PDF - Eurozine

Transkript

PDF - Eurozine
Timothy Snyder
Holokost: göz ardi edilen gerçek
Genellikle dikkatimizi kitle kıyımı kötülüğünün yeterli, hatta nihai simgeleri olarak
görülen Auschwitz ve Gulag üzerinde yoğunlaştırırsak, şu noktayı gözden kaçırmış
oluruz: Avrupa'nın belirli bir bölgesinde −− aşağı yukarı bugünkü Belarus, Ukrayna,
Polonya, Litvanya ve Letonya sınırları içinde kalan bölgede −− , 1933−1944 yılları
arasındaki on iki yıllık dönemde, yaklaşık 12 milyon kişi Nazi ve Sovyet kitle kıyım
politikalarının kurbanı olup yaşamını yitirmiştir.
Avrupa zenginleşiyor olsa da, Avrupalı yazar ve siyasetçilerin zihinleri hâlâ
ölümle meşgûl. 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Avrupalı sivillerin kitleler halinde
öldürülmeleri, günümüzün netlikten uzak bellek tartışmalarında ana
göndermeyi ve Avrupalıların paylaştıkları ortak etiğin −− bu etik her ne ise −−
mihenktaşını oluşturuyor. Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği bürokrasileri,
bireysel yaşamları kitlesel ölüme, belirli insanları öldürülmesi gereken "toplam
rakam" lara dönüştürmüşlerdi. Sovyetler, karanlık ormanlarda kitleler halinde
insanları vurarak öldürdüklerini gizlediler; insanları aç ve susuz bırakarak
öldürdükleri bölgelerin kayıtlarını tahrif ettiler. Almanların buyruğuyla köle
işçiler toprağı kazıp, Yahudi kurbanların cesetlerini çıkardılar ve bunları dev
ocaklarda yaktılar. Biz tarihçiler elimizden geldiğince bu karanlık noktaları
aydınlatmak ve bu insanların yazgısını açıklamak zorundayız. Bunu yapmadık.
Genellikle kitle kıyımı kötülüğünün yeterli, hatta nihai simgesi olarak görülen
Auschwitz, aslında yalnızca bilginin başlangıcıdır, geçmişle henüz
gerçekleşmemiş gerçek hesaplaşmanın ipuçlarından biridir.
Auschwitz hakkında bir şeyler bilmemizi sağlayan nedenler, Holokost'u
kavramamızı engelleyen nedenlerdir aynı zamanda: Auschwitz hakkında belli
şeyleri bilmemizin nedeni, hayatta kalanların olmasıydı; hayatta kalanların
olmasının nedeni de, Auschwitz'in bir çalışma kampı ve bir ölüm fabrikası
olmasıydı. Bu hayatta kalan kişilerin büyük bölümü, Batı Avrupalı
Yahudilerdi, çünkü Batı Avrupalı Yahudilerin gönderildiği yer genellikle
Auschwitz'di. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, hayatta kalan Batı Avrupalı
Yahudiler istedikleri gibi yazmakta−yayımlamakta özgürdüler; oysa Demir
Perde sınırları içindeki Doğu Avrupa Yahudileri bu olanaktan yoksundu.
Batı'da, Holokost konulu anılar, çok yavaş ilerleyen bir süreçle olsa da, tarih
metinlerine ve kamu bilincine girebildi.
Hayatta kalanlar tarihinin bu biçimi −− en ünlü örneği, Primo Levi'nin
yapıtlarıdır −− , kitlesel öldürmeler gerçeğini olsa olsa yetersiz şekilde yansıtır.
Anne Frank'ın Günlüğu, asimile olmuş Avrupalı −− Hollandalı ve Alman −−
Yahudi toplulukları ile ilgilidir; bu toplulukların trajik yazgısı korkunç olmakla
birlikte, Holokost'un çok küçük bir parçasını oluşturuyordu. En çok Batı
Avrupalı Yahudinin katledildiği 1943 ve 1944 yıllarında, Holokost önemli
ölçüde tamamlanmıştı. Savaş sırasında öldürülecek olan Yahudilerin üçte ikisi,
An article from www.eurozine.com
1/8
1942'nin sonunda çoktan öldürülmüştü. Ana kurbanlar −− Polonya ve
Sovyetler Birliği Yahudileri −− ölüm çukurlarının kenarında sıkılan
kurşunlarla ya da işgal altındaki Polonya'nın Treblinka, Be?zec, Sobibor
şehirlerinde içten yanmalı motorlardan çıkan ve gaz odalarına pompalanan
karbon monoksitle öldürülmüştü.
Holokost'un simgesi olarak Auschwitz, tarihsel olayın merkezindeki kişileri
dışta bırakır. Holokost kurbanları arasındaki en büyük topluluk (din olarak
tutucu ve Yidiş konuşan Polonya Yahudileri ya da biraz aşağılayıcı Almanca
terimle Ostjuden [Doğu Avrupa Yahudileri]), kültürel açıdan, Batı
Avrupalılara −− bu arada, Batı Avrupalı Yahudilere de −− uzaktı. Onlar, bir
ölçüde, bugün de Holokost anısının dışında tutulurlar. Auschwitz−Birkenau
ölüm fabrikası, bugün Polonya sınırları içinde kalan, ama o dönemde Alman
Reich'ının bir parçasını oluşturan topraklar üzerine kurulmuştur. Bu yüzden,
Auschwitz'i ziyaret eden herhangi bir kimse, onu bugünün Polonya'sı ile
bağlantılı görür; gene de, burada görece az sayıda Polonya Yahudisi ölmüş,
hemen hiç Sovyet Yahudisi ölmemiştir. En büyük iki kurban grubu, Holokost'u
anma simgesi Auschwitz'de neredeyse yok gibidir.
Holokost'a uygun bir bakış, Reinhard Operasyonu'nu, yani 1942'de Polonya
Yahudilerinin öldürülmesini Holokost tarihinin merkezine koymak
durumundadır. Polonya Yahudileri, dünyadaki en büyük Yahudi topluluğu;
Varşova da, en önemli Yahudi şehriydi. Bu topluluk, Treblinka, Be?zec ve
Sobibor'da yok edilmiştir. Yaklaşık 1.5 milyon Yahudi, bu üç kampta
öldürülmüştü; yalnızca Treblinka'da öldürülenlerin sayısı 780.863'ü buluyordu.
Bu üç kamptan çok az kişi hayatta kaldı. Auschwitz ve Treblinka'dan sonra
Holokost'un en önemli üçüncü "imha" yeri olan Be?zec, neredeyse hiç
bilinmez. Bu ölüm fabrikasında yaklaşık 434.508 Yahudi yaşamını yitirmiş ve
yalnızca iki ya da üç kişi hayatta kalmıştır. Yaklaşık bir milyon Polonya
Yahudisi de başka yollarla öldürülmüştür: Bazıları Khelmno, Majdanek ya da
Auschwitz'de katledilmiş; çok daha fazlası ülkenin doğu yarısındaki harekâtlar
sırasında vurularak öldürülmüştür.
Sonuçta, gazla öldürülen Yahudilerle aynı sayıda, belki daha fazla Yahudi
kurşunla öldürülmüştür, ama acı dolu anımsamada zihinlerden silinmeye yüz
tutan doğudaki yerlerde öldürülmüştür onlar. Holokost'un ikinci en önemli
kısmı, Doğu Polonya ve Sovyetler Birliği'nde Yahudilerin vurularak
öldürülmesidir. Bu kıyım, SS Hareket Birlikleri'nin (Einsatzgruppen) Haziran
1941'de Yahudi erkeklerini kurşuna dizmesiyle başlamış; daha sonra
öldürmelerin kapsamı, Temmuzda Yahudi kadın ve çocukların, aynı yıl
Ağustos ve Eylül aylarında ise kitlesel olarak Yahudi topluluklarının yok
edilmesini içerecek şekilde genişlemiştir. 1941'in sonunda, Almanlar (yerel
destek kuvvetleri ve Rumen birlikleriyle birlikte) Sovyetler Birliği ve Baltık
devletlerinde bir milyon Yahudiyi öldürmüşlerdi. Bu, bütün savaş boyunca
Auschwitz'de öldürülen Yahudilerin toplam sayısıyla aynıdır. 1942'nin
sonunda, Almanlar (gene büyük bir yerel destekle) 700.000 Yahudiyi daha
vurarak öldürmüşler, böylece denetimleri altındaki Sovyet Yahudi nüfusu
tümden yok edilmişti.
Vassily Grossman gibi eli kalem tutan Sovyet Yahudisi tanıklar ve yazarlar
vardı. Ama Grossman'ın ve başkalarının, Yahudilere özgü bir olgu olarak
Holokost'u anlatmaları yasaktı. Grossman, Treblinka'yı bir gazeteci olarak
Kızıl Ordu'yla birlikte Eylül 1944'te keşfetmişti. Belki de kendi ülkesi
Ukrayna'da Almanların Yahudilere yaptıklarını bildiği için, Treblinka'da neler
olduğunu tahmin edebiliyordu ve bu yer hakkında kısa bir kitap yazmıştı.
Grossman, Treblinka'yı "cehennem" olarak nitelendiriyor ve onu savaşın ve
An article from www.eurozine.com
2/8
yüzyılın merkezine yerleştiriyordu. Oysa Stalin'e göre, kitlesel Yahudi
kıyımını "yurttaşlar"ın acı çekmesi şeklinde görmek gerekiyordu. Grossman,
Sovyet Yahudilerine karşı Alman suçlarını içeren bir Kara Kitap'ın
derlenmesine katkıda bulundu; Sovyet yetkilileri daha sonra bu kitabı
yasakladılar. Stalin yanlış bir tutumla şunu öne sürüyordu: Alman egemenliği
altında özellikle acı çeken herhangi bir topluluk varsa, o topluluk Ruslardı. Bu
yolla Stalinizm, Hitler'in kitlesel katliamlarını doğru bir bakış açısıyla
görmemizi engelliyordu. Uzun sözün kısası, oluş sırasıyla Holokost şuydu:
Reinhard Operasyonu, kurşunlarla Şoa, Auschwitz; ya da Polonya, Sovyetler
Birliği ve kalanı. Öldürülen yaklaşık 5.7 milyon Yahudi'den aşağı yukarı 3
milyonu, savaş öncesi Polonya yurttaşı; kalan yaklaşık 1 milyonu da, savaş
öncesi Sovyet yurttaşıydı: Bu iki grup birlikte, toplamın yüzde 70'ini oluşturur.
(Polonyalı ve Sovyet Yahudilerden sonra, öldürülen en kalabalık Yahudi
toplulukları, Rumenler, Macarlar ve Çekoslovaklardı. Bu insanlar göz önünde
bulundurulursa, Holokost'un Doğu Avrupalı niteliği daha da netlik kazanır.)
Gene de, Holokost'a ilişkin bu düzeltilmiş imge bile, Almanya'nın Avrupa'daki
kitlesel öldürme politikalarının kapsamını kabul edilemeyecek ölçüde eksik
yansıtıyor. Nazilerin nitelemesiyle Nihai Çözüm, başlangıçta, Sovyetler
Birliği'nin yenilgiye uğratıldığı bir savaştan sonra kullanılacak olan imha
projelerinden yalnızca biriydi. İşler Hitler, Himmler ve Göring'in umduğu gibi
gitseydi, Alman kuvvetleri 1941−1942 kışında Sovyetler Birliği'nde bir Açlık
Planı uygulayacaklardı. Ukrayna'nın ve güney Rusya'nın tarım ürünleri
Almanya'ya yönlendirildiği için, Belarus, kuzey Rusya ve Sovyet
şehirlerindeki yaklaşık 30 milyon kişi açlıktan ölecekti. Açlık Planı, Sovyetler
Birliği'nin batısını sömürgeleştirme planı olan ve yaklaşık 50 milyon kişinin
yok edilmesini öngören Doğu Planı'nın (Generalplan Ost) başlangıcıydı
yalnızca.
Almanlar, bu planlara bir ölçüde benzeyen politikalar yürütmeyi başardılar.
Polonyalı olmayan yarım milyon Yahudi'yi, Reich'ın ilhak ettiği topraklardan
sürdüler. Sabırsız Himmler, Doğu Planı'nın ilk aşamasının doğu Polonya'da
uygulanmasını emretti: On bin Polonyalı çocuk öldürüldü ve yüz bin erişkin
yurtlarından edildi. Wehr83 macht, kasıtlı olarak, Leningrad kuşatmasında bir
milyon, Ukrayna şehirlerindeki planlı kıtlıklarda ise yüz bin kişiyi aç bırakarak
öldürdü. Tutsak alınan yaklaşık üç milyon Sovyet askeri, Almanların esir
kamplarında açlık ya da hastalıktan öldü. Bu insanlar kasıtlı olarak öldürüldü:
Leningrad kuşatmasında olduğu gibi, insanları aç bırakarak öldürme bilinci ve
niyeti söz konusuydu. Holokost gerçekleşmemiş olsaydı, bu, modern tarihteki
en kötü savaş suçu olarak hatırlanırdı.
Almanlar, partizan karşıtı harekâtlar kisvesi altında, yaklaşık 750.000 kişiyi
öldürdüler. Yalnızca Belarus'ta öldürülenlerin sayısı yaklaşık 350.000, Polonya
ve Yugoslavya'da öldürülenlerin sayısı ise daha az, ama Belarus'takine yakındı.
Almanlar, 1944 Varşova İsyanı'nı bastırırken, yüz binden fazla Polonyalıyı
öldürdüler. Holokost olmasaydı, bu "misilleme"ler de tarihteki en büyük savaş
suçlarından bazıları olarak değerlendirilecekti. Oysa, bu olanlar −− sözgelimi,
Sovyet savaş esirlerinin aç bırakılarak öldürülmesi −− , doğrudan ilgili ülkeler
dışında hemen hiç anılmaz. Alman işgal politikaları, Yahudi olmayan sivilleri
başka yollarla da −− örneğin, esir kamplarında ağır işler gördürerek −−
öldürmüştür. Gene bu kişiler, temel olarak Polonya'dan ya da Sovyetler
Birliği'nden gelen kişilerdi.
Almanlar, en büyük kitlesel kıyım girişimlerinde yaklaşık olarak on milyondan
fazla sivili öldürdüler; bu kişilerin hemen hemen yarısı Yahudi'ydi, yarısı ise
Yahudi değildi. Yahudiler ile Yahudi olmayanlar çoğunlukla Avrupa'nın aynı
An article from www.eurozine.com
3/8
kesiminden geliyordu. Bütün Yahudileri öldürme projesi önemli ölçüde
gerçekleştirilmiş; Slav halklarını yok etme projesi ise çok kısmi olarak
uygulanmıştı.
Auschwitz, Holokost'un yalnızca başlangıç aşamasıdır; Holokost da, Hitler'in
nihai amaçları hakkında bir fikir vermedir yalnızca. Grossman, Forever
Flowing (Sonsuz Akış) ve Life and Fate (Yaşam ve Yazgı) adlı romanlarında
hem Nazi, hem Sovyet terörünü cesur bir dille anlatır ve bize şunu hatırlatır:
Almanların kitlesel imha politikaları tam olarak anlatılsa bile, yirminci
yüzyılın ortasında Avrupa'daki korkunç kıyımın tarihi eksik kalacaktır. Bu,
Hitler'in asıl yok etmek istediği devleti, yüzyılın ortasında Avrupalıları kitleler
halinde öldüren diğer devleti dışta bırakır: Sovyetler Birliği. Stalin döneminin
başından sonuna −− 1928−1953 yılları arasında −− Sovyet politikaları,
"iyimser" bir tahminle, beş milyondan fazla Avrupalıyı öldürmüştür. Demek
ki, yirminci yüzyılın ortasında totaliter güçlerin öldürdüğü Avrupalı sivillerin
toplam sayısı dikkate alındığında, kabaca aynı büyüklükte üç grubu
anımsamamız gerekir: Almanların öldürdüğü Yahudiler, Almanların öldürdüğü
Yahudi olmayan kişiler ve Sovyet devletinin öldürdüğü Sovyet yurttaşları.
Genel olarak, Alman rejimi Alman yurttaşı olmayan sivilleri; buna karşılık
Sovyet rejimi temel olarak Sovyet yurttaşı olan sivilleri öldürüyordu.
Sovyet baskısı, Gulag ile; Nazi baskısı ise, Auschwitz ile özdeşleştirilir. Gulag,
köle olarak çalıştırmanın içerdiği bütün korkunç yönlerine karşın, bir kitlesel
öldürme sistemi değildi. Sivillerin kitlesel olarak öldürülmesinin siyasi, etik ve
yasal kaygıların merkezini oluşturduğunu kabul edersek, aynı tarihsel nokta
Gulag için de, Auschwitz için de geçerlidir. Gulag hakkında bilgi sahibiyiz,
çünkü Gulag bir dizi ölüm fabrikası değil, bir çalışma kampları sistemiydi.
Gulag'ta yaklaşık 30 milyon kişi bulunuyordu ve yaklaşık üç milyon kişi
[kamp koşulları yüzünden] kısa sürede ölmüştü. Ama kamplara gönderilen bu
kişilerin çok büyük bir bölümü sağ döndü. Tam da bir Gulag edebiyatımız
olduğu için (bu edebiyatın en ünlü yapıtı Aleksandr Soljenitsin'in Gulag
Takımadaları'dır), onun korkunç yönlerini zihnimizde canlandırmaya
çalışabiliyoruz −− Auschwitz'in korkunç yönlerini zihnimizde canlandırmaya
çalışabildiğimiz gibi.
Gene de, nasıl Auschwitz dikkatimizi Treblinka'daki daha büyük zulümlerden
başka yöne çekiyorsa, Gulag da dikkatimizi açlık ve kurşunlar yoluyla
doğrudan ve bilinçli şekilde insanları öldüren Sovyet politikalarından başka
yöne çekiyor. Stalinist öldürme politikalarından ikisi son derece önemliydi:
1930−1933 tarımsal ortaklık (kolektivizasyon) kıtlıkları ve 1937−1938 Büyük
Tedhiş'i. Bir milyondan fazla Kazak'ın açlıktan öldüğü net olsa da, 1930−1932
Kazak kıtlığının kasıtlı olup olmadığı hâlâ netlik kazanmış değil. Stalin'in
1932−1933 kışında Sovyet Ukraynalılarını kasıtlı olarak aç bırakıp öldürdüğü
kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmiştir. Sovyet belgeleri, 1932'nin
Ekim ile Aralık ayları arasında belirgin bir kötülük ve öldürme niyeti içeren bir
dizi emri açığa vuruyor. Sonunda, Sovyet Ukraynası'nda yaşayan üç
milyondan fazla yurttaş ölmüştü.
Büyük Tedhiş hakkında okuduklarımız da, dikkatimizi bu olayın gerçek
yüzünden başka yöne çekiyor. Arthur Koestler'in Darkness at Noon (Gün
Ortasında Karanlık) adlı yapıtı büyük bir roman; Alexander Weissberg'in The
Accused (Sanık) adlı yapıtı büyük bir anı kitabıdır. İki yapıt da, dikkatimizi
Stalin'in kurbanlarından küçük bir grup −− kimi zaman Batı'da da bilinen
şehirli komünist liderler, eğitimli insanlar −− üzerine çeker. Bu imge Büyük
Tedhiş'e ilişkin kavrayışımıza hükmeder, ama yanlıştır. Komünist Parti elitleri,
emniyet güçleri ve subaylar tarafından "tasfiye" edilen kişilerin sayısı 47.737'i
An article from www.eurozine.com
4/8
geçmemektedir.
Büyük Tedhiş'in en büyük eylemi Operasyon 00447, temel olarak "kulaklar"a,
yani daha önce tarımsal ortaklık sırasında baskı görmüş köylülere yönelikti. Bu
eylem 386.798 kişinin yaşamına malolmuştur. Toplam olarak Sovyet
nüfusunun % 2'sinden azını temsil eden birkaç ulusal azınlık, Büyük Tedhiş
kurbanlarının üçte birinden fazlasını vermiştir. Örneğin, Sovyet yurttaşı olan
etnik Polonyalılara yönelik bir operasyonda, 111.091 kişi vurularak
öldürülmüştür. 1937 ve 1938'de sözde siyasal suçlardan ötürü uygulanan
681.692 infazın 633.955'ini −− toplamın yüzde 90'dan fazlasıı −− , kulak
operasyonu ve ulusal operasyonlar oluşturuyordu. Bu insanlar gizlice
vurulmuş, çukurlara gömülmüş ve unutulmuştur.
Auschwitz ve Gulag'ın vurgulanması, öldürülen Avrupalıların sayısının
olduğundan az görünmesine yol açıyor ve öldürmelerin coğrafi odak noktasını
Alman Reich'ı ile Rusya'nın doğusuna kaydırıyor. Dikkatimizi Nazi
imparatorluğunun Batı Avrupalı kurbanlarına yönelten Auschwitz gibi, kötü
ünlü Sibirya kamplarıyla Gulag da dikkatimizi Sovyet öldürme politikalarının
coğrafi merkezinden başka yöne çekiyor. Dikkatimizi Auschwitz ve Gulag
üzerinde yoğunlaştırırsak, şu noktayı gözden kaçırmış oluruz: Avrupa'nın
belirli bir bölgesinde −− aşağı yukarı bugünkü Belarus, Ukrayna, Polonya,
Litvanya ve Letonya sınırları içinde kalan bölgede −− , 1933−1944 yılları
arasındaki on iki yıllık dönemde, yaklaşık 12 milyon kişi Nazi ve Sovyet kitle
kıyım politikalarının kurbanı olup yaşamını yitirmiştir. Daha genel olarak,
Auschwitz ve Gulag'ı düşündüğümüzde, bunları inşa eden devletleri modern
tiranlıklar ya da totaliter devletler olarak düşünme eğilimi gösteriyoruz. Ne var
ki, Berlin ve Moskova'daki bu tür düşünceler ve siyasi değerlendirmeler, bir
gerçeğin göz ardı edilmesine yol açıyor: Kitlesel öldürme, Almanya ve
Rusya'da değil; ağırlıklı olarak, Avrupa'nın Almanya ile Rusya arasındaki
kesimlerinde olmuştur.
Kitlesel öldürmenin olduğu Avrupa'nın coğrafi, ahlaki ve siyasal merkezi,
Doğu Avrupa'dır, özellikle Belarus, Ukrayna, Polonya ve Baltık Devletleridir;
bunlar, her iki rejimin sürekli şiddet politikalarına maruz kalan topraklardı.
Ukrayna ve Belarus halkı, öncelikle Yahudiler (ama yalnızca onlar değil), en
çok acıyı çekmişlerdir, çünkü bu topraklar korkunç 1930'lu yıllar sırasında
Sovyetler Birliği'nin birer parçasıydı ve 1940'lı yıllarda Alman baskılarının en
kötüsüne maruz kalmıştı. Avrupa, Mark Mazower'in belirttiği gibi, karanlık bir
kıtaysa, Ukrayna ve Belarus karanlığın yüreğiydiler.
Nesnel olarak görülebilecek tarihsel değerlendirmeler −− sözgelimi, kitlesel
öldürme eylemlerinin kurbanlarının sayısının belirlenmesi −− yitirilmiş belli
bir tarihsel dengenin yeniden kurulmasına yardım edebilir. Almanların Hitler
yönetimi altında ve savaş sırasında çektikleri acılar, ölçek olarak korkunç
olmakla birlikte, kitlesel öldürme tarihinin merkezinde yer almaz. 1945−1947
yıllarında, Kızıl Ordu'dan kaçarken, Polonya ve Çekoslovakya'dan göç
ettirilirken ve Almanya'da yangın bombalarının atılması sırasında ölen etnik
Almanlar dikkate alınsa bile, devlet güçleri tarafından öldürülen Alman
sivillerinin toplam sayısı görece azdır (bu konuda daha ayrıntılı bilgi için,
çerçeve içindeki yazıya bakınız).
Alman yurttaşları arasında doğrudan öldürme politikalarının ana kurbanları,
70.000 "ötenazi" hastası ile 165.000 Alman Yahudisi'ydi. Stalin'in ana Alman
kurbanları, Kızıl Ordu'nun ırzına geçtiği kadınlar ile Sovyetler Birliği'nde
tutulan savaş tutsaklarıydı. Sovyetler Birliği'ndeki tutsaklıkları sırasında
yaklaşık 363.000 Alman esiri −− ve bir ihtimal 200.000 Macar −− açlık ve
An article from www.eurozine.com
5/8
hastalıktan ölmüştür. Almanların Hitler'e direnişinin medyada ilgi görmeye
başladığı bir zamanda, Hitler'i öldürmeye yönelik Temmuz 1944 tarihli tertibe
katılan bazı kişilerin tam da kitlesel öldürme politikalarının merkezindeki
kişiler olduğunu hatırlatmak yerinde olur: Örneğin, 1941'deki ilk Holokost
dalgası sıra85 sında Belarus'taki öldürme alanlarında Einsatzgruppe B'nin
komutanlığını yapan Arthur Nebe; ya da Leningrad'da açlıktan ölen milyonlara
yiyecek verilmemesi konusunda karısına neşeli bir mektup yazan,
Wehrmacht'ın levazım dairesi başkanı Eduard Wagner.
Anna Ahmatova'yı kolay kolay unutamayız: "Kanı sever Rus toprağı." Gene
de, günümüzde Putin'in Rusya'sında yüksek sesle dile getirilen Rus şehitlik ve
kahramanlığını, daha kapsamlı tarihsel arka plana yerleştirmek zorundayız.
Aslında, öteki Sovyet yurttaşları gibi Sovyet Rusları da Stalinist politikanın
kurbanıydılar; ama Sovyet Ruslarının öldürülme olasılığı, Sovyet yurttaşı
Ukraynalılara, Sovyet yurttaşı Polonyalılara ya da diğer ulusal azınlıkların
üyelerine oranla çok daha azdı. II. Dünya Savaşı sırasında çeşitli terör
eylemlerinin kapsamı, doğu Polonya ve Baltık devletlerini −− Sovyetler
Birliği'nin bünyesinde erittiği topraklar −− içine alacak şekilde genişledi.
Bilinen en ünlü olayda, 22.000 Polonyalı, 1940'da, Katyn'de ve dört başka
yerde vurularak öldürüldü; on binlerce Polonyalı ve Baltıklı, Kazakistan ve
Sibirya'ya göç ettirilmeler sırasında ya da ondan kısa bir süre sonra öldü. Savaş
sırasında, birçok Sovyet Rusu Almanlar tarafından öldürüldü, ama
öldürülenlerin sayısı oran olarak Belaruslu ve Ukraynalılardan, hele
Yahudilerden çok daha azdı. Sovyet sivil ölümlerinin sayısının yaklaşık 15
milyon olduğu tahmin ediliyor. Rusya'da her yirmi beş sivilden biri, savaş
sırasında Almanlar tarafından öldürüldü; buna karşılık, bu sayı Ukrayna'da (ya
da Polonya'da) her on kişiden biri, Belarus'ta ise her beş kişiden biriydi.
Belarus ile Ukrayna, savaşın büyük bölümü boyunca işgal altında olup, hem
Alman, hem Sovyet orduları bütün bu toprağı, biri hücum, biri geri çekilme
sırasında olmak üzere iki kez geçiyordu. Alman orduları, Rusya'nın küçük bir
kısmından fazlasını asla işgal etmediği gibi, işgal dönemleri de kısa süreli
oluyordu. Leningrad kuşatması ve Stalingrad'ın yıkılıp yok edilmesi dikkate
alınsa bile, Rus sivillerin uğradığı zarar Belarusluların, Ukraynalıların ve
Yahudilerin uğradığı zarardan çok daha azdı. Ölenlerin sayıları konusunda
abartılı Rus iddialarında Belarus ve Ukrayna, Rusya olarak; Belaruslular ve
Ukraynalılar ise, Rus olarak değerlendirilir: Bu, kurbanları açıkça, toprağı ise
dolaylı yoldan sahiplenmek olup, bir şehitlik emperyalizmi anlamına gelir.
Rusya devlet başkanı Dmitri Medvedev'in Rus geçmişine ilişkin "tahrifler" i
önlemek amacıyla atadığı yeni tarih kurulunun savunacağı çizgi büyük
olasılıkla bu olacaktır. Rusya'da halen tartışılmakta olan mevzuata göre, bu
paragrafın içerdiği türden beyanlar, ceza gerektiren suç kapsamındadır.
Ukraynalı siyasetçiler, Rusya'nın ortak acı çekmeyi tekeline almasına karşı
çıkıyorlar ve Ukraynalıların Holokost işbirlikçileri olduğu şeklindeki Batı
Avrupa kaynaklı klişeleri kendilerine özgü bir acı çekme anlatısıyla
yanıtlıyorlar: Milyonlarca Ukraynalının Stalin tarafından aç bırakılarak
öldürüldüğünü belirtiyorlar. Devlet başkanı Viktor Yuşçenko, on milyon
kişinin öldüğünü iddia ederek −− dolayısıyla, öldürülen Ukraynalıların sayısını
üç kat fazla göstererek −− ülkesine büyük zarar veriyor; ama Ukrayna'daki
1932−1933 kıtlığının, bilinçli siyasal kararların bir sonucu olduğu ve yaklaşık
üç milyon kişinin ölümüne yol açtığı doğrudur. Holokost dışında, tarımsal
ortaklık (kolektivizasyon) politikasının yol açtığı kıtlıklar, yirminci yüzyıl
Avrupa'sının en büyük siyasal felâketiydi. Gene de, kolektivizasyon Sovyet
gelişme modelinin merkezî unsuru olmayı sürdürdü ve daha sonra Çin
Komünist rejimi tarafından kopya edildi; bunun öngörülebilir sonucu, Mao'nun
An article from www.eurozine.com
6/8
Büyük İleri Atılım'ıyla on milyonlarca insanın açlıktan ölmesi oldu.
Bir yiyecek kaynağı olarak Ukrayna'yla hem Hitler, hem Stalin ilgilenmiştir.
İkisi de, tahıl ambarı Ukrayna'yı denetlemek ve kullan86 mak istemiş, ikisi de
siyasal kıtlıklara yol açmıştır: Stalin bir bütün olarak ülkede, Hitler ise
şehirlerde ve savaş esiri kamplarında. 1941'de bu kamplarda açlığa katlanan
Ukraynalı tutsaklardan bazıları, 1933'teki kıtlıktan hayatta kalmış kişilerdi. Bu
arada şunu belirtmek gerekir: Ukraynalıların Holokost'un gönüllü işbirlikçileri
oldukları görüşü, kısmen, Almanya'nın aç bırakarak öldürme politikalarından
kaynaklanır. En kötü ünlü Ukraynalı işbirlikçiler, Treblinka, Belzec ve Sobibor
ölüm kamplarındaki nöbetçilerdi. Seyrek olarak anımsanan nokta şudur:
Almanlar, bu tür kişilerin −− tutsak düşürülmüş Sovyet askerlerinin −−
oluşturduğu temel kadroları, kendi esir kamplarından sağlıyordu. Almanlar,
bazı kişileri Doğu Avrupa'daki büyük bir suçtan −− kitlelerin açbıakıarak
öldürülmesi −− kurtarmı .lardı... onları bir başka suçun, Holokost'un
işbirlikçileri kılmak için.
Polonya'nın tarihi, bitmek bilmez bir kargaşadır. Polonya, 1939−1941 arasında
bir değil, iki totaliter devletin saldırı ve işgaline uğramıştır, çünkü o dönemde
müttefik olan Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği, Polonya'nın topraklarını
sömürüp o dönemdeki entelektüellerinin büyük bir bölümünü katletmiştir.
Polonya'nın başkenti, II. Dünya Savaşı sırasında Alman iktidarına karşı bir
değil, iki büyük ayaklanmanın merkeziydi: Varşova gettosu Yahudilerinin
1943'teki ayaklanması (bu ayaklanmadan sonra getto yerle bir edilmiştir) ile
1944'teki Polonya Ulusal Ordusu Varşova Ayaklanması (bu ayaklanmadan
sonra şehrin kalanı yıkılmıştır). Alman medyasında, direniş ve kitlesel
öldürmeye ilişkin bu iki temel örnek, 1944 Varşova Ayaklanması'nı anmak
üzere beş yılda bir düzenlenen yıldönümlerinin en yakın tarihlilerinin −−
Ağustos 1994, 1999 ve 2004 (bir sonraki Ağustos 2009'da olacak) −− hepsinde
birbirine karıştırılmıştır.
Bugünün Avrupa'sında bir Avrupa ülkesi yersiz gibi, başka bir tarihsel âna
takılıp kalmış gibi görünüyorsa, o ülke Aleksandr Lukaşenko'nun diktatörlükle
yönettiği Belarus'tur. Ne var ki, Lukaşenko ülkesindeki Sovyet katliamlarını
görmemezlikten gelmeyi yeğlese ve Kuropaty'de ölülerin gömülü olduğu
çukurların üzerine otoyol yaptırmayı istese bile; belli açılardan, Avrupa
tarihini, onu eleştirenlerden daha iyi anımsamaktadır. Alman kuvvetleri,
Sovyet savaş tutsaklarını aç bırakarak, partizanlara karşı harekâtlarda ise
sivilleri vurup öldürerek, 1941−1944 arasında Belarus'u dünyanın en ölümcül
yeri haline getirmiştir. Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan Belarus nüfusunun
yarısı, II. Dünya Savaşı sırasında ya öldürülmüş, ya zorla yerinden edilmiştir:
Bu tür bir şey, başka herhangi bir Avrupa ülkesi için söylenemez.
Belarusluların bu deneyime ilişkin anıları −− halihazırdaki diktatörlük
rejiminin gündemde tuttuğu anılar −− , Batı'dan gelen girişimler konusundaki
kuşkuları açıklamaya yardımcı oluyor. Gene de, Batı Avrupalılar, bir noktayı
öğrendiklerinde genel olarak şaşıracaklardır: Belarus, hem Avrupa'daki kitlesel
katliamların ana merkezi, hem Müttefikler'in zaferine gerçekten katkıda
bulunan Nazi karşıtı partizan operasyonlarının üssüydü. Böyle bir ülkenin
Avrupa belleğinden bütünüyle silinmiş olması çarpıcıdır. Geçmişe ilişkin
tartışmalarda Belarus'un yer almayışı, bellek ile tarih arasındaki farkın en net
göstergesidir.
Aynı ölçüde rahatsız edici bir başka şey, ekonominin yokluğudur. Kitlesel
öldürmenin tarihi ekonomik hesap ile yakından bağlantılı olmakla birlikte;
bellek, katli rasyonel gösteriyormuş izlenimini uyandırabilecek her şeyden
An article from www.eurozine.com
7/8
kaçınır. Gerek Nazi Almanyası, gerek Sovyetler Birliği, ekonomik kendine
yeterliğe giden bir yol takip etmişlerdir: Almanya, Doğu'da bir tarım
ütopyasıyla sanayiyi dengelemek; Sovyetler Birliği ise, hızlı sanayileşme ve
şehirleşme ile tarım alanındaki geri kalmışlığını aşmak istiyordu. Her iki rejim
de, büyük bir imparatorlukta ekonomik kendine yeterliği hedefliyor; bu
imparatorlukta her ikisi de Doğu Avrupa'yı denetim altına almaya çalışıyordu.
Her ikisi de, Polonya devletini tarihsel bir anormallik olarak görüyordu; her
ikisi de, Ukrayna'yı ve zengin toprağını vazgeçilmez görüyordu. İki rejim de,
farklı grupları, kendi planlarının düşmanları olarak tanımlıyordu; gene de,
amaçlarının bütünselliği açısından herhangi bir Sovyet politikasında, bütün
Yahudileri öldürmeye yönelik Alman planının bir muadilini bulamayız. Can
alıcı nokta şudur: Kitle katliamını meşru kılan ideoloji, ekonomik gelişmeye
ilişkin bir vizyondu aynı zamanda. Kıtlığın, özellikle gıda kıtlığının yaşandığı
bir dünyada, her iki rejim de kitle katliamını ekonomik planlama ile
bütünleştirmişti.
İki rejim de bunu bize bugün dehşet verici ve tiksindirici gelen, ama o
dönemde kalabalık inançlı kitlelerini motive edecek kadar mantıklı görünen
usullerle yaptılar. Gıda artık kıt değil, en azından Batı'da; ama öteki kaynaklar
kıt ya da yakında öyle olacak. Yirmi birinci yüzyılda, içecek su, temiz hava ve
düşük maliyetli enerji yetersizlikleriyle karşı karşıya kalacağız. İklim
değişikliği, yeni bir açlık tehdidine yol açabilir.
Kitle katliamları tarihinden öğrenilecek genel bir siyasi ders varsa, bu,
ayrıcalıklı gelişme adını verebileceğimiz şeye −− devletlerin kurbanlar
öngören, ölüm yoluyla refahı teşvik eden bir ekonomik genişleme biçimini
gerçekleştirme girişimlerine −− karşı dikkatli olma gereğidir. Bir grubun
öldürülmesinin bir başka gruba yarar sağlayabileceği ya da en azından böyle
görülebileceği olasılığını yok sayamayız. Gerçekten de, Avrupa'nın tanık
olduğu ve gene tanık olabileceği bir siyaset biçimidir bu. Buna verilecek uygun
tek karşılık, bireye etik bağlanımdır; bireyin ölümüyle değil yaşamıyla önemli
olması ve bu tür planların düşünülemez hale gelmesidir.
Günümüz Avrupa'sı, tam da refahı sosyal adalet ve insan hakları ile
birleştirmesiyle dikkat çekicidir. Herhalde dünyanın başka herhangi bir
kesiminden çok Avrupa, hiç olmazsa şimdilik, ekonomik büyüme yönünde
böylesine acımasızca araçsal arayışlardan bağışıktır. Gene de, tarihin her
zamankinden daha çok gerekli olduğu bir zamanda, bellek tuhaf şekilde tarihle
yollarını ayırabiliyor. Avrupa'nın yakın geçmişi, dünyanın kalanının yakın
geleceğine benzeyebilir. Hesabı doğru yapmanın bir nedeni de budur.
Published 2012−06−25
Original in English
Translation by Kemal Atakay
Contribution by Varlik
First published in The New York Review of Books, July 16, 2009
(c) Timothy Snyder / Varlik
(c) Eurozine
An article from www.eurozine.com
8/8