31.05.2014

Transkript

31.05.2014
1
Berivan
Aymaz
SÖYLEŞİ
Köln Belediyesi’ne
Kürd kadın başkan
➜ 12
HAFTALIK HABER GAZETESİ • FİYATI 2.5 TL
SAYI 6 • 31 MAYIS-6 HAZİRAN 2014 • WWW.BASNEWS.COM
‘Türkiyelileşme’ tartışılıyor
Legal Kürd siyasetinin yeni kulvarı olan ‘HDP’nin ötekileştirilen
tüm kesimleri içerecek; Alevilere, sol-sosyalist çevrelere,
Müslüman ve liberal demokratlara, yoksul, işsiz ve emekçilere
ulaşabilecek bir kitle partisi’ olarak yeniden tanımlanması
Kürdlerin siyasetteki yeni dönemine işaret ediyor.
BDP’li vekillerin toplu halde 28 Nisan 2014’te
HDP’ye katılması ile başlayan ve kamuoyunda
‘Türkiyelileşme’ olarak ifade edilen yeni siyasi
süreç Kürd siyasetinde yoğun tartışmalara konu
oluyor.
➜ 2-3
ABD’ye petrol tepkisi
Türkmenler
Kürdlere
güveniyor
Türkmen Lider
Sannan Ağa, Türkmenlerin Kürdistan
Bölgesi’ndeki huzur
ve istikrara imrenerek baktıklarını
belirtiyor.
➜ 8-9
Uzun zamandır gündemden düşmeyen
Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden
dünya pazarlarına satışı tartışmalarla
birlikte başladı. 22 Mayıs 2014 tarihinde
Ceyhan’da depolanan 2.5 milyon varil petrolden bir milyon varili tankerle Avrupa’ya
gönderilirken, petrol ile Kürdistan’ın
bağımsızlığı arasındaki ilişki de gündeme
damgasını vurdu. Kürdistan Hükümeti
Sözcüsü Mustafa, petrol satışına ancak
kendilerinin karar verebileceğini belirtirken, Kürdistan İttifakı Sözcüsü Teyîb,
petrol ihracatı ile dış politikada büyük bir
➜4
zafer kazandıklarını söyledi.
Ulusal birlik çağrısı
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, 26 Mayıs direnişi yıldönümü vesilesiyle yayınladığı mesajda Kürdlere
ulusal birlik ve kazanımlarını korumala➜5
rı çağrısında bulundu.
MİTHAT SANCAR
HAMİYET ÇELEBİ
MESUT YEĞEN
Sınırlar ve ötesi
İnsancıl hukuk ve
çocuklar
CHP’nin yeni yolu
➜4
➜5
➜9
2
SÖYLEŞİ
MANŞET
2
Kürd siyasetinde ‘Türkiyelileşme’ tartışması
B
DP’li vekillerin toplu halde 28
Nisan 2014’te HDP’ye katılması
ile başlayan ve kamuoyunda
‘Türkiyelileşme’ olarak ifade edilen yeni
siyasi süreç Kürd siyasetinde yoğun
tartışmalara konu oluyor.
HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü
BDP’lilerin HDP’ye
geçiş töreninde
yaptığı konuşmasında
“Sadece bir partiden
ötekine geçmiyor, sadece yer değiştirmiyor,
aynı zamanda yeni
YETER
bir stratejiyi Türkiye
POLAT
siyasetine taşıyoruz.
Sıradan bir adım, sıradan bir hamle
değil, bu stratejik bir hamledir” diyerek
yeni sürecin tanımını yaptı.
1990’larda kurulan Halkın Emek
Partisi’nden (HEP) bu yana legal Kürd
siyaseti, Türkiye partisi olduklarını
ısrarla vurguladı. Ancak tüm çaba ve
söylemlere rağmen, HEP’ten BDP’ye 24
yıllık siyasal deneyimde legal Kürd siyaseti, Türkiye ölçeğinde örgütlenerek,
Kürdler dışındaki farklı kesimlerden
oy alamadı. Legal Kürd siyasetinin yeni
kulvarı olan ‘HDP’nin bütün Türkiye halklarını kucaklayan, sistemin
ötekileştirdiği bütün kesimleri içerecek;
Alevilere, sol, sosyalist çevrelere, Müs-
lüman demokratlara, liberal demokratlara, Türkiye’deki yoksul kesimlere,
işsiz kesimlere, işçilere, emekçilere
ulaşabilecek bir kitle partisi’ olarak
yeniden tanımlanması Kürdlerin, Türkiye siyasetindeki yeni dönemine işaret
ediyor.Kürdlerin hak mücadelesini legal
düzleme taşıma amacıyla kurdukları
tüm siyasi parti deneyimlerinin istenen sonuca ulaşamadığı ortada. Bu
legal girişimlerin gerek “Kürd partisi”
gerek “Türkiye partisi” olmayı bu uzun
sürecin sonucunda başaramamasının
nedenleri neydi?
“Çözüm Sürecinin” de tartışıldığı
bu yeni dönemde, Kürd meselesini
“Türkiyelileşme ve demokratik özerklik”
üzerinden çözmeye çalışmak ve HDP
üzerinden Türkiye ölçeğinde muhalefet
hareketi inşa etmeye yönelmek ve diğer
yandan da silahlı mücadele seçeneğini
el altında tutma gibi seçenekler benimseyen Kürd siyasetinin yeni hamlesini;
HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü, HDP
İstanbul Milletvekili Levent Tüzel,
Siyasetçi - Yazar Naci Kutlay, HAKPAR Genel Başkanı Kemal Burkay,
DDKD Başkanı İmam Taşçıer, Azadi
İnisiyatifi Koordinatörü Adem Özcaner
ve Siyasetçi-Yazar Tarık Ziya Ekinci’ye
sorduk.
Türkiyelileşme tanımını kullanmıyoruz Bağımsızlıktan vazgeçmek insanlığa aykırıdır
Türkiyelileşme diye bir strateji
Amed’de Newroz meydanında yaptığı
bence eksik bir adlandırma, eksilahlı mücadele yerine demokratik
sik bir kavramsallaştırma. Biz bu
siyasal mücadele ruhundan ilerleme
tanımı kullanmıyoruz. Daha çok bu
çağrısıdır. Bu çağrıyla birlikte bir orklişe bir kavram olarak, kimi medya
tak mücadele alanı açılmıştır. Biz bu
yorumcuları tarafından ortaya atılan,
ortak mücadele alanını aslında 2011
ama bence sosyolojik bir karşılığı,
genel seçimlerden beridir kurmaya
siyasi bir karşılığı olan bir kavram
çalışıyorduk. Bugün HDP’ye dönüşen
değil. Çünkü burda yakıştırma şu
meclis grubumuz, 2011’de Emekşekilde geçmişten beri yapıldı; Kürd
Demokrasi-Özgürlük Bloku olarak
özgürlük mücadelesinin yeterince
seçimlere girdi ve Türkiye SosyalTürkiyeli olmadığı, Türkiye’nin
ist Hareketi ile Kürdistan Özgürlük
batısında sesini, ideasını duyuraMücadelesi’nin çeşitli bileşenleri
cak bir potansiyele sahip olmadığı,
bir ortak siyasi grup oluşturmayı
bu nedenle başkalaşım
başarmışlardı, o günden beri
geçirmesi gerektiği ideası
de ete kemiğe bürünmüştür
öne sürülüyordu ama bence
diyebiliriz. Bugün itibari ile
aynı şey bütün öteki parnet olarak ifade edecek olurtiler için de öne sürülebilir.
sak ve siyasi programımızı,
Bu mesele şimdi şudur;
iki cümleyle bunu indirgeKürdistan Özgürlük Mümek mümkündür. Demokracadelesi, milletlerin kendi
tik Cumhuriyet, Türkiye
kaderlerini tayin hakkını
Cumhuriyeti’nin bugünkü
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ rejiminin yerini alması
kullanırken, bunu ayrılma
yönünde değil, ortak bir
gerekir. Bugünkisi demokrayeni yaşam yönünde kullanmaya
tik cumhuriyet değildir. İkincisi,
karar vermiştir. Dolayısıyla ortaya
bu demokratik cumhuriyet içerçıkan bu yeni süreç bu kararla ilgili.
isinde kentler, ilçeler, bölgeler özerk
Çünkü HDP’nin kendine özgü özelliği
yönetimlere kavuşmalıdır, demokraTürkiye’nin demokratik ve sosyal mutik özerklik. Özellikle de Kürdistan
halefet güçleriyle Kürdistan Özgürlük
Bölgesi, bir ya da birden çok bölge
Güçleri’nin bir ortak siyaset kurma
olarak demokratik özerk yönetimlere
girişimi olmasıdır. Böyle olduğu için
kavuşturmak gibi Kürd meselesinin
şimdi artık bilgin ortak siyaset alanı
çözümü için Türkiye’nin tamamını
doğdu. Eğer illa bir tarihleme yapkuşatan bir demokratizasyon imkanı
mak istersek Sayın Abullah Öcalan’ın
ortaya çıkacaktır.
Olgusal olarak Türkiyelileşme
mekse, eğer Kürdistan hakikatini
perspektifine karşı olan bir anlayışa
ıskalamaya yönelik bir girişim
sahip değiliz. Doğal olarak da evrenise doğal olarak da diğer Kürd
sel değerler ve bizim aynı zamanda
oluşumları, Kürd partileri, Kürd kaİslami perspektifimiz gereği, Türmuoyu ve Kürdistan halkı bu noktakiyeli, Ortadoğulu Müslümanlarla ve
da ciddi bir karşı duruş sergileyecekdünyanın diğer halklarıyla elbette ki
tir. Bunu eğer sağlıklı bir şekilde
daha temelli çözümler oluşturmak
izah etmezse gelecek günlerde Kürd
bizim de amaçlarımızdan biridir.
siyasetinde ciddi çatlaklıklara sebep
Bu perspektifle baktığımız zaman
olur. En azından uzun yıllardır
Kürd hareketinin, Türkiyelileşme
Kürdistan davası için can veren
fikrini olgusal olarak seçmesinde
bedel veren, malından mülkünden
bir beis görmüyoruz. Ancak, Kürd
olan, bir çok zorluğa karşı göğüs
siyasetinin mevcut politikalarının
germiş ve aynı zamanda Kürdistanın
kısır döngü içinde sürmüş
tabii doğal dengelerinin alt
olması, mevcut yıkımlar
üst olmasına sebep olan
ve tahribatlar sonucunda
bu süreçler, azami dereortaya çıkarttığı yeni
cede zarar gören Kürd
tezlerde, bu tezlerin özelhalkı ciddi anlamda buna
likle Kürdlerin bir bütün
başkaldırır ve ciddi anlamda
olarak hak ve özgürlükleryeni arayışların peşine
inden mahrum bırakılarak,
düşecektir. HDP’nin özelmevcut egemen düzene,
likle son iki yıllık politikaları
ADEM ÖZCANER
entegre edilmesi yönündeve söylemleri ve sonuç
ki çabalara tekabül eden bir girişim
olarak kendisini inşa ettiği zemin ve
olarak Türkiyelileşme bizi ürkütmekonsept maalesef bu Türkiyelileşme
ktedir. Kürd siyasetine elbette seçtiği
iddiasında daha öte bir iddiayı
bu yolda topyekün karşı değiliz
taşımakta. Bu da marjinal sol
ama Kürd siyaseti ve Kürd halkına
söylemlerin kendisine dikte edilmiş
diğer Kürd siyasilerine, gruplarına,
bir anlayışı ortaya çıkarmaktadır ki
partilerine ‘Türkiyelileşmekten’
bu Kürdistan hakikati ve Kürtlerin
maksadını çok açık ve net bir şekilde
maslahatına son derece ters bir
hiçbir tartışmaya mahal vermeyanlayış içermektedir. Bu nedenle
ecek şekilde açıklamak zorundadır.
özellikle Kürd kamuoyu HDP projesEğer Türkiyelileşme Kürdlerin hak
ine ve Türkiyelileşmeye ciddi ciddi
ve özgürlüklerinden feragat etendişe ve şüphe duymaktadır.
3
SÖYLEŞİ
MANŞET
3
Batı’da sopa sallayan bir iktidar
Kürde çözüm getirmez
Kürdlerin meselesi Türkiyelileşme
olarak önümüze getirmemek gerekir.
Kürd meselesi, Kürd halkının hak ve
eşitlik meselesi yani eşit ulusal bir
toplum olarak bulunduğu coğrafyada
haklarını kullanması ve yaşama
biçimini belirlemesidir. Örgütlü Türk
güçleri bu konuda belli bir politika
belirlemiş durumda: Kürd sorununu
Türkiye halklarıyla birlikte çözmek.
Çözmekten kasıt sadece Kürd için
bir kurtuluş, sadece Kürd için bir
demokrasi değil bütün bu ülkede
yaşayan halklar için demokrasi
mücadelesi olarak benimsemek. Ama
bunu bir Türkiyelileşme yani Kürd’ün,
Kürd halkının örgütlü mücadelesinde Türkiye’nin diğer alanlarında da
örgütlenme adına böyle bir misyonla dönüştürmek bu çok gereksiz.
Türkiye’de Batı’da sopa sallayan bir
LEVENT TÜZEL
iktidar Kürde çözüm getirmeyecektir. Ya da çözüm bir taraftan farklı
hatta yürürken, diğer tarafta antidemokratik uygulamaların olması
çözüm olmayacaktır. HDP’yi BDP’nin
bir Türkiyeleşme batıya açılma gibi
ele almak bu HDP’yi belki en geri,
son aşamadaki bir tanım olarak ifade
etmek olur.
Kürd kamuoyunda böyle bir yaklaşım
var: ‘İşte Kürd hareketini kalkıp
Türkiyelileşme adıyla Kürtlerin
meselesini bitirmek istiyorlar. Bu
kadar can kaybı oldu, bu kadar genç
öldürüldü, köyler yakıldı yani bütün
bunlar bu muydu, bunun için miydi’
böyle bir yaklaşım var.
Türkiye halklarıyla birlikte kazanmak.
Yani Kürd’ün davası, Kürd halkının
eşit ve özgür bir ulus olma savaşı
kazanım, kendi geleceğini belirleme
davasını sürdürmede, Türkiye’nin
diğer halklarıyla birlikte bir mücadele
sürdürme birliği yapması ortak bir
dava kader birliği yapmış, kader
birliği yapması bunda bir yanlışlık
yok, zaten böylede olmalı. Bir araya
gelme, birlikte mücadele etme ama
bunun ‘örgüt modelleri açısından
parti formu açısından nasıl olmalı’
diye bir tartışmamız var.
Eşitlik temelinde federasyon istiyoruz
“Türkiyelileşme
projesinde” bir partiyi değerlendirirken
bu tür yaftalardan çok
programına bakmalı.
Biz, Hak ve Özgürlükler
Partisi olarak kendi
politikamızdan sorumluyuz Programımızın
özü özgürlük ve
demokrasidir. Kürd
sorununun çözümü
için eşitlik temelinde
bir federasyon istiyoruz. Bizce böylesi bir
çözüm bölge ve dünya
koşullarına uygundur.
Bunun yanı sıra ister
Kürt, ister Türk veya
başka kökenden olsun,
insanlarımızın ihtiyacı
olan demokratik hakları;
temel insan haklarını,
işçi haklarını, kadın
haklarını istiyoruz ve
çevrenin, doğal hayatın
korunmasına önem
veriyoruz. Gücümüzün
yettiğince hem Kuzey
Kürdistan’da hem de
Batı’da örgütleniyoruz
ve Kürtlerin yanı sıra
programımızı doğru
bulan herkesten destek
ve oy istiyoruz. Aslına
bakarsanız, Kürd sorunu
konusunda görüşü ne
olursa olsun hemen
hemen diğer tüm partiler de yapabildikleri
kadarıyla hem Batı’da,
hem Kürdistan’da
örgütleniyor ve halktan
oy istiyorlar. Bu son
derece doğal.
KEMAL BURKAY
Herkesin Türkiyelileşme algısı farklı
Herkes ‘Türkiyelileşmeyi’ kendisine
göre yorumluyor. ‘Türkiyelileşmek ne
demek? Bir kısmı ‘Türkiyelileşme’yi
Türkleşmek, bir kısmı da ‘Türkiyeli’
gibi düşünmek o anlayışa gelmek
gibi algılıyor. Esasen bu yanlış bir
kullanımdır. Türkiye’de bazı kesimler
bu tartışmayı bilinçli olarak yürütmektedir. Kürtler bu toprakların en
eski kavmidir. Böyle olunca Türkiye
dediğimiz bu toprakların üzerinde
Kürdlerin de diğer halklar gibi eşit
koşullarda yaşama talebi tartışılamaz.
Öncelikle iyi niyetli tartışmalar
yürütülmelidir.
Kim kullanırsa kullansın, dediğim
gibi istenilen anlamı taşımıyor.
Çok eskiden beri Bedirxan Beyler
1840’larda Botan da oldukları zaman
Botan yine Osmanlının bir parçasıydı
ve kimse bunu Osmanlılaşmak
olarak algılamadı. Çok iyi niyetli
olmayan ‘Türkleştirme’ gibi bir
anlam saklıyor ve böyle bir şey yok.
Kürtlerin mücadelesi çok eskilere
dayanır. Türkiyelileşme zaten olamaz,
NACİ KUTLAY
Kürdlerin yaşadıkları yer esasında
yukarı Mezopatamyadır. Türk değil
Türkiyelileşmek değil, mesele burada
yaşayan Kürdler olarak Türkiyeli
İMAM TAŞÇIER
Solcuların
kuyruğuna
takılmamalı
Türkiyelileşme projesine kesinlikle karşıyız. Çünkü Türkiye sorununu Kürdler çözemez.
Sanki Kürd sorununun çözümü
marjinal Türk soluna ve marjinal Kürdlere kalmış gibi.
Türkiye’nin demokratikleşmesine
Kürdler katkı sunabilir ama
Türkiyelileşmeyi yapamazlar.
HDP, diyor ki: Türkiye’nin
demokratikleşmesine katkı
sunacağız.” bana göre bu doğru
değildir. Bana göre bunların
amacı Kürd sorununu zamana
yayıp Kürdistan’ı yok saymaktır.
Bu Türkiyelileşme projesinde
Kürdlerin bir çıkarı yoktur.
böyle bir durumda Kürdlerin
kendi kendini yönetme gibi
bir durumları olmayacaktır.
Kürdlerin talepleri ulusal talepler
olmalıdır, onlar da bir millettir
diğer milletler gibi. Kürdlerin de
kendi topraklarında kendilerini yönetme hakları vardır. Bu
yönetmede özerklik de olabilir,
federal de olabilir, bağımsız da
olabilir; ama Türkiyelileşerek
olamaz. Kürdler birkaç solcunun
kuyruğuna takılmayı boş versinler
artık.
gibi düşünmek ve yaşamak istememiz. Karşıdaki anlayış, otoriter
anlayış Türkleştirmek istediği için
Türkiyeliliği bir üst kimlik olarak
kabul etmedi. Üst kimlik olarak Türk
olmayı Kürdler kabul etmedi zaten.
Bu anlama çekmemek lazım.
Kürdlerin bağımsızlık ideali herkesin
gönlünde yatıyor. Koşulları var mı
yok mu buna bakılmalı. Gönülde
yatması ayrıdır koşullar ayrıdır,
idealize etmek ayrıdır, ideoloji haline
getirmek ayrıdır.
4
SÖYLEŞİ
HABER
MİTHAT SANCAR
Sınırlar ve ötesi
Sınırlar, iktidarların sembolleridir.
Bütün iktidarlar, toplumlarını denetim altında tutmak
ve böylece varlıklarını rahatça sürdürmek için sınırlar
yaratırlar. Devletler, dinler, örgütler, cemaatler; mensuplarını sınırlardan uzak tutmak için suç, günah, ihanet, ayıp gibi araçlara başvururlar.
Devletleri ve halkları birbirlerinden ayıran fiziksel
sınırlar vardır bir de. Ulus-devlet, her şeyden önce
sınırlarla tanımlanır, sınırlar aracılığıyla var olur ve
sınırlar sayesinde varlığını sürdürür. İktidarını sağlam
ve nüfusunu homojen tutmak için her ulus-devlet en
başta sınırlarını güvende tutmak ister. Tel örgüler, gözetleme kuleleri, karakollar, bariyerler, makineli tüfek
yuvaları, bu amaca hizmet ederler.
Sınırlar, çoğu zaman gerilim bölgeleridir, çatışmalarla
anılırlar veya çatışma ihtimallerini çağrıştırırlar. Devletlerin birbirlerinin sınırlarını aşmaları, savaş sebebi
sayılır. İnsanların, devletlerden izin almadan, yani pasaportsuz ve/veya vizesiz sınırları aşmaları, suç kabul
edilir. Bu suçun cezası, bazen anında ölümdür.
Ulus-devletler çağının belalı icadı olan sınırlar, sadece
toprakları birbirinden ayırmakla da kalmazlar, insanların zihinlerine de yerleşirler. Ulus-devlet projesinin
en büyük başarılarından biri, insanlara bu sınırların
doğal ve zorunlu olduğunu kabul ettirmiş ve dünyaya
bu sınırlardan bakmalarını sağlamış olmasıdır.
Sınırların bedelini en ağır ödeyen halkların başında
Kürtler, coğrafyaların başında da Kürdistan gelir. Dört
devletin arasına çizilen sınırlarla Kürtler birbirinden
ayrılmış, Kürdistan parçalanmıştır. Kürdistan’ın bir
parçasından öbürüne geçmek, öte yakadaki akrabalara, yakınlara dokunmak sınırların bekçisi olan devletlerin iznine ve insafına bırakılmıştır.
Sınırlara içi ısınmayan, sınırları zihnine yerleştirmeyen pek çok Kürt, sınır boylarında izinsiz hareket etmenin bedelini hayatıyla ödemiştir. Kürtlerin hafızasına acı ve öfkeyle kazınmış katliamlar da yaşanmıştır
bu nedenle. “Otuz üç kurşun olayı” diye bilinen Geliyê
Sapo katliamı bunlardan biridir mesela. 1943 yılının
Temmuz ayında 3. Ordu müfettişi Mustafa Muğlalı’nın
emri üzerine işlenen bu toplu cinayetten 68 yıl sonra,
2011 yılının son günlerinde, bu sefer Roboski’de savaş
uçaklarından atılan bombalarla 34 Kürt katledildi. Bu
katliamlardan ilki Türkiye – İran, ikincisi Türkiye –
Irak diye tabir edilen sınır bölgelerinde gerçekleşti. Bu
iki katliam arasında ve sonrasında, bu sınırlarda çok
sayıda insan öldürüldü. Bunların büyük kısmı, haber
yapılmaya değer görülmedi, belki kayıtlara dahi geçmedi.
En son, geçtiğimiz günlerde, Türkiye–Suriye sınırı
diye nitelenen bölgede, iki kadın, askerlerin açtıkları
ateşle katledildi. Bu cinayetler de, mesela Türkiye’nin
batısında bırakın infial uyandırmayı, ilgi bile çekmediler.
Bu ve benzer örnekler gösteriyor ki, devletlerin Kürtler
arasına çektiği sınırlar, Türkiye’nin batısında insanların büyük bölümünün zihnine yerleşmiş, Kürtlerin bu
yüzden yaşadıkları acılar da onların nazarında adeta
normalleşmiştir.
Ayrışmanın tam da burada başladığını, gerçek bölünmenin tam da burada yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Türkiyelileşme”nin yeniden tartışıldığı bu
zamanlarda, bu bölünmeyle hesaplaşmadan, halklar
arasında hakiki ve eşit bir birliktelik yaratmak mümkün görünmüyor.
HDP projesi, zihinlerdeki bu sınırları aşmak ve yıkmak
için Kürtlerin attıkları hayati bir adımdır. Bu hamlenin
başarısı, Kürtlerin bütünsel varlığının, Kürdistan gerçekliğinin ve Kürdistanilik hakikatinin Türklerde yaygın kabul görmesine bağlıdır. Bunun için, dünyaya ve
hayata ulus-devlet fikrinin dayattığı sınırların ötesinden bakmayı becermek lazım. Böyle bir gelişme, halklar arasında eşitliğe dayalı özgürlükçü, demokratik
yeni siyasi birliktelik modellerinin de önünü açacaktır.
4
‘Petrolümüzün satışına
ABD değil, biz karar veririz’
CESİM İLHAN
U
zun zamandır gündemden
düşmeyen Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden
dünya pazarlarına satışı tartışmalarla birlikte başladı. 22 Mayıs 2014
tarihinde Ceyhan’da depolanan 2.5
milyon varil petrolden bir milyon
varili tankerle Avrupa’ya gönderilirken, petrol ile Kürdistan’ın bağımsızlığı arasındaki ilişki de gündeme
damgasını vurdu. Öte yandan petrol
satışına karşı hamleler de devam
ediyor. İran, Kürdistan petrolünün
Akdeniz’e ulaşmasını engellemeye
çalışırken, Irak Hükümeti, Türkiye
FALAH MUSTAFA
ile Kürdistan Bölgesi arasındaki
işbirliğini uluslararası mahkemelere
taşıyor. ABD’li yetkililer de Erbil’in
Türkiye üzerinden petrol satışına
mesafeli durduklarını vurgularken,
Kürd yetkililer ABD’nin tavrını
ciddiye almıyor. Kürdistan Hükümeti Sözcüsü Falah Mustafa, petrol
satışına ancak kendilerinin karar
verebileceğini belirtirken, Kürdistan İttifakı Sözcüsü Mueyed Teyîb,
Kürdistan’ın petrol ihracatı ile dış
politikada büyük bir zafer kazandığını söyledi.
‘Petrol satışına biz karar veririz,
ABD değil’
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dış
İlişkiler Sorumlusu Falah Mustafa özellikle ABD’nin petrol satışı
konusundaki olumsuz yaklaşımlarını
şöyle değerlendirdi: Kendi petrollerinin satılması kararını Kürtlerin
kendisi verir. Amerika’nın, bu siyasi
tartışmaları anlamasını ve Erbil ile
Bağdat arasındaki rekabete müdahale etmemesini temenni ediyoruz.
Bize göre uygun olan ABD’nin,
tarafsızlığı seçmesi veya bu konuda
sessiz kalmasıdır. Çünkü biz Kürdistan halkının çıkarlarını koruyor ve o
doğrultuda hareket ediyoruz. Artık
birilerinin bize, ‘doğru yapıyorsunuz’, başka birilerinin de ‘yanlış
yapıyorsunuz’ şeklindeki sözlerine
bakamayız. Felah Mustafa, “AB ülkeleri, hukuka bağlı kalarak hareket
ettiğimizi biliyor. Biz aynı zamanda
Irak halkının da çıkarlarını gözetiyoruz. Başarılı bir petrol politikası yürüttük. Bağdat siyaseti kaybetti. AB
ülkeleri, Kürdistan bölgesini hayretle
izliyor ve bizleri destekliyor. Daha
önce bir damla petrol ihraç edemeyen Kürdistan bölgesi, bugün petrol
üretiyor, ihraç ediyor ve uluslararası
enerji piyasasına sürüyor” dedi.
PDK: Irak, Kürdistan’ın petrolden
pay almasını istemiyor
BasHaber’e konuşan KDP Ankara
temsilcisi Ömer Miranî, Kürdistan
hükümetinin uygulamalarının, Irak
anayasasına uygun olduğunu ve
bu ticaretin kanuni bir yöntemle
yapıldığını söyledi. Kürdistan’ın
Türkiye üzerinden dünyaya sevkettiği petrolün bölgeye gelir getireceğini
ifade eden Miranî, konuşmasına
şöyle devam etti: ‘’Merkezi Irak
Hükümeti’yle Kürdistan Bölgesel Yö-
netimi arasındaki ilişkiler yasaldır.
Irak, Kürdistan yönetiminin petrolden pay almasını istemiyor; ama bu
Kürdistan hükümetinin hakkıdır.
Kürdistan Bölgesi, Irak bütçesinde
yüzde 17’ye sahip. Bu pay çoğaldığında merkezi hükümetin kasasına
gidiyor.
“ABD bağımsızlığa sıcak bakmıyor”
Ekonomist Mustafa Sönmez,
Kürdistan yönetiminin petrol
konusunda ABD ile yaşayacağı
sıkıntıların bağımsızlık ilanı konusunda Erbil’e sıkıntı yaratabileceğini
belirterek ABD’nin şu an itibarı ile
Kürdistan’ın bağımsızlığına sıcak
OMER MIRANI
bakmadığını ve şu aşamada Irak’ın
toprak bütünlüğünün bozulmasını
istemediğine dikkat çekti. Sönmez,
Erbil yönetiminin kendi kaynaklarını kendisinin işletmek istediğini belirterek, bu konuda Türkiye’den de
destek aldığını söyledi. Ceyhan’dan
1 milyon varil petrol sevkiyatı
yapıldığını sözlerine ekleyen Sönmez, Merkezi Irak Hükümeti’nin,
Türkiye’yi boru hatları ile ilgili yaptığı anlaşmayı ihlal ettiği gerekçesiyle
uluslararası mahkemeye verdiğini de
sözlerine ekledi.
‘Barzani geri adım atmaz’
B
asHaber’e konuşan İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinden Yrd Doç Engin Selçuk, 2005’te
kabul edilen Irak anayasasını ABD’nin hazırladığını
ve ABD’nin, Kürdistan yönetiminin kendisinin rızası
olmadan hareket etmesini istemediğini söyledi. ABD’nin
zamanı uzatmak istediğine dikkat çeken Selçuk, şunları
söyledi: ABD Irak’ın toprak bütünlüğünü Türkiye’den
daha çok savunuyor. Ben petrol meselesinin sulh yoluyla
çözüleceğine inanmıyorum. Kürdistan yönetimi Maliki
karşısında gelinen noktadan geri adım atarsa, bu bütün
Irak anayasasını etkiler. Federal devlet düzeyinde kalır.
Ben Barzani’nin bu meseleden uzun vadede geri adım
atmayacağını düşünüyorum. Sadece petrol meselesi değil, bu Kürdistan’ın geleceğiyle alakalı. Bu da Barzani’nin
bağımsızlığını ilan etmesiyle alakalıdır. Elbette bağımsız
bir Kürdistan’ın olmasını arzu ediyorum ama bana göre
bağımsızlık için Barzani’nin zamana ihtiyacı var.
2009’da Türkiye’nin Irak politikası tümüyle değişti.
Türkiye’nin Kürdistan ile 23 Kasım 2013’de yaptığı
uluslararası hukuk anlaşması devrim niteliğinde bir
anlaşmadır. Bu anlaşmayla Türkiye, Kürdistan’a federal
bir devletin ötesinde, uluslararası hukuk anlaşmasıyla,
‘özel bir devlet’ olarak görüyor ve kabul ediyor. Bu artık
Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmadığını
da gösteriyor. Bunların yanı sıra Kürdistan petrolünün
Türkiye üzerinden dünya pazarlarına satılmasına ilişkin
önemli bir gelişme daha yaşandı. Kürdistan petrolü her
ay yapılacak uluslararası ihale sonucunda satılacak. Petrol gelirlerinin tamamı Halkbank’a yatırılacak ve anayasaya göre paylaştırılacak. Irak Hükümeti’nin Kürdistan’a
yaklaşık 5 milyar dolara yakın borcu olduğu, bunun bir
kısmının hala ödenmediği biliniyor.
5
SÖYLEŞİ
HABER
5
HAMİYET ÇELEBİ
İnsancıl hukuk ve çocuklar
Kürdistan’da her yıl anılan ve Barzani’nin pêşmerge olarak katıldığı 26 Mayıs 1976 direnişinde Baas, binlerce Kürdü katletmişti
Ulusal birlik çağrısı
K
ürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani,
26 Mayıs direnişi yıldönümü vesilesiyle
yayınladığı mesajda Kürdlere ulusal birlik
ve kazanımlarını korumaları çağrısında bulundu.
Güney Kürdistan’da 1975 Cezayir Anlaşması
ardından otonomi anlaşmasını geçersiz sayarak
Kürdistan’ı işgal eden Baas Rejimine karşı yeniden ayaklanan Kürdler 26 Mayıs 1976’da büyük
bir direniş başlattılar. Peşmerge güçleri eski
silahlarla donatılmasına rağmen, Baas Rejimine
karşı olağanüstü bir cesaretle savaştılar. Direnişe katılan peşmergelerin sayısı yüz bini aşmıştı.
Irak ordusu Kürd yerleşkelerinin üzerine bombalar yağdırıyor, sivilleri de havadan vuruyordu.
Modern silahlarla donanmış Sovyet destekli Irak
ordusu insan gücünün üstünlüğü karşısında geri
çekilmek zorunda kalmıştı. 26 Mayıs direnişinde
binlerce Kürd hayatını kaybetti, ancak 26 Mayıs
direnişi, bugünkü Kürdistan Bölgesinin kazanımlarının temeli oldu.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud
Barzani, Irak’ta Baas rejimine karşı 26 Mayıs
1976’da başlatılan Mayıs Devriminin 38’inci
yıldönümü dolayısıyla bir mesaj yayımlayarak;
‘’Kürdistan halkı “Kirli Cezayir Planı”nı yerin
dibine sokacak bir cevap vermiştir bu devrim
kararıyla. Mücadele kervanının durmasına ve
sinmesine izin vermedi. Bu önemli ve tarihi
ayaklanma ile halkımızın içine ümit ve güven
bahşetmiştir’’ dedi.
Yaptığı açıklamada; “26 Mayıs 1976 tarihinde
Kürdistan halkının başlattığı özgürlük mücadelesinin tamamlanması amacıyla bitmek,
tükenmek bilmeyen direniş azmimizle ulusumuzun mücadele kervanı yoluna devam etti’’ diyen
Barzani şöyle devam etti: “Kürdistan halkı hiçbir
zaman teslim olmayacaktır. Mayıs Devriminde
Kürd halkı, Kürdistan’ın diğer güçleriyle büyük
destanlar yazdı. Bu destanların halkımızın
tarihinde siyasi bir derinliği, büyük bir etkisi ve
anlamı vardır. Bu başarılar ulusal mücadeleyi
daha ileri merhalelere götürebilmiş ve düşmana
da şu mesajı vermiştir; Hiçbir komplo ve plan
halkımızın meşru sesini kısamayacak ve çelikten
iradesini kıramayacak. Büyük kazançlarla
tarihe geçen bu büyük devrimi öyle bir zaman
diliminde anıyoruz ki, elde ettiğimiz birçok kazanımdan dolayı başımız diktir. Bu kazanımlar
ulusumuzun savaşçılarının arzusu ve rüyasıydı.
Şehitlerin kutsal kanı ve savaşçıların yorulmak
bilmeyen azmi ve gayreti asla boşa gitmemiştir.”
“Hassas bir dönemdeyiz”
Barzani mesajında devamla şunları belirtti: “Büyük devrimi andığımız bu günde bir kere daha
şunu vurgulamak istiyoruz: Güçlü bir irade ile
yeni kazanımları elde etmek için mücadeleye devam edeceğiz. Özellikle de bu günlerde çok hassas şartların içindeyiz, halkımız tarihi bir fırsatla
karşı karşıya. Bu fırsat da Kürdistan’daki bütün
siyasi tarafların sorumluluk ve yükümlülüklerini
daha da ağırlaştırıyor. Bütün Kürdistanlı güçler
olarak birliğimizi, dirliğimizi ve tekseslilik ile
tavrımızı güçlendirerek halkımızın haklarını korumalı ve ulusumuzun menfaatlerini savunmak
için çabalamalıyız. Takip edeceğimiz siyasetle
elde ettiğimiz kazanımları daha ileri noktalara
taşımalı ve sorumluluk duygusuyla hareket etmeliyiz. Bu haklarımızın tekrar elden gitmesine
izin vermemeliyiz. Birlikte daha büyük bir azim
ve çabayla birlikte çalışmalı ve halkımız için
daha büyük kazanımlara imza atmalıyız. Bunun
için Kürdistan halkının bütün siyasi, etnik, dini
ve mezhebi farklılıklarıyla bu tarihi sorumluluklarının bilincinde hareket etmesi gerekiyor.
Hepsi tek tek ve tavırla kazanımlarını koruma ve
savunma için irade belirtmelidir.”
Savaşların nedenleri, niteliği, taraflarının statüsü ve çatışmanın politik ve
hukuki tanımları konusunda farklı görüşler öne sürebiliriz. Ancak savaşların neden olduğu tahribatların asgariye indirilmesi konusunda evrensel
standartlara göre tedbir alma ve bunları uygulamaya itiraz edecek kimse
yoktur kanımca.
Geldiğimiz noktada insan haklarının vaz geçilmez bir parçası olarak kabul
gören, “ teamülleşerek” ortak hassasiyetler geliştiren “tedbirlerin hukuku”, insanlık gündeminde yerini korumuştur. Savaşın acılarını azaltmak;
taraf gözetmeksizin kadın, çocuk, yaşlı, hasta, yaralı gibi risk altındaki
grupların korunmasını en üst seviyeye çıkarmak, kültürel mirasın tahribatını önlemek, insanı ve insanlığın geleceğini korumakla eş anlamlı sayılmıştır. Savaşın dahi kuralları bu ihtiyaçla kodifiye edilmiş, oluşturulan
kurallar manzumesine uyma zorunluluğu maddi hukukun dayatmasından
ziyade insan haklarına saygının gereği etik değerler dizgesi olarak addedilmiştir. Felsefesini “insana değerden” alır. Belki de bu yüzden hukuk
ve insan hakları retoriği içinde Savaş Hukuku terimi tercih edilmemiş,
“İnsancıl Hukuk” terimi daha çok itibar görmüştür.
İnsan Hakları Hukuku temel olarak savaş dışı dönemlerde devlet ile birey, grup, halk arasındaki ilişkileri düzenler. Savaş koşullarında bile askıya
alınamayacak değerlerin korunmasını formüle eder. Ancak, uluslararası ve
yerel silahlı çatışmalarda, yerini kendisinin temel ve evrensel prensipleriyle çelişmeyen “İnsancıl Hukuk”a bırakır. “İnsancıl Hukuk” savaştan,
çatışmalardan kaynaklı eylem ve sonuçların mekanizmalarını formel hale
getirirken, İnsan Hakları Hukukuna dayanır. Dolayısı ile iki hukuk alanı
bir biriyle bağlantılı ve birbirlerini bütünleyen niteliktedir.
İnsancıl Hukukun hassasiyetle odaklandığı konulardan biri de çocukların
silahlı kuvvetlere veya silahlı gruplara alınmasıyla ilgilidir. Cenevre Sözleşmeleri ile Ek I ve II. Protokolde çocukların silahaltına alınması açıkça
yasaklanmaktadır. Bu yasak ayrıca Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ de,
Afrika Çocuk Hakları ve Sağlığı Şartında ve Çocuk İşçiliğinin En Kötü
Biçimlerine İlişkin Sözleşme’de de yer alır. Uluslararası Ceza Mahkemesi
Statüsü uyarınca silahlı kuvvetlere veya gruplara, “çocukların yazdırılması
veya silah altına alınması” hem uluslararası hem de yerel silahlı çatışmalarda “savaş suçu” teşkil eder. Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay’ın 1986 ve
1995 yıllarında aldığı kararların da bu yönde olduğunu belirtelim.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye ekli Çocukların Silahlı Çatışmaya Karışmalarına dair İhtiyari Protokol uyarınca hiçbir koşulda ne devletlerin
ne de silahlı gurupların 18 yaş altı çocukları silahaltına almaması gerektiğine vurgu yapar. BM Genel Sekreterliği bir adım ötesine geçerek, devletlerin askerlik yaşını tercihen 21 yaşından aşağı tutmamasını ister.
Çocukların uluslararası ve uluslararası olmayan silahlı çatışmalara faal
olarak katılması da aynı çerçevede yasaklanmış, böylece çocukların bırakın silahlı güçlere katılmasını çatışmalarda faal olarak yer almasının
bile önü alınmak istenmiştir. Devletlere yüklenen özel yükümlülükten de
bahsetmek gerek. BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu ve BM İnsan
Hakları Komisyonu, silahlı çatışmada yer almış çocukların rehabilitasyonunun ve yeniden entegrasyonunu talep etmekte, Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme’ye ekli Çocukların Silahlı Çatışmaya Karışmalarına dair İhtiyari
Protokol devletlerin “sabık” çocuk askerleri dağıtmak, rehabilite ve topluma entegre etmek için tedbirler almalarını özellikle şart koşar.
Uluslararası belge ve sözleşmeler PKK’yi de harekete geçirmiş 2013 yılı
Ekim’de İsviçre’deki Cenevre Çağrısı, Halk Savunma Merkezi’nin “ Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname”yi
imzalamaya yöneltmiştir. Uluslararası hukukun geldiği noktada PKK’nin
de kendisini bu ortak teamüllere uyarlama çabası son derece önemlidir.
PKK bu imza ile kendini uluslararası yükümlülük altına da koyma cesareti
göstermiştir.
Çocukları PKK’ye katılan ailelerin, yaşlarının küçük olması nedeniyle
çocuklarının geri gönderilmesi amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde başlattıkları eyleme katılan aile sayısı günden güne artarken,
PKK’nin çocuklarla ilgili reel politikalarını hem kendi iradesiyle imzaladığı taahhütnameye hem de tüm insanlığın ortak kriterleri halini alan İnsan
Hakları Hukukuna ve İnsancıl Hukuka uyarlamak zorundadır.
Kürd Ulusal Mücadelesinde önemli bir nicel noktaya tekabül eden PKK
öncelikle halkına karşı uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmekle
ve 18 yaşın altındaki tüm savaşçılarını çatışma alanlarından geri çekerek,
silahsızlandırmakla yükümlüdür.
Devletin de uluslararası hukuk çerçevesinde savaşan/çatışan çocuklara
karşı yükümlülüğü vardır. Savaş alanındaki çocukların ailelerine dönmesi
için her türlü yasal tedbiri almak zorundadır. Bunun da ötesinde çocukların dahi dağlara çıkmasına neden olacak bir hukuksuzluk veya sömürge hukuku düzeninden bir an önce vazgeçilmelidir. Özellikle silahlardan
arınacak, çatışma alanlarından geri dönecek tüm çocukların ceza almayacaklarını garanti altına almak, hukuki tedbirleri şimdiden deklare etmek
zorundadır. Uluslararası yükümlülüğün her iki tarafa da yüklediği hukuki
sorumluluklar öncelikle bunlardır.
6
GÜNDEM
Küçük gerilla büyük sorun!
G
erillaya katılan küçük yaştaki
çocuklarının geri gönderilmesi
amacıyla Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi önünde çadır açan ailelerin
oturma eylemlerinin yankısı giderek
yayılıyor. Diyarbakır’daki eyleme katılan
aile sayısı 23’e çıkarken, HPG “ailelerin
kandırıldığı” yolunda bir açıklama yaptı.
19 Mayıs 2014’de basın açıklaması ile
başlayan 20 Mayıs 2014’de oturma
eylemine dönüşen eyleme şu ana kadar
yaklaşık 32 aile katıldı. Lice’de pikniğe
gittikten sonra örgüte katılan çocukların
ailelerinin başlattığı eyleme, yeni aileler
eklendi. HPG’ye katılan ancak çocuklarından haber alamayan aileler de belediye
önünde kurulan çadırda çocuklarının
resimleri ile birlikte bekliyor. Oturma
eylemi yapan aileler çocuklarının yaşlarının 18’in altında olduğunu, bu çocukların
geri getirilmesi için BDP yetkililerinin
kendilerine yardımcı olması gerektiğini
savunuyor.
BDP’de arbede
Oğlu Özgür ve oğlunun kuzeni Berat Çetiner için oturma eylemi yapan anne Halime Çetiner, gazetecilere yaptığı açıklamada, BDP’ye gidip bir yetkili ile görüşmek
istediklerini, ancak saldırıya uğradıklarını
ve eşinin kafasının yarıldığını söyledi.
Halime Çetiner, “Gelip öldürseler bile
asla buradan kalkmayacak ve evlatlarımız
gelinceye kadar oturmaya mücadelemizi
farklı şekillerde sürdürmeye devam edeceğiz.” diyerek, Cumartesi Anneleri gibi
kendilerinin de ‘Cuma Anneleri’ olarak
eylemlerini sürdüreceklerini söyledi.
Bu arada BDP Diyarbakır İl Örgütü
ailelerin BDP İl Binasını ziyareti sırasında
meydana gelen olayla ilgili yaptığı açıklamada, “faşist polisin provoke ettiği üç-beş
kendini bilmezin BDP binasına saldırdığını” iddia etti.
Aileler Demirtaş ile görüştü
Gerillaya katılan küçük yaşta çocukları
için eylem yapan bir grup aile, BDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş ile görüştü. Görüşmeden mutlu ayrılan ailelerin umudu ise Kandil’den gelecek habere
bağlı. Demirtaş ile görüşme yapan aileler
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına tepki göstererek, “Başbakan
A ve B planı uygulayacağına bu sorunu
çözsün. Başbakanın bu önerisine katılmıyoruz” şeklinde tepki gösterdiler.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde, PKK’nın dağa götürdüğü çocuklarının
bırakılması için 10 gündür oturma eylemi
yapan aileler, BDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş ile görüştüler. Basına
kapalı gerçekleşen ve bir saat süren
görüşmeden sonra, anneler görüşmeyle
ilgili basına açıklama yaptı. Aileler adına
açıklama yapan Filiz Mahfuze Eren,
görüşmenin olumlu geçtiğini, Demirtaş’ın
kendilerine ‘Benim iki çocuğum var. Barış
gelecekse bu ülkeye onlar da kurban
olsun’ dediğini söyledi. Demirtaş’ın sorunun çözümü için görüşmeler yapacağını
söylediğini belirten Eren, “18 yaşından
küçük çocukların çatışmalı ortamdan
uzak tutulmasına kendisinin de istediğini,
bu nedenle Ankara, İmralı ve Kandil ile
görüşmeler yapacağını ifade etti” dedi.
Selahattin Demirtaş’la görüşmede bulunan diğer anneler de görüşmenin olumlu
geçtiğini, Demirtaş’ın eylemin devam
ettirilmesi veya sona erdirilmesi konusunda kendilerine herhangi bir telkinde
bulunmadığını anlattı. Bu arada annelerle görüşen Demirtaş daha sonra çocukları
dağda olan babalarla görüştü. Demirtaş
ile yaklaşık 2 saat görüşen babalar,
eylemlerine devam edip etmeyeceklerine
dair bir toplantı yaptıktan sonra karar
verecekleri öğrenildi.
HPG: Aileler kandırılmış
Bu arada çocukları dağa giden ailelerin
eylemlerinin basında yer alması üzere bir
açıklama yapan HPG Orta Saha Komutanlığı, “çocukların kaçırıldığı” yönündeki iddiaların psikolojik savaş ürünü
olduğunu belirtten bir açıklama yaptı.
HPG açıklamasında Uluslararası sözleşmelere uyduğunu belirten HPG, “Yaş
sınırına uymayan herhangi bir kimsenin
tarafımızdan savaşa sokulması zaten
söz konusu değildir” denildi. Gençlerin,
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı
çözüm sürecine olumlu yanıt verilmemesi üzerine tutum alarak yoğun olarak
gerillaya katıldığı belirtilen HPG açıklamasında, “Bu katılımların önüne geçemeyen Türk Psikolojik Savaş Dairesi bazı
aileleri kullanarak Kürdistan gençliğinin
katılım hızını düşürmeye ve katılımları
muğlaklaştırmaya dönük çabalar sergilemektedir. Bunun için bir kesim aileyi
kandırarak ‘çocukları kaçırılan aileler’ adı
altında kendi oyununa alet etmektedir”
denildi. Açıklamanın devamı şöyle: “Her
şeyden önce belirtiyoruz ki, PKK’nin
gerilla saflarına katılan herkes gönüllü bir
biçimde katılmaktadır. Gönüllü olmaması
durumunda zaten bir kişiyi saflarımızda
tutmamız mümkün değildir. Bu nedenle
şimdiye kadar hiç kimse kaçırılmamıştır,
katılan herkes gönüllü ve kendi öz iradesiyle katılmaktadır. Ayrıca saflarımıza
katılım yaş sınırı bellidir. Yaş sınırı konusunda uluslararası kuruluşlarla yaptığımız anlaşmalar mevcuttur ve bu anlaşmalar bizim için geçerlidir. (…) Kendileri için
bu biçimde tehlikeler bulunan ve saflarımıza gelen bir kısım genci geri göndermemiz, kendileri için birçok felakete yol
açılmasına vesile olacaktır. Bu yüzden bu
gençleri geri göndermeyi değil, savaş dışı
alanlarda eğitmeyi esas almaktayız. Yaş
sınırına uymayan herhangi bir kimsenin
tarafımızdan savaşa sokulması zaten söz
konusu değildir.”
Erdoğan: Bu yavruları alın gelin
Öte yandan Başbakan Erdoğan, çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığını söyleyerek Diyarbakır’da eylem yapan ailelerle
ilgili BDP’ye seslendi. Başbakan; “Ey
BDP, bu annelerin yavrularını alın gelin,
gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız C planımız devreye girer” demişti.
Partisinin geçen haftaki grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, “Diyarbakır Belediyesi önünde
dağa kaçırılan çocukları için eylem yapan
anneleri yürekten selamlıyorum. 15 yaşında çocukları dağa kaçırılan annelerin bu
feryadını Türkiye ve dünya medyasının
özellikle görmesini istiyorum. Galatasaray Lisesi önündekileri görmeyi bilirdiniz.
Türkiye medyasında duyarsız kalanlara
sesleniyorum, siz niye görmüyorsunuz?
Ey BDP, bu annelerin yavrularını da alın,
gelin bakalım. Bunların da adreslerini
gayet iyi biliyorsunuz. Alıp gelmediğiniz
takdirde bizim de B planımız, C planımız
devreye girer. Biz de anneleri çocuklarına
kavuşturmak için kararlılıkla mücadele
edeceğiz.”
HPG - Cenevre Çağrısı Anlaşması
KCK’nin askeri kanadı Halk Savunma
Güçleri (HGP), 2013 yılında çalışmaları Birleşmiş Milletler (BM) tarafından
desteklenen, Cenevre Çağrısı adlı sivil
toplum kuruluşuyla, 5 Ekim 2013’te
‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ imzalamış ve gerilla kamplarını
denetime açmıştı. 1949 tarihli taahhütnameye göre 18 yaş altı çocukların
silah altına alınması yasaklanıyor.
Cenevre Çağrısı tarafından yapılan
açıklamada, taahhütname ile 18 yaş
altında çocukların silah altına alınmasını ve onları çatışmaların etkilerinden
korumaya dair politikalarını kamuoyu
nezdinde resmi hale getirdiği belirtilmişti. ‘Cenevre Çağrısı’ yetkilileri olası
denetimleriyle ilgili olarak, “HPG’nin
16- 18 yaş arası çocukların bulunduğu
kampları Cenevre Çağrısı’na ve onunla
beraber çalışabilecek kurumlara açık
tutma zorunluluğu var. HPG attığı imzayla çocukların çatışmalarda kullanılmaması konusundaki yasağa uyacağını
ve taahhütnameye uyup uymadıklarının duyurulması iznini de bize verdi”
bilgisini vermişti.
HPG, çocukların ‘gönüllü ya da gönülsüz’ örgüte alınmayacağını garanti al-
tına almıştı. Taahhütnamede, “Çocuklara silahlı güçlerimize ulaşma ya da
saflarında kalma izni verilmeyecektir”
ifadesi yer almıştı.
Törende Cenevre Çağrısı Başkanı Elisabeth Decrey Warner ise, “HPG’ye göre
doğrudan yaklaşık 300-400 çocuğun
faydalanacağı bu taahhüdün uygulanması için işbirliği yapacağız. Bu angajmanın diğer silahlı devlet-dışı aktörler
için, özellikle Suriye’dekiler için, örnek
olacağına inanıyoruz. Bunun ayrıca,
T.C, Öcalan ve PKK arasında devam
eden görüşmelere de pozitif bir etkisi
olacağını umuyoruz” demişti.
GÜNDEM
7
‘Cenevre’ye uyun’
A
ilelerin eylemi sürürken, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın açıklamalarını siyasi parti ve STK
temsilcilerine sorduk. BasHaber’e konuşan
siyasi parti ve STK temsilcileri taraflardan Cenevre
Anlaşması’na uyulmasını istedi.
Elçi: PKK Cenevre Anlaşmasına uymalı
30 yıllık süreçten en çok
çocukların zarar gördüğünü
belirten Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, “18 yaşından
küçük çocukların çatışma
alanlarından uzak durması
gerekiyor. Bundan acı duyan
annelerin kaygılarını anlıyoruz. PKK’nin bu konuda
imzalamış olduğu Cenevre
Sözleşmesi var. Buna bağlı kalıp yaşları küçük çocukların ailelerine teslim edilmesi gerekir. Böylesi hassas bir
süreçte Başbakan Erdoğan’ın meselelere bu üslupla ve
tehdidvari söylemlerle sorunu çözemez” dedi.
İHD: Öldürülürken de,
dağa giderken de çocuktu
İnsan Hakları Derneği Genel
Başkan Yardımcısı Serdar
Çelebi, “Ailelerin oturma
eylemine saygı duyuyoruz,
çocuklarını istemelerini de
destekliyoruz. Temel hedefimiz savaşın olmaması ve
dağa çıkanların geri gelmesi. Ancak devletin dikkat
çekmesi gereken ise, bu
çocukların gitmesini gerektiren neden ne? Hükümet üzerine düşeni yapmadı.
PKK’nin de imzalamış olduğu sözleşme var. PKK’nin o
çocukların nerede olduğunu bildirip, ailelerine tatmin
edici açıklamalar yapmasını bekliyoruz. Uğur Kaymaz
öldürüldüğünde 13 yaşındaydı. Hükümet çocuklar
öldürülürken “terörist” diye yaygara koparıyor, dağa
giderken ise “çocuktur” diyor. Bunlar öldürülürken de
çocuktu, dağa giderken de çocuktu. Çocukları öldüren kişileri beraat ederseniz kimse size itibar etmez.
Çocukları öldüren kişilere beraat kararı verdiğiniz için
çocuklar dağa gidiyorlar” dedi.
BDP: 40 yıl öncede katılımlar oluyordu, şimdi de
BDP İl Başkanı Zübeyde
Zümrüt, “Başbakan Erdoğan
konuşmasında partimizi açık
bir şekilde hedef aldı. PKK
40 yıldır var. PKK kurulduğunda ne BDP vardı ne başka
parti. O günde katılım vardı,
bugünde. Tek katılımların
nedeni Başbakanın çözümsüzlükteki ısrarıdır bundan
dolayı gençler bu sürece
inanmıyor. Katılımlar hala devam ediyorsa başbakan
dönüp kendi politikalarına baksın. Demek ki süreci iyi
götüremiyorlar. Bundan dolayı gençler PKK’ye katılım
sağlıyor. Çocukların dağa çıkması BDP’nin işi değil.
Birileri bilinçli olarak bu olup biteni BDP’ye mal etmeye
çalışıyor ve bununla halkı ve BDP’yi karşı karşıya getirmek istiyorlar. BDP bu konuda her zaman halkın yanında yer alan partidir. Biz halkımızın acıları ile paylaşan
bir partiyiz” diye konuştu.
AKP: Muhatabımız halk
AKP Diyarbakır İl Başkanı
Aydın Altaç: 15 yaşında olan
çocukların dağa götürülmesi insani bir yaklaşım
değil. Bu tamamen çözüm
sürecini çıkmaza sokma
ve savaş gayretidir. Bölge
insanı bu tür acılardan çok
çekti. BDP’lilerin bu ailelerin
taleplerine ses vermesi lazım.
Gelin bunu birlikte çözelim.
Hükümet, annelerin gözyaşı dökmemesi için çözüm
sürecini başlattı. Ancak bugün bakıyorsunuz annelerin gözyaşı hala akıyor. Eğer bir tavır geliştireceksek
bunlara kulak vermek durumundayız. Ne olursa olsun
hükümet çözüm sürecine katkı sunmaya devam edecek.
Birileri rahatsız olsa bile bizim muhatabımız halktır.
Sorunun çözümü için gayretimiz devam edecek.
Mazlum-Der: Aileler haklı
Mazlum-Der Şube Başkanı Abdurrahim Ay: PKK’nin
elinde bulunan ve yaşları 14 ile 16 arasında olan çocukların koşulsuz şekilde serbest bırakması gerekiyor.
PKK’nin imzalamış olduğu sözleşme var. Cenevre ile
görüşmelerimiz sürüyor. Alilerin eylemi şiddet içermiyor, doğal yollarla çocuklarını istiyorlar: Eylemleri haklı
ve bizde Mazlum-Der olarak yanlarındayız.
Coşkun: Çocuklar ailelere
teslim edilmeli
Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi öğretim üyesi
Vahap Çoşkun: Ailelerin
talepleri dikkate alınmalı ve
çocuklar ailelerine teslim
edilmeli. Çünkü PKK’nin
imzalamış olduğu bir sözleşme var buna uyması lazım.
PKK’ye düşen sorumluluk
çocukları ailelerine teslim
etmektir. Ailelerin bu tür eylemleri PKK için yeni bir
durum. Eskiden aileler araya aracılar koyup çocuklarını
geri getirmeye çalışıyorlardı, bunu yaparken de gizli
saklı yapıyorlardı. Şimdi aileler kamuoyunun desteği
ile eylemleri yapıyorlar. Dolayısıyla PKK’nin bu sese
karşı yapması gereken şey, çocukları geri bırakmaktır.
Başbakan Erdağan’ın açıklamalarını da değerlendiren
Çoşkun, “Bu tür alıkonma ya da kaçırma durumlarında
BDP ve HDP’liler devreye giriyordu. Başbakan konuşmasında buna değiniyor ve devreye girmesi noktasında çağrıda bulunuyor. BDP içinde de bu çocukların
bırakılması yönünde düşünenler olduğunu biliyoruz.
İade edilmeleri süreç açısından da olumlu bir gelişme
olacak.
Aileler ne diyor?
Anne Fatma Türk, 16 yaşındaki oğlu A. B. Türk’ün dağa
gitmeden önce oynadığı bilye ve topacı göstererek “O
daha çocuk ne anlar savaştan, silahtan” diyerek ağlıyor.
Anne Fatma Türk, 2 Nisan 2014’de Ergani’de çarşıya
yemeklik malzeme almak için gönderdiği oğlu A. B.
Türk’ten bir daha haber alamamış. Örgütte olduğundan emin olan anne Fatma Türk’ün kardeşi de örgüt
üyeliğinden 6,5 yıl ceza almış. Çocuğunun okuması için
elinden geleni yapmaya çalıştığını söyleyen anne, tüm
annelerin kendilerine destek olması çağrısında bulunarak “Çocuğum dağa gitmişse ya öldürecek ya ölecek. Bu
zaman o zaman değil” diyor. Lice’de piknikten bir daha
dönmeyen Fırat Aydın Eren’in annesi Filiz Eren ise yerel
yönetim olduğu için belediye önünde toplandıklarını
ifade ederek, “Belediyeye tepkimizden dolayı burada
değiliz. Burada olduğumuzdan bu yana belediye başkanları yanımıza gelmedi ancak onlarla bir sorunumuz yok.
Bizim sorunumuz çocuklarımızı götürenlerle” diyor.
Kızından bir senedir haber alamıyor
Xecê Aydemir ise Manisa’dan eyleme katılmak için
Diyarbakır’a gelmiş. 4 çocuğunu Manisa’da bırakarak
eyleme katılan anne 24 yaşındaki Filiz Aydemir isimli
kızının yaklaşık bir senedir örgüte katıldığını belirtiyor.
Kızından bu güne kadar hiçbir haber alamadığını belirten anne, “Dağda mı nerede bilmiyorum. Eskişehir’de
Tarih bölümünde öğrenciydi. Dağa katıldığını biliyorum
ancak hiçbir haber almıyorum. Yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum. Daha önce Başbakana mektup yazdım. Bunun
üzerine emniyet müdürlüğü ifademi aldı ancak başka da
bir şey yapılmadı” diyerek bir cevap istiyor.
Annenin dramı
Çadırda eylemde olan her annenin farklı bir dramı da
var. Bir oğlu askerde, bir oğlu dağda bir oğlu ise kanser
hastası olan anne Hediye Yıldız, çadırda gözü yaşlı bekleyen ailelerden biri. 17 yaşındaki oğlu Yunus Yıldız’ın
4 senedir örgütte olduğunu ancak kendisinden haber
alamadığını belirtti. 6-7 gündür eylemde olan anne gözü
yaşlı bir şekilde anlattığı hayat hikayesinin ardından
baygınlık geçirince belediye önüne çağrılan sağlık ekipleri tarafından müdahale edildi.
“Çocuğum gelmezse kendimi asarım”
3 yıldır oğlu Yunus Yıldız’ın dağda olduğunu belirten anne Hediye Yıldız ise, “Demirtaş ile yaptığımız
görüşmede de oğlumun gönderilmesini istedim. Çünkü
oğlum gittiğinden beri gözüme uyku girmiyor. Çocuğum
gelmezse kendimi asarım. Oğlum gelmeyene kadar eylemimi sürdüreceğim” dedi.
8
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
8
Türkmenler Erbil
yönetimine güveniyor
T
ürkmen Lider Sannan Ağa (Kasab), Bağdat yönetiminin Erbil ile
arasındaki sorunların sorumlusu
olarak Bağdat’ı gösteriyor. BasHaber
ileyaptığı röportajda Ağa, Irak’ın diğer
bölgelerindeki Türkmenlerin Kürdistan
Bölgesi’ndeki huzur ve istikrara imrenerek baktıklarını belirtiyor. Erbilli ünlü
Türkmen avukat, gelişmelere ulusal bir
perspektifle bakarak, arka planda neler
olup bittiğinin analiz edilmesi gerektiğini
savunuyor.
Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi krizlerin
aşılmasına yönelik çözüm arayışlarını içeren bir dizi makale de yazan Ağa, Irak’ın
Hükümeti’nin Kürdistan’a karşı kullandığı kartlarının sanıldığı kadar güçlü
olmadığını vurguluyor.
Genel anlamda, Türkiye ile Kürdistan Bölgesi arasındaki yeni ilişkilerin ve birlikte yaşama perspektifinin etkisi ve sonuçları sizce ne
olur?
Aslında halkların hiçbir zaman birbiri ile
sorunları olmamıştır. Sorunları yaratanlar, siyasi ve ekonomik çıkar sağlama
çabasında olanlardır. Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra özellikle de Osmanlı
İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte ortaya çok sayıda yeni devletler çıktı
ve bir daha yeni bir ulusal ve dini birlik
kurulmaması için planlar yapıldı. ‘Ben
de varım’ diyen diğer bütün unsurların,
güç kullanılarak susturulduğu görüldü. O
zaman sorunlar baş göstermeye başladı.
Kürdistan dört parçaya ayrılmadan önce,
zaten topraklarının neredeyse tamamı
Osmanlı idaresi altında birleşmekteydi.
Arabistan da aynı şekilde öyle idi. Şayet
yeni kurulan devletler bütün vatandaşlarına aynı gözle bakabilseydi, baskıya
uğrayan ve susturulan diğer unsurlar da
kendi birliklerini sağlamak için yabancı güçlerden yardım istemek zorunda
kalmazlardı. Osmanlı’nın dağılmasının
ardından ortaya çıkan hemen hemen
bütün devletler, etnik kimlik açısından da
karışık ve kozmopolit ülkelerdi, Araplar,
Kürdler, Türkmenler ve diğer birçok etnik
kimlik birlikte var olabiliyordu. Hem
Müslümanlar hem Hıristiyan Ermeniler,
hem de Yezidiler, Irakta bir arada yaşayabiliyordu.
Lakin geçen süre zarfında, bir Irak’ın
büyük bir tehlike arz ettiğini göründü. Bu
yüzdendir ki, Irak’ın kendi içindeki güç
odaklarını küçültmesi gerekiyordu. Nitekim harita üzerinden baktığımız zaman,
Kürdistan’dan Musul Vilayetine kadar,
Zaxo’dan Bedre ve Cesana’ya kadar her
yerin, Irak’ın küçük bir versiyonu gibi
olduğunu görebiliriz. Çünkü oralarda da
Arkadaşlarımız Botan Tahsin ve Şiwan Sarabi, Sennan Ağa ile birlikte
pek çok farklı dinden ve farklı etnik kimlikten insanlar birarada yaşıyorlar.
Eskiden beri Merkezi Irak hükümetlerinin hiçbiri, bütün bu kimliklere asla
aynı gözle bakamadı, ki bugün yaşanılan
sorunların birçoğu bu yüzdendir zaten.
Irak Krallık döneminde böyle değildi.
Nitekim, Cumhuriyet döneminde bu
durumun artık değişeceğine inanılıyordu
ama yine öyle olmadı. Bilinildiği üzere
bizler 1991 yılında büyük bir felaketle
karşı karşıya kaldık ve uluslararası güçler
sayesinde bu tehlike daha da büyümeden
bertaraf edildi. Yani iki taraf da birbirini kabul etmediği için zayıf düşmeye
mahkum oldular. Bu durumdan dolayı
hepimiz kaybediyorduk, farklı
renklerimiz ve
zenginliklerimiz
elden gitmeye
başlamıştı.
Kendimize ve
birbirimize
güvenseydik çok
şeyler yapardık
çünkü hepimiz
buralıyız, birbirimizin yabancısı değiliz. Biz
sima olarak
Kürd kardeşlerimize benziyoruz
onlar da bize
benziyorlar . Hep söylerim zaten bizim
köklerimiz oldukça yaygındır, köklerimizden biri Kürdlerin Menguri aşiretine
uzanır. Bir tarafımız da Balak aşiretine, diğer taraf ise Devzi Arap, Enkawe
taraflarından Hüseyni aşiretine uzanır.
Bütünü ile kardeşlik hukukumuz var ve
biz de Türkmeniz. On birinci dedemiz
Mele Şeref’tir ve o da Gelale, Rosti ve
Girtikler’e dayanmaktadır. Ve biz Kendimizi bildik bileli Türkmeniz ve daima
öyle de hissediyoruz ama bu diğerlerine
karşıt olduğumuz anlamına gelmemeli. Aslında sorun tam da burda ortaya
çıkıyor: Birbirimizi, acaba ne kadar kabul
edebiliyoruz?
Farklılıkları ne kadar sindirebiliyoruz?
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, aslında üzerinde uzlaşı sağlayamayacağımız
bir konu yok. Ve aşılmayacak sorunların
olmadığı kanaatindeyim.
Bölgenin parçalanışından bahsettiniz. Şimdi
de Tito’nun
Yugoslavya’sına
benzer bir dağılma süreciyle
Ortadoğu’nun
bölüneceği
ve bu sürecin
başladığı iddia
ediliyor. New
York Times’ta da
böyle bir yorum
yazıldı. Sizce bu
durum, Kürdistan’daki huzur
ve istikrarı etkiler mi? Bu etkisi
olumlu mu olur
yoksa bölgeyi karmaşaya mı sürükler?
Uluslarası güçlerin çekişmeleri ve bölge
üzerindeki planları devam etmektedir
elbette. Herkes bir tarafı müttefik olarak
görüyor ve uluslararası siyasi güçlerin
çıkarlarına uygun siyasi ilişkiler kurulmasından bahsediliyor. Özellikle (veto)
hakkına sahip olan beş ülke üzerinde
yoğunlaşan yorumlar var. Bizim ülkemiz de onlardan biri ve bu çekişmelerde
tarafız. Kürdler şimdi siyasi bir statü elde
etmek için uğraşıyorlar. Bunun için her
şeyden önce birlik olmaları gerekmekte,
aksi takdirde ortaya de-facto durumlar
çıkabilir ve meseleyi karmaşık hale getirebilir. Örneğin Irak’ın her tarafı ateş hattı,
Suriye’de korkunç bir savaş sürüyor. Ama
Kürdistan Bölgesinde huzur ve güvenlik
sağlanmış durumda. Erbil yönetimine güveniyoruz. Bizce, burada sağlanan huzur
ve güvenlik ortamının bölgenin tamamına
yayılması ve Kürdistan Bölgesi’nde dışına
yaşayan herkesin bu huzuru tatması
gerekmektedir. Yakalanan istikrarla
birlikte ekonominin de güçlendirilmesi
gerekmektedir. Bir Türkmen olarak,
Kürdistan’da sağlanan huzur ve istikrarın
Irak’taki diğer Türkmen kardeşlerimize
de ulaşmasını dilemekteyim.
Bağdat ve Erbil arasındaki sorunlara nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki tarafın yaklaşımından farklı bir düşüncem var. Kürdistan Bölgesi sürekli bir
tedirginlik içinde. Sürekli saldırı, Baskı,
bütçe ambargosu, memur maaşlarını
ödememesi gibi yaptırımlarla karşı karşıya. Bu yüzdendir ki Kürdler, bu bölgede
herhangi bir gücün minnetini çekmeden
nasıl yaşayabileceklerini düşünmelidirler.
Çünkü İran ya da Türkiye’nin şu anda
Kürdistan Bölgesi ile kurmuş oldukları
iyi ilişkilerini, gelecekte de aynı şekilde
devam ettireceklerine dair bir garanti
yoktur hiçbir zaman, yarın farklı bir hükümetle farklı bir politika yürütebilirler.
Bu, siyasetin alfabesidir. Artık güven verici bir söylemin geliştirilmesi gerekiyor ki
bütün taraflar birbirine güven duysun ve
ikna olsunlar. Federal Irak Hükümeti’nin,
Birleşmiş Milletlerinin de kabul ettiği ‘bir
halkın kendi kaderini tayin etme hakkına
saygı duyması gerekmekte artık. Bana
göre Kürdistan Bölgesi Başkanı bu konuda en doğru politikayı yürütmekte, çünkü
şu anda takip ettiği politikayla hem uluslararası siyasette bir denge sağlayabildi
hem de iç politikada bir güven ve birlik
tesis edebildi. Türkmenler olarak Kürdistan’daki huzur ve güvenliğin sürmesi adına kendisinin üstlendiği rolü, gösterdiği
çabaları takdir ediyoruz ve destekliyoruz.
Irak’ın tamamına bu istikrar ve güven
ortamının yayılmasını temenni ediyorum.
Aynı zamanda bazı Kürd grupları sorun
çıkarmaya çaba harcamaları akıllarda
soru işareti yaratıyor
Türkmenlerin durumuyla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Maalesef gittikçe daha kötü bir durumla
9
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
karşı karşıya kalıyoruz. Tel Afer’de
mezhep çatışmaları nedeniyle
Türkmen kardeşlerimiz öldürüldü.
Onlar akrabaydı, kardeşti, amcazadeydi ve aynı milletin çocuklarıydılar. Özellikle Tuzhurmatu’daki
Türkmenler için de durum kötüye
gidiyor. Erbil’de yaşayan Türkmenler bu çatışmalarda hiçbir şekilde
taraf olmadı. Elbette ki Irak’ın
diğer bölgelerinde yaşayan Türkmenler bizim burada gayet huzurlu
bir hayatımız olduğunu gördükleri
zaman imreniyorlar. Onların da
aynı huzur ve güvenlik ortamına
en kısa zamanda kavuşmalarını
temenni ediyorum. Hiçbir Türkmen soydaşımızın çatışmalarda
taraf olmasını veya kaos nedeniyle
huzursuz olmasını istemeyiz.
Bağdat’taki bazı siyasetçiler yaptıkları açıklamalarda
Kürdistan Bölgesi’nin siyasi
açıdan ciddi bir krize sürüklendiğini iddia ediyor. Sizce
de öyle mi?
Bu fikre katılmıyorum. Bağdat
yönetiminin ağabeylik yaparak
diğerlerine kucak açması lazım.
İki taraf arasındaki sorunun asıl
nedeni üzerinde
durmak gerekiyor. krizin sebebi nedir? Para
mıdır? Hayır,
hazinenin milyarlarca dolar parası var ve buna
rağmen Bağdat
pêşmergelerin
bütçesini kısmayı
düşünüyor. Üstelik memur maaşlarını ödemeyerek
insanları mağdur ediyor. Bu
insanlar sadece Kürdistan Bölgesi
vatandaşı değillerdir, aynı zamanda Irak vatandaşlarıdırlar. Bağdat
yönetimi, insanları bu baskılarla
bunaltmaya devam ederse büyük
tepkiyle karşılaşabilir çünkü onlar
da bu durumu kabullenmeyeceklerdir. Bu durum, Irak’ı parçalanmaya doğru sürükleyebilir.
Ancak vatandaş bütün projelerden
haberdar olması ve çevresinde olup
bitenleri öğrenmesi kendisi için
doğal bir hak olduğunu biliyor.
Devlet politikası ailenin yapısına benzemektedir, ebeveynlerin
bildikleri her konun ayrıntılarını
evlatlarına açıklamak zorunda değil amaç da evlatları için bir soruna
neden olmamasıdır. Bazı konuların
özellikleri vardır, hükümette de
her ne kadar makamlar yükselirse
o kadar yükü de ağırlaşır. Bütün
ayrıntıları vatandaşın bilmesi şart
değil, ayrıca vatandaş da hükümete
karşı bu konuda tavır almaması
gerekir, çünkü parlamento üyeleri
vatandaşları temsil ettiği için onlar
her konuya vakıf oluyorlar.
Merkezi Irak Hükümeti, Kürdistan Bölgesi’nin Ankara’nın
çıkarlarına hizmet ettiğini,
Bağdat’ın çıkarlarını göz ardı
ettiğini söylüyor. Bu bize ne
anlatıyor?
Ortada böyle bir durum olduğunu
düşünmüyorum. Çünkü Kürdistan
bölge hükümeti, anayasal haklarını
kullanmayı talep ediyor, o zaman
Bağdat’ın da anayasaya saygı duyması gerekiyor. Bununla birlikte,
anayasa dediğimiz şey, kutsal
Kuran değildir ki değiştirilemesin,
yani anayasa, taleplere göre gözden
geçirilebilir. Herhangi bir maddesi
kamunun genel çıkarlarına uygun
değilse, o madde çıkartılabilir ya da
değiştirilebilir.
Bölgede şimdiye kadar öncelikli denilen
temel sorunlar
vardı. Bunların çoğu da
hassas konulardı ve çözümü için de
hassas adımlar atılmalıydı.
Örneğin Kerkük meselesi
gibi. Sizce
Kerkük’te asıl
mesele nedir
ve çözümü
nasıl olmalı?
Bence arada çözülmeyen bir sorun
yok. Her şeyin anayasa yoluyla
çözülmesi mümkün. Irak Anayasasına göre tartışmalı bölgelerde
referandum yapılması gerekmektedir ve nasıl bir siyasi statüye sahip
olmak istediklerine o bölgede yaşayan insanlar karar vermelidirler.
Ama ondan önce zaten otonomi
yasasına göre çözüm belirlenmişti (Kürd nüfusunun çoğunlukta
olduğu tartışmalı bölgeler otonomiye kavuşacaktı). Acaba bu yasa,
anayasanın 140. maddesi kadar
değerli değil midir? yoksa gözardı
mı edilmektedir? Genel olarak da
bu bütün milletler için geçerlidir.
FOTO: Piştîwan Caf
9
MESUT YEĞEN
CHP’nin yeni yolu
Malum, epey bir zamandır dört parti, üç hat
Türkiye siyasetine yön veriyor. Türkiye siyaseti, epey bir zamandır, Ak Parti, CHP & MHP
ve HDP-PKK’nin esas siyasi aktörler, dindarlığın, seküler-milliyetçiliğin ve Kürtlüğün esas
siyasi hatlar olduğu bir kompozisyonca şekilleniyor. Bu kompozisyon son kez 30 Mart seçimlerinde teyit edildi. Sözü edilen aktörlerin
haricindeki aktörler iyice etkisizleşti ve AK
Parti, CHP & MHP ve HDP-PKK, sırasıyla dindarlık, seküler-milliyetçilik ve Kürtlük hatlarında rakipsizliklerini ilan ettiler.
30 Mart söz konusu kompozisyonu teyit edip
pekiştirmekle beraber, önemlice bir değişiklik
de yarattı. 30 Mart’a gelinceye değin sekülermilliyetçilik hattının başat aktörünün ve dolayısıyla da ana muhalefet partisinin CHP olduğu açıktı. Ancak, Ak Parti’yi kuvvetlice sarsan
yolsuzluk işlerine, cemaatle ittifak yapmasına
ve merkez sağa açılmasına rağmen CHP’nin
oylarının yerinde sayması işleri değiştirmiş
görünüyor. Seküler milliyetçi hattı dolduran
iki aktörün nicel olarak büyük olanının CHP
olduğu gerçeği değişmedi; lakin hattın sürükleyici aktörünün CHP olup olamayacağı artık
belirsiz.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafında son bir
ayda yaşananlar, alınan inisiyatifler, geliştirilen formüller 30 Mart seçimlerinin yol verdiği
bu değişikliği, bu belirsizliği iyiden iyiye ortaya serdi. MHP liderinin geliştirmiş olduğu, Ak
Parti (Erdoğan) karşısında çatı aday bulma inisiyatifi, ana muhalefet partisi olma statüsünün
CHP’den de facto MHP’ye geçmiş olduğunu
gösteriyor. Ak Parti adayının karşısına çıkacak
Cumhurbaşkanı adayında bulunması gereken
özellikler bahsinde artık Kılıçdaroğlu’nun değil Bahçeli’nin söyledikleri öne çıkıyor. Ancak
enteresan olan şu: CHP bu durumdan hiç de
rahatsız görünmüyor. MHP’nin geliştirmiş olduğu inisiyatif karşısında takip ettiği düşük
profil, CHP’nin MHP’nin seküler-milliyetçi
hattın öncü partisi olmasına razı olmuş olduğunu gösteriyor.
MHP’yi seküler-milliyetçi hattın öncü partisi, dolayısıyla da ana muhalefet partisi kılan
bu hal mevzi, geçici bir hal olabilir elbette.
CHP’nin söz konusu duruma itiraz etmeyişinin ardında son tahlilde Erdoğan’ın %51
oydan nasıl mahrum edileceği hesabı olabilir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimleri
sonuçlandıktan sonra, CHP ve MHP seküler
hattaki nicel konumlarına uygun siyasi pozisyonlara dönebilirler, bu mümkün.
Ama galiba bu olmayacak. Seküler hatta işler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra
eski haline dönmeyecek gibi. Aksine, MHP’yi
seküler hattın öncü aktörü kılan süreç ve bu
sürecin en önemli unsuru olan CHP MHP yakınlaşması derinleşeceğe benziyor. İşaretler,
CHP’yle MHP arasındaki yakınlaşmanın cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da devam
edeceğini ve seküler-milliyetçi hattın bu iki
aktörünün kısa vadede MHP, orta vadede ise
İmtiyaz sahibi: Botan Tahsin
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
İdare Müdürü: Brusk Solduk
Editörler: Yeter Polat, Rawîn Stêrk
Haber Merkezi: Cesim İlhan, Özlem Dağdeviren, Leyla Denli, Aziz Tekin, Bilal Solmaz
Grafik: Alp Tekin Babaç, Ayhan Kaya
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
MHP’lileşmiş bir CHP tarafından çekip çevrilen bir ikiz-aktöre evrileceklerini gösteriyor.
CHP ve MHP’nin aynı hatta yer alma durumu yeni değil malum. Ama sözünü ettiğim
ikizleşme hali görece yeni ve ilk işaretleri
Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olmasının ardından yaşanan yenilikçi - ulusalcı tartışmasının adım adım sönümlenmesiyle ortaya çıktı. CHP’ye yön veren akıl, Baykal’ın CHP
genel başkanlığından uzaklaştırılmasında işe
yarayan yenilikçi-ulusalcı tartışmasını maharetle sönümlendirip, CHP’nin ulusalcı ya da
yenilikçi pozisyonlardan biri tarafından kontrol edilmesinin ve dolayısıyla da muhtemel
bir bölünmenin önüne geçti. Hem yenilikçilerin (MHP’nin ve ulusalcı CHP’lilerin CHP’den
uzaklaşmasına yol verebilecek) ‘demokratikleşme önerilerinden’, hem de ulusalcıların
(ABD ve Avrupa’yı CHP’den uzak tutan) ‘kapanmacı, zenofobik motiflerinden, figürlerinden aynı anda uzaklaştırıldı CHP. Gezi Parkı
sonrasında ve 30 Mart seçimleri esnasında
konsolide edilen bu yeni pozisyonla beraber
sadece muhtemel bir bölünme ihtimali bertaraf edilmedi, yenilikçi ulusalcı kapışmasının
izleri büsbütün silindi. Nitekim, CHP hiç olmadığı kadar bütünlüklü bir parti bugün.
‘Demokratikleşmeci yenilikçilerden’ ve ‘kapanmacı ulusalcılardan’ uzak durarak oluşturulan bu yeni hat şunu gösteriyor: Bugün CHP
için esas olan, MHP’yle birlikte ve Ak Parti’den
yüz çeviren ABD ve Avrupa’nın desteğiyle, seküler hattı konsolide etmektir. CHP’deki bu
yeni yönelimin önemli sonuçlarından birisi
elbette MHP’yle ikizleşmek ve seküler hattın
öncülüğünü MHP’ye devretmek ya da MHP’yle
paylaşmak olacak. Ancak başka iki önemli sonucu daha olacak bu yeni yönelimin. Demokratikleşme meselelerinde mevcuttan bile ‘geri’
bir CHP’yle ve son on yılda kapılmış olduğu
Batı düşmanlığından kısmen özgürleşmiş bir
CHP’yle karşılaşmak kuvvetle muhtemel görünüyor.
Peki ama CHP’deki bu yenilenme, seküler
hatta girişilen bu konsolidasyon neye işaret
ediyor? Galiba şuna: CHP’ye hakim akıl, Kürtlere hoş görünmeye çalışmadan ve sekülerlik
işlerindeki otoriterliğinden aman aman vazgeçmeden, Ak Parti’yi ve bu partinin yerleştiği dindarlık eksenini alt etmeye karar vermiş
görünüyor. Nasıl peki? MHP’lileşerek ya da
MHP’yle birlikte, sekülerlik hattını konsolide
etmek suretiyle elbette. Bu anlaşılmaz bir karar değil ve doğrusu CHP’nin yapısal kodlarına
çok da uygun. Böyle olmakla beraber küçükçe
bir sorunu var bu kararı verenlerin: Mevcut
siyasi matris sekülerlik hattının dindarlık hattını alt edecek bir nicel büyüklüğe ulaşmasına
izin vermiyor. Bu durumda CHP’ye hakim olan
aklın önünde çok fazla seçenek kalmıyor: Ya
konsolide edilen bu hatta ısrar edip dindarlık
hattının zamanla zayıflamasını ya da ‘olağandışı’ bir şeylerin olmasını bekleyecekler.
Adres: Meşelik Sokak, No: 22, D: 3, Beyoğlu, İstanbul
Tlf: 0 212 243 27 79
Faks: 0 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
[email protected]
Web: basnews.com
Baskı: İhlas Matbaası, Yenibosna-İstanbul
BasHaber / BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir.
10
SÖYLEŞİ
KİTAP
10
Kürd yayınevleri TÜYAP’ta
ile tarihini öğrenmek istiyor.
Bizlerde halkın bu isteklerine
göre kendimizi yenileyeceğiz”
dedi.
İLYAS ENGİN
D
iyarbakır’da bu yıl 5’si
düzenlenen Kitap Fuarı
rekor katılımla kapılarını kitapseverlere kapattı. 5
gün içinde on binlerce okurun
ziyaret ettiği fuarda en çok
ilgiyi ise Kürtçe kitaplar aldı.
300 yazarın katıldığı fuara 13
yayın evi katılırken, yayınevlerinin genel yayın yönetmenleri
ise ilgiden memnun olduklarını söyledi. Kürtçeye artan
ilgi nedeniyle Kürt yayıncılar
birliğini kurma kararı alındı.
98 bin 500 okur furarı
ziyaret etti
20-25 Mayıs tarihleri arasında
açık olan fuarın 98 bin 500
okur tarafından ziyaret edildiği
öğrenildi. 125 yayınevi, sivil
toplum kuruluşu ve 35 eğitim
kurumunun katılımıyla düzenlenen fuar kapsamında söyleşi,
panel, şiir dinletileri, imza
günleri, okuma saatleriyle 60
etkinlik düzenlendi. Fuar kapsamında 300 yazar okurlarıyla
buluşma imkanı buldu. Fuara
Ercan Kesal, Canan Tan, İsmail Beşikçi, Murathan Mungan,
Mıgırdiç Margosyan, Işık
Öğütçü, Necdet Neydim, Büşra
Ersanlı, Deniz Kavukçuoğlu,
Nazlı Eray, Nedim Gürsel,
Adnan Binyazar, Faysal Dağlı,
Yılmaz Odabaşı’nın yanı sıra
çok sayıda yazar ve şair katıldı.
Arjen Ari unutulmadı
Fuarda Evrensel Basın yayın,
Arjen Ari’nin 1. Ölüm yıl
dönümü nedeniyle bir etkinlik
düzenledi. Arjen Arî anısına
düzenlenen şiir yarışmasında
dereceye girenlere ödüller verildi. Anma etkinliğinde yazar
Berken Bereh, Şeyhmus Sefer,
“Arjen Ari’yi Anmak, Anlamak:
Kürt Edebiyatındaki Arjen
Ari’nin Yeri” konulu söyleyişe
katıldı.
5 gün süren fuarda ise en fazla
ziyaret edilen stantlar Kürt
yayınevlerinin stantlarıydı.
Yayınevleri temsilcileri, Kürtçe
kitaplara yoğun ilgiden memnun ayrıldı. Gazetemiz, Kürt
yayınevlerinin sorunlarını dinleyerek, Kürtçe kitaplara ilgiyi,
Kürt yayınevlerinin durumunu ve bir çok konu hakkında
önemli bilgiler derledi.
Kürtçe-Türkçe sözlüğe yoğun
ilgi
Fuarda Kürt yayın evlerine
vatandaşların gösterdiği
ilgiden memnun olduklarını
dile getiren Weşanen jej Yayın
evinin Genel yayın yönetmeni
Azad Zal, “İlk günlerde ilgi
çok azdı, ancak son iki üç gün
fuara bir hareketlilik geldi.
Kürt yayın evleri açısından
baktığımız da ise, bazı yazarlarımızın kitapları yeni yayınlandığı için standımıza ilgide
fazla oldu. Romanlara ağırlık
vermemiz ilgiyi artırdı. Bu yıl
yeni 7-8 roman yayınladık, 3-4
tane de öykü kitabı yayınladık.
Ancak şiire ilginin olmadığını
gözlemledik. Sadece belirli tanınan şairlerin kitapları sattı.
Şiir yazan şairlerimizin kitaplarına ilgi istediğimiz kadar
olmadı. Hazırladığımız Kürtçe
ve Türkçe sözlüğe büyük bir
ilgi vardı. Yine deyimler ve ata
sözleri sözlüğü de ilgi gördü.
Biz yayın evi olarak önce Botan yöresine ait sözlük, sonra
Adıyaman ve Serhat bölgelerine ilişkin sözlük çalışmalarımız olacak” dedi.
FAYSAL DAĞLI
Kürtçeye ilgi her geçen gün
artıyor
Yayın evi olarak fuara 14 yazarla katıldıklarını belirten Zal,
“Kürt yayın evleri her geçen yıl
artıyor buda bizi oldukça sevindiriyor. Önceki yıllarda Kürt
yayın evlerinin katılım oranı
düşüktü ancak bu yıl çok iyi.
Kürt yayıncılar olarak örgütlenme kararı aldık. Kürt Yayıncıları Birliği kurma çalışmalarına b
aşladık. Bu yönlü bir inisiyatif
kurduk. Kürtçeye ilgi her geçen
gün artıyor. Yakında paneller
düzenleyeceğiz, yine Kürtçe
yayınların Türkçe’ye çevrilmesi
noktasında çalışmalarımız olacak. 2-3 eseri çevirip İstanbul
fuarına yetiştirmeyi düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
En çok romanlar alıcı buldu
Geçen yıla oranla bu yıl ki
fuarın çok dolu geçtiğini belirten Aram Yayın Evleri Genel
Koordinatörü Gökhan Bulut ise,
“Bu denli bir katılım beklemiyorduk, bizim için iyi oldu.
Yayın evi olarak Kürt edebiyatı
İSMAİL BEŞİKÇİ
ve romana ağırlık vermediğimiz
için bir eksiklik yaşadık. Bu
konuda vatandaşlarımıza yeteri
kadar cevap olamadık. Standımızda en çok ilgiyi çocuk romanları gördü. En çok satanda
çocuk masalları kitapları oldu.
Yoğun talep bizi bile şaşırttı. Bu
konudaki eksiklerimizi gidereceğiz. Önümüzdeki dönemde
daha farklı planlama yapacağız.
Çocuk masalları ve hikayelerine daha fazla ağırlık vermeyi
düşünüyoruz. Yine en çok satan
kitaplarımızdan biri Rustem
Cudi’nin ‘ideoloji ve Ruşhelate
Nawin’ kitapları oldu. Her iki
ciltte bitti” diye konuştu.
İnsanlar kendi kitaplarından
tarihi öğrenmek istiyor
Kürtçe kitaplara ilginin nedenini ulusal bilince bağlayan Bulut,
“Ulusal bilinç gittikçe somutlaşıyor buda beraberinde sahiplenmeyi getiriyor. Fuarda talep
edilen ve eksik olduğumuz diğer
bir hususta Kürt tarihi oldu.
Çünkü artık insanlar resmi anlayıştan ziyade kendi kitapları
Hedef 500 Kürtçe kitap
basmak
1996 yılından buyana Kürt edebiyatına dair denemeler yapan
ve 3 şiir kitabı bulunan Lis Yayın Evi Genel Yayın Yönetmeni
Lal Laleş ise, “2004 yılından
bugüne kadar 240 eser yayınlandı. Lis yayın evi çok dilli bir
yayın evi. Bazı eserlerimizi İngilizce, Fransızca, Rusça, Süryanice ve Ermenice’den Kürtçeye
çevirdik. Kürtçe edebiyatın
yaygınlaşmasında Kürtçe okurun kitapla buluşmasında Kürt
kültürünün görünür kılınmasında çok önemli bir rol oynuyor.
Gün geçtikçe Kürtçe kitapların
daha fazla basıldığını ve daha
çok okunduğunu görüyoruz.
Yasakların kalkması ve yerel
yönetimlerin Kürtlerin eline
geçmesi, devletin üniversitelerde adım atması ve medyanın rol
oynaması ilgiyi artırdı. Ayrıca
bir çok kurum kurs, atölye gibi
yollarla Kürtçe eğitime ağırlık
vermesi Kürtçe kitaplara ilgiyi
bu seviyeye getirdi. Geçen yıl
240 kitap yayınlandı. Sayı gün
geçtikçe artıyor. 2012 yılında
144 Kürtçe kitap basılırken,
2013 yılında 450 kitap basıldı.
2015’teki hedef ise 500 kitap
basmaktır” diye konuştu.
Tarih ve Edebiyata ilgi daha
fazla
Kürtçe kitap satışlarında da
ciddi bir artış olduğunu belirten
Laleş, “Dünya edebiyatından
çevirdiğimiz kitaplar var, onlara
ilgi Kürtçe edebiyat çıtasını
yükseltiyor. Okuyucuların büyük
bir bölümü edebiyat ve tarih
kitaplarına ilgi gösteriyor. Diyarbakır halkının Kürt yazarlara
ve kitaplarına ilgi gösterip bu
konuda fikir verebilirler. Yayın
evi olarak her türlü görüşe
açığız” dedi.
WEJANEN JJ YAYINLARI STANDI
11
KÜLTÜR SANAT 11
SÖYLEŞİ
FİLORİTA ULUK BENLİ
“Hoğ eink hoğ bidi
tarnank’’
Kürd Ediblerin fotoğrafçısı
S
adece Kürdçe yazan
modern Kürd edebiyatçılarının portrelerinden
oluşan bir sergi açan fotoğraf sanatçısı Yüsri Atlı ile 5.
Diyarbakır Kitap Fuarı’nda
buluştuk.
Modern Kürd edebiyatçılarının portrelerini bir albümde
toplayan Atlı, “Bizi var eden
edebiyatçıları bu albümde
toplayarak onları ölümsüzleştirmek istedim. Şu an
60’a yakın portre çektim,
amacım 100 Kürd edebiyatçısını bir arada sergilemek”
dedi. TÜYAP ve Türkiye
Yayıncılar Birliği ortaklığıyla
düzenlenen 5. Diyarbakır
Kitap Fuarı’na ilgi devam
ediyor. Fuarda ünlü fotoğraf
sanatçısı Yüsri Atlı’nın 4
parçada bulunan modern
Kürd edebiyatçılarından
oluşan 34 kişiye ait portre
çalışması fuar ziyaretçileri
tarafından yoğun ilgi gördü.
Kürd Yazar Mehmet
Uzun’un ölümünden sonra
albüm projesine ilişkin
kendisinde fikir oluştuğunu
belirten Yüsri Atlı; “Mehmet
Uzun yaşamını yitirdiğinde
Adana’dan Diyarbakır’a geliyordum. Uzun’un rahatsız
olduğunu herkes biliyordu,
ancak Kürd edebiyatında
ağırlığı olan böylesi bir ismin fotoğrafı yoktu. Bu bende büyük bir fikir oluşturdu
ve bizi var eden 4 parçadaki
edebiyatçıların portrelerini
çekerek onları ölümsüzleştirmek istedim. İlk portre
çalışması kapsamında Kürd
edebiyatçı Arjen Arin ile
karşılaştığını, çekim için
randevulaştıklarını belirten
Yüsri Atlı, “Portre çalışmalarına ilişkin hazırlıklar devam
ederken Kürd edebiyatçı
Arjen Arin ile sokakta karşılaştık. Kendisine projeyi anlattıktan sonra hemen kabul
etti ve bir hafta sonraya randevulaştık. Ancak bir hafta
içinde Arjen’in durumunun
kötü olduğunu öğrendim ve
daha sonra yaşamını yitirdi.
Bu portreyi çekemediğim
için çok üzülmüştüm. Bu
durum bende çok büyük bir
acıya neden oldu” ifadelerini
kullandı. Arjen’in yaşamını
yitirmesinden sonra projeyi
hızlandırmak için belediyeye gittiğini ancak istediği
desteği bulmadığını ifade
eden Atlı, “Eğer kurumlar
o gün destek vermiş olsaydı bugün Şerxo Bekes’i de
çekmiş olacaktım. Çünkü
onun olmaması önemli bir
eksiklik” dedi.
Gerekli desteği bulamayınca
kendi imkanları ile projeyi
tamamlamaya karar verdiğini kaydeden Yüsri Atlı, “İlk
portre çalışmasını Ehmed
Hüseyni, Abdullah Peşev,
Selim Temo ve Berken Beren
ile başladım. Bu dört Kürd
edebiyatçı ile bir yayınevinde karşılaştık ve orada
projeyi anlattıktan sonra
çekimlere başladık. Bu Kürd
edebiyatçılarını çektikten
sonra zamanla diğerlerini
de çekmeye başladım. 4
parçadaki Kürd edebiyatçılarını bulmak ve çekmek
uzun bir süre aldı. Bir tek
Xusrow Caff’ı çekmek için
Güney Kürdistan’a gittim.
Onun dışındaki portreleri
Diyarbakır’da çektim” şeklinde konuştu.
Ziyaretçilerden olumlu
tepki alıyorum
Projenin tamamlanması için
çalışmalarını sürdüreceğini
ifade eden Atlı, “Hedefim
100 Kürd edebiyatçısını
bir arada toplayan albüm
yapmak. Gerekli destek ve
sponsoru bulursam çalışmamı çok kısa sürede tamamlamak istiyorum. Yine geç
kalırsam çok üzülürüm. Bu
değerlerin yaşarken fotoğraflarını çekmek istiyorum.
İşler planladığım biçimde
gelişir ise, sonrasında bütün
Kürd edebiyatçılarının
portrelerini ve orijinal el
yazılarının bulunduğu bir
kitap basmak istiyorum. Şu
an sergide 34 Kürd edebiyatçısının portresi var, bu
bile fuara gelen vatandaşları duygulandırıyor. Bütün
gelen ziyaretçilerden olumlu
tepki aldık. 4 parçadaki edebiyatçıların bir arada olması
ziyaretçilere keyif veriyor.
Albüm yoğun ilgi görüyor,
bundan mutluyum” dedi.
Bütün çekimlerin heyecan
içinde geçtiğini belirten
fotoğraf sanatçısı Atlı;
“Bütün Kürd edebiyatçıları
bu projeyi desteklediler ve
projenin bitmemesi gerektiğini belirttiler.’’
Soma katliamı vesilesiyle “vahşi kapitalizm ve
devletle ilişkisi nedir?” dersinin örneklerle canlı anlatıldığı, kapitalizmin ne olduğunu satır satır tane tane anlatan günlerden geçtik. Sermaye
ve devlet arasındaki ilişki bu kadar apaçık biçimde kendini gösterdikten
sonra, bu dersten çakmak için aptal olmak lazımdı.
Şimdi Gezi’nin yıldönümüne doğru gidiyoruz. Siz bu yazıyı okuduğunuz zaman o “yıldönümü” başlamış olacak. O gün neler olacağını önceden kestirmem mümkün değil ama geçen sene Gezi’de bütün karmaşıklığıyla gerçekten neler olduğunu görmemek için ya sabit fikirli ya da ne
olursa olsun, taraftar olduğu cemaatin / kimliğin haklı çıkması fikrine
sıkışmış olmak lazım.
Kalkınmacı dilin dibine batmış ve insaf, izan, merhamet, adalet diye
mefhumlarla arasındaki bütün köprüleri atmış olan bir hükümet; “ölmek bu mesleğin fıtratında var” diyen bir başbakan; ona “İngiltere’de
de 1900’lerin başında kaza oldu başbakanım!” diye akıl veren danışmanlar; kaza falan değil, böylesine cinayet karşısında bile kibirlerini bir
kenara bırakmayan, bir kerecik özür dilemeyen, bir kerecik “hata ettik”
demeyen bir iktidar zihniyeti; “devrim yapan halkı” anlamayan Somalı
genci yattığı yerde tekmeleyen ve “halkımızı” temsilen “devrim” gerçekleştirmiş takım elbise-kravatlı jön danışmanlar; ahlak ve vicdanlarını
kaybetmiş ve de ne pahasına olursa olsun, sadece kendilerini ve efendilerini haklı çıkarmaya çalışan medya ve “yeni Türkiye’nin” (!) aydınları,
köşe yazarları, manşet atıcıları...
Evet, bunların hepsi ve daha fazlasıyla birlikte, ibretlik bir ders izledik.
Bu yeni efendilere göre, her şey mükemmeldi... Tabii ufak tefek hatalar
olabilirdi ama bunlar aşılmaz değildi. Çünkü “devrim” gerçekleşmiş ve
artık her şey düzelme aşamasına gelmişti...
Devrimci ya da devrim sonrası muhteşem retorik! Yeni “düzenin” retoriği...
Tabii ki bunun öncesi var... Yeni yükselen sınıflarla içiçe geçmiş bir halk
hareketi, bir toplumsal hareket var ve bu hareketin getirdiği bir devrimci durum var. Jakobenlerin, Bolşeviklerin, Kemalistlerin, Ayetullah’ların
yaptığı gibi AKP’nin yaptığı ya da AKP’yi taşıyan İslami hareketin yaptığı da devrimdi. Diğerleri gibi kanlı olmadı bu devrim; zamana yayıldı
ve çok şey değiştirdi; bir yandan bir burjuva devrimi olarak kapitalizm
bütün ülkeye yayılmasını sağladı. Geleneksel sermaye yapısı değişti;
yeni aktörler devreye girdi. Bu arada tabii ki bütün toplum için de iyi
şeyler oldu; mesela askeri vesayet en azından hiç görülmediği kadar
geriledi. Kürt hareketinin verdiği mücadele karşılığını buldu; hiç olmadığı kadarıyla barış bir alternatif olarak “gerçekleşebilir” bir umut oldu.
Ancak bütün devrimler gibi bu devrim de esas olarak, “oluncaya” kadar
“iyi”ydi.
“Olduktan” sonra devrim bitti; bütün devrimler gibi düzene dönüştü.
Bu konuda henüz bir istisna çıkmadı; bütün devrimleri, devrimlerin en
güçlü kardeşleri ele geçirdi ve bunlar diğer kardeşlerini yedi. Her bir
devrim bir Termidor yaşadı; her devrimin sonunda birileri devrimin
bittiğini ilan etti ve kendi “düzenlerini” kurarak, “artık başka özgürlüğe
gerek kalmadı” dediler. Evet, onların iktidarları her türlü özgürlüğe sahip olduğu için başkalarının yeni özgürlükler için uğraşmasına da gerek
görmediler.
Her devrim gibi, “AKP devrimi”nin arkasından gelen AKP düzeni de
bir “eski rejim” (“ancien régime”) - “yeni rejim” karşıtlığı yarattı; “yeni
Türkiye’ye karşı eski Türkiye”... Kızıl Ordu’ya karşı Beyaz Ordu... Kuvayı Milli’ye karşı Anzavur birlikleri... Devrim karşısında karşı-devrim...
Bu yüzden, iç düşman bulmak ve inşa etmek açısından Erdoğancılık
vasıtasıyla duygu dilini kuran AKP rejimi de, daha önceki Fransız, Sovyetik ya da laik Türk devrimlerinden çok farklı değil.
Ama nasıl Kemalist devrimin içinden başka bir devrim –ya da islamcı
bir toplumsal hareket - çıktıysa; AKP devriminin içinden de ipuçlarını
Taksim Gezi’de veren başka bir hareket çıkacak. “Yeni” Türkiye sırası
ona gelecek.
12
SÖYLEŞİ
DİYASPORA
Almanya’da 24 Kürd
aday seçildi
REŞAD OZKAN
A
lmanya`da 11 eyalete yapılan
yerel seçimler AB Parlamentosu seçimleri gölgesinde
kalırken, seçimlerde 14 Kürd aday
belediye meclis üyeliklerine, diğer 10
aday da uyum meclislerine girmeyi
başardı.
Yeşiller Partisi’nden Almanya’nın
en büyük kentlerinden olan Köln‘ün
Mülheim bölgesinden seçilen Kürd
kadın siyasetçi Berivan Aymaz’ın
bu hafta yapılacak grup toplantısında Köln Belediyesi Eşbaşkanı
olması bekleniyor. Almanya yerel
seçimlerinde Aymaz’ın dışında 23
Kürd aday daha seçildi. 40 milyon
seçmenin sandık başına gittiği
Almanya’da; kaymakam ve belediye meclisi üyeleri seçildi. Geçen
seçimlerde olduğu gibi bu yıl da
yapılan yerel seçimlerde Almanya
Hırıstıyan Demokrat Birliği (CDU)
birinci sıradaki konumunu korudu.
Onu Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) izlerken, Yeşiller üçüncü
sıraya yerleşti. Doğu eyaletlerinde
gücünü koruyan Sol Parti (Die Linke) ise Yeşilleri izliyor.
Kürdlerin kalbi Köln için çarpıyor!
Almanya`da Kürdler için en
heyecanlı seçimler ise ülkenin en
büyük ve 14 milyona yakın secmeni
olan Nordrhein-Westfalen (NRW)
eyaletinde geçti. Eyaletin nufusu
ise 17 milyon 500 bin. Bu eyalete yaşayan nufusun yüzde 22,6 si
göçmen kökenli olup, yabancılar ise
nüfusun yüzde 10,6 sını oluşturuyor.
Türkiye`den (Kürd, Türk vs.) gelip
buraya yerleşenlerin nüfusu ise
580 bini aşıyor. Bu eyalete 15 bine
yakın mevki için yarışan Hırıstiyan
12
Seçilen Kürd adaylar
Demokratlar (CDU) yerel seçimlerde
birincilğini korurken, onları sırasıyla SPD ve Yeşiller izliyor. Eyaletin
en büyük ve kalabalık şehri olan
Köln`e bağlı Müllheim II bölgesinde
yapılan belediye meclis seçimlerinde
Yeşiller Partisi adayı Kürd kadın
siyasetçi Berivan Aymaz yüksek bir
başarı yakaladı. Yüzde 22’ye yakın
oy olan Aymaz’ın partisi Yeşiller’in
Köln’deki oy oranı ise yüzde 19 cıvarında kaldı.
Aymaz‘ın gelecek hafta toplanacak
olan yeni meclis grubu toplantısında
Yeşiller Partisi Belediye Eşbaşkanı
olarak seçilmesine kesin gözüyle
bakılıyor. Kürd seçmenler şimdiden
Aymaz’ı kutluyor. Köln’de en çok oy
alan dört parti Belediye Başkanlığı
için birer eş başkan adayı seçebiliyor. Seçilen başkanlar, belediyenin
görev sahalarını kendi aralarında
paylaşıyor. 16 Mart 2014’te Münih
şehrinde yapılan Belediye Meclisi
Üyeliği seçimlerinde Kürd aday Gülseren Demirel de yeniden seçilmişti.
Demirel, Yeşiller Partisi’nin Belediye
Meclisi Gurubu’nun Eşbaşkanlığını
da yapıyor.
Berivan Aymaz
seçim çalışması
yaparken
1-Hamide Akbayır (Köln Belediyesi
Meclisi üyeliği)
2-Gökay Akbulut (Mannheim Meclis
üyeliği)
3-Dilek Toy (Esslingen Meclis üyeliği)
4-Ali Atalan (Münster Meclisi üyeliği)
5-Fatma Kırgıl (Münster Meclisi üyeliği)
6-Cuma Kaya (Euskirchen Meclisi üyeliği)
7-Zeynep Polatdemir (Euskirchen Meclisi
üyeliği)
8-Rohat Yıldırım (Mönchengladbach
Meclisi üyeliği)
9-Robert Jarowoy (Hamburg Altona
Meclisi üyeliği)
10-Hasan Burgucuoğlu (Hamburg Altona
Meclisi üyeliği)
11-Aysel Özkan (Hamburg Altona Meclis
üyeliği)
12-Mustafa Kurt (Lünen Meclisi üyeliği)
13-Yılmaz Gültekin (Essen Meclis üyeliği)
14-Fatma Kısıkyol (Leverkusen Uyum
Meclisi üyeliği)
15-Ezgi Gül Metin (Leverkusen Uyum
Meclisi üyeliği)
16-Gülistan Gül (Bonn Uyum Meclisi
üyeliği)
17-Osman Nuri Serdaroğlu (Troisdorf
Uyum Meclisi üyeliği)
18-Ahmet Serdaroğlu (Troisdorf Uyum
Meclisi üyeliği)
19-Ali Fırat (Bochum Uyum Meclisi
üyeliği)
20-Metin Dursun (Essen Uyum Meclisi
üyeliği)
21-Abdülhamit Tatlı (Lünen Uyum
Meclisi üyeliği)
22-Hüseyin Geyik (Hagen Uyum Meclisi
üyeliği)
23-Ekrem Şahin (Dortmund Uyum
Meclisi üyeliği)
AB Parlamentosu’nda ırkçılar dönemi
AB genelinde 22-25 Mayıs tarihleri arasında 524 partiden 17 bin aday 751 koltuk için
yarıştığı seçimlerde, 400 milyon seçmen
751 temsilcisini seçip Brüksele yolladı.
AB’de yaşayan 2 milyon Kürd Brüksel’e
temsilci gönderemedi.
Seçimlerde yaşanan en büyük şok ise
Yunanistan aşırı sağcı Altın Şafak, Fransa
Ulusal Cephe, İngiliz Birleşik Krallık Birlik
Partisi, Avusturya Özgürlükler Partisi,
Hollanda Özgürlük Partisi, Belçika Vlaams
Belang Partisi, Danimarka Halk Partisi ile
Almanya Milliyetçi Partisi NPD gibi ırkçı
partilerin oy oranlarını artmaları oldu. AB
parlamento seçimlerinde genel oyların
yüzde 20‘sine yakınını alan ırkçılar kamuoyunda büyük tedirginliğe neden oldu.
Kesin olmayan sonuçlara göre, Avrupa
Halk Partisi oldukça oy kaybetmesine rağmen 212 sandalye ile AP’da en büyük grup
olma durumunu korurken, Sosyal Demokratlar (Sosyal2istler) ise temsilci sayısını
184ten 187’ye çıkartmayı başardı. Diyer
partilere göre sandalye dağılımı ise şöyle:
Liberaller 72 , Yeşiller 55, Birleşik Sol – Kuzeyli Yeşiller 43, Grupsuzlar 104, Reformist
ve Muhafazakarlar 45, Euro Karşıtları da
sandalye sayısını 32’den 35’e çıkarttı.
Kürdler AB’ye giremedi
Değişik AB üyesi ülkelerde Yeşiller Partisi,
Sol Parti veya Sosyal Demokrat Partilerin listelerinde an alt sıralarında yeralan
Kürd adayları ise seçilme başarısını elde
etmediler. İsveç’te Yeşiller Partisi‘nden
Kurdo Baksi, Danimarka‘da Sosyalist Halk
Partisi‘nden Halime Oğuz ile Fathi Al Abed
gibi siyasetçiler AB Parlamentosu seçimlerinde aday idi. Kürd adayların seçilememlerinin nedeni ise en çok Avrupada yaşayan
2 milyona yakın Kürd’ün yaşadığı ülkelerde
siyasi çalışmalardan uzak kalmaları ve
Kürd kurumlarının yeterince ciddi çalışma
yürütmemelerine bağlanıyor. Kürd kurumlarının seçimlerde ortak harket etmeyip,
gurup çıkarlarını ön planda tutmaları
başarısız olmalarına neden oluyor.
‘Ankara’ya asla gitmeyeceğiz!’
MİRHAT SERHAT
L
egal Kürd siyasetine yeni
giren Kürdistan Ulusal Demokrat Parti Hareketi (KUDPHareketi) 28 Kasım 2013’de
Diyarbakır’da kuruldu.
2013’ten beri 6 kişilik yürütme
kurulu ile siyasi çalışmalarını
sürdüren hareketin merkezi
de Diyarbakır. Bölgedeki kimi
il ve ilçelerde çalışmalarını
sürdüren KUDP’un yürütme
kurulu; Şakir Güceyü, Şeyhmus Asığ, Cemşid Fırat, Şerif
Karakurt, Ramazan Bulut ve
Hasan Kaçmaz’dan oluşuyor.
KUDP-Hareketi Yönetim Kurulu Sözcüsü Ramazan Bulut,
BasHaber’e yaptığı açıklama-
da, ideolojik hareket olmadıklarını, seçilseler de Ankara’ya
gitmeyeceklerini ifade etti.
Diğer Kürd siyasi partilerden farkınız ne?
Kü rdler’in kendi toprakları
üzerinde devletleşme gibi
bir düşüncesi olamadığı için
böyle bir siyasi yapılanmaya
gittik. Biz bu topraklardaki
sorunu “Kürd Sorunu” olarak
görmüyoruz. Biz bu sorunları
“Kürdistan Sorunu” olarak
görüyoruz. Türkiye’de egemen
güçlere karşı siyaset yürüten
BDP’nin bile ciddi anlamda
Türkiyeleşme Projesi var.
Bizim yapmak istediğimiz şey
Kürdlerin kendi toprakları
üzerinde devletlerini kurmasıdır.
Seçmen izi TBMM’ye gönderirse tavrınız ne olur?
Mevcut şartlarda Kürdler’in
TBMM’ye gitmesi doğru
değildir. Halkımız bizi seçerse,
Ankara’daki parlamentoya asla
gitmeyeceğiz. Mevcut egemen
sistemi reddedeceğiz. Hareketimiz toplumsal mücadele değil, ulusal kurtuluş mücadelesi
veren bir harekettir. Bunun
için Türkiye’deki parlamenter
sistemini doğru bulmuyoruz.
Türkiye’de Kürd
Sorunu’nun çözümü
için yürütülen ‘Çözüm
Süreci’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sürecin en büyük planı
Kürdlerin Türkiyeleşmesidir.
“Kürdler, ulus devlet kurmadan Kürdistan Sorunu çözülemez” diye düşünüyoruz. Bize
göre, acil sorun Kürdistan’ın
kurtarılmasıdır. Dört parça
için böyle düşünüyoruz. Kürdler, tüm yerel yönetimleri alsa
ve parlamento da büyük bir
grup oluştursa bile, işgalden
kurtulmak söz konusu olmadığı gibi Kürd halkının hayat
standardı da yükselmez.
13
SÖYLEŞİ
HABER
13
Ermeni okullarında ‘Ermeni sorunu’
medim, bizim tarih öğretmenimiz tarih
kitabındaki ‘Ermeni Sorunu’ kısmını
atlamıştı. Biraz öğretmenin inisiyatifine
kalıyor tabii nasıl yapacağı; ama devlet
eli kesinlikle var. Bunu nasıl işleteceği
hocaya bağlı. Hoca faşist, milliyetçi biri
değilse sizin üstünüze gelmiyor.
ZABEL BEKÊS
İ
‘Türkçe, Vatandaşlık, Coğrafya ve
Tarih derslerini Ermeni öğretmenler veremiyor’
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan
Türk öğretmenler var ve aynı zamanda
da bir mekanizma var: ‘Müdür yardımcısı
mekanizması’, o da şöyle işliyor; bir tane
müdürü oluyor okulun o Ermeni oluyor,
bir tane de müdür yardımcısı oluyor o
Türk oluyor ve müdür baş yardımcısı
olarak geçiyor. O da okulun bir nevi müfettişi gibi, yani ne yapılıyor, ne ediliyor.
Mesela Ermeni Tarihi dersi yapılması yasak, çünkü kafana göre bir Ermeni Tarihi
anlatabilirsin, soykırımı anlatabilirsin,
içini nasıl dolduracağın meçhul onun, o
yüzden o derse izin vermiyor; ama Türk
Tarihi dersi anlatıyor. Türk Tarihi dersine
de Türk bir öğretmen giriyor ve ‘Ermeni
Sorunu’ diye bir kısım var kitapta ve
onu anlatıyor öğrencilere. Devletin resmi
tarihiyle karşı karşıya kaldıklarında, içine
düştükleri durumu ve hissettiklerini ise
şu sözlerle dile getiriyor:
‘Ermeniler kötü bir şeymiş gibi’
Küçükken de bana çok tuhaf geliyordu;
şimdi de çok tuhaf geliyor. Ders kitapları
özellikle tarih kitapları çok ırkçı ifadelerle
dolu. Ermeniler’e, Rumlar’a, Fransızlar’a
karşı hep bir yabancı düşmanlığı var.
Ama bir Ermeni olarak onu dinlemek
biraz tuhaf bir his; çünkü evde başka
bir tarih dinliyorsun, annen baban sana
‘O düzenin varlığı bile Ermeni bir
çocuğu rahatsız etmeye yetiyordu’
Azınlık okullarının bugünkü durumuna
dair düşüncelerini ise şu sözleriyle dile
getiriyor: ‘Ermeni okullarının üzerinden
bu baskının kalkması gerekiyor, müdür
başyardımcılığının kalkması gerekiyor,
Ermeni Tarihi’nin öğretilmesi gerekiyor. Bu çok önemli; çünkü bir toplumu
toplum yapan onun tarihidir ve onun
bilinmesi gerekiyor. Daha çoğulcu bir tarih anlayışının benimsenmesi gerekiyor.
Ermeni okulları üzerinde başka bir şey
daha var. Ermenistanlı göçmen çocuklar
var ve onlar şimdi Ermeni okullarına
kayıt olmaya başladılar. Onlara diploma
verilmesi gerekiyor. Şu an misafir öğrenciler olarak katılıyorlar derslere. Bence
bu önemli sorunlardan biri; çünkü o
çocuklar burada hiç bir denkliği olmadan
okuyorlar. Sonra Ermenistan’a mı dönecekler ya da ne yapacaklarsa, ellerinde
hiç bir diploma olmamasının problemi
var. Konuşmasını Ermeni toplumuna
yaptığı çağrıyla sonlandıran Nora şunları
söylüyor:
Galatasaray Üniversitesi Felsefe ve Sabancı Üniversitesi Kültürel İncelemeler bölümlerinden mezun olan, eğitimini Kanada
Toronto Üniversitesi’nde sürdüren Nora Tataryan ile azınlık
okulları ve yaşadıkları üzerine konuştuk.
soykırım anlatıyor ya da işte anneannen yaşadıklarını anlatıyor; ama sonra
oraya Türk bir tane hoca geliyor ve sana
o resmi tarihi anlatıyor. Soykırımı zaten
anlatmıyor. Aslında Ermenileri bir sorun
olarak koyuyor. İçindeyken çok fazla fark
edemiyorsun tabii. Mesela ben geçen sene
yaptığımız bir sözlü tarih çalışması için
bütün tarih kitaplarını tekrar okumuştum, gerçekten çok fena kitaplar. Çocukken de bunu hissediyorsun; ama tam ne
olduğunu anlayamıyorsun. Ama şu an
okuyunca ne kadar sistematik, ırkçı bir
öğretinin, anlatının olduğunu görüyorsun. Devletin azınlık okulları üzerindeki
elinin ağırlığı konusunda sözlerine şöyle
devam ediyor:
‘Ermeni okulları aslında biraz dil
okulları gibi’
Ermeni okulları kesinlikle bağımsız değil.
Mesela, Kürdler anadili için mücadele
verdiğinde Ermeniler onlara kıyasla en
azından hani anadillerinde eğitim yapabiliyor ve bu bir şans tabii ki ve buna sahip
çıkmamız gerekiyor. Azınlıklar için çok
önemli bir şeydir tarihini öğrenmek. En
azından niye azınlık olduğunu öğrenmen
lazım... O yüzden devletin eli hakikaten
var ve onu çok net hissedebiliyorsun.
‘Sürekli onları daha coşkulu kutlamamakla sınanırdık’
Mesela müdür başyardımcısı var. Şimdi
çok öyle değil; ama eskiden bu insanlar çok daha fazla milliyetçi insanlar
olabiliyorlardı. Törenlerde 19 Mayıslarda,
23 Nisanlarda törenlere çok daha fazla,
ekstra bir önem verilirdi.
‘Ermeni Tarihi’ okutulmalı’
Ben çok faşist bir öğretmene denk gel-
Abonelik Formu
iBAN:
TR90 0006400000110520941254
Türkiye İş Bankası / Taksim Şubesi /
İstanbul
Hesap No: 1052 0941254
Abone Tel: 0 212 243 2760 - 79
Adres: BasNews Medya Ltd.Meşelik
Sk. No: 22 D: 3 Beyoğlu / İstanbul
E-mail: [email protected]
Abone bedelini yukarıdaki hesap
numarasına yatırıp, yandaki formu
doldurup adresimize yolladıktan
sonra aboneliğiniz başlayacaktır.
‘Çocuklar Ermeni okullarına’
Dil çok önemli bir şey. Yani bunu
Kürdler’in mücadelesinde görüyoruz. Ne
kadar zor elde ediliyor anadilde eğitim...
Kolay kolay vazgeçilmemesi gereken bir
şey; çünkü Ermeni okulları kapatılırsa bir
daha o okulların yerine yeni okullar açılamıyor. Yeni bir yerde okul açılamadığı
için gerçekten var olan okulların kapatılmaması lazım ve insanın anadili önemlidir. Bu tip baskılara boyun eğmeden bu
dilleri bir şekilde yaşatmak gerektiğini
düşünüyorum.
Ad soyad:.......................................
Adres :...........................................
.......................................................
.......................................................
.......................................................
.......................................................
.......................................................
Tel: ................................................
E-mail: ..........................................
"
lkokulu Feriköy Merametciyan’da,
ortaokul ve liseyi Bakırköy
Getronagan’da okudum’ diyen Nora
o dönemde Ermeni olduğu için başına
gelmiş olabilecek ırkçılık ve ayrımcılık uygulamaları ile ilgili olarak şunları söylüyor: ‘İlkokuldan liseye kadar hep Ermeni
okullarında okuduğum için aslında biraz
kapalı bir çevrede büyüdüm diyebilirim;
çünkü o yaşlarda özellikle ilkokulda çok
fazla Ermeni olmayan, yani Türk ya da
Kürd arkadaşın ya da başka bir dinden,
başka bir halktan arkadaşın olmuyor. O
yüzden ilkokulda bir tepki almıyordum;
çünkü kapalı bir ortamda büyüdüğüm
için onu eleştirecek çok fazla insan olmuyordu. Ama liseye geldiğimde dershaneye
gittim. Dershaneye gittiğim zaman, tabii
sınıfımdaki tek Ermeni bendim ve esas o
zaman farkettim bu durumu diyebilirim.
Çok büyük bir tepki almadım ‘Aa! nerede
okuyorsun?’ diye; ama ismi anlamama..
Yani zaten genel olarak benim ismim
Nora dediğimde zorluk çıkıyor. ‘Nerelisin?’, ‘Dışardan mı geldin?’, ‘Yurt dışından mı geldin?’ gibi sorular hep karşılaştığımız sorular‘ diyor ve sözlerine devletin
Ermeni okulları içerisinde oluşturduğu
kontrol mekanizmasından bahsederek
devam ediyor:
6 AYLIK
80TL
1 YILLIK
160TL
14 HABER
SÖYLEŞİ
14
Süryaniler hâlâ Lozan mağduru
S
üryaniler,
Mezopotamya’da kökenleri 5 bin yıl öncesine
dayanan bir halk olarak uygarlığın gelişiminde önemli bir rol
üstlendi. Hıristiyanlığı kabul
eden ilk kavim olan ve tarihsel
süreçte çok
önemli bir
role sahip
olan Süryanilerin,
Cumhuriyet
öncesi ve
BİLAL
sonrasında uğSOLMAZ
radıkları çeşitli
ayrımcılıklar ve gördükleri
muameleler nedeni ile ülkelerini terk etmek zorunda kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu antlaşması olan Lozan
Antlaşması’nda azınlıkların
hukuki statüsünü düzenleyen 37. ve 44. Maddeleri’nde
Türkiye’nin batısında yaşayan Ermeni, Yahudi, Rum ve
Musevi toplumları faydalanırken, Kürdistan’da yerleşik
olan Süryaniler gayri müslim
olmalarına rağmen azınlık hukukunu düzenleyen bu antlaşmadan faydalanamadı. Lozan
Antlaşması’nda bir düzenleme
yapılamadığı için Süryaniler,
Cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana eğitim başta olmak
üzere temel azınlık haklarından mahrum kaldı.
‘Bütün gayri müslimler
azınlıktır’
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Süryani Milletvekili Erol Dora, Lozan
Antlaşması’nda Türk vatandaşlığı olan bütün gayri
müslimlerin azınlık statüsünde
olduklarını, en son 1928 yılına
kadar da Süryani okullarının açık olduğunu belirtti.
Dora, 1928 tarihine kadar
Süryanilerin de pratikte
azınlık haklarını kullanabildiğini, bu tarihten
günümüze kadar
pozitif bilim-
lerde eğitim veren Süryani
okulu olmadığını söyleyerek
konuşmasına şöyle konuştu:
‘’Lozan Antlaşması’nın metni
açık ve nettir bütün gayrimüslimler azınlıktır. Lozan
Antlaşması’nın hiçbir yerinde
Rumların ya da Ermenilerin
azınlık olduğu ve Süryanilerin
azınlık olmadığına dair bir ibare bulunmuyor. Fakat bürokratlar ve devlet adamları Süryanilerin Lozan Anlaşması’nda
belirtilen azınlık statüsünde
olmadıklarını iddia etmek için
çeşitli yorumlar geliştirdiler.”
Dora, son yıllarda yaptıkları
çalışmalarda
Süryanilerin
de diğer gayrimüslimler
gibi azınlık
olduklarını
belirttiklerini
ifade ederek,
son olarak İstanbul Süryani Ortodoks
Vakfı bir anaEROL DORA
okulu açmak
için sorumlu Milli Eğitim
Müdürlüğü’ne başvurduklarını, ancak ilgili Milli Eğitim
Müdürlüğü, Süryanilerin
Lozan Antlaşması kapsamında olmadıklarını gerekçesiyle
başvurularını reddettiğini
söyledi.
Bunun üzerine İdare
Mahkemesi’ne giden Süryanilerin başvurusuna, İdare Mahkemesi Süryanilerin de diğer
azınlıklar gibi Lozan’ın kapsamında olduklarına ilişkin bir
karar verdiğini aktaran Dora,
sonuçta İstanbul Süryani Vakfı
çatısı altında bir okul açma
çalışmalarına devam ettikle-
rini ifade etti. Asuri-Süryani
halkının 70’lerde başlayan
ve 80’lerden sonra yoğun
olarak anavatanlarını terk
edip Avrupa’ya yerleştiğine
dikkat çeken Dora, Avrupa’da
oluşan güçlü ve yoğun Süryani
diasporasının İsveç’te altı tane
Süryani milletvekili çıkardığına dikkat çekti. Son yıllarda
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
tam üyelik için aday olması
ardından, Türkiye’de yasal
ve anayasal kısmi değişikliklerle beraber, gayrimenkullerin iadesi yönünde azınlık
vakıflarıyla ilgili bazı pozitif
değişiklikler
olduğunu ve
bu değişiklikler sonucunda
2000’lerden
itibaren bir
takım ferdi
dönüşler
yaşandığını ve
bazı ailelerin de kesin
dönüş yaptığı
bilgisini verdi.
1980’lerden sonra kadastro
çalışmaları yapılırken Süryanilerin bölgede bulunmamasından dolayı kendilerine ait olan
gayrimenkullerin başka şahıslar adına tescil edildiğini ya da
hazine malı haline getirildiğini
söyleyen Dora, Süryanilerin
gayrimenkuller konusunda
büyük bir mağduriyet yaşadığını ve bu mağduriyetin geri
dönüşler önünde ciddi bir engel olduğunu söyledi.
Vatandaşlık yasası
değişmeli
1990’ların başından itibaren
Süryanilere yöne-
len faili meçhul cinayetleri
alınmış olan bir halktır. Ve
araştırma önergesi olarak mec- Süryani halkı bugün kendisine
lis gündemine getiren Dora, bu ait olanı talep ediyor. Anadilfaili meçhullerin Süryanilerde
de eğitim hakkının tanınması
geri dönüş konusunda bir
uzun bir uğraş sonucu verilen
güvensizlik yarattığını ifade
bir haktır. İstanbul’da açılan
etti. 2013’ten itibaren başlatıSüryani anaokulu bir özel okul
lan demokratik çözüm ve barış
olarak açıldı. Bu okulun eğitim
sürecinin Süryani halkında
vermesi büyük bir maddi külfet
da pozitif bir etki yarattığına
gerektiriyor oradaki öğrenciler
dikkat çeken Dora, 1915 öncesi
de ücretli eğitim alacaklar. Özel
vatandaşlık durumunu temel
okul statüsünde olduğu için
alarak bütün Türkiyeli halklara buradaki öğrencilerin orada
tekrar vatandaşlığa almalaücret karşılığı eğitim almaları
rı yönünde bir kanun teklifi
olanaksız. Akyol, böyle olunca
verdiğini hatırlatan Dora, bu
da bu bir hak olmuyor ticari
kanun teklifinin yasalaşması
mantıkla yürütülen bir ticaretdurumunda
haneye dönüşüanavatanını
yor’’ dedi.
terk etmiş
tüm vatanBirlikte yaşadaşların
ma koşulları
geri dönmeoluşturulmalı
lerinin de
Bugüne kadar
zemininin
halkların birsağlanacağıbirine düşman
na inanıyor.
gösterildiğini
Mardin bebelirten Süryani
lediyesinin
FEBRUNİYE AKYOL
yazar Muzaffer
Süryanice
İris de, “ders kitaplarına nefret
eğitim projesi
söylemleri dolduruldu ve
BDP Mardin Belediyesi Eş
Başkanı Februniye Akyol, beleinsanların bu nefret söylemdiyelerinin öteki dillerde eğitim
leriyle eğitildiğini” belirterek,
verilmesi konusunda bir takım
sözlerine şöyle devam etti;
faaliyetler içerisinde olduğunu,
‘’Son yıllarda Anadolu ve
belediye olarak yaşadıkları bir
Mezopotamya’da halkların
takım sorunların buna engel
yaşayabilmesi için gerekli
çıkardığını belirtti. Süryanice,
koşulların sağlanması noktaKürdçe ve Ermenice eğitim
sında demokratik güçler ciddi
verecek dil merkezleri projeleçalışmalar yaptı ve yapmaya
rinin olduğunu belirten Akyol
da devam ediliyor. Ortadoğu
sözlerine şöyle devam etti;
ve Mezopotamya’da halkla‘’Süryaniler, her şeyi elinden
rın birlikte yaşayabilmesinin
koşullarının oluşturmasını
arzuluyoruz’’ dedi.
MARDİN’DEKİ KADİM SÜRYANİ DEYR-ÜL ZAFERAN MANASTIRI
15
SÖYLEŞİ
gündem
‘Karakol savaşları’
D
iyarbakır’daki siyasi parti ve
STK temcileri, çözüm süreci
devam ederken bölgede son
1 yılda yüzlerce kalekol yapılmasını
ve sonrasında bazı illerde yaşanan
gerginlikleri değerlendirdi. İHD
Genel Başkanı Yardımcısı Serdar
Çelebi, bölge genelinde 341 yeni
karakol yapımının ihale edildiğini,
102 karakolun teslim edildiğini,
143 karakolun inşaat çalışmalarının devam ettiğini belirterek, 36
karakolun ise ihale aşamasında
olduğu tespit ettiklerini söyledi.
Diyarbakır’daki siyasi parti ve STK
temsilcileri BasHaber’e çözüm
süreci devam ederken kalekol
yapımlarının hızlanması ve LiceBingöl karayolunda 3 günden bu
yana yaşanan gelişmelerin yanı sıra
sorunun çözümüne dair açıklamada
bulundu.
Güvenlik konseptiyle olmaz
HDP Hakkari Milletvekilli Adil Zozani: Barış Sürecinde yeni karakolların yapılması devletin Kürdlere
güvenmediğini gösteriyor. Karakolların yapımında tek bir amaç vardır
o da güvenlik konseptini pekiştirmektir. Hükümete diyoruz ki:
Kürdistan’a karakol yaparak halkı
kazanamazsınız. Yüz yıldır devlet
bu güvenlikçi politikayla soruna
yaklaşıyor ama sonuçta ortada.
Faydasız uygulama
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi:
Baro olarak bu tehlikeli gidişatı
kısa bir süre önce görmüş ve buna
ilişkin kaygılarımızı ifade etmiştik.
Toplumun beklentileri ile bağdaşmayan giderek bölgede gergin
atmosferin oluşumuna zemin
hazırlayan bir takım gelişmeler
var. Kalekolların yapılması sürece
faydasız bir uygulama. Kalekol yapımları bölgedeki yasal yapıları ve
toplumun sürece güvenini zedeledi.
Çözüm sürecine katkısı olmayan
hatta zarar veren bu uygulamaya
son verilmeli.
Sürece aykırI
Hak-Par Genel Başkan Yardımcısı
Bayram Bozyel: Kime karşı karakollar yapılıyor. Türkiye ordusunun
büyük bir kısmı bölgede. Hükümet
barış dışında seçeneğin olmadığını
söylüyor o zaman bu kalekollar
neden yapılıyor. Sürece aykırı bir
durum var. Bunu protesto etmek
yerindedir, ama tepkilerin ölçüsü
çok önemlidir. 2 günden bu yana
Bingöl- Diyarbakır kara yolu trafiğe
kapalı durumda. İmralı’da devlet
yetkilileri Öcalan ile görüşüyor.
BDP heyeti hükümet ile diyalog
içinde. Bu konuların orada çözülmemesi de problem. Hem hükümet, hem de BDP ve PKK kanadının sorgulanması gerekir.
Halkın güvenliği için
AKP İl Başkanı Aydın Altaç: Herkesin bildiği gibi çözüm sürecini
hükümetimiz başlattı. Bizler o kadar hassasiyet gösterirken, birileri
bunu kendi amaçları için bozmaya
çalışıyor. Lice ve bölgenin bazı illerinde karakolların yapılması protesto ediliyor. Buna anlam vermek
mümkün değil. Kalekol ve Karakollar güvenlik tedbirlerinin hepsi olması gereken şeylerdir. Karakolsuz
bir alan düşünemezsiniz. Örneğin
geçen yıl Hazro ve Silvan’da ticari
ve arazi anlaşmazlıklar nedeniyle
onlarca insanımızı kaybettik. Bu
insanların namusunu da, malını
da korumak zorundasınız. Bunlar
süreci çıkmaza sokmak için uğraşıyor. Süreci bu tür konulara heba
ederseniz, yarın kan döküldüğünde
halka hesabını verirsiniz.
Savaşa hazırlanıldığı düşünülüyor
Mazlum-Der Şube Başkanı Abdurahim Ay: İnsanlar çözüm sürecinde
bu kalekol yapımlarına anlam vermiyor. Kürt sorunun çözümü noktasında adımlar yetersiz olunca ve
kalekol yapımlarının artması halkta
ciddi endişe yaratıyor. Halk çözüm
sürecinde bunları görünce bir savaş
hazırlığı olduğunu düşünüyor. Siz
sınır olmayan bir yerde kalekol
yapımlarını yaparsanız kimse sizin
söylemlerinize inanmaz. Bildiğiniz
gibi korucu alımı ile ilgili kadrolar
hala açık. Bunun durması lazım. Bu
durmayınca ister istemez halk ve
asker karşı karşıya geliyor.
Çevre yolu yok, dağlara özel
yollar
İHD Genel Başkanı Serdar Çelebi:
Diyarbakır’ın çevre yolu yokken
siz dağlara yol yapıyorsanız, bu
açıklanacak bir şey değildir. Seçime
endeksli bir politika uygulanıyor.
Çözüm süreci barışa evrilmek
isteniyorsa hükümetin bu tür
durumlardan vazgeçmesi lazım.
‘Kalekollar’ nedeniyle başta Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Dersim
olmak üzere benzer gerginlikler ve
çatışmalar sürüyor. Nitekim daha
1 ay öncesine kadar yine Lice ilçesi
kırsalında yapılmak istenen kalekol, protesto gösterilerine sahne
olmuş, istenmeyen üzücü olaylar
yaşanmıştı. Elde ettiğimiz veriler
ve Milli Savunma Bakanlığı’nın da
açıkladığı bilgilere göre, son bir
yıl içerisinde bölge genelinde 341
yeni karakol yapımı ihale edilmiş,
bunların bir bölümünün yapımı tamamlanmıştır. 341 adet karakoldan
102 adedinin inşaatları tamamlanarak, teslim edilirken, 143 karakolun
inşaat çalışmalarının devam ettiği,
36 karakolun ise ihale aşamasında
olduğu tespit edilmiştir.
Karakollar neye hizmet ediyor
BDP İl Eş Başkanı Zübeyde Zümrüt: Lice-Bingöl karayolundaki
olaylar yeni değil, birkaç hafta
öncesinde de benzer eylemler oldu.
Lice ve Silvan’da kalekol yapımı
var. Hükümet sürecin devam ettiğini söylüyor, o zaman bu kalekollar
neden yapılıyor. Koruculara kadro
açılması sürece denk düşen bir
tutum değil. Kalekollar durmazsa
eylemler devam edecektir. Süreç bu
aşamaya gelmişse bizim verdiğimiz
destekle geldi. AKP de istemiyorsa
samimi davransın.
15
FERHAT KENTEL
Post-devrimci retorik:
“Yeni Türkiye”
Üç kez kampana çaldı. Kilisenin büyük kapısından ağır
ağır içeri girdi yaslı insanlar. Tam ortada duran, çiçeklerle
bezeli siyah tabutun önündeki fotoğrafa bakmak için yavaşladılar. Düzenli bir şekilde kadınlar sola, erkekler sağa
ayrılıp, ard arda dizili sıralarda yerlerini aldılar. Dualar
okunup bittikten sonra Papaz önce Ermenice, sonra Türkçe olmak üzere; Tanrı’nın eşit yarattığı çocukları olarak
kul hakkı ile huzura çıkmanın en büyük günah olduğunu
ve affedilmeyeceğini vurguladı. İmanın ve ibadetin sevgi,
merhamet ve iyilik yaparak kendimiz için ne istiyorsak
dünyadaki tüm kardeşlerimiz içinde aynısını istemenin,
bu dünyadan götüreceğimiz tek ışık olduğunu söyledi. Bu
gerçekliğe inanarak yaşadığı acı ve ölümlere isyan etmeden, dualarda teselli bulup Tanrı’ya şükreden merhumeyi
uzun uzun anlattı. Acının hiç eksik olmadığı, merhamet ve
sevgi dolu yüreğindeki imanın ödülü olan cennet yolculuğuna, törene katılan erkeklerin elleri üzerinde uğurlandı. Devamını, öncesinde katıldığım kerezman (mezarlık)
merasimlerinden biliyorum. Üzerine atılan ilk toprakla
söylenen; “Hoğ eink hoğ bidi tarnank’’ Topraktan geldik
toprağa gideceğiz.
Ebedi ayrılıklarda yaşanan büyük acıları,“ kader ‘’ diyebileceğimiz hastalık, yaşlılık ve görünmez kazalarla başımıza geldiği zaman sükunetle kabul edebiliyoruz. Böylesi
durumlarda, en fazla içimizden sessizce kadere isyan ederiz. Kimseye bağırıp çağırmamızı gerektiren “ hak arama“
mücadelesi söz konusu olmadığından, dualarla teselli olabiliyoruz.
Tesellisi olmayan tek acı; İnsan eliyle, bile isteye uğradığımız haksızlıklar ve yaşadığımız katliamlardır. Böylesi
büyük acılarla hayata devam edebilmenin tek yolu, hak
arama mücadelesi ile adaletin yerini bulunması için direnmektir. İzlediğimiz yol sonuç verdiğinde, acı unutulmasa
da ruhumuz huzura erebilir. Ancak hakkımız olan bu yoldaki çabalarımız şiddetle bastırılıp neticeye varamadığında; Aklın almadığı acılar öfkeyi, vicdanın kabul etmediği
ölümler nefreti besler. Acısını bile yaşayamayan insanlara
uygulanan şiddet, nefret ve öfke ile çarpıştığında, kıyamet
kopar ve yeni katliamlar başlar.
Yıllarca Batı’nın gözlerini, kulaklarını en önemlisi de vicdanını kapattığı için Doğu‘da ; resmi yönetimlerce işlenen
cinayetler katliamları, katliamlar ölümleri normalleştirip
ülkenin dört bir yanına dağıttı. Kürdistan‘ın dört parçasında bu acılar ve katliamlar yaşanırken biz Batı’lılar, duyarsızlığımız yüzünden kaybettiğimiz masumiyetimizle
ancak, şiddet bize yöneldiğinde haykırmaya başladık. Her
yer Taksim her yer direniş!
Sistem tarafından yıllardır birbirine düşman edilip, yalnızlaştırılan halklar, artık kolay hedef haline geldiği için
acılar ve ölümlerde ortaklaşırken, zulmedenler ve zulme
uğrayanlar olarak ülke ikiye bölündü. Zulme uğrayanların hak arama mücadelesinin önünde gittikçe dozu artan
devlet şiddeti sonucunda “Her yer Kürdistan her yer
direniş’’in Batı’daki tezahürü olan Gezi direnişi başladı.
Ülke topyekün isyan, öfke ve nefret dolu artık.
Gezi direnişinden bu yana topun ağzında Alevi’ler olsa
da, Kürt özgürlük hareketi ile iki yıldır devam eden “sözde” çatışmasızlık sürecinde, hala ölümler ve katliamlar
Kürdistan’da tüm şiddeti ile devam ediyor. Diğer yandan
Batı’da, ekmeği için emek mücadelesi verenlerin ölüm ve
katliamlarla burun buruna geldiği, ahir zamandayız .
Disiplin adına yarattığı terörle, yüreğindeki sevgi ışığı
sönmüş şiddetin diktatör babası şunu bilsin ki; Disiplin,
zamanında ve yerinde üslubuna uygun uygulanırsa şifa,
yersiz uygulanırsa zehirdir.
Emirleriyle korumaya aldığı polis ordusuna direnenleri
sokak ortasında infaz ettirdiği bir durumda; Canına kast,
inancına hakaret edip itibarsızlaştırdığı halklara fütursuzca “Benim kardeşlerim” diyebiliyor. Hepimiz Tanrı’nın
eşit yarattığı çocuklarıyız. Dünyada eşit haklarda yaşamayı bilmeyenlere ölüm sırası geldiğinde; Hangi halk, hangi
kardeş “Senin yatacak yerin yok “ demek yerine, hakkını
helal edip son yolculuğunda “Hoğ eink hoğ bidi tarnank’’
diyerek aynı toprağın altında yatmak isteyecek.
16 YAŞAM
SÖYLEŞİ
16
‘Kendi tarzımda dünyada tekim’
“Diktirdiğim elbiselerle ve
çalışmalarımla halkımın
kültürüne ve sanatına bir
nebze de olsa bir katkıda
bulunmak istiyorum” diyen
moda tasarımcısı İnci Hakbilen, Kürd elbiselerinin
dünya moda literatüründe
yerini alacağına inandığını
söyledi.
Almanya’nın Hamburg kentinde klasik
ve modern Kürd elbiselerinin tanıtımının
yapıldığı bir defile düzenlendi. ‘TigrisEuphrat’ adıyla yapılan defileyi yaklaşık
200 kişi izledi. 18 mankenin podyuma
çıktığı defileye eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana onur konuğu
olarak katıldı.
Kumaş seçimi, model araştırması,
çizim, kesim ve dikim işleri tamamen
İnci Hakbilen tarafından yapılan ve
modern giyim, şalvar
koleksiyonu, yöresel
kıyafetler ile gelinlik
modellerinin sunulduğu ‘’Mezopotamya’dan
ÖZLEM
Renkler’’ adlı defilede
DAĞDEVİREN birbirinden güzel moda
giysilerini başarıyla
sunan mankenler izleyicilerin beğenisini kazandı.İzleyicilerin yoğun alkışları
arasında gerçekleştirilen defileden sonra
Multi Kulti Grubu, Kore pop müziği ile
muhteşem bir dans gösterisi yaparak,
salondakilerden yoğun alkış toplandı.
Venezuelalı dansçı Aldwin Reinke ise
solo bir dans gösterisiyle izleyicilere
neşeli dakikalar yaşattı.
Ünlü modacı İnci Hakbilen ile muhabirimiz Özlem Dağdeviren görüştü.
Tarzınızdan biraz bahseder
misiniz?
İnci Hakbilen- Geleneksel Kürd motif ve
sembollerini günümüz dünyasına ve modasına taşımaya çalışıyorum. Biliyorum ki
bizim renk ve sembollerimiz motiflerimiz
çok zengin bir mozaiğe sahip, dünya modacıları arayış içinde iken bizim zenginliğimiz bu boşluğu rahatlıkla doldurabilir
inancıyla yola çıkıyorum. Benim tarzıma
nasıl bir isim yakışır bilmiyorum ama
sanırım kendi tarzımda dünya çapında
tek olduğumu düşünüyorum. Çünkü ben
hem geleneksel Kürd kıyafetini hem de
aynı kumaş ve motiflerden harmanlanmış
günümüz modasına uyarlanmış haliyle
sunuyorum.Yani iki model bir arada klasik yöresel tradisyonel ve modern.
Kendi vizyonunuza yakın bulduğunuz tasarımcılar var mı? Dünya
tasarımcılarından hangilerini beğeniyorsunuz?
Dünya modacılarını takip etmeye
çalışıyorum tabi ki, çok beğendiğim
tasarımcılar da var elbette. Elie Saab’i
çok beğenirim. Cemil İpekçi’yi beğenirim. Ama dediğim gibi benim tarzımın
amacı modadan ziyade Kürd geleneksel
kıyafetlerini, renklerini motiflerini (her
dört parçadan ve Kürdlerin yaşadığı her
bölgeden) tanıtabilmek aynı zamanda
bizim renk ve motiflerimizin dünya
modası içinde yerini almasını sağlamak,
geçmişten bugüne bir köprü kurarak
yeni jenerasyona tanıtıp sevdirebilmek.
Bir anlamda kültürüne sahip çıkmak ve
yaşatmak diyebilirim.
Geleneksel Kürd
motifleriyle, modern çizgileri karıştırıp sıra dışı
kumaşlar kullanarak sofistike
bir tarz yaratma
fikri nasıl ortaya
çıktı?
Ankara Gazi
Üniversitesi Giyim
Bölümü’ne devam
ettim, çocukluğumdan beri terzilik
ve dizayna çok
merakım vardı ve
bu alanda eğitimimi sürdürdüm. 24
yıldır Almanya’nın
Hamburg şehrinde yaşamaktayım
ve mesleğimi icra
etmeye devam ettim
ama içimde hep
kendi kıyafetlerimizin tasarımı vardı. Son
beş yıldır senede bir kez olmak şartı ile
yaptığım defilelerin az da olsa amacına
ulaştığına inanıyorum. Burada doğup
büyüyen gençlerimizin kına gecelerinde
geleneksel kıyafetleri artık tercih etmeleri
buna işaret diye düşünüyorum. Örneğin
İsviçre’den yola çıkıp gelip benden Kürd
kıyafeti alan bir aile beni çok duygulandırmıştı.
Kürd kadınlarının tarzını dünya
modasıyla harmanlamanızdan yola
çıkarsak vizyonunuz Kürd kıyafetlerini tanıtmak mı?
Tüm halkların kendine has giyim tarzı
vardır ve giyim kuşamda kültürün bir
parçasıdır. Kürd halkına has olduğunu
düşündüğüm (ve başta hiç bir toplumda
İNCİ HAKBİLEN (solda)
olmayan) her rengin bir anlam taşıdığı,
her motifin bir hikayesinin bir isminin
olduğu ve Mezopotamyanın zengin kültür
mozaiğinde çok sayıda destan ve mitolojik hikayeler bulunduğunu düşünerek her
yıl kendime bir konu seçtim. Şahmeran,
Simurg, Dicle ve Fırat.. Bin yıllardan
bugüne kadar gelen bu mitosları değerlendirmek, anlamlarına inebilmek ve
tanıtmak anlamında her yıl bir konu
seçmeye çalışıyorum. Genelde Kürd
geleneksel kıyafetlerinin orjinalini
bozmadan almaya
çalışıyorum, belli
yörelerden etkileniyorum tabii iki.
Mümkün olsa en
ücra köylere kadar
inebilip tarz ve stillerini yorumlamak
isterim.
Modacı olmaya
nasıl karar
verdiniz?
Bütün kıyafetlerimi tek tek kendi
ellerimle dikiyorum, onlar benim çocuklarım. Üzerlerine titriyorum, çok severek dikiyorum,
kumaş araştırmasından model seçimine,
dizaynına, kesimine, dikimine kadar
kendi ellerimle yapıyorum, bazen gece
yarılarına kadar çalışıyorum, benim için
gerçekten çok değerliler. Tüm masraflarımı kendim karşılıyorum. Sponsorum yok,
gücümün yetebildiği sürece bu defileleri
yapacağım.
Türkiye’de de defile düzenlemeyi
düşünüyor musunuz?
İstanbul ve Diyarbakır’da koşullar oluşursa mutlaka bir defile sunmak istiyorum.
Sizin aracılığınızla bununla ilgili değerli
Kürd iş adamları ve siyasetçilerine de seslenerek bu tür çalışmaların desteklenmeye ihtiyacı olduğunu ifade etmek isterim.

Benzer belgeler

09.05.2014

09.05.2014 Berivan Aymaz

Detaylı

Öcalan`a Nobel`in perde arkası

Öcalan`a Nobel`in perde arkası arasında hakiki ve eşit bir birliktelik yaratmak mümkün görünmüyor. HDP projesi, zihinlerdeki bu sınırları aşmak ve yıkmak için Kürtlerin attıkları hayati bir adımdır. Bu hamlenin başarısı, Kürtler...

Detaylı