pdf indir - KONYA Mimarlar Odası
Transkript
pdf indir - KONYA Mimarlar Odası
Dosya / “Mimarlıkta Yerellik Sorunu” 12 Dosya: EMİNE ÖĞÜN’LE TURGUT CANSEVER VE YERELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ / GÜNÜMÜZÜN “SAKİN” YAŞAM ALANLARI OLARAK CİTTASLOW’LAR ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK / MİMARLIKTA YER(SİZLİĞ)İN ANTALYA’DAKİ TURİZM YAPILARI ÜZERİNDEN İNCELENMESİ / KÜRESELLEŞME-YERELLEŞME EKSENİNDE YERELLİK OLGUSU VE KİMLİK / YERELLİĞİN İMKANSIZLIĞINDA YERELLİK: AYNILIK CEHENNEMİNDEN KAÇIŞ / MODERN MİMARİ, POST MODERN KÜLTÜR VE YEREL REAKSİYONLAR / MİRASIN YANSIMASI Proje/Uygulama: KONYA BİLİM MERKEZİ • Teknoloji: KİNETİK MİMARLIKTA CEPHEDE ORİGAMİ VE AKILLI MALZEME KULLANIMI Eğitim: MİMARLIK EĞİTİMİNDE BİR ARAÇ: 9 KARE GRİD UYGULAMASI • Restorasyon: KONYA BEDESTEN ÇARŞISI SAĞLIKLAŞTIRMA PROJESİ Araştırma: YAPAY AYDINLATMA-VİTRİN İŞLEVİ İLİŞKİSİNİN AYDINLATMA KRİTERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: KONYA ÖRNEĞİ Sanat: HÜSN-İ HAT ÖĞRENCİLERİNİN MİHMANDARI: HATTAT MEHMED ŞEVKİ EFENDİ mimaran Mimarlar Odası Konya Şubesi’nin Yerel Süreli Mimarlık Kültürü Dergisidir • Yıl: 9 • Sayı: 12 Sonbahar 2015 mimaran 12 İÇİNDEKİLER mimaran Kapak Fotoğrafı: Fatmanur BARAN Sonbahar Sayısı 2015 • Yıl: 9 • Sayı: 12 Yayın Türü: Yerel süreli Yayınlayan Mimarlar Odası Konya Şubesi Sahibi Mimarlar Odası Adına Mustafa KAŞ Editör ve Yazı İşleri Sorumlusu Fatih CANAN Yayın Koordinatörü Mustafa DERELİ Yayın Kurulu Esra YALDIZ Fatih CANAN Fatih SEMERCİ H. Derya ARSLAN Meryem ALAGÖZ M. Feyza YARAR Mustafa DERELİ Süheyla BÜYÜKŞAHİN SIRAMKAYA S. Zerrin KORKMAZ Fatmanur BARAN H. Livanur DANIŞIK Yazışma Adresi TMMOB MİMARLAR ODASI KONYA ŞUBESİ Atatürk Caddesi No: 15 42040 Meram / KONYA Tel: 0332.353 47 17 Faks: 0332.353 41 61 [email protected] Grafik Tasarım Zehra ŞENOĞUZ Grafik Uygulama Ebru LAÇİN içindekiler EDİTÖRDEN Merhaba / Fatih CANAN.................................................................................................. 3 BÜYÜTEÇ Kent Estetiğinde Reklamın Rolü / Mehmet KOYUNCU - Tuğba ŞEN - Ahmet KUŞTEPE........ 4 KÖPRÜ Tantavi Ambarı’ndan Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesine / Özlem KARAKUL............ 10 DOSYA / Mimarlıkta Yerellik Sorunu Emine Öğün’le Turgut Cansever ve Yerellik Üzerine Söyleşi / Emine ÖĞÜN - Meryem ALAGÖZ - Fatmanur BARAN - Livanur DANIŞIK.......................... Günümüzün “Sakin” Yaşam Alanları Olarak Cittaslow’lar Üzerine Yeniden Düşünmek / Esra Banu SİPAHİ........................................................................................................... Mimarlıkta Yer(sizliğ)in Antalya’daki Turizm Yapıları Üzerinden İncelenmesi / Emine YILDIZ KUYRUKÇU - Zafer KUYRUKÇU................................................................... Küreselleşme-Yerelleşme Ekseninde Yerellik Olgusu ve Kimlik / Arzu TAYLAN - Kadriye (Deniz) TOPÇU............................................................................ Yerelliğin İmkansızlığında Yerellik: Aynılık Cehenneminden Kaçış / Serhat TOKER.............. Modern Mimari, Post Modern Kültür ve Yerel Reaksiyonlar / Ali Naci ÖZYALVAÇ.............. Mirasın Yansıması / Çelik ERENGEZGİN.......................................................................... 14 20 27 34 42 46 49 Yapım Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi Karaköy Kemankeş Caddesi, No: 31 Karaköy 34425 İstanbul Tel: 0212.244 86 87 Baskı-Cilt Doruk Grafik, İstanbul Tel: 0212.629 01 26 Baskı Tarihi Aralık 2015 “mimaran” dergisi, Mimarlar Odası üyelerine ücretsiz olarak gönderilir. Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir. 1 İÇİNDEKİLER PROJE/UYGULAMA Konya Bilim Merkezi / Serap ERDOĞAN......................................................................... 52 TEKNOLOJİ Kinetik Mimarlıkta Cephede Origami ve Akıllı Malzeme Kullanımı / Asena SOYLUK - Pelin SARICIOĞLU................................................................................. 62 EĞİTİM Mimarlık Eğitiminde Bir Araç: 9 Kare Grid Uygulaması / Ali Naci ÖZYALVAÇ - H. Derya ARSLAN - Fatih SEMERCİ................................................... 67 RESTORASYON Konya Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi / M. Argun KOCADAĞİSTAN....................... 71 ARAŞTIRMA Yapay Aydınlatma-Vitrin İşlevi İlişkisinin Aydınlatma Kriteri Açısından Değerlendirilmesi: Konya Örneği / Aysel KAVASOĞULLARI - Murat ORAL..................................................... 83 SANAT Hüsn-i Hat Öğrencilerinin Mihmandarı: Hattat Mehmed Şevki Efendi / Atilla ŞİMŞEK........ 93 ETK‹NL‹KLER‹M‹Z Etkinlik Haberleri............................................................................................................ 98 YAYIN TANITIMI Kitap Tan›t›mı............................................................................................................... 102 Düzeltme: Mimaran Dergisinin 11. Sayısında (YIL 9, Yaz 2015) yayın kurulu üyeleri sehven eksik yazılmış olup düzeltilmiş liste aşağıdaki gibidir: Esra YALDIZ- Fatih CANAN - Fatih SEMERCİ - H. Derya ARSLAN - Meryem ALAGÖZ - M. Feyza YARAR - Mustafa DERELİ - Süheyla BÜYÜKŞAHİN SIRAMKAYA S. Zerrin KORKMAZ - Fatmanur BARAN - H. Livanur DANIŞIK Mimaran Yazım Kuralları Mimaran Dergisi, yılda dört sayı olarak yayınlanan bir dergidir. Dergide, Mimarlık alanlarındaki görgül çalışmalara, derlemelere (en son literatürü kapsamlı bir şekilde inceleyen yazılar, meta-analiz çalışmaları, model önerileri, olgu sorunları ve tartışmaları vb.), çevirilere ve özgün kitap incelemelerine yer verilmektedir. Mimaran’a gönderilen yazılar daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olmalıdır. Herhangi bir sempozyum ya da kongrede sunulan yazılarda kongrenin adi, yeri ve tarihi belirtilmelidir. Yazılar editör ve yayın komisyonu tarafından ön değerlendirmeye tabi tutulur. Yayınlanmak üzere dergiye gönderilecek yazılar, başlık sayfası, ana metin, kaynaklar ve (varsa) ekler ve yazar notları bölümlerini içermelidir. Metinler Times New Roman, 12 punto ve 1,5 satır ararlığı ile yazılmalıdır. Metne ait görseller ise en az 15 cm 300 dpi çözünürlükte olmalıdır. 2 MERHABA... EDİTÖRDEN EDİTÖRDEN Merhaba, Mimaran’ın 12. sayısında okuyucularımızla tekrar beraberiz. 2015 yılı içerisinde yayın kurulu arkadaşlarımla 2. sayıyı çıkarmanın mutluluğunu yaşamaktayız. Yeni sayımızın dosya konusu “Mimarlıkta Yerellik Sorunu”. Mimarlık ortamında güncelliğini koruyan ve üzerinde çalışmalar yürütülen bu problem alanının seçilmesine özen gösterilmiştir. Son dönemlerde “yerel olma” adına gerçekleştirilen kamusal binaların ve kentsel tasarım uygulamalarının bilimsel bir çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Ülkemiz mimarlığının geliştirilmesi ve daha iyiye götürülmesi için eleştirel çalışmaların yapılması büyük önem arz etmektedir. Güncel mimari tasarımlarda “yerellik” nasıl yorumlanmalıdır? Eleştiriler nelerin üzerinde temellendirilmelidir? Bu sorulara yanıt aramak amacıyla farklı disiplinlerden 7 ayrı çalışma bu sayımızda yer almıştır. Global çağda mimarlıkta yerel olabilme adına yapılan olumlu ve olumsuz örnekler tanıtılmaya çalışılmıştır. Farklı alanlardaki çalışmalarıyla dergimize katkı sağlayan yazarlara ve bu sayının hazırlanmasında emek veren yayın kurulu üyelerine teşekkürlerimi sunarım. Yeni bir sayıda tekrar görüşmek dileğiyle... Fatih CANAN 3 BÜYÜTEÇ KENT ESTETİĞİNDE REKLAMIN ROLÜ 4 Mehmet KOYUNCU - Tuğba ŞEN - Ahmet KUŞTEPE eklamın Ortaya ÇıkışıTarihsel Süreci Ticari bir iletişim biçimi, sanatsal yönü ağır basan bir ikna aracı, tüketim kültürünün manipülasyon aracı, imajlar dünyasının sözcüsü vb. şekillerde de tanımlanmakta olan reklamın, başlangıç tarihi M.Ö.3000’li yıllar olarak kabul edilmekte ve ilk örneklerinin tüccarların çığırtkanlar yardımı ile satış yapma çabaları, dükkanların önünde ürünlerin sergilenmesi ya da tabelalar asması şeklinde gündeme geldiği sanılmaktadır. Özellikle eski Mısır’da Cadde üzerinde aynı reklama rastlanması, bugün de kullanılan tekrarlama sisteminin o zamanlardan düşünüldüğünün misalidir. Ortaçağda reklamcılık daha ziyade çığırtkanlar, tellallar vasıtasıyla yapılmaktaydı. Bu ise radyo reklamcılığının primitif numunesi sayılabilir. Reklamcılık eski dönemlerde çok iptidai örneklerde, daha ziyade sesli reklamlarla yapılıyordu. Çığırtkanların, tellalların yaptığı bir uygulamaydı. Kişisel çabalar büyük rol oynamaktaydı. Espri gücü, hitap kabiliyeti olan bir satıcı diğerinden daha başarılı olmaktaydı. Böylece sesli spotlarla başlayan reklamcılık, marka ve amblemlerin gelişmesi ile değişik mecralara yöneldi. Özellikle Ortaçağ esnaf loncaları R kalite kontrolü esasını benimseyince markalaşma şart oldu. Reklam, ticari faaliyetler ile gündeme gelmiş ve gerek teknoloji gerekse sosyal, ekonomik ve siyasal alanlarda yaşanan değişimlere paralel bir gelişme çizgisi izlemiş gibi görünmektedir. Özellikle de kapitalizmin doğuşu ve değişen dinamikler doğrultusunda, özü aynı kalmakla birlikte işlevinin çeşitlendiği, stratejilerinin farklılaştığı ve sosyal bir güç olarak etkinliğinin arttığı belirtilmektedir. Endüstri devrimine dönüldüğünde, yığınsal üretimin yaygınlaşması, tüketicilerin istek ve beğenilerinin farklılaşması, üretim sürecinde standardizasyona gidilmesi, tüketilebilecek olandan fazlasının üretilmesi vb. faktörlere bağlı olarak reklamın hedef ve tarzını değiştirmek zorunda kaldığı görülmektedir. Tabela ve Reklamın Satışa Etkisi “Tarih boyunca kentleşme bir gelişme belirtisi olarak görülse de, artan nüfus yoğunluğu ile çarpık kentleşme gibi olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bugün gelişen dünyada insanların %70’i kentlerde yaşamaktadır(Kellert, 2005). Bunun yanında son yıllarda kentlerde meydana gelen hızlı ve düzensiz kentleşme sonucu ortaya çıkan kimlik BÜYÜTEÇ sorunları, kentlerin bir tüketim alanı haline gelmesine neden olmuştur. Günümüzün kentli bireyi yaşadığı çevreden memnun değildir ve kendini yaşadığı mekâna ait hissetmemektedir. Kendi yaşam ortamına yabancılaşan kentli, gün geçtikçe kendi kimliğinden ve yaşadığı kentin kimliğinden uzaklaşmaktadır. Kentlilerin istek ve gereksinimlerine yanıt verme amacıyla tasarlanan ve düzenlenen kentsel mekânların iletişim ve bütünleşmeyi yaratacak fiziksel ve ruhsal ortamı sağlamaları gerekmektedir. Bu bağlamda kent mekânlarının, yaşam kalitesini yükseltme ve kentliyi yaşam ortamına dâhil etme gibi misyonları üstlenen kentsel kimlik kavramı önem kazanmaktadır. Bir kentin kimliğinin oluşumunda belirleyici olan pek çok öğe bulunmaktadır (Öztürk, 2007). Her kentin mutlaka belli bir amaca hizmet eden karakter taşıması, bu kimliğe bağlı olarak da belli estetik değerleri bünyesinde barındırması gerekmektedir ki bu da her kentin belli bir kentsel imaj ve duygu uyandırıcı niteliğe sahip olmasını getirmektedir (Erdoğan, 2006). Kişisel özellikler ve değişken faktörler aynı dış mekânlarda farklı algıların gerçekleşmesine sebep olur. Dolayısıyla tasarlanan dış mekânlar hakkında kullanıcıların görsel algılarının bilinmesi yapılan çalışmaların daha işlevsel olmasını sağlayabilir (Saatçi, 2009). Algı ve Çevresel Algılama Koptagel (1982) algıyı duyu organları aracıyla edinilen nesnelere ve olaylara ait izlenimlerin tanınması şeklinde ifade etmiştir (Özgel, 2006). Bununla birlikte Aydınlı (1992) algıyı çevreden kaynaklanan uyarıcı etkilerin, duyu organları ve zihinsel sürece ilişkin olgular yoluyla kavranması ve anlaşılması şeklinde tanımlamaktadır (Şavklı, 2010). İnsan, doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu çevre ile iletişim kurmaya başlamaktadır. Çevreden gelen iletilerle başlayan bu kavrayış durumu, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde daha yalın ve dolaysızdır. Ancak insan çevresine ve kendine dair bilgileri biriktirmeye, anlamlar çıkarmaya, ayırımlar yapmaya, fikirler, çıkarsamalar, inanışlar ve kabullenişler geliştirmeye başladıkça, çevreden gelen uyarıcıları algılama süreci de bu eksende değişmektedir (Uçkaç,2006). Fisher (1984) bireyin ve çevrenin etkileşiminin ise “çevre algısını” oluşturduğunu belirtmiştir (Saatcı, 2009). Algının, çevre – insan ilişkilerinin incelenmesinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü insanın çevresi ile ilişkisi, çevre bileşenlerinin insana gönderdiği mesajlar ve bunların algı yoluyla insan tarafından alınması ile gerçekleşmektedir. Çevreden duyusal bilginin alınması ve işlenmesine ilişkin bir çalışma alanını oluşturan algılama, insan – çevre ilişkilerinin incelenmesinde önemli bir yer tutmaktadır (Yılmaz 2008). Bununla birlikte algı sadece fizyolojik bir olgu değildir. Aynı zamanda bireyin geçmiş deneyimleri, sosyal ve kültürel etkenler de algı üzerinde etkili olmaktadır. (Çakcı, 2007). Kara’ya (1997) göre çevresel algılama, çevrenin direkt duyular ile hissedilmesidir. İnsanın çevreden gelen uyarıcıları ve bilgileri almasıyla oluşan algılama olayı; görsel yol ile, işitsel yol ile, dokunma yolu ile, koku alma yolu ile, tat alma yolu ile ve iletişimsel yol ile gerçekleşmektedir. Bununla birlikte Proshansky et al.’a (1983) göre çevresel algılama, kişinin içinde bulunduğu fiziki çevreyi tanımlamakta kullandığı anılar, düşünceler, fikirler, hisler, yaklaşımlar değerler, tercihler ve anlamlar bütünü çerçevesinde oluşmaktadır (Uçkaç, 2006). Kent ve Kimlik Can’a (1999) göre kentin evrensel bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Sosyologların, kenti, kırsalla karşılaştırarak, köy cemaatinden farklı bazı özellikler gösteren bir sosyal grup olarak tanımlamalarına karşın, son yıllarda daha kapsamlı tanımlara gidilmektedir. Kenti kırsaldan ayıran temel özellikler; kentlerde heterojen sosyal bir grubun olması, kentin çeşitli etnik ve sosyal grupları, ayrı kültür ve inanç sistemlerinden insanları bir arada barındırması, kentin nüfus olarak kalabalık ve nüfus yoğunluğu fazla bir yerleşme olması, sosyal kontrolün; yani akraba, arkadaş vs. kontrolünün zayıf olması, kentte formal iş organizasyonlarının kurulmuş olması ve toplumsal hareketliliğin hakim olmasıdır (Öztürk, 2007). Kent her şeyden önce anlaşılabilir ve okunabilir olmalıdır. Okunabilen bir kent, mahalleleri, odak noktaları veya yolları kolayca ayırt edilebilen ve basit bir şekilde gruplandırılabilen kenttir. Anlaşılabilirlik ve okunabilirlik, güzel bir şehrin tek başına önemli özelliği olmamasına rağmen, kentsel ölçekte boyut, zaman ve karmaşıklığa sahip çevreler göz önüne alındığında özellikle önemli olmaktadır (Lynch, 1960). Hajek (1993) kenti ilişkiler bağlamında tanımlamıştır. Kent; biçimlerden, renklerden, ışıklardan, sudan ve yeşil alanlardan oluşan bir sanat alanıdır. Burada insanlar birbiriyle karşılaşıp, buluşmakta ve birlikte olmaktadırlar. Kent, her sınıftan insana toplumsal olarak birbirleriyle iletişim kurma fırsatı vermektedir. Kent önceden kararlaştırılmış veya rastlantısal buluşmaların yeridir. Kent, her dönem ve kültürde, insanların her konuda fikir yürüttükleri bir mekan olmuştur. Kentler, insanlar için vazgeçilmez önem taşıyan felsefe, din ve sanatların 5 BÜYÜTEÇ vücut bulduğu, var olduğu, yaratıldığı yerlerdir. Daha da önemlisi, düşüncelerin, felsefelerin ve yaşantıların tartışıldığı, bunların alış verişinin yapıldığı bir forum; etrafında dolaşılacak, orada ikamet edilecek; tartışma, kutlama, yeme-içme, oyun, dans gibi etkinliklerin yapılabileceği; düşünmeye ve gözleme dayanan, sonuç olarak da insanların bir araya gelip, kendi kimliklerini buldukları bir alan olarak algılanmalıdır (Öztürk, 2007). Kentler ve mimari ürünler açısından kimlik ve kentsel imge olgusu, öncelikle görsel boyutuyla ön plana çıkan, ayrıca doğal, coğrafi, kültürel ürünler ve sosyal yaşam normlarını da kapsayan çok geniş bir tanımı içermektedir. Kentsel kimlik ve buna dair kentsel imgeler kent mekanı içerisinde uzun bir süreçte ve bazen çok farklı bileşenlerden oluşmaktadır. Kentsel imgeler kentte yaşayanlar açısından ekonomik olarak gelişmiş toplumlar söz konusu sosyokültürel değerlerini kentlere yansıtmak için “yerellik, gelenekselcilik ve korumacılık” anlayışını ön plana çıkartarak toplum içerisinde en üst düzeyde benimsenmesine yönelik projeler geliştirmektedirler. Örneğin, Venedik’in kanalları, Paris’in sarayları, tarihi müze yapıları, katedralleri ve Eiffel kulesi tarihle bağları olan kentlere kimliklerini veren değerler olarak dünya toplumunun sergisine sunulurken, Hong Kong ve New York’un gökdelenleri bulundukları kentlerin ekonomik açıdan önemli öğeleri olmalarının yanısıra ana kimlik öğeleri olarak da ziyaretçilerin çekim odaklarıdırlar (Ulu ve Karakoç, 2004). Robins and Morley’e (1997) göre genel olarak kimlik kavramı, canlılar ya da nesneler için ayırt edici, farklılığı yaratan özellikler olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda kimlik kavramı, benzerler arasında kıyaslamayı getirir ve benzerine göre sahip olunan ayırt edici özellikleri ortaya koymaktadır (Ulu ve Karakoç, 2004). Kent kimliği, değişmez değil, dinamik bir yapıdadır. Bunun nedenini, kent kimliğini etkileyen fiziksel ve sosyal süreçlerde aramak yerinde olacaktır. Kentler, günümüzde artan doğal afetler, küresel ısınma gibi tehditler, savaşlar vb. etkilerden dolayı fiziksel olarak değişime uğrayabilmektedir. Bu değişimler kent kimliğini etkilemektedir. Bunun yanı sıra, planlama ve tasarım çalışmaları ile de kentlerin fiziksel özellikleri ve kimlikleri değiştirilip, dönüştürülebilmektedir. (Uçkaç, 2006). Kentsel Tasarım Kentsel tasarım, kentsel çevreleri şekillendiren ve yöneten çok disiplinli bir aktivite olarak tanımlanabilmektedir (Madanipour, 1996). Çubuk (1992) kentsel bir çevrede tasarım faaliyeti olan kentsel tasarımı, bir tasarımlar bütünü olarak kamusal düzende, kentsel mekanlarda, 6 kent mobilyalarının tasarımından, aydınlatma, grafik, iletişim-bildirişim, kent plastiği ve estetiğiyle ilgili tasarımlara kadar uzanan bir tasarımlar yelpazesinin entegrasyonunu gerektiren ve arayan bir disiplin olarak tanımlamaktadır (Öztürk, 2007). Fakat küreselleşen dünya ekonomisinde özellikle ayrıcalıklı işletmecilik araçları haline gelen kent yönetimleri ve onların etki alanları olan kentler bir güç ve rant aracı olarak görülmektedir. Kentler son 20 yıl içerisinde birbirleri ile yarışan bir işletme gibi örgütlenmekte, kent işlevi bir işletme olarak verimlilik ve kar sağlamaya dönüşmektedir. Kentlerin bir işletme olarak algılanması ve işletmecilik ilkeleri ile planlanması, kentsel kimliklerin ve onları oluşturan kentsel imgelerin giderek hızla tahrip edilmesine, içeriklerinin farklılaşmasına, ya da içeriksizleşmesine neden olmaktadır (Ulu ve Karakoç, 2004). Ticari Tanıtım Tabelaları Ticari amaçlı işyerlerinin adlarını, işaretlerini ve duyurularını içeren tabelalar “Ticari Tanıtım” tabelaları olarak adlandırılmaktadır. Ticari tanıtım tabelaları, kamuya açık alanlarda bulunan ticari işletmelerin nitelikleri, logoları, ürünleri, kampanyaları ve duyuruları gibi konularda müşterileri bilgilendiren tabelalardır. Ticari tanıtım tabelaları bina cepheleri, işyeri girişleri, yol üzeri panolar gibi yerlerde; ışıklı-ışıksız, hareketli-sabit gibi çok geniş bir yelpazede çeşitli malzeme, boy ve renklerde yer almaktadır. Genellikle ilgili kurum ve kuruluşların izinleri doğrultusunda, belirli bir düzen içerisinde kullanılması gerekmektedir. Fakat bu konuda yapılan düzenlemeler genel olarak yetersiz kalmaktadır. Çünkü genellikle tanıtım tabelaları ile ilgili yapılan düzenlemeler, boyutları ve boyutuyla bağlantılı olarak vergileri ile ilgili düzenlemeleri kapsamaktadır. Bunun sonucu olarak da ortaya istenmeyen görsel kirlilik ürünleri çıkmaktadır. “Ticari Tanıtım Tabelalarının Alışveriş Tercihleri ve Cadde Peyzajı Algısı Üzerine Etkileri: Antalya Güllük Caddesi Örneği” çalışmasında “Katılımcıların verdiği yanıtlar doğrultusunda aslında bir ticari tanıtım tabelasının alışveriş tercihlerinde –etkili- olduğu, fakat Güllük Caddesi üzerindeki tabelaların ise –az etkili- olduğu sonucu çıkmıştır. Aynı zamanda bir ticari tabelasının–boyut, renk, şekil, kaliteli malzemeden üretilmesi, yüksekliği- gibi özelliklerinin dikkat çekmesi açısından etkili olduğunun, -ışıklı- oluşunun ise çok etkili olduğunun neticesine ulaşılmıştır. Buna karşın, bu niteliklerin çoğuna sahip ticari tanıtım tabelaları ile donanmış bu caddenin –karmaşa yarattığı- yargısı ağır basmıştır. Bu zıtlıklara bakıldığında BÜYÜTEÇ nedeninin, mevkideki ticari tanıtım tabelalarındaki çeşitlilik ve yoğunluğun çok fazla oluşu olarak düşünülebilir.” ” (Yılmaz, Yazıcıoğlu, Şavklı, 2002) denilmektedir. Reklamın Doğrusu-Yanlışı-Ahlakı Reklam tabelaları işyerlerinin adlarını, işaretlerini ve ilanlarını duyurmaktan öteye bir güç gösterisi aracı haline gelmiştir. Daha büyük ve gösterişli tabela asmanın firmanın büyüklüğünü ifade edeceği, müşterilerde güven hissi uyandıracağı ve şekilde daha fazla ürün satışı gerçekleşeceği zannedilmektedir. Medeniyet ve ahlakta “Bugün siftah yaptım buyur komşumdan al o daha siftah yapmadı” seviyesinde iken, vahşi kapitalizmin her şeyi metalaştırdığı, tek geçer akçenin çıkar ve daha fazla kazanma hırsı olduğu günümüz dünyasında “komşumdan değil benden al” duygusunu dile getirme aracı haline gelmiştir tabelalar. Bundan dolayıdır ki aynı cadde üzerinde farklı işyerlerine ait tabelalar birbiri ile uyumlu ve uygun olmak yerine birbiri ile yarışır haldedir. Her yeni yapılan tabela bir öncekinden daha büyük, daha gösterişli ve ondan daha fazla dikkat çekme amacı güt- mektedir. Bir reklam panosu üzerine yazı ile veya kutu harflerle yapılan reklam işi yerini led, neon gibi çeşitli ışık oyunları ile yanıp sönen tabelalara bırakmaya doğru gitmektedir. Yol kenarında yapılan bu yanıp sönen ışıklı tabelalar trafik seyrini ve güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bina cephelerine asılan tabelalardan binanın kendisi algılanamaz hale gelmiş, şehirlerde mimari dokunun yerini tabelaların oluşturduğu kargaşa almıştır. (Resim-1-8) Avrupa ülkelerinde bina cephelerinde ülkemizde olduğu gibi bir tabela uygulaması olmadığı görülmektedir. (Resim-9-10). Reklam tabelasının tanıtım ve satış aracı mı olduğu yoksa gelişmişlik seviyesini mi ifade ettiği konusunda zihinlerde ciddi şüpheler oluşmaktadır. Belediyenin Bakış Açısı: “Şehir Estetiği Yönetmeliği” Konya il sınırları içerisinde bina cepheleri, tabela, tente, boş alan, yapı ve arsa kullanımının yol açtığı görsel kirliliği ortadan kaldırmak, reklam asma ve ticari tabela kullanımını düzenlemek, kent estetiğine katkıda bulunmak amacı ile yeni Resim 1. Resim 2. Resim 3. Resim 4. 7 BÜYÜTEÇ Resim 5. Resim 6. Resim 7. Resim 8. Resim 9. standartlar getiriliyor. Konya Büyükşehir Belediyesi ve Büyükşehir sınırları içerisindeki ilçeleri kapsayan Konya Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Yönetmeliğinde değişiklik çalışmaları, ilgili kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak yapılmaktadır. Özellikle araç ve yaya sirkülasyonunun yoğun olduğu yerli ve yabancı turistlerin de uğrak noktaları olan Tarihi Kent Merkezi ve Sit Alanlarında bulunan binalarda tabelaların oluşturduğu karmaşadan bina cepheleri algılanamamaktadır. 8 Resim 10. Kontrolsüz yapılan çeşitli ebat, renk ve biçimdeki panolar kentimizdeki görüntü kirliliğinin ağırlıklı bölümünü oluşturmaktadır. Binalara yapılan eklentiler, binanın yıpranmışlığı ve bakımsızlığı da BÜYÜTEÇ bu kapsamda görsel estetik düzeyini düşüren öğelerdir. Bu alanlar için yapılan özel düzenlemeler ile kentin estetik ve mimari dokusunu, doğal ve tarihi siluetini olumsuz etkileyecek hiçbir reklam ve ilan uygulamasına izin verilmeyecektir. Ayrıca bina cephelerinde görüntü kirliliğine neden olan kablo, klima cihazı dış üniteleri, çanak anten, uydu ve GSM vericileri, cephelere sonradan yapılmış olan eklenti ve ilaveler için yapı sahiplerine süre verilerek kaldırılması sağlanacak, sıvası dökülen, boyası yıpranan bina cepheleri sokak siluetine uygun renk ve malzemeler ile kat malikleri tarafından yenilenmesi sağlanacaktır. Binalar çirkin görüntüden uzaklaştırılarak, şehircilik, mimarlık ve kent estetiği açısından güzel bir görünüme kavuşmasını temin etmek ve yapılara kimlik kazandırmak amacıyla bir anlamda cephelerinin rehabilitasyonunun yapılması sağlanacaktır. Özel işletmelere ait reklam tabelaları işletmeye ait bina ve parsel dışında, farklı bir parsel ve binada yapılamayacağı gibi kamuya ait ortak kullanım alanlarında ticari tanıtım tabelası, yönlendirme levhaları, bayrak ve flama direği konulmasına da izin verilmeyecektir. Ayrıca yön ve yer gösterici tabela direkleri, her türlü tanıtım levhaları ve tabelalar şehir estetiğini bozmayacak, engelli insanların dolaşımını etkilemeyecek ve engellilerin yaşamını kolaylaştırmak amacıyla engellilerle ilgili standartlara uygun şekilde yerleştirilecektir. Tabelalarda uluslararası markalar haricinde Türkçe isimler ve Türkçe harf karakterleri dışında yazılar kullanılmasına izin verilmeyecektir. Yeni düzenlemeler ile aynı zamanda ticari rekabette eşit şartlar sağlanmış olacaktır. İyi düşünülmüş, doğru planlanmış, estetik, kaliteli yaşam sunan, aidiyetlik bağını kurabilen, kültürüne sahip özgün bir kimlik ve imaj sahibi şehirler kurulabilir. Yapılan düzenleme ile hem şehrimizde yaşayan, hem de dışarından ziyarete gelen misafirlerimize sağlıklı bir görsel çevre, estetik bir kent dokusu, temiz ve zarif bir şehir algısı oluşturulması hedeflenmektedir. Kaynaklar • Çakcı, I. 2007. Peyzaj Planlama Çalışmalarında Görsel Peyzaj Değerlendirmesine Yönelik Bir Yöntem Araştırması, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara. • Erdoğan, E. 2006. Çevre ve Kent Estetiği, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 9, S. 68-72. • Kellert R. S. 2005. Building for Life: Designing and Understanding The Human Nature Connection, İslan Press, Washington, Covelo, London. • Lynch, K. 1960. The Image of the City, The M.I.T Press, Cambridge, Massachusetts, and London, England. • Madanipour, A. 1996. Design of Urban Space; An Inquiry into a Socio-spatial Process, John Wiley and Sons, England. • Miran, B. 2002. Temel İstatistik. Ege Üniversitesi Matbaası, İZMİR. • Özgel, S. 2006. Plastik Sanatlar, Matematik ve Yazın Alanlarında Çalışan Bireylerin Görsel ve Mekansal Algılarındaki Benzerlikler, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Bölümü, İstanbul. • Öztürk, Ö. 2007. Kentsel Kimlik Oluşumunda Güzel Sanatların Yeri: İzmir Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara. • Saatcı, B. 2009. Kent Parklarında Peyzaj Unsurlarının Algılanması: Antalya Atatürk Kültür Park’ta Çocuklar ve Yetişkinlerle Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Antalya. • Şavklı, F. 2010. Yeşil Alanlardaki Görsel Kalite Kriterleri, Yüksek Lisans Semineri, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Isparta. • Uçkaç, L. 2006. Kentsel Tasarımın Kent Kimliği Üzerine Etkileri: Keçiören Örneği, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara. • Ulu, A. ve Karakoç, İ. 2004. Kentsel Değişimin Kent Kimliğine Etkisi, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, Sayı 29, Ankara, 59-66. • Yılmaz, S. 2008. Hayvanat Bahçesi Sergi Alanlarındaki Genişlik Etkisinin Arttırılmasına Yönelik Algısal Yanılsamalara Dayalı Bir Tasarım Yaklaşımı, Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Trabzon. • İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Inonu University Journal of Art and Design ISSN: 1309-9876 E-ISSN:1309-9884 Cilt/Vol. 2 Sayı/No.4 (2012): 15-25 9 KÖPRÜ TANTAVİ AMBARI’NDAN SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS MÜZESİNE 10 Özlem KARAKUL Giriş UNESCO 2003 Sözleşmesi ile dünyaya tanıtılan, somut olmayan kültürel miras, “toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar”1 olarak tanımlanmaktadır. Sözleşmede, somut olmayan kültürel mirasın belirdiği alanlar, a) Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar; b) Gösteri sanatları; c) Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler; d) Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar; e) El sanatları geleneği; olarak belirtilmektedir. Sözleşmede, somut olmayan kültürel mirasın korunması için, “kimlik saptaması, belgeleme, araştırma, muhafaza” yanında, nesilden nesle uygulanarak aktarımının sağlanması ve değişik yanlarının canlandırılmasının önemi vurgulanmaktadır2. Yaşanan hızlı değişim süreci, insanlığın somut olmayan kültürel mirasının yaşayabilirlik koşullarını, ciddi oranda güçleştirmektedir. Bu nedenle, son yıllarda, uluslararası gelişmelere koşut olarak, Türkiye’de de somut olmayan kültürel mirası koruma çalışmaları hız kazanmıştır. Bu makale, Selçuk 1. Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi. Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç mimarlık bölümünde yürütülen stüdyo projesi kapsamında gerçekleştirilen Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras müzesi tasarımı deneyimini aktarmayı amaçlamaktadır. 2006 yılında, Türkiye’nin UNESCO 2003 Sözleşmesi’ne taraf olmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, somut olmayan kültürel miras ulusal envanteri çalışmalarını başlatmıştır. Ulusal envantere giren somut olmayan kültürel miras elemanları, UNESCO “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi”, “Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi” ve En İyi Uygulama Örnekleri Listesi’ne girmek üzere özel dosyaları hazırlanarak sunulur.3 Türkiye’nin İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde 12 adet mirası bulunmaktadır. Bu miraslar; 1. Meddahlık Geleneği (2008) 2. Mevlevi Sema Törenleri (2008) 3. Âşıklık Geleneği (2009) 4. Karagöz (2009) 5. Nevruz (Azerbaycan, Hindistan,İran, Kırgızistan, Özbekistan ve Pakistan ile ortak dosya, 2009) 6. Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana, Sıra Geceleri ve diğer, 2010) 7. Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah (2010) 8. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali (2010) 9. Geleneksel Tören Keşkeği (2011) 10. KÖPRÜ Mesir Macunu Festivali (2012) 11. Türk Kahvesi ve Geleneği (2013) 12. Ebru: Türk Kağıt Süsleme Sanatı (2014)’ dır. Geçmişten günümüze müzeleme anlayışı, ağırlıklı olarak somut olanı, objeleri korumaya yönelmiş, somutu yaratan yaşam biçimlerini, kültürel pratik ve anlatımları koruma konusunda doğru yaklaşımları oluşturmakta yetersiz kalmıştır (Stefano, 2009, 112). UNESCO 2003 Sözleşmesi’yle birlikte, müzeler, ulusal düzeyde somut olmayan mirasın korunması için gerekli araçlardan biri olarak kabul edilmiştir (Karakul, 2011, 2013). Müzeleme, somut olmayan kültürel mirasın korunması için bir yol olabileceği gibi, yaşayan kültürel anlatımların, bağlamından koparılmasına yol açarak, ölü objelere dönüşümüne de neden olabilmektedir (Pinna, 2003, 3). Somut olmayan kültürel mirasın korunmasında önemli bir konu, uygulayıcıların, duygu, anlam ve değerlerin anlatılabilmesidir (Stefano, 2009, 113). Bu bakımdan, “müzeleme” tekniklerinin, somut olmayan mirası sergilerken, uygulayıcıların değerlerinin anlaşılması konusunu dikkate alarak geliştirilmesi gereklidir. Geleneksel müzeleme uygulamaları ve yaşayan kültür arasındaki çelişkilere dikkat çeken Alivizatou (2006, 48), müzeler için yeni işlev ve roller geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Özellikle, kültürel pratik ve anlatımların, görüntü ve ses kayıtları, yeni müzeleme anlayışı içinde önemli bir yere sahip olmalıdır (Alivizatou, 2006, 51). Son yıllarda, gelişen müzeleme anlayışları, ziyaretçilerin, somut olmayan kültürel mirası, beş duyularıyla algılamalarına yönelik yeni yöntemler geliştirmektedir. Bu çalışma, gelişmekte olan bu deneysel yöntemlerin uygulandığı iç mimarlık öğrenci projelerini değerlendirerek, somut olmayan kültürel mirasın müzelenmesine yönelik genel yaklaşımlar sunmayı amaçlamaktadır. nun Konya’ya ulaşmasının ardından artan otel ve depo ihtiyacını karşılamak üzere, Tantavi Hafız Ragıp Efendi tarafından yaptırılmıştır (Duran, Apa, Bozkurt and Çetinaslan, 2006). Gar binasının deposu olarak uzunca bir süre kullanıldıktan sonra, bir süre tahıl ambarı olarak kullanılan yapı, şu an özel mülkiyette olup, restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir (Duran, Apa, Bozkurt, Çetinaslan, 2006, s.244-245). Tuğla örgülü yığma taş sistemle inşa edilmiş yapının, inşa edildiği dönemde, demir elemanlarla desteklenmiş, kiremit örtülü, ahşap kırma çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir. Günümüzde, yapının iç mekânları ve özgün ahşap çatısı tamamen kaldırılmış ve yapı, çelik çatı sistemiyle örtülmüştür. 2.2 Tasarım Öncesi Çalışmalar Ders kapsamında yapılan stüdyo tartışmaları, müze mimarlığı özelinde, somut olmayan kültürel mirasın mekansal boyutları üzerine odaklanmıştır. Tantavi Ambarı’nın Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras müzesine dönüştürülmesi sürecinde, öğrenciler, müze mimarisi, somut olmayan kültürel miras ve çağdaş koruma ve restorasyon yaklaşımlarına duyarlılık geliştirerek kendi tasarım yaklaşımlarını oluşturmuşlardır. Projelerde, etkileşimli ve dijital araçlar kullanılarak, somut olmayan kültürel miras elemanları, müze içerisinde canlandırılmaya çalışılmıştır. Öğrencilerden, yerel farklılıkları gözeten sergi mekanları ve somut olmayan kültürel miras öğelerinin öğretileceği, yeni nesillere aktarılacağı ve ustaçırak ilişkisinin geliştirileceği eğitim mekanlarını, yapının özgün karakterini bozmadan tasarlamaları beklenmektedir. Öğrencilere anlatılan temel 2. Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi Öğrenci Projeleri Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç Mimarlık Bölümünde, 2012-2013 bahar döneminde yürütülen proje dersi kapsamında, Konya Tantavi Ambarı’nı Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras müzesine dönüştürülmesi konusunda projeler üretilmiştir. Bu kapsamda, somut olmayan kültürel miras ögelerinin, tanıtılması, korunması için uygulanması ve yeniden canlandırılmasına yönelik yeni müzeleme yöntemleri uygulanmıştır. 2.1 Tantavi Ambarı Tantavi Ambarı, Konya kent merkezinde, Mamuriye Camii’nin yanında, Bağdat ve Augustus Otel ve tren garına yakın bir alanda yer almaktadır. Yapı, 1903 yılında, İstanbul-Bağdat demiryolu- Resim 1. Tantavi Ambarı (Kaynak: http://www.panoramio.com/photo/121655571). 11 KÖPRÜ koruma yaklaşımı, yapıya taşıyabileceğinden fazla yük bindirmeden, sergilenecek objelerden biri olarak düşünmeyi içermektedir (ICOMOS, 1964; Madran, Özgönül, 2005; ANONYMOUS, 2004). Bu yaklaşım ışığında, öğrenciler, seçtikleri somut olmayan kültürel miras ögesi için yapının görsel ve mekansal bütünlüğüne zarar vermeyen bir sergileme yaklaşımı geliştirmeye çalışmışlardır. 2.3 Öğrenci Projeleri Geleneksel Ahşap Ustalığı Müzesi olarak tasarlanan ilk projenin4 tasarım yaklaşımı, Anadolu’nun farklı bölgelerinden ahşap ustalık örneklerini, tematik olarak sergilemeye ve ustaların becerikli elleriyle yaptıkları ustalık ürünlerinin üretim süreçlerini, tarihi yapıya zarar vermeden anlatmaya dayanmaktadır. Tasarımcı merkeze yerleştirdiği servis mekânları ve bazı atölye mekânları gibi kapalı mekânların etrafını açık mekânlarla çevrelemiş, böylece eski ve yeni arasında kurulmak istenen diyalogu güçlendirmiştir. Atölyeler ve eğitim mekanları, şeffaf üst örtülü mekanlara konularak, ziyaretçilerin, galeri katından da görsel etkileşim kurması sağlanmıştır. Ustaların performanslarını sergilemenin yanısıra, dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen ustalığa ilişkin çeşitli film gösterimleri ve kullanılan dijital araçlarla, ziyaretçilerin sergiye katılımı artırılmaktadır. Geleneksel Vitray Ustalığı Müzesi olarak tasarlanan ikinci projenin5 temel tasarım fikri, Anadolu’nun çeşitli vitray ustalık örneklerini tematik bir düzenlemeyle sergilemeye, eğitim mekânlarını, yapının mimari değerlerine zarar vermeden tasarlamaya dayanmaktadır. Tasarımcı, sergi ve performans alanını, açık ve yarı-açık mekan anlayışı içinde tasarlayıp, kapalı mekanları yapının mer- Resim 2. Geleneksel ahşap ustalığı müzesi maket görünüşü. 12 Resim 3. Geleneksel vitray ustalığı müzesi maket görünüşü. kezi aksı boyunca yerleştirerek, yapıyı olabildiğince sergilemekte ve eski ve yeni diyalogunu güçlendirmektedir. Ustaların atölyeleri ve performans alanı, vitray ustalığı hakkında film gösterimlerinin yapıldığı mekan ile servis mekanları, yapının merkezi aksı üzerinde, soyutlanmış lale biçiminde tasarlanmış bir alan içerisine yerleştirilmiştir. Sergi mekanları, galeri katında bulunan ziyaretçilerin görsel etkileşim kurabilmesi için açık ve yarı açık bir düzende tasarlanmıştır. Yapının Türk Destanları Müzesi’ne dönüştürmesi ana fikriyle yola çıkan üçüncü proje6 kapsamında, bilinen dört Türk destanı olan Ergenekon, Oğuz Kağan, Şu ve Bozkurt Destanları’nı sergilemeye yönelik tasarım yaklaşımları geliştirilmiştir. Resim 4. Türk destanları müzesi maket görünüşü. KÖPRÜ Projenin ana tasarım yaklaşımı, destanları, eski kaya resimlerini kullanarak, tematik bir düzenleme içinde sunmayı amaçlamaktadır. Tarihi yapı içinde, ziyaretçilerin mekan algısını en üst düzeye çıkarmaya çalışan tasarımda, plan kurgusu, merkezi olarak yerleştirilmiş, destan metinleriyle bezeli üç dikili taşın etrafında, çeşitli sergi mekanlarının açık ve yarı açık bir düzende yerleştirilmesinden oluşmaktadır. Galeri katı döşemesinde açılan büyük boşluk, ziyaretçilere dikili taşları galeri seviyesinden algılama olanağı sunmaktadır. Müze tasarımında kullanılan dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen Türk destanları hakkında film gösterimleri gibi etkileşimli sergileme yöntemlerinin kullanılması, ziyaretçilerin sergiye katılımını artırmaktadır. 3. Sonuç Somut olmayan kültürel mirasın müzelenmesinin yeni bir konu olmasından dolayı, yöntemsel eksikliklerin fazlalığı nedeniyle, her ülkenin kendi miras elemanları özelinde, müzelemeye ilişkin genel ilkelerini oluşturması gerekmektedir. Bu eksikliklerin ulusal ölçekte giderilmesi kaygısıyla oluşturulan bu makale, Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras elemanları ve müzeleme süreçlerine ilişkin tasarım ilkelerini, Selçuk Üniversitesi’nde üretilmiş iç mimarlık öğrenci projeleri özelinde tartışmaktadır. Projelerde, UNESCO 2003 Sözleşmesi’nde somut olmayan kültürel mirasın korunmasına yönelik beirtilen ilkeler arasında bulunan, “uygulamanın sürekliliği” ve “yeniden canlandırma” yaklaşımları esas alınarak, öğrenciler, her bir miras konusu özelinde, bu yaklaşımların uygulama yöntemlerini, tarihi yapının mimari değerlerini de göz önünde bulundurarak geliştirmeye çalışmıştır. İç mimarlık stüdyosu kapsamında, somut olmayan kültürel miras elemanlarının somutlaştırılmasına yönelik kavramsal yaklaşımların, mekana yansıtılması sürecinde, dijital medyanın kullanımı, ziyaretçilerin katılımını artıracak etkileşimli bir müzenin oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Bu kapsamda, dokunmatik paneller yardımıyla kontrol edilebilen somut olmayan kültürel miras elemanlarının görüntü kayıtları, miras ögelerinin uygulanmasının ziyaretçiler tarafından anlaşılırlığını ve sergiye katılımı artırması açısından, projelerde öğrencilerin kullandığı temel yöntemlerdendir. Notlar 1. Bkz. UNESCO 2003 Sözleşmesi, Madde 1, http://www. unesco.org/culture/ich/doc/src/00009-TR-PDF.pdf 2. Bkz. UNESCO 2003 Sözleşmesi, Madde 3, http://www. unesco.org/culture/ich/doc/src/00009-TR-PDF.pdf 3. Listeler için Bkz. http://www.unesco.org/culture/ich/ index.php?pg=00559 http://www.unesco.org.tr/dokumanlar/somut_olmayan_km/SOKM_TR.pdf 4. Proje tasarımcısı Tuba Ak’dır. 5. Proje tasarımcısı Sema Körpe’dir. 6. Proje tasarımcısı Ramazan Kaan Çetin’dir. Kaynaklar • ALIVIZATOU, M. (2006) Museums and Intangible Heritage: The Dynamics of an “Unconventional” Relationship, Papers from Institute of Archaeology, n: 17; 47-57. • ANONYMOUS, (2004) (DEH). Adaptive Reuse, Preserving Our Past, Building Our Future. Government of Australia: Department of Environment and Heritage. Australia: Printed by Prion. • DURAN, R., APA, G., BOZKURT, T., ÇETİNASLAN, M.. (2006) Konya’daki Geç Dönem Osmanlı Yapıları, Yeni İpek Yolu Konya Ticaret Odası Dergisi (Özel Sayı, Aralık), 235-263. • ICOMOS (1964) Internatıonal Charter For The Conservatıon and Restoratıon of Monuments And Sites, http://www.icomos.org/charters/venice_e.pdf • KARAKUL, Ö. (2013) A Holistic Approach to Historic Environments: Integrating Tangible and Intangible Values, Lap Lambert Academic Publishing, Germany. • KARAKUL, Ö. (2011) A Holistic Approach to Historic Environments Integrating Tangible and Intangible Values Case Study: İbrahimpaşa Village in Ürgüp, Unpublished Ph.D. Thesis in Architecture, METU, Ankara. • MADRAN, E., ÖZGÖNÜL, N. (2005) Kültürel ve Doğal Değerlerin Korunması, Ankara: Mimarlar Odası. • PINNA, G. (2003) Intangible Heritage and Museums, ICOM News, 4. • STEFANO, M. L. (2009) Safeguarding Intangible Heritage: Five Key Obstacles Facing Museums of the North East of England, International Journal of Intangible Heritage (4) 111-26. • Turkey’s National Inventory of Living Human Treasures (Retrieved December 23, 2004, from http://aregem.kulturturizm. gov.tr/TR,12929/yasayan-insan-hazineleri-ulusal-envanteri. html • UNESCO (2003) Convention for the Safeguarding of the Intangible Cultural Heritage, 32nd Session of the General Conference, September 29-October 17, Paris, http://unesdoc. unesco.org/images/0013/001325/132540e.pdf, Retrieved December 23, 2004. • UNESCO Living Human Treasures System, (Retrieved December 23, 2004, from http://www.unesco.org/culture/ich/ index.php?lg=en&pg=00061 13 DOSYA EMİNE ÖĞÜN’LE TURGUT CANSEVER VE YERELLİK ÜZERİNE SÖYLEŞİ 14 Emine ÖĞÜN* - Meryem ALAGÖZ** - Fatmanur BARAN*** - Livanur DANIŞIK**** DANIŞIK: Bize kendinizden ve mimarlık serüveniniz nasıl başladığından bahsedebilir misiniz? E. ÖĞÜN: Ben Turgut Beyle beraber büyüdüğüm için, tüm aile efradı gibi ben de mimarlıktan başka bir şey düşünmedim. 1977’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim. 1982’de mezun oldum. Eşimle de üniversitede tanıştım ve Turgut Beyle beraber çalıştık. L. DANIŞIK: Turgut Cansever gibi önemli bir mimarın kızı olmak size neler kazandırdı? E. ÖĞÜN: Mimari, çevre, şehir, kaybolan değerler gibi genelde mimarlık düşüncesini ve kitaplarında yazdığı fikirlerini anlatan, güzel akıcı sohbeti olan bir insandı, konuşmayı ve anlatmayı severdi. Çocukken resim çizdiğimizde şehir resimleri çizerdik, kaç çocuk yapar bunu? Dolayısıyla etkileniyorduk babamdan ve kendiliğinden hemhal oluyorduk onunla. M. ALAGÖZ: Ev yaşantınıza nasıl yansıyordu? Gün içinde tasarım yapıyor muydu evde? E. ÖĞÜN: Evde de iş konuşulurdu zaten birlikte çalışıyorduk. Sonra benim çocuklarım altı-yedi yaşına geldiklerinde ‘Sizi hiç göremiyoruz, bundan sonra hafta sonlarını birlikte geçirmek istiyoruz, akşam yemeklerinde de durmadan iş konuş- L. * Mimar / Öğün Mimarlık ** Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi *** Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümü Araştırma Görevlisi ****Mimar mayın’ dediler. Bir anda uyarıldık ve çevremizdeki insanların istekleri ve düşüncelerini de düşünmemiz gerektiğini fark ettik. Yine de hayatımız işimizdi ve kesin bir ayrım yapamıyorduk. Aslında mimarlık onu gerektiriyor. Yaşamın her anında mimari var, kendi içinizde yaşıyorsunuz. L. DANIŞIK: Turgut Cansever’in yerellik kavramına yaklaşımı nasıldı? E. ÖĞÜN: Turgut Beyin yerelliğe yaklaşım serüveni, aslında Sedat Hakkı Eldem’le beraber başlıyor. Sedat Hakkı Eldem, Türk mimarlık seminerleriyle Milli Mimarlık Hareketini başlatıp, 30-40’lı yıllarda akademide öğrencilere çok sayıda rölöve aldırıyor ve onları kitaplaştırıyor. Daha sonra Türk Fotoğraf 1. Emine Öğün. DOSYA Fotoğraf 2. Amanrüya Otel. Evi’nin plan şemasına ve mimari çözümlemesine, dış dünya ilişkisine, cephe ve pencere açıklıkları ilişkisine dikkat çekiyor. Öğrencilerini bu anlamda bir miktar etkiliyor. Bu sebeple bir yerellik düşüncesi Turgut Bey’de zaten oluşuyor. Turgut Bey’in babası da Türk Ocaklarının kurucusu ve yerelliğe önem veren bir insan, ondan da bu konuda etkileniyor. Turgut Bey 1960’da modern mimarinin meseleleri üzerine doçentlik tezini hazırlıyor. Sonuç olarak modern dediğimiz Le Corbusier, Meis Van Der gibi isimlerin önerdikleriyle, bizim yerel dediğimiz Osmanlı çözümlemesi arasındaki bağları fark etmeye başlıyor ve bunları giderek daha çok önemsiyor. Çünkü 1800’lü yıllarda Anadolu şehirlerinde değişik malzemelerle tekrar yerel dediğimiz yapım sistemiyle Bauhaus ekolünün söylediği; yapıları sadeleştirmek, daha temiz net okunur hatlarıyla mimarinin biçim ifadelerini yaratması yönündeki düşünce çok örtüşüyor. Modern akım, çok yoğun bir eklektik dönemden sonra yeniden yalın ve okunaklı bir mimari dil olması gerektiğini söylüyor. Bütün bunlar modernle Osmanlı’nın dini mimarisi ve İslam’ın dini mimarisiyle de aslında çok yakın ilişki içinde. Bu bağı hissederek çalışmalarını sürdürüyor. L. DANIŞIK: Turgut Cansever hocayla beraber yaptığınız Demir Evler ve Amanrüya Otel projelerinizde malzeme, planlama ve teknik olarak yerellik ön planda. Hatta Demir Evler projeniz Ağa Han ödülüne layık görüldü. Bu projelerinizden bahsedebilir misiniz? E. ÖĞÜN: Turgut Bey’in yanında beraber ne yapabiliriz diye genç insanlar olarak uğraşıyor- duk, ama ustamız oydu. 1984’te Demir Evlerinin vaziyet planı gibi teknik çizim çalışmalarına başladık. 1985’ten sonra projenin inşaatı başladı ve 1992’de ödül alındı. Bizim için bu proje önemli bir tecrübe oldu. Orada kazanılan tecrübeler başka projelerde de yine yansımasını buldu. Amanrüya projesi ise 1999’da ilk taslaklarını hazırladığımız bir proje. Turgut Bey sağlıklı ve hayattaydı. Ancak 1999 depremi sonrasında Turgut Bey ağırlıklı olarak deprem konusu, İstanbul’un desantralizasyonuna ve yeni şehirler planlamalarına konsantre olmuş vaziyetteydi. Amanrüya projesini bizim sürdürmemizi istedi. Biz bir taslak hazırladık ve işletmeciye yani Aman Resorts’a sunduk. Aradan bir 10 yıl geçtikten sonra proje uygulama projesine dönüştü. Turgut Bey o sırada rahatsızdı ve vefat etti. Projenin uygulanması onun vefatından sonra gerçekleşti. L. DANIŞIK: İki proje de konaklama yapısı. Projelerin benzer ve farklı yönleri nelerdir? E. ÖĞÜN: Amanrüya’nın Demir’den biraz daha farklı bir tarafı var. Bir kere işlev olarak farklı, bir otel ve 36 odası var. Odalar büyük, yaklaşık 90 metrekare ve bahçe içinde. Odaların bahçeli evler şeklinde olması açısından biraz Demir’e benziyor aslında. Her biri kendine ait bir bahçesi, banyosu, havuzu ve çardağı olan, kendine yeten bir ünite şeklinde planlandı. Demir Evlerine göre zemin oturumu biraz daha büyük. Demir Evlerinde 158 metrekare bir tipolojimiz vardır, o da üç kitleden oluşur. Amanrüya’ya göre daha küçüktür oradakiler. Burada ise kitleler tek katlı kullanıcı profiline yönelik olarak, daha büyük plan izdüşümleri var. Fotoğraf 3. Demir Evler. Fotoğraf 4. Demir Evler iç mekan. 15 DOSYA Fotoğraf 6. Amanrüya iç mekan. Fotoğraf 5. Amanrüya Otel. Diğer tarafta, merkez alanları diyebileceğimiz; yani otelin girişi, karşılama, çarşısı, oturma odalarına geçiş ve havuz bölgesi, yemek odalarının olduğu kısım âdeta bir eski yerleşme içindeki sokaklar gibi tasarlandı. Cami, hamam medrese şeklinde bir sekanslar dizisi gibi, topografyaya uyum sağlayarak, denize göre yaklaşık 9,50 kotundan başlayarak misafiri alıp yükseltiyor ve birkaç seviyede yaklaşık 20 kotuna kadar çıkarıyor. Birkaç ara durak oluşturuyor. Her durakta, oradan geçen insanın, yeni bir manzaraya dikkat etmesine imkân veren, ardışık mekânlar dizisi şeklinde planlanıyor ve bunlar sonuç olarak odalara bağlanıyor. Bu düzenleme Demir Evlerinde yok. Bu düzenlemenin özgün olan tarafı, bildiğim kadarıyla böyle bir otel giriş ve merkez alan tesislerini kimse denemedi. Parçalı kitlelerden oluşan çeşitli örnekler var, ama bu şekilde iç sokak gibi, avlular ve teraslar üzerinde örgütlenen bir şema yok. Sonuç itibariyle Turgut Beyin parçalı bütünlük dediği kavramla örtüşüyor. Yani birçok kitleden oluşuyor ve o kitlelerin zaman zaman yaklaşıp, zaman zaman uzaklaşarak bir araya gelmelerini sağlayan bir örgütlenme var. Buna bir ritme bağlı, bazen de ritimsiz olarak birbirine eklenen müzikal cümleler gibi diyebiliriz. Dolayısıyla bizim yaptığımız bir bakıma Turgut Beyin fikirlerinin mimaride yansımalarını bulması oluyor. Fotoğraf 7-9. Amanrüya Otel. 16 Onun dışında kullanılan mimari elemanlarda farklılıklar var. Amanrüya’da yemek odaları neredeyse sadece çardak gibi, yani kolon ve bazı duvar parçaları üzerinde tamamen doğramalı bir üst örtüsü var. Bunlara takılmış saçaklar var. Bu saçaklar paslanmaz çelik taşıyıcılarla taşınıyorlar ve son derece modern bir malzeme. Aslında bir cephe kaplamasıydı, ama biz onu saçak gibi kullandık. Amanrüya’da bir de fil gözleri öneriyorduk. Fil gözlerini klasik çözümlemeyle de yapmak mümkündü. Odalarda traverten levhalar üzerinde delikler açarak fil gözleri oluşturduk. Ama merkez alanda baca kiremidi tuğlalarını karşı karşıya getirerek ve üzerine cam koyarak bir fil gözü oluşturduk. İçinden ışığın süzüldüğü, direkt günışığının girmediği bir çözümleme ürettik. Bursa kemerini biçim olarak birkaç yerde kullandık. Onları prekast unsurlar olarak bazı kapılara giydirilmiş böyle küçük kolyecikler gibi düşünebilirsiniz. Herhangi bir strüktürel taşıyıcılığı olmasa da kitsch dediğimiz bir basitliğe de yönelmiyorlar. M. ALAGÖZ: Amanrüya ismi nereden geldi? E. ÖĞÜN: İşletmenin kurucusu Uzakdoğulu bir beyefendi, küçük oteller yapma hedefiyle işe başlıyor. Madem bu işten para da kazanılacak, o zaman da en üst gelir grubuna hitap eden güzel ürünler ortaya koymayı hedefliyor. Tayland Phuket’ten başlıyor, ilk otelini orada yapıyor. Biz tanıştığımızda dokuz oteli vardı. Biz onuncusunu yaptık, şimdi yaklaşık 25 tane otelleri oldu. Her otele “Amanpulo Amanyara” şeklinde isim veriyor. ‘Aman’ Sanskritçede huzur demek. Bizden de istediği dört harfli Türkçe bir isim olmasıydı. Biz öneriler götürdük işletmeci rüyayı seçti. Huzurlu rüya anlamına geliyor. L. DANIŞIK: Turgut Cansever hocanın Aga Khan ödülü alan diğer projeleri Türk Tarih Kurumu binası ve Ahmet Ertegün evini de yerellik bağlamında değerlendirebilir misiniz? E. ÖĞÜN: Türk Tarih Kurumunun ilk çalışmalarına, Abdurrahman Hancı’yla birlikte ofisi yürüttükleri dönemde başlıyor, eskizlerini yapıyor. Türk Tarih Kurumunun birkaç tane çarpıcı önemli DOSYA yönü var. İçine girdiğinizde, âdeta bir şey başınızı yukarı kaldırıp etrafa bakmanızı ve her şeyi görmek istemenize sebep oluyor. Bu da aslında girer girmez karşı karşıya kaldığınız iç avlunun etkisinden kaynaklanıyor. Üç kat yüksekliğinde, dolayısıyla biraz kuyulaşan bir iç avluya sahip. Üzeri camekânlı şet”lerle örtülü, günışığını hoş bir şekilde içeri alan ve sol tarafında kütüphanenin, sağ tarafta zemin katta konferans salonunun olduğu, üst katlarda da ise çalışma ofislerinin olduğu bir yapı. Kütüphanesi iki katlı bir yapı, mekân boşluğu var, altta depoları var. İlginç bir tarafı da, iç avlunun yanı sıra, Osmanlı evinde dış cephede görmeye alıştığımız kafeslerin, hem dış cephede hem iç cephede kullanıldığı bir çözümleme var. Kütüphane cephesi daha monolitik bir kale tesiri yaparken, ofislerin olduğu cephe daha gün ışığına açık, çalışan insanların çalışma mekânlarını aydınlatacak bir şekilde çözümlenmiş. Az malzeme seçilerek yapılmış ve malzeme kalabalığı olmayan bir bina. Cephesinde Ankara taşı, ısınmalı yüzeyler ve brüt betonlar var. Brüt beton sıvalı yüzeylerde Ankara taşı rengiyle boyalı. Bu boyama kararını verdiklerinde Turgut Beyin arkadaşları çok tepki veriyorlar. Bu kadar temiz beton yapıp, sonra onu boyamak niye diye. Bu boyama meselesini Demir Evler için de tartışmıştık. Eski Bodrum evlerinde, bazı binalar taş üzeri sıvanmış ve boyalı, bazı binalar taş derzlenmiş ve boyalı, çok az bina da boyasızdı. Eski binaların çoğunluğu yıllarca üstü kireçle boyana boyana, ipeksi bir satıh oluşturmuştu. Turgut Bey de ısrarla Demir Evleri boyamak istedi. Biz boyanmaması gerektiğinde ısrar ettik. O da bunun gereksiz bir taş tapınmacılığı olacağından endişe ediyordu. Biraz da çevredeki yeni yapılan kötü işlerden ayrışmak önemliydi. Biz onda da ısrar ettik. Çünkü boyarsak, o sırada Torba’da, Gölköy’de, Bodrum’da yapılan tuğla ve üzeri beyaz boyalı bir sürü bina vardı. Onlarla özdeşleşmeyelim, bu projenin ayırt edici bir özelliği olsun ki, bakan insanlara en azından farklı bir duygu versin veya tekrar edilirse de doğru bir esastan tekrar edilme imkânı olmasını istedik. Sonunda Turgut Bey de çok direnmedi. L. DANIŞIK: Peki Ertegün Evinde nasıl bir yol izlediniz? E. ÖĞÜN: Ertegün Evi ise, 1970’li yılların başlarında projelendirdiğimiz bir yapı. Bodrum’da iki eski taş ev var hacim olarak küçük binalar, ama Bodrum’un ölçeğinde baktığımızda aslında konak. Ahmet Ertegün o binaları satın almış. Turgut Bey o iki taş binanın arkasına iki tane tek katlı ek ve betonarme ayaklar ekliyor. O ayakları doğramasız ahşap kapaklarla bahçeye açılır şekilde çözümlüyor ve 1970’li yıllardaki yeni bir ihtiyaca yapıyı uyarlıyor. Fotoğraf 10. Türk Tarih Kurumu. Fotoğraf 11. Türk Tarih Kurumu. Fotoğraf 12. Türk Tarih Kurumu. 17 DOSYA Fotoğraf 13. Ertegün Evi. Fotoğraf 14. Ertegün Evi. Fotoğraf 15. Ertegün Evi. 18 Bu projede; âdeta kıyı yalısı diyebileceğimiz dışa kapalı, içe dönük iki tane taş yapıya, tamamen bahçeye açılabilen ve o iki taş yapının bahçe arkadaki küçük cennetle ilişkisini kuran, ahşap kepenkleri ve modern taşıyıcıları olan bir tasarım yapıldı. Bir yandan ahşap kepengin geçmeli geleneksel yerel dili, öbür taraftan da betonarmenin modern dilini bir araya getiren, çekinmeden elindeki imkânları kesinlikle laf kalabalığına düşmeden, mümkün olan azami tasarrufla, tasarlayan ve uygulayan bir tavır benimsendi. Ne kadar gerekiyorsa o kadar sofistikasyon yapan bir tavır diyelim. Bu açıdan önemliydi. Bugünkü koruma kurullarına böyle bir projeyi götürseniz, zinhar böyle bir uygulama yapamazsınız; çünkü artık çok fazla koruyoruz. O kadar çok yıkıyoruz ki, nasıl bir koruma oluyor bilmiyorum tabii. Yani bugüne proje yapma imkânınız yok. L. DANIŞIK: Günümüzdeki koruma anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz? E. ÖĞÜN: Önceliklerinizi belirlemeniz lazım. Mesela Ertegün Evi’ne Turgut Bey o arka direkliği ekliyor ve o bina kullanılabilir hale geliyor. Çünkü sonuçta varlıklı yani mekâna ihtiyacı olan birisinin kullanması lazım. Diğer türlü kimse almıyor, satmıyor. Bina yıkılıp gidiyor. Turgut Bey eklemeler yapıyor ancak orada da spekülatif bir şey yok aslında. İki yemek odası ekleniyor yan yana. Gayet çekingen bir tavırla küçük bir ek konuyor binaya ve bina bir anda şenleniyor, neşeleniyor. Şu anki korumacılık çok dogmatik bir şey; bunu aynen koruyacaksın diyor. Peki ben bununla ne yapacağım sonra? Bunun bize nasıl bir sözü var geçmişten bugüne? Ben doğrusu çok anlamıyorum oradaki koruma meselesini. Bana çok anlamlı gelmiyor. Zor bir dönemden geçiyoruz. Çok şeyin yıkıldığı korunmadığı bir çağda yaşıyoruz. Hiçbir zaman ego tatminine kalkışmamak lazım. Aslında hiçbirimiz öyle büyük işler yapacak insanlar değiliz. Bugün yaptığını zannedenler, boşu boşuna kendimizi ifade edelim diye çok fazla ortaya fırlayan, yanlış işler yapıyorlar. Daha sakin, daha sessiz, daha kanaatkâr, daha elinde bulduğu küçük imkânlarla yetinen bir tavırla yaklaşmak lazım. L. DANIŞIK: Ürettiğiniz her projede benzer kriterleri göz önünde bulunduruyor musunuz? Yoksa bahsettiğimiz projeler özel olarak mı bu şekilde tasarlandı? E. ÖĞÜN: Her yapıya ilişkin olarak, vaziyet planının özgün bir çözümlemeye kavuşturulması için titiz bir çalışma yapıyoruz. Yapının ihtiyaçlarına göre cephe tasarımı ve iç organizasyonunu ele alıyoruz. Fakat bunu ele alırken her seferinde, hem vaziyet planı hem de biçimi açısından, modern malzeme ve modern teknoloji kullanaca- DOSYA Fotoğraf 15. Demir Evler. ğım illaki diye bir fetişistik tapınmacı tavrımız yok. Gerektiği kadar gelenekseli ihtiyaç varsa kullanırız, aynı şekilde gerektiği kadar moderni ihtiyaç varsa kullanırız. Ayrıca iş sahibinin de temayülleri, yapıya ilişkin beklentileri, özlemleri bizim için yönlendirici oluyor. Bazı insanlar ne istediğini çok net tanımlayabiliyor, bazıları da bir şeyler gördükçe yavaş yavaş hissedip projeyle ilgili fikrini dile getiriyor. L. DANIŞIK: Küresel dünyada inşaat sektörü sürekli yenileniyor; malzeme olarak, teknoloji olarak, planlama olarak. Bu kadar hızlı değişimlerin yaşandığı bir çağda yerelliği nasıl koruyacağız? E. ÖĞÜN: Küresel yenilenme dediğiniz son derece kısır bir tüketim sistemi aslında. Bir sürü firma aynı malzemeleri üretmek için âdeta doludizgin birbirleriyle yarışıyor. Diyorsunuz ki dünya gelişti, bilim ilerledi ve yeni malzemelerimiz ve teknolojilerimiz var. O zaman yerelliği nasıl koruyacağız? Bu bir ilerleme değil aslında, tüketici toplumu destekleyen bir bakış açısı. Yani düz damlı Konya evinin, üzeri toprakla sıkıştırılan binasında, aslında çocuklar doğdu insanlar yaşadı, neşeli hüzünlü günler oldu. Oradan da sadrazamlar, vezirler, düşünürler çıktı ve hayat asırlarca hiç problemsiz sürdü. Biz bugün 21. yüzyılın başında, kendimizi bütün yüzyılların, bütün tarih dönemlerinin üstünde addediyoruz. Neden? Çünkü bir sürü malzeme üretebiliyoruz. Sonra da fark ediyoruz ki, betonarme radon gazı veriyor, pvc doğramalardan oksijen girmiyor vs. Konfor dediğimiz şey ne kadar gerekli? Biz nerede yaşıyoruz? Eğer bütün bu değişim, kuşun, böceğin, sineğin, farenin, kedinin, köpeğin yaşayamayacağı bir kenti inşa ediyorsa -bugün bizim şehirlerimizde olduğu gibi- o zaman varoluşa karşı sorumluluklarımız ne oldu? Biz eğer inanıyorsak, biz bu varlığın sorumluluğunu üstlendik, bize emanet değil mi? Uzun lafın kısası önce o çeşitliliğin bir avantaj olup olmadığını soralım. Tabii ki içinde kullanılabilecek birçok unsur olabilir. Ama bunları sonsuz imkânmış gibi değerlendirip ve onların dışındakileri de geriymiş gibi niteleyip gündem dışı bırakmanın akıllıca olmadığını düşünüyorum. Bu malzeme çeşitliliği, gelişen teknoloji vs. varlığın sürdürülebilmesi, güzel bir çevrenin inşa edilebilmesi, iyi mimarinin yapılabilmesi için ben bunları nasıl kullanırım diye ele almak zorundayız. Yoksa kastettiğimiz şey malzeme bezirgânlığı değil. Yerellik dediğimizde, aslında biraz kısıtlı bir şeyden bahsediyoruz. Doğru çözümleme diyelim adına. Asırlarca denenmiş, belli bir coğrafyaya ait sınanmış doğru çözümleme. O zaman ‘yerel’ diye tanımlamak yerine doğru ve sürdürülebilir çözümlemeleri daha doğru olur. Sadece yerel olana benzer bir şeyler yapacağız diye yola çıksak bu çok öykünmeci bir duruma dönüşebilir. Çünkü bu tarafta iyi bir çözümleme varsa ve sizin yerel dediğiniz şeyler artık kullanışsız ve sorunlu bir meseleyse, o zaman bu bir saplantılı nostalji ve bir obsesyon halini alır. Söylemeye çalıştığım şey bu değil. Doğru, yaşanır ve güzel olanı yeniden inşa etmekten, onunla ilgili bilgiyi yeniden inşa edip, aktüel koşullar ve imkânlar içinde nasıl değerlendirebileceğimizi, nasıl yeni ufuklar açabileceğimizi, nasıl yeni tecrübeleri inşa edebileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. L. DANIŞIK: Bizi ofisinizde ağırladığınız ve bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. M. ALAGÖZ: Çok teşekkür ederiz. E. ÖĞÜN: Rica ederim. Fotoğraflar www.ogunogun.com www.arkiv.com 19 DOSYA GÜNÜMÜZÜN “SAKİN” YAŞAM ALANLARI OLARAK CITTASLOW’LAR ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK 20 Esra Banu SİPAHİ ünümüz dünyasında hemen her alanda benzeri olmayan bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Gelişen teknolojinin de yarattığı ivme ile küreselleşme olgusu, ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel yapının sınırlar ötesi bir hareketlilikle tüm ülkelerin, bölgelerin ve kentlerin birbirlerini etkilediği bir süreç olarak belirmektedir. Özellikle 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik bunalımın ardından, kentler ve yerel yönetimler daha fazla öne çıkmaya başlamış ve kendi sınırlarını aşarak, ulusal, bölgesel, uluslararası düzeyde çeşitli ağlar, birlikler ve organizasyonlar oluşturarak, işbirliği içine girmişlerdir. Ne var ki, kalkınma hedefinden yola çıkarak gündeme gelen bu işbirliklerinin temelinde, küresel sisteme eklemlenme, sistem içinde rekabet edebilme, daha çok sermaye çekme, neo-liberal politikalarla temellenen ulus-devletin aşındırılması gibi açık ya da örtülü yönlerinin göz ardı edilmemesi gerekir. Diğer bir ifade, küreselleşmenin en çok nüfuz ettiği alanlar olan kentler, içinde barındığı pek çok potansiyelle birlikte hızla dönüşmekte ve kentlerin önemi giderek artmaktadır. Kentlerin artan öneminin bir yönünü de dünyanın kentleşmesi oluşturmaktadır. Her geçen G Yrd. Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü gün dünyada kentsel nüfus artmaktadır. Özellikle nüfusun büyük kentlere yönelmesi, gerek kentler, gerekse de insanlar açısından önemli sorunları gündeme getirmektedir. Metropoller, küresel süreçlerin beslediği alanlar olarak; bir tarafı gökdelenler, AVM’ler, güvenlikli lüks konut alanları, plazalar gibi pırıltılı görünümleriyle, diğer tarafında ise yoksulluk yuvaları, suç, kirlilik, trafik sorunları gibi patolojileriyle –Mumford’un ifadesi ile tyranpolis haline gelmekte, devasa mekânlar olarak büyümeye devam etmektedirler. Peki ya diğer kentler? Bu süreçte diğer kentler de büyümekte, farklılıklarını, yerel özelliklerini kaybetmekte, adeta klonlanmış kentler ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme, özgünlükleri yok eden, tektipleştiren, benzer yaşam tarzlarını salık veren bir dönüşüm yaratmaktadır. Bireyin hayatını anlamlandırma biçimi de bu bağlamda dönüşmektedir. Bireyin yaşamı hızlanmakta, hatta kimi zaman kontrolünden çıkmaktadır. Yaşamdaki bu hızla birlikte birey için kent, içinde yaşanılan “an”ın gözden kaçırıldığı, sürekli birşeylere yetişilmeye çalışıldığı hızlı ve sağlıksız beslenme alışkanlıklarının geliştiği, insanların kalabalıklar içinde yalnızlaştığı bir alandır. Gelinen bu noktayı açıklamak üzere, Mc Donaldslaşma ya da Benjamin Barber’ın tanımı ile Mc DOSYA World kavramı bir sembol haline gelmektedir. Bu olguyla özdeşleşen hızlı fakat kalitesiz yaşam tarzına tepki olarak, 1980’li yılların sonlarında İtalya’da “yavaş hareketi”1 gündeme gelmiştir. Yavaş hareketi, temelde hızlı yemek (fast-food) kültürüne ve bu kültürün ortadan kaldırdığı geleneksel yaşam anlayışının aşınmasına bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde ise kişiler arasındaki ilişkilere, yerel kimliğin canlandırılmasına (Şahinkaya, 2015), yerel değerlerin ve farklılıkların korunmasına, sosyal adaletin sağlanmasına kadar uzanan kapsamlı bir toplumsal dönüşüm hareketi olarak şekillenmiştir. Yavaş hareketinin temel olarak aldığı ilkelerin dünya üzerinde yarattığı olumlu etkiye paralel olarak, yavaş yemek anlayışından bir adım daha ileri gidilerek “yavaş kentleşme” hareketi geliştirilmiştir (Karakurt Tosun, 2013). Bu bağlamda, 1999 yılında İtalya’da uluslararası bir kent ağı olarak başlayan Cittáslow hareketi, ekonomik ve kültürel küreselleşmenin olumsuzluğuna karşı, yerel sürdürülebilirliğe dayanarak, çevre, ekonomi ve eşitliği temel alan, hayatın kentsel yaşanabilirliğini ve kalitesini korumayı zenginleştirmeyi hedefleyen alternatif bir sürdürülebilir kent modeli olarak ortaya konmaktadır (Öztürk, 2012). Dünyanın En Büyük Metropollerinden Biri: Sao Paulo Kaynak: http://visitworldplaces.com/photo/cities/sao-paulo/12/ (Erişim tarihi: 16.10.2015) Kaynak: https://gezimanya.com/Yazilar/ turkiyedeki-sakin-sehirler-cittaslow(Erişim tarihi: 16.10.2015) I. Alternatif Bir Sürdürülebilir Kent Modeli Olarak Citta-Slow İtalyanca Citta (şehir) ve İngilizce Slow (sakin/ yavaş) kelimelerinden oluşan Cittáslow, Türkçe’ ye “Sakin Şehir” olarak çevrilmiştir. Cittáslow ağı, küreselleşmenin kentlerin dokusunu, sakinlerini, yaşam tarzını standardize etmesine ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasına, diğer bir ifade ile Mc Donaldslaştırmaya tepki olarak ortaya çıkan “slow-food” hareketinden yola çıkmış bir kentler birliğidir (Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 128). Hızlı ve tüketime dayalı bir hayat felsefesinin hâkim olduğu kent yaşamına ve dizaynına alternatif getirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmada ve mo- Kaynak: H. K. Aytoslu http://aytoslu.blogspot.com.tr/2012/11/cittaslow-sakin-sehir-karikatur-yarsmas.html, (Erişim tarihi: 16.10.2015) Küresel karşısında yerel değerler. Hızlı şehirden sakin şehire.. 21 DOSYA Sakinliğin sembolü. dern dünyanın birçok ‘aynılaşmış’ kentinden farklı kalabilmede şehirlerin hangi alanlarda önemli ve özel olduklarının iyi belirlenmesi ve bu özelliklerini korumak için stratejiler geliştirilmesi, bunun için yerel değerlere sahip çıkılması, korunması ve geliştirilmesi en büyük gereklilik olarak görülmektedir (Sırım, 2012, s. 120). Diğer bir ifade ile, kentin dokusunun, renginin, müziğinin ve hikayesinin uyum içinde, kent sakinlerinin ve ziyaretçilerinin keyif alabilecekleri bir hızda yaşanmasıdır. Yine çevreye ve insana zararlı olamayan temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmektedir (Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 128). Bu bağlamda Cittáslow aracılığıyla yerel kimliği öne çıkaran bir kentleşme politikası uygulanması öngörülmektedir. Hareket kendisine logo olarak üzerinde modern ve tarihi binaları taşıyan turuncu renkli bir salyangoz tasarımını belirlemiştir. Bu logoda yer alan, yavaş, temkinli, ancak kararlı bir şekilde ilerleyen salyangoz, cüssesinden beklenmeyecek mesafeler aşmakta; bunu yaparken de Chianti’den Bir Görünüm. 22 geçtiği yerlerde ince bir iz bırakmaktadır (Kavas ve Kavas, 2012). Cittáslow, ilk defa 1999 yılında Greve in Chianti’nin belediye eski başkanı Paolo Saturnini’nin girişimleri sonucunda dört küçük İtalyan kentinin (Orvieto, Greve in Chianti, Bra, Positano) bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toplantıda bir “Sakin Şehir”de bulunması gereken özellikler belirlenerek, benimsenmesi gereken ilkeler ortaya konulmuştur. Bunların başında daha sakin ve daha az kirli fiziksel çevrelerin oluşturulması; yerel estetik geleneklerin, yerel el sanatlarının ve yerel mutfağın korunması bulunmaktadır. Ayrıca daha sağlıklı çevreler oluşturmak, sürdürülebilirliğin sağlanması, kent halkına daha iyi yaşam ortamları sunulabilmesi adına yönetimsel çözüm arayışında birbirleriyle deneyimlerini paylaşmayı, bu yönde alınan kararların uygulanması noktasında da teknolojiden en üst düzeyde yararlanmayı karara bağlamışlardır (Sırım, 2012, s. 120; Sezgin ve Ünüvar, 128). II. Cittáslow’un Ölçütleri 1999’dan bu yana hızla büyüyen Cittáslow’un günümüzde 30 farklı ülkede, 195 üyesi bulunmaktadır. Uluslararası bir birlik olarak örgütlenen Cittáslow, çalışma ilkelerini bir tüzükle kayıt altına almıştır. Tüzük, birliğin kurulusundan organlarına, katılım için yerine getirilmesi gereken ölçütlerden üyelerin sorumluluğuna, logo kullanımından fon kullanımlarına kadar pek çok alanda tanım ve ilkeleri ortaya koymaktadır. Bir kentin yavaş kent olarak kabul edilebilmesi için öncelikle Cittáslow Birliği tarafından onaylanmış olması gerekmektedir. Cittáslow olarak onaylanmış olmak, kentlerin, Cittáslow komitesine uygulamalarını sunmaları yoluyla olmaktadır. Cittáslow temsilcilerinden oluşan bir komite, Cittáslow olmayı amaçlayan kente, Cittáslow felsefesine nasıl uyduğunu görmek ve ilk elden izlenim edinmek için bir ziyaret yapar. Söz konusu kentin üyeliğe kabul edilebilmesi için Yavaş Kentler Birliği hedefleri doğrultusunda yapılan öz değerlendirme sonucu mevcut kriterlerden asgari %50’sini gerçekleştirmiş olması gerekmektedir. Öte yandan, Cittáslow olabilmenin diğer bir önemli şartı ise, kent nüfusunun 50.000’in altında olmasıdır. Cittáslow olan kentlerin; şehrin çevre ve kentsel doku kalitesini teknoloji kullanarak iyileştirmek, yerel üreticiler ve tüketiciler arasında iletişimi ve diyalogu teşvik etmek, çevreyi korumak, sürdürülebilir gelişmeyi desteklemek, doğal ve çevreye dost tekniklerle yiyecek üretimine destek sağlamak gibi aşağıda belirtilen yedi başlık altında 60 temel ölçüt ve 3 özel koşulu gerçekleştirmeyi kendine hedef koyması ve bu alanlarda çalışmaya başlaması gerekmektedir. DOSYA Bu ölçütlerin sınıflandırıldığı 7 temel politika alanı şunlardır (http://Cittáslowturkiye.org/uyelik/, 15.07.2015): 1. Çevre politikaları, 2. Altyapı politikaları, 3. Teknolojiden yararlanarak kent kalitesinin artırılmasına yönelik politikalar 4. Tarımsal, turistik, esnaf sanatkarlara yönelik politikalar 5. Sosyal uyum politikaları 6. Farkındalık, misafirperverlik ve eğitim için politikalar 7. İşbirliği ve ortaklık politikaları Sözü edilen politikaların uygulanmasına yönelik olarak belirlenen ölçütler arasında, kentlerin uymakla yükümlü oldukları iki kriter vardır: Bunlardan ilki, bir “Ziyafet Evi” veya bir “Yerel Ürün Pazarı” türü mekânsal bir oluşuma sahip olmak veya olacağını taahhüt etmek, ikincisi de yavaşlıkla ilgili bir kurula sahip olmak veya olacağının garantisini vermektir (Özkan, 2011: 29). Bu ölçütlerin yanı sıra, Cittáslow’un (Yurtseven vd, 2010: 40).; • Teknolojiyi kullanarak, yaşamın kaliteli ve yaşanılabilir olmasını sağlamak, • Bölgeye özgü değerlerle sürdürülebilir gelişmeyi sağlamak, • Yerel ekonomik yaşama katkı yaparak gelir adaletini sağlamak, • Doğal çevreyi ve tarihi değerleri korumak gibi temel amaçları kentin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır. Yavaş Kentler Birliği tarafından başvurusu kabul edilmiş ve “yavaş” olarak kabul edilmiş bir kentin, sahip olduğu değerleri koruduğu ve kentte yaşam kalitesi seviyesini devam ettirdiğine dair her 4 yılda bir sertifikalarını yenilemesi gerekmektedir. Bu, yerel girişimleri teşvik etmeye ve alternatif gündemleri desteklemeye devam etmek zorunda olunduğu anlamına gelmekte, kalkınma gündeminin sürekliliğini sağlamaktadır (Karakurt Tosun, 2013, s. 228-229). Cittáslow ağına katılan belediyeler, kent kimliğini yansıtan, dokusunu ortaya çıkaran faaliyetleri desteklerler. Bu faaliyetleri yöresel mutfak, yerel müzik ve folklor teşkil etmektedir. Kısacası, mekânı sosyal olarak yeniden inşa eden ve bunu kentin yeniden tasarımıyla gerçekleştirmeyi hedefleyen Cittáslow, sakinlerini geleneksel değerlerle buluşturmayı misyon edinmiştir (Çiner, 2011). Öte yandan Cittáslow, tembel, uyuyan, bıkmış ve evhamlı insanların yaşadığı bir yer değildir. Cittáslow, insanların saate bağlı olarak yasayıp her şeyi hızlı yapmaya yönelik baskılara direnmelerini sağlayacak yeni bir kent ortamı oluşturmayı hedefler. Cittáslow, Latince bir deyim olan “festina Yavaşça Acele Etmek. lente” yani “yavaşça acele etmek” deyimi ile ifade edilmiştir. Bunun anlamı, bugünün ve geleceğin sağladığı olanaklar sayesinde geçmişin mirasından ve bilgi birikiminden yararlanmaktır. Daha insani, daha çevreci, geçmiş ve gelecek nesillere daha fazla saygılı olmaktır (Sezgin ve Ünüvar, 133). Bu bağlamda yaşam kalitesinin artırılması kaygısından yola çıkan Cittáslow ile, küçük kentlerde yaşayan kişilerin gelirlerinin arttırılması sürecine de katkı sağlanırken, aynı zamanda nüfus ölçütü sayesinde göç engellenerek, kentlerin yoğunlaşmasının önüne geçilmektedir. Diğer bir ifade ile bir kentin büyüklüğü sorunsalı veya optimal kent büyüklüğü açısından yavaş kentlerin nüfus büyüklüklerinin ne olması gerektiği, bu harekete dahil olan kentler tarafından sürecin en başında çözümlenmiştir. Bu anlamda kentleşme literatüründe bir kentin optimal büyüklüğünün tespit edilmesinde kullanılan temel kriterler olan kişi başına düşen kentsel hizmet maliyeti ile kişi başına düşen kentsel faydanın (Keleş, 2008; Ertürk, 1997’den aktaran; Karakurt Tosun, 2013) karşılıklı etkileşimleri ile her yerleşim yeri için farklı bir büyüklük ön gören yaklaşımlardan -modellerden- farklı olarak yavaş kent hareketinde standart bir maksimum kent büyüklüğü tespit edilmiştir. Yavaş kent olabilmenin temel şartlarından biri olarak nüfusun maksimum 50.000 olarak belirlenmesi sürecinde; bir yandan yerel kültürün korunmasını, yerel ekonominin uluslararası sermayeye karşı korunmasını, kişiler arası ilişkilerin canlı ve sıkı bir şekilde korunmasını sağlarken, aynı zamanda kentin fiziksel olarak büyüyerek çevresindeki doğal alanları yok etmesinin önüne geçilmesini içeren ekolojik kaygılar da göz önünde bulundurulmuştur (Karakurt Tosun, 2013). Cittáslow’un en önemli özelliklerinden biri de katılımdır. Her birey, açıklık ve karşılıklı hoşgörü çerçevesinde projenin bir parçası olmaya davet edilir ve katılma hakkına sahiptir. Kent sakinlerinin 23 DOSYA lar sonucunda 2010 yılında Sakarya’nın Taraklı, Çanakkale’nin Gökçeada, Aydın’ın Yenipazar ve Muğla’nın Akyaka beldeleri, Cittáslow olmak için çalışmalara başlamıştır. 24 Haziran 2011 tarihinde Polonya’nın Lidzbark Warminski şehrinde yapılan Cittáslow Genel Kurulu’nda birliğe katılımı kabul edilen kentlerle birlikte Türkiye’deki Cittáslow sayısı beşe çıkmış ve böylece Türkiye’de Cittáslow Ulusal Ağı kurulmuştur (http://Cittáslowturkiye. org, 2015). Daha sonra, İtalya’nın Novellara Kenti’nde 19 - 22 Ekim 2012 tarihleri arasında düzenlenen Cittáslow Genel Kurulu’nda Türkiye’den Kırklareli’nin Vize, Ordu’nun Perşembe ve Isparta’nın Yalvaç kentleri de Cittáslow’a dahil edilmiştir (Keskin, 2012). İtalya’daki toplantıyı izleyen, Finlandiya’nın Kiristenstad kentinde düzenlenen 2013 yılındaki Cittáslow Uluslararası Koordinasyon Komitesi toplantısında, Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi Cittáslow olarak ilan edilmiştir (http://www. hurriyet.com.tr, 2013). Son olarak, Abbiategrasso kentinde düzenlenen 2015 yılı Cittáslow Genel Kurulu’nda Artvin’in Şavşat ilçesi Türkiye’nin en yeni sakin şehri olarak Cittáslow ağına katılmıştır. Böylece Türkiye’de Cittáslow sayısı 10’a ulaşmıştır (http://Cittáslowturkiye.org, 2015). Sakin Şehre Bir Örnek. Halfeti. Kaynak: http://www.halfeti.gov.tr (Erişim tarihi: 16.10.2015) yaşadıkları yeri canlandırmaları, yeniden keşfetmeleri, katılımın sağladığı bilişi düzeyi, sorumluluk ve farkındalıkla olanaklı hale gelir. Ayrıca kentin büyük fabrikalardan, motorlu araçlardan ve beton bloklardan vb. korunması ancak kent sakinlerinin katılımıyla gerçekleşir. Yine, bir kent kimliği oluşturulması, sakinlerinin yaşanılan kentten haz almalarının ve mutlu olmalarının sağlanması, o kente karşı hissedilen aidiyet duygusunun artırılması, kentte yaşamanın gururunu hissettirmesi açısından katılım kültürünün öne çıkarılması önemlidir (Sezgin ve Ünüvar, 2011, s. 146-147). IV. Türkiye’nin Cittáslow’ları Türkiye’de Cittáslow Hareketi ilk defa İzmir’e bağlı Seferihisar’ın 28 Kasım 2009 tarihinde Türkiye’nin ilk, dünyanın 129. Cittáslowu olarak hareketin içinde yerini almasıyla başlamıştır. Bu hareketin Türkiye’de yaygınlaşması için yapılan çalışma24 V. Cittáslowun Olası Etkilerine İlişkin Bir Değerlendirme İtalya’da doğan, Cittáslow hareketi, kısa bir sürede 30 ülkede 199 kente yayılmış (http://www.Cittáslow.org) alternatif bir kent modeli olarak öne çıkmaktadır. Gördüğü ilgi ve yayılma eğiliminden dolayı hareket, farklı alanların uzmanlarınca farklı açılardan ele alınmıştır. Kimileri, Cittáslowları tüketici kültürünün değerlendirilmesi ve sürdürülebilir gelişme biçiminin desteklenmesi yönüyle incelemiş, kimileri de bu hareketi beş temel duyuya (görme, tad alma, koklama, dokunma ve işitme) hitap edecek kriterler öngörmesi açısından değerlendirmiştir. Cittáslowların, yasam kalitesi ve kültürel yaklaşımlardan sızarak, mimariyi ve kent tasarımını etkilediği, alternatif “duyu mekânları”nın oluşmasına katkı sağladığı ifade edilmiştir. Bazıları da Cittáslowları, kültürel yönüyle ele almakta, sosyal alanlar ve insani ilişkiler açısından değerlendirilen “sosyal bir hareket” olarak nitelemişlerdir (Knox, 2005; Pink, 2007; Parkins and Craig, 2006’dan aktaran; Sırım, 2011, s. 128). Türkiye’de de Cittáslow’a ilişkin çalışmalar hız kazanmaktadır. Bilimsel makalelerin yanı sıra, mimarlıktan, sosyolojiye, turizmden kentbilime kadar pek çok alanda Cittáslow bilimsel araştırma konusu olmaktadır. Kimi çalışmalar, Cittáslowu alternatif bir yaşam modeli olarak ele alırken, kimileri değişen kent kimliği bağlamında değerlendir- DOSYA mektedir. İdeal kent arayışının, yaşam kalitesinin artırılması çabalarının ya da sürdürülebilir gelişmenin bir yansıması olarak betimlenen Cittáslow, kimilerince de bir kent ütopyası olarak yorumlanmaktadır. Cittáslow kuşkusuz birçok insanın idealindeki yaşam tarzını yansıtmaktadır. Bununla birlikte, Cittáslow ölçütlerini sağlayabilen kentlerin, ulusal ve uluslararası düzeyde bir ilgi odağı haline gelmeleri söz konusudur. Kimileri Cittáslowu bir turizm değeri olarak öne çıkarmakta, özenle korunan kent dokusunun, tarihsel mirasın belirgin hale getirilmesinin, sakin ve sükûnetli görüntüsünün alışıldık tatil anlayışını da değiştireceği düşüncesinden hareketle bu sayede dünyaya açılabileceği yorumunu yapmaktadırlar (Sezgin ve Ünüvar, 2011; Sırım, 2012). Ne var ki bu durum, küresel sisteme bir tepki olarak gündeme gelen Cittáslow’un aslında küresel sistemin bir parçası, bir kent pazarlama stratejisi olarak işlev gördüğünü düşündürmektedir. Bu kentler, hızla tanıtılmakta, yerel özellikleri ön plana çıkarılarak turist çekim merkezi haline getirilmektedir. Günümüzde daha çok insan hareketliliğine dayalı ama daha az getirisi olan kite turizminin yerini, daha çok ekonomik getirisi olan alternatif turizm yaklaşımları almaktadır. Bu alternatiflerden biri de Cittáslowlardır. Sözgelimi İtalya’nın Toscana bölgesinde şarap üreticiliği turizminden çok daha az sayıda turistten, çok daha fazla turizm geliri elde edilmektedir. Bir bakıma çevre dostu, kültürel ve tarihsel mirasa sahip çıkan bu kentler, gerçekten halkıyla birlikte farkındalık yaratılarak korunuyor ve kalkındırılıyor mu, yoksa parlatılıp birer cazibe merkezi haline mi getiriliyor? sorusu üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Dünyada özellikle 1980’lerden sonra etkileri yerel alanda da belirgin biçimde hissedilen neoliberal politikalar ve küreselleşmenin dönüştürücü etkisi, kentlerin kimliklerini kaybetmelerine, benzeşmelerine, betonlaşmalarına, uluslararası sermayeye peşkeş çekilmelerine ve çevre kirliliğine neden olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle büyük kentler bu süreçten büyük ölçüde etkilenmekte ve sermaye birikiminin gerçekleştiği bu kentlerde farklı sermaye emilimi arayışları gündeme gelmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu krizi aşmanın reçetesi de çoğu zaman gayrimenkul yatırımları ya da inşaat sektörü olmaktadır. Peki ya küçük kentler? Küçük kentler, bu süreçte özellikle aktif nüfusunu büyük kentlere kaptırmakta, aynı zamanda ekonomik erozyona da maruz kalmaktadırlar. Nüfusu yerinde tutmak ve küçük kentin dinamiklerini harekete geçirmek kuşkusuz çok yerinde bir düşüncedir. Ancak, devletin aşın- dırılmaya çalışıldığı, içinin boşaltıldığı, denetiminin en aza indirildiği bir sistem içinde, kentlerin küresel dinamiklerden bağımsız, “kendi yağı ile kavrulan” bir biçimde kalkınmalarını beklemek gerçekçi midir? Peki ya yararlanılması düşünülen geri dönüşüm, temiz enerji, organik tarım vb. teknolojik yatırımlar nasıl, hangi finansal kaynakla gerçekleşecektir? Acaba bu tesislerin kurulumu yabancı firmalar için yeni pazarlar anlamına mı gelecektir? Öte yandan kent ütopyacılarının nüfus belirlenimleri ya da kentbilimcilerin optimal kent büyüklüğü arayışları kentsel nüfusun kentsel yaşam kalitesi, sürdürülebilirliği, hizmet verimliliği gibi konularda temel ölçüttür. Cittáslow’da da nüfus ölçütü 50.000 olarak belirlenmiştir. Ancak, optimal kent büyüklüğü arayışlarında sıklıkla dile getirilen, “ideal büyüklük bulunsa bile nüfusun nasıl o seviyede tutulacağı” Cittáslowlar açısından da ayrı bir sorun alanıdır. Yaşamın bu kadar keyifli ve cazip olduğu bu kentler, olası bir göç dalgasından nasıl korunacaktır? Konuya sorun alanı olarak bakabileceğimiz bir diğer perspektif de, küreselleşmenin ve postmodern tüketim kültürünün insanları etkisi altına aldığı böyle bir dönemde –özellikle de genç nüfusun- nasıl bu tüketim alışkanlıklarından vazgeçirileceğidir. Cittáslow fedakârlık gerektirir. Daha yalın bir yaşam, lüks ve gösterişten, markalardan, otomobillerden, rezidanslardan (ya da hayallerinden) uzak bir yaşam tarzı nasıl benimsenecektir? Ünlü Alman atasözü “Stadluft macht frei” (kent havası özgür kılar) düşüncesinden hareketle, kü- Kaynak: H. K. Aytoslu, http://aytoslu.blogspot.com.tr/2012/11/cittaslow-sakin-sehir-karikatur-yarsmas.html (Erişim tarihi: 16.10.2015) 25 DOSYA resel ölçekte kentleşme eğilimi gösteren bir dünyada bu “sakin” yaşam adacıkları ne kadar uzun ömürlü olacaklardır? Küçük yerleşimler, daha samimi ilişkiler ve daha fazla sosyal kontrolün olduğu, diğer bir ifade ile daha güvenilir ve yaşanılır olsalar da acaba yaşlı nüfus kadar genç ve aktif nüfus açısından cazibe alanı olmayı sürdürebilecekler midir? Tüm olumlu yönlerine, albenisine, doğallık ve yalınlık önerisine karşın nihai olarak, Cittáslowların bir turizm ve kent pazarlama biçimi olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, yerel değerlerin, kültürün ve ekonominin hem korunması ve yaşatılması, hem de geliştirilmesi bakımından önemli bir düşüncedir. Ancak, kapitalizmin olanca hızıyla kendini hissettirdiği, postmodern tüketim kültürünün küreselleştiği bir dönemde yukarıda dile getirilen sorulara gerçekçi cevaplar verilmesi, Cittáslowların sürdürülebilirliği ve varoluş amacının gerçekleştirmesi noktasında önemlidir. Bu çalışma ile, allanıp pullanan, göreli olarak bu övgüyü fazlasıyla hak eden (!) ya da şüphe ile yaklaşılması gereken (!) bu hareketi farklı bir perspektiften değerlendirmek isteyenler için bir pencere açmak istenmiştir. Daha küresel bir perspektiften ve yapısal arayışlar bağlamında ve eleştirel olarak konuyu ele almak, henüz emekleme aşamasında olan literatüre zenginlik katacaktır. 26 Not 1. 1986 yılında Roma’nın ünlü meydanlarından birisi olan Piazza di Spagna’da yapılan McDonalds açılısı sırasında, Carlo Petrini önderliğindeki grup tarafından gerçekleştirilen bir protesto hareketi ile başlamıştır. Yavaş hareketi giderek yaygınlaşmış; yavaş yemek, yavaş seyahat, yavaş ev, yavaş tasarım, yavaş moda vb. adlarla, çeşitli alanlarda farkındalık yaratmıştır. Kaynaklar • Ertürk, H.; (1996), Kent Ekonomisi, Ekin, Bursa. • http://Cittáslowturkiye.org/uyelik/, (Erişim Tarihi: 15.07.2015) • http://www.hurriyet.com.tr, (Erişim Tarihi:11.06.2015) • Karakurt Tosun, E.; (2013), “Yaşam Kalitesi Ekseninde Şekillenen Alternatif Bir Kentsel Yaşam Modeli: Yavaş Kentleşme Hareketi”, Uludağ Ünv. İİBF Dergisi, Cilt.32, No.1, 215-237. • Keleş, R., (2015), Kentleşme Politikası, İmge, Ankara. • Keskin, E. B.; (2008), “Sürdürülebilir Kent Kavramına Faklı Bir Bakış: Tavaş Şehirler (Cittáslow), Paradoks: Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi, ISSN NO: 1305-7979, 2008:8/1. • Knox, P. L.;(2005), “Creating Ordinary Places: Slow Cities in a Fast World”, Journal of Urban Design, Vol. 10, No. 1, 1-11, February. • Özkan, H. C.; (2011), Bir Sürdürülebilir Kent Modeli: Yavaş Şehir Hareketi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. • Öztürk, A.; (2012), Bir Yerleşim Birimi Olarak Kent Arayışında Yeni Politika: Yükselen Değer Olarak ‘Yavaş Kent’ (Cittáslow), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir. • Parkins, W., Caig G.; (2006), Slow Living, Berg Pub., U.K. • Pink, S.;(2007), “Sensing Cittáslow: Slow Living and Constitution of Sensory City”, The Sences and Society, Vol. 2, No.1, 59-77. • Sezgin, M.,Ünüvar, Ş.; (2011) Sürdürülebilirlik ve Şehir Pazarlaması Ekseninde Yavaş Şehir, Çizgi, Konya. • Sırım, V. (2012), “Çevreyle Bütünleşmiş Bir Yerel Yönetim Örneği Olarak ‘Sakin Şehir’ Hareketi ve Türkiye’nin Potansiyeli”, Tarih, Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi-Tüketim Toplumu ve Çevre Özel Sayısı, Cilt.1, No.4, 119-131, Aralık. • Şahinkaya, S.; (2010), “Bir Yerel Kalkınma Modeli: Cittáslow ve Seferihisar Üzerine Değerlendirmeler” http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/SahinTem10.pdf, (Erişim Tarihi: 11.06.2015) • Yurtseven, H. R. Vd.; (2010), Yavaş Hareketi, Detay, Ankara. DOSYA MİMARLIKTA YER(SİZLİĞ)İN ANTALYA’DAKİ TURİZM YAPILARI ÜZERİNDEN İNCELENMESİ Emine YILDIZ KUYRUKÇU - Zafer KUYRUKÇU imarlıkta yerden kopuş özellikle son yıllarda öne çıkan ve mimarlık gündeminde önemli yer tutan bir tartışma konusudur. Son dönem popüler kültür kavramı mimarlık akımını da etkilemiştir. Postmodernizm düşüncesi popüler kültürün temellendiği noktalardan biridir. Özellikle mimariyle kurduğu ilişkide önemli yer tutmaktadır. Ancak popüler kültür ve beraberinde gelişen tüketim kültürü, postmodernizmin kendi değerlerini de değişikliğe uğratmıştır. Rejyonalizm, tarihselcilik gibi kavramlar tüketim kültürü tarafından kullanılmış, kitsch olgusuyla iç içe geçmiştir. Bu durum turizmin mimari şekillenmesinde de direkt etkili olmuştur. Bu çalışma, ülkemizdeki turizm yapılarının bu yersizlikten radikal bir biçimde etkilendiği ve turizm mimarisinde bir “Kimlik Kaosu” yaşandığı gerçeği göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Çalışmada örneklem alanı olarak Antalya’daki simüle edilmiş, imgelerle donatılmış turizm yapıları seçilmiştir. Genellikle tarihi ve yerel öğelerle donatılmış bu oteller popüler olmak adına bilindik simgesel imgelerle cezbedici ortamlar yaratmak amacını taşımaktadırlar. Örneklem çalışması ile problemin turizm ve ülke mimarisini ne derece etkilediği açık bir şekilde gösterilerek soruna dair bilincin artırılması M ve daha duyarlı bir yaklaşım sağlanması amaçlanmıştır. 1. Mimaride Yerin Önemi, Modern ve Postmodern Dönemde Yersizleşme “Yer” kavramı mimaride belirleyici rol oynayan ve yapıyı “anlamlı” kılan bir özelliktir. Mimari temelde doğaya karşı yer alan bir aktivite gibi gözükse de bir yapının bulunduğu coğrafya ve doğal çevre ile olan bağı, niteliğinin ortaya çıkmasında oldukça önemlidir. Mimari eser yerle başlar. Mimarlıkta yer kavramı, çoğu zaman mimari tasarımı biçimlendiren ya da biçimlendirmesi gereken temel etmenlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Mimari, yer ile birlikte vardır. Yer mimariyi kurmakta, mimari de yeri dönüştürmektedir. Mimari tasarım, yeri ile uyumlu olduğu sürece başarılı sayılmaktadır. Mimarlık kuramında yer kavramının bilinçli bir şekilde ele alınışı, tasarımla ilişkisi gibi değerlendirmeler 1960 sonrasında artmıştır. 2. Dünya savaşından sonra hızla artan kent nüfusunun barınma sorunları, mimarları olabildiğince rasyonel çözümlere yönlendirmiş, yapıda estetik arayışların gereksiz olduğunu düşündürmeye başlamıştır. Bu bağlamda, 20. yüzyılın ilk otuz, kırk yılında ge- Arş. Gör. Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 27 DOSYA lişen modern mimarlık, rasyonalist, fonksiyonalist ve purist bir çerçeve çizmiş, aynı zamanda uluslararası platformda kabul görmüştür. Kendini tarihten soyutlayan modern mimarlığın rasyonalist ve purist ilkeleri, özellikle uluslararası mimarlığın yaygınlaşması, mimarlığın bütün coğrafyalar üzerinde benzer çözümler ve biçimler ile aynılaşarak yerle ilişkisinin kopması, zamanla eleştirilmeye başlanmış ve modern karşıtı eleştiriler ortaya çıkmıştır. Bu eleştirilerin ortak noktası, insanı çevreleyen fiziksel dünyanın tarihsel ve sosyal izlerinin, farklılıklarının giderek yok olması sonucu, iletişimsel gücünün azalması olarak tahlil edilebilir. Yere ilişkin farklı karakterlerin giderek yok olması insanın belli bir yere karşı aidiyet duygusunun azalması ve yabancılaşma sorununu gündeme getirmiştir. Buna tepki olarak doğan Postmodernizmde ise genel olarak; mimarlıkta modernizm karşıtı bir tutum sergilenmiştir. Postmodernizm, modernizmle bir “hesaplaşma” dönemidir. Harvey (1993), modernizmden postmodernizme geçişi şöyle açıklar: “Modernist yöneliş, pratik, teknik ve ekonomik nedenlerle, özellikle de ideolojik nedenlerle, sermayenin önemini bastırmak için özel bir çaba göstermiştir. Zevklerin tepeden bir demokratikleşmeye ve eşitlikçiliğe tabi tutulması sınıflı bir kapitalist toplumda tipik olan toplumsal farklılıklarla tutarsızlığı bir bastırılmış talep ve bastırılmış arzu ortamı yaratmaktadır. Bu bastırılmış arzu 1960’lı yıllarda ki kültürel hareketlerde belirli bir ifade bulmaktadır. Bu durum piyasayı daha çeşitlenmiş kentsel çevreler ve mimari üsluplar yönünde uyarmak açısından bir rol oynamıştır. Dolayısıyla postmodernizmin tatmin etmeye çalıştığı arzu tam da budur.” Postmodernizmin içinde modernizmin yeniden yorumlandığı stillerden, tamamen modernizme karşı abartılı bir tarihselciliğin kullanıldığı yapılara kadar pek çok farklı tarz ve duruş barınmaktadır. Bu yönüyle de tam bir belirsizlik ve kaos durumu hakimdir. Bu kaosun oluşmasında önemli faktörlerden biri de postmodernizmle birlikte bilim, sanat ve felsefe alanları arasındaki sınırların erimesi ve her şeyden düşünce, fikir, biçim ve imge boyutunda sınırsız aktarımların yapılabilmesidir. Bilim ve felsefede de artık usdışı-sezgisel düşüncenin önem kazanması ile birlikte mimari de bu alanlarla ilişkisini artırmış, herhangi bir kurala gerek duymaksızın bilgi ve imge alış-verişine girmiştir (Özcan, 2001). Postmodernizm, bugünün çok kültürlü, çok uluslu, çok değişkenli dünyasında, ‘her şeye izin veren’ yapısıyla çokluğu yadsımak yerine, bu çokluk içinde yapılabilecek farklı kombinasyonlara olanak tanımaktadır. Yalnızca bugünün verilerine değil, geçmişte kullanılanları da kapsamasıyla 28 Postmodernizm’in bir diğer özelliği olan “tarihsel duyarlılığı” da gündeme getirmektedir. Postmodern tasarımlarda “yerel ve tarihsel ögelerin” bağlamından koparılarak tamamen biçimsel endişelerle kullanılması yapay çevrelerin oluşmasına neden olmuştur. Postmodernizmin mimarideki yansımaları söz konusu olduğunda “anlam” en çok öne çıkan unsurlardan olmaktadır. Mimarinin temel kavramları olan “form” ve “fonksiyon”un kendi aralarındaki ilişkisi bu noktada önem kazanmaktadır. Postmodernizm, forma fonksiyondan daha fazla vurgu yapmaktadır. Modernizmin baş kabullerinden olan “form fonksiyonu izler” cümlesi postmodernizmde tersine dönmekte ve form, kendi başına bir mimari tasarımın çıkış noktası olabilmektedir. Bunun devamında formun, yaratılan estetik bütünlüğün, daha “anlamlı” kılınması konusunda da kimi zaman tarihsel geçmişe kimi zaman bölgesel verilere yaslanılmıştır. Bir yapının sadece insanın bir takım fiziksel gereksinmelerini karşılıyor olması, postmodern anlayışa ters düşmekte, daha estetik ve daha anlamlı olması için bazı değerlerden besleniyor olması gerekmektedir. Postmodernizm de tarih kavramını farklı şekilde ele almış ve yorumlamıştır. Tarihsel verilerden, yaşanılan süreçten yararlanılan, bunu bir devinim içersinde ele alarak gelişen tarihselci anlayıştan farklı olarak, “historisizm” olarak nitelenen bir anlayış gelişmiştir. Buna göre tarih içinde belirlenme ve toplumsal gelişim reddedilmiş, olayların ve olguların tarih içinde bir sırayı takip etmesi gerektiğine karşı çıkılmıştır. Bu niteliğiyle postmodern mimaride yer bulan tarih unsuru zaman içinde farklı şekillerde yorumlanmaya ve buna bağlı olarak farklı niteliklerde ürünler ortaya konmasına uygun hale gelmiştir ve bu da beraberinde bir kopuşu getirmiştir. Öyle ki; tarihselci anlayışla üretilmiş olmasına rağmen “tarihsizleştirme” örneği haline gelen yapılar ortaya çıkmıştır. Tarihsel miras alanı ile postmodernizm arasında bir bağlantı bulunmaktadır. “Her ikisi de şimdiki hayatlarımızla geçmişimizin arasına giren sığ bir ekran yaratmaktadır. Tarihi derinlemesine kavrayamayız; bunun yerine sunulan, bugün tarihin yeniden yaratılmasıdır, eleştirel söylemden ziyade kostümler içinde sunulan bir tiyatroda tarihin canlandırılmasıdır” (Harvey, 2003). 2. Rejyonalizmin Postmodernizm İçerisinde Tüketim Aracı Haline Getirilmesi Postmodernizm, çeşitli akımları amaçlarından saptırmıştır. Bunlardan biride Rejyonalizmdir. Rejyonalizm; “bölgeselcilik” olarak dilimizde yer bulan, mimari oluşumlarda “yer”e bağlı üretimlerin doğruluğunu savunan bir anlayıştır. Frampton DOSYA (1985), “Prospects For A Critical Regionalism” başlıklı makalesinde, bu düşüncenin Louis Kahn ve Alvar Aalto’nun düşüncelerinde de vurguladıkları gibi; modernizmin getirdiği katı kurallar ve Uluslararası Stil’e karşı duran ve “yer”e özgü kimliği yansıtan bir düşünce olduğunun altını çizmiştir. Yapının bulunduğu coğrafyaya ait olması gerektiğini savunan, yerel malzeme ve yerel yapım tekniklerine önem veren, forma bağımlı olmayan, ruhsaldeneysel bir mimarlık anlayışı önemli olduğu öne süren bu akıma göre; o “yer”in iklimi, bitki örtüsü, yerel mimari karakteri ve doğal ışığın konumu yapının ana tasarım kriterlerini oluşturmalıdır. Bu şekilde bir anlayışla homojen yapılı çevreye de bir karşı duruş gerçekleşmiş, sanayileşme sonucu oluşan mimari eleştirilmiştir. Rejyonalizm; üniversalist yaklaşıma tepki olarak ortaya çıkan, bir bakıma “bölgeselcilik” ya da “çevreci koruma” özüne dayanan bir hareket olarak, temelde “belirli bir yer ve zamana özgü; malzeme, teknik özellik, organizasyon, estetik ve bina kurgusuna ilişkin normları” araştırmaya ve çevreyi bunlara dayalı olarak oluşturmaya çalışan bir yaklaşımdır (Özer, 1993). 80’lere kadar olan rejyonalist söylem, modernizmin katı kurallarına ve geleneği dışlayan biçimsel tavırlarına karşılık bir direniş niteliği taşımaktadır. Ancak 80’lerden sonraki rejyonalist çabalar daha çok tüketim mantığına hizmet eden çalışmalar olmuştur. Bu da içinde bulunulan postmodern sürecin dahilinde gelişen bir durumdur. Bu dönemde kimliğin ortaya konulmasının meşrulaştırılmasıyla birlikte rejyonalizm ön plana çıkarılmış ve kimlik tanımlayıcı olarak kullanılmıştır. Bunun yapılma biçimi de çeşitli biçimsel aktarmalar yoluyla olmuştur. Postmodern süreçte benimsenen rejyonalist söylemin önceki dönemlerdekinden farklı olan bir diğer yönü de “yer” kavramının belirsizliğidir. Çalışmada yer kavramının belirsizliği turizm yapıları üzerinden incelenecektir. 3. Yerden Bağımsızlık, Kimliksizliğin Antalya Turizm Mimarisi Örnekleminde Değerlendirilmesi Küresel sermayenin örgütlediği zaman-mekan sıkışmasının yeni tüketim mekanları, coğrafi sınırların yok olduğu, dolayısıyla, aidiyet duygusu yerine bir yere ait olamama / her yere ait olma duygusu veren, bağlamından kopuk, kendi mekanını kurgulayan, kısaca küresel olan ortamlardır. Postmodern tüketim kültüründe yerel ve tarihi özelliklere vurgunun arttığı görülmektedir. Aslında, değer kazanan “yerel” özellikler, küresel ölçekte yaşanan kültürel krize uyum sağlamanın aracıdırlar. İşlevi ve hizmeti küresel olan yeni tüketim mekanlarının yerelliği de göstergeler ve simülasyonlar aracılığı ile üretilmektedir. Artık yerel Resim 1. Kremlin Palace Hotel (Antalya). Resim 2. Topkapı Palace Hotel (Antalya). olan bir pazarlama nesnesi/aracı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durumun en iyi örnek alanlarından biri, ulaşım teknolojilerinin gelişimi ile birlikte mekansal mesafelerin ve sınırların kaybolmasından en fazla yararlanan turizm sektörüdür. Burada asıl amaç turistin “yerel imaj” beklentisinin karşılanmasıdır. Mimar bu dekorunu oluşturmakla görevlidir. Bu nedenle tatil köyleri ve büyük otel zincirleri, yere ve konuma ait mekansal göstergelerin, yerel ve yerli biçimlerin kullanıldığı/ simüle edildiği, eklektik ya da kolaj mekanlar kurgular, sunarlar. Yerel imajlar turistin tüketim nesnesidir. Turist ilgisini çekme ve ekonomik anlamda ivme kazanma amaçları, Deleuze (2005)’ün belirttiği zaman ve mekan olgusunun yok edilmeye çalışıldığı yapı tiplerinin ortaya çıkışına sebep olmuştur. Örneklem alanı Antalya, turizm mimarisi olgusu kapsamında, Osmanlı İmparatorluğu veya yerel özelliklerin farklı, eksik veya fazla vurgulandığı, fiziksel ve anlamsal bağlamda “Disneyland” benzeri yapılaşmaların gerçekleştirildiği, doğaya ait özelliklerin yapı tasarımına taşındığı, kentsel bir alanın genel görünümü veya tarihsel anlamlarını ifade eden, turizm yapılarına sahiptir. Topkapı Palace Hotel, mimarisini Osmanlı İmparatorluğu için büyük önem taşıyan saraylardan biri olan Topkapı Sarayından almaktadır. Kremlin Palace Oteli, Antalya sahillerinde Rus kültürünü, Türk misafirperverliği ile bütünleştirme ve çekicilik yaratma amacı ile inşa edilmiştir (Resim 1-2). 29 DOSYA Resim 3. Letoonia Golf Resort, Antalya, ‘Geleneksel Türk Evi’ cephe örneğinde tasarlanmış. Resim 4. Holiday Club Kemer, Antalya ‘Geleneksel Türk Evi’ görünümlü cephe. Letoonia Golf Resort Otel de Yerelleşme olgusuyla, Antalya’nın yöresel değerleriyle, Geleneksel ‘Türk Evi’ne atıfta bulunan kagir yapıda, ahşap çıkmalı ve kırık çatkılı bir mimari üslup görülebilmektedir (Resim 3). Antalya Bölgesi’nde, Sinkretizm olgusu ile tasarlanmış olan turizm yapılarına örnek olarak, Holiday Club, Kemer gösterebiliriz (Resim 4). Sinkretizm, mimari anlamda üslup karışıklığı olarak ifade edilmektedir. 1989 yılında faaliyet göstermeye başlayan turizm yapısı, sinkretizm, eklektisizm ve postmodern düşünce biçimlerini içinde barındırmaktadır. Yapı, bağlamından kopuk, ‘geçmiş, şimdi, gelecek’ referanslarının bütününü barındırmaktadır. Tuncay Çavdar, turizm yapılarının mimarisinde genellikle “Doğuya Özgü Görme Tarzı”nı benimser. Antalya Kenti içinde yer alan, Club Ali Bey otelin mimari olan Tuncay Çavdar orientalist bir yaklaşım sergiler. Tesis, geleneksel ve yerel ögelerin simgesel kullanımına örnek olabilecek bir yapılanmada hizmet sunmaktadır. Tasarım yaklaşımı olarak, işlevin yansıtıldığı formların, yöresel ve yerel elemanlarla, yapı bileşeni ve mekânsal donatı elemanları ile desteklenmesidir (Resim 5). Resim 5. Club Ali Bey Tatil Köyü/ Manavgat, Tuncay Çavdar; genel görünümler. 30 DOSYA Resim 6. Pamfilya Tatil Köyü / Side, Tuncay Çavdar. Resim 7. Arcadia Oteli / Side, Tuncay Çavdar. Club Ali Bey (Manavgat)’de morfolojisi, tipolojisi ya da dış mekanlarının ölçeği, kapalılık oranı vs. açısından hiç de geleneksel dokuyu yakalama isteği olmadığı halde, “orientalist” cephe elemanları, kubbeler, kemerler, mukarnaslar ve çok ağır bir süsleme salt cepheyi yamamak ve egzotik bir görünüme büründürmek amacı ile kullanılmıştır. Bu tatil köyünde turistlere sunulan ‘yere özel’ (!) mimarlık gerçeği değil sahtesidir, tüketici mantığının beslediği bir EGZOTİZMİN TEMSİLİ’dir. Tuncay Çavdarın mimarı olduğu turizm yapılarından; Pamfilya Tatil Köyü, Arcadia Otel, Excelsior Corinthia Otel, Mega Saray Otel mimarisinde, Büyük Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluk Dönemi ve Birinci Milli Mimarlık Dönemi’ne ait ögeler karışık bir üslupta kullanılmıştır. Kafes, kubbe, kemer, saçak, tonoz, filgözü gibi Osmanlı Mimarisi ögeleri ve Geleneksel Türk Bezeme sanatlarının gelişigüzel kullanıldığı görülmektedir. Benzer şekilde Club Aldiana, Harun Özer tarafından tasarlanmış olup İslam Mimarisinden esintiler sunmaktadır (Resim 6-10). Turizm mekanlarında ‘tarih ve gelenek, yerel olan her şey’ adeta turistin tüketim nesnesidir. Tatil köyleri, oteller, yerel biçimlerin kullanıldığı / dekore edildiği / simule edildiği, eklektik / kolaj mekansal kurgular sunarlar. Mimar, bu tatminin dekorunu oluşturmakla görevlidir. Simülasyonlardan oluşan turizm yapılarının oluşumları ardındaki motivasyon, “hakiki” yerlerin artık turistleri çekecek kadar seyirlik olmamalarıdır. Bir noktanın bir diğeriyle aynı olmamasına özen gösterilmiş turizm yapılarında bilinçsiz bir kütle, renk, mimari eleman sıkışıklığı, diğer bir deyişle eklektik yığılmalar yaratılmış, burası bir ‘’yer’’ değil ‘’her yer’’ olmuştur. Günümüzün ruhuna alaycı bir biçimde ayna tutan bu turizm yapılarında zaman-mekan algımızı altüst eden karşımızdaki yerler gerçekleri değil sahteleridir hiç şüphesiz. Sanki eğlenmeye geldiğimiz bir Disneyland’dayız… 4. Değerlendirme ve Sonuç Günümüzdeki Popüler kültür bir kullanım ve tüketim kültürüdür. Ürünün ve bilincin popülerleştiril31 DOSYA Resim 8. Excelsior Corinthia Oteli / Side, Tuncay Çavdar. me süreci tüketilerek ve pazarlanması yapılarak tamamlanmaktadır. Kullanım ve tüketim popülerin üretiminin ilk safhasından son-kullanım safhasına kadar her aşamasında bulunmaktadır. Popüler kültürün yarattığı bu ortamdan mimarlık da payına düşeni almıştır. Yeni mimari anlayış insanlara gündelik hayatın aşırı akılcı dünyasına alternatif hayal dünyaları sunmaktadır. Bu hayal dünyaları gerçeklik olgusunun yerine simülasyonların ve Resim 9. Mega Saray Oteli /Belek, Tuncay Çavdar. 32 imajların kullanımını daha yaygın hale getirmiştir. Bu ortam postmodernizmin bir nevi üslup çeşitliliği kültürü oluşuyla ve “her şeye izin veren” yapısıyla desteklenerek ürün çeşitliliği daha da artmıştır. Postmodern mimaride anlamın yadsınması, kuralsızlığın ve çoğulluğun öngörüldüğü bir ortamda, birçok belirsizliği de beraberinde getirmektedir. Çalışmada bu belirsizlik turizm yapıları üzerinden incelenmiş ve bir kimlik kaosunun ya- DOSYA Resim 10. Club Aldiana / Side, Harun Özer. şandığı gerçeği göz önüne serilmiştir. Mimarlar turistlerin ilgisini çekmek pahasına kendilerince, Türk kültürünü sergilemek üzere bir gayret içine girmişlerdir. Turistlerin ilgisini yerel kültür öğelerinin çektiği gerçeği ve bu bağlamda yerel değerlerin turizm mimarisine bilinçsiz ve eklektik bir şekilde yansımaları bir kimlik kaosu sorunu oluşturmuştur. Sonuç olarak, turizm yapılarında ortaya çıkan yerden bağımsızlık durumu, çeşitli politika ve yerel çözümlemelerin eksikliği, bağlamdan uzaklaşma veya tamamen farklı dönem, yere ait olmayan yapılar/elemanlar ile meydana gelmektedir. Yerden bağımsızlaşma kavramı, fiziksel anlamda kirliliğe sebep olurken, kültürel ve sosyal yapıda yozlaşmayı tanımlamaktadır. Biz mimarlara düşen görev, tüm bu şekildeki yapılara ilgi ve beklenti duyulmasına rağmen, yeni tasarlanacak yapılarda; coğrafi konum, iklim, sosyal yapı-çevre, tarihsel birikim, yapım teknik ve yöntemler doğru şekilde değerlendirilerek yere özgü veriler doğrultusunda, bulunduğu coğrafyaya ait, yerin ürettiği yapılar tasarlamaktır. Kaynaklar • Deleuze, G., 2005, Kapitalizm ve Şizofreni, Çev. O. Doğan, Araf Yayınları, Ankara. • Frampton, K., 1985, Modern Architecture: A Critical Theory, Thames&Hudson, New York. • Harvey, D., 1993, “From Space to Place and Back Again: Reflections on The Condition of Post-Modernity” Mapping The Futures, J.Bird and B. Curtis(eds.), p.3-30, Routledge, London. • Harvey, D., 2003, Postmodernliğin Durumu (3), İstanbul: Metis Yayınevi. • Özcan, B., 2001, Türk mimarisinde postmodern dönemde tarihselci ve yöreselci bakış, İstanbul: İ.T.Ü. • Özer, B., 1993, Yorumlar Kültür Sanat Mimarlık, YEM Yayını, İstanbul. 33 DOSYA KÜRESELLEŞME-YERELLEŞME EKSENİNDE YERELLİK OLGUSU VE KİMLİK 34 Arzu TAYLAN* - Kadriye (Deniz) TOPÇU** erellik Tanımı için Kimliği Anlama Gereği “Yerel”in tanımlanması, yaşayan mekânın sınırları ile ilişkili iken, “yerellik” (locality) dendiğinde sadece coğrafi alandan değil, orada yaşayan insanlar yani toplumun yüklediği anlamdan söz etmek gerekir. Yani, yerellik, belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan topluluk açısından değerlendirildiğinde, “yerel kimlik”le açıklanabilmektedir (Berner, 2005). Diğer yandan, kimliğin tanımı mekândan ayrı düşünülemez ve kimliği tanımlamak için mekânı tanımlamak gereklidir. Kimliğin tanımlanmasında kullanılan mekânsal kavramlar, ulusal, bölgesel ve yerel ölçeklerde farklılaşmakta, başvurulan mekânsal öğeler soyuttan somuta doğru değişmektedir. Kimlik, kasaba ve köyler gibi küçük ölçeklerde, sosyal etkileşim ve ortaklık üzerine kurulu ve bireysel anlamlarla ilgili iken (Paasi, 2013), bir ulus devletin kimliği veya bölgesel kimlik, ortak semboller ve temsile dayalıdır (Anderson, 1991). Ancak, kimlik sosyo-ekonomik süreçlerin yaşandığı zamansal boyutla da ilgilidir ve sürekli değişebilmektedir (Zimmerbauer, 2011). Günümüzde, küreselleşme sonrası değişen, ekonomik ve politik bağlam, yalnızca yerellik ve mekânsal kavramların konumu, tanımı ve içeriğini değil (Eraydın, 2004), kimliğin anlamını Y Yrd. Doç., Selçuk Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir Bölge Planlama Bölümü ** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir Bölge Planlama Bölümü * da değişmiştir (Paasi, 2013; Zimmerbauer, 2011). Bu nedenle, bu yazıda, küreselleşme sonrasında değişen yerellik kavramları ve bunların kimliğe yansıtılma süreci ele alınmakta ve açıklanmaktır. Küreselin Mekânları ve Değişen Kimlik Tanımı Küreselleşme öncesinde, toplumsal sözleşmenin ürünü olarak sanayileşme sonrası ortaya çıkan modern ulus-devleti döneminde, yerellik ve yerel kimlik geri planda kalmıştır. 2. Dünya Savaşı ile kitlesel üretim ve tüketimin esas alındığı Fordist birikim rejimi ve Keynesçi ekonomi de ulusal devlete merkezi rol verirken, kentler ve yerel yönetimler devletin uzantısında merkez eksenli kitlesel üretim ve tüketim mekânları olarak örgütlenmiş; ulusal kimlik ise “ait olma duygusu” ve “vatandaşlık” kavramları ile bütünselleştirici olmuştur (Goodwin, 1989; Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002; Paasi, 2013). 1960’larda bölgeler arası eşitsizliklerin giderilmesini amaçlayan bölgesel politikalar ile bölge planlama yerele önem kazandırmıştır içeriğini değil (Eraydın, 2004). Bölge, yan yana gelmiş yerel birimlerin mekânsal bütünlüğü ile oluşan, ulus devletin denetiminde yarı kapalı bir ekonomik sistem olarak sınırları çizilmiş bir birim iken, bölgesel kimlik tanımı, ulus-devlet ve onun bölgeleri üzerinden yapılmıştır (Paasi, 2013). DOSYA 1980’li yıllarda, pek çok ülkede devletin müdahale alanını sınırlandıran neo-liberal politikalar önem kazanırken (Demirel, 2006), teknolojik gelişmeler ve artan sermaye hareketliliği, küresel işbölümünde, üretim ve tüketim yeniden örgütlenmiştir (Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002). Bu yeni örgütlenme, yeni “yerellik” kavramını ortaya çıkartırken, “yerel” kendi olanakları, birikimi ve potansiyeli ile var olan ve sürdürebilir bir içerik kazanmıştır. Yeni yerelliğin mekânsal oluşumunda, bir yanda, yeni sanayi odakları ve bunların esnek üretim örgütlenmeleri, İletişim ağları kurabilmeleri, güçlü sosyal sermayeleri ve uluslararası firmaları kendilerine çekebilmeleri nedeniyle “yeni bölge”lere dikkat çekmiştir (Eraydın, 2005; Sunley, 2003, akt. TUSİAD, 2008). Diğer yanda, esnek birikimin etkilerinin en çok kentlerde ve kentleşme süreçlerinde yaşanması (Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002), kentleri sadece küreselleşmenin ekonomik, teknolojik, politik ve sosyo-kültürel boyutlarının gerçekleştiği mekânlar değil, aynı zamanda küreselleşmenin bu boyutlarına yön veren, toplumların ekonomik kalkınmalarını belirleyen aktörler haline gelmiştir (Keyder, 1996:17). Yeni bölgeler ve kentler, küresel ekonomi ile kurdukları ilişkilerin niteliğine göre farklılaşan kimlikler üzerinden anlam kazanmıştır. Bu nedenle, 1980’li yıllardan itibaren kentlerin tanımlanması dünya ölçeğinde olmuştur (Eraydın, 2001:368-371). Friedman (1986), dünya ölçeğinde ulusal yapıları aşan ve aralarında hiyerarşik bir ilişki bulunan bu kentlere ‘dünya kenti’ adını vermiştir. Bu kentlerin, sadece uluslararası sermayenin toplandığı, küresel finans piyasalarının, ulaşım ve iletişim faaliyetlerinin yoğunlaştığı, iç ve dış göç akımlarına uğrayan merkezler olmadığını, aynı zamanda, ekonomik ve siyasal gelişime de yön verdiklerini ileri sürmüştür. Sassen (1991) ise, “küresel kent” kavramını kullanarak, ekonomik küreselleşme ileri düzeyde hizmet sektörünün (üretim ve finans) küresel ölçekte akışkan hale geldiğine, New York, Londra, Tokyo, Meksika, Paris, Sidney ve Zürih gibi belirli kentlerde yığıldığına, bu kentlerin de küresel ekonomik gücün yönetim ve koordinasyonunda öneminin arttığına dikkat çekmiştir. Küreselleşmenin mekânı etkilemesi sadece ekonomik bağlamda olmamıştır. Dünya üzerinde yaşayan kişilerin davranış ve düşünce şekillerinde, yaşam biçimlerinde, giyim kuşamlarında ve beslenme alışkanlıklarında ortaya çıkan kültürel benzeşme, tüketimin simgesel anlamını güçlendirmiş, ‘yaşam tarzı’na dayalı bir tüketim anlayışı yaratmıştır. Tükettiği mal ve ürünlerle kendi projesini ve kimliğini yaratan bireyci kültür, toplum yaşamına ve kentsel mekâna yansımıştır (Featherstone, 1996; Chaney, 1999). Tüketim amaç haline geldiğinden, arz-talep dengesi içerisinde, kentsel mekân da üretim mekâ- nı olmaktan çıkarak tüketim odaklı gelişmeye başlamıştır (Zukin, 1998; Bauman, 1999). Yeni kentsel mekân, finans ve diğer hizmetler sektörünü içeren gökdelenler, plazalar, yer altı otoparkları ve alış veriş merkezleri ile tanımlanan bir fiziksel mekân oluşturma sürecine girmiştir. Ancak, toplumlar geleneklerinden uzaklaşmaya, yereldeki özellikler ve kimlikler unutulmaya başlamıştır (Özcan, 2007). Kalkınma ve Kentleşme Ekseninde Yeni Yerellik ve Kimlik Politikalar 1990’larda, küresel sermaye uluslar-üstü hareket serbestliği kazanarak, ulus-devletin egemenlik alanını daralttığından, küresel sermaye ile işbirliği yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir (Brenner 2000 akt. Topal, 2003). Devlet, uluslararası tekeller ve küresel sermayenin bir aracına indirgenirken, esnek ve etkin bir yönetim yapısı ile büyümenin doğrudan temin edicisi değil bir ortağı olarak piyasanın genişlemesine olanak sağlayacaktır (Demirel, 2006). Ancak, gücü azalan ulus-devlet, küreselleşmenin ortaya çıkardığı avantajlardan yararlanmak ve sermaye birikimini hızlandırmak üzere, ulus-üstü ve ulus-altı yeni birimler ile mekânsal örgütlenmesini yeniden ölçeklendirme (reterritorialisation) yoluna gitmektedir (Brenner 2000 akt. Topal, 2003). Bu nedenle, ulus-devlet, bir yandan BM, OECD, NAFTA, NATO, DTÖ, DÜNYA BANKASI, IMF gibi ulus-üstü kurumlar, örgütler ve uluslararası sermaye örgütlerinin yetki alanı içinde hareket etmeye başlamıştır (Olgun, 2007). Ulus-üstü birimlerin “bölgecilik politikası” olan Avrupa Birliği (AB) ve NAFTA gibi ekonomik biçimlenmeler ise (Paasi, 2009), ulus-devlet kimliğinin mekânsal önceliği devam etse de, “ulus-üstü” veya “ulus-sonrası” vatandaşlık kavramlarını ortaya çıkarmıştır (Zimmerbauer, 2011). Diğer yandan, sermaye birikim süreçlerindeki değişimin yereli ve yerel politikayı öne çıkarması (Harvey, 1985 akt. Gündoğdu, 2002), devletin egemenlik alanını ulus-altı kurumlarla paylaşmaya iten yerelleşme (localization) kavramını ortaya çıkarmıştır. Ancak, yeni yerelleşme, 1950-60’lardaki ulus-devlet döneminde tartışılan yerelleşme (desentralizaton veya âdemi-merkeziyetçilik) olgusundan farklıdır. Ulus-devletin yerelleşmesi, merkezi idarelerden mahalli idarelere görev, yetki ve kaynak aktarımı ile mahalli idarelerin güçlendirilmesi anlamına gelmektedir. Yeni yerellik veya yerelleşme (yerelleştirme) kavramı, neoliberal politikalarla birlikte, ulus-devletin finansman desteğinin azaldığı bir ortamda, yerel birimlerin, kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalmaları ile ilişkilidir. Yeni yerellik, 1990’larda AB’de kullanılmaya başlanan, hizmette halka yakınlık amacıyla, yetkilerin yerel yönetimlere, yarı-özerk kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine, 35 DOSYA vakıflara, meslek örgütlerine ve özel şirketlere aktarılmasını öneren “yerindenllik” (subsidiarity) ilkesi ile örtüşmektedir (Olgun, 2007). Yeni yerellik, yarışan yerellikler yaratarak, yerel yönetimlerin, serbest piyasa içerisinde rekabetçi yollarla küresel sermayeyi çekmek için kaynaklarını pazarlayan ve kolaylaştırıcı hizmetler sunan birimlere dönüştürülmesini önermektedir (Kösecik, 2000 akt. Gündoğdu, 2002). Bu nedenle, 1970 öncesi dönemde kullanılan “kent işletmeciliği” kavramı da yerini, “kent girişimciliği”ne bırakmıştır (Harvey, 1989). Küre-yerelleşme (glocalization) olarak anılan bir başka kavram ise, küresel ve yerel sermayenin “ulusal düşün yerel davran sloganıyla” işbirliğine, böylece yerel ve küresel arasında dengeye ve çıkar ortaklığına işaret etmektedir (Olgun, 2007). Yerelleşme politikaları, yerel düzeyde güçlenen birimlerin küresel dünyanın ezici koşulları ile baş edebileceğini savunmaktadır. Bu süreçte yer alamayan, yani markalaşamayan ve küresel sermayeyi kendine çekemeyen yerler ise önemsizleşerek, küresel ağın getirdiği refahtan pay alamayacaktır (Ersoy ve Keskinok, 1997). Ancak, sermaye birikimi açısından bazı mekânların ön plana çıkarken, diğerlerinin geri kalması, devletin sınırları içinde mekânsal dengesizlikler yaratacaktır (Brenner 2000 aktaran Topal, 2003). Kalkınmanın yarışan yerelliklere dayalı bu politik bağlamında, gelişmekte olan ülkeler için yeni yerelliğin mekânsal birimleri olarak “küresel kentler” ve “esnek üretime dayalı kümelenme bölgeleri” örnek gösterilmektedir. Büyük kentlerin, mal ve hizmet akımında ve kümelenmede kendi bölgeleri ile kurdukları ilişkilerle küresel sermayeyi çekmeleri ise, “kent-bölgeler”in yeni yerellik mekânları arasına girmesine neden olmuştur. Bu nedenle, yazının devamında, önerilen yerellik politikaları doğrultusunda bölgeler ve kentlerin yeni rolleri irdelenecektir. Yeni Bölgeselcilik Politikaları ve Bölgesel Kimlik İnşası Küreselleşme sonrasında yerelin anılması, özellikle 1990’lardan sonra, ülke mekânlarının yeniden ölçeklendiği “yeni bölge” kavramı ile birlikte olmuştur (Göktürk, 2006). Eski bölge tanımı, bölgeleri tarihsel süreçte ortaya çıkmış, vatandaşlar için anlamlı varlıklar ve bu nedenle de bölgesel kimlik ve duyguların önemli bir kaynağı olarak görmektedir. Yeni bölge kavramı ise geleneksel bölge kavramından oldukça farklıdır. Bölgeler, yeni bölgeselleşme (new regionalism) politikalarıyla küresel iktisadi yönetişimin ulusal yapıdan özerk, üretim ve yönetim ölçeği olarak kurgulanmıştır (Karasu, 2009). Bu yeni mekânsal örgütlenme, bir yandan, gücünü kaybettiği söylenen ulus-devletin bölgesel yönetim birimleri ve mekânsal yönetişim ekonomisi ile gücü36 nü tekrar kazanmasını sağlamaktadır (Paasi, 2009). Diğer yandan, bölgeler arası rekabetin artmasını ve bölgenin dinamiklerinin yeniden canlanmasını sağlayarak, bölgeyi dünya ekonomisinin anahtar bağlamı haline getirmektedir. Bu bağlamda, AB de genelde tarihsel olarak anlamlı birimleri bir araya getiren ama temelde istatistikî bölge (İBBS) (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics - NUTS) yöntemini kullanan yeni bölgeler oluşturmuştur (Paasi, 2009). Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA’lar) ise bölgesel kalkınmanın kurumsal ayağı olarak kurulmaktadır (Karasu, 2009). Küresel sermaye de, 1980’li yıllarda yerelleşme politikaları nedeniyle yerel yönetimleri ortak olarak seçerken (Mengi, 2003), 1990’lardan sonra, yerel devlet ölçeğinde BKA’ları seçmektedir. Bu değişim, kalkınma söyleminde “yeni yerelcilik”ten “yeni bölgeciliğe” geçiş olarak nitelendirilmektedir (Deas, 2000 akt. Karasu, 2009). Ülkemizde de, 5449 sayılı “Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun” çerçevesinde İBBS-2 düzeyindeki bölgelerde 26 adet BKA kurulmuştur. Son yıllarda, yeni bölgeselcilik politikaları ekseninde ortaya çıkan “kent-bölge” kavramı ise, büyük kentlerin bölgeleri ile birlikte daha fazla pazarlanabilme potansiyeli olduğunu savunmaktadır (Harrison 2007 akt. Karasu, 2009). Ana kentin çevresinde yer alan göreli olarak daha küçük ve ekonomik açıdan daha zayıf olan yerleşmeler, ana kentin yardımı ile uzmanlaştıkları alanlarda küresel pazarlara daha kolay ulaşabilmektedir (Özışık, 2015). İlk olarak İngiltere’de ortaya çıkan örnekleri incelendiğinde, kent-bölgelerin “kent kalkınma şirketleri” ile kurumsallaştığı görülmektedir (Karasu, 2009). Ülkemizdeki BKA’lar arasında, il düzeyinde olanlar, İzmir, İstanbul ve Ankara’da bulunduğundan, bu illerin kent-bölge olarak küresel ekonomiye eklemlenme potansiyeli olduğu söylenebilir (Özışık, 2015). Bu bağlamda hem yeni bölgelerin hem de kent-bölgelerin kurumsallaşmasını sağlayabilecek birimler olarak BKA’lar, bölgeyi pazarlamak, firmaları ve turistleri çekebilmek için stratejik bölge planları ile bölge imajını bir sosyal inşa olarak yaratmakta, böylece rekabetçi bir ortamda piyasa temelli temsiller ve pazarlama taktiklerini oluşturmaktadır (Zimmerbauer, 2011; Semian ve Chromy, 2014). Bu şekilde, bölge amaçlanan girişimlerin bir ürünü olmaktadır. Ancak, kuramsal olarak, bir yerin pazarlanması, gerçekte oranın ne olduğu (kimliği), dışarıdakilerin o yer hakkında ne düşündüğü (imajı) ve o yerin dış dünyada nasıl tanınmak istediği (markası ya da ünü) arasındaki dengenin kurulması ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, seçilen marka, yerelin kimliği ile uyumlu olmak zorundadır (Hospers, 2006). Diğer yandan, bölgelerin pazarlanmasında BKA’lardan beklenen yeni ekonominin gerekle- DOSYA rini yerine getirmek olduğundan, küreselleşme sonrasında ayakta kalabilen ve küresel ağlarla ilişki kurabilen bölgelerin özelliklerine işaret edilmektedir. Teknolojik değişim, yenilik ve yaratıcılık ile rekabet edebilmenin yolu, bölgelerin kendi birikimlerinden gelen “gömülü bilgi”lerinin avantajlarını kullanmalarına, yerelde karşılıklı bağımlılık ve firmalar arası bilgi aktarımını öne çıkartarak AR&GE’ye önem vermelerine bağlıdır (Scott ve Storper, 1987 akt. Eraydın, 2004). Yenilikçi bir sanayi odağı olabilmek de, öğrenmenin kurumsal yanını güçlendirmeyi yani yerelde birbirini tanımlayan sektörler yanı sıra, üniversiteler, araştırma enstitüleri ve teknoloji transfer ajansları gibi bilgi altyapısını oluşturan birimlerle ilişki içinde olmayı gerektirmektedir (Cooke, Uranga ve Etxebarria, 1997 akt. Eraydın, 2004). Bu yenilikçi ortamların ise, birbirleri ile paylaşım içinde yani “öğrenen bölge” olmayı başarmaları gereğidir (Eraydın, 2004). Ancak, yerelde yaşayanların unutulması yani bölgesel kimliğe vurgu yapmak yerine, bölgenin imajına dair mesajlar öne sürülmesi en yaygın hatalardan birisi olmaktadır (Semian ve Chromy, 2014). Yaratılan imajlar, bölgenin satın alınabilir özelliklerine işaret etse de, böyle bir tanımlama, bölgenin kimliğinden değil, temsil biçimlerinden yani imajı ve sembollerinden söz etmektedir. Oysa bölgesel kimlik, bölgede yaşayanların kolektif bilincine de işaret etmektedir (Zimmerbauer, 2011). Bölgesel bilincin göz önüne alınması bölgelerin kurumsallaşmasında önemli rol oynamaktadır (Semian ve Chromy, 2014). Bu yüzden, bölgesel kimlik, AB ve diğer ulus-üstü yapılanmaya sahip bölgelerde ekonomik rekabeti ve kültürel pazarlamayı amaçlayan yeni bölgeselcilik politikasının anahtar kelimesidir (Paasi, 2009). Aslında, bölgesel kimlik, ilişkili ve birbirini tamamlayan iki bileşenden oluşmaktadır: Orada yaşayanların bölgesel kimliği (bilinç) ve bölgenin kimliği (imajı) (Paasi, 2009). Bölgesel bilinç, orada yaşayanların, bir topluluğa ait olma duygusu ve belirli bir bölge ile diğer bölgeler arasındaki farkları algılaması (biz ve onlar ilişkisi) ile belirlenmektedir. Diğer bir deyişle, bölgesel bilinç, belirli bir alandaki topluluk ve iskân edilen alandaki belirli bölgesel çevrenin kolektif benzeşmesine dayanır. Bölgenin kimliği ise, bölgenin içerisinden ya da dışarıdan imajının oluşturulması ile ilgilidir. Yani, bölgenin kendi yaşayanları ve kurumları kadar bölge dışındaki diğerleri tarafından nasıl sunulduğu ve algılandığı önemlidir. Bu nedenle, planlama ve bölgesel yönetişim için, bölgesel kimlik genelde bölgesel kalkınma aktörlerinin ve bölgede yaşayanların “sosyal sermayesi”ne bağlı olmaktadır (Semian ve Chromy, 2014). Ülkemizde BKA’ların bölge planlarında oluşturdukları vizyonların hem ulusal kalkınma planı hem de bölgenin kendi iç dinamikleri ile uyumlu olması beklenmektedir. IX. Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin vizyonu “istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye” olarak belirlenmiş ve Uzun Vadeli Strateji (2001-2023) çerçevesinde hazırlanmıştır. Bu bağlamda, BKA’ların hazırladıkları Bölgesel Kalkınma Planlarında en çok kullanılan vizyonun, “girişimcilik ruhunun önde olduğu, bilgi odaklı, yenilikçi, rekabetçi, teknoloji ile bütünleşmiş, yatırım çekmeyi başarmış ve istihdamı sağlayan bir ekonomi yaratmak” olması şaşırtıcı değildir. Ancak, yeni ekonominin gerektirdiği kavramlara (öğrenen ekonomi, kentsel hizmet, yabancı sermaye, yatırım ortamı, katılımcılık, kurumsal kapasite, bilgi iletişim teknolojileri vb.) BKA’ların planlarında az rastlanması, belirlenen plan vizyonları ile çelişki oluşturmaktadır (Okcu, Acar ve Akman, 2012). Bu uyumsuzluğun nedeni, BKA’lar yeni küresel ekonomiye uygun vizyon oluşturmak zorunda olsalar da, ülkemizdeki bölgelerin, yeni bölgeselcilik politikasının amaçladığı özellikleri gerçekleştirecek iç dinamiklere ve yatırımlara henüz sahip olmamasıdır. Ülkemizde öne çıkan sektörler yüksek teknoloji ve uzmanlık gerektirmeyen, temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik, hammaddenin kolayca temin edilebildiği ve küçük ölçekli yatırımlarla gerçekleştirilebilen niteliktedir (Özer, 2007). Diğer yandan, 1980’lerde bazı illerimiz (Denizli, Gaziantep, Konya, Çorum ve Edirne vb.), sanayi yatırımlarını çekmeleriyle öne çıkmışlar ve Anadolu Kaplanları olarak adlandırılmışlardır (Işık, 2000). Bu iller, yeni sanayi odakları olarak görülmelerine rağmen, küresel ekonominin gerektirdiği esnek üretim ve yenilikçilik gibi özelliklere sahip değildirler. Daha çok, sanayileşmenin desantralizasyonu sonucunda ortaya çıkan Türkiye’ye özgü modellerdir. Buna rağmen, benzer sanayi odaklarının yaratılması, bölgelerin küreselleşmeye katılmasına katkı sağlayabilir (Mutluer, 2003). Aslında, her bölgenin kalkınma stratejilerini kendi iç dinamiklerine göre oluşturması, ülkemize özgü modeller geliştirilebilir (Özer, 2007). Ülkemizde gelişme odaklarının yol-bağımlı bir süreç olan öğrenmeyi gerçekleştirmesi, bölgelerin kendi iç dinamiklerinde gömülü bilgi ve becerinin, araştırma ve geliştirme geleneğinin kurumsallaşmasına bağlıdır (Eraydın, 2004). Bölgelerin, ulusal ve uluslararası piyasada rekabet güçlerini oluşturması ve koruyabilmesi için, ürün farklılaşmasına dayanan bir üretim örgütlenmesi ve tekniğine başvurarak özgünleşmeleri gerekmektedir. Bu nedenle de, yerel farklılıkları ve yerel gömülü bilgiyi ortaya çıkartmaları ve geliştirmeleri yanı sıra bunları dünyaya pazarlayacak tasarım ve ürün çeşitlenmelerini sunmaları 37 DOSYA önemlidir (Karaçay-Çakmak ve Erden, 2005). Ayrıca, ülkemizde yaygın hale gelen organize sanayi bölgelerinin altyapı ve ucuz arsa sunumunun ötesinde, teknoloji üretim merkezleri ile desteklenerek dünya pazarlarına uygun üretim yapılması teşvik edilebilir (Mutluer, 2003). Diğer yandan, 5449 sayılı Kanun’a göre hem bölgelerin rekabet gücünü arttırmak hem de bölge içi ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesini sağlamak, birbiriyle çelişen iki hedeftir. Yatırımların bölgeye çekilmesinde bir ülkenin her bölgesinin aynı oranda başarıyı sağlaması mümkün olmadığı gibi, geri kalmış bölgelerin mevcut farklarının kapatılabilmesi adına daha fazla yatırımı bölgesine çekmesi gerekmektedir. Fakat bölgelerarası rekabetin olduğu bir ortamda, hiçbir bölgenin kendisine yapılabilecek bir yatırımı başka bir bölgeye -bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi amacıyla- aktarılmasına izin vermesi beklenmemelidir. Bu nedenle, bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi, Kalkınma Bakanlığı’nın genel koordinasyonunda, BKA’ların katkı vermesi ile mümkün olabilecektir (Özer, 2007). Yeni Yerellik Tanımında Kentler ve Kentsel Kimlik Yeni yerellik politikasında, kentler ve kent kimlikleri, sadece bölgelerin ve kent-bölgelerin başlıca mekânsal öğeleri olarak dengeli ve bütüncül bir bölgesel imaj ve kimliğin ortaya konması için önem kazanmamaktadır. Kentler, aynı zamanda küreselleşmenin etkilerinin ortaya çıktığı mekânlar oldukları ve küresel sermayeye eklemlenebilen yerel birimler olarak bölgelerin ve devletin sınırlarını aşabildikleri için kalkınmada büyük bir güce sahiptir. Küreselleşme sürecinde, yukarıda değinilen siyasal, ekonomik, teknolojik ve yönetsel birçok alanda yaşanan dönüşümler daha somut bir biçimde kentlerde ve kenti oluşturan toplumsal yaşamda tümü ile gözlenebilmektedir. Toplumsal yaşamı doğrudan etkileyen bir kavram olan küreselleşme, kentlere ekonomik, siyasal ve kültürel olarak yeni roller yüklemiştir. Kentler 21. yüzyılda bu değişimlerin merkez üssü konumuna gelirken kent mekânı sürekli değişim ve dönüşüm geçirmektedir (Sarıoğlu, 2005 akt. Kaypak, 2013). Bu değişim ve dönüşüm sürecinde gelişmeleri doğru okuyabilen ve etkin politikalar belirleyebilen kentler ön plana çıkarak adını duyurmakta, cazibe noktası olmakta ve büyümektedir. Diğer kentler ise kaçınılmaz bir çöküş içerisine girebilmekte, önemsizleşebilmekte, küresel ilişkiler ağının dışında kalmakta ve bu ağın ortaya çıkardığı refahtan pay alamamaktadırlar. Bu noktada ‘yarışan yerellikler’, ‘yarışan kentler’, kentler arasında ‘rekabet’ kavramları ön plana çıkmakta (Eraydın, 2001 akt. Kaypak, 2013; Castells, 1989), kentler yaşanan bu süreçten dışlanmamak, 38 küresel sermayeyi kendine çekebilmek için gerekli altyapıyı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Kentler, farklı bir takım özelliklere sahip olması, farklılığı başarabilmesi ile rekabet güçlerini arttırarak küresel arenada yerini almakta, sermayeyi kendine çekmekte ve bir anlamda pazarlanmış olmaktadır (Dündar, 2002). Kent mekanı üzerinde yüzen-gezen kapitalin çökelmek için uygun yer araması ve ‘kentsel girişimciliğin’ önem kazanması nedeniyle kentler arasındaki rekabet kadar, kent içi mekanlar arasında da bir rekabetin varlığından bahsedilebilir (Harvey, 1989; Albrechts, 1991; Bilsel ve ark., 1999, Topçu 2011). Bu bağlamda, genellikle kentler için ‘marka kent’ veya ‘kentlerin markalaşması’ stratejisi, kentlerin dünya kentleri ile yarışır hale gelmelerini sağlamaktır. Bu strateji, aynı zamanda bölgesel kalkınmada büyük role sahip kentler için farklılaşma gerçeğini de desteklemektedir. Yerelin markalaşması, kendi kimliğini küresel sermayeye cazip olacak şekilde pazarlaması ile mümkün olduğundan, son zamanlarda ülkesel, bölgesel ya da kentsel yönetimler, kent kimliğinin kendine has bir şekilde oluşturulması, bu kimliğin belirlenen pazarlara sunularak buralarda tutunmasının sağlanması ve kaynak çekme konularında çaba göstermektedir. Böylelikle yereldeki ekonomik, sosyal, kültürel sorunların çözüleceği beklenmektedir. Her nerede olursa olsun, birçok kent bu rekabette ayakta kalabilmek için yeni yetenekler ve kendine has yeni bir imaj geliştirmek istemektedir (Rainisto, 2003, Ersöz, 2009, akt. Cevher, 2012). Dunn’a göre kent pazarlaması, kent kimliğinin tazelenmesi ve/veya kimliğin yeni bir şekilde oluşturulmasına dayanmaktadır (Avraham, 2004). Bu noktada, kentlerin kendini ön plana çıkarmasında, uluslararası sermayeyi çekmesinde, diğer kentlerle yarışabilirliğini arttırmasında veya kente ek çekiciliklerin kazandırılmasında en önemli mekânsal pratik, büyük kentsel projeler yolu ile oluşturulan ya da oluşturulmaya çalışılan kent imajları ve kimlikleridir (Dündar, 2002). Bu tür büyük kentsel projeler, kentsel mekânda özellikle kamuya ait alanların özelleştirilerek ya da özel alanların işlev değişiklikleri yoluyla hazırlanmaktadır (Eren, 2007). Kentsel projeler; işlevini kaybeden eski sanayi ve liman alanlarının geri kazanılması, yeni ve teknolojik altyapı gerektiren, uluslararası sermayenin ihtiyaç duyduğu teknoparklar, eğlence parkları, alışveriş merkezleri, yeni konut alanlarının oluşturulması ya da eski kent içi konut alanlarına prestij kazandırılarak yeni bir değer (!) oluşturulması gibi pek çok alan ve ölçekte gündeme gelebilmektedir (Özaydın ve Firidin Özgür, 2009). Bu noktada ‘yer’in coğrafi ve toplumsal özelliklerinin değil, ‘yer’i yeniden değerleyen benzer yatırım tipolojilerinin öncelik kazandığı görülmektedir (Dündar, 2002; Topçu, 2011). Kent markalaşması konusu günümüzde genellikle, -ekonomik fayda ve sosyal değişimlere ağırlık DOSYA veren-, büyük kentsel projeler aracılığıyla oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ekonomik fayda ve sosyal değişime ağırlık verilme nedeni ise; kent markalaşma çalışmalarının; kentte bir dizi yenilik yapmayı, yeniliğe bağlı olarak sosyal, ekonomik, kültürel hayatta değişim gerçekleşmesini ve değişim sonucunda da kentin ekonomik ve refah düzeyinin artırılmasını sağlamasıdır (Şahin, 2010). Bu çerçevede, küresel dünyaya eklemlenmeye çalışan, rekabet halindeki kentlerde görülen bu tip benzer yatırımlar, tüm dünyada bir tektipleşme sorunsalını da beraberinde getirmektedir. Böyle bir tektipleşme durumu küresel kültürün bir sonucu mudur yoksa başlangıcı mıdır, konusu da tartışmaya açıktır. Ancak, burada tartışılması gereken bir başka konu; kentin ekonomik ve refah seviyesini yükselten, tüm dünya kentlerinin ayakta kalma aracı olarak görülen ‘kent markalaşması’nın bütün kentlerin gerçekleştirebileceği bir süreç olup olmadığıdır. Yani; her kent markalaşmalı mıdır? Hiçbir potansiyeli yokken bir kent sonradan oluşturulan bir imaj projesi ile kimlikli, kişilikli, marka değeri yüksek bir kent olabilir mi? Kentin markalaşabilmesine ilişkin soruların yanıtları, ancak kentin marka olabilmesini etkileyen özelliklerin, kent tarafından karşılanabilme düzeyi, yani kimliği ile verilebilir (Şahin, 2010). ‘Kent markası’, bir kenti, sahip olduğu kültürel, tarihsel, doğal ve toplumsal özellikleriyle bütünleştirerek ve diğer kentlerden ayırt etmek amacıyla kendine özgü bir işaretle destekleyerek yaşama geçirdiği bir gelişim-tanınma-imaj projesidir. Kent marka imajı; kitlelerin kent ismini duyduklarında ne düşündüklerinin toplamını ifade eder (Kozak, 2009, akt. Kaypak, 2013). Peki, neden bazı kentler diğerlerine göre daha çok yaşanılası veya görülesi hissedilir? Bu sorunun yanıtı ise kentin kimliğinde düğümlenmektedir. Kentlerin marka haline getirilmesinde kentte var olan kimlik değerleri önemli birer marka oluşturma altyapısı olarak düşünülmelidir. Zengin kültür mirası, tarihi geçmişi ve özgünlüğü ile farkını göstermeye dayanan bir markalaşmanın, kentin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısına katkısı yadsınamaz bir gerçektir. Tarihi geçmişi olan kentler, bunu kentin tanıtımında veya kent markası oluşturulmasında çok sık bir şekilde kullanmakta ve bünyelerinde büyük bir potansiyeli barındırmaktadırlar. Diğer yandan, kentin markalaşması ve kalkınması konusu genellikle turizm sektörü ile desteklenen bir sürece de işaret etmekte, kentin tamamının bir turistik ürün olarak ele alınması kentin dışarıya tanıtılması anlamına gelmektedir (Banger, 2006 akt. Kaypak, 2013). Bu noktada, uluslararası medyanın artan gücü, uluslararası seyahat maliyetinin düşmesi, tüketicilerin harcama gücünün artması, sunulan hizmetler açısından şehirlerarası benzerliklerin artması, insanların farklı kültürlere olan ilgisinin artması gibi birtakım özellikler oldukça etkilidir (Özdemir ve Karaca, 2009). Ancak, kentlerin farklı yerel kimlik özelliklerini kullanarak markalaşma stratejisi üretmesi, küreselleşme sürecinin getirdiği teknolojik, ekonomik bağlam ile tüketim kültürü ve onun yeni kentselküresel mekân talepleri karşısında oldukça da zor görünmektedir. Bir başka deyişle, 20. yüzyılın getirdiği sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin hem toplum yaşamında hem de kent mekânlarında bir dizi yeni değişim ve dönüşüme neden olduğu açıkça görülürken (Bilsel, 2002), bu etkiler altında, yerel özelliklere bağlı bir kimlik oluşturarak markalaşma süreci özellikle gelişmekte olan ülkelerin kentleri açısından oldukça güçtür. Toplumların ekonomik, sosyal, kültürel yaşamlarını gelişmiş ülkelerin ekonomik amaçları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışan küreselleşme olgusu (Ulu ve Karakoç, 2004), gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde yereli koruyarak, kimlikli, kişilikli bir yapıda gelişimine çoğu örnekte imkân vermemektedir. Günümüzde gelişmekte olan ülke kentlerinin en büyük sorunlarından biri olan nüfus artışı ile birlikte yaşanan hızlı kentleşme mevcut kent dokusunun çözülmesine neden olmakta, daha sağlıklı yaşam mekanları oluşturmak amacıyla yapılan yıkım, kentsel yenileme ve dönüşümler (Krier, 1990) kentsel mekânı değiştirerek, kentlerin kimliklerini genellikle olumsuz yönde etkilemektedir (Topçu, 2011). Özellikle kentin markalaşmasına yönelik ekonomik faydayı en üst seviyede sağlamayı amaçlayan büyük kentsel projeler bu tür kentlerde genellikle kenti bütüncül ele almadığı için eğreti imajlar ve kimlikler inşa etmektedir. Kentsel mekânın bu değişim ve dönüşümü karşılıklı etkileşim içerisinde bulunduğu toplum yapısından ayrı düşünülmemelidir. Toplumsal ilişkilerin biçimlendiği ‘yer’ler olarak tanımlayabileceğimiz “mekân” artık günümüzde taleplerin değişimi sonucunda da farklı kimliklere bürünmüştür (Bilsel ve ark., 1999). Özellikle Amerika ve İngiltere olmak üzere batı dünyasının yaşamış olduğu süreçler sonucunda gelen değerler, moda ve tüketim ürünleri son dönemlerde artan bir eğilimle kentsel mekânda da kendini konut alanlarına yönelik olarak, kenti dışa kapalı kompartımanlara ayıran, kamusal alanın giderek azalmasına neden olan güvenlikli siteler üzerinden göstermektedir. Konut alanları gibi çalışma ve alışveriş dünyası da bu süreçlerden etkilenmiş, her geçen gün bir başkası açılan alışveriş merkezleri, plazalar kentsel gelişmeyi yönlendirici, kent fiziki mekânına damgasını vuran, birçok örnekte kent için imaj, kimlik elemanları olarak düşünülen birimler haline gelmiştir. Markalaşma strate39 DOSYA jisi altında bu tür büyük kentsel projeler aracılığıyla üretilen yeni kentsel mekânlar, var olan kentsel kimlik değerlerini ne derecede yansıtmakta, kent kimliği tanımına ne kadar uymaktadır. Dolayısıyla kentsel mekân da toplumsal yaşamımız gibi tüketilmeye endeksli, tüketim kültürüne hizmet eden bir anlayışla planlanmakta ve tasarlanmaktadır. Bu çerçevede, kent üzerinde yüzer-gezer kapital olarak adlandırılan kentsel girişimciliğin çökeldiği mekânların tanım anlam katılmış kişilikli, kaliteli mekânlar (yer-place) olarak tanımlanmasının da oldukça zorlaştığı söylenebilir (Harvey, 1996; Albrechts, 1991). Böyle bir yapılanmanın geleneksel Türk kentlerinin sosyal yapısındaki en önemli etkisi, yavaş yavaş ‘mahalle’ anlayışının da yok olmaya başlamasıdır. Bununla bağlantılı olarak ‘sokak’ sosyal bir arena olmaktan çıkmış, birer geçiş mekânı haline gelmiştir. Yürünebilir, sağlıklı, kimlikli, kişilikli kentsel çevrelerden gitgide uzaklaşılmaktadır. Bunun sonucunda çocuklar, gençler, yaşlılar gibi toplumun her kesimine hitap eden bu mekânların çoğunluğu tanımsız, kimliksiz, kişiliksiz bir hal almaya başlamış ve hedef kitleyi eve hapsetmiştir. Buna çözüm arayışları içerisinde, talepler doğrultusunda yükselişe geçen güvenlikli siteler belki doğru bir anlayış olarak karşımıza çıkabilir. Kendi içinde bütünlük içeren, sosyalleşme ortamları sunan bu tip yerleşmeler, diğer yandan kamusal alanların yavaş yavaş azalmasına neden olmakta, mekânsal ve toplumsal ayrışmayı tetiklemektedir. Bu tip korunaklı yerleşmelerdeki temel sebep güvenliğin sağlanması yanı sıra yine tüketimle ilgili bir prestij kazanma isteğinden de kaynaklanmaktadır. Kent mekânı üzerinden düşünüldüğünde ise bu tür bir tüketimin kentin keskin bir şekilde birtakım benzer kompartımanlara ayrılmasına neden olduğu ve kent kimliğini olumsuz yönde etkilediği söylenebilir. Fakat bu süreçte plancıların, tasarımcıların esas üzerinde düşünmesi gereken nokta; bu tür gelişmelere gösterilen ilgi kadar geleneksel değerlere de ilgi gösterilmesidir. Örneğin; AVM’lere yönelen talep karşısında eski önem ve işlevini yitirerek, genelde bakımsız, ihmal edilmiş bölgeler haline gelmeye başlayan veya birçok örnekte turistik bir pazarlama ürünü olarak düşünülen geleneksel kent merkezleri (Şahin, 2011), ‘yer’in anısının sürdürülmesinde, mekânsal doyumun sağlanmasında Türk kentlerinin esas kimliğini oluşturan önemli çekirdeklerdir (Irklı ve ark, 1996). Nitekim gelişmiş ülkelerin tarihsel geçmişe ve kültüre önem veren kentlerine bakıldığında çok sayıda uygulanmış başarılı ve markalaşmış örnekler görülmektedir. Özellikle Avrupa kentleri bu konuda oldukça iyi korunmuş, kentte kazandırılmış ve kentle bütünleşmiş geleneksel merkezlere sahiptir. Bu kentler aynı zamanda dünyanın yaşam kalitesi ve 40 marka değeri yüksek kentler sıralamasında da üst sıralarda yer almaktadırlar (Topçu, 2011). Küreselleşme ile rekabetin ulusal düzeyden kentler düzeyine inmesi ve ülkeler yerine kentlerarası rekabetin ön plana çıkmaya başlaması, aynı zamanda yerel dinamikleri canlandırıcı, yerel yönetimlerin işlevlerini artırıcı bir etki de yapmaktadır (Kaypak, 2013). Ancak, bu noktada bazı kent yönetimlerinin mekânı estetikleştirme ve kamusal mekânın görsel tüketimine yönelik stratejilere ağırlık verdiği görülmektedir. Zukin (1998) bunu ‘miras endüstrisi’ne yönelmek olarak nitelemekte ve bunun bir kimlik sorunsalı oluşturduğunu ileri sürmektedir. Bunun yanı sıra her türlü imaj aracılığıyla görsel tüketimi arttıran yeni kentsel projelerin inşasına devam edilmesi de kentlerde kimlik sorununu arttıracaktır (Zukin, 1998). Sonuç Bu makalede, küreselleşme sonrası ortaya çıkan yeni yerellik kavramları, kalkınma politikası ve kimlik ile birlikte ele alınmıştır. Küreselleşme ile ulus devletin gücünü kaybetmesi, küresel sermaye ile eklemlenmeyi başarabilen yeni bölgelerin ve küresel kentlerin önemini arttırmıştır. Bu nedenle, ulus-devlet, AB gibi ulus-üstü yapılanmalar yanı sıra ulus-altı mekânlar oluşturarak kendi egemenliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, küresel sermayeyi çekmek için rekabetçi ortamda yarışan yerelliklerin mekânsal tanımı ve inşa edilen kimlikleri de değişmektedir. Yeni yerelleşme politikaları, (yeni) bölgeleri, kent-bölgeleri ve kentleri küresel sermayenin cezbedileceği kimlikler inşa etmeyi önermektedir. Ülkemiz de, bu doğrultuda AB’ye uyum sürecinin de etkisiyle, yeni bölgeler ve bölgesel kalkınma ajansları oluşturmuştur. Ancak, esnek üretim ve bilgi teknolojileri vizyonu oluşturmayı hedefleyen BKA’ların, aslında bölgelerin gerçek kimliğini dikkate almadığı görülmektedir. Bu nedenle, BKA’ların bölgesel kimlik, bölgenin markası ve imajı arasındaki uyumu sağlayan planlar üretmesi, vizyonlarını orada yaşayanların bilinci ile uyumlu hale getirmesi gerekmektedir. Bu uyumun sağlanması, öncelikle yerelde gömülü bilginin araştırılmasına ve markalaştırılmasına yönelik yatırımlarla ve sosyal sermayenin güçlendirilmesi ile mümkün görünmektedir. Aslında, Anadolu Kaplanları gibi yeni sanayi odaklarının ülkemizin kendine has özellikleri ile farklı kalkınma modellerini üretme potansiyeli olduğunu da göstermektedir. Ayrıca, yeni bölgeselcilik politikası her ne kadar, bölgeleri birbiriyle rekabet eder hale sokmuş olsa da, halen ulus-devletin bölgeleri bütünleştirici özelliği ve bölgeler arası dengesizlikleri giderme amacı göz ardı edilmemeli, ülke ölçeğinde bölgelerin rollerinin planlanması ve koordinasyonu gerekli görülmektedir. Diğer yandan, kentler yeni yerelleşme politikasında çevreleriyle birlikte tanımlanarak, kent-bölge DOSYA kavramsallaştırmasıyla küresel sermayenin çekilme potansiyeli yüksek mekanları olarak, bölgenin önüne geçmektedir. Ancak, kentlerin mekânın yerel farklılıkları öne çıkararak markalaşması beklenmesine rağmen, kentsel mekan, küreselleşmenin neden olduğu tüketim kültürü ile tektipleşmekte ve yerel kimliğini kaybetme tehlikesi altındadır. Bu çelişkinin temelinde, bireylerin taleplerinin değişimine paralel olarak toplumsal yaşamın da değişmesi ve farklılaşması ile kentsel mekâna olan yansıması bulunmaktadır. Bu noktada tüketim kültürü olgusu temel bir katalizör görevi üstlenmekte, kentlerimizdeki kimlik sorunsalı ‘tüketmek’le ilgili olmaktadır. Oysa kentlerin rekabet etmesi kendi yerel farklılıklarını ortaya çıkarmalarına bağlıdır. Bu nedenle, kentlere yapılan müdahaleler mevcut kentin dokusunu, bütünlüğünü ve kimliğini göz önüne aldığı takdirde küresel sermayeyi kendine çekme ve ekonomik gelişme potansiyeli artarken, küreselleşmenin olumsuz etkilerini de azaltabilecektir. Kaynaklar • Albrechts, L. (1991). Changing roles & position of planners, Urban Studies, 28 (1). • Anderson, B. (1991). Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism. Revised Edition ed. London and New York: Verso. • Avraham, E. (2004). Media Strategies for Improving an Unfavorable City Image, Cities, 21 (6), 471- 479. • Berner, E. (2005). “Metropol İkilemi: Küresel Toplum, Yerellikler ve Manila’da Kent Arazisi İçin Yürütülen Mücadele”, (Mekan, Kültür, İktidar, Ed. Ayşe Öncü, Petra Weyland), İletişim Yayınları, İstanbul. • Bilsel, F.C., Bilsel, S.G., Bilsel, A.A. (1999). Kuramsal yaklaşımlardan kentsel mekan tasarımına, 1. Ulusal Kentsel Tasarım Kongresi “Kentsel Tasarım Bir Tasarımlar Bütünü”, M.S.Ü., İstanbul. • Bilsel G. (2002). Kent Kültürü-Kültürel Süreklilik-Kimlik Sorunsalı ve Yaşanılası Kentsel Mekan Kavramı Üzerine, Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirileri, Adana Kent Konseyi Yerel Gündem 21, no:5, Adana. • Castells, M. (1989). “The Information City”, Basil Blackwell, Oxford. • Cevher, E. (2012). Kentsel Markalaşma Süreci: Antalya Örneği, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 4 (1), 105-115. • Demirel, D. (2006). Küresel Eksende Devletin Yeni Kimliği: “Etkin Devlet”. Sayıştay Dergisi, 60 (Ocak-Mart), 105-128. • Dündar, Ş. (2002). Mekân organizasyon bilimlerinin yeniden yapılanmasında bir araç olarak kentsel tasarım, Basılmamış Doktora Tezi, DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir. • Eraydın, A. (2004). Bölgesel kalkınma kavram, kuram ve politikalarında yaşanan değişimler. Paper presented at the Kentsel Ekonomi Araştırmaları Sempozyumu 2003 (KEAS 2003) Bildiriler. • Eren, Ş.G. (2007). Impacts of privatization on urban planning: the Turkish case (Ankara), Basılmamış Doktora Tezi, ODTÜ Fen Bilimleri Ens., Ankara. • Ersoy, M. ve Keskinok, Ç. (1997). “Küreselleşme ve Yerelleşme”, Ada Kentliyim Dergisi, Yıl. 3, S.9, Şubat-Mayıs 1997/1. • Featherstone, M. (2005). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev. Mehmet Küçük, İstanbul, Ayrıntı Yayınları. • Friedman, J. (1986). “The World Hyphothesis”, Development and Change, Vol:17(1): 69-84. • Goodwin, M. (1989). “The Politics of Locality”, Cochrane, A. ve Anderson, J., Restructring Britain in Transition içinde, London:Sage Publication, 142-171. • Göktürk, A. (2006). “Bölgesel Dengesizliğe Küreselleşme-Yerelleşme Penceresinden Bir Bakış”, Bölgesel Kalkınma, Politikalar ve Yeni Dinamikler (Ed. Aylan Arı), Derin Yayınları, İstanbul, 2006, s. 28. • Gündoğdu, İ. (2002). Yerel, Yerel Ölçek ve Siyasi Mücadele. Praksis, 7, 165-192. • Harvey, D. (1995). “Flexible Accumulation through Urbanizaiton Reflections on ‘Post-Fordism’ in the American City”, Ash. Amin (der), Post-Fordism A Reader, Oxford: Blackwell, 361-386. • Harvey, D. (1989). The condition of postmodernity, Blackwell, Oxford, UK. • Harvey, D. (1989) “From Managerialism to Entrepreneurialism: the Transformation in Urban governance in Late Capitalism” Geografiska Anneler, 71, 3-17. • Harvey, D. (1996). Justice, nature and the geography of difference, Blackwell pub., Oxford, p.406-407. • Hospers, G.-J. (2006). Borders, bridges and branding: The transformation of the Øresund region into an imagined space. European Planning Studies, 14(8), 1015-1033. doi: 10.1080/09654310600852340 • Irklı, D., Aksulu, I., Bilsel, S.G. (1996). Geleneksel çarşı ve eski ticaret merkezlerinin yenilenmesinde kentsel tasarım ilkeleri, 4. Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu, İstanbul. • Işık, Ş. (2000). Türkiye’de Sanayi Faaliyetlerinin Dağılışında Meydan Gelen Değişmeler (1982-1996). Ege Coğrafya Dergisi, 11, 111-130. • Karaçay-Çakmak, H., & Erden, L. (2005). Yeni Sanayi Odakları Ve Sanayinin Yeni Mekan Arayışları: Denizli ve Gaziantep Örneği. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 6(1), 111-129. • Karasu, K. (2009). Yerelleşme Süreci ve Bölgesel Kalkınma Ajansları. Memleket Siyaset Yönetim, 4(11), 1-49. • Kaypak, Ş. (2013). “Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Markalaşması ve “Marka Kentler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 14 (1), 335-355. • Krier, R. (1990). “Typological Elements of the Concept of Urban Space”, Obnibus Volume, Academy Editions, Great Britain. • Mengi, A. & Algan, N. (2003) Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Siyasal Yayınevi, Ankara. • Mutluer, M. (2003). Türkiye’de Yeni Gelişen Sanayi Odakları: Denizli-Gaziantep-Çorum. Ege Coğrafya Dergisi, 12, 13-27. • Okcu, M., Acar, O. K., & Akman, E. (2012). Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Planları Vizyon, Stratejik Amaç ve Hedefleri Üzerine Analitik Bir İnceleme. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 27, 231-246. • Olgun, H. (2007). Türkiye’de Büyükşehir Belediyelerine Küre-Yerelleşme (Glocalization) ve Yerellik (Subsidiarity) Kavramları Çerçevesinde Bir Bakış. Sosyoekonomi, 1, 109-118. • Özaydın, G., Firidin Özgür, E. (2009). Büyük kentsel projeler olarak alışveriş merkezlerinin İstanbul örneğinde değerlendirilmesi, Mimarlık Dergisi, sayı.347, Mimarlar Odası yay. • Özdemir, Ş., Karaca, Y. (2009) “Kent Markası ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar Kenti İmajı Üzerine Bir Araştırma”, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi (C.X I,S II, 2009) • Özer, Y. E. (2007). Küresel Rekabet - Bölgesel Kalkınma Ajansları ve Türkiye. Review of Social, Economic & Business Studies, 9(10), 389-408. • Özışık, U. (2015). Kent-Bölge Kavramı Işığında Türkiye’de Büyükşehir Belediye Sisteminde Değişim ve Kalkınma Ajansları: Yerel Ölçekte Mekânın ve Yönetişimin Yeniden Tanımlanması. Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), 10(1), 312-342. • Paasi, A. (2009). The Resurgence of the ‘Region’ and ‘Regional Identity’: Theoretical Perspectives and Empirical Observations on Regional Dynamics in Europe. Review of International Studies, 35, 121-146. • Paasi, A. (2013). Regional Planning and the Mobilization of ‘Regional Identity’: From Bounded Spaces to Relational Complexity. Regional Studies, 47(8), 1206-1219. doi: 10.1080/00343404.2012.661410 Sassen, S. (1991). The Global City: New York, London, Tokyo. Princeton: Princeton University Press. • Semian, M. & Chrom , P. (2014). Regional identity as a driver or a barrier in the process of regional development: A comparison of selected European experience. Norsk Geografisk Tidsskrift - Norwegian Journal of Geography, 68(5), 263-270. doi: 10.1080/00291951.2014.961540 • Şahin, G. (2010). “Turizmde Marka Kent Olmanın Önemi: İstanbul Örneği”, Ankara Ünv. Sosyal Bilimler Ens., Ankara. • Şahin, S.Z. (2011). Alışveriş merkezlerinin evrimi ve geleceği: kent merkezleri ile birlikte sürdürülebilir bir gelecek mümkün mü?, Dosya 22, Avm’ler, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi yayını, Ankara. • Topal, A. K. (2003). Global Kapitalizmde Sermaye Birikimi İçin Yeni Mekansal Ölçekler: Dünya Kentleri/Global Kentler. Çağdaş Yerel Yönetimler, 12(2), 41-61. • Topçu K. (2011). “Alışveriş Alanlarının Mekânsal Kalite Açısından Değerlendirilmesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Selçuk Ünv., Fen Bilimleri Ens., Basılmamış Doktora tezi, Konya. • Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TUSİAD), 2008. Turkiye’de Bolgesel Farklar ve Politikalar, Yayın No. TUSİAD- T/ 2008- 09/ 471, Eylul. 41 DOSYA YERELLİĞİN İMKANSIZLIĞINDA YERELLİK: AYNILIK CEHENNEMİNDEN KAÇIŞ 42 Serhat TOKER u yazı küçük sayılabilecek hayali bir Anadolu kentine yapılan hayali bir AVM yi sorunsallaştırmaktadır. Sorunsallaştırma aynılık kavramı çevresinde dönmektedir. Günümüz küresel belki de post-küresel dünyasında tüm kültürel, toplumsal ve tarihsel biçimler sanki aynı kaba konmuş farklı ısılardaki sıvıların ortak bir sıcaklığa erişmesi gibi zamanla ortak bir aynılığın içine sürüklenmektedirler. Bu sürükleniş bugün tüm kültürel biçimlerde, toplumsal pratiklerde ve tarihsel anlatılarda yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Farklı bakmanın yerini sürekli olumlanan bir aynı düşünme durumu almaktadır.Benim “aynılık dini” olarak adlandırdığım bu durum her ötekiliği aynılaştırmakta ve aynılaşmak istemeyene yaşam alanı bırakmamaktadır. Bu çalışmada AVM’ler (Alışveriş Merkezleri) söz konusu post-küresel aynılık dininin bir mabedi gibi ele alınacak, bu şekilde toplumsal ve kültürel sonuçları tartışılmaya çalışılacaktır. Herşeyin hızla aynılaştığı bir çağda yaşıyoruz. Tüm tasarımların tüm biçimlerin giderek daha fazla birbirine benzediği bir süreç bu. Günden güne yaşamlarımızı daha fazla etkisi altına alan bir tek-tipleşme ve sıradanlaşma bu. Yaşamak fiilini imkansızlaştıran ya da en imkanlı olduğunda bile nasıl geçip gittiğine duyarsızlaştıracak bir toplum- B Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü, Arş. Grv. sal hastalık bu. Çünkü “yaşamak” belirli ve verili bir zamanı ve mekanı olabildiğince öznel bir şekilde deneyimlemektir.Zamanın ve mekanın ve onlarla ilişki biçimlerimizin kültürel ve toplumsal anlamda nesnelleştiği ve bunun sonucunda aynılaştığı bir ortamda Giorgio Agamben’nin (2007) ifadesiyledeneyimin bizzat kendisi yıkılacak ve yaşamak fiili de imkansızlaşacaktır. Modern insan akşam evine –eğlenceli yada sıkıcı, sıra dışı ya da sıradan, korkunç ya da keyiflibir sürü olay yaşamış ve tükenmiş olarak döner ama bu olayların hiçbiri deneyime dönüşmemiştir. (Agamben, 2007: 16) İmge bombardımanı altında, görüntülere ve onları bize sunan ekranlara dokunarak zamanı/ anı deneyimlemeye çalışmak, Tanpınar’ın ifadesiyle aslında “zamanın ne içinde ne de büsbütün dışında” olmaktır. Daha daha keskinleşen ve çözünürlüğü artan imgeler bir yandan bireyleri sadece zihinsel ve görsel bir şekilde yaşayan varlıklara dönüştürürken diğer yandan da sürekli aynı ekranlara bakan aynı görüntünün içindeki aynılıklar olarak bir dijital verinin içine sıkıştırıyor. Gündelik yaşam içinde bireylerin özellikle de gençler olmak üzere birbirlerine sürekli “aynen” diyerek tüm iletişimsel eylem ihtiyaçlarını giderilebiliyor olma- DOSYA sı, belki de bu büyük aynılaşma sürecinin ironik bir semptomu. On yıllar önce kent sosyolojisinin hem Avrupa’da hem de Amerika’daki öncülerinden Gorg Simmel’in (2002) “Metropol ve Zihinsel Yaşam” adlı eserinde ifade ettiği gibi imge bombardımanı artık her bireyi doğrudan sinirlerinden vurmakta ve ancak gözle görülebilen ve bir arayüz vasıtasıyla parmakla dokunulan ama bizzat deneyimlenemeyen bir gerçekliğin içine hapsetmekte. Her ne kadar Simmel için bu 20.yy kentini anlamakamacıyla kullanılmış bir yaklaşım olsa da bugün aynı bakış açısı ile “küresel bir kent”e dönüşmüş dünyayı ve onun içindeki bireyin zihinsel yaşamını pekala çözümleyebiliriz. Bu yenigerçeklik “deneyimi” hiç şüphesiz ki karşısında hemen muhafazakar ve nostaljik bir tepki verilmemesi gereken yeni ve yıkıcı bir imgesel gerçeklik rejiminin sonucu. Aslında bu tepki artık istenilse de verilemiyor. Schumpeter’in kullandığı anlamda bir “yaratıcı yıkım” içinde bu gerçekliğin herşeyi yıkıp yeniden ve aynı hammadeyle ama artık mükemmel bir imge olarak üretmesine tanıklık ediyoruz. Artık ona “sanal gerçeklik” diyor olmanın da bir rahatlama sağlamadığı ortada. Çünkü gün geçtikçe gündelik yaşamların içine sürüklendiği gerçekten daha gerçek bir görsellik“deneyimi”, yani bir deneyim olmayan deneyim kendisini bir şekilde “yaşamak” olarak sunuyor ve hiçbir 21. yy bireyinin bunun alternatifini düşünecek mecali kalmadı. 90’lı yılların teknolojik gelişiminde, teknolojinin toplumsal olarak alımlanma biçimlerine baktığımızda belirli bir yaşın üstündekilerin bu gelişmelere her zaman için mesafeli kaldıklarını, yeni teknolojik gelişmelerin ise daha çok belirli bir yaşın altındaki genç bireyler tarafından daha hızlı kabullenildiğini görmekteydik. Bunun sonucu olarak 90 lı yıllarda teknolojik gelişmeleri sahiplenen gençlere karşılık her zaman o teknolojinin olmadığı zamanlarda nasıl yaşadıklarını anlatan daha “yaşlı” bireyler bulunurdu. Teknolojiye karşı ya da daha sosyolojik bir ifadeyle toplumsal yaşamın teknolojik deneyimlenme biçimlerine karşı bizi uyaran ve kendimizi fazlaca kaptırmamamız gerektiğini hatırlatan “nostaljik bir tepki” ve bambaşka bir yaşamsal pratiğin olduğunu anlatan bir “ötekilik ihtimali” de her teknolojik gelişmenin yanıbaşında bitiverirdi. Bugün içinde bulunduğumuz durumu daha önceki durumlarla kıyaslayabilecek ve bu yeni gerçeklik rejimine kendimizi fazlaca kaptırdığımızı hissettirecek nostaljik referanslarımız ya da başka türlüye açılan kapılarımız da her geçen gün azalmakta. Sanal gerçeklik ifadesinin de ona atfedilen pejoratif anlamla birlikte,gündelik yaşamlarımızdan yavaş yavaş silinmesinin arkasındaki neden bu olsa gerek. Şimdi daha çok fazlaca “gerçeklik” Fotoğraf: Serhat Toker, 2005. ve “gerçekten daha gerçek” anlamında Fransız düşünür Baudrillard’ın “hipergerçeklik” ifadesini ve yine onun tarafından kuramsallaştırılan simülasyon kuramını kullanmakuygun görünüyor. Baudrillard, mikroskobu başında çalışan bir biyolog ile, pornografi ve sinematografik yakın çekim (close up)arasında bir zihinsel kısa devre kurmaya çalıştığında, Walter Benjamin’in (1936(1968)) kendisinden yıllar önce büyük bir heyecanla bahsetmiş olduğu, zamana ve mekana özellikle de mekansal bir mesafeye mıhlanmış auranın yitimi üzerine yazdığı mersiyeye bir katkı yapmaktaydı. Ancak yeni bir üslupla, o da, bu mersiye az önce bahsetmiş olduğum “nostaljik tepki” yerine daha içselleştirilmiş ve imkansızlık ya da kaçınılmazlık vurgusunun ön plana çıktığı yeni ve ironik bir tepki biçimindeydi. 43 DOSYA Bugün, ultra hd ekranların eşliğinde izlediğimiz fazlaca gerçek dünyada yitirilen auranın bir vesikalık resmiyle her köşe başında karşılaşılmakta. Kaçınılmazlık vurgusu tıpkı ölümün kaçınılmazlığı gibi tüm bu (görsel, enformatik vs.) olağanüstü toplumsal dönüşümlerin sindirilmesi gerektiği fikrini zihinlere kazıyor. Bu duruma alıştıkça aynılaşan kültürler, aynılaşan pratikler ve bir bütün olarak aynılaşan her biçim aslıda beraberinde farklılığa duyulan bir ihtiyaç olarak geri dönüyor. Temel bir farklılık odağı olarak “aura”nın çöktüğü bir anda insanların aynılığın verdiği sıradanlıkla nasıl mücadele edecekleri, hatta mücedele etmelerinin gerekli olup olmadığı başka bir sorunsalıiçeriyor. 20.yüzyıla hakim olan“küresel düşün yerel hareket et” sloganı da tüm yerelliklerin ve ötekiliklerin yok olduğu ve aynılaşmanın tüm alanlara hızla yayıldığı 21. yy realitesiyle başka bir sorunsala doğru evrildi. Bugün Fransız sosyolog Jean Baudrillard gibi bu küresel aynılaşma durumunu bir cehennemalegorisiyle izah etmek için elimizde 90’lardan çok daha fazla delil var. Kendisinin “kendilik cehennemi”olarak adlandırdığı durum, herşeyin aşırı benzeşik olması nedeniyle herşeyin yalnızca kendisine atıf yapabildiği bir durumdur. Temel bir tikellik odağı olarak “aura”nın, ve farklılıktan başka bir şey olarak ötekiliğin ortadan kalktığı bir zaman ve mekan deneyimidir. Ancak yeniden ifade etmek gerekir ki, tam da her şeyin aynılaştığı bir ortam olması nedeniyle de deneyimin imkansızlaştığı bir deneyimdir. Ya da deneyim olmayan bir deneyim olarak bir deneyim simulakrıdır(simülasyon sonucu oluşan gerçekten ayırt edilemeyen kopyanın adı). Bu durum aslında herşeyin toplu olarak yapıldığı ve hem eyleyicilerin bireysel anlamda diğer eyleyicilerden (toplumsal, kültürel ya da gündelik yaşamsalaçıdan) herhangi bir farklarının kalmadığını hem de tüm farklılıkların total bir dışavurumu olan ötekilik (tekillik, yerellik) hissinin ortadan kalktığını anlatır bize. Yeni açılan ya da yeni bir ürün satmaya başlayacak bir mağzanın önünde günler öncesinden kuyruk oluşturup açılış sırasında izdiham oluşturan insan kitlesine baktığımızda gördüğümüş şey bu farklılığın, bu tekilliğin ve hepsinin birden bir dışavurumu olan biricik ötekiliğimizin yıkımıdır. Bu yıkım en başta söylediğim şekliyle Agamben’in ilan etmiş olduğu deneyimin yıkımının da ya nedeni ya da sonucudur. Aynılığın bir hastalık gibi ya da bir din gibi yaygınlaştığı her biçimsel uzamda içeriklerdeki ötekilik kaynakları dakuruyacaktır. İnsanları en nihayetinde sürüdeki bir koyuna ya da sadece sinirlerindeki minik elektrik akımlarına tepki veren bir algoritmaya dönüştürecek olan süreç de budur. 44 Neden AVM’ler...? Tam da bu noktada kendimi Cervantes’in ünlü romanında yeldeğirmenlerine hücum eden bir Don Kişot (Don Quixote) olarak konumlandırmam gerekiyor. Yukarda bahsetmeye çalıştığım aynılaşma ya da aura ve ötekiliğin sonu gibi bağlamların ve tüm bunların kaçınılmazlıklarının toplumsal ve kültürel sebepleri ya da sonuçları elbette saymakla bitmez. Zira insanlık tarihi açısından olağanüstü bir çağ yaşıyor olduğumuz çok açık. Bu açıdan çoğu özellikle imge üretme ve işleme ve aktarımı olmaküzerine ortaya çıkan teknolojik gelişmeler arasından seçilebilecek çok daha vahim, sorumlu ve sorunlu alanlar elbette bulunabilir. Tüm bu alanlar yanında öyle görünüyor ki AVM lerin hem toplumsal hemde tarihsel olarak taşıdıkları kendilerine özel yan anlamlar ve imalar mevcut. Bugünün dünyasında sosyolojik bir bakış açısıyla baktığımızda kent karmaşası içinde ve artık içinden kolaylıkla çıkılıp uzaklaşılamayacak büyüklükteki kentlerde AVM ler insanların toplandığı agoralara ya da daha pastoral anlamdamodern“piknik” alanlarına karşılık gelir. Daha teknik ve bilimsel adıyla rekreasyon(recreation)alanları olarak ifade edilen kent soylu alanlar, insanların yenilendikleri ya da sonsuz üretim zinciri içinde yeniden üretilmek zorunda oldukları mekanlardır. Teolojik açıdan bakıldığında ise modernliğin ve kapitalizmin dinsel yaşamla kurduğu özel ilişkinin bir uzantısı ve küresel kapitalizmin de alışveriş eylemiylekurduğu özel teolojik bağın bir sonucu olarak, AVM’ler yukarıda kısaca ayrıntılandırdığım “aynılık dini”nin bir çeşit mabetleri durumundadır. Mabet ifadesini kullanırken bunu kavramın taşıdığı imalar ve daha çok küresel kapitalist gündelik yaşamlarımızda ne yapacağımızı bilemediğimizde nereye gideceğimizi bilemediğimizde bir çeşit toplumsal arınma anlamında bir çeşit katarsis ihtiyacına binaen gerçekleştirdiğimiz bir AVM gezisinin mekansal analojisi olarak kullanma ihtiyacı duyuyorum. Ama bu eylem sanki gidecek başka yeri kalmamış insanın kent ortasında yakalandığı bir salgın hastalık ya da bizzat kenti ordularıyla işgal eden bir komutanın dayattığı bir dinin zorunlu bir ibadeti gibi bir ritüel olduğunu da anlatmak için kullanıyorum. Öyleyse hızlı bir şekilde söylemek gerekirse bir AVM bu aynılık işgalinin cisimleşmiş halidir. Öyle ki bu aynılık onun bünyesinde sadece sosyolojik ve kültürel anlamda işlemez. Ancak mimarisi ya da iç mimarisiyle yani tüm görsel ve uzamsal tasarımıyla da aynılık sorunsalının somutlaştığı bir mekan olarak karşımıza çıkar. Tasarımsal aynılık kendisini hemen mağazaların sıralanmasında gösterir ya da acıktığınızda hemen üst kata doğru hareket ettiğinizde size sirayet eder. Tüm diğer küresel modern kapitalist mekan tasarımları gibi DOSYA içine girdiğinizde artık evrensel ve bilimsel ilkelerle tasarlanmış bir mekana giriş yapmışsınız demektir. Bu evrensel mekanın içinde artık gerçekte nerede olduğunuz önemli değildir. Paris, New York, Ankara, İstanbul, Bursa ya da Afyon vb. Mekan bu evrenselliği içinize öyle bir işletir ki zihninizin mekanla kurduğu ilişkiyi bozar ve Ankara’dan girdiğiniz bir AVM den Eskişehir’den çıkabileceğinizi hayal edebilirsiniz. Hızlandırılmış bir mekan makinesidir AVM. Ancak aynı zamanda bir zaman makinesidir de. Öyleki sabah girmiş olduğunuz bir AVM de, siz bir kaç saat geçirdiğinizi düşünürken pekala şu anonsu duyabilirsiniz “alış veriş merkezimiz kapanmak üzeredir”. Evrensel zaman ve mekan tahayyülü aslında her örneğinde taşıdığı ilkeler ve kullanımın amacı açısından aynı kapıya çıkacak aynılıklar ve klişeleri beraberinde getirir. Tam da bu noktada yerli ve çok farklı bir AVM olamaz mı diye bir soru yerleşebilir zihinlere. Ya da neden falancaların da AVM’si olmasın deniyor olabilir. Osmanlı ya da Selçuklu mimarisiyle bir AVM nin ne kadar harika olabileceğini de düşünebiliriz. Ya da bir zamanlar yine başka bir Anadolu şehrinde açılmakta olan bir AVM nin ismindeki ingilizce “city” kelimesini “site” kelimesiyle güya Türkçeleştirdiğimizde bütün meselenin çözüldüğü düşünülmüş de olabilir. Keşke her zaman yerelleşme çabaları küçük bir Türkçe tercüme kadar kolay olsaydı. Kökenleri bizzat Türk Modernleşmesi olarak isimlendirilen kendine özgü toplumsal ve tarihsel süreçte olan bu yerellik tartışmaları her zaman “teknolojisini alalım kültürü kalsın” düsturuyla meseleyi çözmeye giriştiğinde hep ortaya başka sorunların çıktığı gözlemlenmiştir. Sorunların temeli, her durumda teknolojiyle birlikte bir kültürün, bir dünya görüşünün ve hepsinin toplamı olarak soyut bir zihniyetin de beraberinde gelmek zorunda oluşundan ve ikisini ayrıştırmanın temelde imkansız olmasından kaynaklanır. Daha temelli olarak imkansızlık durumu denilebilecek bu durum, bir teknoloji ya da bir ekonomik sisteme, insanlığın ancak belirli bir tür yaşayış ve kültürlenme sonucunda ulaşabileceği tarihsel sosyolojik gerçeğinin bir sonucudur. Sonuç Olarak Sözü bu metnin yörüngesi açısından gelmesi gereken yere getirecek olursak, küçük bir Anadolu şehrine bir AVM açıldığında aslında bir daha hiçbir şeyin toplumsal ve kültürel anlamda eskisi gibi ve bambaşka olamayacağı bir aynılaşma bombasının da pimini çekilmiş olunur. Bu aynılaşma yapılan binanın mimarisinden başlar o küçük şehirdeki yemek kültürüne kadar uzanır. Bilboard reklamlarında kendisini “dünya markaları komşunuz” oluyor şeklinde sunan bu gerçek aslında şehrin dünyanın her yerinde görebileceğiniz aynı markalar tasarımlar ve biçimler tarafından işgal edileceğinin nazik ve kapitalist bir ifadesidir. Bu istilaya bir imkansızlık eşlik eder. Tepki veremez ve bu duruma karşı çıkamaz hale gelirsiniz. Aynılaşmak ona karşı koyamadığınız imkanlarla sunulur size. Bir çocuğa uzatılan bir şeker gibidir bu karşı koymanın imkansızlığı. Ancak bu imkansızlık başkabir imkan doğurur. Yeni bir sektördür bu imkan, Baudrillard’ın (2002: 45) “ötekiliğin estetik cerrahisi” olarak ifade etmeyeçalıştığı başka bir sektör: Modernlikle birlikte Öteki’ni üretme çağına giriliyor. Mesele artık onu öldürmek, yiyip bitirmek ya da baştan çıkarmak değil, ona karşı koymak, onunla yarışmak, onu sevmek ya da ondan nefret etmek değil, mesele önce onu üretmektir. O artık bir tutku nesnesi değil, bir üretim nesnesidir. ... Şurası kesin ki, ötekilikaranılan bir şey ve ötekiliği yazgı olarak yaşayamamaktan dolayı ötekini farklılık olarak üretmek gerekecek. Baudrillard’ın bu öngörüsü 21. yy şartlarında kendisini bambaşka sunar. Ötekilik bazen masallardaki korsanları andıran kapkara bir ülke bayrağında, kesilen başlarda ya da dünyayı tehdit eden bir hastalıkta karşımıza çıkar. Hepsi aslında kapitalizmin ya da aynılık mabetlerinin geniş koridorlarında cüzdanlara yerleştirilmiş kredi kartlarıyla dolaşırken insanların kendilerini bir şeylerden farklı hissedebilmesi içindir. Ya da bireylere hala alışveriş yaptırabilecek ve onların sürekli tüketmesini garanti edecek bir tikellik ve biriciklik düşüncesini onlara aşılamak içindir. Yapay bir ötekilik olarak farklılık ve “tüm farklılıklara açık demokrasi” miti dünya üzerindeki bütün toplumların küresel geleceğini kuşatırken, o mitin tanrılarından bir medet umulduğunda ortaya çıkmamalarının nedeni (Lacancı büyük öteki olarak) o tanrıların dayandığı temelin de bu makyajlanmış ve yüksek çözünürlükle mükemmelleştirilmiş görüntülerden ibaret olmasıdır. Alışveriş yapsak da yapmasak da bir AVM yi terkederken insanın içine yerleşen bir hayal kırıklığıdır bu. Çoktan ölmüş ve yokolmuş kültürel ve toplumsal yerellikler sahnesinde,bize sunulan“ötekilik” avatarı ile onu tekrar diriltmenin imkansızlığı arasında gidip gelen bir çaresizliktir bu. Kaynaklar • Agamben, G. 2007Infancy and History: On the Destruction of Experience, NY: Verso. • Baudrillard, Jean 2002. Tam Ekrançev. Bahadır Gülmez, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. • Benjamin, W. 1968 “Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction”, (H. Zohn, Trans.). In H. Arendt (Ed.), Illuminations: Essays and Reflections New York: Shocken Books. • Simmel, Georg. 2003 Modern Kültürde Çatışma, İstanbul: İletişimYayınları. • Tanpınar, A. H. 2015 Bütün Şiirleri, der.İnci Enginün, İstanbul: Dergah Yayınları. 45 DOSYA MODERN MİMARİ, POST MODERN KÜLTÜR VE YEREL REAKSİYONLAR 46 Ali Naci ÖZYALVAÇ odernleşen toplumlarda hızlı değişimin getirdiği bir psikoloji olarak korumacı tutumların yükselişi yaygın ve sıradandır. Bu tutumun davranışlara yansıması ise farklı şekillerde olur. Hayatın her safhasında merkezin kaybı İle oluşan boşluk muhataplarını bir başka merkez arayışına sürükler ilk etapta. Toplumsal kurumlar başta olmak üzere insan hayatını saran tüm kültürel katmanlar bu arayıştan nasibini alır. Asıl olan, merkezin yitirilmesi olarak beliren durumun özgürleşme yönünden ele alınması ve sürdürülmesi iken tecrübe bunun tersi yönde gerçekleşme eğiliminin daha kuvvetli olduğunu göstermiştir. Geleneksel dediğimiz yapıların bireyi baskılayan, hayatını düzenleyen ve kontrol eden bileşenlerinin sekülerleşme sonrası profan kurumlar ile yeniden inşa edilmesi, dahası bu kurumların gerekliliği konusunda çoğunluğun hemfikir olduğu gerçeği de yukardaki savı desteklemektedir. Geleneksel dünyada bilginin üretilmesi ve korunması bu neviden bir işleyişe tabidir. Şerh ve icazet gibi mekanizmalar bu etkinliği düzenlemektedir. Meslek erbabı aynı şekilde loca ve ahilik teşkilatlarınca denetlenir. Hepsinin ötesinde, kişilerin ait oldukları sosyal gruplar başta verili, değişmez sabitelerdir ve yaşadığınız mahalleden başlayarak giydiğiniz kıyafetlere, devletle ve kişilerle olan münasebetlerinizi M Y. Mimar Öğretim Görevlisi Konya N. E. Üniversitesi Mimarlık Bölümü düzenleyen hukuktan hangi mesleklerde yer alacağınıza kadar tüm dünyevi rol dağılımı belli kodlarla belirlenir. İnsanların, paranın, tekniğin ve bilginin mobilizasyonu günümüzün hareket hızına nispeten çok daha ağır işlemektedir. Ancak günümüzden bakınca bunun anlaşılması sanıldığı kadar kolay değildir. Sebebi ise yeterli sosyal bilimler ve tarih altyapısına sahip olup olmamanın tamamen dışında, dünyayı hep kendi zihnimizde, şu an var olduğu şekliyle modellemiş olmamızdan kaynaklanır. Bu iki gerekli ve kısa açıklamadan hareketle şöyle denilebilir; birçok örnekte olduğu gibi bizim ülkemizde de kısa süre içinde ve yukardan bir biçimlendirme iradesi ile modernleşme tecrübesi yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu hızlı değişim ve bağlarından kurtulma hali toplumlar üzerinde ontolojik anlamda güven problemlerine sebep olur. Fakat tam da bu noktada İlginç bir komplikasyon ortaya çıkar; harekete geçen bireylerin niyeti ve altta yatan korkuları geçmişe ait, düşünce tarzları ve zihinsel formasyonları ise günümüz çağdaşları gibidir. Bu ifade kulağa her ne kadar karmaşık ve problemli gelse de bir kaç örnekle aslında hiç tereddütsüz iman ettiğimiz gerçekler olduğu görülecektir. Misal olarak sadece kendi alanımızla ilgili olanları bile hatırlayacak olursak: betonarme Sinan camileri, taç DOSYA Amerika Yüksek Mahkeme Binası, Washington D.C. (A.B.D.), http://www.aoc.gov/capitol-buildings/supreme-court-building. kapılı eğitim yapıları, tarihselci konsepte sahip lüks konut ve otel projeleri gibi sayısız gerçeklik sayılabilir. Hemen anlaşılacağı gibi bu örneklerin hepsinde mesele, bu tarihselci yaklaşımların yapıların kendileri dışında başka amaçlara yönelik olmasıdır. Örneğin mimarlık akademyasında geçmişe özenen kamu yapılarının nasıl doğru şekilde tarihselci biçimler ile yapılabileceği şeklinde bir tartışma, hatta bir cümle yer almamıştır. Güncel siyasi yönelimlerin ifadesi olarak kamu yapıları, müşteri portföyünün kendini belli kimlikler içinde var etmesini sağlayacak konut ve otel yapıları gibi tümüyle profesyonel pazarlama stratejisi ürünü bu tasarımlar zaman zaman mimarlık camiasında tartışma konusu olurlar, ancak bu dediğimiz gibi, çoğu zaman mimarlar açısından heyecan verici bile değildir. İtiraf etmek gerekirse, bir zamanlar bu konunun mimarların problem alanına girdiğini düşünerek diğer meslek grupları ve kamuda yönetici pozisyonunda olanlar ile mimari tartışmalara girmişliğimiz olabilir. Örneğin yukarıdaki modernleşen toplum psikolojisinin geç kalmışlık ve anlamın yitirilmesi şeklinde özetlenebilecek ruh halini uzun uzadıya açıklayarak siyasilerin kararlarına bunu nasıl yansıdığını çokça dile getirmiş olmalıyız. iktisat ve hukuk gibi alanlarda sekülerleşmeyi en önde götüren toplulukların iş mimariye geldiğinde kısmen özgürleşmiş kısmen de gösterge işlevini yerine getiren melez yapılara hasreti böyle açıklanabilir nitekim. Olayı koruma boyutundan ele alarak nesebi sahih olan (ve gayri sahih olan) mimarilerden de bahsetmişizdir mesela... Mimari biçimleri tarihin kütüphanesinden istediğimiz gibi çekip alamayacağımızdan, onların da belli bir zaman ve mekan bağımlılığı içinde var olduklarından, bir dizge içinde yer alan unsurların onun dışında aynı şey olmayacaklarından, mimari formların genetik özelliklere sahip olduklarından da söz etmiş olmalıyız. Tarihselci biçim şablonlarına bağlı kalmanın geleneksel dünyada bile belli sınırlar içinde yapılmış olduğunu, Mimar Sinan gibi büyük bir sanatçının Selimiye Camiinde merkezi kubbe mimarisini doruk noktasına ulaştırırken aynı yıllarda Piyale Paşa Camii gibi özgün denemeler de yaptığını, Bursa ve Edirne dönemlerinin Anadolu Türk Mimarlığından nasıl farklılaştığını, aynı anda hem İslam mimarlığının bir şubesi hem de özgün ve kişilik sahibi olabilmek gibi bir üslup başarısının günümüzden 5 asır evvel nasıl mümkün olabildiğini de konu etmişizdir. Belki anlaşılmak adına basite indirgeyerek, örneğin Evliya Çelebi üzerine çalışan bir akademisyenin bir Alman ya da İngiliz meslektaşı ile aynı metodu kullandığını, edebiyat hocasının seyahatnameleri modern tarih felsefesi ve günümüz Türkçesi ile yayınladığını da hatırlatmışızdır. Yabancı yayın indekslerinde yer almak yerine eserinin şerh edilmesi gibi bir şart da önerilebilir kendilerine aslında, madem eskiye bu derece özlem duyuyoruz, en azından bu kadarını yapmalı değiller mi? Kamu görevi yapanların, özellikle de yerel yönetim ve üniversiteler gibi kurumların başında bulunanların fiziksel çevrenin düzenlenmesi konusunda hikmeti kendinden menkul bir yetki ve yetkinlik ile karar almaları çok konuştuğumuz başka bir konudur herhalde. Çok ilginçtir, bu konuda hiçbir zaman anlayamayacağımız biçimde kendi dönem tercihleri de vardır kendilerinin. Bazı yapılar Selçuklu tarzında yapılmalıdır örneğin, bazıları ise Osmanlı... Yapıların ne derece modern olmaları gerektiği ve bunun nasıl olacağı ile ilgili bilmediğimiz ve kendi içlerinde korudukları bir bilgiye sahiptirler. Proje aşamasında tüm nitelik problemi bundan ibaretmiş gibi görünür, ihale ve uygulama aşaması ise her türlü tasadan uzaktır. “Nasıl” yapıldığı konusunda çeşitli denetim mekanizmaları kurmayı akıl etmiş görünen modern devlet aygıtı “ne” yapıldığı, “ne47 DOSYA New York Sergisi 1937 - 1939, Pavyon ve Çeşme, Perspektif eskiz, Rahmi M. Koç Arşivi & SALT Araştırma, Sedad Hakkı Eldem Arşivi. den ve niçin” yapıldığı konusunda duyarsızdır. Bu noktada maalesef tüm yaşam alanlarımızın geleceği orta sınıf cehaletine terk edilmiş durumdadır. Saymakla tükenmeyen bir çok dereden su getirmelerimiz tarihselci taleplerin sahiplerince ne derece anlamlı idi acaba? Yaşadığımız bu durumun ne ilk ne de son olduğunu, tarihte bir çok defa canlandırmacı üslup akımlarının yaşandığını ve her defasında tersine evrildiğini de belirtmeden geçmiş olamayız. Neo-gotik ve Arts and Crafts akımlarının veya Art Nouveau veya Rasyonalizmin nasıl bir birine tepki olarak doğduğunu, ulus devletlerin ortaya çıkışı ile ulusal mimarlıkların (ve tabii ki mimarların) nasıl bir işlev kazandıklarını da çoğu kez dillendirmişizdir. Sarkaç misali birinden diğerine evrilip durmuş yüzlerce yıllık mimarlık tarihi anlatısı içinde günümüz nispeten verimsiz ve niteliksiz oluşu dışında yeni bir şey de söylemez aslında... Zaman zaman meslektaşlarımızı da bu ihtiras sahiplerinin hizmetine teşne oldukları için eleştirmiş olabiliriz. Ama bu durum dahi o derece klişedir ki piramitlerin inşası için angarya usulü yüzbinlerce kişilik halk kitlelerinin senenin belli zamanlarında zorlu şantiye organizasyonları çerçevesinde çalıştırılabilmesi ile mimar bireyin iktidarın hizmetindeki yükselen toplumsal rolü başlar ve binlerce yıl inişli çıkışlı bir grafikle de olsa devam eder. Roma ve Osmanlı gibi imparatorluklarda devletin merkezi gücünün temsil edildiği kamu yapılarının tasarım ve inşasından sorumlu oldukları gibi, İtalya ve Türkiye benzeri genç ulus devletlerde bu kez yeni rejimin totaliter ve pozitivist programı için gerekli “yeni” mimarlığın Büyük Postane Binası, İstanbul, Minyatürk, www.miniaturk.com.tr 48 nasıl olması gerektiği konusunda. 1930’ların mimarlık neşriyatı yabancı, çoğunlukla da Alman ve Avusturyalı mimarlar yerine genç Türk mimarların bu vazifeyi hakkıyla ifa edebilecek yeterlilikte olduklarını ve görev almak için sabırsızlıkla beklediklerini tekrar edip durmuştur. Bu açıdan bakınca, mimarlık camiası ve akademyasının ikircikli bir tutum içinde olduğu, görmezden geldiği veya yok saydığı bir tartışma başlığı içinde yeri geldiği zaman “kerhen” üretim yaptığı da iddia edilebilir sanırım. Hatırlayın, Ankara Kocatepe Camii için şimdiki projenin yapılması konusunda rahmetli Hüsrev Tayla seçilen ilk proje yerine doğrudan görevlendirilmiş, ancak sonraları istenen projenin en iyi şekilde yapılabilmesi için kendisinin mecbur kaldığı şeklinde bir açıklama ile kendini savunma ihtiyacı hissetmişti. Proje müellifinin iktidar gücünü elinde tutan herhangi bir grup adına iş yapması mimarlık camiası içinde tartışma konusu olabilir, ama tarihselci, neo-klasik ya da eklektik bir tasarım anlayışının varlığı asla suç değildir. Aslında bu üretimlerin azlığı ve niteliksizliği probleminden bahsetmek de mümkündür. Tartışma ortamının verimsizliği karşılıklı bir suskunluk hali (tarafların maduniyet ilişkisi) ile bir orta yol bulmuş ve hali hazırda çözümsüz gibi görünen meseleleri tartışmayı ertelemiş oldukları şeklinde de izah edilebilir.Bir başka deyişle: “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” hali. Özetle, mimar bugün durduğu noktada ne sanıldığı gibi batı özentisi bir modernlik budalası, ne de köklerini unutmak üzere format yemiş bir akademik eğitim zayiatıdır. Tarih tekerrrür ederken meslek alanının ve kendisinin işlevsel kullanımına tanıklık eden bir meslek adamıdır sadece. Onu ve mesleğini araçsallaştıran koşulların en az iktidar sahipleri kadar farkındadır kısaca. Bu tüketilmiş tartışmanın yeniden gündeme gelmesi halinde benim önerim, yukarıda sayılan konu başlıklarını tekrar etmek yerine muhatabınızı dinlemenizdir. Nitekim organik toplumsal yapıların dağılışı ve geleneksel aidiyet bağlarının yok oluşu sonucu ortaya çıkan güven problemi mimarların değil psikologların sorunudur. Bunu aşmanın yolu geçmişten biçim ithal etmek değil o biçimleri üreten sosyal kurumları geri getirmektir. Benzer şekilde kendi ideolojik dünya tasavvurunu fiziksel çevreye yansıtmak hem pahalı, hem sonuçları itibariyle başarı şansı düşük, hem de kullandığı kamu kaynakları açısından problemli olacağından bunun yerine kişilerin yaşam alanlarının kurulmasınaaktif olarak katılabilecekleri, o hasreti çekilen sokakların ve mahallelerin yeniden kurulabileceği bir imar serbestisinin sağlanması ile başlanabilir. Bu sayede talep edilen kentsel çevrenin kurulması için nelerden vazgeçebileceğimiz de ortaya çıkmış olur. Eğer bu noktada bir talep yoksa da kimse olduğunun dışında başka bir görüntüye özenmemelidir. DOSYA MİRASIN YANSIMASI Çelik ERENGEZGİN smanlı kültür mirasının yakın tarihimizi etki altında bırakmadığını söylemek haksızlık olur. Bundan böyle etkilemeyeceğini söylemek ise insafsızlık!.. Kültürel değerlerimizin oluştuğu coğrafyada, Balkanlar örneğindeki gibi, daha sonra farklı ırklar ve milletler barınsa bile, bu etkileşim kaçınılmaz olarak kuşaktan kuşağa devam eder ve etmelidir şüphesiz. Bu kültürün, sadece Anadolu’da bin yıla uzanan birikime sahip, üstelik aynı yörede yaşamını hala sürdüren bir milletin son 100 yılını etkisi altına almayacağını söylemek olası değildir. Önemli olan, bu etkinin ne biçimde tezahür edebileceğini, nasıl yorumlanacağını ve nasıl ölçülebileceğini bilimsel verilerle tanımlayabilmektir. Evet, en zor olan ve fakat mutlaka yapılması gereken budur. Bu kısa makale, bence çok önemli bir araştırma alanı olması gereken “Kültürel Mirasın Yansıması” konusuna birkaç ipucu oluşturma gayretidir. O Öykünme 1908’de İkinci meşrutiyetin tetiklediği ve cumhuriyetin ilk yıllarında etkisi devam eden, özellikle Osmanlının çöküş dönemindeki israfın ve gösteriş düşkünlüğünün yakın etkisinde kalan ve maalesef bu kez “milli mimari” yaftası altında yapılmaya çalışılan, çağdaş teknolojinin ve bilimin gerisinde kalmış, hantal, gayrı ekonomik, gösteriş düşkünü binaların yıllardır “bize özgü, Türk mimarisi” olarak yaftalanıp anılması esef vericidir. Bu yaklaşım, konut yapılarına yansımamıştır Allah’tan. Yani bu akım açıkça, sağduyu sahibi halkın umurunda olmamıştır. Adeta yönetim katında bir tercih olarak kalmıştır. Birtakım kubbe ve kemerler, ağır taş kaplamalar, biraz ahşap kafesler ve gereksiz cephe süsleri ile ortaya çıkan sahte Osmanlı taklitlerinin, dünya kültür tarihinde “kötü kopyacılık” dışında tanıma sahip olamayacağı aşikârdır. Bunların tümü, maalesef gerçek değil gerçeğin öykünmesi, taklit mücevher olarak anılabilir ancak. Benim de doğru bulduğum; “Her şeye rağmen korunması gereken!” eski eserler arasında, fakat “sıradan” yerlerini almışlardır. Daha fazla değil. Yani emeğe bir ölçüde saygı, fakat fikre baş tacı değil!.. Çünkü aynı yıllarda batıdaki gelişmeye baktığımızda, teknolojinin ve çağdaş yaşam tarzının onlara çok başka tasarımlar ve davranışlar kazandırdığını görüyoruz. Hiçbirisi Fransa’daki Versay sarayının ya da İtalya’daki Sen Piyer Kilisesi’nin Y. Mimar 49 DOSYA çağdaş mimariyi ve yaşamı biçimsel ipotek altına alması gerektiğini düşünmemiştir. 1920’lerde, böyle bir öykünme nerede ise tamamen göz ardı edilmiştir. Ya da, bu etkileşim kayda değmez ölçeklerde kalmıştır diyelim. Mimar Sinan Ama nedense bizde, örneğin yeni bir cami tasarlanacaksa, kubbenin olmazsa olmazlığından başlayan bir tartışma hemen alevlenmektedir. Eğer 50 yıllık mimarlık yolcusu olarak bendeniz doğru tanıyabilmiş isem, pirimiz Mimar Sinan’ın “hala beni mi taklide çalışıyorsunuz? Kendiniz olun bre densizler!” diyerek bu yeni yetmeleri sopa ile kovalayacağından eminim. Çünkü büyük üstat, 86 yaşında meydana getirdiği Selimiye Camii şaheserine kadar, daima çağdaşı olduğu teknolojinin uç noktalarında çözümler üretmiştir. Gerideki birikimden, ayrımcılık ve taklitçilik yapmadan sadece güç almıştır. Örneğin, o günün en ileri tekniği olan; “kiliseden öğrendiği kubbeyi” İslami mekâna mükemmelen adapte ederken, bağnazlık aklının ucundan geçmemiştir. Ama maalesef aynı Osmanlı bir dönem, Ayasofya gibi tarihi binalardan aldığı, ama artık camilerin olmazsa olmazı haline gelen kubbeyi, yeni yapılacak kiliselere yasaklama cüretini gösterebilmiştir. Bir önceki kültürel alt yapıyı oluşturan Selçuklu eserleri ile bazı Osmanlı yapıtları arasındaki fark ise, bu işi bilenlerce bir bakışta fark edilecek kadar büyüktür. Yani, mirasın devrini hiçbir zaman biçimsel anlamda yorumlamamıştır Selçuklu. Marifeti; günün gereklerini ve olanaklarını en üst düzeyde kullanmakta ve o günün yaşam tarzına ve icaplarına en iyi şekilde cevap vermekte aramıştır. Elbette aradığını bulmuş ve bu marifetin de sahibi olmuştur. Taklitçilik, Eklemecilik Yoz taklitçiliğe başka örnek yok mudur mimarlık tarihinde? Elbette vardır. Örneğin; cebi para gördüğü andan itibaren, Avrupa’nın kültürsüz kesiminden gelip Amerika’yı oluşturan göçmenlerin, eski vatanlarından “akılda kaldığı kadar görsel değerler”, mimariye taşınmaya başlamıştır. Bir Yunan mabedinden alınan giriş kapısının ve bilmem ne sarayından biçimsel aşırma pencerelerin oluşturduğu, film dekoru gibi duran, kallavi bir ön cepheye ilaveten, maksat merdiven olsun gösterişi; görgü yoksunu, sonradan olma Amerikalı burjuvayı tatmin eder olmuştur. Bu davranışın Beyaz Saraya kadar uzanan izleri, tarihe tanıklık etmektedir. 50 Ünlü “If I were a rich man” diye başlayan “Eğer zengin olursam, hiçbir yere çıkmayan bir merdiven yapacağım evime” sözleri ile hatırlanan Amerikan şarkısı, bu görgüsüzlüğün topluma yansıması ve şirin itirafı olmuştur. Ve “eklektik” yani oradan buradan eklemecilik tarzı olarak anılan bütün bu yapılar, kültür tarihi açısından, sosyal oturmamışlığın patolojik yansımaları olarak mimarlığın tarihsel sürecinde yerlerini belirlemiştir. Çağdaş Örnekler Peki, kültürel çağrışımlarını koruyan fakat çağdaş örnekleri hiç mi yaşamadı mimarlık tarihi? Elbette yaşadı ve yetmişli yıllardaki Japon mimarlığı buna en güzel örnektir. Gerçekten Japon kültürünün ruhunu bir kilometreden yansıtan ama sapına kadar modern çözümler ve fonksiyonlar içeren örneklerle yeni mimarlık, bence o yıllarda şaha kalkmıştı. Daha sonra “globalizm” değirmeni içinde öğütülen Japon mimarlığının günümüzde, “artık birbirimizden hiç farkımız yok!” noktasına geldiğini üzülerek söyleyebilirim. Amerika’dan Japonya’ya sıçrarken, hakkını yemeyip Avrupa’dan da Le Corbusier’e değinmek gerektiğine inanıyorum. Aynı çağda Amerika her şeyi ahşapla çözerken, hatta, Avrupa’da modadır diye aynı ülkede; Eisenman, Richard Meier gibileri kendi ahşap yapılarını beton rengine boyarken ve o yıllarda bazı hocalarımız hala o binaları renginden ötürü beton sanırken, bu özentiyi yaratan ustanın da bir Mimar Sinan hayranı olan Le Corbusier olduğunu itiraf etmek gerek. Mimarlığın yanı sıra; ressam, heykeltıraş, endüstri ürünleri tasarımcısı ve şehir plancısı idi. Ona sunulan İstanbul’u planlama önerisini, “dokunmaya kıyamam” diye reddetmesi, hem âlicenaplığı hem de pişmanlığı olmuştur. Evet, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ama “yiğittir ne halt etse yeridir!” diyecek halimiz de yoktur. Bir Ronchamp kilisesi, tasarımın doruklarına yükselirken, bence daima sağlık endişesi taşıyacak olan, hiçbir yön kaygısı içermeyen betonlaşma örneği Unite d’habitation (Konut Üniteleri) ve uygulanan veya uygulanmayan benzerleri de sabıkası olabilmektedir. Dediğim gibi, betonu abartmadığı, apartman bloklarında olduğu gibi kuş kafesine çevirip tepemize çıkartmadığı sürece, kuşkusuz büyük mimardır. Aynı şekilde Kenzo Tange, 1964 Tokyo Olimpiyat stadında, anlatmaya çalıştığım kimlik ve çağdaşlık fışkıran nedenlerle mimarlığın zirvesine tırmanırken, gökdelen projelerinin çoğunda, aniden ticari kaygıların esiri olabilmekte ve yine yön, DOSYA iklim ve maliyet gibi kaygıları hiç taşımadan, teknik sınırları aşırı zorlamakta ve dolayısı ile sıradanlaşabilmektedir. Diğer taraftan F.L. Wright da, ünlü Şelale Evi, Taliesin West yani kendi atölyesi ve Guggenheim Müzesi gibi onca başarının ardından, örneğin Tokyo Imperial Hotel projesinden çok mu gurur duyardı emin değilim. O yüzden, Mimarlar ve projeler arasında; bir lider veya yüzde yüz başarılı proje aramak yerine, yargılama ve olumlama faktörlerimizi gözden geçirmeliyiz ilkin... Bunlara benzer bir zihin süzgecini Sinan ustaya uyarlamaya kalktığımızda ve “hangisi yakışmadı?” diye sorduğumuzda çok zorlanıyoruz. Çünkü o büyük usta, form ve fonksiyonu daima örtüştürmüş, doğal faktörleri ve onlara karşı önlemleri daima dikkate almış, canım istedi şımarıklığında ne bir ilave ne bir eksiltme yapmış, tekniğin uç noktasında dolaşabilirken estetiğin de doruklarına ulaşabilmiştir. O yüzden örneğin Selimiye Camii, belki de insanlık tarihi boyunca, en güzel, en doğru, en başarılı mimarlık yapıtı olarak anılmayı hak edecektir. Darısı hepimizin başına!.. Hayli eskilere gittik farkındayım. Peki, 20. Yüzyıl ikinci yarısında yozlaşma sürecine girilmesi ve 21.yüzyılın aşırı globalleşmesi, Türkçesi, kimliksizleşmeyi hazırlaması, mimarlığa ne kazandırdı ne kaybettirdi? Dört usta olsun sayamayacak mıyız yoksa torunlarımıza!.. Bence temel soru, işte bu… Buraya kadar anlattıklarım, işin hamasi yanı. Diğer taraftan şu olguyu da göz ardı edemeyiz. Artık Dubai’nin sembolü olarak anılan Burj-el Arab otelinin çağdaş olmadığını kimse söyleyemeyeceği gibi, bir acayip dekorasyonu hariç, mimarisinin Arap kültüründen etkilendiğini de kimse iddia edemez. Fakat bundan böyle, o toplumun bugününü ve yarınlarını tanımlayan üç boyutlu bir kültür ögesidir artık... Belki de bu konuda “maalesef!” demek gerekecektir. Çünkü buna kültürel yozlaşma veya kimliksizleşme de diyebiliriz. Ama tarihi Arap geleneğinin ve tarihsel birikiminin çağdaş yorumu, asla!.. Bir kültür ancak iç dinamikleri ve toplumsal gelişiminin sonucunda elde ettiği çağdaş anlayış ile; kendisini, kendisine yakışır biçimde ifade edebilir, yani dışa vurabilir. Gerisi öykünmedir, özentidir. Tarihsel süreçte ise, sadece alay konusudur. Bizden, tersine bir önek olarak, yani batıdan değil bu kez kendi geçmişimizden taklit adına; ille de kubbeli ve Osmanlı çağrışımlı olacak diye Ankara’da inşa edilen kötü Osmanlı kopyasını verebiliriz. Koskoca Kocatepe Camiinin, hiçbir hakkaniyetli mimarlık tarihinde “seçkin bir eser” ola- rak yer alamayacağı bellidir. Buna karşılık, Vedat Dalokay’ın ellili yıllarda aynı yer için yaptığı projesi, ülkemizde reddedilmiş ama aynı temel form ve yaklaşımda benzeri, Pakistan’ın İslamabat kentinde yetmişli yıllarda Kral Faysal camii olarak inşa edilmiştir. Ve artık o ülkenin sembolü olarak kendi kültür tarihindeki yerini de dünya cami literatüründeki haklı yerini de çoktan almıştır. Yani, kültürel çağrışımlar gündeme geldiğinde, eskiye kopya derecesinde benzemenin tehlikeleri göz ardı edilmemeli, var olan kültürün temel amacının; geleceğin kültürünü esir almak değil sadece ona sağlam bir taban oluşturmaktan ibaret olduğu unutulmamalıdır. Şöyle bir güncel benzetme yapabiliriz: Bir otomobil fabrikasındaki onca malzeme ve teknik donanımın görevi, sadece mevcut modellerin imalatı için değildir. Esas amaç; üretimin “kendisini taklitle” son bulmaması için, mevcut deneyimi ve estetiği altyapı olarak kullanan, fakat onların ötesinde, “gelecek beklentilerini” karşılayan yepyeni modellerin oluşturulmasıdır. Kültürel Değerler Şunu bilmek gerekir ki kültürel değerler de canlı bir organizmadır. Değişmez kurallardan değil, güncel yaşamda özünü korumaya çalışarak devinen bir değerler bütününden söz edebiliriz kültür adına. Olması ve korunması gereken, elenmiş ilişkiler yumağıdır o değerler. Taklit yolu ile değil, ancak üzerine bir şeyler katarak, geliştirerek, çağdaş yorumlarla aktarabiliriz gelecek kuşaklara… Kültür adına tahakküm yaratmak, mimarlıkta anıtsallık adına insani ölçekleri kaybetmek, en büyük tehlikesidir kültürel öykünmenin. Ürkütmeyen, huzur veren mekân, alçak gönüllü, insan ölçeğinde ve eşitlikçi yaşam, hem dini hem de ahlaki özümüzü oluştururken, bunu tamamen unutup, kültürel değerlere atıf yaparak yani biraz da suçu haksız yere onlara atarak, görkem ve gösteriş peşinde koşmak, ne mimara ne insana yakışır. Ülkesinin değerlerini özümsemiş, yaşam ve düşün tarzını benimsemiş kişilerin, çağdaş olanakları kullanarak inşa edecekleri yapıların, o ülkenin gerçek malı olacağından ve kültürünü geleceğe başarı ile taşıyacağından şüphe etmemek gerekir. Atalarımızın mirası, sadece görsel ve resimsel anlamda yani kılıf ölçeğinde ele alınmamalıdır. Özetle; o yapıların “kendisini çağının ötesine taşıyan kurgusundan” ilham alınmalı, yani geriye değil ileriye referans verecek çözümlerinin, kültürümüzün köşe taşları olması gerektiğine inanılmalıdır diye düşünüyorum. 51 PROJE/UYGULAMA KONYA BİLİM MERKEZİ 52 Serap ERDOĞAN “En büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır” onya Bilim Merkezi, bilimin eğlenceye açılan kapısı… Konya Bilim Merkezi serüveni; 2008 yılında Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Tübitak Bilim ve Toplum Proje Destek Programı 4003- Bilim Merkezi Kurulması çağrısına başvurması ile başladı. 16 Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan yarışma sonucunda, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin projesi “Tübitak Destekli İlk Bilim Merkezi” olma yolunda ilk adımlarını attı. Yaklaşık 100.000 m2 alan üzerine inşa edilen Konya Bilim Merkezi; 26.248 m2’lik kapalı alanı, 6100 m2’lik sergi alanı ve 1000 m2’lik eğitim birimleri ile Türkiye’de ilk uluslararası çaptaki özelliklere sahip bilim merkezidir. Konya Bilim Merkezi size unutamayacağınız eğlenceli bilimsel deneyimler sunmak için, 26 Nisan 2014’de büyük bir şenlikle kapılarını bilim gönüllülerine açmış bulunmaktadır. Konya’da Bilim Merkezi kurulmasına dair proje sözleşmesinin imzalanması ile başlayan süreçte, öncelikle 20.03.2009 tarihinde ‘‘Konya`da Kurulacak Bilim Merkezine ait Proje ve İhale Dokümanlarının Hazırlanmasına İlişkin Hizmet Alımı İşi‘‘ ihalesi yapıldı. Fiyat dışı unsurlarla yapılan ihaleye 13 firma tasarım- K Mimar (Konya Bilim Merkezi Proje Yürütücüsü) Konya Büyükşehir Belediyesi, Emlak Yönetimi Dairesi Başkanlığı, Kentsel Dönüşüm Şube Müdürü ları ile katıldı. Bu ihale sonucunda A Proje’nin çalışması uygun bulunarak sözleşme imzalandı. TÜBİTAK’la yapılan protokol gereği proje safhasından inşaatın tamamlanıp deney düzeneklerinin kurulması ve denetimi gibi işlemler TÜBİTAK ile birlikte yürütüldü. Yine bu kapsamda Konya’da kurulacak Bilim Merkezine ait inşaat kontrollüğü/danışmanlık hizmet alım işi 19.02.2010 tarihinde ihale edilerek çalışmalara başlandı. Tümaş Türk Mühendislik Müşavirlik Ve Müteahhitlik A.Ş. tarafından inşaat kontrollüğü tamamlanmış olup, sergi düzenekleri takibi süreci halen devam etmektedir. “Konya Bilim Merkezi İnşaatı“ ihalesi 10.08.2010 tarihinde yapılmış ve ihale sonucunda Komyapı & Atlas Adi Ortaklığı ile sözleşme imzalanarak 17.12.2010 tarihinde inşaata başlanmıştır. Konya-Ankara karayolu üzerinde, havaalanının karşısında bulunan Konya Bilim Merkezi; heybetli ve farklı mimarisi ile sizi cezbedecek, uğramadan geçemeyeceğiniz büyük bir komplekstir. Birbirine köprülerle bağlanan Planetaryum, Ana Bina, Seyir ve Gözlem Kulesi olmak üzere 3 ayrı binadan oluşan Konya Bilim Merkezi, size unutamayacağı- PROJE/UYGULAMA nız eğlenceli bilimsel deneyimler sunacaktır. Ana binada sizi; sergi alanları, eğitim atölyeleri, kongre salonları, kütüphaneler, hediye satış birimi ve kafeterya karşılayacaktır. Bilim merkezi arazisi Ankara-Konya karayolu üzerinde, Konya şehir merkezine 25 km uzaklıkta, Selçuklu İlçesi, Ankara caddesi, Büyük Kayacık Mahallesi sınırları içinde, mülkiyeti Konya Organize Sanayi Bölgesine ait 99.347 m2 büyüklüğünde; 28-S-1.4 pafta, 14436 ada ve 1 parselde olup, bu arazi bilim merkezinin kurulması için Konya Büyükşehir Belediyesine tahsis edilmiş ve bu konudaki tüm yasal prosedürler tamamlanmıştır. Hızlı tren hattı Ankara-Konya karayoluna paralel bir güzergâh izlemekte ve bilim merkezi arazisinin yer aldığı kavşakta ise hızlı trenin bir istasyonu bulunmaktadır. Arazinin yapılaşma koşulları, diğer bir deyişle imar planı koşullarına göre toplam inşaat alanı değeri, şu anda hizmet veren bilim merkezi binası toplam alanından büyüktür. Arazi bu anlamda bilim merkezinin daha sonraki gelişme alanlarını da Resim 1. Konya Bilim Merkezi. kapsamakla birlikte, bu aşamada tasarım, ekli ihtiyaç programında tanımlı yaklaşık 26.248 m2 kapalı alana sahip bilim merkezi ve dış mekân aktiviteleri dikkate alınarak, gelişme alanları lekeleri bırakılarak tüm çevre düzenlemesi ile birlikte tamamlanmıştır. Resim 2. Konya Bilim Merkezi Vaziyet Planı. Resim 3. Konya Bilim Merkezi Giriş Cephesi. 53 PROJE/UYGULAMA Resim 4. Konya Bilim Merkezi Ana Bina İç Mekan. Resim 5. Konya Bilim Merkezi Girişi. Resim 6. Konya Bilim Merkezi Zemin Kat. Resim 8-10. Konya Bilim Merkezi Sergi Alanları. Resim 7. Konya Bilim Merkezi Hediyelik Eşya Satış Birimi. Tasarım Kriterleri ve Fonksiyonların Tanımı Ulaşım/Erişim; Planlama aşamasında, ziyaretçilerin bireysel veya grup olarak bir program dahilinde otobüslerle bilim merkezine ulaşabilecekleri düşünülmüştür. Bu nedenle dış mekan düzenlemelerinde belli bir organizasyon dahilinde grup olarak bilim merkezini ziyaret edecek ziyaretçilerin 54 giriş ve otopark alanları ile diğer bireysel ziyaretçilerin giriş ve otopark alanları ayrı olarak düzenlenmiştir. Giriş; Bina girişi görkemli, belki bilim merkezinin simgesini taşıyacak zengin bir mekân olarak düşünülmüş, gelen ziyaretçileri ilk anda etkileyen hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir özelliğe sahip, ziyaretçilerin rahat dolaşımına imkân vermektedir. Bilet satış gişeleri, bekleme alanları, vestiyer ve/veya vestiyer dolapları(kilitlenebilir)/odaları, resepsiyon-yönlendirme bankosu gibi fonksiyonları içinde barındıran giriş kalabalık grup ziyaretçilerin sıkışıklık olmadan bekleyebilecekleri, aynı zamanda kutlama, resepsiyon, tören gibi faaliyetlerin yapılabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasına uygun bir mekan olarak da düzenlenmiştir. Hediyelik Eşya Satış Birimi; Bilimsel oyuncaklar, deney setleri, kitaplar, bilim merkezini simgeleyen hediyelik eşyaların satıldığı bir mekân olarak düşünülmüştür. Bu satış birimi, binanın erişilmesi kolay bir yerinde olup, biletsiz olarak da gezilebilmektedir. PROJE/UYGULAMA Sergi Alanları; Binaya yerleştirilecek sergilerin mekân gereksinimlerine ilişkin bilgiler ihtiyaç programında verilmekle birlikte, bu sergilerin de eskime, popülaritesini-cazibesini yitirme vb. sebeplerle ki bu sürenin 5-7 yıllar arasında olabileceği öngörülmektedir; değiştirilebileceği/yenilenebileceği düşünülerek, sergi alanları esnek ve bölünebilir yapıda düşünülmüştür. Sergi alanlarında yer alacak tüm sergiler etkileşimli (interaktif) özelliğe sahip olacak, ziyaretçiler anlatılan olguları dokunarak, oynayarak, deneyerek öğrenebileceklerdir. Bu anlamda sergi alanlarının oldukça yoğun ve hareketli mekânlar olacaktır. Sergiler 7 ana tematik başlıktn oluşmaktadır. Bunlar; • Dünyamız sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 34 adet sergi düzeneği bulunmaktadır. Sürekli Değişen Dünya (Depremler, Dünyanın katmanları, Kıta hareketleri, Volkanizma), Enerji kaynaklarımız (Rüzgâr, Kömür, Su ve Güneş) ve Anadolu Coğrafyası (Çevremizde yaşayan canlılar ve bitki türleri) hakkında merak ettiğiniz her şeyi burada görebilirsiniz. • Vücudumuz sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 31 adet sergi düzeneği bulunmaktadır. Hayati Sistemler, Hücreler (Vücudun yapı taşları, Genetik, Klinik) ve Biyomedikal Laboratuvar sizlere vücudumuz ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi bu sergi galerisinde deneyimleme ortamı sunacaktır. Sergi galerisinin temel amacı; katılımcıların, insan vücudundaki sistemleri tanımaları ve bu sistemlerde yer alan organların sağlıklı bir şekilde hayatta kalmaları için yerine getirdikleri her birine özgü görevlere aşina olmalarını sağlamaktır. Katılımcılar bu galeride vücutlarında hastalık risklerini azaltan, sağlıklı olmayı sağlayan alışkanlıklar ve seçimler hakkında da bilgi sahibi olurlar. • Temel Adımlar sergisi, üç ana temadan oluşmakta, bu üç ana temada toplam 27 adet sergi düzeneği bulunmaktadır. Matematikten biyolojiye, fizikten kimyaya tüm temel bilimleri keşfedebileceğiniz eğlenceli ve aynı zamanda eğitici alanlar oluşturulmuştur. Sergi galerisinin temel amacı; katılımcının doğada meydana gelen olayları gözlemlemesini ve bunların arkasındaki bilimsel ilkeleri anlamasını sağlamaktır. • Bilimin Sultanları sergisi, dokuz ana temadan oluşmakta, bu dokuz ana temada toplam 55 deney düzeneği bulunmaktadır. Uçuş Bölümü, Su Yükseltme Sistemleri Bölümü, Eğlenceli Teknoloji Bölümü, Matematik- Sanat ve Mimari Bölümü, Astronomi Bölümü, Tıp ve Cerrahi Bölümü, Beytülhikme Bölümü, Optik Bölümü, Muhteşem Kâşifler ve Keşifler Bölümü ile müslüman âlimlerin; uçuş ilkelerini keşfettiği, görme kuramını tanıdığı, günümüzde kullandığımız sayı sistemleri ile trigonometriyi geliştirdiği ve nicel kimyada öncü rol oynadığı önemli bilimsel gelişmelerin yaşandığı altın çağı deneyimleyerek yaşayacaksınız. Ayrıca lobide yer alan • “Lazer” ve açık havada bulunan, • “Osmanlı Güneş Saati, Yıldız Havuzu, • Usturlap ve • Minia Selçuklu” sergileri ziyaretçileri ağırlamaya devam etmektedir. Bununla birlikte 7 tematik sergiden olan, “Evrenimiz, Ben ve Benim Dünyam, Konya’nın Dünü ve Bugünü, Yeni ufuklar” sergileri zaman içinde sizi karşılayacaktır. Eğitim Birimleri; Konya Bilim Merkezi Eğitim Alanı yaklaşık 1000 metrekarelik bir alandan oluşmaktadır. TÜBİTAK tarafından KG Mimarlık’a yaptırılan tasarım sürecinin tamamlanması ile ihale sürecine geçilmiştir. Tasarımı ile Dünya’da bir ilk olma özelliği taşıyan eğitim alanı; 7 ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Fizik Laboratuvarı, Matematik ve Teknoloji Laboratuvarı, Yaşam Laboratuvarı, Minik Mucitler Atölyesi, Tasarım Atölyesi, Amfi-Gösteri, İnceleme-Gösteri alanlarıdır. Bu alanda bulunan atölye ve laboratuvarların içinde bulunan teknik cihazlar ve fiziksel yapıları, uzman bir ekip tarafından Konya Bilim Merkezi için özel olarak tasarlanmıştır. Klasik eğitim ortamlarından farklı bir mimari yapısı olan Eğitim Birimleri Yakın zamanda kendi yerinde aktif olarak hizmet verecektir. Bu alanlar; hücreden atoma, makrodan mikroya her şeye keyifle dokunabileceğiniz, eğlenerek tasarımlar yapabileceğiniz alanlardır. Resim 11. Konya Bilim Merkezi Sergi Alanları Mekanları. 55 PROJE/UYGULAMA Resim 12. Konya Bilim Merkezi Restoran, Cafe, Sergi Alanları Mekânları. İdari Birimler; Bilim merkezinin yönetim ve işletimiyle ilgilenen birimlerdir. Bu birimler müdür, müdür yardımcısı, sekreter, memurlar, temizlik elemanları vb birimleri kapsar. Konferans salonları; Konferans salonlarının, gerek doğrudan bilim merkezindeki aktivitelere yönelik olarak ve gerekse de bilimsel- kültürel amaçlı faaliyetler için dışarıdan kullanımlara açık mekanlar olarak kullanılmaktadır. Üyelik Sistemli Özel İlgi Laboratuvarı ve Atölyesi; Kişilerin özel ilgileri doğrultusunda üyelik sistemiyle yararlanabilecekleri araştırmalarını ve Resim 13. Konya Bilim Merkezi Zemin Kat Planı. 56 calışmalarını yapabilecekleri kapsamlı bir laboratuar ve atölye ile birlikte bunlarla ilişkili mekânlar olacaktır. Bilim Kütüphanesi ve Okuma salonları; Öğretim ve araştırmalara ait literatür ve diğer değişik yayınları sunan bu bölüm daha çok dijital bir kütüphane olarak düşünülüp, dijital bir veritabanı ile binlerce bilimsel multimedya ürünü sunulabilir bir alan olarak tasarlanmıştır. Genel Mekânlar; Restoran ve cafe mekânları; bilim merkezine gelen ziyaretçilerin ziyaret sırasında ara verme–dinlenme-ihtiyaç gidermek amaçlı kullanılabileceği gibi, bilim merkezinin biletsiz ulaşılan bölümlerinden erişim sağlanarak gerektiğinde dışarıdan kullanıcıların da bu mekânları kullanmalarına imkan tanınmaktadır. Tıbbi müdahale mekanı, bebek bakım odası, ibadethane mekanları, özelliklerine uygun olarak bina kompleksi içinde konumlandırılarak tasarlanmıştır. Teknik üretim bakım ve kurulum atölyeleri; bilim merkezine ait sergi malzemelerinin, gerektiğinde dışarıdan yardım almaksızın kendi bünyesi içinde onarılmasına, bakım görmesine olanak sağlayacağı, yeni gelen sergilerin açılıp kurulabileceği ve tasarımı bilim merkezinde yapılan sergilerin üretiminin yapılabileceği mekânlardır. Teknik Servisler - Depolar; Teknik servisler binanın elektrik-mekanik işletmesi, ısıtma, havalandırma merkezi, jeneratör, trafo, pano odası, malzeme deposu, bina operasyon ofisi+ dinlenme odası, rüzgar enerji santralı ve güneş panelleri ile ilgili mekanlar olup, bu mekanlar gerektirdikleri özelliklere uygun olarak bina kompleksi içinde konumlandırılarak tasarlanmıştır. Lavabo, WC, Temizlik Odaları vb.; Binadaki tuvalet mekanları fonksiyonlar ve ziyaretçi/ kullanıcı yoğunluğu dikkate alınarak bina içinde ve/veya dışında gerekli sayı ve sıklıkta tasarlanmıştır. PROJE/UYGULAMA Resim 14. Konya Bilim Merkezi 1. Kat Planı. Resim 15. Konya Bilim Merkezi 1. Kat Planı. Planetaryum Planetaryum (gezegen evi), çeşitli gök cisimlerini ve onların uzay boşluğundaki hareketlerini bir seyirci topluluğuna izletebilmek için özel olarak tasarlanmış bir sinema salonu olarak tarif edilebilir. Ancak, bu salonun yansı (projeksiyon) aracı klasik bir sinema makinesinden çok daha karmaşıktır. Tamamen astronomi amaçlı olarak tasarlanmış opto-mekanik bir cihazdır ve salonun tam ortasına konuşlandırılmıştır. Salonun perdesi ise yarım küre biçimli bir kubbe-ekrandır. Kurgulanmış bir senaryo çerçevesinde yansı aracının ürettiği astronomik görüntüler, karanlık salonun kubbesinin iç yüzeyine yansıtılarak, koltuklarında oturan izleyicilere uzay boşluğunda gezinti yaptıkları hissi verir. Planetaryumlar temel bilimler(fen) eğitimi bağlamında vazgeçilmez bir yeri olan astronomiye görsellik kazandırmak ve popülarize etmek adına ideal ortamlardır. Çünkü tasarlanmış farklı senaryoları tamamen bilimsel temellere dayalıdır ve izlenen gök cisimlerinin gerçek doğasını yansıtacak şekilde kurgulanır. Gözlem Kulesi Kapalı sergi alanları içinde yer alacak uzay ve gökbilim ana teması altında ziyaretçilerin öğrendikleri Resim 16. Planetaryum. bilgilerin bir kısmını gözleyebilecekleri, tasarlanacak bilim merkezi yapısında görsel olarak en yüksek noktayı oluşturacak, belki de yapı olarak bilim merkezi için simgesel bir özellik taşıyabilecek bir mekân olarak planlanmıştır. Gök cisimleri ve olaylarının izleneceği bu mekânda açık ve kapalı 57 PROJE/UYGULAMA Resim 17. Gözlem Kulesi. mekânlar bulunmaktadır. Gözlem kulesi ve seyir terası ile birlikte toplam 150 m2’lik bir alana sahiptir. Binaya Ait Teknik Özellikler Konya Bilim Merkezi; Ana Bina Planetaryum binası ve Gözlem Evi binalarından oluşmaktadır. Binalar iki adet çelik köprü ile birbirine bağlanmaktadır. • Jeodezik kelime anlamı latince bir kelime olup dünyayı bölen anlamına gelmektedir. Jeodezik çizgileri kullanarak bir küre yüzeyine atanan noktaları birleştirme fikri yüzeyi üçgenlerden oluşan jeodezik kubbelerin doğmasına sebep olmuştur. Resim 18. Konya Bilim Merkezi Ana Bina, Çelik Köprü Bağlantılı Planetaryum ve Gözlem Kulesi. 58 KBM Türkiye’de bu sistemle yapılmış en büyük projedir. • Ana bina jeodezik kubbe yarıçapı 55 metredir. 110 metre açıklığı, iki boyutlu olarak üçgen karolajlarla mesnetsiz olarak geçilmiştir. Ana Bina Makası Üç boyutlu (uzay kafes) olarak tasarlanmıştır. • Yapısal çelik sınıfı olarak S355JR (St52) Kalite çelik kullanılmıştır. • Çelik Birleşimleri Yüksek Mukavemetli (8.8 ve 10.9) bulonlu ve kaynaklı (imalat ve şantiye) birleşimlerle yapılmaktadır. • Kaynak Özellikleri: Örtü Tipi: Bazik Akma Dayanımı:460 N/mm2 • Proje kapsamında; ICOSA Çelik olarak 1300 ton çelik malzemesi, 6000 ton İnşaat Çeliği 65000 m3 beton malzemesi kullanılmıştır. • Çatı Kaplama sisteminde, ısı köprüsünü engellemek amacıyla özel termal yalıtkan ayak, cephe kesitinde oluşacak yoğuşmayı engellemek amacıyla lamide edilmiş keçe, bina estetiğinde kullanılmak üzere son katman olarak Nano teknoloji özel Alüminyum Panel Kaplama kullanılmıştır. • İkincil Çelik konstrüksiyon olarak 400 ton yapısal çelik malzemesi kullanılmıştır. • Çatı kaplamanın su izolasyonu Alman patentli bemo sistem tarafından yapılmıştır. • Ana Bina betonarme döşeme uzun açıklıkları rahat geçmek amacıyla 1 m yüksekliğinde kaset döşeme olarak tasarımı yapılmış olup, bina girişinde bulunan üç adet blokta, çelik konstrüksiyon yerine montaj imalatında vinç ve montaj elemanlarını taşımak üzere 1,2 m yüksekliğinde özel kaset sistemi tercih edilmiştir. • Ana Bina basınç halkasına ve giriş ICOSA Sistem’e mesnet oluşturan iki adet mahmuzda özel imalat donatı çeliği ve C45/55 kendiliğinden yerleşen (Visko) beton kullanılmıştır. • Bina temeline 1071 adet 25 m uzunluğunda 1 m çapında olmak üzere toplam 26775 m uzunluğunda kazık sistemi uygulanmıştır. • Uygulanan kazık imalatında 500 doz kendiliğinden yerleşen (visko) beton ve 2500 ton inşaat çeliği kullanılmıştır. • Planetaryum binası, yarıçapı 10,81 m olan tam küre formundadır. • 43 m yüksekliğindeki Gözlem Evi Kayar kalıp sistemi ile imal edilmiştir. • Projede yer alan İki Adet köprünün toplam ağırlığı 140 tondur. • Bahçe sulama sisteminde yağmur suyundan yararlanmak amacıyla iki adet 600m3’ lük su deposu inşaa edilmiştir. • Proje genelinde bulunan peyzaj alanlarının alt yapısında özel tünel tipi delikli drenaj boruları kullanılmıştır. PROJE/UYGULAMA Resim 19-21. Konya Bilim Merkezi Strüktür ve Cephe- Çatı Kaplama Detayları. • Bina çevresinde bulunan yürüme alanlarında toplam 27000 m2 kaplama malzemesi bulunmaktadır. • Konya Bilim Merkezi cam cephe doğramasının yarım daire alanın bir parçası güneş pilleri ile donatılarak STC standartlarına göre 11-12 kW güç üretilmesi düşünülmüştür. • Bina peyzajında yer alan güneş tarlası ile toplamda güneş pili sistemi ile 34 KW lık bir enerji elde edilmesi düşünülmektedir. • Bilim Merkezi bahçesine rüzgârgülü ile elektrik elde etme sistemi konumlandırılacaktır. • Ana Bina, Planetaryum ve köprülerde 665 adet RGB Led’ler kullanılarak yapılacak dış aydınlatma sistemi binaya görsellik kazandırılacaktır. • Kış aylarında binanın açıkta bulunan kısımlarındaki yürüyüş alanlarında ve köprülerde kar-buz engelleme sistemi kurularak konforun arttırılması sağlanacaktır. • Konya Bilim Merkezi Konya’da bu büyüklükte ilk defa yeşil bina örneği olarak Konya’da yükseltmektedir. Konya’nın çehresini değiştirecek olan bina özellikleriyle ilkleri barındırmaktadır. • Bina mimari olarak özelliklerinin yanı sıra mekanik sistemler olarak yeşil bina örneğini oluşturmaktadır. • Yeşil bina LEED Sertifikasyonu özelliklerini sağlayan tasarımlar ve sistemler barındırmaktadır. • Konya’da ilk defa su kaynaklı ısı pompa sistemleri kullanılmaktadır. Bu sistemde cihazlar düşük sıcaklıkta yüksek verim sağlayarak enerji tasarrufu sağlamaktadır. Sistem su ile iletilen enerjiyi havaya aktararak binanın ısıtma, soğutma ve havalandırma ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Resim 22. Konya Bilim Merkezi Cephe Kaplaması ve Çelik Köprü Bağlantısı. 59 PROJE/UYGULAMA Resim 23. Konya Bilim Merkezi Planetaryum ve Çelik Köprü Bağlantısı. Resim 24. Konya Bilim Merkezi Gözlem Kulesi veÇelik Köprü Bağlantısı. • Konya Bilim Merkezi’nde ısıtma sisteminin ana kaynağı doğal gaz ile çalışan inverter teknolojisini içinde barındıran kondenzasyon kazanlarıyla sağlanmaktadır. İnverter teknolojisi enerji tasarrufunun yanı sıra sistemin özelliklerini tam olarak yansıtmasını sağlamaktadır. • Binanın soğutma sisteminin ana kaynağı soğutma kuleleriyle sağlanmaktadır. Aksiyal fanlı soğutma kuleleri binanın ihtiyacı olan soğutulmuş su kaynağıdır. Yapılmakta olan sistem düşük sıcaklık değerleriyle enerji tasarrufu ve yüksek verim elde edilmesini sağlamaktadır. Bu sistemi binanın yeşil bina (LEED) özelliklerini tamamlayan unsurlardan birisidir. • Ayrıca binanın yangına karşı önleme konusunda ileri aşamalar bulunan sistemler mev60 cuttur. Yangın algılama ve önleme konusunda bina yapısına uygun çözümler sunmaktadır. Bina ana yapısı çelik çatı kapladığından dolayı çeliklerin özelliklerin uygun olarak yangına karşı dayanımlı boya kullanılmaktadır. Çeliğin yapısından kaynaklanan ısı iletimini önüne geçmek ve engellemek için özel sprinkler sistemleri bulunmaktadır. • Binanın yapısına uygun şekilde özel imalat hava kanalları ile konfor şartlarını sağlayacak ısı yükü ve soğutma yükleri taşınmaktadır. Bu sistemleri sağlayan SMACNA standartlarına göre uygulanan hava kanalları konfor, rahatlık taze hava ihtiyaçlarını en iyi şekilde sağlamak için tasarlanmış ve uygulanmaktadır. • Konya Bilim Merkezi özellik olarak ilkler arasında bulunduğu için binanın işletim amacına uygun olmasını sağlamak için Bina Yönetim Sistemi (BYS) ile standartların üstünde donanım sağlamaktadır. Bina Yönetim Sistemiyle tek noktadan binanın sistemsel olarak kontrolü sağlanmaktadır. Bu ziyaretçiler ve çalışanlar için konfor şartlarını en üst düzeyde tutmaktadır. Bina Yönetim Sistemi dışında cihazlar kendi sistemleri sayesinde kontrol, konfor ve optimizasyon sağlamaktadır. Bu durum binanın özelliklerine uygun çözüm kolaylıkları sağlamaktadır. Binanın merkezi kontrolüne karşın kendi içinde yerel veya bölgesel sistem çözümlerini de barındırmaktadır. Isı pompalarının bulunduğu mahallerin konfor sıcaklıklarını mahal içinden yönetmek de mümkün olacaktır. Mahal içinde konforu sağlamak için kullanılacak termostatlar hem cihaz içindeki fanları hem de gelen olan akışkanın debisini ayarlayacak şekilde dizayn edilmiştir. • Konya Bilim Merkezi ziyaretçileri için hazırlanmıştır. İşletim aşamasında gelen ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeşil bina özelliklerini koruyan ürünler bulunmaktadır. Bu ürünler insanların tabi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik özellikler sağlamasına karşın kullanılan armatür ve yardımcı ürünleri ihtiyacı en tasarruflu şekilde sağlayacak sistemler kullanılmaktadır. • Binanın enerji tasarrufuna uygun şekilde kullanılan pompa, brülör v.b ürünler yeşil bina özelliğini sağlayan inverter teknolojisini içinde barındırmaktadır. İnverter teknolojisi ihtiyaca göre enerji ve istenilen enerjiyi en iyi şekilde sağlamak için kullanılmaktadır. • Bina özellikleri açısından görsel güzelliklere sahip gözlem kulesi konfor şartlarını sağlamaktadır. Binanın ihtiyacını sağlamak için elektrikli yerden ısıtma sistemleri kullanılmaktadır. Bu sistem konfor şartlarını en uygun şekilde sağlayacak dizayn ve ürünleri bünyesinde bulundurmaktadır. Elektrikli yerden ısıtma sistemi mahal içinden bağımsız PROJE/UYGULAMA kontrol edilebileceği gibi Bina Yönetim Sistemi tarafından da kontrol edilebilecek dizayn şartlarını sağlamaktadır. • Konya Bilim Merkezi kapalı alanları dışında gezilebilir dış hava sergi alanlarını da içinde barındırmaktadır. Bu alanların alt yapısı LEED sertifikasına uygun olmakla birlikte Bina Yönetim Sistemi tarafından kontrol edilebilmektedir. Bu sistem sayesinden en verimli uygulama çözümlerini sağlanmaktadır. Kaynaklar • Resim 1,2,4,13,14,15,18: Konya Büyükşehir Belediyesi Arşivi • Resim 25-35: Tasarım Ofisi A Proje • Resim 3, 5-12,16-24 : Mimaran Yayın Kurulu Resim 25. Bilim Merkezi Zemin Kat Planı. Resim 26. Bilim Merkezi 1. Kat Planı. Resim 27. Bilim Merkezi 2. Kat Planı. Resim 28-31. Bilim Merkezi Kesitler. Resim 32-35. Bilim Merkezi Görünüşler. 61 TEKNOLOJİ KİNETİK MİMARLIKTA CEPHEDE ORİGAMİ VE AKILLI MALZEME KULLANIMI 62 Asena SOYLUK* - Pelin SARICIOĞLU** Giriş Kinetik mimarlık basit olarak binayı oluşturan yapısal parçaların statik bir yapının aksine yapının bütünselliğini bozmayacak bir fonksiyonellik kazanma amacıyla şekil ve konumlarını değiştirecek şekilde tasarlanmasını kapsamaktadır. Statik yapıların günümüzde mimaride esneklik olgusu, geçmiş yıllara oranla daha öne çıkan bir mimari doktrinidir [1]. Bu olgu çerçevesinde, mimari tasarımın, mimarın hayal gücü ve meziyetleri tarafından fizik kuralları çerçevesinde tasarlanmasıyla, teorik veya konseptsel olarak birçok proje ortaya konulmuştur. Başlarda sadece teorik tasarımlardan söz edilmesiyle beraber, 1940’lı yıllara doğru Buckminster gibi yenilikçi tasarımcılarla uygulamada da kinetik mimarlık görülmeye başlanmıştır. Kinetik mimarlığın özellikle mekatronik biliminin gelişmesine paralel olarak yol aldığı söylenebilir. Bu noktada özellikle 20. yüzyılda, kontrol sistemlerinin pnömatik ve elektrikli tahrik sistemlerinin fonksiyonel bir şekilde gelişmesiyle birlikte, ortaçağda kale ve sur kapılarının indirilip kaldırılması gibi öncül kinematik mimarlık örneklerinden günümüzün akıllı kontrol yönetimli dinamik cephe sistemlerine kadar uzun bir yol izlenmiştir. Her ne kadar, kinetik mimarlık örnekler çok eskilere da- 1. * Öğr.Gör.Dr., Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü ** Arş.Gör., Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü yansa da, teknolojik olanaklarla beraber fütürizm akımının da etkisi bu alanda yadsınamamaktadır. 1.1. Kinetik Mimarlık ve Mekanizma Kavramı Kinetik mimarlık felsefesinde, temel olarak yapının mobil yani yer değiştirebilir olması veya yapının dönüşebilir yani bulunduğu yerde biçim değiştirebilir olması göz önüne alınmaktadır. Mobil mimaride hareket, yapı kullanılmadan önce gerçekleşmektedir. Tasarlanan yapı mekânsal ihtiyacın olduğu yere taşınır, kullanılır ve ihtiyaç doğrultusunda yapı tekrar taşınır. Biçim değiştirebilir mimari de ise kinetik kavramı yapının kullanımı esnasında gerçekleşir ve mekan çok boyutlu olmaktadır [1]. Kinetik mimarlığı anlamada, mekanizma olgusunu anlamanın önemi büyüktür. Mekanizma, kuvvet ve hareket iletimi için kullanılabilen rijit cisimlerin rijit mafsallarla birleştirildiği sistemdir. Mekanizmada sistemi oluşturan uzuvlar rijit yapıdadır. Bir mekanizmanın bir strüktürden temel farkı hareket iletme özelliğidir. Diğer farklardan biri ise mekanizma en az 4 çubuktan oluşur ve hareketlidir; strüktür ise en az 3 çubuktan oluşur ve hareketsizdir. Şekil 1’de tipik ve basit bir mekanizmanın uygulanan dış kuvvet neticesinde yer değiştirmesi görülmektedir. TEKNOLOJİ Şekil 1. Tipik bir mekanizma örneğinin kuvvet uygulanması neticesinde şekil değiştirmesi. Şekil 2. Santiago Calatrava metro girişinde kullanılan zemine sabitlenmiş bir tasarım. Yapıdaki kinetik mimarlık tasarımları tasarımcının hayal gücüne bağlı olarak farklı fonksiyonelliklerde ve şekillerde tasarlanabilir. Özellikle açılır kapanır çatı sistemlerini tasarlamada, çok mafsallı mekanizmalar zemine veya bir strüktüre sabitlenmektedir. Santiaga Calatrava’daki bir metro girişinde kullanılan tasarımda, mekanizmada bir çubuk hareketsiz kalmaktadır (Şekil 2). Kinetik mimari ürün ve strüktür tasarlayabilmek için mimarlık,makine mühendisliği ve inşaat mühendisliğinin kesişim noktasında disiplinler arası bir çalışma gereklidir [2]. Kinetik mimarlık fikrinin yapı dışındaki uygulamaları Hollandalı heykeltıraş Theo Jansen’ın hareketli heykel tasarımlarında da kendine yer bulmuştur. Tipik bir mekanizma çerçevesinde malzeme olarak bambu kullanılan tasarımlarda birbirine zıt konumlandırılmış iki adet dört çubuğun kullanılmasıyla oluşturulan tasarımda, iki ayrı mekanizmanın üçüncü bir mekanizma ile koordineli bir şekilde çalışması sağlanmaktadır. Kinetik mimari ile ilgili kullanılan mekanizmalardan biri de Krank biyel mekanizmasıdır.Krank biyel mekanizması, 4 çubuk mekanizmasının özel biçimidir.Bu mekanizma 4 çubuk,üç döner ve bir kayar mafsaldan oluşur. 1 numaralı çubuk zemin iken 4 numaralı çubuk sonsuz uzunluktadır. Sonsuz uzunluktaki bu çubuk zemindeki A mafsalından döndürülürse B mafsalı bir daire üzerinde hareket etmez, doğru üzerinde hareket eder.Bu sebeple B noktasına konulacak kayar mafsal ile 4 numaralı çubuk ortadan kaldıralabilir [1]. 1.2. Kinetik Mimarlık ve Cepheler Kinetik mimarlığın kullanım alanlarından bir diğeri ise dış cephe sistemleridir. Dış cephe giydirme sitemleri binaların dış cephelerinin farklı şekillerde kaplanmasıyla, binalara estetik açıdan güzel bir görünüm kazandırmakla beraber ev ve işyerlerinde ısı ve ses yalıtımı da sağlamakta ayrıca cephelerinin dış etmenlere karşı koruyuculuğunu arttırmaktadır. Eskiden sadece pencere düzenleri ve akslarla karakterize edilen cepheler, günümüzde kimi zaman tüm cephenin şeffaf olması gibi mo- Şekil 3. Krank biyel mekanizması. dern tasarımlarla oluşturulmaktadır. Bu noktada artan bireysel ihtiyaçlar çerçevesinde rahatlık unsurunun sağlanması için değişen koşul ve ihtiyaçlara uyum sağlayan dinamik cephelerin tasarımı yenilikçi mimarlık anlayışlarından biri olmuştur. Özellikle son yıllarda enerji kaynaklarının tasarruflu bir şekilde kullanılmasını amaçlayan yeşil bina konseptinin doğmasıyla beraber, kendi enerjisini üretebilen, çevreye duyarlı binaların tasarımlarında dinamik mimarinin ürünleri kullanılmaktadır. Temel olarak statik bir yapı olan bina kabuğunun, iklim ve güneş koşullarına bağlı olarak hareket etmesiyle iç ve dış iklim arasında denge kurmakta, iç ortam konforunu sağlamakta veya bu dengenin sağlanması için gerekli olan enerjide tasarruf sağlayarak enerji verimliliğine katkı sağlamaktadır. Yeşil bina çerçevesinde, bina kabuğunda yüksek performanslı akıllı camlar, güneş kontrol elemanları, fotovoltik piller, güneş panelleri vb. gibi malzeme ve bileşenlerin kullanılarak binayı gereksiz ısı kazancı ve kaybına karşı koruyacak pasif bir önlem alınmaktadır. Özellikle güneş enerjisine bağlı bu sistemler, ısı kazanımı, ısı ve ışık kontrolü ve elektrik üretimi olmak üzere 3 temel amaca yönelik sınıflandırılabilirler. Sadece binanın ısıtma-soğutma için eneri verimliliğinle ilgilenen ilk sisteme nispeten, ısı ışık kontrol sistemleri iç ortamın aydınlatma düzeyi gibi optik özellikleri düzenlemeye çalışmakla beraber güneş radyasyonunu kontrol etmeyi kolaylaştıran kinetik yapı kabuklarıdır. Kinetik gölgeleme elemanlarından oluşan yapı kabuğunun diğerine göre kışın ortalama %35, yazın ise %40-75 arasında değişen oranlarda enerji kazancı sağladığı görülmüştür [3]. Bu noktada güneşinin pozisyonunun stabil olmadığı gerçeğine bağlı olarak, bina kabuğunun stabil bir şekilde tasarlanması yerine hareketli bir cephe sistemi olarak tepki vermesi daha etkin bir çözüm ortaya koyacaktır. Dinamik mimari çerçevesinde, teknolojik gelişmelerle beraber bilgisayar destekli bir karar verme otomasyonuna bağlı sistemler bu tip çözümlerin tasarımında kullanım potansiyeline sahiptirler. Abu Dhabi’de Aedas tarafından tasarlanan, inşası 2012 yılında tamamlanan 63 TEKNOLOJİ Şekil 4. Al Bahar kulesi. Şekil 5. Al Bahar kulesi ve kinetik yapı elemanı. 145 m yüksekliğindeki Al Bahar kulesi (Şekil 4) katlanarak hareket eden kinetik yapı kabuğu örneklerinden biridir. Yapı dış cephesinden 2m dışarıda bağımsız bir çerçeve üzerinde yer alan ikincil kinetik yüzey, fiberglass kaplamalı üçgen biçimli gölgeleme elemanlarından oluşmaktadır. Gereksiz ısı kazanımı ve parlamayı azaltacak, iç mekanda optimum aydınlatma sağlayacak şekilde güneşin hareketi ve geliş açısına göre kumanda edilmektedir (Şekil 5). Bu teoremler tek tepeciğin katlanabilirliğinin belirlenmesinde önemli fakat yeterli olmayan teoremlerdir; çünkü sadece yerel katlanabilirlik üzerine yoğunlaşmışlardır. Bu teoremleri büyük ölçekte değerlendirmek için bütün kat yerlerini ve köşeleri katlama paterni içinde (değerlendirme) hesaplamalar çok zor ve zaman alıcıdır. Bu teoremler origaminin altında yatan sistemin matematiksel açılımın basit teoremlere bağlı olmakla birlikte oldukça karmaşık bir işleyişe sahip olduğunu göstermektedir [4, 6]. 1.3. Origaminin Matematiği Her ne kadar origami söz konusu olunca akla gelen ilk şey bu sistemin arkasındaki matematik olmasa da matematiksel bakış açısı origaminin altında yatan sistemi daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Son iki asırdır origam’inin ilginç olan geometrisi bu bilimle ilgilenenleri her zaman kendine çekmiştir. Bu insanlar daha çok iki boyutlu origami yapısı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Son yıllarda origami aksiyomları ve mantığı klasik düz kenarlı tasarım düşüncesinin yerine geçmeye başlamıştır. Origamistler son yıllarda origami paternlerinin katlanabilirliği üzerinde çalışmaktadırlar. Origami tradisyonel olarak düz bir kağıdın çeşitli şekillerde katlanmasıyla uygulanmaktadır. Matematiksel olarak origami sistemi sonsuz incelikte ve esneyemez bir kağıdın sadece katlama operasyonun kullanılmasıyla şekillere sokulmasıdır. Diferansiyel geometri matematiğinin eğik yüzeylerin lokal özelliklerini inceleyen matematiğin bir alt dalıdır. Bu noktada bir başka önemli konsept ise Gauss eğimi adı verilen, yüzeye has bir özelliktir. Düz bir parça kağıdın her noktası sıfır gauss eğimine sahiptir ve katlama sonucunda bu eğim korunmaktadır. Bu noktada sıfır gauss eğimine sahip olan bir yüzey basit olarak bir kürenin etrafını saramayacağı düşünülebilir. Origami sistemindeki teoremlerden biri kawasaki-Justin’in ortaya attığı tek köşe kırışık patern sadece n (kenar) sayısı çiftse ve tek açıların toplamı çift açıların toplamına eşit ise katlanabilmektedir. Maekawa teoreminde ise düz katlanabilir tek tepelikli dağ-vadi sistemli paternin, belirlenen açıların 01+02+…0n=2pi, dağ çıkıntılarının sayısı (M) ve vadilerin sayısı (V) farkı en fazla iki eksik veya fazla olabilir. 64 1.4. Origami ve Kinetik Mimarlık Origami,basitçe kağıt katlama sanatı anlamındadır. Klasik origami ve parçalı origami olmak üzere iki ayrı kategoride incelenmektedir. Klasik origami genellikle tek parça olan bir kağıdın değişik açılarda katlanarak çeşitli figürlerin oluşturulmasında, parçalı origami birbirine benzeyen parçaların birleştirilmesiyle üç boyutlu geometrik figürlerin oluşturulmasında kullanılır. Günümüz mimarisinde ve çeşitli mühendislik dallarında, tarihi origami sanatından çokça esinlenildiği görülmektedir. Origami sanatının mühendislikte temel uygulaması birkaç ana başlık altında incelenebilir. Fonksiyonel olmadıları zamanlarda kompakt boyutlara indirilebilen konuşlandırılabilir (deployable) yapıların tasarımında (güneş panelleri, protatif sığınaklar) origami sanatından esinlenilmektedir. Origami sanatı malzemeyi değişik açılarda şekil verdirerek malzemenin dış kuvetler etkisi altındaki dayanımına katkı da sağlamaktadır. Özellikle araçların tampon ve çarpmaya müsait bölgelerindeki kıvrık malzemeler veya kargo kutu mukavvalarının bu amaçla burulmuş olarak üretilmesi origami sanatıyla paralellik göstermektedir.Aynı şekilde sandviç panel üretiminde hafif çekirdek tasarımları ve yüksek mukavemeti birleştirmek amacıyla da geleneksel petek çekirdeklere bir alternatif yaratılmaktadır. Bunun yanında, katlanır tabaka çatı sistemlerinin tasarlanması malzemenin bükülme direncini arttırmakta ve geniş açıklıkların kolayca geçilmesini sağlamaktadır. Origami’nin katlanır paternleri mimarlıktaki görselliği tamamlamakta, aynı zamanda kullanılan malzemenin burkulma dayanımının artmasını sağlan- TEKNOLOJİ Şekil 6. Miuro-Ori Patterni örnekleri. Şekil 7. Miuro-Ori Patterni örnekleri. maktadır. Katlanır plakaların kullanıldığı çatılar oval bir yüzey oluşturmak için elverişli olmaktadır. Düz panellere gerekli eğimleri verebilmek, bükülme sırasında malzemede uzamalar ve içsel gerilmelerin oluşması nedeniyle istenilen şekilde sağlanamamaktadır. Bu noktada katlanır yüzeylerin verimli bir şekilde kullanılmasıyla mimari eğimler yaklaşık bir şekilde oluşturulabilmektedir. Mimarlık uygulamalarında origami’nin kullanımı kimi zaman da malzeme seçiminden kaynaklanmaktadır. Ahşap paneller yenilenebilir bir yapı malzemesi olarak gelecekte daha çok kullanılması beklenmekle beraber origami’nin bu malzemenin daha etkin kullanımını sağlayacak çalışmaları hızla devam etmektedir. Origami’de kullanılan paternler, çok çeşitli olmakla birlikte herbiri fonksiyonellik olarak farklılıklar taşımaktadır. Miuro-Ori paterni, origami kapsamındaki en basit ve klasikleşmiş katlama tiplerinden biridir. Daha çok konuşlandırılabilir güneş panellerinde hafif çekirdek malzemesi olarak kullanılmaktadır. Pratikte birçok isimle anılmakla beraber en çok kendisini ünlü eden japon mühendis Koryo Miuro adıyla tanınmıştır. Bu geometri kavisli yüzeylere benzer yüzeyler oluşturulmasında kullanılmaktadır. Origami gelecekte kinematik yüzeylerin, çatıların oluşturulmasında ve portatif yapıların tasarlanmasında başarılı bir şekilde uygulanabilme potansiyeli taşımaktadır. Bu konu hakkında literatürde sınırlı sayıda çalışma bulunmakla beraber gelecekte popüler olması beklenmektedir. ortam şartlarına uyum gösteren’ yapı anlayışına bırakmaktadır. Bir malzemenin bu kategoriye dahil olabilmesi için; nitelik değişimi, enerji dönüşümü, tersinirlik özelliklerini taşıması gereklidir. 1.5. Akıllı Malzemeler ve Kinetik Mimarlık Akıllı malzemeler, dış uyaranlara - fiziksel (basınç, sıcaklık, nem, ışık, elektrik alan, manyetik alan vb.), kimyasal (pH, çözelti vb.) veya biyolojik - karşı niteliğini değiştirerek ve/veya enerji dönüşümü yaparak yanıt veren malzemelerdir [5]. Günümüzde yirmiden fazla grup altında sınıflanan akıllı malzemelere örnek olarak –elektrik (piezoelektrik, termoelektrik vb.), –kromik (termokromik, fotokromik vb.), –reolojik (manyeto-reolojik, elektroreolojik vb.) malzemeler ve şekil bellek alaşımlar verilebilir. Akıllı malzeme yaklaşımı mimarlığa uygulandığında ‘ortam şartlarıyla mücadele eden’ yapı anlayışı yerini ‘çevresel uyaranlara yanıt vererek 1.6. Mimaride Kullanılan Akıllı Malzemeler a) Kromik Malzemeler: Elektrokromik, fotokromik, halokromik gibi çeşitleri bulunan bu grup malzemeler dıştan gelen kimyasal ve fiziksel uyaranlara karşı renk niteliklerinde oluşan tersinir değişiklikler ile (kromizm) ile tepki gösteren malzemelerdir. Günümüzdeki “akıllı cam’’ kavramı tam olarak fotokromik ve termokromik malzeme çeşidine girmektedir. b) Piezoelektrik Malzemeler: Dıştan gelen kuvvet karşısında kendi yüzeylerinde elektrik üretebilme potansiyeli olabilen malzemelerdir. Genelde ticari amaç ile üretilebilmektedirler. Örnek olarak, PZT (kurşun zirkonat titanat), PVDF (poliviniliden florür), polimer köpük PP verilebilir. Ayrıca tersinirlik özelliği de kullanılmaya çalışılarak gürültü kontrolünde de etkin olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. c) Faz Değiştiren Malzemeler: Uyaranlara karşı katı, sıvı, gaz olarak birbirine dönüşebilen malzemelerdir. Enerji depolayabilmektedirler ve pasif iklimlendirmede aktif olarak kullanılmaktadırlar. Polimer mikrokapsüllenmiş parafin mumu esaslı bir FDM micronal adı ile piyasaya sunulmuştur. FDM kullanılarak akıllı cepheler de geliştirilmektedir. İçindeki özel tabakalar sayesinde tam bir termostat görevi görmekte güneş ışığının gelme açısına göre (+/- 40 derece) konumunu değiştirebilmektedir. Bu şekilde güneş ışığını maksimum düzeyde emebilmektedir. d) Adezyon Değiştiren Malzemeler: Işık,sıcaklık elektrik alan vb. uyaran etkisiyle katı, sıvı veya gaz bileşenlerinin atom veya molekülleri arasındaki adezyonu değiştiren malzemelerdir [5]. Bu malzemeler arasından titanyum dioksit emme özelliği ile (bir dizi kimyasal tepkimeler aracılığı ile) ışık vasıtasıyla kendi kendini temizleyebilmektedir. Aynı zamanda “buğu yapmama’’ özelliğine de sahiptirler. e) Şekil-Bellek Alaşımları: Şekli tamamen değiştikten (plastik değişim) sonra gerekli sıcaklık müdahalesi ile eski halini alabilen malzemelerdir. Örneğin yapı cephesinde güneş kırıcıların ŞBA ile yapılması 65 TEKNOLOJİ durumunda bu elemanlar, güneş-dolayısıyla sıcaklık durumuna yanıt vererek güneş kontrol işlevlerini gerçekleştireceklerdir [5]. f) Diğer Akıllı Malzemeler: Fotovoltaik güneş panelleri, Led ekranlar akıllı ve yarı akıllı malzeme kökenli malzemelerdir. Bunlar dışında dış ve iç ortamdaki ısı farkını enerji dönüşümü yaparak enerji üreten malzemeler, MR manyeto-reolojik malzemeler ve benzeri pek çoklarını saymak mümkündür. 2. Yöntem Vektörel tabanlı yazılım çizim programı olan autocad programında öneri model hazırlanmıştır. X ve Y düzleminde çalışan çizim programında iki boyutlu çizim aşaması (plan, şematik çizimler) tamamlanmış, sketch up üç boyutlu çizim programında ise üç boyutlu olarak çizim ikinci boyuttan üçüncü boyuta taşınmıştır. 3. Alan Çalışması: Kinetik ve Origamik Bir Cephe Önerisi Klasik Miura-Ori deseninden açılar ile oynayarak pek çok varyasyon üretilebilmektedir. Açılar ve uzunluklar ile oynayarak klasik desen üzerinden türetebileceğimiz desende origami matematiğinin temel 2 terimi vardır: dağ (mountain) denilen yukarı katlama y yönü ve vadi (valley) denilen aşağı doğru katlama –y yönüdür. Şekil 8. Miuro-Ori deseni plan hali ve katlama biçimi. Sistem Açıklaması: Şekil 9. Sistem Planı (şematik ölçeksiz). Şekil 9’da gösterildiği gibi x düzlemindeki A mesneti sabit alınarak B ve C mesnetleri kayar mesnet olarak ok yönlerinde –y ve +y düzlemlerinde hareket etmektedirler. Klasik Miuro-Ori deseninin açıları 60 ar dereceye çevrilmiş olup, IABI=IBCI=IACI dir. Bu durumda sistemdeki yaprakçıklar açılır kapanırdır kinematik olarak güneş kontrolü yapmaktadırlar ve şematik olarak gösterimi Şekil 10.dur. Sistemde BC aksı üzerinde raylı profil olduğu düşünülerek IABI ve IBCI uzunluğundaki yapraklar BC aksında kayarak kapanmaktadırlar. Şekil 11’de gösterilmek istenen ok işaretinden önce sistemin kapalı hali iken; Şekil 10’daki gibi ok yönlerinde 30’ar derece kapandıktan sonraki hali Şekil 11’deki ok işaretinden sonraki halidir. Perspektif çizimlerden açık ve kapalı halini görebildiğimiz sistemde, yapraklar 30 ar derece kapanarak orta66 Şekil 10. Sistemin Üç Boyutlu hali ve Yaprakların Açılıp-Kapanma Yönleri (Şematik Gösterim). Şekil 11. Sitemin Kapalı Hali ve Sistemin Açık Hali. daki A mafsallarında birleşiyorlar. Sistemde 2 alt 2 üstte olmak üzere 4 adet hareketli mafsal vardır. Sistemde amaç, güneş ışığının gelme açısına göre yaprakların açılıp kapanması ve ışık kontrolünü sağlamaktır. Sistemdeki elemanların akıllı metaryellerden faz değiştiren malzeme ile kaplı olabileceği düşünülmektedir. Bu sayede malzeme özelliğinden dolayı termostat görevinde olarak ve özellikle yapılarda gölgeleme maksatlı kullanıldığında enerji kazanımı sağlayabilecektir. 4. Sonuç ve Öneriler Son yıllarda kinetik mimarlığın uygulanabilirliği teknolojik gelişmeler ışığında oldukça artmış ve statik bir yapı kabuğu yerine çevre ile etkileşimli bir yapının ortaya konması için çalışmalar hız kazanmıştır. Kinetik mimarlığın gelişmesiyle fonksiyonel olduğu kadar estetik dış cephelerinin oluşması da sağlanmıştır. Kinetik mimarlık tasarımlarında origami sanatının kullanılmasıyla estetik ve fonksiyonelliğin bir arada kullanılması daha kolay olmuştur. Origami ile birlikte kinetik mimarlıkta akıllı malzemelerin kullanılmasıyla beraber gelişen teknolojik gelişmeler ışığında gelecekte bina cephelerinin çevreye uyum sağlayan dinamik sistemler şeklinde tasarlanması beklenmelidir. Bu bağlamda kinetik mekanizmaya sahip, origami desenlerinden esinlenilerek tasarlanmış ve akıllı malzeme kullanılması önerilmiş çalışmanın hem işlevsel hem de estetik bir öneri olduğu düşünülerek bundan sonraki çalışmalara öncü ve yararlı olabileceği düşünülmüştür. Kaynaklar [1]. Korkmaz K., Kinetik Mimarlık Uzerine, Arredamento Mimarlik, 2009/3, p:64. [2]. Akgün Y.,’’Mekanizma Sentezi Yöntemleri İle Kinetik Strüktür Tasarımı’’, Mimarlıkta Taşıyıcı Sistemler Sempozyumu, İstanbul,179-186,24-26 Kasım 2011. [3]. Güncü Arzu, Kurnuç Aslıhan, Güneş Enerjisine Dayalı Yenilikçi Kinetik Yapı Kabuğu Uygulamaları, 1st International Symposium On Innovative Technologies In Engineering And Science, Sakarya, 2013,p:1-10. [4]. Schenk Mark., Origami in Engineering and Architecture, An art and science spanning Mathematics, Engineering and Architecure, 2011, p:3. [5]. Orhon Ahmet Vefa, Akıllı Malzemelerin Mimarlıkta Kullanımı, Ege Mimarlık, 2012/3 82, p:18-20. [6]. www.markschenk.com. Erişim:10 Haziran 2015 EĞİTİM MİMARLIK EĞİTİMİNDE BİR ARAÇ: 9 KARE GRİD UYGULAMASI Ali Naci ÖZYALVAÇ* - H. Derya ARSLAN** - Fatih SEMERCİ*** kare grid (9kareG) yöntemi, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümünde 2014-2015 eğitim öğretim yılı güz yarıyılında yürütülmekte olan Mimari Tasarım I dersinde Yrd. Doç. Dr. Yavuz Arat, Yrd. Doç. Dr. H. Derya Arslan, Yrd. Doç. Dr. Fatih Semerci ve Öğr. Gör. Ali Naci Özyalvaç tarafından uygulanmış ve oldukça verimli sonuçlara ulaşılmıştır. Bu çalışmada, 9kareG yönteminin doğuşu, amaçları, uygulama örneklerinden bahsedilmiş ve ardından N.E.Ü. Mimarlık Bölümü tarafından 1. Sınıf öğrencilerine uygulanan örnek çalışmalara yer verilmiştir. 9 9 Kare Grid problemi nedir? Mimarlık eğitiminde çok yönlü bir tasarım etkinliği olarak kullanılan 9 kare grid tasarım problemi, ilk olarak John Hejduk tarafından geliştirilmiş ve ilk defa 1954 yılında Austin, Teksas Mimarlık Okulu’nda uygulanmıştır. Mimarlık eğitimi tarihinde, mimari diyagramlar arasında eğitim alanında en etkin olanı olarak kabul edilmektedir (1). Eğitim faaliyetinin dışında, 9KareG yöntemi ile Teksas Evleri olarak bilinen bir dizi proje ve 7 tane ev tasarlanmıştır. Benzer bir şekilde, Peter Eisenman tarafından tasarlanan 11 ev için, alternatif- lerin üretildiği bir diyagram olarak kullanılmıştır (2). Hejduk’un kendi düşüncesine göre 9KareG problemi, “pedegojik bir problem”dir ve mimarlığın başlangıcında kullanılabilecek etkin bir öğretme aracıdır. Mimarlık eleştirmeni Somol, 9KareG probleminin bir eğitim aracı olarak ortaya çıktığını ve zaman içerisinde karşıt ikililer (merkez-çevre, içdış, boş-dolu, nokta-yüzey) arasındaki ilişki üzerine kurulmuş mimari bir dil halini aldığını belirtir (3). Çalışmanın mimariye başlangıç olarak temel kavramları barındırması, soyut düşüncenin somut olarak ifade edilebilmesi ile birlikte farklı mimari mekânların tasarımsal kurgusunun sağlanabilmesi, mimarlığın temel eğitimi için uygun görülmektedir. Bu noktadan hareketle N.E.Ü. Mimarlık Bölümü’nde MT I stüdyosunda ilk defa uygulanmıştır. 9 kare grid çalışmasının avantajları nelerdir? Mimarlık eğitimine yeni başlayan öğrenciler açısından yaşanan en temel zorluk, daha önce hayatlarında tecrübe etmedikleri bir dizi problem ile aynı anda karşılaşıyor olmalarından kaynaklanır. Mimarlık eğitimine yeni başlayan öğrenciler açısından yaşanan en temel zorluk, daha önce hayatlarında tecrübe etmedikleri bir dizi problem * Öğr. Gör., Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümü ** Yrd. Doç. Dr., Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümü *** Yrd. Doç. Dr., Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Mimarlık Bölümü 67 EĞİTİM ile aynı anda karşılaşıyor olmalarından kaynaklanır. Üniversite çağına gelene kadar alışık oldukları okul ve ders kavramları mimarlık bölümünde çok da geçerli sayılmaz. Ayrıca üniversite ortamının sağladığı özgürlük ile beraber artan kişisel sorumluluklar ile de baş etmek gerekmektedir. Bu sayılanlar pedagojik anlamda stüdyo dersine başlama aşamasındaki genç mimar adaylarının içinde bulunduğu durumu kısaca özetler niteliktedir. Asıl sorun ise tasarım dersleri eğitimi konusuna nasıl giriş yapılacağı hususunda belirir. Fiziksel çevrede herhangi bir yapısal unsurun eklenmesi ile aynı anda ortaya çıkan tüm teknik, sanatsal ve işlevsel problem başlıkları, daha bu konuları gündeme getirmeye fırsat bulamadan stüdyo yöneticisinin bir adım önünden gider ve kendiliğinden gündem olurlar. Öğrencilerin daha en temel ifade teknikleri ve ders işleyişi gibi konularda alışkanlık kazanmaları için gereken süre içinde bir yandan da yapısal unsurlardan, işlevsel gerekliliklerden, ergonomiden, ölçekten, bağlamdan, temel tasarım başlıklarından bahsedilmekte, kısacası dört koldan farklı birçok konuda düzenlenmemiş ve kontrolsüz bir bilgi aktarımı da başlamış olmaktadır. 9 kare grid tasarım probleminin avantajı bu noktada başlamaktadır. Öncelikle sınırlandırılmış bir uzay verilmekte, mimarlık alfabesinin temel elemanları olan mekânsal özellikleri deneyimlemek için boş bir tuval sunulmaktadır. Yapılan önerilerde öğrencilerden özellikle işlevsel açıklamalar yapmamaları istenerek yapılan kurgunun mekân kompozisyonu olarak ifade edilmesine çalışılır. Önerinin sözlü ifade edilmesinde yapısal elemanlar ve bileşenler yerine özellikle geometrik ve soyut ifadeler desteklenmektedir. Örneğin geçiş mekânları, merkezi mekânlar, buluşma mekânları, çevreleyen mekânlar, özelleşmiş mekânlar, açıklıklar, sınırlayıcılar, düşey ve yatay elemanlar gibi ifadeler ile yapının işlevinden bağımsız, yapısal elemanların seçimi ve doğru isimlendirilmesi gibi sorunları gündeme getirmeyen bir yol izlenmektedir. Bina bilgisi ve yapı elemanları gibi dersler ile tanışmamış öğrenciler açısından bu sayede önceki zihinsel yüklerini meslek eğitiminin başlangıcında terk etmeleri ve temiz bir başlangıç yapmaları da beklenmektedir. Öneriler ikinci aşamada bazı dönüşüm kuralları ile hareket eden sınırlayıcılar sayesinde ikinci bir forma geçiş yapmakta, bu sayede aynı uzay parçası içinde farklı mekânsal kompozisyonların mümkün olduğu fikri vurgulanmaktadır. Yine burada öğrencilerde kendiliğinden bir bilinç ile mekân kalitesini ortaya çıkaran unsurların mekâna sonradan eklenen elemanlardan öte o mekânın yeri ve diğer mekânlar ile ilişkisinden doğan bir nitelik olduğu yönünde farkındalık oluşması hedeflenir. 68 Son aşamada mekânsal ilişkileri sözlü ifade edebilen ve bunları kâğıt üzerinde de plan, perspektif gibi yöntemler ile ortaya koyabilen öğrencilere basit bir işlev verilerek ölçek ve ergonomi konuları da anlatıldıktan sonra tasarım problemini çözmeleri beklenmektedir. İlk aşamalarda başarılı olmuş öğrencilerin diğer emsallerine nazaran bu tasarım probleminde konuya yaklaşımları farklılaşmakta, tasarıma tümel bir heykel kompozisyonu olarak bakabilme becerileri ve kendilerini eleştirerek yeni öneriler üretebilme kapasitelerinde önemli artış gözlenmektedir. N.E.Ü. Mimarlık Bölümü Mimari Tasarım I Dersi Uygulaması Çalışmanın ilk aşamasında belirli bir program ve bağlam verilmeyerek mekânların kavramsallaştırılıp, bu kavramsal mekânların mimari elemanlar ile fiziksel olarak tanımlanması istenmiştir. Böylece gridal sistem içinde mekân alternatiflerinin düşünüldüğü senaryolar oluşturulmuş ve yorumlanmıştır. Bu çalışma için öğrencilerden 40 cm x 40 cm boyutlarında kesilmiş ve içerisinde 3x3’lük düzende 10 cm x 10 cm’lik 9 kare çizilmiştir.10 cm x 10 cm ve 5 cm x 10 cm boyutlarında elemanların sınırlı sayıda kullanımı ile mekânların oluşturulması istenmiştir. Çalışmada, öğrencilere • İlişkisel düşünme yetisini, • Plastik kompozisyon becerisini, • Mimarlığın çerçeve, kolon, kiriş, panel, merkez, çeper, alan, kenar, çizgi, düzlem, hacim, uzantı, sıkışma, tansiyon, kesilme gibi temel kavramlarını keşfedebilmesini, • Kimlik, anlam, kültür vb. kısıtlamalardan sıyrılıp, saf geometri ve biçimler arası ilişkileri araştırma becerilerini kazandırmak amaçlanmıştır. Çalışma iki aşamalı olarak uygulanmıştır. İlk aşamada amaç öğrencilerin mekân düzenlenmesine ilişkin stratejiler geliştirmesi ve bunları sözlü ve çizim teknikleri ile ifade etmesidir. Çalışmanın ikinci aşamasında parçalar setini kullanarak ve verilen değişim kuralları çerçevesinde mekânsal kurguyu dönüştüren bir değişim kurgulaması ve alanın tümünü kapsayan bir dolaşım tasarlanması istenmiştir. Sonuç ürünlerin değerlendirilmesinde mekânların birbirleri ile ilişkisi ön planda tutulmuş, oluşturulan kurguların yorumlanması yürütücü önderliğinde öğrenci ile birlikte yapılmıştır. Çalışmanın 2. aşaması için dönüşüm kuralları şu şekilde verilmiştir; 1. Seçeceğiniz bir nesne türünden istediğiniz elemanlara uygulamak üzere en fazla bir kare ızgara çizgilerine paralel hareket, 2. Seçeceğiniz bir nesne türünden istediğiniz elemanlara uygulamak üzere 90 derecelik döndürme. EĞİTİM Baturalp Elmas. Baturalp Elmas. Ayşenur Köksal. Büşra Akkese. Şekil 1. Çalışmanın ilk aşamasına ilişkin mekansal kurguları gösteren örnek öğrenci çalışmaları. 69 EĞİTİM Duygu Öney. Elif Özdemir. Burhan Akbalık. Yıldız Kunter. Şekil 2. Çalışmanın son aşamasında işleve yönelik mekân tasarımı olarak verilen fuar standına ilişkin örnek öğrenci çalışmaları. Burada hedeflenen öğrencinin soyut kurgusunu somut olarak ortaya koymasına yardımcı olmaktır. Bunun yanı sıra tasarlama sürecinde ortaya çıkacak mimari kavramları deneyimlemesi de bu çalışmanın bir parçasıdır. Çalışmanın ilk aşamasına ilişkin kurgulanan mekânsal ilişkileri gösteren örnek öğrenci çalışmalarına aşağıda yer verilmiştir (Şekil 1). Çalışmanın bu bölümünde merkez-çevre kavram ikilisine paralel olarak, ana mekânlar ve bu mekânlara servis veren alt (servis) mekânlar gelişmiştir. Bu mekânların, mimari bir varlık kazanma ve birbirleri ile (gerek fiziksel gerekse görsel olarak) ilişkilendirilme sürecinde, mimari elemanların nasıl ele alınıp biçimleneceği konusu önemlidir. Süreç içinde ana mekân alt mekânlar tartışması ilerledikçe, bu mekânların kendi içinde ayrıştırılması konusu gündeme gelmiştir. Bu durum, yeni kavramların gelişmesine ve bu kavramların nasıl mekâna yansıtılacağı tartışmasına ortam hazırlamıştır. Çalışmanın 3. ve son aşamasında problem belirli bir işleve yönelik mekânların tasarımı olarak belirlenmiş ve tema olarak fuar standı seçilmiştir. Seçilen konunun avantajları stant tasarımının yapının heykelini ön plana çıkartırken işlev açısından tasarımcıya esneklik sağlaması yanında korunaklı bir mekânın içinde yer alması ile çevresel etkileri asgari düzeyde tutmaya imkân vermesi olarak belirmektedir. Aynı zemin ölçüleri içinde aynı gridal sistemi göz önünde bulundurarak tasarımlar yapılması 70 istenilmiştir. Ortaya çıkan sonuçlar öğrencilerin mekân organizasyonu açısından ilk kez kullanmakta oldukları mimari terminoloji ile güncel bir tasarım problemine dâhil olduklarını, tasarım eğitiminin gerektirdiği kurallı ve tanımlı bir kurgu yaparken kişisel deneyimleri ve ilgilerini de yansıtan mimari çözümlere ulaştıklarını ortaya koymaktadır. Çalışmanın son aşamasında işleve yönelik mekân tasarımı olarak verilen fuar standına ilişkin örnek öğrenci çalışmalarına aşağıda yer verilmiştir (Şekil 2). Sonuç olarak 9KareG bir tasarım alanı değil, bir tasarım süreci tariflemekte ve bu çalışmanın da gösterdiği gibi çağrıştırdığı kısıtlamaların aksine zengin açılımlar sunmaktadır. Mimarlık eğitim sürecinde uygulanan 9KareG uygulaması ile mekân-yapı-form ilişkisinin kavramsal ve somut sonuçlarının deneyimlenmesi sağlanmış, öğrencide mimari problemin çözümüne yönelik genel bir bilinç oluşturulmuştur. 9KareG yöntemi, mimarlık eğitiminin ilk yıllarında mimarlığa ilişkin kavramların öğrenilmesinde ve zihinde canlanan ifadenin biçimlenmesinde oldukça etkin ve stratejik bir yöntemdir. Kaynaklar • Alexander Caragonne, Texas Rangers: Notes From an Architectural Underground, 1995, The MIT Press. • Peter Eisenman, Diagram Diaries, 1999, Universe Publishing: N.Y. • John Hejduk, Education of an Architect, 1971. RESTORASYON KONYA BEDESTEN ÇARŞISI SAĞLIKLAŞTIRMA PROJESİ M. Argun KOCADAĞİSTAN onya Bedesten Çarşısı Sağıklaştırma Proje ihalesi, Danışmanlık Hizmet Alımı yönetmeliğine göre, Ulusal nitelikte, iki aşamalı olarak yapılmıştır.İlk aşama sonucunda yeterlilik alan üç firma, teknik ve mali tekliflerini vermişler, yapılan değerlendirme sonucunda, «Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi» İşi ihalesi Ceray Mimarlık Restorasyon Firması olarak tarafımıza kalmıştır. K Proje alanının tanıtımı Konya, Meram ve Karatay İlçelerinde, Bedesten Çarşısı, Kapı Camii civarı, Kunduracılar içi ve civarı, Türbe Caddesi ve civarında, Tarihi Kent Merkezi Koruma Amaçlı İmar Planında “Özel Proje Alanı 1“ olarak belirlenmiş, yaklaşık 94.000 m2 alanı kapsamaktadır. Projenin konusu I.İmar planı karaları doğrultusunda alana ilişkin üst örtünün tasarlanması, II.Vitrin ve cephe düzenlemeleri, III.Kent mobilyalarının tasarlanması, IV.Alanın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere sağlıklı yaşanabilir, ergonomik, sürdürülebilir ve estetik bir çevre elde edilmesi, alanın doğal ve kültürel özellikleri göz önüne alınarak ekono- mik ve uygulanması, bakım ve temizliği kolay mekanlar yaratan bir tasarım için ön proje ve uygulama projelerinin hazırlanmasını kapsamaktadır. Proje Tasarım İlkeleri Projeler, 2863 ve 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Yönetmelikleri ve Yüksek Kurul İlke kararları ile Koruma Kurulu kararları ve ilgili tüm mevzuata uygun olarak ve yürürlükte olan uygulama plan kararları doğrultusunda hazırlanmıştır. Projeler; yasal, yönetsel, ekonomik ve teknik yönlerden uygulanabilir ve uygulama sürecinde yer alan eylemlerin tasarım ve programlanmasını içermektedir. Konya bedesten sağlıklaştırma projesinde yapılacak tasarımlarda ekolojik dengenin korunması ve sürdürülmesi hedeflenmiştir. Çevre ve yörenin doğal, kültürel, mimari, tarihi, ekonomik, estetik, görsel değerlerini ve özgün kimliğini koruyarak ön plana çıkaran bir projelendirme anlayışıyla hareket edilmiştir. Projelendirme sürecinde doğal çevreye (iklim, toprak, su, doğal yapı, flora, fauna vb.) ilişkin faktörler belirlenerek, yapılanmış çevre (yapılar, binalar, kültürel varlıklar, vb.) ve sosyal (yaşam, çalışma, dinlenme olanakları, vb.) çevre Mimar 71 RESTORASYON üzerindeki etkileri ve birbirleri arasındaki etkileşimleri saptanmıştır ve bu verilere dayanarak koruma kullanma dengesi sağlanmıştır. Projelendirme sürecinde çevreye uyumlu tasarımlarla çevre kalitesini yükseltmek amaçlanmıştır. Proje alanında yer alan mevcut yapıların öncelikle sağlıklaştırılarak kullanma olanakları araştırılmıştır. Bedestendeki kullanıcı profili belirlenerek, kullanıcılara göre tasarım yapılmış, ayrıca engelli, çocuk, yaşlı, vb. dezavantajlı kullanıcıların gereksinimlerine yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Açık mekan, meydan, bahçe, avlu ve yaya yollarının, düzenlemelerinde; geleneksel, yöresel, tarihi, kültürel, doğal nitelikleri ve çevresindeki alanlar ile işlevsel bütünlüğü korunarak çağdaş kullanımlara ve peyzaj düzenlemelerine olanak verilerek, geleneksek mimari dokunun gelişmesinin sağlanması amaçlanmıştır. Sağlıklaştırma projesi ile proje alanının ulaşılabilirliği arttırılırken ulaşım ve dolaşım sistemini doğal çevre ve geleneksel/yapılaşmış dokuya zarar vermeden, ana yaya ve taşıt ulaşımı olabildiğince ayrıştırılmış ve servis olanakları sağlanmış biçimde, çağdaş yaklaşımlarla çözümlenmiştir. Proje alanı ile kent bütünü veya çevresi arasında yaya ve taşıt ulaşımında, işlevsel, mekansal, vb. olarak bütünlük ve süreklilik sağlanmıştır. Açık ve kapalı mekanlarda gerekli doğal ve yapay aydınlık seviyesi ve iklime uygunluk yönünden optimum koşullar sağlanması amaçlanmıştır. Elektrik ve telefon direklerinin, reklam panolarının, altyapı hatlarının ve benzerlerinin yaratacağı karmaşıklığın giderilmesi yönünde düzenlemelere gidilmiştir. Proje kapsamında; • Alanın üst örtü tasarımı, alan içerisinde yer alan hanların sosyal aktivitelere uygun olarak restore edilmesi, tüm yapıların sokağa bakan cepheleri, avlu-bahçe duvarları, sokak dokusunu tanımlayan öğelerin rölöve, restitüsyon, restorasyon, kentsel tasarım ve ilgili mühendislik dallarındaki projeleri, altyapı hatlarını, zemin kaplamalarını bunlara ait detay ve yapım şekillerini gösterir projeler ile PİD hizmetleri gerçekleştirilmiştir. • Sokak Sağlıklaştırma Projeleri kapsamındaki Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve P.İ.D. Hizmetlerinde yapının sokağa bakan cephesine ait proje hizmetleri yapılmıştır. • Yapının iç mekanlarına ait ayrıntılı proje (cepheye yansıyan mekanlar hariç) hizmetleri ve keşif çalışmaları yapılmamıştır. • Rölöve çalışmalarının aynı zamanda bir envanterleme (belgeleme) çalışması olduğu dikkate alınarak rölöve hizmetleri alanda yer alan yapıların tamamında yapılmıştır. 72 Proje Alanının Mevcut Fiziki Durum Değerlendirmesi: Günümüze kadar alanda yapılan proje çalışmaları ve önemli müdahale kararları 5 plan dönemine ayrılmaktadır. Bunlar: 1. BİRİNCİ PLAN DÖNEMİ-1946 KONYA NAZIM İMAR PLANI (Asım Kömürcüoğlu) Tamamı 816 hektar sahayı kapsayan, 17 pafta olan Yük. Mimar Asım Kömürcüoğlu’nun tanzim ettiği imar planı, 04.10.1946’da onaylanarak yürürlüğe girmiş ve 20.12.1954 tarihine kadar uygulanmıştır. 2. İKİNCİ PLAN DÖNEMİ-1954 (Ferzan Baydar - Leyla Baydar) Yük. Mimar Ferzan BAYDAR - Yük. Mimar Leyla BAYDAR’ın tanzim ettiği ve tamamı 19 pafta, 912 hektar sahayı kapsayan imar planıdır. 20.12.1954’de onaylanarak, yürürlüğe girmiştir. Bu plan 20.12.1954’den 09.04.1960 tarihine kadar uygulanmıştır. 3. ÜÇÜNCÜ PLAN DÖNEMİ-1967 (Haluk Berksan - Yavuz Taşçı) 1960’lı yıllarda Konya Belediye Meclisi; imar planını “yarışma yolu” ile elde etmek üzere, İller Bankası’na yetki vermiştir. İller Bankası’nın isteğine uygun olarak Türkiye’de ilk defa Konya imar planı yarışmasına esas olmak üzere İmar ve İskân Bakanlığı-Planlama İmar Genel Müdürlüğü-Bölge Planlama Dairesi tarafından il sosyo-ekonomik raporu hazırlanmıştır. 4. DÖRDÜNCÜ PLAN DÖNEMİ-1983 (Yavuz Taşçı) Bu planda; • 1974 planında olduğu gibi; kent formunun doğrusallaştırılmasına yönelik planlama çalışmaları devam etmiştir. Bu anlamda, doğrusallaştırmaya yönelik olarak, kent merkezi ile Kampüs alanı arasında tramvay önerilmiştir. • Bugün kule ve çevresi olarak bilinen bölgede, “Yeni Kent Merkezi” önerilmiştir (Taşçı; 1983). 5. BEŞİNCİ PLAN DÖNEMİ-1999 (Yavuz Taşçı) Bu dönemde yapılan KONPLAN’la; • Sanayi toplumundan, sanayi sonrası toplumuna geçiş süreci planlamada etkili olmuştur. • Teknopol, serbest bölge, organize sanayi bölgeleri (4. ve 5.) ve ileri teknoloji enstitüsü alanı gibi kullanımlar, bu süreç içinde planlanmıştır. • Dünya ile entegrasyonuna katkı sağlamak amacı ile önerilen uluslararası havaalanı, KONPLAN’ın önemli diğer kararlarından biridir (Taşçı; 1999). Konya Bedesteni Kapsyan Koruma Amaçlı İmar Planlarının Tarihi Süreci: Konya Tarihi RESTORASYON Kent Merkezi ve çevresi ile ilgili olarak; Büyükşehir Belediyesi tarafından 18.03.1997 tarih, 3-26 sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme ve Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan, 20.03.2000 tarih, 17 sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme ve Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan ve son olarak 29.03.2002 tarih, 17-5 sayılı karar ile (UTTA Planlama Projelendirme ve Danışmanlık Ltd. Şti.) yaptırılan ve Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (KKTVKBK) tarafından onaylanan 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planları; İdare Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan, Belediye Meclisi’nin 15.04.2005 tarih, 45-15 sayılı kararı ile onaylanan ve Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından uygun görülen 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı onaylanmıştır. Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (KKTVKBK)’nun 22.06.2009 tarih ve 3098 sayılı kararı ile uygun görülen ve Belediye Meclisi’nin 16.07.2009 tarih ve 319 sayılı kararı ile kabul edilen 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı yürürlüğe girmiştir. Konya Tarihi Kent Merkezi ve Çevresi 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı Notları ve Alanın Tasarımına Etkileri Onaylı plan ile çalışma yapılan alanda bir takım kriterler belirlenmiş ve projemizin şekillenmesinde önemli belirleyici unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bu kriterler aşağıda belirtilmiştir: ÖPA-1 Geleneksel Bedesten/Arasta Kesimi ve Çevresinin Düzenlenmesi: a) Konya Tarihi Kent Merkezi ve Çevresi Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında “Özel Proje Alanı (ÖPA) 1” olarak belirlenmiş bu bölge, doku özellikleri açısından ağırlıklı koruma bölgesi olacaktır. Bu bölgede sağlıklaştırma, onarım ile cephe ve doku özelliklerini bozucu eklentilerden arındırma gibi geleneksel dokuyu ortaya çıkaracak koruma ve geliştirme projeleri hazırlanacaktır. Silueti bozacak yapılaşmalara kesinlikle izin verilmeyecektir. b) Bu projeler kentsel tasarım, rölöve, restitüsyon, restorasyon, sokak sağlıklaştırma, altyapı, peyzaj, kentsel dış mekân öğeleri gibi tasarım projeleri olup, gerekirse mimari ölçekte hazırlanarak düzenlenecektir. c) Zemin kaplamasından vitrin boyutlarına, tabela tasarımından kent mobilyası (bank, lamba, çöp kutusu vb.) tasarımına kadar, yapıların kaçak ve görsel kirlilik oluşturan kesimlerine müdahale edebilecek projeler geliştirilecektir. d) Çevre kalitesini olumsuz etkileyen elektrik direkleri, kablolar, levha, tabela, panolar ve an- Şekil 1. 1/5000 Koruma Amaçlı İmar Planındaki Sit Sınırları (Konya Büyükşehir Belediyesinden). tenler kaldırılacak, geliştirilecek endüstriyel tasarım projesi doğrultusunda denetim altına alınacaktır. Alanda ticari kullanımlı yapılarda, yapılan işin gereği olan tabela veya panolar, tarihi kentsel dokuyu olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde, Büyükşehir Belediyesi’nin “Şehir Estetiği, Reklam, Tanıtım ve Tabela Yönetmeliği” esasları çerçevesinde ve kentsel doku ile uyumlu görünüşte düzenlenecektir. e) Bedesten düzeninin bulunduğu alanda müdahale edilen ada/parseller hariç; mevcut geleneksel sokak dokusu ve cephe hatları korunacaktır. Müdahale edilen ada/parseller aşağıda verilmiştir: • Aşık Semi Sokak’a bağlanan çıkmaz sokağın giriş kısmındaki ada/parseller (Aşık Semi Sokak’ın gereğinde servis yolu kapsamında genişletilmesi), • Yılanlı Medrese’nin kuzey girişindeki ada/ parseller (Kapu Cami’sine bakan girişin genişletilmesi), • Yılanlı Medrese’nin batı cephesindeki ilgili ada/parseller (Başaralı Caddesi’nin genişletilmesi). Tarihsel Tipolojik Analiz Çalışmaları Tipolojik Analiz Çalışmaları Tarih Danışmanımız Sn. Prof. Dr. Alaaddin AKÖZ önderliğinde, yapılmıştır. Özellikle Konya çarşısının doğu eksenli gelişme gösterdiği 1220’li yıllara ait 169 adanın güneydoğusundaki sur bakiyelerinden anlaşılmaktadır. Konya çarşısına dair kayıtların yer aldığı tarihi kaynaklara göre, 1867 yangınından sonra hem sokak hem de dükkân yapısı bakımından düzenli bir çarşının oluşturulduğu açıkça görülürken, geçen zaman içerisinde esnafın kendi ihtiyaçları doğrultusunda uygun olmayan müdahaleler neticesinde; dükkânların üzerinde barındırdığı tarihi dokuyu sergileyemediği, yoğun bir tabela ve 73 RESTORASYON Şekil 2. Konya Çarşı Yapılaşması Gelişimi. 74 Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri’nin aldığı üç boyutlu çizimler. vitrin kirliliği ile görsel çirkinlik oluşturduğu açıkça görülmektedir. Dolayısıyla tarihi çarşı özelliği gösteren yapıların özgün haliyle çok az korunabildiği, yapılan tespitler neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu olumsuzluklar göz önünde tutularak bölgede yer alan yapıların stil kritiği üzerinde etraflıca durulmuş; yapıların yapıldıkları dönem, üslup ve mimari özelliklerine ada bazından tek yapı ölçeğine indirgenerek rölöve raporlarında gerekli açıklamalar yapılmıştır. Bu noktada Tarihi Çarşının çok eski zamanlara dayanan gelişimi ve örgütlenmesi ile ilgili çok önemli konular, Tarih Danışmanımız, Sn. Prof. Dr. Alaaddin AKÖZ tarafından araştırılmış ve önemli verilere ulaşılmıştır. Çarşının günümüze kadar gösterdiği gelişim süreci hazırlanan restitüsyon paftasında gösterilmiştir. (Şekil 2) Alınan üç boyutlu çizimlerin iki boyuta dönüştürülmesi. Rölöve Çalışmaları Ekibimizin Mimar, Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri ve diğer elemanları tarafından çalışma alanının üç boyutlu ölçümleri yapılmıştır. Yapının yatay ve düşey ölçüleri, reflektörsüz ölçüm yapabilen SOKKİA 530 RK marka Total Station ile alınmıştır. Ortofoto haline getirilen fotoğraflar AutoCad ortamında hazırlanan cephe çizimlerine yerleştirilmiş ve son haline getirilmiştir. Yukarıda anlatılan işlemler tüm ada cephelerine tek tek uygulanmış bunun sonucunda 66 adadan oluşan alanda 66x4=264 cephenin çizimleri yapıl- RESTORASYON mıştır. Daha sonraki aşamada bu cepheler sokak ve cadde bazında yerleştirilerek alan cephelerinin bilgisayar ortamında sokak cephesinin bütün olarak görülmesi sağlanmıştır. Yapılan bu çizimlere Aziziye Caminin Minaresinin 27 metre altından çizilen “eş yükselti eğrisi” (0 sıfır kotu) ile altta yer alan tüm yapı ve zeminlerin yükselti farkı çıkarılmıştır. Bu işlemler neticesinde kotları ve yazıları yazılan cephelerde rölöve işlemleri son haline getirilmiştir. Yapılan ölçüm ve tespitler ile bodrum, zemin, ara, birinci, ikinci, üçüncü ve çatı kat rölöveleri hazırlanmıştır. Bu işlemler 94.00 m2 alanda 160 gün boyunca sürmüştür. Ölçüm ekipleri ada bazında hareket ederek adada yer alan dükkânların tün katlarını kapı ve cephe yönleri not alınarak ölçmüştür. Alınan ölçümler, büro ekibi tarafından bilgisayara aktarılarak yapıların rölöveleri hazır hale getirilmiştir. Biten dükkân çizimlerinin çıktıları yerinde kontrolü sağlandıktan sonra işlem tamamlanmıştır. Yaptığımız ölçüm ve rölöve çalışmalarında; 56.377 m2 bodrum kat, 52.750 m2 zemin kat, 42.058 m2 birinci kat, 23.267 m2 ikinci kat, 3.373 m2 üçüncü ve üstü olmak üzere, toplam 177.797 m2 kapalı mekan ölçülmüştür. (tek yapı ölçeğinde plan bazında) Bodrum katlarda: zemin kat eki depolar, zemin katlarda: 1340 adet dükkan birimi, 1.katlarda 800 adet, 2.katlarda 457 adet, 3.katlarda 90 adet olmak üzere, 2687 adet dükkan birimi plan rölövesi hazırlanmıştır. 3 adet iç cadde, 4 adet dış cadde 40 adet sokak karşılıklı 2 cephe olmak üzere 87 adet sokak cephe rölövesi hazırlanmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz verilerden de anlaşılacağı gibi, ülkemizde bu ölçekte yapılan en kapsamlı bir tespit ve rölöve çalışması yapılmıştır. Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisleri’nin aldığı üç boyutlu çizimler. İki boyuta indirgenen çizimlere fotoğrafların yerleştirilmesi. Fotoğraflar üzerinden yapılan çizimler. Fotoğraflar üzerinden yapılan çizimler. Çıkrıkçılar Sokak. 75 RESTORASYON Teşvikiye Sokak. Alana Ait Zemin Kat Rölöve Planı 76 RESTORASYON İstanbul Caddesi. A. Anket Çalışmaları Anket Yapılan Parseller Konya ili Meram ve Karatay ilçelerinin kesişim noktasında bulunan 18L-III pafta numarası 66 ada 945 adet parsel toplamda brüt 94.000 m2 alana sahip tarihi bedesten çarşısının sağlıklaştırma projesi bünyesinde ticari anketler yapılmıştır. Alanda yapılan 893 ankette örneklem %100 alınmış olup, yaklaşık 52 parselde iş yeri sahiplerinin gerekli nedenlerinden dolayı girilememiş ve anket yapılamamıştır. 893 adet ticaret anketi yapılırken alandaki esnafın genel olarak korumaya bakışları, genel çevre hakkındaki düşünceleri, uğraştıkları işler hakkında genel ve Konya ilinin özelliklerini genel alan sorular yöneltilmiştir. Yapılan anketler SPSS adlı istatistik programında veri tabanı oluşturularak veri girişi sağlanmış ve 2 farklı şekilde sonuçlar alınmıştır. İlk olarak normal (frequencies) sonuçlarının alındığı evre olup, hiçbir şekilde karşılaştırma yapılmamış bütün soruların cevapları kendi içerisinde değerlendirmeye tabii tutulmuş olup, anket sonuçlarının direk frekanslarına bağlı sonuçlarını içermektedir. İkinci kısımda ise çaprazlama (crosstabulation) yöntemi ile anket bütününde birbirleri ile ilişkilendirilmesi düşünülen soruların farklı aralıklarla sorularak çaprazlama yöntemine tabi tutularak bedesten esnafının tepkileri ölçülmüştür. Bina Durumu Analizi. Arazi Kullanım Analizi. Bina Durumu Analizi. 77 RESTORASYON Bina Alan Analizi. Yol En Kesit ve Fonksiyon Analizi. B. Analiz Çalışmaları Alanın bütününe yönelik analiz çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasıyla; Alan Dağılımı, Alt Yapı, Arazi Kullanımı, Bina Durumu, Bina Girişleri, Dolu-Boş yapı durumu, Kat Adedi, Mülkiyet Durumu, Tescil Durumu, Trafik Akışı, Yapım Tekniği, Yol En Kesitleri, ana başlıkları altında değerlendirilmiştir. A. Restorasyon Projesi Çalışmaları Yapılan tespit, analiz ve belgeleme çalışmaları ile, alanda yer alan yapılar tek yapı ölçeğinde değerlendirilmiş ve korunması gereken bir çok yapı belirlenmiştir. (Şekil 3) Tarihi alana önerilen restorasyon müdahaleleri genel olarak üç ana başlık altında toplanabilir; 1. Alt yapı iyileştirmeleri ve zemin ıslahı, 2. Cephe düzenlemeleri ve bina çatı onarımları, 3. Sokak üst örtüsü 1. Alt Yapı İyileştirmeleri ve Zemin Islahı: a) Alt yapı çözümleri: Alanın ihtiyaç duyduğu yağmur suyu ve zemin suyu drenaj sistemi projelendirilmiştir. Yangından korunmaya yönelik projeler hazırlanmıştır. Önce yer altında bir su deposu projelendirilmiş, daha sonra, KOSKİ ile yapılan görüşmelerde, alanın ihtiyaç duyduğu ve ilgili yönetmeliklerde belirtilen birim zamanda, birim miktar suyun şebekeden sağlanabileceği garantisi alınmıştır. Her ada için köşe başlarına yangın muslukları (hidrant) öneren yangından korunma tesisat projeleri yapılmıştır. b) Sokak zemin kaplamaları: Mevcut zemin kotları ve kaplamaları önemli sorunlarla karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan tretuar ve 78 yol kaplamaları, özelliklerini kaybetmiş, yaya ve oto trafiği için olumsuz şartlar oluşturmuştur. Alanın KAİP ile önerilen ulaşım kararları sonucunda, üç tip yol kesiti uygulaması yapılması gerekliliği görülmüş ve üç adet en kesit detayı çözülmüştür. (Detay A, B, C) 2. Cephe Düzenleme Önerileri: Bina vitrin ve kapı, pencere malzemeleri, yıllar içinde her türlü olumsuz malzeme ve şekil çeşitliliğine maruz kalmış, tamamen uyumsuz ve görsel kirlilik oluşturmaktadır. Esnafın kendi ihtiyaçları doğrultusunda uygun olmayan müdahaleler neticesinde; dükkânların üzerinde barındırdığı tarihi dokuyu sergileyemediği, yoğun bir tabela ve vitrin kirliliği ile görsel çirkinlik oluşturduğu açıkça görülmektedir. Çatılar: Kat yüksekliği az olan yapılarda aşağıdan algılana bilirlik söz konusu olduğundan ve cephelerde yapılacak ahşap saçak ile uyum sağlaması açısından, tüm çatılarda Alaturka kiremit kullanılması gerekliliği tespit edilmiştir. Zeminden yukarıda algılanması zor olan çatı yüzeyleri için ve çatı kaplamalarında sorun görülmeyen yüzeyler için de Marsilya kiremit kaplaması uygun olacaktır. (Zaten çatıların kısmen sökülmesi ile daha detaylı veriler elde edilmiş ve çatı taşıyıcı sistemleri genelde sağlıksız bir yapıda olduğu belirlenmiştir) Vitrin Cepheleri: Alanda yer alan değişik meslek grupları kendi ihtiyaçlarına göre cephe ve vitrin düzeni çeşitliliği göstermektedir. Bazı dükkân sahiplerinin, kısa RESTORASYON Şekil 3. Tescilli yapılar ve Koruma Önerileri. süre önce önemli miktarda harcamalar yaparak bir takım düzenlemeler yaptıkları tespit edilmiştir. Bazı dükkânlar ise proje yapım ve onay süreci içinde fonksiyon değiştirmiş ve farklı vitrin tasarımı ihtiyacı duymuşlardır. Bu fonksiyon değişimi ve vitrin dönüştürme ihtiyacı, bundan sonraki süreçte de yaşanacaktır. Belirttiğimiz bu nedenlerden dolayı, vitrin cephelerinin düzenlemesinde de bir genelleme yapılma ihtiyacı doğmuştur. Kullanılacak malzeme, tescilli ve tescile öneri yapılarda ahşap, diğer yapılarda ahşap görünümlü alüminyum olacaktır. Onaylı projede belirtilen vitrin ve pencere ölçü ve oranlarına sadık kalınacaktır. Ancak aşağıda belirttiğimiz uygulama değişiklikleri yapılacaktır. a. Küçük dükkânlarda kapılar yatay sürgülü olarak yapılabilmelidir. b. Bazı dükkânlarda kapılar cephenin sağında veya solunda yer alabilmelidir. c. Bazı dükkânlarda, özellikle geniş cepheli dükkânlarda ortadan kapı yapılabilir ve bu kapı çift kanatlı olabilir. 79 RESTORASYON d. Dükkânın fonksiyonu gereği, cephede buzdolabı olması gereken dükkânlar için vitrin cephesine yatay bir kayıt atılabilmeli ve buzdolabı cepheden en fazla 30 cm çıkabilmelidir. e. Dönerci ve lokantalarda vitrin cephesinde sabit olmayan (katlanır) camlar kullanılabilmelidir. f. Tescile önerilen yapılardan, tescil edilmesi uygun bulunmayanların doğrama malzemesi, ahşap veya ahşap görünümlü alüminyum doğrama olarak yapılabilmelidir. g. Onaylı projede belirtilen cephe kaplamaları için andezit malzeme sınırlaması yerine her yapının kendi özelliğine göre belirlenecek renk ve dokuda doğal taş kaplama yapılabilmelidir. (Sokak veya ada cephesi bütünlüğünün bozulmaması dikkate alınmalıdır) h. Alüminyum malzeme kullanılacak vitrinlerde, onaylı projelerde üst örtü ve sokak kesitleri detayları içinde de verilen kendinden motorlu, uzaktan kumandalı ahşap görünümlü alüminyum yukarı aşağı hareketli kepenk (panjur) sistemi kullanılacaktır. i. Tabela ve isim levhaları, ya otomatik kepenk sistemi kutusu üzerine ya da ahşap saçak üstünde yer alan duvar boşluğuna, 30x50 cm ölçülerinde ahşap veya metal levhalar üzerine veya harf yüksekliği 30 cm’yi geçmeyen ahşap veya metal kabartma harfler ile yazılmış şekilde yapılabilir. Bu harfler parlak, mat ya da renkli olabilir. (Belirtilen detay paftaları İlgili tüm kurumlarca onaylanmış proje paftalarıdır) Ayrıca bina cephelerine projede önerilen saçak detayı yapılması gerekliliği görülmüştür. Sokak zemin kaplamaları A-B-C. 80 3. Sokak Üst Örtüsü: Alan içinde çözümü en zor olan sorun sokak üst örtü tasarımı olarak karşımıza çıkmıştır. Çünkü, mevcut sokak silüeti düzgün bir kot sınırlamasına sahip değildi. Yapıların fiziki durumları, taşıyıcılık açısından olumsuzluklar göstermekteydi. Sokakl arın gerçekten üst örtüye ihtiyacı olup olmadıkları, her zaman tartışılmaktaydı. Ayrıca bu konu yıllarca Koruma Kuruluna gitmiş ve her zaman olumsuz kararlarla dönmüştü. Bu sorun sadece bu projenin sorunu değildi. Acaba, daha önce aynı sorun başka yerlerde nasıl çözülmüştü. Sorunu çözebilecek cevaplar bulabilmek için bu konuda yapılan uygulamalar incelenmesi gerekliliği görüldü.bu sebep ile yurtdışı ve yurt içi uygulama örnekleri incelenmiştir. Yapılan araştırmalar ve elde edilen sonuçlar ile Bedesten Çarşısı için bir üst örtü mecburiyeti olmadığı belirlenmiş ancak yine de örnek bir uygulama yapma ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle alternatifli üst örtü detayları hazırlanmış ve uygulanmak üzere bir detay kabul görmüştür. RESTORASYON Sonuç Genel olarak kent; insanların tarım dışı farklı üretim alanlarında uzmanlaştığı, mallarını değiş tokuş edebildikleri, her bireyin ihtiyaçlarını temin edebilmek ve yaşamak için bir diğerine ihtiyaç duyduğu, aynı zamanda, ibadet ihtiyacının karşılanması için mabetlerin ve temel ihtiyaçların karşılanacağı pazarların yapıldığı yerleşim birimi olarak tanımlamaktadır. Kent tanımında ortaya çıkan en belirleyici kavram şüphesiz çarşı/pazar kavramıdır. Geçmiş asırların çarşı ve pazarları, şekli, düzeni, dükkan yapısı, satılan ürünlerin teşhiri, çeşit ve türleri açısından günümüz çarşısından önemli ölçüde farklıdır. Fakat varlık amacı ve fonksiyonu açısından çok fazla değişikliğe uğramıştır diyemeyiz. Bütün zamanlarda çarşı ve pazarların ifade ettiği temel anlam, insanlar arasında alışverişin tesis edilmesini sağlamak, talepleri karşılamak olmuştur. Halkın taleplerindeki yönelişler de döneminin imkânları ve şartları doğrultusunda çarşıların gelişiminde ve şekillenmesinde etkili olmuştur. Nitekim nüfus faktörünün belirleyiciliğinin yanı sıra, ihtiyaçların çeşitliliği, niceliği ve niteliği gibi etkenler, servis edilen hizmetler açısından çarşı ve pazarların çeşitlenmesini de etkilemiştir. Bu çeşitlilik aynı hizmet grubunda birden fazla satıcının kendisine yer bulmasına imkân tanıdığı gibi, öncelikli ve daha önemli olarak farklı hizmet türlerinin de arz edilebilmesini mümkün kılmıştır. Şehirlerde aynı işkolunda faaliyet gösteren esnaf ve zanaatkârlar ortak mekânlarda toplanarak, bedesten, çarşı (sûk)/pazar ya da şehir içi hanlarında örgütlenmişlerdir. Bu durum üretim faaliyetlerinin; üretim ölçek ve hammadde türüne göre ihtiyaç duyduğu alan ve şartlara ya da alım–satım hizmet çevresi, meslekler arası işbirliği ve güvenlik unsurlarına bağlı olarak konumlanması sonucunu doğurmuştur. Şüphesiz Türk şehirleşmesi Anadolu’da sıfırdan başlamamıştır. Türkler Bizans’tan, tümüyle kırsal olmayan, fakat çok da gelişmiş düzeyde bir kentleşmenin olmadığı bir mirası devr almışlardır Selçuklu hâkimiyetinden önceki dönemlerde şehrin ticarî alt yapısı ve çarşıları şehrin nüvesini oluşturan Alâeddin Tepesi’ni çevreleyen İç Kale’de yer almıştır. Pazarlar ise sur dışında kurulup gelişmiştir. Roma hâkimiyetinde de çarşı ve pazarların aynı çevrelerde yer aldığını söylemek mümkündür. Konya’nın bir koloni şehri olduğu dönemde şehrin doğusunda kurulan ve gelişen çarşının ızgara planı adı verilen bir düzene sahip olduğu ve kentteki Roma dönemi ticaret dokusunun sonraki dönemlerde özelliğini koruduğu ifade edilebilir. Türk devrinde, Konya’da, daha XIII. yy. başlarında, ikamet alanlarından bağımsız vaziyette ve Şekil 4. Saçak Detayı. Şekil 5. Uygulanacak olan üst örtü detayı. hem imalatçılar hem de satıcılardan oluşan gayet düzenli ve geniş sayılabilecek bir çarşı örgütlenmesinin aşağı yukarı şekillendiği ve bu çarşı, pazar ve hanlardan bir kısmının Osmanlılara intikal ettiği bilinmektedir. Şehri; Cuma kılınır, bazar durur yer olarak tanımlayan Osmanlılar ile birlikte Konya çarşısı yeni bir yapılanma yaşamış ve Selçuklu devri çarşısına göre daha geniş alanlara yayılan ve daha kapsamlı bir biçim almıştır. Osmanlı devri çarşısı, İplikçi Camisi ile karşısında bulunan Kadri Efendi Bedesteni’nden başlayarak Atpazarı Kapısı’na uzanan ve “Uzun Çarşı”, “Sûk-ı Tavîl”, “Sûk-ı Sultânî” gibi isimlerle anılan ana çarşının etrafında örgütlenmiştir. Bu çarşının 81 RESTORASYON başlangıç kısmı yani Bedesten çevresi yoğun bir ticaret alanıdır. Bugünkü Kapı ve Aziziye Camilerinin bulundukları alanlar, Uzun Çarşının Doğu bölümünü oluşturmaktadır. Atpazarı’ndan Mevlana Türbesi’ne kadar uzanan alan ise hanların ve Pazar yerlerinin yoğunlaştığı bölgedir. Şehrin bir diğer ticarî alanı da İplikçi Camisi ile karşısında bulunan Kadri Efendi Bedesteni’nin batısında, şehrin nüvesini oluşturan Alaaddin Tepesi’nin Doğu ve Kuzeydoğusunda yer alan bölgedir. Bu bölgede birçok esnaf çarşının bulunmasının yanı sıra Selçukludan devreden Eskipazar Çarşısı ile Tahte’l-kal’a Çarşısı ve Sipahi Pazarı yer almaktadır. Ayrıca Karamanoğullarının ticari olarak geliştirmiş olduğu alan da başta Kapan Hanı olmak üzere yine bu bölgededir. Konya çarşısı için en önemli dönüm noktalarından birisi de 30 Ağustos 1867’dir. Bu tarihte çarşı, Haçlı ordularının istilasından sonra tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşamış ve sabah saat 07.00 sularında başlayıp dört saat süren yangın ile adeta yok olmaya yüz tutmuştur. İki büyük cami, üç han ile birlikte 872 dükkanın tamamen yandığı bu felaketle çarşının neredeyse yarısı ortadan kalkmıştır. Yangın sonrasında yöneticilerin gayretleriyle, yangının izleri ortadan kaldırılmış ve iki yıl gibi kısa bir sürede yepyeni ve modern bir çarşı meydana getirilerek, 1869 yılında hizmete sokulmuştur. Yapılan plana göre yeni çarşı, her meslek gurubunun kendi sokağında faaliyet gösterebileceği şekilde düzenlenmiştir. Yangın öncesi çarşıda 82 dükkanlar genellikle küçük, ahşap, üstelik de kimi ileride kimi geride olacak şekilde düzensiz sıralanmışlarken, yeni çarşıda yol ve sokaklar geniş, dükkanlar ise iki katlı, kargir ve şerit halinde bir hizada olacak şekilde planlanmıştır. Böylelikle günümüz Konya çarşısının temelleri bu dönemde atılmıştır. Şüphesiz o tarihten bugünlere çarşı gelişimini sürdürmüştür. Fakat değişen ve gelişen şartlara ayak uydurmakta ve tarihi dokusunu koruyarak modern şartlara ayak uydurmakta yetersiz kalmıştır. Günümüzde tarihî değere sahip olan bu ticarî bölgeler, bilhassa son yıllarda halkın yaptığı yanlış onarımlar ve tamiratlarla özgün şeklini kaybetmesinin yanı sıra, kimliksiz bir mimarinin ortaya çıkmasına da şahitlik etmektedir. Yapılan rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleriyle; kentsel sit alanı içerisinde bulunan ve ticaretin kalbi olan Tarihi Bedesten Çarşısı’nın sorunları tespit edilerek, mevcut potansiyelleri ile bütünleştirilip kullanılabilirliği ve sürdürülebilirliği kabul edilmiş bir planlama anlayışı ile çözümler geliştirilmiştir. Çalışmanın esasını oluşturan bu proje ile tarihi çarşının eskiden olduğu gibi kentin prestij bölgesi konumuna gelmesini sağlamak amacıyla tüm imkanların en üst düzeyde kullanılması ile tarihin mekanla bütünleşmesi mümkün olabilecek ve Tarihi Bedesten Çarşısı’na özgün şeklinin kazandırılması ile beraber bu bölgelerin gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması hedeflenmiştir. Yapılan çalışmalar sırasında emeği geçen herkese teşekkür eder, saygılar sunarım. ARAŞTIRMA YAPAY AYDINLATMA-VİTRİN İŞLEVİ İLİŞKİSİNİN AYDINLATMA KRİTERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: KONYA ÖRNEĞİ Aysel KAVASOĞULLARI* - Murat ORAL** Giriş Yüzyıllar öncesinde değiş - tokuşla başlayan ticaret, zamanla belirli mekanlara taşınmıştır. Satışı yapılacak olan ürünlerin, tüm özelliklerinin sergilenmesi adına, camekanla kaplı alanlar olan vitrinler oluşmuştur. Vitrinler, tarihsel süreçle birlikte uzun yıllar teşhir amacıyla düzenlenmiştir. Günümüzde ise, hedef kitleleri etkilemeyi amaçlayan, bu doğrultuda tasarlanan tüketim aracı olarak görülmektedir. Bütün sanatların temelinde olduğu gibi, mimarlığın temelinde de bir tasarım olgusu bulunmaktadır. Mağazaların günümüzde estetik kaygı taşıdıkları ve tasarımı önemsedikleri bir gerçektir. Mağazaların kartviziti görevi gören, mağaza kimliğini yansıtan, mağazaların afişi, üç boyutlu posteri olan vitrinler, tasarımı ve aydınlatmasıyla müşterinin mağaza hakkındaki ilk izleniminin oluşmasında önemli bir araçtır. Aydınlatma, vitrin algısını görsel yolla etkileyerek tasarımda doğru algının oluşumunu desteklemektedir. Vitrinlerin hedef kitlelere hitap edebilmesindeki en etkili faktörlerden biri aydınlatmadır. Vitrin tasarımında da tasarım ne kadar doğru ve kusursuz olursa olsun eğer iyi aydınlatılmamışsa doğru algının oluşması beklenmemelidir. 1. Ching’e göre, ışıksız hiçbir renk, biçim, doku ve var olan bir iç mekân görülemezdi [1]. Bu çalışma; vitrin tasarımının aydınlatma kriteri açısından algısal analizinin irdelenmesidir. Çalışma, hazır giyim markalarının, mağaza vitrin tasarımlarına ne kadar önem verdiklerini ve bunun için tasarım anlamında ne tarz etkinlikler yaptıklarını anlamayı amaçlamaktadır. Çalışma amaçlanan niteliklere sahip ve karakteristik özelliği olan, 10 mağaza dış cephe vitrinlerini kapsamaktadır. Belirlenen vitrinler Konya’da yer alan 4 büyük AVM’den seçilmiştir. Bunlar, Kent Plaza alışveriş merkezi, Kule Site alışveriş merkezi, M1 Real alışveriş merkezi, Novada Outlet alışveriş merkezidir. Bu bağlamda mağazaların kimliğini yansıtabilen ve hedef kitleye vitrin tasarımıyla hitap edebilmek için tasarımın algısal analizinin önemi vurgulanmıştır. Yapılan analiz tabloları irdelenerek, ideal vitrin tasarımı ve aydınlatması açısından yol gösterici olması hedeflenmiştir. 2. Kavramsal Çerçeve 2.1. Vitrin Vitrin, bir mağazanın potansiyel alıcı kitlesini hedef alan, çoğunlukla şeffaf bir sergileme mekânıdır. Müşterinin mağaza ile karşılaşmasında elde Y. Mimar Yrd. Doç. Dr., S. Ü. Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi * ** 83 ARAŞTIRMA edeceği ilk izlenim, mağazanın imajına dair pek çok şeyi açığa çıkarır. Bu anlamda vitrin ve vitrin içerisindeki düzenlemeler, mağaza cephesinin tasarımı ve kullanılan malzemeler, giriş kapısı, girişle iç mekan ilişkisi, çevredeki grafik uygulamalar, yönlendirme işaretleri ve panolar da ilk izlenimin oluşması için son derece önemlidir. Ancak bu unsurlar içerisinde giriş kapısı, vitrin ve iç mekan ilişkisinin birlikteliği oldukça önemlidir ve ihmal edilmemesi gereken bir tasarım parametresidir. Mağazanın satış politikasına ilişkin tutarlı bir nosyon ve iç mekanın kendine özgü karakteri düşünülmeden, dış cephe ve vitrin için iç mekandan kopuk bir tasarım geliştirmek doğru bir yaklaşım olmamaktadır [2]. Şekil 1. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-1). Dış Cephe Vitrinler Dış cephe vitrinleri müşterinin etkilenmesini sağlayan, mağaza hakkında fikir veren ilk bölümdür. Arkası Açık Dış Cephe Vitrinler Adından da anlaşılacağı üzere vitrinin arkası açıktır. Şeffaf vitrinler olarak ta bilinen arkası açık vitrinler dışarıdan bakıldığında mağaza içinin de görülebilmesini hedefleyen vitrin çeşididir. Bu vitrin çeşidiyle müşterinin mağaza içinden ürünü daha iyi görmesi amaçlanmıştır. Yoldan geçenlerin içeri girip vitrini incelemelerini sağlayan bir tarzdır. Mağazanın içinin sürekli düzenli tutulması gerekir [3]. Arkası açık vitrin çeşidinde aydınlatma şiddeti, arkası kapalı vitrinlere göre daha yüksek olmalıdır. Çünkü mağaza iç aydınlık seviyesinden vitrin aydınlatması ayrıştırılarak vitrin mağaza içinde öne çıkmalıdır. Valencia, İspanya’da ki La Boheme mağazasının bir bölümünde sergilenen arkası açık dış cephe vitrinine örnek gösterilebilecek şekilde sergilenmiş manken görülmektedir (Bkz. Şekil 1). Arkası Yarı Açık Dış Cephe Vitrinler Arkası yarı açık vitrinlerde vitrinle mağaza belirli bölücülerle veya farklı seperatörlerle birbirinden ayrılabilir. Bu tarz vitrin tasarımında kısmen mağaza içini görmek mümkündür. Bu durumu algılatacak malzemeler vitrin arkasında kullanılmaktadır. Bu vitrin çeşidinde mağaza içerisinde ki görüntü vitrin tasarımıyla bütünleşik olmalıdır. Arkası yarı açık dış cephe vitrinlerde, vitrin arkasında kullanılan malzeme çubuk şeklinde ve aralıklı olarak kullanılabilir. Bu tarz tasarımda vitrin mağaza iç atmosferinden etkilenmektedir. Vitrin aydınlatması, mağaza aydınlık seviyesinden sınırlandırılarak, dikkat çekici etki sağlamak isteniyorsa, yüksek şiddetli aydınlatmalar tercih edilmektedir (Bkz. Şekil 2). 84 Şekil 2. (URL-2). Şekil 2. (URL-2). (Basit objelerle mağazadan sınırlandırılmış arkası yarı açık dış cephe vitrin tasarımı). Arkası yarı açık dış cephe vitrinlerinde, vitrin arkasında kullanılan bölücü elemanın sık ve çizgisel bir malzemeden olması vitrini daha fazla ön plana çıkarmaktadır. Vitrinin arkasından mağaza içi belli ölçülerde göründüğü için arkası yarı açık vitrin grubuna örnek olarak gösterilmektedir. Sınırlandırıcı elemanın şeffaflık özelliği ne kadar azalırsa, vitrin aydınlatma ve tasarım kontrolü o kadar kolay sağlanmaktadır (Bkz. Şekil 3) Arkası Kapalı Dış Cephe Vitrinler Arkası kapalı tip mağaza vitrinleri, dışarıdan bakıldığında mağaza içinin görülmediği, tamamen arkasının kapalı olduğu ve sadece vitrinin görüldüğü çeşididir. Bu tür vitrinler, vitrini tamamen mağazadan ayırır. Böyle bir vitrinin avantajı, müşterinin tamamen vitrine odaklanmasını sağlamasıdır. Bu tasarım çoğu zaman şehir merkezindeki ve alışveriş merkezlerindeki dükkânlarda kullanılır. Işık kontrolü ile dramatik etkiler bu vitrin türünde kolayca verilebilir [3] (Bkz Şekil 4). Arkası kapalı vitrinlerden mağaza içi görülmediği için vitrin tasarımı, mağaza imajını yansıtılacak nitelikte olmalıdır. Müşteri, vitrine baktığında mağaza hakkında tüm detayları, mağazada ne tür ürünlerin olduğunu ve nasıl bir müşteri kitlesine hitap ettiğini algılamalıdır (Bkz. Şekil 5). Valencia, İspanya’da ki La Boheme mağazasının vitrin tasarımında da arkası kapalı dış cephe vitrini kullanılmıştır. Ayrıca vitrin arkad vitrin çeşi- ARAŞTIRMA Şekil 4. Arkası kapalı dış cephe vitrin şeması [4]. Şekil 6. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-5). Şekil 7. La Boheme; Valencia, İspanya (URL-6). Şekil 5. Lanvin, Paris (URL-4). dine örnektir. Vitrin de tek bir manken üzerinde bir tek ürün sergilenmiş ve oldukça sade düşünülen vitrin tasarımı, basit renkli tasarım elemanlarıyla çepeçevre sarılarak sergilenen teşhirde ki ürün ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca kullanılan renkli ekipmanlar çerçeve görevi görerek vitrini sarmış ve arka yüzeydeki vitrine açılan kapı, kapalı vitrin olma özelliğini oluşturan pano da ki birleşim detayları gibi kirli görüntüleri de gizleyerek dışarıdan bakıldığında hoş bir görüntü oluşturmuştur (Bkz. Şekil 6, Şekil 7). Arkad Vitrinler: Bu vitrin çeşidi de arkası kapalı vitrinlerdendir. Mağaza girişinin vitrin ortasında tasarlandığı yani girişin sağı ve solunda vitrinin bulunduğu vitrin çeşididir (Bkz. Şekil 8). Arkad vitrinler, çoğunlukla alışveriş merkezlerinde kullanılan giriş mekânında lobi bırakılarak düzenlenen vitrinlerdir. Bu şekilde vitrin yüzeyi arttırılmış olur. Lobinin şekli mağaza tasarımına göre düz veya zikzaklar şeklinde olabilir. Köşe vitrinler de arkad vitrinler sınıflandırması içinde yer alır. 2.2. Aydınlatma Aydınlatma, ürünlerin değerini ortaya çıkaran bir teşhir aracı ve mağaza iç tasarımının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yüzden moda mağazalarında aydınlatma hem bir ihtiyaç hem de görsel bir malzeme olarak karşımıza çıkar. Doğru aydınlatma tasarımı, mağaza içerisinde her mekan içinde istenilen ışığı yakalayabilecek ışık miktarlarının ve kaynaklarının belirlenerek doğru armatürlerle buluşması ile sağlanabilir. Bu konudaki aydınlatma prensipleri belirlenirken mağazanın imajı, hedef kitlesi, fiyat sınıfı, ürün çeşitleri ve sunum yöntemlerinin analiz edilmesi ve bu unsurlar arasındaki ilişkilerin iyi kurulması gerekmektedir [4]. Şekil 8. Arkad vitrin şemaları [4]. 85 ARAŞTIRMA Şekil 9. Tek eğimli vitrin camları [4]. Şekil 10. V şeklinde iki eğimli vitrin camları [4]. İyi aydınlatılmış mağazanın sağladığı avantajlar şöyledir: • Müşterinin ilgisini çeker ve mağazanın önünden geçen tüketicilerin mağaza içini görmelerine olanak verir. • Ürünlerin gerçek renk, doku gibi özelliklerinin ortaya çıkmasına sebep olur. • Mağazanın farklı bölümlerinin görsel olarak birbirinden ayrılmasına yardımcı olur. • Çalışanların zihinsel yorgunluklarını azaltmaya yardımcı olur ve mağazanın temizliğini ve düzgün görüntüsünü ortaya çıkarır. • Mağaza tarafından yansıtılmak istenen imajın yaratılmasına yardımcı olur. • Teşhirin satış gücünü artırır. • Tüketicilerin ürünleri detaylı bir şekilde incelemelerine olanak tanır. • Mağazadaki satış alanının tamamen kullanılmasını sağlar. • Hırsızlığın azalmasına sebep olur [5]. Tasarım ne kadar başarılı olursa olsun, iyi aydınlatılamadığı takdirde istenilen etki yaratılamaz. Özel bir konsept oluşturmak için profesyonel aydınlatma tasarımcıları ile çalışmak gerekecektir. Özellikle mağazalarda müşteriyi içeri çekmek için aydınlatma çok önemlidir. Aydınlatma planı yapılırken şu faktörlere dikkat edilmelidir [6]. • Her bölümde bulunacak ürün türü, • Bölümlerin biçim ve boyutları, • Tavan yüksekliği, • Duvar, tavan ve döşemede kullanılan malzemeler ve renkler, Şekil 12. Vitrin ölçülerinin şeması [4]. 86 Şekil 11. Kavisli vitrin camları [4]. • Vitrin türü (Arkası kapalı ya da açık vitrin) aydınlatmanın nasıl olacağını etkilemektedir. Vitrin tasarımının önemini aydınlatma tamamlamaktadır. Vitrin algısının oluşumundan, net görüntünün sağlanmasına kadar en önemli detayları aydınlatma oluşturmaktadır. Parıltının olmaması için vitrin ve dış mekan arasındaki aydınlatma farklılıkları, bunun çözümleri ve gereken ekipman kullanımı oldukça önemlidir. Bu durum ya vitrin ve dış mekanda aydınlatmayla sağlanabilir ya da parıltıyı en aza indirecek vitrin camı kullanımıyla sağlanmaktadır. Maliyet hesabı yaparak ve vitrine uygun malzemeye göre karar verilebilir. Vitrinlerde genellikle sertleşmiş cam, float cam, lamine cam, renkli opak cam, güneş kontrollü cam kullanılmaktadır. Ancak bu camlarında yansıma oluşturmaması için yine dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Tek eğimli (Bkz. Şekil 9) ve V şeklindeki iki eğimli (Bkz. Şekil 10) vitrinler yansımaları yok edici özelliktedir. Kavisli vitrin camları (Bkz. Şekil 11) ise asla yansıma oluşturmazlar. Ancak maliyeti yüksektir. Yansımayı önlemek için vitrin aydınlatmasını en az dış mekan kadar aydınlık tutmak gerekmektedir. İçerdeki aydınlık düzeyi arttırmak çözüm olsa da vitrin camlarını değiştirmek daha az maliyetli olacaktır. Vitrinlerde yansımayı yok etmek yada en aza indirmek için kullanılan aydınlatma veya vitrin camlarının özelliği ve açısal kullanımına da vitrin tasarımıyla ve senaryosuyla karar verilmelidir. Vitrinlerde sergilemenin algılanması ürünlerin büyüklüğüne bağlıdır. Küçük bir ürün sergilenecekse bu göz hizasına yakın bir noktada konumlandırılmalıdır. Ancak büyük bir ürün sergilemesi yapılacaksa zeminden başlayarak yükseltilebilir. Vitrin ölçüleri Şekil 13’te belirtilmiştir (Bkz. Şekil 12). Aydınlatma vitrinde, sadece yapılan tasarımı görebilmek için değil bir çok farklı etki yaratarak tasarıma yardımcı olduğu ve kendi başına da tasarım gerçekleştirebildiği için önemlidir. Vitrin Aydınlatmasında Kullanılan Aydınlatma Çeşitleri Floresan Aydınlatma Fosfor parçacıklarının bir tüp içerisinde elektrik enerjisi aracılığıyla parlamaları sonucu ortaya çı- ARAŞTIRMA Şekil 13. Floresan aydınlatma (URL-7). Şekil 14. Akkor lamba (URL-8). Şekil 15. Yüksek şiddet (HID) aydınlatma (URL-9). Şekil 16. Spot aydınlatma (URL-10). kan ışık, floresan ışığı olarak adlandırılır. Bu ışıklandırma biçimi çok ekonomik olmasının yanında, genel arka plan veya tavan aydınlatması için oldukça değerlidir. Gölgesiz ışık sağlayan bir kaynaktır. Soğuk ışık yayar ve az miktarda ısı üretir. Bu özellikleri sayesinde floresan küçük kapalı alanlarda aranan bir aydınlatma kaynağıdır (Bkz. Şekil 13). Buna karşın floresan, bazı nesnelerin hoş görünmemesine neden olur. Nesnelere odaklanma özelliği yoktur. Tüp, ışık ışınlarını yansıtan düz, beyaz bir yüzeyin hemen yanına yerleştirildiğinde üst düzey verim elde edilir [3]. yüksek ışık oluşturmaları nedeniyle tavanın yaklaşık dört buçuk metreden yüksek olduğu yerlerde kullanılacak en iyi ışıklandırma kaynaklarıdır. Renkleri çok daha soğuk gösterirler. Daha az sıcaklık üretirler ve floresanlardan daha uzun ömürlüdürler [7]. Akkor Aydınlatma Akkor lambalarda elektrik akımı, bu akıma dayanıklı çok ince bir tel aracılığıyla sağlanır (Bkz. Şekil 14). Bu tel, ısınır ve parlar. Ortaya çıkan ısı, kapalı ve havalandırılmayan alanlarda yangın tehlikesine neden olur. Akkor ışıklardaki esneklik, özel efektler için çok yararlı olmalarını sağlar. Akkor lambalar; bir hat boyunca veya pillerle birlikte kullanılmadıklarında bir donanım veya reflektörle birlikte kullanılırlar. Akkor lambalar sıcak bir etki oluşturmalarına karşın floresan lambalara oranla daha az yayılım gösterirler ve daha az ekonomiktirler [7]. Yüksek Şiddetli(HID) Aydınlatma HID’ler floresanlara oranla boyut olarak daha küçüktürler ve akkor lambalar gibi gölge oluştururlar ve yüksek ışık yayarlar (Bkz. Şekil 15). Civa tipi HID’ler çok yeşil, metal tipler çok mavi ve sodyum tipler de çok sarı görünürler HID lambalar çok Spot Aydınlatma Spot lambalar belirli ve çok sınırlı bir bölgeye yoğun ışık verilmesini sağlar. Farklı güçlerde ve türlerde olabilmektedirler (Bkz. Şekil 16). Spot lambalar; elektrik ampulü, yüksek şiddette ışık yayan ampul, halojen ampul, yüksek/düşük voltajlı, sabit tavana monte edilebilen veya portatif ayaklı olabilmektedirler [8]. 3. Alan Çalışması Bu çalışmada giyim mağaza vitrin tasarımlarının, özelliklede aydınlatmalarının müşteriler üzerindeki etkilerini ve algısal analizlerini belirlemek hedeflenmiştir. Seçilen hazır giyim mağazalarında vitrin tasarımı ve aydınlatmasında kullanılan malzemeleri incelemek için fotoğraflama, mağaza yetkilikleriyle görüşme ve vitrinleri yerinde inceleyerek analiz etme gibi yöntemler kullanılmıştır. Seçilen mağazaların her biri için kimlik ve vitrin bilgilerinin yer aldığı biçimsel analiz tabloları oluşturulmuştur. Tabloda fotoğraf ve çizimlerinin yanı sıra vitrin teknik bilgilerine de yer verilmiştir. Her vitrin kendi içinde incelenerek analiz edilmiştir. Daha sonra tüm vitrinlerin yer aldığı psikolojik, tasarımsal ve aydınlatma analizleri yapılarak yüzde hesaplarıyla genel bir çıkarım yapılmıştır. 87 ARAŞTIRMA 88 Şekil 17. Dış cephe vitrin çeşitlerinin analizi. Şekil 18. Kapı çeşitleri analizi. Şekil 19. Vitrin tasarımında, renk tasarısı analizi. Şekil 20. Vitrin aydınlatmasında armatür çeşidi analizi. Şekil 21. Vitrin cephesi, grafik eleman çeşidi analizi. Şekil 22. Vitrin cephesi, grafik eleman yeri analizi. Seçilen Mağaza Vitrin Örneklerine Bağlı Biçimsel Analiz Bulguları Yapılan çalışmada vitrinlerin biçimsel analiz tablolarının genel bulguları; vitrin tasarımı, vitrin aydınlatması ve vitrin cephesini oluşturmaktadır (Bkz. Tablo 1’den Tablo 10’a kadar). Dış cephe vitrinlerin araştırma kapsamında incelendiği bu çalışmada vitrin çeşitleri; arkası açık dış cephe, arkası yarı açık dış cephe ve arkası kapalı dış cephe vitrinleri olarak değerlendirilmiştir. Seçilen vitrinlerin %25’i arkası açık dış cephe, %12’si arkası yarı açık dış cephe, %63’ü de arkası kapalı dış cephe vitrin çeşidine sahiptir (Bkz. Şekil 17). Çalışma kapsamında seçilen mağaza örneklerinin kapı çeşitleri; çift kanatlı (çift yöne açılır) kapı ve kanatsız (yukarıdan aşağıya sürgülü) kapı çeşidi olarak tespit edilmiştir. Kapı çeşitlerinin %20 ’si çift kanatlı (çift yöne açılır) kapıyı oluştururken, %80’inin de kanatsız (yukarıdan aşağıya sürgülü) güvenlik girişli kapı olduğu görünmektedir (Bkz. Şekil 18). Mağazaların vitrin tasarım renkleri; %5 monokrom renk tasarısı, %10 tek renk tasarısı, %60 benzer renk tasarısı, %25’te zıt renk tasarısı olarak karşımıza çıkmaktadır (Bkz. Şekil 19). Vitrin aydınlatma armatür çeşitlerine bağlı biçimsel analiz bulgularına göre vitrinlerin %60’ı yüksek şiddetli (HID) aydınlatmaya, %30 spot aydınlatmaya, %7 floresan aydınlatmaya, %3 akkor aydınlatmaya sahiptir (Bkz. Şekil 20). Seçilen mağazaların cephe grafik eleman çeşidi, %85 içten aydınlatılmış kalıp harfleri, %10 aydınlatmasız kalıp harfleri, %5 ise içten aydınlatılmış harf panolarını oluşturmaktadır (Bkz. Şekil 21). Çalışma kapsamında seçilen mağaza örneklerinin cephe grafik eleman yeri bulgularına göre; %52 saçak bordürü üzerinde, %43 mağaza sınırlandırıcıları üzerinde, %5 vitrin camı üzerinde yer almaktadır (Bkz. Şekil 22). ARAŞTIRMA Kentplaza (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri 1. Twist Mağazası 2. Ipekyol Mağazası Tablo 1. Twist mağazasının biçimsel analiz tablosu. Tablo 2. Ipekyol mağazasının biçimsel analiz tablosu. 3. Pierre Cardin Mağazası 4. W Collection Mağazası Tablo 3. Pierre Cardin mağazasının biçimsel analiz tablosu. Tablo 4. W Collection mağazasının biçimsel analiz tablosu. 89 ARAŞTIRMA 5.Vakko Mağazası 6.Avva Mağazası Tablo 5. Vakko mağazasının biçimsel analiz tablosu. Tablo 6. Avva mağazasının biçimsel analiz tablosu. Kule Site (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri 90 7. Damat Mağazası 8. U.S. Polo Assn. Mağazası Tablo 7. D’S Damat mağazasının biçimsel analiz tablosu. Tablo 8. U.S. Polo Assn. mağazasının biçimsel analiz tablosu ARAŞTIRMA M1 Real (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri Novada Outlet (Konya) Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağaza Vitrinleri 9. Lufian Mağazası 10. Altınyıldız Mağazası Tablo 9. Lufian mağazasının biçimsel analiz tablosu. Tablo 10. Altınyıldız mağazasının biçimsel analiz tablosu. Sonuç ve Öneriler • Vitrin camları saydam oldukları kadar aynı zamanda yansıyıcı yüzerlerdir. Yansımayı önlemek amacıyla bazı teknikler uygulanmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir; - Vitrin aydınlatması en az dış mekan aydınlatması kadar aydınlık olmalıdır. - Yansımayı önleyen cam kullanılmalıdır. - Tek eğimli, iki eğimli yada kavisli vitrin camı kullanılmalıdır. - Bunlardan en maliyetli kavisli cam kullanmak olsa da sonuçta daha az maliyetlidir ve kesin çözümdür. Çalışma kapsamında vitrin camları incelendiğinde bazı vitrinlerde kısmen yansımanın engellenemediği görülmüştür (Örneğin Twist). Tüm vitrinlerde yansımayı önlemek amacıyla, içerideki aydınlık düzeyi arttırma ve sertleşmiş cam kullanma çalışmaları yapıldığı sonucuna varılmıştır. Bu anlamda hiçbir vitrinde kavisli cam kullanılmamıştır. • Saydamlığın ön planda tutulduğu vitrin tasarımlarında ürün sergilemenin minimum seviyede olduğu görülmektedir (Örneğin Vakko). • Arkası açık dış cephe vitrini kullanılan mağazalarda genellikle vitrine, mağaza iç görüntüsü • • • • • • yansıtılmak istenilmiştir. Bu sebepten dolayı mağaza aydınlık düzeyi vitrin aydınlık seviyesine yakındır. Dolayısıyla vitrin iç mekan aydınlığı dış mekan aydınlığından çok yüksek değildir. Bu yüzden de vitrin camında yansıma problemi oluşmaktadır. (Örneğin Vakko, Twist gibi) Seçilen mağaza örneklemlerinde genellikle giriş birimlerinin çok geniş olmadığı, vitrin derinliklerinin 50 - 100 cm arasında olduğu sonucuna varılmıştır. Mağaza ve vitrin tasarımında, ürünlerin gerçek renklerini gösterecek özellikte, gün ışığına yakın aydınlık seviye oluşturacak aydınlatmalar tercih edilmelidir. Vitrin genel aydınlık düzeyi 300 lux - 1000 lux aralığında olmalıdır. Özel sergiler için lokal aydınlatma kullanılıyorsa aydınlık düzeyi 1500 lux - 5000 lux olmalıdır. Tasarımda ahşap kullanılan birimlerde sarı ışık, duvar yüzeylerinde beyaz ışık kullanılmalıdır. Aksi taktirde ışık patlaması oluşacaktır. Vitrinler hızlı değişip, yenilenen birimler olduğu için tasarımda esnekliğe ve bu duruma 91 ARAŞTIRMA olanak sağlayacak hafif tasarım ekipmanlarının yanı sıra raylı ve hareket edebilen oynar başlıklı aydınlatma sistemleri tercih edilmelidir. • Vitrin çeşidine ve mağazanın fonksiyonuna, hedef kitlesine göre aydınlatma kullanmaya özen gösterilmelidir. Not Bu yayın yüksek lisans tezinden faydalanılarak yapılmıştır. Kaynaklar [1] Ching, Francis D.K., 2006, İç Mekan Tasarımı, YEM Yayın, İstanbul, 126. [2] Okten, G.,2004, “Moda Alanında Faaliyet Gösteren Mağaza Zincirlerinde Ticari İmaj Ve İç Mekan Tasarımı İlişkisinin İrdelenmesi” Yüksek Lisans Tezi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İç Mimarlık Anabilim Dalı, İstanbul. [3] Arslan M., ve Bayçu S., 2012, Mağaza Atmosferi. Editör: Mine Oyman, 1.Baskı, Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi Yayını, Mayıs 2012, Eskişehir, 34-179. [4] Mun, D., 1981, Shops A Manual Planning and Design, The Architectural Press Ltd, London. [5] Meyer, Warren G., Harris, E. Edward, Kohns, Donald P. ve StoneIII, James R., 1988, Retail Marketing, 8. Baskı, New York: McGraw-Hill, 371-536. [6] Philips Lighting, 2007, Application Guide Retail Lighting, Somerset, NJ: Philips. [7] Mills Kenneth H., Judith E. Paul ve Kay B. Moorman, 1995, Applied Visual Merchandising. 3rd ed. New Jersey: Prentice Hall, USA, 38-87 [8] Colborne, Robert., 1996, Visual Merchandising: The Business of Merchandise Presentation, New York: Delmar Publishers, 128. 92 İnternet Kaynakları URL-1, http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/3#ngg [Ziyaret Tarihi: 3 Ocak 2015]. URL-2, http://vitrintasarimi.net/index.php?option=com_cont ent&view=article&id=68&Itemid=239 [Ziyaret Tarihi: 16 Ocak 2015]. URL-3, http://vitrintasarimi.net/index.php?option=com_cont ent&view=article&id=68&Itemid=239 [Ziyaret Tarihi: 16 Ocak 2015]. URL-4, http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaraticivitrin-tasarimlari/nggallery/page/20#ngg [Ziyaret Tarihi: 2 Ocak 2015]. URL-5, http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/1#ngg [Ziyaret Tarihi: 5 Ocak 2015]. URL-6, http://www.uplifers.com/dunyaca-unlu-markalarin-yaratici-vitrin-tasarimlari/nggallery/page/2#ngg [Ziyaret Tarihi: 5 Ocak 2015]. URL-7, https://www.google.com.tr/search?q=ayd%C4%B1nlat%C4 %B1lm%C4%B1%C5%9F+i%C3%A7+mekanlar&biw=1280&b ih [Ziyaret Tarihi: 11 Şubat 2015]. URL-8, https://www.google.com.tr/search?q=akkor+lamba&biw=1 280&bih [Ziyaret Tarihi: 25 Eylül 2015]. URL-9, https://www.google.com.tr/search?q=HID+lambalar&biw= 1031&bih [Ziyaret Tarihi: 13 Şubat 2015]. URL-10, https://www.google.com.tr/search?q=ayd%C4%B1 nlat%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F+i%C3%A7+mekanlar&biw=1 280&bih [Ziyaret Tarihi: 13 Şubat 2015]. SANAT HÜSN-İ HAT ÖĞRENCİLERİNİN MİHMANDARI: HATTAT MEHMED ŞEVKİ EFENDİ Atilla ŞİMŞEK at sanatının ortaya çıkışının en önde gelen sebebi, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı en güzel şekilde yazma gayreti ve isteği olmuştur. Yazılan Allah’ın kelamı olunca bunu sıradan bir yazı gibi yazmak elbetteki doğru olmazdı. Manânın yüceliğine uygun bir güzellik olması gerekirdi. Bu görevi de hat sanatı yerine getirdi. Bunun yanında İslamiyet’in ilk devirlerinden itibaren İslâm mimarisinin içinde hat sanatı bütün güzelliği ile yer aldı. Hat sanatı cami, medrese, çeşme, köprü, mezar taşı gibi bir mimari eserin ya içinde ya da dışında o yapının belgesini ve kimliğini ortaya koymak ve aynı zamanda bu mimari eseri manasına uygun bir biçimde süslemek maksadı ile kullanıldı. Türk İslâm kültüründe, Allah kelamı nereye yazılırsa orası kutsallık kazanır. İşte hat sanatının bir diğer gayesi, bu mimari eserlere manevi dereceler kazandırmak ve insanlara her vakit ne yapmaları gerektiğini hatırlatmaktır. Bunun için hat sanatıyla yazılmış ayet, hadis ve güzel sözler mimari eserlerimizi süslemektedir. Hat sanatının bu gayesinin yerine gelmesi için bu yazıların sadece süs unsuru olarak görülmemesi ve okunulması gerektiği de akıllardan çıkarılmamalı. Hat sanatı estetik olarak zirveye ulaştığı dönemlerde sadece dış mimariyi değil iç mimariyi de süsleye- H rek maneviyat dolu bir dekor olma özelliğini de üstlenmiştir1. Estetiğin ön planda olduğu bu nadide sanatın öğretimi de kolay değildi tabi ki, ciddi tutulmalıydı. Kendi kendine yetişme usulü, hataya açık ve verimsiz olduğu gibi uzun bir zamana yayılacağından benimsenmeyen bir yoldu. Ayrıca sanat yeteneğinin kısa zamanda disiplin altına alınması ve gelişmesi, geleneksel usulde yetişmiş bir hat üstadının meşk usulü eğitimiyle yakından ilgili olduğunu Hz. Ali’ye izafe edilen şu söz ortaya koymaktadır: “Güzel yazı bizzat hocanın öğretisinde (Meşk) gizlidir, olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslam dinini yaşamakla olur”2. Hat sanatı, kendine has usûl ve kâidelerle hoca-talebe ilişkisi içerisinde öğrenilen bir güzel sanat dalı olup tohum safhasından meyveye kadar uzun, sabırla çalışma ve manevî feyiz gerektiren zorlu bir yoldur. Hoca-talebe ilişkisi içerisinde öğrenilen hat sanatının İslâm tarihi boyunca eğitim ve öğretiminin köklü bir disiplin içinde yürütüldüğü, meşk mecmualarından, hattat silsilelerinden ve icâzetnâme (diploma)’lerden anlaşılmaktadır3. XV. yüzyıldan günümüze kadar yapılan uygulamalara göre yetenekli bir talebe müfredat ve mürekkebat (harflerin ve harf bitiştirmelerinin muntazamlığı, kaide Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi 93 SANAT Sülüs ve nesih yazıda ilk meşk (ders): Rabbim kolaylaştır zorlaştırma; bu işimi hayırla tamamla. ve satıra oturmuşluğu, kalem rahatlığı gibi konuların bütünü) meşklerini tamamladıktan sonra ancak yazı öğrenimini tamamlayabilir. İşte kendisi XIX. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen bu zorlu yola girmeyi göze almış günümüz hat öğrencilerine meşkleriyle ışık tutmaya halâ devam eden ve yazılarını var gücüyle ona benzetmek için çalışan öğrencilerin kaynak kitabının (İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi [IRCICA] tarafından yayımlanan Sülüs-Nesih Hat Meşkleri) sahibi olma şerefine erişmiş bir üstattan bahsedelim istedik bu makalede: Mehmed Şevki Efendi. Harmoni ve estetiğin mükemmel bir şekilde bir araya geldiği hat sanatı birçok kişiyi olduğu gibi beni de etkiledi ve adeta kendisiyle uğraşmam için her türlü cazibesini kullandı. Sonucunun ne olacağını tam olarak kestiremediğim bu serüvene atıldığımda, hüsn-i hat öğrencisinin, Rabbinin karşısında edeble haddini bilerek “Yarabbi kolaylaştır, zorlaştırma; hayırla bu işimi tamamla” manasına gelen ve her hat talebesinin zorlu serüveninin adeta başlangıç kapısını aralayan “rabbiyesir velâ tüassır” duası ile başlayan ilk ödevimi bir hafta süreyle talim etmeye başlamıştım. Besmeleyi çektik ama daha ilk harf olan ra’nın kuyruğunu hocamızınki gibi bir türlü çekemedik. İkinci hafta bu talimde bize yarenlik edecek bir meşk kitabı olduğu, harflerin orada gösterilen ölçülerde ve nizamda yazılması gerektiği söylendi hocamız tarafından. Hat öğrencilerinin ilk sülüs ve nesih yazı dersinde (meşk) yer alan harflerin M. Şevki Efendi tarafından ölçülendirilmesi: Kırmızı yuvarlak ve noktalar harflerin ölçülerini gösterir. 94 İşte Şevki Efendi ile benim ilk tanışmam birbiri ardına naif bir biçimde sanki matbaadan çıkmış gibi düzenli bir şekilde dizilen harflerin ve ölçülerinin yer aldığı bu kitapla oldu. Meğer bu harfler öyle gelişigüzel göz kararı yazılmazmış, her birinin bir ölçüsü varmış… Hattın sadece işaretleri yazmaktan ibaret olmadığını, harfleri bir ölçü ve dengeye getirmek olduğunu öğrendik bu kitapla ve hala da devam ediyoruz öğrenmeye. Tüccardan Ahmed Ağa’nın oğlu olan Şevki Efendi, Kastamonu’nun Seyyidler (Seydîler) köyünde doğdu4. Küçük Şevki daha üç yaşında iken İstanbul’a gönderildi5,6; burada dayısı Mehmed Hulûsi Efendi ve onun damadı Harputlu Hoca İshak Efendi’nin yanında yetişti. AksarayYusufpaşa’daki sıbyan mektebinde ilk tahsilinin yanı sıra dayısından sülüs-nesih ve rika’ (hüsn-i hatta en çok kullanılan yazı çeşitleri) yazılarını meşk ederek 1841’de on iki yaşında iken hat icazeti aldı4. Öğrenimi en az sekiz yıl süren Hat Sanatında henüz on iki yaşını tamamlamamış bir çocuk Sülüs ve Nesih yazı çeşitlerinden icazet alıyordu. Dönemin ustaları bu küçük çocuğun yazdığı yazılar karşısında hayrete düşüyor ve şaşkınlıkla inci gibi dizilmiş sülüs ve nesihleri inceliyorlardı. Onların neler söylediği bir muamma olsa da ortada olan ve apaçık duran bu çocuğun yazdıklarıydı. Şüphesiz dayısı ondaki cevheri fark etmiş olacak ki, henüz oyun çağında olan bu afacan çocuğun peşinde koşturmuş ve ona hat sanatını öğretmişti. Hat Sanatının içinde barındırdığı tüm özellikleri, büyürken öğrenen Şevki, titizlik, saygı, hassasiyet, çok çalışma, yaptığı ile yok olma ve İslam dini üzere olma evrelerini tamamlayarak, bahsedildiği gibi on iki yaşında yazılarının altına imza atabilecek seviyeye ulaşmıştı7. Hocası Hulûsi Efendi, Koca Ragıb Paşa Kütüphanesi birinci hafızı kütübü, Nusretiye Camii kürsü şeyhi ve birçok hattat yetiştiren feyizli bir hocaydı. Kendisi Mahmud Raci ve Ali Vasfi Efendilerin talebesi olmakla beraber hat sanatındaki yeri orta derecede idi4. Bu sebeple kabiliyetli bulduğu yeğenine icazet verdikten sonra hattını ilerletmesi için onu kendinden daha üstün gördüğü bir üstada götürmek SANAT Celî Sülüs Oklu Besmele. istedi. Ancak Şevki Efendi “Sizden başka hocaya gitmem” dedi. Hâlbuki gideceği hoca Kadıasker Mustafa İzzet Efendi idi. Zamanın emsalsizi, Şefik Bey’in, Abdullah Zühdi’nin hocası, 8 m. çapındaki o nadide levhaların sahibi koskoca Ayasofya hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi. Fakat “Hocam ve velînimetim, sen bana kâfisin” dedi ve reddetti. Dayısının sevincinden gözleri yaşararak bağrına bastı yeğenini ve ona hayır dua etti. “Daima feyz alınan kişi ol, sana ve yazdıklarına karşı herkes kıyamete kadar saf saf dizilip saygı ve hürmet göstersin” 6,7. Belki de bu dua sayesinde sülüs ve neshi zirveye ulaştıran ve kendinden sonra gelen hattatların daima takip ede geldikleri bir mektebin, “Şevki Mektebi” denilen emsalsiz üslûbun kurucusu olma şerefine erişti5. Şevki Efendi, Harbiye Nezareti’nde tercihan hattatların tayin edildiği Mektûbî-i Seraskerî Odası’nda Mart 1848’de memuriyete başladı. Askeri katiplerin yetiştirilmesi için Beyazıt’ta 1875’te açılan Menşe-i Küttab-ı Askeri’yede rik’a muallimi oldu; vefatına kadar her iki vazifesini de sürdürdü. ll. Abdülhamid’in taht’a çıkmasından sonra Yıldız Sarayı’na bağlı olarak açılan Mekteb-i Şehzadegan’da 25 Ekim 1877 tarihinde Başmâbeyinci Osman Bey’in delaletiyle hat muallimliğine getirildi. Bu mektebe bir müddet sonra padişahın özel hizmetini görenlerin çocukları da “zadegan” ismi altında kabul edilmeye başlandı. Şevki Efendi burada birçok şehzade ve beyzadenin hocası oldu. Bu vazife için cumartesi, pazartesi ve perşembe olmak üzere haftada üç gün oturduğu Haseki’den Yıldız’a giderdi. Ders saatleri dışında da Yıldız Kütüphanesi’ndeki mushaf, dua mecmuası ve murakka’ gibi eserleri incelerdi. Kendisine teveccühü olan II. Abdülhamid, ara sıra şehzadelerin hat meşklerine bakmaktan hoşlanır bir yazı siparişi olursa Çit Kasrı’nda Şevki Efendi’yi doğrudan kabul ederek ona ihsanlarda bulunurdu. Şevki Efendi’ye 1883’te rütbe-i saniye sınıf-ı mütemâyizî ve üçüncü rütbeden Mecîdî nişanı tevcih edildi. 1870’1i yıllarda hacca giden Şevki Efendi iffetli ve müstakim yaratılışıyla tanınırdı. Kendisine ve evine sadece resmi maaşını harcar eserleri için pazarlık etmez, para vermeyenlere de hediye eder, yazıdan aldığı parayı Kastamonu ve İstanbul’daki muhtaçlara dağıtırdı. Vefatında 27 lira parası çıkmış fakat sonradan ele geçen hususi defterinde otuz fakiri aylığa bağladığı görülmüştür. Henüz hayatta iken birini kaybettiği üç kızı ve bir oğlu olmuştur. Şevki Efendi son zamanlarında felç geçirmiş 13 Şaban 1304’te (7 Mayıs 1887) vefat etmiş ve Merkez Efendi Kabristanı’nda hayattayken dizinin dibinden ayrılmayı hayal bile edemediği çok sevdiği hocası Hulûsi Efendi’nin yanı başına defnedilerek vefatında da hocasından ayrılmamıştır. Kitabesi oğlu ve talebesi Mehmed Said Bey tarafından Mehmed Şevki’ye layık olmayan bir seviyede yazılmıştır. Şevki Efendi, Haseki semtinde geniş bir bahçeye baktığı için kendisinin “yeşil oda” dediği yazı odasında sabah namazından sonra vazifeye gideceği saate kadar yazıyla meşgul olurdu. Tatil olan cuma günlerinde ise sabahtan cuma namazına kadar talebesiyle meşguliyetini sürdürür, onlara hat dersi verirdi. Cumadan sonra ziyaretine kalabalık halde askeri ve sivil erkan gelirdi4,6. Sanat hayatı boyunca her gün ilerleme gösteren Şevki Efendi, bilhassa 1873 yılından itibaren daha narin bir üslûpla Nihâl mertebesine eriştirdi- Celî Sülüs İstif. 95 SANAT Vefatından 6 sene önce yazdığı nesih amme cüzünden ilk sayfa. Nesih Ayet-i Kerîme. 96 ği bu yazı nevilerinde günümüze kadar son merhale sayılmaktadır. Kendi üslûbunu bulduktan sonra bile ziyaretine gittiği hocası Hulûsi Efendi sırada bekleyen fazla talebe olduğunda bunların meşklerine bakmayı Şevki’ye havale edince gereken harf çıkartmalarını hocasının üslûbuyla yazacak kadar ona hürmet gösterirdi. Hüsn-i hattı kim için olursa olsun aynı dikkat ve itina ile yazan Şevki Efendi talebe için hazırladığı meşklerinde de aynı titizliği gösterirdi. Bu sebeple orta yaşlarından itibaren on talebeden fazlasını kabul etmemeye başlamıştır. Ancak Hacı Arif Efendi gibi bu ilkesini bozduğu müstesna öğrencileri de vardır. Meşkin mürekkebat safhasında Hz. Ali’nin rivayeti olan hilye metnini yazmaya hususiyle ehemmiyet verirdi (TSMK, Güzel Yazılar. n r. 188). Pek çok talebesi arasında en fazla tanınanlar Filibeli (Bakkal) Hacı Arif, Hafız Fehmi, Pazarcıklı Mehmed Hulûsi ve Ziyaeddin Efendi ile Ferid Bey’dir4. Şevki Efendi sanat hayatı boyunca yirmi beş mushaf (Sakıp Sabancı Müzesi, nr. 57, Hacı Hüseyin Efendi tezhibi [1279/1862]; TSMK, Mehmed Reşad, nr. 4, Hüsnü Efendi tezhibiyle [1295/1878]; Arda, nr.32, Hasan Rıza tarafından tamamlanan son mushafı [1304/1887]), sayısız cüz ve evrad (Rado Koleksiyonu, Mevlevi evradı, [1296/1879]), kıta (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 309/96) ve murakka’ ile (TSMK, Güzel Yazılar, nr. 190/1; 195; Sakıp Sabancı Müzesi, nr. 216) hilyeler (Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı, 2 adet) yazmıştır. Celi sülüsle on kadar levhası olup bunların çoğu müzehhip Hüsnü Efendi tarafından zerendüd usûlüyle işlenmiştir (Aksaray Valide Sultan Camii). Camilerde varak altınla hazırlanmış cihâryâr takımları da görülmektedir4. Bazı kabirlere (dayısı Hulusi Efendi’ninki en mükemmelidir, 1291/1874) ve Karagümrük’te Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi’ne (1862) yazdığı celi sülüs kitabeleri vardır. Fakat celi yazıda Sami Efendi mertebesine erişememiştir. Sülüs- nesih karalamalarını harfleri ekseriya birbirine çiğnetmeden ferah görünüşlü bir temrin şeklinde yazan Şevki Efendi, talebesi arasında kullandığı kalem yüzünden iyi çalışamadığını söyleyen bulunursa harf çıkartmalarını bilhassa kusurlu denilen o kalemle yaparak meselenin kalemden ziyade yazan elde olduğunu îma ederdi. Şahsen tanıyanların belirttiğine göre Şevki Efendi’nin yazıları kaleminden son derecede itinalı ve tekellüflü olarak çıkarmış; fakat bu pürüzsüz ve şiveli eserleriyle haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Bu sebeple onu anlatmak için, “Yazısı da ahlaki kadar pürüzsüzdü” denilmiştir. Yakın arkadaşı Sami Efendi, “Hattatların içinde kendi halinde, halûk, sanatında mâhir olarak onu bilirim. Şevki Efendi fenâ yazmak istese de yazamaz. Elinden fenâ harf çıkmaz” cümlesiyle bir gerçeği ifade etmiştir4,5,6. SANAT Celî Sülüs Hadis: Hikmetin başı Allah korkusudur. Celî Sülüs Satır. Doğumundan vefatına kadar her anını kıymetli vakit olarak kabul edip durmadan çalışmış olan Şevki Efendi bu çalışkanlığının meyvesini aradan geçen bunca yıla rağmen hala toplamaktadır. Öyle ki icazet almış veya almamış tüm Hat öğrencileri mutlak surette Şevki Efendi’nin yazılarına bakarak Sülüs ve Nesih’i meşk eder, Şevki Efendi’ye benzetmek için var güçleriyle durmadan çalışırlar7. Üstün gayretleriyle hat sanatının İslam dünyasında yayılmasına ve Osmanlı tarzının dünya çapında benimsenmesine büyük katkıda bulunan tüm hattatlarımızın, Şeyh Hamdullah’tan itibaren süzüle süzüle en nazenin halini arayan sülüs ve nesih yazılarının asırlara yayılan estetik yolculuklarının ardından elinde kemale erişmiş olan Mehmed Şevki Efendi’nin ruhu şad olsun. Biz onlardan razı olduk, Allah da onlardan razı olsun… Kaynaklar 1. Berk, Süleyman (2014), “Anadolu İmam Hatip Liseleri için Hüsn-i Hat” T.C. MEB Devlet Kitapları, Birinci Baskı, Ankara. 2. http://www.filozof.net/Turkce/edebiyat/turkedebiyati/15536-mesk-nedir-hat-sanatinda-hakkinda-bilgi. html?showall=&limitstart= 3. Bilen, Yusuf (2010), Hat sanatı eğitim ve öğretiminde hoca-talebe münâsebeti, EKEV Akademi Dergisi, Yıl: 14, Sayı: 44, Sayfa: 127-136. 4. Derman, M. Uğur, “Mehmed Şevki Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 28, Sayfa: 533. 5. Özkafa, Fatih (2010), İstanbul’un Meşhur Hattatları, Bir Fotoğrafın Aynasında İstanbul’un Meşhur Hattatları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, Editör: Yusuf ÇAĞLAR, Sayfa 141-142. 6. BİKSAD Bilim Sanat ve Kültür Derneği Sanat Eserleri Serisi:10, Amme Cüzü, Hat: Mehmet Şevki Efendi 7. http://www.mustafacemilefe.com/index.php?s=d13, Tüm denemeler, “Şevki Mektebi”. 97 ETKİNLİKLERİMİZ ETKİNLİK HABERLERİ 98 1- 26 Haziran Cuma günü iftar yemeği ve meleğinde 25,40 ve 50’nci senelerini dolduran üyelerimize plaket töreni düzenlendi. ???????????? ETKİNLİKLERİMİZ 2- 10 Ekim Cumartesi günü Dünya Mimarlık Haftası Etkinlikleri kapsamında Yrd.Doç.Dr. Bilgehan Yılmaz Çakmak tarafından ‘’Erişilebilirlik Konusunda Mimarlar Ne Kadar Sorum- lu?’’ konulu bir sunum yapıldı. Sunumdan sonra farkındalık yaratmak amacıyla Mimarlar Odası’nın önünden Alaaddin çevresini dolaşarak kent meydanına kadar yürüyüş yapıldı. 99 ETKİNLİKLERİMİZ 100 ETKİNLİKLERİMİZ 3- 11 Ekim Pazar günü Dünya Mimarlık Haftası Etkinlikleri kapsamında Meram Dere Tesislerinde piknik organizasyonu düzenlendi. 101 YAYIN TANITIMI Tanıtım: M. Feyza Yarar İSTANBUL’UN KAYBOLAN AHŞAP KONUTLARI REHA GÜNAY, Yem Yayın, İstanbul, Kasım 2014 “Babamın teyzesinin konağı ise Sultantepesi’ndeydi. Haftada bir kez tepeye tırmanan merdivenli yokuşu çıkmak bir çocuk olarak bana çok zor gelirdi. Düz yola çıkınca rahat bir nefes alırdım. Sultantepesi, Mihrimah Camisi’nin üstünde bütün Boğaz ve İstanbul manzarasına hâkim bir konumdaydı. Konak bir set üstünde yer alıyordu. Sokaktan çift kanatlı bir kapıdan girince karşıdaki taş merdivenlerle set üzerindeki bahçeye ulaşılırdı. Merdivenin iki yanındaki taş duvardan bazen aslanağızları, bazen yapışkan otları fışkırmış olurdu. Taş basamaklardan çıkarken duvarlarda yankılanan ayak sesleri hâlâ kulağımda. Eve, çift kollu merdivenle çıkılan bir sahanlıktan girilirdi. Sonra taş kaplı bir giriş ve karnıyarık sofaya geçilir, sofanın iki yanında yer alan ikişer odanın biri mutfak olarak kullanılırdı. Üst kata çıkan döner merdiven tam karşıda kalırdı. Evi üst katı da aynı plana sahipti. Denize bakan tarafta üstü çatılı bir balkon bütün manzaraya açıktı. Konak hâlâ yerinde duruyor.” 1937 doğumlu, mimar ve fotoğraf sanatçısı Doç. Dr. Reha Günay, çocukluğunda sık sık ziyaret ettiği, varlığını hâlâ sürdüren bir konağı böyle tarif etse de son kitabı ile sadece kaybolan ahşap konut dokusuna değil yok olmaya yüz tutmuş bir yaşam kültürüne de işaret ediyor. 1960 yılından bu zamana kadar yaşadığı, gezip gördüğü mahallelerdeki nitelikli ahşap evlerin fotoğraflarını çekerek belgeleyen Günay, bu kültür değişimini tam manasıyla gözler önüne serecek sokak perspektiflerini çekmemiş olmaktan muzdarip. Türk evi çalışmalarıyla bilinen Sedad Hakkı Eldem’e ithaf olunan kitapta, elli beş yıl boyunca çeşitli teknik ve makinelerle çekilen iki bin fotoğraf var. Hepsi de Reha Günay’ın objektifinden… Sanatçı, belgelediği evlere zaman zaman yeniden giderek sürekli fotoğraflamış fakat kitaba konutların en eski hallerini koymuş. Eser Reha GÜNAY’ın “Anılarımda Ahşap Evler” bölümüyle açılıyor. Yazar bu bölümde; çocukluğundan itibaren hatırladığı en eski ahşap yapılaşmanın bulunduğu semtlerden bahsederek, ahşap evlerin çevresiyle, bahçesiyle, komşularıyla, sokak satıcılarıyla, gece bekçisiyle kurduğu ilişkileri anlatıyor. Sokaktan sıyrılıp cümle kapısıyla bahçeye geçiyor 102 ve bu sefer de evin müştemilatı ve girişiyle ilgileniyor. Bu çocuksu özenin ardından eşikten adımını atarak, 40’ların İstanbul’unda, bir ahşap konakta nasıl yaşanırdı, hangi alışkanlıklar, hangi zorluklar ve hangi güzellikler vardı, teker teker anlatıyor. “Sedad Hakkı Eldem’in Gözünden İstanbul Evleri” başlıklı makaleden sonra “Türk Evi Geleneği” başlığı altında Türk evi plan şeması, yaşama biçimi, Türk evi plan tipleri izah ediliyor. Türk evinde ahşap malzemenin kullanımından kısaca bahsedildikten sonra kronolojik olarak 15. Ve 16. Yy evleri, 17. Yy klasik Osmanlı evleri (Birinci devir), 18. Yy Barok Dönemi evleri (İkinci devir), 19. Yy Ampir evleri – Napolyon Dönemi Klasizmi (Üçüncü devir) ayrıntılı fotoğraflar, döneme ait belgeler, minyatür, gravür ve plan şemaları ile anlatılıyor. Anadolu Yakası ve Rumeli Yakası’ndan ahşap konut örneklerinin fotoğrafları ile de eser hitama eriyor. Reha GÜNAY’ın elinden çıkmış birbirinden güzel fotoğrafların başat unsur olduğu bu eser; Türk evi ve ahşap konut kültürü hakkında yapılmış en özenli çalışmalardan birisi olarak kütüphanelerdeki yerini alıyor. Akademik bilgilerini hakiki fotoğraflarla tezyin etmek isteyenler için de en cümbüşlü eser olma iddiasını ortaya koyuyor. İSLAM ESTETİĞİNE GİRİŞ, OLİVER LEAMAN, Tercüme: Nuh Yılmaz, Küre Yay., Mart 2010 Oliver Leaman, “İslam Estetiğine Giriş”te, “İslami estetik diye bir şey var mıdır? İslam sanatı aslen tasavvufi midir? İslami resim farklı mıdır? İslami sanat “öteki” midir? Müslümanların seküler sanatı olabilir mi? İslam kültüründe sanatın yeri nedir?” gibi sorulara cevap arayarak, İslam sanatı hakkındaki yaygın hatalara dikkat çekiyor, bu hatalı yaklaşımların altında yatan sebepleri sorguluyor. Kitabı yazmasının sebebini “İslam sanatı hakkında biteviye söylenegelen şeylerden duyduğu derin hayal kırıklığı”olarak belirten yazar; Kentucky Üniversitesi’nde felsefe profesörüdür ve estetik-sanat-din ilişkisi konulu dersler vermektedir. İslam, Yahudi ve Doğu felsefelerine dair çok sayıda çalışması bulunan Leaman’ın bu kitabı; dokuz bölümden oluşur. Birinci bölümde “İslam Sanatı Hakkında En Çok Yinelenen On Hata”ya yer vererek meselenin özünün, İslam sanatının mütemadiyen estetikle, hele sanatla hiç ilişkisi olmayan terimlerle izah edilmeye çalışılması olduğunu, bu terimlerin İslam sanatının estetik özelliklerini anlatır gibi görünürken, tüm bu özellikleri başka şeylerle değiştirerek, sanki bu sanatın gerçekten sanat olarak görülmesini sağlayacak terimlerden yoksunmuş gibi algılanmasını sağlamak olduğu tezini ileri sürer. “Halık Allah, Hüsnühat ve Sembolizm” adını taşıyan ikinci bölümde yaratmak ve yaratıcı terimlerini tartışarak; yalnızca Allah’ın yaratma kudretine sahip olduğu ve bu yüzden sanatsal yaratının İslam’da yasaklandığı fikrinin tamamen yanlış olduğunu savunur. Üçüncü bölüm “Din, Üslup ve Sanat” ismini alır. Bu bölümde ise birçok kültürün estetik anlayışında ortak bir konu sayılan yapaylık ve doğallık arasındaki tartışmayı irdeler. Görsel temsil, tasavvuf, mazmun, metafor, sansür, bezeme ve oryantalist kavramları üzerinden meseleyi ele alır. Dördüncü ve beşinci bölümlerde edebiyat ve müzik üzerinden tartışmayı sürdürürken altıncı bölümde ev ve bahçeyi ele alır. Mimarî ara başlığını taşıyan sayfalarda yazar şu sözlere yer vermektedir: “Mesela, daha önce de değindiğimiz üzere, cami mimarîsinin temel bir parçası olan ve inananları namaza çağırmak için kullanılan minareler hoparlörlerin devreye girmesiyle birlikte ‘işlevlerini yitirmelerine’ rağmen hâlâ varlıklarını sürdürmektedir. Benzer şekilde mukarnasın bir Müslüman’ın gerçekliği görme biçimini yansıtan, insanın yarattıklarının maddî olmadığı, ancak ilahî eylemin asıl gerçek olduğunu ifade eden bir görsel metafor olduğu söylenir. Çünkü mukarnas genelde kendisinden daha büyük bir yapının mimarî biçimi olduğunda, o parçanın genellikle gerçekte olduğundan daha hacimli görünmesine yol açan bir göz yanılsaması yaratır. Fakat ne bu niyetlerin bu biçimlerin aslî birer parçası olduğunu düşünmemizi gerektirecek bir sebep, ne de daha önemlisi bu tür biçimlerin takdir edilmek için böylesi bir dinî açıdan görülmelerini gerektirecek bir neden var.” “Kur’an’ın Mucizevîliği”, “Felsefe ve Görme Biçimleri” bölümlerinden sonra “Sanatı Yorumlamak, İslam’ı Yorumlamak, Felsefeyi Yorumlamak” isimli dokuzuncu bölümle birlikte kitap son bulur. Oliver Leaman “İslam Estetiğine Giriş” adlı bu kitabı ile sembolizm, din ve üslup, sanat ve felsefe, edebiyat, müzik, mimari ve mekan tasarımı konularındaki yerleşik kabulleri yıkan çığır açıcı tespitlerde bulunuyor. Leaman’ın deyimiyle, İslam sanatı sanattır ve bu sanatı anlamak için estetik bir yaklaşım oluşturulmalıdır. Bu kitap bu süreci başlatma noktasında bir girişimdir. ARADIĞINIZ KİTAPLAR MİMARLIK VAKFI KİTABEVİNDE www.mivkitabevi.com MİMARLIK VAKFI İKTİSADİ İŞLETMESİ KARAKÖY KEMANKEŞ CADDESİ NO: 31 BEYOĞLU 34425 İSTANBUL T: (0212) 244 86 87 / F: (0212) 244 86 88