Günümüzün “Sakin” Yaşam Alanları Olarak Cittaslow’lar Üzerine Yeniden Düşünmek /
Esra Banu SİPAHİ...........................................................................................................
Mimarlıkta Yer(sizliğ)in Antalya’daki Turizm Yapıları Üzerinden İncelenmesi /
Emine YILDIZ KUYRUKÇU - Zafer KUYRUKÇU...................................................................
Küreselleşme-Yerelleşme Ekseninde Yerellik Olgusu ve Kimlik /
Arzu TAYLAN - Kadriye (Deniz) TOPÇU............................................................................
Yerelliğin İmkansızlığında Yerellik: Aynılık Cehenneminden Kaçış / Serhat TOKER..............
Modern Mimari, Post Modern Kültür ve Yerel Reaksiyonlar / Ali Naci ÖZYALVAÇ..............
Mirasın Yansıması / Çelik ERENGEZGİN..........................................................................
14
20
27
34
42
46
49
Yapım
Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi
Karaköy Kemankeş Caddesi, No: 31
Karaköy 34425 İstanbul
Tel: 0212.244 86 87
Baskı-Cilt
Doruk Grafik, İstanbul
Tel: 0212.629 01 26
Baskı Tarihi
Aralık 2015
“mimaran” dergisi, Mimarlar Odası üyelerine
ücretsiz olarak gönderilir.
Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen
görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir.
1
İÇİNDEKİLER
PROJE/UYGULAMA
Konya Bilim Merkezi / Serap ERDOĞAN......................................................................... 52
TEKNOLOJİ
Kinetik Mimarlıkta Cephede Origami ve Akıllı Malzeme Kullanımı /
Asena SOYLUK - Pelin SARICIOĞLU................................................................................. 62
EĞİTİM
Mimarlık Eğitiminde Bir Araç: 9 Kare Grid Uygulaması /
Ali Naci ÖZYALVAÇ - H. Derya ARSLAN - Fatih SEMERCİ................................................... 67
RESTORASYON
Konya Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi / M. Argun KOCADAĞİSTAN....................... 71
ARAŞTIRMA
Yapay Aydınlatma-Vitrin İşlevi İlişkisinin Aydınlatma Kriteri Açısından Değerlendirilmesi:
Konya Örneği / Aysel KAVASOĞULLARI - Murat ORAL..................................................... 83
SANAT
Hüsn-i Hat Öğrencilerinin Mihmandarı: Hattat Mehmed Şevki Efendi / Atilla ŞİMŞEK........ 93
ETK‹NL‹KLER‹M‹Z
Etkinlik Haberleri............................................................................................................ 98
YAYIN TANITIMI
Kitap Tan›t›mı............................................................................................................... 102
Düzeltme:
Mimaran Dergisinin 11. Sayısında (YIL 9, Yaz 2015) yayın kurulu üyeleri sehven eksik yazılmış olup düzeltilmiş liste aşağıdaki gibidir:
Esra YALDIZ- Fatih CANAN - Fatih SEMERCİ - H. Derya ARSLAN - Meryem ALAGÖZ - M. Feyza YARAR - Mustafa DERELİ - Süheyla BÜYÜKŞAHİN SIRAMKAYA
S. Zerrin KORKMAZ - Fatmanur BARAN - H. Livanur DANIŞIK
Mimaran Yazım Kuralları
Mimaran Dergisi, yılda dört sayı olarak yayınlanan bir dergidir. Dergide, Mimarlık alanlarındaki görgül çalışmalara, derlemelere
(en son literatürü kapsamlı bir şekilde inceleyen yazılar, meta-analiz çalışmaları, model önerileri, olgu sorunları ve tartışmaları
vb.), çevirilere ve özgün kitap incelemelerine yer verilmektedir.
Mimaran’a gönderilen yazılar daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olmalıdır. Herhangi bir sempozyum ya da kongrede sunulan yazılarda kongrenin adi, yeri ve tarihi belirtilmelidir. Yazılar editör ve yayın komisyonu tarafından ön değerlendirmeye tabi
tutulur.
Yayınlanmak üzere dergiye gönderilecek yazılar, başlık sayfası, ana metin, kaynaklar ve (varsa) ekler ve yazar notları bölümlerini
içermelidir.
Metinler Times New Roman, 12 punto ve 1,5 satır ararlığı ile yazılmalıdır. Metne ait görseller ise en az 15 cm 300 dpi çözünürlükte olmalıdır.
2
MERHABA...
EDİTÖRDEN
EDİTÖRDEN
Merhaba,
Mimaran’ın 12. sayısında okuyucularımızla tekrar beraberiz. 2015 yılı içerisinde yayın
kurulu arkadaşlarımla 2. sayıyı çıkarmanın mutluluğunu yaşamaktayız.
Yeni sayımızın dosya konusu “Mimarlıkta Yerellik Sorunu”. Mimarlık ortamında güncelliğini koruyan ve üzerinde çalışmalar yürütülen bu problem alanının seçilmesine özen
gösterilmiştir. Son dönemlerde “yerel olma” adına gerçekleştirilen kamusal binaların ve
kentsel tasarım uygulamalarının bilimsel bir çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Ülkemiz mimarlığının geliştirilmesi ve daha iyiye götürülmesi için eleştirel çalışmaların yapılması büyük önem arz etmektedir. Güncel mimari tasarımlarda “yerellik” nasıl
yorumlanmalıdır? Eleştiriler nelerin üzerinde temellendirilmelidir? Bu sorulara yanıt
aramak amacıyla farklı disiplinlerden 7 ayrı çalışma bu sayımızda yer almıştır. Global
çağda mimarlıkta yerel olabilme adına yapılan olumlu ve olumsuz örnekler tanıtılmaya
çalışılmıştır.
Farklı alanlardaki çalışmalarıyla dergimize katkı sağlayan yazarlara ve bu sayının hazırlanmasında emek veren yayın kurulu üyelerine teşekkürlerimi sunarım. Yeni bir sayıda
tekrar görüşmek dileğiyle...
Fatih CANAN
3
BÜYÜTEÇ
KENT ESTETİĞİNDE REKLAMIN ROLÜ
4
Mehmet KOYUNCU - Tuğba ŞEN - Ahmet KUŞTEPE
eklamın Ortaya ÇıkışıTarihsel Süreci
Ticari bir iletişim biçimi, sanatsal yönü ağır
basan bir ikna aracı, tüketim kültürünün manipülasyon aracı, imajlar dünyasının sözcüsü vb. şekillerde de tanımlanmakta olan reklamın, başlangıç
tarihi M.Ö.3000’li yıllar olarak kabul edilmekte ve
ilk örneklerinin tüccarların çığırtkanlar yardımı ile
satış yapma çabaları, dükkanların önünde ürünlerin sergilenmesi ya da tabelalar asması şeklinde
gündeme geldiği sanılmaktadır.
Özellikle eski Mısır’da Cadde üzerinde aynı
reklama rastlanması, bugün de kullanılan tekrarlama sisteminin o zamanlardan düşünüldüğünün
misalidir. Ortaçağda reklamcılık daha ziyade çığırtkanlar, tellallar vasıtasıyla yapılmaktaydı. Bu ise
radyo reklamcılığının primitif numunesi sayılabilir.
Reklamcılık eski dönemlerde çok iptidai örneklerde, daha ziyade sesli reklamlarla yapılıyordu.
Çığırtkanların, tellalların yaptığı bir uygulamaydı. Kişisel çabalar büyük rol oynamaktaydı. Espri
gücü, hitap kabiliyeti olan bir satıcı diğerinden
daha başarılı olmaktaydı.
Böylece sesli spotlarla başlayan reklamcılık,
marka ve amblemlerin gelişmesi ile değişik mecralara yöneldi. Özellikle Ortaçağ esnaf loncaları
R
kalite kontrolü esasını benimseyince markalaşma
şart oldu.
Reklam, ticari faaliyetler ile gündeme gelmiş
ve gerek teknoloji gerekse sosyal, ekonomik ve
siyasal alanlarda yaşanan değişimlere paralel bir
gelişme çizgisi izlemiş gibi görünmektedir. Özellikle de kapitalizmin doğuşu ve değişen dinamikler
doğrultusunda, özü aynı kalmakla birlikte işlevinin
çeşitlendiği, stratejilerinin farklılaştığı ve sosyal bir
güç olarak etkinliğinin arttığı belirtilmektedir. Endüstri devrimine dönüldüğünde, yığınsal üretimin
yaygınlaşması, tüketicilerin istek ve beğenilerinin
farklılaşması, üretim sürecinde standardizasyona
gidilmesi, tüketilebilecek olandan fazlasının üretilmesi vb. faktörlere bağlı olarak reklamın hedef ve
tarzını değiştirmek zorunda kaldığı görülmektedir.
Tabela ve Reklamın Satışa Etkisi
“Tarih boyunca kentleşme bir gelişme belirtisi olarak görülse de, artan nüfus yoğunluğu ile çarpık
kentleşme gibi olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
Bugün gelişen dünyada insanların %70’i kentlerde yaşamaktadır(Kellert, 2005). Bunun yanında son yıllarda kentlerde meydana gelen hızlı ve
düzensiz kentleşme sonucu ortaya çıkan kimlik
BÜYÜTEÇ
sorunları, kentlerin bir tüketim alanı haline gelmesine neden olmuştur. Günümüzün kentli bireyi
yaşadığı çevreden memnun değildir ve kendini
yaşadığı mekâna ait hissetmemektedir. Kendi yaşam ortamına yabancılaşan kentli, gün geçtikçe
kendi kimliğinden ve yaşadığı kentin kimliğinden
uzaklaşmaktadır. Kentlilerin istek ve gereksinimlerine yanıt verme amacıyla tasarlanan ve düzenlenen kentsel mekânların iletişim ve bütünleşmeyi yaratacak fiziksel ve ruhsal ortamı sağlamaları
gerekmektedir. Bu bağlamda kent mekânlarının,
yaşam kalitesini yükseltme ve kentliyi yaşam ortamına dâhil etme gibi misyonları üstlenen kentsel
kimlik kavramı önem kazanmaktadır. Bir kentin
kimliğinin oluşumunda belirleyici olan pek çok
öğe bulunmaktadır (Öztürk, 2007).
Her kentin mutlaka belli bir amaca hizmet
eden karakter taşıması, bu kimliğe bağlı olarak
da belli estetik değerleri bünyesinde barındırması
gerekmektedir ki bu da her kentin belli bir kentsel
imaj ve duygu uyandırıcı niteliğe sahip olmasını
getirmektedir (Erdoğan, 2006).
Kişisel özellikler ve değişken faktörler aynı dış
mekânlarda farklı algıların gerçekleşmesine sebep
olur. Dolayısıyla tasarlanan dış mekânlar hakkında kullanıcıların görsel algılarının bilinmesi yapılan
çalışmaların daha işlevsel olmasını sağlayabilir (Saatçi, 2009).
Algı ve Çevresel Algılama
Koptagel (1982) algıyı duyu organları aracıyla edinilen nesnelere ve olaylara ait izlenimlerin
tanınması şeklinde ifade etmiştir (Özgel, 2006).
Bununla birlikte Aydınlı (1992) algıyı çevreden
kaynaklanan uyarıcı etkilerin, duyu organları ve
zihinsel sürece ilişkin olgular yoluyla kavranması
ve anlaşılması şeklinde tanımlamaktadır (Şavklı,
2010).
İnsan, doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu çevre ile iletişim kurmaya başlamaktadır.
Çevreden gelen iletilerle başlayan bu kavrayış
durumu, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde
daha yalın ve dolaysızdır. Ancak insan çevresine
ve kendine dair bilgileri biriktirmeye, anlamlar çıkarmaya, ayırımlar yapmaya, fikirler, çıkarsamalar,
inanışlar ve kabullenişler geliştirmeye başladıkça,
çevreden gelen uyarıcıları algılama süreci de bu
eksende değişmektedir (Uçkaç,2006).
Fisher (1984) bireyin ve çevrenin etkileşiminin
ise “çevre algısını” oluşturduğunu belirtmiştir (Saatcı, 2009).
Algının, çevre – insan ilişkilerinin incelenmesinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü insanın
çevresi ile ilişkisi, çevre bileşenlerinin insana gönderdiği mesajlar ve bunların algı yoluyla insan tarafından alınması ile gerçekleşmektedir. Çevreden
duyusal bilginin alınması ve işlenmesine ilişkin bir
çalışma alanını oluşturan algılama, insan – çevre
ilişkilerinin incelenmesinde önemli bir yer tutmaktadır (Yılmaz 2008). Bununla birlikte algı sadece
fizyolojik bir olgu değildir. Aynı zamanda bireyin
geçmiş deneyimleri, sosyal ve kültürel etkenler de
algı üzerinde etkili olmaktadır. (Çakcı, 2007).
Kara’ya (1997) göre çevresel algılama, çevrenin direkt duyular ile hissedilmesidir. İnsanın
çevreden gelen uyarıcıları ve bilgileri almasıyla
oluşan algılama olayı; görsel yol ile, işitsel yol ile,
dokunma yolu ile, koku alma yolu ile, tat alma
yolu ile ve iletişimsel yol ile gerçekleşmektedir.
Bununla birlikte Proshansky et al.’a (1983) göre
çevresel algılama, kişinin içinde bulunduğu fiziki
çevreyi tanımlamakta kullandığı anılar, düşünceler, fikirler, hisler, yaklaşımlar değerler, tercihler ve
anlamlar bütünü çerçevesinde oluşmaktadır (Uçkaç, 2006).
Kent ve Kimlik
Can’a (1999) göre kentin evrensel bir tanımını
yapmak oldukça güçtür. Sosyologların, kenti,
kırsalla karşılaştırarak, köy cemaatinden farklı bazı
özellikler gösteren bir sosyal grup olarak tanımlamalarına karşın, son yıllarda daha kapsamlı tanımlara gidilmektedir. Kenti kırsaldan ayıran temel
özellikler; kentlerde heterojen sosyal bir grubun
olması, kentin çeşitli etnik ve sosyal grupları, ayrı
kültür ve inanç sistemlerinden insanları bir arada
barındırması, kentin nüfus olarak kalabalık ve nüfus yoğunluğu fazla bir yerleşme olması, sosyal
kontrolün; yani akraba, arkadaş vs. kontrolünün
zayıf olması, kentte formal iş organizasyonlarının
kurulmuş olması ve toplumsal hareketliliğin hakim
olmasıdır (Öztürk, 2007).
Kent her şeyden önce anlaşılabilir ve okunabilir olmalıdır. Okunabilen bir kent, mahalleleri,
odak noktaları veya yolları kolayca ayırt edilebilen ve basit bir şekilde gruplandırılabilen kenttir.
Anlaşılabilirlik ve okunabilirlik, güzel bir şehrin tek
başına önemli özelliği olmamasına rağmen, kentsel ölçekte boyut, zaman ve karmaşıklığa sahip
çevreler göz önüne alındığında özellikle önemli
olmaktadır (Lynch, 1960).
Hajek (1993) kenti ilişkiler bağlamında tanımlamıştır. Kent; biçimlerden, renklerden, ışıklardan,
sudan ve yeşil alanlardan oluşan bir sanat alanıdır.
Burada insanlar birbiriyle karşılaşıp, buluşmakta
ve birlikte olmaktadırlar. Kent, her sınıftan insana
toplumsal olarak birbirleriyle iletişim kurma fırsatı
vermektedir. Kent önceden kararlaştırılmış veya
rastlantısal buluşmaların yeridir. Kent, her dönem
ve kültürde, insanların her konuda fikir yürüttükleri bir mekan olmuştur. Kentler, insanlar için vazgeçilmez önem taşıyan felsefe, din ve sanatların
5
BÜYÜTEÇ
vücut bulduğu, var olduğu, yaratıldığı yerlerdir.
Daha da önemlisi, düşüncelerin, felsefelerin ve
yaşantıların tartışıldığı, bunların alış verişinin yapıldığı bir forum; etrafında dolaşılacak, orada ikamet
edilecek; tartışma, kutlama, yeme-içme, oyun,
dans gibi etkinliklerin yapılabileceği; düşünmeye
ve gözleme dayanan, sonuç olarak da insanların
bir araya gelip, kendi kimliklerini buldukları bir
alan olarak algılanmalıdır (Öztürk, 2007).
Kentler ve mimari ürünler açısından kimlik ve
kentsel imge olgusu, öncelikle görsel boyutuyla
ön plana çıkan, ayrıca doğal, coğrafi, kültürel
ürünler ve sosyal yaşam normlarını da kapsayan
çok geniş bir tanımı içermektedir. Kentsel kimlik ve
buna dair kentsel imgeler kent mekanı içerisinde
uzun bir süreçte ve bazen çok farklı bileşenlerden
oluşmaktadır. Kentsel imgeler kentte yaşayanlar
açısından ekonomik olarak gelişmiş toplumlar söz
konusu sosyokültürel değerlerini kentlere yansıtmak için “yerellik, gelenekselcilik ve korumacılık”
anlayışını ön plana çıkartarak toplum içerisinde
en üst düzeyde benimsenmesine yönelik projeler
geliştirmektedirler. Örneğin, Venedik’in kanalları,
Paris’in sarayları, tarihi müze yapıları, katedralleri
ve Eiffel kulesi tarihle bağları olan kentlere kimliklerini veren değerler olarak dünya toplumunun sergisine sunulurken, Hong Kong ve New York’un
gökdelenleri bulundukları kentlerin ekonomik açıdan önemli öğeleri olmalarının yanısıra ana kimlik
öğeleri olarak da ziyaretçilerin çekim odaklarıdırlar
(Ulu ve Karakoç, 2004).
Robins and Morley’e (1997) göre genel olarak kimlik kavramı, canlılar ya da nesneler için ayırt
edici, farklılığı yaratan özellikler olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda kimlik kavramı, benzerler arasında kıyaslamayı getirir ve benzerine göre sahip
olunan ayırt edici özellikleri ortaya koymaktadır
(Ulu ve Karakoç, 2004).
Kent kimliği, değişmez değil, dinamik bir yapıdadır. Bunun nedenini, kent kimliğini etkileyen
fiziksel ve sosyal süreçlerde aramak yerinde olacaktır. Kentler, günümüzde artan doğal afetler,
küresel ısınma gibi tehditler, savaşlar vb. etkilerden dolayı fiziksel olarak değişime uğrayabilmektedir. Bu değişimler kent kimliğini etkilemektedir.
Bunun yanı sıra, planlama ve tasarım çalışmaları
ile de kentlerin fiziksel özellikleri ve kimlikleri değiştirilip, dönüştürülebilmektedir. (Uçkaç, 2006).
Kentsel Tasarım
Kentsel tasarım, kentsel çevreleri şekillendiren ve
yöneten çok disiplinli bir aktivite olarak tanımlanabilmektedir (Madanipour, 1996).
Çubuk (1992) kentsel bir çevrede tasarım faaliyeti olan kentsel tasarımı, bir tasarımlar bütünü
olarak kamusal düzende, kentsel mekanlarda,
6
kent mobilyalarının tasarımından, aydınlatma,
grafik, iletişim-bildirişim, kent plastiği ve estetiğiyle
ilgili tasarımlara kadar uzanan bir tasarımlar yelpazesinin entegrasyonunu gerektiren ve arayan
bir disiplin olarak tanımlamaktadır (Öztürk, 2007).
Fakat küreselleşen dünya ekonomisinde özellikle
ayrıcalıklı işletmecilik araçları haline gelen kent yönetimleri ve onların etki alanları olan kentler bir
güç ve rant aracı olarak görülmektedir. Kentler
son 20 yıl içerisinde birbirleri ile yarışan bir işletme
gibi örgütlenmekte, kent işlevi bir işletme olarak
verimlilik ve kar sağlamaya dönüşmektedir. Kentlerin bir işletme olarak algılanması ve işletmecilik
ilkeleri ile planlanması, kentsel kimliklerin ve onları
oluşturan kentsel imgelerin giderek hızla tahrip
edilmesine, içeriklerinin farklılaşmasına, ya da içeriksizleşmesine neden olmaktadır (Ulu ve Karakoç,
2004).
Ticari Tanıtım Tabelaları
Ticari amaçlı işyerlerinin adlarını, işaretlerini ve duyurularını içeren tabelalar “Ticari Tanıtım” tabelaları olarak adlandırılmaktadır. Ticari tanıtım tabelaları, kamuya açık alanlarda bulunan ticari işletmelerin nitelikleri, logoları, ürünleri, kampanyaları ve
duyuruları gibi konularda müşterileri bilgilendiren
tabelalardır. Ticari tanıtım tabelaları bina cepheleri, işyeri girişleri, yol üzeri panolar gibi yerlerde;
ışıklı-ışıksız, hareketli-sabit gibi çok geniş bir yelpazede çeşitli malzeme, boy ve renklerde yer almaktadır. Genellikle ilgili kurum ve kuruluşların izinleri
doğrultusunda, belirli bir düzen içerisinde kullanılması gerekmektedir. Fakat bu konuda yapılan
düzenlemeler genel olarak yetersiz kalmaktadır.
Çünkü genellikle tanıtım tabelaları ile ilgili yapılan
düzenlemeler, boyutları ve boyutuyla bağlantılı
olarak vergileri ile ilgili düzenlemeleri kapsamaktadır. Bunun sonucu olarak da ortaya istenmeyen
görsel kirlilik ürünleri çıkmaktadır.
“Ticari Tanıtım Tabelalarının Alışveriş Tercihleri
ve Cadde Peyzajı Algısı Üzerine Etkileri: Antalya
Güllük Caddesi Örneği” çalışmasında “Katılımcıların verdiği yanıtlar doğrultusunda aslında bir ticari tanıtım tabelasının alışveriş
tercihlerinde –etkili- olduğu, fakat Güllük
Caddesi üzerindeki tabelaların ise –az etkili- olduğu sonucu çıkmıştır. Aynı zamanda bir ticari tabelasının–boyut, renk, şekil,
kaliteli malzemeden üretilmesi, yüksekliği- gibi özelliklerinin dikkat çekmesi açısından etkili olduğunun, -ışıklı- oluşunun
ise çok etkili olduğunun neticesine ulaşılmıştır. Buna karşın, bu niteliklerin çoğuna
sahip ticari tanıtım tabelaları ile donanmış
bu caddenin –karmaşa yarattığı- yargısı
ağır basmıştır. Bu zıtlıklara bakıldığında
BÜYÜTEÇ
nedeninin, mevkideki ticari tanıtım tabelalarındaki çeşitlilik ve yoğunluğun çok fazla
oluşu olarak düşünülebilir.” ” (Yılmaz, Yazıcıoğlu, Şavklı, 2002) denilmektedir.
Reklamın Doğrusu-Yanlışı-Ahlakı
Reklam tabelaları işyerlerinin adlarını, işaretlerini
ve ilanlarını duyurmaktan öteye bir güç gösterisi aracı haline gelmiştir. Daha büyük ve gösterişli
tabela asmanın firmanın büyüklüğünü ifade edeceği, müşterilerde güven hissi uyandıracağı ve şekilde daha fazla ürün satışı gerçekleşeceği zannedilmektedir. Medeniyet ve ahlakta “Bugün siftah
yaptım buyur komşumdan al o daha siftah yapmadı” seviyesinde iken, vahşi kapitalizmin her şeyi
metalaştırdığı, tek geçer akçenin çıkar ve daha
fazla kazanma hırsı olduğu günümüz dünyasında
“komşumdan değil benden al” duygusunu dile
getirme aracı haline gelmiştir tabelalar. Bundan
dolayıdır ki aynı cadde üzerinde farklı işyerlerine
ait tabelalar birbiri ile uyumlu ve uygun olmak
yerine birbiri ile yarışır haldedir. Her yeni yapılan
tabela bir öncekinden daha büyük, daha gösterişli ve ondan daha fazla dikkat çekme amacı güt-
mektedir. Bir reklam panosu üzerine yazı ile veya
kutu harflerle yapılan reklam işi yerini led, neon
gibi çeşitli ışık oyunları ile yanıp sönen tabelalara
bırakmaya doğru gitmektedir. Yol kenarında yapılan bu yanıp sönen ışıklı tabelalar trafik seyrini ve
güvenliğini tehlikeye düşürmektedir.
Bina cephelerine asılan tabelalardan binanın
kendisi algılanamaz hale gelmiş, şehirlerde mimari dokunun yerini tabelaların oluşturduğu kargaşa
almıştır. (Resim-1-8)
Avrupa ülkelerinde bina cephelerinde ülkemizde olduğu gibi bir tabela uygulaması olmadığı görülmektedir. (Resim-9-10). Reklam tabelasının tanıtım ve satış aracı mı olduğu yoksa gelişmişlik seviyesini mi ifade ettiği konusunda zihinlerde
ciddi şüpheler oluşmaktadır.
Belediyenin Bakış Açısı:
“Şehir Estetiği Yönetmeliği”
Konya il sınırları içerisinde bina cepheleri, tabela, tente, boş alan, yapı ve arsa kullanımının yol
açtığı görsel kirliliği ortadan kaldırmak, reklam
asma ve ticari tabela kullanımını düzenlemek,
kent estetiğine katkıda bulunmak amacı ile yeni
Resim 1.
Resim 2.
Resim 3.
Resim 4.
7
BÜYÜTEÇ
Resim 5.
Resim 6.
Resim 7.
Resim 8.
Resim 9.
standartlar getiriliyor. Konya Büyükşehir Belediyesi
ve Büyükşehir sınırları içerisindeki ilçeleri kapsayan
Konya Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Yönetmeliğinde değişiklik çalışmaları, ilgili kurumlar ve
sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak
yapılmaktadır.
Özellikle araç ve yaya sirkülasyonunun yoğun olduğu yerli ve yabancı turistlerin de uğrak
noktaları olan Tarihi Kent Merkezi ve Sit Alanlarında bulunan binalarda tabelaların oluşturduğu
karmaşadan bina cepheleri algılanamamaktadır.
8
Resim 10.
Kontrolsüz yapılan çeşitli ebat, renk ve biçimdeki
panolar kentimizdeki görüntü kirliliğinin ağırlıklı
bölümünü oluşturmaktadır. Binalara yapılan eklentiler, binanın yıpranmışlığı ve bakımsızlığı da
BÜYÜTEÇ
bu kapsamda görsel estetik düzeyini düşüren
öğelerdir. Bu alanlar için yapılan özel düzenlemeler ile kentin estetik ve mimari dokusunu, doğal ve
tarihi siluetini olumsuz etkileyecek hiçbir reklam ve
ilan uygulamasına izin verilmeyecektir. Ayrıca bina
cephelerinde görüntü kirliliğine neden olan kablo, klima cihazı dış üniteleri, çanak anten, uydu ve
GSM vericileri, cephelere sonradan yapılmış olan
eklenti ve ilaveler için yapı sahiplerine süre verilerek kaldırılması sağlanacak, sıvası dökülen, boyası yıpranan bina cepheleri sokak siluetine uygun
renk ve malzemeler ile kat malikleri tarafından
yenilenmesi sağlanacaktır. Binalar çirkin görüntüden uzaklaştırılarak, şehircilik, mimarlık ve kent
estetiği açısından güzel bir görünüme kavuşmasını temin etmek ve yapılara kimlik kazandırmak
amacıyla bir anlamda cephelerinin rehabilitasyonunun yapılması sağlanacaktır.
Özel işletmelere ait reklam tabelaları işletmeye
ait bina ve parsel dışında, farklı bir parsel ve binada yapılamayacağı gibi kamuya ait ortak kullanım
alanlarında ticari tanıtım tabelası, yönlendirme
levhaları, bayrak ve flama direği konulmasına da
izin verilmeyecektir. Ayrıca yön ve yer gösterici tabela direkleri, her türlü tanıtım levhaları ve tabelalar şehir estetiğini bozmayacak, engelli insanların
dolaşımını etkilemeyecek ve engellilerin yaşamını
kolaylaştırmak amacıyla engellilerle ilgili standartlara uygun şekilde yerleştirilecektir. Tabelalarda
uluslararası markalar haricinde Türkçe isimler ve
Türkçe harf karakterleri dışında yazılar kullanılmasına izin verilmeyecektir. Yeni düzenlemeler ile aynı
zamanda ticari rekabette eşit şartlar sağlanmış olacaktır.
İyi düşünülmüş, doğru planlanmış, estetik,
kaliteli yaşam sunan, aidiyetlik bağını kurabilen,
kültürüne sahip özgün bir kimlik ve imaj sahibi
şehirler kurulabilir. Yapılan düzenleme ile hem
şehrimizde yaşayan, hem de dışarından ziyarete
gelen misafirlerimize sağlıklı bir görsel çevre, estetik bir kent dokusu, temiz ve zarif bir şehir algısı
oluşturulması hedeflenmektedir.
Kaynaklar
• Çakcı, I. 2007. Peyzaj Planlama Çalışmalarında Görsel Peyzaj
Değerlendirmesine Yönelik Bir Yöntem Araştırması, Doktora
Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara.
• Erdoğan, E. 2006. Çevre ve Kent Estetiği, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı
9, S. 68-72.
• Kellert R. S. 2005. Building for Life: Designing and Understanding The Human Nature Connection, İslan Press, Washington, Covelo, London.
• Lynch, K. 1960. The Image of the City, The M.I.T Press,
Cambridge, Massachusetts, and London, England.
• Madanipour, A. 1996. Design of Urban Space; An Inquiry
into a Socio-spatial Process, John Wiley and Sons, England.
• Miran, B. 2002. Temel İstatistik. Ege Üniversitesi Matbaası,
İZMİR.
• Özgel, S. 2006. Plastik Sanatlar, Matematik ve Yazın Alanlarında Çalışan Bireylerin Görsel ve Mekansal Algılarındaki Benzerlikler, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Psikoloji Bölümü, İstanbul.
• Öztürk, Ö. 2007. Kentsel Kimlik Oluşumunda Güzel Sanatların Yeri: İzmir Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara.
• Saatcı, B. 2009. Kent Parklarında Peyzaj Unsurlarının Algılanması: Antalya Atatürk Kültür Park’ta Çocuklar ve Yetişkinlerle Bir
Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Antalya.
• Şavklı, F. 2010. Yeşil Alanlardaki Görsel Kalite Kriterleri, Yüksek Lisans Semineri, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Isparta.
• Uçkaç, L. 2006. Kentsel Tasarımın Kent Kimliği Üzerine Etkileri: Keçiören Örneği, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara.
• Ulu, A. ve Karakoç, İ. 2004. Kentsel Değişimin Kent Kimliğine
Etkisi, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, Sayı 29, Ankara,
59-66.
• Yılmaz, S. 2008. Hayvanat Bahçesi Sergi Alanlarındaki Genişlik Etkisinin Arttırılmasına Yönelik Algısal Yanılsamalara Dayalı
Bir Tasarım Yaklaşımı, Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı,
Trabzon.
• İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Inonu University
Journal of Art and Design ISSN: 1309-9876 E-ISSN:1309-9884
Cilt/Vol. 2 Sayı/No.4 (2012): 15-25
9
KÖPRÜ
TANTAVİ AMBARI’NDAN
SOMUT OLMAYAN
KÜLTÜREL MİRAS MÜZESİNE
10
Özlem KARAKUL
Giriş
UNESCO 2003 Sözleşmesi ile dünyaya
tanıtılan, somut olmayan kültürel miras,
“toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler
ve kültürel mekânlar”1 olarak tanımlanmaktadır.
Sözleşmede, somut olmayan kültürel mirasın belirdiği alanlar, a) Somut olmayan kültürel mirasın
aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar; b) Gösteri sanatları;
c) Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler;
d) Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar; e)
El sanatları geleneği; olarak belirtilmektedir. Sözleşmede, somut olmayan kültürel mirasın korunması için, “kimlik saptaması, belgeleme, araştırma,
muhafaza” yanında, nesilden nesle uygulanarak aktarımının sağlanması ve değişik yanlarının
canlandırılmasının önemi vurgulanmaktadır2.
Yaşanan hızlı değişim süreci, insanlığın somut
olmayan kültürel mirasının yaşayabilirlik koşullarını, ciddi oranda güçleştirmektedir. Bu nedenle,
son yıllarda, uluslararası gelişmelere koşut olarak,
Türkiye’de de somut olmayan kültürel mirası koruma çalışmaları hız kazanmıştır. Bu makale, Selçuk
1.
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi,
Güzel Sanatlar Fakültesi.
Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç mimarlık
bölümünde yürütülen stüdyo projesi kapsamında gerçekleştirilen Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras müzesi tasarımı deneyimini aktarmayı
amaçlamaktadır.
2006 yılında, Türkiye’nin UNESCO 2003
Sözleşmesi’ne taraf olmasının ardından, Türkiye
Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, somut
olmayan kültürel miras ulusal envanteri çalışmalarını başlatmıştır. Ulusal envantere giren somut
olmayan kültürel miras elemanları, UNESCO “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili
Listesi”, “Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan
Kültürel Miras Listesi” ve En İyi Uygulama Örnekleri
Listesi’ne girmek üzere özel dosyaları hazırlanarak
sunulur.3 Türkiye’nin İnsanlığın Somut Olmayan
Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde 12 adet mirası
bulunmaktadır. Bu miraslar; 1. Meddahlık Geleneği (2008) 2. Mevlevi Sema Törenleri (2008)
3. Âşıklık Geleneği (2009) 4. Karagöz (2009) 5.
Nevruz (Azerbaycan, Hindistan,İran, Kırgızistan,
Özbekistan ve Pakistan ile ortak dosya, 2009) 6.
Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana,
Sıra Geceleri ve diğer, 2010) 7. Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah (2010) 8. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali
(2010) 9. Geleneksel Tören Keşkeği (2011) 10.
KÖPRÜ
Mesir Macunu Festivali (2012) 11. Türk Kahvesi
ve Geleneği (2013) 12. Ebru: Türk Kağıt Süsleme
Sanatı (2014)’ dır.
Geçmişten günümüze müzeleme anlayışı,
ağırlıklı olarak somut olanı, objeleri korumaya yönelmiş, somutu yaratan yaşam biçimlerini, kültürel pratik ve anlatımları koruma konusunda doğru
yaklaşımları oluşturmakta yetersiz kalmıştır (Stefano, 2009, 112). UNESCO 2003 Sözleşmesi’yle
birlikte, müzeler, ulusal düzeyde somut olmayan
mirasın korunması için gerekli araçlardan biri olarak kabul edilmiştir (Karakul, 2011, 2013). Müzeleme, somut olmayan kültürel mirasın korunması
için bir yol olabileceği gibi, yaşayan kültürel anlatımların, bağlamından koparılmasına yol açarak,
ölü objelere dönüşümüne de neden olabilmektedir (Pinna, 2003, 3). Somut olmayan kültürel
mirasın korunmasında önemli bir konu, uygulayıcıların, duygu, anlam ve değerlerin anlatılabilmesidir (Stefano, 2009, 113). Bu bakımdan, “müzeleme” tekniklerinin, somut olmayan mirası sergilerken, uygulayıcıların değerlerinin anlaşılması
konusunu dikkate alarak geliştirilmesi gereklidir.
Geleneksel müzeleme uygulamaları ve yaşayan
kültür arasındaki çelişkilere dikkat çeken Alivizatou
(2006, 48), müzeler için yeni işlev ve roller geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Özellikle, kültürel pratik ve anlatımların, görüntü ve ses kayıtları,
yeni müzeleme anlayışı içinde önemli bir yere sahip olmalıdır (Alivizatou, 2006, 51). Son yıllarda,
gelişen müzeleme anlayışları, ziyaretçilerin, somut
olmayan kültürel mirası, beş duyularıyla algılamalarına yönelik yeni yöntemler geliştirmektedir. Bu
çalışma, gelişmekte olan bu deneysel yöntemlerin
uygulandığı iç mimarlık öğrenci projelerini değerlendirerek, somut olmayan kültürel mirasın müzelenmesine yönelik genel yaklaşımlar sunmayı
amaçlamaktadır.
nun Konya’ya ulaşmasının ardından artan otel
ve depo ihtiyacını karşılamak üzere, Tantavi Hafız
Ragıp Efendi tarafından yaptırılmıştır (Duran, Apa,
Bozkurt and Çetinaslan, 2006). Gar binasının deposu olarak uzunca bir süre kullanıldıktan sonra,
bir süre tahıl ambarı olarak kullanılan yapı, şu an
özel mülkiyette olup, restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir (Duran, Apa, Bozkurt, Çetinaslan,
2006, s.244-245). Tuğla örgülü yığma taş sistemle inşa edilmiş yapının, inşa edildiği dönemde,
demir elemanlarla desteklenmiş, kiremit örtülü,
ahşap kırma çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir.
Günümüzde, yapının iç mekânları ve özgün ahşap çatısı tamamen kaldırılmış ve yapı, çelik çatı
sistemiyle örtülmüştür.
2.2 Tasarım Öncesi Çalışmalar
Ders kapsamında yapılan stüdyo tartışmaları,
müze mimarlığı özelinde, somut olmayan kültürel
mirasın mekansal boyutları üzerine odaklanmıştır.
Tantavi Ambarı’nın Türkiye’nin somut olmayan
kültürel miras müzesine dönüştürülmesi sürecinde, öğrenciler, müze mimarisi, somut olmayan
kültürel miras ve çağdaş koruma ve restorasyon
yaklaşımlarına duyarlılık geliştirerek kendi tasarım
yaklaşımlarını oluşturmuşlardır.
Projelerde, etkileşimli ve dijital araçlar kullanılarak, somut olmayan kültürel miras elemanları,
müze içerisinde canlandırılmaya çalışılmıştır. Öğrencilerden, yerel farklılıkları gözeten sergi mekanları ve somut olmayan kültürel miras öğelerinin
öğretileceği, yeni nesillere aktarılacağı ve ustaçırak ilişkisinin geliştirileceği eğitim mekanlarını,
yapının özgün karakterini bozmadan tasarlamaları beklenmektedir. Öğrencilere anlatılan temel
2. Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel
Miras Müzesi Öğrenci Projeleri
Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç Mimarlık Bölümünde, 2012-2013 bahar döneminde yürütülen proje dersi kapsamında, Konya Tantavi Ambarı’nı Türkiye’nin somut olmayan kültürel
miras müzesine dönüştürülmesi konusunda projeler üretilmiştir. Bu kapsamda, somut olmayan
kültürel miras ögelerinin, tanıtılması, korunması
için uygulanması ve yeniden canlandırılmasına
yönelik yeni müzeleme yöntemleri uygulanmıştır.
2.1 Tantavi Ambarı
Tantavi Ambarı, Konya kent merkezinde, Mamuriye Camii’nin yanında, Bağdat ve Augustus Otel
ve tren garına yakın bir alanda yer almaktadır.
Yapı, 1903 yılında, İstanbul-Bağdat demiryolu-
Resim 1. Tantavi Ambarı (Kaynak: http://www.panoramio.com/photo/121655571).
11
KÖPRÜ
koruma yaklaşımı, yapıya taşıyabileceğinden fazla
yük bindirmeden, sergilenecek objelerden biri
olarak düşünmeyi içermektedir (ICOMOS, 1964;
Madran, Özgönül, 2005; ANONYMOUS, 2004).
Bu yaklaşım ışığında, öğrenciler, seçtikleri somut
olmayan kültürel miras ögesi için yapının görsel
ve mekansal bütünlüğüne zarar vermeyen bir sergileme yaklaşımı geliştirmeye çalışmışlardır.
2.3 Öğrenci Projeleri
Geleneksel Ahşap Ustalığı Müzesi olarak tasarlanan ilk projenin4 tasarım yaklaşımı, Anadolu’nun
farklı bölgelerinden ahşap ustalık örneklerini, tematik olarak sergilemeye ve ustaların becerikli
elleriyle yaptıkları ustalık ürünlerinin üretim süreçlerini, tarihi yapıya zarar vermeden anlatmaya
dayanmaktadır. Tasarımcı merkeze yerleştirdiği
servis mekânları ve bazı atölye mekânları gibi
kapalı mekânların etrafını açık mekânlarla çevrelemiş, böylece eski ve yeni arasında kurulmak istenen diyalogu güçlendirmiştir. Atölyeler ve eğitim
mekanları, şeffaf üst örtülü mekanlara konularak,
ziyaretçilerin, galeri katından da görsel etkileşim
kurması sağlanmıştır. Ustaların performanslarını
sergilemenin yanısıra, dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen ustalığa ilişkin çeşitli film
gösterimleri ve kullanılan dijital araçlarla, ziyaretçilerin sergiye katılımı artırılmaktadır.
Geleneksel Vitray Ustalığı Müzesi olarak tasarlanan ikinci projenin5 temel tasarım fikri,
Anadolu’nun çeşitli vitray ustalık örneklerini tematik bir düzenlemeyle sergilemeye, eğitim mekânlarını, yapının mimari değerlerine zarar vermeden
tasarlamaya dayanmaktadır. Tasarımcı, sergi ve
performans alanını, açık ve yarı-açık mekan anlayışı içinde tasarlayıp, kapalı mekanları yapının mer-
Resim 2. Geleneksel ahşap ustalığı müzesi maket görünüşü.
12
Resim 3. Geleneksel vitray ustalığı müzesi maket görünüşü.
kezi aksı boyunca yerleştirerek, yapıyı olabildiğince sergilemekte ve eski ve yeni diyalogunu güçlendirmektedir. Ustaların atölyeleri ve performans
alanı, vitray ustalığı hakkında film gösterimlerinin
yapıldığı mekan ile servis mekanları, yapının merkezi aksı üzerinde, soyutlanmış lale biçiminde tasarlanmış bir alan içerisine yerleştirilmiştir. Sergi
mekanları, galeri katında bulunan ziyaretçilerin
görsel etkileşim kurabilmesi için açık ve yarı açık
bir düzende tasarlanmıştır.
Yapının Türk Destanları Müzesi’ne dönüştürmesi ana fikriyle yola çıkan üçüncü proje6 kapsamında, bilinen dört Türk destanı olan Ergenekon,
Oğuz Kağan, Şu ve Bozkurt Destanları’nı sergilemeye yönelik tasarım yaklaşımları geliştirilmiştir.
Resim 4. Türk destanları müzesi maket görünüşü.
KÖPRÜ
Projenin ana tasarım yaklaşımı, destanları, eski
kaya resimlerini kullanarak, tematik bir düzenleme içinde sunmayı amaçlamaktadır. Tarihi yapı
içinde, ziyaretçilerin mekan algısını en üst düzeye
çıkarmaya çalışan tasarımda, plan kurgusu, merkezi olarak yerleştirilmiş, destan metinleriyle bezeli
üç dikili taşın etrafında, çeşitli sergi mekanlarının
açık ve yarı açık bir düzende yerleştirilmesinden
oluşmaktadır. Galeri katı döşemesinde açılan
büyük boşluk, ziyaretçilere dikili taşları galeri seviyesinden algılama olanağı sunmaktadır. Müze
tasarımında kullanılan dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen Türk destanları hakkında
film gösterimleri gibi etkileşimli sergileme yöntemlerinin kullanılması, ziyaretçilerin sergiye katılımını
artırmaktadır.
3. Sonuç
Somut olmayan kültürel mirasın müzelenmesinin
yeni bir konu olmasından dolayı, yöntemsel eksikliklerin fazlalığı nedeniyle, her ülkenin kendi miras
elemanları özelinde, müzelemeye ilişkin genel ilkelerini oluşturması gerekmektedir. Bu eksikliklerin
ulusal ölçekte giderilmesi kaygısıyla oluşturulan bu
makale, Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras
elemanları ve müzeleme süreçlerine ilişkin tasarım
ilkelerini, Selçuk Üniversitesi’nde üretilmiş iç mimarlık öğrenci projeleri özelinde tartışmaktadır.
Projelerde, UNESCO 2003 Sözleşmesi’nde
somut olmayan kültürel mirasın korunmasına
yönelik beirtilen ilkeler arasında bulunan, “uygulamanın sürekliliği” ve “yeniden canlandırma”
yaklaşımları esas alınarak, öğrenciler, her bir miras
konusu özelinde, bu yaklaşımların uygulama yöntemlerini, tarihi yapının mimari değerlerini de göz
önünde bulundurarak geliştirmeye çalışmıştır. İç
mimarlık stüdyosu kapsamında, somut olmayan
kültürel miras elemanlarının somutlaştırılmasına
yönelik kavramsal yaklaşımların, mekana yansıtılması sürecinde, dijital medyanın kullanımı, ziyaretçilerin katılımını artıracak etkileşimli bir müzenin
oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Bu kapsamda, dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen somut olmayan kültürel miras elemanlarının
görüntü kayıtları, miras ögelerinin uygulanmasının ziyaretçiler tarafından anlaşılırlığını ve sergiye
katılımı artırması açısından, projelerde öğrencilerin kullandığı temel yöntemlerdendir.
Notlar
1. Bkz. UNESCO 2003 Sözleşmesi, Madde 1, http://www.
unesco.org/culture/ich/doc/src/00009-TR-PDF.pdf
2. Bkz. UNESCO 2003 Sözleşmesi, Madde 3, http://www.
unesco.org/culture/ich/doc/src/00009-TR-PDF.pdf
3. Listeler için Bkz. http://www.unesco.org/culture/ich/
index.php?pg=00559 http://www.unesco.org.tr/dokumanlar/somut_olmayan_km/SOKM_TR.pdf
4. Proje tasarımcısı Tuba Ak’dır.
5. Proje tasarımcısı Sema Körpe’dir.
6. Proje tasarımcısı Ramazan Kaan Çetin’dir.
Kaynaklar
• ALIVIZATOU, M. (2006) Museums and Intangible Heritage:
The Dynamics of an “Unconventional” Relationship, Papers
from Institute of Archaeology, n: 17; 47-57.
• ANONYMOUS, (2004) (DEH). Adaptive Reuse, Preserving
Our Past, Building Our Future. Government of Australia: Department of Environment and Heritage. Australia: Printed by
Prion.
• DURAN, R., APA, G., BOZKURT, T., ÇETİNASLAN, M.. (2006)
Konya’daki Geç Dönem Osmanlı Yapıları, Yeni İpek Yolu Konya Ticaret Odası Dergisi (Özel Sayı, Aralık), 235-263.
• ICOMOS (1964) Internatıonal Charter For The Conservatıon
and Restoratıon of Monuments And Sites, http://www.icomos.org/charters/venice_e.pdf
• KARAKUL, Ö. (2013) A Holistic Approach to Historic Environments: Integrating Tangible and Intangible Values, Lap
Lambert Academic Publishing, Germany.
• KARAKUL, Ö. (2011) A Holistic Approach to Historic Environments Integrating Tangible and Intangible Values Case Study:
İbrahimpaşa Village in Ürgüp, Unpublished Ph.D. Thesis in
Architecture, METU, Ankara.
• MADRAN, E., ÖZGÖNÜL, N. (2005) Kültürel ve Doğal Değerlerin Korunması, Ankara: Mimarlar Odası.
• PINNA, G. (2003) Intangible Heritage and Museums, ICOM
News, 4.
• STEFANO, M. L. (2009) Safeguarding Intangible Heritage:
Five Key Obstacles Facing Museums of the North East of England, International Journal of Intangible Heritage (4) 111-26.
• Turkey’s National Inventory of Living Human Treasures (Retrieved December 23, 2004, from http://aregem.kulturturizm.
gov.tr/TR,12929/yasayan-insan-hazineleri-ulusal-envanteri.
html
• UNESCO (2003) Convention for the Safeguarding of the Intangible Cultural Heritage, 32nd Session of the General Conference, September 29-October 17, Paris, http://unesdoc.
unesco.org/images/0013/001325/132540e.pdf, Retrieved
December 23, 2004.
• UNESCO Living Human Treasures System, (Retrieved December 23, 2004, from http://www.unesco.org/culture/ich/
index.php?lg=en&pg=00061
13
DOSYA
EMİNE ÖĞÜN’LE
TURGUT CANSEVER VE
YERELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ
14
Emine ÖĞÜN* - Meryem ALAGÖZ** - Fatmanur BARAN*** - Livanur DANIŞIK****
DANIŞIK: Bize kendinizden ve mimarlık
serüveniniz nasıl başladığından bahsedebilir misiniz?
E. ÖĞÜN: Ben Turgut Beyle beraber büyüdüğüm için, tüm aile efradı gibi ben de mimarlıktan başka bir şey düşünmedim. 1977’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim.
1982’de mezun oldum. Eşimle de üniversitede
tanıştım ve Turgut Beyle beraber çalıştık.
L. DANIŞIK: Turgut Cansever gibi önemli bir
mimarın kızı olmak size neler kazandırdı?
E. ÖĞÜN: Mimari, çevre, şehir, kaybolan
değerler gibi genelde mimarlık düşüncesini ve
kitaplarında yazdığı fikirlerini anlatan, güzel akıcı
sohbeti olan bir insandı, konuşmayı ve anlatmayı
severdi. Çocukken resim çizdiğimizde şehir resimleri çizerdik, kaç çocuk yapar bunu? Dolayısıyla etkileniyorduk babamdan ve kendiliğinden hemhal
oluyorduk onunla.
M. ALAGÖZ: Ev yaşantınıza nasıl yansıyordu? Gün içinde tasarım yapıyor muydu evde?
E. ÖĞÜN: Evde de iş konuşulurdu zaten birlikte çalışıyorduk. Sonra benim çocuklarım altı-yedi
yaşına geldiklerinde ‘Sizi hiç göremiyoruz, bundan sonra hafta sonlarını birlikte geçirmek istiyoruz, akşam yemeklerinde de durmadan iş konuş-
L.
* Mimar / Öğün Mimarlık
** Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
*** Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü Araştırma Görevlisi
****Mimar
mayın’ dediler. Bir anda uyarıldık ve çevremizdeki
insanların istekleri ve düşüncelerini de düşünmemiz gerektiğini fark ettik. Yine de hayatımız işimizdi
ve kesin bir ayrım yapamıyorduk. Aslında mimarlık
onu gerektiriyor. Yaşamın her anında mimari var,
kendi içinizde yaşıyorsunuz.
L. DANIŞIK: Turgut Cansever’in yerellik kavramına yaklaşımı nasıldı?
E. ÖĞÜN: Turgut Beyin yerelliğe yaklaşım serüveni, aslında Sedat Hakkı Eldem’le beraber başlıyor. Sedat Hakkı Eldem, Türk mimarlık seminerleriyle Milli Mimarlık Hareketini başlatıp, 30-40’lı
yıllarda akademide öğrencilere çok sayıda rölöve
aldırıyor ve onları kitaplaştırıyor. Daha sonra Türk
Fotoğraf 1. Emine Öğün.
DOSYA
Fotoğraf 2. Amanrüya Otel.
Evi’nin plan şemasına ve mimari çözümlemesine,
dış dünya ilişkisine, cephe ve pencere açıklıkları
ilişkisine dikkat çekiyor. Öğrencilerini bu anlamda
bir miktar etkiliyor. Bu sebeple bir yerellik düşüncesi Turgut Bey’de zaten oluşuyor. Turgut Bey’in
babası da Türk Ocaklarının kurucusu ve yerelliğe
önem veren bir insan, ondan da bu konuda etkileniyor. Turgut Bey 1960’da modern mimarinin
meseleleri üzerine doçentlik tezini hazırlıyor. Sonuç olarak modern dediğimiz Le Corbusier, Meis
Van Der gibi isimlerin önerdikleriyle, bizim yerel
dediğimiz Osmanlı çözümlemesi arasındaki bağları fark etmeye başlıyor ve bunları giderek daha
çok önemsiyor. Çünkü 1800’lü yıllarda Anadolu şehirlerinde değişik malzemelerle tekrar yerel
dediğimiz yapım sistemiyle Bauhaus ekolünün
söylediği; yapıları sadeleştirmek, daha temiz net
okunur hatlarıyla mimarinin biçim ifadelerini yaratması yönündeki düşünce çok örtüşüyor. Modern akım, çok yoğun bir eklektik dönemden
sonra yeniden yalın ve okunaklı bir mimari dil olması gerektiğini söylüyor. Bütün bunlar modernle
Osmanlı’nın dini mimarisi ve İslam’ın dini mimarisiyle de aslında çok yakın ilişki içinde. Bu bağı
hissederek çalışmalarını sürdürüyor.
L. DANIŞIK: Turgut Cansever hocayla beraber yaptığınız Demir Evler ve Amanrüya Otel
projelerinizde malzeme, planlama ve teknik olarak yerellik ön planda. Hatta Demir Evler projeniz
Ağa Han ödülüne layık görüldü. Bu projelerinizden bahsedebilir misiniz?
E. ÖĞÜN: Turgut Bey’in yanında beraber
ne yapabiliriz diye genç insanlar olarak uğraşıyor-
duk, ama ustamız oydu. 1984’te Demir Evlerinin
vaziyet planı gibi teknik çizim çalışmalarına başladık. 1985’ten sonra projenin inşaatı başladı ve
1992’de ödül alındı. Bizim için bu proje önemli
bir tecrübe oldu. Orada kazanılan tecrübeler başka projelerde de yine yansımasını buldu.
Amanrüya projesi ise 1999’da ilk taslaklarını
hazırladığımız bir proje. Turgut Bey sağlıklı ve hayattaydı. Ancak 1999 depremi sonrasında Turgut
Bey ağırlıklı olarak deprem konusu, İstanbul’un
desantralizasyonuna ve yeni şehirler planlamalarına konsantre olmuş vaziyetteydi. Amanrüya
projesini bizim sürdürmemizi istedi. Biz bir taslak hazırladık ve işletmeciye yani Aman Resorts’a
sunduk. Aradan bir 10 yıl geçtikten sonra proje
uygulama projesine dönüştü. Turgut Bey o sırada rahatsızdı ve vefat etti. Projenin uygulanması
onun vefatından sonra gerçekleşti.
L. DANIŞIK: İki proje de konaklama yapısı.
Projelerin benzer ve farklı yönleri nelerdir?
E. ÖĞÜN: Amanrüya’nın Demir’den biraz
daha farklı bir tarafı var. Bir kere işlev olarak farklı,
bir otel ve 36 odası var. Odalar büyük, yaklaşık 90
metrekare ve bahçe içinde. Odaların bahçeli evler
şeklinde olması açısından biraz Demir’e benziyor
aslında. Her biri kendine ait bir bahçesi, banyosu,
havuzu ve çardağı olan, kendine yeten bir ünite şeklinde planlandı. Demir Evlerine göre zemin
oturumu biraz daha büyük. Demir Evlerinde 158
metrekare bir tipolojimiz vardır, o da üç kitleden
oluşur. Amanrüya’ya göre daha küçüktür oradakiler. Burada ise kitleler tek katlı kullanıcı profiline
yönelik olarak, daha büyük plan izdüşümleri var.
Fotoğraf 3. Demir Evler.
Fotoğraf 4. Demir Evler iç mekan.
15
DOSYA
Fotoğraf 6. Amanrüya iç mekan.
Fotoğraf 5. Amanrüya Otel.
Diğer tarafta, merkez alanları diyebileceğimiz;
yani otelin girişi, karşılama, çarşısı, oturma odalarına geçiş ve havuz bölgesi, yemek odalarının
olduğu kısım âdeta bir eski yerleşme içindeki sokaklar gibi tasarlandı. Cami, hamam medrese şeklinde bir sekanslar dizisi gibi, topografyaya uyum
sağlayarak, denize göre yaklaşık 9,50 kotundan
başlayarak misafiri alıp yükseltiyor ve birkaç seviyede yaklaşık 20 kotuna kadar çıkarıyor. Birkaç ara
durak oluşturuyor. Her durakta, oradan geçen insanın, yeni bir manzaraya dikkat etmesine imkân
veren, ardışık mekânlar dizisi şeklinde planlanıyor
ve bunlar sonuç olarak odalara bağlanıyor.
Bu düzenleme Demir Evlerinde yok. Bu düzenlemenin özgün olan tarafı, bildiğim kadarıyla
böyle bir otel giriş ve merkez alan tesislerini kimse
denemedi. Parçalı kitlelerden oluşan çeşitli örnekler var, ama bu şekilde iç sokak gibi, avlular ve
teraslar üzerinde örgütlenen bir şema yok. Sonuç
itibariyle Turgut Beyin parçalı bütünlük dediği
kavramla örtüşüyor. Yani birçok kitleden oluşuyor
ve o kitlelerin zaman zaman yaklaşıp, zaman zaman uzaklaşarak bir araya gelmelerini sağlayan
bir örgütlenme var. Buna bir ritme bağlı, bazen
de ritimsiz olarak birbirine eklenen müzikal cümleler gibi diyebiliriz. Dolayısıyla bizim yaptığımız bir
bakıma Turgut Beyin fikirlerinin mimaride yansımalarını bulması oluyor.
Fotoğraf 7-9. Amanrüya Otel.
16
Onun dışında kullanılan mimari elemanlarda
farklılıklar var. Amanrüya’da yemek odaları neredeyse sadece çardak gibi, yani kolon ve bazı
duvar parçaları üzerinde tamamen doğramalı bir
üst örtüsü var. Bunlara takılmış saçaklar var. Bu
saçaklar paslanmaz çelik taşıyıcılarla taşınıyorlar ve
son derece modern bir malzeme. Aslında bir cephe kaplamasıydı, ama biz onu saçak gibi kullandık. Amanrüya’da bir de fil gözleri öneriyorduk. Fil
gözlerini klasik çözümlemeyle de yapmak mümkündü. Odalarda traverten levhalar üzerinde
delikler açarak fil gözleri oluşturduk. Ama merkez
alanda baca kiremidi tuğlalarını karşı karşıya getirerek ve üzerine cam koyarak bir fil gözü oluşturduk. İçinden ışığın süzüldüğü, direkt günışığının
girmediği bir çözümleme ürettik. Bursa kemerini
biçim olarak birkaç yerde kullandık. Onları prekast
unsurlar olarak bazı kapılara giydirilmiş böyle küçük kolyecikler gibi düşünebilirsiniz. Herhangi bir
strüktürel taşıyıcılığı olmasa da kitsch dediğimiz bir
basitliğe de yönelmiyorlar.
M. ALAGÖZ: Amanrüya ismi nereden geldi?
E. ÖĞÜN: İşletmenin kurucusu Uzakdoğulu
bir beyefendi, küçük oteller yapma hedefiyle işe
başlıyor. Madem bu işten para da kazanılacak, o
zaman da en üst gelir grubuna hitap eden güzel ürünler ortaya koymayı hedefliyor. Tayland
Phuket’ten başlıyor, ilk otelini orada yapıyor. Biz
tanıştığımızda dokuz oteli vardı. Biz onuncusunu
yaptık, şimdi yaklaşık 25 tane otelleri oldu. Her
otele “Amanpulo Amanyara” şeklinde isim veriyor.
‘Aman’ Sanskritçede huzur demek. Bizden de istediği dört harfli Türkçe bir isim olmasıydı. Biz öneriler götürdük işletmeci rüyayı seçti. Huzurlu rüya
anlamına geliyor.
L. DANIŞIK: Turgut Cansever hocanın Aga
Khan ödülü alan diğer projeleri Türk Tarih Kurumu binası ve Ahmet Ertegün evini de yerellik bağlamında değerlendirebilir misiniz?
E. ÖĞÜN: Türk Tarih Kurumunun ilk çalışmalarına, Abdurrahman Hancı’yla birlikte ofisi
yürüttükleri dönemde başlıyor, eskizlerini yapıyor.
Türk Tarih Kurumunun birkaç tane çarpıcı önemli
DOSYA
yönü var. İçine girdiğinizde, âdeta bir şey başınızı yukarı kaldırıp etrafa bakmanızı ve her şeyi
görmek istemenize sebep oluyor. Bu da aslında
girer girmez karşı karşıya kaldığınız iç avlunun etkisinden kaynaklanıyor. Üç kat yüksekliğinde, dolayısıyla biraz kuyulaşan bir iç avluya sahip. Üzeri
camekânlı şet”lerle örtülü, günışığını hoş bir şekilde içeri alan ve sol tarafında kütüphanenin, sağ
tarafta zemin katta konferans salonunun olduğu,
üst katlarda da ise çalışma ofislerinin olduğu bir
yapı. Kütüphanesi iki katlı bir yapı, mekân boşluğu
var, altta depoları var.
İlginç bir tarafı da, iç avlunun yanı sıra, Osmanlı
evinde dış cephede görmeye alıştığımız kafeslerin,
hem dış cephede hem iç cephede kullanıldığı bir
çözümleme var. Kütüphane cephesi daha monolitik bir kale tesiri yaparken, ofislerin olduğu cephe
daha gün ışığına açık, çalışan insanların çalışma
mekânlarını aydınlatacak bir şekilde çözümlenmiş.
Az malzeme seçilerek yapılmış ve malzeme kalabalığı olmayan bir bina. Cephesinde Ankara taşı,
ısınmalı yüzeyler ve brüt betonlar var. Brüt beton
sıvalı yüzeylerde Ankara taşı rengiyle boyalı. Bu
boyama kararını verdiklerinde Turgut Beyin arkadaşları çok tepki veriyorlar. Bu kadar temiz beton
yapıp, sonra onu boyamak niye diye. Bu boyama
meselesini Demir Evler için de tartışmıştık. Eski Bodrum evlerinde, bazı binalar taş üzeri sıvanmış ve
boyalı, bazı binalar taş derzlenmiş ve boyalı, çok
az bina da boyasızdı. Eski binaların çoğunluğu yıllarca üstü kireçle boyana boyana, ipeksi bir satıh
oluşturmuştu. Turgut Bey de ısrarla Demir Evleri
boyamak istedi. Biz boyanmaması gerektiğinde ısrar ettik. O da bunun gereksiz bir taş tapınmacılığı
olacağından endişe ediyordu. Biraz da çevredeki yeni yapılan kötü işlerden ayrışmak önemliydi.
Biz onda da ısrar ettik. Çünkü boyarsak, o sırada
Torba’da, Gölköy’de, Bodrum’da yapılan tuğla ve
üzeri beyaz boyalı bir sürü bina vardı. Onlarla özdeşleşmeyelim, bu projenin ayırt edici bir özelliği
olsun ki, bakan insanlara en azından farklı bir duygu versin veya tekrar edilirse de doğru bir esastan
tekrar edilme imkânı olmasını istedik. Sonunda
Turgut Bey de çok direnmedi.
L. DANIŞIK: Peki Ertegün Evinde nasıl bir yol
izlediniz?
E. ÖĞÜN: Ertegün Evi ise, 1970’li yılların başlarında projelendirdiğimiz bir yapı. Bodrum’da iki
eski taş ev var hacim olarak küçük binalar, ama
Bodrum’un ölçeğinde baktığımızda aslında konak. Ahmet Ertegün o binaları satın almış. Turgut
Bey o iki taş binanın arkasına iki tane tek katlı ek ve
betonarme ayaklar ekliyor. O ayakları doğramasız
ahşap kapaklarla bahçeye açılır şekilde çözümlüyor ve 1970’li yıllardaki yeni bir ihtiyaca yapıyı
uyarlıyor.
Fotoğraf 10. Türk Tarih Kurumu.
Fotoğraf 11. Türk Tarih Kurumu.
Fotoğraf 12. Türk Tarih Kurumu.
17
DOSYA
Fotoğraf 13. Ertegün Evi.
Fotoğraf 14. Ertegün Evi.
Fotoğraf 15. Ertegün Evi.
18
Bu projede; âdeta kıyı yalısı diyebileceğimiz
dışa kapalı, içe dönük iki tane taş yapıya, tamamen bahçeye açılabilen ve o iki taş yapının bahçe arkadaki küçük cennetle ilişkisini kuran, ahşap
kepenkleri ve modern taşıyıcıları olan bir tasarım
yapıldı. Bir yandan ahşap kepengin geçmeli geleneksel yerel dili, öbür taraftan da betonarmenin modern dilini bir araya getiren, çekinmeden
elindeki imkânları kesinlikle laf kalabalığına düşmeden, mümkün olan azami tasarrufla, tasarlayan ve uygulayan bir tavır benimsendi. Ne kadar
gerekiyorsa o kadar sofistikasyon yapan bir tavır
diyelim. Bu açıdan önemliydi.
Bugünkü koruma kurullarına böyle bir projeyi
götürseniz, zinhar böyle bir uygulama yapamazsınız; çünkü artık çok fazla koruyoruz. O kadar çok
yıkıyoruz ki, nasıl bir koruma oluyor bilmiyorum
tabii. Yani bugüne proje yapma imkânınız yok.
L. DANIŞIK: Günümüzdeki koruma anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
E. ÖĞÜN: Önceliklerinizi belirlemeniz lazım.
Mesela Ertegün Evi’ne Turgut Bey o arka direkliği ekliyor ve o bina kullanılabilir hale geliyor.
Çünkü sonuçta varlıklı yani mekâna ihtiyacı olan
birisinin kullanması lazım. Diğer türlü kimse almıyor, satmıyor. Bina yıkılıp gidiyor. Turgut Bey eklemeler yapıyor ancak orada da spekülatif bir şey
yok aslında. İki yemek odası ekleniyor yan yana.
Gayet çekingen bir tavırla küçük bir ek konuyor
binaya ve bina bir anda şenleniyor, neşeleniyor.
Şu anki korumacılık çok dogmatik bir şey; bunu
aynen koruyacaksın diyor. Peki ben bununla ne
yapacağım sonra? Bunun bize nasıl bir sözü var
geçmişten bugüne? Ben doğrusu çok anlamıyorum oradaki koruma meselesini. Bana çok anlamlı
gelmiyor.
Zor bir dönemden geçiyoruz. Çok şeyin yıkıldığı korunmadığı bir çağda yaşıyoruz. Hiçbir
zaman ego tatminine kalkışmamak lazım. Aslında
hiçbirimiz öyle büyük işler yapacak insanlar değiliz. Bugün yaptığını zannedenler, boşu boşuna
kendimizi ifade edelim diye çok fazla ortaya fırlayan, yanlış işler yapıyorlar. Daha sakin, daha sessiz, daha kanaatkâr, daha elinde bulduğu küçük
imkânlarla yetinen bir tavırla yaklaşmak lazım.
L. DANIŞIK: Ürettiğiniz her projede benzer
kriterleri göz önünde bulunduruyor musunuz?
Yoksa bahsettiğimiz projeler özel olarak mı bu şekilde tasarlandı?
E. ÖĞÜN: Her yapıya ilişkin olarak, vaziyet
planının özgün bir çözümlemeye kavuşturulması
için titiz bir çalışma yapıyoruz. Yapının ihtiyaçlarına göre cephe tasarımı ve iç organizasyonunu
ele alıyoruz. Fakat bunu ele alırken her seferinde, hem vaziyet planı hem de biçimi açısından,
modern malzeme ve modern teknoloji kullanaca-
DOSYA
Fotoğraf 15. Demir Evler.
ğım illaki diye bir fetişistik tapınmacı tavrımız yok.
Gerektiği kadar gelenekseli ihtiyaç varsa kullanırız,
aynı şekilde gerektiği kadar moderni ihtiyaç varsa
kullanırız. Ayrıca iş sahibinin de temayülleri, yapıya
ilişkin beklentileri, özlemleri bizim için yönlendirici
oluyor. Bazı insanlar ne istediğini çok net tanımlayabiliyor, bazıları da bir şeyler gördükçe yavaş
yavaş hissedip projeyle ilgili fikrini dile getiriyor.
L. DANIŞIK: Küresel dünyada inşaat sektörü
sürekli yenileniyor; malzeme olarak, teknoloji olarak, planlama olarak. Bu kadar hızlı değişimlerin
yaşandığı bir çağda yerelliği nasıl koruyacağız?
E. ÖĞÜN: Küresel yenilenme dediğiniz son
derece kısır bir tüketim sistemi aslında. Bir sürü
firma aynı malzemeleri üretmek için âdeta doludizgin birbirleriyle yarışıyor. Diyorsunuz ki dünya
gelişti, bilim ilerledi ve yeni malzemelerimiz ve teknolojilerimiz var. O zaman yerelliği nasıl koruyacağız? Bu bir ilerleme değil aslında, tüketici toplumu
destekleyen bir bakış açısı. Yani düz damlı Konya
evinin, üzeri toprakla sıkıştırılan binasında, aslında
çocuklar doğdu insanlar yaşadı, neşeli hüzünlü günler oldu. Oradan da sadrazamlar, vezirler,
düşünürler çıktı ve hayat asırlarca hiç problemsiz
sürdü. Biz bugün 21. yüzyılın başında, kendimizi
bütün yüzyılların, bütün tarih dönemlerinin üstünde addediyoruz. Neden? Çünkü bir sürü malzeme
üretebiliyoruz. Sonra da fark ediyoruz ki, betonarme radon gazı veriyor, pvc doğramalardan oksijen
girmiyor vs. Konfor dediğimiz şey ne kadar gerekli? Biz nerede yaşıyoruz? Eğer bütün bu değişim,
kuşun, böceğin, sineğin, farenin, kedinin, köpeğin
yaşayamayacağı bir kenti inşa ediyorsa -bugün bizim şehirlerimizde olduğu gibi- o zaman varoluşa
karşı sorumluluklarımız ne oldu? Biz eğer inanıyorsak, biz bu varlığın sorumluluğunu üstlendik, bize
emanet değil mi? Uzun lafın kısası önce o çeşitliliğin bir avantaj olup olmadığını soralım. Tabii ki içinde kullanılabilecek birçok unsur olabilir. Ama bunları sonsuz imkânmış gibi değerlendirip ve onların
dışındakileri de geriymiş gibi niteleyip gündem dışı
bırakmanın akıllıca olmadığını düşünüyorum. Bu
malzeme çeşitliliği, gelişen teknoloji vs. varlığın sürdürülebilmesi, güzel bir çevrenin inşa edilebilmesi,
iyi mimarinin yapılabilmesi için ben bunları nasıl
kullanırım diye ele almak zorundayız. Yoksa kastettiğimiz şey malzeme bezirgânlığı değil.
Yerellik dediğimizde, aslında biraz kısıtlı bir şeyden bahsediyoruz. Doğru çözümleme diyelim
adına. Asırlarca denenmiş, belli bir coğrafyaya
ait sınanmış doğru çözümleme. O zaman ‘yerel’
diye tanımlamak yerine doğru ve sürdürülebilir
çözümlemeleri daha doğru olur. Sadece yerel
olana benzer bir şeyler yapacağız diye yola çıksak bu çok öykünmeci bir duruma dönüşebilir.
Çünkü bu tarafta iyi bir çözümleme varsa ve sizin
yerel dediğiniz şeyler artık kullanışsız ve sorunlu
bir meseleyse, o zaman bu bir saplantılı nostalji
ve bir obsesyon halini alır. Söylemeye çalıştığım
şey bu değil. Doğru, yaşanır ve güzel olanı yeniden inşa etmekten, onunla ilgili bilgiyi yeniden
inşa edip, aktüel koşullar ve imkânlar içinde nasıl
değerlendirebileceğimizi, nasıl yeni ufuklar açabileceğimizi, nasıl yeni tecrübeleri inşa edebileceğimizi düşünmemiz gerekiyor.
L. DANIŞIK: Bizi ofisinizde ağırladığınız ve
bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
M. ALAGÖZ: Çok teşekkür ederiz.
E. ÖĞÜN: Rica ederim.
Fotoğraflar
www.ogunogun.com
www.arkiv.com
19
DOSYA
GÜNÜMÜZÜN “SAKİN” YAŞAM
ALANLARI OLARAK CITTASLOW’LAR
ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK
20
Esra Banu SİPAHİ
ünümüz dünyasında hemen her alanda
benzeri olmayan bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Gelişen teknolojinin de yarattığı ivme ile küreselleşme olgusu, ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde, ekonomik,
siyasal, sosyal ve kültürel yapının sınırlar ötesi bir
hareketlilikle tüm ülkelerin, bölgelerin ve kentlerin
birbirlerini etkilediği bir süreç olarak belirmektedir.
Özellikle 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik
bunalımın ardından, kentler ve yerel yönetimler
daha fazla öne çıkmaya başlamış ve kendi sınırlarını aşarak, ulusal, bölgesel, uluslararası düzeyde
çeşitli ağlar, birlikler ve organizasyonlar oluşturarak, işbirliği içine girmişlerdir.
Ne var ki, kalkınma hedefinden yola çıkarak
gündeme gelen bu işbirliklerinin temelinde, küresel sisteme eklemlenme, sistem içinde rekabet
edebilme, daha çok sermaye çekme, neo-liberal
politikalarla temellenen ulus-devletin aşındırılması
gibi açık ya da örtülü yönlerinin göz ardı edilmemesi gerekir. Diğer bir ifade, küreselleşmenin en
çok nüfuz ettiği alanlar olan kentler, içinde barındığı pek çok potansiyelle birlikte hızla dönüşmekte
ve kentlerin önemi giderek artmaktadır.
Kentlerin artan öneminin bir yönünü de dünyanın kentleşmesi oluşturmaktadır. Her geçen
G
Yrd. Doç. Dr.,
Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi,
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
gün dünyada kentsel nüfus artmaktadır. Özellikle
nüfusun büyük kentlere yönelmesi, gerek kentler,
gerekse de insanlar açısından önemli sorunları
gündeme getirmektedir.
Metropoller, küresel süreçlerin beslediği alanlar
olarak; bir tarafı gökdelenler, AVM’ler, güvenlikli
lüks konut alanları, plazalar gibi pırıltılı görünümleriyle, diğer tarafında ise yoksulluk yuvaları, suç, kirlilik, trafik sorunları gibi patolojileriyle –Mumford’un
ifadesi ile tyranpolis haline gelmekte, devasa
mekânlar olarak büyümeye devam etmektedirler.
Peki ya diğer kentler? Bu süreçte diğer kentler de büyümekte, farklılıklarını, yerel özelliklerini
kaybetmekte, adeta klonlanmış kentler ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme, özgünlükleri yok eden,
tektipleştiren, benzer yaşam tarzlarını salık veren bir
dönüşüm yaratmaktadır. Bireyin hayatını anlamlandırma biçimi de bu bağlamda dönüşmektedir.
Bireyin yaşamı hızlanmakta, hatta kimi zaman kontrolünden çıkmaktadır. Yaşamdaki bu hızla birlikte
birey için kent, içinde yaşanılan “an”ın gözden kaçırıldığı, sürekli birşeylere yetişilmeye çalışıldığı hızlı ve
sağlıksız beslenme alışkanlıklarının geliştiği, insanların kalabalıklar içinde yalnızlaştığı bir alandır.
Gelinen bu noktayı açıklamak üzere, Mc Donaldslaşma ya da Benjamin Barber’ın tanımı ile Mc
DOSYA
World kavramı bir sembol haline gelmektedir. Bu
olguyla özdeşleşen hızlı fakat kalitesiz yaşam tarzına tepki olarak, 1980’li yılların sonlarında İtalya’da
“yavaş hareketi”1 gündeme gelmiştir. Yavaş hareketi, temelde hızlı yemek (fast-food) kültürüne ve
bu kültürün ortadan kaldırdığı geleneksel yaşam
anlayışının aşınmasına bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde ise kişiler arasındaki ilişkilere, yerel kimliğin canlandırılmasına
(Şahinkaya, 2015), yerel değerlerin ve farklılıkların
korunmasına, sosyal adaletin sağlanmasına kadar
uzanan kapsamlı bir toplumsal dönüşüm hareketi
olarak şekillenmiştir. Yavaş hareketinin temel olarak aldığı ilkelerin dünya üzerinde yarattığı olumlu
etkiye paralel olarak, yavaş yemek anlayışından bir
adım daha ileri gidilerek “yavaş kentleşme” hareketi geliştirilmiştir (Karakurt Tosun, 2013).
Bu bağlamda, 1999 yılında İtalya’da uluslararası bir kent ağı olarak başlayan Cittáslow hareketi, ekonomik ve kültürel küreselleşmenin olumsuzluğuna karşı, yerel sürdürülebilirliğe dayanarak,
çevre, ekonomi ve eşitliği temel alan, hayatın
kentsel yaşanabilirliğini ve kalitesini korumayı zenginleştirmeyi hedefleyen alternatif bir sürdürülebilir kent modeli olarak ortaya konmaktadır (Öztürk,
2012).
Dünyanın En Büyük Metropollerinden Biri: Sao Paulo
Kaynak: http://visitworldplaces.com/photo/cities/sao-paulo/12/ (Erişim tarihi: 16.10.2015)
Kaynak: https://gezimanya.com/Yazilar/
turkiyedeki-sakin-sehirler-cittaslow(Erişim tarihi:
16.10.2015)
I. Alternatif Bir Sürdürülebilir
Kent Modeli Olarak Citta-Slow
İtalyanca Citta (şehir) ve İngilizce Slow (sakin/
yavaş) kelimelerinden oluşan Cittáslow, Türkçe’
ye “Sakin Şehir” olarak çevrilmiştir. Cittáslow ağı,
küreselleşmenin kentlerin dokusunu, sakinlerini,
yaşam tarzını standardize etmesine ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasına, diğer bir ifade ile
Mc Donaldslaştırmaya tepki olarak ortaya çıkan
“slow-food” hareketinden yola çıkmış bir kentler
birliğidir (Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 128). Hızlı ve
tüketime dayalı bir hayat felsefesinin hâkim olduğu kent yaşamına ve dizaynına alternatif getirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmada ve mo-
Kaynak: H. K. Aytoslu
http://aytoslu.blogspot.com.tr/2012/11/cittaslow-sakin-sehir-karikatur-yarsmas.html, (Erişim tarihi: 16.10.2015)
Küresel karşısında yerel değerler.
Hızlı şehirden sakin şehire..
21
DOSYA
Sakinliğin sembolü.
dern dünyanın birçok ‘aynılaşmış’ kentinden farklı
kalabilmede şehirlerin hangi alanlarda önemli ve
özel olduklarının iyi belirlenmesi ve bu özelliklerini
korumak için stratejiler geliştirilmesi, bunun için
yerel değerlere sahip çıkılması, korunması ve geliştirilmesi en büyük gereklilik olarak görülmektedir
(Sırım, 2012, s. 120). Diğer bir ifade ile, kentin
dokusunun, renginin, müziğinin ve hikayesinin
uyum içinde, kent sakinlerinin ve ziyaretçilerinin
keyif alabilecekleri bir hızda yaşanmasıdır. Yine
çevreye ve insana zararlı olamayan temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmektedir (Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 128).
Bu bağlamda Cittáslow aracılığıyla yerel kimliği öne çıkaran bir kentleşme politikası uygulanması öngörülmektedir. Hareket kendisine logo olarak
üzerinde modern ve tarihi binaları taşıyan turuncu renkli bir salyangoz tasarımını belirlemiştir. Bu
logoda yer alan, yavaş, temkinli, ancak kararlı bir
şekilde ilerleyen salyangoz, cüssesinden beklenmeyecek mesafeler aşmakta; bunu yaparken de
Chianti’den Bir Görünüm.
22
geçtiği yerlerde ince bir iz bırakmaktadır (Kavas ve
Kavas, 2012).
Cittáslow, ilk defa 1999 yılında Greve in
Chianti’nin belediye eski başkanı Paolo Saturnini’nin
girişimleri sonucunda dört küçük İtalyan kentinin
(Orvieto, Greve in Chianti, Bra, Positano) bir araya
gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toplantıda bir “Sakin
Şehir”de bulunması gereken özellikler belirlenerek,
benimsenmesi gereken ilkeler ortaya konulmuştur.
Bunların başında daha sakin ve daha az kirli fiziksel
çevrelerin oluşturulması; yerel estetik geleneklerin,
yerel el sanatlarının ve yerel mutfağın korunması
bulunmaktadır. Ayrıca daha sağlıklı çevreler oluşturmak, sürdürülebilirliğin sağlanması, kent halkına
daha iyi yaşam ortamları sunulabilmesi adına yönetimsel çözüm arayışında birbirleriyle deneyimlerini paylaşmayı, bu yönde alınan kararların uygulanması noktasında da teknolojiden en üst düzeyde
yararlanmayı karara bağlamışlardır (Sırım, 2012, s.
120; Sezgin ve Ünüvar, 128).
II. Cittáslow’un Ölçütleri
1999’dan bu yana hızla büyüyen Cittáslow’un
günümüzde 30 farklı ülkede, 195 üyesi bulunmaktadır. Uluslararası bir birlik olarak örgütlenen
Cittáslow, çalışma ilkelerini bir tüzükle kayıt altına
almıştır. Tüzük, birliğin kurulusundan organlarına,
katılım için yerine getirilmesi gereken ölçütlerden
üyelerin sorumluluğuna, logo kullanımından fon
kullanımlarına kadar pek çok alanda tanım ve ilkeleri ortaya koymaktadır.
Bir kentin yavaş kent olarak kabul edilebilmesi için öncelikle Cittáslow Birliği tarafından onaylanmış olması gerekmektedir. Cittáslow olarak
onaylanmış olmak, kentlerin, Cittáslow komitesine uygulamalarını sunmaları yoluyla olmaktadır.
Cittáslow temsilcilerinden oluşan bir komite, Cittáslow olmayı amaçlayan kente, Cittáslow felsefesine nasıl uyduğunu görmek ve ilk elden izlenim
edinmek için bir ziyaret yapar. Söz konusu kentin
üyeliğe kabul edilebilmesi için Yavaş Kentler Birliği
hedefleri doğrultusunda yapılan öz değerlendirme sonucu mevcut kriterlerden asgari %50’sini
gerçekleştirmiş olması gerekmektedir. Öte yandan, Cittáslow olabilmenin diğer bir önemli şartı
ise, kent nüfusunun 50.000’in altında olmasıdır.
Cittáslow olan kentlerin; şehrin çevre ve kentsel
doku kalitesini teknoloji kullanarak iyileştirmek,
yerel üreticiler ve tüketiciler arasında iletişimi ve
diyalogu teşvik etmek, çevreyi korumak, sürdürülebilir gelişmeyi desteklemek, doğal ve çevreye
dost tekniklerle yiyecek üretimine destek sağlamak
gibi aşağıda belirtilen yedi başlık altında 60 temel
ölçüt ve 3 özel koşulu gerçekleştirmeyi kendine
hedef koyması ve bu alanlarda çalışmaya başlaması gerekmektedir.
DOSYA
Bu ölçütlerin sınıflandırıldığı 7 temel politika
alanı şunlardır (http://Cittáslowturkiye.org/uyelik/, 15.07.2015):
1. Çevre politikaları,
2. Altyapı politikaları,
3. Teknolojiden yararlanarak kent kalitesinin artırılmasına yönelik politikalar
4. Tarımsal, turistik, esnaf sanatkarlara yönelik
politikalar
5. Sosyal uyum politikaları
6. Farkındalık, misafirperverlik ve eğitim için politikalar
7. İşbirliği ve ortaklık politikaları
Sözü edilen politikaların uygulanmasına yönelik olarak belirlenen ölçütler arasında, kentlerin
uymakla yükümlü oldukları iki kriter vardır: Bunlardan ilki, bir “Ziyafet Evi” veya bir “Yerel Ürün Pazarı” türü mekânsal bir oluşuma sahip olmak veya
olacağını taahhüt etmek, ikincisi de yavaşlıkla ilgili
bir kurula sahip olmak veya olacağının garantisini
vermektir (Özkan, 2011: 29).
Bu ölçütlerin yanı sıra, Cittáslow’un (Yurtseven
vd, 2010: 40).;
• Teknolojiyi kullanarak, yaşamın kaliteli ve yaşanılabilir olmasını sağlamak,
• Bölgeye özgü değerlerle sürdürülebilir gelişmeyi sağlamak,
• Yerel ekonomik yaşama katkı yaparak gelir
adaletini sağlamak,
• Doğal çevreyi ve tarihi değerleri korumak gibi
temel amaçları kentin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır.
Yavaş Kentler Birliği tarafından başvurusu kabul edilmiş ve “yavaş” olarak kabul edilmiş bir kentin, sahip olduğu değerleri koruduğu ve kentte
yaşam kalitesi seviyesini devam ettirdiğine dair her
4 yılda bir sertifikalarını yenilemesi gerekmektedir.
Bu, yerel girişimleri teşvik etmeye ve alternatif
gündemleri desteklemeye devam etmek zorunda
olunduğu anlamına gelmekte, kalkınma gündeminin sürekliliğini sağlamaktadır (Karakurt Tosun,
2013, s. 228-229).
Cittáslow ağına katılan belediyeler, kent kimliğini yansıtan, dokusunu ortaya çıkaran faaliyetleri
desteklerler. Bu faaliyetleri yöresel mutfak, yerel
müzik ve folklor teşkil etmektedir. Kısacası, mekânı
sosyal olarak yeniden inşa eden ve bunu kentin
yeniden tasarımıyla gerçekleştirmeyi hedefleyen
Cittáslow, sakinlerini geleneksel değerlerle buluşturmayı misyon edinmiştir (Çiner, 2011).
Öte yandan Cittáslow, tembel, uyuyan, bıkmış ve evhamlı insanların yaşadığı bir yer değildir.
Cittáslow, insanların saate bağlı olarak yasayıp her
şeyi hızlı yapmaya yönelik baskılara direnmelerini
sağlayacak yeni bir kent ortamı oluşturmayı hedefler. Cittáslow, Latince bir deyim olan “festina
Yavaşça Acele Etmek.
lente” yani “yavaşça acele etmek” deyimi ile ifade
edilmiştir. Bunun anlamı, bugünün ve geleceğin
sağladığı olanaklar sayesinde geçmişin mirasından ve bilgi birikiminden yararlanmaktır. Daha
insani, daha çevreci, geçmiş ve gelecek nesillere daha fazla saygılı olmaktır (Sezgin ve Ünüvar,
133).
Bu bağlamda yaşam kalitesinin artırılması kaygısından yola çıkan Cittáslow ile, küçük kentlerde
yaşayan kişilerin gelirlerinin arttırılması sürecine
de katkı sağlanırken, aynı zamanda nüfus ölçütü
sayesinde göç engellenerek, kentlerin yoğunlaşmasının önüne geçilmektedir. Diğer bir ifade ile
bir kentin büyüklüğü sorunsalı veya optimal kent
büyüklüğü açısından yavaş kentlerin nüfus büyüklüklerinin ne olması gerektiği, bu harekete dahil olan kentler tarafından sürecin en başında çözümlenmiştir. Bu anlamda kentleşme literatüründe bir kentin optimal büyüklüğünün tespit edilmesinde kullanılan temel kriterler olan kişi başına
düşen kentsel hizmet maliyeti ile kişi başına düşen
kentsel faydanın (Keleş, 2008; Ertürk, 1997’den
aktaran; Karakurt Tosun, 2013) karşılıklı etkileşimleri ile her yerleşim yeri için farklı bir büyüklük ön
gören yaklaşımlardan -modellerden- farklı olarak
yavaş kent hareketinde standart bir maksimum
kent büyüklüğü tespit edilmiştir. Yavaş kent olabilmenin temel şartlarından biri olarak nüfusun
maksimum 50.000 olarak belirlenmesi sürecinde;
bir yandan yerel kültürün korunmasını, yerel ekonominin uluslararası sermayeye karşı korunmasını, kişiler arası ilişkilerin canlı ve sıkı bir şekilde korunmasını sağlarken, aynı zamanda kentin fiziksel
olarak büyüyerek çevresindeki doğal alanları yok
etmesinin önüne geçilmesini içeren ekolojik kaygılar da göz önünde bulundurulmuştur (Karakurt
Tosun, 2013).
Cittáslow’un en önemli özelliklerinden biri de
katılımdır. Her birey, açıklık ve karşılıklı hoşgörü
çerçevesinde projenin bir parçası olmaya davet
edilir ve katılma hakkına sahiptir. Kent sakinlerinin
23
DOSYA
lar sonucunda 2010 yılında Sakarya’nın Taraklı,
Çanakkale’nin Gökçeada, Aydın’ın Yenipazar ve
Muğla’nın Akyaka beldeleri, Cittáslow olmak için
çalışmalara başlamıştır. 24 Haziran 2011 tarihinde
Polonya’nın Lidzbark Warminski şehrinde yapılan
Cittáslow Genel Kurulu’nda birliğe katılımı kabul
edilen kentlerle birlikte Türkiye’deki Cittáslow sayısı beşe çıkmış ve böylece Türkiye’de Cittáslow
Ulusal Ağı kurulmuştur (http://Cittáslowturkiye.
org, 2015). Daha sonra, İtalya’nın Novellara
Kenti’nde 19 - 22 Ekim 2012 tarihleri arasında düzenlenen Cittáslow Genel Kurulu’nda Türkiye’den
Kırklareli’nin Vize, Ordu’nun Perşembe ve
Isparta’nın Yalvaç kentleri de Cittáslow’a dahil edilmiştir (Keskin, 2012). İtalya’daki toplantıyı izleyen,
Finlandiya’nın Kiristenstad kentinde düzenlenen
2013 yılındaki Cittáslow Uluslararası Koordinasyon Komitesi toplantısında, Şanlıurfa’nın Halfeti
ilçesi Cittáslow olarak ilan edilmiştir (http://www.
hurriyet.com.tr, 2013).
Son olarak, Abbiategrasso kentinde düzenlenen 2015 yılı Cittáslow Genel Kurulu’nda Artvin’in
Şavşat ilçesi Türkiye’nin en yeni sakin şehri olarak
Cittáslow ağına katılmıştır. Böylece Türkiye’de Cittáslow sayısı 10’a ulaşmıştır (http://Cittáslowturkiye.org, 2015).
Sakin Şehre Bir Örnek.
Halfeti.
Kaynak: http://www.halfeti.gov.tr (Erişim tarihi: 16.10.2015)
yaşadıkları yeri canlandırmaları, yeniden keşfetmeleri, katılımın sağladığı bilişi düzeyi, sorumluluk ve
farkındalıkla olanaklı hale gelir. Ayrıca kentin büyük fabrikalardan, motorlu araçlardan ve beton
bloklardan vb. korunması ancak kent sakinlerinin
katılımıyla gerçekleşir. Yine, bir kent kimliği oluşturulması, sakinlerinin yaşanılan kentten haz almalarının ve mutlu olmalarının sağlanması, o kente
karşı hissedilen aidiyet duygusunun artırılması,
kentte yaşamanın gururunu hissettirmesi açısından katılım kültürünün öne çıkarılması önemlidir
(Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 146-147).
IV. Türkiye’nin Cittáslow’ları
Türkiye’de Cittáslow Hareketi ilk defa İzmir’e bağlı
Seferihisar’ın 28 Kasım 2009 tarihinde Türkiye’nin
ilk, dünyanın 129. Cittáslowu olarak hareketin
içinde yerini almasıyla başlamıştır. Bu hareketin
Türkiye’de yaygınlaşması için yapılan çalışma24
V. Cittáslowun Olası Etkilerine İlişkin
Bir Değerlendirme
İtalya’da doğan, Cittáslow hareketi, kısa bir sürede 30 ülkede 199 kente yayılmış (http://www.Cittáslow.org) alternatif bir kent modeli olarak öne
çıkmaktadır. Gördüğü ilgi ve yayılma eğiliminden
dolayı hareket, farklı alanların uzmanlarınca farklı
açılardan ele alınmıştır. Kimileri, Cittáslowları tüketici kültürünün değerlendirilmesi ve sürdürülebilir
gelişme biçiminin desteklenmesi yönüyle incelemiş, kimileri de bu hareketi beş temel duyuya
(görme, tad alma, koklama, dokunma ve işitme)
hitap edecek kriterler öngörmesi açısından değerlendirmiştir. Cittáslowların, yasam kalitesi ve kültürel yaklaşımlardan sızarak, mimariyi ve kent tasarımını etkilediği, alternatif “duyu mekânları”nın oluşmasına katkı sağladığı ifade edilmiştir. Bazıları da
Cittáslowları, kültürel yönüyle ele almakta, sosyal
alanlar ve insani ilişkiler açısından değerlendirilen
“sosyal bir hareket” olarak nitelemişlerdir (Knox,
2005; Pink, 2007; Parkins and Craig, 2006’dan
aktaran; Sırım, 2011, s. 128).
Türkiye’de de Cittáslow’a ilişkin çalışmalar hız
kazanmaktadır. Bilimsel makalelerin yanı sıra, mimarlıktan, sosyolojiye, turizmden kentbilime kadar pek çok alanda Cittáslow bilimsel araştırma
konusu olmaktadır. Kimi çalışmalar, Cittáslowu
alternatif bir yaşam modeli olarak ele alırken, kimileri değişen kent kimliği bağlamında değerlendir-
DOSYA
mektedir. İdeal kent arayışının, yaşam kalitesinin
artırılması çabalarının ya da sürdürülebilir gelişmenin bir yansıması olarak betimlenen Cittáslow,
kimilerince de bir kent ütopyası olarak yorumlanmaktadır.
Cittáslow kuşkusuz birçok insanın idealindeki
yaşam tarzını yansıtmaktadır. Bununla birlikte, Cittáslow ölçütlerini sağlayabilen kentlerin, ulusal ve
uluslararası düzeyde bir ilgi odağı haline gelmeleri söz konusudur. Kimileri Cittáslowu bir turizm
değeri olarak öne çıkarmakta, özenle korunan
kent dokusunun, tarihsel mirasın belirgin hale getirilmesinin, sakin ve sükûnetli görüntüsünün alışıldık tatil anlayışını da değiştireceği düşüncesinden
hareketle bu sayede dünyaya açılabileceği yorumunu yapmaktadırlar (Sezgin ve Ünüvar, 2011;
Sırım, 2012).
Ne var ki bu durum, küresel sisteme bir tepki
olarak gündeme gelen Cittáslow’un aslında küresel sistemin bir parçası, bir kent pazarlama stratejisi olarak işlev gördüğünü düşündürmektedir. Bu
kentler, hızla tanıtılmakta, yerel özellikleri ön plana
çıkarılarak turist çekim merkezi haline getirilmektedir. Günümüzde daha çok insan hareketliliğine
dayalı ama daha az getirisi olan kite turizminin
yerini, daha çok ekonomik getirisi olan alternatif
turizm yaklaşımları almaktadır. Bu alternatiflerden
biri de Cittáslowlardır. Sözgelimi İtalya’nın Toscana bölgesinde şarap üreticiliği turizminden çok
daha az sayıda turistten, çok daha fazla turizm
geliri elde edilmektedir.
Bir bakıma çevre dostu, kültürel ve tarihsel
mirasa sahip çıkan bu kentler, gerçekten halkıyla
birlikte farkındalık yaratılarak korunuyor ve kalkındırılıyor mu, yoksa parlatılıp birer cazibe merkezi
haline mi getiriliyor? sorusu üzerinde düşünmemiz gerekmektedir.
Dünyada özellikle 1980’lerden sonra etkileri
yerel alanda da belirgin biçimde hissedilen neoliberal politikalar ve küreselleşmenin dönüştürücü etkisi, kentlerin kimliklerini kaybetmelerine,
benzeşmelerine, betonlaşmalarına, uluslararası
sermayeye peşkeş çekilmelerine ve çevre kirliliğine neden olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle
büyük kentler bu süreçten büyük ölçüde etkilenmekte ve sermaye birikiminin gerçekleştiği bu
kentlerde farklı sermaye emilimi arayışları gündeme gelmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu
krizi aşmanın reçetesi de çoğu zaman gayrimenkul yatırımları ya da inşaat sektörü olmaktadır.
Peki ya küçük kentler? Küçük kentler, bu süreçte
özellikle aktif nüfusunu büyük kentlere kaptırmakta, aynı zamanda ekonomik erozyona da maruz
kalmaktadırlar. Nüfusu yerinde tutmak ve küçük
kentin dinamiklerini harekete geçirmek kuşkusuz
çok yerinde bir düşüncedir. Ancak, devletin aşın-
dırılmaya çalışıldığı, içinin boşaltıldığı, denetiminin en aza indirildiği bir sistem içinde, kentlerin
küresel dinamiklerden bağımsız, “kendi yağı ile
kavrulan” bir biçimde kalkınmalarını beklemek
gerçekçi midir? Peki ya yararlanılması düşünülen
geri dönüşüm, temiz enerji, organik tarım vb.
teknolojik yatırımlar nasıl, hangi finansal kaynakla gerçekleşecektir? Acaba bu tesislerin kurulumu yabancı firmalar için yeni pazarlar anlamına
mı gelecektir?
Öte yandan kent ütopyacılarının nüfus belirlenimleri ya da kentbilimcilerin optimal kent büyüklüğü arayışları kentsel nüfusun kentsel yaşam
kalitesi, sürdürülebilirliği, hizmet verimliliği gibi konularda temel ölçüttür. Cittáslow’da da nüfus ölçütü 50.000 olarak belirlenmiştir. Ancak, optimal
kent büyüklüğü arayışlarında sıklıkla dile getirilen,
“ideal büyüklük bulunsa bile nüfusun nasıl o seviyede tutulacağı” Cittáslowlar açısından da ayrı bir
sorun alanıdır. Yaşamın bu kadar keyifli ve cazip
olduğu bu kentler, olası bir göç dalgasından nasıl
korunacaktır?
Konuya sorun alanı olarak bakabileceğimiz
bir diğer perspektif de, küreselleşmenin ve postmodern tüketim kültürünün insanları etkisi altına aldığı böyle bir dönemde –özellikle de genç
nüfusun- nasıl bu tüketim alışkanlıklarından vazgeçirileceğidir. Cittáslow fedakârlık gerektirir.
Daha yalın bir yaşam, lüks ve gösterişten, markalardan, otomobillerden, rezidanslardan (ya da
hayallerinden) uzak bir yaşam tarzı nasıl benimsenecektir?
Ünlü Alman atasözü “Stadluft macht frei” (kent
havası özgür kılar) düşüncesinden hareketle, kü-
Kaynak: H. K. Aytoslu,
http://aytoslu.blogspot.com.tr/2012/11/cittaslow-sakin-sehir-karikatur-yarsmas.html
(Erişim tarihi: 16.10.2015)
25
DOSYA
resel ölçekte kentleşme eğilimi gösteren bir dünyada bu “sakin” yaşam adacıkları ne kadar uzun
ömürlü olacaklardır? Küçük yerleşimler, daha samimi ilişkiler ve daha fazla sosyal kontrolün olduğu, diğer bir ifade ile daha güvenilir ve yaşanılır
olsalar da acaba yaşlı nüfus kadar genç ve aktif
nüfus açısından cazibe alanı olmayı sürdürebilecekler midir?
Tüm olumlu yönlerine, albenisine, doğallık ve
yalınlık önerisine karşın nihai olarak, Cittáslowların bir turizm ve kent pazarlama biçimi olduğunu
ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte,
yerel değerlerin, kültürün ve ekonominin hem
korunması ve yaşatılması, hem de geliştirilmesi
bakımından önemli bir düşüncedir. Ancak, kapitalizmin olanca hızıyla kendini hissettirdiği, postmodern tüketim kültürünün küreselleştiği bir dönemde yukarıda dile getirilen sorulara gerçekçi
cevaplar verilmesi, Cittáslowların sürdürülebilirliği
ve varoluş amacının gerçekleştirmesi noktasında
önemlidir. Bu çalışma ile, allanıp pullanan, göreli olarak bu övgüyü fazlasıyla hak eden (!) ya da
şüphe ile yaklaşılması gereken (!) bu hareketi farklı
bir perspektiften değerlendirmek isteyenler için
bir pencere açmak istenmiştir. Daha küresel bir
perspektiften ve yapısal arayışlar bağlamında ve
eleştirel olarak konuyu ele almak, henüz emekleme aşamasında olan literatüre zenginlik katacaktır.
26
Not
1. 1986 yılında Roma’nın ünlü meydanlarından birisi olan Piazza di Spagna’da yapılan McDonalds açılısı sırasında, Carlo
Petrini önderliğindeki grup tarafından gerçekleştirilen bir protesto hareketi ile başlamıştır. Yavaş hareketi giderek yaygınlaşmış; yavaş yemek, yavaş seyahat, yavaş ev, yavaş tasarım,
yavaş moda vb. adlarla, çeşitli alanlarda farkındalık yaratmıştır.
Kaynaklar
• Ertürk, H.; (1996), Kent Ekonomisi, Ekin, Bursa.
• http://Cittáslowturkiye.org/uyelik/, (Erişim Tarihi: 15.07.2015)
• http://www.hurriyet.com.tr, (Erişim Tarihi:11.06.2015)
• Karakurt Tosun, E.; (2013), “Yaşam Kalitesi Ekseninde Şekillenen Alternatif Bir Kentsel Yaşam Modeli: Yavaş Kentleşme
Hareketi”, Uludağ Ünv. İİBF Dergisi, Cilt.32, No.1, 215-237.
• Keleş, R., (2015), Kentleşme Politikası, İmge, Ankara.
• Keskin, E. B.; (2008), “Sürdürülebilir Kent Kavramına Faklı Bir
Bakış: Tavaş Şehirler (Cittáslow), Paradoks: Ekonomi, Sosyoloji
ve Politika Dergisi, ISSN NO: 1305-7979, 2008:8/1.
• Knox, P. L.;(2005), “Creating Ordinary Places: Slow Cities
in a Fast World”, Journal of Urban Design, Vol. 10, No. 1,
1-11, February.
• Özkan, H. C.; (2011), Bir Sürdürülebilir Kent Modeli: Yavaş
Şehir Hareketi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
• Öztürk, A.; (2012), Bir Yerleşim Birimi Olarak Kent Arayışında
Yeni Politika: Yükselen Değer Olarak ‘Yavaş Kent’ (Cittáslow),
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir.
• Parkins, W., Caig G.; (2006), Slow Living, Berg Pub., U.K.
• Pink, S.;(2007), “Sensing Cittáslow: Slow Living and Constitution of Sensory City”, The Sences and Society, Vol. 2, No.1,
59-77.
• Sezgin, M.,Ünüvar, Ş.; (2011) Sürdürülebilirlik ve Şehir Pazarlaması Ekseninde Yavaş Şehir, Çizgi, Konya.
• Sırım, V. (2012), “Çevreyle Bütünleşmiş Bir Yerel Yönetim
Örneği Olarak ‘Sakin Şehir’ Hareketi ve Türkiye’nin Potansiyeli”,
Tarih, Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi-Tüketim Toplumu
ve Çevre Özel Sayısı, Cilt.1, No.4, 119-131, Aralık.
• Şahinkaya, S.; (2010), “Bir Yerel Kalkınma Modeli: Cittáslow ve
Seferihisar Üzerine Değerlendirmeler” http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/SahinTem10.pdf, (Erişim Tarihi:
11.06.2015)
• Yurtseven, H. R. Vd.; (2010), Yavaş Hareketi, Detay, Ankara.
DOSYA
MİMARLIKTA YER(SİZLİĞ)İN
ANTALYA’DAKİ TURİZM YAPILARI
ÜZERİNDEN İNCELENMESİ
Emine YILDIZ KUYRUKÇU - Zafer KUYRUKÇU
imarlıkta yerden kopuş özellikle son yıllarda öne çıkan ve mimarlık gündeminde
önemli yer tutan bir tartışma konusudur.
Son dönem popüler kültür kavramı mimarlık akımını da etkilemiştir. Postmodernizm düşüncesi
popüler kültürün temellendiği noktalardan biridir. Özellikle mimariyle kurduğu ilişkide önemli
yer tutmaktadır. Ancak popüler kültür ve beraberinde gelişen tüketim kültürü, postmodernizmin kendi değerlerini de değişikliğe uğratmıştır.
Rejyonalizm, tarihselcilik gibi kavramlar tüketim
kültürü tarafından kullanılmış, kitsch olgusuyla iç
içe geçmiştir. Bu durum turizmin mimari şekillenmesinde de direkt etkili olmuştur. Bu çalışma, ülkemizdeki turizm yapılarının bu yersizlikten radikal bir biçimde etkilendiği ve turizm mimarisinde
bir “Kimlik Kaosu” yaşandığı gerçeği göz önünde
bulundurularak yapılmıştır. Çalışmada örneklem
alanı olarak Antalya’daki simüle edilmiş, imgelerle donatılmış turizm yapıları seçilmiştir. Genellikle tarihi ve yerel öğelerle donatılmış bu oteller
popüler olmak adına bilindik simgesel imgelerle
cezbedici ortamlar yaratmak amacını taşımaktadırlar. Örneklem çalışması ile problemin turizm
ve ülke mimarisini ne derece etkilediği açık bir
şekilde gösterilerek soruna dair bilincin artırılması
M
ve daha duyarlı bir yaklaşım sağlanması amaçlanmıştır.
1. Mimaride Yerin Önemi, Modern ve
Postmodern Dönemde Yersizleşme
“Yer” kavramı mimaride belirleyici rol oynayan ve
yapıyı “anlamlı” kılan bir özelliktir. Mimari temelde
doğaya karşı yer alan bir aktivite gibi gözükse de
bir yapının bulunduğu coğrafya ve doğal çevre
ile olan bağı, niteliğinin ortaya çıkmasında oldukça önemlidir. Mimari eser yerle başlar. Mimarlıkta
yer kavramı, çoğu zaman mimari tasarımı biçimlendiren ya da biçimlendirmesi gereken temel
etmenlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Mimari, yer ile birlikte vardır. Yer mimariyi kurmakta,
mimari de yeri dönüştürmektedir. Mimari tasarım,
yeri ile uyumlu olduğu sürece başarılı sayılmaktadır.
Mimarlık kuramında yer kavramının bilinçli
bir şekilde ele alınışı, tasarımla ilişkisi gibi değerlendirmeler 1960 sonrasında artmıştır. 2. Dünya
savaşından sonra hızla artan kent nüfusunun barınma sorunları, mimarları olabildiğince rasyonel
çözümlere yönlendirmiş, yapıda estetik arayışların
gereksiz olduğunu düşündürmeye başlamıştır.
Bu bağlamda, 20. yüzyılın ilk otuz, kırk yılında ge-
Arş. Gör.
Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
27
DOSYA
lişen modern mimarlık, rasyonalist, fonksiyonalist
ve purist bir çerçeve çizmiş, aynı zamanda uluslararası platformda kabul görmüştür. Kendini tarihten soyutlayan modern mimarlığın rasyonalist
ve purist ilkeleri, özellikle uluslararası mimarlığın
yaygınlaşması, mimarlığın bütün coğrafyalar üzerinde benzer çözümler ve biçimler ile aynılaşarak
yerle ilişkisinin kopması, zamanla eleştirilmeye başlanmış ve modern karşıtı eleştiriler ortaya çıkmıştır.
Bu eleştirilerin ortak noktası, insanı çevreleyen fiziksel dünyanın tarihsel ve sosyal izlerinin, farklılıklarının giderek yok olması sonucu, iletişimsel gücünün azalması olarak tahlil edilebilir. Yere ilişkin
farklı karakterlerin giderek yok olması insanın belli
bir yere karşı aidiyet duygusunun azalması ve yabancılaşma sorununu gündeme getirmiştir. Buna
tepki olarak doğan Postmodernizmde ise genel
olarak; mimarlıkta modernizm karşıtı bir tutum
sergilenmiştir. Postmodernizm, modernizmle bir
“hesaplaşma” dönemidir.
Harvey (1993), modernizmden postmodernizme geçişi şöyle açıklar: “Modernist yöneliş,
pratik, teknik ve ekonomik nedenlerle, özellikle de
ideolojik nedenlerle, sermayenin önemini bastırmak için özel bir çaba göstermiştir. Zevklerin tepeden bir demokratikleşmeye ve eşitlikçiliğe tabi
tutulması sınıflı bir kapitalist toplumda tipik olan
toplumsal farklılıklarla tutarsızlığı bir bastırılmış talep ve bastırılmış arzu ortamı yaratmaktadır. Bu
bastırılmış arzu 1960’lı yıllarda ki kültürel hareketlerde belirli bir ifade bulmaktadır. Bu durum
piyasayı daha çeşitlenmiş kentsel çevreler ve mimari üsluplar yönünde uyarmak açısından bir rol
oynamıştır. Dolayısıyla postmodernizmin tatmin
etmeye çalıştığı arzu tam da budur.”
Postmodernizmin içinde modernizmin yeniden yorumlandığı stillerden, tamamen modernizme karşı abartılı bir tarihselciliğin kullanıldığı
yapılara kadar pek çok farklı tarz ve duruş barınmaktadır. Bu yönüyle de tam bir belirsizlik ve
kaos durumu hakimdir. Bu kaosun oluşmasında
önemli faktörlerden biri de postmodernizmle birlikte bilim, sanat ve felsefe alanları arasındaki sınırların erimesi ve her şeyden düşünce, fikir, biçim
ve imge boyutunda sınırsız aktarımların yapılabilmesidir. Bilim ve felsefede de artık usdışı-sezgisel
düşüncenin önem kazanması ile birlikte mimari
de bu alanlarla ilişkisini artırmış, herhangi bir kurala gerek duymaksızın bilgi ve imge alış-verişine
girmiştir (Özcan, 2001).
Postmodernizm, bugünün çok kültürlü, çok
uluslu, çok değişkenli dünyasında, ‘her şeye izin
veren’ yapısıyla çokluğu yadsımak yerine, bu çokluk içinde yapılabilecek farklı kombinasyonlara
olanak tanımaktadır. Yalnızca bugünün verilerine değil, geçmişte kullanılanları da kapsamasıyla
28
Postmodernizm’in bir diğer özelliği olan “tarihsel
duyarlılığı” da gündeme getirmektedir.
Postmodern tasarımlarda “yerel ve tarihsel
ögelerin” bağlamından koparılarak tamamen biçimsel endişelerle kullanılması yapay çevrelerin
oluşmasına neden olmuştur. Postmodernizmin
mimarideki yansımaları söz konusu olduğunda
“anlam” en çok öne çıkan unsurlardan olmaktadır. Mimarinin temel kavramları olan “form” ve
“fonksiyon”un kendi aralarındaki ilişkisi bu noktada önem kazanmaktadır. Postmodernizm, forma
fonksiyondan daha fazla vurgu yapmaktadır. Modernizmin baş kabullerinden olan “form fonksiyonu izler” cümlesi postmodernizmde tersine dönmekte ve form, kendi başına bir mimari tasarımın
çıkış noktası olabilmektedir. Bunun devamında
formun, yaratılan estetik bütünlüğün, daha “anlamlı” kılınması konusunda da kimi zaman tarihsel
geçmişe kimi zaman bölgesel verilere yaslanılmıştır. Bir yapının sadece insanın bir takım fiziksel gereksinmelerini karşılıyor olması, postmodern anlayışa ters düşmekte, daha estetik ve daha anlamlı
olması için bazı değerlerden besleniyor olması
gerekmektedir.
Postmodernizm de tarih kavramını farklı şekilde ele almış ve yorumlamıştır. Tarihsel verilerden,
yaşanılan süreçten yararlanılan, bunu bir devinim
içersinde ele alarak gelişen tarihselci anlayıştan
farklı olarak, “historisizm” olarak nitelenen bir anlayış gelişmiştir. Buna göre tarih içinde belirlenme ve
toplumsal gelişim reddedilmiş, olayların ve olguların tarih içinde bir sırayı takip etmesi gerektiğine
karşı çıkılmıştır. Bu niteliğiyle postmodern mimaride yer bulan tarih unsuru zaman içinde farklı şekillerde yorumlanmaya ve buna bağlı olarak farklı
niteliklerde ürünler ortaya konmasına uygun hale
gelmiştir ve bu da beraberinde bir kopuşu getirmiştir. Öyle ki; tarihselci anlayışla üretilmiş olmasına
rağmen “tarihsizleştirme” örneği haline gelen yapılar ortaya çıkmıştır. Tarihsel miras alanı ile postmodernizm arasında bir bağlantı bulunmaktadır. “Her
ikisi de şimdiki hayatlarımızla geçmişimizin arasına
giren sığ bir ekran yaratmaktadır. Tarihi derinlemesine kavrayamayız; bunun yerine sunulan, bugün
tarihin yeniden yaratılmasıdır, eleştirel söylemden
ziyade kostümler içinde sunulan bir tiyatroda tarihin canlandırılmasıdır” (Harvey, 2003).
2. Rejyonalizmin Postmodernizm
İçerisinde Tüketim Aracı Haline
Getirilmesi
Postmodernizm, çeşitli akımları amaçlarından
saptırmıştır. Bunlardan biride Rejyonalizmdir. Rejyonalizm; “bölgeselcilik” olarak dilimizde yer bulan, mimari oluşumlarda “yer”e bağlı üretimlerin
doğruluğunu savunan bir anlayıştır. Frampton
DOSYA
(1985), “Prospects For A Critical Regionalism” başlıklı makalesinde, bu düşüncenin Louis Kahn ve
Alvar Aalto’nun düşüncelerinde de vurguladıkları
gibi; modernizmin getirdiği katı kurallar ve Uluslararası Stil’e karşı duran ve “yer”e özgü kimliği yansıtan bir düşünce olduğunun altını çizmiştir. Yapının bulunduğu coğrafyaya ait olması gerektiğini
savunan, yerel malzeme ve yerel yapım tekniklerine önem veren, forma bağımlı olmayan, ruhsaldeneysel bir mimarlık anlayışı önemli olduğu öne
süren bu akıma göre; o “yer”in iklimi, bitki örtüsü,
yerel mimari karakteri ve doğal ışığın konumu
yapının ana tasarım kriterlerini oluşturmalıdır. Bu
şekilde bir anlayışla homojen yapılı çevreye de
bir karşı duruş gerçekleşmiş, sanayileşme sonucu
oluşan mimari eleştirilmiştir.
Rejyonalizm; üniversalist yaklaşıma tepki olarak ortaya çıkan, bir bakıma “bölgeselcilik” ya da
“çevreci koruma” özüne dayanan bir hareket olarak, temelde “belirli bir yer ve zamana özgü; malzeme, teknik özellik, organizasyon, estetik ve bina
kurgusuna ilişkin normları” araştırmaya ve çevreyi
bunlara dayalı olarak oluşturmaya çalışan bir yaklaşımdır (Özer, 1993). 80’lere kadar olan rejyonalist
söylem, modernizmin katı kurallarına ve geleneği
dışlayan biçimsel tavırlarına karşılık bir direniş niteliği taşımaktadır. Ancak 80’lerden sonraki rejyonalist
çabalar daha çok tüketim mantığına hizmet eden
çalışmalar olmuştur. Bu da içinde bulunulan postmodern sürecin dahilinde gelişen bir durumdur.
Bu dönemde kimliğin ortaya konulmasının meşrulaştırılmasıyla birlikte rejyonalizm ön plana çıkarılmış
ve kimlik tanımlayıcı olarak kullanılmıştır. Bunun
yapılma biçimi de çeşitli biçimsel aktarmalar yoluyla olmuştur. Postmodern süreçte benimsenen rejyonalist söylemin önceki dönemlerdekinden farklı
olan bir diğer yönü de “yer” kavramının belirsizliğidir. Çalışmada yer kavramının belirsizliği turizm
yapıları üzerinden incelenecektir.
3. Yerden Bağımsızlık, Kimliksizliğin
Antalya Turizm Mimarisi Örnekleminde
Değerlendirilmesi
Küresel sermayenin örgütlediği zaman-mekan
sıkışmasının yeni tüketim mekanları, coğrafi sınırların yok olduğu, dolayısıyla, aidiyet duygusu
yerine bir yere ait olamama / her yere ait olma
duygusu veren, bağlamından kopuk, kendi mekanını kurgulayan, kısaca küresel olan ortamlardır. Postmodern tüketim kültüründe yerel ve
tarihi özelliklere vurgunun arttığı görülmektedir.
Aslında, değer kazanan “yerel” özellikler, küresel
ölçekte yaşanan kültürel krize uyum sağlamanın
aracıdırlar. İşlevi ve hizmeti küresel olan yeni tüketim mekanlarının yerelliği de göstergeler ve simülasyonlar aracılığı ile üretilmektedir. Artık yerel
Resim 1. Kremlin Palace Hotel (Antalya).
Resim 2. Topkapı Palace Hotel (Antalya).
olan bir pazarlama nesnesi/aracı olarak ön plana
çıkmaktadır. Bu durumun en iyi örnek alanlarından biri, ulaşım teknolojilerinin gelişimi ile birlikte
mekansal mesafelerin ve sınırların kaybolmasından en fazla yararlanan turizm sektörüdür. Burada asıl amaç turistin “yerel imaj” beklentisinin karşılanmasıdır. Mimar bu dekorunu oluşturmakla
görevlidir. Bu nedenle tatil köyleri ve büyük otel
zincirleri, yere ve konuma ait mekansal göstergelerin, yerel ve yerli biçimlerin kullanıldığı/ simüle
edildiği, eklektik ya da kolaj mekanlar kurgular,
sunarlar. Yerel imajlar turistin tüketim nesnesidir.
Turist ilgisini çekme ve ekonomik anlamda ivme
kazanma amaçları, Deleuze (2005)’ün belirttiği
zaman ve mekan olgusunun yok edilmeye çalışıldığı yapı tiplerinin ortaya çıkışına sebep olmuştur.
Örneklem alanı Antalya, turizm mimarisi olgusu kapsamında, Osmanlı İmparatorluğu veya
yerel özelliklerin farklı, eksik veya fazla vurgulandığı, fiziksel ve anlamsal bağlamda “Disneyland”
benzeri yapılaşmaların gerçekleştirildiği, doğaya
ait özelliklerin yapı tasarımına taşındığı, kentsel bir
alanın genel görünümü veya tarihsel anlamlarını
ifade eden, turizm yapılarına sahiptir.
Topkapı Palace Hotel, mimarisini Osmanlı İmparatorluğu için büyük önem taşıyan saraylardan
biri olan Topkapı Sarayından almaktadır. Kremlin
Palace Oteli, Antalya sahillerinde Rus kültürünü,
Türk misafirperverliği ile bütünleştirme ve çekicilik
yaratma amacı ile inşa edilmiştir (Resim 1-2).
29
DOSYA
Resim 3. Letoonia Golf Resort, Antalya, ‘Geleneksel Türk Evi’ cephe örneğinde tasarlanmış.
Resim 4. Holiday Club Kemer, Antalya ‘Geleneksel Türk Evi’ görünümlü cephe.
Letoonia Golf Resort Otel de Yerelleşme olgusuyla, Antalya’nın yöresel değerleriyle, Geleneksel
‘Türk Evi’ne atıfta bulunan kagir yapıda, ahşap
çıkmalı ve kırık çatkılı bir mimari üslup görülebilmektedir (Resim 3).
Antalya Bölgesi’nde, Sinkretizm olgusu ile tasarlanmış olan turizm yapılarına örnek olarak, Holiday
Club, Kemer gösterebiliriz (Resim 4). Sinkretizm, mimari anlamda üslup karışıklığı olarak ifade edilmektedir. 1989 yılında faaliyet göstermeye başlayan turizm yapısı, sinkretizm, eklektisizm ve postmodern
düşünce biçimlerini içinde barındırmaktadır. Yapı,
bağlamından kopuk, ‘geçmiş, şimdi, gelecek’ referanslarının bütününü barındırmaktadır.
Tuncay Çavdar, turizm yapılarının mimarisinde genellikle “Doğuya Özgü Görme Tarzı”nı benimser. Antalya Kenti içinde yer alan, Club Ali Bey
otelin mimari olan Tuncay Çavdar orientalist bir
yaklaşım sergiler. Tesis, geleneksel ve yerel ögelerin simgesel kullanımına örnek olabilecek bir yapılanmada hizmet sunmaktadır. Tasarım yaklaşımı
olarak, işlevin yansıtıldığı formların, yöresel ve yerel elemanlarla, yapı bileşeni ve mekânsal donatı
elemanları ile desteklenmesidir (Resim 5).
Resim 5. Club Ali Bey Tatil Köyü/ Manavgat, Tuncay Çavdar; genel görünümler.
30
DOSYA
Resim 6. Pamfilya Tatil Köyü / Side, Tuncay Çavdar.
Resim 7. Arcadia Oteli / Side, Tuncay Çavdar.
Club Ali Bey (Manavgat)’de morfolojisi, tipolojisi ya da dış mekanlarının ölçeği, kapalılık oranı
vs. açısından hiç de geleneksel dokuyu yakalama
isteği olmadığı halde, “orientalist” cephe elemanları, kubbeler, kemerler, mukarnaslar ve çok
ağır bir süsleme salt cepheyi yamamak ve egzotik
bir görünüme büründürmek amacı ile kullanılmıştır. Bu tatil köyünde turistlere sunulan ‘yere özel’
(!) mimarlık gerçeği değil sahtesidir, tüketici mantığının beslediği bir EGZOTİZMİN TEMSİLİ’dir.
Tuncay Çavdarın mimarı olduğu turizm yapılarından; Pamfilya Tatil Köyü, Arcadia Otel, Excelsior Corinthia Otel, Mega Saray Otel mimarisinde,
Büyük Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluk Dönemi ve Birinci Milli Mimarlık Dönemi’ne ait ögeler
karışık bir üslupta kullanılmıştır. Kafes, kubbe, kemer, saçak, tonoz, filgözü gibi Osmanlı Mimarisi
ögeleri ve Geleneksel Türk Bezeme sanatlarının
gelişigüzel kullanıldığı görülmektedir. Benzer şekilde Club Aldiana, Harun Özer tarafından tasarlanmış olup İslam Mimarisinden esintiler sunmaktadır (Resim 6-10).
Turizm mekanlarında ‘tarih ve gelenek, yerel
olan her şey’ adeta turistin tüketim nesnesidir.
Tatil köyleri, oteller, yerel biçimlerin kullanıldığı /
dekore edildiği / simule edildiği, eklektik / kolaj
mekansal kurgular sunarlar. Mimar, bu tatminin
dekorunu oluşturmakla görevlidir.
Simülasyonlardan oluşan turizm yapılarının
oluşumları ardındaki motivasyon, “hakiki” yerlerin
artık turistleri çekecek kadar seyirlik olmamalarıdır.
Bir noktanın bir diğeriyle aynı olmamasına özen
gösterilmiş turizm yapılarında bilinçsiz bir kütle,
renk, mimari eleman sıkışıklığı, diğer bir deyişle
eklektik yığılmalar yaratılmış, burası bir ‘’yer’’ değil
‘’her yer’’ olmuştur. Günümüzün ruhuna alaycı
bir biçimde ayna tutan bu turizm yapılarında zaman-mekan algımızı altüst eden karşımızdaki yerler gerçekleri değil sahteleridir hiç şüphesiz. Sanki
eğlenmeye geldiğimiz bir Disneyland’dayız…
4. Değerlendirme ve Sonuç
Günümüzdeki Popüler kültür bir kullanım ve tüketim kültürüdür. Ürünün ve bilincin popülerleştiril31
DOSYA
Resim 8. Excelsior Corinthia Oteli / Side, Tuncay Çavdar.
me süreci tüketilerek ve pazarlanması yapılarak tamamlanmaktadır. Kullanım ve tüketim popülerin
üretiminin ilk safhasından son-kullanım safhasına
kadar her aşamasında bulunmaktadır. Popüler
kültürün yarattığı bu ortamdan mimarlık da payına düşeni almıştır. Yeni mimari anlayış insanlara
gündelik hayatın aşırı akılcı dünyasına alternatif
hayal dünyaları sunmaktadır. Bu hayal dünyaları gerçeklik olgusunun yerine simülasyonların ve
Resim 9. Mega Saray Oteli /Belek, Tuncay Çavdar.
32
imajların kullanımını daha yaygın hale getirmiştir.
Bu ortam postmodernizmin bir nevi üslup çeşitliliği kültürü oluşuyla ve “her şeye izin veren” yapısıyla desteklenerek ürün çeşitliliği daha da artmıştır.
Postmodern mimaride anlamın yadsınması,
kuralsızlığın ve çoğulluğun öngörüldüğü bir ortamda, birçok belirsizliği de beraberinde getirmektedir. Çalışmada bu belirsizlik turizm yapıları
üzerinden incelenmiş ve bir kimlik kaosunun ya-
DOSYA
Resim 10. Club Aldiana / Side, Harun Özer.
şandığı gerçeği göz önüne serilmiştir. Mimarlar
turistlerin ilgisini çekmek pahasına kendilerince,
Türk kültürünü sergilemek üzere bir gayret içine
girmişlerdir. Turistlerin ilgisini yerel kültür öğelerinin çektiği gerçeği ve bu bağlamda yerel değerlerin turizm mimarisine bilinçsiz ve eklektik bir
şekilde yansımaları bir kimlik kaosu sorunu oluşturmuştur.
Sonuç olarak, turizm yapılarında ortaya çıkan
yerden bağımsızlık durumu, çeşitli politika ve yerel çözümlemelerin eksikliği, bağlamdan uzaklaşma veya tamamen farklı dönem, yere ait olmayan yapılar/elemanlar ile meydana gelmektedir.
Yerden bağımsızlaşma kavramı, fiziksel anlamda
kirliliğe sebep olurken, kültürel ve sosyal yapıda
yozlaşmayı tanımlamaktadır. Biz mimarlara düşen
görev, tüm bu şekildeki yapılara ilgi ve beklenti
duyulmasına rağmen, yeni tasarlanacak yapılarda; coğrafi konum, iklim, sosyal yapı-çevre, tarihsel birikim, yapım teknik ve yöntemler doğru şekilde değerlendirilerek yere özgü veriler doğrultusunda, bulunduğu coğrafyaya ait, yerin ürettiği
yapılar tasarlamaktır.
Kaynaklar
• Deleuze, G., 2005, Kapitalizm ve Şizofreni, Çev. O. Doğan,
Araf Yayınları, Ankara.
• Frampton, K., 1985, Modern Architecture: A Critical Theory,
Thames&Hudson, New York.
• Harvey, D., 1993, “From Space to Place and Back Again:
Reflections on The Condition of Post-Modernity” Mapping
The Futures, J.Bird and B. Curtis(eds.), p.3-30, Routledge,
London.
• Harvey, D., 2003, Postmodernliğin Durumu (3), İstanbul:
Metis Yayınevi.
• Özcan, B., 2001, Türk mimarisinde postmodern dönemde
tarihselci ve yöreselci bakış, İstanbul: İ.T.Ü.
• Özer, B., 1993, Yorumlar Kültür Sanat Mimarlık, YEM Yayını,
İstanbul.
33
DOSYA
KÜRESELLEŞME-YERELLEŞME
EKSENİNDE YERELLİK OLGUSU
VE KİMLİK
34
Arzu TAYLAN* - Kadriye (Deniz) TOPÇU**
erellik Tanımı için Kimliği Anlama
Gereği
“Yerel”in tanımlanması, yaşayan mekânın
sınırları ile ilişkili iken, “yerellik” (locality) dendiğinde sadece coğrafi alandan değil, orada yaşayan
insanlar yani toplumun yüklediği anlamdan söz
etmek gerekir. Yani, yerellik, belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan topluluk açısından değerlendirildiğinde, “yerel kimlik”le açıklanabilmektedir (Berner,
2005). Diğer yandan, kimliğin tanımı mekândan
ayrı düşünülemez ve kimliği tanımlamak için mekânı tanımlamak gereklidir. Kimliğin tanımlanmasında
kullanılan mekânsal kavramlar, ulusal, bölgesel ve
yerel ölçeklerde farklılaşmakta, başvurulan mekânsal öğeler soyuttan somuta doğru değişmektedir.
Kimlik, kasaba ve köyler gibi küçük ölçeklerde, sosyal etkileşim ve ortaklık üzerine kurulu ve bireysel
anlamlarla ilgili iken (Paasi, 2013), bir ulus devletin kimliği veya bölgesel kimlik, ortak semboller ve
temsile dayalıdır (Anderson, 1991). Ancak, kimlik
sosyo-ekonomik süreçlerin yaşandığı zamansal boyutla da ilgilidir ve sürekli değişebilmektedir (Zimmerbauer, 2011). Günümüzde, küreselleşme sonrası değişen, ekonomik ve politik bağlam, yalnızca
yerellik ve mekânsal kavramların konumu, tanımı
ve içeriğini değil (Eraydın, 2004), kimliğin anlamını
Y
Yrd. Doç.,
Selçuk Üniversitesi,
Mimarlık Fakültesi,
Şehir Bölge Planlama Bölümü
**
Yrd. Doç. Dr.,
Selçuk Üniversitesi,
Mimarlık Fakültesi,
Şehir Bölge Planlama Bölümü
*
da değişmiştir (Paasi, 2013; Zimmerbauer, 2011).
Bu nedenle, bu yazıda, küreselleşme sonrasında
değişen yerellik kavramları ve bunların kimliğe yansıtılma süreci ele alınmakta ve açıklanmaktır.
Küreselin Mekânları ve Değişen Kimlik Tanımı
Küreselleşme öncesinde, toplumsal sözleşmenin
ürünü olarak sanayileşme sonrası ortaya çıkan modern ulus-devleti döneminde, yerellik ve yerel kimlik
geri planda kalmıştır. 2. Dünya Savaşı ile kitlesel üretim ve tüketimin esas alındığı Fordist birikim rejimi ve
Keynesçi ekonomi de ulusal devlete merkezi rol verirken, kentler ve yerel yönetimler devletin uzantısında
merkez eksenli kitlesel üretim ve tüketim mekânları
olarak örgütlenmiş; ulusal kimlik ise “ait olma duygusu” ve “vatandaşlık” kavramları ile bütünselleştirici
olmuştur (Goodwin, 1989; Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002; Paasi, 2013). 1960’larda bölgeler
arası eşitsizliklerin giderilmesini amaçlayan bölgesel
politikalar ile bölge planlama yerele önem kazandırmıştır içeriğini değil (Eraydın, 2004). Bölge, yan
yana gelmiş yerel birimlerin mekânsal bütünlüğü
ile oluşan, ulus devletin denetiminde yarı kapalı bir
ekonomik sistem olarak sınırları çizilmiş bir birim iken,
bölgesel kimlik tanımı, ulus-devlet ve onun bölgeleri
üzerinden yapılmıştır (Paasi, 2013).
DOSYA
1980’li yıllarda, pek çok ülkede devletin müdahale alanını sınırlandıran neo-liberal politikalar önem
kazanırken (Demirel, 2006), teknolojik gelişmeler ve
artan sermaye hareketliliği, küresel işbölümünde,
üretim ve tüketim yeniden örgütlenmiştir (Harvey,
1985 akt. Gündoğdu, 2002). Bu yeni örgütlenme,
yeni “yerellik” kavramını ortaya çıkartırken, “yerel”
kendi olanakları, birikimi ve potansiyeli ile var olan
ve sürdürebilir bir içerik kazanmıştır. Yeni yerelliğin mekânsal oluşumunda, bir yanda, yeni sanayi
odakları ve bunların esnek üretim örgütlenmeleri,
İletişim ağları kurabilmeleri, güçlü sosyal sermayeleri ve uluslararası firmaları kendilerine çekebilmeleri
nedeniyle “yeni bölge”lere dikkat çekmiştir (Eraydın,
2005; Sunley, 2003, akt. TUSİAD, 2008).
Diğer yanda, esnek birikimin etkilerinin en çok
kentlerde ve kentleşme süreçlerinde yaşanması
(Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002), kentleri
sadece küreselleşmenin ekonomik, teknolojik,
politik ve sosyo-kültürel boyutlarının gerçekleştiği
mekânlar değil, aynı zamanda küreselleşmenin
bu boyutlarına yön veren, toplumların ekonomik
kalkınmalarını belirleyen aktörler haline gelmiştir
(Keyder, 1996:17). Yeni bölgeler ve kentler, küresel ekonomi ile kurdukları ilişkilerin niteliğine göre
farklılaşan kimlikler üzerinden anlam kazanmıştır.
Bu nedenle, 1980’li yıllardan itibaren kentlerin
tanımlanması dünya ölçeğinde olmuştur (Eraydın,
2001:368-371). Friedman (1986), dünya ölçeğinde ulusal yapıları aşan ve aralarında hiyerarşik bir
ilişki bulunan bu kentlere ‘dünya kenti’ adını vermiştir. Bu kentlerin, sadece uluslararası sermayenin
toplandığı, küresel finans piyasalarının, ulaşım ve
iletişim faaliyetlerinin yoğunlaştığı, iç ve dış göç
akımlarına uğrayan merkezler olmadığını, aynı zamanda, ekonomik ve siyasal gelişime de yön verdiklerini ileri sürmüştür. Sassen (1991) ise, “küresel
kent” kavramını kullanarak, ekonomik küreselleşme
ileri düzeyde hizmet sektörünün (üretim ve finans)
küresel ölçekte akışkan hale geldiğine, New York,
Londra, Tokyo, Meksika, Paris, Sidney ve Zürih gibi
belirli kentlerde yığıldığına, bu kentlerin de küresel
ekonomik gücün yönetim ve koordinasyonunda
öneminin arttığına dikkat çekmiştir.
Küreselleşmenin mekânı etkilemesi sadece ekonomik bağlamda olmamıştır. Dünya üzerinde yaşayan kişilerin davranış ve düşünce şekillerinde, yaşam biçimlerinde, giyim kuşamlarında ve beslenme
alışkanlıklarında ortaya çıkan kültürel benzeşme,
tüketimin simgesel anlamını güçlendirmiş, ‘yaşam
tarzı’na dayalı bir tüketim anlayışı yaratmıştır. Tükettiği mal ve ürünlerle kendi projesini ve kimliğini
yaratan bireyci kültür, toplum yaşamına ve kentsel
mekâna yansımıştır (Featherstone, 1996; Chaney,
1999). Tüketim amaç haline geldiğinden, arz-talep
dengesi içerisinde, kentsel mekân da üretim mekâ-
nı olmaktan çıkarak tüketim odaklı gelişmeye başlamıştır (Zukin, 1998; Bauman, 1999).
Yeni kentsel mekân, finans ve diğer hizmetler
sektörünü içeren gökdelenler, plazalar, yer altı
otoparkları ve alış veriş merkezleri ile tanımlanan
bir fiziksel mekân oluşturma sürecine girmiştir.
Ancak, toplumlar geleneklerinden uzaklaşmaya,
yereldeki özellikler ve kimlikler unutulmaya başlamıştır (Özcan, 2007).
Kalkınma ve Kentleşme Ekseninde
Yeni Yerellik ve Kimlik Politikalar
1990’larda, küresel sermaye uluslar-üstü hareket
serbestliği kazanarak, ulus-devletin egemenlik alanını daralttığından, küresel sermaye ile işbirliği yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir (Brenner 2000 akt.
Topal, 2003). Devlet, uluslararası tekeller ve küresel sermayenin bir aracına indirgenirken, esnek ve
etkin bir yönetim yapısı ile büyümenin doğrudan
temin edicisi değil bir ortağı olarak piyasanın genişlemesine olanak sağlayacaktır (Demirel, 2006). Ancak, gücü azalan ulus-devlet, küreselleşmenin ortaya çıkardığı avantajlardan yararlanmak ve sermaye
birikimini hızlandırmak üzere, ulus-üstü ve ulus-altı
yeni birimler ile mekânsal örgütlenmesini yeniden
ölçeklendirme (reterritorialisation) yoluna gitmektedir (Brenner 2000 akt. Topal, 2003). Bu nedenle,
ulus-devlet, bir yandan BM, OECD, NAFTA, NATO,
DTÖ, DÜNYA BANKASI, IMF gibi ulus-üstü kurumlar, örgütler ve uluslararası sermaye örgütlerinin
yetki alanı içinde hareket etmeye başlamıştır (Olgun, 2007). Ulus-üstü birimlerin “bölgecilik politikası” olan Avrupa Birliği (AB) ve NAFTA gibi ekonomik
biçimlenmeler ise (Paasi, 2009), ulus-devlet kimliğinin mekânsal önceliği devam etse de, “ulus-üstü”
veya “ulus-sonrası” vatandaşlık kavramlarını ortaya
çıkarmıştır (Zimmerbauer, 2011).
Diğer yandan, sermaye birikim süreçlerindeki
değişimin yereli ve yerel politikayı öne çıkarması
(Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002), devletin
egemenlik alanını ulus-altı kurumlarla paylaşmaya
iten yerelleşme (localization) kavramını ortaya çıkarmıştır. Ancak, yeni yerelleşme, 1950-60’lardaki
ulus-devlet döneminde tartışılan yerelleşme (desentralizaton veya âdemi-merkeziyetçilik) olgusundan farklıdır. Ulus-devletin yerelleşmesi, merkezi
idarelerden mahalli idarelere görev, yetki ve kaynak aktarımı ile mahalli idarelerin güçlendirilmesi
anlamına gelmektedir. Yeni yerellik veya yerelleşme
(yerelleştirme) kavramı, neoliberal politikalarla birlikte, ulus-devletin finansman desteğinin azaldığı bir
ortamda, yerel birimlerin, kendi başlarının çaresine
bakmak zorunda kalmaları ile ilişkilidir. Yeni yerellik,
1990’larda AB’de kullanılmaya başlanan, hizmette
halka yakınlık amacıyla, yetkilerin yerel yönetimlere, yarı-özerk kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine,
35
DOSYA
vakıflara, meslek örgütlerine ve özel şirketlere aktarılmasını öneren “yerindenllik” (subsidiarity) ilkesi ile
örtüşmektedir (Olgun, 2007).
Yeni yerellik, yarışan yerellikler yaratarak, yerel
yönetimlerin, serbest piyasa içerisinde rekabetçi
yollarla küresel sermayeyi çekmek için kaynaklarını pazarlayan ve kolaylaştırıcı hizmetler sunan birimlere dönüştürülmesini önermektedir (Kösecik,
2000 akt. Gündoğdu, 2002). Bu nedenle, 1970
öncesi dönemde kullanılan “kent işletmeciliği”
kavramı da yerini, “kent girişimciliği”ne bırakmıştır (Harvey, 1989). Küre-yerelleşme (glocalization)
olarak anılan bir başka kavram ise, küresel ve yerel
sermayenin “ulusal düşün yerel davran sloganıyla” işbirliğine, böylece yerel ve küresel arasında
dengeye ve çıkar ortaklığına işaret etmektedir
(Olgun, 2007). Yerelleşme politikaları, yerel düzeyde güçlenen birimlerin küresel dünyanın ezici
koşulları ile baş edebileceğini savunmaktadır. Bu
süreçte yer alamayan, yani markalaşamayan ve
küresel sermayeyi kendine çekemeyen yerler ise
önemsizleşerek, küresel ağın getirdiği refahtan
pay alamayacaktır (Ersoy ve Keskinok, 1997). Ancak, sermaye birikimi açısından bazı mekânların
ön plana çıkarken, diğerlerinin geri kalması, devletin sınırları içinde mekânsal dengesizlikler yaratacaktır (Brenner 2000 aktaran Topal, 2003).
Kalkınmanın yarışan yerelliklere dayalı bu politik
bağlamında, gelişmekte olan ülkeler için yeni yerelliğin mekânsal birimleri olarak “küresel kentler”
ve “esnek üretime dayalı kümelenme bölgeleri” örnek gösterilmektedir. Büyük kentlerin, mal ve hizmet akımında ve kümelenmede kendi bölgeleri ile
kurdukları ilişkilerle küresel sermayeyi çekmeleri ise,
“kent-bölgeler”in yeni yerellik mekânları arasına girmesine neden olmuştur. Bu nedenle, yazının devamında, önerilen yerellik politikaları doğrultusunda bölgeler ve kentlerin yeni rolleri irdelenecektir.
Yeni Bölgeselcilik Politikaları ve
Bölgesel Kimlik İnşası
Küreselleşme sonrasında yerelin anılması, özellikle
1990’lardan sonra, ülke mekânlarının yeniden ölçeklendiği “yeni bölge” kavramı ile birlikte olmuştur (Göktürk, 2006). Eski bölge tanımı, bölgeleri
tarihsel süreçte ortaya çıkmış, vatandaşlar için anlamlı varlıklar ve bu nedenle de bölgesel kimlik ve
duyguların önemli bir kaynağı olarak görmektedir.
Yeni bölge kavramı ise geleneksel bölge kavramından oldukça farklıdır. Bölgeler, yeni bölgeselleşme
(new regionalism) politikalarıyla küresel iktisadi yönetişimin ulusal yapıdan özerk, üretim ve yönetim
ölçeği olarak kurgulanmıştır (Karasu, 2009). Bu
yeni mekânsal örgütlenme, bir yandan, gücünü
kaybettiği söylenen ulus-devletin bölgesel yönetim
birimleri ve mekânsal yönetişim ekonomisi ile gücü36
nü tekrar kazanmasını sağlamaktadır (Paasi, 2009).
Diğer yandan, bölgeler arası rekabetin artmasını
ve bölgenin dinamiklerinin yeniden canlanmasını
sağlayarak, bölgeyi dünya ekonomisinin anahtar
bağlamı haline getirmektedir.
Bu bağlamda, AB de genelde tarihsel olarak anlamlı birimleri bir araya getiren ama temelde istatistikî
bölge (İBBS) (The Nomenclature of Territorial Units
for Statistics - NUTS) yöntemini kullanan yeni bölgeler oluşturmuştur (Paasi, 2009). Bölgesel Kalkınma
Ajansları (BKA’lar) ise bölgesel kalkınmanın kurumsal
ayağı olarak kurulmaktadır (Karasu, 2009). Küresel
sermaye de, 1980’li yıllarda yerelleşme politikaları
nedeniyle yerel yönetimleri ortak olarak seçerken
(Mengi, 2003), 1990’lardan sonra, yerel devlet ölçeğinde BKA’ları seçmektedir. Bu değişim, kalkınma
söyleminde “yeni yerelcilik”ten “yeni bölgeciliğe”
geçiş olarak nitelendirilmektedir (Deas, 2000 akt.
Karasu, 2009). Ülkemizde de, 5449 sayılı “Kalkınma
Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri
Hakkında Kanun” çerçevesinde İBBS-2 düzeyindeki
bölgelerde 26 adet BKA kurulmuştur.
Son yıllarda, yeni bölgeselcilik politikaları ekseninde ortaya çıkan “kent-bölge” kavramı ise, büyük
kentlerin bölgeleri ile birlikte daha fazla pazarlanabilme potansiyeli olduğunu savunmaktadır (Harrison
2007 akt. Karasu, 2009). Ana kentin çevresinde yer
alan göreli olarak daha küçük ve ekonomik açıdan
daha zayıf olan yerleşmeler, ana kentin yardımı ile
uzmanlaştık­ları alanlarda küresel pazarlara daha
kolay ulaşabilmektedir (Özışık, 2015). İlk olarak
İngiltere’de ortaya çıkan örnekleri incelendiğinde,
kent-bölgelerin “kent kalkınma şirketleri” ile kurumsallaştığı görülmektedir (Karasu, 2009). Ülkemizdeki
BKA’lar arasında, il düzeyinde olanlar, İzmir, İstanbul
ve Ankara’da bulunduğundan, bu illerin kent-bölge
olarak küresel ekonomiye eklemlenme potansiyeli
olduğu söylenebilir (Özışık, 2015).
Bu bağlamda hem yeni bölgelerin hem de
kent-bölgelerin kurumsallaşmasını sağlayabilecek
birimler olarak BKA’lar, bölgeyi pazarlamak, firmaları ve turistleri çekebilmek için stratejik bölge planları
ile bölge imajını bir sosyal inşa olarak yaratmakta,
böylece rekabetçi bir ortamda piyasa temelli temsiller ve pazarlama taktiklerini oluşturmaktadır (Zimmerbauer, 2011; Semian ve Chromy, 2014). Bu
şekilde, bölge amaçlanan girişimlerin bir ürünü
olmaktadır. Ancak, kuramsal olarak, bir yerin pazarlanması, gerçekte oranın ne olduğu (kimliği), dışarıdakilerin o yer hakkında ne düşündüğü (imajı) ve
o yerin dış dünyada nasıl tanınmak istediği (markası ya da ünü) arasındaki dengenin kurulması ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, seçilen marka, yerelin kimliği ile uyumlu olmak zorundadır (Hospers, 2006).
Diğer yandan, bölgelerin pazarlanmasında
BKA’lardan beklenen yeni ekonominin gerekle-
DOSYA
rini yerine getirmek olduğundan, küreselleşme
sonrasında ayakta kalabilen ve küresel ağlarla
ilişki kurabilen bölgelerin özelliklerine işaret edilmektedir. Teknolojik değişim, yenilik ve yaratıcılık
ile rekabet edebilmenin yolu, bölgelerin kendi
birikimlerinden gelen “gömülü bilgi”lerinin avantajlarını kullanmalarına, yerelde karşılıklı bağımlılık
ve firmalar arası bilgi aktarımını öne çıkartarak
AR&GE’ye önem vermelerine bağlıdır (Scott ve
Storper, 1987 akt. Eraydın, 2004). Yenilikçi bir sanayi odağı olabilmek de, öğrenmenin kurumsal
yanını güçlendirmeyi yani yerelde birbirini tanımlayan sektörler yanı sıra, üniversiteler, araştırma
enstitüleri ve teknoloji transfer ajansları gibi bilgi
altyapısını oluşturan birimlerle ilişki içinde olmayı
gerektirmektedir (Cooke, Uranga ve Etxebarria,
1997 akt. Eraydın, 2004). Bu yenilikçi ortamların
ise, birbirleri ile paylaşım içinde yani “öğrenen bölge” olmayı başarmaları gereğidir (Eraydın, 2004).
Ancak, yerelde yaşayanların unutulması yani
bölgesel kimliğe vurgu yapmak yerine, bölgenin
imajına dair mesajlar öne sürülmesi en yaygın
hatalardan birisi olmaktadır (Semian ve Chromy,
2014). Yaratılan imajlar, bölgenin satın alınabilir
özelliklerine işaret etse de, böyle bir tanımlama,
bölgenin kimliğinden değil, temsil biçimlerinden
yani imajı ve sembollerinden söz etmektedir.
Oysa bölgesel kimlik, bölgede yaşayanların kolektif bilincine de işaret etmektedir (Zimmerbauer, 2011). Bölgesel bilincin göz önüne alınması
bölgelerin kurumsallaşmasında önemli rol oynamaktadır (Semian ve Chromy, 2014). Bu yüzden,
bölgesel kimlik, AB ve diğer ulus-üstü yapılanmaya sahip bölgelerde ekonomik rekabeti ve kültürel
pazarlamayı amaçlayan yeni bölgeselcilik politikasının anahtar kelimesidir (Paasi, 2009).
Aslında, bölgesel kimlik, ilişkili ve birbirini tamamlayan iki bileşenden oluşmaktadır: Orada yaşayanların bölgesel kimliği (bilinç) ve bölgenin kimliği (imajı)
(Paasi, 2009). Bölgesel bilinç, orada yaşayanların,
bir topluluğa ait olma duygusu ve belirli bir bölge
ile diğer bölgeler arasındaki farkları algılaması (biz
ve onlar ilişkisi) ile belirlenmektedir. Diğer bir deyişle,
bölgesel bilinç, belirli bir alandaki topluluk ve iskân
edilen alandaki belirli bölgesel çevrenin kolektif benzeşmesine dayanır. Bölgenin kimliği ise, bölgenin
içerisinden ya da dışarıdan imajının oluşturulması ile
ilgilidir. Yani, bölgenin kendi yaşayanları ve kurumları kadar bölge dışındaki diğerleri tarafından nasıl
sunulduğu ve algılandığı önemlidir. Bu nedenle,
planlama ve bölgesel yönetişim için, bölgesel kimlik
genelde bölgesel kalkınma aktörlerinin ve bölgede
yaşayanların “sosyal sermayesi”ne bağlı olmaktadır
(Semian ve Chromy, 2014).
Ülkemizde BKA’ların bölge planlarında oluşturdukları vizyonların hem ulusal kalkınma planı hem
de bölgenin kendi iç dinamikleri ile uyumlu olması
beklenmektedir. IX. Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin
vizyonu “istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil
paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip,
bilgi toplumuna dönüşen, AB’ye üyelik için uyum
sürecini tamamlamış bir Türkiye” olarak belirlenmiş
ve Uzun Vadeli Strateji (2001-2023) çerçevesinde
hazırlanmıştır. Bu bağlamda, BKA’ların hazırladıkları Bölgesel Kalkınma Planlarında en çok kullanılan
vizyonun, “girişimcilik ruhunun önde olduğu, bilgi
odaklı, yenilikçi, rekabetçi, teknoloji ile bütünleşmiş,
yatırım çekmeyi başarmış ve istihdamı sağlayan bir
ekonomi yaratmak” olması şaşırtıcı değildir. Ancak,
yeni ekonominin gerektirdiği kavramlara (öğrenen
ekonomi, kentsel hizmet, yabancı sermaye, yatırım
ortamı, katılımcılık, kurumsal kapasite, bilgi iletişim
teknolojileri vb.) BKA’ların planlarında az rastlanması, belirlenen plan vizyonları ile çelişki oluşturmaktadır (Okcu, Acar ve Akman, 2012).
Bu uyumsuzluğun nedeni, BKA’lar yeni küresel ekonomiye uygun vizyon oluşturmak zorunda
olsalar da, ülkemizdeki bölgelerin, yeni bölgeselcilik politikasının amaçladığı özellikleri gerçekleştirecek iç dinamiklere ve yatırımlara henüz sahip olmamasıdır. Ülkemizde öne çıkan sektörler yüksek
teknoloji ve uzmanlık gerektirmeyen, temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik, hammaddenin kolayca temin edilebildiği ve küçük ölçekli yatırımlarla
gerçekleştirilebilen niteliktedir (Özer, 2007).
Diğer yandan, 1980’lerde bazı illerimiz (Denizli, Gaziantep, Konya, Çorum ve Edirne vb.),
sanayi yatırımlarını çekmeleriyle öne çıkmışlar ve
Anadolu Kaplanları olarak adlandırılmışlardır (Işık,
2000). Bu iller, yeni sanayi odakları olarak görülmelerine rağmen, küresel ekonominin gerektirdiği esnek üretim ve yenilikçilik gibi özelliklere sahip
değildirler. Daha çok, sanayileşmenin desantralizasyonu sonucunda ortaya çıkan Türkiye’ye özgü
modellerdir. Buna rağmen, benzer sanayi odaklarının yaratılması, bölgelerin küreselleşmeye katılmasına katkı sağlayabilir (Mutluer, 2003).
Aslında, her bölgenin kalkınma stratejilerini
kendi iç dinamiklerine göre oluşturması, ülkemize
özgü modeller geliştirilebilir (Özer, 2007). Ülkemizde gelişme odaklarının yol-bağımlı bir süreç olan
öğrenmeyi gerçekleştirmesi, bölgelerin kendi iç dinamiklerinde gömülü bilgi ve becerinin, araştırma
ve geliştirme geleneğinin kurumsallaşmasına bağlıdır (Eraydın, 2004). Bölgelerin, ulusal ve uluslararası piyasada rekabet güçlerini oluşturması ve koruyabilmesi için, ürün farklılaşmasına dayanan bir
üretim örgütlenmesi ve tekniğine başvurarak özgünleşmeleri gerekmektedir. Bu nedenle de, yerel
farklılıkları ve yerel gömülü bilgiyi ortaya çıkartmaları ve geliştirmeleri yanı sıra bunları dünyaya pazarlayacak tasarım ve ürün çeşitlenmelerini sunmaları
37
DOSYA
önemlidir (Karaçay-Çakmak ve Erden, 2005). Ayrıca, ülkemizde yaygın hale gelen organize sanayi
bölgelerinin altyapı ve ucuz arsa sunumunun ötesinde, teknoloji üretim merkezleri ile desteklenerek
dünya pazarlarına uygun üretim yapılması teşvik
edilebilir (Mutluer, 2003).
Diğer yandan, 5449 sayılı Kanun’a göre hem
bölgelerin rekabet gücünü arttırmak hem de bölge
içi ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesini sağlamak, birbiriyle çelişen iki hedeftir. Yatırımların bölgeye çekilmesinde bir ülkenin her bölgesinin aynı
oranda başarıyı sağlaması mümkün olmadığı gibi,
geri kalmış bölgelerin mevcut farklarının kapatılabilmesi adına daha fazla yatırımı bölgesine çekmesi gerekmektedir. Fakat bölgelerarası rekabetin olduğu
bir ortamda, hiçbir bölgenin kendisine yapılabilecek
bir yatırımı başka bir bölgeye -bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi amacıyla- aktarılmasına izin vermesi beklenmemelidir. Bu nedenle, bölgelerarası
dengesizliklerin giderilmesi, Kalkınma Bakanlığı’nın
genel koordinasyonunda, BKA’ların katkı vermesi ile
mümkün olabilecektir (Özer, 2007).
Yeni Yerellik Tanımında Kentler ve
Kentsel Kimlik
Yeni yerellik politikasında, kentler ve kent kimlikleri, sadece bölgelerin ve kent-bölgelerin başlıca
mekânsal öğeleri olarak dengeli ve bütüncül bir
bölgesel imaj ve kimliğin ortaya konması için önem
kazanmamaktadır. Kentler, aynı zamanda küreselleşmenin etkilerinin ortaya çıktığı mekânlar oldukları
ve küresel sermayeye eklemlenebilen yerel birimler
olarak bölgelerin ve devletin sınırlarını aşabildikleri
için kalkınmada büyük bir güce sahiptir.
Küreselleşme sürecinde, yukarıda değinilen
siyasal, ekonomik, teknolojik ve yönetsel birçok
alanda yaşanan dönüşümler daha somut bir
biçimde kentlerde ve kenti oluşturan toplumsal
yaşamda tümü ile gözlenebilmektedir. Toplumsal
yaşamı doğrudan etkileyen bir kavram olan küreselleşme, kentlere ekonomik, siyasal ve kültürel
olarak yeni roller yüklemiştir. Kentler 21. yüzyılda
bu değişimlerin merkez üssü konumuna gelirken
kent mekânı sürekli değişim ve dönüşüm geçirmektedir (Sarıoğlu, 2005 akt. Kaypak, 2013).
Bu değişim ve dönüşüm sürecinde gelişmeleri
doğru okuyabilen ve etkin politikalar belirleyebilen
kentler ön plana çıkarak adını duyurmakta, cazibe
noktası olmakta ve büyümektedir. Diğer kentler ise
kaçınılmaz bir çöküş içerisine girebilmekte, önemsizleşebilmekte, küresel ilişkiler ağının dışında kalmakta
ve bu ağın ortaya çıkardığı refahtan pay alamamaktadırlar. Bu noktada ‘yarışan yerellikler’, ‘yarışan kentler’, kentler arasında ‘rekabet’ kavramları ön plana
çıkmakta (Eraydın, 2001 akt. Kaypak, 2013; Castells,
1989), kentler yaşanan bu süreçten dışlanmamak,
38
küresel sermayeyi kendine çekebilmek için gerekli
altyapıyı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Kentler, farklı
bir takım özelliklere sahip olması, farklılığı başarabilmesi ile rekabet güçlerini arttırarak küresel arenada
yerini almakta, sermayeyi kendine çekmekte ve bir
anlamda pazarlanmış olmaktadır (Dündar, 2002).
Kent mekanı üzerinde yüzen-gezen kapitalin çökelmek için uygun yer araması ve ‘kentsel girişimciliğin’
önem kazanması nedeniyle kentler arasındaki rekabet kadar, kent içi mekanlar arasında da bir rekabetin varlığından bahsedilebilir (Harvey, 1989; Albrechts, 1991; Bilsel ve ark., 1999, Topçu 2011).
Bu bağlamda, genellikle kentler için ‘marka kent’
veya ‘kentlerin markalaşması’ stratejisi, kentlerin dünya kentleri ile yarışır hale gelmelerini sağlamaktır. Bu
strateji, aynı zamanda bölgesel kalkınmada büyük
role sahip kentler için farklılaşma gerçeğini de desteklemektedir. Yerelin markalaşması, kendi kimliğini
küresel sermayeye cazip olacak şekilde pazarlaması
ile mümkün olduğundan, son zamanlarda ülkesel,
bölgesel ya da kentsel yönetimler, kent kimliğinin
kendine has bir şekilde oluşturulması, bu kimliğin
belirlenen pazarlara sunularak buralarda tutunmasının sağlanması ve kaynak çekme konularında çaba
göstermektedir. Böylelikle yereldeki ekonomik, sosyal, kültürel sorunların çözüleceği beklenmektedir.
Her nerede olursa olsun, birçok kent bu rekabette
ayakta kalabilmek için yeni yetenekler ve kendine
has yeni bir imaj geliştirmek istemektedir (Rainisto,
2003, Ersöz, 2009, akt. Cevher, 2012).
Dunn’a göre kent pazarlaması, kent kimliğinin
tazelenmesi ve/veya kimliğin yeni bir şekilde oluşturulmasına dayanmaktadır (Avraham, 2004). Bu
noktada, kentlerin kendini ön plana çıkarmasında,
uluslararası sermayeyi çekmesinde, diğer kentlerle
yarışabilirliğini arttırmasında veya kente ek çekiciliklerin
kazandırılmasında en önemli mekânsal pratik, büyük
kentsel projeler yolu ile oluşturulan ya da oluşturulmaya çalışılan kent imajları ve kimlikleridir (Dündar,
2002). Bu tür büyük kentsel projeler, kentsel mekânda özellikle kamuya ait alanların özelleştirilerek ya da
özel alanların işlev değişiklikleri yoluyla hazırlanmaktadır (Eren, 2007). Kentsel projeler; işlevini kaybeden
eski sanayi ve liman alanlarının geri kazanılması, yeni
ve teknolojik altyapı gerektiren, uluslararası sermayenin ihtiyaç duyduğu teknoparklar, eğlence parkları,
alışveriş merkezleri, yeni konut alanlarının oluşturulması ya da eski kent içi konut alanlarına prestij kazandırılarak yeni bir değer (!) oluşturulması gibi pek çok
alan ve ölçekte gündeme gelebilmektedir (Özaydın
ve Firidin Özgür, 2009). Bu noktada ‘yer’in coğrafi
ve toplumsal özelliklerinin değil, ‘yer’i yeniden değerleyen benzer yatırım tipolojilerinin öncelik kazandığı
görülmektedir (Dündar, 2002; Topçu, 2011).
Kent markalaşması konusu günümüzde genellikle, -ekonomik fayda ve sosyal değişimlere ağırlık
DOSYA
veren-, büyük kentsel projeler aracılığıyla oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ekonomik fayda ve sosyal değişime ağırlık verilme nedeni ise; kent markalaşma
çalışmalarının; kentte bir dizi yenilik yapmayı, yeniliğe bağlı olarak sosyal, ekonomik, kültürel hayatta
değişim gerçekleşmesini ve değişim sonucunda
da kentin ekonomik ve refah düzeyinin artırılmasını
sağlamasıdır (Şahin, 2010). Bu çerçevede, küresel
dünyaya eklemlenmeye çalışan, rekabet halindeki
kentlerde görülen bu tip benzer yatırımlar, tüm
dünyada bir tektipleşme sorunsalını da beraberinde getirmektedir. Böyle bir tektipleşme durumu küresel kültürün bir sonucu mudur yoksa başlangıcı
mıdır, konusu da tartışmaya açıktır.
Ancak, burada tartışılması gereken bir başka
konu; kentin ekonomik ve refah seviyesini yükselten, tüm dünya kentlerinin ayakta kalma aracı olarak görülen ‘kent markalaşması’nın bütün kentlerin gerçekleştirebileceği bir süreç olup olmadığıdır. Yani; her kent markalaşmalı mıdır? Hiçbir potansiyeli yokken bir kent sonradan oluşturulan bir
imaj projesi ile kimlikli, kişilikli, marka değeri yüksek
bir kent olabilir mi?
Kentin markalaşabilmesine ilişkin soruların yanıtları, ancak kentin marka olabilmesini etkileyen
özelliklerin, kent tarafından karşılanabilme düzeyi,
yani kimliği ile verilebilir (Şahin, 2010).
‘Kent markası’, bir kenti, sahip olduğu kültürel,
tarihsel, doğal ve toplumsal özellikleriyle bütünleştirerek ve diğer kentlerden ayırt etmek amacıyla kendine özgü bir işaretle destekleyerek yaşama geçirdiği bir gelişim-tanınma-imaj projesidir. Kent marka
imajı; kitlelerin kent ismini duyduklarında ne düşündüklerinin toplamını ifade eder (Kozak, 2009, akt.
Kaypak, 2013). Peki, neden bazı kentler diğerlerine
göre daha çok yaşanılası veya görülesi hissedilir? Bu
sorunun yanıtı ise kentin kimliğinde düğümlenmektedir. Kentlerin marka haline getirilmesinde kentte
var olan kimlik değerleri önemli birer marka oluşturma altyapısı olarak düşünülmelidir.
Zengin kültür mirası, tarihi geçmişi ve özgünlüğü
ile farkını göstermeye dayanan bir markalaşmanın,
kentin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısına katkısı
yadsınamaz bir gerçektir. Tarihi geçmişi olan kentler,
bunu kentin tanıtımında veya kent markası oluşturulmasında çok sık bir şekilde kullanmakta ve bünyelerinde büyük bir potansiyeli barındırmaktadırlar.
Diğer yandan, kentin markalaşması ve kalkınması konusu genellikle turizm sektörü ile desteklenen bir sürece de işaret etmekte, kentin tamamının bir turistik ürün olarak ele alınması kentin
dışarıya tanıtılması anlamına gelmektedir (Banger,
2006 akt. Kaypak, 2013). Bu noktada, uluslararası
medyanın artan gücü, uluslararası seyahat maliyetinin düşmesi, tüketicilerin harcama gücünün
artması, sunulan hizmetler açısından şehirlerarası
benzerliklerin artması, insanların farklı kültürlere
olan ilgisinin artması gibi birtakım özellikler oldukça etkilidir (Özdemir ve Karaca, 2009).
Ancak, kentlerin farklı yerel kimlik özelliklerini
kullanarak markalaşma stratejisi üretmesi, küreselleşme sürecinin getirdiği teknolojik, ekonomik
bağlam ile tüketim kültürü ve onun yeni kentselküresel mekân talepleri karşısında oldukça da zor
görünmektedir. Bir başka deyişle, 20. yüzyılın getirdiği sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin
hem toplum yaşamında hem de kent mekânlarında bir dizi yeni değişim ve dönüşüme neden
olduğu açıkça görülürken (Bilsel, 2002), bu etkiler
altında, yerel özelliklere bağlı bir kimlik oluşturarak
markalaşma süreci özellikle gelişmekte olan ülkelerin kentleri açısından oldukça güçtür. Toplumların ekonomik, sosyal, kültürel yaşamlarını gelişmiş
ülkelerin ekonomik amaçları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışan küreselleşme olgusu (Ulu
ve Karakoç, 2004), gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde yereli koruyarak, kimlikli, kişilikli bir yapıda
gelişimine çoğu örnekte imkân vermemektedir.
Günümüzde gelişmekte olan ülke kentlerinin
en büyük sorunlarından biri olan nüfus artışı ile birlikte yaşanan hızlı kentleşme mevcut kent dokusunun çözülmesine neden olmakta, daha sağlıklı yaşam mekanları oluşturmak amacıyla yapılan yıkım,
kentsel yenileme ve dönüşümler (Krier, 1990) kentsel mekânı değiştirerek, kentlerin kimliklerini genellikle olumsuz yönde etkilemektedir (Topçu, 2011).
Özellikle kentin markalaşmasına yönelik ekonomik
faydayı en üst seviyede sağlamayı amaçlayan
büyük kentsel projeler bu tür kentlerde genellikle
kenti bütüncül ele almadığı için eğreti imajlar ve
kimlikler inşa etmektedir.
Kentsel mekânın bu değişim ve dönüşümü
karşılıklı etkileşim içerisinde bulunduğu toplum
yapısından ayrı düşünülmemelidir. Toplumsal ilişkilerin biçimlendiği ‘yer’ler olarak tanımlayabileceğimiz “mekân” artık günümüzde taleplerin değişimi sonucunda da farklı kimliklere bürünmüştür
(Bilsel ve ark., 1999).
Özellikle Amerika ve İngiltere olmak üzere batı
dünyasının yaşamış olduğu süreçler sonucunda
gelen değerler, moda ve tüketim ürünleri son dönemlerde artan bir eğilimle kentsel mekânda da
kendini konut alanlarına yönelik olarak, kenti dışa
kapalı kompartımanlara ayıran, kamusal alanın
giderek azalmasına neden olan güvenlikli siteler
üzerinden göstermektedir. Konut alanları gibi çalışma ve alışveriş dünyası da bu süreçlerden etkilenmiş, her geçen gün bir başkası açılan alışveriş
merkezleri, plazalar kentsel gelişmeyi yönlendirici,
kent fiziki mekânına damgasını vuran, birçok örnekte kent için imaj, kimlik elemanları olarak düşünülen birimler haline gelmiştir. Markalaşma strate39
DOSYA
jisi altında bu tür büyük kentsel projeler aracılığıyla üretilen yeni kentsel mekânlar, var olan kentsel
kimlik değerlerini ne derecede yansıtmakta, kent
kimliği tanımına ne kadar uymaktadır.
Dolayısıyla kentsel mekân da toplumsal yaşamımız gibi tüketilmeye endeksli, tüketim kültürüne
hizmet eden bir anlayışla planlanmakta ve tasarlanmaktadır. Bu çerçevede, kent üzerinde yüzer-gezer kapital olarak adlandırılan kentsel girişimciliğin
çökeldiği mekânların tanım anlam katılmış kişilikli,
kaliteli mekânlar (yer-place) olarak tanımlanmasının
da oldukça zorlaştığı söylenebilir (Harvey, 1996;
Albrechts, 1991).
Böyle bir yapılanmanın geleneksel Türk kentlerinin sosyal yapısındaki en önemli etkisi, yavaş yavaş
‘mahalle’ anlayışının da yok olmaya başlamasıdır.
Bununla bağlantılı olarak ‘sokak’ sosyal bir arena olmaktan çıkmış, birer geçiş mekânı haline gelmiştir.
Yürünebilir, sağlıklı, kimlikli, kişilikli kentsel çevrelerden gitgide uzaklaşılmaktadır. Bunun sonucunda
çocuklar, gençler, yaşlılar gibi toplumun her kesimine hitap eden bu mekânların çoğunluğu tanımsız, kimliksiz, kişiliksiz bir hal almaya başlamış ve
hedef kitleyi eve hapsetmiştir.
Buna çözüm arayışları içerisinde, talepler doğrultusunda yükselişe geçen güvenlikli siteler belki doğru bir anlayış olarak karşımıza çıkabilir. Kendi içinde
bütünlük içeren, sosyalleşme ortamları sunan bu
tip yerleşmeler, diğer yandan kamusal alanların yavaş yavaş azalmasına neden olmakta, mekânsal ve
toplumsal ayrışmayı tetiklemektedir. Bu tip korunaklı
yerleşmelerdeki temel sebep güvenliğin sağlanması
yanı sıra yine tüketimle ilgili bir prestij kazanma isteğinden de kaynaklanmaktadır. Kent mekânı üzerinden düşünüldüğünde ise bu tür bir tüketimin kentin
keskin bir şekilde birtakım benzer kompartımanlara
ayrılmasına neden olduğu ve kent kimliğini olumsuz
yönde etkilediği söylenebilir.
Fakat bu süreçte plancıların, tasarımcıların esas
üzerinde düşünmesi gereken nokta; bu tür gelişmelere gösterilen ilgi kadar geleneksel değerlere
de ilgi gösterilmesidir. Örneğin; AVM’lere yönelen
talep karşısında eski önem ve işlevini yitirerek, genelde bakımsız, ihmal edilmiş bölgeler haline gelmeye başlayan veya birçok örnekte turistik bir pazarlama ürünü olarak düşünülen geleneksel kent
merkezleri (Şahin, 2011), ‘yer’in anısının sürdürülmesinde, mekânsal doyumun sağlanmasında Türk
kentlerinin esas kimliğini oluşturan önemli çekirdeklerdir (Irklı ve ark, 1996).
Nitekim gelişmiş ülkelerin tarihsel geçmişe ve
kültüre önem veren kentlerine bakıldığında çok
sayıda uygulanmış başarılı ve markalaşmış örnekler
görülmektedir. Özellikle Avrupa kentleri bu konuda
oldukça iyi korunmuş, kentte kazandırılmış ve kentle bütünleşmiş geleneksel merkezlere sahiptir. Bu
kentler aynı zamanda dünyanın yaşam kalitesi ve
40
marka değeri yüksek kentler sıralamasında da üst
sıralarda yer almaktadırlar (Topçu, 2011).
Küreselleşme ile rekabetin ulusal düzeyden
kentler düzeyine inmesi ve ülkeler yerine kentlerarası rekabetin ön plana çıkmaya başlaması, aynı
zamanda yerel dinamikleri canlandırıcı, yerel yönetimlerin işlevlerini artırıcı bir etki de yapmaktadır (Kaypak, 2013). Ancak, bu noktada bazı kent
yönetimlerinin mekânı estetikleştirme ve kamusal
mekânın görsel tüketimine yönelik stratejilere
ağırlık verdiği görülmektedir. Zukin (1998) bunu
‘miras endüstrisi’ne yönelmek olarak nitelemekte
ve bunun bir kimlik sorunsalı oluşturduğunu ileri
sürmektedir. Bunun yanı sıra her türlü imaj aracılığıyla görsel tüketimi arttıran yeni kentsel projelerin inşasına devam edilmesi de kentlerde kimlik
sorununu arttıracaktır (Zukin, 1998).
Sonuç
Bu makalede, küreselleşme sonrası ortaya çıkan yeni
yerellik kavramları, kalkınma politikası ve kimlik ile birlikte ele alınmıştır. Küreselleşme ile ulus devletin gücünü
kaybetmesi, küresel sermaye ile eklemlenmeyi başarabilen yeni bölgelerin ve küresel kentlerin önemini
arttırmıştır. Bu nedenle, ulus-devlet, AB gibi ulus-üstü
yapılanmalar yanı sıra ulus-altı mekânlar oluşturarak
kendi egemenliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, küresel sermayeyi çekmek
için rekabetçi ortamda yarışan yerelliklerin mekânsal
tanımı ve inşa edilen kimlikleri de değişmektedir. Yeni
yerelleşme politikaları, (yeni) bölgeleri, kent-bölgeleri
ve kentleri küresel sermayenin cezbedileceği kimlikler
inşa etmeyi önermektedir.
Ülkemiz de, bu doğrultuda AB’ye uyum sürecinin
de etkisiyle, yeni bölgeler ve bölgesel kalkınma ajansları oluşturmuştur. Ancak, esnek üretim ve bilgi teknolojileri vizyonu oluşturmayı hedefleyen BKA’ların,
aslında bölgelerin gerçek kimliğini dikkate almadığı
görülmektedir. Bu nedenle, BKA’ların bölgesel kimlik,
bölgenin markası ve imajı arasındaki uyumu sağlayan
planlar üretmesi, vizyonlarını orada yaşayanların bilinci ile uyumlu hale getirmesi gerekmektedir. Bu uyumun sağlanması, öncelikle yerelde gömülü bilginin
araştırılmasına ve markalaştırılmasına yönelik yatırımlarla ve sosyal sermayenin güçlendirilmesi ile mümkün görünmektedir. Aslında, Anadolu Kaplanları gibi
yeni sanayi odaklarının ülkemizin kendine has özellikleri ile farklı kalkınma modellerini üretme potansiyeli olduğunu da göstermektedir. Ayrıca, yeni bölgeselcilik
politikası her ne kadar, bölgeleri birbiriyle rekabet eder
hale sokmuş olsa da, halen ulus-devletin bölgeleri
bütünleştirici özelliği ve bölgeler arası dengesizlikleri
giderme amacı göz ardı edilmemeli, ülke ölçeğinde
bölgelerin rollerinin planlanması ve koordinasyonu
gerekli görülmektedir.
Diğer yandan, kentler yeni yerelleşme politikasında çevreleriyle birlikte tanımlanarak, kent-bölge
DOSYA
kavramsallaştırmasıyla küresel sermayenin çekilme
potansiyeli yüksek mekanları olarak, bölgenin önüne geçmektedir. Ancak, kentlerin mekânın yerel
farklılıkları öne çıkararak markalaşması beklenmesine rağmen, kentsel mekan, küreselleşmenin neden olduğu tüketim kültürü ile tektipleşmekte ve
yerel kimliğini kaybetme tehlikesi altındadır. Bu çelişkinin temelinde, bireylerin taleplerinin değişimine
paralel olarak toplumsal yaşamın da değişmesi ve
farklılaşması ile kentsel mekâna olan yansıması bulunmaktadır. Bu noktada tüketim kültürü olgusu
temel bir katalizör görevi üstlenmekte, kentlerimizdeki kimlik sorunsalı ‘tüketmek’le ilgili olmaktadır.
Oysa kentlerin rekabet etmesi kendi yerel farklılıklarını ortaya çıkarmalarına bağlıdır. Bu nedenle, kentlere yapılan müdahaleler mevcut kentin
dokusunu, bütünlüğünü ve kimliğini göz önüne
aldığı takdirde küresel sermayeyi kendine çekme
ve ekonomik gelişme potansiyeli artarken, küreselleşmenin olumsuz etkilerini de azaltabilecektir.
Kaynaklar
• Albrechts, L. (1991). Changing roles & position of planners,
Urban Studies, 28 (1).
• Anderson, B. (1991). Imagined Communities: Reflections
on the Origin and Spread of Nationalism. Revised Edition ed.
London and New York: Verso.
• Avraham, E. (2004). Media Strategies for Improving an Unfavorable City Image, Cities, 21 (6), 471- 479.
• Berner, E. (2005). “Metropol İkilemi: Küresel Toplum, Yerellikler ve Manila’da Kent Arazisi İçin Yürütülen Mücadele”, (Mekan, Kültür, İktidar, Ed. Ayşe Öncü, Petra Weyland), İletişim
Yayınları, İstanbul.
• Bilsel, F.C., Bilsel, S.G., Bilsel, A.A. (1999). Kuramsal yaklaşımlardan kentsel mekan tasarımına, 1. Ulusal Kentsel Tasarım Kongresi
“Kentsel Tasarım Bir Tasarımlar Bütünü”, M.S.Ü., İstanbul.
• Bilsel G. (2002). Kent Kültürü-Kültürel Süreklilik-Kimlik Sorunsalı ve Yaşanılası Kentsel Mekan Kavramı Üzerine, Kentleşme ve
Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirileri, Adana Kent Konseyi
Yerel Gündem 21, no:5, Adana.
• Castells, M. (1989). “The Information City”, Basil Blackwell,
Oxford.
• Cevher, E. (2012). Kentsel Markalaşma Süreci: Antalya Örneği, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 4 (1), 105-115.
• Demirel, D. (2006). Küresel Eksende Devletin Yeni Kimliği:
“Etkin Devlet”. Sayıştay Dergisi, 60 (Ocak-Mart), 105-128.
• Dündar, Ş. (2002). Mekân organizasyon bilimlerinin yeniden yapılanmasında bir araç olarak kentsel tasarım, Basılmamış Doktora Tezi, DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
• Eraydın, A. (2004). Bölgesel kalkınma kavram, kuram ve politikalarında yaşanan değişimler. Paper presented at the Kentsel Ekonomi Araştırmaları Sempozyumu 2003 (KEAS 2003)
Bildiriler.
• Eren, Ş.G. (2007). Impacts of privatization on urban planning: the Turkish case (Ankara), Basılmamış Doktora Tezi,
ODTÜ Fen Bilimleri Ens., Ankara.
• Ersoy, M. ve Keskinok, Ç. (1997). “Küreselleşme ve Yerelleşme”, Ada Kentliyim Dergisi, Yıl. 3, S.9, Şubat-Mayıs 1997/1.
• Featherstone, M. (2005). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev. Mehmet Küçük, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
• Friedman, J. (1986). “The World Hyphothesis”, Development and Change, Vol:17(1): 69-84.
• Goodwin, M. (1989). “The Politics of Locality”, Cochrane,
A. ve Anderson, J., Restructring Britain in Transition içinde,
London:Sage Publication, 142-171.
• Göktürk, A. (2006). “Bölgesel Dengesizliğe Küreselleşme-Yerelleşme Penceresinden Bir Bakış”, Bölgesel Kalkınma, Politikalar ve Yeni
Dinamikler (Ed. Aylan Arı), Derin Yayınları, İstanbul, 2006, s. 28.
• Gündoğdu, İ. (2002). Yerel, Yerel Ölçek ve Siyasi Mücadele.
Praksis, 7, 165-192.
• Harvey, D. (1995). “Flexible Accumulation through Urbanizaiton Reflections on ‘Post-Fordism’ in the American City”, Ash.
Amin (der), Post-Fordism A Reader, Oxford: Blackwell, 361-386.
• Harvey, D. (1989). The condition of postmodernity,
Blackwell, Oxford, UK.
• Harvey, D. (1989) “From Managerialism to Entrepreneurialism: the Transformation in Urban governance in Late Capitalism” Geografiska Anneler, 71, 3-17.
• Harvey, D. (1996). Justice, nature and the geography of
difference, Blackwell pub., Oxford, p.406-407.
• Hospers, G.-J. (2006). Borders, bridges and branding:
The transformation of the Øresund region into an imagined
space. European Planning Studies, 14(8), 1015-1033. doi:
10.1080/09654310600852340
• Irklı, D., Aksulu, I., Bilsel, S.G. (1996). Geleneksel çarşı ve eski
ticaret merkezlerinin yenilenmesinde kentsel tasarım ilkeleri, 4.
Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu, İstanbul.
• Işık, Ş. (2000). Türkiye’de Sanayi Faaliyetlerinin Dağılışında
Meydan Gelen Değişmeler (1982-1996). Ege Coğrafya Dergisi, 11, 111-130.
• Karaçay-Çakmak, H., & Erden, L. (2005). Yeni Sanayi Odakları Ve Sanayinin Yeni Mekan Arayışları: Denizli ve Gaziantep
Örneği. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 6(1), 111-129.
• Karasu, K. (2009). Yerelleşme Süreci ve Bölgesel Kalkınma
Ajansları. Memleket Siyaset Yönetim, 4(11), 1-49.
• Kaypak, Ş. (2013). “Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Markalaşması ve “Marka Kentler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 14 (1), 335-355.
• Krier, R. (1990). “Typological Elements of the Concept of Urban Space”, Obnibus Volume, Academy Editions, Great Britain.
• Mengi, A. & Algan, N. (2003) Küreselleşme ve Yerelleşme
Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Siyasal Yayınevi, Ankara.
• Mutluer, M. (2003). Türkiye’de Yeni Gelişen Sanayi Odakları:
Denizli-Gaziantep-Çorum. Ege Coğrafya Dergisi, 12, 13-27.
• Okcu, M., Acar, O. K., & Akman, E. (2012). Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Planları Vizyon, Stratejik Amaç ve Hedefleri
Üzerine Analitik Bir İnceleme. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 27, 231-246.
• Olgun, H. (2007). Türkiye’de Büyükşehir Belediyelerine Küre-Yerelleşme (Glocalization) ve Yerellik (Subsidiarity) Kavramları Çerçevesinde Bir Bakış. Sosyoekonomi, 1, 109-118.
• Özaydın, G., Firidin Özgür, E. (2009). Büyük kentsel projeler
olarak alışveriş merkezlerinin İstanbul örneğinde değerlendirilmesi, Mimarlık Dergisi, sayı.347, Mimarlar Odası yay.
• Özdemir, Ş., Karaca, Y. (2009) “Kent Markası ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar Kenti İmajı Üzerine Bir Araştırma”,
Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi (C.X I,S II, 2009)
• Özer, Y. E. (2007). Küresel Rekabet - Bölgesel Kalkınma
Ajansları ve Türkiye. Review of Social, Economic & Business
Studies, 9(10), 389-408.
• Özışık, U. (2015). Kent-Bölge Kavramı Işığında Türkiye’de Büyükşehir Belediye Sisteminde Değişim ve Kalkınma Ajansları: Yerel Ölçekte Mekânın ve Yönetişimin Yeniden Tanımlanması. Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), 10(1), 312-342.
• Paasi, A. (2009). The Resurgence of the ‘Region’ and ‘Regional Identity’: Theoretical Perspectives and Empirical Observations on Regional Dynamics in Europe. Review of International
Studies, 35, 121-146.
• Paasi, A. (2013). Regional Planning and the Mobilization of ‘Regional Identity’: From Bounded Spaces to Relational Complexity. Regional Studies, 47(8), 1206-1219. doi:
10.1080/00343404.2012.661410
Sassen, S. (1991). The Global City: New York, London, Tokyo.
Princeton: Princeton University Press.
• Semian, M. & Chrom , P. (2014). Regional identity as a
driver or a barrier in the process of regional development:
A comparison of selected European experience. Norsk Geografisk Tidsskrift - Norwegian Journal of Geography, 68(5),
263-270. doi: 10.1080/00291951.2014.961540
• Şahin, G. (2010). “Turizmde Marka Kent Olmanın Önemi:
İstanbul Örneği”, Ankara Ünv. Sosyal Bilimler Ens., Ankara.
• Şahin, S.Z. (2011). Alışveriş merkezlerinin evrimi ve geleceği:
kent merkezleri ile birlikte sürdürülebilir bir gelecek mümkün
mü?, Dosya 22, Avm’ler, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi yayını, Ankara.
• Topal, A. K. (2003). Global Kapitalizmde Sermaye Birikimi
İçin Yeni Mekansal Ölçekler: Dünya Kentleri/Global Kentler.
Çağdaş Yerel Yönetimler, 12(2), 41-61.
• Topçu K. (2011). “Alışveriş Alanlarının Mekânsal Kalite Açısından Değerlendirilmesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Selçuk Ünv.,
Fen Bilimleri Ens., Basılmamış Doktora tezi, Konya.
• Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TUSİAD), 2008.
Turkiye’de Bolgesel Farklar ve Politikalar, Yayın No. TUSİAD- T/
2008- 09/ 471, Eylul.
41
DOSYA
YERELLİĞİN
İMKANSIZLIĞINDA YERELLİK:
AYNILIK CEHENNEMİNDEN KAÇIŞ
42
Serhat TOKER
u yazı küçük sayılabilecek hayali bir Anadolu kentine yapılan hayali bir AVM yi
sorunsallaştırmaktadır. Sorunsallaştırma
aynılık kavramı çevresinde dönmektedir. Günümüz küresel belki de post-küresel dünyasında tüm
kültürel, toplumsal ve tarihsel biçimler sanki aynı
kaba konmuş farklı ısılardaki sıvıların ortak bir sıcaklığa erişmesi gibi zamanla ortak bir aynılığın içine
sürüklenmektedirler. Bu sürükleniş bugün tüm
kültürel biçimlerde, toplumsal pratiklerde ve tarihsel anlatılarda yoğun bir şekilde hissedilmektedir.
Farklı bakmanın yerini sürekli olumlanan bir aynı
düşünme durumu almaktadır.Benim “aynılık dini”
olarak adlandırdığım bu durum her ötekiliği aynılaştırmakta ve aynılaşmak istemeyene yaşam alanı
bırakmamaktadır. Bu çalışmada AVM’ler (Alışveriş
Merkezleri) söz konusu post-küresel aynılık dininin
bir mabedi gibi ele alınacak, bu şekilde toplumsal
ve kültürel sonuçları tartışılmaya çalışılacaktır.
Herşeyin hızla aynılaştığı bir çağda yaşıyoruz.
Tüm tasarımların tüm biçimlerin giderek daha
fazla birbirine benzediği bir süreç bu. Günden
güne yaşamlarımızı daha fazla etkisi altına alan bir
tek-tipleşme ve sıradanlaşma bu. Yaşamak fiilini
imkansızlaştıran ya da en imkanlı olduğunda bile
nasıl geçip gittiğine duyarsızlaştıracak bir toplum-
B
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji bölümü, Arş. Grv.
sal hastalık bu. Çünkü “yaşamak” belirli ve verili bir
zamanı ve mekanı olabildiğince öznel bir şekilde
deneyimlemektir.Zamanın ve mekanın ve onlarla
ilişki biçimlerimizin kültürel ve toplumsal anlamda
nesnelleştiği ve bunun sonucunda aynılaştığı bir
ortamda Giorgio Agamben’nin (2007) ifadesiyledeneyimin bizzat kendisi yıkılacak ve yaşamak fiili
de imkansızlaşacaktır.
Modern insan akşam evine –eğlenceli yada
sıkıcı, sıra dışı ya da sıradan, korkunç ya da keyiflibir sürü olay yaşamış ve tükenmiş olarak döner
ama bu olayların hiçbiri deneyime dönüşmemiştir. (Agamben, 2007: 16)
İmge bombardımanı altında, görüntülere ve
onları bize sunan ekranlara dokunarak zamanı/
anı deneyimlemeye çalışmak, Tanpınar’ın ifadesiyle aslında “zamanın ne içinde ne de büsbütün
dışında” olmaktır. Daha daha keskinleşen ve çözünürlüğü artan imgeler bir yandan bireyleri sadece zihinsel ve görsel bir şekilde yaşayan varlıklara
dönüştürürken diğer yandan da sürekli aynı ekranlara bakan aynı görüntünün içindeki aynılıklar
olarak bir dijital verinin içine sıkıştırıyor. Gündelik
yaşam içinde bireylerin özellikle de gençler olmak
üzere birbirlerine sürekli “aynen” diyerek tüm
iletişimsel eylem ihtiyaçlarını giderilebiliyor olma-
DOSYA
sı, belki de bu büyük aynılaşma sürecinin ironik
bir semptomu. On yıllar önce kent sosyolojisinin
hem Avrupa’da hem de Amerika’daki öncülerinden Gorg Simmel’in (2002) “Metropol ve Zihinsel
Yaşam” adlı eserinde ifade ettiği gibi imge bombardımanı artık her bireyi doğrudan sinirlerinden
vurmakta ve ancak gözle görülebilen ve bir arayüz vasıtasıyla parmakla dokunulan ama bizzat
deneyimlenemeyen bir gerçekliğin içine hapsetmekte. Her ne kadar Simmel için bu 20.yy kentini
anlamakamacıyla kullanılmış bir yaklaşım olsa da
bugün aynı bakış açısı ile “küresel bir kent”e dönüşmüş dünyayı ve onun içindeki bireyin zihinsel
yaşamını pekala çözümleyebiliriz.
Bu yenigerçeklik “deneyimi” hiç şüphesiz ki
karşısında hemen muhafazakar ve nostaljik bir
tepki verilmemesi gereken yeni ve yıkıcı bir imgesel gerçeklik rejiminin sonucu. Aslında bu tepki artık istenilse de verilemiyor. Schumpeter’in
kullandığı anlamda bir “yaratıcı yıkım” içinde bu
gerçekliğin herşeyi yıkıp yeniden ve aynı hammadeyle ama artık mükemmel bir imge olarak üretmesine tanıklık ediyoruz. Artık ona “sanal gerçeklik” diyor olmanın da bir rahatlama sağlamadığı
ortada. Çünkü gün geçtikçe gündelik yaşamların içine sürüklendiği gerçekten daha gerçek bir
görsellik“deneyimi”, yani bir deneyim olmayan
deneyim kendisini bir şekilde “yaşamak” olarak
sunuyor ve hiçbir 21. yy bireyinin bunun alternatifini düşünecek mecali kalmadı.
90’lı yılların teknolojik gelişiminde, teknolojinin
toplumsal olarak alımlanma biçimlerine baktığımızda belirli bir yaşın üstündekilerin bu gelişmelere her zaman için mesafeli kaldıklarını, yeni teknolojik gelişmelerin ise daha çok belirli bir yaşın altındaki genç bireyler tarafından daha hızlı kabullenildiğini görmekteydik. Bunun sonucu olarak 90
lı yıllarda teknolojik gelişmeleri sahiplenen gençlere karşılık her zaman o teknolojinin olmadığı zamanlarda nasıl yaşadıklarını anlatan daha “yaşlı”
bireyler bulunurdu. Teknolojiye karşı ya da daha
sosyolojik bir ifadeyle toplumsal yaşamın teknolojik deneyimlenme biçimlerine karşı bizi uyaran ve
kendimizi fazlaca kaptırmamamız gerektiğini hatırlatan “nostaljik bir tepki” ve bambaşka bir yaşamsal pratiğin olduğunu anlatan bir “ötekilik ihtimali”
de her teknolojik gelişmenin yanıbaşında bitiverirdi. Bugün içinde bulunduğumuz durumu daha
önceki durumlarla kıyaslayabilecek ve bu yeni
gerçeklik rejimine kendimizi fazlaca kaptırdığımızı
hissettirecek nostaljik referanslarımız ya da başka
türlüye açılan kapılarımız da her geçen gün azalmakta. Sanal gerçeklik ifadesinin de ona atfedilen
pejoratif anlamla birlikte,gündelik yaşamlarımızdan yavaş yavaş silinmesinin arkasındaki neden
bu olsa gerek. Şimdi daha çok fazlaca “gerçeklik”
Fotoğraf: Serhat Toker, 2005.
ve “gerçekten daha gerçek” anlamında Fransız
düşünür Baudrillard’ın “hipergerçeklik” ifadesini
ve yine onun tarafından kuramsallaştırılan simülasyon kuramını kullanmakuygun görünüyor.
Baudrillard, mikroskobu başında çalışan bir biyolog ile, pornografi ve sinematografik yakın çekim
(close up)arasında bir zihinsel kısa devre kurmaya çalıştığında, Walter Benjamin’in (1936(1968))
kendisinden yıllar önce büyük bir heyecanla bahsetmiş olduğu, zamana ve mekana özellikle de
mekansal bir mesafeye mıhlanmış auranın yitimi
üzerine yazdığı mersiyeye bir katkı yapmaktaydı.
Ancak yeni bir üslupla, o da, bu mersiye az önce
bahsetmiş olduğum “nostaljik tepki” yerine daha
içselleştirilmiş ve imkansızlık ya da kaçınılmazlık
vurgusunun ön plana çıktığı yeni ve ironik bir tepki biçimindeydi.
43
DOSYA
Bugün, ultra hd ekranların eşliğinde izlediğimiz fazlaca gerçek dünyada yitirilen auranın
bir vesikalık resmiyle her köşe başında karşılaşılmakta. Kaçınılmazlık vurgusu tıpkı ölümün kaçınılmazlığı gibi tüm bu (görsel, enformatik vs.)
olağanüstü toplumsal dönüşümlerin sindirilmesi
gerektiği fikrini zihinlere kazıyor. Bu duruma alıştıkça aynılaşan kültürler, aynılaşan pratikler ve bir
bütün olarak aynılaşan her biçim aslıda beraberinde farklılığa duyulan bir ihtiyaç olarak geri dönüyor. Temel bir farklılık odağı olarak “aura”nın
çöktüğü bir anda insanların aynılığın verdiği sıradanlıkla nasıl mücadele edecekleri, hatta mücedele etmelerinin gerekli olup olmadığı başka bir
sorunsalıiçeriyor. 20.yüzyıla hakim olan“küresel
düşün yerel hareket et” sloganı da tüm yerelliklerin ve ötekiliklerin yok olduğu ve aynılaşmanın
tüm alanlara hızla yayıldığı 21. yy realitesiyle
başka bir sorunsala doğru evrildi. Bugün Fransız
sosyolog Jean Baudrillard gibi bu küresel aynılaşma durumunu bir cehennemalegorisiyle izah
etmek için elimizde 90’lardan çok daha fazla delil var. Kendisinin “kendilik cehennemi”olarak adlandırdığı durum, herşeyin aşırı benzeşik olması
nedeniyle herşeyin yalnızca kendisine atıf yapabildiği bir durumdur. Temel bir tikellik odağı olarak “aura”nın, ve farklılıktan başka bir şey olarak
ötekiliğin ortadan kalktığı bir zaman ve mekan
deneyimidir. Ancak yeniden ifade etmek gerekir
ki, tam da her şeyin aynılaştığı bir ortam olması
nedeniyle de deneyimin imkansızlaştığı bir deneyimdir. Ya da deneyim olmayan bir deneyim
olarak bir deneyim simulakrıdır(simülasyon sonucu oluşan gerçekten ayırt edilemeyen kopyanın
adı). Bu durum aslında herşeyin toplu olarak
yapıldığı ve hem eyleyicilerin bireysel anlamda
diğer eyleyicilerden (toplumsal, kültürel ya da
gündelik yaşamsalaçıdan) herhangi bir farklarının kalmadığını hem de tüm farklılıkların total bir
dışavurumu olan ötekilik (tekillik, yerellik) hissinin
ortadan kalktığını anlatır bize. Yeni açılan ya da
yeni bir ürün satmaya başlayacak bir mağzanın
önünde günler öncesinden kuyruk oluşturup
açılış sırasında izdiham oluşturan insan kitlesine baktığımızda gördüğümüş şey bu farklılığın,
bu tekilliğin ve hepsinin birden bir dışavurumu
olan biricik ötekiliğimizin yıkımıdır. Bu yıkım en
başta söylediğim şekliyle Agamben’in ilan etmiş
olduğu deneyimin yıkımının da ya nedeni ya
da sonucudur. Aynılığın bir hastalık gibi ya da
bir din gibi yaygınlaştığı her biçimsel uzamda
içeriklerdeki ötekilik kaynakları dakuruyacaktır.
İnsanları en nihayetinde sürüdeki bir koyuna ya
da sadece sinirlerindeki minik elektrik akımlarına
tepki veren bir algoritmaya dönüştürecek olan
süreç de budur.
44
Neden AVM’ler...?
Tam da bu noktada kendimi Cervantes’in ünlü romanında yeldeğirmenlerine hücum eden bir Don
Kişot (Don Quixote) olarak konumlandırmam gerekiyor. Yukarda bahsetmeye çalıştığım aynılaşma
ya da aura ve ötekiliğin sonu gibi bağlamların ve
tüm bunların kaçınılmazlıklarının toplumsal ve kültürel sebepleri ya da sonuçları elbette saymakla
bitmez. Zira insanlık tarihi açısından olağanüstü
bir çağ yaşıyor olduğumuz çok açık. Bu açıdan
çoğu özellikle imge üretme ve işleme ve aktarımı
olmaküzerine ortaya çıkan teknolojik gelişmeler
arasından seçilebilecek çok daha vahim, sorumlu ve sorunlu alanlar elbette bulunabilir. Tüm bu
alanlar yanında öyle görünüyor ki AVM lerin hem
toplumsal hemde tarihsel olarak taşıdıkları kendilerine özel yan anlamlar ve imalar mevcut. Bugünün dünyasında sosyolojik bir bakış açısıyla baktığımızda kent karmaşası içinde ve artık içinden
kolaylıkla çıkılıp uzaklaşılamayacak büyüklükteki
kentlerde AVM ler insanların toplandığı agoralara ya da daha pastoral anlamdamodern“piknik”
alanlarına karşılık gelir. Daha teknik ve bilimsel
adıyla rekreasyon(recreation)alanları olarak ifade
edilen kent soylu alanlar, insanların yenilendikleri
ya da sonsuz üretim zinciri içinde yeniden üretilmek zorunda oldukları mekanlardır. Teolojik açıdan bakıldığında ise modernliğin ve kapitalizmin
dinsel yaşamla kurduğu özel ilişkinin bir uzantısı
ve küresel kapitalizmin de alışveriş eylemiylekurduğu özel teolojik bağın bir sonucu olarak, AVM’ler
yukarıda kısaca ayrıntılandırdığım “aynılık dini”nin
bir çeşit mabetleri durumundadır. Mabet ifadesini
kullanırken bunu kavramın taşıdığı imalar ve daha
çok küresel kapitalist gündelik yaşamlarımızda ne
yapacağımızı bilemediğimizde nereye gideceğimizi bilemediğimizde bir çeşit toplumsal arınma
anlamında bir çeşit katarsis ihtiyacına binaen gerçekleştirdiğimiz bir AVM gezisinin mekansal analojisi olarak kullanma ihtiyacı duyuyorum. Ama bu
eylem sanki gidecek başka yeri kalmamış insanın
kent ortasında yakalandığı bir salgın hastalık ya da
bizzat kenti ordularıyla işgal eden bir komutanın
dayattığı bir dinin zorunlu bir ibadeti gibi bir ritüel
olduğunu da anlatmak için kullanıyorum.
Öyleyse hızlı bir şekilde söylemek gerekirse bir
AVM bu aynılık işgalinin cisimleşmiş halidir. Öyle
ki bu aynılık onun bünyesinde sadece sosyolojik
ve kültürel anlamda işlemez. Ancak mimarisi ya
da iç mimarisiyle yani tüm görsel ve uzamsal tasarımıyla da aynılık sorunsalının somutlaştığı bir
mekan olarak karşımıza çıkar. Tasarımsal aynılık
kendisini hemen mağazaların sıralanmasında
gösterir ya da acıktığınızda hemen üst kata doğru hareket ettiğinizde size sirayet eder. Tüm diğer
küresel modern kapitalist mekan tasarımları gibi
DOSYA
içine girdiğinizde artık evrensel ve bilimsel ilkelerle
tasarlanmış bir mekana giriş yapmışsınız demektir.
Bu evrensel mekanın içinde artık gerçekte nerede olduğunuz önemli değildir. Paris, New York,
Ankara, İstanbul, Bursa ya da Afyon vb. Mekan
bu evrenselliği içinize öyle bir işletir ki zihninizin
mekanla kurduğu ilişkiyi bozar ve Ankara’dan girdiğiniz bir AVM den Eskişehir’den çıkabileceğinizi
hayal edebilirsiniz. Hızlandırılmış bir mekan makinesidir AVM. Ancak aynı zamanda bir zaman makinesidir de. Öyleki sabah girmiş olduğunuz bir
AVM de, siz bir kaç saat geçirdiğinizi düşünürken
pekala şu anonsu duyabilirsiniz “alış veriş merkezimiz kapanmak üzeredir”. Evrensel zaman ve
mekan tahayyülü aslında her örneğinde taşıdığı
ilkeler ve kullanımın amacı açısından aynı kapıya
çıkacak aynılıklar ve klişeleri beraberinde getirir.
Tam da bu noktada yerli ve çok farklı bir AVM
olamaz mı diye bir soru yerleşebilir zihinlere. Ya
da neden falancaların da AVM’si olmasın deniyor
olabilir. Osmanlı ya da Selçuklu mimarisiyle bir
AVM nin ne kadar harika olabileceğini de düşünebiliriz. Ya da bir zamanlar yine başka bir Anadolu şehrinde açılmakta olan bir AVM nin ismindeki
ingilizce “city” kelimesini “site” kelimesiyle güya
Türkçeleştirdiğimizde bütün meselenin çözüldüğü düşünülmüş de olabilir. Keşke her zaman yerelleşme çabaları küçük bir Türkçe tercüme kadar
kolay olsaydı. Kökenleri bizzat Türk Modernleşmesi olarak isimlendirilen kendine özgü toplumsal ve
tarihsel süreçte olan bu yerellik tartışmaları her zaman “teknolojisini alalım kültürü kalsın” düsturuyla
meseleyi çözmeye giriştiğinde hep ortaya başka
sorunların çıktığı gözlemlenmiştir. Sorunların temeli, her durumda teknolojiyle birlikte bir kültürün, bir dünya görüşünün ve hepsinin toplamı
olarak soyut bir zihniyetin de beraberinde gelmek
zorunda oluşundan ve ikisini ayrıştırmanın temelde imkansız olmasından kaynaklanır. Daha temelli olarak imkansızlık durumu denilebilecek bu
durum, bir teknoloji ya da bir ekonomik sisteme,
insanlığın ancak belirli bir tür yaşayış ve kültürlenme sonucunda ulaşabileceği tarihsel sosyolojik
gerçeğinin bir sonucudur.
Sonuç Olarak
Sözü bu metnin yörüngesi açısından gelmesi gereken yere getirecek olursak, küçük bir Anadolu
şehrine bir AVM açıldığında aslında bir daha hiçbir
şeyin toplumsal ve kültürel anlamda eskisi gibi ve
bambaşka olamayacağı bir aynılaşma bombasının
da pimini çekilmiş olunur. Bu aynılaşma yapılan
binanın mimarisinden başlar o küçük şehirdeki yemek kültürüne kadar uzanır. Bilboard reklamlarında kendisini “dünya markaları komşunuz” oluyor
şeklinde sunan bu gerçek aslında şehrin dünyanın
her yerinde görebileceğiniz aynı markalar tasarımlar ve biçimler tarafından işgal edileceğinin nazik ve
kapitalist bir ifadesidir. Bu istilaya bir imkansızlık eşlik
eder. Tepki veremez ve bu duruma karşı çıkamaz
hale gelirsiniz. Aynılaşmak ona karşı koyamadığınız
imkanlarla sunulur size. Bir çocuğa uzatılan bir şeker gibidir bu karşı koymanın imkansızlığı. Ancak
bu imkansızlık başkabir imkan doğurur. Yeni bir
sektördür bu imkan, Baudrillard’ın (2002: 45) “ötekiliğin estetik cerrahisi” olarak ifade etmeyeçalıştığı
başka bir sektör:
Modernlikle birlikte Öteki’ni üretme çağına giriliyor. Mesele artık onu öldürmek, yiyip bitirmek
ya da baştan çıkarmak değil, ona karşı koymak,
onunla yarışmak, onu sevmek ya da ondan nefret
etmek değil, mesele önce onu üretmektir. O artık
bir tutku nesnesi değil, bir üretim nesnesidir. ...
Şurası kesin ki, ötekilikaranılan bir şey ve ötekiliği
yazgı olarak yaşayamamaktan dolayı ötekini farklılık olarak üretmek gerekecek.
Baudrillard’ın bu öngörüsü 21. yy şartlarında
kendisini bambaşka sunar. Ötekilik bazen masallardaki korsanları andıran kapkara bir ülke bayrağında, kesilen başlarda ya da dünyayı tehdit
eden bir hastalıkta karşımıza çıkar. Hepsi aslında
kapitalizmin ya da aynılık mabetlerinin geniş koridorlarında cüzdanlara yerleştirilmiş kredi kartlarıyla dolaşırken insanların kendilerini bir şeylerden
farklı hissedebilmesi içindir. Ya da bireylere hala
alışveriş yaptırabilecek ve onların sürekli tüketmesini garanti edecek bir tikellik ve biriciklik düşüncesini onlara aşılamak içindir. Yapay bir ötekilik
olarak farklılık ve “tüm farklılıklara açık demokrasi”
miti dünya üzerindeki bütün toplumların küresel geleceğini kuşatırken, o mitin tanrılarından
bir medet umulduğunda ortaya çıkmamalarının
nedeni (Lacancı büyük öteki olarak) o tanrıların
dayandığı temelin de bu makyajlanmış ve yüksek
çözünürlükle mükemmelleştirilmiş görüntülerden
ibaret olmasıdır. Alışveriş yapsak da yapmasak da
bir AVM yi terkederken insanın içine yerleşen bir
hayal kırıklığıdır bu. Çoktan ölmüş ve yokolmuş
kültürel ve toplumsal yerellikler sahnesinde,bize
sunulan“ötekilik” avatarı ile onu tekrar diriltmenin
imkansızlığı arasında gidip gelen bir çaresizliktir
bu.
Kaynaklar
• Agamben, G. 2007Infancy and History: On the Destruction of Experience, NY: Verso.
• Baudrillard, Jean 2002. Tam Ekrançev. Bahadır Gülmez,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
• Benjamin, W. 1968 “Work of Art in the Age of Mechanical
Reproduction”, (H. Zohn, Trans.). In H. Arendt (Ed.), Illuminations: Essays and Reflections New York: Shocken Books.
• Simmel, Georg. 2003 Modern Kültürde Çatışma, İstanbul:
İletişimYayınları.
• Tanpınar, A. H. 2015 Bütün Şiirleri, der.İnci Enginün, İstanbul: Dergah Yayınları.
45
DOSYA
MODERN MİMARİ,
POST MODERN KÜLTÜR VE
YEREL REAKSİYONLAR
46
Ali Naci ÖZYALVAÇ
odernleşen toplumlarda hızlı değişimin
getirdiği bir psikoloji olarak korumacı tutumların yükselişi yaygın ve sıradandır. Bu
tutumun davranışlara yansıması ise farklı şekillerde
olur. Hayatın her safhasında merkezin kaybı İle oluşan boşluk muhataplarını bir başka merkez arayışına
sürükler ilk etapta. Toplumsal kurumlar başta olmak
üzere insan hayatını saran tüm kültürel katmanlar
bu arayıştan nasibini alır. Asıl olan, merkezin yitirilmesi olarak beliren durumun özgürleşme yönünden
ele alınması ve sürdürülmesi iken tecrübe bunun
tersi yönde gerçekleşme eğiliminin daha kuvvetli
olduğunu göstermiştir. Geleneksel dediğimiz yapıların bireyi baskılayan, hayatını düzenleyen ve kontrol
eden bileşenlerinin sekülerleşme sonrası profan kurumlar ile yeniden inşa edilmesi, dahası bu kurumların gerekliliği konusunda çoğunluğun hemfikir
olduğu gerçeği de yukardaki savı desteklemektedir.
Geleneksel dünyada bilginin üretilmesi ve korunması bu neviden bir işleyişe tabidir. Şerh ve icazet gibi mekanizmalar bu etkinliği düzenlemektedir.
Meslek erbabı aynı şekilde loca ve ahilik teşkilatlarınca denetlenir. Hepsinin ötesinde, kişilerin ait oldukları sosyal gruplar başta verili, değişmez sabitelerdir
ve yaşadığınız mahalleden başlayarak giydiğiniz kıyafetlere, devletle ve kişilerle olan münasebetlerinizi
M
Y. Mimar
Öğretim Görevlisi
Konya N. E. Üniversitesi Mimarlık Bölümü
düzenleyen hukuktan hangi mesleklerde yer alacağınıza kadar tüm dünyevi rol dağılımı belli kodlarla
belirlenir. İnsanların, paranın, tekniğin ve bilginin
mobilizasyonu günümüzün hareket hızına nispeten
çok daha ağır işlemektedir. Ancak günümüzden
bakınca bunun anlaşılması sanıldığı kadar kolay değildir. Sebebi ise yeterli sosyal bilimler ve tarih altyapısına sahip olup olmamanın tamamen dışında, dünyayı hep kendi zihnimizde, şu an var olduğu şekliyle
modellemiş olmamızdan kaynaklanır.
Bu iki gerekli ve kısa açıklamadan hareketle
şöyle denilebilir; birçok örnekte olduğu gibi bizim
ülkemizde de kısa süre içinde ve yukardan bir biçimlendirme iradesi ile modernleşme tecrübesi yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu hızlı değişim ve bağlarından kurtulma hali toplumlar üzerinde ontolojik
anlamda güven problemlerine sebep olur. Fakat
tam da bu noktada İlginç bir komplikasyon ortaya
çıkar; harekete geçen bireylerin niyeti ve altta yatan
korkuları geçmişe ait, düşünce tarzları ve zihinsel
formasyonları ise günümüz çağdaşları gibidir. Bu
ifade kulağa her ne kadar karmaşık ve problemli
gelse de bir kaç örnekle aslında hiç tereddütsüz
iman ettiğimiz gerçekler olduğu görülecektir. Misal olarak sadece kendi alanımızla ilgili olanları bile
hatırlayacak olursak: betonarme Sinan camileri, taç
DOSYA
Amerika Yüksek Mahkeme Binası, Washington D.C. (A.B.D.), http://www.aoc.gov/capitol-buildings/supreme-court-building.
kapılı eğitim yapıları, tarihselci konsepte sahip lüks
konut ve otel projeleri gibi sayısız gerçeklik sayılabilir. Hemen anlaşılacağı gibi bu örneklerin hepsinde
mesele, bu tarihselci yaklaşımların yapıların kendileri dışında başka amaçlara yönelik olmasıdır. Örneğin mimarlık akademyasında geçmişe özenen
kamu yapılarının nasıl doğru şekilde tarihselci biçimler ile yapılabileceği şeklinde bir tartışma, hatta
bir cümle yer almamıştır. Güncel siyasi yönelimlerin
ifadesi olarak kamu yapıları, müşteri portföyünün
kendini belli kimlikler içinde var etmesini sağlayacak konut ve otel yapıları gibi tümüyle profesyonel
pazarlama stratejisi ürünü bu tasarımlar zaman zaman mimarlık camiasında tartışma konusu olurlar,
ancak bu dediğimiz gibi, çoğu zaman mimarlar
açısından heyecan verici bile değildir.
İtiraf etmek gerekirse, bir zamanlar bu konunun
mimarların problem alanına girdiğini düşünerek
diğer meslek grupları ve kamuda yönetici pozisyonunda olanlar ile mimari tartışmalara girmişliğimiz
olabilir. Örneğin yukarıdaki modernleşen toplum
psikolojisinin geç kalmışlık ve anlamın yitirilmesi şeklinde özetlenebilecek ruh halini uzun uzadıya açıklayarak siyasilerin kararlarına bunu nasıl yansıdığını
çokça dile getirmiş olmalıyız. iktisat ve hukuk gibi
alanlarda sekülerleşmeyi en önde götüren toplulukların iş mimariye geldiğinde kısmen özgürleşmiş
kısmen de gösterge işlevini yerine getiren melez
yapılara hasreti böyle açıklanabilir nitekim.
Olayı koruma boyutundan ele alarak nesebi
sahih olan (ve gayri sahih olan) mimarilerden de
bahsetmişizdir mesela... Mimari biçimleri tarihin
kütüphanesinden istediğimiz gibi çekip alamayacağımızdan, onların da belli bir zaman ve mekan
bağımlılığı içinde var olduklarından, bir dizge içinde yer alan unsurların onun dışında aynı şey olmayacaklarından, mimari formların genetik özelliklere sahip olduklarından da söz etmiş olmalıyız.
Tarihselci biçim şablonlarına bağlı kalmanın geleneksel dünyada bile belli sınırlar içinde yapılmış
olduğunu, Mimar Sinan gibi büyük bir sanatçının
Selimiye Camiinde merkezi kubbe mimarisini doruk
noktasına ulaştırırken aynı yıllarda Piyale Paşa Camii
gibi özgün denemeler de yaptığını, Bursa ve Edirne dönemlerinin Anadolu Türk Mimarlığından nasıl farklılaştığını, aynı anda hem İslam mimarlığının
bir şubesi hem de özgün ve kişilik sahibi olabilmek
gibi bir üslup başarısının günümüzden 5 asır evvel
nasıl mümkün olabildiğini de konu etmişizdir.
Belki anlaşılmak adına basite indirgeyerek, örneğin Evliya Çelebi üzerine çalışan bir akademisyenin bir Alman ya da İngiliz meslektaşı ile aynı
metodu kullandığını, edebiyat hocasının seyahatnameleri modern tarih felsefesi ve günümüz Türkçesi ile yayınladığını da hatırlatmışızdır. Yabancı
yayın indekslerinde yer almak yerine eserinin şerh
edilmesi gibi bir şart da önerilebilir kendilerine aslında, madem eskiye bu derece özlem duyuyoruz, en azından bu kadarını yapmalı değiller mi?
Kamu görevi yapanların, özellikle de yerel yönetim ve üniversiteler gibi kurumların başında
bulunanların fiziksel çevrenin düzenlenmesi konusunda hikmeti kendinden menkul bir yetki ve yetkinlik ile karar almaları çok konuştuğumuz başka bir
konudur herhalde. Çok ilginçtir, bu konuda hiçbir
zaman anlayamayacağımız biçimde kendi dönem
tercihleri de vardır kendilerinin. Bazı yapılar Selçuklu tarzında yapılmalıdır örneğin, bazıları ise Osmanlı... Yapıların ne derece modern olmaları gerektiği
ve bunun nasıl olacağı ile ilgili bilmediğimiz ve kendi içlerinde korudukları bir bilgiye sahiptirler. Proje
aşamasında tüm nitelik problemi bundan ibaretmiş
gibi görünür, ihale ve uygulama aşaması ise her
türlü tasadan uzaktır. “Nasıl” yapıldığı konusunda
çeşitli denetim mekanizmaları kurmayı akıl etmiş
görünen modern devlet aygıtı “ne” yapıldığı, “ne47
DOSYA
New York Sergisi 1937 - 1939, Pavyon ve Çeşme, Perspektif
eskiz, Rahmi M. Koç Arşivi & SALT Araştırma, Sedad Hakkı
Eldem Arşivi.
den ve niçin” yapıldığı konusunda duyarsızdır. Bu
noktada maalesef tüm yaşam alanlarımızın geleceği orta sınıf cehaletine terk edilmiş durumdadır.
Saymakla tükenmeyen bir çok dereden su getirmelerimiz tarihselci taleplerin sahiplerince ne derece anlamlı idi acaba? Yaşadığımız bu durumun
ne ilk ne de son olduğunu, tarihte bir çok defa
canlandırmacı üslup akımlarının yaşandığını ve her
defasında tersine evrildiğini de belirtmeden geçmiş
olamayız. Neo-gotik ve Arts and Crafts akımlarının
veya Art Nouveau veya Rasyonalizmin nasıl bir birine tepki olarak doğduğunu, ulus devletlerin ortaya
çıkışı ile ulusal mimarlıkların (ve tabii ki mimarların)
nasıl bir işlev kazandıklarını da çoğu kez dillendirmişizdir. Sarkaç misali birinden diğerine evrilip durmuş yüzlerce yıllık mimarlık tarihi anlatısı içinde günümüz nispeten verimsiz ve niteliksiz oluşu dışında
yeni bir şey de söylemez aslında...
Zaman zaman meslektaşlarımızı da bu ihtiras
sahiplerinin hizmetine teşne oldukları için eleştirmiş
olabiliriz. Ama bu durum dahi o derece klişedir ki
piramitlerin inşası için angarya usulü yüzbinlerce kişilik halk kitlelerinin senenin belli zamanlarında zorlu şantiye organizasyonları çerçevesinde çalıştırılabilmesi ile mimar bireyin iktidarın hizmetindeki yükselen toplumsal rolü başlar ve binlerce yıl inişli çıkışlı
bir grafikle de olsa devam eder. Roma ve Osmanlı
gibi imparatorluklarda devletin merkezi gücünün
temsil edildiği kamu yapılarının tasarım ve inşasından sorumlu oldukları gibi, İtalya ve Türkiye benzeri genç ulus devletlerde bu kez yeni rejimin totaliter
ve pozitivist programı için gerekli “yeni” mimarlığın
Büyük Postane Binası, İstanbul, Minyatürk, www.miniaturk.com.tr
48
nasıl olması gerektiği konusunda. 1930’ların mimarlık neşriyatı yabancı, çoğunlukla da Alman ve
Avusturyalı mimarlar yerine genç Türk mimarların
bu vazifeyi hakkıyla ifa edebilecek yeterlilikte olduklarını ve görev almak için sabırsızlıkla beklediklerini
tekrar edip durmuştur. Bu açıdan bakınca, mimarlık camiası ve akademyasının ikircikli bir tutum içinde olduğu, görmezden geldiği veya yok saydığı
bir tartışma başlığı içinde yeri geldiği zaman “kerhen” üretim yaptığı da iddia edilebilir sanırım. Hatırlayın, Ankara Kocatepe Camii için şimdiki projenin
yapılması konusunda rahmetli Hüsrev Tayla seçilen
ilk proje yerine doğrudan görevlendirilmiş, ancak
sonraları istenen projenin en iyi şekilde yapılabilmesi için kendisinin mecbur kaldığı şeklinde bir açıklama ile kendini savunma ihtiyacı hissetmişti. Proje
müellifinin iktidar gücünü elinde tutan herhangi
bir grup adına iş yapması mimarlık camiası içinde
tartışma konusu olabilir, ama tarihselci, neo-klasik
ya da eklektik bir tasarım anlayışının varlığı asla suç
değildir. Aslında bu üretimlerin azlığı ve niteliksizliği
probleminden bahsetmek de mümkündür. Tartışma ortamının verimsizliği karşılıklı bir suskunluk hali
(tarafların maduniyet ilişkisi) ile bir orta yol bulmuş
ve hali hazırda çözümsüz gibi görünen meseleleri
tartışmayı ertelemiş oldukları şeklinde de izah edilebilir.Bir başka deyişle: “söylesem tesiri yok, sussam
gönül razı değil” hali.
Özetle, mimar bugün durduğu noktada ne sanıldığı gibi batı özentisi bir modernlik budalası, ne
de köklerini unutmak üzere format yemiş bir akademik eğitim zayiatıdır. Tarih tekerrrür ederken meslek
alanının ve kendisinin işlevsel kullanımına tanıklık
eden bir meslek adamıdır sadece. Onu ve mesleğini
araçsallaştıran koşulların en az iktidar sahipleri kadar
farkındadır kısaca. Bu tüketilmiş tartışmanın yeniden
gündeme gelmesi halinde benim önerim, yukarıda
sayılan konu başlıklarını tekrar etmek yerine muhatabınızı dinlemenizdir. Nitekim organik toplumsal
yapıların dağılışı ve geleneksel aidiyet bağlarının yok
oluşu sonucu ortaya çıkan güven problemi mimarların değil psikologların sorunudur. Bunu aşmanın
yolu geçmişten biçim ithal etmek değil o biçimleri
üreten sosyal kurumları geri getirmektir. Benzer şekilde kendi ideolojik dünya tasavvurunu fiziksel çevreye yansıtmak hem pahalı, hem sonuçları itibariyle
başarı şansı düşük, hem de kullandığı kamu kaynakları açısından problemli olacağından bunun yerine
kişilerin yaşam alanlarının kurulmasınaaktif olarak katılabilecekleri, o hasreti çekilen sokakların ve mahallelerin yeniden kurulabileceği bir imar serbestisinin
sağlanması ile başlanabilir. Bu sayede talep edilen
kentsel çevrenin kurulması için nelerden vazgeçebileceğimiz de ortaya çıkmış olur. Eğer bu noktada bir
talep yoksa da kimse olduğunun dışında başka bir
görüntüye özenmemelidir.
DOSYA
MİRASIN YANSIMASI
Çelik ERENGEZGİN
smanlı kültür mirasının yakın tarihimizi
etki altında bırakmadığını söylemek haksızlık olur. Bundan böyle etkilemeyeceğini söylemek ise insafsızlık!.. Kültürel değerlerimizin
oluştuğu coğrafyada, Balkanlar örneğindeki gibi,
daha sonra farklı ırklar ve milletler barınsa bile,
bu etkileşim kaçınılmaz olarak kuşaktan kuşağa
devam eder ve etmelidir şüphesiz. Bu kültürün,
sadece Anadolu’da bin yıla uzanan birikime sahip, üstelik aynı yörede yaşamını hala sürdüren
bir milletin son 100 yılını etkisi altına almayacağını
söylemek olası değildir.
Önemli olan, bu etkinin ne biçimde tezahür
edebileceğini, nasıl yorumlanacağını ve nasıl ölçülebileceğini bilimsel verilerle tanımlayabilmektir.
Evet, en zor olan ve fakat mutlaka yapılması gereken budur.
Bu kısa makale, bence çok önemli bir araştırma alanı olması gereken “Kültürel Mirasın
Yansıması” konusuna birkaç ipucu oluşturma
gayretidir.
O
Öykünme
1908’de İkinci meşrutiyetin tetiklediği ve cumhuriyetin ilk yıllarında etkisi devam eden, özellikle
Osmanlının çöküş dönemindeki israfın ve gösteriş
düşkünlüğünün yakın etkisinde kalan ve maalesef
bu kez “milli mimari” yaftası altında yapılmaya
çalışılan, çağdaş teknolojinin ve bilimin gerisinde
kalmış, hantal, gayrı ekonomik, gösteriş düşkünü
binaların yıllardır “bize özgü, Türk mimarisi”
olarak yaftalanıp anılması esef vericidir. Bu yaklaşım, konut yapılarına yansımamıştır Allah’tan. Yani
bu akım açıkça, sağduyu sahibi halkın umurunda
olmamıştır. Adeta yönetim katında bir tercih olarak kalmıştır.
Birtakım kubbe ve kemerler, ağır taş kaplamalar, biraz ahşap kafesler ve gereksiz cephe süsleri
ile ortaya çıkan sahte Osmanlı taklitlerinin, dünya
kültür tarihinde “kötü kopyacılık” dışında tanıma sahip olamayacağı aşikârdır. Bunların tümü,
maalesef gerçek değil gerçeğin öykünmesi, taklit
mücevher olarak anılabilir ancak. Benim de doğru bulduğum; “Her şeye rağmen korunması
gereken!” eski eserler arasında, fakat “sıradan”
yerlerini almışlardır. Daha fazla değil. Yani emeğe
bir ölçüde saygı, fakat fikre baş tacı değil!..
Çünkü aynı yıllarda batıdaki gelişmeye baktığımızda, teknolojinin ve çağdaş yaşam tarzının
onlara çok başka tasarımlar ve davranışlar kazandırdığını görüyoruz. Hiçbirisi Fransa’daki Versay
sarayının ya da İtalya’daki Sen Piyer Kilisesi’nin
Y. Mimar
49
DOSYA
çağdaş mimariyi ve yaşamı biçimsel ipotek altına
alması gerektiğini düşünmemiştir. 1920’lerde,
böyle bir öykünme nerede ise tamamen göz ardı
edilmiştir. Ya da, bu etkileşim kayda değmez ölçeklerde kalmıştır diyelim.
Mimar Sinan
Ama nedense bizde, örneğin yeni bir cami tasarlanacaksa, kubbenin olmazsa olmazlığından başlayan bir tartışma hemen alevlenmektedir. Eğer
50 yıllık mimarlık yolcusu olarak bendeniz doğru
tanıyabilmiş isem, pirimiz Mimar Sinan’ın “hala
beni mi taklide çalışıyorsunuz? Kendiniz
olun bre densizler!” diyerek bu yeni yetmeleri
sopa ile kovalayacağından eminim.
Çünkü büyük üstat, 86 yaşında meydana
getirdiği Selimiye Camii şaheserine kadar, daima
çağdaşı olduğu teknolojinin uç noktalarında çözümler üretmiştir. Gerideki birikimden, ayrımcılık
ve taklitçilik yapmadan sadece güç almıştır. Örneğin, o günün en ileri tekniği olan; “kiliseden öğrendiği kubbeyi” İslami mekâna mükemmelen
adapte ederken, bağnazlık aklının ucundan geçmemiştir. Ama maalesef aynı Osmanlı bir dönem,
Ayasofya gibi tarihi binalardan aldığı, ama artık
camilerin olmazsa olmazı haline gelen kubbeyi,
yeni yapılacak kiliselere yasaklama cüretini gösterebilmiştir.
Bir önceki kültürel alt yapıyı oluşturan Selçuklu eserleri ile bazı Osmanlı yapıtları arasındaki fark
ise, bu işi bilenlerce bir bakışta fark edilecek kadar büyüktür. Yani, mirasın devrini hiçbir zaman
biçimsel anlamda yorumlamamıştır Selçuklu. Marifeti; günün gereklerini ve olanaklarını en üst düzeyde kullanmakta ve o günün yaşam tarzına ve
icaplarına en iyi şekilde cevap vermekte aramıştır.
Elbette aradığını bulmuş ve bu marifetin de sahibi
olmuştur.
Taklitçilik, Eklemecilik
Yoz taklitçiliğe başka örnek yok mudur mimarlık
tarihinde? Elbette vardır. Örneğin; cebi para gördüğü andan itibaren, Avrupa’nın kültürsüz kesiminden gelip Amerika’yı oluşturan göçmenlerin,
eski vatanlarından “akılda kaldığı kadar görsel değerler”, mimariye taşınmaya başlamıştır.
Bir Yunan mabedinden alınan giriş kapısının ve
bilmem ne sarayından biçimsel aşırma pencerelerin oluşturduğu, film dekoru gibi duran, kallavi
bir ön cepheye ilaveten, maksat merdiven olsun
gösterişi; görgü yoksunu, sonradan olma Amerikalı burjuvayı tatmin eder olmuştur. Bu davranışın
Beyaz Saraya kadar uzanan izleri, tarihe tanıklık
etmektedir.
50
Ünlü “If I were a rich man” diye başlayan
“Eğer zengin olursam, hiçbir yere çıkmayan bir merdiven yapacağım evime” sözleri
ile hatırlanan Amerikan şarkısı, bu görgüsüzlüğün
topluma yansıması ve şirin itirafı olmuştur.
Ve “eklektik” yani oradan buradan eklemecilik tarzı olarak anılan bütün bu yapılar, kültür
tarihi açısından, sosyal oturmamışlığın patolojik
yansımaları olarak mimarlığın tarihsel sürecinde
yerlerini belirlemiştir.
Çağdaş Örnekler
Peki, kültürel çağrışımlarını koruyan fakat çağdaş
örnekleri hiç mi yaşamadı mimarlık tarihi? Elbette
yaşadı ve yetmişli yıllardaki Japon mimarlığı buna
en güzel örnektir. Gerçekten Japon kültürünün
ruhunu bir kilometreden yansıtan ama sapına
kadar modern çözümler ve fonksiyonlar içeren
örneklerle yeni mimarlık, bence o yıllarda şaha
kalkmıştı. Daha sonra “globalizm” değirmeni
içinde öğütülen Japon mimarlığının günümüzde, “artık birbirimizden hiç farkımız yok!”
noktasına geldiğini üzülerek söyleyebilirim.
Amerika’dan Japonya’ya sıçrarken, hakkını yemeyip Avrupa’dan da Le Corbusier’e değinmek
gerektiğine inanıyorum. Aynı çağda Amerika her
şeyi ahşapla çözerken, hatta, Avrupa’da modadır
diye aynı ülkede; Eisenman, Richard Meier gibileri
kendi ahşap yapılarını beton rengine boyarken
ve o yıllarda bazı hocalarımız hala o binaları renginden ötürü beton sanırken, bu özentiyi yaratan ustanın da bir Mimar Sinan hayranı olan Le
Corbusier olduğunu itiraf etmek gerek. Mimarlığın yanı sıra; ressam, heykeltıraş, endüstri ürünleri tasarımcısı ve şehir plancısı idi. Ona sunulan
İstanbul’u planlama önerisini, “dokunmaya kıyamam” diye reddetmesi, hem âlicenaplığı hem
de pişmanlığı olmuştur.
Evet, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ama
“yiğittir ne halt etse yeridir!” diyecek halimiz
de yoktur. Bir Ronchamp kilisesi, tasarımın doruklarına yükselirken, bence daima sağlık endişesi
taşıyacak olan, hiçbir yön kaygısı içermeyen betonlaşma örneği Unite d’habitation (Konut Üniteleri) ve uygulanan veya uygulanmayan benzerleri
de sabıkası olabilmektedir. Dediğim gibi, betonu
abartmadığı, apartman bloklarında olduğu gibi
kuş kafesine çevirip tepemize çıkartmadığı sürece,
kuşkusuz büyük mimardır.
Aynı şekilde Kenzo Tange, 1964 Tokyo Olimpiyat stadında, anlatmaya çalıştığım kimlik ve
çağdaşlık fışkıran nedenlerle mimarlığın zirvesine
tırmanırken, gökdelen projelerinin çoğunda, aniden ticari kaygıların esiri olabilmekte ve yine yön,
DOSYA
iklim ve maliyet gibi kaygıları hiç taşımadan, teknik
sınırları aşırı zorlamakta ve dolayısı ile sıradanlaşabilmektedir.
Diğer taraftan F.L. Wright da, ünlü Şelale Evi,
Taliesin West yani kendi atölyesi ve Guggenheim Müzesi gibi onca başarının ardından, örneğin
Tokyo Imperial Hotel projesinden çok mu gurur
duyardı emin değilim. O yüzden, Mimarlar ve
projeler arasında; bir lider veya yüzde yüz başarılı
proje aramak yerine, yargılama ve olumlama faktörlerimizi gözden geçirmeliyiz ilkin...
Bunlara benzer bir zihin süzgecini Sinan ustaya uyarlamaya kalktığımızda ve “hangisi yakışmadı?” diye sorduğumuzda çok zorlanıyoruz.
Çünkü o büyük usta, form ve fonksiyonu daima
örtüştürmüş, doğal faktörleri ve onlara karşı önlemleri daima dikkate almış, canım istedi şımarıklığında ne bir ilave ne bir eksiltme yapmış, tekniğin
uç noktasında dolaşabilirken estetiğin de doruklarına ulaşabilmiştir. O yüzden örneğin Selimiye Camii, belki de insanlık tarihi boyunca, en güzel, en
doğru, en başarılı mimarlık yapıtı olarak anılmayı
hak edecektir. Darısı hepimizin başına!..
Hayli eskilere gittik farkındayım. Peki, 20. Yüzyıl ikinci yarısında yozlaşma sürecine girilmesi ve
21.yüzyılın aşırı globalleşmesi, Türkçesi, kimliksizleşmeyi hazırlaması, mimarlığa ne kazandırdı
ne kaybettirdi? Dört usta olsun sayamayacak mıyız yoksa torunlarımıza!.. Bence temel soru, işte
bu…
Buraya kadar anlattıklarım, işin hamasi yanı.
Diğer taraftan şu olguyu da göz ardı edemeyiz.
Artık Dubai’nin sembolü olarak anılan Burj-el Arab
otelinin çağdaş olmadığını kimse söyleyemeyeceği gibi, bir acayip dekorasyonu hariç, mimarisinin
Arap kültüründen etkilendiğini de kimse iddia
edemez. Fakat bundan böyle, o toplumun bugününü ve yarınlarını tanımlayan üç boyutlu bir
kültür ögesidir artık... Belki de bu konuda “maalesef!” demek gerekecektir. Çünkü buna kültürel
yozlaşma veya kimliksizleşme de diyebiliriz. Ama
tarihi Arap geleneğinin ve tarihsel birikiminin çağdaş yorumu, asla!..
Bir kültür ancak iç dinamikleri ve toplumsal gelişiminin sonucunda elde ettiği çağdaş anlayış ile;
kendisini, kendisine yakışır biçimde ifade edebilir,
yani dışa vurabilir. Gerisi öykünmedir, özentidir.
Tarihsel süreçte ise, sadece alay konusudur.
Bizden, tersine bir önek olarak, yani batıdan
değil bu kez kendi geçmişimizden taklit adına;
ille de kubbeli ve Osmanlı çağrışımlı olacak diye
Ankara’da inşa edilen kötü Osmanlı kopyasını verebiliriz. Koskoca Kocatepe Camiinin, hiçbir hakkaniyetli mimarlık tarihinde “seçkin bir eser” ola-
rak yer alamayacağı bellidir. Buna karşılık, Vedat
Dalokay’ın ellili yıllarda aynı yer için yaptığı projesi,
ülkemizde reddedilmiş ama aynı temel form ve
yaklaşımda benzeri, Pakistan’ın İslamabat kentinde yetmişli yıllarda Kral Faysal camii olarak inşa
edilmiştir. Ve artık o ülkenin sembolü olarak kendi
kültür tarihindeki yerini de dünya cami literatüründeki haklı yerini de çoktan almıştır.
Yani, kültürel çağrışımlar gündeme geldiğinde, eskiye kopya derecesinde benzemenin tehlikeleri göz ardı edilmemeli, var olan kültürün
temel amacının; geleceğin kültürünü esir almak
değil sadece ona sağlam bir taban oluşturmaktan
ibaret olduğu unutulmamalıdır.
Şöyle bir güncel benzetme yapabiliriz: Bir otomobil fabrikasındaki onca malzeme ve teknik donanımın görevi, sadece mevcut modellerin imalatı için değildir. Esas amaç; üretimin “kendisini
taklitle” son bulmaması için, mevcut deneyimi
ve estetiği altyapı olarak kullanan, fakat onların
ötesinde, “gelecek beklentilerini” karşılayan
yepyeni modellerin oluşturulmasıdır.
Kültürel Değerler
Şunu bilmek gerekir ki kültürel değerler de canlı bir organizmadır. Değişmez kurallardan değil,
güncel yaşamda özünü korumaya çalışarak devinen bir değerler bütününden söz edebiliriz kültür
adına. Olması ve korunması gereken, elenmiş ilişkiler yumağıdır o değerler. Taklit yolu ile değil, ancak üzerine bir şeyler katarak, geliştirerek, çağdaş
yorumlarla aktarabiliriz gelecek kuşaklara…
Kültür adına tahakküm yaratmak, mimarlıkta anıtsallık adına insani ölçekleri kaybetmek, en
büyük tehlikesidir kültürel öykünmenin. Ürkütmeyen, huzur veren mekân, alçak gönüllü, insan
ölçeğinde ve eşitlikçi yaşam, hem dini hem de
ahlaki özümüzü oluştururken, bunu tamamen
unutup, kültürel değerlere atıf yaparak yani biraz da suçu haksız yere onlara atarak, görkem ve
gösteriş peşinde koşmak, ne mimara ne insana
yakışır.
Ülkesinin değerlerini özümsemiş, yaşam ve
düşün tarzını benimsemiş kişilerin, çağdaş olanakları kullanarak inşa edecekleri yapıların, o ülkenin
gerçek malı olacağından ve kültürünü geleceğe
başarı ile taşıyacağından şüphe etmemek gerekir.
Atalarımızın mirası, sadece görsel ve resimsel
anlamda yani kılıf ölçeğinde ele alınmamalıdır.
Özetle; o yapıların “kendisini çağının ötesine taşıyan kurgusundan” ilham alınmalı, yani
geriye değil ileriye referans verecek çözümlerinin,
kültürümüzün köşe taşları olması gerektiğine inanılmalıdır diye düşünüyorum.
51
PROJE/UYGULAMA
KONYA BİLİM MERKEZİ
52
Serap ERDOĞAN
“En büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır”
onya Bilim Merkezi, bilimin eğlenceye
açılan kapısı…
Konya Bilim Merkezi serüveni; 2008
yılında Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Tübitak Bilim ve Toplum Proje Destek Programı 4003- Bilim
Merkezi Kurulması çağrısına başvurması ile başladı. 16 Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan yarışma sonucunda, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin
projesi “Tübitak Destekli İlk Bilim Merkezi” olma yolunda ilk adımlarını attı. Yaklaşık 100.000 m2 alan
üzerine inşa edilen Konya Bilim Merkezi; 26.248
m2’lik kapalı alanı, 6100 m2’lik sergi alanı ve 1000
m2’lik eğitim birimleri ile Türkiye’de ilk uluslararası
çaptaki özelliklere sahip bilim merkezidir. Konya
Bilim Merkezi size unutamayacağınız eğlenceli bilimsel deneyimler sunmak için, 26 Nisan 2014’de
büyük bir şenlikle kapılarını bilim gönüllülerine açmış bulunmaktadır.
Konya’da Bilim Merkezi kurulmasına dair proje
sözleşmesinin imzalanması ile başlayan süreçte, öncelikle 20.03.2009 tarihinde ‘‘Konya`da Kurulacak
Bilim Merkezine ait Proje ve İhale Dokümanlarının
Hazırlanmasına İlişkin Hizmet Alımı İşi‘‘ ihalesi yapıldı.
Fiyat dışı unsurlarla yapılan ihaleye 13 firma tasarım-
K
Mimar (Konya Bilim Merkezi Proje Yürütücüsü)
Konya Büyükşehir Belediyesi,
Emlak Yönetimi Dairesi Başkanlığı,
Kentsel Dönüşüm Şube Müdürü
ları ile katıldı. Bu ihale sonucunda A Proje’nin çalışması uygun bulunarak sözleşme imzalandı.
TÜBİTAK’la yapılan protokol gereği proje safhasından inşaatın tamamlanıp deney düzeneklerinin kurulması ve denetimi gibi işlemler TÜBİTAK
ile birlikte yürütüldü.
Yine bu kapsamda Konya’da kurulacak Bilim
Merkezine ait inşaat kontrollüğü/danışmanlık hizmet alım işi 19.02.2010 tarihinde ihale edilerek
çalışmalara başlandı. Tümaş Türk Mühendislik
Müşavirlik Ve Müteahhitlik A.Ş. tarafından inşaat
kontrollüğü tamamlanmış olup, sergi düzenekleri
takibi süreci halen devam etmektedir.
“Konya Bilim Merkezi İnşaatı“ ihalesi 10.08.2010
tarihinde yapılmış ve ihale sonucunda Komyapı & Atlas Adi Ortaklığı ile sözleşme imzalanarak
17.12.2010 tarihinde inşaata başlanmıştır.
Konya-Ankara karayolu üzerinde, havaalanının
karşısında bulunan Konya Bilim Merkezi; heybetli
ve farklı mimarisi ile sizi cezbedecek, uğramadan
geçemeyeceğiniz büyük bir komplekstir. Birbirine
köprülerle bağlanan Planetaryum, Ana Bina, Seyir ve Gözlem Kulesi olmak üzere 3 ayrı binadan
oluşan Konya Bilim Merkezi, size unutamayacağı-
PROJE/UYGULAMA
nız eğlenceli bilimsel deneyimler sunacaktır. Ana
binada sizi; sergi alanları, eğitim atölyeleri, kongre
salonları, kütüphaneler, hediye satış birimi ve kafeterya karşılayacaktır.
Bilim merkezi arazisi Ankara-Konya karayolu
üzerinde, Konya şehir merkezine 25 km uzaklıkta,
Selçuklu İlçesi, Ankara caddesi, Büyük Kayacık Mahallesi sınırları içinde, mülkiyeti Konya Organize
Sanayi Bölgesine ait 99.347 m2 büyüklüğünde;
28-S-1.4 pafta, 14436 ada ve 1 parselde olup, bu
arazi bilim merkezinin kurulması için Konya Büyükşehir Belediyesine tahsis edilmiş ve bu konudaki tüm yasal prosedürler tamamlanmıştır.
Hızlı tren hattı Ankara-Konya karayoluna paralel bir güzergâh izlemekte ve bilim merkezi arazisinin yer aldığı kavşakta ise hızlı trenin bir istasyonu
bulunmaktadır.
Arazinin yapılaşma koşulları, diğer bir deyişle imar planı koşullarına göre toplam inşaat alanı
değeri, şu anda hizmet veren bilim merkezi binası
toplam alanından büyüktür. Arazi bu anlamda bilim merkezinin daha sonraki gelişme alanlarını da
Resim 1. Konya Bilim Merkezi.
kapsamakla birlikte, bu aşamada tasarım, ekli ihtiyaç programında tanımlı yaklaşık 26.248 m2 kapalı
alana sahip bilim merkezi ve dış mekân aktiviteleri
dikkate alınarak, gelişme alanları lekeleri bırakılarak
tüm çevre düzenlemesi ile birlikte tamamlanmıştır.
Resim 2. Konya Bilim Merkezi Vaziyet Planı.
Resim 3. Konya Bilim Merkezi Giriş Cephesi.
53
PROJE/UYGULAMA
Resim 4. Konya Bilim Merkezi Ana Bina İç Mekan.
Resim 5. Konya Bilim Merkezi Girişi.
Resim 6. Konya Bilim Merkezi Zemin Kat.
Resim 8-10. Konya Bilim Merkezi Sergi Alanları.
Resim 7. Konya Bilim Merkezi Hediyelik Eşya Satış Birimi.
Tasarım Kriterleri ve Fonksiyonların Tanımı
Ulaşım/Erişim; Planlama aşamasında, ziyaretçilerin bireysel veya grup olarak bir program dahilinde otobüslerle bilim merkezine ulaşabilecekleri
düşünülmüştür. Bu nedenle dış mekan düzenlemelerinde belli bir organizasyon dahilinde grup
olarak bilim merkezini ziyaret edecek ziyaretçilerin
54
giriş ve otopark alanları ile diğer bireysel ziyaretçilerin giriş ve otopark alanları ayrı olarak düzenlenmiştir.
Giriş; Bina girişi görkemli, belki bilim merkezinin simgesini taşıyacak zengin bir mekân olarak
düşünülmüş, gelen ziyaretçileri ilk anda etkileyen
hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir özelliğe
sahip, ziyaretçilerin rahat dolaşımına imkân vermektedir. Bilet satış gişeleri, bekleme alanları, vestiyer ve/veya vestiyer dolapları(kilitlenebilir)/odaları,
resepsiyon-yönlendirme bankosu gibi fonksiyonları
içinde barındıran giriş kalabalık grup ziyaretçilerin
sıkışıklık olmadan bekleyebilecekleri, aynı zamanda
kutlama, resepsiyon, tören gibi faaliyetlerin yapılabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasına uygun bir mekan olarak da düzenlenmiştir.
Hediyelik Eşya Satış Birimi; Bilimsel oyuncaklar, deney setleri, kitaplar, bilim merkezini simgeleyen hediyelik eşyaların satıldığı bir mekân
olarak düşünülmüştür. Bu satış birimi, binanın
erişilmesi kolay bir yerinde olup, biletsiz olarak da
gezilebilmektedir.
PROJE/UYGULAMA
Sergi Alanları; Binaya yerleştirilecek sergilerin mekân gereksinimlerine ilişkin bilgiler ihtiyaç
programında verilmekle birlikte, bu sergilerin de
eskime, popülaritesini-cazibesini yitirme vb. sebeplerle ki bu sürenin 5-7 yıllar arasında olabileceği öngörülmektedir; değiştirilebileceği/yenilenebileceği düşünülerek, sergi alanları esnek ve
bölünebilir yapıda düşünülmüştür.
Sergi alanlarında yer alacak tüm sergiler etkileşimli (interaktif) özelliğe sahip olacak, ziyaretçiler anlatılan olguları dokunarak, oynayarak, deneyerek öğrenebileceklerdir. Bu anlamda sergi
alanlarının oldukça yoğun ve hareketli mekânlar
olacaktır.
Sergiler 7 ana tematik başlıktn oluşmaktadır.
Bunlar;
• Dünyamız sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 34 adet sergi
düzeneği bulunmaktadır. Sürekli Değişen
Dünya (Depremler, Dünyanın katmanları, Kıta
hareketleri, Volkanizma), Enerji kaynaklarımız
(Rüzgâr, Kömür, Su ve Güneş) ve Anadolu
Coğrafyası (Çevremizde yaşayan canlılar ve
bitki türleri) hakkında merak ettiğiniz her şeyi
burada görebilirsiniz.
• Vücudumuz sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 31 adet sergi düzeneği bulunmaktadır. Hayati Sistemler,
Hücreler (Vücudun yapı taşları, Genetik, Klinik) ve Biyomedikal Laboratuvar sizlere vücudumuz ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi bu sergi
galerisinde deneyimleme ortamı sunacaktır.
Sergi galerisinin temel amacı; katılımcıların,
insan vücudundaki sistemleri tanımaları ve
bu sistemlerde yer alan organların sağlıklı bir
şekilde hayatta kalmaları için yerine getirdikleri her birine özgü görevlere aşina olmalarını
sağlamaktır. Katılımcılar bu galeride vücutlarında hastalık risklerini azaltan, sağlıklı olmayı
sağlayan alışkanlıklar ve seçimler hakkında da
bilgi sahibi olurlar.
• Temel Adımlar sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 27 adet
sergi düzeneği bulunmaktadır. Matematikten
biyolojiye, fizikten kimyaya tüm temel bilimleri
keşfedebileceğiniz eğlenceli ve aynı zamanda
eğitici alanlar oluşturulmuştur. Sergi galerisinin temel amacı; katılımcının doğada meydana gelen olayları gözlemlemesini ve bunların
arkasındaki bilimsel ilkeleri anlamasını sağlamaktır.
• Bilimin Sultanları sergisi, dokuz ana temadan oluşmakta, bu dokuz ana temada toplam 55 deney düzeneği bulunmaktadır. Uçuş
Bölümü, Su Yükseltme Sistemleri Bölümü,
Eğlenceli Teknoloji Bölümü, Matematik- Sanat
ve Mimari Bölümü, Astronomi Bölümü, Tıp ve
Cerrahi Bölümü, Beytülhikme Bölümü, Optik
Bölümü, Muhteşem Kâşifler ve Keşifler Bölümü
ile müslüman âlimlerin; uçuş ilkelerini keşfettiği, görme kuramını tanıdığı, günümüzde
kullandığımız sayı sistemleri ile trigonometriyi
geliştirdiği ve nicel kimyada öncü rol oynadığı önemli bilimsel gelişmelerin yaşandığı altın
çağı deneyimleyerek yaşayacaksınız.
Ayrıca lobide yer alan • “Lazer” ve açık havada
bulunan, • “Osmanlı Güneş Saati, Yıldız Havuzu,
• Usturlap ve • Minia Selçuklu” sergileri ziyaretçileri ağırlamaya devam etmektedir. Bununla birlikte
7 tematik sergiden olan, “Evrenimiz, Ben ve Benim Dünyam, Konya’nın Dünü ve Bugünü, Yeni
ufuklar” sergileri zaman içinde sizi karşılayacaktır.
Eğitim Birimleri; Konya Bilim Merkezi Eğitim Alanı yaklaşık 1000 metrekarelik bir alandan
oluşmaktadır. TÜBİTAK tarafından KG Mimarlık’a
yaptırılan tasarım sürecinin tamamlanması ile
ihale sürecine geçilmiştir. Tasarımı ile Dünya’da
bir ilk olma özelliği taşıyan eğitim alanı; 7 ana
bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Fizik Laboratuvarı, Matematik ve Teknoloji Laboratuvarı,
Yaşam Laboratuvarı, Minik Mucitler Atölyesi,
Tasarım Atölyesi, Amfi-Gösteri, İnceleme-Gösteri
alanlarıdır. Bu alanda bulunan atölye ve laboratuvarların içinde bulunan teknik cihazlar ve fiziksel yapıları, uzman bir ekip tarafından Konya
Bilim Merkezi için özel olarak tasarlanmıştır. Klasik
eğitim ortamlarından farklı bir mimari yapısı olan
Eğitim Birimleri Yakın zamanda kendi yerinde aktif olarak hizmet verecektir. Bu alanlar; hücreden
atoma, makrodan mikroya her şeye keyifle dokunabileceğiniz, eğlenerek tasarımlar yapabileceğiniz alanlardır.
Resim 11. Konya Bilim Merkezi Sergi Alanları Mekanları.
55
PROJE/UYGULAMA
Resim 12. Konya Bilim Merkezi Restoran, Cafe, Sergi Alanları Mekânları.
İdari Birimler; Bilim merkezinin yönetim ve
işletimiyle ilgilenen birimlerdir. Bu birimler müdür,
müdür yardımcısı, sekreter, memurlar, temizlik elemanları vb birimleri kapsar.
Konferans salonları; Konferans salonlarının, gerek doğrudan bilim merkezindeki aktivitelere yönelik olarak ve gerekse de bilimsel- kültürel
amaçlı faaliyetler için dışarıdan kullanımlara açık
mekanlar olarak kullanılmaktadır.
Üyelik Sistemli Özel İlgi Laboratuvarı ve
Atölyesi; Kişilerin özel ilgileri doğrultusunda üyelik sistemiyle yararlanabilecekleri araştırmalarını ve
Resim 13. Konya Bilim Merkezi Zemin Kat Planı.
56
calışmalarını yapabilecekleri kapsamlı bir laboratuar ve atölye ile birlikte bunlarla ilişkili mekânlar
olacaktır.
Bilim Kütüphanesi ve Okuma salonları;
Öğretim ve araştırmalara ait literatür ve diğer değişik yayınları sunan bu bölüm daha çok dijital bir
kütüphane olarak düşünülüp, dijital bir veritabanı
ile binlerce bilimsel multimedya ürünü sunulabilir
bir alan olarak tasarlanmıştır.
Genel Mekânlar; Restoran ve cafe mekânları; bilim merkezine gelen ziyaretçilerin ziyaret
sırasında ara verme–dinlenme-ihtiyaç gidermek
amaçlı kullanılabileceği gibi, bilim merkezinin biletsiz ulaşılan bölümlerinden erişim sağlanarak gerektiğinde dışarıdan kullanıcıların da bu mekânları
kullanmalarına imkan tanınmaktadır.
Tıbbi müdahale mekanı, bebek bakım odası, ibadethane mekanları, özelliklerine uygun olarak bina
kompleksi içinde konumlandırılarak tasarlanmıştır.
Teknik üretim bakım ve kurulum atölyeleri;
bilim merkezine ait sergi malzemelerinin, gerektiğinde dışarıdan yardım almaksızın kendi bünyesi içinde onarılmasına, bakım görmesine olanak
sağlayacağı, yeni gelen sergilerin açılıp kurulabileceği ve tasarımı bilim merkezinde yapılan sergilerin üretiminin yapılabileceği mekânlardır.
Teknik Servisler - Depolar; Teknik servisler
binanın elektrik-mekanik işletmesi, ısıtma, havalandırma merkezi, jeneratör, trafo, pano odası,
malzeme deposu, bina operasyon ofisi+ dinlenme odası, rüzgar enerji santralı ve güneş panelleri
ile ilgili mekanlar olup, bu mekanlar gerektirdikleri
özelliklere uygun olarak bina kompleksi içinde konumlandırılarak tasarlanmıştır.
Lavabo, WC, Temizlik Odaları vb.; Binadaki tuvalet mekanları fonksiyonlar ve ziyaretçi/
kullanıcı yoğunluğu dikkate alınarak bina içinde
ve/veya dışında gerekli sayı ve sıklıkta tasarlanmıştır.
PROJE/UYGULAMA
Resim 14. Konya Bilim Merkezi 1. Kat Planı.
Resim 15. Konya Bilim Merkezi 1. Kat Planı.
Planetaryum
Planetaryum (gezegen evi), çeşitli gök cisimlerini ve onların uzay boşluğundaki hareketlerini bir
seyirci topluluğuna izletebilmek için özel olarak
tasarlanmış bir sinema salonu olarak tarif edilebilir.
Ancak, bu salonun yansı (projeksiyon) aracı klasik
bir sinema makinesinden çok daha karmaşıktır.
Tamamen astronomi amaçlı olarak tasarlanmış
opto-mekanik bir cihazdır ve salonun tam ortasına
konuşlandırılmıştır. Salonun perdesi ise yarım küre
biçimli bir kubbe-ekrandır. Kurgulanmış bir senaryo
çerçevesinde yansı aracının ürettiği astronomik görüntüler, karanlık salonun kubbesinin iç yüzeyine
yansıtılarak, koltuklarında oturan izleyicilere uzay
boşluğunda gezinti yaptıkları hissi verir. Planetaryumlar temel bilimler(fen) eğitimi bağlamında vazgeçilmez bir yeri olan astronomiye görsellik kazandırmak ve popülarize etmek adına ideal ortamlardır. Çünkü tasarlanmış farklı senaryoları tamamen
bilimsel temellere dayalıdır ve izlenen gök cisimlerinin gerçek doğasını yansıtacak şekilde kurgulanır.
Gözlem Kulesi
Kapalı sergi alanları içinde yer alacak uzay ve gökbilim ana teması altında ziyaretçilerin öğrendikleri
Resim 16. Planetaryum.
bilgilerin bir kısmını gözleyebilecekleri, tasarlanacak bilim merkezi yapısında görsel olarak en
yüksek noktayı oluşturacak, belki de yapı olarak
bilim merkezi için simgesel bir özellik taşıyabilecek
bir mekân olarak planlanmıştır. Gök cisimleri ve
olaylarının izleneceği bu mekânda açık ve kapalı
57
PROJE/UYGULAMA
Resim 17. Gözlem Kulesi.
mekânlar bulunmaktadır. Gözlem kulesi ve seyir
terası ile birlikte toplam 150 m2’lik bir alana sahiptir.
Binaya Ait Teknik Özellikler
Konya Bilim Merkezi; Ana Bina Planetaryum binası
ve Gözlem Evi binalarından oluşmaktadır. Binalar
iki adet çelik köprü ile birbirine bağlanmaktadır.
• Jeodezik kelime anlamı latince bir kelime olup
dünyayı bölen anlamına gelmektedir. Jeodezik
çizgileri kullanarak bir küre yüzeyine atanan noktaları birleştirme fikri yüzeyi üçgenlerden oluşan
jeodezik kubbelerin doğmasına sebep olmuştur.
Resim 18. Konya Bilim Merkezi Ana Bina, Çelik Köprü Bağlantılı Planetaryum ve Gözlem Kulesi.
58
KBM Türkiye’de bu sistemle yapılmış en büyük
projedir.
• Ana bina jeodezik kubbe yarıçapı 55 metredir.
110 metre açıklığı, iki boyutlu olarak üçgen karolajlarla mesnetsiz olarak geçilmiştir. Ana Bina Makası Üç boyutlu (uzay kafes) olarak tasarlanmıştır.
• Yapısal çelik sınıfı olarak S355JR (St52) Kalite çelik
kullanılmıştır.
• Çelik Birleşimleri Yüksek Mukavemetli (8.8 ve
10.9) bulonlu ve kaynaklı (imalat ve şantiye) birleşimlerle yapılmaktadır.
• Kaynak Özellikleri:
Örtü Tipi: Bazik
Akma Dayanımı:460 N/mm2
• Proje kapsamında;
ICOSA Çelik olarak 1300 ton çelik malzemesi,
6000 ton İnşaat Çeliği
65000 m3 beton malzemesi kullanılmıştır.
• Çatı Kaplama sisteminde, ısı köprüsünü engellemek amacıyla özel termal yalıtkan ayak, cephe kesitinde oluşacak yoğuşmayı engellemek amacıyla
lamide edilmiş keçe, bina estetiğinde kullanılmak
üzere son katman olarak Nano teknoloji özel Alüminyum Panel Kaplama kullanılmıştır.
• İkincil Çelik konstrüksiyon olarak 400 ton yapısal
çelik malzemesi kullanılmıştır.
• Çatı kaplamanın su izolasyonu Alman patentli
bemo sistem tarafından yapılmıştır.
• Ana Bina betonarme döşeme uzun açıklıkları rahat
geçmek amacıyla 1 m yüksekliğinde kaset döşeme
olarak tasarımı yapılmış olup, bina girişinde bulunan
üç adet blokta, çelik konstrüksiyon yerine montaj imalatında vinç ve montaj elemanlarını taşımak üzere 1,2
m yüksekliğinde özel kaset sistemi tercih edilmiştir.
• Ana Bina basınç halkasına ve giriş ICOSA
Sistem’e mesnet oluşturan iki adet mahmuzda
özel imalat donatı çeliği ve C45/55 kendiliğinden
yerleşen (Visko) beton kullanılmıştır.
• Bina temeline 1071 adet 25 m uzunluğunda 1
m çapında olmak üzere toplam 26775 m uzunluğunda kazık sistemi uygulanmıştır.
• Uygulanan kazık imalatında 500 doz kendiliğinden yerleşen (visko) beton ve 2500 ton inşaat
çeliği kullanılmıştır.
• Planetaryum binası, yarıçapı 10,81 m olan tam
küre formundadır.
• 43 m yüksekliğindeki Gözlem Evi Kayar kalıp sistemi ile imal edilmiştir.
• Projede yer alan İki Adet köprünün toplam ağırlığı 140 tondur.
• Bahçe sulama sisteminde yağmur suyundan
yararlanmak amacıyla iki adet 600m3’ lük su deposu inşaa edilmiştir.
• Proje genelinde bulunan peyzaj alanlarının
alt yapısında özel tünel tipi delikli drenaj boruları
kullanılmıştır.
PROJE/UYGULAMA
Resim 19-21. Konya Bilim Merkezi Strüktür ve Cephe- Çatı Kaplama Detayları.
• Bina çevresinde bulunan yürüme alanlarında toplam 27000 m2 kaplama malzemesi bulunmaktadır.
• Konya Bilim Merkezi cam cephe doğramasının
yarım daire alanın bir parçası güneş pilleri ile donatılarak STC standartlarına göre 11-12 kW güç
üretilmesi düşünülmüştür.
• Bina peyzajında yer alan güneş tarlası ile toplamda güneş pili sistemi ile 34 KW lık bir enerji
elde edilmesi düşünülmektedir.
• Bilim Merkezi bahçesine rüzgârgülü ile elektrik
elde etme sistemi konumlandırılacaktır.
• Ana Bina, Planetaryum ve köprülerde 665 adet
RGB Led’ler kullanılarak yapılacak dış aydınlatma
sistemi binaya görsellik kazandırılacaktır.
• Kış aylarında binanın açıkta bulunan kısımlarındaki yürüyüş alanlarında ve köprülerde kar-buz
engelleme sistemi kurularak konforun arttırılması
sağlanacaktır.
• Konya Bilim Merkezi Konya’da bu büyüklükte
ilk defa yeşil bina örneği olarak Konya’da yükseltmektedir. Konya’nın çehresini değiştirecek olan
bina özellikleriyle ilkleri barındırmaktadır.
• Bina mimari olarak özelliklerinin yanı sıra mekanik
sistemler olarak yeşil bina örneğini oluşturmaktadır.
• Yeşil bina LEED Sertifikasyonu özelliklerini sağlayan tasarımlar ve sistemler barındırmaktadır.
• Konya’da ilk defa su kaynaklı ısı pompa sistemleri kullanılmaktadır. Bu sistemde cihazlar düşük
sıcaklıkta yüksek verim sağlayarak enerji tasarrufu
sağlamaktadır. Sistem su ile iletilen enerjiyi havaya
aktararak binanın ısıtma, soğutma ve havalandırma ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Resim 22. Konya Bilim Merkezi Cephe Kaplaması ve Çelik Köprü Bağlantısı.
59
PROJE/UYGULAMA
Resim 23. Konya Bilim Merkezi Planetaryum ve Çelik Köprü Bağlantısı.
Resim 24. Konya Bilim Merkezi Gözlem Kulesi veÇelik Köprü Bağlantısı.
• Konya Bilim Merkezi’nde ısıtma sisteminin ana
kaynağı doğal gaz ile çalışan inverter teknolojisini içinde barındıran kondenzasyon kazanlarıyla
sağlanmaktadır. İnverter teknolojisi enerji tasarrufunun yanı sıra sistemin özelliklerini tam olarak
yansıtmasını sağlamaktadır.
• Binanın soğutma sisteminin ana kaynağı soğutma kuleleriyle sağlanmaktadır. Aksiyal fanlı soğutma kuleleri binanın ihtiyacı olan soğutulmuş su
kaynağıdır. Yapılmakta olan sistem düşük sıcaklık
değerleriyle enerji tasarrufu ve yüksek verim elde
edilmesini sağlamaktadır. Bu sistemi binanın yeşil
bina (LEED) özelliklerini tamamlayan unsurlardan
birisidir.
• Ayrıca binanın yangına karşı önleme konusunda ileri aşamalar bulunan sistemler mev60
cuttur. Yangın algılama ve önleme konusunda
bina yapısına uygun çözümler sunmaktadır.
Bina ana yapısı çelik çatı kapladığından dolayı
çeliklerin özelliklerin uygun olarak yangına karşı
dayanımlı boya kullanılmaktadır. Çeliğin yapısından kaynaklanan ısı iletimini önüne geçmek
ve engellemek için özel sprinkler sistemleri bulunmaktadır.
• Binanın yapısına uygun şekilde özel imalat hava
kanalları ile konfor şartlarını sağlayacak ısı yükü ve
soğutma yükleri taşınmaktadır. Bu sistemleri sağlayan SMACNA standartlarına göre uygulanan
hava kanalları konfor, rahatlık taze hava ihtiyaçlarını en iyi şekilde sağlamak için tasarlanmış ve
uygulanmaktadır.
• Konya Bilim Merkezi özellik olarak ilkler arasında bulunduğu için binanın işletim amacına
uygun olmasını sağlamak için Bina Yönetim
Sistemi (BYS) ile standartların üstünde donanım
sağlamaktadır. Bina Yönetim Sistemiyle tek noktadan binanın sistemsel olarak kontrolü sağlanmaktadır. Bu ziyaretçiler ve çalışanlar için konfor şartlarını en üst düzeyde tutmaktadır. Bina
Yönetim Sistemi dışında cihazlar kendi sistemleri
sayesinde kontrol, konfor ve optimizasyon sağlamaktadır. Bu durum binanın özelliklerine uygun
çözüm kolaylıkları sağlamaktadır. Binanın merkezi kontrolüne karşın kendi içinde yerel veya
bölgesel sistem çözümlerini de barındırmaktadır.
Isı pompalarının bulunduğu mahallerin konfor
sıcaklıklarını mahal içinden yönetmek de mümkün olacaktır. Mahal içinde konforu sağlamak
için kullanılacak termostatlar hem cihaz içindeki fanları hem de gelen olan akışkanın debisini
ayarlayacak şekilde dizayn edilmiştir.
• Konya Bilim Merkezi ziyaretçileri için hazırlanmıştır. İşletim aşamasında gelen ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeşil bina özelliklerini koruyan
ürünler bulunmaktadır. Bu ürünler insanların tabi
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik özellikler sağlamasına karşın kullanılan armatür ve yardımcı ürünleri
ihtiyacı en tasarruflu şekilde sağlayacak sistemler
kullanılmaktadır.
• Binanın enerji tasarrufuna uygun şekilde kullanılan pompa, brülör v.b ürünler yeşil bina özelliğini sağlayan inverter teknolojisini içinde barındırmaktadır. İnverter teknolojisi ihtiyaca göre enerji
ve istenilen enerjiyi en iyi şekilde sağlamak için
kullanılmaktadır.
• Bina özellikleri açısından görsel güzelliklere sahip gözlem kulesi konfor şartlarını sağlamaktadır.
Binanın ihtiyacını sağlamak için elektrikli yerden
ısıtma sistemleri kullanılmaktadır. Bu sistem konfor
şartlarını en uygun şekilde sağlayacak dizayn ve
ürünleri bünyesinde bulundurmaktadır. Elektrikli yerden ısıtma sistemi mahal içinden bağımsız
PROJE/UYGULAMA
kontrol edilebileceği gibi Bina Yönetim Sistemi tarafından da kontrol edilebilecek dizayn şartlarını
sağlamaktadır.
• Konya Bilim Merkezi kapalı alanları dışında gezilebilir dış hava sergi alanlarını da içinde barındırmaktadır. Bu alanların alt yapısı LEED sertifikasına
uygun olmakla birlikte Bina Yönetim Sistemi tarafından kontrol edilebilmektedir. Bu sistem sayesinden en verimli uygulama çözümlerini sağlanmaktadır.
Kaynaklar
• Resim 1,2,4,13,14,15,18: Konya Büyükşehir Belediyesi Arşivi
• Resim 25-35: Tasarım Ofisi A Proje
• Resim 3, 5-12,16-24 : Mimaran Yayın Kurulu
Resim 25. Bilim Merkezi Zemin Kat Planı.
Resim 26. Bilim Merkezi 1. Kat Planı.
Resim 27. Bilim Merkezi 2. Kat Planı.
Resim 28-31. Bilim Merkezi Kesitler.
Resim 32-35. Bilim Merkezi Görünüşler.
61
TEKNOLOJİ
KİNETİK MİMARLIKTA
CEPHEDE ORİGAMİ VE
AKILLI MALZEME KULLANIMI
62
Asena SOYLUK* - Pelin SARICIOĞLU**
Giriş
Kinetik mimarlık basit olarak binayı oluşturan yapısal parçaların statik bir yapının aksine yapının bütünselliğini bozmayacak bir fonksiyonellik kazanma amacıyla şekil ve konumlarını
değiştirecek şekilde tasarlanmasını kapsamaktadır.
Statik yapıların günümüzde mimaride esneklik olgusu, geçmiş yıllara oranla daha öne çıkan bir mimari doktrinidir [1]. Bu olgu çerçevesinde, mimari
tasarımın, mimarın hayal gücü ve meziyetleri tarafından fizik kuralları çerçevesinde tasarlanmasıyla,
teorik veya konseptsel olarak birçok proje ortaya
konulmuştur. Başlarda sadece teorik tasarımlardan söz edilmesiyle beraber, 1940’lı yıllara doğru
Buckminster gibi yenilikçi tasarımcılarla uygulamada da kinetik mimarlık görülmeye başlanmıştır.
Kinetik mimarlığın özellikle mekatronik biliminin gelişmesine paralel olarak yol aldığı söylenebilir. Bu noktada özellikle 20. yüzyılda, kontrol
sistemlerinin pnömatik ve elektrikli tahrik sistemlerinin fonksiyonel bir şekilde gelişmesiyle birlikte,
ortaçağda kale ve sur kapılarının indirilip kaldırılması gibi öncül kinematik mimarlık örneklerinden
günümüzün akıllı kontrol yönetimli dinamik cephe sistemlerine kadar uzun bir yol izlenmiştir. Her
ne kadar, kinetik mimarlık örnekler çok eskilere da-
1.
*
Öğr.Gör.Dr.,
Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
**
Arş.Gör.,
Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
yansa da, teknolojik olanaklarla beraber fütürizm
akımının da etkisi bu alanda yadsınamamaktadır.
1.1. Kinetik Mimarlık ve Mekanizma Kavramı
Kinetik mimarlık felsefesinde, temel olarak yapının
mobil yani yer değiştirebilir olması veya yapının
dönüşebilir yani bulunduğu yerde biçim değiştirebilir olması göz önüne alınmaktadır. Mobil
mimaride hareket, yapı kullanılmadan önce gerçekleşmektedir. Tasarlanan yapı mekânsal ihtiyacın olduğu yere taşınır, kullanılır ve ihtiyaç doğrultusunda yapı tekrar taşınır. Biçim değiştirebilir
mimari de ise kinetik kavramı yapının kullanımı
esnasında gerçekleşir ve mekan çok boyutlu olmaktadır [1]. Kinetik mimarlığı anlamada, mekanizma olgusunu anlamanın önemi büyüktür.
Mekanizma, kuvvet ve hareket iletimi için kullanılabilen rijit cisimlerin rijit mafsallarla birleştirildiği
sistemdir. Mekanizmada sistemi oluşturan uzuvlar
rijit yapıdadır. Bir mekanizmanın bir strüktürden
temel farkı hareket iletme özelliğidir. Diğer farklardan biri ise mekanizma en az 4 çubuktan oluşur ve hareketlidir; strüktür ise en az 3 çubuktan
oluşur ve hareketsizdir. Şekil 1’de tipik ve basit bir
mekanizmanın uygulanan dış kuvvet neticesinde
yer değiştirmesi görülmektedir.
TEKNOLOJİ
Şekil 1. Tipik bir mekanizma örneğinin kuvvet uygulanması
neticesinde şekil değiştirmesi.
Şekil 2. Santiago Calatrava metro girişinde kullanılan zemine
sabitlenmiş bir tasarım.
Yapıdaki kinetik mimarlık tasarımları tasarımcının hayal gücüne bağlı olarak farklı fonksiyonelliklerde ve şekillerde tasarlanabilir. Özellikle açılır
kapanır çatı sistemlerini tasarlamada, çok mafsallı
mekanizmalar zemine veya bir strüktüre sabitlenmektedir. Santiaga Calatrava’daki bir metro girişinde kullanılan tasarımda, mekanizmada bir çubuk hareketsiz kalmaktadır (Şekil 2).
Kinetik mimari ürün ve strüktür tasarlayabilmek
için mimarlık,makine mühendisliği ve inşaat mühendisliğinin kesişim noktasında disiplinler arası
bir çalışma gereklidir [2]. Kinetik mimarlık fikrinin
yapı dışındaki uygulamaları Hollandalı heykeltıraş
Theo Jansen’ın hareketli heykel tasarımlarında da
kendine yer bulmuştur. Tipik bir mekanizma çerçevesinde malzeme olarak bambu kullanılan tasarımlarda birbirine zıt konumlandırılmış iki adet
dört çubuğun kullanılmasıyla oluşturulan tasarımda, iki ayrı mekanizmanın üçüncü bir mekanizma
ile koordineli bir şekilde çalışması sağlanmaktadır.
Kinetik mimari ile ilgili kullanılan mekanizmalardan biri de Krank biyel mekanizmasıdır.Krank
biyel mekanizması, 4 çubuk mekanizmasının özel
biçimidir.Bu mekanizma 4 çubuk,üç döner ve bir
kayar mafsaldan oluşur. 1 numaralı çubuk zemin
iken 4 numaralı çubuk sonsuz uzunluktadır. Sonsuz uzunluktaki bu çubuk zemindeki A mafsalından döndürülürse B mafsalı bir daire üzerinde
hareket etmez, doğru üzerinde hareket eder.Bu
sebeple B noktasına konulacak kayar mafsal ile 4
numaralı çubuk ortadan kaldıralabilir [1].
1.2. Kinetik Mimarlık ve Cepheler
Kinetik mimarlığın kullanım alanlarından bir diğeri ise dış cephe sistemleridir. Dış cephe giydirme
sitemleri binaların dış cephelerinin farklı şekillerde
kaplanmasıyla, binalara estetik açıdan güzel bir
görünüm kazandırmakla beraber ev ve işyerlerinde ısı ve ses yalıtımı da sağlamakta ayrıca cephelerinin dış etmenlere karşı koruyuculuğunu arttırmaktadır. Eskiden sadece pencere düzenleri ve
akslarla karakterize edilen cepheler, günümüzde
kimi zaman tüm cephenin şeffaf olması gibi mo-
Şekil 3. Krank biyel mekanizması.
dern tasarımlarla oluşturulmaktadır. Bu noktada
artan bireysel ihtiyaçlar çerçevesinde rahatlık unsurunun sağlanması için değişen koşul ve ihtiyaçlara uyum sağlayan dinamik cephelerin tasarımı
yenilikçi mimarlık anlayışlarından biri olmuştur.
Özellikle son yıllarda enerji kaynaklarının tasarruflu bir şekilde kullanılmasını amaçlayan yeşil bina
konseptinin doğmasıyla beraber, kendi enerjisini
üretebilen, çevreye duyarlı binaların tasarımlarında dinamik mimarinin ürünleri kullanılmaktadır.
Temel olarak statik bir yapı olan bina kabuğunun,
iklim ve güneş koşullarına bağlı olarak hareket etmesiyle iç ve dış iklim arasında denge kurmakta,
iç ortam konforunu sağlamakta veya bu dengenin sağlanması için gerekli olan enerjide tasarruf
sağlayarak enerji verimliliğine katkı sağlamaktadır.
Yeşil bina çerçevesinde, bina kabuğunda yüksek performanslı akıllı camlar, güneş kontrol elemanları, fotovoltik piller, güneş panelleri vb. gibi
malzeme ve bileşenlerin kullanılarak binayı gereksiz ısı kazancı ve kaybına karşı koruyacak pasif
bir önlem alınmaktadır. Özellikle güneş enerjisine
bağlı bu sistemler, ısı kazanımı, ısı ve ışık kontrolü
ve elektrik üretimi olmak üzere 3 temel amaca yönelik sınıflandırılabilirler. Sadece binanın ısıtma-soğutma için eneri verimliliğinle ilgilenen ilk sisteme
nispeten, ısı ışık kontrol sistemleri iç ortamın aydınlatma düzeyi gibi optik özellikleri düzenlemeye
çalışmakla beraber güneş radyasyonunu kontrol
etmeyi kolaylaştıran kinetik yapı kabuklarıdır. Kinetik gölgeleme elemanlarından oluşan yapı kabuğunun diğerine göre kışın ortalama %35, yazın
ise %40-75 arasında değişen oranlarda enerji kazancı sağladığı görülmüştür [3].
Bu noktada güneşinin pozisyonunun stabil
olmadığı gerçeğine bağlı olarak, bina kabuğunun stabil bir şekilde tasarlanması yerine hareketli
bir cephe sistemi olarak tepki vermesi daha etkin
bir çözüm ortaya koyacaktır. Dinamik mimari çerçevesinde, teknolojik gelişmelerle beraber bilgisayar destekli bir karar verme otomasyonuna bağlı
sistemler bu tip çözümlerin tasarımında kullanım
potansiyeline sahiptirler. Abu Dhabi’de Aedas tarafından tasarlanan, inşası 2012 yılında tamamlanan
63
TEKNOLOJİ
Şekil 4. Al Bahar kulesi.
Şekil 5. Al Bahar kulesi ve kinetik yapı elemanı.
145 m yüksekliğindeki Al Bahar kulesi (Şekil 4) katlanarak hareket eden kinetik yapı kabuğu örneklerinden biridir. Yapı dış cephesinden 2m dışarıda
bağımsız bir çerçeve üzerinde yer alan ikincil kinetik
yüzey, fiberglass kaplamalı üçgen biçimli gölgeleme elemanlarından oluşmaktadır. Gereksiz ısı kazanımı ve parlamayı azaltacak, iç mekanda optimum
aydınlatma sağlayacak şekilde güneşin hareketi ve
geliş açısına göre kumanda edilmektedir (Şekil 5).
Bu teoremler tek tepeciğin katlanabilirliğinin
belirlenmesinde önemli fakat yeterli olmayan teoremlerdir; çünkü sadece yerel katlanabilirlik üzerine
yoğunlaşmışlardır. Bu teoremleri büyük ölçekte değerlendirmek için bütün kat yerlerini ve köşeleri katlama paterni içinde (değerlendirme) hesaplamalar
çok zor ve zaman alıcıdır. Bu teoremler origaminin
altında yatan sistemin matematiksel açılımın basit
teoremlere bağlı olmakla birlikte oldukça karmaşık
bir işleyişe sahip olduğunu göstermektedir [4, 6].
1.3. Origaminin Matematiği
Her ne kadar origami söz konusu olunca akla gelen ilk şey bu sistemin arkasındaki matematik olmasa
da matematiksel bakış açısı origaminin altında yatan
sistemi daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Son iki
asırdır origam’inin ilginç olan geometrisi bu bilimle
ilgilenenleri her zaman kendine çekmiştir. Bu insanlar daha çok iki boyutlu origami yapısı üzerinde
yoğunlaşmışlardır. Son yıllarda origami aksiyomları
ve mantığı klasik düz kenarlı tasarım düşüncesinin
yerine geçmeye başlamıştır. Origamistler son yıllarda origami paternlerinin katlanabilirliği üzerinde
çalışmaktadırlar. Origami tradisyonel olarak düz bir
kağıdın çeşitli şekillerde katlanmasıyla uygulanmaktadır. Matematiksel olarak origami sistemi sonsuz
incelikte ve esneyemez bir kağıdın sadece katlama
operasyonun kullanılmasıyla şekillere sokulmasıdır.
Diferansiyel geometri matematiğinin eğik yüzeylerin
lokal özelliklerini inceleyen matematiğin bir alt dalıdır. Bu noktada bir başka önemli konsept ise Gauss
eğimi adı verilen, yüzeye has bir özelliktir. Düz bir
parça kağıdın her noktası sıfır gauss eğimine sahiptir ve katlama sonucunda bu eğim korunmaktadır.
Bu noktada sıfır gauss eğimine sahip olan bir yüzey
basit olarak bir kürenin etrafını saramayacağı düşünülebilir.
Origami sistemindeki teoremlerden biri kawasaki-Justin’in ortaya attığı tek köşe kırışık patern sadece
n (kenar) sayısı çiftse ve tek açıların toplamı çift açıların toplamına eşit ise katlanabilmektedir. Maekawa
teoreminde ise düz katlanabilir tek tepelikli dağ-vadi
sistemli paternin, belirlenen açıların 01+02+…0n=2pi,
dağ çıkıntılarının sayısı (M) ve vadilerin sayısı (V) farkı
en fazla iki eksik veya fazla olabilir.
64
1.4. Origami ve Kinetik Mimarlık
Origami,basitçe kağıt katlama sanatı anlamındadır. Klasik origami ve parçalı origami olmak üzere
iki ayrı kategoride incelenmektedir. Klasik origami
genellikle tek parça olan bir kağıdın değişik açılarda katlanarak çeşitli figürlerin oluşturulmasında, parçalı origami birbirine benzeyen parçaların
birleştirilmesiyle üç boyutlu geometrik figürlerin
oluşturulmasında kullanılır.
Günümüz mimarisinde ve çeşitli mühendislik
dallarında, tarihi origami sanatından çokça esinlenildiği görülmektedir. Origami sanatının mühendislikte temel uygulaması birkaç ana başlık altında
incelenebilir. Fonksiyonel olmadıları zamanlarda
kompakt boyutlara indirilebilen konuşlandırılabilir
(deployable) yapıların tasarımında (güneş panelleri,
protatif sığınaklar) origami sanatından esinlenilmektedir. Origami sanatı malzemeyi değişik açılarda şekil
verdirerek malzemenin dış kuvetler etkisi altındaki
dayanımına katkı da sağlamaktadır. Özellikle araçların tampon ve çarpmaya müsait bölgelerindeki kıvrık malzemeler veya kargo kutu mukavvalarının bu
amaçla burulmuş olarak üretilmesi origami sanatıyla
paralellik göstermektedir.Aynı şekilde sandviç panel
üretiminde hafif çekirdek tasarımları ve yüksek mukavemeti birleştirmek amacıyla da geleneksel petek
çekirdeklere bir alternatif yaratılmaktadır. Bunun yanında, katlanır tabaka çatı sistemlerinin tasarlanması
malzemenin bükülme direncini arttırmakta ve geniş
açıklıkların kolayca geçilmesini sağlamaktadır.
Origami’nin katlanır paternleri mimarlıktaki görselliği tamamlamakta, aynı zamanda kullanılan malzemenin burkulma dayanımının artmasını sağlan-
TEKNOLOJİ
Şekil 6. Miuro-Ori Patterni örnekleri.
Şekil 7. Miuro-Ori Patterni örnekleri.
maktadır. Katlanır plakaların kullanıldığı çatılar oval
bir yüzey oluşturmak için elverişli olmaktadır. Düz
panellere gerekli eğimleri verebilmek, bükülme sırasında malzemede uzamalar ve içsel gerilmelerin
oluşması nedeniyle istenilen şekilde sağlanamamaktadır. Bu noktada katlanır yüzeylerin verimli bir şekilde kullanılmasıyla mimari eğimler yaklaşık bir şekilde
oluşturulabilmektedir. Mimarlık uygulamalarında
origami’nin kullanımı kimi zaman da malzeme seçiminden kaynaklanmaktadır. Ahşap paneller yenilenebilir bir yapı malzemesi olarak gelecekte daha
çok kullanılması beklenmekle beraber origami’nin
bu malzemenin daha etkin kullanımını sağlayacak
çalışmaları hızla devam etmektedir.
Origami’de kullanılan paternler, çok çeşitli olmakla birlikte herbiri fonksiyonellik olarak farklılıklar
taşımaktadır. Miuro-Ori paterni, origami kapsamındaki en basit ve klasikleşmiş katlama tiplerinden
biridir. Daha çok konuşlandırılabilir güneş panellerinde hafif çekirdek malzemesi olarak kullanılmaktadır. Pratikte birçok isimle anılmakla beraber en çok
kendisini ünlü eden japon mühendis Koryo Miuro
adıyla tanınmıştır. Bu geometri kavisli yüzeylere
benzer yüzeyler oluşturulmasında kullanılmaktadır.
Origami gelecekte kinematik yüzeylerin, çatıların oluşturulmasında ve portatif yapıların tasarlanmasında başarılı bir şekilde uygulanabilme potansiyeli taşımaktadır. Bu konu hakkında literatürde
sınırlı sayıda çalışma bulunmakla beraber gelecekte popüler olması beklenmektedir.
ortam şartlarına uyum gösteren’ yapı anlayışına
bırakmaktadır.
Bir malzemenin bu kategoriye dahil olabilmesi için; nitelik değişimi, enerji dönüşümü, tersinirlik
özelliklerini taşıması gereklidir.
1.5. Akıllı Malzemeler ve Kinetik Mimarlık
Akıllı malzemeler, dış uyaranlara - fiziksel (basınç,
sıcaklık, nem, ışık, elektrik alan, manyetik alan vb.),
kimyasal (pH, çözelti vb.) veya biyolojik - karşı niteliğini değiştirerek ve/veya enerji dönüşümü yaparak yanıt veren malzemelerdir [5]. Günümüzde
yirmiden fazla grup altında sınıflanan akıllı malzemelere örnek olarak –elektrik (piezoelektrik, termoelektrik vb.), –kromik (termokromik, fotokromik
vb.), –reolojik (manyeto-reolojik, elektroreolojik
vb.) malzemeler ve şekil bellek alaşımlar verilebilir. Akıllı malzeme yaklaşımı mimarlığa uygulandığında ‘ortam şartlarıyla mücadele eden’ yapı
anlayışı yerini ‘çevresel uyaranlara yanıt vererek
1.6. Mimaride Kullanılan Akıllı Malzemeler
a) Kromik Malzemeler: Elektrokromik, fotokromik,
halokromik gibi çeşitleri bulunan bu grup malzemeler dıştan gelen kimyasal ve fiziksel uyaranlara
karşı renk niteliklerinde oluşan tersinir değişiklikler
ile (kromizm) ile tepki gösteren malzemelerdir. Günümüzdeki “akıllı cam’’ kavramı tam olarak fotokromik ve termokromik malzeme çeşidine girmektedir.
b) Piezoelektrik Malzemeler: Dıştan gelen kuvvet karşısında kendi yüzeylerinde elektrik üretebilme
potansiyeli olabilen malzemelerdir. Genelde ticari
amaç ile üretilebilmektedirler. Örnek olarak, PZT
(kurşun zirkonat titanat), PVDF (poliviniliden florür),
polimer köpük PP verilebilir. Ayrıca tersinirlik özelliği
de kullanılmaya çalışılarak gürültü kontrolünde de
etkin olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.
c) Faz Değiştiren Malzemeler: Uyaranlara karşı
katı, sıvı, gaz olarak birbirine dönüşebilen malzemelerdir. Enerji depolayabilmektedirler ve pasif iklimlendirmede aktif olarak kullanılmaktadırlar. Polimer
mikrokapsüllenmiş parafin mumu esaslı bir FDM
micronal adı ile piyasaya sunulmuştur. FDM kullanılarak akıllı cepheler de geliştirilmektedir. İçindeki
özel tabakalar sayesinde tam bir termostat görevi
görmekte güneş ışığının gelme açısına göre (+/- 40
derece) konumunu değiştirebilmektedir. Bu şekilde
güneş ışığını maksimum düzeyde emebilmektedir.
d) Adezyon Değiştiren Malzemeler: Işık,sıcaklık
elektrik alan vb. uyaran etkisiyle katı, sıvı veya gaz
bileşenlerinin atom veya molekülleri arasındaki
adezyonu değiştiren malzemelerdir [5]. Bu malzemeler arasından titanyum dioksit emme özelliği ile
(bir dizi kimyasal tepkimeler aracılığı ile) ışık vasıtasıyla kendi kendini temizleyebilmektedir. Aynı zamanda “buğu yapmama’’ özelliğine de sahiptirler.
e) Şekil-Bellek Alaşımları: Şekli tamamen değiştikten (plastik değişim) sonra gerekli sıcaklık müdahalesi ile eski halini alabilen malzemelerdir. Örneğin
yapı cephesinde güneş kırıcıların ŞBA ile yapılması
65
TEKNOLOJİ
durumunda bu elemanlar, güneş-dolayısıyla sıcaklık durumuna yanıt vererek güneş kontrol işlevlerini
gerçekleştireceklerdir [5].
f) Diğer Akıllı Malzemeler: Fotovoltaik güneş panelleri, Led ekranlar akıllı ve yarı akıllı malzeme kökenli malzemelerdir. Bunlar dışında dış ve iç ortamdaki ısı farkını enerji dönüşümü yaparak enerji üreten malzemeler, MR manyeto-reolojik malzemeler
ve benzeri pek çoklarını saymak mümkündür.
2. Yöntem
Vektörel tabanlı yazılım çizim programı olan autocad programında öneri model hazırlanmıştır.
X ve Y düzleminde çalışan çizim programında iki
boyutlu çizim aşaması (plan, şematik çizimler) tamamlanmış, sketch up üç boyutlu çizim programında ise üç boyutlu olarak çizim ikinci boyuttan
üçüncü boyuta taşınmıştır.
3. Alan Çalışması:
Kinetik ve Origamik Bir Cephe Önerisi
Klasik Miura-Ori deseninden açılar ile oynayarak
pek çok varyasyon üretilebilmektedir. Açılar ve
uzunluklar ile oynayarak klasik desen üzerinden
türetebileceğimiz desende origami matematiğinin temel 2 terimi vardır: dağ (mountain) denilen
yukarı katlama y yönü ve vadi (valley) denilen aşağı doğru katlama –y yönüdür.
Şekil 8. Miuro-Ori deseni plan hali ve katlama biçimi.
Sistem Açıklaması:
Şekil 9. Sistem Planı (şematik ölçeksiz).
Şekil 9’da gösterildiği gibi x düzlemindeki A
mesneti sabit alınarak B ve C mesnetleri kayar
mesnet olarak ok yönlerinde –y ve +y düzlemlerinde hareket etmektedirler. Klasik Miuro-Ori
deseninin açıları 60 ar dereceye çevrilmiş olup,
IABI=IBCI=IACI dir. Bu durumda sistemdeki yaprakçıklar açılır kapanırdır kinematik olarak güneş kontrolü yapmaktadırlar ve şematik olarak gösterimi
Şekil 10.dur. Sistemde BC aksı üzerinde raylı profil
olduğu düşünülerek IABI ve IBCI uzunluğundaki
yapraklar BC aksında kayarak kapanmaktadırlar.
Şekil 11’de gösterilmek istenen ok işaretinden
önce sistemin kapalı hali iken; Şekil 10’daki gibi ok
yönlerinde 30’ar derece kapandıktan sonraki hali
Şekil 11’deki ok işaretinden sonraki halidir. Perspektif çizimlerden açık ve kapalı halini görebildiğimiz
sistemde, yapraklar 30 ar derece kapanarak orta66
Şekil 10. Sistemin Üç Boyutlu hali
ve Yaprakların Açılıp-Kapanma
Yönleri (Şematik Gösterim).
Şekil 11. Sitemin Kapalı Hali ve Sistemin Açık Hali.
daki A mafsallarında birleşiyorlar. Sistemde 2 alt 2
üstte olmak üzere 4 adet hareketli mafsal vardır.
Sistemde amaç, güneş ışığının gelme açısına
göre yaprakların açılıp kapanması ve ışık kontrolünü sağlamaktır. Sistemdeki elemanların akıllı metaryellerden faz değiştiren malzeme ile kaplı olabileceği düşünülmektedir. Bu sayede malzeme
özelliğinden dolayı termostat görevinde olarak ve
özellikle yapılarda gölgeleme maksatlı kullanıldığında enerji kazanımı sağlayabilecektir.
4. Sonuç ve Öneriler
Son yıllarda kinetik mimarlığın uygulanabilirliği teknolojik gelişmeler ışığında oldukça artmış ve statik bir
yapı kabuğu yerine çevre ile etkileşimli bir yapının
ortaya konması için çalışmalar hız kazanmıştır. Kinetik mimarlığın gelişmesiyle fonksiyonel olduğu kadar
estetik dış cephelerinin oluşması da sağlanmıştır.
Kinetik mimarlık tasarımlarında origami sanatının
kullanılmasıyla estetik ve fonksiyonelliğin bir arada
kullanılması daha kolay olmuştur. Origami ile birlikte
kinetik mimarlıkta akıllı malzemelerin kullanılmasıyla
beraber gelişen teknolojik gelişmeler ışığında gelecekte bina cephelerinin çevreye uyum sağlayan dinamik sistemler şeklinde tasarlanması beklenmelidir.
Bu bağlamda kinetik mekanizmaya sahip, origami desenlerinden esinlenilerek tasarlanmış ve
akıllı malzeme kullanılması önerilmiş çalışmanın
hem işlevsel hem de estetik bir öneri olduğu düşünülerek bundan sonraki çalışmalara öncü ve
yararlı olabileceği düşünülmüştür.
Kaynaklar
[1]. Korkmaz K., Kinetik Mimarlık Uzerine, Arredamento Mimarlik, 2009/3, p:64.
[2]. Akgün Y.,’’Mekanizma Sentezi Yöntemleri İle Kinetik Strüktür Tasarımı’’, Mimarlıkta Taşıyıcı Sistemler Sempozyumu, İstanbul,179-186,24-26 Kasım 2011.
[3]. Güncü Arzu, Kurnuç Aslıhan, Güneş Enerjisine Dayalı
Yenilikçi Kinetik Yapı Kabuğu Uygulamaları, 1st International
Symposium On Innovative Technologies In Engineering And
Science, Sakarya, 2013,p:1-10.
[4]. Schenk Mark., Origami in Engineering and Architecture,
An art and science spanning Mathematics, Engineering and
Architecure, 2011, p:3.
[5]. Orhon Ahmet Vefa, Akıllı Malzemelerin Mimarlıkta Kullanımı, Ege Mimarlık, 2012/3 82, p:18-20.
[6]. www.markschenk.com. Erişim:10 Haziran 2015
EĞİTİM
MİMARLIK EĞİTİMİNDE BİR ARAÇ:
9 KARE GRİD UYGULAMASI
Ali Naci ÖZYALVAÇ* - H. Derya ARSLAN** - Fatih SEMERCİ***
kare grid (9kareG) yöntemi, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümünde 2014-2015 eğitim öğretim yılı
güz yarıyılında yürütülmekte olan Mimari Tasarım
I dersinde Yrd. Doç. Dr. Yavuz Arat, Yrd. Doç. Dr.
H. Derya Arslan, Yrd. Doç. Dr. Fatih Semerci ve
Öğr. Gör. Ali Naci Özyalvaç tarafından uygulanmış ve oldukça verimli sonuçlara ulaşılmıştır. Bu
çalışmada, 9kareG yönteminin doğuşu, amaçları,
uygulama örneklerinden bahsedilmiş ve ardından N.E.Ü. Mimarlık Bölümü tarafından 1. Sınıf
öğrencilerine uygulanan örnek çalışmalara yer
verilmiştir.
9
9 Kare Grid problemi nedir?
Mimarlık eğitiminde çok yönlü bir tasarım etkinliği olarak kullanılan 9 kare grid tasarım problemi, ilk olarak John Hejduk tarafından geliştirilmiş
ve ilk defa 1954 yılında Austin, Teksas Mimarlık
Okulu’nda uygulanmıştır. Mimarlık eğitimi tarihinde, mimari diyagramlar arasında eğitim alanında
en etkin olanı olarak kabul edilmektedir (1). Eğitim faaliyetinin dışında, 9KareG yöntemi ile Teksas Evleri olarak bilinen bir dizi proje ve 7 tane
ev tasarlanmıştır. Benzer bir şekilde, Peter Eisenman tarafından tasarlanan 11 ev için, alternatif-
lerin üretildiği bir diyagram olarak kullanılmıştır
(2). Hejduk’un kendi düşüncesine göre 9KareG
problemi, “pedegojik bir problem”dir ve mimarlığın başlangıcında kullanılabilecek etkin bir öğretme aracıdır. Mimarlık eleştirmeni Somol, 9KareG
probleminin bir eğitim aracı olarak ortaya çıktığını
ve zaman içerisinde karşıt ikililer (merkez-çevre, içdış, boş-dolu, nokta-yüzey) arasındaki ilişki üzerine
kurulmuş mimari bir dil halini aldığını belirtir (3).
Çalışmanın mimariye başlangıç olarak temel
kavramları barındırması, soyut düşüncenin somut
olarak ifade edilebilmesi ile birlikte farklı mimari
mekânların tasarımsal kurgusunun sağlanabilmesi, mimarlığın temel eğitimi için uygun görülmektedir. Bu noktadan hareketle N.E.Ü. Mimarlık
Bölümü’nde MT I stüdyosunda ilk defa uygulanmıştır.
9 kare grid çalışmasının avantajları nelerdir?
Mimarlık eğitimine yeni başlayan öğrenciler açısından yaşanan en temel zorluk, daha önce hayatlarında tecrübe etmedikleri bir dizi problem
ile aynı anda karşılaşıyor olmalarından kaynaklanır. Mimarlık eğitimine yeni başlayan öğrenciler
açısından yaşanan en temel zorluk, daha önce
hayatlarında tecrübe etmedikleri bir dizi problem
* Öğr. Gör.,
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü
** Yrd. Doç. Dr.,
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü
*** Yrd. Doç. Dr.,
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü
67
EĞİTİM
ile aynı anda karşılaşıyor olmalarından kaynaklanır. Üniversite çağına gelene kadar alışık oldukları
okul ve ders kavramları mimarlık bölümünde çok
da geçerli sayılmaz. Ayrıca üniversite ortamının
sağladığı özgürlük ile beraber artan kişisel sorumluluklar ile de baş etmek gerekmektedir. Bu sayılanlar pedagojik anlamda stüdyo dersine başlama aşamasındaki genç mimar adaylarının içinde
bulunduğu durumu kısaca özetler niteliktedir. Asıl
sorun ise tasarım dersleri eğitimi konusuna nasıl
giriş yapılacağı hususunda belirir.
Fiziksel çevrede herhangi bir yapısal unsurun
eklenmesi ile aynı anda ortaya çıkan tüm teknik,
sanatsal ve işlevsel problem başlıkları, daha bu
konuları gündeme getirmeye fırsat bulamadan
stüdyo yöneticisinin bir adım önünden gider
ve kendiliğinden gündem olurlar. Öğrencilerin
daha en temel ifade teknikleri ve ders işleyişi gibi
konularda alışkanlık kazanmaları için gereken
süre içinde bir yandan da yapısal unsurlardan,
işlevsel gerekliliklerden, ergonomiden, ölçekten,
bağlamdan, temel tasarım başlıklarından bahsedilmekte, kısacası dört koldan farklı birçok konuda
düzenlenmemiş ve kontrolsüz bir bilgi aktarımı da
başlamış olmaktadır. 9 kare grid tasarım probleminin avantajı bu noktada başlamaktadır. Öncelikle
sınırlandırılmış bir uzay verilmekte, mimarlık alfabesinin temel elemanları olan mekânsal özellikleri
deneyimlemek için boş bir tuval sunulmaktadır.
Yapılan önerilerde öğrencilerden özellikle işlevsel açıklamalar yapmamaları istenerek yapılan
kurgunun mekân kompozisyonu olarak ifade edilmesine çalışılır. Önerinin sözlü ifade edilmesinde
yapısal elemanlar ve bileşenler yerine özellikle
geometrik ve soyut ifadeler desteklenmektedir.
Örneğin geçiş mekânları, merkezi mekânlar, buluşma mekânları, çevreleyen mekânlar, özelleşmiş
mekânlar, açıklıklar, sınırlayıcılar, düşey ve yatay
elemanlar gibi ifadeler ile yapının işlevinden bağımsız, yapısal elemanların seçimi ve doğru isimlendirilmesi gibi sorunları gündeme getirmeyen
bir yol izlenmektedir. Bina bilgisi ve yapı elemanları gibi dersler ile tanışmamış öğrenciler açısından bu sayede önceki zihinsel yüklerini meslek
eğitiminin başlangıcında terk etmeleri ve temiz bir
başlangıç yapmaları da beklenmektedir. Öneriler
ikinci aşamada bazı dönüşüm kuralları ile hareket
eden sınırlayıcılar sayesinde ikinci bir forma geçiş
yapmakta, bu sayede aynı uzay parçası içinde
farklı mekânsal kompozisyonların mümkün olduğu fikri vurgulanmaktadır. Yine burada öğrencilerde kendiliğinden bir bilinç ile mekân kalitesini
ortaya çıkaran unsurların mekâna sonradan eklenen elemanlardan öte o mekânın yeri ve diğer
mekânlar ile ilişkisinden doğan bir nitelik olduğu
yönünde farkındalık oluşması hedeflenir.
68
Son aşamada mekânsal ilişkileri sözlü ifade
edebilen ve bunları kâğıt üzerinde de plan, perspektif gibi yöntemler ile ortaya koyabilen öğrencilere basit bir işlev verilerek ölçek ve ergonomi
konuları da anlatıldıktan sonra tasarım problemini
çözmeleri beklenmektedir. İlk aşamalarda başarılı
olmuş öğrencilerin diğer emsallerine nazaran bu
tasarım probleminde konuya yaklaşımları farklılaşmakta, tasarıma tümel bir heykel kompozisyonu
olarak bakabilme becerileri ve kendilerini eleştirerek yeni öneriler üretebilme kapasitelerinde
önemli artış gözlenmektedir.
N.E.Ü. Mimarlık Bölümü Mimari Tasarım
I Dersi Uygulaması
Çalışmanın ilk aşamasında belirli bir program ve
bağlam verilmeyerek mekânların kavramsallaştırılıp, bu kavramsal mekânların mimari elemanlar
ile fiziksel olarak tanımlanması istenmiştir. Böylece
gridal sistem içinde mekân alternatiflerinin düşünüldüğü senaryolar oluşturulmuş ve yorumlanmıştır. Bu çalışma için öğrencilerden 40 cm x 40
cm boyutlarında kesilmiş ve içerisinde 3x3’lük düzende 10 cm x 10 cm’lik 9 kare çizilmiştir.10 cm x
10 cm ve 5 cm x 10 cm boyutlarında elemanların
sınırlı sayıda kullanımı ile mekânların oluşturulması
istenmiştir.
Çalışmada, öğrencilere
• İlişkisel düşünme yetisini,
• Plastik kompozisyon becerisini,
• Mimarlığın çerçeve, kolon, kiriş, panel, merkez, çeper, alan, kenar, çizgi, düzlem, hacim,
uzantı, sıkışma, tansiyon, kesilme gibi temel
kavramlarını keşfedebilmesini,
• Kimlik, anlam, kültür vb. kısıtlamalardan sıyrılıp, saf geometri ve biçimler arası ilişkileri araştırma becerilerini kazandırmak amaçlanmıştır.
Çalışma iki aşamalı olarak uygulanmıştır. İlk
aşamada amaç öğrencilerin mekân düzenlenmesine ilişkin stratejiler geliştirmesi ve bunları sözlü
ve çizim teknikleri ile ifade etmesidir. Çalışmanın
ikinci aşamasında parçalar setini kullanarak ve
verilen değişim kuralları çerçevesinde mekânsal
kurguyu dönüştüren bir değişim kurgulaması ve
alanın tümünü kapsayan bir dolaşım tasarlanması
istenmiştir. Sonuç ürünlerin değerlendirilmesinde
mekânların birbirleri ile ilişkisi ön planda tutulmuş,
oluşturulan kurguların yorumlanması yürütücü
önderliğinde öğrenci ile birlikte yapılmıştır.
Çalışmanın 2. aşaması için dönüşüm kuralları
şu şekilde verilmiştir;
1. Seçeceğiniz bir nesne türünden istediğiniz
elemanlara uygulamak üzere en fazla bir kare
ızgara çizgilerine paralel hareket,
2. Seçeceğiniz bir nesne türünden istediğiniz elemanlara uygulamak üzere 90 derecelik döndürme.
EĞİTİM
Baturalp Elmas.
Baturalp Elmas.
Ayşenur Köksal.
Büşra Akkese.
Şekil 1. Çalışmanın ilk aşamasına ilişkin mekansal kurguları gösteren örnek öğrenci çalışmaları.
69
EĞİTİM
Duygu Öney.
Elif Özdemir.
Burhan Akbalık.
Yıldız Kunter.
Şekil 2. Çalışmanın son aşamasında işleve yönelik mekân tasarımı olarak verilen fuar standına ilişkin örnek öğrenci çalışmaları.
Burada hedeflenen öğrencinin soyut kurgusunu somut olarak ortaya koymasına yardımcı olmaktır. Bunun yanı sıra tasarlama sürecinde ortaya
çıkacak mimari kavramları deneyimlemesi de bu
çalışmanın bir parçasıdır. Çalışmanın ilk aşamasına
ilişkin kurgulanan mekânsal ilişkileri gösteren örnek
öğrenci çalışmalarına aşağıda yer verilmiştir (Şekil 1).
Çalışmanın bu bölümünde merkez-çevre kavram ikilisine paralel olarak, ana mekânlar ve bu
mekânlara servis veren alt (servis) mekânlar gelişmiştir. Bu mekânların, mimari bir varlık kazanma
ve birbirleri ile (gerek fiziksel gerekse görsel olarak)
ilişkilendirilme sürecinde, mimari elemanların nasıl
ele alınıp biçimleneceği konusu önemlidir. Süreç
içinde ana mekân alt mekânlar tartışması ilerledikçe, bu mekânların kendi içinde ayrıştırılması konusu gündeme gelmiştir. Bu durum, yeni kavramların gelişmesine ve bu kavramların nasıl mekâna
yansıtılacağı tartışmasına ortam hazırlamıştır.
Çalışmanın 3. ve son aşamasında problem
belirli bir işleve yönelik mekânların tasarımı olarak
belirlenmiş ve tema olarak fuar standı seçilmiştir.
Seçilen konunun avantajları stant tasarımının yapının heykelini ön plana çıkartırken işlev açısından tasarımcıya esneklik sağlaması yanında korunaklı bir
mekânın içinde yer alması ile çevresel etkileri asgari
düzeyde tutmaya imkân vermesi olarak belirmektedir. Aynı zemin ölçüleri içinde aynı gridal sistemi
göz önünde bulundurarak tasarımlar yapılması
70
istenilmiştir. Ortaya çıkan sonuçlar öğrencilerin
mekân organizasyonu açısından ilk kez kullanmakta oldukları mimari terminoloji ile güncel bir tasarım problemine dâhil olduklarını, tasarım eğitiminin
gerektirdiği kurallı ve tanımlı bir kurgu yaparken
kişisel deneyimleri ve ilgilerini de yansıtan mimari
çözümlere ulaştıklarını ortaya koymaktadır. Çalışmanın son aşamasında işleve yönelik mekân tasarımı olarak verilen fuar standına ilişkin örnek öğrenci
çalışmalarına aşağıda yer verilmiştir (Şekil 2).
Sonuç olarak 9KareG bir tasarım alanı değil,
bir tasarım süreci tariflemekte ve bu çalışmanın da
gösterdiği gibi çağrıştırdığı kısıtlamaların aksine
zengin açılımlar sunmaktadır.
Mimarlık eğitim sürecinde uygulanan 9KareG
uygulaması ile mekân-yapı-form ilişkisinin kavramsal ve somut sonuçlarının deneyimlenmesi sağlanmış, öğrencide mimari problemin çözümüne
yönelik genel bir bilinç oluşturulmuştur. 9KareG
yöntemi, mimarlık eğitiminin ilk yıllarında mimarlığa ilişkin kavramların öğrenilmesinde ve zihinde
canlanan ifadenin biçimlenmesinde oldukça etkin
ve stratejik bir yöntemdir.
Kaynaklar
• Alexander Caragonne, Texas Rangers: Notes From an Architectural Underground, 1995, The MIT Press.
• Peter Eisenman, Diagram Diaries, 1999, Universe Publishing: N.Y.
• John Hejduk, Education of an Architect, 1971.
RESTORASYON
KONYA BEDESTEN ÇARŞISI
SAĞLIKLAŞTIRMA PROJESİ
M. Argun KOCADAĞİSTAN
onya Bedesten Çarşısı Sağıklaştırma Proje
ihalesi, Danışmanlık Hizmet Alımı yönetmeliğine göre, Ulusal nitelikte, iki aşamalı
olarak yapılmıştır.İlk aşama sonucunda yeterlilik
alan üç firma, teknik ve mali tekliflerini vermişler, yapılan değerlendirme sonucunda, «Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi» İşi ihalesi Ceray Mimarlık
Restorasyon Firması olarak tarafımıza kalmıştır.
K
Proje alanının tanıtımı
Konya, Meram ve Karatay İlçelerinde, Bedesten
Çarşısı, Kapı Camii civarı, Kunduracılar içi ve civarı,
Türbe Caddesi ve civarında, Tarihi Kent Merkezi
Koruma Amaçlı İmar Planında “Özel Proje Alanı 1“
olarak belirlenmiş, yaklaşık 94.000 m2 alanı kapsamaktadır.
Projenin konusu
I.İmar planı karaları doğrultusunda alana ilişkin
üst örtünün tasarlanması,
II.Vitrin ve cephe düzenlemeleri,
III.Kent mobilyalarının tasarlanması,
IV.Alanın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere sağlıklı yaşanabilir, ergonomik, sürdürülebilir ve
estetik bir çevre elde edilmesi, alanın doğal ve
kültürel özellikleri göz önüne alınarak ekono-
mik ve uygulanması, bakım ve temizliği kolay
mekanlar yaratan bir tasarım için ön proje ve
uygulama projelerinin hazırlanmasını kapsamaktadır.
Proje Tasarım İlkeleri
Projeler, 2863 ve 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Yönetmelikleri ve Yüksek
Kurul İlke kararları ile Koruma Kurulu kararları ve
ilgili tüm mevzuata uygun olarak ve yürürlükte
olan uygulama plan kararları doğrultusunda hazırlanmıştır. Projeler; yasal, yönetsel, ekonomik ve
teknik yönlerden uygulanabilir ve uygulama sürecinde yer alan eylemlerin tasarım ve programlanmasını içermektedir.
Konya bedesten sağlıklaştırma projesinde yapılacak tasarımlarda ekolojik dengenin korunması
ve sürdürülmesi hedeflenmiştir. Çevre ve yörenin
doğal, kültürel, mimari, tarihi, ekonomik, estetik,
görsel değerlerini ve özgün kimliğini koruyarak
ön plana çıkaran bir projelendirme anlayışıyla
hareket edilmiştir. Projelendirme sürecinde doğal
çevreye (iklim, toprak, su, doğal yapı, flora, fauna
vb.) ilişkin faktörler belirlenerek, yapılanmış çevre
(yapılar, binalar, kültürel varlıklar, vb.) ve sosyal
(yaşam, çalışma, dinlenme olanakları, vb.) çevre
Mimar
71
RESTORASYON
üzerindeki etkileri ve birbirleri arasındaki etkileşimleri saptanmıştır ve bu verilere dayanarak koruma
kullanma dengesi sağlanmıştır. Projelendirme sürecinde çevreye uyumlu tasarımlarla çevre kalitesini yükseltmek amaçlanmıştır. Proje alanında yer
alan mevcut yapıların öncelikle sağlıklaştırılarak
kullanma olanakları araştırılmıştır.
Bedestendeki kullanıcı profili belirlenerek, kullanıcılara göre tasarım yapılmış, ayrıca engelli,
çocuk, yaşlı, vb. dezavantajlı kullanıcıların gereksinimlerine yönelik düzenlemelere yer verilmiştir.
Açık mekan, meydan, bahçe, avlu ve yaya
yollarının, düzenlemelerinde; geleneksel, yöresel,
tarihi, kültürel, doğal nitelikleri ve çevresindeki
alanlar ile işlevsel bütünlüğü korunarak çağdaş
kullanımlara ve peyzaj düzenlemelerine olanak
verilerek, geleneksek mimari dokunun gelişmesinin sağlanması amaçlanmıştır.
Sağlıklaştırma projesi ile proje alanının ulaşılabilirliği arttırılırken ulaşım ve dolaşım sistemini doğal çevre ve geleneksel/yapılaşmış dokuya zarar
vermeden, ana yaya ve taşıt ulaşımı olabildiğince
ayrıştırılmış ve servis olanakları sağlanmış biçimde,
çağdaş yaklaşımlarla çözümlenmiştir. Proje alanı
ile kent bütünü veya çevresi arasında yaya ve taşıt
ulaşımında, işlevsel, mekansal, vb. olarak bütünlük ve süreklilik sağlanmıştır.
Açık ve kapalı mekanlarda gerekli doğal ve
yapay aydınlık seviyesi ve iklime uygunluk yönünden optimum koşullar sağlanması amaçlanmıştır.
Elektrik ve telefon direklerinin, reklam panolarının,
altyapı hatlarının ve benzerlerinin yaratacağı karmaşıklığın giderilmesi yönünde düzenlemelere
gidilmiştir.
Proje kapsamında;
• Alanın üst örtü tasarımı, alan içerisinde yer
alan hanların sosyal aktivitelere uygun olarak
restore edilmesi, tüm yapıların sokağa bakan
cepheleri, avlu-bahçe duvarları, sokak dokusunu tanımlayan öğelerin rölöve, restitüsyon,
restorasyon, kentsel tasarım ve ilgili mühendislik dallarındaki projeleri, altyapı hatlarını, zemin kaplamalarını bunlara ait detay ve yapım
şekillerini gösterir projeler ile PİD hizmetleri
gerçekleştirilmiştir.
• Sokak Sağlıklaştırma Projeleri kapsamındaki
Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve P.İ.D. Hizmetlerinde yapının sokağa bakan cephesine
ait proje hizmetleri yapılmıştır.
• Yapının iç mekanlarına ait ayrıntılı proje (cepheye yansıyan mekanlar hariç) hizmetleri ve
keşif çalışmaları yapılmamıştır.
• Rölöve çalışmalarının aynı zamanda bir envanterleme (belgeleme) çalışması olduğu dikkate
alınarak rölöve hizmetleri alanda yer alan yapıların tamamında yapılmıştır.
72
Proje Alanının Mevcut Fiziki Durum
Değerlendirmesi:
Günümüze kadar alanda yapılan proje çalışmaları
ve önemli müdahale kararları 5 plan dönemine
ayrılmaktadır. Bunlar:
1. BİRİNCİ PLAN DÖNEMİ-1946
KONYA NAZIM İMAR PLANI (Asım Kömürcüoğlu)
Tamamı 816 hektar sahayı kapsayan, 17 pafta
olan Yük. Mimar Asım Kömürcüoğlu’nun tanzim
ettiği imar planı, 04.10.1946’da onaylanarak yürürlüğe girmiş ve 20.12.1954 tarihine kadar uygulanmıştır.
2. İKİNCİ PLAN DÖNEMİ-1954
(Ferzan Baydar - Leyla Baydar)
Yük. Mimar Ferzan BAYDAR - Yük. Mimar
Leyla BAYDAR’ın tanzim ettiği ve tamamı 19 pafta, 912 hektar sahayı kapsayan imar planıdır.
20.12.1954’de onaylanarak, yürürlüğe girmiştir.
Bu plan 20.12.1954’den 09.04.1960 tarihine kadar uygulanmıştır.
3. ÜÇÜNCÜ PLAN DÖNEMİ-1967
(Haluk Berksan - Yavuz Taşçı)
1960’lı yıllarda Konya Belediye Meclisi; imar
planını “yarışma yolu” ile elde etmek üzere, İller
Bankası’na yetki vermiştir. İller Bankası’nın isteğine uygun olarak Türkiye’de ilk defa Konya imar
planı yarışmasına esas olmak üzere İmar ve İskân
Bakanlığı-Planlama İmar Genel Müdürlüğü-Bölge
Planlama Dairesi tarafından il sosyo-ekonomik raporu hazırlanmıştır.
4. DÖRDÜNCÜ PLAN DÖNEMİ-1983 (Yavuz Taşçı)
Bu planda;
• 1974 planında olduğu gibi; kent formunun
doğrusallaştırılmasına yönelik planlama çalışmaları devam etmiştir. Bu anlamda, doğrusallaştırmaya yönelik olarak, kent merkezi ile Kampüs alanı
arasında tramvay önerilmiştir.
• Bugün kule ve çevresi olarak bilinen bölgede, “Yeni Kent Merkezi” önerilmiştir (Taşçı; 1983).
5. BEŞİNCİ PLAN DÖNEMİ-1999 (Yavuz Taşçı)
Bu dönemde yapılan KONPLAN’la;
• Sanayi toplumundan, sanayi sonrası toplumuna geçiş süreci planlamada etkili olmuştur.
• Teknopol, serbest bölge, organize sanayi
bölgeleri (4. ve 5.) ve ileri teknoloji enstitüsü alanı
gibi kullanımlar, bu süreç içinde planlanmıştır.
• Dünya ile entegrasyonuna katkı sağlamak amacı ile önerilen uluslararası havaalanı, KONPLAN’ın
önemli diğer kararlarından biridir (Taşçı; 1999).
Konya Bedesteni Kapsyan Koruma Amaçlı
İmar Planlarının Tarihi Süreci: Konya Tarihi
RESTORASYON
Kent Merkezi ve çevresi ile ilgili olarak; Büyükşehir Belediyesi tarafından 18.03.1997 tarih, 3-26
sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme ve
Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan, 20.03.2000 tarih,
17 sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme
ve Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan ve son olarak
29.03.2002 tarih, 17-5 sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme ve Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan ve Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu (KKTVKBK) tarafından onaylanan
1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planları; İdare
Mahkemesi’nce iptal edilmiştir.
Daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan, Belediye Meclisi’nin
15.04.2005 tarih, 45-15 sayılı kararı ile onaylanan
ve Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından uygun görülen 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı onaylanmıştır.
Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu (KKTVKBK)’nun 22.06.2009 tarih ve
3098 sayılı kararı ile uygun görülen ve Belediye
Meclisi’nin 16.07.2009 tarih ve 319 sayılı kararı ile
kabul edilen 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar
Planı yürürlüğe girmiştir.
Konya Tarihi Kent Merkezi ve Çevresi
1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı
Notları ve Alanın Tasarımına Etkileri
Onaylı plan ile çalışma yapılan alanda bir takım
kriterler belirlenmiş ve projemizin şekillenmesinde
önemli belirleyici unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bu kriterler aşağıda belirtilmiştir:
ÖPA-1 Geleneksel Bedesten/Arasta Kesimi
ve Çevresinin Düzenlenmesi:
a) Konya Tarihi Kent Merkezi ve Çevresi Koruma
Amaçlı Uygulama İmar Planında “Özel Proje Alanı
(ÖPA) 1” olarak belirlenmiş bu bölge, doku özellikleri açısından ağırlıklı koruma bölgesi olacaktır. Bu
bölgede sağlıklaştırma, onarım ile cephe ve doku
özelliklerini bozucu eklentilerden arındırma gibi
geleneksel dokuyu ortaya çıkaracak koruma ve
geliştirme projeleri hazırlanacaktır. Silueti bozacak
yapılaşmalara kesinlikle izin verilmeyecektir.
b) Bu projeler kentsel tasarım, rölöve, restitüsyon, restorasyon, sokak sağlıklaştırma, altyapı,
peyzaj, kentsel dış mekân öğeleri gibi tasarım projeleri olup, gerekirse mimari ölçekte hazırlanarak
düzenlenecektir.
c) Zemin kaplamasından vitrin boyutlarına, tabela tasarımından kent mobilyası (bank, lamba,
çöp kutusu vb.) tasarımına kadar, yapıların kaçak
ve görsel kirlilik oluşturan kesimlerine müdahale
edebilecek projeler geliştirilecektir.
d) Çevre kalitesini olumsuz etkileyen elektrik
direkleri, kablolar, levha, tabela, panolar ve an-
Şekil 1. 1/5000 Koruma Amaçlı İmar Planındaki Sit Sınırları (Konya Büyükşehir Belediyesinden).
tenler kaldırılacak, geliştirilecek endüstriyel tasarım
projesi doğrultusunda denetim altına alınacaktır.
Alanda ticari kullanımlı yapılarda, yapılan işin gereği olan tabela veya panolar, tarihi kentsel dokuyu
olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde, Büyükşehir
Belediyesi’nin “Şehir Estetiği, Reklam, Tanıtım ve
Tabela Yönetmeliği” esasları çerçevesinde ve kentsel doku ile uyumlu görünüşte düzenlenecektir.
e) Bedesten düzeninin bulunduğu alanda
müdahale edilen ada/parseller hariç; mevcut
geleneksel sokak dokusu ve cephe hatları korunacaktır. Müdahale edilen ada/parseller aşağıda
verilmiştir:
• Aşık Semi Sokak’a bağlanan çıkmaz sokağın
giriş kısmındaki ada/parseller (Aşık Semi Sokak’ın
gereğinde servis yolu kapsamında genişletilmesi),
• Yılanlı Medrese’nin kuzey girişindeki ada/
parseller (Kapu Cami’sine bakan girişin genişletilmesi),
• Yılanlı Medrese’nin batı cephesindeki ilgili
ada/parseller (Başaralı Caddesi’nin genişletilmesi).
Tarihsel Tipolojik Analiz Çalışmaları
Tipolojik Analiz Çalışmaları Tarih Danışmanımız
Sn. Prof. Dr. Alaaddin AKÖZ önderliğinde, yapılmıştır. Özellikle Konya çarşısının doğu eksenli gelişme gösterdiği 1220’li yıllara ait 169 adanın güneydoğusundaki sur bakiyelerinden anlaşılmaktadır. Konya çarşısına dair kayıtların yer aldığı tarihi
kaynaklara göre, 1867 yangınından sonra hem
sokak hem de dükkân yapısı bakımından düzenli bir çarşının oluşturulduğu açıkça görülürken,
geçen zaman içerisinde esnafın kendi ihtiyaçları
doğrultusunda uygun olmayan müdahaleler neticesinde; dükkânların üzerinde barındırdığı tarihi dokuyu sergileyemediği, yoğun bir tabela ve
73
RESTORASYON
Şekil 2. Konya Çarşı Yapılaşması Gelişimi.
74
Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri’nin aldığı üç boyutlu çizimler.
vitrin kirliliği ile görsel çirkinlik oluşturduğu açıkça
görülmektedir. Dolayısıyla tarihi çarşı özelliği gösteren yapıların özgün haliyle çok az korunabildiği, yapılan tespitler neticesinde ortaya çıkmıştır.
Bu olumsuzluklar göz önünde tutularak bölgede
yer alan yapıların stil kritiği üzerinde etraflıca durulmuş; yapıların yapıldıkları dönem, üslup ve mimari özelliklerine ada bazından tek yapı ölçeğine
indirgenerek rölöve raporlarında gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Bu noktada Tarihi Çarşının çok eski zamanlara dayanan gelişimi ve örgütlenmesi ile ilgili çok
önemli konular, Tarih Danışmanımız, Sn. Prof. Dr.
Alaaddin AKÖZ tarafından araştırılmış ve önemli
verilere ulaşılmıştır. Çarşının günümüze kadar
gösterdiği gelişim süreci hazırlanan restitüsyon
paftasında gösterilmiştir. (Şekil 2)
Alınan üç boyutlu çizimlerin iki boyuta dönüştürülmesi.
Rölöve Çalışmaları
Ekibimizin Mimar, Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri ve diğer elemanları tarafından çalışma
alanının üç boyutlu ölçümleri yapılmıştır. Yapının
yatay ve düşey ölçüleri, reflektörsüz ölçüm yapabilen SOKKİA 530 RK marka Total Station ile alınmıştır.
Ortofoto haline getirilen fotoğraflar AutoCad
ortamında hazırlanan cephe çizimlerine yerleştirilmiş ve son haline getirilmiştir.
Yukarıda anlatılan işlemler tüm ada cephelerine
tek tek uygulanmış bunun sonucunda 66 adadan
oluşan alanda 66x4=264 cephenin çizimleri yapıl-
RESTORASYON
mıştır. Daha sonraki aşamada bu cepheler sokak
ve cadde bazında yerleştirilerek alan cephelerinin
bilgisayar ortamında sokak cephesinin bütün olarak görülmesi sağlanmıştır. Yapılan bu çizimlere
Aziziye Caminin Minaresinin 27 metre altından çizilen “eş yükselti eğrisi” (0 sıfır kotu) ile altta yer alan
tüm yapı ve zeminlerin yükselti farkı çıkarılmıştır. Bu
işlemler neticesinde kotları ve yazıları yazılan cephelerde rölöve işlemleri son haline getirilmiştir.
Yapılan ölçüm ve tespitler ile bodrum, zemin,
ara, birinci, ikinci, üçüncü ve çatı kat rölöveleri hazırlanmıştır. Bu işlemler 94.00 m2 alanda 160 gün
boyunca sürmüştür. Ölçüm ekipleri ada bazında
hareket ederek adada yer alan dükkânların tün katlarını kapı ve cephe yönleri not alınarak ölçmüştür.
Alınan ölçümler, büro ekibi tarafından bilgisayara
aktarılarak yapıların rölöveleri hazır hale getirilmiştir.
Biten dükkân çizimlerinin çıktıları yerinde kontrolü
sağlandıktan sonra işlem tamamlanmıştır.
Yaptığımız ölçüm ve rölöve çalışmalarında;
56.377 m2 bodrum kat, 52.750 m2 zemin kat,
42.058 m2 birinci kat, 23.267 m2 ikinci kat, 3.373
m2 üçüncü ve üstü olmak üzere, toplam 177.797
m2 kapalı mekan ölçülmüştür. (tek yapı ölçeğinde
plan bazında) Bodrum katlarda: zemin kat eki depolar, zemin katlarda: 1340 adet dükkan birimi,
1.katlarda 800 adet, 2.katlarda 457 adet, 3.katlarda 90 adet olmak üzere, 2687 adet dükkan birimi
plan rölövesi hazırlanmıştır. 3 adet iç cadde, 4 adet
dış cadde 40 adet sokak karşılıklı 2 cephe olmak
üzere 87 adet sokak cephe rölövesi hazırlanmıştır.
Yukarıda bahsettiğimiz verilerden de anlaşılacağı gibi, ülkemizde bu ölçekte yapılan en kapsamlı bir tespit ve rölöve çalışması yapılmıştır.
Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri’nin aldığı üç boyutlu çizimler.
İki boyuta indirgenen çizimlere fotoğrafların yerleştirilmesi. Fotoğraflar üzerinden yapılan çizimler.
Fotoğraflar üzerinden yapılan çizimler.
Çıkrıkçılar Sokak.
75
RESTORASYON
Teşvikiye Sokak.
Alana Ait Zemin Kat Rölöve Planı
76
RESTORASYON
İstanbul Caddesi.
A. Anket Çalışmaları
Anket Yapılan Parseller
Konya ili Meram ve Karatay ilçelerinin kesişim noktasında bulunan
18L-III pafta numarası 66 ada 945 adet parsel toplamda brüt 94.000
m2 alana sahip tarihi bedesten çarşısının sağlıklaştırma projesi bünyesinde ticari anketler yapılmıştır. Alanda yapılan 893 ankette örneklem %100 alınmış olup, yaklaşık 52 parselde iş yeri sahiplerinin gerekli nedenlerinden dolayı girilememiş ve anket yapılamamıştır. 893
adet ticaret anketi yapılırken alandaki esnafın genel olarak korumaya
bakışları, genel çevre hakkındaki düşünceleri, uğraştıkları işler hakkında genel ve Konya ilinin özelliklerini genel alan sorular yöneltilmiştir.
Yapılan anketler SPSS adlı istatistik programında veri tabanı oluşturularak veri girişi sağlanmış ve 2 farklı şekilde sonuçlar alınmıştır.
İlk olarak normal (frequencies) sonuçlarının alındığı evre olup, hiçbir şekilde karşılaştırma yapılmamış bütün soruların cevapları kendi
içerisinde değerlendirmeye tabii tutulmuş olup, anket sonuçlarının
direk frekanslarına bağlı sonuçlarını içermektedir. İkinci kısımda ise
çaprazlama (crosstabulation) yöntemi ile anket bütününde birbirleri ile ilişkilendirilmesi düşünülen soruların farklı aralıklarla sorularak
çaprazlama yöntemine tabi tutularak bedesten esnafının tepkileri
ölçülmüştür.
Bina Durumu Analizi.
Arazi Kullanım Analizi.
Bina Durumu Analizi.
77
RESTORASYON
Bina Alan Analizi.
Yol En Kesit ve Fonksiyon Analizi.
B. Analiz Çalışmaları
Alanın bütününe yönelik analiz çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasıyla;
Alan Dağılımı, Alt Yapı, Arazi Kullanımı, Bina
Durumu, Bina Girişleri, Dolu-Boş yapı durumu,
Kat Adedi, Mülkiyet Durumu, Tescil Durumu, Trafik Akışı, Yapım Tekniği, Yol En Kesitleri, ana başlıkları altında değerlendirilmiştir.
A. Restorasyon Projesi Çalışmaları
Yapılan tespit, analiz ve belgeleme çalışmaları ile,
alanda yer alan yapılar tek yapı ölçeğinde değerlendirilmiş ve korunması gereken bir çok yapı belirlenmiştir. (Şekil 3)
Tarihi alana önerilen restorasyon müdahaleleri genel olarak üç ana başlık altında toplanabilir;
1. Alt yapı iyileştirmeleri ve zemin ıslahı,
2. Cephe düzenlemeleri ve bina çatı onarımları,
3. Sokak üst örtüsü
1. Alt Yapı İyileştirmeleri ve Zemin Islahı:
a) Alt yapı çözümleri: Alanın ihtiyaç duyduğu yağmur suyu ve zemin suyu drenaj sistemi projelendirilmiştir. Yangından korunmaya yönelik projeler
hazırlanmıştır. Önce yer altında bir su deposu
projelendirilmiş, daha sonra, KOSKİ ile yapılan
görüşmelerde, alanın ihtiyaç duyduğu ve ilgili
yönetmeliklerde belirtilen birim zamanda, birim
miktar suyun şebekeden sağlanabileceği garantisi alınmıştır. Her ada için köşe başlarına yangın
muslukları (hidrant) öneren yangından korunma
tesisat projeleri yapılmıştır.
b) Sokak zemin kaplamaları: Mevcut zemin
kotları ve kaplamaları önemli sorunlarla karşımıza
çıkmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan tretuar ve
78
yol kaplamaları, özelliklerini kaybetmiş, yaya ve
oto trafiği için olumsuz şartlar oluşturmuştur. Alanın KAİP ile önerilen ulaşım kararları sonucunda,
üç tip yol kesiti uygulaması yapılması gerekliliği
görülmüş ve üç adet en kesit detayı çözülmüştür.
(Detay A, B, C)
2. Cephe Düzenleme Önerileri:
Bina vitrin ve kapı, pencere malzemeleri, yıllar
içinde her türlü olumsuz malzeme ve şekil çeşitliliğine maruz kalmış, tamamen uyumsuz ve görsel kirlilik oluşturmaktadır. Esnafın kendi ihtiyaçları
doğrultusunda uygun olmayan müdahaleler neticesinde; dükkânların üzerinde barındırdığı tarihi dokuyu sergileyemediği, yoğun bir tabela ve
vitrin kirliliği ile görsel çirkinlik oluşturduğu açıkça
görülmektedir.
Çatılar:
Kat yüksekliği az olan yapılarda aşağıdan algılana bilirlik söz konusu olduğundan ve cephelerde
yapılacak ahşap saçak ile uyum sağlaması açısından, tüm çatılarda Alaturka kiremit kullanılması
gerekliliği tespit edilmiştir. Zeminden yukarıda
algılanması zor olan çatı yüzeyleri için ve çatı kaplamalarında sorun görülmeyen yüzeyler için de
Marsilya kiremit kaplaması uygun olacaktır. (Zaten
çatıların kısmen sökülmesi ile daha detaylı veriler
elde edilmiş ve çatı taşıyıcı sistemleri genelde sağlıksız bir yapıda olduğu belirlenmiştir)
Vitrin Cepheleri:
Alanda yer alan değişik meslek grupları kendi ihtiyaçlarına göre cephe ve vitrin düzeni çeşitliliği
göstermektedir. Bazı dükkân sahiplerinin, kısa
RESTORASYON
Şekil 3. Tescilli yapılar ve Koruma Önerileri.
süre önce önemli miktarda harcamalar yaparak
bir takım düzenlemeler yaptıkları tespit edilmiştir.
Bazı dükkânlar ise proje yapım ve onay süreci içinde fonksiyon değiştirmiş ve farklı vitrin tasarımı ihtiyacı duymuşlardır. Bu fonksiyon değişimi ve vitrin
dönüştürme ihtiyacı, bundan sonraki süreçte de
yaşanacaktır.
Belirttiğimiz bu nedenlerden dolayı, vitrin
cephelerinin düzenlemesinde de bir genelleme
yapılma ihtiyacı doğmuştur. Kullanılacak malzeme, tescilli ve tescile öneri yapılarda ahşap, diğer
yapılarda ahşap görünümlü alüminyum olacaktır.
Onaylı projede belirtilen vitrin ve pencere ölçü ve
oranlarına sadık kalınacaktır. Ancak aşağıda belirttiğimiz uygulama değişiklikleri yapılacaktır.
a. Küçük dükkânlarda kapılar yatay sürgülü
olarak yapılabilmelidir.
b. Bazı dükkânlarda kapılar cephenin sağında
veya solunda yer alabilmelidir.
c. Bazı dükkânlarda, özellikle geniş cepheli
dükkânlarda ortadan kapı yapılabilir ve bu kapı
çift kanatlı olabilir.
79
RESTORASYON
d. Dükkânın fonksiyonu gereği, cephede buzdolabı olması gereken dükkânlar için vitrin cephesine yatay bir kayıt atılabilmeli ve buzdolabı cepheden en fazla 30 cm çıkabilmelidir.
e. Dönerci ve lokantalarda vitrin cephesinde
sabit olmayan (katlanır) camlar kullanılabilmelidir.
f. Tescile önerilen yapılardan, tescil edilmesi
uygun bulunmayanların doğrama malzemesi,
ahşap veya ahşap görünümlü alüminyum doğrama olarak yapılabilmelidir.
g. Onaylı projede belirtilen cephe kaplamaları
için andezit malzeme sınırlaması yerine her yapının kendi özelliğine göre belirlenecek renk ve
dokuda doğal taş kaplama yapılabilmelidir. (Sokak
veya ada cephesi bütünlüğünün bozulmaması
dikkate alınmalıdır)
h. Alüminyum malzeme kullanılacak vitrinlerde, onaylı projelerde üst örtü ve sokak kesitleri
detayları içinde de verilen kendinden motorlu,
uzaktan kumandalı ahşap görünümlü alüminyum yukarı aşağı hareketli kepenk (panjur) sistemi
kullanılacaktır.
i. Tabela ve isim levhaları, ya otomatik kepenk
sistemi kutusu üzerine ya da ahşap saçak üstünde
yer alan duvar boşluğuna, 30x50 cm ölçülerinde ahşap veya metal levhalar üzerine veya harf
yüksekliği 30 cm’yi geçmeyen ahşap veya metal
kabartma harfler ile yazılmış şekilde yapılabilir. Bu
harfler parlak, mat ya da renkli olabilir. (Belirtilen
detay paftaları İlgili tüm kurumlarca onaylanmış
proje paftalarıdır)
Ayrıca bina cephelerine projede önerilen saçak detayı yapılması gerekliliği görülmüştür.
Sokak zemin kaplamaları A-B-C.
80
3. Sokak Üst Örtüsü:
Alan içinde çözümü en zor olan sorun sokak üst
örtü tasarımı olarak karşımıza çıkmıştır. Çünkü,
mevcut sokak silüeti düzgün bir kot sınırlamasına
sahip değildi. Yapıların fiziki durumları, taşıyıcılık
açısından olumsuzluklar göstermekteydi. Sokakl
arın gerçekten üst örtüye ihtiyacı olup olmadıkları,
her zaman tartışılmaktaydı. Ayrıca bu konu yıllarca
Koruma Kuruluna gitmiş ve her zaman olumsuz
kararlarla dönmüştü.
Bu sorun sadece bu projenin sorunu değildi.
Acaba, daha önce aynı sorun başka yerlerde nasıl
çözülmüştü. Sorunu çözebilecek cevaplar bulabilmek için bu konuda yapılan uygulamalar incelenmesi gerekliliği görüldü.bu sebep ile yurtdışı ve
yurt içi uygulama örnekleri incelenmiştir.
Yapılan araştırmalar ve elde edilen sonuçlar
ile Bedesten Çarşısı için bir üst örtü mecburiyeti
olmadığı belirlenmiş ancak yine de örnek bir uygulama yapma ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle
alternatifli üst örtü detayları hazırlanmış ve uygulanmak üzere bir detay kabul görmüştür.
RESTORASYON
Sonuç
Genel olarak kent; insanların tarım dışı farklı üretim alanlarında uzmanlaştığı, mallarını değiş tokuş
edebildikleri, her bireyin ihtiyaçlarını temin edebilmek ve yaşamak için bir diğerine ihtiyaç duyduğu, aynı zamanda, ibadet ihtiyacının karşılanması
için mabetlerin ve temel ihtiyaçların karşılanacağı
pazarların yapıldığı yerleşim birimi olarak tanımlamaktadır.
Kent tanımında ortaya çıkan en belirleyici
kavram şüphesiz çarşı/pazar kavramıdır. Geçmiş
asırların çarşı ve pazarları, şekli, düzeni, dükkan
yapısı, satılan ürünlerin teşhiri, çeşit ve türleri açısından günümüz çarşısından önemli ölçüde farklıdır. Fakat varlık amacı ve fonksiyonu açısından
çok fazla değişikliğe uğramıştır diyemeyiz. Bütün
zamanlarda çarşı ve pazarların ifade ettiği temel
anlam, insanlar arasında alışverişin tesis edilmesini sağlamak, talepleri karşılamak olmuştur. Halkın
taleplerindeki yönelişler de döneminin imkânları
ve şartları doğrultusunda çarşıların gelişiminde
ve şekillenmesinde etkili olmuştur. Nitekim nüfus
faktörünün belirleyiciliğinin yanı sıra, ihtiyaçların
çeşitliliği, niceliği ve niteliği gibi etkenler, servis
edilen hizmetler açısından çarşı ve pazarların çeşitlenmesini de etkilemiştir. Bu çeşitlilik aynı hizmet
grubunda birden fazla satıcının kendisine yer
bulmasına imkân tanıdığı gibi, öncelikli ve daha
önemli olarak farklı hizmet türlerinin de arz edilebilmesini mümkün kılmıştır.
Şehirlerde aynı işkolunda faaliyet gösteren esnaf ve zanaatkârlar ortak mekânlarda toplanarak,
bedesten, çarşı (sûk)/pazar ya da şehir içi hanlarında örgütlenmişlerdir. Bu durum üretim faaliyetlerinin; üretim ölçek ve hammadde türüne göre
ihtiyaç duyduğu alan ve şartlara ya da alım–satım
hizmet çevresi, meslekler arası işbirliği ve güvenlik
unsurlarına bağlı olarak konumlanması sonucunu doğurmuştur.
Şüphesiz Türk şehirleşmesi Anadolu’da sıfırdan başlamamıştır. Türkler Bizans’tan, tümüyle
kırsal olmayan, fakat çok da gelişmiş düzeyde bir
kentleşmenin olmadığı bir mirası devr almışlardır
Selçuklu hâkimiyetinden önceki dönemlerde şehrin ticarî alt yapısı ve çarşıları şehrin nüvesini oluşturan Alâeddin Tepesi’ni çevreleyen İç Kale’de yer
almıştır. Pazarlar ise sur dışında kurulup gelişmiştir. Roma hâkimiyetinde de çarşı ve pazarların aynı
çevrelerde yer aldığını söylemek mümkündür.
Konya’nın bir koloni şehri olduğu dönemde
şehrin doğusunda kurulan ve gelişen çarşının ızgara planı adı verilen bir düzene sahip olduğu ve
kentteki Roma dönemi ticaret dokusunun sonraki
dönemlerde özelliğini koruduğu ifade edilebilir.
Türk devrinde, Konya’da, daha XIII. yy. başlarında, ikamet alanlarından bağımsız vaziyette ve
Şekil 4. Saçak Detayı.
Şekil 5. Uygulanacak olan üst örtü detayı.
hem imalatçılar hem de satıcılardan oluşan gayet
düzenli ve geniş sayılabilecek bir çarşı örgütlenmesinin aşağı yukarı şekillendiği ve bu çarşı, pazar
ve hanlardan bir kısmının Osmanlılara intikal ettiği bilinmektedir. Şehri; Cuma kılınır, bazar durur
yer olarak tanımlayan Osmanlılar ile birlikte Konya
çarşısı yeni bir yapılanma yaşamış ve Selçuklu devri çarşısına göre daha geniş alanlara yayılan ve
daha kapsamlı bir biçim almıştır.
Osmanlı devri çarşısı, İplikçi Camisi ile karşısında bulunan Kadri Efendi Bedesteni’nden başlayarak Atpazarı Kapısı’na uzanan ve “Uzun Çarşı”,
“Sûk-ı Tavîl”, “Sûk-ı Sultânî” gibi isimlerle anılan
ana çarşının etrafında örgütlenmiştir. Bu çarşının
81
RESTORASYON
başlangıç kısmı yani Bedesten çevresi yoğun bir
ticaret alanıdır. Bugünkü Kapı ve Aziziye Camilerinin bulundukları alanlar, Uzun Çarşının Doğu
bölümünü oluşturmaktadır. Atpazarı’ndan Mevlana Türbesi’ne kadar uzanan alan ise hanların ve
Pazar yerlerinin yoğunlaştığı bölgedir.
Şehrin bir diğer ticarî alanı da İplikçi Camisi
ile karşısında bulunan Kadri Efendi Bedesteni’nin
batısında, şehrin nüvesini oluşturan Alaaddin
Tepesi’nin Doğu ve Kuzeydoğusunda yer alan
bölgedir. Bu bölgede birçok esnaf çarşının bulunmasının yanı sıra Selçukludan devreden Eskipazar
Çarşısı ile Tahte’l-kal’a Çarşısı ve Sipahi Pazarı yer
almaktadır. Ayrıca Karamanoğullarının ticari olarak geliştirmiş olduğu alan da başta Kapan Hanı
olmak üzere yine bu bölgededir.
Konya çarşısı için en önemli dönüm noktalarından birisi de 30 Ağustos 1867’dir. Bu tarihte
çarşı, Haçlı ordularının istilasından sonra tarihinin
en büyük felaketlerinden birini yaşamış ve sabah
saat 07.00 sularında başlayıp dört saat süren yangın ile adeta yok olmaya yüz tutmuştur. İki büyük
cami, üç han ile birlikte 872 dükkanın tamamen
yandığı bu felaketle çarşının neredeyse yarısı ortadan kalkmıştır.
Yangın sonrasında yöneticilerin gayretleriyle,
yangının izleri ortadan kaldırılmış ve iki yıl gibi kısa
bir sürede yepyeni ve modern bir çarşı meydana getirilerek, 1869 yılında hizmete sokulmuştur.
Yapılan plana göre yeni çarşı, her meslek gurubunun kendi sokağında faaliyet gösterebileceği
şekilde düzenlenmiştir. Yangın öncesi çarşıda
82
dükkanlar genellikle küçük, ahşap, üstelik de kimi
ileride kimi geride olacak şekilde düzensiz sıralanmışlarken, yeni çarşıda yol ve sokaklar geniş, dükkanlar ise iki katlı, kargir ve şerit halinde bir hizada
olacak şekilde planlanmıştır. Böylelikle günümüz
Konya çarşısının temelleri bu dönemde atılmıştır.
Şüphesiz o tarihten bugünlere çarşı gelişimini sürdürmüştür. Fakat değişen ve gelişen şartlara ayak
uydurmakta ve tarihi dokusunu koruyarak modern şartlara ayak uydurmakta yetersiz kalmıştır.
Günümüzde tarihî değere sahip olan bu ticarî
bölgeler, bilhassa son yıllarda halkın yaptığı yanlış
onarımlar ve tamiratlarla özgün şeklini kaybetmesinin yanı sıra, kimliksiz bir mimarinin ortaya çıkmasına da şahitlik etmektedir.
Yapılan rölöve, restorasyon ve restitüsyon
projeleriyle; kentsel sit alanı içerisinde bulunan
ve ticaretin kalbi olan Tarihi Bedesten Çarşısı’nın
sorunları tespit edilerek, mevcut potansiyelleri ile
bütünleştirilip kullanılabilirliği ve sürdürülebilirliği
kabul edilmiş bir planlama anlayışı ile çözümler
geliştirilmiştir. Çalışmanın esasını oluşturan bu
proje ile tarihi çarşının eskiden olduğu gibi kentin prestij bölgesi konumuna gelmesini sağlamak
amacıyla tüm imkanların en üst düzeyde kullanılması ile tarihin mekanla bütünleşmesi mümkün
olabilecek ve Tarihi Bedesten Çarşısı’na özgün
şeklinin kazandırılması ile beraber bu bölgelerin
gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması hedeflenmiştir.
Yapılan çalışmalar sırasında emeği geçen herkese teşekkür eder, saygılar sunarım.
ARAŞTIRMA
YAPAY AYDINLATMA-VİTRİN İŞLEVİ
İLİŞKİSİNİN AYDINLATMA KRİTERİ
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:
KONYA ÖRNEĞİ
Aysel KAVASOĞULLARI* - Murat ORAL**
Giriş
Yüzyıllar öncesinde değiş - tokuşla başlayan ticaret, zamanla belirli mekanlara
taşınmıştır. Satışı yapılacak olan ürünlerin, tüm
özelliklerinin sergilenmesi adına, camekanla kaplı
alanlar olan vitrinler oluşmuştur. Vitrinler, tarihsel
süreçle birlikte uzun yıllar teşhir amacıyla düzenlenmiştir. Günümüzde ise, hedef kitleleri etkilemeyi amaçlayan, bu doğrultuda tasarlanan tüketim
aracı olarak görülmektedir.
Bütün sanatların temelinde olduğu gibi, mimarlığın temelinde de bir tasarım olgusu bulunmaktadır. Mağazaların günümüzde estetik kaygı
taşıdıkları ve tasarımı önemsedikleri bir gerçektir.
Mağazaların kartviziti görevi gören, mağaza kimliğini yansıtan, mağazaların afişi, üç boyutlu posteri olan vitrinler, tasarımı ve aydınlatmasıyla müşterinin mağaza hakkındaki ilk izleniminin oluşmasında önemli bir araçtır. Aydınlatma, vitrin algısını
görsel yolla etkileyerek tasarımda doğru algının
oluşumunu desteklemektedir. Vitrinlerin hedef kitlelere hitap edebilmesindeki en etkili faktörlerden
biri aydınlatmadır.
Vitrin tasarımında da tasarım ne kadar doğru ve kusursuz olursa olsun eğer iyi aydınlatılmamışsa doğru algının oluşması beklenmemelidir.
1.
Ching’e göre, ışıksız hiçbir renk, biçim, doku ve
var olan bir iç mekân görülemezdi [1].
Bu çalışma; vitrin tasarımının aydınlatma kriteri
açısından algısal analizinin irdelenmesidir. Çalışma, hazır giyim markalarının, mağaza vitrin tasarımlarına ne kadar önem verdiklerini ve bunun
için tasarım anlamında ne tarz etkinlikler yaptıklarını anlamayı amaçlamaktadır. Çalışma amaçlanan niteliklere sahip ve karakteristik özelliği olan,
10 mağaza dış cephe vitrinlerini kapsamaktadır.
Belirlenen vitrinler Konya’da yer alan 4 büyük
AVM’den seçilmiştir. Bunlar, Kent Plaza alışveriş
merkezi, Kule Site alışveriş merkezi, M1 Real alışveriş merkezi, Novada Outlet alışveriş merkezidir.
Bu bağlamda mağazaların kimliğini yansıtabilen
ve hedef kitleye vitrin tasarımıyla hitap edebilmek
için tasarımın algısal analizinin önemi vurgulanmıştır. Yapılan analiz tabloları irdelenerek, ideal vitrin tasarımı ve aydınlatması açısından yol gösterici
olması hedeflenmiştir.
2. Kavramsal Çerçeve
2.1. Vitrin
Vitrin, bir mağazanın potansiyel alıcı kitlesini hedef alan, çoğunlukla şeffaf bir sergileme mekânıdır. Müşterinin mağaza ile karşılaşmasında elde
Y. Mimar
Yrd. Doç. Dr.,
S. Ü. Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi
*
**
83
ARAŞTIRMA
edeceği ilk izlenim, mağazanın imajına dair pek
çok şeyi açığa çıkarır. Bu anlamda vitrin ve vitrin
içerisindeki düzenlemeler, mağaza cephesinin tasarımı ve kullanılan malzemeler, giriş kapısı, girişle iç mekan ilişkisi, çevredeki grafik uygulamalar,
yönlendirme işaretleri ve panolar da ilk izlenimin
oluşması için son derece önemlidir. Ancak bu
unsurlar içerisinde giriş kapısı, vitrin ve iç mekan
ilişkisinin birlikteliği oldukça önemlidir ve ihmal
edilmemesi gereken bir tasarım parametresidir.
Mağazanın satış politikasına ilişkin tutarlı bir nosyon ve iç mekanın kendine özgü karakteri düşünülmeden, dış cephe ve vitrin için iç mekandan
kopuk bir tasarım geliştirmek doğru bir yaklaşım
olmamaktadır [2].
Şekil 1. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-1).
Dış Cephe Vitrinler
Dış cephe vitrinleri müşterinin etkilenmesini sağlayan, mağaza hakkında fikir veren ilk bölümdür.
Arkası Açık Dış Cephe Vitrinler
Adından da anlaşılacağı üzere vitrinin arkası açıktır. Şeffaf vitrinler olarak ta bilinen arkası açık vitrinler dışarıdan bakıldığında mağaza içinin de görülebilmesini hedefleyen vitrin çeşididir.
Bu vitrin çeşidiyle müşterinin mağaza içinden
ürünü daha iyi görmesi amaçlanmıştır. Yoldan
geçenlerin içeri girip vitrini incelemelerini sağlayan bir tarzdır. Mağazanın içinin sürekli düzenli
tutulması gerekir [3].
Arkası açık vitrin çeşidinde aydınlatma şiddeti,
arkası kapalı vitrinlere göre daha yüksek olmalıdır.
Çünkü mağaza iç aydınlık seviyesinden vitrin aydınlatması ayrıştırılarak vitrin mağaza içinde öne
çıkmalıdır.
Valencia, İspanya’da ki La Boheme mağazasının bir bölümünde sergilenen arkası açık dış cephe vitrinine örnek gösterilebilecek şekilde sergilenmiş manken görülmektedir (Bkz. Şekil 1).
Arkası Yarı Açık Dış Cephe Vitrinler
Arkası yarı açık vitrinlerde vitrinle mağaza belirli
bölücülerle veya farklı seperatörlerle birbirinden
ayrılabilir. Bu tarz vitrin tasarımında kısmen mağaza içini görmek mümkündür. Bu durumu algılatacak malzemeler vitrin arkasında kullanılmaktadır.
Bu vitrin çeşidinde mağaza içerisinde ki görüntü
vitrin tasarımıyla bütünleşik olmalıdır.
Arkası yarı açık dış cephe vitrinlerde, vitrin arkasında kullanılan malzeme çubuk şeklinde ve
aralıklı olarak kullanılabilir. Bu tarz tasarımda vitrin
mağaza iç atmosferinden etkilenmektedir. Vitrin
aydınlatması, mağaza aydınlık seviyesinden sınırlandırılarak, dikkat çekici etki sağlamak isteniyorsa,
yüksek şiddetli aydınlatmalar tercih edilmektedir
(Bkz. Şekil 2).
84
Şekil 2. (URL-2).
Şekil 2. (URL-2).
(Basit objelerle mağazadan sınırlandırılmış arkası yarı açık dış
cephe vitrin tasarımı).
Arkası yarı açık dış cephe vitrinlerinde, vitrin arkasında kullanılan bölücü elemanın sık ve çizgisel
bir malzemeden olması vitrini daha fazla ön plana
çıkarmaktadır. Vitrinin arkasından mağaza içi belli ölçülerde göründüğü için arkası yarı açık vitrin
grubuna örnek olarak gösterilmektedir. Sınırlandırıcı elemanın şeffaflık özelliği ne kadar azalırsa, vitrin aydınlatma ve tasarım kontrolü o kadar kolay
sağlanmaktadır (Bkz. Şekil 3)
Arkası Kapalı Dış Cephe Vitrinler
Arkası kapalı tip mağaza vitrinleri, dışarıdan bakıldığında mağaza içinin görülmediği, tamamen
arkasının kapalı olduğu ve sadece vitrinin görüldüğü çeşididir. Bu tür vitrinler, vitrini tamamen
mağazadan ayırır. Böyle bir vitrinin avantajı, müşterinin tamamen vitrine odaklanmasını sağlamasıdır. Bu tasarım çoğu zaman şehir merkezindeki
ve alışveriş merkezlerindeki dükkânlarda kullanılır.
Işık kontrolü ile dramatik etkiler bu vitrin türünde
kolayca verilebilir [3] (Bkz Şekil 4).
Arkası kapalı vitrinlerden mağaza içi görülmediği için vitrin tasarımı, mağaza imajını yansıtılacak
nitelikte olmalıdır. Müşteri, vitrine baktığında mağaza hakkında tüm detayları, mağazada ne tür
ürünlerin olduğunu ve nasıl bir müşteri kitlesine
hitap ettiğini algılamalıdır (Bkz. Şekil 5).
Valencia, İspanya’da ki La Boheme mağazasının vitrin tasarımında da arkası kapalı dış cephe
vitrini kullanılmıştır. Ayrıca vitrin arkad vitrin çeşi-
ARAŞTIRMA
Şekil 4. Arkası kapalı dış cephe vitrin şeması [4].
Şekil 6. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-5).
Şekil 7. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-6).
Şekil 5. Lanvin, Paris (URL-4).
dine örnektir. Vitrin de tek bir manken üzerinde
bir tek ürün sergilenmiş ve oldukça sade düşünülen vitrin tasarımı, basit renkli tasarım elemanlarıyla çepeçevre sarılarak sergilenen teşhirde ki
ürün ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca kullanılan renkli
ekipmanlar çerçeve görevi görerek vitrini sarmış
ve arka yüzeydeki vitrine açılan kapı, kapalı vitrin
olma özelliğini oluşturan pano da ki birleşim detayları gibi kirli görüntüleri de gizleyerek dışarıdan
bakıldığında hoş bir görüntü oluşturmuştur (Bkz.
Şekil 6, Şekil 7).
Arkad Vitrinler: Bu vitrin çeşidi de arkası kapalı
vitrinlerdendir. Mağaza girişinin vitrin ortasında
tasarlandığı yani girişin sağı ve solunda vitrinin
bulunduğu vitrin çeşididir (Bkz. Şekil 8).
Arkad vitrinler, çoğunlukla alışveriş merkezlerinde kullanılan giriş mekânında lobi bırakılarak
düzenlenen vitrinlerdir. Bu şekilde vitrin yüzeyi
arttırılmış olur. Lobinin şekli mağaza tasarımına
göre düz veya zikzaklar şeklinde olabilir. Köşe vitrinler de arkad vitrinler sınıflandırması içinde yer
alır.
2.2. Aydınlatma
Aydınlatma, ürünlerin değerini ortaya çıkaran bir
teşhir aracı ve mağaza iç tasarımının ayrılmaz bir
parçasıdır. Bu yüzden moda mağazalarında aydınlatma hem bir ihtiyaç hem de görsel bir malzeme olarak karşımıza çıkar. Doğru aydınlatma tasarımı, mağaza içerisinde her mekan içinde istenilen
ışığı yakalayabilecek ışık miktarlarının ve kaynaklarının belirlenerek doğru armatürlerle buluşması ile
sağlanabilir. Bu konudaki aydınlatma prensipleri
belirlenirken mağazanın imajı, hedef kitlesi, fiyat
sınıfı, ürün çeşitleri ve sunum yöntemlerinin analiz edilmesi ve bu unsurlar arasındaki ilişkilerin iyi
kurulması gerekmektedir [4].
Şekil 8. Arkad vitrin şemaları [4].
85
ARAŞTIRMA
Şekil 9. Tek eğimli vitrin camları [4].
Şekil 10. V şeklinde iki eğimli vitrin camları [4].
İyi aydınlatılmış mağazanın sağladığı avantajlar
şöyledir:
• Müşterinin ilgisini çeker ve mağazanın önünden geçen tüketicilerin mağaza içini görmelerine olanak verir.
• Ürünlerin gerçek renk, doku gibi özelliklerinin
ortaya çıkmasına sebep olur.
• Mağazanın farklı bölümlerinin görsel olarak
birbirinden ayrılmasına yardımcı olur.
• Çalışanların zihinsel yorgunluklarını azaltmaya yardımcı olur ve mağazanın temizliğini ve
düzgün görüntüsünü ortaya çıkarır.
• Mağaza tarafından yansıtılmak istenen imajın
yaratılmasına yardımcı olur.
• Teşhirin satış gücünü artırır.
• Tüketicilerin ürünleri detaylı bir şekilde incelemelerine olanak tanır.
• Mağazadaki satış alanının tamamen kullanılmasını sağlar.
• Hırsızlığın azalmasına sebep olur [5].
Tasarım ne kadar başarılı olursa olsun, iyi aydınlatılamadığı takdirde istenilen etki yaratılamaz.
Özel bir konsept oluşturmak için profesyonel aydınlatma tasarımcıları ile çalışmak gerekecektir.
Özellikle mağazalarda müşteriyi içeri çekmek için
aydınlatma çok önemlidir. Aydınlatma planı yapılırken şu faktörlere dikkat edilmelidir [6].
• Her bölümde bulunacak ürün türü,
• Bölümlerin biçim ve boyutları,
• Tavan yüksekliği,
• Duvar, tavan ve döşemede kullanılan malzemeler ve renkler,
Şekil 12. Vitrin ölçülerinin şeması [4].
86
Şekil 11. Kavisli vitrin camları [4].
• Vitrin türü (Arkası kapalı ya da açık vitrin) aydınlatmanın nasıl olacağını etkilemektedir.
Vitrin tasarımının önemini aydınlatma tamamlamaktadır. Vitrin algısının oluşumundan, net görüntünün sağlanmasına kadar en önemli detayları
aydınlatma oluşturmaktadır. Parıltının olmaması
için vitrin ve dış mekan arasındaki aydınlatma farklılıkları, bunun çözümleri ve gereken ekipman kullanımı oldukça önemlidir. Bu durum ya vitrin ve dış
mekanda aydınlatmayla sağlanabilir ya da parıltıyı
en aza indirecek vitrin camı kullanımıyla sağlanmaktadır. Maliyet hesabı yaparak ve vitrine uygun
malzemeye göre karar verilebilir. Vitrinlerde genellikle sertleşmiş cam, float cam, lamine cam, renkli
opak cam, güneş kontrollü cam kullanılmaktadır.
Ancak bu camlarında yansıma oluşturmaması için
yine dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Tek
eğimli (Bkz. Şekil 9) ve V şeklindeki iki eğimli (Bkz.
Şekil 10) vitrinler yansımaları yok edici özelliktedir.
Kavisli vitrin camları (Bkz. Şekil 11) ise asla yansıma
oluşturmazlar. Ancak maliyeti yüksektir. Yansımayı
önlemek için vitrin aydınlatmasını en az dış mekan
kadar aydınlık tutmak gerekmektedir. İçerdeki aydınlık düzeyi arttırmak çözüm olsa da vitrin camlarını değiştirmek daha az maliyetli olacaktır.
Vitrinlerde yansımayı yok etmek yada en aza
indirmek için kullanılan aydınlatma veya vitrin
camlarının özelliği ve açısal kullanımına da vitrin
tasarımıyla ve senaryosuyla karar verilmelidir.
Vitrinlerde sergilemenin algılanması ürünlerin
büyüklüğüne bağlıdır. Küçük bir ürün sergilenecekse bu göz hizasına yakın bir noktada konumlandırılmalıdır. Ancak büyük bir ürün sergilemesi
yapılacaksa zeminden başlayarak yükseltilebilir.
Vitrin ölçüleri Şekil 13’te belirtilmiştir (Bkz. Şekil 12).
Aydınlatma vitrinde, sadece yapılan tasarımı
görebilmek için değil bir çok farklı etki yaratarak
tasarıma yardımcı olduğu ve kendi başına da tasarım gerçekleştirebildiği için önemlidir.
Vitrin Aydınlatmasında Kullanılan
Aydınlatma Çeşitleri
Floresan Aydınlatma
Fosfor parçacıklarının bir tüp içerisinde elektrik
enerjisi aracılığıyla parlamaları sonucu ortaya çı-
ARAŞTIRMA
Şekil 13. Floresan aydınlatma (URL-7).
Şekil 14. Akkor lamba (URL-8).
Şekil 15. Yüksek şiddet (HID) aydınlatma (URL-9).
Şekil 16. Spot aydınlatma (URL-10).
kan ışık, floresan ışığı olarak adlandırılır. Bu ışıklandırma biçimi çok ekonomik olmasının yanında,
genel arka plan veya tavan aydınlatması için oldukça değerlidir. Gölgesiz ışık sağlayan bir kaynaktır. Soğuk ışık yayar ve az miktarda ısı üretir.
Bu özellikleri sayesinde floresan küçük kapalı alanlarda aranan bir aydınlatma kaynağıdır (Bkz. Şekil 13). Buna karşın floresan, bazı nesnelerin hoş
görünmemesine neden olur. Nesnelere odaklanma özelliği yoktur. Tüp, ışık ışınlarını yansıtan düz,
beyaz bir yüzeyin hemen yanına yerleştirildiğinde
üst düzey verim elde edilir [3].
yüksek ışık oluşturmaları nedeniyle tavanın yaklaşık
dört buçuk metreden yüksek olduğu yerlerde kullanılacak en iyi ışıklandırma kaynaklarıdır. Renkleri
çok daha soğuk gösterirler. Daha az sıcaklık üretirler ve floresanlardan daha uzun ömürlüdürler [7].
Akkor Aydınlatma
Akkor lambalarda elektrik akımı, bu akıma dayanıklı çok ince bir tel aracılığıyla sağlanır (Bkz. Şekil
14). Bu tel, ısınır ve parlar. Ortaya çıkan ısı, kapalı
ve havalandırılmayan alanlarda yangın tehlikesine
neden olur. Akkor ışıklardaki esneklik, özel efektler
için çok yararlı olmalarını sağlar. Akkor lambalar;
bir hat boyunca veya pillerle birlikte kullanılmadıklarında bir donanım veya reflektörle birlikte
kullanılırlar. Akkor lambalar sıcak bir etki oluşturmalarına karşın floresan lambalara oranla daha az
yayılım gösterirler ve daha az ekonomiktirler [7].
Yüksek Şiddetli(HID) Aydınlatma
HID’ler floresanlara oranla boyut olarak daha küçüktürler ve akkor lambalar gibi gölge oluştururlar ve yüksek ışık yayarlar (Bkz. Şekil 15). Civa tipi
HID’ler çok yeşil, metal tipler çok mavi ve sodyum
tipler de çok sarı görünürler HID lambalar çok
Spot Aydınlatma
Spot lambalar belirli ve çok sınırlı bir bölgeye yoğun ışık verilmesini sağlar. Farklı güçlerde ve türlerde olabilmektedirler (Bkz. Şekil 16). Spot lambalar; elektrik ampulü, yüksek şiddette ışık yayan
ampul, halojen ampul, yüksek/düşük voltajlı,
sabit tavana monte edilebilen veya portatif ayaklı
olabilmektedirler [8].
3. Alan Çalışması
Bu çalışmada giyim mağaza vitrin tasarımlarının,
özelliklede aydınlatmalarının müşteriler üzerindeki
etkilerini ve algısal analizlerini belirlemek hedeflenmiştir. Seçilen hazır giyim mağazalarında vitrin
tasarımı ve aydınlatmasında kullanılan malzemeleri incelemek için fotoğraflama, mağaza yetkilikleriyle görüşme ve vitrinleri yerinde inceleyerek
analiz etme gibi yöntemler kullanılmıştır. Seçilen
mağazaların her biri için kimlik ve vitrin bilgilerinin
yer aldığı biçimsel analiz tabloları oluşturulmuştur.
Tabloda fotoğraf ve çizimlerinin yanı sıra vitrin teknik bilgilerine de yer verilmiştir. Her vitrin kendi
içinde incelenerek analiz edilmiştir. Daha sonra
tüm vitrinlerin yer aldığı psikolojik, tasarımsal ve
aydınlatma analizleri yapılarak yüzde hesaplarıyla
genel bir çıkarım yapılmıştır.
87
ARAŞTIRMA
88
Şekil 17. Dış cephe vitrin çeşitlerinin analizi.
Şekil 18. Kapı çeşitleri analizi.
Şekil 19. Vitrin tasarımında, renk tasarısı analizi.
Şekil 20. Vitrin aydınlatmasında armatür çeşidi analizi.
Şekil 21. Vitrin cephesi, grafik eleman çeşidi analizi.
Şekil 22. Vitrin cephesi, grafik eleman yeri analizi.
Seçilen Mağaza Vitrin Örneklerine Bağlı
Biçimsel Analiz Bulguları
Yapılan çalışmada vitrinlerin biçimsel analiz tablolarının genel bulguları; vitrin tasarımı, vitrin aydınlatması ve vitrin cephesini oluşturmaktadır (Bkz.
Tablo 1’den Tablo 10’a kadar).
Dış cephe vitrinlerin araştırma kapsamında
incelendiği bu çalışmada vitrin çeşitleri; arkası
açık dış cephe, arkası yarı açık dış cephe ve arkası
kapalı dış cephe vitrinleri olarak değerlendirilmiştir. Seçilen vitrinlerin %25’i arkası açık dış cephe,
%12’si arkası yarı açık dış cephe, %63’ü de arkası
kapalı dış cephe vitrin çeşidine sahiptir (Bkz. Şekil
17).
Çalışma kapsamında seçilen mağaza örneklerinin kapı çeşitleri; çift kanatlı (çift yöne açılır) kapı
ve kanatsız (yukarıdan aşağıya sürgülü) kapı çeşidi olarak tespit edilmiştir. Kapı çeşitlerinin %20
’si çift kanatlı (çift yöne açılır) kapıyı oluştururken,
%80’inin de kanatsız (yukarıdan aşağıya sürgülü)
güvenlik girişli kapı olduğu görünmektedir (Bkz.
Şekil 18).
Mağazaların vitrin tasarım renkleri; %5 monokrom renk tasarısı, %10 tek renk tasarısı, %60
benzer renk tasarısı, %25’te zıt renk tasarısı olarak
karşımıza çıkmaktadır (Bkz. Şekil 19).
Vitrin aydınlatma armatür çeşitlerine bağlı
biçimsel analiz bulgularına göre vitrinlerin %60’ı
yüksek şiddetli (HID) aydınlatmaya, %30 spot aydınlatmaya, %7 floresan aydınlatmaya, %3 akkor
aydınlatmaya sahiptir (Bkz. Şekil 20).
Seçilen mağazaların cephe grafik eleman çeşidi, %85 içten aydınlatılmış kalıp harfleri, %10 aydınlatmasız kalıp harfleri, %5 ise içten aydınlatılmış
harf panolarını oluşturmaktadır (Bkz. Şekil 21).
Çalışma kapsamında seçilen mağaza örneklerinin cephe grafik eleman yeri bulgularına göre;
%52 saçak bordürü üzerinde, %43 mağaza sınırlandırıcıları üzerinde, %5 vitrin camı üzerinde yer
almaktadır (Bkz. Şekil 22).
ARAŞTIRMA
Kentplaza (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri
1. Twist Mağazası
2. Ipekyol Mağazası
Tablo 1. Twist mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Tablo 2. Ipekyol mağazasının biçimsel analiz tablosu.
3. Pierre Cardin Mağazası
4. W Collection Mağazası
Tablo 3. Pierre Cardin mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Tablo 4. W Collection mağazasının biçimsel analiz tablosu.
89
ARAŞTIRMA
5.Vakko Mağazası
6.Avva Mağazası
Tablo 5. Vakko mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Tablo 6. Avva mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Kule Site (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri
90
7. Damat Mağazası
8. U.S. Polo Assn. Mağazası
Tablo 7. D’S Damat mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Tablo 8. U.S. Polo Assn. mağazasının biçimsel analiz tablosu
ARAŞTIRMA
M1 Real (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan
Mağaza Vitrinleri
Novada Outlet (Konya) Alışveriş Merkezinde
Yer Alan Mağaza Vitrinleri
9. Lufian Mağazası
10. Altınyıldız Mağazası
Tablo 9. Lufian mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Tablo 10. Altınyıldız mağazasının biçimsel analiz tablosu.
Sonuç ve Öneriler
• Vitrin camları saydam oldukları kadar aynı zamanda yansıyıcı yüzerlerdir. Yansımayı önlemek amacıyla bazı teknikler uygulanmaktadır.
Bunlardan bazıları şöyledir;
- Vitrin aydınlatması en az dış mekan aydınlatması kadar aydınlık olmalıdır.
- Yansımayı önleyen cam kullanılmalıdır.
- Tek eğimli, iki eğimli yada kavisli vitrin camı kullanılmalıdır.
- Bunlardan en maliyetli kavisli cam kullanmak
olsa da sonuçta daha az maliyetlidir ve kesin
çözümdür.
Çalışma kapsamında vitrin camları incelendiğinde bazı vitrinlerde kısmen yansımanın engellenemediği görülmüştür (Örneğin Twist). Tüm vitrinlerde yansımayı önlemek amacıyla, içerideki aydınlık
düzeyi arttırma ve sertleşmiş cam kullanma çalışmaları yapıldığı sonucuna varılmıştır. Bu anlamda
hiçbir vitrinde kavisli cam kullanılmamıştır.
• Saydamlığın ön planda tutulduğu vitrin tasarımlarında ürün sergilemenin minimum seviyede olduğu görülmektedir (Örneğin Vakko).
• Arkası açık dış cephe vitrini kullanılan mağazalarda genellikle vitrine, mağaza iç görüntüsü
•
•
•
•
•
•
yansıtılmak istenilmiştir. Bu sebepten dolayı
mağaza aydınlık düzeyi vitrin aydınlık seviyesine yakındır. Dolayısıyla vitrin iç mekan aydınlığı dış mekan aydınlığından çok yüksek değildir. Bu yüzden de vitrin camında yansıma
problemi oluşmaktadır. (Örneğin Vakko, Twist
gibi)
Seçilen mağaza örneklemlerinde genellikle giriş birimlerinin çok geniş olmadığı, vitrin
derinliklerinin 50 - 100 cm arasında olduğu
sonucuna varılmıştır.
Mağaza ve vitrin tasarımında, ürünlerin gerçek renklerini gösterecek özellikte, gün ışığına
yakın aydınlık seviye oluşturacak aydınlatmalar
tercih edilmelidir.
Vitrin genel aydınlık düzeyi 300 lux - 1000 lux
aralığında olmalıdır.
Özel sergiler için lokal aydınlatma kullanılıyorsa aydınlık düzeyi 1500 lux - 5000 lux olmalıdır.
Tasarımda ahşap kullanılan birimlerde sarı ışık,
duvar yüzeylerinde beyaz ışık kullanılmalıdır.
Aksi taktirde ışık patlaması oluşacaktır.
Vitrinler hızlı değişip, yenilenen birimler olduğu için tasarımda esnekliğe ve bu duruma
91
ARAŞTIRMA
olanak sağlayacak hafif tasarım ekipmanlarının
yanı sıra raylı ve hareket edebilen oynar başlıklı
aydınlatma sistemleri tercih edilmelidir.
• Vitrin çeşidine ve mağazanın fonksiyonuna,
hedef kitlesine göre aydınlatma kullanmaya
özen gösterilmelidir.
Not
Bu yayın yüksek lisans tezinden faydalanılarak yapılmıştır.
Kaynaklar
[1] Ching, Francis D.K., 2006, İç Mekan Tasarımı, YEM Yayın,
İstanbul, 126.
[2] Okten, G.,2004, “Moda Alanında Faaliyet Gösteren Mağaza Zincirlerinde Ticari İmaj Ve İç Mekan Tasarımı İlişkisinin
İrdelenmesi” Yüksek Lisans Tezi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İç Mimarlık Anabilim Dalı,
İstanbul.
[3] Arslan M., ve Bayçu S., 2012, Mağaza Atmosferi. Editör:
Mine Oyman, 1.Baskı, Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi Yayını, Mayıs 2012, Eskişehir, 34-179.
[4] Mun, D., 1981, Shops A Manual Planning and Design,
The Architectural Press Ltd, London.
[5] Meyer, Warren G., Harris, E. Edward, Kohns, Donald P.
ve StoneIII, James R., 1988, Retail Marketing, 8. Baskı, New
York: McGraw-Hill, 371-536.
[6] Philips Lighting, 2007, Application Guide Retail Lighting,
Somerset, NJ: Philips.
[7] Mills Kenneth H., Judith E. Paul ve Kay B. Moorman, 1995,
Applied Visual Merchandising. 3rd ed. New Jersey: Prentice
Hall, USA, 38-87
[8] Colborne, Robert., 1996, Visual Merchandising: The Business of Merchandise
Presentation, New York: Delmar Publishers, 128.
92
İnternet Kaynakları
URL-1,
http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/3#ngg [Ziyaret Tarihi: 3
Ocak 2015].
URL-2, http://vitrintasarimi.net/index.php?option=com_cont
ent&view=article&id=68&Itemid=239 [Ziyaret Tarihi: 16 Ocak
2015].
URL-3, http://vitrintasarimi.net/index.php?option=com_cont
ent&view=article&id=68&Itemid=239 [Ziyaret Tarihi: 16 Ocak
2015].
URL-4,
http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaraticivitrin-tasarimlari/nggallery/page/20#ngg [Ziyaret Tarihi: 2
Ocak 2015].
URL-5,
http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/1#ngg [Ziyaret Tarihi: 5
Ocak 2015].
URL-6,
http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/2#ngg [Ziyaret Tarihi: 5
Ocak 2015].
URL-7,
https://www.google.com.tr/search?q=ayd%C4%B1nlat%C4
%B1lm%C4%B1%C5%9F+i%C3%A7+mekanlar&biw=1280&b
ih [Ziyaret Tarihi: 11 Şubat 2015].
URL-8,
https://www.google.com.tr/search?q=akkor+lamba&biw=1
280&bih [Ziyaret Tarihi: 25 Eylül 2015].
URL-9,
https://www.google.com.tr/search?q=HID+lambalar&biw=
1031&bih
[Ziyaret Tarihi: 13 Şubat 2015].
URL-10, https://www.google.com.tr/search?q=ayd%C4%B1
nlat%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F+i%C3%A7+mekanlar&biw=1
280&bih [Ziyaret Tarihi: 13 Şubat 2015].
SANAT
HÜSN-İ HAT
ÖĞRENCİLERİNİN MİHMANDARI:
HATTAT MEHMED ŞEVKİ EFENDİ
Atilla ŞİMŞEK
at sanatının ortaya çıkışının en önde gelen sebebi, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı
en güzel şekilde yazma gayreti ve isteği
olmuştur. Yazılan Allah’ın kelamı olunca bunu sıradan bir yazı gibi yazmak elbetteki doğru olmazdı. Manânın yüceliğine uygun bir güzellik olması
gerekirdi. Bu görevi de hat sanatı yerine getirdi.
Bunun yanında İslamiyet’in ilk devirlerinden itibaren İslâm mimarisinin içinde hat sanatı bütün
güzelliği ile yer aldı. Hat sanatı cami, medrese,
çeşme, köprü, mezar taşı gibi bir mimari eserin
ya içinde ya da dışında o yapının belgesini ve
kimliğini ortaya koymak ve aynı zamanda bu mimari eseri manasına uygun bir biçimde süslemek
maksadı ile kullanıldı. Türk İslâm kültüründe, Allah
kelamı nereye yazılırsa orası kutsallık kazanır. İşte
hat sanatının bir diğer gayesi, bu mimari eserlere
manevi dereceler kazandırmak ve insanlara her
vakit ne yapmaları gerektiğini hatırlatmaktır. Bunun için hat sanatıyla yazılmış ayet, hadis ve güzel
sözler mimari eserlerimizi süslemektedir. Hat sanatının bu gayesinin yerine gelmesi için bu yazıların
sadece süs unsuru olarak görülmemesi ve okunulması gerektiği de akıllardan çıkarılmamalı. Hat
sanatı estetik olarak zirveye ulaştığı dönemlerde
sadece dış mimariyi değil iç mimariyi de süsleye-
H
rek maneviyat dolu bir dekor olma özelliğini de
üstlenmiştir1.
Estetiğin ön planda olduğu bu nadide sanatın
öğretimi de kolay değildi tabi ki, ciddi tutulmalıydı. Kendi kendine yetişme usulü, hataya açık ve
verimsiz olduğu gibi uzun bir zamana yayılacağından benimsenmeyen bir yoldu. Ayrıca sanat
yeteneğinin kısa zamanda disiplin altına alınması
ve gelişmesi, geleneksel usulde yetişmiş bir hat
üstadının meşk usulü eğitimiyle yakından ilgili olduğunu Hz. Ali’ye izafe edilen şu söz ortaya koymaktadır: “Güzel yazı bizzat hocanın öğretisinde
(Meşk) gizlidir, olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslam dinini yaşamakla olur”2. Hat sanatı,
kendine has usûl ve kâidelerle hoca-talebe ilişkisi
içerisinde öğrenilen bir güzel sanat dalı olup tohum safhasından meyveye kadar uzun, sabırla çalışma ve manevî feyiz gerektiren zorlu bir yoldur.
Hoca-talebe ilişkisi içerisinde öğrenilen hat sanatının İslâm tarihi boyunca eğitim ve öğretiminin
köklü bir disiplin içinde yürütüldüğü, meşk mecmualarından, hattat silsilelerinden ve icâzetnâme
(diploma)’lerden anlaşılmaktadır3. XV. yüzyıldan
günümüze kadar yapılan uygulamalara göre yetenekli bir talebe müfredat ve mürekkebat (harflerin ve harf bitiştirmelerinin muntazamlığı, kaide
Prof. Dr.,
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi
Öğretim Üyesi
93
SANAT
Sülüs ve nesih yazıda ilk meşk (ders): Rabbim kolaylaştır zorlaştırma; bu işimi hayırla tamamla.
ve satıra oturmuşluğu, kalem rahatlığı gibi konuların bütünü) meşklerini tamamladıktan sonra
ancak yazı öğrenimini tamamlayabilir. İşte kendisi
XIX. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen bu zorlu
yola girmeyi göze almış günümüz hat öğrencilerine meşkleriyle ışık tutmaya halâ devam eden ve
yazılarını var gücüyle ona benzetmek için çalışan
öğrencilerin kaynak kitabının (İslâm Tarih, Sanat
ve Kültür Araştırma Merkezi [IRCICA] tarafından
yayımlanan Sülüs-Nesih Hat Meşkleri) sahibi olma
şerefine erişmiş bir üstattan bahsedelim istedik bu
makalede: Mehmed Şevki Efendi.
Harmoni ve estetiğin mükemmel bir şekilde bir
araya geldiği hat sanatı birçok kişiyi olduğu gibi
beni de etkiledi ve adeta kendisiyle uğraşmam
için her türlü cazibesini kullandı. Sonucunun ne
olacağını tam olarak kestiremediğim bu serüvene
atıldığımda, hüsn-i hat öğrencisinin, Rabbinin karşısında edeble haddini bilerek “Yarabbi kolaylaştır,
zorlaştırma; hayırla bu işimi tamamla” manasına
gelen ve her hat talebesinin zorlu serüveninin
adeta başlangıç kapısını aralayan “rabbiyesir velâ
tüassır” duası ile başlayan ilk ödevimi bir hafta süreyle talim etmeye başlamıştım. Besmeleyi çektik
ama daha ilk harf olan ra’nın kuyruğunu hocamızınki gibi bir türlü çekemedik. İkinci hafta bu talimde bize yarenlik edecek bir meşk kitabı olduğu,
harflerin orada gösterilen ölçülerde ve nizamda
yazılması gerektiği söylendi hocamız tarafından.
Hat öğrencilerinin ilk sülüs ve nesih yazı dersinde (meşk) yer alan harflerin
M. Şevki Efendi tarafından ölçülendirilmesi: Kırmızı yuvarlak ve noktalar
harflerin ölçülerini gösterir.
94
İşte Şevki Efendi ile benim ilk tanışmam birbiri ardına naif bir biçimde sanki matbaadan çıkmış gibi
düzenli bir şekilde dizilen harflerin ve ölçülerinin
yer aldığı bu kitapla oldu. Meğer bu harfler öyle
gelişigüzel göz kararı yazılmazmış, her birinin bir
ölçüsü varmış… Hattın sadece işaretleri yazmaktan ibaret olmadığını, harfleri bir ölçü ve dengeye
getirmek olduğunu öğrendik bu kitapla ve hala
da devam ediyoruz öğrenmeye.
Tüccardan Ahmed Ağa’nın oğlu olan Şevki
Efendi, Kastamonu’nun Seyyidler (Seydîler) köyünde doğdu4. Küçük Şevki daha üç yaşında
iken İstanbul’a gönderildi5,6; burada dayısı Mehmed Hulûsi Efendi ve onun damadı Harputlu
Hoca İshak Efendi’nin yanında yetişti. AksarayYusufpaşa’daki sıbyan mektebinde ilk tahsilinin
yanı sıra dayısından sülüs-nesih ve rika’ (hüsn-i
hatta en çok kullanılan yazı çeşitleri) yazılarını
meşk ederek 1841’de on iki yaşında iken hat icazeti aldı4. Öğrenimi en az sekiz yıl süren Hat Sanatında henüz on iki yaşını tamamlamamış bir çocuk
Sülüs ve Nesih yazı çeşitlerinden icazet alıyordu.
Dönemin ustaları bu küçük çocuğun yazdığı
yazılar karşısında hayrete düşüyor ve şaşkınlıkla
inci gibi dizilmiş sülüs ve nesihleri inceliyorlardı.
Onların neler söylediği bir muamma olsa da ortada olan ve apaçık duran bu çocuğun yazdıklarıydı. Şüphesiz dayısı ondaki cevheri fark etmiş
olacak ki, henüz oyun çağında olan bu afacan
çocuğun peşinde koşturmuş ve ona hat sanatını
öğretmişti. Hat Sanatının içinde barındırdığı tüm
özellikleri, büyürken öğrenen Şevki, titizlik, saygı,
hassasiyet, çok çalışma, yaptığı ile yok olma ve
İslam dini üzere olma evrelerini tamamlayarak,
bahsedildiği gibi on iki yaşında yazılarının altına
imza atabilecek seviyeye ulaşmıştı7. Hocası Hulûsi
Efendi, Koca Ragıb Paşa Kütüphanesi birinci hafızı kütübü, Nusretiye Camii kürsü şeyhi ve birçok
hattat yetiştiren feyizli bir hocaydı. Kendisi Mahmud Raci ve Ali Vasfi Efendilerin talebesi olmakla
beraber hat sanatındaki yeri orta derecede idi4.
Bu sebeple kabiliyetli bulduğu yeğenine icazet
verdikten sonra hattını ilerletmesi için onu kendinden daha üstün gördüğü bir üstada götürmek
SANAT
Celî Sülüs Oklu Besmele.
istedi. Ancak Şevki Efendi “Sizden başka hocaya
gitmem” dedi. Hâlbuki gideceği hoca Kadıasker
Mustafa İzzet Efendi idi. Zamanın emsalsizi, Şefik
Bey’in, Abdullah Zühdi’nin hocası, 8 m. çapındaki
o nadide levhaların sahibi koskoca Ayasofya hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi. Fakat “Hocam
ve velînimetim, sen bana kâfisin” dedi ve reddetti. Dayısının sevincinden gözleri yaşararak bağrına bastı yeğenini ve ona hayır dua etti. “Daima
feyz alınan kişi ol, sana ve yazdıklarına karşı herkes kıyamete kadar saf saf dizilip saygı ve hürmet
göstersin” 6,7. Belki de bu dua sayesinde sülüs ve
neshi zirveye ulaştıran ve kendinden sonra gelen
hattatların daima takip ede geldikleri bir mektebin, “Şevki Mektebi” denilen emsalsiz üslûbun
kurucusu olma şerefine erişti5.
Şevki Efendi, Harbiye Nezareti’nde tercihan hattatların tayin edildiği Mektûbî-i Seraskerî
Odası’nda Mart 1848’de memuriyete başladı. Askeri katiplerin yetiştirilmesi için Beyazıt’ta 1875’te
açılan Menşe-i Küttab-ı Askeri’yede rik’a muallimi
oldu; vefatına kadar her iki vazifesini de sürdürdü. ll. Abdülhamid’in taht’a çıkmasından sonra Yıldız Sarayı’na bağlı olarak açılan Mekteb-i
Şehzadegan’da 25 Ekim 1877 tarihinde Başmâbeyinci Osman Bey’in delaletiyle hat muallimliğine getirildi. Bu mektebe bir müddet sonra
padişahın özel hizmetini görenlerin çocukları da
“zadegan” ismi altında kabul edilmeye başlandı.
Şevki Efendi burada birçok şehzade ve beyzadenin hocası oldu. Bu vazife için cumartesi, pazartesi ve perşembe olmak üzere haftada üç gün
oturduğu Haseki’den Yıldız’a giderdi. Ders saatleri dışında da Yıldız Kütüphanesi’ndeki mushaf,
dua mecmuası ve murakka’ gibi eserleri incelerdi.
Kendisine teveccühü olan II. Abdülhamid, ara sıra
şehzadelerin hat meşklerine bakmaktan hoşlanır
bir yazı siparişi olursa Çit Kasrı’nda Şevki Efendi’yi
doğrudan kabul ederek ona ihsanlarda bulunurdu. Şevki Efendi’ye 1883’te rütbe-i saniye sınıf-ı
mütemâyizî ve üçüncü rütbeden Mecîdî nişanı
tevcih edildi. 1870’1i yıllarda hacca giden Şevki Efendi iffetli ve müstakim yaratılışıyla tanınırdı.
Kendisine ve evine sadece resmi maaşını harcar
eserleri için pazarlık etmez, para vermeyenlere de
hediye eder, yazıdan aldığı parayı Kastamonu ve
İstanbul’daki muhtaçlara dağıtırdı. Vefatında 27
lira parası çıkmış fakat sonradan ele geçen hususi
defterinde otuz fakiri aylığa bağladığı görülmüştür. Henüz hayatta iken birini kaybettiği üç kızı ve
bir oğlu olmuştur. Şevki Efendi son zamanlarında
felç geçirmiş 13 Şaban 1304’te (7 Mayıs 1887)
vefat etmiş ve Merkez Efendi Kabristanı’nda hayattayken dizinin dibinden ayrılmayı hayal bile
edemediği çok sevdiği hocası Hulûsi Efendi’nin
yanı başına defnedilerek vefatında da hocasından
ayrılmamıştır. Kitabesi oğlu ve talebesi Mehmed
Said Bey tarafından Mehmed Şevki’ye layık olmayan bir seviyede yazılmıştır. Şevki Efendi, Haseki
semtinde geniş bir bahçeye baktığı için kendisinin
“yeşil oda” dediği yazı odasında sabah namazından sonra vazifeye gideceği saate kadar yazıyla
meşgul olurdu. Tatil olan cuma günlerinde ise
sabahtan cuma namazına kadar talebesiyle meşguliyetini sürdürür, onlara hat dersi verirdi. Cumadan sonra ziyaretine kalabalık halde askeri ve
sivil erkan gelirdi4,6.
Sanat hayatı boyunca her gün ilerleme gösteren Şevki Efendi, bilhassa 1873 yılından itibaren
daha narin bir üslûpla Nihâl mertebesine eriştirdi-
Celî Sülüs İstif.
95
SANAT
Vefatından 6 sene önce yazdığı nesih amme cüzünden ilk sayfa.
Nesih Ayet-i Kerîme.
96
ği bu yazı nevilerinde günümüze kadar son merhale sayılmaktadır. Kendi üslûbunu bulduktan
sonra bile ziyaretine gittiği hocası Hulûsi Efendi
sırada bekleyen fazla talebe olduğunda bunların
meşklerine bakmayı Şevki’ye havale edince gereken harf çıkartmalarını hocasının üslûbuyla yazacak kadar ona hürmet gösterirdi. Hüsn-i hattı
kim için olursa olsun aynı dikkat ve itina ile yazan
Şevki Efendi talebe için hazırladığı meşklerinde de
aynı titizliği gösterirdi. Bu sebeple orta yaşlarından
itibaren on talebeden fazlasını kabul etmemeye
başlamıştır. Ancak Hacı Arif Efendi gibi bu ilkesini
bozduğu müstesna öğrencileri de vardır. Meşkin
mürekkebat safhasında Hz. Ali’nin rivayeti olan hilye metnini yazmaya hususiyle ehemmiyet verirdi
(TSMK, Güzel Yazılar. n r. 188). Pek çok talebesi
arasında en fazla tanınanlar Filibeli (Bakkal) Hacı
Arif, Hafız Fehmi, Pazarcıklı Mehmed Hulûsi ve Ziyaeddin Efendi ile Ferid Bey’dir4.
Şevki Efendi sanat hayatı boyunca yirmi beş
mushaf (Sakıp Sabancı Müzesi, nr. 57, Hacı Hüseyin Efendi tezhibi [1279/1862]; TSMK, Mehmed
Reşad, nr. 4, Hüsnü Efendi tezhibiyle [1295/1878];
Arda, nr.32, Hasan Rıza tarafından tamamlanan
son mushafı [1304/1887]), sayısız cüz ve evrad
(Rado Koleksiyonu, Mevlevi evradı, [1296/1879]),
kıta (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 309/96) ve murakka’ ile (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 190/1; 195; Sakıp
Sabancı Müzesi, nr. 216) hilyeler (Kubbealtı Kültür
ve Sanat Vakfı, 2 adet) yazmıştır. Celi sülüsle on kadar levhası olup bunların çoğu müzehhip Hüsnü
Efendi tarafından zerendüd usûlüyle işlenmiştir (Aksaray Valide Sultan Camii). Camilerde varak altınla
hazırlanmış cihâryâr takımları da görülmektedir4.
Bazı kabirlere (dayısı Hulusi Efendi’ninki en
mükemmelidir, 1291/1874) ve Karagümrük’te
Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi’ne (1862) yazdığı celi sülüs kitabeleri vardır. Fakat celi yazıda
Sami Efendi mertebesine erişememiştir. Sülüs- nesih karalamalarını harfleri ekseriya birbirine çiğnetmeden ferah görünüşlü bir temrin şeklinde yazan
Şevki Efendi, talebesi arasında kullandığı kalem
yüzünden iyi çalışamadığını söyleyen bulunursa
harf çıkartmalarını bilhassa kusurlu denilen o kalemle yaparak meselenin kalemden ziyade yazan
elde olduğunu îma ederdi. Şahsen tanıyanların
belirttiğine göre Şevki Efendi’nin yazıları kaleminden son derecede itinalı ve tekellüflü olarak çıkarmış; fakat bu pürüzsüz ve şiveli eserleriyle haklı bir
şöhrete sahip olmuştur. Bu sebeple onu anlatmak
için, “Yazısı da ahlaki kadar pürüzsüzdü” denilmiştir. Yakın arkadaşı Sami Efendi, “Hattatların içinde
kendi halinde, halûk, sanatında mâhir olarak onu
bilirim. Şevki Efendi fenâ yazmak istese de yazamaz. Elinden fenâ harf çıkmaz” cümlesiyle bir gerçeği ifade etmiştir4,5,6.
SANAT
Celî Sülüs Hadis: Hikmetin başı Allah korkusudur.
Celî Sülüs Satır.
Doğumundan vefatına kadar her anını kıymetli vakit olarak kabul edip durmadan çalışmış
olan Şevki Efendi bu çalışkanlığının meyvesini
aradan geçen bunca yıla rağmen hala toplamaktadır. Öyle ki icazet almış veya almamış tüm Hat
öğrencileri mutlak surette Şevki Efendi’nin yazılarına bakarak Sülüs ve Nesih’i meşk eder, Şevki
Efendi’ye benzetmek için var güçleriyle durmadan çalışırlar7.
Üstün gayretleriyle hat sanatının İslam dünyasında yayılmasına ve Osmanlı tarzının dünya
çapında benimsenmesine büyük katkıda bulunan
tüm hattatlarımızın, Şeyh Hamdullah’tan itibaren
süzüle süzüle en nazenin halini arayan sülüs ve
nesih yazılarının asırlara yayılan estetik yolculuklarının ardından elinde kemale erişmiş olan Mehmed Şevki Efendi’nin ruhu şad olsun. Biz onlardan razı olduk, Allah da onlardan razı olsun…
Kaynaklar
1. Berk, Süleyman (2014), “Anadolu İmam Hatip Liseleri için Hüsn-i Hat” T.C. MEB Devlet Kitapları, Birinci Baskı,
Ankara.
2. http://www.filozof.net/Turkce/edebiyat/turkedebiyati/15536-mesk-nedir-hat-sanatinda-hakkinda-bilgi.
html?showall=&limitstart=
3. Bilen, Yusuf (2010), Hat sanatı eğitim ve öğretiminde
hoca-talebe münâsebeti, EKEV Akademi Dergisi, Yıl: 14,
Sayı: 44, Sayfa: 127-136.
4. Derman, M. Uğur, “Mehmed Şevki Efendi”, TDV İslam
Ansiklopedisi, Cilt: 28, Sayfa: 533.
5. Özkafa, Fatih (2010), İstanbul’un Meşhur Hattatları,
Bir Fotoğrafın Aynasında İstanbul’un Meşhur Hattatları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, Editör: Yusuf
ÇAĞLAR, Sayfa 141-142.
6. BİKSAD Bilim Sanat ve Kültür Derneği Sanat Eserleri Serisi:10, Amme Cüzü, Hat: Mehmet Şevki Efendi
7. http://www.mustafacemilefe.com/index.php?s=d13, Tüm
denemeler, “Şevki Mektebi”.
97
ETKİNLİKLERİMİZ
ETKİNLİK HABERLERİ
98
1- 26 Haziran Cuma günü iftar yemeği ve meleğinde 25,40 ve 50’nci senelerini dolduran
üyelerimize plaket töreni düzenlendi.
????????????
ETKİNLİKLERİMİZ
2- 10 Ekim Cumartesi günü Dünya Mimarlık
Haftası Etkinlikleri kapsamında Yrd.Doç.Dr.
Bilgehan Yılmaz Çakmak tarafından ‘’Erişilebilirlik Konusunda Mimarlar Ne Kadar Sorum-
lu?’’ konulu bir sunum yapıldı. Sunumdan
sonra farkındalık yaratmak amacıyla Mimarlar
Odası’nın önünden Alaaddin çevresini dolaşarak kent meydanına kadar yürüyüş yapıldı.
99
ETKİNLİKLERİMİZ
100
ETKİNLİKLERİMİZ
3- 11 Ekim Pazar günü Dünya Mimarlık Haftası
Etkinlikleri kapsamında Meram Dere Tesislerinde piknik organizasyonu düzenlendi.
101
YAYIN TANITIMI
Tanıtım: M. Feyza Yarar
İSTANBUL’UN
KAYBOLAN AHŞAP
KONUTLARI
REHA GÜNAY,
Yem Yayın, İstanbul,
Kasım 2014
“Babamın teyzesinin konağı ise
Sultantepesi’ndeydi. Haftada bir
kez tepeye tırmanan merdivenli yokuşu çıkmak bir çocuk olarak bana
çok zor gelirdi. Düz yola çıkınca rahat bir nefes alırdım. Sultantepesi,
Mihrimah Camisi’nin üstünde bütün
Boğaz ve İstanbul manzarasına hâkim bir konumdaydı. Konak bir set
üstünde yer alıyordu. Sokaktan çift
kanatlı bir kapıdan girince karşıdaki taş merdivenlerle set üzerindeki
bahçeye ulaşılırdı. Merdivenin iki
yanındaki taş duvardan bazen aslanağızları, bazen yapışkan otları fışkırmış olurdu. Taş basamaklardan çıkarken duvarlarda yankılanan ayak
sesleri hâlâ kulağımda. Eve, çift kollu merdivenle çıkılan bir sahanlıktan
girilirdi. Sonra taş kaplı bir giriş ve
karnıyarık sofaya geçilir, sofanın iki
yanında yer alan ikişer odanın biri
mutfak olarak kullanılırdı. Üst kata
çıkan döner merdiven tam karşıda
kalırdı. Evi üst katı da aynı plana sahipti. Denize bakan tarafta üstü çatılı bir balkon bütün manzaraya açıktı.
Konak hâlâ yerinde duruyor.”
1937 doğumlu, mimar ve fotoğraf
sanatçısı Doç. Dr. Reha Günay, çocukluğunda sık sık ziyaret ettiği, varlığını hâlâ
sürdüren bir konağı böyle tarif etse de
son kitabı ile sadece kaybolan ahşap
konut dokusuna değil yok olmaya yüz
tutmuş bir yaşam kültürüne de işaret
ediyor.
1960 yılından bu zamana kadar
yaşadığı, gezip gördüğü mahallelerdeki nitelikli ahşap evlerin fotoğraflarını
çekerek belgeleyen Günay, bu kültür
değişimini tam manasıyla gözler önüne
serecek sokak perspektiflerini çekmemiş
olmaktan muzdarip. Türk evi çalışmalarıyla bilinen Sedad Hakkı Eldem’e ithaf
olunan kitapta, elli beş yıl boyunca çeşitli
teknik ve makinelerle çekilen iki bin fotoğraf var. Hepsi de Reha Günay’ın objektifinden… Sanatçı, belgelediği evlere
zaman zaman yeniden giderek sürekli
fotoğraflamış fakat kitaba konutların en
eski hallerini koymuş.
Eser Reha GÜNAY’ın “Anılarımda
Ahşap Evler” bölümüyle açılıyor. Yazar
bu bölümde; çocukluğundan itibaren
hatırladığı en eski ahşap yapılaşmanın
bulunduğu semtlerden bahsederek, ahşap evlerin çevresiyle, bahçesiyle, komşularıyla, sokak satıcılarıyla, gece bekçisiyle kurduğu ilişkileri anlatıyor. Sokaktan
sıyrılıp cümle kapısıyla bahçeye geçiyor
102
ve bu sefer de evin müştemilatı ve girişiyle ilgileniyor. Bu çocuksu özenin
ardından eşikten adımını atarak, 40’ların
İstanbul’unda, bir ahşap konakta nasıl
yaşanırdı, hangi alışkanlıklar, hangi zorluklar ve hangi güzellikler vardı, teker
teker anlatıyor.
“Sedad Hakkı Eldem’in Gözünden İstanbul Evleri” başlıklı makaleden sonra “Türk Evi Geleneği” başlığı altında Türk evi plan şeması, yaşama
biçimi, Türk evi plan tipleri izah ediliyor.
Türk evinde ahşap malzemenin kullanımından kısaca bahsedildikten sonra kronolojik olarak 15. Ve 16. Yy evleri, 17. Yy
klasik Osmanlı evleri (Birinci devir), 18.
Yy Barok Dönemi evleri (İkinci devir), 19.
Yy Ampir evleri – Napolyon Dönemi Klasizmi (Üçüncü devir) ayrıntılı fotoğraflar,
döneme ait belgeler, minyatür, gravür
ve plan şemaları ile anlatılıyor. Anadolu
Yakası ve Rumeli Yakası’ndan ahşap konut örneklerinin fotoğrafları ile de eser
hitama eriyor.
Reha GÜNAY’ın elinden çıkmış birbirinden güzel fotoğrafların başat unsur
olduğu bu eser; Türk evi ve ahşap konut
kültürü hakkında yapılmış en özenli çalışmalardan birisi olarak kütüphanelerdeki
yerini alıyor. Akademik bilgilerini hakiki
fotoğraflarla tezyin etmek isteyenler için
de en cümbüşlü eser olma iddiasını ortaya koyuyor.
İSLAM
ESTETİĞİNE GİRİŞ,
OLİVER LEAMAN,
Tercüme: Nuh Yılmaz,
Küre Yay., Mart
2010
Oliver Leaman, “İslam Estetiğine
Giriş”te, “İslami estetik diye bir şey var
mıdır? İslam sanatı aslen tasavvufi midir? İslami resim farklı mıdır? İslami sanat
“öteki” midir? Müslümanların seküler sanatı olabilir mi? İslam kültüründe sanatın
yeri nedir?” gibi sorulara cevap arayarak, İslam sanatı hakkındaki yaygın hatalara dikkat çekiyor, bu hatalı yaklaşımların altında yatan sebepleri sorguluyor.
Kitabı yazmasının sebebini “İslam
sanatı hakkında biteviye söylenegelen şeylerden duyduğu derin
hayal kırıklığı”olarak belirten yazar;
Kentucky Üniversitesi’nde felsefe profesörüdür ve estetik-sanat-din ilişkisi konulu dersler vermektedir. İslam, Yahudi
ve Doğu felsefelerine dair çok sayıda
çalışması bulunan Leaman’ın bu kitabı;
dokuz bölümden oluşur.
Birinci bölümde “İslam Sanatı
Hakkında En Çok Yinelenen On
Hata”ya yer vererek meselenin özünün, İslam sanatının mütemadiyen estetikle, hele sanatla hiç ilişkisi olmayan
terimlerle izah edilmeye çalışılması olduğunu, bu terimlerin İslam sanatının
estetik özelliklerini anlatır gibi görünürken, tüm bu özellikleri başka şeylerle
değiştirerek, sanki bu sanatın gerçekten
sanat olarak görülmesini sağlayacak terimlerden yoksunmuş gibi algılanmasını
sağlamak olduğu tezini ileri sürer.
“Halık Allah, Hüsnühat ve
Sembolizm” adını taşıyan ikinci bölümde yaratmak ve yaratıcı terimlerini tartışarak; yalnızca Allah’ın yaratma kudretine
sahip olduğu ve bu yüzden sanatsal
yaratının İslam’da yasaklandığı fikrinin
tamamen yanlış olduğunu savunur.
Üçüncü bölüm “Din, Üslup ve
Sanat” ismini alır. Bu bölümde ise birçok kültürün estetik anlayışında ortak bir
konu sayılan yapaylık ve doğallık arasındaki tartışmayı irdeler. Görsel temsil, tasavvuf, mazmun, metafor, sansür, bezeme ve oryantalist kavramları üzerinden
meseleyi ele alır.
Dördüncü ve beşinci bölümlerde
edebiyat ve müzik üzerinden tartışmayı
sürdürürken altıncı bölümde ev ve bahçeyi ele alır. Mimarî ara başlığını taşıyan
sayfalarda yazar şu sözlere yer vermektedir: “Mesela, daha önce de değindiğimiz üzere, cami mimarîsinin temel
bir parçası olan ve inananları namaza çağırmak için kullanılan minareler hoparlörlerin devreye girmesiyle
birlikte ‘işlevlerini yitirmelerine’ rağmen hâlâ varlıklarını sürdürmektedir. Benzer şekilde mukarnasın
bir Müslüman’ın gerçekliği görme
biçimini yansıtan, insanın yarattıklarının maddî olmadığı, ancak ilahî
eylemin asıl gerçek olduğunu ifade eden bir görsel metafor olduğu
söylenir. Çünkü mukarnas genelde
kendisinden daha büyük bir yapının mimarî biçimi olduğunda, o
parçanın genellikle gerçekte olduğundan daha hacimli görünmesine
yol açan bir göz yanılsaması yaratır.
Fakat ne bu niyetlerin bu biçimlerin
aslî birer parçası olduğunu düşünmemizi gerektirecek bir sebep, ne
de daha önemlisi bu tür biçimlerin
takdir edilmek için böylesi bir dinî
açıdan görülmelerini gerektirecek
bir neden var.”
“Kur’an’ın Mucizevîliği”, “Felsefe ve Görme Biçimleri” bölümlerinden sonra “Sanatı Yorumlamak,
İslam’ı Yorumlamak, Felsefeyi Yorumlamak” isimli dokuzuncu bölümle
birlikte kitap son bulur.
Oliver Leaman “İslam Estetiğine
Giriş” adlı bu kitabı ile sembolizm, din
ve üslup, sanat ve felsefe, edebiyat, müzik, mimari ve mekan tasarımı konularındaki yerleşik kabulleri yıkan çığır açıcı
tespitlerde bulunuyor. Leaman’ın deyimiyle, İslam sanatı sanattır ve bu sanatı
anlamak için estetik bir yaklaşım oluşturulmalıdır. Bu kitap bu süreci başlatma
noktasında bir girişimdir.
ARADIĞINIZ KİTAPLAR
MİMARLIK VAKFI KİTABEVİNDE
www.mivkitabevi.com
MİMARLIK VAKFI İKTİSADİ İŞLETMESİ
KARAKÖY KEMANKEŞ CADDESİ NO: 31 BEYOĞLU 34425 İSTANBUL
T: (0212) 244 86 87 / F: (0212) 244 86 88

Benzer belgeler