uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu

Transkript

uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
Ankara, 27-28 Nisan 2012
The Symposium of Violence against Women and Children
Ankara, 27-28 April 2012
ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE
ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU
BİLDİRİ KİTABI
II.CİLT
Yayına Hazırlayanlar:
Doç. Dr. Dolunay Şenol
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı Yıldız
Talat Kıymaz
Hasan Kala
ANKARA-2012
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2846 Sayılı Kanuna göre bu eserin bütün yayın, tercüme iktibas hakları Mutlu
Çocuklar Derneği’ne aittir. Bildiri ve panel metinleri içinde geçen görüş, bilgi ve
görsel malzemelerden bildiri sahipleri ve panel konuşmacıları sorumludur.
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu (1: 2012: Ankara)
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Bildiri
Kitabı/Yayına Hazırlayanlar: Dolunay ŞENOL, Sıtkı YILDIZ, Talat KIYMAZ, Hasan
KALA. Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları, Ankara: 2012.
ISBN: 978-605-5307-00-4 (tk)
ISBN: 978-605-5307-03-5 (2.c.)
(MÇG) Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları
Mutlu Çocuklar Derneği
Mebusevleri Şerefli Sokak No:27/3 Çankaya-ANKARA
Tel: (+90 312) 2220355
Fax: (+90 312) 2220309
Web: www.mutlucocuklar.org
E-Posta: [email protected]
Kapak Tasarım: Yakup Akdemir
Baskı: Neyir Matbaacılık
Adres: Matbaacılar Sitesi 35. Cad. No:62 İvedik/Yenimahalle-ANKARA
Tel: (+90 312) 3955300
Fax: (+90 312) 3958420
Web: www.neyir.com
E-posta: [email protected]
Baskı Sayısı: 300
II
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sempozyum Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU – Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. Remzi FINDIKLI – Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL – Kırıkkale Üniversitesi
Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Doç. Dr. Nazife YİĞİT- Kırıkkale Kadın Dayanışma ve Destekleme Derneği
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ – Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi
Sevgi MERMERCİ – Mutlu Çocuklar Derneği
Talat KIYMAZ – Mutlu Çocuklar Derneği
Hasan KALA – Mutlu Çocuklar Derneği
H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği
Sempozyum Bilim ve Danışma Kurulu
Prof. Dr. Remzi FINDIKLI - Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Prof. Dr. Ali ŞAFAK - Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU - Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. Ertan BEŞE - Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH-Uluslararası Afrika Üniversitesi, Sudan
Prof. Aicha TAJ- 20 Şubat Fas Gençlik Hareketi, Fas
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL-Kırıkkale Üniv., Kadın Sorunları Uygul. Araş. Merk.
Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Doç. Dr. Faouzi BENDRİDİ- Souk Ahras Üniversitesi, Cezayir
Dr. Zohra Ben MANSOUR -Tunus Üniversitesi, Tunus
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN - Mersin Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Şamil ÖCAL - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Anzavur DEMİRPOLAT – Bingöl Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gülsüm DUYAN - Fatih Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Fatma ELİBOL - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gözde AKOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi
Dr. Mezher YÜKSEL- Ankara Kalkınma Ajansı
Dr. Özgür KARAASLAN- TRT Radyo Haber Müdürlüğü
Dr. Faruk AYIN- Özel Dost Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi
Dr. Lütfi ALTINSU- Ahiler Kalkınma Ajansı
Dr. Özcan Kars -Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
İsmail YELPAZE- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Şebnem Avşar KURNAZ- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Hasan ŞEN- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Abdullah KÜTÜK- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Sempozyum Sekretaryası
Hasan KALA - Mutlu Çocuklar Derneği
Yüksel BAĞIŞLAR - Mutlu Çocuklar Derneği
H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği
III
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İÇİNDEKİLER
CİLT II
Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddetin Hukuki Boyutu ve Suç İle İlişkisi
Şiddet Sarmalındaki Hükümlü Kadınların Demografik Özellikleri: Sincan ve Delice
Cezaevleri Örnekleri
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL- Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ ............................................................... 528
Risk Altındaki Çocukların Aile Yapıları ve Suça Yönelimleri Arasındaki İlişki-Mersin İli
ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR .................................................................................................. 547
Tutuklu/Hükümlü Çocukların ve Annelerinin Şiddet Deneyimleri
Öğr. Gör. Ayşe ÖZADA ................................................................................................................. 562
Lise Öğrencilerinin Genel Saldırganlık Düzeyleri Bağlamında Şiddet İçeren Davranışları
Sergileme Sıklıklarının İncelenmesi
Arş. Gör. İsmail SEÇER ................................................................................................................. 572
Aile İçi Şiddete Maruz Kalmış Olan Kadınların Hukuki Uygulamalara Bakış Açıları
Özden SALMAN-Yrd. Doç. Dr. Nilüfer NEGİZ ............................................................................ 589
Cinsel Saldırı Suçu ve Kadın
Arş. Gör. Fahri Gökçen TANER ..................................................................................................... 600
Töre Saiki İle Kasten Öldürme Suçu (TCK m. 82/1-k)
Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ ......................................................................................................... 609
Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri
Türkiye’de Aile içi Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Sığınmaevlerinin Unutulan
Yüzü: Çocuklar
Prof. Dr. Songül SALLAN GÜL-Arş. Gör. Ayşe ALİCAN ........................................................... 630
Antikçağ’da Çocuk Olmak: Ölmek ya da Ölmemek
Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR-Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR ..................................................... 643
Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri
Yrd. Doç. Dr. Sezer AYAN ............................................................................................................ 660
Kadına Şiddet ve Gölgesindeki Çocuk
Yrd. Doç. Dr. Veda BİLİCAN GÖKKAYA ................................................................................... 671
Kadına Karşı Evlilik İçi Şiddetin Çocuğa Yansıması ve Çocuğun Şiddetten Korunma Hakkı
Öğr. Gör. Dr. Gülçin ALGAN-Öğr. Grv. Saibe Özlem KAYA...................................................... 678
Kadına Yönelik Şiddetin Küçük Mağdurları Çocuklar ve Şiddete Tanık Olmuş Çocuklar İle
Çalışma
Ural NADİR- Engin FIRAT ........................................................................................................... 690
Aile İçi Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesine Etkisi
Şeyda YILDIRIM............................................................................................................................ 703
Şiddet Algısı
Muhafazakâr Otoriteryen Eğilimler, Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadına Yönelik Şiddet
Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ................................................................................................................ 717
IV
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına Yönelik Şiddet ve Başa Çıkma Tarzları Bağlamında Çocuklarda Algılanan
Güçlüklerin Yordanması
Nilgün YENİOCAK- Doç. Dr. Şennur TUTAREL-KIŞLAK ........................................................ 729
Sahip(lik) Algısı ve Kadına (Çocuğa) Şiddet
Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÖZBEN ........................................................................................................ 744
Kadın ve Erkeklerin Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine ve Önlenmesine İlişkin
Görüşleri
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ- Arş. Gör. Betül DÜŞÜNCELİ- Arş. Gör. Tuğba Seda ÇOLAK ..... 748
Türkiye’de Namus Uğruna Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar (Gülcü Mahallesi ve
Hemşirelik Öğrencileri Örneği)
Öğr. Gör. Işıl KALAYCI-Abdullah Yavuz AKINCI- Öğr. Gör. Fatime UYSAL .......................... 758
Toplumsal Cinsiyet Çerçevesinde Kadın Mağduriyeti: Ankara Örneği
Esra SERDAR TEKELİ .................................................................................................................. 770
Üniversite Öğrencilerin Şiddet Mağduru Kadın Algısı: Bir Niteliksel Araştırma
Arş. Gör. Seda ATTEPE- Arş. Gör. Melike TUNÇ ........................................................................ 785
Türkiye’den ve Dünya’dan Şiddet Örnekleri
Yüksekova’da Kadın Olmak
Prof. Dr. Behçet YEŞİLBURSA- Özlem BAYKAL ...................................................................... 798
Kadın Sığınmaevinde Kalan Kadın ve Çocukların Sistemden Kaynaklı Karşılaştıkları
Güçlükler:Eskişehir Örneği
Doç. Dr. Medine SİVRİ- Eylem AKA ........................................................................................... 808
Doğunun Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınları-Elazığ İli ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM- Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ....................................... 818
Kadın Şiddetine Karşı Şiddet Birimleri- Artvin ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Hatice KARAKUŞ ................................................................................................... 831
Almanya’da Göçmen Türk Kadınlarına Uygulanan Şiddetin Niteliği ve Nedenleri
Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ .................................................................................................. 844
Tekirdağ’da Kadın ve Şiddete Bakış
Tülin YILDIZ- Sevinç ADİLOĞLU- A. Handan DÖKMECİ- Turgut BAKKALLAR- İsmail
Bahri ŞARDAĞI ............................................................................................................................. 852
4320 Sayılı Kanun Kapsamında Yürütülen Şiddet Uygulayan Kişilere Yönelik Muayene ve
Tedavi Çalışmaları- Ankara İli ÖrneğiTülay ERÇİN ŞAHİN-Özlem GÜLER AYDIN- Bülent TOSUN-Soner AKBAŞ-Ercan
SAPMAZ......................................................................................................................................... 856
Erzurum’da Çocuk ve Şiddet
Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT- Dr. Yusuf İNCİ ................................................................................. 866
Azerbaycan Edebiyatında Kadına Karşı Uygulanan Sosyal Şiddet
Doç. Dr. Tamilla ALİYEVA-ABBASHANLI ................................................................................ 887
Sosyolojik Açıdan Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri-Malatya ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Vehbi BAYHAN ...................................................................................................... 895
Aile İçi Şiddete Etken Sosyo-Kültürel Faktörler: Elazığ İli Kovancılar İlçesi Örneği
Yrd. Doç. Dr. Ali Sırrı YILMAZ-Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ................................. 907
V
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sosyal Şiddet Kıskacında Kadın: Mardin’den Bazı Görünümler
Arş. Gör. Nazife GÜRHAN- Arş. Gör. İbrahim YÜCEDAĞ ......................................................... 916
İngilizce ve Arapça Bildiriler / English and Arabic Papers
Domestic Violations Against Woman And Children In Sweden
Mats SJÖSTEN ............................................................................................................................... 928
The Media As A Source of Judgments: Fighting the Gender Based Violence
Doç. Dr. Nurdan AKINER, Dr. Jana WALDNEROVÁ -Dr. Györgyi RÉTFALVI ....................... 936
Psychological and Social Violence Against Divorced or Single Women In Morocco
Prof. Aicha TAJ .............................................................................................................................. 947
Tunus Ailesinde Şiddet: Nedenleri, Görünümleri ve Kadınlar ve Çocuklar Üzerine
Yansımaları
Dr. Zohra Ben MANSOUR ............................................................................................................ 959
Kent Yoksulluğunun Artması ve Kadın ve Çocuklara Karşı Şiddetin Ortaya Çıkmasına Etkisi
Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH .......................................................................................... 981
VI
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ŞİDDET SARMALINDAKİ HÜKÜMLÜ KADINLARIN
DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ: SİNCAN VE DELİCE
CEZAEVLERİ ÖRNEKLERİ
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL1
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ2
Özet
Bu çalışmanın temel amacı kadın suçluluğunun nedenlerini irdelemektir. Bu
amaçla genel olarak suç kavramı ve kadın suçluluğu hakkında genel bilgiler
sunulmuştur. Daha sonra ise Türkiye’de kadının konumu ve suç ile ilişkisi ele
alınmıştır. Kadının sosyal hayattaki rol ve statüsünün artması; kadına bir yandan
ekonomik bağımsızlık, refah seviyesinin artması ve özgüven gibi pek çok olumlu değer
getirirken, aynı faktörler suç işleme oranlarının artmasında da etkili olmuştur. Kadının
erken yaşta evlendirilmesi de suça yönelmesinde önemli bir faktör olarak
değerlendirilmektedir.
Araştırma bulgularına göre; kadın mahkûmların eğitim ve aylık gelir
seviyelerinin oldukça düşük olduğu, daha çok kırsal bölgelerde yaşadıkları gözlenmiştir.
Ayrıca kadınların cezaevinde uzun süre kalmayı gerektiren suçları daha az işledikleri,
suçu ani kararlar neticesinde işledikleri, şiddeti daha çok fiziksel şiddet olarak
algıladıkları ve mahkûm olmadan önce pek çoğunun şiddete maruz kaldıkları
görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Kadın mahkum, suç, kadın suçluluğu, cezaevi
Abstract
The main aim of this study is to investigate of causes of women criminality. In
this study, general knowledge about the term of crime and women criminality has been
presented. Then, women’s situation and relationship with crime were analyzed. In
Turkey, development of women’s roles and status in social life has affected positively
their economic independency, higher economic income and self-confidence. But this
development has affected negatively their rates of criminality. It has been evaluated that
if women have been married in earlier ages, this would cause more criminality.
According to research findings; women convicts are mostly uneducated, lowincome and mostly living in rural areas. Moreover they were sentenced for the crimes of
less-time. They perceive the violence as physical violence and most of them have been
exposed to violence before being sentenced.
Keywords: Women convict, crime, women criminality, jail
1
2
Kırıkkale Üniversitesi, Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
528
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1. GİRİŞ
Toplumlar devamlılıklarını sürdürmek isterler. Devamlılıklarını sürdürmek için
de o toplumdaki bireylerin eski zamanlardan yaşanan güne kadar uygulayageldikleri örf,
adet, gelenek, görenek gibi yazısız kuralları bulunmaktadır. Bu kurallar, hem gelecek
nesillere sosyalizasyon süreci vasıtasıyla öğretilmektedir hem de yazılı kuralların
oluşturulmasında temel alınmaktadır.
Toplumun hayat anlayışının yansıması olan, aynı zamanda da toplumun
düzenini devam ettirebilmek için oluşturmuş olduğu kuralların toplumun devamlılığına
katkı sağladığı kabul edilmektedir. Yazılı veya yazısız kurallara, toplum içindeki
bireylerin uyması beklenir. Bu kurallara uymayı reddedenleri, öncelikle toplumun kendi
yaptırımlarıyla uyumlarını sağlaması, toplumda da düzenin gerçekleştirilmesi istenir.
Bu uydurulma süreci her zaman çok da kolay gerçekleştirilemeyebilir. Toplumun
koymuş olduğu yazılı veya yazısız kurallara ters düşen eylemlerin, cana veya mala zarar
vereceğinden çok daha fazlasını topluma vereceğine inanıldığı için toplumdan onay
alamazlar.
İnsanoğlu, diğer insanlardan ayrı olarak hayatını devam ettirebilen bir varlık
değildir. İnsanlar zaman zaman bir araya gelerek bir toplumsal yapı oluştururlar zaman
zaman da önceden oluşturulmuş toplumlara dahil olurlar. En fazla görülen şekli,
insanların içine doğdukları toplumun kurallarını öğrenerek ve kabul ederek o toplumda
kalmaya devam etmeleridir. Toplumda kalabilmenin temel kuralı, mensuplarının
özgürlüklerinin kısıtlanması ve belirli kurallara uyulmasını önceden kabul etmiş
olmalarıdır (Dolu-Uludağ-Doğutaş, 2010:60). Gerçekten de insanoğlunun en temel
ihtiyaçlarının başında ait olma ve güvenlik ihtiyaçları gelmektedir. İnsanlar bir gruba ait
olabilmek ve orada kalabilmek için özgürlüklerinin bir bölümünden kendi rızaları ile
feragat edebilmektedirler.
2. TOPLUMSAL SAPMA BİÇİMİ OLARAK SUÇ
Toplum onay vermediği davranışların bir kısmını sapma bir kısmını da suç
olarak nitelendirir. Nirun (1972:407-408), sosyal sistemlerde sapma sonucunda sosyal
problemlerin ortaya çıktığını söyler. Ancak bütün sapmaların sosyal problem olmadığını
aynı şekilde bütün sosyal problemlerin de sosyal sapma içermediğini gözden uzak
tutmamak gerekir. Sapma davranışı, sosyal problemlerin ortaya çıkmasını sağlayarak
toplumun işleyişinin bozulmasına sebep olabilir. Sapma olarak kabul edilen bazı
davranış şekilleri ceza yasasını ihlal etmezken, bazıları ceza yasasını ihlal eder.
Suç ise toplumun genel olarak huzur ve düzenini bozan, dolayısı ile de toplum
içindeki bireyler tarafından onaylanmayan, aynı zamanda o toplumun ceza yasasında bir
ceza ile karşılık bulan eylemler olarak tanımlanmaktadır. Hukuk açışından ise suç,
yasalar tarafından güvence altına alınmış, mevcut toplum kurallarının yıkılmasına ve
sarsılmasına yönelmiş fiil ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Toplum, bu
istenmeyen eylemleri yapan kişilerin cezalandırılmasında, dışlanmasında bir sakınca
görmediği gibi zaman zaman da bu kişilerin cezalandırılması ile toplum vicdanını
rahatlatır.
Topluma ters düşen eylemlerde bulunan bireylerin cezalandırılması, toplumun
devamlılığının sağlanmasında son derece önemli bir rol oynamaktadır. Tülin İçli,
cezayı, “Hukuk kurallarına uymayan kişilere uygulanan yaptırım” olarak
tanımlamaktadır. Ceza mekanizması kullanılmadığında, toplumun devamlılığının
529
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sağlanmasının önemsenmediğini düşünen suç potansiyeline sahip kişiler, suç işleme
konusunda daha cüretkar davranabiliyorlar. Ayrıca suç işleyenin suçunun karşılığını
bulamaması da toplumdaki diğer kişilerin adalet mekanizmasına karşı güven kaybına
sebep olmaktadır.
Suçu ceza kanununa aykırı davranış olarak tanımlarsak, suçluyu da suç
eylemini gerçekleştiren kişi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Dönmezer
(1981:489) suçun, bireyin kendisini kontrol etmediği zamanlarda, bireyin saldırgan
davranışlarıyla başladığını söyler. Bireyi saldırgan davranışa yönelten zaman zaman
kendi bireysel özellikleri ve psişik dünyası iken, zaman zaman da toplum olarak
karşımıza çıkmaktadır.
İşlenen suça karşılık olarak verilen cezanın caydırıcı niteliğinin olması
gerekmektedir. Aksi halde insanlar zaman zaman işleyecekleri suç ve alacakları ceza
arasında değerlendirme yapmak zorunda kalabilirler ve bazen da cezanın caydırıcılık
vasfı az ise suç işlemeyi kendi özgür iradeleri ile tercih edebilirler. O halde suçun iyi
tanımlanması ve verilecek cezanın da o toplumun vicdanını rahatlatacak nitelikte olması
gerekir. Ancak, burada suça verilecek cezanın, işlenen suçun niteliğine ve oranına göre
farklılık göstermesi gerektiğini de hatırlatmakta fayda var
Suç eylemi, toplumun önceden koymuş olduğu yasalara karşı gelme
davranışları ile başlar ve taarruzun amacına ulaşması ile kesinlik kazanır. Toplumlar
ceza kanunlarını belirleyerek, suça meyilli bireylerini önceden uyarmış olurlar. Buna
göre ceza kanunları, toplumun istediğinden farklı davranan veya davranmayı düşünen
bireylerini, toplumun istediğinden farklı eylemler gerçekleştirdiklerinde, yaptırımın ne
olacağı konusunda önceden uyaran, yaptırımı önceden belirleyen yasalar olarak
değerlendirilmektedir (Dönmezer, 1984:56).Toplum, ceza kanununu belirlemediğinde,
davranışın suç olup olmadığını ve suçlu davranış sonrasında ne kadar ceza alacağını
bilemeyen bireylerin suç işleme ihtimallerinin de artacağı endişesi ortaya çıkmaktadır.
İnsanlık tarihi ile birlikte başlatılan suçun evrensel bir olgu olduğu kabul
edilmektedir. İnsanlar tek başlarına yaşayamadığı için çeşitli toplumlar içinde
yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. İnsanlar, dahil olduğu bütün toplumlarda,
toplumların var olabilmesi ve devamlılıklarını sürdürebilmesi için gerekli olan
kurallarla her zaman karşılaşmışlardır. İnsanların girmiş oldukları toplumlardaki
kurallara uymaları her zaman mümkün olmamış, bazen da kendi iradeleri ile veya
iradeleri dışında da aykırı davranışlar sergilemişlerdir.
Tipik bir hareket olarak kabul edilen suç, kişinin düşünce ve hislerinin
davranışa yansımış hali olarak kabul edilmektedir. Suç işleyen kişiye ceza verilebilmesi
için, ceza sorumluluğunu tümüyle veya kısmen ortadan kaldıran şartların varlığı kontrol
edilmelidir (Erem, 1984:568-601). Suç işleyene, işlediği suçun cezası verilmeden önce,
cezai ehliyet durumu tespit edilir.
Suçlu birey, toplumun düzenini bozan kişi olarak algılandığı için, toplum
halinde yaşayan bireylerin karşısındaki düzeni bozan olarak değerlendirilmektedir.
Suçluluk, birey ve çevresi arasındaki karşılıklı etki ve tepkilerin sonucunda meydana
gelmektedir. Suçlu da sosyo-kültürel yapının yazılı ve yazısız kurallarını bozan, bu
kurallara karşı çıkan anti sosyal davranışlar sergileyen kişiler olarak tanımlanmaktadır.
Suçluların anti sosyal bireyler olarak tanımlanmasının sebebi, sosyal
varlıkların grubun kurallarını kabul edip itaat ederek grup içinde kalmaya mücadele
530
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ettiklerinin inanılmasıdır. Grup içinde kalmak bir fedakarlık ister. Fedakarlık
yapmayanlar, gruptan ayrılmayı veya grup tarafından dışlanmayı, dolayısı ile de
cezalandırılmayı ve dışlanmayı göze alabilenlerdir. Dışlanmayı göze alabilenleri de anti
sosyal varlıklar olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
3. DÜNYA’DA KADININ DURUMU
Kadın ve erkek arasında pek çok farkın olduğu kabul edilen bir gerçektir.
Kadın ve erkek arasındaki bu farklılığın en temelinde fiziki farklılıkların var olduğunu
biliyoruz, ancak fiziki farklılıklar bir süre sonra sosyal farklılıkları da getirmektedir.
Kadın ve erkek arasındaki fiziki ve sosyal farklılıklar, ataerkil toplumlarda kadının
mağduriyetini de beraberinde getirmektedir.
Kainatın var oluş tarihinden itibaren hemen hemen bütün zamanlarda, çok
istisnai durumlar hariç kadınlar çoğunlukla yoksulluğu ve mağduriyeti yaşayan grubu
oluşturmuştur. Bugün hala yoksulluk denildiğinde ilk akla gelen grubu kadınlar
oluşturmaktadır. Kadın daima erkeğin arkasındaki birey olmuştur. Aynı zamanda
erkeğin koruması ve kollaması altındaki kişi olmuştur veya olmak zorunda kalmıştır. Bu
gerçeklik de onun kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesini, kendisine güven
geliştirebilmesini engellemiştir. Böylece yüzyıllardır kadın, gerek Doğu, Batı, Kuzey,
Güney ülkelerinden gerekse de gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olsun
çok da büyük farklılıklar göstermeden mağdur rolünü oynamaya devam etmiştir.
Mağdur rolünü öğrenen ve oynayan kadın, mağdur olmayı doğal bir süreç
olarak algılamıştır. Çünkü sosyal çevresindeki diğer kadınların da aynı durumda
olduğunu görmekte ve bu durumu olağan olarak algılamaktadır. Kadın, büyürken
erkekle aynı imkanlardan faydalanamamakta, erkek çocuğuna yapılan yatırım ile kız
çocuğuna yapılan yatırım aynı olmamakta, bundan dolayı da farklı şekil ve yoğunlukta
yoksulluktan ve imkansızlıklardan etkilenmektedir (Duyan, 2011: 1). Bu durum kadın
ve erkeğin farklı şekillerde mücadele geliştirmesini de beraberinde getirmiştir.
Dünya geneline bakıldığında istatistikler, kadınların hayatı zor yaşadıklarını
ortaya koymaktadır. Dünyada kadınların 1/3’ünün hayatlarının bir döneminde şiddete
maruz kaldıkları, 1/5’inin tecavüze uğradığı veya tecavüz girişiminde bulunulduğunu
göstermektedir (http/www. Kadın suçluluğu. Kadın statüsü genel müdürlüğü.
(20/11/2010). Aynı kaynağa göre ABD’de 90 saniyede bir kadının tecavüze uğradığı,
Irak’ta 2003 nisan ayından sonra 400’ün üzerinde kadının tecavüze uğradığını ortaya
koymaktadır. Yine aynı istatistikler, kadın cinayetlerinin %70’inin kadınların eş veya
sevgilileri tarafından gerçekleştirildiği ortaya koymaktadır. Kadına yapılabilecek en
büyük kötülüklerden birisi olarak kabul edilen ve onların cinsel hayatlarını son derece
olumsuz etkileyen sünnet ettirme geleneğinin, Afrika’da 135 milyondan fazla kadına
uygulandığı da yine yapılan tespitler arasındadır.
İnsanları yoksulluktan kurtaran en önemli vasıta, eğitim olarak kabul
edilmektedir. Kadınlara çocukluk yıllarında verilen formal anlamdaki eğitim, gelecekte
kendilerinin ve çocuklarının kendi ayakları üzerinde durabilmesinde son derece önemli
rol oynamaktadır. Ancak dünya geneline bakıldığında kadınların erkeklere göre eğitim
imkanlarından faydalanma oranlarının son derece düşük olduğu, yaklaşık bir milyar
okuma yazması olmayan insanın bulunduğu, bunların da 2/3’ünü kadınların oluşturduğu
dikkatleri çekmektedir. Temel insan hakkı olarak kabul edilen eğitim hakkından Arap
dünyasındaki kadınların ancak ½’sinin faydalanabildiği tespit edilmiştir. Dünya
genelinde, iş ve siyaset hayatında aktif kadın sayısının azlığı, özellikle de üst
531
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
pozisyonlardaki kadın sayısının son derece az olması da kadınların eğitim
imkanlarından daha az faydalandığının bir göstergesi olarak algılanmaktadır.
Bugün dünyada yaklaşık 1.2 milyar yoksulun bulunduğu ve bunların da
%70’ini kadınların oluşturduğu kabul edilmektedir. Yine dünyadaki arazilerin %1’inin,
toplam gelirin de %10’unun kadınlara ait olması da kadın yoksulluğunun boyutlarını
ortaya koymaktadır.
Tabloya genel olarak bakıldığında üretim alanında etkin olan kadınların,
emeklerinin karşılığını alamadıkları, genellikle ücretsiz aile işçisi olarak
çalıştırıldıklarını ortaya koymaktadır. Bu da kadınların ekonomik bağımsızlıklarını elde
etmelerinin, kendi ayakları üstünde durmalarının ne derece zor olduğunu ortaya
koymaktadır. Yapılan çalışmalar, kadınların önemli pozisyonlara gelmelerinin erkeklere
göre oldukça zor olduğunu, dünya genelinde erkeklerin kadınların önünde yer aldığını
ortaya koymaktadır.
4. KADIN SUÇLULUĞU
Kadınların suç oranları ülkelerin gelişmişlik ve düzeylerine göre değişiklik
göstermektedir. Gelişmişlik düzeyi yüksek olan toplumlarda kadınlar daha özgür
oldukları ve sosyal hayatın içine daha fazla girdikleri için suça yönelim ve suç işleme
oranları daha da artmaktadır. Gelişmişlik düzeyi düşük toplumlarda kadınlar, toplumsal
baskıdan dolayı suça yönelmekten korkuyor, toplum baskısını erkeklere oranla daha
şiddetli yaşıyorlar. Aynı zamanda toplum, kadınları daha fazla koruyup kolladığı için,
kadınlarda suç oranları daha düşük seviyelerde kalıyor.
Kadınların suç oranları toplumsal olarak da farklılık göstermektedir. Doğu
toplumlarında da Batı toplumlarında da kadınlar suç işlemektedirler. Ancak suç
oranlarına bakıldığında, Batı toplumlarındaki kadınlar daha fazla sosyal ve ekonomik
hayatın içinde oldukları için suça karışma oranları da fazlalık göstermektedir. Doğu
toplumlarında kadınlar, geleneksel aile içinde daha fazla kısıtlandıkları ve sosyal
hayatın içinde daha az yer alabildiklerinden dolayı kendilerini tanıyıp, kendileri için
beklenti seviyesini yükseltemediklerinden hırsları da daha düşük seviyelerde
kalmaktadır. Sosyal hayatın içinde çok aktif olamadıkları ve iletişime girdikleri insan
sayısı düşük ve belirli bir düzeyde kaldığı için suça karışma oranları da son derece
düşük olmaktadır. Bu görüşümüzü eğitim seviyesi ve çalışma oranı arttıkça suça karışan
kadın sayısındaki artış oranları da destekler mahiyettedir.
Dünyadaki istatistiklere bakılacak olursa 3 milyondan fazla kadın nüfusunun
olduğu dünyada, kadına yönelik suçların ve kadınların işlemiş oldukları suçların da
çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Her ülkede kadınların suça maruz kalma, suça
yönelme şekil ve oranları farklılık göstermektedir. Şiddete sürekli maruz kalan kadınlar
arasında suça yönelme oranları daha yüksektir. Şiddete daha fazla dayanamayan kadının
suça yöneldiği düşünülmektedir. İstatistikler, şiddete maruz kalan ve bu durumuna itiraz
edemeyen kadınların suça yönelme oranlarının diğerlerine göre çok daha yüksek
olduğunu ortaya koymaktadır.
Kadınların çalışma hayatına girmesi ile birlikte, para kazanmaya başlaması ve
ekonomik bağımsızlığını ve sosyal haklarını öğrenmesi, hem eğitim seviyelerini
arttırmış, hem de kamusal alandaki konumlarını yükseltmiştir. Bu da kadınların elde
ettikleri haklarını arttırma çabalarını biraz daha üst seviyelere ulaştırmıştır.
532
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4.1. Kadın Suçluluğunun Tarihsel Gelişimi
Suç ve suçluluk ile ilgili çalışmalar, suçun yaş, medeni hal, eğitim, meslek, vb.
faktörlerle çok yakından etkili olduğunu ortaya koymakta. Ancak suç türü, şekli, işleniş
biçimi, sebepleri vb. faktörler arasında en etkili olan faktörlerden bir diğeri de cinsiyet
olarak gösterilmektedir (Öğün,1988:17). Suç, toplumlar arasında nicelik ve nitelik
olarak farklılık göstermesine rağmen, hemen hemen bütün toplumlarda kadın suç
oranları ile erkek suç oranları arasında kadınlar aleyhine olmak üzere farklılık
görülmektedir.
Suçta cinsiyetin rolünün belirgin derecede farklılık göstermesinin temelinde
sosyal faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Ancak sosyo-kültürel yapıda meydana
gelen değişim, birincil ilişkilerin yerine ikincil ilişkilerin alması, köyden kente göç,
kadının çalışma hayatına girmesi vb. hem kadının hayatını hem de kadın suç oranlarını
önemli oranda etkilemiştir.
Suç, tipik erkek davranışı olarak kabul edildiği için, çalışmalar erkek
davranışını anlayıp açıklamaya yönelik olmuş, erkek suçluluğu kadın suçluluğundan
daha fazla incelenmiştir.Kriminolojik çalışmalar, erkek suçluluğunu açıklar nitelikte
kabul edildiği için, kriminoloji kitaplarında kadın suçluluğu ayrı bir konu olarak
işlenmekte, ancak erkek suçluluğu ayrıca ele alınmamaktadır. Bunda suçun işlenmesi
için güce sahip olmanın önemli bir faktör olduğu kabul edilmesinin etkisi büyüktür.
Kadınların fiziki gücünün az olması, onları suç işlemekten alıkoyan bir faktör olurken,
erkeklerin kontrol edilemeyen güçlerinin varlığı da onları suça sürükleyebilmektedir.
Kadın ve erkek suç türleri arasında farklılık olmasına rağmen, yaşa göre de farklılıklar
görülmektedir (İçli, 2007:330).
Kadının ev dışında fazla zaman geçirmiyor olması, dışarıdaki insanlarla fazla
iletişiminin olmaması, onu suça karışmaktan engellediği kabul edilmesine rağmen
bugün kadınların profesyonel iş hayatındaki yer ve rolü arttıkça bu durumun ters yönde
değişiklik göstereceği düşünülmektedir. Ayrıca çalışma hayatındaki kadınların da suça
karışma oranlarının artış gösterdiği yönündeki istatistikler de bu düşünceyi
desteklemektedir.
Kadın suç oranlarının düşük seviyede kalmasında ataerkil yapı içinde kadının
suç işleyerek ceza evine girmesinden ailenin diğer fertlerinin de olumsuz etkileneceği
düşüncesi ile baba, eş ve erkek kardeşin kadının suçunu zaman zaman üstleniyor olması
da son derece önemli bir etkendir. Özellikle Doğu toplumlarında kadının, ailenin
namusu olarak kabul edilmesi, kadın suçluluğunu tehdit eden bir davranış olarak değil
de toplumu utandıran bir davranış şekli olarak algılanmaktadır (İçli,2007:330). Kadınlar
artan oranlarda çalışma hayatına girmeye başlamasına rağmen kadının erkeğe
bağımlılığı hala sürmektedir. Bu durum, zaman zaman kadını suçtan alıkoyarken,
zaman zaman da suç işlemede kocasına yardımcı olmasını daha net açıklamaktadır.
Sosyalizasyon sürecinde anne ve eş olmaya, aileyi kurup sağlıklı bir şekilde
devam ettirmeye hazırlanan kadın, suçtan uzak durarak ailesinin olumsuz yönde
etkilenmesini sağlamamak ve aile fertlerine olumsuz örnek olmamak için suça
yönelmede daha duyarlı davrandıkları da kabul edilmektedir. Kadınlar, erkeklerden
daha fazla, çocuklarının ve ailelerinin işleyecekleri suçtan etkilenmemeleri,
üzülmemeleri için daha hassas davranmaktadırlar.
533
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sosyalizasyon sürecinde kadın, narin ve kibar bir varlık olarak tanıtılmakta,
cinsel bir obje olarak görülmektedir. Kadınların, narin varlıklar olarak kabul edilmesi,
suç işlemek gibi acımasız eylemleri gerçekleştirebilecek varlıklar olarak algılanmak
istememelerini de beraberinde getirmektedir. Tabidir ki bu da kadını belirli bir oranda
suçtan alıkoymaktadır.
Kadınların işlemiş oldukları suçlara bakıldığında ani, tek seferlik ve tek başına
işlenen suçları işledikleri, organize suçlara ancak yakın çevrelerindeki erkeklerin teşviki
ile ve oldukça sınırlı sayıda karıştıkları görülmektedir. Kadınlar, organize suçlarda aktif
rol oynamamakta, aksine ikinci planda kalmaktadırlar. Suç çeteleri içinde cinsel obje ve
çalınan eşyaların saklanması görevi ile suça karışmaktadırlar. Howard’a göre kadınlar,
tahrik sonucunda, eşlerinin kendilerini aldatmasını kabul edemeyerek, ihanet sebebiyle
suç işlemektedirler. Kadınların ve erkeklerin suç işledikleri ve suça karıştıkları
mekanlar arasında da farklılık bulunmaktadır. Buna göre kadınlar daha fazla mutfakta
suç işlemekte, yatak odasında da öldürülmektedirler. Bilindiği gibi kadınlar, günün
büyük bir bölümünü mutfakta geçirmekte ve mutfakta her türlü kesici aletle yakın ilişki
halindedirler. Tahrik edilen kadın kesici aletlerle bir arada bulunduğunda da ani bir suç
eylemine karışabilmektedir.
Kriminolojinin en önemli konularından biri olan kadın suçluluğu
incelendiğinde, kötü muamele gören kadınların, çoğunlukla kendilerini korumak
amacıyla, aniden görülen şiddetli bir tepkiyle, önceden planlanmamış cana karşı suçlar
işledikleri tespit edilmiştir.(İçli,1995:3). Aile içinde kadına yönelik uygulanan şiddet,
bir süre sonra kendisini ve ailesini korumak ve dayaktan kaçmak amaçlı kadının şiddet
uygulamasına da dönüşebilmektedir.
Şiddet maruzu olan kadınların, psikolojik olarak zarar gördüğünü, dolayısı ile
de suça yöneldikleri fikrinde olan bilim adamlarının sayısı da oldukça fazladır. Ayrıca
şiddete maruz kalan kadınların da bir süre sonra psikolojik problemler yaşayarak,
kendilerine uygulanan şiddete zemin hazırladıklarını da savunan bilim adamları
bulunmaktadır.
Kişinin ruh hali, suç işlemede önemli bir etken olarak kabul edilmektedir. Ruh
hali olumsuz olanların, işlemiş oldukları suçun farkına varamadıkları ve doğru ile
yanlışı sağlıklı bir şekilde değerlendiremedikleri için, yaptıkları davranışı sağlıklı bir
şekilde değerlendiremediklerini, kendilerini kontrol edemediklerini, dolayısı ile de suç
işleyebildikleri savunulmaktadır (Balcıoğlu,2001:49).
Geleneksel toplumlarda kadın, toplum tarafından dışlanmaktan ve kınanmaktan
korktuğu için suç işlememek amacıyla büyük çaba sarf etmekte, çevresindekiler de onu
bu süreçte olumlu yönde desteklemektedirler. Şehirdeki kadın, üzerine düşen
sorumlulukların da fazlalığı ile ve çevresinde kendisini destekleyecek kişilerin azlığı
sebebiyle, kendisini sorgulamakta aynı hassasiyeti gösteremeyebilmekte ve ani suç
eylemlerinde bulunabilmektedir. Suça karıştıktan sonra toplumun kendisini dışlamasını
engelleyemeyeceğini bilen ve bundan sonraki süreçte hayatın çok daha zor olacağını
tahmin edebilen kırdaki kadın çok daha sabırlı davranmaktadır. Sosyalizasyon sürecinde
kadına sabırlı olmasının cinsel rolleri arasında öğretilmekte olduğunun da
hatırlanmasında yarar var.
Bilindiği gibi geleneksel toplumlar, kadınların kendileri ile ilgili kararları
almalarını engellemekte, onların kararlarını yakınlarındaki erkekler almaktadır.
İnsanoğlu yasakları ihlal etme isteği taşır. Kadınlara kendileri ile ilgili kararları alıp
534
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
uygulayabilme hakkı tanındığında, önlerinde engel olmadığını düşüneceklerinde suç
işleme oranlarının da düşeceği kabul edilmektedir. Kadınların çalışmasına izin
verilmemesi, kendisinin, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaması, zaman zaman
dolandırıcılık ve hırsızlık suçlarını işlemesine sebebiyet verebilmektedir. Kadının
ekonomik açıdan toplumun gerisinde kalması da onu suça iten bir diğer faktör olarak
bilinmektedir.
Kadının çaresiz kaldığında yapmış olduğu eylemler arasında fahişelik ön
sıralarda yer almaktadır. Fahişeliğin sosyal yapının bir ihtiyacı olduğunu ileri sürenler
de bulunmaktadır. Ancak fahişelik, çoğu kez kadını hem şiddete uğratmakta hem de
suça yönlendirebilmektedir. Eğitim seviyesi ve statüsü yükselen kadın, fahişeliğin
tuzağından kendisini kurtarabilir. Balcıoğlu (2001:49), alt gelir gruplarındakilerin içinde
bulundukları sosyal statü ve suça yönelmeleri arasında büyük oranda benzerliklerin
olduğunu belirtmektedir.
Toplumlar ve toplumların dönemleri arasında farklılıklar olmasın rağmen
hemen hemen bütün toplumlarda kadın suç çeşitleri ve kadınların suç işleme oranları
arasında bir benzerliğin olduğu görülmektedir. Bunda da etken olan faktörün, kadının eş
ve anne olması kabul edilmektedir. Bütün toplumlar kadına ve anaya özel bir ihtimam
göstermişlerdir, özellikler de Türk toplumları. Bu da kadını her türlü olumsuzluktan
olabildiğince korumuştur.
4.2. Türkiye’de Kadının Konumu ve Suç İle İlişkisi
Türkiye’de son yıllarda kadının statüsünde önemli değişimlerin olduğu kabul
edilmektedir. Ancak gelinen noktanın hala istenen düzeyde olduğunu söyleyebilmek
mümkün değil. En azından kadın daha birey olarak kabul edilmemektedir. Bunun en iyi
göstergelerinden birisi, kız çocuklarının eğitim haklarını istenen düzeyde elde edememiş
olmaları, evlenecekleri kişiyi, zamanı kendilerinin belirleyemiyor olmaları, vb.’dir.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre ülkemizdeki kadınların %20’si
hala okuma yazma bilmiyor. Aynı kaynağın verilerine göre Türkiye’deki kadınların
%40’ı görücü usulü ile evlenmekte, %20’si de resmi nikahsız yaşamaktadır. Kadınların
%64’ünün hamilelik döneminde doktora gitmediği yönündeki veriler de hamilelik gibi
son derece zor bir süreçte dahi çok önemsenmediklerinin bir göstergesi olsa gerek.
Günümüzde kadınların eğitim, siyaset, ekonomi, vb. pek çok alanda erkeğin
gerisinde olmaya devam ediyor olması, kamusal ve sosyal alanda arka planda kalıyor
olmasını zorunlu hale getirmektedir. Kamusal alanda olması gereken yere gelemeyen
kadın, erkekle aynı nitelikleri kazanamamakta, kendisini yenileyememektedir. Ancak
kadın birey olarak kabul edildiğinde erkekle aynı niteliklere sahip olacak ve eşit
şartlarda yarışabilecektir.
Kadının birey olarak kabul edilmesi için başlatılacak süreçte sadece kadınların
bilinçlenmesi çok da büyük bir anlam ifade etmemekte, aksine bu süreçte erkeklerin
bilinçlenmesi ve kendilerine önemli bir görevin düştüğünün farkında olmaları son
derece önemli bir rol oynamaktadır. Aksi durumda kadınlar kendi haklarını öğrenip
talepte bulunduklarında, erkeklerin aynı düşünceleri paylaşmaması halinde talep edenler
ve talebi gereksiz bulanlar arsında bir kaos başlayacaktır. Bu da hem toplumda
kargaşaya hem de hareketin istenen performansta olmamasına sebebiyet vermektedir.
Bu sürecin başlatılmasında en etkili olacak sürecin, iki ayrı cinsin de aynı seviyede
olmak şartıyla toplumun eğitim seviyesini arttırmakla olabileceği kanaatindeyiz. Ancak
bu şekilde toplumların gelişmişlik seviyesi yükselecektir.
535
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Her sosyo-kültürel yapı kendi varlığını devam ettirmek ister. Sosyo-kültürel
yapıların varlıklarını devam ettirebilmelerinin en kolay yolu da yeni yetişen bireylerini
sosyalleştirme sürecinden geçirirken toplumun kurallarını sıkı sıkıya öğrenmelerini
sağlamaktır. Aksi halde toplum devamlılığını sağlama noktasında sıkıntılar
yaşayacaktır.
Dünya geneline bakıldığında toplumların çok büyük bir bölümünün ataerkil
olduğu görülmektedir. Toplumun ataerkil olması, kadınların arka planda kalarak
erkeklerin öne çıkmasını da beraberinde getirmektedir. Ataerkil toplum yapısı kırsal
kesimde kendisini çok daha ciddi şekilde korumaya çalışmaktadır.
Türk toplumu da ataerkil bir yapı ortaya koyduğu için, özellikle de kırsal
kesimde, erkeklere oranla kız çocuklarını ve kadınları ev dışındaki problemlerden daha
uzak tutulmakta, bu da kadının her türlü kötülükten korunmasında etkili olmaktadır.
Kadından öncelikli olarak beklenen iyi bir eş ve anne olmasıdır ( Öğün, 1988:17).Bu da
kadının evi dışında aktif olmasını engellemekte, bu engel kadının korunmasını
sağlamakta, kadını suç işlemekten alıkoyan önemli bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak kadınların eğitim seviyelerinin artmasına paralel olarak meslek
sahibi olması ve çalışma hayatının içinde daha fazla rol alıyor olması, hem aile içi
ilişkilerde değişiklik ortaya koydu, hem de bu değişiklikler iletişim ağını farklılaştırarak
suç ve suça karışma oranlarını farklılaştırdı.
Bu değişimden kadın daha fazla etkilendi. Çünkü kadının geleneksel rolü, eş ve
annelikle sınırlanırken sanayi toplumlarında kadın geleneksel rollerinin dışında yeni rol
ve statüler kazandı. Toplumdaki konumu değişen kadın, geleneksel roller ve yeni
kazanmış olduğu roller arasında sıkışıp kaldı. Köydeki tarım faaliyetinden farklı bir
biçimde, anne ve eş statüsünün yanında ücretli bir işe girmek zorunda kalan kadın,
kasaba ve kent yaşamının davranış biçimini taklit etmeye başlamıştır.(Unat, 1982:23)
Ancak bu taklit sanıldığı kadar kolay olmamakta, zaman zaman büyük çaresizlikleri de
yaşamak zorunda kalabilmektedir. Kadının sosyal hayattaki rol ve statüsünün artması
bir yandan kadına ekonomik bağımsızlık, ailesinin refah seviyesinin artması ve özgüven
gibi pek çok olumlu değer getirirken, aynı faktörler suç işleme oranlarının artmasında
da etkili olmuştur.
Sanayileşme ve beraberinde kentleşmenin sonucunda tarımda çalışan kadın
sayısında azalma, çalışan nüfus içindeki kadın oranlarında da artış tespit edilmiştir
(Kazgan, 1982:139). Kadın çalışma hayatına vasıfları ile girememiş, ancak vasıfsız
eleman olarak girebilmiştir. Köyünden yeni göç etmiş ve ayakta kalabilmek için
çalışmak zorunda kalan kadın, vasıfsız eleman olarak “ev kadını” iş piyasasına girerek,
o güne kadar kendi evinde yapmış olduğu yemek, bulaşık, çocuk bakımı, vb. işleri
evinin dışında ve para karşılığında yapmaya başlamıştır. Çalışma hayatındaki kadınların
yaklaşık %85’inin vasıfsız işgücü olduğu tespit edilmiştir. Kadının tarımdaki işgücünün
azalması, tarımdaki işgücünün azalması ile paralellik göstermektedir (Özbay,1982:175).
Kadın, tarımda çalışırken aile bireyleri ile birlikte çalışmakta, bu da kadının
korunmasını sağlamaktadır. Ancak kadın yıllar sonra ailesinden ayrı yerde çalışmanın
zorlukları ile karşı karşıya kaldığında kendisini koruyamama ve suça karışma oranları
da artış göstermiştir.
Kadının erken yaşta evlendirilmesi de suça yönelmesinde önemli bir faktör
olarak değerlendirilmektedir. Ruhsal, sosyal, fiziki vb. gelişimini tamamlayamadan
evlendirilen ve “çocuk gelin” olarak adlandırılan bu kız çocukları için hayat son derece
536
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
zorlu bir mücadele gerektirmektedir. Kendisini tanıyamadan, anne, eş, gelin, ev hanımı
vb. sorumlulukları yerine getirmesi beklenilen çocuk gelinler, karşılaştıkları şartlarla
nasıl mücadele edebileceklerini bilememekte, zaman zaman da kendilerinden beklenen
sorumlulukları yerine getirmek yerine, suç eylemlerini ortaya koyabilmektedirler.
Kadının suç işleme oranını arttıran bir diğer önemli faktör de erken yaşta ve
çok sayıda çocuk sahibi olmasıdır. Özellikle köylerde çok sayıda çocuk sahibi olma
eğilimi yüksektir. Kendisi daha çocuk olan, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan bu
küçük kadınların çok sayıda gebelik geçirmesi ve çok sayıda çocuğun sorumluluğunu
alması, bakımını yapmak zorunda kalması, zor olan hayat şartlarını daha da
zorlaştırmakta, kadını daha da çaresiz hale getirmektedir. Zorlu yaşama şartları, çaresiz
kadını suç işlemeye yönlendirmekte, kadın suç işleme oranlarını arttırmaktadır.
Ataerkil toplum olmaktan kaynaklanan sebeplerle kadın, her ne kadar üretime
katkıda bulunsa da erkeğe göre düşük statüde kalmaktadır. Geleneksel yapı kadını,
erkek çocuk sahibi, katın valide ve babaanne olduktan sonra statüsünü
farklılaştırmaktadır (Sencer, 1979:343). Uzun yıllar şikayetlerini dile getiremeyen, dile
getirse bile dikkate alınmayan kadın, kendi çözümünü kendisi bulmak zorunda
kalmakta, ancak bu sabırlı süreç sonsuza kadar sürmemektedir. Bu sebep ile de kadın
suç işleme yaşına bakıldığında, erkeklere göre daha ilerleyen yaşların olduğu dikkati
çekmektedir. Çocuklarını büyüten, itiraz hakkının olmadığını bilen kadın, mümkün
olduğu kadar sabırlı bir süreç geçirmekte, bu süreç bir süre sonra ani patlamalara da
gebe olmaktadır. Ayrıca geleneksel yapıda arka planda kalmayı kabullenen kadın,
ilerleyen yaşlarında birey olduğunu fark etmektedir. Birey olduğunu fark eden kadın,
eskisi kadar tepkisiz kalamamakta, tepkisizliğini bozduğunda ise istemeden de olsa suç
eylemlerinde bulunabilmektedir.
Kırdan kente göç eden insanlarda yaşanan değişim sadece fiziki anlamda değil
aynı zamanda sosyal, ekonomik, psikolojik vb. şeklinde gerçekleşmektedir. Son derece
istikrarlı ve korumacı bir ortamdan karmaşık bir ortama geçiş yapmak zorunda kalan
kadın, kendisine yardımcı olabilecek insanları da bulmakta zorlanmaktadır. Köyünde
komşu ve akrabalarından destek alıp yüz yüze ilişkilerde bulunan kadın, ikincil
ilişkilerin hakim olduğu kent hayatında yüz yüze ilişkileri ve desteği devam
ettirememekte, profesyonel yardım almayı öğreninceye kadar geçen sürede de büyük
problemlerle karşılaşmaktadır.
Buna rağmen, kadın büyük ölçüde geleneksel değerlerden kopmamakta, kent
yaşamına tam olarak uyum sağlayamamaktadır. Bu aşamada, kentleşmeye rağmen
ailenin geleneksel yapısını korumaya çalışma çabasından dolayı kadın çok büyük
çelişkileri yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu sebeple de Dönmezer’e göre (1984: 5354), suç oranları kentlerde, kasaba ve köylere göre daha yüksektir. Ayrıca köy ve
kentler arasında işlenen suçların nitelik ve nicelikleri farklılık göstermekte, kentlerde
mala karşı, köylerde ise cana karşı işlenen suç oranları farklılık göstermektedir.
Serap Akyol ve Diane Sunar'ın ‘Kadın Katiller’le ilgili çalışmalarında kadın
suçluların eğitim seviyeleri erkeklerinkinden daha düşük bulunmuştur. Bu çalışma
sonuçlarına göre, suçlu kadınların % 34'ü ev kadını (Akyol,1982:361) olarak tespit
edilmiştir. Kadınların eğitim seviyelerinin gerçek hayatta da erkeklere göre daha düşük
olduğu ve kadınların çalışma hayatına daha yeni girmeye başladığı hatırlandığında,
suçlu kadınların eğitim seviyelerinin neden düşük olduğu ve suçlu kadınlar arasında ev
kadınlarının oranının neden yüksek olduğu anlaşılacaktır. Eğitim seviyesi yükseldikçe
537
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
suç işleme oranlarının da arttığı bilinmektedir. Aynı kural kadın suçlular için de
geçerlidir. Eğitim seviyesi yükselen kadınların, eğitim seviyesi düşük olan kadınlara
göre kaybedeceklerinin fazla olması sebebiyle suça karışma oranları da azalmaktadır.
Araştırmalar bekar kadınların işlediği suç türlerinin evli kadınlarınkine göre
farklılık gösterdiğini ortaya koymaktadır. Özellikle kadının anne olması ve çocuklarının
ihtiyaçlarını önemsemesi, özellikle mala karşı suç işlemesini kolaylaştırmaktadır.
Kadınlar, özellikle anne oldukları için çocuklarının acil ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla evden ve mağazadan hırsızlık yapabildikleri gibi, çocukların kavgalarına
karışıp komşuları ile mahalle kavgaları da yapabilmektedirler. Buna göre, suç işlemede
cinsiyet kadar medeni halin de etkili olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün yayınladığı "Kadın ve Çocuk Hükümlüler
Anketi 1972" çalışmasının sonuçları, Türkiye'de kadın suçluluğunun kesinlikle şehir
suçluluğu olduğunu, araştırma grubundaki 333 mahkûmun 211 'inin şehirde, 122'sinin
köyde oturduğunu ortaya koymaktadır. Aynı çalışmanın sonuçları, kadın suçluluğunun
22-29 ve 30-39 yaşlarda en yüksek seviyeye ulaştığını, kadınların en fazla adam
öldürme ve hırsızlık suçları işlediklerini, %20,7’sinin ilkokul, %0,3’ünün orta okul,
%1,2’sinin de lise mezunu olduğunu ve diğerlerinin sadece okuma yazma bilenlerden
oluştuğunu ortaya koymuştur ( Devlet İstatistik Enstitüsü, 1973:40). Kadınlar, erkeklere
oranla daha fazla kendilerini korumaya yönelik suçlar işlemektedirler. Kısaca söylemek
gerekirse, suçlu kadınların şehirde, orta yaşlarda ve düşük eğitim seviyelerinde daha
fazla suç işlediklerini söyleyebiliriz.
5. YÖNTEM
Saha araştırmamız; Nisan-Mayıs 2010 tarihlerinde Kırıkkale Delice Kadın
Kapalı Cezaevi’nde kalan 24 kadın mahkûmun tümü ile ve Ankara-Sincan Kadın Kapalı
Cezaevi’nde kalan kadın mahkûmlardan tesadüfi yöntemle seçilen 96 kişi ile anket ve
toplamda 42 kadın mahkumla da mülakat teknikleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
5.1. Araştırmanın Amacı
Araştırmanın amacı, cezaevinde bulunan hükümlü veya tutuklu kadınların bazı
demografik özellikleri ile suç olgusu arasında ilişki olup olmadığının araştırılmasıdır.
5.2. Araştırmanın Varsayımları
1. Suç eyleminde bulunan kadınların eğitim seviyesi düşüktür.
2. Kadın mahkûmların gelir seviyeleri düşüktür.
3. Kadınların suç işleme yaşları erkeklere göre daha ilerleyen yaşlardır.
4. Kadınlar, cana karşı kast suçlarını diğer suçlara göre daha fazla oranda
işlemektedirler.
5. Kadınlar, çocuklarının ihtiyaçlarını giderebilmek için hırsızlık, vb. suçları
işleyebilmektedirler.
6. Kadınlar bazı suçları meslek olarak algılamaktadırlar.
5.3. Araştırma Bulguları
Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların yaş ortalaması 34,42’dir. En fazla
yaş grubu ise 26-35 yaş aralığında bulunan kadınların oluşturduğu gruptur. Bu grup,
538
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
örneklemimizin de %29,9’unu oluşturmaktadır. Bu da kadınların erkeklere göre daha
ileri yaşlarda suç işledikleri yöndeki tezi destekler niteliktedir.
Tablo-1. Kadın Mahkûmların Yaş Dağılımı
Sayı
18 yaş altı
18-25 yaş
26-35 yaş
36-45 yaş
46-55 yaş
56 ve üzeri yaş
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
4
29
35
30
13
6
117
3
120
Yüzde
3,3
24,2
29,2
25,0
10,8
5,0
97,5
2,5
100,0
Geçerli
Yüzde
3,4
24,8
29,9
25,6
11,1
5,1
100,0
Toplam
Yüzde
3,4
28,2
58,1
83,8
94,9
100,0
Tabloya genel olarak bakıldığında, 18-45 yaş grubundaki kadın mahkûmların,
araştırma grubunun %80,4’ünü oluşturduğu görülmektedir. Bilindiği gibi, özellikle
ülkemizde kadınlar erkeklere göre daha ileri yaşlarda birey olduklarının farkına
varabiliyorlar. Yaşadıklarını hak etmediklerini düşünen kadınlar, çocuklarının
kendilerine muhtaç olduklarını düşündükleri sürenin sonuna geldikleri kanaatine sahip
olduklarında, hayatlarının yönünü değiştirmelerinin gerekli olduğunu düşündüklerinde,
vb. sebeplerle ertelediklerini ve biriktirdiklerini suç davranışı olarak bir süre sonra
ortaya koyabilmektedirler. Bu da kadınların erkeklere göre daha ileri yaşlarda suç
eylemine karışmasına zemin hazırlayan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tablo-2. Kadın Mahkûmların Doğum Yerleri
Sayı
Köy
İlçe
İl
Büyükşehir
Yurtdışı
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
19
39
26
30
3
117
3
120
Yüzde
15,8
32,5
21,7
25,0
2,5
97,5
2,5
100,0
Geçerli
Yüzde
16,2
33,3
22,2
25,6
2,6
100,0
Toplam
Yüzde
16,2
49,6
71,8
97,4
100,0
Araştırma grubumuzdakilerin doğum yerine baktığımızda, kadın mahkûmların
en fazla ilçe doğumlu oldukları dikkati çekiyor. 39 kişiden oluşan bu grup, araştırma
grubunun %33,3’ünü oluşturmaktadır. Köy ve ilçe gibi küçük yerleşim yerlerinde
doğanların toplamda 58 kişi olduğu ve grubun %55,8’ini oluşturduğu görülüyor. Köy ve
ilçe gibi küçük yerleşim yerlerinde doğan kadınların, daha fazla suç işledikleri ortaya
koyuyor. Bu da bilgisizlikten kaynaklanan sebeplerle kadınların daha fazla suça
karışıyor olma ihtimalini akla getiriyor. Genellikle küçük yerleşim yerlerinden büyük
şehirlere göç edenler, eğitim seviyeleri de düşük ise yeni göç ettikleri şehir hayatına
539
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
uyma noktasında zorluklarla karşılaşabilmektedirler. Hem eğitim seviyeleri düşük hem
de bilmedikleri büyük bir yerleşim yerine göç etmek zorunda kalan, annelik ve
çaresizlik kıskacına sıkışan kadın, istenmeyen ve kendisinden beklenmeyen eylemlerin
içinde kendisini bulabiliyor.
Tablo-3. Kadın Mahkûmların Eğitim Durumu
Sayı
Okur Yazar Değil
Sadece Okur Yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Yüksek Lisans / Doktora
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
Yüzde
25
4
28
21
27
11
1
117
3
120
20,8
3,3
23,3
17,5
22,5
9,2
,8
97,5
2,5
100,0
Geçerli
Yüzde
21,4
3,4
23,9
17,9
23,1
9,4
,9
100,0
Toplam
Yüzde
21,4
24,8
48,7
66,7
89,7
99,1
100,0
Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların eğitim seviyeleri de bu
düşüncemizi destekler mahiyettedir. Araştırma grubumuzdakilerin eğitim durumlarına
bakıldığında en büyük grubu ilkokul mezunlarının oluşturduğu dikkati çekmektedir.
Tabloya genel olarak bakıldığında %23,9’unun ilkokul mezunu olduğu, %21,4’ünün de
okuryazar olmadığı görülmektedir.
12 yıl eğitimin zorunlu hale geldiği düşünüldüğünde, tabloda lise mezunu ve
lise mezuniyeti öncesindeki eğitim seviyelerinde olanların toplamda %89,7’lik önemli
bir grubu oluşturdukları görülmekte. Araştırma grubumuzdakilerin sadece %10,3’lük
bir kısmı temel eğitimden sonra olan yüksekokul, üniversite ve lisansüstü eğitim
seviyelerinde eğitim aldıklarını belirtmişler. Bu da bizim suça karışan kadınların eğitim
seviyelerinin oldukça düşük olduğu yönündeki tezimizi desteklemektedir.
Araştırma grubumuzdakilerin medeni hallerine baktığımızda, en büyük grubu
%40.2 ile evlilerin oluşturduğu görülmektedir. Evli olanların ve evlilik geçirmiş
olanların üzerlerindeki sorumluluğu, özellikle çocukları da olduğunda daha fazla
hissettiklerini ve bu sorumluluk hissinin onları daha fazla suça yönlendirdiği kabul
edilen bir gerçektir. Araştırma grubumuzda da evli olanların oranı oldukça yüksek
çıkmış bulunmaktadır. Parçalanmış aile olarak eşi ölmüş ve eşlerinden ayrılmış olanları
bir grup olarak değerlendirecek olursak, ikinci büyük grubu da %31,7’lik bu grubun
oluşturduğu görülmektedir. Parçalanmış ailelerdeki kadınlarda da sorumluluğun daha
fazla hissedilmesinden kaynaklanan suça yönelme eğilimleri oldukça yüksek
çıkmaktadır.
Evli ve boşanmış olanların çocuk sayılarına bakıldığında en büyük grubu
%28,8 ile bir çocuğu olanlar oluşturmaktadır. Araştırma grubumuzda iki ve üç çocuğu
olanlar da %21,9’luk ikinci önemli grubu oluşturmaktadırlar. Grubumuzda 1, 2 ve 3
çocuğu olanların grup içindeki toplam oranları % 72,6’lık çok önemli bir oran
oluşturmaktadır.
540
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Araştırma grubumuzdaki kadınların meslek dağılımı çok çeşitlilik
göstermektedir. Bu sebeple de belirli mesleklerde yığılmalar görülmemekte, sadece ev
hanımlığı hariç. Bilindiği gibi, Türkiye İstatistik Kurumu son yıllarda ev hanımlığını
meslek olarak kabul etmektedir. Mahkûm kadınlar arasında da 47 kişi ev hanımı
olduğunu söylemiş ve bunların grup içindeki oranı %39,2. Bu veriler, Türkiye genelinde
kadınların ev hanımı olma oranlarının diğer meslek gruplarına göre oldukça fazla
olması durumu ile de paralellik göstermektedir. Ayrıca ev hanımlarını suça iten çok
önemli sebepler de bulunmaktadır. Ev hanımlarının gelirlerinin olmaması, çocuklarının
ihtiyaçlarını karşılamalarının gerekliliğine inanmaları, eşlerinin kendilerine muhtaç ve
zorunlu olduklarını düşünmeleri vb. pek çok faktör onları suça yönlendirebilmektedir.
Sürekli ve gelir getirici bir işte çalışmayan kadınların ailelerinin gelir
seviyelerinin yüksek olmasını beklemek çok da akıllıca olmayacaktır. Ev hanımlığı da
kadının ailesinin içinde aktif olarak çalışması, ancak yapmış olduğu bu işten gelir elde
etmemesi durumudur. Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların ailelerinin ortalama
aylık gelir seviyeleri de kadınların para kazanarak aile gelirlerini arttırmada çok etkili
olmadıklarını göstermektedir. Çünkü kadın mahkûmların ailelerinin gelir seviyelerinin
çok iyi düzeylerde olmadığı görülmektedir.
Tablo-4. Kadın Mahkûmların Ailelerinin Ortalama Aylık Geliri
Sayı
600 TL ve altı
601-1000 TL arası
1001-2000 TL arası
2001-3000 TL arası
3001 TL ve üzeri
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
Yüzde
25
33
16
7
4
85
35
120
20,8
27,5
13,3
5,8
3,3
70,8
29,2
100,0
Geçerli
Yüzde
29,4
38,8
18,8
8,2
4,7
100,0
Toplam
Yüzde
29,4
68,2
87,1
95,3
100,0
Araştırmaya katılan kadın mahkûmların aylık gelirlerinin ortalaması 1313 TL
olup, oldukça düşük olduğu görülmektedir. Ortalama 1000 TL’den düşük geliri
olduğunu söyleyenlerin grup içindeki oranı %68,2 olarak tespit edilmiştir. Bunların
%29,4’ünün 600 ve daha altı seviyede gelirinin olduğuna dikkat edildiğinde, insani
yaşama standardının altında gelirlerinin olduğunu ve yaşamlarını ekonomik güçlükler
içinde sürdürdüklerini söyleyebilmek yanıltıcı olmayacaktır. Bu veriler, düşük gelir
seviyelerindekilerin suça yönelme oranlarının yüksek olduğu yönündeki hipotezi
doğrular niteliktedir.
Kadın mahkûmların şiddet olgusunu nasıl tanımladıklarını anlayabilmek için,
sizce şiddet nedir şeklinde sormuş olduğumuz soruya almış olduğumuz cevaplar son
derece anlamlı. Sizce şiddet nedir? sorusuna araştırma grubumuzdakilerin %34.2’si
cevap vermek istememiş. Muhtemelen şiddeti, canlarını yakan, cezaevine girmelerine
neden olan önemli bir etken olarak değerlendirdikleri için bu soruya cevap vermek
istemediklerini kadın mahkûmlarla yapmış olduğumuz görüşmelere dayanarak
söyleyebiliriz. Görüşmelerimiz sırasında kendilerine şiddet uygulandığını ve bu
541
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şiddetlerin cezaevine girmelerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu ve o günleri tekrar
hatırlamak istemediklerini söyleyenler oldukça fazla sayıdaydı.
Şiddet tanımlamasında ikinci en büyük grubu 22 kişinin, yani araştırma
grubunun %18,3’ünün vermiş olduğu fiziksel şiddet cevabı oluşturmaktadır. Bu grup,
şiddet denildiği zaman akıllarına fiziksel şiddetin geldiğini belirtmiş. Yine
görüşmelerimiz sırasında cezaevine girmeden önce fiziksel şiddete çok fazla
uğradıklarını, dolayısı ile de şiddet olarak fiziksel şiddeti algıladıklarını söyleyenlerin
sayısı önemli miktardaydı. Pek çok insan hala psikolojik, ekonomik, sosyal, vb. şiddet
şekillerini şiddet olarak nitelendirmemektedir. Onların değerlendirmeleri ile sadece
fiziksel şiddet, şiddet olarak algılanmaktadır.
Araştırma grubumuzda bir yıldan daha az süredir cezaevinde kalanlar, grubun
%35,9’unu oluşturmaktadır. Beş yıldan daha az süredir cezaevinde kalanlara
bakıldığında grubun %89,3’lük çok büyük bir kısmını oluşturdukları görülmektedir.
Grubun genelinde 12 ay ile 24 ay arasında cezaevinde kalanların % 27,2 ile en büyük
grubu oluşturdukları dikkati çekmektedir. 10 yıldan daha fazla süredir cezaevinde
kalanların %3,9’luk küçük bir dilimi oluşturdukları görülüyor.
Tabloya genel olarak bakıldığında, kadınların cezaevinde uzun süre kalmayı
gerektiren suçları daha az işlediklerini söyleyebilmek mümkün. Çalışmanın teorik
kısmında kadınların genellikle anneliğin sorumluluğundan dolayı hırsızlık,
dolandırıcılık, vb. suçları daha fazla işlediklerini söylemiştik. Bu suçların cezaları da
çok uzun yıllar cezaevinde kalmayı gerektirmemektedir. Araştırma bulgularımız da
bunu destekler mahiyette çıkmıştır. Yine kadınların eşleri ve metreslerine karşı adam
öldürme ve yaralama suçlarını işlediklerini belirtmiştik. Bu suçları işleyenlerin cezası de
hiç şüphesiz uzun yıllar cezaevinde kalmayı gerektirmektedir.
Kadınların isnat edilen suç türlerine bakıldığında, en büyük oranı cinayet
isnadıyla cezaevinde olanların oluşturduğu görülmektedir. Araştırma grubunun
%16,7’si cinayet isnadıyla cezaevinde kaldığını belirtmiş. Daha önce de söylediğimiz
gibi kadınlar daha fazla cana karşı işlenen suçları işlemektedirler. Çünkü kadınlar
çalışma hayatında çok fazla yer almamakta, ev dışındaki insanlarla çok fazla muhatap
olmamaktadırlar. Bu sebeple de kadınlar diğer suçlularda olduğu gibi daha çok muhatap
oldukları insanlara karşı suç işlemektedirler. Araştırma grubumuzda %4,2 oranında
adam öldürmeye tam teşebbüs ve yaralama suçlarıyla cezaevinde bulunanlar var. Cana
karşı işlenen suçlar olarak değerlendirildiğinde cinayet, adam öldürmeye tam teşebbüs
ve yaralama suçlarından ceza evinde olduğunu söyleyenlerin toplam sayısı 30 ve grup
içindeki oranları da %25,1 olarak tespit edilmiştir.
Kadınların cana karşı işledikleri suçları ani bir kararla yaptıklarını, dolayısı ile
de bu tür suç işleyenlerin daha önceden aynı suçları işleme oranlarının son derece düşük
olduğunu belirtmiştik. Çapraz tabloya genel olarak baktığımızda, hipotezimizin
doğrulandığını görüyoruz. Cinayetten ve adam öldürmeye tam teşebbüsten hüküm
giyenlerin tamamının daha önceden tutuklanmadıklarını veya hüküm giymediklerini
ifade ettiklerini görüyoruz. Sadece adam yaralama suçundan hüküm giyen kadınlardan
birisinin, daha önceden de sabıkası olduğunu ifade ettiği dikkati çekiyor.
Kadınların annelik duygusu ile çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için
sık sık suça karışabildiğini, bu suçların da genellikle hırsızlık, gasp, vb. olduğunu
söylemiştik. Araştırma grubumuzda 37 kadın hırsızlık, gasp ve dolandırıcılık sebebiyle
cezaevinde olduğunu söylemiş ve bunların grup içindeki oranları da %30,9 olarak
542
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bulunmuştur. Kadınlar çocuklarının ihtiyacı olduğunda ve kısa sürede de para bulmaları
gerektiğinde bu tür suçlara yönelebiliyorlar, hatta yaptıklarını suç olarak değil de
meslek olarak ifade edebiliyor ve tekrar tekrar aynı suçları işleyebiliyorlar. Hangi suç
isnadıyla cezaevinde oldukları ve daha önceden de cezaevine girip girmedikleri ile ilgili
çapraz tabloya baktığımızda, uyuşturucu isnat edilenlerin %11,8’i, dolandırıcılık isnat
edilenlerin %12,5’i, gasp isnat edilenlerin %33,3’ü, hırsızlık isnat edilenlerin de
%47,1’i, daha önceden de ceza evine girdiklerini beyan ettikleri dikkati çekiyor.
Mahkûm kadınların %10,8’i kendilerine isnat edilen suçu söylemek istememiş.
Görüşmelerimiz sırasında kadınların işledikleri suçları söylemek konusunda son derece
çekingen olduklarını, ancak birkaç kez sorduktan sonra zorlanarak isnat edilen suçlarını
söyleyebildiklerine şahit olduk. Kadın mahkûmlar, görüşmelerimiz sırasında özellikle
işlemiş oldukları suçları çocuklarının duymasını istemediklerini, çocuklarının
kendilerini suçlu olarak hatırlamaması için çaba gösterdiklerini, hatta bazıları
çocuklarının ziyarete gelmesini bile istemediklerini, ceza evinde olduğunu bilmelerini
istemedikleri için çocuklarına başka bir yere gittiğini söylettiğini ifade ettiler. Yine
görüşmelerimiz sırasında, işlemiş oldukları suçlar sebebiyle çocuklarının toplum
tarafından dışlanmaması, etiketlenmemesi, çocuklarının gelecekte suçlu bir annenin
çocuğu olarak değerlendirilerek özellikle evlilik hayatlarının olumsuz etkilenmemesi
için suçlarının gizli kalmasını istediklerini belirttiler.
Tablo-5. Kadın Mahkûmlar Daha Önceden Herhangi Bir Suç İsnat
Edilerek Tutuklandı mı veya Hüküm Giydi mi?
Sayı
Hayır
Evet
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
92
21
113
7
120
Yüzde
76,7
17,5
94,2
5,8
100,0
Geçerli
Yüzde
81,4
18,6
100,0
Toplam
Yüzde
81,4
100,0
Kadın mahkûmların daha önceden bir suç isnat edilerek tutuklandıkları veya
hüküm giyip giymedikleri yönündeki sorumuza vermiş oldukları cevaplara
baktığımızda, bu soruya yanıt verenlerin %18,6’sının cevabının evet, %81,4’ünün
cevabının da hayır olduğunu gördük. Görüşmelerimiz sırasında kadınlar, genellikle
istemeden ve plansız bir şekilde suç işlediklerini söylediler. Ancak bazı kadın
mahkûmlar, özellikle de hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, fuhuş, vb. suçlardan cezaevinde
olanlarla yapmış olduğumuz görüşmelerimiz sırasında, yaptıklarını meslek olarak
değerlendirdiklerini, meslekleri ile ilgili soruya hırsızlık veya yankesicilik gibi cevaplar
verdiklerine şahit olduk.
Suç türlerini meslek olarak değerlendirenler, genellikle bu mesleği aile olarak
yaptıklarını, bu sebeple de sık sık cezaevine geldiklerini ifade ettiler. Hatta bu tür
cevapları verenler, aynı anda aynı cezaevinde ailelerinden birkaç kişinin olduğunu, bu
sebeple de ceza evinde kalırken fazla zorluk ve yalnızlık çekmediklerini ifade ettiler.
Hatta görüşmecilerimizden birisi, aynı anda cezaevinde bulunan bütün aile fertlerini bir
arada toplamadıkları için cezaevi yöneticilerinden şikâyetçi olduklarını dile getirdi. Bu
grup, isnat edilen suçlarını meslek olarak değerlendirdikleri için, cezaevine girmeyi de
543
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
mesleklerinin bir parçası olarak değerlendirmekte ve gerektiğinde cezaevine girmekten
imtina etmediklerini dile getirdiler.
Tablo-6. Kadın Mahkûmların Birinci Derece Akrabalarından Daha
Önceden Cezaevine Giren Var mı?
Sayı
Hayır
Evet
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
72
43
115
5
120
Yüzde
60,0
35,8
95,8
4,2
100,0
Geçerli
Yüzde
62,6
37,4
100,0
Toplam
Yüzde
62,6
100,0
Birinci dereceden akrabalarından daha önce cezaevine giren olup olmadığı ile
ilgili soruya kadın mahkûmların %37,4’ü evet cevabı vermiş. Yukarıda bahsetmiş
olduğumuz sebeplerle, toplumun suç olarak değerlendirdiğini meslek, hatta aile mesleği
olarak değerlendirdikleri için, bu tür suçları işledikleri için ceza evinde olanların,
ailelerinde daha önce suç işleyenlerin olduğunu söyleyenlerin sayısı oldukça fazla.
Uyuşturucu suçundan cezaevine girdiğini söyleyenlerin %50’sinin, gasptan
cezaevine girdiğini söyleyenlerin %41,7’sinin, hırsızlıktan ceza evine girdiğini
söyleyenlerin de %58,8’inin, ailelerinde daha önceden herhangi bir suçtan dolayı
cezaevine girenlerin bulunduğunu belirtmeleri de bu tür suçları işleyenlerin işledikleri
suçları ailelerindeki diğer bireylerle birlikte işlediklerini ve yaptıklarını meslek olarak
algıladıklarını, cezaevine girmeyi de mesleklerinin bir gereği olarak algıladıkları
yönündeki görüşmelerden elde etmiş olduğumuz verileri de desteklemektedir.
Tablo-7. Kadın Mahkûmların Aileleri veya Yakın Çevreleri
Tarafından Şiddete Maruz Kalıp Kalmadığı
Sayı
Hayır
Evet
Ara toplam
Cevapsız
Toplam
69
46
115
5
120
Yüzde
57,5
38,3
95,8
4,2
100,0
Geçerli
Yüzde
60,0
40,0
100,0
Toplam
Yüzde
60,0
100,0
Kadın mahkûmlara aileniz veya yakın çevreniz tarafından şiddete maruz
kaldınız mı şeklindeki sormuş olduğumuz soruya %40’ı evet cevabını vermiş. Suçun ve
şiddetin öğrenilmiş bir davranış olduğu kabul edilen bir teoridir. Buna göre şiddeti
uygulayanların, şiddet de uyguladığı yönündeki tezi araştırma bulgularımızın da
desteklediğini söylemek mümkündür.
SONUÇ
Kadın suçluluğunda çok sayıda faktör etkili olmasına rağmen ekonomik,
sosyal, siyasal faktörlerin etkisinin daha fazla olduğu kabul edilmektedir. Kadınların
ekonomik hayatın içinde daha fazla yer almaya başlaması ile birlikte, kadınların suça
544
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
karışma oranları arasında paralelliğin olduğu bilinmektedir. Ancak kadın
suçluluğundaki artışları birkaç faktörle açıklamanın mümkün olmadığını bilmek gerekir
(Akpolat, 201:21). O halde Türkiye’deki kadın suçluluğunu da sadece medeni hal,
eğitim, meslek, yerleşim yeri, vb. faktörlerle açıklamak mümkün değildir.
Türkiye’deki kadın suçluluğu da kadının yaşama standardının değişmesine
bağlı olarak hızlı bir ivme kazanmıştır. Kadının kamusal alanda edinmiş olduğu
konumu, ailesi ve yakın çevresi ile ilişkileri, ruh sağlığı, vb. pek çok faktör, kadının
demografik özellikleri ve kişiliği ile farklılık ortaya koymuş, bu da suç oranlarına
yansımıştır (Yücel, 1973:80). Türk sosyo-kültür yapısında kadın suç oranları, her zaman
erkek suç oranlarının gerisinde kalmıştır. Ancak az da olsa her dönemde kadın
suçluluğu görülmüştür. İşlenen suç türleri ve sebepleri arasında farklılıklar olsa da
kadınları suça yönelten ortak etkenlerin olduğu bilinmektedir.
Kadının eğitim seviyesinin düşüklüğü, yoksulluğu, geleneksel rolleri ile
yaşadığı dünyanın arasında sıkışıp kalmışlığı, kendisinden beklenenler ile
yapabileceklerinin paralellik gösterememesi, vb. pek çok faktör kadını suç işlemeye
istemeden de olsa mahkûm edebilmektedir. Ankara Sincan ve Kırıkkale Delice
Cezaevinde yapmış olduğumuz araştırma sonuçlarımız da bu varsayımları destekler
mahiyettedir.
Türk toplumu kadına eş, özellikle de anne olmasından dolayı özel bir statü ve
önem atfetmiştir. Bundan dolayı da kadın erkeğe göre daha fazla korunan kollanan
konumundadır. Ancak her zaman şartlar istendiği yönde gelişmeyebiliyor ve
istenmeyen olaylar yaşanabiliyor. Gönül, kadınların her birinin, Türk toplumunun
kendilerine atfettiği kutsiyete uygun hayat sürmesini istiyor. Eğer araştırma bulguları,
yetkililer tarafından gereken önem verilerek değerlendirilecek olursa, oluşturulacak
eğitim, ekonomik, sosyal, siyasal vb. politikalarla kadınlar cezaevinde değil, evlerindeki
ve toplumdaki önemli görevlerinin başında ve önemli fonksiyonların ifasında
olacaklardır kanaatindeyiz.
KAYNAKLAR
AKPOLAT, Yıldız (2010), Suça Yönelik Kadınlar. Erzurum: Atatürk
Üniversitesi Yayınları.
BALCIOĞLU, İbrahim (2011), Şiddet ve Toplum. İstanbul: Bilge Yayınları.
DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ (1973), Kadın ve Çocuk Hükümlüler,
Sosyo-Ekonomik ve Psiko-Sosyal Nitelik ve Hüküm Nedenleri Araştırması. Ankara:
Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları.
DOLU, O, Ş. Uludağ, C, Doğutaş (2010), “Suç Korkusu: Nedenleri, Sonuçları
ve Güvenlik Politikaları İlişkisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi.
Cilt:65, Ocak_Mart 2010, Ayrı Basım, s. 57-81.
DÖNMEZER, Sulhi ve Sahir Erman (1981), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku.
Cilt:2, İstanbul: Filiz Kitabevi.
DÖNMEZER, Sulhi (1984), Kriminoloji. İstanbul: Filiz Kitapevi
DUYAN, Gülsüm Çamur (2011), Kadın Yoksulluğu. Ankara: Sosyal Hizmet
Uzmanları Derneği Yayınları.
545
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
EREM; Faruk (1984), Türk Ceza Hukuku; Hümanist Doktrin Açısından Genel
Hükümler. 1.Cilt, Ankara: Seçkin Kitabevi.
İÇLİ, Tülin (2007), Kriminoloji. Ankara: Seçkin Yayınları.
İÇLİ, Tülin (1983), Türkiye'de İntiharların Bölgesel Dağılımı. Ankara:
Hacettepe Üniversitesi.
KAZGAN, Gülten (1982), "Türk
Ekonomisinde
Kadınların
İşgücüne
Katılması, Mesleki Dağılımı, Eğitim Düzeyi ve Sosyo-Ekonomik Statüsü", içinde N.
Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın. Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği
Yayını.
NİRUN, Nihat (1972), Sosyal Sistemlerde Sapmalar. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi.
ÖĞÜN, Aslıhan (1988), “Sosyal Değişme Süreci İçinde Kadın Suçluluğu”
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Cilt:5, Sayı:2.
ÖZBAY, Ferhunde (1982), "Türkiye’de Kırsal, Kentsel Kesimde Eğitimin
Kadınlar Üzerindeki Etkisi", ", içinde N. Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın.
Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını.
SENCER, Yakut (1979), Türkiye'de Kentleşme. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları No. 345
TÜRKİYE ÇEVRE SORUNLARI VAKFI (1985), Türk Kadını’nın Hukukî
Statüsü ve Nüfus Planlaması, Türkiye'de Nüfus Planlaması- Kadın ve Hukuk. Ankara:
Türkiye Çevre Vakfı Yayını.
UNAT ABADAN, Nermin (1982), "Toplumsal Değişme ve Türk Kadını".
içinde N. Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın. Ankara: Türk Sosyal Bilimler
Derneği Yayını.
YÜCEL, Mustafa, (1973), Suç ve Ceza Anatomisi. Ankara: Yarı Açık Cezaevi
Yayınları.
546
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
RİSK ALTINDAKİ ÇOCUKLARIN AİLE YAPILARI VE SUÇA
YÖNELİMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ (MERSİN İLİ ÖRNEĞİ)
Yrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR1
Özet
Bu çalışmanın amacı, Mersin İlinde risk altında olan, sokakta yaşayan ve çalışan
çocukların suç ve suçlulukla ilgili durumlarının aile yapıları ile ilişkilerinin incelenmesi
ve risk altında oldukları bilinen ve sokakta yaşayan/ çalışan çocuklarda görülen şiddet
eğilimlerinin nedenleri üzerine dikkat çekmeye çalışmaktır.
Mersin İli özellikle son otuz yıllık bir süre içerisinde yoğun olarak göçe maruz
kalmış, bunun sonucu olarak ekonomik, kültürel, sosyal problemlerin yaşanması
kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu durumdan en fazla etkilenen toplumsal kurum "aile"dir.
Hızlı yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümler ailelerin yaşam koşullarını da
etkilemektedir. Ailelerin yanı sıra özellikle çocuklar bu durumdan kaçınılmaz olarak
etkilenmektedir.
Araştırma Mersin ilinde göçle kurulmuş mahallelerde yaşayan/ okuyan ve
genellikle sokakta çalışan 510 çocuk üzerinde yüz yüze görüşme ile anket
uygulanmıştır. Sonuçlar SPSS 11.5 programı ile analiz edilmiştir.
Risk altındaki çocukların sağlıklı bir aile yapısı içerisinde büyüme ve kendilerini
gerçekleştirme gibi temel çocuk haklarından yoksun kalmalarının yaratacağı toplumsal
travmaları önleyecek olanda yine ailenin kendisidir. Mersin’in bu sorunu yaşayan bir il
olması nedeniyle yapılan araştırmanın sonuçlarının sorunun çözümüne yapacağı katkı
yadsınamaz.
Anahtar Sözcükler: Suç, Çocuk suçluluğu, Sokak çocukları.
JUVENILE DELINQUENCY AS UNIVERSAL PROBLEM AND
CHILDREN WORKING AND LIVING OUTDOORS
Abstract
The purpose of this study is to define the children who work and/or live in the
street sand to emphasize that they form a risky group in society. There is a meaning
full relationship between their standards of life and crime rate. The literature about
crime and children states various reasons for children to commit a crime. The reasons
of why children live and/or work in the street are also valid for why they commit
crimes. The research about the children under the risk explains the reasons for living
and/or working in the street are economic, social and cultural basis. They also state
‘the family’ as another reason. Criminal literature supports these explanations. This
research studies the relationship between the tendency of street children to commit a
crime and their social environment and it includes the analysis of questionnaires and
inter views with 510 children who live and work in the streets of Mersin.
Keywords : Crime, Child Criminality, Children Living /Working in The
Streets.
1
Yrd.Doç.Dr., Mersin Üniversitesi, [email protected]
547
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Giriş
Bütün toplumlar işleyişleri sağlayıp devamlılıklarını sürdüren bir takım
kurallarla üyelerinin davranışlarını yönlendirmeye çalışırlar. Bu kurallar özellikle
ikincil ilişkilerin hâkim olduğu toplumlarda genellikle yazılı kurallar, birincil
ilişkilerin hâkim olduğu küçük kır toplumlarında da yazısız kurallar yani örf, adet,
gelenek ve görenekler olarak kendisini hissettirir. Bütün bu kurallar toplumun
düzenini sağlamak ve korumak amacından ortaya çıkmıştır. Bu amacın gerçekleşmesi
de belirlenen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesiyle sağlanır. Hukuk kuralları
ne kadar titiz hazırlanırsa hazırlansın, gerçek, sapmış davranışın ya da sapkın
davranışın dün olduğu gibi gelecekte de var olacağıdır. Emile Durkhiem’ın çalışmaları
çağdaş sapma/ sapkınlık analizlerinde en verimli başlangıç noktası sayılmaktadır:
“Anomi (en belirgin bir şekilde hızlı toplumsal değişim zamanlarında gözlemlenen
normsuzluk ve çöküntü halidir) ve sapma/sapkınlığın işlevlerine ilişkin
değerlendirmeleri önem taşımaktadır. Anomi kavramı, bir toplumsal yapı ya da
toplumsal düzen içerisindeki bir gerilimi, bir çöküşü gösterir. Bir kişilik tipi olarak
sapkınlığı odak noktasından çıkarıp, dikkatleri belli türde toplumsal yapıların bir
özelliği olduğu önermesine çekmiştir” (Gordon,1998).Durkhiem Sosyolojik Yöntemin
Kuralları’nda, “suçun normal olduğu, çünkü suçtan arınmış bir toplumun kesinlikle
düşünülemeyeceğini” (2003) ifade eder. Sapkınlık bir toplumun var olma koşulları ile
bağıntılıdır. Sapkınlığın olmaması bir anormallik ya da kendi içinde patolojik bir
şeydir ve her toplum sapkınlığa ihtiyaç duyar. Anomi ya da sapmanın, “suç”
kavramının anlaşılmasında bir işleve sahip olduğunu ve kavramın hem hukuksal hem
psikolojik hem de sosyolojik boyutlarının birbirini tamamlayan/ ayırt eden
yaklaşımları içerdiğini belirtmek gereklidir.
Suç, kişisel alanı aşıp kamusal alana giren ve yasak olan kural ya da yasaları çiğneyen,
buna bağlı olarak meşru cezaların uygulandığı ve kamusal otoritenin (devlet ya da
yerel kuruluşun)müdahalesini gerektiren fiillerdir (Gordon, 1998). İçli de, Kriminoloji
adlı çalışmasında suçu şu şekilde tanımlamaktadır: “Topluma zarar verdiği ya da
toplum için tehlikeli olduğu yasa koyucu tarafından kabul edilen ve belirtilen eylem,
davranış ve hareketlerdir” (1999).
Genel olarak suç kavramının insanlar topluluklar halinde yaşamaya başladıkları andan
günümüze kadar var olduğu ve ilerde de var olacağı kabul edilir. “Toplumlar suçlu
davranışı ve suçlu davranışın nedenlerini tarihsel süreç içerisinde içinde ulaşmış
bulundukları sosyal, politik ve ekonomik gelişim düzeylerine göre farklı
yorumlamışlardır” (Ulugtekin,1985).
Çocuk, doğduğu anda ne ‘iyi’ nede ‘kötü’ bir varlık olup yetişkinler gibi çevresiyle
etkileşim halinde olan ve her an gelişen bir varlıktır. Onun iyi ya da kötü olmasını
belirleyen yaşantılarıdır. Aile, çevre, ekonomik yapı, eğitim bu yaşantıların
belirleyicilerini oluşturur. Çocuğun ‘suç’ ile tanışması toplumsal bir sorundur. Yani
‘çocuk suçluluğu’ kavramının kökeni hukuksal olmaktan çok sosyolojik ve
psikolojiktir. Işıktaç (1999) “çocuğun suç işlemesinin ya da suça yönelmesinin
nedenleri:
*Çocuğun yapısal özellikleri, yetenekleri ile ilgili etmenler,
*Çocuğun gelişimini etkileyen çevresel etkenler, özellikle içinde yetişip büyüdüğü aile
ve sosyo-kültürel çevre,
*Kendisinin ve ailesinin yaşam koşulları” olarak belirlemektedir.
548
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu etkenlerin birbirlerinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe olduğu gerçektir. Suç bu
etkenlerin olumsuz etkisinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun içine
doğduğu ve birey olduğu aile yapısının tipi, ailenin ekonomik gücü, çevresinde
oluşturulan denetim mekanizmaları, çocuğun kendi sosyal çevresinin/ grubun değer
yargıları, normları suça ortam hazırlayan etkenlerdir. Çocuk suçluluğunun nedenlerini;
kişi ve kişiliğe bağlı, çocuğun zekâ seviyesi, ailenin yapısı, okul, akran grubu, çalışma
koşulları gibi nedenlerle açıklamak da olasıdır.
Yavuzer, “çocuk suçluluğu diğer suçlardan farklı olmasa bile çocuğun yaşının
ilerlemesi nedeniyle toplum için ciddi sorunları da içinde barındırmasından dolayı
kaygı verici” (1981) olarak değerlendirir. Bugün Türk hukuk sistemine göre suçlu
çocuk, yürürlükteki ceza yasaları göz önüne alındığında 18 yaşını doldurmamış ancak
suç sayılan bir davranışı gerçekleştirmiş kişidir. 11 yaşını doldurmamış olan çocuklar
suç işleseler bile cezai ehliyeti olmadığından cezalandırılamazlar. Sokakta yaşayan ve
çalışan çocukların ‘suç’ ile ilişkileri bakımından ele alındıkları bu çalışmanın temel
sayıltısı, “sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç işleme eğilimleri, içinde
bulundukları yaşam koşulları ve sokağa düşme nedenleriyle paralellik taşır” şeklinde
ifade edilebilir.
Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar olgusu, dünya gündeminin en üst
sıralarında yer alan ve öncelikli çözüm bekleyen ekonomik ve toplumsal bir sorundur.
Bugün dünyada 200 milyon kadar çocuk yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden ve
temel haklardan yoksun bir şekilde sokaklarda bulunmaktadır. Sokakta yaşayan ve
çalışan çocuklar sorununu, sadece ülke merkezli göç, işsizlik vb. nedenlerle
açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Çünkü ülke sorunlarını, günümüz dünya
sorunlarından soyutlayarak açıklamak çözüm üretmek için üretilen çalışmaları
zorlamaktadır. “Toplumsal ya da bireysel bir sorunun ne’liğine ilişkin tüm sorulara
verilen yanıt oranı, o sorunun çözümü ile ilgili elde edilecek ipuçlarının tespiti ile
paralellik gösterir” (2007). Bu bağlamda multidisipliner bir sorun olan sokakta
yaşayan ve çalışan çocuklar sorunu ülke ve dünya sorunlarından soyutlanarak ele
alınamaz. Literatürdeki tanım ve sınıflamalar göz önüne getirildiğinde, 'sokak
çocukları' kavramının 'şemsiye sözcük' işlevi üstlendiği söylenebilir. Bu şemsiye
altında (sokakta çalışan, sokakta yaşayan, suça karışan, dilenen ve başıboş dolaşan
çocuklar gibi) çok çeşitli çocuk grupları yer almaktadır. UNICEF sokak çocuklarını
zamanlarının büyük bir bölümünü sokakta geçiren, herhangi bir korumadan ve
yetişkinlerin doğrudan desteğinden yoksun çocuklar olarak tanımlamaktadır. Çocuk ile
ailesi arasındaki bağı ölçüt alan sınıflama üç gruptan oluşmaktadır. Buna göre,
gündüzleri sokakta çalışıp geceleri evlerine dönen çocuklar, “sokaktaki çocuklar”
(children on the street) olarak; aile bağları düzensiz ya da yetersiz olanlar, “sokak
çocuğu olmaya adaylar” (children in the street) olarak; sorumlu yetişkinlerin
korumasından ve yol göstericiliğinden yoksun olan, yaşamları ve yaşam kaynakları
açısından sokağı mesken haline getirmiş olanlar da “sokak çocukları” (children of th
street) olarak sınıflandırılmaktadır (UNICEF, 1998).
“Sokak Çocuğu” gibi geniş anlamda çoğu zaman da yanlış kullanılan bir
kavramı tek başına birkategori olarak adlandırmakta araştırmacılar güçlük
çekmekteler. UNİCEF sokak çocukları kavramını çocukların aileleriyle olan
ilişkilerinin düzeyine göre üç kategoride tanımlamaktadır.
Grup 1: Aileleriyle sürekli ilişkisi olan çocuklar “sokakta çalışan çocuklardır”.
Günlerini sokakta çalışarak geçirseler de ailelerinin koruması ve denetimi altındaki
çocuklardır.
549
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Grup 2: Aileleriyle zaman zaman ilişki kuran “sokaktaki çocuklardır”. Bu
çocukların aile bağları zayıflasa da tümüyle kopmamıştır. Kendilerini halen ana-baba
kardeşleriyle özdeşleştirmektedirler. Gününü sokakta bir şeyler satarak ya da
dolaşarak geçiren, geceleri çoğu zaman evlerinde geçiren çocuklardır.
Grup 3:Aileleriyle hiç ilişkisi olmayan “sokakların (sokağın) çocuklarıdırlar.”
Genelde toplumun en yoksul kesiminin ve parçalanmış ailelerin çocuklardır.
Ailelerinden ya zorla ya da kendi istekleriyle ayrılan bu çocuklar günün 24 saatini
sokakta geçiren “sokağın çocukları”dır. (Sokakta Yaşayan Çocuklar). Ülkemizde son
yıllarda sayıları hızla artan “sokağın çocukları”, evinden atılan, kaçan, ailesi olmayan
veya ailesi tarafından tamamıyla başıboş bırakılan çocuklardan oluşmaktadır.
Sokakta marjinal işlerde çalışan\çalıştırılan çocuklarla “sokağın çocukları” arasında
çok ince bir çizgi vardır ve sokağın acımasız zor koşullarında çalışan çocuklar, hızla
“sokağın çocukları ”olabilmektedir.
Avrupa Konseyi Sokak Çocukları Çalışma Grubu da; 18 yaşının altında
bulunan kısa ya da uzun süreli sokak ortamında yaşayan çocukları “sokakta yaşayan
çocuk” olarak tanımlamaktadır.
Buradaki tanımlamalar sonucunda sokakta çalıştırılan/yaşayan çocukların
toplumda kimsesiz çocuklar-korunmaya muhtaç çocuklar olarak bilinen grupla birebir
aynı olmadığı anlaşılmalıdır. Çünkü sokakta çalıştırılan/yaşayan çocukların
çoğunluğunun ailesi (anne-babası, annesi veya babası)bulunmaktadır. Bununla birlikte
çocuk suçluluğuna konu olan sokakta yaşayan ve çalışan çocukları suç ile olan
ilişkilerini betimlemek açısından kendi içinde şu şekilde sınıflandırabiliriz:
Suça İtilen Çocuklar veya Yasayla İhtilafa Düşen Çocuklar diyebileceğimiz
çocuklar gerek sokakta yaşamaları gerekse de sokakta çalışmaları nedeniyle suça
maruz kalabilmekte ve suç eğilimi geliştirebilmektedirler. Bu çocuklar, bir kısım
şahıslar, çete ve gruplar tarafından kapkaç ve gasp gibi işlerde de kullanılabilmektedir.
Uçucu ve Uyuşturucu Madde Kullanan Çocuklar: Sokakta yaşayan/çalışan
çocukların bir bölümü ve ailesiyle kalan bazı çocuklar aile içi şiddet, ihmal, istismar
ve ilgisizlik sebebiyle uğradıkları travma sonucu uçucu ve uyuşturucu madde
kullanmaktadırlar. Bu çocuklar madde kullanarak korkularını, üşüme hislerini,
açlıklarını ve sevgisizliklerini bastırmaya çalışmaktadırlar.
Çocuk Pornosu ve Fuhuş’a Bulaşan Çocuklar: Sokakta çalışan/yaşayan
özellikle kız çocuklarının önemli bir kısmı zamanla fuhuş’a bulaşabilmekte ayrıca
sokakta çalışan/yaşayan çocuklar çocuk pornosunda da kullanılabilmektedirler.
Dilenen Çocuklar: Bu grupta hem sokakta yaşayan hem de sokakta çalıştırılan
çocuklar bulunabilmektedir. Daha çok aileleri ya da bir başkaları adına yalnız veya
grup olarak organize şekilde dilenen çocuklardır.
Sokak Çeteleri: Genellikle 15 yaş üstü çocuklardan oluşan ve organize şekilde
sokakta bulunan bir gruptur. Bir kısmı geçici olarak ailelerinden uzaklaşmış bir kısmı
ise ailesiyle yaşamaktadır. “Agresiftirler, zaman zaman organize suç grupları
tarafından kullanılabilmektedirler” (Bilgili, 1996).
Başıboş Çocuklar: Günübirlik ya da saatlik olarak genellikle ailelerinden
habersiz evden ya da okuldan kaçan ve amaçsız bir şekilde sokaklarda dolaşan
çocuklardır. Bu durum “çocukların sokak serüvenlerinin başlangıcı olabilmekte ve
sokak çetelerinden etkilenmelerine olanak sağlayabilmektedir”(Bilgin, 2000).
Sokak çocukları kavramı içerisinde değerlendirilen çocuklar yoğun bir
hareketlilik gösterirler, durağan değildirler. Buna göre yukarıda sayılan çocuk grupları
arasında ince çizgiler söz konusudur. Dolayısıyla çocuklar açısından her an için bir
550
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gruptan diğerine geçiş söz konusu olabilmektedir. Bu durum söz konusu çocukların
tanımlanmaları yanında sayısal betimleme açısından da zorluk yaratmakla birlikte,
yapılacak çalışmalarda konunun bir bütünlük içinde ele alınması ve tüm grupların göz
önünde bulundurulmasını gerektirmektedir.
Bu betimlemeler sokakta yaşayan ve çalışan çocukların ‘suç’ kavramı ile plan
ilişkilerinin irdelenmesinde aydınlatıcı olacaktır.
Sokakta çalışan/ çalıştırılan ve sokakta yaşayan çocuklar sorunu yalnızca çok sayıda
çocuğun yasa dışı çalışması, toplumsal yapının ve toplumsal kurumların dışında
kalmaları nedeniyle değil, yaptıkları işlerin çeşidi ve sokakta bulunma koşullarının
çoğu zaman ihmal, istismar ve sömürüye dayalı olması nedeniyle çok boyutlu
değerlendirilmesi gereken karmaşık bir sorundur. Çocukların neden sokaklarda
çalıştığı/ çalıştırıldığı ya da sokakta yaşamaya mecbur kaldıklarının kavranması ise bu
olguyu destekleyen ya da oluşturan ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel nedenlerin
ortaya konulmasıyla mümkündür.
Türkiye’de de sokakta çalışan/ çalıştırılan ve yaşayan çocukların büyük
kentlerin önemli bir sorunu olarak kabul edilmesi, büyük oranda 1990’lı yıllarda
başlayan güvenlik nedeniyle olan göç süreci sonrası çocuk sayısının hem artması hem
de kişisel gelişimlerini engelleyecek türde iş çeşitlerinin ortaya çıkması ile birlikte
gerçekleşmiştir. Gerek sokakta çalışan/ çalıştırılan, gerek sokakları mekân edinerek
günlük yaşamlarını sokağın kendilerine sunduğu kadarıyla yaşayan çocuklar, bizlerin
hala merhamet ya da kızgınlıklarımızla tanımlamaya, anlamaya çalıştığımız ama hep
bizim dışımızda, “ötekileştirdiğimiz”dir (Karatay, 1999).
Mersin ili de ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik yapısına uygun olarak söz
konusu sorundan üstüne düşeni fazlasıyla almış ve yaşamaktadır. Mersin, suç
istatistikleri bağlamında çocuk suçluluğunun önde gelen illerindendir, bunun en
önemli nedeni, 1980’li yıllardan itibaren başlayan göçtür. Yoğun olarak yaşanan göç,
işsizlik, ekonomik yoksunluk-yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik göç edilen
yerlerde de ortadan kalkan sorunlar değildir. Aksine daha da derinleşerek
yaşanmaktadır. Bu durumdan en çok etkilenen grup ise çocuklardır. Çocukların yeni
yaşam tarzına uyum sürecinde yaşadıkları kültürel çöküntü, ‘suç’ olgusunu daha da
dikkatle incelenmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkarmaktadır. Sokakta
yaşayan ve çalışan çocukların bu şartlar altında suç ile tanışmaları ve suç işlemeleri,
sokağın sağladığı sınırsız ve sorumsuz özgürlük ile daha da kolaylaşacaktır.
Yöntem
Dünya’da 15 yaşından küçük yaklaşık 500 milyona kadar çocuk çalışmakta ya
da çalıştırılmaktadır. Çalışan çocukların %98’i de üçüncü dünya ülkelerindedir. 10–14
yaş arasındaki çocukların %11’de üretimde yer almaktadır. DİE (1999) verilerine göre
ise (1999); Türkiye’de 6–17 yaşları arasındaki 16 milyon 88 bin çocuktan, 1 milyon
635 bini (%10,2) ailelerinin geçimini sağlamak ya da buna katkıda bulunmak için
çalışmakta veya çalıştırılmaktadır. Ancak bunların informel sektörlerde çalıştığı
dikkate alındığında, çalışan çocuk sayısının resmi istatistiklere tam olarak yansımadığı
söylenebilir. Üstelik yasal düzenlemeler tamamen çalışma ilişkileri içerisindeki
çocukları tanımlamaktadır. Sokakta çalışan/ çalıştırılan çocukları kapsayıcı herhangi
bir düzenleme zaten söz konusu değildir.
UNICEF’in sokakta bulunan çocukları, aileyle ilişki ve sokağı kullanım
temelinde tanımlayarak, tümünü “sokak çocukları” üst başlığı altında değerlendirdiği;
oysa sokakta çalışan çocuk gruplarıyla sokakta yaşayan çocuk gruplarının, sokakta
551
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bulunma nedenleri, bulunma süreleri, yaşam tarzları, diğer insanlarla kurdukları
ilişkilerin son derece farklı olduğu bilinmektedir14.
Bu araştırmada kavram karmaşasına düşmeden sokakta çalışan, çalıştırılan ve
yaşayan çocukların sınırlayıcı bir tanımı yerine, çalışma nedenleri, aileleri ile ilişkileri,
sokakta bulunma süreleri, yaşam tarzları gibi nitel özellikleri ortaya konularak
betimlenmeye çalışılmış ve suç kavramı ile ilişkileri irdelenmiştir.
Aile bilgileri, göç, çalışan çocuğa ait bilgiler, yaptıkları işin türü, suç, madde
bağımlılığı ve geleceklerine ilişkin beklentileri konu başlıkları altında yer alan 97
maddeden oluşan anket, yüz yüze görüşülerek uygulanmıştır. Yaklaşık 50 çocuk
üzerinde ön deneme uygulaması yapılan ankette, anlaşılamayan maddelerde düzeltme
yapılmıştır. Daha sonra anket 517 bireye uygulanmıştır. Çalışılan grubun özelliğinden
kaynaklı olarak herhangi bir seçkisiz örnekleme yoluna başvurulmamıştır. Örneklem
ulaşılabilen ve gönüllü olarak katılmak isteyen bireylerden oluşmaktadır. Ancak
Mersin’de çocukların yoğun olarak çalıştığı bölgelerde yer alan bireyler örneklemde
olabildiğince temsil edilmeye çalışılmıştır.
Araştırma Bulguları
Tablo: 1 Cinsiyet
Frekans
Erkek
494
Kız
16
Toplam
510
Yüzde
96,9
3,1
100,0
Araştırmaya konu olan sokakta çalışan – çalıştırılan çocukların %96,9’u erkek,
%3,1’inikızlar oluşturmaktadır.
Tablo 2: Yaş Dağılımı
Yaş
Sıklık Yüzde
6,00
4
,8
7,00
2
,4
8,00
7
1,4
9,00
10
2,0
10,00
24
4,7
11,00
43
8,4
12,00
71
13,9
13,00
102
20,0
14,00
101
19,8
15,00
70
13,7
16,00
41
8,0
17,00
21
4,1
18,00
10
2,0
Cevapsız
4
,8
Toplam
510
100,0
GeçerliYüzde
,8
,4
1,4
2,0
4,7
8,5
14,0
20,2
20,0
13,8
8,1
4,2,
2,0
BirikimliYüzde
,8
1,2
2,6
4,5
9,3
17,8
31,8
52,0
71,9
85,8
93,9
98,0
100,00
Tablo 2’de çalışılan grubun yaşlarına ilişkin frekans dağılımı verilmiştir. Bu dağılımda
yaş ranjının 6 ile 18 arasında yer aldığı, yaş ortalamasının 13,3 olduğu görülmektedir.
En çok tekrar eden yaşın ise 13–14 olduğu görülmektedir. Standart sapma değeri olan
552
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2.16 ile beraber değerlendirildiğinde normal bir dağılımın söz konusu olduğu
söylenebilir. Sokakta çalışan- çalıştırılan çocukların yaş dağılımına bakıldığında, %71,9
gibi yüksek bir oranın zorunlu eğitim çağında olduğu görülmektedir.
Tablo 3: Mersin’e “göç” ederek gelinip gelinmediği
Sıklık
Yüzde
Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde
Evet
427
83,7
84,6
84,6
Hayır
78
15,3
15,4
100,0
Toplam
505
99,0
100,0
Cevapsız
5
1,0
Toplam
510
100,0
Tablo 3incelendiğinde, grubun %84,6’sının Mersin’e herhangi bir şehirden göç ettiği,
%15,4’ünün ise Mersin’e göçe gelmediği görülmektedir
Tablo 4: Babanın Sağ Olup/Olmama Durumu
Sıklık
Yüzde
Evet
430
84,3
Hayır
75
14,7
Toplam
505
99,0
Cevapsız
5
1,0
Toplam
510
100,0
GeçerliYüzde
85,1
14,9
100,0
Birikimli Yüzde
85,1
100,0
Tablo 4incelendiğinde, araştırma kapsamındaki çocukları%85.1’inin (430 kişi) babası
sağ, %14. 9’unun (75 kişi) ise vefat etmiştir
Tablo 5: Babanın Mesleği
Sürekli İşçi
Mevsimlik İşçi
İşçi Emeklisi
Seyyar Satıcı
Amele
İşsiz
Serbest Meslek
Sürekli İşçi ve Serbest Meslek
Seyyar Satıcı ve Amele
Toplam
Cevapsız
Toplam
Sıklık
54
60
10
50
63
123
67
1
1
429
1
430
Yüzde
12,6
14,0
2,3
11,6
14,7
28,6
15,6
0,2
0,2
99,8
0,2
100,0
GeçerliYüzde
12,6
14,0
2,3
11,7
14,7
28,7
15,6
0,2
0,2
100,0
BirikimliYüzde
12,6
26,6
28,9
40,6
55,2
83,9
99,5
99,8
100,0
Babası hayatta olan çocukların, babalarının iş durumunu yansıtan Tablo
5incelendiğinde, %28,6’sı işsiz, %15,6 sı serbest meslek olarak ifade edilmiştir ancak
serbest meslek ile ifade edilen tutarlı ve tanımlanan bir iş değildir. Dolayısıyla
bulunabilen her iş kastedilmektedir. %14.7 sinin işi ise amelelik olup, %14’ü mevsimlik
işçi olarak çalışmaktadır. Grubun%72,9’unun hiçbir sosyal güvencesi olmayan
niteliksiz işleri olduğu görülmektedir. Geri kalan %27,1’i ise süreli işçi ve işçi emeklisi
gibi sosyal güvencesi olan işlerde çalışmaktadırlar
553
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 6: Babanın Eğitim Durumu
Sıklık Yüzde
Okur YazarDeğil
94
21,9
Okur Yazar
154
35,8
İlkokul
149
34,7
Ortaokul
26
6,0
Lise
5
1,2
Toplam
428
99,5
Cevapsız
2
0,5
Toplam
430
100,0
GeçerliYüzde
22,0
36,0
34,8
6,1
1,2
100,0
BirikimliYüzde
22,0
57,9
92,8
98,8
100,0
Tablo 6incelendiğinde, babanın %22,9’nun okur yazar olmadığı, %36’sının okur-yazar
olduğu, %34,8’inin ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla %92,8’lik
dilimin eğitim düzeyinin oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Bu durum yaptıkları işle
de paralellik göstermektedir
Tablo 7: Annenin Sağ Olup/Olmama Durumu
Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde
Evet
467
91,6
91,7
91,7
Hayır
42
8,2
8,3
100,0
Toplam
509
99,8
100,0
Cevapsız
1
0,2
Toplam
510
100,0
Tablo7incelendiğinde, annelerin %91.7’sinin sağ,%8.3’ünün vefat etmiş olduğu
görülmektedir. Yani annenin ailenin toparlayıcılığı işlevini yerine getirebilmesi
açısından sorunun çözümüne kaynaklık edici orana sahip olduğu görülmektedir.
Tablo 8: Annenin Eğitim Durumu
Sıklık Yüzde
Okur Yazar Değil
331
70,9
Okur Yazar
74
15,8
İlkokul
57
12,2
Ortaokul
2
0,4
Toplam
464
99,4
Cevapsız
3
0,6
Toplam
467
100,0
GeçerliYüzde
71,3
15,9
12,3
0,4
100,0
BirikimliYüzde
71,3
87,3
99,6
100,0
Tablo 8 incelendiğinde, annelerin %71.3’ünün okuma yazma bilmediği,
%15.9’unun okuryazar olduğu, %12.3’nün ilkokul mezunu olduğu, %0.4’nün ise orta
okul mezunu olduğu görülmektedir. Bu durum, çocukların sokakta olmaları ile eğitim
ve anne duyarlılığı arasındaki ilişkinin anlamlı olduğunu göstermektedir.
Tablo 9incelendiğinde, annenin %79.2’sinin çalışmadığı,%4.1’nin mevsimlik
işçi, %0,4’nün seyyar satıcı ve amele olduğu, %16.3’nün ise serbest meslek olarak ifade
edilen gündelikçilik yaptığı ifade edilmiştir. Yapılan işlerle eğitim durumları arasında
paralellik olduğu söylenebilir. Annelerin tümü sosyal güvenliği olan bir işte çalışmadığı
görülmektedir.
554
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 19: Annenin Mesleği
Sıklık Yüzde
Mevsimlik İşçi
19
4,1
Seyyar Satıcı
1
0,2
Amele
1
0,2
İşsiz
369
79,0
Serbest Meslek
76
16,3
Toplam
466
99,8
Cevapsız
1
0,2
Toplam
467
100,0
Geçerli Yüzde
4,1
0,2
0,2
79,2
16,3
100,0
Birikimli Yüzde
4,1
4,3
4,5
83,7
100,0
Tablo 10: Madde Kullanımı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde Birikimli Yüzde
Evet
123
24,1
24,3
24,3
Hayır
384
75,3
75,7
100,0
Toplam
507
99,4
100,0
Cevapsız
3
,6
Toplam
510
100,0
Tablo 10 incelendiğinde, grubun %24,1’inin madde kullandığını, %75’3’ünün
hiç maddekullanmadığını belirttiği görülmüştür.
Tablo 11: Madde Kullanan Arkadaşların Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Evet
198
38,8
38,9
38,9
Hayır
311
61,0
61,1
100,0
Toplam
509
99,8
100,0
Cevapsız
1
0,2
Toplam
510
100,0
Tablo 11’de, grubun % 38,8 ‘inin madde kullanan arkadaşının olduğu,
%61,1’inin olmadığıgörülmektedir.
Tablo 12: Bally İçilip İçilmediği
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde
Kullanıyor
23
18,7
18,7
Kullanmıyor
100
81,3
81,3
Toplam
123
100,0
100,0
BirikimliYüzde
18,7
100,0
Tablo 12 incelendiğinde, madde kullanan grubun %18,7’sinin bali kullandığını,
%81,3’ününbally kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir.
Tablo 13’de baktığımızda bally kullandığını belirten grubun %52’4 ünün bally’e
başlama nedeninin arkadaş özentisi , %14,3’ünün arkadaş baskısı, %9,5’inin merak,
%4.8’ünün diğer nedenler,%14,3’ünün arkadaş özentisi ve diğer nedenler, %4,8’ inin
arkadaş baskısı ve diğer nedenler olduğunu belirttiği gözlenmektedir.
555
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 13: Bally Kullanmaya Başlama Sebebi
Sıklık Yüzde
Arkadaş Özentisiyle
11
47,8
Arkadaş Baskısı
İle3
13,0
Merak Ettiğim İçin
2
8,7
Diğer Nedenlerden Dolayı
1
4,3
Arkadaş Özentisi - Diğer Nedenler
3
13,0
Arkada Baskısı Ve Diğer
1
4,3
Toplam
21
91,3
Cevapsız
2
8,7
Toplam
23
100,0
Tablo 14: Tiner Kullanılıp Kullanılmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde
Kullanıyor
7
5,7
5,7
Kullanmıyor
116
94,3
94,3
Toplam
123
100,0
100,0
Geçerli Yüzde
52,4
14,3
9,5
4,8
14,3
4,8
100,0
Birikimli Yüzde
52,4
66,7
76,2
81,0
95,2
100,0
BirikimliYüzde
5,7
100,0
Tablo 15 incelendiğinde madde kullanan grubun %5,7’sinin tiner kullandığını,
%94,3’ününtiner kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir
Tablo15: Hap Kullanılıp Kullanılmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde
Kullanıyor
6
4,9
4,9
Kullanmıyor
117
95,1
95,1
Toplam
123
100,0
100,0
BirikimliYüzde
4,9
100,0
Tablo 15 incelendiğinde madde kullanan grubun %4,9’unun hap kullandığını,
%95,1’inin hapkullanmadığını belirttiği gözlenmektedir.
Tablo 16: Alkol Kullanılıp Kullanılmadığı
Sıklık
Yüzde
Kullanıyor
19
15,4
Kullanmıyor
104
84,6
Toplam
123
100,0
Geçerli Yüzde
15,4
84,6
100,0
BirikimliYüzde
15,4
100,0
Tablo 16’de, madde kullanan grubun %15,4’ ünün alkol kullandığını, %84,6’
sının alkol kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir.
556
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
.
Tablo 17: Sokakta Koruyan Birilerinin Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde
Aile Büyükleri
60
11,8
11,8
Arkadaşları
183
35,9
36,0
Para Verdiği arkadaşları
2,4
,4
Esnaf
19
3,7
3,7
Halk
12
2,4
2,4
Polis
5
1,0
1,0
Yok
203
39,8
40,0
Diğer
7
1,4
1,4
Birlikte
17
3,3
3,3
Toplam
508
99,6
100,0
Cevapsız
2
,4
Toplam
510
100,0
Birikimli Yüzde
11,8
47,8
48,2
52,0
54,3
55,3
95,3
96,7
100,0
Tablo17 incelendiğinde, grubun %11,8’ inin sokakta aile büyükleri tarafından,
%36’ sının arkadaşları tarafından, %0,4’ ünün para verdiği arkadaşları tarafından, %3,7’
sinin esnaf tarafından,%2,4’ ünün halk tarafından, %1’ inin polis tarafından, %3,3’ünün
bunlardan birkaçı tarafından korunduğunu, %40’ı ise hiç kimse tarafından
korunmadığını belirttiği gözlenmiştir
Tablo 18: Madde Kullanan Arkadaşla Görüşme Sıklığı
Sıklık
Yüzde
GeçerliYüzde
ÇokSık
45
22,7
23,2
Sık
62
31,3
32,0
AraSıra
72
36,4
37,1
Hiç
15
7,6
7,7
Toplam
194
98,0
100,0
Cevapsız
4
2,0
Toplam
198
100,0
BirikimliYüzde
23,2
55,2
92,3
100,0
Tablo 18’da, madde kullanan arkadaşı olan grubun %23,2’sinin bu arkadaşları
ile çok sık,%32’sinin sık, %37,1’inin ara sıra görüştüğü, %7,7’sinin hiç görüşmediği
görülmektedir. Tablo 19’da grubun %22,3’ünün suç işleyen arkadaşının olduğu
%77,7’sinin olmadığı görülmektedir
Tablo 19: Suç İşleyen Arkadaşının Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Evet
112
22,0
22,3
22,3
Hayır
390
76,5
77,7
100,0
Toplam
502
98,4
100,0
Cevapsız
8
1,6
Toplam
510
100,0
557
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 20:Suç İşleyen Arkadaşlar İle Görüşme Sıklığı
Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde
Çok Sık
20
17,9
18,0
18,0
Sık
34
30,4
30,6
48,6
Ara Sıra
46
41,1
41,4
90,1
Hiç
11
9,8
9,9
100,0
Toplam
111
99,1
100,0
Cevapsız
1
,9
Toplam
112
100,0
Tablo 20 incelendiğinde suç işleyen arkadaşı olan grubun %18’inin bu
arkadaşları ile çok sık,%30,6’sının sık, %41,4’ünün ara sıra görüştüğü, % 9,9’unun hiç
görüşmediği görülmektedir.
Tablo 21: Okulda Ya Da Mahallede Gruplaşma (Çeteleşme) Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde
BirikimliYüzde
Evet
149
29,2
29,4
29,4
Hayır
358
70,2
70,6
100,0
Toplam
507
99,4
100,0
Cevapsız
3
,6
Toplam
510
100,0
Tablo 21 incelendiğinde, grubun %29,4’ünün okul ya da mahallesinde çeteleşme
olduğu,%70,6’sının ise okul ya da mahallesinde çeteleşme olmadığı görülmektedir.
Tablo 22: Gruplaşmaya (Çeteleşmeye) Dâhil Olunup Olmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Evet
47
31,5
31,5
31,5
Hayır
102
68,5
68,5
100,0
Toplam
149
100,0
100,0
Tablo 22 incelendiğinde, okul ya da mahallesinde çeteleşme olan grubun %31,5’inin bu
çetelere dâhil olduğu, %68,5’inin dâhil olmadığı görülmektedir.
Tablo23: Okul Ya Da Mahalledeki Gruplarla (Çetelerle) Kavgaya Karışılıp
Karışılmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde Birikimli Yüzde
Evet
68
45,6
47,2
47,2
Hayır
76
51,0
52,8
100,0
Toplam
144
96,6
100,0
Cevapsız
5
3,4
Toplam
149
100,0
Tablo 23’de, okul ya da mahallesinde çete olan grubun %47,2’sinin bu çeteler
ile kavgaya karıştığı, %52,8’inin karışmadığı gözlenmektedir.
558
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 24: Suç Eylemi İçerisinde Yer Alınıp Alınmadığı
Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde
Evet, yer aldım
71
13,9
13,9
13,9
Hayır, yer almadım
439
86,1
86,11
00,0
Toplam
510
100,0
100,0
Tablo 24’de, grubun %13,9’unun herhangi bir suç eyleminde yer aldığı,
%86,1’inin yeralmadığı görülmektedir.
Tablo25: Suç Eyleminin Türü
KavgaYaralama
Hırsızlık
Diğer
Kavga, Yaralama ve Hırsızlık
Toplam
Cevapsız
Toplam
Sıklık
40
10
11
8
69
2
71
Yüzde
56,3
14,1
15,5
11,3
97,2
2,8
100
GeçerliYüzde
58,0
14,5
15,9
11,6
100,0
BirikimliYüzde
58,0
72,5
88,4
100,0
Tablo 25 incelendiğinde, suç eylemine karışan grubun %58’inin kavgayaralama, %14,5’ininhırsızlık, %11,6’sının kavga-yaralama ve hırsızlık, %15,5’inin
diğer suçlara karıştığı gözlenmektedir.
Tablo 26: Arkadaş Çevresinde Hapis Yatmış Ya Da Nezarete Atılmış Olanların
Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Evet var
111
21,8
21,8
21,8
Hayır yok
399
78,2
78,2
100,0
Toplam
510
100,0
100,0
Tablo26’da, grubun %21,8’inin arkadaş çevresinde hapse ya da nezarete atılmış
olanların olduğu, %78,2’sinin olmadığı görülmektedir.
Tablo 27: Çevrede Hapse Ya Da Nezarete Atılmış Olanların Suç Türü
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Kavga Yaralama
45
40,5
41,3
41,3
Gasp
10
9,0
9,2
50,5
Hırsızlık
27
24,3
24,8
75,2
Diğer
15
13,5
13,8
89,0
Birlikte
12
10,8
11,0
100,0
Toplam
109
98,2
100,0
Cevapsız
2
1,8
Toplam
111
100,0
Tablo 27 incelendiğinde, çevresinde hapse ya da nezarete atılmış olan grubun
%41,3’ününkavga-yaralamadan, %9,2’sinin gasptan, %24.8’inin hırsızlıktan, %11’inin
bunların birkaçından,%13.8’inin diğer sebeplerden hapse ya da nezarete atılmış olduğu
gözlenmektedir.
559
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 28: Aile Üyeleri Arasında Hapis Yatan Ya Da Suçlanan Olup Olmadığı
Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde
Evet Var
87
17,1
17,2
17,2
Hayır Yok
418
82,0
82,8
100,0
Toplam
505
99,0
100,0
Cevapsız
5
1,0
Toplam
510
100,0
Tablo 28 incelendiğinde, grubun %17,2’sinin ailesinde hapis yatan ya da
suçlanan olduğu, %82,8’inin olmadığı görülmektedir.
Tablo 29: Aile Üyeleri Arasında Hapis Yatan Ya Da Suçlananların Suç Türü
Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde
Yaralama
26
29,9
30,2
30,2
Gasp
3
3,4
3,5
33,7
Hırsızlık
12
13,8
14,0
47,7
Cinayet
23
26,4
26,7
74,4
Diğer
18
20,7
20,9
95,3
Birlikte
4
4,6
4,7
100,0
Toplam
86
98,9
100,0
Cevapsız
1
1,1
Toplam
87
100,0
Aile üyelerinden büyük bir çoğunluğunun suça karıştıkları ve ceza aldıkları
görülmektedir. Suç türleri ise ağırlıklı olarak cinayet ve diğerleri şeklinde ifade edilen
hırsızlık, uyuşturucu, gasp şeklinde sıralanmaktadır.
Sonuç
Araştırma sonuçlarına baktığımızda özellikle uyuşturucu kullanımını
kolaylaştıran ve her an kolaylıkla bulunabilen ayrıca ucuz olan bally, sigara gibi
maddelerin kullanımının oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu maddelerin esrara,
eroin gibi uyuşturuculara hazırlık maddeleri olduğu ve bağımlı olmanın ilk adımını
oluşturduğu araştırmaya katılan çocuklar tarafından da doğrulanmıştır. Arkadaş grubu
madde kullanımının ilk gerçekleştiği ortamdır. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar
açısından arkadaşlık ortamı bir kutsallık içermektedir. Grupta kabul görmek ve itibar
kazanmak için grubun kuralları sorgulanmadan benimsenmek zorundadır. Dolayısıyla
sonuçlardan da anlaşılacağı üzere madde kullanımında arkadaş grubunun etkisi çok
önemlidir. Yine sonuçlar, bir anlamda, arkadaş grubunun dışarıdan gelen bütün
tehditlere karşı birbirlerini koruduklarını ve dayanışma içinde olduklarını içermektedir.
Suç işleyen arkadaşlarının çokluğunu ve bu arkadaşları ile görüşmelerini
kesmediklerini belirtirken bu ortamın bağlayıcılığına ve cazibesine işaret etmektedirler.
Suç işleyen çocukların arkadaş grubu içerisindeki saygınlığı, diğer çocukların da suç
işleyerek o saygınlığa sahip olma isteğini arttırmakta ve su işlemekten çekinmemelerine
yol açmaktadır. Hem sokakta çalışan hem de okuluna devam eden çocukların önemli bir
kısmı mahalle ve okul çetelerine katılmaktadır. Arkadaş çevresinde polis tarafından
gözaltına alınanların yanı sıra ailesinin büyük bir kısmı suç işleyerek ceza almış ya da
halen cezaevinde yatmaktadır.
560
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç işleme eğilimleri bulundukları çevre,
ekonomik durum, aile yapısı, şiddete olan düşkünlükleri gibi pek çok nedenden dolayı
risk altındadırlar.
Özellikle sokaktaki çocukların yaşlarına bakıldığında temel eğitim çağında
olmaları düşündürücüdür. Çocuk suçluluğu ile ilgili olarak yapılan tanımlama ve
araştırmalar özellikle sokağın sorumsuz ve sınırsız özgürlüğünün sağladığı hareket etme
rahatlığının, çocuğun sokağa hızla teslimini kolaylaştırdığı noktasında hemfikirdir. Aynı
zamanda sokaktaki çocuklar suç örgütlerinin de kurumayan ucuz kaynağı haline
gelmektedirler.
Çocuk suçluluğunu önlemekle ilgili önerilerin yanı sıra sokakta yaşayan ve
çalışan çocuklara ilişkin olarak sunulan çözüm önerilerinin bu açıdan da önem
oluşturduğunu, sorunun ülkemizin toplumsal sorunlarından soyutlanamayacağı
gerçeğinden hareketle, özellikle büyük kentlerimizde oluşturulacak çocuk suçluluğunu
önleyici komitelerle ve alınacak mikro ve makro ölçekteki önlemlerle kalıcı çözümler
üretmek zorundayız. Bu komiteler ayrı ayrı sorunla ilgilidirler ancak eşgüdüm sorununu
aşamaları gereklidir. Bu komitenin içerisinde SHÇEK başta olmak üzere Çocuk Polisi,
Baro, Sağlık Müdürlükleri, Milli Eğitim Müdürlükleri, Halk Eğitim Müdürlükleri,
İŞKUR Müdürlükleri ve Sivil Toplum Kuruluşları yer almalı ve yerel ve ulusal düzeyde
çözüm üretmelidirler
KAYNAKÇA
ALTINTAŞ, Betül, Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe… Ankara Sokaklarında Çalışan
Çocuklar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
BİLGİLİ, Ahmet, Doğu Anadolu Bölgesinde Göçe Maruz Bırakılan Çocuklar, Çocuk Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1996.
BİLGİN, H., Osman, Sokakta Çalışan Çocuklar Sorunu ve Ankara Sokaklarında Çalışan
Çocuklar Projesi Modeli, Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayını, 2000.
DİE, Türkiye’de Çalışan Çocuklar, 1999.
DURKHIEM, Emile, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, (Çev. Cenk Saraçoğlu), Bordo Siyah
Yayınevi, İstanbul, 2003.
GÜNGÖR, Mehmet, “Sivil Toplum Kuruluşu ve Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar”,
Mersin Sokak Çocukları Derneği Örneği, 5. Sokak Çocukları Sempozyumu,
Gaziantep, s. 173, 4–6 Kasım, 2007, s.176.
IŞIKSAÇ, Yasemin, “Sosyolojik Açıdan Çocuk Suçluluğu ve Bir Hukuk Devleti Olan
Türkiye’de Devletin Cezalandırma Yetkisini Kullanma Biçimi”, Mevzuat Dergisi, Yıl:
2,Sayı: 13, Ocak 1999, s. 24.
İÇLİ, Tülin, Kriminoloji, Bizim Büro Yayınevi, Ankara, 1999.
KARATAY, Abdullah, İstanbul’un Sokakları ve Çalışan Çocukları, İstanbul: 1. İstanbul
Çocuk Kurultayı Araştırma Kitabı, 1999.
MARSHALL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınay ve Derya Kömürcü), Bilim
Sanat Yayınevi, Ankara, 1998.
ULUĞTEKİN, Sevda, “Çocuklara İlişkin Islah Sisteminde Kurumsal Bakım ve Çağdaş
Trefman Modelleri”, H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 3, s.
5, 1985.
YAVUZER, Haluk, Psiko-sosyal Açıdan Çocuk Suçluluğu, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi
Yayınları, İstanbul, 1981.
561
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TUTUKLU/HÜKÜMLÜ ÇOCUKLARIN VE ANNELERİNİN
ŞİDDET DENEYİMLERİ
Ayşe Özada1
Özet
Araştırmalar, çocuklukta maruz kalınan ve/veya tanıklık edilen şiddetin suç davranışına yol
açma riski olduğunu göstermektedir. Bunun yanında, çocuğa yönelik ihmal ve istismarın boyutu
arttıkça, çocuğun şiddet içerikli suç davranışında bulunma olasılığı da artmaktadır (Wilson,
Stover ve Berkowitz, 2009: 774-776).
Annelerinin gözüyle tutuklu / hükümlü çocukların suça yönelme nedenlerine ilişkin 7 Nisan - 12
Mayıs 2011 tarihleri arasında Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda nitel bir
araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında çocuğu cezaevinde tutuklu veya hükümlü
olarak bulunan 20 anne ile yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla derinlemesine
görüşmeler yapılarak gerekli veriler toplanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen çarpıcı
bulgulardan biri; suça yönelen çocuklar ve annelerinin ağır derecede şiddete maruz kalmaları
olmuştur. Araştırmada, annelerin bir kısmının çocuklarının suça yönelme davranışını aile
içindeki şiddete tanıklık etme ve/veya maruz kalmaya bağladıkları belirlenmiştir. Bu bildiride,
annelerin gözüyle çocuğun şiddete tanıklık etmesi veya maruz kalmasının ortaya çıkardığı
sonuçlar ele alınmaktadır.
Anahtar sözcükler: aile içi şiddet, şiddetin etkileri, şiddet ve suç
VIOLENCE EXPERIENCE OF
ARRESTED/COMMITTED CHILDREN AND THEIR MOTHERS
Abstract
Studies show that during childhood, who is witness and/or exposures to violence may be under
the risk of criminal behavior. In addition, increase of child neglect and abuse also increases the
probability of violent crime (Wilson, Stover and Berkowitz, 2009: 774-776).
For this particular study, between the dates of 7th of April and 20th of May 2011, a qualitative
research was carried out, which investigated the reason why arrested/committed children in
Ankara Children Prison had committed a crime, through the eyes of their mothers.
Based on the scope of this research, semi-structured interviews were carried out with each of 20
arrested/committed children`s mother and detailed data were collected. One of the remarkable
findings from the research shows that most of the arrested/committed children and their mothers
have been exposed to severe violence. From mother`s point of view, the reason why their
children committed a crime is because of witness or exposure to violence within the family. In
this paper, the results of children witness or exposure to violence, through the eyes of their
mothers are discussed.
Key words: Domestic violence, the effects of violence, crime and violence
1
European University of Lefke, Faculty of Health Sciences Department of Social Work, Instructor TRNC. ([email protected])
562
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Giriş
Çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan araştırmalar çocuk suçluluğunun birden çok faktöre bağlı
olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmalarda, çocuğu suç davranışına yönelten en önemli
unsurlardan birinin aile olduğu ortaya çıkmaktadır (İçli, 2009; Ereş, 2009; Squire, 1996).
Araştırma sonuçlarına göre, suça yönelen çocukların önemli bir bölümü yaşamlarının ilk
yıllarını anlayıştan yoksun anne - babalarla, sosyal, moral ve ekonomik düzensizliğin hâkim
olduğu aile ortamlarında geçirmişlerdir (Ereş, 2009: 92).
Ülke içinde çocuk suçluluğunun boyutlarını anlamak için istatistiklere bakıldığında, cezaevine
giren hükümlü çocuk sayısının 1995 yılında 1156 iken, 2008 yılında 2470’e yükseldiği
görülmektedir (TÜİK, 2011). 13 yıllık süreç içerisinde bu hızlı yükseliş, çocuk suçluluğuna
yönelik yapılan çalışmalar ve politikaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini
göstermektedir.
Ebeveynlerin çocukların bakımı ve eğitimi konularındaki yetersizlikleri de çocuğu suç
davranışına yönelten nedenler arasında sayılmaktadır. Ebeveynlerin çocukları ile girdikleri bazı
sürtüşmeler veya çatışmalar, çocukları sapkın bireylerle birlikte olmaya itmektedir. Sonuç
olarak; suç işleyen akranlarla birlikte olan çocuklar bir süre sonra onlara bağlılık duymaya
başlamaktadırlar. Özellikle on dört yaşından önceki suçluluğun temelinde bireysel sorunlardan
çok ebeveynlere bağlı sorunların varlığı görülmektedir (Simons vd., 1994).
Problem
Suçluluk birden çok faktörle açıklanabilen karmaşık bir olgudur. Çocuk suçluluğunun
nedenlerine ilişkin görüşler çocukların bireysel nedenlerden çok ailesel ve çevresel nedenler
sonucunda suç davranışına karştıkları yönündedir (Simons vd., 1994). Bu nedenle çocuk
suçluluğunun aile ve çevre bağlamında ele alınması gerekliliği açıktır.
Aile ilişkileri ile çocuğun suça yönelme davranışı arasındaki bağlantı düşünüldüğünde bozuk
aile ilişkilerinin, çocuğu evden uzaklaştırıp sapkın bireylerle arkadaşlık kurmaya ittiği
söylenebilir. Bozuk aile ilişkileri temelinin aile içi şiddetten kaynaklanma olasılığı oldukça
yüksektir. Dolayısıyla aile içi şiddet çocuğun suça yönelme davranışında önemli bir etken olup,
çocuk suçluluğunun artışında şiddete maruz kalma ve/veya tanıklık etme durumu ciddi bir sorun
teşkil etmektedir.
Amaç
Gerçekleştirilen araştırmanın amacı, annelerine göre çocukların suça yönelme nedenlerinin ve
suç davranışına ilişkin görüş ve düşüncelerinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amaç doğrultusunda
araştırmaya katılan annelerin ve çocuklarının şiddet deneyimlerini betimlemek için aşağıdaki
sorulara yanıt aranacaktır:
1. Çocuğun suç davranışı öncesi aile ilişkileri nasıldır?
2. Çocuğun cezaevi öncesindeki yaşam alanında şiddete ilişkin deneyimleri nelerdir?
3. Annenin yaşam alanı içindeki şiddet deneyimleri nelerdir?
563
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Araştırma Modeli
Gerçekleştirilen araştırmada, sosyal araştırma yöntemlerinden nitel araştırma yöntemi
kullanılmıştır. Araştırmada annelerin görüş ve düşünceleri değerlendirildiğinden, nitel araştırma
yönteminin uygun olacağı düşünülmüştür. Araştırmada Yıldırım ve Şimşek’in (2008: 35)
belirttiği gibi, gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemleri
kullanılmıştır.
Görüşmeler her ne kadar araştırmanın yapıldığı tarihler arasında bir kesit olarak sunulsalar da,
araştırmaya katkı veren annelerin öne sürdüğü ifadelerin araştırmanın yapıldığı tarihlerin
öncesinde ve sonrasında da annelerden duyulabilecek görüşler olduğu tahmin edilmektedir. Bu
nedenle, araştırmanın daha çok betimsel olduğu söylenmelidir.
Araştırmanın Katılımcıları
Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu veya hükümlü bulunan 1418 yaş arasındaki kimi çocukların anneleri, araştırmanın katılımcılarıdır. 12. 04. 2010 tarihinde
kuruluştan alınan bilgiye göre kuruluşta toplam 15 hükümlü, 80 tutuklu çocuk bulunmaktadır.
Araştırmada çocukların annelerini tanıyan memurlardan edinilen bilgi doğrultusunda seçilen 20
anne ile görüşülerek araştırma için gerekli veriler toplanmıştır. Bilimsel araştırma
yöntemlerinde buna amaçlı örnekleme denilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).
Annelerle birbirine eşit koşullarda görüşülmeye çalışılmıştır. Ancak görüşmeye katılan
annelerden biri, Türkçe bilmediği için görüşmeye kızı ve gelini de dâhil edilerek
TürkçeKürtçe çeviri konusunda yardım alınmıştır. Cezaevine ilk kez ziyarete gelen annelerden biri,
görüşmeye kardeşinin eşi ile birlikte katılmak istemiştir. Bu görüşmede de anne ile birebir
görüşülememiştir. Bu iki görüşme dışında görüşmelerde benzerlik sağlanmıştır.
Veri Toplama Araçları
Araştırmada önceden hazırlanan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile annelerle derinlemesine
görüşmeler yapılarak veriler toplanmıştır. Annelerle yapılan görüşmeler cezaevinin ziyaret
kabul kısmında bulunan ayrı bir odada gerçekleştirilmiştir. Araştırmada ses kayıt cihazı
kullanımına ilişkin gerekli izin alınamaması nedeniyle görüşmeler bir yazman tarafından kayıt
altına alınmıştır.
Veri Toplama Süreci
Araştırma 7 Nisan 2011 - 12 Mayıs 2011 tarihleri arasında Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu ziyaret kabul salonunda bulunan ayrı bir odada gerçekleştirilmiştir.
Cezaevinde çocuk ziyaret günü her hafta Perşembe günleri yapılmaktadır. Ziyaret saatleri 09.
00 - 16. 00 arasında olup, her çocuğun bulunduğu koğuşa göre ziyaret saati değişmektedir. Bu
nedenle, annelerle gerçekleştirilen görüşmeler yukarıda belirtilen tarihler arasında Perşembe
günleri, 08. 00 - 16. 00 arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmada çocukları cezaevinde olup,
cezaevine çocuklarını ziyarete giden 20 anne ile ziyaret öncesi veya sonrasında derinlemesine
görüşmeler yapılmıştır. Görüşmelerde temel olarak, annelere göre çocuklarının neden suç
davranışına yöneldiğine ilişkin, yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla veriler
toplanmıştır. Her bir görüşmenin süresi 20 ile 90 dakika arasında değişmektedir. Görüşmeye
katılan annelerden ikisi kendini iyi hissetmediğini söyleyerek görüşmeden erken ayrılmıştır.
564
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Verilerin Analizi
Araştırmada verilerin analizinde içerik analizi yapılarak verileri açıklayabilecek kavramlara ve
ilişkilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmanın analiz süreci, Miles ve Huberman’ın (1994; akt:
Yıldırım ve Şimşek, 2008: 223) önerdiği üç aşama şeklinde gerçekleştirilmiştir: İlk aşamada
görüşmelerden elde edilen veriler aynı gün bilgisayar ortamına aktarılıp raporlaştırılarak
kodlanmıştır. İkinci aşamada, kodlanan verilerden tablolar oluşturularak veriler görsel hale
getirilmiştir. Böylece toplanan verilerin birbiriyle olan ilişkisi belirgin hale getirilmiştir. Son
aşamada ise, her bir görüşme için hazırlanan raporlar tekrar tekrar okuma yolu ile yorumlanarak
analiz edilmiştir.
Bulgular
Araştırma Kapsamında Suça Yönelen Çocukların Suç Davranışı Öncesi Aile
İlişkileri
Aile ilişkilerine yönelik araştırmalarda edinilen en büyük sonuç; aile üyeleri arasındaki sevgi
ilişkisinin suça yönelme davranışını engellemede, parçalanmış aile yapısından daha etkili
olduğudur (Nye, 1958; Paschall vd. , 2003; Simons vd. , 1994: 263).
Annelerin, aile ilişkilerini nasıl değerlendirdiklerine dair yaptıkları açıklamalarda, neredeyse
çocukların tamamının suç davranışına yönelmeden önce, aile ilişkilerinin kötü olduğu bulgusu
elde edilmiştir. Aile ilişkilerinin kötü olması, kuşkusuz aile içi şiddetle yakından ilgilidir. Kimi
annelerin, eşleri tarafından şiddet gördüklerini doğrudan ifade ettikleri ancak aile ilişkilerinin
bozuk olduğunu doğrudan ifade etmekten kaçındıkları belirlenmiştir. Bu gruptaki annelerin,
eşleri tarafından kendilerine şiddet uygulandığı ancak, aile ilişkilerinin “iyi” olduğu ve ailelerini
“örnek” bir aile olarak nitelendirmeleri, annelerin “örnek aile” algılayışında problemler
olduğunu göstermektedir.
Konu ile ilgili yapılan kimi araştırmalarda özellikle erkek çocuklar için ebeveynlerin, olumsuz
iletişim ve etkileşimlerinin çocukların suça yönelmesinde etkili olduğu belirtilmektedir (Gove
ve Crutchfield, 1982).
Çocuğun aile içindeki olumsuz ilişkileri aileye bağlılığını önlemektedir. Sosyal kontrol
kuramında belirtildiği gibi çocuğun aile, okul, din ve toplumsal kurallar gibi geleneksel kurum
veya unsurlara bağlılık düzeyinin zayıf olması, çocuğun suç davranışına daha kolay
yönelmesine etki etmektedir (Kızmaz, 2005: 165).
Annelerden edinilen bilgi doğrultusunda babanın anneye göre çocuğa karşı daha ilgisiz olduğu
belirlenmiştir. Baba ve çocuk arasındaki yaş farkı arttıkça ilgisizliğin de artabileceği
saptanmıştır. Aşağıdaki sözlere sahip anne de babanın ilgisizliğinin çocuklar üzerinde ne derece
olumsuz etki yarattığını belirtmektedir:
“Küçükken babaları öldü. Buradaki oğlum 6 yaşındaydı. İkinci eşim yaşlı, benden 30
yaş büyük. Artık siz düşünün o çocuğun çevreyle bağı nasıl olur? Çocuk napsın dışarı
açılıyor. Gençlik çağı olduğu için söz geçiremiyoruz. Bu eşimden çocuk yapmadım. Ben
yaşlı adam istemiyordum. Çocuklarıma baksın diye evlendim. Bakarız dediler
kandırdılar. Parası var ama vermiyor. Hiç olmazsa birini ayaklandıralım demediler. O
565
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
genç anlamıyor. Varı yoğu bilmiyor. Babanın başında olması gerek. ” (No. 11, oğlu oto
hırsızlığı nedeniyle cezaevinde)
Yukarıdaki sözlerden anlaşıldığı gibi babanın çocuklarına karşı ilgisiz olması durumunda
annenin çocuklarını korumada yetersiz olduğu ortaya çıkmaktadır.
Aile içi şiddetin varolduğu ortamlarda şiddet mağdurlarının birbirlerine kenetlenmeleri yakın
ilişki kurmalarını sağlamaktadır. Ailede şiddet uygulayan kişinin genellikle baba olduğu
düşünüldüğünde, bozulan ilişkiler aile içinde baba ile yakın temas kurulmasını engellemektedir.
Aşağıdaki annenin sözleri bu açıklamayı desteklemektedir:
“Benim çocuklarımla aram iyiydi ama babaları hiç yanaşmazdı. Oturup konuşurdum.
Anlıyordum eşimden dolayı üzüldüklerini. Kızım babasına daha uzaktı ama oğlum her
dediğini yapardı babasının. Ben uyuturdum onları, kitap, masal okurdum. O, çocuklar
küçükken oyunlar oynardı. Çocuklar büyüdükten sonra yaşına uygun davranmayı
bilemedi… Eşim aşırı kuralcıydı. Bir şey dediyse o olacaktı. 6’da evde olmasa 10
dakika gecikse kavga çıkarırdı. ” (No. 1 oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde )
Özetle, araştırma kapsamında ele alınan çocukların büyük bölümünün bozuk aile ilişkilerine
sahip oldukları ve aile bağlarının zayıf olduğu belirlenmiştir. Bu duruma yol açan en önemli
etkenin çocukların aile içerisinde şiddete maruz kalmaları ve/veya tanıklık etmeleri olduğu
söylenebilir.
Tutuklu/Hükümlü Çocukların Şiddet Deneyimleri
Babanın aşırı otoriter tutumu, aile içerisinde çocuğun fikirlerine önem verilmemesi, aile
ilişkilerini çocuk açısından zedelemektedir. Suça yönelen ve yönelmeyen çocukların
karşılaştırıldığı bir araştırma, suça yönelen erkek çocukların büyük çoğunluğunun (%80,7)
babalarından sevgi, şefkat ve sempati görmediklerini ortaya koymaktadır (Glueck ve Glueck,
1950: 125).
Görüşme yapılan annelerden edinilen bilgi doğrultusunda babanın ev içerisinde otoriteye sahip
kişi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anneler kendilerini daha çok çocuklarının ihtiyaçlarını
karşılayan kişiler olarak nitelerken, babaları ‘otorite sağlayıcı’ olarak nitelendirmektedirler. Bu
durum, annenin çocuk ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlamaktadır.
Eşi tarafından şiddete maruz kaldığını belirten annelerin tamamı ev içerisinde aralıklı ya da
sürekli olarak çocuğa yönelik de şiddetin olduğunu belirtmiştir. Suça yönelen çocukların yaşam
alanında şiddet hem cezalandırma yöntemi hem de bir disiplin aracı olarak kullanılmaktadır.
Annelerin pekçoğu çocuğu eğitmek adına zaman zaman şiddet kullanılmasını uygun
bulduklarını belirtmişlerdir. Ancak anneler eğitim aracı olarak kullandıkları şiddeti zararlı
görmemekte, çocuğun toplumsal kuralları öğrenmesi adına “gerekli” görmektedirler.
Annelerden biri bu durumu aşağıdaki sözleriyle açıklamaktadır:
“Eve sokakta bulduğunu getirsin döverim. Döverim ki hırsız olmasın.” (No. 10, oğlu
gasp nedeniyle cezaevinde)
566
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Başka bir anne aşağıdaki sözleriyle çocuğunu eğitmek için fiziksel cezaya başvurduğunu
anlatmaktadır:
“Şiddet yoktu... (duraklama) Bali kullandığını görünce üstümü başımı yırttım. O zaman
dövdüm. Akıllı olsunlar diye. Serserilerle arkadaşlık kurmasın diye. Hep ben döverdim.
Eşim çocukken dövdü. O, ölünce ben vurdum. ” (No. 13, oğlu uyuşturucu ticareti
nedeniyle cezaevinde)
Aile içi şiddet yalnızca kadına yönelik olmamakta, çocuklar da şiddete maruz kalmaktadır.
Yapılan görüşmelerde şiddete uğradığını belirten annelerin tümü eşlerinin çocuklara da şiddet
uygyuladığını belirtmiştir.
“Benim çektiğim çileyi çocuklarım da çekti. Aksiydi huyları. Çocukları da döverdi...
Hep hakaret gördüm. Çocuklara topsunuz derdi. Erkek dediğin eli silahlı olur derdi. ”
(No. 3, oğlu yaralama nedeniyle cezaevinde)
Yukarıdaki annenin sözleri babanın çocuklara yönelik aşağılayıcı sözler kullandığını ortaya
koymaktadır. Bu noktada, çocuklarını şiddet kullanmaya özendiren bu tip baba modellerinin
toplumsal bir sorun teşkil ettiği açıktır.
Şiddet tek bir faktörle açıklanamayan karmaşık bir olgudur. Şiddetin nedenlerine ilişkin risk
faktörleri arasında çocuklukta yoğun bir şekilde şiddete maruz ve/veya tanık olmak önemli bir
yer tutmaktadır (User, Kümbetoğlu, Kolankaya, 2002: 161). Aşağıda sözlerine yer verilen anne,
çocuklukta şiddete maruz kalan ve tanıklık eden bir kişinin ilerleryen yaşlarda şiddet uygulayan
kişiye dönüştüğünü acı bir şekilde anlatmaktadır:
“Kendisi de çocukluğunda şiddet görürmüş anlatırdı. Kızıma fazla vurmuyordu ama T.
’den kendi çocukluğunun öcünü alır gibiydi. En çok T. ile bana zulüm ederdi. Hepimizi
döverdi. ” (No. 1, oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde)
Fiziksel cezalandırmanın ve özellikle istismarın toplumsal düzeyde olduğu kadar çocuk
üzerinde de uzun dönemli kalıcı bir etkisinin olduğu belirtilmektedir. Örneğin fiziksel ceza ve
istismar çocuğun başkalarına karşı daha saldırgan olması gibi kişisel etkiler taşımaktadır (Straus
ve Steward, 1999). Annelerin söylemlerinden anlaşıldığı gibi çocuklar, hem babanın şiddetine
tanıklık etmekte hem de şiddetin mağduru olmaktadırlar. Bu durumun, çocuğu evden
uzaklaştırarak suça yönelmesine zemin hazırladığı düşünülebilir.
Yapılan araştırmada çocukların aile içerisinde daha çok babadan kaynaklanan şiddete maruz
kaldıkları ve tanıklık ettikleri belirlenmiştir. Aşağıdaki annenin sözlerinden çocukların aile
içerisinde maruz kaldıkları şiddetin boyutu ortaya çıkmaktadır:
“…İki kız iki oğlan bu eşimden, 3 tane öksüz de ilk eşimden var. İlk eşim evlendi. İki
çocuğu var kendi evinde. Durumu yok. Hiç çocukları arayıp sormadı. İlk eşim içki
içiyordu. İşkence yapıyordu. Duvarlara savuruyordu. En çok da buradaki oğlumu
döverdi. T. istiyor babasını görmeyi ama ben söylemem. Ben onunla konuşmam hiçbir
zaman… Babasını düşündüğü zaman üzülüyor, özlüyom diyor. Eski eşim önce kendi
karnının doymasını isterdi, sonra çocukların. Ekmeğini yemeden yanaşamıyorduk” (No.
10, oğlu gasp nedeniyle cezaevinde)
567
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Erkeğin kadına ve çocuklara yönelik şiddetinin işkence boyutunda olduğunu söyleyen tek anne
yukarıdaki sözlere sahip anne değildir. Başka anneler de eşlerinin kendilerine ve çocuklarına
yönelik şiddetin işkence boyutuna ulaştığını belirtmişlerdir.
Şiddete maruz kalma ve /veya tanıklık etmenin bir diğer boyutu da çocuğun şiddeti öğrenerek
bir süre sonra uygulamaya başlamasıdır.
Sosyal öğrenme kuramı özellikle, bireylerin anti sosyal akran grubu ile etkileşime girmelerini,
onların suç işlemeye eğilimli hale gelmelerinde temel bir risk faktörü olarak görmektedir
(Kızmaz, 2005:161). Araştırmaya katılan anneler, çocuklarının “kötü” arkadaşlıklara
yöneldiklerini, babanın olumsuz davranışlarını ve söylemlerini örnek aldıklarını belirtmişlerdir.
Annelerin gözüyle çocukları genellikle ‘uysal’ ve ‘kavgacı olmayan’ çocuklardır. Ancak suç
türleri incelendiğinde şiddet içeren suç türlerinin çoğunluğu oluşturduğu ortaya çıkmaktadır.
Kısacası, şiddete maruz kalan ve / veya tanıklık eden çocukların bir süre sonra şiddet uygulayan
kişiler oldukları soncu ortaya çıkmaktadır.
Annelerin Aile İçi Şiddet Deneyimleri
Yapılan görüşmelerde, annelerin çoğunluğunun eşlerinin şiddetine maruz kaldıkları
belirlenmiştir.
Ataerkil ideoloji, aile içinde kadına uygulanan şiddeti, gerek şiddet uygulayan, gerek toplum ve
kimi zaman da şiddete maruz kalan kadın tarafından meşru kılabilmektedir (Kadın Dayanışma
Vakfı, 2007:19). Görüşme yapılan annelerden eşi tarafından şiddete uğrayan, ancak evliliğini
“iyi” olarak nitelendiren annelerin şiddeti meşrulaştırdıkları söylenebilir.
Ataerkillik; tarih, sosyo-ekonomik ve kültürel ortamlarda iktidar ilişkilerinin en mahrem biçim
ve yapılarını ifade eden bir sistemdir (Saraçgil, 2005:11). Bu sistemde kural belirleyiciler
erkeklerdir. Görüşme yapılan kadınlardan edinilen bilgi de bu yöndedir. Kadınlar yaşamlarında
her kararı eşlerinin isteği doğrultusunda vermektedirler. Eşleri isterse çocuk yapmakta, eşleri
isterse çalışmakta, eşleri izin verirse bir araştırmaya katılmayı kabul etmektedirler.
Kitle iletişim araçları sayesinde, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete her gün tanıklık
etmekteyiz. Görüşülen annelerin şiddet deneyimleri tüyler ürperticidir. Anneler, aşağıdaki
sözleriyle deneyimlerini açıklamaya çalışmışlardır:
Anne ağlayarak,
“Eşimden çok şiddet gördüm. Hepimize şiddet uyguluyordu. Ailesi de cahildi. Sinirini
yapısal, ailesel görüyorlardı. Hep kavga hep kavga… Evlendikten kısa süre sonra
eşimle çekişmeye başladık. Aile mahkemesine çıktık bir kere. Karakolluk olduk. Yapma
etme dediler. Eşim hep tehdit ediyordu. Değişir değişir diye hep iyi niyetle
yaklaşıyordum ama yine değişmedi… Kemeriyle vururdu. Kaç kere tırnaklarımı patlattı.
Sopaları birbirine bantlar kenarda bekletirdi. Hortumla, kazma sapıyla çok kötü
döverdi. Hala bacaklarımda, sırtımda izleri durur. İşkenceci gibiydi. Çok bilinçli
döverdi. Gün olur beni şortla atletle kapının önüne koyardı. Yalvarırdım beni içeri al
rezil olacağım diye. ” (No: 1, oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde)
568
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yukarıdaki açıklamada bulunan anne, gördüğü şiddete ilişkin polise başvurduğunu ancak eşinin
şiddetini önleyebilecek bir müdahalede bulunulmadığını belirtmiştir. Annenin yardım almak
için verdiği uğraş başarısız olunca eşinin şiddeti giderek artmıştır.
Bir başka anne yine ağlayarak,
“Evliliğim çok kötü… Şiddet görüyordum. Özellikle ilk 10 yıl. Çocuklara karşı da
oluyordu eşimin şiddeti. Bu çocuğuma…(Ağlayarak) Maaşı alır kumara giderdi. Dövdü
çok dövdü… Sokak ortası, mahalle ortası demedi. Kemeri çıkardı dövdü. ” (No. 4, oğlu
gasp nedeniyle cezaevinde)
Ev içerisinde sürekli kavga olduğunu belirten bir başka anne, çocuğunun cezaevinde
bulunmasının nedenini bozuk aile ilişkilerinin çocuğu evden uzaklaştırmasına bağlamaktadır.
Bu bağlamda, anneye göre evdeki düzensizliğin kaynağı babadır. Anne aşağıdaki sözleriyle
şiddet deneyimini ve aile ilişkisini anlatmıştır:
“Şiddet vardı. Sabaha kadar içer, gelir ortalığı dağıtırdı. Evlendiğim günden beri
kavga, dövüş, şiddet, psikolojik şiddet, hakaret, küfür...”(No. 20, oğlu gasp nedeniyle
cezaevinde)
Şiddete maruz kaldıklarını belirten annelerin bir kısmı kendilerine destek olacak bir yakınlarının
bulunmaması nedeniyle, evliliklerini sürdürmek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Annelerin
içinde bulundukları duruma ilişkin kadın sığınma evi ve benzeri sosyal hizmet kurumlarından
herhangi bir yardım almadıkları tespit edilmiştir. Eşi tarafından şiddete maruz kalan annelerden
birkaçı, şiddet nedeniyle belli sürelerde evi terk ederek, bir süre aileleri veya akrabaları yanında
kaldıklarını ancak daha sonra eve geri döndüklerini belirtmiştir. Araştırmada, eşlerinin şiddetine
maruz kalan annelerin neredeyse tamamının evliliklerini sürdürdükleri saptanmıştır. Anneler
eşlerinden boşanmamalarının nedenini birçok sebebe bağlamaktadır. Bunlar arasında en fazla
dile getirilinenler; gidilebilecek başka bir yerin olmaması, maddi yetersizlikler ve şiddet
uygulayan kişiye yönelik korku duyulmasıdır.
Yapılan araştırmada eşleri tarafından şiddete maruz kalan annelerin, çocuklarını koruyabilmek
ve çocuklarına fayda sağlayabilmek adına evlerini terk edemedikleri de saptanmıştır.
Sonuç
Bu araştırma annelere göre çocuklarının suça yönelme nedenleri hakkındaki düşüncelerini
ortaya çıkarmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine görüşmeler yoluyla annelerden
edinilen bilgilere göre, tutuklu/hükümlü olarak cezaevinde bulunan çocukların ciddi derecede
aile içi şiddete maruz kaldıkları ve/veya tanıklık ettikleri sonucuna ulaşılmıştır.
Ev içerisinde babanın aşırı otoriter tutumu çocukları evden uzaklaştırarak sapkın bireylerle
arkadaşılık kurmaya yöneltmektedir. Annelerin bir kısmı çocuklarının kimlerle arkadaşlık
kurduğuna ilişkin bilgi sahibi olmasına rağmen bazı annelerin çocuklarının boş vakitlerinde
neler yaptığını ve kimlerle arkadaşlık kurduğunu bilmemesi dikkat çekicidir. Çocuklarının
arkadaşlarını bilmeyen annelerin ilgisiz oldukları ortaya çıkmaktadır.
Araştırma sonunda ulaşılan bir diğer sonuç; aile içi şiddete rağmen annelerin evliliklerini
sürdürmeleridir. Anneler, evliliklerini sürdürme nedenine ilişkin kendilerine yardım edecek
kişilerden yoksun olduklarını belirtmişlerdir. Ekonomik özgürlüğe sahip annelerin de aile içi
şiddete maruz kalıp bu duruma son verememesi, annelerin yalnızca ekonomik anlamda değil,
569
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
manevi anlamda da kendilerine destek olacak kişi veya kişilere ihtiyaç duyduklarını
göstermektedir.
Çocukların şiddete maruz kalma ve/veya tanıklık etmeleri yalnızca aile içerisinde olmamaktadır.
Çocukların zamanlarının büyük bölümünü geçirdikleri okul ve yaşadıkları çevrelerde de şiddet
olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Okulda maruz kalınan şiddet çocukların okul yaşamlarını
erken sonlandırmaya neden olurken, okula bağlılığı da engellemektedir.
Araştırmada, suça yönelen çocukların hem annelerinin hem de babalarının düşük eğitim
düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Düşük eğitimli ebeveynlerin çocuklarını yeterince
koruyamadıkları ve çocuklarına rehberlik edemedikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun
yanında, 50 yaş üzeri eğitim düzeyi düşük annelerin, en küçük çocuklarının cezaevinde
bulunduğu belirlenmiştir. Annelerin yaşları ilerledikçe çocuklarının denetimini
sağlayamadıkları görülmektedir. Benzer şekilde on sekiz yaşından önce çocuk sahibi olan
annelerin de çocuklarının denetim ve kontrolünü sağlayamadıkları belirlenmiştir.
Öneriler
Öğrenilen bir davranış olan şiddetin ortadan kaldırılmasına ilişkin temel olarak bireylerin,
ailelerin ve toplumun barışçıl çözümler üretmeye yönelik bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi
gerekmektedir.
Kadının güçlendirlmesine yönelik her faaliyet annelerin özgüveni yüksek, girişken ve topluma
yararlı çocuklar yetiştimesine katkı sağlayacaktır. Bu yönden, kadınları güçlendirmeye yönelik
projeler ve programlar geliştirilmesinin toplumsal bir ihtiyaç olduğu açıktır.
Toplumda şiddeti meşru kılan bakış açılarının değiştirilip yerine uzlaşmacı bakışın değer
kazandığı anlayış biçimine doğru bir değişim gerekliliği ortadadır. Toplumu temel alan böyle
bir değişim sürecinin medya yoluyla yaygınlaştırılması önemli bir adım olabilir.
Şiddet uygulayan nesiller yetiştirilmek istenmiyorsa, çocukların şiddete maruz kalması ve/veya
tanıklık etmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağı düşüncesinden hareketle her bireyin çocukları
korumaya ilişkin kendini sorumlu hissedeceği bir ortam yaratılmalıdır.
Suça yönelen çocukların genel olarak toplumun dezavantajlı kesimlerinde oturdukları göz
önünde bulundurulduğunda, çocukların boş zamanlarını etkili bir şekilde değerlendirmelerini
sağlayan ortamlardan yoksun bırakıldıkları görülmektedir. Çocukların özellikle şiddet
içermeyen spor dallarına özendirilerek sahip oldukları enerjiyi kendilerine ve başkalarına zarar
vermeyecek biçimde harcamaları sağlanmalıdır.
Kaynakça
Ereş, F. (2009). Toplumsal Bir Sorun: Suçlu Çocuklar ve Ailenin Önemi. Aile ve Toplum
Dergisi, 5 (17), 88-96.
Glueck, S. ve Glueck, E. (1950). Unravelling Juvenile Delinquency. New York: Harvard
University Press.
Gove, R. W. ve Crutchfield (1982). The Family and Juvenile Delinquency. The Sociological
Quarterly, 23 (3): 301-319.
570
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İçli, T. G. (2009). Çocuk Suç ve Sokak Sokakta Yaşayan, Suç İşleyen ve Suça Maruz Kalan
Çocuklar: Ankara ve İstanbul Örneği Çözümler ve Öneriler, (1. Baskı). Ankara:
Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü.
Kadın Dayanışma Vakfı. (2007). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele El Kitabı. Ankara: Kadın
Dayanışma Vakfı.
Kızmaz, Z. (2005). Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri
Üzerine Bir Değerlendirme. C. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 29 (2), 149-174.
Nye, I. (1958). Family Relationships and Delinquent Behaviour, New York: Wiley.
Paschall, M. J., Rigwalt, C. L., Flewelling, R. L. (2003). Effects of Parenting, Father Absence,
and Affiliation with Delinquent Peers on Delinquent Behaviour among AfricanAmerican Male Adolescents. Adolescents, 38 (149), 15-20.
Saraçgil, A. (2005). Bukalemun Erkek, İstanbul: İletişim.
Simons, R, L., Wu, C., Conger, R. D. ve Lorenz, F. O. (1994). Two Routes of Delinquency:
Differences between Early and Late Starts in the Impact of Parenting and Deviant Peers.
Criminology, 32 (2): 247-275.
Squire, D. (1996). The Causes of Delinquency as Seen Through the Eyes of Some Delinquents
Themselves. (Doctor of Philosophy Thesis) The Faculty of Walden University,
Minnesota.
Straus, M. A. ve Stewart, J. H. (1999). Corporal Punishment by American Parents: National
Data on Prevalence, Chronicity, Severity, and Duration, in Relation to Child and Family
Characteristics. Clinical Child and Family Psychology Review, 2 (2), 55-69.
Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Türkiye İstatistik Yıllığı (2009).
http://www.tuik.gov.tr/yillik/yillik.pdf adresinden 23 Ocak 2011’de alınmıştır.
User, İ., Kümbetoğlu, B., Kolonkaya, T. (2002). Şiddete İlişkin Bir Bilinç Yükseltme Çalışması.
Yoksulluk Şiddet ve İnsan Hakları (iç.). Ankara: TODAİE Yayınları.
Wilson, H. W., Stover, C. S., Berkowitz, S. J. (2009). The Relationship between Childhood
Violence Exposure and Juvenile Antisocial Behaviour: A Meta-Analytic Review. The
Journal of Child Psychology and Psychiatry, 50 (7): 769-779.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6. Baskı).
Ankara: Seçkin.
571
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
LİSE ÖĞRENCİLERİNİN GENEL SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ
BAĞLAMINDA ŞİDDET İÇEREN DAVRANIŞLARI SERGİLEME
SIKLIKLARININ İNCELENMESİ
İsmail SEÇER1
Özet
Bu çalışmanın amacı lise öğrencilerinin genel saldırganlık düzeyleri açısından
şiddet öğesi içeren davranışları sergileme sıklıklarının incelenmesidir. Araştırmanın
evrenini Erzurum şehir merkezinde 201-2011 eğitim öğretim yılında öğrenim görmekte
olan lise 4.sınıf öğrencileri oluştururken, çalışma grubunu sözü geçen evrenden uygun
örneklem olarak belirlenen 460 lise öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmada veri
toplamak için Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen saldırganlık ölçeği ve araştırmacı
tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 16.00
paket programında, aritmetik ortalama ve t testi tekniği kullanılarak analiz edilmiştir.
Araştırma sonuçları öğrencilerin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda okulda kavga
çıkarma, bir kavgaya karışma, okul dışında bir kavgaya karışma, okula kesici alet
getirme, disiplin kurulundan ceza alma, arkadaşlarına sözel şiddet uygulama, örgüt ve
çete faaliyeti içinde olma durumu ile anlamlı farklılaşma gösterdiğini, okula alkollü
gelme, disiplin kuruluna sevk edilme, polis, karakol veya mahkemeye intikal eden bir
olaya karışma davranışları arasında anlamlı bir farklılaşma olmadığını göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Lise, Saldırganlık, şiddet içeren davranış
Abstract
The purpose of this study of high school students in terms of overall levels of
violence, aggression, to examine the frequency of display behavior that item. The
research population in the city center of Erzurum 2010-2011 academic year high school
students who are receiving education and creating the working group mentioned in the
appropriate sampling universe is defined as 460 high school students. Research to
collect data Tuzgöl (1998) developed by the aggression scale and the personal
information form was used by the researcher. The data obtained from the SPSS 16:00
package program were analyzed using arithmetic mean and t-test technique. Students'
levels of aggression with the results of research over the last year to start a fight at
school, being involved in a fight outside the school being involved in a fight, cutting
tool to bring to school, taking the penalty discipline committee, organization,
implementation and friends, verbal violence, gang activity shows significant differences
in the state of being, alcoholic coming to school, be referred to the disciplinary board,
police, police station or court, an episode which shows that there is a difference between
being involved.
Key Words:High scholl, aggression
1
Atatürk Üniversitesi, K.K.Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık A.B.D. [email protected]
572
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Giriş
Son yıllarda hemen hemen tüm toplumların ortak şikâyeti özellikle gençler
arasında artan oranda bir şiddet ve saldırganlık eğiliminin olması ve bununla paralel
olarak suça yönelme davranışı gözlenmesidir. Bu durum haliyle gençlerin yoğun olarak
bulunduğu okul ortamlarına da yansımaktadır. Bu tutum ve davranışların oluşumunda
doğrudan ve dolaylı olarak birçok faktör etkili olmaktadır. Çocuk önemli oranda anne
babanın ellerinde hayat bulur. İlk çocukluk yıllarında özellikle bireyin kişiliğinin temel
dinamiklerinin oluşmaya başladığı bu dönem içerisindeki anne baba tutumları çok
önemli bir belirleyici niteliğindedir. Elbette ki saldırganca davranışlar gösteren ve suça
yönelen çocukların tek nedeni anne baba tutumu olarak gösterilemez. Bunların yanında
medya ve medyadaki şiddet içerikli programlar, toplumsal krizler, kültürel yapı,
sosyoekonomik çevre ve şartlar, aile yapısı ve sosyal normlar, savaşlar ve felaketler vs.
olarak sıralanabilir ve daha pek çoğu eklenebilir.
Biyolojik bir varlık olarak dünyaya gelen çocuk, süreç içinde sosyal bir varlığa
dönüşür. Büyüyen çocuk çevresi ile sürekli etkileşim halindedir. İçinde yaşadığı doğal
ve sosyal çevrenin insan üzerinde ki etkisi de büyüktür. Kişi bu faktörlerin karmaşık
etkileşimi sonucu bir birey olarak toplumda yerini alır (Cevher, 2007). Bu süreci
sosyalleşme olarak adlandıran Kağıtçıbaşı (2000), sosyalleşmeyi, bireyi yapılandıran
tek yönlü bir etki olmadığını, aksine bireyle onu yetiştiren arasında aktif bir etkileşim
süreci olarak tanımlamaktadır.
Şiddet olgusu günümüz toplumlarının en temel sorunları arasında görülmektedir.
Şiddet; bir kişiye güç ya da baskı uygulayarak bir şeyi zorla yaptırma eylemidir. Şiddet,
insanların bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel ve toplu
hareketlerin tümüdür (Gökçakan, 2005). Özellikle bedensel bütünlüğü de zedeleyen,
sert ve acı veren bir yıkımdır(Aral, 1997). Walker, Colvin ve Ramsey (2002) şiddeti
diğer insanlara karşı yöneltilen, duygusal ve fiziksel saldırganlık olarak
tanımlamışlardır (Williams ve Mayers, 2004). Dodson, şiddeti bireyin öfke ve
düşmanlık duygularını yoğun ve yıkıcı bir biçimde açığa vurması olarak tanımlamıştır.
Anderson ve Bushman (2002) ise şiddetin sadece bir saldırganlık olarak
tanımlanamayacağını onun aynı zamanda insana veya diğer canlılara yöneltilmiş ilkel
bir davranış olduğunu belirtmişlerdir. Gözütok ve ark.(2007) Şiddeti, yaşamın bireysel
ve toplumsal boyutunda her an karşılaşılabilen çok türlü, çok yönlü ve çok boyutlu bir
olgu olarak tanımlamışlardır. Buna göre şiddet saldırganlığı da içinde barındırır.
Saldırganlık sevgi ve hoşgörüsüzlük gibi birçok olguyu içeren; insanlık tarihi boyunca,
insanların bireysel ve topluca başvurduğu bir davranış ve tepki biçimidir.
Marcovitz’e göre, saldırganlık birçok benzer davranış ve ilişkiyi altında toplayan
bir şemsiye terimdir: Bu terimde merak, araştırma, kendini kabul ettirme, üstünlük,
hâkimiyeti kabul ettirme ve istismar vardır. Ona göre haz, saldırganlık, kendine ve
çevreye hâkimiyet süreçleri, libidinal ve ego gelişimlerinin her aşamasında birbirinden
ayrılmaz bir şekilde mevcuttur. Saldırganlık olmadan yaşamda kalma, öğrenme için
aktif bir dürtü, içimizdeki dürtülere ve etrafımızdaki zorluklara ve ulaşılması gereken
amaçlara hâkimiyet düşünülemez. Bandura ise, saldırganlığın kesin sınıflara ayrılarak
tanımlanmasını eleştirerek her hangi bir davranışın saldırgan olarak nitelendirilmesinin
bu nitelendirmeyi yapanların ya da içinde yaşanılan toplumun değer yargılarına bağlı
olduğunu savunmuş, saldırganlığı, toplumsal açıdan saldırgan olarak nitelendirilen zarar
verici ve yıkıcı davranışlar olarak ifade etmiştir(Efilti,2006).
Eroğlu (2009) lise öğrencilerinin fiziksel saldırganlık, öfke, düşmanlık ve dolaylı
saldırganlık puan ortalamalarının üniversite öğrencilerinin puan ortalamalarından
573
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anlamlı düzeyde yüksek olduğu sonucunu bulmuştur. Bu bağlamda ergenlik döneminde
yaşadıkları çok yönlü değişim ve gelişim nedeniyle sıkıntılı bir dönem geçiren
ergenlerin, bu dönemde sıklıkla çeşitli problem durumlarıyla karşı karşıya geldiklerini
ve bu gelişimsel zorlukların saldırganlığa neden olabileceğini ileri sürmüştür. Odacı
(2007), çocukların suça bulaşmalarının özellikle aileleri parçalanmış, sosyo- ekonomik
düzeyi düşük, evdeki çocuk sayısının fazla olması gibi hususların sıkça görüldüğü aile
ortamlarında daha yaygın olduğunu, Emniyet çocuk şubesine intikal eden şiddet ve suç
olaylarının çok önemli bir kısmının devlet okullarında ve çevresinde gerçekleştiği, 1218 yaş grubundaki ergenlerde en düşük suç ve saldırganlık oranının % 15.4 ile 12 yaş
grubunda olduğu bu rakamın yaş ilerledikçe arttığını tespit etmiştir. Üstün, Yılmaz,
Kırbaş (2007), lise 4. sınıf öğrencilerinin şiddeti % 43 ile en fazla televizyonda
gözlemlediklerini, en fazla korku ve şiddet içeren programlar izlediklerini, % 24’ünün
okul çevresinde, % 9’unun maçlarda, % 6’sının ise internet kafelerde şiddet içeren
unsurları gözlemlediklerini tespit etmiştir. Alikaşifoğlu ve arkadaşları (2004) İstanbul
da 9-11 yaş grubunda bulunan öğrencilerin son bir yılda % 42’sinin bir fiziksel kavgaya
karıştığını bunlardan % 7’sinin tıbbi tedavi gördüğünü, % 19’unun başka okullardaki
öğrencilere % 30’unun kendi okulunda ki arkadaşlarına veya öğrencilere küfür ettiğini,
% 8’inin ise okula silah vb. aletler getirdiğini tespit etmişlerdir. Pişkin (2005) Ankara da
araştırma yaptığı ilköğretim okulu öğrencilerinin % 44’ünün sözel, % 30’unun fiziksel,
% 9’unun cinsel ve % 1’inin duygusal zorbalığa maruz kaldığını belirlemiştir. Aynı
şekilde şiddete maruz kalan bireylerin okulu sevmeme ve hatta okuldan nefret etmeye
başlama gibi davranışlar gösterdiğini tespit etmiştir.
Gökdaş (2007) ilköğretim öğrencilerinde en sık gözlenen şiddet davranışları
arasında % 39.4 ile argo ifadeler (sözel şiddet) kullanma % 37.5 ile arkadaşları ile kavga
etme, % 29,8 ile dersin işlenişine engel olma, % 27.9 ile okul eşyasına bilinçli olarak
zarar verme ve % 26.9 ile derste arkadaşlarına fiziksel müdahalede bulunma
davranışının olduğunu tespit etmiştir. Aynı araştırmacının okulda şiddetin ortaya
çıkmasının nedenleri üzerine yaptığı çalışmada öne çıkan temel üç nedenin % 33 ile
aile içi şiddet ve toplumsal değerlerde yıpranma % 18.8 ile veli duyarsızlığı ve % 26.9
ile medya araçlarında ön plana çıkarılan şiddet olgusu olduğunu tespit etmiştir. Yavuzer
(2010) lise 1. sınıf öğrencilerine yönelik olarak gerçekleştirilen psikoeğitim
uygulamasının öğrencilerin toplam saldırganlık puanları, fiziksel saldırganlık, sözel
saldırganlık, öfke, düşmanlık ve dolaylı saldırganlık puanlarını azaltmada etkili
olduğunu ve bu etkinin iki ay sonra da devam ettiğini tespit etmiştir. Baş ve Kabasakal
(2010) ilköğretim 4.-8. sınıf düzeyinden öğrenciler üzerinde yaptıkları çalışma
sonucunda öğrencilerin yaklaşık olarak % 40'ının son öğretim yılında en az bir kez
fiziksel olarak kavga ettiğini, % 20'sinin bir grup kavgasına karıştığını, % 7'sinin okulda
kesici alet taşıdığını ve % 6'sının kesici alet ile bir arkadaşını yaraladığını göstermiştir.
Gündoğdu (2010) lise 1. sınıfa devam eden öğrencilerin cinsiyet ve ailelerinin
maddi gelir durumu değişkenleri açısından çatışma çözme, saldırganlık ve öfke
düzeylerinin farklılaşıp farklılaşmadığını incelendiği araştırmada öğrencilerin fiziksel
saldırganlık, öfke, saldırganlık ve problem çözme düzeylerinde cinsiyetleri açısından
anlamlı farklılıklar bulmuştur. Öğrencilerin toplam, fiziksel, sözel, dolaylı saldırganlık
ve öfke düzeylerinde ailelerinin maddi gelir durumları açısından anlamlı farklılıklar
bulunmuştur. Dilekmen, Ada, Alver (2011), ana-baba tutumlarını demokratik
algılayanlarla koruyucu algılayanlar arasında demokratik algılayanların lehine anlamlı
fark olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı araştırmada yaş, cinsiyet, eğitim şekli, annenin
hayatta olması, babanın hayatta olması, yaşanılan yerleşim merkezi, algılanan akademik
574
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
başarı ve disiplin cezası alıp almama değişkenleri açısından öğrencilerinin saldırganlık
puanları arasında anlamlı faklılaşma olmadığı görülmüştür. Sütçü ve Aydın
(2010), öfke ve saldırganlığı azaltmaya yönelik bilişsel davranışçı bir grup terapisi
programı hazırlamak ve öfke ve saldırganlık gösteren ergenlerde programın etkililiğini
değerlendirmek için yaptıkları araştırmada terapi grubunda hem öz bildirime hem
ebeveyn bildirimine dayalı öfke ve saldırganlık ölçümlerinde anlamlı iyileşmeler
olduğunu göstermiştir. İzlem değerlendirmesinde var olan 8 katılımcıda terapi
sonrasında elde edilen kazanımların çoğu 6 ay sonra da korunmuştur. Karahan, Özcan
ve Ağlamaz (2010), anne ve babası boşanmış olan, anne ya da babası üvey olan ve
yaşamındaki en önemli değeri "zengin olmak" şeklinde belirten öğrencilerin
saldırganlık düzeylerinin, diğer öğrencilere göre daha yüksek olduğunu tespit
etmişlerdir. Karataş ve Gökçakan(2010), psikodrama teknikleri kullanılarak
yapılan grup uygulamalarının ergenlerin saldırganlık düzeylerinin düşürülmesinde
etkisinin olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Karataş (2009) tarafından bilişsel davranışçı
teknikler kullanılarak yapılan öfke yönetimi programının ergenlerin saldırganlık
düzeylerini önemli düzeyde azalttığını ve bu azalmanın 12 hafta süresince devam
ettiğini tespit etmiştir.
Saldırganlık ve şiddet gibi olumsuz davranışları çözmedeki ana engel
öğrencilerin çatışma çözme, problem çözme ve iletişim gibi yaşam becerilerindeki
yetersizliklerdir (Dodge ve ark.1987). Bu görüşü destekleyen araştırma bulgularında;
saldırganlık düzeyi yüksek gençlerin sıklıkla sosyal problem çözme becerilerinde
yetersizlikler olduğu (Vera, Shin, Montgomery, Mildner ve Speight, 2004), çatışma
çözme becerilerinden yoksun oldukları (Weir, 2005) saptanmıştır. Alan yazında bu tür
yaşam becerilerini kazandırmaya yönelik bilişsel-davranışçı teknikler ve psiko-eğitim
programlarının ergenlerde saldırganlık ve şiddeti önleme üzerinde etkili olduğu
görülmektedir (Bilge, 1996; Breunlin, Uysal, 2006, Cimmarusti, Bryant-Edwards ve
Hetherington, 2002; Koruklu, 1998; Rutherford, Mathur ve Quinn, 1998; Aytek, 1999;
Herrmann ve McWhirter, 2003; Uysal, 2003; Cummings, Hoffman ve Leschied, 2004;
Söylemez, 2007; Genç, 2007; Ando, Asakura, Ando ve Simons-Morton, 2007). Yaşam
becerilerindeki yetersizliklerin yanı sıra okul da öğrencilerin saldırgan davranışlarını
artıran risk faktörlerine sahip olabilir. Öğrenci mevcudunun fazlalığı, katı kurallar, sıkı
disiplin, program seçeneklerinin sınırlı olması, öğrenci ve okul çalışanları arasındaki
iletişim yetersizliği, öğrenci özgürlüğünün sınırlı olması ve adaletsiz uygulamaların
okullarda saldırganlık ve şiddeti artırdığı bulunmuştur (Miller, 1994).
Şiddetin Nedenleri
Suç, şiddet ve saldırganlık sosyolojik bir olay olarak pek çok faktörün bir araya
gelmesi sonucunda ortaya çıkar. Aile, okul, çevre, toplumsal değer yargıları, medya ve
arkadaş etkisi gibi birçok husus şiddet ve suçun ortaya çıkmasında etkilidir. Hukuki
açıdan ceza kanunlarını ihlal etmek bir kişinin cezalandırılması için yeterli görülmekte
ancak sosyolojik açıdan ortaya konulan bir davranışın bütün sorumluluğunu tek başına
bireye yüklemek okulun, ailenin, medyanın, toplumun hatta devletin sorumluluklarını
görmezden gelmek demektir (Saldırım, 2007). Hızla değişen değer yargıları, hızlı ve
düzensiz kentleşme, iç ve dış göçler, ekonomik dengesizlikler ve krizler, baskıcı disiplin
yöntemleri, hatalı eğitim uygulamaları, travmatik yaşantılar, gelecek kaygısı, istismara
uğrama, sevgi yoksunluğu, ailede suça bulaşmış bireylerin varlığı, şiddet ve gerilim
içerikli televizyon programları, kalabalık sınıflar, şiddet içerikli bilgisayar oyunları,
575
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
alkollü içecekler ve madde bağımlılığı vb durumlar çocukların gelişimini olumsuz etkilemekte ve
şiddet eğilimine yöneltmektedir(Gürsoy, 2002).
Dahlberg, Gürsoy (1998) çocuk ve gençlerin şiddet ve saldırganlığa
başvurmaları hususunda en önemli risk faktörlerinin bireysel (şiddete yatkınlık, küçük
yaşlarda agresif davranışların desteklenmesi, gelişim bozuklukları vb), ailevi (problemli
ebeveyn davranışları, düşük duygusal destek, şiddet içerikli davranışlar, çocuk
yetiştirme hususunda yetersizlikler, düşük aile içi iletişim), okul ve arkadaş ( olumsuz
arkadaş ilişkileri, okulu benimseyememe, akademik başarısızlık, sağlıksız okul çevresi),
çevre ve komşu ( komşuluk ilişkilerinin zayıf olması, komşuların sık değişimi, aileler
arası anlaşmazlıklar, ekonomik fırsatların azlığı) faktörlerinin olduğunu belirtmiştir.
Şiddet ve saldırganlığın nedenleri üzerine 4 temel kuram ileri sürülmektedir.
Bunlar uyarma kuramı, arınma kuramı, anomi kuramı ve kanıksama kuramıdır(Artuk,
2002).
Uyarma kuramına göre şiddet öğrenilebilir ve taklit edilebilir bir olgudur. Bu
görüş Bandura ve arkadaşlarının sosyal öğrenme çalışmalarını temel almaktadır.
Bandura, saldırganlık ve şiddet içerikli eylemleri gözlemleyen çocukların benzer
durumlar karşısında aynı davranışları gösterme ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu
yapmış olduğu deneysel çalışmalarla tespit etmiştir. Yapılan bu çalışmalar suçun
öğrenilen ve taklit edilen bir nitelik olduğu ve kalıtımla geçmediği savını
desteklemektedir. Amerikan Pediatri Akademisi medya şiddetinin çocuklar üzerinde ki
etkileri ile ilgili olarak aşağıda ki tespitlerde bulunmaktadır.
 Medya şiddeti çocuklarda saldırgan davranışlara yol açmaktadır.
 Bir Amerikan çocuğu 18 yaşına gelene kadar sadece televizyonda yaklaşık 200
bin şiddet sahnesi izlemektedir.
 Medya şiddeti 8 yaş altındaki çocukları daha fazla etkilemektedir.
 Medya şiddeti çocuklarda saldırgan ve asosyal davranışları artırmakta, şiddete
kurban olma korkusunu doğurmaktadır.
 Çocukları şiddete ve şiddet kurbanlarına karşı duyarsızlaştırır(AAP, 1995).
Arınma kuramı, sosyal öğrenme yada model alarak şiddet ve saldırganlığın
öğrenildiğini savunan görüşlerin aksine medyada gözlenen şiddetin izleyenlerde
saldırganlık eğilimini azalttığını iddia etmektedir. Çünkü saldırganlığın hyal düzeyinde
yaşanması saldırganca eylem güdülerinin zayıflamasına yol açmaktadır ve bu süreç
bireyin saldırganca davranışlara daha az başvurmasına neden olmaktadır. Arınma
kuramcıları medyadaki şiddet olgusu, onun yıkıcılığı ve kötülüğü ile birlikte ele
alındığını, seyircinin şiddeti kurban üzerinde uyandırdığı acıyı da yaşayarak algıladığını
savunur. Dolayısıyla bu süreç bireyin saldırganca davranışlarında azaltıcı bir etki
bırakmaktadır.
Anomi kuramı, toplumsal süreç içerisinde şan,şöret ve iktidar ve kahramanlık
gibi toplumun yarattığı ve insanları kendilerine ulaşmaya tahrik ettiği bir çok unsurun
olduğunu bu hedeflere ulaşmanın ise meşru yollardan hem sınırlı hem de zor olduğunu
iddia etmektedir. Dolayısıyla insanlar bu hedeflere ulaşmak için suça ve şiddete
başvurabilmektedirler.
Kanıksama kuramına göre şiddet içerikli yayınlar bireyler üzerinde duygu
körlüğü yapabilir. Birey sürekli olarak izlediği ve karşılaştığı şiddet içerikli yayınları
izleyerek bunlara karşı duyarsızlaşmaya başlar. Dolayısıyla medya araçlarında
karşılaşılan şiddet olayları bireylerin gerçek dünyada bu tür olaylara ilişkin bir
duyarsızlık göstermesine zemin hazırlar( İpek, 2007).
576
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ülkemizde her geçen gün çocuk yetiştirme ve ana baba tutumları hususunda
önemli bilinçlenmeler gerçekleşmekte, kalabalık sınıflar yerini daha kabul edilebilir
rakamlara bırakmakta, eğitim öğretim faaliyetleri planlanırken öğrenciyi ve öğrencinin
niteliklerini daha fazla dikkate almaya ve ön plana çıkarmaya başlanıyor olsa da yine de
gençlerde şiddet olgusu görülmekte ve hatta daha küçük yaşlara doğru bir kayma
gözlenmektedir. Bu da bize sadece aile ve okula dönük alınacak önlemlerin breylerin
göstermiş olduğu şiddet ve saldırganlık davranışlarını ortadan kaldırmaya
yetmeyeceğini asıl olanın bataklığın top yekûn kurutulmasına dönük önlemlerin kararlı
olarak ele alınmasını yani bireye suça, şiddete ve saldırganlığa iten nedenlerin etraflıca
ele alınmasının gereğini göstermektedir.
Amaç
Bu araştırmanın amacı lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile şiddet öğesi
içeren davranışları sergileme sıklıkları arasında ki ilişkinin incelenmesidir. Bu
bağlamda saldırganlık düzeyi ile son bir yılda kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek
kavga çıkarma, okul dışında kavgaya karışma, okula kesici alet getirme, okula alkollü
olarak gelme, arkadaşlarına sözel şiddet uygulama ( argo, küfür), disiplin kuruluna sevk
edilme ve disiplin cezası almış olma, örgüt, grup yada çete faaliyeti içinde olma, polis,
karakol yada mahkemeye intikal eden bir olaya karışma davranışları arasında ki ilişki
belirlenmeye çalışılmıştır.
Yöntem
Evren ve Örneklem
Bu araştırma, ilişkisel tarama modeline uygun olarak gerçekleştirilmiştir.
Tarama modelleri, geçmişte veya halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle
betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır (Karasar, 1998). Araştırmanın
evrenini Erzurum şehir merkezi ve ilçelerinde 2011-2012 eğitim öğretim yılında
öğrenim görmekte olan lise öğrencileri oluştururken, çalışma grubu sözü geçen
evrenden uygun örneklem olarak belirlenen 460 lise öğrencisinden oluşmaktadır.
Örneklem grubunu oluşturan öğrencilerin 155’i kız 305’i erkek öğrencilerden
oluşmaktadır.
Veri Toplama Araçları
Bu araştırmada Öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla
Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen saldırganlık ölçeği ve araştırmacı tarafından
geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan bu veri toplama
aracına ilişkin tanıtıcı bilgiler aşağıda verilmiştir.
Saldırganlık ölçeği
Araştırmada veri toplamak için bireylerin saldırganlık düzeyini ölçmek amacıyla
Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen, “Saldırganlık ölçeği” kullanılmıştır. Ölçek, 30’u
saldırgan içerikli, 15’i saldırgan içerikli olmayan toplam 45 maddeden oluşmaktadır.
Saldırganlık ölçeği (5) Her zaman, (4) Sıklıkla, (3) Arasıra, (2) Nadiren, (1) Hiçbir
zaman olmak üzere 5’li Likert derecelendirme tipindedir. Ölçekteki 15 madde tersine
puanlanan madde olduğundan, puanlaması tersine çevrilerek yapılmaktadır. Ölçekten
alınan toplam puanın yüksekliği, saldırganlık düzeyinin arttığının göstergesidir.
Saldırganlık ölçeğinden alınabilecek puanlar 45 ile 225 arasında değişmektedir.
577
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Saldırganlık Ölçeğinin Güvenirliği
Ölçek, Tuzgöl (1998) tarafından 55 lise öğrencisine iki hafta ara ile uygulanmış,
elde edilen puanlar arasında hesaplanan Pearson Momentler Çarpım korelasyon
katsayısı .75 olarak bulunmuştur. Bulunan korelasyon katsayısının daha da
yükseltilmesi amacıyla, madde analizi yapılmış ve ölçekte bulunan en az üç madde ile
.25 oranında ilişkili olmayan maddelerin elenmesi ile ölçekten beş madde çıkarılmıştır.
Böylece başlangıçta 50 maddeden oluşan ölçek, 45 maddeye inmiştir. Daha sonra yine
lise örgencilerinin aldıkları puanlar üzerinde, hesaplanan Cronbach Alfa güvenirlik
katsayısı .71, Pearson Momentler Çarpım korelasyon katsayısı ise .85 bulunmuştur.
Saldırganlık Ölçeğinin Geçerliği
Tuzgöl (1998) tarafından yapılan geçerlik çalışmasında, çalışmanın yürütüldüğü
okullarda 20 öğretmen ile görüşülmüştür. Öğretmenlerden saldırgan davranışları olan
örgencileri belirtmeleri istenmiştir. En az üç öğretmenin “saldırgan” olarak ifade ettiği
45 örgenci belirlenmiş ve bu örgencilere ilgili ölçek uygulanmıştır. Daha önce
uygulama yapılan saldırgan olarak tanımlanmış 45 kişilik grup ile saldırgan davranışları
olmadığı kabul edilen grubun puan ortalamaları t-testi ile karsılaştırılmış ve elde edilen
değer anlamlı bulunmuştur. Buna göre ölçeğin saldırgan davranışları ölçtüğü başka bir
deyişle yeterli geçerliğe sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Verilerin Toplanması ve Analizi
Verilerin Toplanması
Verileri toplamak amacıyla daha önce uygun örneklem olarak belirlenen çalışma
grubundaki okul ve sınıflara ölçeklerin uygulanacağı saatler belirlenmiştir.
Kararlaştırılan saatlerde “Saldırganlık Ölçeği” uygulanmıştır. Uygulamadan önce
ölçeklerle ilgili yönergeler okunmuş ve uygulamayla ilgili bilgi verilmiştir. Uygulama
yaklaşık 20-25 dakika sürmüştür.
Verilerin Analizi
İlk aşamada ölçekler ayrı ayrı değerlendirilmiş, ölçekleri eksik doldurmuş olan
öğrencilerin ölçek formları ayıklanmıştır. Bu araştırmanın bağımsız değişkenleri; “son
bir yılda kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek kavga çıkarma, okul dışında kavgaya
karışma, okula kesici alet getirme, okula alkollü olarak gelme, arkadaşlarına sözel şiddet
uygulama ( argo, küfür), disiplin kuruluna sevk edilme ve disiplin cezası almış olma,
örgüt, grup ya da çete faaliyeti içinde olma, polis, karakol yada mahkemeye intikal eden
bir olaya karışma davranışlarından oluşmaktadır. Bağımlı değişken ise saldırganlık
düzeyidir. Verilerin istatistiksel analizi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenler
üzerindeki etkilerini ortaya koyacak bir desen içinde ele alınmıştır. Her iki ölçekten elde
edilen puan dağılımları bilgisayara araştırmanın değişkenlerine göre kodlanarak
girilmiştir. Kodlama işleminden sonra verilerin analizi için SPSS 16,0 paket programı
kullanılmıştır.
Bulgular
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ve şiddet öğesi içeren davranışları
gösterme sıklıkları arasında ki farka ilişkin bulgu ve yorumlar aşağıdaki gibidir.
578
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 1. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Son Bir Yılda Kavgaya
Karışma Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Kavgaya N
S.S
T
P
X
Karışma
Evet
243
97,407
38,58128
Saldırganlık Hayır
,000
217
1,5833
35,43864 -17,565
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda kavgaya karışma
davranışları arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki
farkın anlamlı olduğu görülmektedir(t458= -17,565, p=,000). Bu beklenen bir durumdur.
Lise 4. sınıf öğrencilerinin kavgaya karışma davranışları ile saldırganlık düzeyleri
arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir.
Tablo 2. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okulda Kavga Çıkarma
Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Kavga
N
S.S
T
P
X
Çıkarma
Evet
233
1,1255
53,27732
Saldırganlık Hayır
,003
227
1,4010
37,10262 -6,421
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okulda kavga çıkarma davranışları
arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı
olduğu görülmektedir (t458= -6,421, p=,003). Bu sonuç bir önceki tabloda bulunan
veriler ile de desteklenmektedir. Lise 4. sınıf öğrencilerinin kavga çıkarma davranışları
ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu söylenebilir.
Tablo 3. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okul Dışında Kavgaya
Karışma Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Kavgaya N
S.S
T
P
X
Karışma
Evet
271
1,0001
36,20911
Saldırganlık Hayır
,005
189
1,6362
36,64251 -18,446
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okul dışında bir kavgaya karışma
davranışı arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olduğu görülmektedir (t458= -18,446, p=,,005). Bu bulgu tablo 1 ve tablo 2 de
bulunan veriler ile de desteklenmektedir. Öğrencilerinin okul dışında bir kavgaya
karışma davranışı ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu
söylenebilir.
Tablo 4. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okula Kesici Alet Getirme
Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Kesici
N
S.S
T
P
X
Alet
Evet
270
1,0660
42,77089
Saldırganlık Hayır
,000
189
1,5400
40,92507 -11,894
579
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okula kesici alet getirme davranışı
arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olduğu (t457= -11,894, p=,000) ve öğrencilerin saldırganlık düzeyi ile okula
kesici alet getirme davranışı arasında anlamlı bir ilişki olduğu söylenebilir.
Tablo 5. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okula Alkollü Gelme
Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Alkol
N
S.S
T
P
X
Evet
Saldırganlık Hayır
41
418
1,3637
1,2511
44,17169
48,32895
-1,433
,152
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okula alkollü gelme davranışı
arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olmadığı görülmektedir (t457= -1,433, p=,152). Araştırma bulgusu anlamlı
olmasa da öğrencilerin azımsanmayacak bir kısmının okula alkollü olarak geldiği
görülmektedir. Bu durum eğitimsel açıdan oldukça sakıncalı sonuçlara sebep olabilir.
Öğrencilerin alkol kullanımı ve okul ortamına alkollü olarak gelmeleri hususunda
caydırıcı veya önleyici tedbirlerin alınması yararlı olacaktır.
Tablo 6. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Disiplin Kuruluna Sevk
Edilme Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Disiplin
N
S.S
T
P
X
Sevk
Evet
103
1,3340
42,71160
Saldırganlık Hayır
,081
356
1,2401
49,32331 -1,751
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile disiplin kuruluna sevk edilme
durumu arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olmadığı görülmektedir (t457= -1,751, p=,081). Bu bulgu öğrencilerin disiplin
kuruluna sevk edilmelerinde daha başka faktörlerin etkili olduğunu ve saldırganlık
düzeyinin başlı başına disiplin kuruluna sevk edilmelerinde etkili bir faktör olmadığını
göstermektedir.
Tablo 7. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri İle Disiplin Cezası Almış Olma
Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Disiplin
N
S.S
T
P
X
Cezası
Evet
99
1,5918
48,15616
Saldırganlık Hayır
,000
360
1,1702
29,66389 -8,285
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile disiplin cezası almış olma durumu
arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olduğu görülmektedir (t457= -8,285, p=,000). Bu bulgu saldırganlık düzeyi ile
disiplin kurulundan ceza alma durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğunu
göstermektedir.
580
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 8. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Arkadaşlarına Karşı Argo
İfadeler Kullanma Davranışı Arasındaki İlişkiye İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Argo
N
S.S
T
P
X
Evet
Saldırganlık Hayır
180
279
1,0705E2 45,84127
1,3842E2 45,39736
-7,200
,000
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile argo ifadeler kullanma durumu
arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın
anlamlı olduğu görülmektedir (t457= -7,200, p=,000). Argo ifadeler kullanma sözel
şiddet kapsamında düşünüldüğünde bireylerin saldırganlık düzeyleri ile arkadaşlarına
karşı argo ifadeler kullanma arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir.
Tablo 9. Lise öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Bir Grup, Örgüt ya da Çete
İçerisinde Bulunma Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Örgüt
N
S.S
T
P
X
Çete
Evet
189
1,4586
46,18471
Saldırganlık Hayır
,010
270
1,1230
44,41075 -7,837
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile bir grup, örgüt ya da çete içerisinde
bulunma durumları arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda
aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t457= -7,837, p=,010). Bireylerin örgüt
veya çete gruplarında yer almalarında tek etken saldırganlık düzeyi olmamakla birlikte
saldırganlık düzeyinin örgüt veya çete grupları içerisinde yer alma hususunda önemli bir
etken olduğu görülmektedir.
Tablo 10. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri İle Polis, Karakol Veya
Mahkemeye İntikal Eden Bir Durumun Varlığına İlişkin T Testi Sonuçları
Saldırganlık Polis
N
S.S
T
P
X
Karakol
Evet
35
1,3146E2 50,02667
Saldırganlık Hayır
,494
424
1,2568E2 47,90122 -,684
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda polis, karakol veya
mahkemeye intikal eden bir olayın varlığı arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test
edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olmadığı görülmektedir (t457= -,684, p=,494).
Bu bulgu öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin polis veya mahkemeye intikal eden bir
olaya karışmaları hususunda önemli bir etken olmadığını göstermektedir. Bireylerin
ciddi manada suç teşkil eden olaylara karışmalarının altında bir çok faktörün olabileceği
göz önünde bulundurulmalıdır.
Sonuç ve Tartışma:
Araştırmanın bulguları birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde şu çıkarımlarda
bulunmak mümkündür. Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda bir
kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek kavga çıkarma ve okul dışında da kavgaya
karışma durumları arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu Bulgu daha önce yapılan benzer
araştırma sonuçlarıyla uyumludur. Ögel ve arkadaşları (2004) tarafından İstanbul’da
581
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ilköğretim okullarında suç ve şiddetin yaygınlığını belirlemek için yapılan çalışma da
öğrencilerin yaklaşık yarısının son bir yılda fiziksel bir kavgaya karıştığını, yaşamı
boyunca en az bir kez bir kavgaya karışmış olanlarında yine grubun yaklaşık yarısını
oluşturduğunu, % 26,3’lük bir grubun ise bir başkasını en az bir kez yaralayıcı bir
şiddete başvurduğunu ve başkasını yaralayanların en az yarısının ilk kez 13-15 yaş
aralığında bu davranışa başvurduğunu tespit etmişlerdir. Göktaş (2007), Baş, Kabasakal
(2010), öğrencilerin fiziksel bir kavgaya karışma ile saldırganlık düzeyleri arasında
anlamlı bir ilişki tespit ederken, Alikaşifoğlu, Ercen, Erginöz, Uysal ve Kaymak (2004),
lise öğrencileri ile yürüttükleri çalışmalarında, son bir yıl içinde okul içinde ve okul
dışında fiziksel bir kavgaya karışma oranının öğrenciler arasında % 42 olduğunu, Aras,
Günay, Ozan ve Orçun (2007), lise son sınıf öğrencileri ile yürüttükleri çalışmalarında,
öğrenciler arasında, en az bir ya da iki kez, başlamış bir kavgaya karışma oranının %
50.2 olduğunu, Uludağlı ve Uçanok (2004), çalışma grubunun yaklaşık yarısının son
bir yılda kavgaya karıştığını, Olweus (1993), Norveçte öğrencilerin % 8’inin bir
zorbalığa başvurduğunu ve kavgaya karıştığını, Nansel ve ark.(2001). Amerika Birleşik
Devletlerinde lise öğrencilerinin % 13’ünün diğer öğrencilere şiddet uyguladığını ve
kavgaya karıştığını, % 10.6’ sının şiddete maruz kaldığını, % 6.3’ünün ise hem şiddet
uyguladığını hem de şiddete maruz kaldığını, Craig ve Pepler (2003), kanada da
öğrencilerin en az % 9’unun şiddete ve saldırganlığa başvurduğunu tespit etmişlerdir.
Sonuç olarak saldırganlık düzeyleri yüksek öğrencilerin okulda veya okul dışında kavga
çıkarma veya bir kavgaya karışma olasılıklarının yüksek olduğu ilgili literatüre ilişkin
verilerden de hareketle söylenebilir. Çocukluk ve gençlik dönemindeki saldırganlığın
ileriki yaşlarda fiziksel saldırganlık; depresyon, düşük öğrenim performansı, kronik
şiddet ve suça yönelik davranışların ve uyumsuzluğun güçlü bir yordayıcısı olduğu
şeklinde bulgular elde edilmiştir (Martino, Ellickson, Klein, McCaffrey & Edelen,
2008).
Öğrencilerin saldırganlık düzeyleri ile okula kesici alet getirme davranışları
arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve ilgili literatürde daha önce yapılan çalışmalarla da
desteklendiği görülmektedir. Alikaşifoğlu, Ercen, Erginöz, Uysal ve Kaymak (2004)
tarafından yapılan araştırma da okul sınırları içinde silah ve kesici alet taşıma oranının
% 8 olduğu, Aras, Günay, Ozan ve Orçun (2007) ise kesici alet taşıma oranının
öğrenciler arasında % 14.5 olduğunu Baş ve Kabasakal (2010) öğrencilerin yaklaşık %
7’ sinin okula kesici alet getirdiğini ve % 6'sının kesici alet ile bir arkadaşını
yaraladığını, Gökdaş (2007) ise ilköğretim öğrencilerinin % 7.7’sinin sürekli olarak, %
65.9’unun ise ara ara yanlarında kesici alet taşıdığını tespit etmişlerdir. Gerek araştırma
bulgularımız ve gerekse de literatüre ilişkin veriler öğrencilerin okula kesici alet
getirmekten ve ihtiyaç duyduklarında kullanmaktan çekinmediklerini göstermektedir.
Bu durumun bütün öğrenciler için ciddi bir risk oluşturacağı düşünülmektedir.
Öğrencilerin okula alkollü olarak gelme davranışı ile saldırganlık arasında
anlamlı bir ilişki olmadığını görülmektedir. Gökdaş (2007) yaptığı araştırmada
öğrencilerin % 1’inin sürekli olarak % 12’sinin ise ara ara okula alkollü olarak geldiğini
tespit etmiştir. Araştırma bulguları anlamlı çıkmamış olsa da öğrencilerin okula alkol
alarak gelmelerinin hem kendileri hemde diğer öğrenciler ve hatta öğretmenler ve okul
idarecileri için ciddi bir risk oluşturacağı bilinmeli ve bu konuda caydırıcı ve önleyici
tedbirler alınmalıdır.
Araştırma sonuçları öğrencilerin disiplin kuruluna sevk edilmeleri ile
saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı biri farklılaşma olmadığını ancak disiplin
kurulundan ceza alan öğrencilerin bu durumları ile saldırganlık özellikleri arasında
582
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anlamlı farklılaşma olduğunu göstermektedir. Literatürde disiplin cezası alan
öğrencilerin saldırganlık düzeylerini belirlemeye dönük sadece bir araştırmaya
ulaşılmıştır. Dilekmen, Alver, Ada (2011) tarafından yapılan bir çalışmada, disiplin
cezası alıp almama değişkenleri açısından öğrencilerinin saldırganlık puanlarının
anlamlı farklılaşma göstermediği tespit edilmiştir. Araştırma bulgularımız disiplin
cezası almış olan öğrencilerin bu durumları ile saldırganlık özellikleri arasında anlamlı
bir farklılaşma olduğunu göstermektedir. Bu bulgular doğrultusunda saldırganlığın
öğrencilerin disiplin cezası almaları hususunda önemli bir etken olduğunu
söyleyebiliriz.
Araştırma sonuçları öğrencilerin arkadaşlarına karşı gösterdikleri küfür ve argo
ifadeler içeren sözel şiddet ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılaşma
olduğunu göstermektedir. Gökdaş (2007), öğrencilerin % 39.4 ile en fazla sözel şiddete
başvurduğunu, Gündoğdu (2010) öğrencilerin maddi durumları ile sözel şiddete
başvurma davranışları arasında anlamlı ilişki olduğunu, Pişkin (2005), Ankara da
araştırma yaptığı ilköğretim okulu öğrencilerinin % 44’ünün sözel şiddete
başvurduğunu, Yavuzer, Üre (2010), ise öğrenciler arasında sözel şiddetin yaygın
olduğunu ve psikoeğitim uygulamasının öğrencilerin sözel şiddete başvurma
düzeylerini azaltmada etkili olmadığını, Alikaşifoğlu ve arkadaşları (2004), 9-11 yaş
grubunda ki öğrencilerin % 19’unun başka okullardaki öğrencilere % 30’unun kendi
okulunda ki arkadaşlarına veya öğrencilere küfür ettiğini, Çetinkaya ve ark.(2009),
öğrencilerin sosyo ekonomik düzey ile sözel şiddet arasında anlamlı ilişki olduğunu ve
sosyo ekonomik düzey düştükçe sözel şiddete daha fazla başvurulduğunu tespit
etmişlerdir.
Araştırma sonuçları öğrencilerin saldırganlık özellikleri ile bir örgüt, grup ya da
çete faaliyeti içinde bulunma durumları arasında anlamlı bir farklılaşma olduğunu
göstermektedir. Bu bulgu daha önce yapılan benzer araştırma sonuçları ile tutarlılık
göstermektedir. Ögel ve arkadaşları (2004) ilköğretim öğrencilerinin % 10’unun en az
bir kez bir çeteye girdiklerini, Gökdaş (2007) ise ilköğretim öğrencilerinin % 10,6’
sının sürekli olarak, % 49.5’inin ise ara ara çete veya grupların içinde yer aldıklarını
tespit etmiştir.
Öğrencilerin polis, karakol ve mahkemeye intikal eden bir olaya karışmaları ile
saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılaşma olmadığı görülmektedir. Odacı
(2007) Emniyet çocuk şubesine intikal eden şiddet ve suç olaylarının çok önemli bir
kısmının devlet okullarında ve çevresinde gerçekleştiğini, 12-18 yaş grubundaki
ergenlerde en düşük suç ve saldırganlık oranının % 15.4 ile 12 yaş grubunda
görüldüğünü ve bu rakamın yaşın ilerlemesi ile arttığını tespit etmiştir. Solak (2011)
ülkemizde 18 yaşın altında ki bireylerin son üç yılda karışmış olduğu suçlara ilişkin
yapılan bir çalışmada kanunen çocuk olarak kabul edilen bu yaş grubunda toplam
427,079 suç işlendiği ve bu suçlarında yaklaşık yarısının şahsa karşı suçlar kapsamına
girdiği ve yine işlenen suçların toplamının % 90’ının şahsa ve mala karşı işlenen suçlar
olduğu, cana ve şahsa karşı işlenen suçlar açısından yetişkinler ile çocukların karışmış
olduğu suçlar açısından hemen hemen aynı değerlerin olduğu saptanmıştır. Bu bulgu
araştırma bulgularımızı desteklemiyor olsa da özellikle cana ve şahsa karşı işlenen
suçlarda bireylerin belirgin bir saldırganlık potansiyeline sahip olmaları beklenir. Ancak
belirtmek gerekir ki bireylerin ciddi manada suç teşkil eden bir olayra karışmaları
sadece saldırganlık düzeyleri ile değil birçok faktörün etkisiyle ortaya çıkabilecek bir
durum olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
583
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sağlıklı bir toplumda gençler ıslah evlerinde ya da hapishanelerde değil,
toplumun içinde kendisine saygın bir yer edinerek eğitimde, iş hayatında vs. yerlerde
bulunurlar. Oysa günümüzde hapishaneler de kontenjanın ağırlığını önemli oranda
gençler oluşturmaktadır. Bu durum giderek daha da artma belirtileri gösterdiği için
toplumsal geleceğimiz açısından iyi bir işaret olarak görülemez. Bu durumun elbette bir
çok sebebi vardır. Bu gün ülkemizde maalesef okulların gerek içi ve gerekse de okul
çevresi gençlerin şiddete ve suça bulaşmaları hususunda kaçınılmaz bir zemin
oluşturmakta bir çok çete veya suç grupları okul çevrelerini mekan tutmaktadır. Bu
durumun önüne geçilmesi ve gençlerin okul ortamında suça ve şiddete yönelmelerine
sebep olacak hususlarda ilgili ve yetkili makamlarca acil olarak tedbirler alınması zaruri
görünmektedir. Ancak bir çocuğun önemli oranda anne babanın elinde hayat bulduğu
ve geliştirdiği davranışlarında önemli ölçüde anne baba ile kurduğu özdeşimlerin
sonucu olduğu düşünüldüğünde aile kurumunun önemi bir kez daha ortaya çıkmış olur.
Son yıllarda medya ve hızlı sanayileşme ve kentleşmenin de etkisiyle aile kurumunda
çok hızlı bir çözülme ve bozulma görülmekte olup boşanmalar ve ailenin parçalanması
çok vahim bir seviyeye yaklaşmakta ve evliliklerin süresi de önemli oranda kısalmış
bulunmaktadır. Bunları topluca ele alacak olduğumuzda aslında geleceğimiz açısından
hiç de iyi bir noktada olmadığımızı düşünebiliriz. Bu anlamda politika üreten
makamların aile kurumuna daha fazla yönelmeleri ve toplumda ailenin parçalanmasının
önüne geçecek toplumsal dinamiklerin oluşturulması ve anne babaların sağlıklı ana
baba tutumları konusunda bilinçlendirilmeleri gençlerin saldırganlığa ve şiddete
başvurarak suça bulaşmalarının önüne geçilmesi hususunda önemli bir adım olacaktır.
Öneriler
Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ve göstermiş oldukları şiddet içerikli
davranışlara ilişkin bulgular öğrencilerin önemli ölçüde saldırganlık ve şiddet
potansiyeli taşıdıkları ve aynı zamanda sadece kendileri için değil diğer öğrenciler
içinde bu durumun bir risk yaratacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Okullarımızda
karşılaşılan bu sorunun üstesinden gelinmesi için aşağıda belirtilen önerilerin etkili
olacağı düşünülmektedir.
1. Saldırganlık içerikli davranışlar ortaya çıkmadan önce çocuklarda erken yaşlarda
olumlu davranış ve alışkanlıklar kazandırılmalıdır.
2. Okullarımızda saldırganlık potansiyeli yüksek olan ve şiddete başvuran öğrenciler
belirlenerek iletişim, problem çözme ve öfke kontrolü benzeri grup rehberlik
eğitimlerinden ve bireysel psikolojik danışma hizmetlerinden yararlanması
sağlanmalıdır.
3. Okul idaresi, rehberlik servisi ve aileler arasında etkili bir iletişim ve yardımlaşma
mekanizması oluşturulmalı ve saldırganlık özelliği yüksek olan öğrenciler sürekli
gözetim altında tutulmalıdır.
4. Eğitim öğretim faaliyetleri öğrencilerin akademik becerilerinin yanı sıra iletişim
becerileri, problem çözme becerileri ve öfke kontrolü gibi becerileri de
kazandıracak içeriğe sahip olmalıdır.
5. Öğrencilerin okullara rahatça kesici ve yaralayıcı aletler getirmesinin önüne
geçilmeli ve caydırıcı önlemler alınmalıdır. Çünkü bu durum diğer öğrenciler için
ciddi bir risk unsuru oluşturmaktadır.
6. Ailelerin çocuk yetiştirme tarzları hususunda bilgilendirilmeleri ve
bilinçlendirilmeleri sağlanmalıdır.
584
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
7. Şiddete başvuran öğrencilerin doğrudan cezalandırılmaları yerine onları rehabilite
edici uygulamalara yönlendirilmeleri yararlı olacaktır.
8. Öğrencilerin suç ve çete gruplarına girmemeleri ve suça bulaşmamaları konusunda
gerek ilgili kuruluşlar, gerek kitle iletişim araçları ve gerekse de okul rehberlik
servisleri bilgilendirici çalışmalar yapmalıdır.
9. Okul ortamları daha güvenli ve huzurlu ortamlar haline getirilmelidir.
KAYNAKÇA
American Academy of Pediatrics (1995). Media Violence, AAP Committe on
Comminications in Pediatrics, 95(6), 113,117
Alıcıgüzel, I. (2001). Çağdaş Okulda Eğitim ve Öğretim, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Alikaşifoğlu, M., Ercan, O., Erginöz, E., & Kaymak, D. A. (2004). Violent Behavior
among Turkish High School Students and Correlate of Physical Fighting.
European Journal of Public Health, 14 (2), 173-177.
Aral, N.(1997). Fiziksel İstismar ve Çocuk. Ankara: Tekışık Ofset.
Aras, Ş., Günay, T., Özan, S., & Orçun, E. (2007). İzmir İlinde Lise Öğrencilerinin
Riskli Davranışları Anatolian Journal of Psychiatry, 8, 188-196.
Artuk, M.E. (2002). Medya Şiddet ve Özellikle İntihar Haberlerinin Sunumunun
Toplum Üzerinde ki Etkileri ve Bunun Önlenmesi. Radyo ve
Televizyonlarda Şiddet ve İntihar Haberlerinin Sunumunun Toplum
Üzerinde ki Etkileri Sempozyumu, Ankara-Bilkent Hotel.
Anderson, C. Bushman, B.(2002). Human Agression . Annual Revievs of
Psychology, (53), 27 -51.
Ando, M., Asakura, T., Simons-M, B. (2007). A Psychoeducational Program to Prevent
Aggressive Behavior among Japanese Early Adolescents. Health Education
& Behavior. 34 (5): 765- 776.
Anne L., Hoffman, S., Leschied, A. W. (2004). A Psychoeducational Group for
Aggressive Adolescent Girls. The Journal for Specialists in Group Work. 29
(3): 285-299.
Aytek, H. (1999). Grup Rehberliğinin Ortaöğretim Basamağındaki Öğrencilerin Öfke
Davranışlarının Kontrolü Üzerindeki Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Baş, A., Kabasakal, T. (2010). İlköğretim Okullarında Saldırganlık ve Şiddet
Davranışlarının Yaygınlığı. İlköğretim-Online, 9(1):93-105
Baymur, F.(1983). Genel Psikoloji. Ankara: İnkılâp ve Aka Kitabavi.
Bilge, F. (1996). Danışandan Hız Alan ve Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlarla Yapılan
Grupla Psikolojik Danışmanın Üniversite Öğrencilerinin Kızgınlık
Düzeyleri Üzerindeki Etkileri. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Breunlin, D. C., Cimmarusti, R. A., Bryant, E. T., Hetherington, J. S. (2002). Conflict
Resolution Training as an Alternative to Suspension for Violent Behaviour.
Journal of Educational Research, 95(6): 349-358
585
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Cevher, M. (2007). Suça ürüklenen çocuklar; Çocuk suçluluğuna genel bir bakış içinde
Solak. A (Ed), Okullarda Şiddet ve Çocuk Suçlululuğu (19-35). Ankara;
Hegem Yayınları.
Craig, W. M. ve Pepler, D. J. (2003). Identifying and Targeting Risk for İnvolvement in
Bullying and Victimization. The Canadian Journal of Psychiatry, 48, 577–
82.
Çetinkaya, S., Nur, N., Ayvaz, A., Özdemir, D., Kavakcı, Ö. (2009). Sosyoekonomik
Durumu Farklı Üç İlköğretim Okulu Öğrencilerinde Akran Zorbalığının
Depresyon ve Benlik Saygısı Düzeyiyle İlişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi,
10, 151-158
Dahlberg.
H., Gürsoy, F.(1998). Anne Yoksunu Olan Çocukların
Saldırganlık Eğilimlerinin İncelenmesi. Çukurova üniversitesi
eğitim fakültesi dergisi , 75-74, 60,64.
Dilekmen, M., Ada, Ş., Alver, B. (2011). İlköğretim 2. Kademe Öğrencilerinin
Saldırganlık Özellikleri. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi.
10(2):927-944
Dodge, K. A,. Coie, J. D. (1987). Social Information Processing Factors in Reactive and
Proactive Aggression in Children’s Peer Groups. Journal of Personality and
Social Psychology 53: 1146-1158.
Eroğlu, Sursan, E. (2009). Saldırganlık Davranışlarının Boyutları ve İlişkili Olduğu
Faktörler: Lise ve Üniversite Öğrencileri Üzerine Karşılaştırmalı Bir
Çalışma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21: 205-221.
Efîlti,
E.(2006).Ortaöğretim Kurumlarında Okuyan Öğrencilerin
Saldırganlık, Denetim Odağı ve Kişilik Özelliklerinin
Karşılaştırmalı olarak incelenmesi. Yayınlanmamış Doktora
Tezi. Selçuk üniversitesi.
Genç, H. (2007). Grupla Öfke Denetimi Eğitiminin Lise 9.Sınıf Öğrencilerinin Sürekli
Öfke Düzeylerine Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi. Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Güner, I. (2007), Çatışma Çözme Becerilerini Geliştirmeye Yönelik Grup
Rehberlik Programının Lise 4. Sınıf Öğrencilerinin Saldırga nlık
ve Problem Çözme Becerisi Üzerine Etkisi. Yüksek Lisans Tezi.
İnönü Üniversitesi.
Gündoğdu, R. (2010) 9. Sınıf Öğrencilerinin Çatışma Çözme, Öfke ve Saldırganlık
Düzeylerinin Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 19(3):257-275
Gürsoy, F.(2002). Annesi Çalışan ve Çalışmayan Çocukların Saldırganlık Eğilimlerinin
İncelenmesi. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Dergisi. 7(6), 7-15
Gökçakan, N. (2010). Mersin İlinde 2005-2009 Yılları Arasında Çocuk Suçları Oranının
İncelenmesi. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,(6), 133-143.
Gökdaş, İ. (2007). İlköğretimde Şiddet. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve
çocuk suçlululuğu (263-295). Ankara; Hegem Yayınları.
586
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Gözütok, F.D., Karacaoğlu, C., Er, O. (2007). Çocuklar evde de okulda da dövülüyor
İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu (133-149).
Ankara; Hegem Yayınları.
Gözütok, F.D(2001). Okulda Dayak. Ankara: 72 Ofset.
Herrmann, D. S. ve McWhirter, J. J. (2003). Anger& Aggression Management in
Young Adolescents; an Experimental Validation of the SCARE Program.
Education And Treatment of Children, 26(3): 273-302.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel Psikoloji Bağlamında İnsan ve Aile .
İstanbul: Evrim Yayınevi.
Karahan, T., Özcan, F., Ağlamaz, T. (2009). Lise 4. Sınıf Öğrencilerinin Saldırganlık
Düzeylerinin Anne Babanın Birliktelik Durumu, Öz ve Üvey Oluşu ve
Yaşamda Öncelikli En Önemli Değer Algısı Açısından İncelenmesi. Uludağ
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(1):211-229.
Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Karataş, Z., Gökçakan, Z. (2010). Psikodrama Teknikleri Kullanılarak Yapılan Grup
Uygulamasının Ergenlerin Çatışma Çözme Becerilerine Etkisinin
İncelenmesi. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(4):357-366.
Karataş, Z. (2009). Bilişsel Davranışçı Teknikler Kullanılarak Yapılan Öfke Yönetimi
Programının Ergenlerin Saldırganlığını Azaltmadaki Etkisi. Pamukkale
Üniversitesi Eğitim Fakültesi, (26):12-24.
Koruklu, N. (1998). Arabuluculuk Eğitiminin İlköğretim Düzeyindeki Bir Grup
Öğrencinin Çatışma Çözme Davranışlarına Etkisinin İncelenmesi.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara.
Martino, S.C., Ellickson, P.L., Klein, D.J., McCaffrey, D., & Edelen, M.O. (2008).
Multiple Trajectories of Physical Aggression among Adolescent Boys and
Girls. Aggressive Behavior, 34, 61-75.
Miller, G.E. (1994). School Violence Miniseries İmpressions and İmplications. School
Psychology Review, 23(2): 257-261.
Nansel, T., Overpeck, N. (2001). Bullying behaviors among U.S. youth, JAMA, 285, 16.
İpek, C. (2007). Okullarda şiddet bağlamında ilköğretim programına konulan medya
okuryazarlığı dersi, İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk
suçlululuğu.(133-149). Ankara; Hegem Yayınları.
Pişkin, M. (2003). Okullarımızda Yaygın Bir Sorun: Akran Zorbalığı. VII.Ulusal PDR
Kongresi, Bildiri Özetleri, 125, Ankara: Cantekin Matbaası.
Rutherford JR. Robert B., Mathur Sarup R. ve Quinn Mary M. (1998). Promoting Social
Communication Skills Through Cooperative Learning and Direct
Instruction. Education and Treatment of Children. 21 (3): 354-370
Saldırım, M. (2007). Ceza infaz kurumundan eğitim kurumuna. İçinde, Solak. A
(Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu (77-97). Ankara; Hegem
Yayınları
587
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Solak, A. (2011). Türkiye’nin Suç Haritası; Çocuk Suçluluğu. Ankara: Hegem
Yayınları.
Söylemez, S. (2007). Ergenlerde problem çözme becerisini geliştirmeye yönelik bir
grup çalışması içinde Erkan, S., Kaya, A. (Ed) Deneysel Olarak Sınanmış
Grupla Psikolojik danışma ve Rehberlik Programları III. Ankara:
PegemAYayıncılık.
Sütçü, T., Aydın, S. (2010). Ergenlerde Öfke ve Saldırganlığı Azaltmak İçin Bilişsel
Davranışçı Bir Grup Terapisi Programının Etkililiği. Türk Psikoloji Dergisi,
25(66):57-72
Tuzgöl, M. (1998). Ana-Baba Tutumları Farklı Lise Ögrencilerinin Saldırganlık
Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Dergisi, 39-48.
Odacı, H. (2007). Çocuk suçları ve şiddet Olayları. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda
şiddet ve çocuk suçlululuğu (55-76). Ankara; Hegem Yayınları.
Olweus, D., Mona E. S. (2003). Prevalance Estimation Oo School Bullying with the
Olweus / Bully Questionnaire, Aggressive Behavior, 29, 239–68.
Ögel, K., Tarı, I., Eke, C. (2006). Okullarda Suç ve Şiddeti Önleme Klavuzu. İstanbul,
Yeniden Yayınları.
Uludağlı, N. ve Uçanok, Z. (2005). Akran Zorbalığı Gruplarında Yalnızlık ve
Akademik Başarı ile Sosyometrik Statüye göre Zorba/Kurban Davranış
Türleri. Türk Psikoloji Dergisi, 20(56), 77–92.
Uysal, A. (2003). Şiddet Karşıtı Programlı Eğitimin Öğrencilerin Çatışma Çözümleri,
Şiddet Eğilimleri ve Davranışlarına Yansıması. Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Uysal, Z. (2006). Çatışma Çözme Eğitim Programının Ortaöğretim Dokuzuncu Sınıf
Düzeyindeki Öğrencilerin Çatışma Çözme Becerilerine Etkisi.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Adana.
Üstün, A., Yılmaz, M., Kırbaş, Ş. (2007). Gençleri şiddete yönelten nedenler. İçinde,
Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu (109-131). Ankara;
Hegem Yayınları
Vera, E. M., Shin, R.Q., Montgomery, G. P., Mildner, C., Speight, S. L. (2004).
Conflict Resolution Styles, Self-Efficacy, Self-Control, and Future
Orientation of Urban Adolescents. Professional School Counseling, 8 (1):
73-80
Weir, E. (2005). Preventing Violence in Youth. Canadian Medical Association Journal,
172(10): 1291- 1292.
Williams, S. Myers, S.(2004). Adolescent Violence. The ABFN Journal, 31-34.
Yavuzer, Y. (2010). Okullarda Saldırganlık-Şiddet: Okul ve Öğretmenle İlgili Risk
Faktörleri ve Önleme Stratejileri. Milli Eğitim Degisi, 192, 43-56
Yavuzer, Y., Üre, Ö. (2010) Saldırganlığı Önlemeye Yönelik Psiko-Eğitim Programının
Lise Öğrencilerindeki Saldırganlığı Azaltmaya Etkisi. Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (24):389-405.
588
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALMIŞ OLAN KADINLARIN
HUKUKİ UYGULAMALARA BAKIŞ AÇILARI
Özden SALMAN1, Nilüfer NEGİZ2
Özet
Aile içi şiddet Türkiye’de son yıllarda önemli sayıda kadın yaralanmaları ve
kadın ölümlerine yol açmaktadır ve aile içi şiddetin engellenememesi mağdur kişiye,
aile birliğine ve topluma zarar vermektedir.
Ülkemizde ailenin korunmasına dair politikalar sayısı günden güne artan kadın
cinayetleri ile önemini pekiştirmektedir. Aile içi şiddetle mücadele etmek için politika
yapımında ve uygulanmasında birçok kurum ve kuruluş etkendir. Bu politikaların
hukuki alanda uygulanmasında ise Aile Mahkemeleri bireyin ve ailenin şiddetten
korunması ile ilgili görev yapan kurumlardır.
Bu çalışmada, Türkiye’de ailenin korunmasında, kamusal politikaların
uygulamaları, işleyişi, aksaklıkları ve sonuçları aile içi şiddete maruz kalmış ve adli
hizmet almış olan kadınların bakış açıları ile değerlendirilmiştir. Kadınların,
yararlanmış oldukları kanundan beklentilerinin ne ölçüde karşılandığı, korunma kararı
sonucunda aile birliklerindeki değişim süreci öğrenilmiştir. Bu amaçla, araştırmanın
kapsamında 4320 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun’dan kanundan
faydalanmış olan kadınların aile ve aile birliğine bakış açıları nitel araştırma yönetimi
ile ele alınmıştır.
Sonuç olarak, yasanın aile birliği konusunda aileye sağladığı sonucun ve
kanunun değerlendirilmesinin yapılması bunun yanında konu ile ilgili yeni politika ve
programlar üretilmesine katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ailenin korunması, kadına yönelik aile içi şiddet, kamusal
politikalar
WOMEN'S PERSPECTIVES WHO HAVE SUFFERED
TO DOMESTIC VIOLENCE ABOUT PRACTICE OF LAW
Abstract
Large numbers of women in Turkey in recent years, domestic violence causes
injury and death. In our country, constantly increasing the number of killings of women
emphasizes the importance of policies on the protection of the family and the woman.
The design and implementation of policy on the prevention of domestic violence
plays a role in many institutions and organizations. Family courts are official
institutions working on the protection of individual and family for domestic violence.
1
2
Sosyal Hizmet Uzmanı, Aile Mahkemesi, Isparta, [email protected]
Yrd. Doç.Dr.,Süleyman Demirel Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, Isparta, [email protected]
589
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
In this study, family preservation, public policies, practices, functions, failures
and the results are evaluated. For this purpose, women's perspectives have been used
who have suffered to domestic violence and benefited from justice services.
This study, in relation to Law No. 4320 on the Protection of the family of the
qualitative research method was used.
As a result of evaluation of the Law No. 4320, as well as to contribute to the
production of new policies related to the subject.
Key Words: Family Protection, Family Violance, Public Policy
GİRİŞ
İnsanların yaşamak, üremek ve sosyalleşmek adına geliştirdiği en kabul gören
oluşum kuşkusuz ki ailedir. Aile, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden
doğmuştur ve bu yönüyle ailenin başlıca işlevlerinden birisi olarak kabul edilmiştir.
Aile, üretim ve tüketimde bulunmak gibi ekonomik yönü ve çocuğun
toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, serbest zamanların değerlendirilmesi
gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir
kurumdur.
Ailenin sağlıklı yapısının sürdürülebilmesinin sağlanması amacıyla toplumlar
aile kurumuna önem vermek, aile yapısını korumak, güçlenmesi ve gelişmesini
sağlamak durumundadır. Bu nedenle birçok ülkede aile kurumunun korunması ve
devam ettirilmesi için devlet ve sivil toplum örgütleri gerekli önlem ve çareleri
araştırma ve elden geldiğince aileyi koruyucu tedbirleri uygulamaya çalışmaktadır
(ASAGEM, 2009).
Ailenin korunması konusu içinde özellikle kadın ve çocukların korunması ulusal
ve uluslararası platformda oldukça önem kazanmış güncel bir konu olması nedeni ile
ülkemizde de çeşitli yasal düzenlemeler yapılarak konu ile ilgili gelişmeler sağlanmıştır.
Ülkemizdeki yasalar da ailenin korunması ile ilgili hükümlere sahiptir. Ailenin
korunması görevi ülkemizde Anayasa’nın 41. maddesinde devlete verilmiştir. Anayasa
çatısı altında aile birliğinin korunması çeşitli yasalarda yer bulmaktadır. Türk Medeni
Kanunu’nda eşler arasında bir uyuşmazlık doğmasından önce ve sonra uygulanabilecek
olan aile birliğini korumaya yönelik hükümler bulunmaktadır. Bunun yanında 4320
Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun1 ailenin korunmasını vurgulamakta ve aile
içi şiddete maruz kalan kişi ya da kişiler hakkında acil önlemler alınmasını
amaçlamaktadır. Bunun yanında ailenin korunması ile ilgili olarak Aile Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerini düzenleyen 4787 sayılı yasa da aile
bireylerinden çocuklar ve yetişkinler hakkında koruyucu, önleyici ve sosyal tedbirler
alınmasını içermektedir.
Ülkemizde ailenin ve aile içi şiddete maruz kalan kişi ya da kişilerin korunması
amacıyla özel bir kanun olarak uygulanmakta olan AKHK 1998 yılında yürürlüğe
girmiş, 2007 yılında yeniden düzenlenmiş ve 2008 yılında yayınlanan yönetmeliği ile
şiddete maruz kalan kadınların korunmasını amaçlayan önemli bir adım olmuştur. 2012
yılı Mart ayı içinde yasada önemli değişiklikler yapılmıştır.
1
Çalışmanın devamında AKHK şeklinde belirtilecektir.
590
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu çalışmada 2008- 2011 yılları arasında ilgili yasadan faydalanmış kadınların
yasa ile ilgili değerlendirmelerine yer verilmiştir.
1. PROBLEM
Aile ve aile birliğinin korunması kavramı ortaya çıkışından bu yana öncelikle
kadınların ve kadın çalışmalarının konusu olmuştur. Aile birliğinin bozulmasının ve
ailenin dağılmasının önemli gerekçelerinden bir olan, kişinin onurunu zedeleyen ve
yaşam haklarını ihlal eden şiddet, ülkemizde kimi bölgelerde töre kaynaklı, kimi
yerlerde ahlak ve öğrenilmiş değer olarak uygulanmaya devam etmektedir ve son
yıllarda önemli sayılarda kadın ölümleri ile sonuçlanmaktadır. Şiddetle mücadele
amacıyla var olan yasaların eksiklikleri ve yasa uygulayıcıların ihmalleri neticesinde
engellenemeyen şiddet doğrudan mağdur kişiye, topluma ve aile birliğine zarar
vermektedir. Bu nedenle aile birliğinin ve ailenin korunmasına dair politikalar
ülkemizde sayısı günden güne artan kadın cinayetleri ile önemini pekiştirmiştir
(Salman, 2011: 77).
2. AMAÇ
Bu çalışmanın amacı; AKHK’dan faydalanmış olan kadınların aile ve aile
birliğine bakış açılarını değerlendirmek, bu kadınların aile birliğini tehlikeye düşüren
nedenler hakkındaki görüşlerini öğrenmektir. Bunun yanında söz konusu kadınların
yasal hakları konusundaki bilgilerini anlamak ve buna bağlı olarak yasadan
beklentilerinin öğrenilmesini sağlamak; yasanın aile birliği konusunda aileye sağladığı
sonucun değerlendirilmesinin yapmak ve konu ile ilgili yeni politika ve programlar
üretilmesine katkıda bulunmaktır.
3. YÖNTEM
Araştırmada kullanılan görüşme formunda 18 soru yer almaktadır. Görüşme
formunun 5 sorusu kişinin kendisi ve genel yaşantısı ile ilgili sosyo- demografik
verilerin elde edilmesi amacı ile sorulmuştur. Bu soruların kapsamı yaş, eğitim durumu,
çalışma durumu, sahip olunan çocuk sayısı ve kişinin kendini tanıtması için sorulardan
oluşmaktadır. Diğer sorular ise araştırmanın amacına uygun olarak sorulan kadınların
aile ve aile birliği kavramlarını tanımlamaları, ailenin korunması konusundaki
düşünceleri ve aileyi korumakla yükümlü kişinin kim olduğu ile ilgili sorular ve buna ek
olarak aile birliğini tehdit eden nedenler, kadınların korunma taleplerini neden
istedikleri, konu ile ilgili yasal hakları konusundaki bilinç durumları, kendilerine verilen
tedbirler ve yasadan beklentiler, bu beklentilerin ne ölçüde karşılandığı; tedbir sürecinde
aile birliğini etkileyen sorunların durumu ile ilgili sorulardır.
Araştırmaya katılan kişilerin tümünü 2008- 2010 yılları arasında Isparta Aile
Mahkemesi’nde haklarında tedbir kararı verilen kadınlar oluşturmaktadır. Gönüllülük
esasına göre araştırmaya katılmak isteyen 15 kadın ile yapılan görüşmeler kendi
evlerinde 01 Nisan- 30 Mayıs 2011 tarihleri arasında, her bir görüşme 45- 60 dakika
arasında değişen sürelerde gerçekleştirilmiştir.
Araştırmada kullanılan soru kağıdı ile açık uçlu sorular oluşturulmuş ve
kadınların adreslerine bizzat gidilerek görüşmeler yapılmıştır. Soru formundaki sorular
591
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
soru- cevap şeklinde değil sohbet şeklinde yapılmış, soru kâğıdındaki sıralama takip
edilmemiş, sorular yapısı ve içeriği göz önünde bulundurularak kişiyi yönlendirmeden
sorulmuştur.
Yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen araştırma verileri önce yazılı bir
metin haline getirilmiş sonra elde edilen veriler kategorilere ayrılmış, alt metin ve
temalar belirlenmiş ve sıralanmıştır. Sıralamada görüşülen 15 kişinin ifadeleri ve
belirlenen alt başlıklar değerlendirilmiştir ve bu doğrultuda çalışma nitel araştırma ile
kategorik bağlamsal çözümleme tekniği kullanılarak sınanmıştır.
4. BULGULAR
Yapılan çalışmada katılımcıların demografik özellikleri (yaş, eğitim durumu,
çalışma durumu, sosyal güvenlik durumu, çocuk sayısı) aşağıdaki tabloda gösterildiği
gibidir.
Tablo 1. Katılımcıların Sosyo- demografik Nitelikleri
Kişi
Yaş
Medeni Durum
Eğitim
Durumu
Çalışma Durumu
Sosyal
Güvenlik
Çocuk
Sayısı
B.A.
29
Evli, Ayrı
yaşıyor
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
SSK (Eş)
2
Z.C.
46
Bekar
Üniversite mez.
Kamu Personeli
E.Sandığı
1
A.K.
29
Evli, Ayrı
yaşıyor
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
SSK (Eş)
2
A.U.
33
Bekar
Lise mezunu
İşçi
SSK
1
A.Z.
48
Bekar
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
Yeşil Kart
2
L.E.
32
Evli, Eşi ile
yaşıyor
Üniversite mez.
Kamu Personeli
E. Sandığı
1
T.K.
31
Bekar
Y.L. mezunu
Kamu personeli
E. Sandığı
Yok
E.K.
43
Bekar
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
Yeşil Kart
3
S.L.
25
Evli, Ayrı
yaşıyor
Lise mezunu
İşçi
SSK
Yok
K.E.
59
Bekar
Lise mezunu
Emekli
E. Sandığı
2
F.A.
23
Bekar
İlkokul mezunu
Gündelik İşçi
Yok
1
H.K.
27
Bekar
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
Yeşil Kart
2
N.G.
37
Bekar
Lise mezunu
Gündelik İşçi
Yok
2
S.H.
44
Bekar
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
Yeşil Kart
3
R.L.
42
Bekar
İlkokul mezunu
Ev Hanımı
Yeşil Kart
2
Görüşülen kadınların 3 tanesi 23- 28 yaş grubundan, 5 tanesi 29- 34 yaşları
arasında, 1 tanesi 35- 40 yaş diliminde ve 6 tanesi de 41 yaş ve üzerindedir. Kadınların
3 tanesinin evli olduğu ancak halen boşanma davasına devam etmekte olduğu, 1
tanesinin evli olduğu ve eşi ile birlikte yaşadığı, kalan 11 kadının da boşanmış ve halen
bekar olduğu öğrenilmiştir. Görüşülen kadınlardan 8 tanesinin ilkokul mezunu olduğu,
2 tane kadının üniversite mezunu olduğu ve 1 kadının da yüksek lisans mezunu olduğu,
4 kadının da lise mezunu olduğu bilgileri edinilmiştir. Görüşülen kadınların 7 tanesinin
592
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çalışmadığı ve ev hanımı olduğu, 2 tanesinin gündelik işlerde çalıştığı, 3 tanesinin kamu
personeli, 2 tanesinin işçi olduğu ve 1 tanesinin de emekli olduğu tespit edilmiştir.
Katılımcıların 5 tanesinin Yeşil Kart hizmetinden faydalanmakta olduğu, 4 tanesi
Emekli Sandığı’na tabi bulunduğu, 2 tanesi eşinin üzerinden SSK ve 2 tanesi kendi
çalışması ile SSK’dan sosyal güvenlikten faydalanırken 2 tanesinin hiçbir sosyal
güvencesinin olmadığı görülmektedir. Kadınlardan yalnızca iki tanesinin çocuğu
yoktur. Dört kadının 1 çocuğa sahip oldukları, yedi kadının 2 çocuğa ve iki kadının 3
çocuğa sahip oldukları ve 2 kadının çocuk sahibi olmadıkları belirlenmiştir.
Kadınlar ile konunun esasına ilişkin yapılan araştırmaya sonucunda göre
çözümlemenin analizi aşağıdaki şekilde yapılmıştır.
Tablo 2. Çözümleme Analizi
Ana Başlık
Tema ve Alt Başlık
İçerik
Aile ve Aile Birliğine
Yüklenen Anlamlar
Aile yapısı içinde var olması gereken
duygular, çocuk
Dürüstlük, sorumluluk, fedakarlık ve
anlayış, sevgi, saygı ve güven
Ailenin Korunması Kavramı
Aileyi koruyan kişi ya da kişiler,
ailenin korunmasında devlet etkeni
Ailenin korunması için kadınların
gereksinim duyduğu etkenler, aile
danışma merkezi
Aile Birliğini Tehlikeye
Düşüren Nedenler
Kötü muamele ve erkeğe yönelik
geleneksel bakış açısı, şiddet
Sorunların niteliğinin analizi, şiddetin
anlamları ve türleri
Korunma talebi süreci ve
dinamikleri
Yasal haklar konusunda bilinç durumu,
korunma tedbiri uygulama süreci,
Eşin evden uzaklaştırılması, savcılığa
veya karakola şikayet bilgilerinin
değerlendirilmesi
Korunma tedbiri uygulama
süreci
Boşanma veya ayrı yaşama sürecine
girilmesi, bir arada yaşama devam
etme
Ailenin sonlandırılması veya ailenin
devamına karar verme sürecinin
değerlendirilmesi
Tedbir süreci ve sonrasında
fikirler
Memnuniyet ve kaygı
Duygu ve düşünceler
4.1. Aile ve Aile Birliğine Yüklenen Anlamlar
Z.C. “Aile sevgi bütünlüğü sağlanan, fedakârlık ve saygı gerektiren bir oluşum;
anlayış, birlik ve beraberlik. Çocuk şart değil aile için ama aileyi daha mutlu kılması
için çocuk olmalı. Bence çocuk aileyi güçlendiren ve bir arada tutan eşler arasında
ortak bir nokta bence. Kızım aileyi babası yanımızda olmadığından “biz aile değiliz”
diyor. Geniş aile ya da akrabalıklar ilişkiler üzerinde otorite ve sorumluluk sağlıyor.
Tek ebeveynli aile de, nikâhsız birliktelikler de ailedir. Mühim olan birbirinin
sorumluluğunu taşıyabilmektir.”
S.L. “Bence aile güven demek. Herkesin birbirine sonuna kadar güvenmesi
demek Mesela ben vardiyalı çalışırdım, o hiç çalışmazdı. Bana nereye gittiğin belli
değil derdi. Kötü şeyler yapmaktan geliyorsun derdi hâlbuki gittiğim yer belli, işe
gidiyorum. Önce güven lazım. Zaten güven olursa saygı, sevgi her şey olur. Mutlu
olursunuz. “
Yapılan görüşmelerde kadınların birçoğunun ailenin oluşmasında ve devam
etmesinde sevgi, saygı ve güven duygularının olmasının şart olduğunu vurguladıkları,
593
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
karşılıklı fedakârlığın ve güvenin de ailenin devamının sağlanmasında mutlaka olması
gerektiğini vurguladıkları görülmüştür.
Görüşülen kadınların geneli çocuğa önem vermektedirler. Çocuk faktörü
kadınlar tarafından ailede olması gereken bir varlık, aileyi tamamlayıcı ve ailede
kişilerin sorumluluklarını arttırıcı faktörlere sahip nitelikte olduğu şeklinde
algılanmaktadır.
4.2.
Ailenin Korunması Kavramı
Yapılan araştırmada kadınların ailenin korunmasında devletin müdahaleci
olmasından yana düşüncelere sahip olduğu bulgusu elde edilmiştir.
Z.C. “Aile için ortak zeminle oluşturularak ailenin önemi topluma anlatılmalı.
Ailenin yaşadığı olumsuz durumlarda devletin aileye müdahalesi olmalı ama ülkemizde
devletin her kurumunun aynı tutarlılıkla aileye bakışı olmadığını düşünüyorum. Yasal
düzenlemeler olsa da hala polis şiddet gören kadını evine gönderiyor, önemsemiyor.”
A.U. “Aileyi koruması da öğretilmeli bence artık insanlara. Hani kurslar falan
da var ya duyuyoruz anne baba karı koca olma kursu falan, onları devlet vermeli bence
insanlara. “
Kadınların devletin aileye müdahaleci yanının ailenin zorla korunmasından yana
değil sorunlar ortaya çıkmadan, koruyucu önleyici müdahaleler ile gerçekleşmesi
gerektiğini düşünmekte oldukları bilgisi edinilmiştir.
Ailenin korunması konusunda kadınların devletten beklediği müdahalenin,
sağlıklı aile yapısının oluşturulmasında devletin aileye sağlayacağı destek olduğu
düşünülmektedir.
Araştırma bulgularına göre kadınlar, aile bireylerine görev ve sorumluluklarının
öğretilebileceği, sorun çözme kapasitelerinin geliştirilebileceği “danışmanlık
hizmetinin” ailenin korunmasında devletin yapabileceği önemli bir yardım olacağını
düşünmektedirler.
4.3.
Aile Birliğini Tehlikeye Düşüren Nedenler
Görüşülen kadınların aile birliğini tehlikeye düşüren nedenler ile ilgili görüşleri
incelendiğinde kötü muamele, şiddet ve erkeğe yönelik geleneksel bakış açısının
belirleyici tema ve alt başlık olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
H.K. “Dayak, küfür, hakaret, içki, gazinolar. Ailemle görüşmemi istemedi,
telefonumu elimden aldı, dışarı çıkarmadı beni. Yaptığı kötü şeyleri görmemi istemedi
bence. İlk zamanlar beni paylaşamıyor sanırdım sonraları anladım öyle olmadığını. “
T.K. “Bizim ailede eşim babasının dükkânında çalıştığından harçlık alırdı
babasından. Babası sadece sigortasını yatırırdı. Ben düzenli maaşa sahibim. Eşimin
erkeklik gururu incinmesin diye kredi kartımı ve maaş kartımı eşime verdim. Ama eşim
maaşımla alkol almaya, gereksiz harcamalar yapmaya başladı. Bana şaka ile karışık
vururdu. Maaşımdan bana neredeyse hiç para vermemeye başladı. Eşime göre kadın
mutfakta ve yatakta lazımdı, ben fazla geldim ona.“
594
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
A.K. “Kocamın içkisi kumarı yoktur, eskiden vardı şimdi yok. İyi bir adam gibi
görünür. Ama ilgisiz. Cinsellik olunca geliyor eve bana da kötü davranıyor o zamanlar.
Küfür eder bana. Çocuklara etmez. Kirlidir, yıkanmaz. Kavga ederiz hep, döveriz
birbirimizi. Çocuklar da küfür öğrendi küfür ediyorlar. Çocukları da alıp memlekete
gitmek istiyorum.”
Görüşülen kadınların bir kısmının kıskanılma duygusunun hoşa giden ve
bekledikleri bir tavır olmasından dolayı yaşadıkları duygusal şiddeti fark edemedikleri,
bu farkındalığı ekonomik şiddet ve aldatılmanın ardından oluşturabildikleri
anlaşılmıştır.
Bunların yanında, kadınların eşlerinden fazla gelire sahip olmalarının ya da
düzenli bir gelire sahip olmalarının kadınlar tarafından erkeğe yüklenen bir eksiklik
olarak algılandığı görülmektedir. Kadınların bu nedenle maaşlarını, kredi kartlarını
tümüyle eşlerine teslim ettikleri ve bu şekilde kocalarını ve onların erkeklik duygularını
incitmeyecekleri fikrine sahip oldukları anlaşılmıştır.
Kadınlardan bazılarının şiddetin her türlüsüne maruz kaldıkları; çocukların da
var olan kötü durumun etkilerinden yara alarak küfür, aşağılama gibi davranışları
göstermeye başladıkları anlaşılmıştır. Görülmektedir ki aile içinde yaşanan şiddetin her
türlüsü, çocukların şiddeti öğrenmeleri için adeta bir ders olmaktadır. Böylelikle
şiddetin toplum yaşantısına yansımalarının devam etmesinin gerekçeleri
doğrulanmaktadır.
4.4.
Korunma Talebi Süreci ve Dinamikleri
Görüşülen kadınların AKHK’dan faydalanma süreçleri ve bu süreci etkileyen
faktörler incelendiğinde yasal hakların kadınlar tarafından ne ölçüde bilinerek tedbir
sürecine girildiği ve korunma tedbirinin uygulanması sürecinde kadınların kanundan
beklediği faydanın elde edilme durumu incelenmiştir.
Z.C. “Yasal haklarımı bilerek talep ettim tedbiri. Öncelikle çocuğum için nafaka
davası açarak eşimi korkutmayı düşündüm ama sonra tedbir haklarımı kullandım.
Evimiz her ikimizin de hissesi olan bir evdi. Ben kızımla evden gitmemek için eşimin
evden gitmesini sağlamak için tedbir istedim. Kendim haklarımın tümünü biliyordum
ama avukatım da bana yardımcı oldu. Tedbiri doğrudan aile mahkemesinden istedim.
Savcılığa gidip istemedim ve o an hala eşim olduğundan ondan şikâyetçi olmadım,
eşimin evden uzaklaştırılması kararı verildi.”
N.G. “Ben avukata gittim dilekçe yazması için. Bana o söyledi haklarımı. Evden
uzaklaştırma, rahatsız etmeme, korkutmaması için haklarım varmış. “
T.K. “Ben korunma isterken eşimin evden uzaklaştırılabileceğini duymuştum
tabi önceden gazete ve televizyonlardan. Ev benim üzerime olunca onun evden
gidebileceğini de düşündüm. Belki o gün uğradığım şiddet de bana inanılmasını
sağladı. Çünkü kadınlar korunma istiyorlar da verilmiyormuş rapor yok diye,
duyuyoruz televizyondan bunları. Sonraları eşim bana telefonda hakaret etmeye
falan başladı, kanunda bunları da engellemek mümkünmüş aslında ama sonradan
duydum böyle olabileceğini. Ama zaten savcılığa onu da bildirmiştim, tehdit davası
açıldı devam ediyor. “
L.E. “Korunma talebim oldu. Aile mahkemesinden avukatım istedi. Çünkü beni
çocuğumu bana vermeden ailemin yanına bıraktı. Ben çocuğumu almak istiyordum
595
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çünkü daha 10 aylıktı, ona süt veriyordum daha. Eşimin bana şiddete ve korkuya
yönelik hareketlerde bulunmamasına karar verildi, bir de çocuğumun velayeti bana
verildi ve nafaka bağlandı çocuğum için.“
Araştırma kapsamında görüşülen kadınların tedbir isteme veya haklarında
korunma talebi alınması sürecinin fiziksel şiddet görmelerinden sonra olması dikkat
çeken bir bulgu olmuştur.
Bunun yanında araştırmaya katılan kadınların tümünün fiziksel şiddet
görmesinin korunma talebi alınmasında önemli bir faktör olduğu görülmüştür.
Kadınların yasal haklarını televizyon ve gazeteden duydukları ancak avukata
danışanların hakları konusunda daha fazla ve doğru bilgiye sahip oldukları
görülmektedir.
4.5.
Korunma Tedbiri Uygulama Süreci
Kadınlara verilen korunma tedbirlerinin uygulanma süresi ilk aşamada
uzatılmasına daha sonra karar verilmek üzere 6 ay ile sınırlıdır. Bu zaman içinde aile
birliği önemli aşamalardan geçmektedir. Bu aşamalar neticesinde boşanma veya ayrı
yaşama kararı alınmakta, tedbir sonrasında bu yönde yaşama devam edilmekte veya eş
ile bir arada yaşama devam edilme kararı alınarak aile ve evlilik birliği devam
ettirilmektedir. Görüşmeler neticesinde bu kapsamda “Boşanma ve Ayrılık” ile “Ortak
yaşama devam etme” alt başlıkları oluşturulmuştur.
F.A. “Tedbir kararı talep ettiğim gün boşanma davasını açtım. Eşim de evden
uzaklaştırılmış olduğundan ayrılık süreci başladı ve boşanma süreç içinde gerçekleşti. “
S.L. “Eşimle ayrı yaşıyoruz, boşanma davamız devam ediyor. Şimdi eşim
boşanmak istemiyor ama ben kararlıyım.”
R.L. “Ben üç sene önce korunma talep ettiğimde boşanma fikri aklımdaydı.
Önce tedbiri aldım ve 6 ay bekledim bakalım eşim düzelecek mi diye. Ama alkolü
bırakmadı. Beni alkol alınca döverdi zaten, bir araya gelsem yine dövecek diye ben de
boşanma davası açtım ve boşandım.”
Z.C. “Eşim boşanma davası açmamı istemiyordu ben de tedbiri eşimin evden
gitmesi için istemiştim. O evden ayrılınca boşanma davası açtım ve birkaç sene içinde
boşandım. Kızımla birlikte yaşıyorum”
A.U. “Verilen tedbir kararı eşimin evden uzaklaştırılmasını içermese de eşim
evden ayrıldı. Ben çocuğum ve kendi ailemle yaşamaya başladım. Çok dayak yemiştim,
yine aynı şeyler tekrarlanacak diye biraz iyileştikten sonra boşanma davası açtım ve bir
yıl içinde boşandım.”
Kadınların birçoğunun yapılan görüşmelerde tedbir talep etmelerinin hemen
ardından boşanma davası açtıklarını ifade ettikleri bilgisi edinilmiştir.
Kadınların geneli şiddet görmeleri neticesinde incinen duygularının eşlerinden
uzaklaşmaları ile yenilendiğini, tedbirlerin genel olarak yaşamlarına olumlu katkılar
yaptığını belirtmişlerdir.
Ülkemiz gerçeklerinde kadınların kendilerini birçok konuda güçsüz görmeleri
gibi boşanma konusunda da kendilerini güçsüz gördükleri anlaşılmaktadır. Ancak
596
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadınların korunma tedbiri almalarının kadınları güçlendirdiği ve bu nedenle boşanma
kararını verme konusunda yardımcı olduğu düşünülmektedir.
Araştırmaya katılan kadınlardan yalnızca bir tanesinin eşi ile evlilik birliğini
devam ettirme yönünde karar aldığı ve halen bir arada yaşama devam ettiği
anlaşılmıştır.
L.E. “Ben yine de ev bana ve çocuğuma verilmesine rağmen gitmedim eve
yalnızca eşyalarımızı aldık çocuklar. Bir sorun çıkmadı eşim korktu çünkü. Birkaç ay
annemlerin evinde yaşadım. Altı aylık tedbir süreleri dolmadan eşim ve ailesi benden
özür diledi, bir daha olmaz dediler. Sütüm kesildi bunlar olurken. Ben de çocuğum için
eşimle bir arada yaşamaya devam ediyorum. Mahkemeden tedbirleri geri aldırdım.
Şimdi eşimle ilişkilerimiz düzeldi gibi. “
Buna göre tedbir sürecinin ardından eşlerin bir arada yaşama yeniden
başlamalarının tek nedeninin ortak çocukları olduğu bulgusu edinilmiştir.
4.6.
Tedbir Süreci ve Sonrasına Ait Duygu ve Düşünceler
Görüşülen kadınların tedbir sürecinde kendi yaşamları ile ilgili düşünceleri, bu
süreçteki duyguları, yaşam şekilleri ve bakış açılarının farklılık göstermekte olduğu
görülmüştür. Yapılan görüşmelerde kadınların devletin kendi yanlarında olduğunu
hissetmelerinin onları cesaretlendirdiği ve yalnız hissetmekten kurtardığı; kadınların
uygulama neticesinde memnuniyet duygularının olduğu bunun yanında çeşitli kaygılar
taşıdıkları anlaşılmıştır.
Z.C. “Alabildiğim tedbir kararlarından memnun oldum. Evden uzaklaştırma
korunma için en önemlisi ve yeterli olanı bence. Kararda yer alan ihtarlarda polis
korkusu engelleyici oluyor. Kadının evden gitmemesi erkeğin evden gitmesi önemli.
Önemli olan daha fazla şiddete maruz kalmamak için aynı evi paylaşmamak.”
A.Z. “Bana verilen tedbirler iyi oldu. Eşim artık hiç telefon etmedi bana. Ruh
halim düzeldi. Çok dayak yemiştim. Artık insan olduğumu hatırladım. Çocuklarım da
huzurlu gibi sanki. Ama babalarını özlüyorlar. Ne kadar kötü de olsa babalarıdır.“
A.U. “Tedbirlerden memnun oldum. Ama devletin evlilikler devam ederken
aileyi eğitmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar yönlendirilmeli evlilikler devam
ederken. Ailede sorun olmadan önce hem erkek hem de kadın eğitilmeli.”
L.E. “Verilen tedbirin ailemin korumasını sağladığını düşünmüyorum. Ailemi
koruyan kişi eşimin hatalarını anlaması ve tekrar etmemesi oldu tabi bir de çocuğumun
çok küçük olması etkiliydi. Tedbir belki de eşimin ailemizin değerini anlamasını
sağladı.”
T.K. “Evden uzaklaştırma kendime gelmemi sağladı. Aile birliğimi korumadı
çünkü sorunların en ağır şekilde yaşanmaya devam ettiği bir ailede mahkemenin
vereceği kararın evliliği devam ettirebilme gücü olduğunu düşünmüyorum. Bu karar
beni eşimden korudu. ”
K.E. “Tedbir kararının verilerek eşimin evden gitmesi kendime güvenimi
sağladı. Boşanma davası açmak da bu güvenle olmuştu. Ben memnun kaldım bu
tedbirden. Beni kendime getirdi.”
597
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
F.A. “Eşim evden uzaklaştırıldığında benim işim düzenli olmadığından biraz
korktum aslında. Nasıl geçineceğim dedim ama ailem bana destek oldu. Ben yine
günlük işlerde çalışıyorum, çocuk için nafaka bağlandı ama ödemiyor onun da işi
düzenli değil çünkü. “
R.L.“Kovulmaktan, insan yerine konulmamaktan usanmıştım. Evden
uzaklaştırılması ile rahatladım ama yine bekledim bir şeyler düzelir mi diye, ona
rağmen yani. Biraz cesaretsizdim ama artık değilim.”
Yapılan görüşmelerde kadınlar şiddet görmeleri neticesinde incinen duygularının
eşlerinden uzaklaşmaları ile yenilendiğini, tedbirlerin genel olarak yaşamlarına olumlu
katkılar yaptığı bilgisi edinilmiştir. Sonuçlara göre, kadınlar şiddet görmeleri sonucunda
yasal haklarını kullanma girişimine oldukça güç başlamaktadırlar.
Kadınlara korunma tedbiri verilmesine kadar kadınların şiddet görmeye devam
ettikleri, tedbirin ardından eşlerin şiddet uygulamaktan uzaklaştıkları bilgileri
edinilmiştir.
Görüşülen kadınlardan bazılarının “devlet baba” düşüncesi ile hareket ettikleri
ve devletin kendilerini eşlerinden korumak için bir şeyler yapmasının memnuniyet
duygusuna sebep olduğu anlaşılmıştır.
Eve gelir getiren erkek eşin evden uzaklaştırılmasının kadınların ekonomik
yoksunluğa düşecekleri kaygısını yaşamalarına neden olduğu bilgisi edinilmiştir.
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırmanın sonuçları araştırma kapsamından çıkan sonuçlar ve genel sonuçlar
olarak iki aşamalı olarak değerlendirilmiştir.
Araştırma sonuçlarına göre şiddete maruz kalan kadınların bir kısmının yasal
haklarını bilmedikleri, yasal haklarını bilen kadınların birçoğunun yalnızca evden
uzaklaştırma ile ilgili tedbiri bildiği; kadınların yasal haklarını bilmemelerinin konu ile
ilgili yeterli bilgi sahibi olmamalarından kaynaklandığı; yasanın aile birliğini
koruyamadığı yalnızca şiddete maruz kalan bireyi eylemi gerçekleştiren kişiden
koruduğu sonuçları elde edilmiştir. Bunun yanında yasanın uygulanmaya başlamasının
ardından ailede ayrılık sürecinin başladığı ve genellikle boşanma davası açıldığı
sonuçlar arasında yer almaktadır. Kadınların korunma talebine başvuru süreçlerinin
fiziksel şiddete maruz kalmalarının ardından gerçekleştiği ve bunun yanında kadınların
sağlık raporu ile şiddete uğradıklarını belgelemelerinin de haklarında tedbir kararı
alınmasında çok önemli eken olduğu görülmektedir. Bunun yanında araştırma
sonuçlarına bakıldığında yasanın ismi ile içeriğinin uyum göstermediği, bu haliyle
ismine bakıldığında ailenin korunmasını amaçlamakta olduğu anlaşılan yasanın
esasında aile birliğini korumadığı, yasanın şiddete uğramış olan bireyin korunmasını
sağladığı düşünülmektedir.
Araştırmanın genel sonuçları değerlendirildiğindeyse kadınların hakları
konusunda bilgilendirilmeleri amacıyla yerel yönetimler, üniversiteler, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı’na veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bağlı olarak hizmet veren
aile danışma merkezleri ile toplum merkezlerinin konu ile ilgili aktif çalışma
yapmalarının önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
598
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yazılı ve görsel medyanın kamuoyu üzerindeki etkisinin kullanılmasıyla
konuyla ilgili duyarlılık sağlayıcı program, kısa film ve tanıtıcı görsellerin toplum
üzerinde farkındalık yaratacağı söylenebilir.
4320 sayılı AKHK’un uygulanması esnasında ailenin değerlendirilmesi, aile ve
bireylerin psiko- sosyal, ekonomik ihtiyaçlarının tespit edilmesi ve konuya müdahalenin
sağlanabilmesi için gerek mahkemelerde çalışan sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve
pedagogların gerekse Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndaki uzmanların
işlevselliklerinin artırılmasının korunma sürecinde olumlu çıktılar elde edilmesini
sağlayacağı da belirgindir.
Aile içi şiddetin önlenmesinde aile bireylerinin psiko- sosyal, ekonomik ve
hukuki yardım alabilecekleri yerlerin olması önemlidir. Bunların sağlanması için sosyal
hizmet kurumlarının sayılarının artırılması, bu kurumlar içinde hizmet verebilecek
nitelikli uzman personelin bulunması gerekmektedir.
Şiddet mağduru kadınların ihtiyaçlarının değerlendirilmesi ile iş istihdamlarının
sağlanmasının veya sosyal yardım olarak ekonomik destek vermesinin kadının
güçlenmesinde önemli bir faktör olacağı da açıkça görülmektedir.
6. KAYNAKÇA
T.C. ASAGEM “Türkiye’de Aile Mahkemeleri Uygulaması ve Uygulamanın
Değerlendirilmesi Araştırması”, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü
Yayınları, Ankara, 2009
Salman, Ö. (2011) Aile Birliğinin Korunmasında Aile İçi Şiddettin Önlenmesine
Yönelik Kamusal Politikalar. Süleyman Demirel Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi
ABD Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta.
599
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
CİNSEL SALDIRI SUÇU VE KADIN
Fahri Gökçen TANER1
ÖZET
2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, cinsel suçlara ilişkin yapı mülga
kanunla karşılaştırıldığında önemli ölçüde değişmiştir. Bu değişim, son 50 yılda ortaya
çıkan toplumsal gelişmelerin bir sonucudur. Bu çalışmada söz konusu gelişmeler ve
cinsel saldırı suçuna ilişkin etkileri üzerinde durulmaktadır.
ABSTRACT
Tuırkish Criminal Code which came into effect in 2005, changed seriously the
structure of sexual crime compared the former code. This new structure is a result of
social developments which ocur in the last 50 years. In this work these developpments
and its effects on the crime of sexual aggression will be examined.
1.
GİRİŞ
Aslında ceza kanunları suçun mağdurunu kadın veya erkek olarak ikiye ayırmaz,
her bireye, cinsiyeti ne olursa olsun insan olarak değer verir. Dolayısıyla çok istisnai suç
tipleri bir kenara bırakılırsa, her suçun mağduru erkek olabileceği gibi kadın da olabilir.
Fakat öyle suçlar vardır ki, adli istatistiklere bakıldığında bunların mağdurunun
çoğunlukla kadınlar failinin ise erkekler olduğu görülmektedir. İşte inceleme konumuz
olan ve TCK’nın 102. maddesinde düzenlenen cinsel saldırı suçu bu suçlardan biridir.
Bu nedenle tebliğin başlığı da cinsel saldırı suçu ve kadın olarak seçilmiştir.
Tebliğle amaçlanan cinsel saldırı suçu üzerine uzun teknik tartışmalar
yürütmekten ziyade, cinsel suçlar olarak adlandırılan suç kategorisinin, toplumdaki
kültürel değişimin ışığında ele alınarak kadın mağdurun durumunun ortaya konulması
olacaktır.
Bu bağlamda özellikle cinsel saldırı suçunun 5227 sayılı TCK’daki düzenleniş
şekli ve evlilik içerisinde işlenmesi üzerinde durulacaktır.
2. TOPLUMDAKİ ALGININ VE KANUNDA KORUNAN HUKUKİ
DEĞERİN DEĞİŞİMİ
Cinsellikle ilgili cinselliğin bir genel ahlak değil, özgürlük sorunu olduğu
anlayışının ortaya çıkması, ceza hukukun da cinsel özgürlüğe karşı suçlara bakış
açısında önemli değişikliklere yol açmış ve giderek bu suçlarla korunan değerin cinsel
özgürlük olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamıştır. (TEZCAN-ERDEMÖNOK,2010:292)
Özellikle 1950’lerden sonra dünyanın insan hakları dönemine girmesi, cinsellik
hakkındaki geleneksel tutumların değişmesinde önemli rol oynamıştır. Zira gelenek,
genel ahlak gibi kavramların cinselliğe ilişkin kavrayış biçimi, toplumsal gelişme ve
iletişime bağlı olarak değişmektedir. Bu tutum değişikliği, 70’lerde baskı gruplarının
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilimdalı Öğretim Elemanı, e-posta:
[email protected]
1
600
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
harekete geçmesine yol açmış, kadın hareketlerinin kültürel bilinçlendirme
hareketlerinin sayesinde cinsel saldırı kavramına bakış değişmiş ve bu suçun mağdurun
seçimlerini serbestçe yapma özgürlüğüne ve insan onuruna zarar verdiği düşüncesi
kabul görmeye başlamıştır. Cinsel konulardaki özgürleşme akımı sonucu, cinsel
faaliyetlerde bulunmanın artık genel edep töreleriyle ilgili değil ve fakat insanın cinsel
özgürlüğü, özel hayatı, bireysel özgürlüğü ve kişinin cinsel bütünlüğü ile ilgili bir konu
sayılması, evlilik dışı cinsel ilişkilerin artık özellikle Avrupa toplumlarında normal bir
beşeri davranış olarak algılanmasına neden olmuştur. Böylelikle evlenme öncesi ve
evlilik dışı cinsel ilişkilere bakış açısı, doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi ve sosyal
tabuların etkilerinin azalmasıyla radikal bir biçimde değişmiştir. Kadının özgürleşmesi
ve yaşam biçiminin değişmesinin sonucunda cinselliğe ilişkin gelenek ve göreneklerde
ortaya çıkan köklü değişiklikler, cinselliğin ve buna bağlı olan değerlerin kişi
özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunun ve cinsel özgürlüğe karşı suçların
mağdurun tüm kişiliği üzerinde nasıl yıkıcı bir etki yaptığının anlaşılmasına katkıda
bulunmuştur. Ayrıca yukarıda ifade edilen “ahlak”, “edep” gibi muğlak kavramlar
uygulamada savcı, hakim ve bilirkişinin söz konusu kavramlara ilişkin algılarına bağlı
olarak değişmekte ve bu suçların zaman zaman bir baskı aracına dönüşmesine yol
açmaktaydı. Kanun koyucular üzerindeki baskılar 1980’den itibaren etkisini Avrupa
Devletleri’nin ceza kanunlarında da göstermeye başlamıştır ve reform hareketleri ile
kriminalizasyon ve dekriminalizasyon hareketlerini hızlandırmıştır. Böylelikle kadının
toplumdaki yeri konusunda yaşanan sosyal ve kültürel devrim ışığında modern
toplumun kadın cinselliğine bakış açısını değiştirmesi, etkisini ceza kanunları üzerinde
göstermeye başlamıştır. (FIANDACA-MUSCO,2006:192; DÖNMEZER,2003: S.5-8;
ÜNVER,2001:295)
Bir grup olarak cinsel özgürlüğe karşı suçların, diğer grup olarak ise ceza
hukukunun çatısı altında yer alan cinsellikle ilgili rahatsız edici her türlü eylemin
aslında farklı hukuki değerleri ihlal etmelerine karşın bir bütün olarak
değerlendirilmeleri bunların 1900’lü yıllarda kah ahlaka aykırı suçlar kah aile düzenine
karşı suçlar olarak görülerek düzenlenmesine yol açmıştır. (AYDIN, 2004:155;
SOYASLAN, 2010: 223 ve 224) Özellikle 60’lı yıllardan itibaren artış gösteren ahlak
ve ahlaka aykırılıkların hukuk tarafından cezalandırılmasının gerekip gerekmediğine
yönelik tartışmalar, gerek Kara Avrupası’nda gerek İngiltere’de çıkarılan kanunlarla,
yalnızca ahlaka aykırılığı cezalandıran düzenlemelerin büyük bir kısmının mevzuattan
ayıklanmasını sağlamıştır. (ÜNVER, 2003, s. 1026) Çeşitli ülkelerde cezalandırılan bu
tür cinsel davranmışlara homoseksüellik, sodomi vb. örnek verilebilir. Böylelikle daha
önceden cezalandırılan cinsel eylemlerin sayısı azalmıştır. (ÜNVER, 2003, s. 1028)
Cinsel özgürlüğe karşı suçları cinsellikle ilgili diğer suçlardan (müstehcenlik, fuhuş vb.)
ayıran en önemli unsur, önemli antropolojik gerekçeleri de olan temel liberal felsefi
değerlerden en önemlilerinden biri olan özgürlük, kendi kaderini belirleme, özgür irade,
anlaşma ve sözleşme gibi değerlerin bu alandaki izdüşümü olan “rıza kavramıdır”.
(AYDIN, 2004:155) Nitekim modern eğilim cinsel özgürlüğe karşı suçlarla, aileye ve
genel ahlaka karşı suçların birbirinden ayrılması yönündedir. (ÜNVER,2001:298) Bu
bağlamda TCK’da da yerinde bir şekilde “müstehcenlik, fuhuş, alenen hayasızca
hareketler” gibi suçlar farklı bir hukuki konuya sahip oldukları gerekçesiyle “Genel
Ahlaka Karşı Suçlar” arasında düzenlenmiştir. (YALÇIN SANCAR, 2010: s.104) Öte
yandan kadın ve çocuğun korunması ve benzeri kamu yararına hizmet eden amaçlar
olmadığı sürece, cinsel özgürlüğü sınırlayan normların, genel ahlaka karşı suçlar
601
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
arasında yer almaması ve genel ahlaka karşı suçların cinsel özgürlüğü sınırlayacak
şekilde amacını aşan bir biçimde yorumlanmaması gerekir.
3. 5237 SAYILI TCK’DA CİNSEL ÖZGÜRLÜĞE KARŞI SUÇLAR
Bilindiği üzere 765 sayılı TCK’nın mehazı 1881 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’dur.
Bu noktada söz konusu suçlarla korunan değer ve ceza kanunumuz eleştirilirken, bu
eleştirileri mehaz kanuna veya bu kanunu 1925 yılında ülkemize getirenlere kadar
götürme yanılgısına düşmemek gerekir. Zira bu noktada eleştirilmesi gerekenler 131 yıl
önce kaynak kanunu yapanlar veya bunu 87 yıl önce ülkemize getirenler değil, özellikle
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada ortaya çıkan cinsel özgürlük kavramındaki
hızlı değişime ayak uyduramayan kanun koyucudur. Bu nedenle bir kısmı Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla kanundan çıkmış da olsa, 2000’li yıllara gelindiğinde dahi,
artık çağdışı kalmış hükümlerin pek çoğu 765 sayılı TCK’daki varlıklarını
korumaktaydı.
2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK cinsel özgürlüğe karşı suçlara
ilişkin olarak önemli değişiklikler getirmiştir. Söz konusu değişikliklerden en önemlisi
bu suçların kanun sistematiğindeki yerinin değiştirilmesi ve korunan değerin cinsel
özgürlük, kanunda yer alan haliyle dokunulmazlık olduğunun kabul edilmesidir. Cinsel
özgürlüğe karşı suçlar 765 sayılı TCK’da “Genel Adap ve Aile Düzenine Karşı Suçlar”
arasında düzenlenmekteydi. Kanunun sistematiğinde yapılan bu seçim, bu suçlar
bakımından önem verilen değerin cinsel saldırıya uğrayan kişinin vücut bütünlüğü ve
cinsel özgürlüğünden çok, toplumun kişiye atfettiği “edep” adı verilen değer olduğu
anlamına gelmekteydi (HAFIZOĞULLARI-ÖZEN, 2011:151; YALÇIN SANCAR,
2010: s.104) ve artık çağdışı kalmış bir anlayışı yansıtmaktaydı. Öğretide geçmiş
dönemde koyucuyu böyle bir seçim yapmaya götüren nedenin özellikle çocukların
rızalarına dayalı veya rızaları dışında cinsel saldırılara muhatap olmaları halinde, suçun
failini, mağdurunu, velayet hakkına bağlı olarak şikayet hakkının sahibini ve maddi
konusunu ayırt etme zorunluluğu olduğu ifade edilmektedir. (HAFIZOĞULLARIÖZEN, 2011:151).
5237 sayılı TCK ile “tasaddi”, “ırza geçme”, “söz atma”, “sarkıntılık” kavramları
hukukumuzdan çıkarılmıştır. Tasaddi ve elle sarkıntılık suçları TCK’nın 102/1.
maddesinde yer alan cinsel saldırı suçunun basit şekli kapsamında, ırza geçme suçu
102/2. maddede yer alan cinsel saldırı suçunun nitelikli şekli kapsamında, söz atma suçu
ise 105. maddedeki cinsel taciz suçu kapsamında düzenlenmiştir. Çocuklara yönelik
cinsel saldırı “çocukların cinsel istismarı” adı altında ayrı bir suç tipi olarak
düzenlenmiştir. 15-18 yaş arasındaki çocuklarla rızaya dayalı cinsel ilişki ise 104.
maddede yine ayrı bir suç olarak kanunda yer almıştır. reşit olmayanla rızaya dayalı
cinse 5237 sayılı TCK’da alacağım diyerek kızlık bozma suçuna yer verilmemiştir.
765 sayılı TCK “şehvet hissi” veya “evlenme saiki” ile erkek, kız veya kadın
kaçırmayı hürriyeti tahdit suçları arasında görmemiş, şehvet hissini ve evlenme saikini
suçun kanunun sistematiğindeki yerinin tespitinde belirleyici bir öğe olarak görerek,
cinsel özgürlüğe karşı suçları düzenlediği genel adap ve aile düzenine karşı suçlar
arasında düzenlemişti. 5237 sayılı TCK ise kişinin özgürlüğünün cinsel amaçlı olarak
sınırlanmasını, 109/5. maddede kişiyi özgürlüğünden yoksun kılma suçun ağırlaştırıcı
nedeni olarak düzenlemiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki kişinin evlenme amacıyla
kaçırılmasını, salt cinsel amaçlı olarak nitelendirmek, her durumda doğru olan bir tespit
değildir.
602
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yukarıda da ifade edildiği üzere eskiden ırza geçme adını alan, halk arasında
tecavüz olarak bilinen suç, 5237 sayılı TCK’da cinsel saldırı suçun nitelikli hali olarak
düzenlenmiştir. 765 sayılı TCK’da yer alan ırza geçme suçunun daha geniş kapsamlı bir
görünümüdür. Hükmü incelmeye geçmeden önce, “ırza geçme” kavramının kanundan
çıkarılmasının yerindeliği üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 765 sayılı Kanun
döneminde kadın hakları bakışıyla ırza geçme kavramı kadını rencide ettiği gerekçesiyle
eleştirilmekte ve ırz kavramının kadına ait bir değer olmadığı, erkeğin kadına atfettiği
veya kadına sahip olmak bakımından erkeğin kendinde gördüğü bir değer olduğu
belirtilmekteydi. (AYDIN,2004:157) Yeni kanunla ırz kavramı ortadan kaldırılmış ve
kişinin vücut bütünlüğünün ihlali ön plana alınmıştır. Kanımızca ister “kadın hakları
bakış açısıyla” isterse eşitlikçi bir perspektiften bakılsın, ırz kavramının kanunda
çıkarılması son derece yerinde olmuştur. Her ne kadar ırza geçme ifadesi cinsel saldırı
ifadesine göre daha vahim bir ihlali gösteriyor gibi gelse de, bu ifade söz konusu
suçların mağduru olan kadınlar bakımından herhangi bir suçun mağduru olmuş diğer
kimselere karşı duyulan empati duygusunu yaratmaktan uzaktı. (AYDIN,2004:161) Bu
değişimin faydası hukuki değil, toplumsal psikolojik açıdan kendisini gösterecek ve
toplumda cinsel saldırıya muhatap olan kadının “ırzına geçilmiş, kirletilmiş ve
kullanılmış”, bir kimse olarak değil, vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğü ihlal edilmiş
bir suç mağduru olarak görülmesinde ufak da olsa bir adım olacak ve bir ölçüde ikinci
kez mağdur edilmesinin önüne geçecektir. (AYDIN,2004:160-162) Bu yüzden kanunda
yapılan değişikliğin, “kadına kendisini suçlu hissettiren bu yanlış ve acımasız bakış
açısının”, (CENTEL, 1997: 60) değişmesi yolunda önemli bir adım olduğu
düşüncesindeyiz. Konuya ilişkin bir diğer önemli gelişme ise mağdurun ırzına geçen
kişi ile evlenmesi halinde, failin cezasının ortadan kaldırılmasını sağlayan hükmün
(mülga TCK’nın 434. maddesinin) 5237 sayılı TCK’ya alınmamış olmasıdır. Sıradaki
alt başlığın konusu üzerindeki tartışmaların hala güncel olması nedeniyle, mülga
TCK’nın 434. maddesi olacaktır.
4. CİNSEL SALDIRI SUÇUNDA MAĞDURLA FAİLİN BİR ŞAHSİ
CEZASIZLIK SEBEBİ OLMASI GEREKLİ Mİ?
Mülga TCK’nın 434. maddesi uyarınca ırza geçme ve tasaddi suçlarında, failin
mağdurla evlenmesi sonucunda ceza ertelenmekte ve dava zamanaşımı süresi boyunca
erkeğin kusurundan kaynaklanan bir nedenle boşanmanın gerçekleşmemesi halinde bir
şahsi cezasızlık sebebi söz konusu olmaktaydı. Söz konusu hükmün kaynağı mülga
kanunun 352. maddesiydi. 1930 yılında yürürlüğe giren İtalyan Ceza Kanunu’nun 544.
maddesinde de yer alan benzer hüküm de, bu ülkede 05.08.1981 tarihinde yürürlükten
kaldırılmıştır. Her ne kadar yürürlükteki TCK’da böyle bir hüküm yer almıyorsa da,
zaman zaman söz konusu hükmün çeşitli tartışmalarda gündeme gelmesi, hatta
uygulamacılar tarafından hükmün yeniden kanuna alınmasının yararlı olabileceğine dair
görüşler ileri sürülmesi, bu konuya değinilmesini gerekli kılmaktadır.
Öğretide cinsel saldırının temel şeklinin eşler arasında işlenemeyeceği görüşünü savunan
yazarlar, nitelikli cinsel saldırıyı ise ancak şikâyet koşuluyla cezalandıran bir anlayışın,
mağdurla fail arasında evlenme gerçekleşmesine rağmen faili cezalandırmasının anlaşılmaz
olduğu” ileri sürülmektedir. (TEZCAN-ERDEM-ÖNOK,2010:324) Karşıt görüş ise haklı
olarak ırza geçme suçlarında mağdurun faille evlenmesi halinde kamu davasının veya cezanın
ertelenmesine ilişkin hükmün; çağdaş dünyadaki düzenlemelerle uymadığı, yalnızca toplumun
“ırzına geçilen kızın artık evlenemeyeceği” yönündeki ispatlanmamış ön yargısının böyle bir
düzenlemenin gerekçesi olmaması gerektiği ve Türk toplumunun çoğu zaman sınırlı bazı
bölgelerde geçerli olan “töre, gelenek ve anlayışların” haddinden fazla genişletilerek toplumun
603
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
geniş kesimlerinde kabul görüyormuş gibi kamuoyuna sunulmasının yerinde olmadığı
yönündedir. (AYDIN, 2004:107) Ayrıca söz konusu hüküm öğretide kadının erkeğe itaatini
hukuk yoluyla sağlamaya yönelik ve kadını bağımsız bir kişi olarak değil, erkeğin malı olarak
gören bir anlayışın ürünü olduğu gerekçesiyle de eleştirilmiştir. (UYGUR-YALÇIN SANCAR,
2005, s.35) Bu bağlamda hüküm kadın üzerindeki erkek egemenliğinin hukuk, gelenekler ve
ahlak tarafından desteklendiğinin bir ispatı olarak gösterilmiştir. (UYGUR-YALÇIN SANCAR,
2005, s.35)
Bu noktada, evlenme bir şahsi cezasızlık nedeni sayılsaydı neler getirip neler
götürebileceği üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
Mülga Kanun döneminde ırza geçme veya tasaddi suçun mağduru olan kadınla, fail
evlendiği takdirde faile ceza verilmemesinin gerekçesini, toplumun mağdur kadına bakışında
aramak gerekir. Söz konusu saldırı sonucunda mağdur olan kadın, içinde yaşadığı psikolojik
travmanın yanında toplumun kendisini “kullanılmış ve kirletilmiş hissettirmesi” karşısında bir
kez daha mağdur olmaktaydı. Hatta bazı vakıalarda, tecavüze uğrayan kadının kendi akrabaları
tarafından öldürülmesinin altında da, toplumun bu sığ bakışını aramak gerektiği
düşüncesindeyiz. (YALÇIN SANCAR,2010:108) Bunun yanı sıra, eski kanun döneminde ırzına
geçilen kadının ailesi ve toplum tarafından dışlandığı, ayıplı bir kimse sayıldığı ve sonunda
fuhuş tacirlerinin eline düştüğü ayrıca hükmün çocuk yaşta evlendirilen çocuklar bakımından da
faydalı olduğu ifade edilmiştir. (DÖNMERZER, 2003: 26 ve 27) Mülga kanun bu toplumsal
gerçekler karşısında yapıldığı dönemin şartları içerisinde kadına ırzına geçen veya tasaddi fiilini
gerçekleştiren adamla evlendirerek, onu toplumda dışlanmaktan korumayı (DÖNMEZER,
2003:26 ) ve evlenmesini kolaylaştırmayı (ÖNDER, 1994:480) amaçlamıştır. Fakat günümüzde
erkeğin cinsel arzularını tatmin etmek için ırza geçtiği, evlenmek için kaçırdığı ve evlenirse
hiçbir sorunun kalmayacağı anlayışı çağdışı kalmıştır ve artık terk edilmelidir. (AYDIN,
2004:162) Çağdaş bir toplumun ceza kanunu tecavüzle kadının ve onun çevresindeki kendisini
kadın üzerinde hak sahibi olarak gören belirsiz sayıda kişinin namusunun kirlendiğini kabul
ederek ve “kadın kimle evlenirse evlensin, yeter ki namusumuz kurtulsun anlayışına” (YALÇIN
SANCAR,2010:103) yol göstericilik yapamaz. Buna ek olarak hükmün uygulanmasında ırza
geçme veya tasaddi mağduru olan kadınların, kamuoyunda sıkça kullanılan ifade şekliyle
“tecavüzcüsüyle evlenmesi”, aile ve töre baskısıyla “ailesinin ve kendisinin namusunu
kurtarması” için baskı gördüğü de bilinmektedir.
Cinselliğe bakışın değişmesi ve cinsel özgürlüğe doğru gidişle birlikte, mülga kanunda
yer alan hüküm, artık kadın onurunu aşağılayan bir hüküm haline gelmişti. Bu nedenle
kanımızca evlenmeye ilişkin şahsi cezasızlık nedeninin 5237 sayılı TCK’ya alınmaması yerinde
olmuştur. 765 sayılı Kanun’un yapıldığı dönemden bu yana kadının damgalanmasına ilişkin
yukarıda bahsedilen olumsuz tutuma ilişkin olumlu gelişmeler varsa da, bu tutumun da
tamamen ortadan kalktığı söylenemez. Bir yandan bu hükmün varlığı, ırza geçme ve tasaddi
suçlarının genel önleme etkisini önemli ölçüde zayıflatmaktaydı. Irzına geçilen veya tasaddi de
bulunulan kadının suçun failiyle evlendirildiğini gören fail, normal şartlarda kendisiyle
evlenmeyeceğini bildiği kadını ırza geçme veya tasaddi suçu için kendisine hedef seçmekte ve
onunla bir şekilde evlenme imkânı bulmaktaydı. Öte yandan yine söz konusu hüküm yukarıda
sözü geçen toplumun çağdışı tutumunun meşrulaştırılmasına bir dayanak olmaktaydı. Eğer
toplumun kadının kirletildiği yönündeki tutumunun çağdışı olduğuna düşünüyorsa, yapılması
gereken ilk şey evlenmeye ilişkin şahsi cezasızlık nedenini kanundan çıkarmaktır. Bu elbette
yalnızca Türk Ceza Kanunu’nu değiştirmekle olacak iş değildir fakat yine de ceza hukukunun
toplumu geliştirme fonksiyonunu da küçümsememek gerekir. Bu yüzden 5237 sayılı TCK’da
evlenmenin bir şahsi cezasızlık nedeni olarak kabul edilmemesi yerindedir.
Son olarak ifade etmek gerekir ki eğer cinsel saldırı suçu eski kanun dönemindeki gibi
aile düzenine karşı bir suç olarak düzenlenseydi, evlenmenin yaralanan hukuki değeri tamir
ettiği ileri sürülebilirdi, ancak suçun kişilere karşı suçlar altında düzenlendiği ve kişinin cinsel
özgürlüğünün evlenme ile tamir edilemeyeceği açıktır. (AYDIN,2004:107)
604
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
5. EVİLİLİK İÇİNDE CİNSEL SALDIRI
Mülga TCK döneminde hem mağdur hem de fail bakımından özellik gösteren ve
tartışmalı olan bir diğer husus evlilik birliği içerisinde kocanın karısının “ırzına
geçmesinin” mümkün olup olmadığıydı. (ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:57 vd.). Bu
kanun döneminde, kanunda açıkça karı-koca olma gibi bir ibare yer almamasına ve eşler
arasında ırza geçmenin suç sayılmasına engel bir düzenleme bulunmayışına rağmen,
aile ilişkilerine müdahalenin doğru olmadığı düşüncesiyle evlilik birliği içerisinde
kocanın karısıyla zorla cinsel ilişki kurması halinde bu suçun oluşmayacağı ancak
kullanılan araçların “müessir fiil” suçunu oluşturabileceği, ilişkinin zorla anormal
yoldan gerçekleşmesi halinde ise “aile fertlerine fena muamele” suçunun oluşacağı ileri
sürülmekteydi. Yargıtay da, bu durumda “aile fertlerine fena muamele” suçunun
oluşacağı görüşünü paylaşmaktaydı. 5237 sayılı TCK, bu fiili şikâyete bağlı suç haline
getirerek, fiilin suç olup olmadığı konusundaki tartışmaya son vermiştir. Her ne kadar
öğretide hükmün gereksiz olduğu zira zaten bu fiillerin cinsel saldırı suçu sayılmasına
bir engel olmadığı ifade edilmekteyse de, Yargıtay’ın eski ısrarlı uygulaması karşısında
hükmün önemli bir işlevi olduğu düşüncesindeyiz.
Bu değişimin temelini toplumların evlilik anlayışına bakışında aramak gerekir.
Evlilik eskiden genellikle kadına ev işlerini görme ve cinsel ilişkiye girme yükümlülüğü
getiren bir sözleşme olarak algılanmaktaydı. Bu bağlamda kadın, kocası her talep
ettiğinde cinsel ilişki borcunu yerine getirmek durumundaydı. Talebin reddi ise hem
evliliğe ilişkin yükümlüklerin ihlali anlamına gelmekte, hem de cinsel ilişkiye girme
teklifinin reddinin kocaya zorla ilişkiye girme hakkını verdiği kabul edilmekteydi.
Batıda sanayileşmenin gelişimini tamamlamasının ardından ve özelikle son zamanlarda
bu suçlarda belirgin bir artış olması nedeniyle, bu eylemlerin cinsel saldırı, tecavüz,
cinsel şiddet vb. isimlerle suç sayılması gerektiği yönündeki akım hızlanmıştır. (BASSI,
1998:15; ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:57; ÜNVER,2001:306)
Örneğin İtalya’da da yetmişli yılların sonuna kadar eşe karşı cinsel şiddet suçunun
işlenemeyeceği kabul edilmekteydi. Ancak son yirmi yılda yapılan çalışmalarla,
İtalya’da da bu bakış açısının değişmesi mümkün olmuştur. 1976 yılında herhangi bir
kanun değişikliği olmaksızın İtalyan Yüksek Mahkemesi cinsel şiddet suçunun eşe karşı
işlenemeyeceği şeklindeki eski içtihadını değiştirmiştir. (MULLIRI,2010:1088;
CADOPPI,2002: 84)
Günümüzde ülkemizdeki anlayış da oldukça değişmiştir. Evlenmek elbette eşlere
birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmayı isteme hakkını vermektedir. Buna dayanarak
öğretide eşlerin birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmayı talep etme ve hakkın kötüye
kullanılması boyutuna varmamak kaydıyla bilfiil cinsel ilişkide bulunmak haklarının
olduğu, eğer bu hak kötüye kullanılmışsa ortaya çıkacak suçun cinsel saldırı değil başka
bir suç olması gerektiği ileri sürülmekte ve düzenlemenin kadın erkek eşitliğine,
ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddia edilmektedir. (HAFIZOĞULLARI-ÖZEN,
2010: 150 VE 158) Bu noktada kanunun gerekçesinde yer alan eşlerin cinsel arzuları
tatmin yükümlülüğü ve bunun hukuki sınırlarına ilişkin, kabul edilmesi mümkün
olmayan ifadelere de dikkat çekmek uygun olacaktır. Gerekçede:
“Evlilik birliği, eşlere sadakat yükümlülüğünün yanı sıra, karşılıklı olarak
birbirlerinin cinsel arzularını tatmin yükümlülüğü de yüklemektedir. Buna karşılık,
evlilik birliği içinde bile, cinsel arzuların tatminine yönelik talepler açısından tıbbi ve
hukukî sınırların olduğu muhakkaktır. Bu sınırların ihlâli suretiyle eş üzerinde
gerçekleştirilen ve cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlini oluşturan davranışlar, ceza
yaptırımını gerekli kılmaktadır.” ifadeleri yer almaktadır.
605
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kanımızca cinsel ilişkiyi talep etme hakkı başka, cinsel ilişkiye girme hakkı başka
bir şeydir. Evlilik eşleri biri diğerinin egemenlik alanı altındaki bir nesne durumuna
düşürmez ve cinsel özgürlüğün diğer eşe terk edilmesi sonucunu doğurmaz. (TEZCANERDEM-ÖNOK,2010:295 ve 312; ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:62 ve 67;
ÜNVER,2001:306) Bu nedenle eşlerin hatta aralarında evlilik bağı olmasa dahi belli bir
cinsel yakınlığı olanların birbirinden cinsel ilişkiye girmeyi talep etmeleri olağan
olmasına karşın hiç kimse için bir diğeriyle rızası olmaksızın cinsel ilişkiye girmek hak
değildir. Evliliğin eşlere karşılıklı cinsel ilişki veya cinsel arzuları tatmin yükümlülüğü
getirmesi de söz konusu değildir, (MULLIRI,2010:1089) evliliğin amaçlarından birinin
ailenin meydana gelmesi olduğu bahanesiyle evliliğin kadına cinsel ilişkiye rıza
gösterme yükümlülüğü yüklediği anlayışı artık terk edilmiştir. (ARTUKYENİDÜNYA, 1999:62)
Aksinin kabulü cinsel ilişkinin eş tarafından kabul
edilmemesi halinde, onunla bu ilişkinin zorla kurulmasına meşruiyet tanımak demek
olur ki, bu yaklaşım çağdaş bir toplumun cinsel özgürlük anlayışıyla bağdaşmaz. Bu
nedenle eşler arasında zorla cinsel ilişkinin, cinsel saldırı suçu olarak kabul edilmesini
olumlu karşılamaktayız.
Belirtmek gerekir ki Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kadına
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’nin 2/g maddesi
uyarınca taraf devletler kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan bütün ulusal cezai
hükümleri yürürlükten kaldırmayı taahhüt etmektedir. Herhalde bu taahhüt, var olan
hükümler eşitlik esasına göre uygulanabildiği takdirde, onları yürürlükten kaldırmak
yerine bu şekilde uygulama taahhüdünü de bünyesinde barındırmaktadır.
Söz konusu ilişkinin normal veya anormal yoldan olması önem taşımamaktadır.
Suçun eşler arasında işlenebileceği yönündeki görüşümüz, 102/1. madde bakımından da
geçerlidir zira zaten şikâyete bağlı olan bu suç bakımından herhangi bir ayrıma
gidilmemiş ve bu fiilin eşler bakımından suç teşkil etmediği ifade edilmemiştir. İkinci
fıkrada ise suçun şikâyete bağlı olması istisna olduğu için bunun ayrıca belirtilmesi
zorunlu görülmüştür. İkinci fıkrada kural olarak re’sen soruşturulan ve kovuşturulan
suçun, ilk fıkradaki hali bakımından eşlere ilişkin özel bir belirleme yapılmamasını, bu
fiilin eşler bakımından suç teşkil etmediği şeklinde yorumlanamayacağı
düşüncesindeyiz. Bu bağlamda 102. maddenin ilk iki fıkrasında yer alan davranışlar,
eşler arasında gerçekleştiği takdirde şikâyete bağlıdır. (ÖZBEK-KANBUR-DOĞANBACAKSIZ-TEPE, 2011: 317 ve 330; GÜNDEL, 2009:15)
Bu noktada hükümde eş ile kast edilenin, medeni nikâh bağıyla birbirine bağlı
olan kimseler olduğunu da ifade etmek istiyoruz. (ÜZÜLMEZ, 2008:256; TEZCANERDEM-ÖNOK,2010: 315) Dolayısıyla herhangi bir nedenle evlilik bağı olmaksızın
birbirleriyle yaşayan kişiler bakımından 102/2. maddede yer alan suç re’sen
soruşturulacak ve kovuşturulacaktır.
Bu noktada kriminolojik araştırmaların, zorla cinsel ilişkinin bir kısmının eşler
arasında cereyan ettiğini ve bunlardan çok azının ortaya çıktığını gösterdiğini belirtmek
de yerinde olacaktır. (DÖNMEZER,2003:16)
606
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KAYNAKÇA
ARTUK, Mehmet
Emin –
YENİDÜNYA,
Ahmet Caner:
“Evlilik İçinde Irza Geçme”, İstanbul Üniversitesi
Cumhuriyet’in 75. Yıl Armağanı içerisinde, İstanbul 1999, s.
57-70.
AYDIN, Öykü
Didem:
"TBBD", TBBD, Y. 2004, S. 53.
AYDIN, Öykü
Didem:
“Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar”, HPD, Y. 2004, S. 2, s.
152-162.
BASSI, Tina
Logostena:
“Parte prima contro la violenza sessuale”, in Violenza
sessuale 20 anni per una legge, Roma 1998, s. 15, .s. 15.
CENTEL, Nur:
“Cinsel Mağduru Kadının Korunması”, Prof. Dr. Kenan
Tunçomağ’a Armağan içinde, İstanbul 1997, s. 59-70.
DÖNMEZER, Sulhi:
Cinsel ve Cinselliğe İlişkin Suçlarda Yeni Trentler, İstanbul
2003.
FIANDACA,
Giovanni - MUSCO,
Enzo:
Diritto penale parte speciale, V II, T. I, Bologna 2006.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki - ÖZEN,
Muharrem:
Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, 2.
Baskı, Ankara 2011, s. 149. (Kişilere Karşı Suçlar)
MULLIRI, Guicla:
Codice penale rassegna di giurisprudenza e di dottrina, i
delitti contro la persona, V. XI, T. II, a cura di Giorgio
LATTANZI e Ernesto LUPO, Milano 2010.
ÖNDER, Ayhan:
Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Bası, İstanbul 1994.
ÖZBEK, Veli Özer KANBUR, Nihat DOĞAN, Koray BACAKSIZ, Pınar TEPE, İlker:
Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2. Baskı, Ankara 2011, s.
316.
SOYASLAN, Doğan: Ceza Hukuku Özel Hükümler, 5. Bası, Ankara 2005.
607
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TEZCAN, Durmuş ERDEM, Mustafa
Ruhan - ÖNOK,
Murat:
UYGUR, Gülriz YALÇIN SANCAR,
Türkan:
Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 7. Baskı, Ankara 2010.
“Law, Women’s Subordination and Changing Face of The
Turkish Legal System in The Example of Article 434 of The
Turkish Criminal Code”, Eastern European Community Law
Journal, V. I, I. 2, January 2005, s. 30-36.
“Özellikle Cinsel Suçlar Alanında Olmak Üzere, Kadınlarla
İlgili Ceza Hukuku Normlarındaki Değişim ve Türkiye’deki
Durum”, Adalet Yüksek Okulu 20. Yıl Armağanı içinde,
İstanbul 2001, s. 293-350. (Kadınlarla İlgili Ceza Hukuku
Normlarındaki Değişim)
ÜNVER, Yener:
Ceza Hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer,
Ankara 2003.
ÜZÜLMEZ, İlhan:
“Çocukların Cinsel İstismarı Suçu”, EÜHFD, y. 2009, C. IV,
S. 2, s. 25-42.
YALÇIN SANCAR,
Türkan:
“Sempozyum Konuşması”, Esin Konanç Sempozyumları
Kitabı içinde, Ankara 2010, s. 99-109.
608
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TÖRE SAİKİ İLE KASTEN ÖLDÜRME SUÇU (TCK m. 82/1-k)
Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ
ÖZET
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin 1/k fıkrasında, kasten
öldürmenin töre saiki ile işlenmesi halinde faile verilecek cezanın ağırlaştırılacağı
düzenlenmiştir. Ülkemizde özellikle töre adı altında işlenen öldürme fiillerine karşı
caydırıcılığı sağlamak bakımından, töre amacı, basit adam öldürmeden farklı olarak,
müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmaktadır. Cezayı ağırlaştıran bir neden olan töre saiki ile kasten öldürmeyi
konu edinen bu çalışmada, öncelikle “töre”nin ve “töre saiki”nin ne anlama geldiği, töre
saikinin failin taşıdığı benzer amaçlardan ve öteki kavramlardan farkı ortaya konacaktır.
Daha sonra madde gerekçesinde töre saiki yanında ayrıca ifade edilme gereği duyulan
“haksız tahrik” kavramının kısaca tanımı ve özelliklerine değinilmek suretiyle, töre
saiki ile haksız tahrik arasındaki ilişki incelenecektir. Nihayet töre saiki ile öldürmeye
ilişkin teorik düzenlemelerin hukuk pratiğine nasıl yansıdığını görmek üzere, ulusal
hukukta Yargıtay kararları ile uluslararası hukuk bağlamında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatlarına yansıyan töre saiki ile öldürme fiillerinden örneklere ve
Mahkemelerin bu konudaki tutum ve görüşlerinin içeriğine yer verilecektir.
Anahtar kelimeler: Töre, töre saiki, töre saiki ile öldürme suçu, haksız tahrik,
tasarlama kastı, Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
ABSTRACT
In Turkish Penal Code No. 5237 Article 82 Paragraph 1/k is organized that will be
aggravated the penalty of offender in case of deliberate murder processed with honor
motive. In our country is punished the honor motive, unlike the simple murder, instead
of life imprisonment with aggravated life imprisonment, particularly for providing
deterrence against acts of killing committed in the name of honor. In this study that
focusing on deliberate murder processed with honor motive as a cause of aggravating
the penalty, primarily will be manifested, what means of “honor” and “honor motive”
and difference of the objectives carried by the offender and the similar concepts. Then
will be examined the relationship between the honor motive and unjust provocation, by
briefly mentioning to “unjust provocation” concept that also required explaining beside
the honor motive in justification of Article. And finally will be taken the examples of
murder acts with honor motive that reflected to Supreme Court’s decisions in national
law and the jurisprudence of European Court of Human Rights in the context of
international law and the contents of attitudes and views of Courts in this issue, to see
how reverberated the theoretical arrangements for the murder with honor motive to
practice of law.
Key words: Honor, honor motive, crime of murder with honor motive, unjust
provocation, premeditation, Supreme Court, European Court of Human Rights.

Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı,
[email protected]
609
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
I.
TÖRE KAVRAMI
Töre kavramının tüm zamanlar ve toplumlar için geçerli bir tanımını yapmak,
kavramın muğlâk ve değişken yapısı nedeniyle mümkün gözükmemektedir. Kavramın
sabit bir anlam taşımaması, birçok yazar tarafından birçok farklı şekilde
yorumlanmasına, ülkeden ülkeye değişiklik göstermesine (Teymur/Günbeyi/Özer,
2010:284) ve hatta aynı ülkede tarihî süreç içinde farklı algılanmasına yol açmıştır. Bu
nedenle tarihsel anlamıyla töreyi, günümüz anlamıyla ele alınan töreden ayırmak
gerektiği gibi; farklı kültürlerin töreye bakış açısını da, mensup olunan toplumsal yapı
içerisinde değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla Türk ceza hukuku sisteminde yer alan
töreden söz edilmekte ise, öncelikle ülkemizde törenin ne anlam ifade ettiği tespit
edilmelidir. Tarihsel süreç içerisinde törenin, eski Türklerde iki ayrı anlama gelmek
üzere kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki devletin kuruluşu, işleyişi ve kurallarını
ifade etmek üzere kullanılan “devlet töresi”, ikincisi ise aile yaşantısını belirtmek üzere
kullanılan “görenekler” olarak karşımıza çıkar (Pamir, 2009:360). Görüldüğü üzere,
eski Türklerde “töre” denilince akla siyasi veya ailevi düzeni sağlamakta araç olarak
kullanılan kurallar bütünü gelmektedir. Böylelikle Orta Asya’da kabul edilen törenin,
günümüzde halk arasında nefret uyandıran töre kavramı ile yakınlığının bulunmadığı
görülmektedir. Ceza kanunumuzda suç ve cezaya etki eden bir neden olarak düzenlenen
“töre” kavramını, tarihi anlamından soyutlayarak, yasakoyucunun, dilbilimin ve
günümüz toplumunun bakış açısıyla irdelemek gerekir. Töre kelimesinin etimolojik
kökeni, iki farklı anlam ihtiva etmektedir. Bunlardan ilki, Moğolca kökenli “tor”
kelimesinden türeyen ve “ahlak ve adap” anlamında kullanılan töredir. İkincisi ise,
kökeni “Torah” veya “Tevrat” kelimesine dayanan ve eski Türklerde “törü” olarak
geçen, “kanun, nizam, düzen ve görenek” anlamına gelmektedir (Pervizat,
http://www.pagu.unicamp.br/files/colenc/ColEnc4/colenc.04.a06i.pdf, 297; Akbaba,
2008:334).
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğünde ise töre kavramı, “1. Bir toplulukta
benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve
geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet; 2. Bir toplumdaki
ahlaki davranış biçimleri, adap” (Aynı yönde Türkçe Sözlük:1918) olarak aslında
birbiriyle bağlantılı iki anlamda ele alınmaktadır. Ortaklaşa alışkanlıkların bütünü, aynı
zamanda ahlaki alışkanlıkları da kapsayacağı için, bu tanımlardan ilkini “geniş anlamda
töre”, ikincisini ise “dar anlamda töre” olarak adlandırmak mümkündür. Törenin güncel
anlamları yanında, çeşitli sözlüklerde rastlanılan birbirinden farklı anlamları da
bulunmaktadır. Bunlara göre, törenin, “eğitim, görgü”, “usul”, “adabı muaşeret”,
“hukuk”, “mahkeme”, “yasa yerine geçebilen ama gerçekte yasa olmayan davranış
kalıbı”, “bir toplumda alışılagelmiş kurallar bütünü (Yılmaz, 2005:706)”, “geline
verilen armağan”, “şaşma bildirir ünlem”, “boş inanç”, “soyluluk, asalet”, “eksiksiz,
mükemmel” gibi farklı birçok anlamı bulunmaktadır (Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe
Sözlük, http://tdkterim.gov.tr).
Törenin teorik açıdan da çeşitli tanımları yapılmıştır. Örneğin
Centel/Zafer/Çakmut’a göre, bir toplumda yaşayan bireylerin büyük bir kısmının
inandığı, terbiye standartlarını sağlamada esas olan ahlaki kurallar ile davranış
biçimlerine töre denilmektedir. Töre adı verilen bu davranış kurallarının ihlali halinde,
grubun ya da ahlak kurallarının yasalaştırılmış olduğu hallerde, yasadaki yaptırımın
uygulanması söz konusu olacaktır (Centel/Zafer/Çakmut, 2007:56). Bir başka görüş ise,
töreyi, bastırıcı, etkin ve zorlayıcı yaptırım gücüne sahip olan, bir toplumun ya da
610
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
toplum kesiminin ortaklaşa kabul ettiği ve uymak zorunda olduğu, gelenek, görenek
gibi toplumsal kurumlardan kaynaklanan davranışlar olarak tanımlamaktadır (Tezcan,
2003:16). Ancak “yasalaştırılan töre” veya “uymak zorunda olunan ve ortaklaşa kabul
gören töre” ile “töre adı altında işlenen ve suç teşkil eden filleri” birbirinden ayırmak
gerekir. Bu ayrımın yapılması için törenin günümüzde ilişkilendirildiği namus ve ahlâk
gibi kavramların içeriği incelenmelidir.
II.
TÖRE BENZERİ KAVRAMLAR
Töre kavramı tarihsel anlamından uzak şekilde, günümüzde özellikle cinayetlerle
birlikte anılmaktadır. “Töre cinayeti” adlandırması, gerek halk dilinde gerek yazılı ve
görsel basında yerleşmiş durumdadır. Burada cinayeti nitelendirmek için araç olan töre,
aslında namusu korumak, namusu temizlemek düşüncesiyle kadınların öldürülmesini
ifade etmek üzere kullanılır (Arslan/Azizağaoğlu, 2004:363). Dolayısıyla ülkemizde
töre saiki ile işlenen öldürme fiillerine halk arasında, “töre cinayeti” veya “namus
cinayeti” gibi isimler verilmektedir. Töre ve namus adı altında işlenen fiillerin
genellikle ahlakla ilişkili olduğu görülür. Nitekim ister namus isterse töre olarak
adlandırılsın, anlatılmak istenen kavramların, neyin doğru neyin yanlış olduğu ile
ilgilenen ve yazılı olmayan bir kurallar bütünü olarak ele alınan “ahlâk” kavramı
içerisinde alt başlıklar olarak değerlendirilmesi mümkündür (Ankara Barosu Kadın
Hakları Merkezi, 2008:17).
Namus, şeref ve ahlâk gibi töre ile ilişkilendirilen kavramlar da metafizik bir
kompleks sergilemekte ve evrensel bir değer taşımayıp, tıpkı töre gibi, zamana, yere ve
kişiye göre değişken, içi boş ve tarife muhtaç bir yapı oluşturmaktadır (İsen, 2001:131).
Buna karşılık namus sözcüğünün Arapça veya Farsça’dan Türkçe’ye geçtiği kabul
edilmektedir. Kelimenin kökeninin ise eski Yunancada “bir erkeğin sahip olduğu otlak
ve burada otlayan hayvanlar” anlamına gelen “nemo” sözcüğünden türetilen “nomo”
kelimesine dayandığı düşünülmektedir (Pervizat, 2006:240). Namusun doğruluk ve
dürüstlük ifade eden anlamları da olmasına rağmen, çoğunlukla bir toplum içinde ahlak
kurallarına ve toplumsal değerlere karşı besledikleri bağlılık duygusu (Parıltı, 2007:
145) ve iffet olarak algılanmaktadır. Namus kavramı, kadının utancı, erkeğin şerefi
çerçevesinde de tanımlanmaktadır. Buna göre kadın kendi cinselliğinden utanç duyarak,
erkeğin namusunu sakınmakla; erkekse şerefi için kadının cinsel saflığını ve/veya kendi
namusunu, şiddete de başvurarak denetlemekle sorumludur (Tahincioğlu, 2010:142).
Namus ülkemizde vatandaşların en temel değerlerinden biri olarak görülmekte ve
bu temel değerin zedelendiğini düşünen bireyler tarafından öldürme fiillerine haklı
sebep olarak algılanmaktadır. Aslında temelinde cinsellik olan öldürme fiilleri, Doğuda
namus cinayeti olarak adlandırılırken, Batıda ihtiras cinayetine dönüşmektedir (Pervizat,
2006:245). Örneğin Hollanda’da bir erkeğin kız arkadaşını ya da karısını kıskançlık
nedeni ile öldürmesi, “ihtiras ve aşk sonucu cinnet geçirme” ya da “kontrolsüz güç
kullanma” gibi, “kişiye özgü ve istisna bir davranış” olarak görülürken, Türk ya da
Pakistanlılardaki namusa dayanan şiddet ‘töre cinayeti’ adı altında “kültürel bir
davranış” olarak görülmektedir (Bkz: Ilık, 2008:14). Fakat her ikisinde de, temel
amacın, kadının kontrol altına alınması, erkek egemen iktidar yapısına başkaldırısının
denetlenmesi olduğu ifade edilmektedir (Pervizat, 2006:250). Namus cinayetlerinin de,
tıpkı töre cinayeti gibi, şimdiye dek hukuken bağlayıcı bir tanımı yapılmamıştır. Buna
karşın öğretide “namus cinayeti”, medeni durumlarından bağımsız olarak kadınların,
aile namusunu ve şerefini korumak adına, geniş anlamda anlaşılan ve çekirdek aileyle
611
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmeleri biçiminde
tanımlanmaktadır (Göztepe, 2005:29). Bir başka tanıma göre ise, “Namus suçları
genellikle; aile içinde, aile üyelerine karşı gerçekleştirilen, toplumun büyük kısmının
kabul ettiği ve adeta desteklediği bir şiddet biçimidir. Özellikle eğitim ve kültür düzeyi
düşük bölgelerdeki feodal anlayışın bir yansıması olan gelenek ve örflere bağlı bir
namus düşüncesinin sonucudur (Çakır/Yavuz/Demircan, 2004:29).” Diğer bir tanımda
ise, namus ve töre arasında fark gözetilmeyerek, mağdurun, ailesinin şeref ve itibarını
zedelediği düşünülen davranışlarından dolayı, ailenin diğer fertleri tarafından ölüme
mahkûm edilmesi ve aynı aileden bir başka kişinin suçu işlemesi konusunda ikna
edilmesi, namus cinayeti olarak değerlendirilmiştir (Tezcan, 2003:16). Ancak bu
tanımlar, namus ve töre saikinin ayırıcı ölçütlerine yer vermediğinden, her iki kavramın
eş anlamlı algılanması yanılsamasına götürmeye müsaittir.
Hâlbuki namusun ifade ettiği anlamın, öncelikle yöntem bakımından, töreye
nazaran fail açısından “bireysellik” özelliğine gönderme yaptığı söylenebilir. Nitekim
töre cinayetlerinde, mağdurun öldürülmesi, ailesinin vereceği kararla ve o ailenin
subjektif inançları ile değer yargılarının zedelenmesi gerekçesiyle gerçekleştirilmektedir
(Kardam, 1999:89). Bu açıdan bakıldığında namus ve töre kavramlarının birbirinden
farklı anlamlar taşıdığı görülmektedir. Pervizat’a göre, en basit ifadesiyle, namus,
kadının bedeni ve hayatı üzerindeki özerkliğini denetlemek; töre ise, feodal yapının ve
aşiret sisteminin sürdürülmesi için vardır. Dolayısıyla töre, feodal toplumun bir parçası
olarak görülürken; namus, her türlü toplumda karşımıza çıkabilir (Pervizat, 2006:252).
TBMM’de bu konuya ilişkin sunulan bir soru önergesinde dönemin devlet bakanı Nimet
Çubukçu, namusun, kavramsal olarak töreyi de kapsayan geniş bir içeriğe sahip
olduğunu, yasada namus saiki teriminin kullanılmasının uygulama açısından ciddi
sorunlara yol açabilecek nitelikte olduğunu, bu nedenle yasada hukuki teknik bir terim
olarak töre saikinin kabul edildiğini ifade etmiştir. Buna göre, ahlaktan söz edilen her
yerde namus karşımıza çıkmaktadır. Örneğin bilimsel ahlak, namus kavramı içerisinde
değerlendirilebilecekken; töre, belli bir olaya ilişkin olup, daha simgesel bir anlam taşır
(TBMM Tutanak Dergisi, 4 Ocak 2006:193). Suçun mağduru yönünden de, namus
saiki, töre saikini kapsayıcı bir anlama sahiptir. Töre saiki ile işlenen suçların mağduru
genellikle kadın iken, namus saiki ile işlenen suçlarda mağdurun cinsiyeti, kural olarak,
belirleyici koşul değildir. Keza töre ve namus, kaynaklandığı nedenler ve ortaya
çıkardığı sonuçlar bakımından birbirine benzese de, en azından cinayetin işleniş biçimi
yönünden birbirinden ayrılmaktadır (Kardam, 2005:64). Buna karşılık gerekçeleri
bakımından töre saiki, namusu da içeren bir üst kavrama dönüşmektedir. Türkiye’de
2000-2005 yılları arasındaki töre cinayetlerinin nedenleri incelendiğinde, kan davası,
kız alıp verme, aile içi uyuşmazlık, cinsel taciz, yasak ilişki ve tecavüz gibi nedenlerle
işlenen töre cinayetlerinin, namus gerekçesiyle işlenenlerden çok daha fazla olduğu
görülmektedir (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, Aralık 2006:113). Bu nedenlerle
Türk yasakoyucusu tarafından “töre saiki” cezayı ağırlaştıran nitelikli hal olarak
düzenlenmiş iken, “namus saiki” hususunda benzer bir düzenleme yapılmamıştır. Fakat
bütün bu farklılıklar, aşağıda ele alınacağı gibi, töre saiki ile işlenen fiillerde cezanın
arttırılmasına karşılık, namus saiki ile işlenen öldürme fiillerinin tamamının fail
hakkında cezadan indirim sebebi sayılacağı anlamına gelmemektedir.
612
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
III. TÖRE SAİKİ İLE İNSAN ÖLDÜRME
İnsan öldürme suçunun cezası, hayata karşı suçlar kapsamında, 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 81. maddesinde müebbet hapis cezası olarak belirlenmiştir. Buna
göre “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” Fakat
öldürme suçunun nitelikli halleri söz konusu olduğunda TCK m. 82 uyarınca ceza
arttırılacaktır. TCK’nın 82. maddesinin k bendinde ise, “kasten öldürme suçunun töre
saiki ile işlenmesi halinde failin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılacağı” düzenlenerek, töre saiki, öldürme suçu bakımından daha ağır cezayı
gerektiren bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Belirtmek gerekir ki, 765 sayılı eski
TCK’da cezayı ağırlaştıran bir neden olarak düzenlenmeyen töre saiki ve töre
cinayetleri, Avrupa Birliği uyum sürecinde siyasi kriterleri karşılamak amacıyla yapılan
düzenlemelerden biri olarak, ilk kez 5237 sayılı TCK ile1 öldürme suçunun nitelikli
halleri
içinde
sayılmıştır
(http://www.ikv.org.tr/pdfs/adaliksureci3.pdf;
Centel/Zafer/Çakmut, 2007:56; Karınca, 2008:13). Böylelikle ceza yasası tasarısı
sürecinde, kadın örgütlerinin, “cinsel bütünlüğe ve edep törelerine karşı suçlar” olarak
düzenlenen bölüm başlığından edep töreleri kavramının çıkarılmasına ve töre
cinayetlerinin öldürme suçunda nitelikli hal olarak kabul edilmesine yönelik talepleri de
karşılanmış olmaktadır (TCK Kadın Çalışma Grubu, 2003:5).
Ülkemizde "töre" sözcüğü, "töre cinayeti, töre evliliği" gibi olumsuzluklarla
birlikte dile getirilmektedir. Kan davası nedeniyle ya da namus bahane gösterilerek
işlenen cinayetlerin hemen hepsi "törelerle" meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır (Sancar,
2002:2). Kamuoyu tarafından da töre ve namus cinayetleri aynı anlamda
algılanmaktadır. Bu nedenle Türk Dil Kurumu, töre cinayetini, “bazı bölgelerde
geleneksel anlayışlara uymama sebebiyle genellikle genç kız veya kadınların ailesinin
kararıyla yine aileden biri tarafından öldürülmesi” olarak tanımlamakta ve fakat töre
cinayetinin anlamlarından birini ise “namus cinayeti” olarak göstermektedir. Bu tanıma
göre, töre cinayetlerinin ardında yatan neden, kadınların bölgesel geleneklere karşı
gelmesi veya karşı geldiğinin kabul edilmesidir. Töre cinayeti denilen bu tür insan
öldürme fiillerinin dünyada ve ülkemizde çok çeşitli sebeplerle işlendiği bilinmektedir.
Bu cinayetlerin arka planında ise çoğunlukla kadının ahlâk dışı davrandığı algısı yer
almaktadır. Örneğin berdel veya beşik kertmesine karşı gelmek, erkeklerle konuşmak
veya flört ermek, eşe itaatsizlik etmek, boşanma talebinde bulunmak gibi tek tek
sayılması mümkün olmayan nedenlerden herhangi biriyle, kadınlar, kocası, babası veya
erkek kardeşi gibi yakınları tarafından öldürülebilmektedir (Özbek vd., 2010:182).
Fakat bazı hallerde kadının ahlâka aykırı kabul edilen bir davranışı dahi olmamasına
karşın, sırf töre adı verilen kurallar nedeniyle öldürüldüğü de görülmektedir. Örneğin
kadının boşanmak istemesi veya boşandıktan sonra bir başkasıyla aşk yaşaması ya da
bir yakını yahut yabancı bir erkek tarafından cinsel saldırıya maruz kalması halleri
böyledir. Hatta öyle ki, radyodan şarkı istemek veya bir arkadaşıyla sinemaya gitmek
gibi masum fiillerin bile ülkemizde aile namusunu zedeleyici davranışlar olarak
1
Bu nitelikli halin kabulünün gerekçesi, TBMM Adalet Komisyonu’nda şu şekilde açıklanmıştır (Artuç,
2008:53, dn. 161): “Ülkemizde cinsel saldırıya uğrayan kız çocukları ya da ailesinin istemediği bir kişiyle
arkadaşlık eden veya evlenen kadınların öldürülmesi, sıkça rastlanan bir olaydır. Kan gütme saikiyle
gerçekleştirilen öldürmeleri önlemek bakımından, ceza kanununda en ağır ceza öngörülmüştür. En az kan
gütme kadar önlenmesi gereken ve töre cinayeti olarak adlandırılan öldürmelerin de, aynı nitelikte
önlenmesi için, töre saikinin nitelikli adam öldürme olarak kabul edilmesi gerekir.”
613
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
algılandığı görülmektedir1. Bu açıdan töre cinayetlerinin nedenleri ile yöntemlerinin
birbiriyle benzeştiği söylenebilir. Nitekim töre cinayetlerinin sayısı o denli fazladır ki,
her türlü metodla ve bu arada intihar süsü verilerek veya kazaya kurban gitmiş gibi
gösterilerek aslında töreye kurban edilen kadınların sayısı da azımsanmayacak ölçüdedir
(Bu konuda bkz: Yıldız, 2003:136 vd.).
Töre cinayetleri birçok farklı sebepten kaynaklanmasına rağmen, bir görüşe göre,
törenin temelinde yatan asıl neden, ataerkil kültürün toplumda egemen olması ve
erkeğin bu egemenliğini kaybetmesi karşılığında işleyeceği cinayet sonucunda
onurunun temizleneceğini düşünmesidir (Özbek vd, 2010:182). Böylesine ayrımcı ve
çağdışı bir düşünceden kaynaklanması nedeniyle, “namus cinayeti” veya “töre cinayeti”
olarak adlandırılan öldürme fiillerinin, toplumda kendilerine biçilmiş rollerin veya
kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlâki normların dışına çıktığı
varsayılan kız çocuklarına veya kadınlara yöneltilmiş olan en zalim şiddet türü 2 olduğu
ifade edilmektedir (10/148 Sayılı TBMM Araştırma Önergesi, S. Sayısı: 1140:1)3.
Töre saikinden ve bu amaçla işlenen cinayetlerden söz edebilmek için, işlenen
öldürme fiilinin mutlaka kan bağı taşıyan kimseler arasında gerçekleşmiş olması şarttır.
Nitekim TCK m. 29’un gerekçesinde de, töre veya namus cinayetlerinin “akraba içi
adam öldürme suçları” olduğu belirtilmiştir (Özbek vd., 2010:183; Gerekçe için bkz:
Yalvaç, 2010:97). Böylelikle töre saiki için kural olarak aile meclisi kararı arandığı
ifade edilebilir. Buna karşılık töreden söz edilebilmesi için aile meclisi kararının
bulunması tek başına yeterli değildir; aynı zamanda faildeki saik de töre anlayışından
kaynaklanmalıdır. Örneğin mağdurun, ailenin aldığı bir karar sonucu yaptığı evlilikten
dolayı veya erkek çocuk doğuramaması nedeniyle öldürülmesi, aile meclisinin kararına
da dayansa, töre saikinden söz edilemez (Artuç, 2008:53). Bu halde aile meclisi
kararıyla mağdurun öldürülmesi bir intikam sonucu ve görev bilinciyle gerçekleşmiş
ise, töre saiki değil, somut olayın özelliklerine göre, TCK m. 82/1-j bendinde
düzenlenen kan gütme saiki gündeme gelir (Arslan/Azizoğlu, 2004:364).
Kasten öldürme suçunun töre saikiyle işlenmesi bakımından, Türkiye ile aynı
oranda olmasa da dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile töre/namus saikli öldürme
fiillerine rastlandığı görülmektedir. Her gün binlerce kadın aile içi şiddete ve namus
cinayetlerine kurban gitmekte, ulusal4 ve uluslararası5 basında sıkça bu tür haberler yer
almaktadır. Ancak Batılı ülkelerin çoğunluğunda ülkemizdeki anlamıyla aile meclisi
kararı gerektiren töre saikinden çok, namus saiki ön plana çıkmaktadır. Almanya’da
namus cinayetleri, somut olayın özelliklerine göre, Ceza Kanunu’nun 212. maddesinde
düzenlenen kasten öldürme veya 211. maddesinde düzenlenen nitelikli öldürme
1
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/namus_ger_oldurme.pdf
Kadına karşı şiddetin ne anlama geldiği, 30.04.2002 tarihinde kabul edilen Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi’nin Üye Devletlere Kadınların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Rec (2002) 5 Sayılı Tavsiye
Kararı’na Ek m. 1’de açıklanmıştır. Buna göre, “kadınlara karşı şiddet” ifadesi, cinsiyete dayalı, kadınlara
fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veya sıkıntı veren ya da vermeye yol açabilecek her türlü şiddet
fiilini ya da tehdidini ifade eder (http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/equality/03themes/violenceagainst-women/Rec%282002%295_Turkish.pdf).
3
Aynı yönde Başbakanlık tarafından çıkarılan “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre
ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Genelgesi”nde, kadın ve çocuklara yönelik
şiddetin en acımasız biçiminin kamuoyunda “töre cinayeti” olarak adlandırılan kadına yönelik öldürme
fiilleri olduğu dile getirilmektedir (Kurum: Başbakanlık, R.G. Tarihi: 04.07.2006, R.G. No: 26218).
4
Ülkemizdeki töre ve namus saiki ile işlenen cinayetlere ilişkin birçok örneğin yer aldığı bir haber için
bkz: http://www.cnnturk.com/guncel.konular/tore.cinayetleri/210/index.html
5
Namus saikinin ülkelere göre örnekleri ve toplumsal sebepleri konusunda örnek bir haber için bkz:
http://news.nationalgeographic.com/news/2002/02/0212_020212_honorkilling.html
2
614
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kapsamında cezalandırılmakta, ayrıca bir namus cinayetinin işleneceğinden haberdar
olup da bunu yetkili makamlara bildirmemek de 138. madde kapsamında ele
alınmaktadır. (Hessisches Kultusministerium, 2010:17; Yasa için ayrıca bkz:
http://www.gesetze-im-internet.de/bundesrecht/stgb/gesamt.pdf, Yenisey/Plagemann,
2009). Örneğin Alman Kriminal Dairesi kendi raporunda birçok adam öldürme suçunu,
kültürel sorumluluk kapsamında, aile kurumu içerisinde, ailenin şerefini temizlemek
için işlenmiş olmak kaydını düşerek “namus cinayeti” olarak nitelendirmiştir
(Oberwittler/Kasselt, 2011:13; http://www.bka.de). Bu tanıma göre, failin yalnızca
kıskançlığı nedeniyle işlemiş olduğu cinayetler ile kendisini istemeyen kişinin
sevgilisini ya da doğrudan o kişiyi düşmanca bir hisle öldürmesi, namus cinayeti olarak
değerlendirilemeyecek suçlar içerisine girmektedir (Valerius, Nisan 2011:174). Fakat
töre cinayetinin tanımını oluşturan, bir kadının şeref anlayışını ihlal etmesi halinde, aile
meclisinin vereceği kararla, genellikle yaşı en küçük olan erkek kardeş tarafından
öldürülmesi olaylarına, kültürel koşulları esasen bulunmamasına rağmen, Almanya’da
dahi rastlanmaktadır (Marschelke, 2010:465).
Kural olarak ceza hukukunda failin suçu işlerken taşıdığı amacın herhangi bir
önemi yoktur. Ancak kanunkoyucu bazı hallerde failin saikine ayrı bir önem atfederek
ceza yasasında ayrıca düzenleme konusu yapabilir. Bu kural ve istisna, öldürme suçu
açısından da geçerlidir. Fail, hangi amaçla mağduru öldürmüş olursa olsun, kural olarak
aynı cezayı alması gerekirken, “töre” veya “kan gütme” saiklerini taşıması halinde,
öldürmenin sebebi olan diğer içsel nedenlerden farklı olarak, cezasının ağırlaştırılacağı
açıkça belirtilmiştir. Bu bakımdan Türk ceza hukuku uygulamasında, töre saiki ile
namus saiki, faile uygulanacak hüküm ve verilecek ceza bakımından birbirinden
ayrılmaktadır. Zira töre nedeniyle kasten öldürme suçunun varlığından söz edilebilmesi
için, ceza hukukunda baskın olan doktrin görüşüne göre, failin yalnızca namusunu
temizlemek amacıyla fiili gerçekleştirmesi yeterli değildir. Aynı zamanda failin bağlı
bulunduğu aile veya aşiret gibi bir grubun aldığı karar üzerine mağdurun öldürülmesi
gerekir (Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57; Özbek vd., 2010:183). Bu nedenle “namus
cinayeti” denilen eylemler, daha bireysel olması ve aile meclisi kararına dayanmaması
nedeniyle töre saiki kapsamında ele alınmamaktadır (Hakeri, 2007:248). Namus
cinayetleri, ihtiras cinayeti olarak nitelendirilip, erkeğin kadın üzerindeki iktidarının
sürdürülmesi için gerçekleştirilmesine karşın; töre saikiyle işlenen öldürmeler daha çok
feodal yapıda, aşiret içi ya da aşiretler arasında, aşiret sisteminin ve feodal yapının
sürdürülmesi için işlenmektedir (Yıldız, 2007:175). Tüm bu hallerde, ölüme, aile
meclisi, karı-koca veya ağabey karar verdiğine göre, suça iştirak hükümleri gereğince
bazı failler azmettiren, bazıları yardım eden, bazıları ise asıl fail sıfatıyla
cezalandırılacaktır (Soyaslan, 2010:135). O halde ortaklaşa alınan bir öldürme kararı ve
bu yönde bir gelenek bulunmamakta ise, TCK m. 82/1-k bendinin uygulanması da söz
konusu olmayacaktır.
Buna karşılık namus saiki ile kasten öldürme durumunda, failin salt ahlâki
değerlerinin zedelendiğinden bahisle fiili işlemesi yeterlidir. Örneğin eşini başka bir
adamla konuşurken görüp namusunu kirlettiği gerekçesiyle öldüren adam, töre değil,
namus cinayeti işlemiş olur (Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Temmuz
2007:19). Bu halde fail kural olarak TCK m. 81 uyarınca basit adam öldürme suçundan
dolayı sorumlu olacak ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis
cezası ile cezalandırılacaktır. Nitekim nitelikli insan öldürme halleri arasında namus
615
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
saikinden değil, açıkça töre saiki1nden söz edilmiştir. TCK m. 2 ve AY m. 38’de
düzenlenen “suçta ve cezada kanunilik prensibi” gereğince, yargı makamı,
yasakoyucunun açıkça ihdas etmediği bir hususu yani namus saikini nitelikli hal olarak
kabul edip, cezayı ağırlaştırıcı neden olarak somut olaya uygulayamaz. Bunun bir
sonucu olarak, töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın arttırılabilmesi
için, öldürme fiili, namus kurtarma adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği
düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş
olmalıdır (Hafızoğulları/Özen, 2011:54). O halde halk arasında aynı anlamı ifade etmek
üzere kullanılan “töre cinayeti” ile “namus cinayeti” kavramlarının birbirinden farklı
olduğu söylenebilir. Her töre cinayeti aynı zamanda bir namus cinayeti olmasına karşın,
mevcut hukuksal düzenleme karşısında, namus saiki ile işlenen tüm öldürme fiillerinin
her halde töre saiki taşımak zorunda olmadığı görülmektedir.
Yukarıda değinilen kanuni düzenleme ve baskın görüş, öğretide eleştiri konusu
olmuştur. Bir kısım yazarlar, TCK m. 82/1-k bendinde ifade edilen “töre saiki”
ibaresinin “namus saiki” olarak düzenlenmesinin daha kapsayıcı ve isabetli olacağı
düşüncesini taşımaktadır. Nitekim töre cinayeti denilen akraba içi öldürme suçlarında
cezanın indirilmesi uygulamayı değiştirmeye yetmeyeceğinden, bu görüşe göre, sadece
töre cinayetlerinde değil, gerekçesi namus olan hiçbir suçta ceza indirilmemelidir
(Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57). Benzer şekilde töre saiki ile işlenen suçların aynı
zamanda namus kurtarma düşüncesine dayanması, kadına yönelik işlenmesi ve namus
cinayeti olarak da adlandırılmasından yola çıkan bazı yazarlar, yasadaki töre saiki
ibaresinin namus saikini de içine alacak şekilde anlaşılması gerektiğini
düşünmektedirler. Ancak bu görüşte olan yazarlar, böyle bir kabulün sonucunda, yalnız
töre değil, namus kurtarma saikinin bulunması halinde de TCK m. 82/1-k bendinin
uygulanabileceğini belirtmekle birlikte; bu yorum tarzının kanunilik ilkesi karşısında
uygulanmasının zor olduğunu da kabul etmektedirler (Özbek vd., 2010:183). Bu
yazarlar arasında, töre saiki ile aile meclisi kararının çoğu zaman bir arada bulunmakla
birlikte, bu birlikteliğin mutlak koşul olmadığını, töre saiki için önemli olanın
geleneklerin etkisi olduğunu düşünenler de vardır (Pohlreich, 2011:740). Buna göre,
somut olayda eylemin töre saikiyle işlendiğinin saptanması durumunda, bir aile meclisi
kararına dayanmasa da, işlenen fiil hakkında ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır (Yıldız,
2007:176)2. Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye Gölge Raporu Özeti’ne göre ise, TCK m. 82/1-k’da
düzenlenen “töre saiki” kavramı, namus adına işlenen cinayetleri tanımlamak ve
kapsamak açısından yetersiz kalan bir terimdir. Bu nedenle, “namus cinayetleri” Ceza
Yasasında insan öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedenleri içerisinde düzenlenmeli ve
haksız tahrike ilişkin tüm bahisler de madde gerekçesinden çıkarılmalıdır (Kadının
İnsan Hakları – Yeni Çözümler Vakfı, Ocak 2005:1). Bununla birlikte töre ve namus
saiki kavramlarını ceza muhakemesinin şekli gerçekleri açısından ele alan yazarlar da
bulunmaktadır. Bu görüşte olanlar tarafından, yargılama esnasında failde töre saikinin
bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, namus saikinin varlığını tespitten daha zor
1
Kanunilik ilkesinin sonucu olarak maddedeki ağırlaştırıcı nedeni “töre saiki” olarak anlamak
gerekmekle birlikte, töre saikinin de kapsamının belirsiz, geniş yorumlanmaya uygun ve yasallık ilkesine
zarar verebilecek nitelikte olduğu ifade edilmektedir (Soyaslan, 2010:135). Bu nedenle, farklı hatta keyfi
uygulamalara yol açacak böyle bir kavrama dayanılarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
hükmedilmesi doktrinde eleştirilmektedir (Bkz: Toroslu, 2007:35; Bayraktar, 2005:221).
2
Yazar, maddenin kavram kargaşasına yol açacak biçimde düzenlendiğini ifade etmekte, fakat böyle bir
ağırlaştırıcı nedenin kabul edilme gerekçesinin faildeki saik olduğunu, buna karşılık nitelikli halin,
kararın alınış şekliyle ya da eylemin gerçekleştiriliş biçimiyle ilgili olmadığını düşünmektedir.
616
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olduğu için, töre yerine “namus” sözcüğünün tercih edilmesinin daha uygun olacağı
ifade edilmektedir (Tezcan/Erdem/Önok, 2010:173; Aynı yönde Kiziroğlu, 2008:995).
IV.
TÖRE SAİKİ–HAKSIZ TAHRİK–TASARLAMA KASTI İLİŞKİSİ
Töre saiki ile birtakım müesseselerin birleşip birleşmeyeceği tartışmalıdır.
Bunlardan ilki, töre saikiyle işlenen suçlarda haksız tahrik indiriminin yapılıp
yapılmayacağı sorununa ilişkindir. Kasten öldürmenin nitelikli hallerini düzenleyen
TCK m. 82’nin gerekçesinde, “… töre saikiyle öldürmede ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız
tahrikin koşullarının bulunmaması gerekir.” ifadelerine yer verilmiştir. Böylelikle töre
saikiyle işlenen öldürme fiillerinde, sanığın cezasının tahrik nedeniyle indirilmesinin
önüne geçilmiştir. Buna karşılık kadın örgütlerinin, yalnız töre değil, bütün namus
cinayetlerinin bu kapsama alınması yönündeki ısrarı sonuçsuz kalmıştır (Bkz:
www.milliyet.com.tr, 15 Haziran 2011).
Haksız tahrik ise, ceza sorumluluğunu hafifleten bir sebep olarak TCK m. 29’da
düzenlenmiştir. Buna göre, haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli
elemin etkisi altında suç işleyen kimsenin cezası indirilecektir. 765 sayılı eski TCK’da
yer alan “haksız bir tahrik” ibaresi yerine1, 5237 sayılı yeni TCK’da “haksız bir fiil”
ibaresinin kullanılmasının nedeni, madde gerekçesinde “ülkemizde özellikle töre veya
namus cinayeti olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik
indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmek” olarak gösterilmiştir
(Madde gerekçesinin yerinde olmadığı ve eski düzenlemede yer alan “haksız bir tahrik”
ifadesinden de aynı sonuca ulaşılabileceği görüşü için bkz: Özbek vd., 2010:183).
Maddede geçen “haksız bir fiil” ibaresini, suç veya haksız fiil olarak değil, “hukuka
aykırı davranış” olarak algılamak gerekir (Metiner/Koç, 2008:716). Örneğin zina
hukukumuzda bir suç olarak kabul edilmemesine karşın, boşanma nedeni olarak
düzenlendiği için hukuka aykırı bir fiildir ve haksız tahrike neden olabilir (Aydın,
2005:234-235). Gerekçenin devamında, “Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun
mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik
indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı
babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza
indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince
tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı
yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir.”
(Madde gerekçeleri için bkz: Şahin/Özgenç/Sözüer, 2010:142-143, 202) ifadelerine yer
verilmek suretiyle, haksız tahrik, ancak bir haksız fiilin failine karşı işlenen suçlarla
sınırlandırılmıştır. Örneğin cinsel saldırıya uğrayan mağdurun ya da yakınlarının, bu
haksız fiilin etkisiyle saldırgana karşı işleyeceği fiillerde haksız tahrik hükümleri
uygulanabilecekken (Aynı yönde Bakıcı, 2008:633), cinsel saldırı suçunun mağduru
olan kadına karşı bu nedenle meydana gelebilecek saldırılar, kişinin bedensel ve cinsel
dokunulmazlığı artık yeni Ceza Kanunu’nda esas alınan ölçütler olduğundan, haksız
tahrik indiriminden yararlanamayacaktır (Göztepe, 2005:45-46). Belirtmek gerekir ki,
cinsel saldırıya uğrayan kadının hiçbir fiilinin bulunmadığı, olmayan bir fiilin ise
1
765 sayılı mülga TCK’nın 51. maddesinde, bir kimsenin “haksız bir tahrikin” husule getirdiği gazap
veya şedit bir elemin tesiri altında suç işlemesi halinde cezada indirime gidileceği düzenlemesi yer
almaktaydı (Bkz: http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/765.htm).
617
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
haksızlığından zaten söz edilemeyeceği ve yasa gerekçesindeki mağdura yönelik
örneğin bu nedenle isabetsiz olduğu düşünülmektedir (Hafızoğulları/Özen, 2011:389).
Madde gerekçeleri birlikte yorumlandığında, haksız tahrik ile töre saikinin aynı
olayda bir arada bulunmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim
haksız tahrik için failin hiddet veya şiddetli elem sonucu suç işlemiş olması gerekmekle
birlikte, aslında temel koşul olarak hiddet, elem veya ızdırabın, mağdurdan kaynaklanan
hukuka aykırı bir fiil ile nedensellik bağı içinde bulunması gerektiği açıktır. Dolayısıyla
mağdurun fiili faili tahrik etmesine rağmen, herhangi bir haksızlık içeriği taşımamakta
ise, cezayı azaltan bir neden olarak dikkate alınamaz. Töre saikiyle işlenen öldürme
fiillerine bakıldığında da, çoğu zaman mağdurdan kaynaklanan haksız bir davranışın
bulunmadığı görülmektedir (Özbek vd., 2010:183). Örneğin erkek arkadaşıyla
konuşması veya ailesinin rızası dışında bir başkasıyla evlenmesi gibi nedenlerle
öldürülen mağdurun fiili hukuka aykırı olmadığı için (Nuhoğlu, 2004:210), böyle bir fiil
sonucu failin hiddet veya eleminin derecesi ne olursa olsun, tahrike neden olan fiilin
haksızlığından ve ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak algılanmasından söz
edilemez. Bunun gibi, hukuk düzenince tanınmış yasal bir hakkını kullanan, örneğin
boşanma davası açan veya ayrılık kararı aldıran kadının öldürülmesi halinde, kocanın
haksız tahrik savunmasına itibar edilmemelidir.
Töre saiki ile haksız tahrikin bağdaşmamasının, haksız tahrikin uygulanma
koşulları dışında, bir diğer nedenini ise cezalandırmaya dair ilkeler ve kanun yapma
tekniği oluşturur. Suç ve cezaya etki eden bir nedenin, hem daha ağır cezayı gerektiren
nitelikli haller içinde sıralanması, hem de cezayı hafifletici bir neden olarak
düzenlenmesi mümkün olmayacağından, töre saiki ile işlenen hiçbir suçta haksız tahrik
indirimi yapılmamalıdır (Öztürk/Erdem, 2011:281; Tezcan/Erdem/Önok, 2010:174;
Yıldız, 2007:177; Artuç, 2008:54). Bu nedenle töre saiki ile öldürme suçunun
gerekçesinde yer alan “haksız tahrikin koşullarının bulunmaması” şartı, gereksiz olduğu
kadar, töre saiki ile işlenen birtakım suçlarda tahrik indiriminin yapılabileceğine dair
isabetsiz bir yoruma neden olmaya da müsaittir (Aksine, uygulamada sorunların
yaşanmaması için töre ve kan gütme saiki ile adam öldürme suçunda haksız tahrik
indirimin uygulanmayacağının kanunda açıkça belirtilmesi gerektiği görüşü için bkz:
Aydın, 2005:246). Ülkemizde kasten öldürmelerin gayrimeşru cinsel ilişki sayılan
hallerde yoğunlaştığı dikkate alınacak olursa, her somut olayda haksız tahrikin kabul
edilmesi, bireylerin kendi cezalandırma sistemlerini oluşturmasına ve kendiliğinden hak
alma kurumunun yaygınlaşmasına yol açabilir. Hâlbuki cinsel olgunluk yaşına ulaşmış
olan ve cinsel özgürlüğü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisi olduğu kabul
edilen bir kimsenin yaşadığı cinsel ilişkinin gayrimeşruluğundan ve haksızlığından söz
etme olanağı hukuken bulunmamaktadır (Tezcan/Erdem/Önok, 2010:175; Gülşen,
2003:120).
Buna karşılık “töre saikiyle işlenen suçlar” ve “namus saikiyle işlenen suçlar”
arasında, failin haksız tahrik indiriminden yararlanması konusundaki farklılığa önemle
değinmek gerekir. Zira TCK gerekçesinde ve doktrinde egemen olan görüş uyarınca,
haksız tahriki töre saiki ile birlikte düşünmek mümkün olmamasına karşın, namus saiki
ile haksız tahrikin aynı olayda birleşmesi mümkün olabilmektedir. Doktrinde failin
namus saikiyle öldürme fiilini işlediği hallerde, şayet töreden ve görev bilincinin
varlığından söz etmek mümkün değilse ve fail mağdurun hareketinden dolayı şiddetli
elem veya hiddete kapılmışsa, haksız tahrik indiriminden faydalanacağı kabul
edilmektedir. Bu nedenle, örneğin, kendisini aldatan eşini görev bilinci olmaksızın
öldüren fail, haksız tahrik indiriminden yararlanacaktır (Özbek, 2006:383; Özbek vd.,
618
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2010:183). Burada önemli olan haksız tahrikin kanuni koşullarının oluşmasıdır. Bu
nedenle somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunması halinde, “gerekçesi namus
olan hiçbir suçta cezanın indirilmemesine” yönelik soyut değerlendirmelere katılmanın
mümkün olmadığı ifade edilmektedir (Koca/Üzülmez, 2010:322). Ne var ki, fail, yasal
şartların oluştuğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşerse, TCK m. 30/3 uyarınca
haksız tahrikten yararlanır. Örneğin gerçekte bir başkasıyla gayrimeşru ilişki içinde
olmayan karısını, böyle bir cinsel ilişki içinde olduğunu düşünerek öldüren kocanın
fiilinde, eğer hata kaçınılmaz ise, haksız tahrik hükümleri uygulanacak; eğer
kaçınılabilir bir hata söz konusu ise, haksız tahrikten değil, en fazla TCK m. 61’de
düzenlenen takdiri indirim nedenlerinden söz edilebilecektir (Özgenç, 2009:403).
Bir suçun mağduruna yönelik işlenen öldürme fiilleri açısından haksız tahrikin
uygulanamayacağı, diğer hallerde ise uygulanabileceği kabul edilmektedir. Buna göre,
örneğin, tecavüze uğramış bir kızın öldürülmesinde haksız tahrik indirimi
uygulanamayacak; buna karşılık, evli bir kadının başka birine kaçması olayında haksız
tahrikten söz edilebilecektir (Hakeri, 2007:249). Aynı gerekçelerle, bekâr bir kızın
birisiyle cinsel ilişkide bulunması veya evlenmek amacıyla kaçması gibi nedenlerle
öldürülmesi halinde töre saiki olmasına karşın, evli kadının fuhuş yapması veya erkek
akrabanın travestilik yapması hallerinde işlenen öldürme fiillerinde töre saikinin
bulunmadığı belirtilmektedir (Artuç, 2008:54-55). Dolayısıyla töre saikinin olduğu
yerde haksız tahrikin olmadığı, tersi ifadeyle, haksız tahrikin varlığının kabul edildiği
hallerde suçun mahiyetinin değişeceği söylenebilir. Buna karşılık hükmün bu şekilde
algılanması nedeniyle, kanun gerekçesinde töre ve namus cinayeti denilen akraba içi
öldürmeler açısından haksız tahrik hükmünün uygulanamayacağının gösterilmesinin,
tek başına uygulamayı değiştirmeye yetmeyeceği; töre saiki ile namus saikinin
birbirinden farklı olduğu göz önünde tutularak, yasada değinildiği gibi sadece töre
cinayetlerinde değil, gerekçesi namus olan hiçbir suçta cezanın haksız tahrik sebebiyle
indirilmemesi gerektiği de ifade edilen görüşler arasındadır (Centel, 2005: 99-100;
Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57). Fakat mevcut yasal düzenleme doğrultusunda,
doktrindeki baskın görüş ve örneklerden yola çıkılarak, töre saiki – haksız tahrik ilişkisi
şöylece özetlenebilir: Failin geleneklerin etkisi altında, töreye uygun davranmak
amacıyla veya aile meclisi kararıyla hareket ettiği durumlarda, töre saiki nedeniyle
cezası arttırılmalı; buna karşılık mağdurun “haksız” yani “hukuka aykırı” bir “fiil”inden
kaynaklanmak koşuluyla, salt namusunu temizlemek gayesiyle ve şiddetli elem veya
hiddetin etkisi altında suç işleyen failin cezası, eğer TCK m. 29’un tüm koşullarını
sağlamakta ise, haksız tahrik nedeniyle indirilmelidir. Bununla birlikte, belirtmek
gerekir ki, eşlerden birinin zina halinde veya gayrimeşru ilişki halinde yakalanmasını
öldürme suçu bakımından cezadan indirim nedeni sayan ve bu nedenle eşitlik ilkesine
aykırılığı nedeniyle eleştiri konusu olan (Bkz: Dönmezer, 1995:147; Önder, 1994:145)
eski TCK’nın 462. maddesi1ne benzer bir hüküm, yeni TCK’da düzenleme konusu
yapılmamıştır (Özbek vd., 2010:184).
1
19.07.2003 tarihinde yürürlükten kaldırılan eski TCK m. 462/1 hükmüne göre: “Yukarda geçen iki
fasılda beyan olunan fiiller (adam öldürmek cürümleri ile şahıslara karşı müessir fiiller), zinayı icra
halinde veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak
veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya gayrimeşru cinsi
münasebette bulunmuş olduğunda zevahire göre şüphe edilmeyecek surette görünen bir koca veya karı
yahut kız kardeş veya fürudan biri yahut bunların müşterek faili veya her ikisi aleyhine karı veya koca
yahut usulden biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan cezası
sekizde bire indirilir ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil olunur.” Maddenin yürürlükten
kaldırılması için düzenlenen kanun teklifi ve gerekçesi için bkz: www2.tbmm.gov.tr/d22/2/2-0099.pdf
619
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Töre saiki ile öldürme suçunun işlenmesi için ve işlendiği sırada failde ayrıca
tasarlama kastının bulunmasının gerekli olup olmadığı konusunda da doktrinde farklı
görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre, töre saiki ile işlenen fiiller her halde planlı bir
öldürme eylemi olacağından, tasarlama kapsamında ele alınabilir (Bayraktar, Nisan
2005:221). Zira kasten öldürme suçunun töre saiki ile işlenmesi bakımından aranan aile
meclisi kararı, aynı zamanda fiilin tasarlayarak işlendiğine de işaret ettiğinden ve
tasarlama cezayı ağırlaştıran bir neden olduğundan, töre saikinin ayrıca nitelikli hal
olarak kabul edilmesine gerek yoktur. Töre saikine, kan davası olaylarında olduğu gibi,
tasarlamanın ispatlanamadığı hallerde başvurulabilmekle birlikte, töre saiki
tasarlamadan daha kolay ispat edilebilir değildir (Hakeri, 2007:247)1. Buna karşılık
diğer bir görüş, töre saikinde genellikle tasarlamanın bulunduğunu kabul etmekle
beraber, aile meclisi kararının varlığının her zaman fiilin tasarlama suretiyle işleneceği
anlamına gelmediğini düşünmektedir. Zira bu görüş uyarınca, aile meclisi kararı ölüme
ilişkin olup, öldürme fiilinin işleniş biçimine ilişkin olmayabilir (Özbek vd., 2010:183;
Nitekim TCK’da töre saikinin ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmesinin, tasarlamanın
yeterli olmadığı bazı durumlarda da failin daha ağır ceza almasını sağlamak olduğu
hususunda bkz: Artuç, 2008:54) Öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedenlerini düzenleyen
TCK m. 82’de tasarlamanın ve töre saikinin iki ayrı nitelikli hal olarak farklı bentlerde
düzenlenmesinin bir sonucu olarak, yasakoyucunun da tasarlama ile töre saikini aynı
anlamda algılamadığı görülmektedir. Kanunilik prensibinin sonucu olarak mevcut yasal
düzenleme dikkate alındığında, bir suçun töre saiki ile işlenebilmesi için, mutlaka
tasarlanmış olması şartının aranmadığı, aksine ani kastla işlenen bir suçun da töre saiki
içinde değerlendirilebileceği ifade edilebilir.
V.
YARGITAY’IN TÖRE SAİKİYLE KASTEN ÖLDÜRME SUÇUNA
YÖNELİK İÇTİHATLARINDAN ÖRNEKLER2
Yargıtay’ın töre saiki ile işlenen cinayetler açısından, TCK m. 82/1-k hükmünün
hangi şartlar altında uygulanacağına dair vermiş olduğa kararlar arasında yeknesaklık
bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay, özellikle 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe
girmesinden sonra, konuya ilişkin ilk kez ortaya koyduğu içtihatlarında, töre saiki ile
kasten öldürme suçunun varlığının kabulünü, aile meclisi kararının bulunması şartına
bağlamaktadır. Yüksek Mahkeme bu yöndeki bir kararında, kardeşe, çocuğa ve gebe
olduğu bilinen kadına karşı işlenen öldürme fiilinin, alınan aile meclisi kararı sonucu
gerçekleştiğini gösteren kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle, fiilin TCK
m. 82/1-k kapsamında değerlendirilemeyeceğine hükmetmiştir (Yar. 1. CD, 6700/1986).
Buna karşılık Yüksek Mahkemenin sonraki tarihli içtihatlarında tutumunu değiştirmesi
ve töre saiki için aile meclisi kararı şartını aramaması dikkat çekmektedir3. Nitekim reşit
olan kız kardeşinin kendi rızasıyla birliktelik yaşadığı kişiyi öldüren erkek kardeşin
1
5237 sayılı TCK yürürlüğe girmeden önce de, gerek doktrinde gerek yargı kararlarında, günümüzde töre
yahut namus amaçlı olarak ele alınabilecek öldürme fiilleri, taammüd (tasarlama) sonucu adam öldürme
nitelikli hali kapsamında yorumlanmıştır (Bkz: Dönmezer, 1995:46-47; Önder, 1994:32-33; YCGK,
12.04.1976, 1-137/191; YCGK, 14.01.1980, 1-535/5; YCGK, 15.05.1974, 1-98/213). Buna karşılık ilgili
dönemde tasarlama ile suçun arkasında yatan saikin birbirinden farklı olduğuna dair görüşler de ortaya
atılmıştır. Buna göre saik ve taammüd ortak noktalara sahip değildir; saik fiilin müessir sebebi, taammüd
ise sadece icrasında bir özelliktir (Erem/Toroslu, 1983:399).
2
http://www.hukukturk.com/fractal/hukukTurk/pages/home.jsp
3
Namus cinayetlerinin Yargıtay’ın içtihat değişikliği ile birlikte töre kapsamına sokulduğu konusunda bir
haber için bkz: http://e-kutuphane.ihop.org.tr/pdf/kutuphane/25_10_2010-10-04.pdf
620
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
fiilinde, aile meclisince alınan bir karar olmamasına rağmen, maktulün kendisine
yönelik haksız tahrik oluşturacak söz veya eylemlerde bulunmadığı, ayrıca kız kardeşin
kendi hayatını ilgilendiren davranışlarından ötürü erkek kardeşine karşı sorumluğunun
da olmadığı gerekçesiyle, eylemin haksız tahrik altında basit adam öldürme değil,
aksine töre saiki altında nitelikli adam öldürme kapsamına girdiği kararlaştırılmıştır
(Yar. 1. CD, 9808/4917).
Yüksek Mahkemenin haksız tahrik ile töre saikinin aynı olayda birbiriyle
bağdaşmayacağına dair yasa gerekçesine ve doktrin görüşüne aykırılık teşkil eden
kararları da bulunmaktadır. Bu kararlara özellikle 765 sayılı TCK döneminde
rastlanmaktadır. Örneğin birlikte oturduğu kız kardeşini gayrimeşru cinsel ilişkiye
girdiği gerekçesiyle öldüren failin ağır tahrik altında bulunduğu kabul edilmiştir. (Yar.
1. CD, 2280/2822). Benzer yaklaşımın, 5237 sayılı yasa dönemindeki kimi kararlar da
devam ettiği ifade edilmektedir (Tezcan/Erdem/Önok, 2008:175). Örneğin maktulenin
önceden evlenip boşandığı ve anne-babası ile beraber yaşamaya devam ettiği süre
içerisinde kız kardeşinin eşi ile cinsel birliktelik yaşayıp hamile kaldığı ve durumun
öğrenilmesi üzerine babası, erkek kardeşleri ve kız kardeşinin eşi tarafından ve faillerce
alınan ortak karar üzerine öldürüldüğü bir olayda; maktulenin rızaya dayalı cinsel
ilişkisinin, babası ve kardeşleri açısından haksız tahrik teşkil edeceğine, fakat kız
kardeşinin eşi açısından haksız tahrik indiriminin uygulanmayacağına hükmedilmiştir
(Yar. 1. CD, 8437, 3340). Buna karşılık, benzer bir başka olayda, evden kaçan
maktuleyi öldürmesi konusunda, erkek kardeş olan failin ve bu kimseyi azmettiren baba
ve amcanın, ortaklaşa aldıkları karar doğrultusunda tasarlayarak işlemiş oldukları
öldürme fiilinden dolayı, gerek fail gerekse iştirakçiler hakkında haksız tahrik
indirimine gidilmemiş; aksine, töre saiki ile kasten öldürmeye dair yasa hükmünün
uygulanması gerektiğine karar verilmiştir (Yar. 1. CD, 8861/605). Arkadaşının kız
kardeşini, gönül ilişkisi yaşadığı gerekçesiyle öldürmeye teşebbüs eden failin ise, töre
saiki doğrultusunda hareket etmediğine hükmedilmiştir (Yar.1. CD, 429/6850).
Töre ile haksız tahrik arasındaki ilişkiyi açıklamak için namus saiki ile töre
saikinin farklılığına vurgu yapan Yargıtay kararlarına da rastlanmaktadır. Nitekim
annelerinin cinsel ilişkiye girdiğinden kuşkulandıkları kişiyi öldüren faillerin söz
konusu fiilini haksız tahrik içinde değerlendirmeyen Yargıtay, kararının gerekçesini,
töre saikinin olayda bulunmamasına, fiilin namus saikiyle işlenmesine ve fakat namus
saikiyle işlenen bu öldürme fiilinde rıza ile cinsel ilişkiye giren mağdurdan kaynaklanan
tahrik edici bir hukuka aykırılığın da söz konusu olmamasına bağlamıştır. Keza aynı
kararda Yüksek Mahkeme, namus saikini, failin toplum içinde küçük düştüğü
gerekçesiyle, namus sorunu sayarak ve sırf ailenin şeref ve namusunu kurtarmak
düşüncesiyle fiili işlemesi olarak yorumlamakta; buna karşılık töre saikini ise, namus
saikini de kapsayan ve failin görev bilinci ile hareket etmesine dayanan bir üst kavram
olarak değerlendirmektedir. Ancak ifade etmek gerekir ki, söz konusu kararda da, töre
saiki için aile meclisi kararının varlığının gerekli olmadığı ve bu şartın, yasal
dayanaktan yoksun olarak, uygulama sonucu ortaya çıkan bir koşul olduğu
vurgulanmıştır (Yar. CGK, 1-56/111).
Zaten bir suçun mağduru olan kimsenin, gelenekler doğrultusunda ve görev
bilinciyle öldürülmesi durumunda, mağdurdan kaynaklanan haksız bir davranışın
varlığından söz etmenin olanaklı olmadığı gerekçesiyle, Yargıtay, töre saiki ile kasten
öldürme hükümlerini işletmek suretiyle haksız tahrik indirimine isabetli olarak yer
vermemektedir. Örneğin kız kardeşinin, kendi isteği dışında, zorla cinsel saldırıya
maruz kalması olayında, mağduru, kızlığının bozulduğu gerekçesiyle öldüren erkek
621
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kardeş hakkında haksız tahrik hükmü uygulanmamıştır (Yar. CGK, 1-536/133; Hakeri,
2007:249). Yine benzer bir kararda, ırzına geçilen kadının öldürülmesinin, maktuleden
kaynaklanan haksız tahrik oluşturmayacağı vurgulanmıştır (Yar.1. CD, 146/766).
Yargıtay eşlerden birinin diğerine karşı, öldürme fiilini namus gerekçesiyle
gerçekleştirmesi halinde ise, görev bilinci taşımaması koşuluyla, failin hareketinin
namus saiki içinde ele alınması görüşündedir. Zira kendisini cinsel yönden aldatan eşini
öldüren kimseye, haksız tahrike ilişkin TCK m. 29 hükmünün uygulanacağına dair
verilen kararda, fiilin töre saiki taşımadığı, namus saikiyle işlendiği belirtilmiştir. Bunun
gerekçesi olarak, eşlerin birbirine Türk Medeni Kanunu’nun 185/3. maddesi1 uyarınca
sadakat yükümlülüğünün bulunduğu, bu yükümlülüğün ihlal edilmesi halinde ise, kanun
hükmünün ihlal edilmiş olacağı ve dolayısıyla hukuka aykırı ve haksız bir fiilden ve
haksız tahrikin varlığından söz edilmesi gerektiği gösterilmektedir2. Ancak Yargıtay’a
göre eşlerin sadakat yükümlülüğü yalnızca birbirlerine karşı olup, üçüncü kişileri3 ve bu
arada eşlerin çocuklarını dahi kapsamaz (Yar. 1. CD, 4303/6578). Dolayısıyla eşlerden
birinin cinsel yönden diğerini aldatması halinde, aldatan eşin namus gerekçesiyle
öldürülmesi halinde, aldatılan eş dışında kalan bir kimsenin haksız tahrik indiriminden
yararlanması mümkün değildir. Failin annesi ile parkta otururken gördüğü kişiyi,
öpüştüklerinden şüphelenerek konuşma bahanesiyle arabasına bindirip ıssız bir yere
götürerek bıçaklamak suretiyle öldürdüğü bir olayda, sadakat yükümlülüğünün evladı
kapsamadığına, annenin yaşam tarzının haksız bir fiil oluşturmadığına, failin töre saiki
ile hareket ettiğine ve haksız tahrikten yararlandırılmasının mümkün olmadığına karar
verilmiştir (Yar. 1. CD, 248/3287). Fakat belirtmek gerekir ki, söz konusu kararında da,
Yargıtay, konuya ilişkin önceki tarihli kararlarından farklı olarak, töre saiki için aile
meclisi kararını aramamış, failin ailesinin namus ve şerefinin eksildiği düşüncesiyle
hareket etmesini, TCK m. 82/1-k bendinin uygulanması açısından yeterli görmüştür. Bu
durum, töre saiki ile namus saikinin kararda aynı anlama gelecek şekilde
yorumlandığını göstermektedir. Yargıtay’ın sonraki tarihli diğer kararlarında da namus
saiki, töre saikini kapsayacak şekilde veya aynı anlama gelecek biçimde geniş yoruma
tabi tutulmuş4, namus saiki ile işlenen suçların da, failin görev bilinci taşıması halinde,
aile meclisi kararı olmasa da, töre saiki içinde değerlendirilmesi gerektiğine karar
verilmiştir (Yar. CGK, 1-56/111).
Tasarlama ile haksız tahrikin bir arada bulunmasının zorunlu olup olmadığı
sorusuna ise, Yargıtay’ın, töre saiki için aile meclisi veya aşiret kararını aradığı
içtihatları ile sonraki tarihli içtihatları değerlendirilerek yanıt aranmalıdır. Yüksek
Mahkemenin önceki tarihli içtihatlarında, aile veya aşiretin karar organının ya da bir
aile büyüğünün vereceği kararla öldürme fiilinin işlenmesi şart koşulduğundan (Yar.
1.CD, 6700/1986), töre saikinin varlığı için zımnen tasarlama kastının arandığı
1
TMK m. 185/3: “Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.”
Buna karşılık, karısını, kendisini aldattığı yönünde dedikodular çıkması üzerine, tasarlayarak ve aile
meclisinin aldığı karar üzerine, ailenin namusunu kurtarmak saikiyle öldüren kocanın fiili, töre saikiyle
kasten öldürme suçu kapsamında değerlendirilmiştir (Yar. 1. CD, 10901/293).
3
Kardeşinin eşi olan maktulenin, kardeşi dışından bir başkası ile gayrimeşru ilişkisini tasvip etmeyen
failin, bu ilişkinin ailenin şeref ve namusunu azalttığı düşüncesiyle tasarlayarak öldürme fiilini
gerçekleştirdiği bir olayda, haksız tahrik uygulanmamış ve töre saikinin varlığı kabul edilmiştir (Yar. 1.
CD, 10191/6617).
4
Örneğin bir kararda yengelerinin bir başkasıyla kaçıp iki-üç ay birlikte yaşamasını, ailenin namus ve
şerefini eksilten bir davranış olarak gören sanıkların, eylemlerini, “ailenin namusunu kurtarma, töre
saikiyle işledikleri” ifadelerine yer verilmesi namusun töre ile eş anlamda kullanıldığını göstermektedir.
(Yar. 1. CD, 2339/1937; Tezcan/Erdem/Önok, 2008:174).
2
622
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sonucuna ulaşılabilir. Ne var ki, sonraki tarihli içtihatlarda, fiilin ani kast altında da
işlenebileceği belirtilerek, tasarlama kastı, töre saikinin vazgeçilmez bir koşulu olarak
değerlendirilmemiştir. Yüksek Mahkemenin bu yöndeki bir kararında“…töre saiki ile
insan öldürme suçunun, tek bir fail tarafından ve anlık bir karar ile işlenebilmesi
olanaklı olup, aile meclisi kararının aranması ve bu hususun suçun ön koşulu olarak
görülmesi halinde, adeta işlenemez ve zorunlu azmettirmeyi gerektiren bir suç tipi
yaratılmasına yol açılacaktır (Yar. CGK, 1-56/111).” ifadeleriyle, tasarlama olmaksızın
işlenen öldürme fiilleri açısından da, koşulları varsa TCK m. 82/1-k hükmünün
uygulanabilmesinin yolu açılmıştır.
VI.
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN TÖRE SAİKİ
İLE KASTEN ÖLDÜRMEYE YÖNELİK GÖRÜŞLERİ1
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin töre saiki ile işlenen kasten öldürme
suçlarına ilişkin tutumunu, aile içi şiddet bağlamında, Türkiye’nin taraf devlet sıfatıyla
yer aldığı Opuz/Türkiye davasında verilen kararla (Kararın özellikle etkin güvence
sağlama boyutunun önemi konusunda bkz: Batum, Ocak 2010:108-111) ve namus saiki
kapsamında ele almak gerekir. Bu davada Nahide Opuz isimli vatandaş, başvuran
sıfatıyla, Devlet makamlarının kendisini ve annesini aile içi şiddetten koruyamadığını,
bunun annesinin ölümü ve kendisinin de kötü muameleye uğramasıyla sonuçlandığını
iddia etmiştir. Uyuşmazlık 1990 yılında başvuran ile annesinin imam nikâhlı olduğu
kişinin oğlu arasında ilişki yaşanması ve bir süre sonra resmi nikâh kıymaları ile
başlamıştır. Evli oldukları dönemde, karısının annesinin başvuranı başka birisiyle
evlenmesi yönünde ikna etmeye çalıştığı ve onu ahlaka mugayir bir yaşam sürmeye
yönlendirdiği iddiasıyla, fail tarafından başvuranın annesi öldürülmüştür. Başvuran, 765
sayılı eski TCK’nın kadınlara ikinci sınıf vatandaş olarak muamele ettiğini, kadınların
kişisel hak ve özgürlüklerine doğrudan saldırı niteliği taşıyan fiillerin bile “Genel Ahlak
ve Aile Düzenine Karşı Suçlar” bölümünde düzenlenerek, ailenin namusu için karısını
öldüren kişiye daha hafif ceza verilmesinin sağlandığını ifade etmiştir. Mahkeme, söz
konusu olayı incelediği davada, öncelikle Uluslararası Af Örgütü’nün “Türkiye: Aile İçi
Şiddet Gören Kadınlar” 2004 yılı Raporu’na atıf yapmaktadır. Bu rapora göre,
mahkemelere tanınan takdir yetkisi ile aile içi şiddetin faillerine haksız bir merhamet
gösterilmeye devam edilmekte ve bu tür davalarda verilen cezalar, suçun adetler,
gelenekler veya namus “ağır tahrikiyle” işlendiğini dikkate almaya devam eden
yargıçların takdiriyle hâlâ çoğu zaman indirilmektedir. Karara konu olan olayda da,
failin işlemiş olduğu fiil, aynı gerekçelerle cezai indirime tabi tutulmuştur. AİHM,
kararında, Türkiye’nin iç hukuk kurallarının aile içi şiddeti önlemeye yeterli olmadığını,
devletten korunma talep eden kadınların, şiddetten korunmak yerine, yetkili
makamlarca bu kimselerin evlerine geri dönmeleri ve şikâyetlerini geri almaları
konusunda arabuluculuk rolü üstlenildiğini, bu bağlamda sorunun “müdahale
edilemeyecek bir aile meselesi” olarak görüldüğünü belirterek, cinsiyete dayalı
ayrımcılığın varlığına hükmetmiştir. Ayrıca mahkemelerin gelenek, görenek veya şerefe
dayalı cezaları hafifletmeleri nedeniyle aile içi şiddet suçu işleyen kişilerin caydırıcı
cezalar almadıklarının anlaşıldığına vurgu yapılmıştır. Teorik olarak uluslararası
standartlara kavuşturulmaya çalışılan iç hukuk sisteminin, kadına karşı ayrımcılığı ve
aile içi şiddeti pratikte etkili şekilde önlemeye yeterli caydırıcı cezalarla karşılaşmadığı
1
http://www.echr.coe.int/echr/Homepage_EN
623
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gerekçesiyle, söz konusu davada, AİHS’nin yaşama hakkını düzenleyen 2. maddesi,
işkence yasağını düzenleyen 3. maddesi ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14.
maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir (Opuz/Türkiye Davası, 2002/33401).
AİHM’in doğrudan Türk hukukunda algılandığı biçimiyle töre cinayetlerine
ilişkin bir içtihadından söz etmek mümkün olmamakla birlikte, yukarıda değinilen
Opuz/Türkiye davasında olduğu gibi, namus cinayetlerine karşı tutumunu, esas
itibariyle yaşama hakkı ve bilhassa ayrımcılık yasağı (Benzer yönde Gemalmaz, Ocak
2010:127) bağlamında değerlendirmek gerekir. Mahkeme D.H. ve Diğerleri/Çek
Cumhuriyeti Davasında (57325/2000) geliştirdiği içtihadıyla, kadın erkek eşitliği ve
ayrımcılık yasağı konusunda birtakım ilkeler benimsemiştir. Öncelikle Mahkeme
ayrımcılığı, “bir amaç ya da makul bir gerekçe gözetilmeksizin kişilere göreceli olarak
benzer durumlarda farklı davranılması” olarak tanımlamaktadır (Willis/Birleşik Krallık
Davası, 36042/1997; Okpisz/Almanya Davası, 59140/2000). Bunun yanında, AİHM,
delil teşkil edip edemeyecekleri hususunda istatistiklerin, dava açısından başlı başına,
ayrımcı olarak sınıflandırılabilecek bir uygulamayı ortaya koyamayacağını kaydetmekle
birlikte (Hugh Jordan/Birleşik Krallık Davası, 24746/1994) başvuranların genel bir
tedbir ya da fiili bir durum hallerinde farklı muamele gördüklerini iddia ettikleri daha
yakın tarihli ayrımcılık davalarında, tarafların sundukları ve benzer durumlarda iki
gruba (erkekler ve kadınlar) yapılan farklı muameleyi gösteren istatistikleri1 dayanak
olarak almıştır (Hoogendijk/Hollanda Davası, 58641/2000; Zarb Adami/Malta Davası,
17209/2002). Ayrıca bugüne kadar kadınlara karşı şiddetle mücadele hususunda tek
bölgesel çok taraflı insan hakları anlaşması olan Belém do Pará Sözleşmesi2’ne
gönderme yapılarak, kadınların ayrımcılığın her türünden kurtulma haklarını, diğerleri
meyanında, şiddet görmeme haklarını kapsayacak şekilde tanımladığı ifade edilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, AİHM kararlarının gerekçesini oluşturan CEDAW raporlarında,
aile içi şiddet vakaları yönünden, faillerin haklarının, mağdurların yaşama ve bedensel
ve ruhsal bütünlük haklarından daha üstün olamayacağının da altını çizmektedir (Fatma
Yıldırım/Avusturya, 6/2005; A.T./Macaristan 2/2003)3.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayrımcılık yasağı ve kadın-erkek eşitliği
doğrultusunda namus cinayetlerine ilişkin içtihatları birlikte değerlendirildiğinde,
namus saiki ile işlenen fiiller bakımından, failin ve mağdurun cinsiyetlerinin, ceza ve
cezalandırmaya etki eden nedenler açısından farklı kararlar verilmesine makul gerekçe
oluşturamayacağı sonucu çıkarılmaktadır. Ayrıca adet, gelenek, görenek ve namus gibi
saiklerle işlenen öldürme fiilleri söz konusu olduğunda, mağdurun haklarının faile
nazaran daha üstün bir koruma görmesi ve tahrik gerekçesiyle yapılan indirimlerde
ulusal mahkemenin takdir yetkisini erkek lehine kullanması gibi pratik eşitsizliklerin,
Mahkeme tarafından, AİHS hükümlerinin etkin işletilmediği ve Sözleşme’nin ihlal
edildiği yönünde bir karine olarak algılandığı söylenebilir.
1
Türkiye’de töreye ilişkin kapsamlı istatistiksel bir çalışma için bkz: Bağlı, 2008; Ayrıca Türkiye’de
kadının namusuna ve namus uğruna kadına uygulanan şiddetin ölçülmesini konu edinen bir çalışma için
bkz: Işık/Sakallı-Uğurlu, 2009:16-24.
2
Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına Dair Amerikan
Devletleri
Sözleşmesi,
Belém
do
Pará,
09.06.1994,
http://www.oas.org/en/cim/;
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr
3
http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/protocol/dec-views.htm
624
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
VII.
SONUÇ
Töre saiki ile işlenen kasten öldürme suçu, 5237 sayılı TCK m. 82/1-k bendinde
düzenlenerek, öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedeni olarak belirlenmiştir. Ne var ki, töre
saikinin yasada tanımı yapılmamış, yalnız gerekçede “akraba içi öldürme suçları” ile
sınırlı biçimde ele alınmıştır. Hâlbuki gerek töre, gerekse onunla bağlantılı olduğu kabul
edilen ahlak, şeref, onur, haysiyet ve namus gibi kavramlar, subjektif nitelikte ve içinde
bulunulan topluluk ve zamana bağlı değişken yapılı kavramlardır. Bu nedenledir ki, töre
saiki, hem teoride hem de yargı kararlarında iki farklı şekilde yorumlanmaktadır.
Bunlardan ilki, töre saikini, namus saikinden ayırarak, öldürme fiilinin, aile meclisi gibi
bir organın almış olduğu karar üzerine ve geleneklerin etkisiyle işlenmesi gerektiğini
savunmakta; buna karşılık aksi görüşte olanlar, ya töre ve namus terimlerini eş anlamlı
algılamakta ve aile meclisi kararına gerek olmadığını düşünmekte yahut mevcut
ağırlaştırıcı nedenin, töre saiki değil, namus saiki olarak düzenlenmesi gerektiğini ifade
etmektedir. Bir defa kanunilik ilkesi uyarınca, namus gerekçesiyle işlenen her türlü
fiilin töre saiki içinde ele alınması, yürürlükteki hukuk bağlamında, yasallık ilkesi
gereğince mümkün gözükmemektedir. Nitekim yasakoyucu, namus saiki ile değil,
açıkça “töre saiki” ile işlenen öldürme fiillerini nitelikli hal kapsamında saymıştır.
Bununla birlikte, özellikle Yargıtay’ın sonraki tarihli içtihatlarında, töre saikinin namus
saiki ile aynı anlamda değerlendirildiği görülmektedir. Yani namus gerekçesiyle işlenen
birbirine benzer iki farklı cinayette, sanıklardan biri, diğerine oranla daha ağır veya hafif
cezaya tabi tutulabilmektedir. Kanımızca bu durum, TCK m. 82/1-k bendinin kıyasa yol
açacak ölçüde geniş yorumlanması anlamına gelmektedir. Kanunilik ilkesinin alt
neticelerinden biri olan kıyas yasağını öteleyen bu yorum, uygulamada sorunlara ve
fikir ayrılığına yol açmaktadır.
Bu konudaki doktrinsel ve yargısal uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmak için,
kanımızca, iki yöntem izlenebilir. Bunlardan ilki, yasada geçen “töre saiki” tabiri yerine
doktrinde bir kısım yazarın da desteklediği “namus saiki” ifadesini tercih etmektir. Ne
var ki, namus saikiyle işlenen fiiller, bir cinsel saldırı suçunun failine karşı da
gerçekleştirilebilir. Bu halde fail, namus saiki taşısa bile, kural olarak haksız tahrikten
yararlandırılması gerekir. Örneğin failin, yokluğunda karısına sarkıntılık eden kişiyi
öldürmesi (Demirbaş, 2006:396) veya cinsel saldırıya maruz kalan bir kız çocuğunun
babasının ya da kardeşinin saldırganı öldürmesi (Hafızoğulları/Özen, 2011:388) gibi
hallerde, fiil namus gerekçesiyle işlense bile, haksız tahrik koşullarının gerçekleştiği
açıktır. Hâlbuki töre saikinde, kavramın tanımının bir sonucu olarak, haksız tahrikin
uygulanması kendiliğinden imkânsız hale gelmektedir. Dolayısıyla bu yöntemin pratik
sakıncaları bulunduğu ortadadır. Sorunu çözmek için hayata geçirilecek bir diğer
yöntem ise, töre saiki tabirinin ne anlama geldiğinin, kuşkuya mahal bırakmayacak
şekilde, ceza yasasında açıkça tanımlanmasıdır. Kanaatimizce ikinci yöntem,
uygulamadaki çelişik görüşleri sınırlandırmak ve kavramın -baskın görüşün kabul ettiği
şekilde- namus saikinden farklılığını ortaya koymak açısından daha isabetlidir. Nitekim
suç ve cezaların kanuniliği prensibinin etkin ve tam manasıyla uygulanabilmesi
açısından, yalnız suç ve cezaların kanunda açıkça gösterilmesi tek başına yeterli
olmayıp, aynı zamanda cezaya etki eden nitelikli hallerin de biçim ve içerik yönünden
kesin ve belirgin olması, yasayı okuyan büyük çoğunluğun norma aynı anlamı
yükleyebilmesi gerekir. Bu gerekçelerle, “töre” (veya onun yerine kabul edilmesi
istenen “namus”) ve “kan gütme” gibi muğlâk kavramların, doktrin ve yargı
içtihatlarıyla saptanması ve geliştirilmesi yerine, bir toplumsal uzlaşı neticesinde,
625
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
uluslararası hukukun geliştirdiği prensipleri de dikkate alarak, TCK’nın tanımlar
başlıklı 6. maddesinde veya suça yönelik ilgili maddede açıkça tanımlanması, “adalet”,
“eşitlik”, “belirlilik” ve “hukuki güvenlik” ilkelerinin yaşama geçirilmesine olanak
tanıyacaktır.
Belirtmek gerekir ki, yeni bir yasal düzenleme yapılmasa bile, mevcut haliyle,
haksız tahrik, namus cinayetlerine uygulanacak bir torba hüküm olarak da
algılanmamalıdır (Göztepe, 2005:39). Namus saikiyle işlenen her cinayette cezanın
azaltılmasını öngören bir özel düzenleme, “töre”, “berdel”, “beşik kertmesi”, “başlık
parası” gibi çağdışı uygulamalardan farksızdır. Kaldı ki Türkiye’nin hukuk sistemi, aile
namusunu kurtarma saikiyle işlenen her fiili hafifletici sebep sayan Ürdün, Fas ve
Suriye gibi ülkelerle (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, 2006:109)
benzeşmemektedir. Aslında cezayı hafifleten bir sebep olarak haksız tahrikin önemi,
faildeki saikin değil, mağdurun haksız hareketinin esas alınmış olmasıdır. Bu bağlamda
töre gerekçesiyle işlenen hiçbir suçta haksız tahrik uygulanmamalı; fakat namus saiki ile
işlenen suçlarda “1. Failin şiddetli elem veya hiddet içinde olması, 2. Bu elem veya
hiddetin mağdurun hukuk düzenine aykırı olduğu yasada açıkça öngörülen bir
davranışından kaynaklanması” şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde haksız tahrik
uygulanabilmelidir. Yukarıda ifade edildiği gibi, namus saiki ile işlenen suçların bir
kısmı, cinsel saldırı suçunun failine karşı işlenmektedir. Bu halde, örneğin kendisine
tecavüz eden kişiyi öldüren kadın da, namus saiki ile hareket etmesine rağmen, adil
olan, cezasının arttırılması değil, aksine haksız tahrikten dolayı indirilmesidir. Kabul
etmek gerekir ki, töre saikinin daha ağır cezalandırılmasının ardında yatan temel neden,
namus gerekçesiyle işlenmesinden öte; gelenek-aşiret-klan yaşantısından doğması ve
devletten ayrı bir yargılama-hükmetme-cezalandırma sistemi oluşturması nedeniyle,
failin sosyal tehlikeliliğinin daha fazla olmasıdır.
KAYNAKÇA
Akbaba, Z. B. (2008). Töre, Namus ve Töre Saikiyle Kasten Öldürme. Türkiye
Barolar Birliği Dergisi, 333-351.
Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi. (2008). İnsanlığın Namus Lekesi: Töre
Cinayetleri. Ankara Barosu Dergisi, 17-20.
Arslan, Ç.; Azizağaoğlu, B. (2004). Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi. Ankara: Asil
Yayınları.
Artuç, M. (2008). Kişilere Karşı Suçlar. Ankara: Adalet Yayınları.
Aydın, D. (2005). Yeni Türk Ceza Kanununda Haksız Tahrik (Provocation In
New Turkish Criminal Code). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 225-253.
Bağlı, M. (2008). Töre ve/veya Namus Adına Cinayet İşleyen Suçlu Ve Zanlıların
Sahip Oldukları Toplumsal Değer Yapıları, Aile İlişkileri Ve Kişilik Özellikleri İle
Bunların Sosyo-Ekonomik Analizine İlişkin Bir Araştırma. Diyarbakır: Tübitak Projesi
No: 106K360.
Bakıcı, S. (2008). 5237 Sayılı Yasa Kapsamında Ceza Hukuku Genel Hükümleri.
Ankara: Adalet Yayınevi.
Batum, S. (2010). İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Töre, Şiddet ve Kadın
Panel Notları, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.
Bayraktar, K.(2005). Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Kişilere Karşı İşlenen Suçlar.
Hukuk ve Adalet Dergisi, 220-227.
626
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Centel, N.; Zafer, H.; Çakmut, Ö. (2007). Kişilere Karşı İşlenen Suçlar. Cilt: 1,
İstanbul: Beta Yayınları.
Centel, N. (2005). Yeni Türk Ceza Yasası ve Kadın. Polis Dergisi,1-16.
Çakır, R.; Yavuz, M. F.; Demircan, Y. T. (2004). Türkiye’de Namus Saikiyle
İşlenen Adam Öldürme Suçlarının Değerlendirilmesi. Adli Tıp Dergisi, 27-33.
Demirbaş, T. (2006). Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları.
Dönmezer, S. (1995). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. İstanbul: Beta Yayınları.
Erem, F.; Toroslu, N. (1983). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Savaş
Yayınları.
Gemalmaz, B. (2010). İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Töre, Şiddet ve
Kadın Panel Notları. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.
Göztepe, E. (2005). Namus Cinayetlerinin Hukuki Boyutu: Yeni Türk Ceza
Kanunu’nun Bir Değerlendirmesi. TBB Dergisi, 29-48.
Gülşen, R. (2003). Türk Ceza Hukukunda Namus ve Töre Cinayetlerinin
Cezalandırılabilirliği. Diyarbakır. Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus
Cinayetleri Uluslararası Sempozyumu.
Hafızoğulları, Z.; Özen, M. (2011). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara:
Us-A Yayınları.
Hafızoğulları, Z.; Özen, M. (2011). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere
Karşı Suçlar. Ankara: Us-A Yayınları.
Hakeri, H. (2007). Kasten Öldürme Suçları (TCK m. 81-82-83). Ankara: Seçkin
Yayınları.
Hessısches Kultusministerium. (2010). Gewalt im Namen Der Ehre –
Zwangsheirat Und Ehrenmord. 1. Auflage. Spangenberg: Werbedruck Gmbh Horst
Schreckhase.
Ilık, Ö. (2008). Kadına Yönelik Şiddet Kültürel Bir Suç Değildir. Söz Hakkı, Yıl:
21, Sayı: 91,(http://www.iot.nl/sozhakki/sozhakki91.pdf).
Işık, R.; Sakallı-Uğurlu, N. (2009). Namusa ve Namus Adına Kadına Uygulanan
Şiddete İlişkin Tutumlar Ölçeklerinin Öğrenci Örneklemiyle Geliştirilmesi. Türk
Psikoloji Yazıları.
İsen, G. (2001). Namus Cinayetleri: Hukuki Bir Olgunun Sosyal Boyutu. Gazi
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 129-142.
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği. (2007). Türk Ceza Kanunu’nda
Cinsel Haklarımız Var. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri.
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Vakfı. (2005). Birleşmiş Milletler Kadına
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye Gölge Raporu
Özeti. (http://www.wwhr.org/files/2005tckkadinplatformu.pdf).
Kardam, F. Namus Gerekçesiyle Öldürülme Ya Da Kendi Canına Kıyma: Kadın
Cinselliği Üzerinde Baskıların Benzer Koşullarda Farklı Sonuçları Mı.?
(http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/turkce/sayfadosya/namus_ger_oldurme.pdf).
Kardam, F. (1999). Töre Cinayetleri Üzerine Bazı Düşünceler. Ankara: Kadının
Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Kardam, F. (1999). Türkiye’deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (Eylem
Programı İçin Öneriler Sonuç Raporu). Ankara: Koza Yayınları.
Karınca, E. (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili Ulusal ve Uluslararası
Yasal Düzenlemeler. Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Yayınları.
627
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Keskin Kiziroğlu, S. (2008). Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Kadına İlişkin
Düzenlemeler ve Cinsel Suçlar. Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer Armağanı, 995-1004.
Koca, M.; Üzülmez, İ. (2010). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara:
Seçkin Yayınları.
Marschelke, J. C. (2010). Almanya’da Şeref Saikiyle İnsan Öldürme Ve
Kültürlerarasılık Problemi. Çev: Yener Ünver, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza
Hukuku, Cilt: 3, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını.
Metiner, H.; Koç, E. A. (2008). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri.
I. Cilt, Ankara: Yazarların Kendi Yayını.
Nuhoğlu, A. (2004). Namus İçin Adam Öldürme Suçlarında Haksız Tahrik
Uygulaması. Prof. Dr. Ayferi Göze’ye Armağan, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, 205-215.
Oberwıttler, D.; Kasselt, J. (2011). Ehrenmorde İn Deutschland 1996-2005. Köln:
Wolters Kluwer Deutschland Gmbh.
Önder, A. (1994). Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar.
İstanbul: Filiz Kitabevi.
Özbek, V. Ö.; Kanbur, M. N.; Doğan, K.; Bacaksız, P.; Tepe, İ. (2010). Türk Ceza
Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları.
Özbek, V. Ö. (2006). Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, TCK İzmir Şerhi. Cilt:
1, 3. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınları.
Özgenç, İ. (2009). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları.
Öztürk, B.; Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik
Tedbirleri Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınları.
Pamir, A. (2009). Orta – Asya Türk Hukukunda Töre Kavramı. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 359-375.
Parıltı, Y. (2007). Töre Saikiyle İnsan Öldürme Suçu (Töre Cinayetleri), Adalet
Dergisi, Sayı: 29, Ankara, (http://www.yayin.adalet.gov.tr/dergi/29say%C4%B1.pdf).
Pervizat, Leyla, An Interdisciplinary And A Holistic Attempt To Understand The
Honor
Killings
İn
Turkey.
http://www.pagu.unicamp.br/sites/
www.pagu.unicamp.br/files/colenc.04.a06i.pdf, 295-322.
Pervizat, L. (2006). Namus Cinayetlerinin Kavramsal Tartışması. Ankara Barosu
Hukuk Kurultayı, Cilt: 3, Ankara : Ankara Barosu Yayınları.
Pohlreich, E. (2011).
Aktuelle Entwicklungen Bei Der Strafrechtlichen
Bewertung Sogenannter Ehrenmorde İn Der Turkei, Zeitschrift für Internationale
Strafrechtsdogmatik,
6.
Jahrgang,
Ausgabe:
8-9,
(http://www.zisonline.com/dat/artikel/2011_8-9_607.pdf).
Soyaslan, D. (2010). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Yetkin Yayınları.
Şahin, C.; Özgenç, İ.; Sözüer, A. (2010). Türk Ceza Hukuku Mevzuatı. Cilt 1
(Kanunlar). Ankara: Seçkin Yayınları.
Tahincioğlu, A. N. Y. (2010). Namusun ve Namus Cinayetlerinin Cinsiyet
Eşitsizlikleri Bağlamında Analizi. Kültür ve İletişim, 131-158.
TBMM 10/148 Sayılı Araştırma Önergesi. Dönem: 22, Yasama Yılı: 4, S. Sayısı:
1140.
TBMM Araştırma Komisyonu Raporu. (2006). Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları.
TBMM Tutanak Dergisi. (2006). Dönem: 22, Cilt: 108, Yasama Yılı: 4, Birleşim:
48.
628
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TCK Kadın Çalışma Grubu. (2003). Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu
Tasarısı Değişiklik Talepleri. İstanbul: Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı
Yayını.
Teymur, S.; Günbeyi, M.; Özer, M. (2010). Kültür-Odaklı Polislik. Tübav Bilim
Dergisi, 282-291.
Tezcan, D.; Erdem, M. R.; Önok, R. M. (2010). Teorik ve Pratik Ceza Özel
Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınları.
Tezcan, M. (2003). Türkiye’de Töre (Namus) Cinayetleri. Ankara: Naturel
Yayınları.
Toroslu, N. (2007). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Savaş Yayınları.
Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://tdkterim.gov.tr/, Erişim Tarihi:
27.01.2012
Türkçe Sözlük. (2005). Ankara: Dil Derneği Yayınları.
Valerius, B. (2011). Bahsi Edilen Namus Cinayeti: Nitelikli Adam Öldürmede
Alçak-Düşük Sebep Olarak Farklı Kültürel Değerler. Çev: Ufuk Toprak. Küresel
Bakış, 173-192.
Yalçın Sancar, T. (2002). Türk Ceza Kanunu Tasarısının (2000) Bazı Hükümleri
Hakkında Düşünceler. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1-25.
Yalvaç, G. (2010). Gerekçeli Ceza ve Yargılama Hukukuna İlişkin Temel
Kanunlar. Ankara: Adalet Yayınları.
Yenisey, F.; Plagemann, G. (2009). Strafgesetzbuch (STGB) – Alman Ceza
Kanunu. İstanbul: Beta Yayınları.
Yıldız, A. K. (2007). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu. İstanbul: İstanbul Barosu
Yayınları.
Yıldız, M. C. (2003). İntihar Bir Töre Cinayeti Mi?. Sosyolojik ve Hukuksal
Boyutlarıyla Töre Ve Namus Cinayetleri Uluslararası Sempozyumu, Diyarbakır: Akader
Yayınları.
Yılmaz, E. (2005). (Öğrenciler İçin) Hukuk Sözlüğü. Ankara: Yetkin Yayınları.
629
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TÜRKİYE’DE AİLEİÇİ ŞİDDETLE MÜCADELEDE
SIĞINMAEVLERİ VE SIĞINMAEVLERİNİN UNUTULAN YÜZÜ:
ÇOCUKLAR
Songül SALLAN GÜL1
Ayşe ALİCAN2
ÖZET
Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri temelinde ortaya çıkan kadına yönelik şiddet, aile başta
olmak üzere diğer toplumsal kurumlarda varlığını devam ettirmektedir. Ataerkil toplumsal
değerlerin aile içinde erkeğin, koruma, sahiplenme, kontrol ve himaye etme adına şiddeti
kendinde bir hak olarak görmesi, toplumsal cinsiyet hiyerarşisi yoluyla meşruluk
kazanmaktadır. Toplumda en güvenilir yapı taşı olarak düşünülen aile, kadınların ve çocukların
yaşadığı şiddet karşısında, güvenli olma işlevini yitirmekte, şiddetle mücadelede yeni çözüm
arayışlarını gündeme getirmektedir. Çoğu kez gizli kalan aileiçi şiddetin ülkemizde ulaştığı son
yirmi yıldaki boyutları ve görünürlüğü, konuyu toplumsal ve politik gündeme taşımış ve
şiddetle mücadelede çözüm arayışlarını artırmıştır. Kuzey Amerika ve Avrupa’da 1970’ten
itibaren gelişen kadına yönelik şiddetle mücadele, Türkiye’de daha çok aileiçi şiddete karşı
1990’dan itibaren geliştirilmiştir. Son yıllarda Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde ise daha
ciddi ele alınan bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır.
Türkiye’de feminist kadın örgütlerinin hizmet sunduğu ilk kadın danışma merkezlerini,
merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin ve bağımsız kadın kuruluşlarının açtığı kadın
sığınmaevleri izlemiştir. Fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddeti yaşamış kadınların,
psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi ve bu süreçte varsa çocuklarıyla birlikte
yatılı olarak kalabilme olanağını sağlayan kadın sığınmaevleri, aileiçi şiddete maruz kalan
çocuklar açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu bildiride, Türkiye’de 24 kadın sığınmaevi
üzerine yapılmış olan ve 2011 yılında tamamlanan bir alan araştırmasının verileri ışığında,
sığınmaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocukların durumları değerlendirilmektedir. Kadın
sığınmaevlerinde kalan çocuklar; çocuk anne olmaları, ensest başta olmak üzere cinsel şiddete
maruz kalmaları ve annelerinin ihmal ve barınma sorunları gibi nedenlerle sığınmaevlerinde
yaşamaya devam etmektedirler. Şiddetle mücadelede sığınmaevlerinde çocuklara yönelik
hizmetlerin niteliği ve yeterlilikleri sorgulandığında, çoğu kez çocuklar, sığınmaevlerinin
unutulan yüzleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bildiride kadın sığınmaevinde kalan
çocukların gerçekliği anneleriyle ve 15 yaş üstü çocuk annelerle yapılan derinlemesine
görüşmeler ve yaşam öyküleriyle birlikte değerlendirilmektedir.
Giriş
Özel yaşamda, genellikle cinsel ilişki ya da kan bağı ile bağlı bireyler arasında fiziksel, cinsel
veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya
bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakmayı içeren
her tür eylem ya da durum bir aileiçi şiddettir. Kadına yönelik şiddet, kadının erkek tarafından
ezilmesine ve ayrımcılığa yol açan, kadın ile erkek arasındaki eşit olmayan tarihsel güç
Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü.
Arş. Gör., Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Doktora Öğrencisi ve Sosyoloji Bölümü.
1
2
630
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ilişkilerinin bir göstergesidir. Kadını erkeklerinkiyle karşılaştırıldığında daha alt bir statüye
indirgeyen sosyal mekanizmaların en önemlilerinden biridir. Kadın ve erkekler arasındaki
eşitsizliğin arttığı, toplumsal cinsiyet rollerin daha katı ve geleneksel olduğu, kadınların
duygularının dikkate alınmadığı ve cinselliğin erkeğin hakkı olduğunun düşünüldüğü ülkelerde
kadına yönelik şiddet artmaktadır (Roche, 1996; UN, 2005; Yahia- Haj ve diğerleri, 2009).
Şiddet çoğu kez cinsiyetler hiyerarşisine, yani bir tür ast-üst ilişkisine, itaat ve kontrol etmeye
dayanmakta ve sıklıkla bu yapı, her iki tarafça da bir toplumsal norm olarak kabul görmektedir.
Eviçi şiddet, ağırlıklı olarak eviçi güç dengeleri bağlamında güçlüden güçsüze, erkekten kadına,
yaşlıdan gence ve çocuğa doğru yönelmektedir. Çoğu kez şiddet sarmalı, kuşaklar arası bir geçiş
süreci izleyebilmektedir (Jackson, 2007: 645). Çocuk da şiddeti normal bir davranış örüntüsü
olarak yaşamın bir parçası haline getirebilmekte ve kabul edebilmektedir. Aile içi şiddette tanık
olan çocuklarda şiddet eğiliminin etkisi erkek çocuklar açısında daha güçlüür (Wooford ve
Elliott, 1997: 21). Çocukluğunda şiddet gören veya buna tanık olan erkek çocuk, şiddet
uygulayan bir kişi olma açısından artmış risk taşımaktadır. Annesine veya diğer aile üyelerine
şiddet uygulandığına tanık olan çocuk şiddet kendisine yönelmese bile çocuğun gelecekteki
davranışlarını etkileyebilmektedir (Subaşı, Akın, 2009).
Kadına yönelik aileiçi şiddet dünyada olduğu gibi ülkemizde de farklı şiddetin türleriyle birlikte
farklı biçimlerde yaşanmakta, en fazla kadınları ve çocukları etkilemektedir. Aileiçi şiddetin
yaşanma biçimlerinde kültürlere göre farklılıklar söz konusu olabilemektedir. Ülkemizde çoğu
kez kadın intiharları, çok eşli evlilik, erken ve zorla evlendirilme, çok çocuk doğurmaya
zorlanma, kız çocuk doğurmanın veya çocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına üstlenme,
cinsel taciz, fiziksel ve ekonomik şiddetle birlikte öne çıkmaktadır. Aile içinde şiddet kız
çocuğa yönelik olduğunda ise; aile içinde sahip olunacak kız çocuğun okutulmaması, zorla
evlendirilme, flörtte şiddet, cinsel istismar ve ensestin yanı sıra yaşadığı cinsel şiddeti kimseye
anlatmaması için ölümle tehdit edilme gibi biçimlerde olabilmektedir (İlkkaracan ve diğerleri,
1996; 1998; Subaşı ve Akın, 2008, Sallan Gül, 2011b). Aileiçi şiddetin ortaya çıktığı
durumlarda ise, şiddetin varlığına inanmama ya da inkâr etme şeklindeki görüşler, hâkim
değerler ve erkeğin egemenliğine ilişkin kabullerle öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebilmektedir.
Bir başka ifadeyle şiddet gören kadın ve çocuklar, sosyal açıdan yalnız bırakılmaktadır.
Şiddeti yaşayan aile üyesi, şiddetin bütün evliliklerde görülen bir durum olduğuna inanmakta ya
da inandırılmaktadır. Aile ve yakın toplumsal çevre yanında konuyla ilgili kamu bürokrasisi de,
şiddeti aile bireyleri arasında ise, aile içinde olan ve gizli kalması gereken bir durum olarak
kabul etmekte, ailenin mahremiyetinin normalleştirilmiş bir parçası olarak görmektedir. Bu eril
bakış açısında şiddet, aile hayatının gizliliğine dair normlara uymanın bir gereği, evlilikte
geleneksel aile içi rol dağılımında erkeğin otoritesini ve gücünü kurma ve korumanın bir parçası
olarak algılamaktadır. Kadından ve çocuklardan beklenen de sosyal rollere uyma ve itaat
etmenin yanında şiddete katlanmadır. Yine ailesinde istismar ve şiddet geçmişi olan kadınlarla
çocuklar, şiddet karşısında çözüm arayışında aileleri başta olmak üzere diğer kurumlardan da
çok fazla gerekli desteği ya da anlayışı bulamamaktadır. Gelles’a göre (1976) şiddet durumunda
kadınlar genellikle evi terk etmemekteler. Bunda kadının şiddete maruz kaldığı mutsuz bir
evlilikte yaşama kararını değiştirmesinde ekonomik bağımlılıklar ve çocukların mutsuz olacağı
endişesi kadar, kadınların kendilerine yönelik negatif fikirleri, önyargılar da büyük rol
oynamaktadır.
631
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ayrıca Connell’in belirttiği gibi, kadınların şiddet içeren bir evliliği sürdürebilmelerinin veya
şiddet uygulayana geri dönmemelerinin başında ev dışında barınma alternatiflerinin
bulunmaması gelmektedir (1998: 33). Ekonomik bağımsızlığı olmayan, çalışmayan ve
çoğunluğu yoksul ailelerden gelen kadınların, aileiçi şiddete karşı alternatif arayışları çaresizliğe
dönüşmektedir. Yine kadınlar, şiddeti müthiş bir yalnızlık ve suçluluk duyguları içinde
yaşamakta, birden fazla şiddet türüne aynı anda maruz kalmaları da bu süreçte etkili olmaktadır
(Krishnan, 2001; Dutton, 2008; WAVE; 2008). Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de
kadınların ve çocukların savunmasızlıkları, ekonomik bağımlılıkları, şiddetin erkeğin evlilikte
otorite kurmasının meşru bir hakkı olduğu gibi yanlış inanış ve kültürel değerler ve kalıp
düşünceler nedeniyle şiddet, evliliğin bir parçası ve kabul edilmesi gereken bir olgusu gibi
görünmektedir. Bu tür ataerkil aile yapıları diğer toplumsal kurumların uygulama ve süreçleriyle
de desteklendiğinden aileiçi şiddet büyük çoğunlukla gizli kalmakta ve şiddete karşı çözüm
arayışları geçikmektedir. Ülkemizde bu oran %8’lerde kalmaktadır (KSGM, 2009). Kadınlar,
kendilerine ve çocuklarına yönelik yaşamsal bir tehlike durumu olmadan çözüm arayışına
gitmemektedirler. Gittiklerinde ise ancak çok küçük bir azınlık sığınmaevlerinden
yararlanabilmektedirler. Bu bildiride Türkiye’de sığınmaevlerinde kalan aileiçi şiddetin
çocuklarla ilgili bölümü ele alınmakta ve sığınmaevi çocuklarının gerçeklikleri üzerinde
durulmaktadır.
Aileiçi Şiddetin Kadına ve Çocuğa Yansımaları
Dünyanın farklı bölgelerinde yapılan farklı araştırmalarda şiddete maruz kalan kadınların oranı
oldukça yüksektir. 90 ayrı ülkede yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, incelenen
toplumların %85’inde kadınlar, kocalarının şiddetine maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir.
AB’de de her beş kadından biri hayatlarının bir evresinde erkekten şiddet görmektedir
(European Women’s Lobby, 2002). Kadınlar için yaşam boyu eşlerinin ya da birlikte oldukları
kişilerin şiddetine maruz kalma oranı %25-54 arasında değişmektedir (European Women’s
Lobby, 2002 McCauley ve diğerleri 1995). ABD’nde acil servislere başvuran kadınların % 11
ila %30’unun eş/birlikte yaşanan kişi tarafından yaralandığı bildirilmiştir (WHO, 2005). Aileiçi
veya eş/birlikte olunan kişi şiddetine erkekler de maruz kalsa da, bildirim oranı ancak %8
civarındadır (Kramer ve diğerleri 2004; Weldon, 2006; Falsetti, 2007).
Kadına yönelik şiddet daima çocukları da etkilemektedir. Annelerine yönelik şiddete tanık
olmak çocuklar için kendilerine yönelen bir şiddet olmakta, aynı şekilde, çocuğa yönelik şiddet
de bir çeşit kadına yönelik psikolojik şiddeti içermektedir. Kadına yönelik şiddetin derecesi
arttıkça çocuğa yönelen şiddet de artmakta ve genelde anne, şiddet gösteren eşinden ayrılsa dahi
şiddet ve şiddetin etkisi devam etmektedir (Alpert, 1995; Cardenerelli, 1997; Brownridge,
2006). Özellikle uluslararası göçün yoğun yaşandığı ülkelerde, şiddet gösteren eşine ya da
birlikte yaşadığı kişiye finansal ya da oturum hakkı gibi sebepler yüzünden bağımlı olan bir
kadın, kendi ve çocuğunun durumunu tehlikeye atabileceğini düşünerek her zaman korku içinde
yaşamayı sürdürmektedir. Böylece şiddeti önlemeye yönelik hizmetlerden de
yararlanamamaktadır (Menjivar ve Olivia, 2002; Erez ve Shayna, 2003; Fawley ve Daly, 2005).
Uluslararası anlaşmalar ve politikalarla birlikte, devletler, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti
önlemek için etkin tedbirler almaya başlamışlardır. Şiddettin önlenmesinde yasal korunma çok
önemli olsa da yeterli değildir. Şiddet mağduru kadınlara, şiddete maruz kalmadan yaşamaları
adına gerçek bir şansları olabilmesi için temel sosyal ve ekonomik haklar açısından güvence
verilmelidir. Bu güvencede en azından kendi gelirleri olmayan kadınlar için nafaka hakkı, ayrıca
632
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
devletin verdiği finansal yardım sayesinde şiddet uygulayan eski eşe ekonomik olarak bağlı
olmama hakkı; istihdam ve göçmen kadınlar için ücretsiz dil kurslarını da içeren eğitim hakkı;
ücretsiz çocuk bakım olanakları hakkı; karşılanabilir nitelikte kalacak yer edinme hakkı yer
almıştır. Tüm göçmen kadınlar için kocaları ve diğer aile bireylerine bağlı olmaksızın oturma
izni hakkı ve evlilik, posta havalesi ya da kadın ticaretiyle başka bir ülkeye getirilen kadınların
ayrıldıktan sonra ülkede kalma izni ve insancıl bir vize uygulamasına tabi tutulması güvencesi
yer almalıdır (Salcido, O. ve M. Cecilia (2002; WAVE, 2008).
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 19. maddesinde “Devlet partileri çocukları
ebeveynlerin, yasal mercilerin ya da çocuğa bakmakla yükümlü herhangi birinin
bakımındayken, tüm fiziksel ve psikolojik şiddet türlerinden, yaralamalardan ya da istismardan,
ihmalden, ihmalci tavırlardan, kötü muameleden, cinsel istismar da dâhil olmak üzere
sömürüden korumak için tüm gerekli yasal, idari, sosyal ve eğitimle ilgili yönetmelikleri
bulundurmalıdır” hükmü yer almaktadır. Benzer olarak Avrupa Parlamentosu, kadına yönelik
şiddetin mağdurlarına ve şiddet riski altında olanlara daha iyi bir koruma ve desteğin garanti
edilmesi için üye devletleri şunlarla ilgili uygun yönetmelikleri almaya çağırmaktadır (CVAW,
2006): “yeterli finansal kaynaklarla güvenli sığınmaevleri sağlamak, şiddet mağduru kadınların
çocukları için gerekli hizmetler ve merkezlerin planlamasını yapmak”. Dolayısıyla, kadına ve
çocuklarına yönelik şiddeti engellemek için gerekli yasal zemin ve zorunluluk açıkça mevcuttur.
Yine Avrupa Parlemontosu Tavsiye Kararlarında (2002) aileiçi şiddetin önlenmesi ve töre adına
işlenen cinayetlerle ilgili ek önlemler bölümünde üye devletlere; ‘töre adına işlenen cinayet’
geleneğine uygun olarak kadın ve çocuklara karşı şiddet uygulanmasının bütün biçimlerini
cezalandırmalı; ‘töre adına işlenen cinayet’leri engellemek için, çeşitli halk kesimlerine ve başta
hâkimler ve adli personel olmak üzere, ilgili meslek gruplarına hitap eden bilgilendirme
kampanyaları dâhil, gerekli bütün önlemleri almalı; ‘töre adına işlenen cinayet’e katılmış,
yardımcı olmuş ya da teşvik etmiş herkesi cezalandırmalı; bu uygulamalarla mücadele eden sivil
toplum örgütlerini ve diğer grupları desteklemelerini tavsiye etmektedir. Ayrıca erken
evliliklerle ilgili ek önlemler bölümünde; Üye devletlerin kişilerin onayı alınmadan zorla
gerçekleştirilen evlilikleri yasaklamaları ve çocuk satışıyla bağlantılı faaliyetleri
engellemeyerek, durdurmak için gerekli önlemleri almaları istenmektedir.
Ülkemizde aileiçi şiddete maruz kalan çocukların 5395 sayılı yasa ile korunmasına karar
verilmiştir. Söz konusu Kanunun I. maddesinde, kanunun amacı, “korunma ihtiyacı olan veya
suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına
ilişkin usul ve esasları düzenlemek” olarak belirlenmiştir. Bu kanunun, “koruyucu ve
destekleyici tedbirler” bölümünde yer alan 6. maddesinde ise, adli ve idari merciler, kolluk
görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlü olduğu ifade
edilmektedir.
Dünyada ve Türkiye’de Sığınmaevleri ve Çocuklara Sunulan Hizmetler
Şiddet mağduru her kadın ve çocukları, bir insan ve yurttaş olarak profesyonel yardım alma
hakkına sahip olmalı ve hizmetler ücretsiz olmalıdır. Şiddetten korunmaları için, mağdurlara
özel kadın sığınmaevlerinde güvenli konaklama ve yeterli destek hakkı verilmelidir. Kadına
yönelik eviçi şiddetin önlenmesinde en önemli kurumsal mekanizmaların başında kadın
dayanışma merkezleri, sığınmaevleri ve acil yardım hatları gelmektedir. Sığınma evlerinin
633
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
amacı; kadınları şiddetten korumak, güçlenmelerini sağlamak ve yeniden hayata tutunmalarını
ve hayatın içinde yer almalarına olanak sağlamaktır
Kadın sığınmaevleri kadınlarla çocuklarına sundukları geçici barınma hizmeti ve güçlendirme
destekleriyle aileiçi şiddetle mücedelede oldukça önemli bir yere sahiptir. Dünyada
sığınmaevlerinin açılmasında öncülük Norveç tarafından gelmiş ve 1968 yılında ilk sığınmaevi
açılmıştır. Bunu 1972 yılında Londra’da, Women’s Aid’in açılışı izlemiştir. Amerika’da ise,
dayak yiyen kadınlar için ilk sığınmaevi 1974 yılında açılmıştır. Bunu evsizler, mülteciler ve
şiddete uğramış diğer kadın grupları için açılan sığınmaevleri izlemiştir. Ayrıca şiddete uğramış
kadınlara yönelik olarak yasal danışmanlık ve 24 saat tecavüz kriz merkezlerinin yanında,
uyuşturucu ve alkol bağımlılığına yönelik olarak rehabilitasyon ve diğer destek mekanizmaları
da süreçte etkin olmuşlardır (Markowitz ve diğerleri, 2002; WAVE, 2008). Kadına yönelik
şiddetin en yaygın olduğu ülkelerden biri olan ABD’de şiddetle mücadele mekanizmalarının
gelişimi, Batı Avrupa’dan daha farklı bir süreç izlemiştir. 1970’lerden itibaren şiddet
mağdurlarına yönelik olarak tecavüz kriz merkezleri, dayak yiyen kadınlara yönelik
sığınmaevleri, suç ve adalet kuruluşları, sağlık merkezleri ve ruhsal bakım merkezleri gibi çok
farklı hizmet mekanizmaları devreye girmiştir Şiddet mağdurları için kurulan bu
sığınmaevlerinde aileiçi şiddete müdahale konusunda klinik modellerden çok, destekleyici bir
yaklaşımla çalışmalar yürütülmektedir (Nazroo; 1995; Weldon, 2006; Yamaner ve Özberk,
2007). Ancak sığınmaevleri de dahil pek çok şiddete karşı geliştirilmiş müdahale merkezlerinde
anneye danışma hizmeti verilmekte, çocukların kendilerine yönelik doğrudan yardımlar ise, çok
nitelikli sığınmaevleri dışında verildiği görülmemektedir. Genelde Avrupa’da kadınlara çocuk
eğitimi ile ilgili danışmanlık hizmetleri verilmekte, çocukların ev ödevlerine yardım
edilmektedir. Çocuklara yönelik olarak da grup ve oyun terapileri uygulanmaktadır. Çalışanların
tamamına çocuklarla ilgili eğitim verilmekte, ancak temel odak bireysel güvenlik
problemlerinde ne yapılacağıyla ilgili planlar hazırlanmasına destek olunmaktadır.
Son otuz yılda ülkemizde sivil hareketin ve kadın aktivist grupların çaba ve kampanyalarıyla
başlatılan ve AB uyum politika gereklilikleriyle artan duyarlılık, yasal düzenleme ve
kurumsallaşma sürecinin görece daha hızlandırmıştır. Türkiye’de sorunun, tanımlanma ve
resmikabulü bağlamında da önemli adımlar atılmıştır. Kamu kurumlarına bağlı ilk kadın
konukevi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde 1990 yılında hizmete
girmiş, bunu kadın örgütlerinin açtıkları danışma merkezleri ve sığınmaevleri izlemiş, farklı
kuruluşlar arasındaki işbirliği çalışmalara hız kazandırmıştır. Bu doğrultuda belediyeler
bünyesinde sığınmaevleri açılmış, 1998 yılında sığınmaevleri yönergesi çıkarılmış ve
Sığınmaevleri yönetmeliği de hazırlanmıştır. Şiddete maruz kalan kadınlarla beraberindeki
çocukları yönelik hizmetler düzenlenmiştir. Bu Yönetmeliğin 20. maddesine göre, kadın
sığınmaevlerinde kadınların 0-12 yaş arasında bulunan kız veya erkek çocukları kabul
edilmektedir. 12 yaşın üstünde olan kız veya erkek çocuklarının durumu meslek elemanlarınca
değerlendirilmekte, annesi ile beraber kalmasının uygun olacağı değerlendirilen çocuklar,
sığınmaevlerinde kalabilmekte diğerleri SHÇEK’e bağlı, durumlarına uygun kuruluşlara
yerleştirilmektedirler.
Ayrıca 2002 yılında hizmete giren “Alo 183 Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet
Danışma Hattı”dır. Bu hatla şiddete uğrayan ya da uğrama riski taşıyan ve desteğe gereksinimi
olan kadınlara ve çocuklara psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık hizmetleri
sunmak ve yararlanabilecekleri hizmet kuruluşları konusunda bilgilendirilmektir. 2005 yılından
itibaren de AB’ye uyum çerçevesinde 5393 sayılı Belediye Kanunuyla açılan il özel idareleri ve
634
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
belediye kadın konukevleri açılmaya başlanmıştır. Ayrıca, 2008 yılında KSGM tarafından
sığınmaevleri kılavuzu yayınlanmış ve şiddetle mücadelede ulusal eylem planı hazırlanmıştır.
Saha Araştırmasının Gösterdikleri: Annelerin Çocukları ve Çocuk Anneler
Araştırmanının saha süreci 2009 ve 2010 yıllarında Ankara, İzmir, İstanbul, Bursa, Sakarya,
Kocaeli, Muğla, Mersin, Eskişehir ve Van’da ve 24 sığınmaevinde kalan kadınlarla gerçekleşen
çalışmaya (Sallan Gül, 2011) dayalı bu bildiri de sığınmaevlerinde anneleriyle birlikte kalan
çocukların durumları değerlendirilmektedir. Ülkemizde SHÇEK, belediyeler ve STK’lara ait
kadın sığınmaevleri, şiddet görmüş kadınlarla çocuklarına hizmet vermektedir.
Sığınmaevinin statüsüne bakıldığında; SHÇEK’lere ait sığınmaevlerinde kalan kadınların %
70’i ve belediyelerin sığınmaevlerinde de % 50’si oldukça yoksul ailelerden gelen kadınlarla
çocukları oluşturmuştur. Kadınların % 74’ü ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahip iken, % 11’i
lise ve % 2’si de üniversite mezunudur. Her eğitim düzeyinde kadın, aileiçi şiddet ve ihmali
yaşayarak sığınmaevine gelmekteyse de, ilkokul ve altı eğitime sahip kadınların oranının
yüksekliği (%87) dikkat çekicidir. Kızların okutulmaması, erken yaşta ve zorla evlendirilmesi
ve başlık parası gibi şiddet türleri, ülkemizde kız çocuklarına yönelik en yaygın şiddet biçimleri
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Görüşülen kadınların yaklaşık dörtte biri, küçük yaşlarda aileleri tarafından zorla
evlendirildiklerini belirtmişlerdir. % 62’sinin resmi nikâhı vardır. Yine kadınların % 70’i, ilk
evliliklerini ve % 13’ü de ikinci evliliklerini gerçekleştirmişlerdir. İlk evlenme yaşlarına
bakıldığında 11 yaştan 34 yaşa kadar değişen bir yaş yelpazesinin olduğu görülmektedir.
Ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri başta olmak üzere birçok yerde,
genç kızlar onlu yaşlarda, rızaları olmadan kırklı, ellili yaşlardaki adamlarla para karşılığında
çocuk yaşlarda evlendirilmektedir (Çakmak, 2009). Ülkemizin 1999 yılında onayladığı Kadına
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme'nin (CEDAW)
"Evlenme ve Aile İlişkileri Alanındaki Haklar" başlıklı 16. Maddesinde taraf
devletlerin, “kadınlara, serbestçe eş seçmede ve serbest ve kendi rızası yla evlenmede
erkeklerle aynı hakka sahip olma hakkını tanırlar” denmektedir. CEDAW’ın 2.
Maddesinde de "Çocuğun nişanlandırılması ve evlendirilmesi hiçbir hukuki sonuç
doğurmaz. Taraf devletlerce, asgari evlenme yaşının tespit edilmesi ve evliliklerin
resmi sicile kaydının zorunlu hale getirilmesi için yasama tedbirleri de dâhil gerekli
tüm işlemler yapılır" ifadesi yer almıştır. Bu uluslar arası yükümlülükler doğrultusunda
ülkemizde medeni kanun ve ceza kanunun pek çok hükmü ile çocuk yaşta evlilikler
yasaklanmıştır. Ancak uygulamada oldukça yaygın olan 18 yaş altı evlilikler sığınmaevinde
kalan çocuk anneler gerçeğiyle karşımıza çıkmaktadır.
Sığınmaevlerinde kalan kadınların üçte ikisinin ilk evlenme yaşları 11-22 yaş altında
gerçekleşmiştir. SHÇEK’lere bağlı sığınmaevlerinde kalan kadınlarda bu oran %
90’lardadır. Bu oran, özellikle kırsal kesimlerde küçük yaşta evliliklerin oldukça yaygın
olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Görüşülenlerin % 14,6’ü soruyu yanıtsız
bırakmışlardır. Bu grupta yer alan kadınlar; evlilik dışı hamile kalanlarla tecavüz ya da
ensest sonucu kadın sığınmaevinde bulunlardan oluşmuştur. Özellikle yoksul ailelerden
gelen kız çocukları ataerkil zihniyetin bir sonucu erkek eşin evi ihmali ve/veya kız
olmaları nedeniyle kendilerinin ailede kız olmanın yük olarak görülmesi gibi nedenlerle
anneleriyle birlikte sığınmaevlerinde kalmaktadır. 24 sığınmaevinde görüşülen 103
kadının yaşları 14-61 yaş aralığındadır. Ancak kadınların yaklaşık % 60’ı, 14-28 yaş
635
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
arasındaki genç annelerden oluşmuştur. Sığınmaevlerinin statüleri bakımından
farklılaşan özellik, kadınların % 15.5’ini oluşturan ve 14-18 yaş aralığında yer alan genç
kadınların % 70’inin SHÇEK’lere bağlı sığınmaevlerinde kalmakta oluşlarıdır. Bir
başka ifadeyle araştırmada görüşülen 16 çocuğun; 1’i kendi rızasıyla evlenmiş, 1’i zorla
evlendirilmeye çalışılan töre mağduru genç kız, 1’i enseste uğramış çocuk, 1’i enseste
ve cinsel tacize uğramış hamile çocuk, 6’sı çocuk gebe ve 6’sı da annesinin ve
kendisinin şiddete uğraması nedeniyle sığınmaevinde kalmak zorunda kalan
çocuklardan oluşmuştur.
Sığınmaevi Çocuklarının Gözüyle Şiddet:
Şiddet açısından en fazla risk altında olanlar 30 yaş altı çocuklu kadınlar, kız çocukları
ve adölasan kızlardır. Aileiçinde yaşanan şiddet erkek eşten kadına olabildiği gibi
babadan çocuklara da yaygın olarak uygulanmaktadır. Özellikle adölesan çağındaki kız
çocuklarına yönelik olduğunda şiddet anne ve kız çocukları için katlanılması zor bir hal
alabilmektedir. Örneğin A.Z.’nin öyküsünde sığınmaevinde kalma nedeni babasının
annesini ve ailenin kendisi dahil diğer aile bireylerine uyguladığı fiziksel ve ekonomik
şiddettir. Bu durumu şöyle anlatmıştır;
“Daha yeni geldim buraya, 4-5 gündür burada kalıyorum. 17 yaşındayım. Aslen
Sivas’lıyız. ilkokul 5’e kadar okudum. Biz 4 kardeş kalıyoruz burada. Biz buraya babam
yüzünden geldik. Sebep babam, bizi fazladan boğaz sayardı. Kızsınız ne işe yararsınız?,
derdi hep...Hep açtık, hem de kız olduğumuz için sebepsiz dayak yiyoduk. Hepimizi
sıraya dizerdi, sıra dayağı başlardı. Bir şeye sinirlendi mi, önce döver sonra da hemen
bizi dışarı atardı... Burada bizimle birlikte annem de kalıyor...Şimdi çalışıyoduk biz. Biz
ilkokulu bitirmeden işe girdik, tekstilde çalışıyorduk. Orda dikiş yapıyorduk. Parayı da
babama veriyorduk. Beğenmiyordu çalışmamızı. Daha çok para kazanın diyodu, nasıl
yapacaksak! Getiriyoduk kirayı veriyoduk, evin masraflarını veriyoduk, para az
diyordu. Bakkalı veriyoduk, kirayı veriyoduk ama beğenmiyodu, ya hep çok istiyordu.
Bizi dışarı attığında gidecek yerimiz de yoktu. Zaten babannemden, akrabalarımızdan
da bize hayır yoktu. O pislik, babam bizi de dövüyordu, ama en çok annemi dövüyodu,
bayıltıncaya kadar. Herhangi bir işte de çalışmadı, yatıyodu akşama kadar. Daha
öncede babam bizi yine sokağa atmıştı. O zaman dayımlara gitmiştik, bir hafta kaldık
ama yine eve geri döndük, başka nereye gidebiliriz!. O kendisi çağırmıyordu, biz geri
dönmek zorunda kalyıyoduk. Gidecek yerimiz yok!. Hep annem çalıştı, bize baktı.
Annem astım hastası, çıkarken babamanneme ilaçlarını dahi vermedi, gebersin, diye
pislik!. Annem boşanmadı ama boşancak, birleşmeyecekler bu sefer, bir daha artık yok!
Ablamla biz de çalışır kardeşlerimizi okuturuz. Biz okumadık onlar okusunlar... “
Yine erken yaşta kız çocuklarının zorla evlendirilmeleri ülkemizde kız çocuklarına
yönelik aileiçi şiddetin boyutlarından biridir. Bu çalışma kapsamında görüşülen
kadınların önemli bir kısmının evlilik öyküsü bu durumun vahimliğini gözler önüne
sermesi bakımından dikkat çekicidir (Sallan Gül, 2011) Aslında 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanunun’da çocuğu, daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını
doldurmamış kişi olarak tanımlamakta ve bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal
gelişimini tamamlamamış, ihmal veya istismara açık bireyler arasında saymaktadır.
Yine 4320 sayılı Ancak yasal yasaklara karşın, toplumsal, kültürel ve dinsel olarak erken
evliliklere verilen onaylar nedeniyle kız çocukları, zorla evlendirilmekte ve daha küçük yaşta
şiddete maruz kalabilmektedir. Bu durumu 15 yaşındaki Y.N. örneğinde şu şekilde görebiliriz:
636
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Üvey babam tarafından 6 yaşından beri sürekli tacize uğradım... Üvey babamla
kaldık biz. Şiddet ve tacizde bulunuyordu.dövüyordu da. Ben ağlardım tacizde
bulunduğunda o zaman döverdi. Hırsızlık yaptırırlardı bana. En son dayanamadım
polise başvurdum. Onlar da beni çocuk esirgemeye getirdiler. 7. sınıfa geçmiştim.
Ondan sonra kaldım yurtta..”.
Okula Değil Kocaya Verilen Çocuk Gelinler; Araştırma kapsamında görüşülen 103 kadından
% 46’6’sı, ilk evliliğini 11-17 yaş arasında yapmıştır, yani çocuk yaşlarda evlenmiş ya da zorla
evlendirilmişlerdir. Genç yaşta evlenenlerin ya da evlendirilenlerin büyük çoğunluğunun, çok
çocuklu yoksul ailelerden geldiği de bilinen bir gerçekliktir.Türk Medeni Kanun'un 124.
Maddesi'ne göre de, erkek ve kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak,
hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli sebeple 15 yaşını doldurmuş olan erkek
veya kadının evlenmesine izin verebilir. H.N. adlı kadın görüşmeci bu durumu şöyle ifade
etmiştir;
“Biz 11 kardeşiz. 6’sı kız... Biz kızlar okumadık, kızlar okumaz evlenir, dediler. Ben
14’ümde evlendim ama eşimi sevmiyordum. Berdel evliliği yaptırdılar, küçük yaşta.
Diyarbakır’dan köye gelin gittim. Eşimi sevmediğimi o da biliyordu. Bana bıçak çekti
niye sevmiyorsun diye. Her türlü şiddeti de uyguladı. Zorla evlilik olunca her şey zorla
oldu ve cinsel şiddet falan da uyguladı. Aileme geri kaçtım, geldim ama berdel olunca
kabul etmediler. Babam kendi eliyle kocama teslim etti. Babamın gözünün önünde beni
dövdü eşim, ama babam bir şey demedi. 1 hafta dayandım, amca çocuğuyuz biz, aynı
zamanda eşimle. Ama kaçtım bir hafta sonra akrabalara. Babam gelip aldı beni.
Bursa’ya getirdi eşimi de tabi. Ya kocana geri döneceksin ya da öleceksin deniyor,
bana. Babam dövdü ve annem de kapıyı tutturdu, kaçmayayım diye. Dövmesi bitince de
eşime tecavüz ettirdi. Bana elim kolum kalkmıyor nasıl olsa. Ellerimi falan da
bağladılar. Bu son olay oldu ve arkadaşıma kaçtım.. zaten resmi nikah yoktu, imam
nikahı. Polise gittim ve polis buraya getirdi…”.
Benzer biçimde kız çocuklarının fiziksel ve duygusal istismarı çoğunlukla cinsel olarak da
istismar riskini artırmakta, namus anlayışının neden olduğu toplumsal baskı, cinsel istismarların
ve ensestin açığa çıkmasını engellemektedir. Özellikle ensest ilişkiler; baba-kız, amca-yeğen,
ağabey-kardeş arasında küçük yaşlarda başlamaktadır. İlişkilerin ortaya çıkması ve kabullenme
uzun zaman alabilmekte, ya hamilelikle ya da başkalarının istismarıyla sonuçlanabilmektedir.
Türkiye Ensest raporunda (2009) belirtildiği gibi, hem mağduru olan kişi, hem de bu durumdan
birinci derecede etkilenen ev ve aile çevresi tarafından kabullenilmesi oldukça zor olan aileiçi
bir şiddet türüdür. Özellikle cinsel şiddet babadan kız çocuğa yönelik olduğunda kabul edilmesi
daha da güçleşmektedir. Bireyin beden bütünlüğünü, mahremiyetini, üreme haklarını elinden
alan bu durum, genellikle çocuk yaşta başlayarak uzun süre ‘aile bütünlüğü’nü bozmamak adına
gizli kalmakta, yıllarca devam edebilmekte ve kişinin gelecekteki yaşamı için de gerek
psikolojik, gerek sosyal, gerekse de cinsel anlamda tehdit oluşturmaktadır. Enseste uğrayan kişi
çoğu zaman bu durumu açığa çıkaramamakta, anlattığı zaman aile bireyleri ve diğer kamu
otoritelerine inandıramamaktadır. Anneler İçin Ensesti Bilmek Değil Kabullenmek Zor:
Örneğin F.S. adlı görüşmeci eşinden kız çocuklarına yönelen cinsel tacizi, tükenmişliği ve
çaresizliği şu sözlerle ifade etmiştir:
“...Öyle işte sonra sabrımı taşıran son nokta var, son nokta çok kötü. Ondan sonra
ayrıldım. Yani nasıl anlatayım, ben duyduğumda inanamadım, kendim
637
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kabullenemedim… Ne bileyim nasıl olabilir böyle bir şey dedim, kabullenemedim işte.
Olamaz böyle bir şey diyorsun, tamam çocuklarım da yalan söylemez, ama kabul
edemiyosun böyle bi şeyi. 21 senelik eşim, kızlarıma tacizde bulundu, bunu yapan öz
babaları, yani çok kötü bi şey, insan kabullenemiyo... Kızlarım bana anlattılar ama ben
inanmak istemedim, ben hiç şüphelenmemiştim. Eşim 3 kızıma da yapıyo, tecavüzde
bulunuyo. Büyük kızım zaten bundan dolayı kaçarak evlenmiş... Kızların da birbirinden
haberi yokmuş, babalarının kendilerine uyguladığı tacizi birbirlerine anlatmamışlar.
Onlar da ben öğrenmeden bir ay önce haberleri olmuş birbirlerinden... Bu 6 yıl sürmüş
böyle. Büyük kızıma 6 yıl, ortanca kızıma 3 yıl, küçüğe daha yeni başlamış. Kâbus gibi
yani. Ben işe gittiğimde yapıyormuş… İşte ben avukata gittim, avukat psikiyatriste
yönlendirdi… Şikâyetçi olmadım... Kızımla direkt jandarmaya gidelim, dedim. Ondan
sonra gittik, ama bize inanmadılar. Kanıtlayın getirin, dediler. Küçük kızım cep
telefonuna kaydetti gizlice babasının ona yaptığını. Ama şikâyetçi olmadım, oğlum
istemedi... Cep telefonu kaydını gördükten sonra jandarma bize inandı. Savcı da bizi
buraya gönderdi.”
Türkiye'de ceza yasası ensesti ayrıca tanımlamamaktadır. Ensest cezaları, saldırganın yakınlığı
dikkate alınarak arttırılmaktadır. Ensestin yasalarda tanımının yapılması ensest farkındalığını
arttıran bir durum olacaktır. Ensestin yasalarda tanımlanmamış olması sonucunda farklı
ihtiyaçlara göre önlem alıp almamak uygulayıcıların kişisel bilgi birikimlerine ve becerilerine
kalmaktadır (Ensest Raporu, 2009).
Annelerin Söylemlerinde Çocuğa Yönelik Şiddet:
Şiddeti evliliklerinin ilk yıllarından itibaren yaşayan kadınlar uzun yıllar bu duruma sessiz
kalmalarına karşın, şiddet çocuğa yöneldiğinde özellikle de cinsel şiddet başladığında öncelikli
olarak anne, baba ve kardeşlere sığınma yöntemini seçmektelerdir. Aile bireyleri tarafından
kabul edilmediklerinde veya onların hayatlarında kendilerini bir yük olarak hissettiklerinde
ancak, kamusal destek mekanizmalarına başvuruda bulunmaktadırlar. Bu durumu 20 yıllık evli
5 çocuk annesi Z.T şu sözlerle ifade etmektedir:
“Evlendik ama 1 ay sonra dayak yedim... Onun çocukluğunda da şiddet vardı sanırım.
Babası üvey anneyle evlenmiş, onlarda sevgisiz büyümüş... Sabaha kadar dayak yerdim.
O sabah özür dilerdi. Ben yine acırdım. Çok kıskandı. Yanında yürümeyince bile dayak
yerdim.... Hamileyken parmaklarımı, kaburgalarımı kırdı. Yemeğe götürür, bizi
gezdirirdi. Bir gün çok kötü dayak yediğimde evden çıktım sonra param hiçbir şeyim
yoktu geri döndüm. Bir ay sonra yüzüm gözüm yine çürüdü şiddet uyguladı. Hiç bir şey
değişmedi...6 kişi annemin yanına taşındık. Annem şeker hastası bu arada anneme
baktım. Evimi kurana kadar çok emek harcamıştım onu da bırakmak istemiyordum.
Gideceğim yerde yoktu. 14 yaşında bir kızım var korkuyorum bir şey yapar diye. Alkole
yine başladı. O sıralar annem öldü yanına gidemedim. Kızım kalk gidelim dedi. Bize bir
şeyler yapacak dedi... Kızım uyandırdı beni, babam bacaklarıma elledi. Dedim baba ne
oluyor dedim. A pardon kızım ben sandım annen. Ben karakola, savcılığa falan
gittim...”
Kız çocuk doğurmanın sorumluluğunun kadına yüklenmesi oldukça yaygın olan aileiçi
şiddet nedenleri arasındadır. Özellikle ataerkil geleneksel değerlerin katı olduğu
toplumlarda çocuğun cinsiyeti kadına yönelik şiddette belirleyici olabilmektedir. Bu
durumu 30 yaşındaki S.D. şu sözlerle ifade etmektedir:
638
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Erkek adamın erkek çocuğu olur sen kız doğurdun derdi bana hep. Yuvaya vermek
istedi çocuğumu, ben karşı çıktım. Ben parmaklarımın ucuna oklavayla vurularak
dövüldüğümü bilirim. Kız çocuk doğurdum diye. Geceleri işten gelirdi kundaktaki
çocuğu alır atayım mı yere derdi…Kayınbabam dedi ki erkek adamın erkek çocuğu
olur. İlla yuvaya verelim dediler, kız çocuğu istemediler…”
Sığınmaevlerinde Çocuklara Yönelik Hizmetler ya da Sunulmayanlar
Ülkemizde sığınmaevi yönetmeliğinin 7. maddesinde 12 yaşına kadar çocukların anneleriyle
birlikte kalabileceği bilgisi dışında çocuklar, şiddetle mücadele sürecinde çoğu kez unutulmuş
durumdadır. Küçük çocuklara yönelik olanakların ve hizmetlerin çok iyi koşullarda sağlandığı
Aliağa, Küçükçekmece, Kadıköy, Muğla ve Çankaya gibi sayılı sığınamevleri dışında,
çoğunlulukla hizmetler ya yoktur ya da standartların altındadır. Çocuklarla ilgili hizmetler
sığınmaevi yöneticinin ilgi, inisiyatifi ve olanaklarına bağlı olmaktadır. Özellikle emzirme
çağında çocuğu olanlar, bebeklerin ihtiyaçlarının (mama ve bez) karşılanmasındaki sıkıntı ve
bilgi eksikleri tüm bebekli annelerin ortak sorunu olarak dile getirilmiştir. Birçok sığınmaevinde
çocuk oyun odası yoktur, olanların çoğunda da gündüzleri bile oyun odaları ev düzeni için kilitli
tutulmaktadır. Kreş olanağı olan bazı sığınmaevlerinde ise, çocuklar için servis olmadığı için
kreşe ve okula gidememektedirler.
Sığınmaevlerine ya da bağlı olduğu kuruluşun kadrosunda görünen çocuk gelişimciler ise
genelde başka bir kurumda çalışmaktadır. Çankaya hariç diğerlerinde, okul çağındaki çocuklar
için etüt odaları yoktur. Çocuklar ya mutfak masalarında ya da yattıkları odalarda ders
çalışmaktadır. Yine okul çağı çocuklarının eğitime erşimlerinde ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır.
Ayrıca, adreslerin gizliliği ilkesine karşın, il milli eğitim müdürlükleri adres bilgisi istemekte,
misafir öğrenci uygulamasına isteksiz davrandıkları için çocukların büyük çoğunluğu
eğitimlerine devam edememektedir.
Sonuç
Türkiye’deki sığınmaevlerine gelen kadınların büyük çoğunluğunun evli ve neredeyse
tamamının da çocuk sahibi olduğu ve bu araştırma örnekleminin %39’unun da
çocuklarıyla birlikte sığınmaevlerinde kaldıkları düşünüldüğünde, çocuklara yönelik
hizmetlere hem erişimde ve hem de hizmet kalitelerinde çok ciddi sıkıntılar söz
konusudur. Özünde sığınmaevleri kadınlara geçici barınma olanağı tanınan, çoğukez
lütfedilen bir çeşit hayır kurumları olarak görülmekte ve çocuklar da aileye değil,
anneye ait olanlar olarak, anneleriyle birlikte kalan geçici misafirler olarak
düşünülmektedir. Oysa aileiçi şiddet sarmalının içinde yer alan ve gelecek yaşamlarında
da bu sarmaldan kurtulmalarında sığınmaevlerinin anlamının ve hizmetlerinin çok daha
farklı olması gereklidir. Çünkü sığınmaevlerinin en önemli işlevlerinden biri, kalanların
şiddetten bağımsız ve güvenli bir ortamın var olabileceğini görerek, kendi hayatlarını
kurabilmeleri için güçlenmeleri ve destek almalarıdır. Oysa araştırma illerindeki
sığınmaevlerinin pek çoğu çocuklara sunulan hizmetler açısından oldukça yetersizdir.
Sığınmaevlerinin sayısının azlığının yanında kapasitelerinin sınırlılığı, konum ve
mimari olarak işlevleri yerine getirmede, bahçeye sahip olma, oyun ve park alanları,
etüt odaları gibi, yetersizlikleri söz konusudur. Yine özel hizmet gerektiren kadınlar ve
kız çocukları için, özellikle fuhşa zorlanmış çocuklar, enseste uğramış olanlar, çocuk
anneler, çocuk hamileler için özel sığnmaevleri yoktur. Tek tip sığınmaevlerinde farklı
ihtiyaçları temel alan bir anlayışa ortak hizmetler sunulmaktadır. Yine okul öncesi ve
639
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
okul çağında olan çocuklara yönelik kreş olanakları artırılmalı ya da sığınmaevlerindeki
hizmetler artırılarak, çocuklar içinde destek hizmet olanakları sunulmalıdır.
KAYNAKÇA
AAK (1995), Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu,
Ankara.
AAK (1998), Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Proje grubu: Kemal Gözmez,
Bülent Bayat., İhsan Sezal, Erol Göka, Ruhi Köse, Yusuf Ziya Özcan, Devran Kutlugün,
Muzaffer Sarımeşeli, Koray Kentli, Davut Cavcav, Ankara : Aile Araştırma Kurumu Yayın
no.113.
Alpert, E. J. (1995), “Violence in Intimate Relationships and the Practicing Internist: New
“Disease” or New Agenda?”, Ann Intern Med, 123(10): 774-781.
Brownridge, D. (2006), “Partner Violence Against Women With Disabilities: Prevalence, Risk,
and Explanations’, Violence Against Women, Vol. 12, September, No. 9: 805-822.
Carderelli, A. P. (1997), ‘Violence and Intimacy: An Overview.’, Violence Between Intimate
Partners: Patterns, Causes, and Effects, A. P. Carderelli (Ed.), No. 2–9 Needham Heights,
MA, Allyn & Bacon.
Çakmak, D., Türkiye’de Çocuk Gelinler, http://www.umut.org.tr/, erişim tarihi
07.06.2009.
CVAW (2006), Combating violence against women- Stocktaking study on the measures
and actions taken in Council of Europe member States, Council of Europe Directorate
General of Human Rights, Strasbourg.
Connel, R. W. (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev. C. Soydemir, İstanbul, Ayrıntı
Yayınevi.
Dutton, Donald G., (2008), “Reflections on Thirty Years of Domestic Violence Research”,
Trauma Violence Abuse , Vol. 9; 131.
European Women’s Lobby, (2002), ‘EWL, Unveiling The Hidden Data On Domestıc
Violence in The European Union’, European Women’s Lobby, 1999
Erez, E. ve B. Shayna (2003), “Immigration, Domestic Violence, and the Military The Case of
Military Brides”, Violence Against Women, Vol. 9: 1093.
Gelles, R. J., (1976), “Abused Wives: Why Do They Stay”, Journal of Marriage and the
Family, Vol. 38, No.4, Nov.: 659-668.
Falsetti, SA. (2007),“Screening and Responding to Family and Intimate Parter Violence in the
Primary Care Setting”, Prim Care Clin Office Pract, 34: 641-657.
Fawley, S. C. & K. Daly, (2005) “Gendered Violence and Restorative Justice the Views of
Victim Advocates”, Violence Against Women, 1, 603.
İlkkaracan, P., L. Gülçür ve C. Arın, (der.) (1996), Sıcak Yuva Masalı: Aile İçi Şiddet ve
Cinsel Taciz, Metis Yayınları, İstanbul.
640
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kilpatrick, D. G. (2009), “What is Violance against women: defining and Maeasuring the
Problem”, Journal of Interpersonal Violance, 19; 11; 1209, http:7/jiv,sagepub.com, son
erişim tarihi 12 Şubat 2009.
Koyuncu, E., Kardam F., Ufuk Sezgin A., A. Çavlin-Bozbeyoğlu (2009), Türkiye'de Ensest
Sorununu Anlamak, (Özet Rapor), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu.
Kramer, A., D. Lorenzon, G. Mueller (2004), “Prevalence of Intimate Partner Violencce and
Health Implications for Women Using Emergency Departments and Primary Care Clinics”,
Women’s Health Issues, 14, s. 19-29.
Krıshen, S. P., J. C. Hilbert, D. Vanleeuwen (2001), “Domestic Violence And Help-Seeking
Behaviors Among Rural Women, Results From A Shelter-Based Study”, Family Community
Health, 24,1, 28–38.
KSGM, (1998), T.B.M.M. Kadının Statüsü Araştırma Komisyonu Raporu. Ankara.
_____, (2008) Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 20072010. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.
_____, (2009), Türkiye’de Kadının Durumu, T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü, Ankara, Mayıs.
Menjivar, C. and S. Olivia. (2002), “Immigrant Women and Domestic Violence: Common
Experiences in Different Countries, Gender and Society, Vol. 16, No. 6, December: 898-920.
Markowitz, L., K. W. Tice (2002), “Paradoxes of Professionalization: Paralel Dilemmas in
Women’s Organizations in the Americas”, Gender and Society; 16; 941-958.
McCauley, J, DE. Kern, K. Kolodner et al. (1995), ‘The ‘‘Battering Syndrome’’: Prevalence
and Clinical Characteristics of Domestic Violence in Primary Care Internal Medicine Practices’,
Ann Intern Med, 123: 737- 746.
MOR ÇATI, (2009), Şiddete Karşı Anlatılar, Ayakta Kalma ve Dayanışma
Deneyimleri, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı.
Nazroo, J. (1995), “Uncovering Gender Differences in The Use of Marital Violance: The Effect
Of Methodology”, Sociology, 29; 475, http://soc.sagepub.com, son erişim tarihi 5 Şubat 2009.
Roche, R. Senechal de la (1996), “Collective Violence as Social Control”, Sociological Forum,
Vol. 11, No. 1, March: 97-128.
Salcido, O. Ve M. Cecilia (2002), “Immigrant Women and Domestic Violence: Common
Experiences in Different Countries”, Gender and Society, Vol. 16, No. 6: 898-920.
Sallan Gül, S., H. Özdamar T., A. Alican (2009), "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın
Sığınmaevleri ve Yaşam Stratejileri", Sakarya University International Interdisciplinary
Women Studies Congress, March 05th-07th 2009, pp.352-361, (2009).
___________ (2009), “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Yaşam
Stratejileri”, Uluslarası-Disiplinlerarsı Kadın Çalışmaları, Kongre Bildirileri Kitabı 3.Cilt,
05 – 07 Mart (2009).
_______(2011b), Türkiye’de Kadın Sığınmaevleri: Erkek Şiddetinden Uzak Yaşama
Açılan Kapılar mı?, Bağlam Yayınları, İstanbul.
641
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Subaşı, N. ve A. Akın (2009), “Kadına Yönelik Şiddet; Nedenleri ve Sonuçları”,
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf., son erşim
tarihi: 17.01.2009
UN (2003), “Integration of the Human Rights of Women and The Gender Perspective, Violence
Against Women”, Report of the Special Rapporteur on Violence Against Women, Economic
and Social Council, E/CN.4/2003/75United Nations.
_____ (2005), ”Good practices in combating and eliminating violence against women” Division
for the Advancement of Women, United Nations.
Vahip, I. ve Ö. Doğanavşargil (2006), “Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız”, Türk
Psikiyatri Dergisi, s. 17(2):107-114.
Vahip, I. (2002), “Evdeki Şiddet Ve Gelişimsel Boyutu: Farklı Bir Açıdan Bakış”, Türk
Psikiyatri Dergisi, s. 13(4): 312-319.
WAVE COUNTRY REPORTS (2008), www.wave-network.org
Weldon, S. L. (2006), “Women's Movements, Identity Politics, and Policy Impacts: A Study of
Policies on Violence against Women in the 50 United States”, Political Research Quarterly,
Vol. 59, No. 1, March: 111-122,
WHO (2002), World Report on Violence and Health, World Health Organization, Geneva.
______ (2005), Multi-Country Study on Women’s Health and Domestic Violence Against
Women, Initial Results On Prevalence, Health Outcomes and Women’s Responses”, WHO
Press, World Health Organization, Geneva.
Wooford M. ve D. Elliott (1997), Journal of Family Violance, Vol. 12, No.1.
Yahia- Haj, M. M. and C. H. Chaya (2009),
“On the Lived Experience of Battered Women
Residing in Shelters”, Springer Science + Business Media, LLC 2008, J Fam Viol, springer,
Vol. 24: 95-109.
Yamaner, G. ve E. Özberk (2007), Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınlara Yönelik Hizmet
Sunum Modelleri, KSGM, Ankara.
642
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ANTİKÇAĞ’DA ÇOCUK OLMAK: ÖLMEK YA DA ÖLMEMEK!
Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR* Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR**
ÖZET
Bilinen en eski devirlerden itibaren çocuk, insan soyunun devamı olarak
görülmüştür. Ancak antik dünyada az sayıda çocuğun iyi şartlarda dünyaya gelerek,
bakıcılar eşliğinde büyütülüp, iyi eğitim alabildikleri ve değer buldukları söylenebilir.
Yaşama biçimleri ne kadar farklı olsa da, değişik dönemlerde ve farklı
toplumlarda çocukların maruz kaldıkları kötü muameleler ve sorunlar çoğunlukla
birbirine benzemektedir. Yunan ve Roma toplumlarında, henüz bebekler doğmadan
düşürülmeleri ya da doğan çocuğun aile içerisine kabul edilip edilmemesi söz
konusuydu. Doğum merasimlerinin, aileye kabul edilmeyen çocuklar için aynı anda bir
ölüm merasimi olabilmesi de mümkündü. Çocuğa doğar doğmaz, aileye kabul merasimi
yapılır ve baba tarafından onaylanırsa, çocuk aileye kabul edilmiş olurdu. Antik Yunan
ve Roma toplumlarında, yeni doğan çocukların kız ya da erkek olmaları dolayısıyla
cinsiyet ayrımına tabi tutuldukları, engelli, eksik, hastalıklı ya da çirkin doğmaları;
gayr-ı meşru ya da alt sınıf kadınlardan doğmaları, ailenin maddi durumunun
yetersizliği vb sebeplerle öldürüldükleri ya da ölüme terk edildikleri anlaşılmaktadır.
Şehrin herhangi bir yerine bırakılan ve şans eseri hayatta kalabilen çocuklar, çocuğu
olmayan merhametli aileler tarafından ya da kötü niyetli insanların eline düşerek çeşitli
alanlarda onların kötü emellerine hizmet etmek üzere yetiştirilebilirlerdi.
Roma’da zaman zaman, ortalıkta terk edilmeleri sebebiyle çok sayıda çocuk
sokaklarda başı boş yaşamış ve eğitilmedikleri için devlet için de sorun olmuştu. Bu
sebeple Traianus döneminde toplumu ve çocukları korumak amacıyla “Alimenta”
projesi başlatılmıştır.
Bu çalışma, insanın en temel hakkı olan “yaşama hak ve özgürlüğünün”
antikçağda aile reisi olan babanın onayına bırakılması sebebiyle sokağa terk edilen
çocukların yaşadıkları sıkıntıları ve bunlardan dolayı ortaya çıkan sorunları ele
almaktadır.
Anahtar Kelimeler: Antikçağ, çocuk, düşük, evlat edinme, cinsel ve diğer
ayrımcılık.
TO BE A CHILD IN ANTIQUITY: TO DIE OR NOT TO DIE!
ABSTRACT
It is known that, children were seen as a continuation of the human race from the
very early stages of humanity. A small number of child however, accompanied by
carers in their birth and were brought up in good condition. Only the children who were
born into a rich families could obtain a good education.
However the ways of their life different, though, maltreatment of children’s
exposure to different periods, different societies and their problems are mostly similar to
Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı, CBÜKAM Kadın
Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Yardımcısı.
**Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu‚ Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, Manisa İnsan Hakları Kurulu
Kadın Komisyonu Üyesi.
*
643
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
each other. Families or peoples could expose children before it was born or the families
had the right whether to accept the child, expose or leave a side after it was born into the
family in Greek and Roman societies. The birth ceremony of a child, could be a death
ceremony at the same time, if the family did not accept the child into the family.
Acceptance of a child has to be considered and approved by the ceremony after child’s
birth. In ancient Greek and Roman societies, newborn children were held up subject to
sex and other kinds of discrimination depending on their situation. Female or male,
disabled, missing organed, diseased, or ugly born, illegitimate or born as lower-class
women’s children were left aside depending upon families financial status, or failure.
The children who left to the nature have any chance to survive could be escaped or
fostered by compassionate families or fell into the hands of malicious people to serve in
various areas for their evil ambitions.
From time to time, the very large number of orphan uneducated children were left
around and had been a problem for the state in the streets of Rome. For this reason, in
the period of Trajan, orphan children project of “Alimenta” was initiated in order to
protect society.
This study, deals with the approval of the most basic right of “the rights and
freedom of life” of children were left to fathers as head of families. It also interests the
problemes arose because of the abandoned children left to the nature and streets in
Antiquity.
Key words: Antiquity, child, exposure, foster, sex and other discrimination.
GİRİŞ
Toplumlar üreme yoluyla varlıklarını sürdürürler. Her yeni doğan fert,
karakterinde getirdiği özellikleriyle birlikte, doğduğu toplumun kendisine gösterdiği
sevgi, saygı ve değerler bütünü içinde gerçek bir insan niteliğinde yaşar ve o nispette
yaşadığı topluma katkıda bulunur. Sağlıklı bir toplumun temeli, ancak beden, ruh ve
zihin bakımından sağlıklı fertlerin dünyaya gelmesi ve bunlara yaşam hakkının
sağlanması ile mümkün olur.
Yeni doğan bireye bu imkanı sunacak olan ise, halen yaşamakta olan toplum ya da
toplumlardır. Bu bakımdan çocuk ve çocuk hakları, toplumun şekillenmesinde, kimlik
kazanmasında son derece önemlidir. Bu çalışma, Antikçağ’da çocukların durumu, aile
yapıları, dini inançları ve devletin bakış açısı nokta-i nazarından, temel hakları olan
yaşama haklarının çeşitli sebepler gösterilerek ellerinden alındığını ve uygulanan
şiddetin boyutlarını ortaya koymaktadır. Araştırmada özellikle, Antikçağ’da
Yunanistan, Roma, İran ve Mısır’da doğumlarından itibaren çocuklar cinsiyet
farklılıkları, soylu-varlıklı-yoksul olmaları gibi sosyal ve hukuki statülerinden
kaynaklanan ayrımlar gibi sebeplerle maruz kaldıkları şiddet bakımından ele alınacaktır.
YUNANİSTAN: Eski uygarlıkların çoğunda olduğu gibi Girit’te de çocuk
insanın devamının, soyunu sürdürebilmesinin temel göstergesiydi ve bu nedenle
“çocuk” onlar için çok önemli bir varlıktı. Girit uygarlığında çocuk kavramı, yaşamın,
yenilenmenin bir göstergesiydi. Girit kültüründe yeni çocuk, ailede ve toplumda bolluk
ve bereketin sağlanmasında bir tür aracı kişi olarak görülmekteydi. Girit’teki Palaikastro
yerleşim alanında düzenlenen kült törenlerinde o yöredeki on büyük çocuk, doğadaki
yeni dönüşüm için demoların başkanı olarak çağırılmaktaydı. Birtakım özel görevler
644
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
üstlenecek olan bu çocuğun geri dönüşüyle birlikte, tarlaların ürüne kavuşup, koyun
sürülerinin çoğalacağına inanılırdı.1 Çocukların bu derece önemli olduğu Girit
uygarlığında zaman zaman tersi durumlarla da karşılaşılmıştır. Yapılan araştırmalarda
bu eski uygarlıklarda bazen çocuk kurbanlara da rastlanmıştır.
Yunan dünyasında da çocuklar toplumun önemli bir parçasıydı. Düzenlenen
festivallerde çocuklar dans edip şarkılar söylerlerdi. Atina’da şarap tanrısı Dionysos
onuruna bir festival düzenlenmekte ve adına Şehir Dionysia şenlikleri denmekteydi.
Atina nüfusu on kabileden oluşmakta ve bu festivale her kabile elli erkek çocuktan
oluşan birer koro ile katılmaktaydı.2 Böylece bu festivaller sayesinde Atina şehri diğer
sitelere kendi gücünü, gelişmişliğini sergileme imkanı bulmaktaydı.3
Antikçağda Atina’da erkek ve kız çocuklarının doğumu konusunda da çeşitli
bilgiler vardır. Çocukların doğumu sonrasında evlerin kapısına çeşitli nesneler
asılmaktaydı.4 Erkek çocuk doğduğunda zeytinden bir çelenk, kız çocuk doğduğunda
ise yünden süslemeler yapılıp asılırdı. Çocuğun adlandırma süreci ise birkaç gün
sürerdi.5
Yunan toplumlarında doğmadan önce ya da doğumlarından sonra istenmeyen
çocukların ise aile reisi olan babanın kararıyla terk edildiği görülmektedir.6 Baba,
çocuğunu hastalıklı, özürlü, kız-erkek çocuk arasında yapılan ayrım7 ya da doğan
çocuğa bakacak durumunun olamaması gibi çeşitli sebeplerle terk edebilirdi. Yunan
uygarlığında bazı toplumlarda bu durumun son derece katı bir şekilde gerçekleştiği
görülmektedir. Savaşçılık özellikleri ile bilinen Spartalılar doğan çocuğun özürlü olması
durumunda çocuğun öldürülmesine karar verilmekteydi. Spartalılar sağlıksız ve
bedensel özürlü çocukların yaşam hakkına sahip olmadığını düşünür ve onların ortadan
kaldırılması konusunda da bir rahatsızlık duymazlardı. Sağlıklı çocukların ise kasları
güçlendirmeleri, idmanlı olmaları istenirdi.8 Lydia hükümdarı, Croesus, sağlıklı oğlu
Atys’i başına gelebilecek tehlikelere karşı korunması için tedbirler alıp, üstüne titrerken,
adı bile tarihe geçmemiş olan sağır ve dilsiz oğlunu görmezden gelmiş, yok saymıştı.9
Bu bilgiler ışığında hasta ve engelli doğan çocukların diğer çocuklar kadar şanslı
olmadığı görülmektedir.
İÖ. 413’deki Sicilia bozgunundan sonra Atina’da vatandaş olmak için çocukların
anne ve babalarının yasal olarak evli olmalarından vazgeçilmiştir. Böylece, bir vatandaş
erkeğin sadece karısından değil kapatması olan diğer özgür kadınlardan da sahip olduğu
çocuklara vatandaşlık verilmeye başlanmıştır. Bu konuda, Antikçağ’da farklı görüşlerin
ortaya çıktığını görmekteyiz. Atinalı politikacı Apollodoros’un İÖ. 343’de verdiği
1
Mutluay, 2007, 25.
Jenkins, 1993.
3
Golden, 1990, 43.
4
Artemis genç kızları temsil eden bakire vasfının yanında, çocukların dogumu ve gelişimleriyle ilgili
tanrıçaydı. Bakire kızlar ve hamile kadınlar, bu tanrıçaya adak adarlar ve çocukları doğunca ya da ölünce hamile kadınlar ona
sunular takdim ederlerdi. Bkz. Akalın 2003, 40.
5
Bu dönemde erkek çocuklara, ordu lideri anlamına gelen Hegesistratus; kız çocuklara ise genellikle sevinç, mutluluk gibi
duyguları ifade eden Didymus, Henderson, Julia gibi isimler verilmiştir. Antikçağ’da Yunanistan’da yaşı on sekiz olan erkek
çocuklar ergenlik kazanmış sayılırdı. Kızlar için ise, evlenmek çocukluğun bitmesi anlamına gelirdi. Golden, 1990, 23-25.
6
Çocukların doğumlarından önce, tabii korunma araçlarının kullanıldığı, ancak bunların sadece varlıklı fertler tarafından bilindiği,
yaygın ve etkili olmadığı anlaşılmaktadır. Bkz. Erdemir 2011, 122-123; Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), 31-35.
7
Çoğunlukla kız çocukların tabiata terk edildikleri ve bu sebeple nüfusun büyük bir kısmını erkek çocukların oluşturduğunu
belirtmektedir. Bkz. Bolkstein, 1922, 222; Macmullen 1974, 92. Sağlıklı olma ve yaşama hakkının tanınması bakımından erkek
çocukların daha şanslı olmaları konusunda bkz Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), 33. Aynı şekilde kız çocukların nadiren
babalarıyla birlikte resmedildikleri anlaşılmaktadır. Hart, and Oakley, 2003.
8
Mutluay, 2007, 82-83.
9
Herodotos, I. 34-45.
2
645
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Neaira olayını eleştiren bildirisinde; eğer bir adam eşinden sonra metresi ile evlenirse bu
kadının ve bunun doğuracağı çocukların vatandaşlık hakkına sahip olmaması gerektiği1
söylenmektedir. Ayrıca bazı toplumlarda erkek ve kız çocukları arasında ayrım da
mevcuttu. Atina’da vatandaş olan bir anne babanın evliliğinden erkek çocukları yoksa,
baba bir kadının çocuğunu mirasçı olarak evlat edinebilmekteydi. Bu durum, çocuklar
arasındaki cinsiyet ayrımı dışında kız çocukların ikinci planda olmakla kalmayıp,
ailenin mirası konusunda da pek bir hakka sahip olmadığını göstermektedir.
Antikçağ Yunan dünyasında, eğitim konusunda da yine erkek çocuklarının ön
planda olduğu görülmektedir. Çocukların eğitimleri ile ilgili konularda da yine baba söz
sahibidir. Çocuğun gideceği okullar ve alacağı eğitimlerle çoğunlukla babalar
ilgilenmekteydi. Çocukların gidecekleri okullar özel kurumlar olduğu için ücretliydi. Bu
nedenle varlıklı bir aile ile fakir bir ailenin çocuğunun alacağı eğitimde farklılık
gösterebilmekteydi.
Antik devirde çocuğun doğumundan itibaren bakıcılarla büyütülmesi, çeşitli özel
kurumlarda dersler alması ailelerin maddi gücüyle de yakından alakalıydı. Çünkü,
bunların hepsi ücretli eğitimlerdi ve ailenin gücü yettiğince yapılabilmekteydi. Varlıklı
ailelerin çocukları, bu açıdan daha şanslı bir
konumdaydı. Onlar bakıcılarla büyütüldükten
sonra okuma-yazma öğrenip spor ve müzik eğitimi
alırlardı. Çocukların eğitimlerinde öğretmenleri
çok önemli bir yer teşkil etmekteydi. Bu
öğretmenler çeşitli konularda çocuklara ders
vermekteydi ve onların pek çok alanda bilgi ve
beceri sahibi olmaları sağlanmaktaydı. Erkek
çocuklar özenle yetiştirilir ve çeşitli eğitimlerden
geçerlerdi. Atina’nın önde gelen ailelerin erkek
çocukları öncelikle iyi bir yurttaş olabilmenin
özelliklerini taşımak zorundaydılar. Bir çocuğun,
Atinalı yurttaş olarak yetiştirilmesi, kültürlü olması, sportif faaliyetlere katılması,
politikadan anlaması, bir enstruman çalmayı öğrenmesi gerekiyordu.2 Eğitim sırasında
öğretmenlerin zaman zaman cezalara başvurdukları, Phonios’un yazdığı bir şiirde
“sopa, terlik, kırbaç vb. gereçlerin” dayak atma araçları olarak sıralanmasından
anlaşılmaktadır.3
Özellikle erkek çocukların bu eğitimlerine daha fazla önem gösterirlerdi. Varlıklı
erkek bir çocuk olan Timon’un babası, oğlunun çabuk öğrendiğini görünce, ücretli ders
alması için onu, grammatisyes olarak adlandırılan dil hocasına göndermiştir.
Demosthenes, L1V.I 12-1 13; L1X. 16-17 ve 38-42. Ayrıca bkz. Akalın, 2003, 25. Yunanlarda kız çocukların bakireliğine önem
verilirdi. Lydialılarda halk kızlarının hepsi evleninceye kadar kendilerini starak çeyizlerini yaparlardı. Bkz. Herodotos, I. 93.
2
Mutluay, 2007, 55. Antikçağ’da yapılan kazılarda ortaya çıkan bazı eserler çocuk oyun ve oyuncaklarıyla ilgili bilgiler
vermektedir. Bu eserler içerisinde pişmiş topraktan yapılmış domuzcuk, köpek, kaplumbağa ve kurbağa figürleri yer almaktadır. Kız
çocuklarının ellerinden düşürmedikleri, kol ve bacakları çivilerlerle tutturulmuş bebekler, çocukların yaygın oyuncakları topaçlar ve
yoyolar, çubuklarla çekilen küçük arabalar da bunlar arasında sayılabilir. Bunlarla birlikte çember çeviren çocuk resimleri de
çocukların zamanlarını nasıl geçirdikleri konusunda fikir vermektedir. Mutluay, 2007, 65.
3
Mutluay, 2007, 70.
1
646
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Paidagogos’u da Timonla birlikte gitmiş ve sınıfın arka sıralarından birinde oturarak
onun yetişmesini dikkatle izlemiştir.1
Ailenin miras hakkında dahi erkek çocuk öncelikli, hatta mirasın tek varisiydi.
Erkek çocuğa verilen bu değerde, erkeğin soyu devam ettirme düşüncesi büyük önem
taşımaktadır. Antikçağ toplumlarından Atina’da da kız çocuklarının erkek çocuklarla
eşit fırsatlara sahip olmadıkları izlenmektedir. Özellikle; Ksenophon Atina’daki evlilik
yaşına gelmiş kızların evlendikten sonra kocaları tarafından eğitilmeleri gerekecek
derecede aşırı eğitimsiz olduklarını söylemektedir.2 Platon, bu durumun kadınların
erkeklerden daha az yetenekli olmalarından kaynaklandığını savunmaktadır.3 Bu
ataerkil yapıların aksine, Herodotos, Lykialıların soylarını anne tarafına göre
saydıklarını, özgür bir anne ile köle bir babanın çocuklarının özgür; buna karşılık özgür
bir baba ile yabancı yada köle bir annenin çocuklarının köle sayıldığını belirtmiştir.
Aristotales, Lykialıların çok eskiden kadınlar tarafından yönetildiğini, Nikolaos
Damaskenos da Lykialıların erkeklerden çok kadınlara onur bahşettiklerini ve
miraslarını erkek değil kız çocuklarına bıraktıklarını kaleme almıştır”.4
Varlıklı ailelerin kız çocuklarının ise, çoğunlukla annelerini ya da yakın
çevrelerindeki yetişkin kadınları model aldıkları ve onlar gibi olmaya çalıştıkları
anlaşılmaktadır. Kızların evde günlük hayatını devam ettirebileceği kadar okuma-yazma
bilmesi yeterli görülmüştür. Antikçağ toplumlarda bazı istisnalar dışında kız çocukları
vakitlerini genellikle evde ve çevresinde geçirirler,5 belli bir yaşa gelince de
evlendirilirlerdi. Kızların evlenmeleri onlara verilmiş bir şeref gibi görünmekteydi.
Kızlar eğer koca bulmak istiyorlarsa drahomları olmak zorundaydı. Aksi taktirde bir
kızın bu konuda şansı yoktur. Drahoma ise belirlenen bir para miktarıydı.6 Antikçağ’da
saygın ailelerin kız çocuklarının ev, aile ve çocuk dışında sosyal hayatı pek yok gibidir.
Varlıklı bir aileye mensup bir kız olan Melissa, çoğu Atinalı kız gibi genç kızların ve
kadınların katıldığı festivallerden birine gitme dışında evden pek çıkmaz, evde iyi bir ev
kadını için gerekli olan konularda yetiştirilirdi. Yemek pişirmeyi ve annesi gibi örgü
işlerini öğrendi. Yeterince büyüdüğünde, babası onun iyi halli bir komşusunun oğlu ile
evleneceğini ummaktadır. Kendisi kızına yüklü bir çeyiz verebilecek durumda
olduğundan, onun mutlaka iyi bir evlilik yapacağından emindir.7
Jenkins, 1993, 16. Yunanistan’ın zengin ailelerinde, bebekler doğumlarından itibaren bakıcıların gözetiminde yetişirlerdi.
Bakıcılar, bebeği besler, yıkar, giydirir ve her türlü bakımını yaparlardı. Daima bebeğin yanında bulunur, bebek yürümeye
başladığında ise bir dadının yardım ve gözetimine başvurulurdu. Golden, 1990, 23; Mutluay, 2007. Bakıcıların iyi seçilmeleri
konusunda Soranos’un uyarıları bulunmaktadır. bkz. Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), 32. Soylu çocukların bakımı ya
ücretli bir bakıcı ya da bir paidagogosa verilmekteydi. Timon’a bakan paidagogos, bir köleydi. Paidagogoslar özellikle sadık
köleler arasından seçilmekteydi. Antikçağ’da bazı paidagogoslar, muhtemelen malını mülkünü kaybeden kültürlü ve iyi yetişmiş
ailelere mensup bireyler olmalıdır. Jenkins, 1993, 11.
2
Xenophon, Oikonomicos, IILI. 1-15; Akalın, 2003, 26.
3
Plato, Republic, 455e ve 456c; Akalın, 2003, 26.
4
Takmer ve Akdoğa-Arca, 2002, 7.
5
Kadınların ve kızların ev ve evin dışındaki hayatları hakkında bkz. Akalın 2003, 32-37.
6
Drahom ve ayrıntıları için bkz. Akalın, 2003, 27-28’de, Demosthenes’e atıflar.
7
Jenkins, 1993, 23; Akalın, 2003, 29-30; Mutluay, 2007, 72-73.
1
647
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Antikçağ’da diğer konularda olduğu gibi yine
çocukların eğitimleriyle ilgili bir istisna Sparta idi. Sparta’da
kadınların da erkekler gibi sportif faaliyetler içinde
bulunduğunu ve erkeklerin eğitimine, gelişimine önem
verildiği kadar kızlarınkine de önem verilmiştir. Sparta’da
kadınlar da erkekler gibi iyi beslenir, okuma yazma öğrenir ve
tüm vücut eğitimlerini alırlardı. Batı Anadolu’da İonia
kıyılarında ise kız çocuklarına Apfrodite şerefine düzenlenen
güzellik yarışmalarına katılmak, kutlamalarda, düğünlerde ve
dini bayramlarda görev almak üzere lyra çalmak, dans etmek
ve şarkı söylemenin öğretildiği bir çeşit eğitimin verildiği
bilinmektedir.1 Savaşçı özelliklerinin ön planda olmasından
dolayı Sparta’da kız çocukları da erkekler gibi beden
egzersizlerine katılmakta ve onlarında sağlam ve çevik bir
vücuda sahip olmalarına özen gösterilmektedir. Stadyumlarda
kızların erkeklerle birlikte koştukları, disk, gülle, ok attıkları
dikkati çekmektedir.2
Diğer taraftan fakir ve kimsesiz çocukların, yaşam ve eğitim bakımından varlıklı
ailelerin çocukları kadar şanslı olmadıkları açıktır. Bu kesimin çocuklarının aldığı
eğitim daha çok onlara yaşamlarında pratik bilgiler kazandırmaya yönelikti. Spor,
müzik gibi dersler ücretli olduğundan, onların varlıklı çocuklar gibi bu derslere devam
edebilecek durumları yoktu. Varlıklı ailelerdeki gibi kız çocukların eğitimine de bu
ailelerde önem verilmesi mümkün olmamıştır.3 Hatta kız ya da erkek, bu çocukların
ayakta kalabilmek için, aileleri ya da diğer şahıslar tarafından dilencilik, yankesicilik,
fuhuş ve gayr-i meşru işlerin önemli bir malzemesi haline getirilmeleri de muhtemeldi.
Kadınlar ve çocuklar, savaşların ve ciddi mücadelelerin de merkezinde yer
almaktaydı. Lemnos’daki Pelasglar, Atinalılar’ın Artemis adına düzenledikleri tören
sırasında Atinalı kadınları kaçırıp, kendilerine odalık yaptılar ve bu kadınlardan
çocuklar edinmişlerdi. Atinalı kadınlar, kendi çocuklarına Atina dilini öğretmişler ve
onların Pelasg annelerin çocuklarıyla karışmasını engellemişlerdi. Atinalı kadınlardan
doğan çocuklar küçük yaşta olmalarına rağmen, Pelasglı anneden doğan çocuklarla
kaynaşmamış, mücadele etmişler ve bunun üzerine Pelasglı erkekler meclis kurarak
Atinalı kadınlardan doğan çocukları anneleriyle birlikte öldürmüşlerdir. Bu ağır
cezalandırma, tarihte ağır suçlar için, “Lemnos suçu” deyiminin doğmasına sebep
olmuştur.4 Diğer taraftan bu ağır cezalandırma sonrası, topraklarının ürün vermediği,
kadınların ve sürülerin doğurganlığının azaldığı ve Delphoi kahini Pythia’nın kehaneti
üzerine Pelasgların Atina’ya giderek onların isteklerini yerine getirmek zorunda
kaldıkları anlatılmaktadır.5
ROMA: Roma uygarlığında çocuk, insan eliyle gerçekleştirilen bir seleksiyona
tabi tutulmaktaydı. Eski Yunan dünyasında olduğu gibi Roma’da da çocuğun yaşama
Akalın, 2003, 27.
Mutluay, 2007, 81.
3
Mutluay, 2007, 75.
4
Herodotos, VI. 138.
5
Herodotos, VI. 139-140.
1
2
648
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
hakkı ailenin iradesine bırakılmıştır. Çocuğun hastalıklı, özürlü, veya cinsiyet
ayrımından ileri gelen tercihlerle istenmemesi gibi sebeplerle doğan çocuğun aile
içerisine kabul edilip edilmemesi söz konusuydu.
Romalılar için aile çok önemli bir kavramdı. Bu nedenle dışarıdaki bir okulda
çocuğa verilen eğitimden önce aile içerisinde verilen eğitim çok daha önemliydi.
Çocuklar da aile içerisinde bu anlayış içinde yetişmekteydiler. Romalılar örf ve
geleneklerini çocuklarına aktarmaya özen gösteriyordu ve çocuklara “12 levha kanunu”
öğretilirdi.1
Roma toplumu için çocuk önemli bir varlıktı. Roma
ailesinde çocuk sahibi olmak genişlemenin ve
güçlenmenin bir sembolü olarak görülmüştür. Romulus ve
Remus adındaki ikiz erkek çocukların Roma’nın kuruluş
efsanesinde vurgulanması bir şehrin doğuşunun bir nesille
birlikte gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.2 Çocuğun bu
kadar değerli olduğu bir toplumda Roma ailesinin her an
genişlemesi için birtakım çarelerin arandığını da
görmekteyiz. Bazen annenin ölümünden sonra, ailenin
çoğalıp genişlemesi için babanın tekrar evlendiği ve bu
evlilikten aileye çocukların dahil olduğu görülmektedir.
Bunun dışında ise Roma toplumunda evlat
edinmenin de yaygın bir durum olduğu görülmektedir.
Roma toplumunda çoğalmanın bir sembolü olan çocuk
ailenin gücünü ve itibarını da arttırmaktaydı. Julia yasasına
göre en az üç çocuğu olan yurttaşlar idari görevlere
getirilmede avantajlar elde ediyorlardı. Memuriyete girişte
bunlara tercih hakkı tanınmıştı.3 Roma toplumunda evlatlık olarak alınan çocukların
aileye dahil olduğu ve bu çocukların aile bireylerinin sahip olduğu hakları da elde ettiği
bilinmektedir. Ancak, bazı noktalarda evlatlık olarak alınan bu çocukların aileye
dahilinde bazı yerlerde farklı uygulamalar da karşımıza çıkmaktadır. Justinianus
zamanında, bir kimsenin kendi soyundan birisini evlat edinmesi ile yabancı birinin
aileye kabulü konusunda farklı uygulamaların getirildiği dikkat çekmektedir.4 Çok
sayıda çocuğa sahip olmaktan kaynaklanan güç ve nüfuz ve çocukların sayısı
bakımından aileye verilen birtakım hak ve ayrıcalıklar Antikçağ’da çocuğun önemini
açıkça ortaya koymaktadır.
Doğumlarından itibaren çocukların hukuki statülerinin belirlenmesinde de anne ve
babanın durumu etkili olmuştur. Ailelerin özellikle de aile reisi olarak görülen babanın
statüsünün, çocuk üzerindeki kararların alınmasında etkisi oldukça fazladır. Roma
uygarlığında kölelerden doğan çocuklar, anne ve babaları gibi köle statüsüne sahip
olmuşlardır. Ancak, bazı durumlarda bu farklılık gösterebilmektedir. Annenin gebeliği
sırasında özgürlük durumunda bir farklılık olursa o sırada anne eğer özgürse çocuk da
özgür, anne köle ise çocuk da köle statüsünde bulunurdu. Roma uygarlığında kölelerin
ve köle doğan çocukların da toplum içerisinde karşılaştıkları birtakım zorluklar
olmaktaydı. Kölelerin evlilikleri, hukuken geçersizdi. Roma dünyasında kadın ya da
Mutluay, 2007, 12. Çocukların eğitimleri hakkında ayrıca bkz. Rawson, 2005; Leas 2011, 288-289.
Titus Livius, The History of Rome, I. 1-17.
3
Rawson, 2005; Mutluay, 2007, 107.
4
Mutluay, 2007, 106.
1
2
649
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
erkek tarafın köle olduğu beraber yaşama halinde, bu birliktelikten doğan çocuğun
annenin yasal durumuna tabi olduğu dikkati çekmektedir. Anne ve babanın azat edilerek
özgür kalması halinde ise evlilik yasal bir nitelik kazanırdı.1 Roma toplumunda çocuk
evlilik dışında doğmuşsa annesinin hukuki durumunu alıyordu. Roma yurttaşı olmak,
yasal haklara sahip olmak açısından önemliydi. Yurttaşı olan ana babanın çocukları da
Roma yurttaşı olurdu. Sonraları Minicia adlı yasayla babaları yabancı sayılan çocukların
da yabancı sayılacakları kuralı getirilmiştir.2 Çocukların sosyal hayatları da hukuki
durumları ile alakalıdır. Atina’da çocukların doğumları sırasında başlayan bu
farklılıklar, nikahlı anneden ya da evlilik dışı bir kadından olmasına göre belirlenmiştir.
Roma’da köle statüsüne sahip anne babaların çocukları da, onlar gibi köle
sayılmaktaydı. Kölelerin gerek birbiriyle gerekse özgür kişilerle yaptıkları evlilikler
geçerli sayılmıyordu. Bu nedenle doğan çocukların durumunda da herhangi bir farklılık
olmuyordu. Ancak bazen gebelik sırasında kadının özgürlük durumunda değişiklik
olabilirdi. Eğer kadın o anda özgürse doğan çocuk da özgür, ama köle ise çocuk da köle
sayılıyordu.3
Yaşamış olduğu çağda sadık bir tebaa ve Iustinianos’un mutlak bir taraftarı olan
Malalas, Khronographia’sında Iustinianos dönemi doğa olayları sırasında, Iustinianos,
servetini kaybeden bir Comes Domesticorum’un (saray muhafızlarının başı) kızlarını
koruyan Antiokheia, Laodikeia ve Seleukeia şehirlerini vergiden muaf tuttuğunu
anlatmaktadır. Aynı dönemin Mayıs ayından itibaren İstanbul’da baş gösteren ekmek
kıtlığından ve takip eden tabiat olaylarının etkilerinden bahsederek, bu süreçte bazı
fırsatçıların bu durumdan faydalanmaya çalıştığını anlatmaktadır. ‘Dini bütün’ olarak
tanımlanan imparatoriçe Thedora’nın, kız çocukları ve kadınları korumak için tedbirler
aldığını aktarmaktadır. “Kadın tacirleri olarak bilinen kişiler her yerde kızları olan fakir
aileleri araştırarak dolaşıp bu ailelere söz, yemin ve az miktarda da para vererek
kızlarını almışlardı. Bu kızların talihsizliklerinden yararlanarak, bunları piyasaya sürüp
vücutlarından haram kar kazanmış ve onları piyasaya sürülmeye mecbur etmişlerdi.
İmparatoriçe, bu kadın tacirlerin zorla toplatılması emrini vermiş, bunların bu kederli
kızlarla birlikte getirilerek, her birinin yemin etmelerini ve kızları ebeveynlerine geri
vermelerini emretti, ve adam başı beşer altın para vererek bundan sonra herkese yemin
ettirerek kadın tacirliği yapmamalarını sağladı. Dini bütün İmparatoriçe bu bedbah
kölelikten kızları azat etmiş, diğerlerine ise bir daha kadın taciri olmamaları emrini
vermiş, kızların vücutlarına giysi armağan etti ve birer de altın para vererek
göndermişti.”4
İRAN: Antikçağda Perslerde de çocukların sayısı bir güç belirtisi olarak
görülmekteydi. Perslerin gelenek ve göreneklerinde kişilerin toplumdaki değeri
çocukların sayısı ile de ölçülmekteydi. Herodotos, Persler adetlerinden bahsederken,
“Bir kimsenin kamuoyundaki değeri, önce savaştaki yiğitliği, sonra da çocuklarının
sayısı ile tartılırdı, en çoğuna sahip olan kraldan her yıl ödüller alırdı, çokluktan kuvvet
çıktığına inanırlardı.”5 demektedir. Bu nedenle çocuğun eğitilmesi, toplumda bir yere
sahip olması da bu topluluklar için büyük önem taşımıştır. Persler, “beş yaşından yirmi
yaşına kadar çocuklarına, ata binmek, ok atmak, doğruyu söylemek gibi üç fazileti
öğretmeyi hedeflerlerdi. Beş yaşından önce çocuk babasına gösterilmez, kadınların
1
Mutluay, 2007, 108.
Mutluay, 2007, 109.
3
Mutluay, 2007, 108.
4
Ozansoy, 2002, 54.
5
Herodotos, I. 136.
2
650
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
arasında yaşardı. Böylelikle çocuk eğer küçük yaşta ölürse bu yasın babası üzerinde
kötü bir etki yapmasını önlemiş olurlardı”.1 Bu bilgiler ışığında, ataerkil bir toplumda
çocuğun hem toplum için hem de aile için önemi açıkça ifade edilmiştir.
Pers toplumunun gelenek ve görenekleri içerisinde evlatlık çocuklar ile ailenin
kendi soyundan olan çocuklar arasında da ayırım olduğu görülmektedir. Herodotos’a
göre, Perslerin gelenek ve göreneklerinde, ağır bir suç işlenmedikçe, hiç kimseye ağır
ceza verilmediği, ve ancak, “birinin anasını ya da babasını öldürmesi durumunda, iyi
araştırıldığı taktirde derler, o çocuğun ya bir günah çocuğu ya da bir evlatlık olduğu
meydana çıkar. Zira Perslere göre asıl ana babanın kendi çocukları eliyle ölmeleri bir
durumun olmadığına inanmışlardır”.2
İktidar hırslarından dolayı henüz doğmamış çocukların yaşam haklarının
ellerinden alındığına dair örneklere de rastlanmaktadır. Medli Astyages, kızı
Mandane’yi, iyi soydan gelen Persli Kambyses’le evlendirmiş ve kızı hamile kalmıştı.
Mandane, Kambyses’in çatısı altında yaşamaktaydı. Bu evliliğin birinci yılında
Astyages rüyasında kızı Mandane’nin döl yatağından bir asma sürdüğünü, asmanın
çubuklarının bütün Asya’nın üstünü kapladığını görmüştü. Bu rüyadan sonra, rüya
yorumcularının sözüne uyarak kızını doğuracağı zaman Perslerin yanından alıp kendi
yanına getirtmiş ve onu göz altına almıştı. Rüya yorma sanatında ustalaşmış falcıların,
bu kızdan doğacak oğlanın kendi yerini alacağı sonucunu çıkarmaları üzerine doğacak
çocuğu öldürtmek istemişti. Astyages, bu tehlikeyi savuşturmak için Kyros doğar
doğmaz, Medler içinde kendisine en çok bağlı olan, en güvendiği adamı ve aynı
zamanda akrabalarından biri olan Harpagos’u çağırtmış ve O’na Mandane’nin
doğurduğu çocuğu evine götürüp öldürdükten sonra gömmesi ve bu konuda dikkatli
olması emrini vermişti.3 Harpagos, eve döndüğünde durumu hanımına anlatarak,
hükümdarın delice talebi karşısında çare aramış ve sonunda sığırtmaçlardan birini
çağırarak bebeği saklaması için ona teslim etmiştir. Hanımı o günlerde doğurmak üzere
olan sığırtmaç, bebeği eve götürmüş ve kendi çocukları ölünce, Kyros yerine onu
gömmüşlerdi. Böylece Astyages’in torunu olan bebek Kyros kurtulmuş ve büyüyüp on
yaşlarına gelince çevresindeki çocuklar arasında emir vererek dikkat çekmeye
başlamıştı. Durumu araştırtan Astyages, Harpagos’un teslim edilen bebeği
öldürmediğini öğrenince ona bir oyun hazırlamıştı. Verdiği emirden pişman
görüntüsüyle, Harpagos’a kendi oğlunu Kyros’la oynaması için saraya göndermesini
istemiş ve çocuk saraya gelince onu kestirip doğratarak etini pişirtmiş, çocuğun baş, el
ve ayaklarını bir sepete koydurmuştu. Harpagos’u akşam yemeğe davet etmiş ve ona
farkına varmadan oğlunun etlerini yedirmiş, sonra da çocuğun sepet içindeki uzuvlarını
ona hediye etmişti. Astyages, alaycı bir şekilde, Harpagos’a yediği etin hangi hayvanın
eti olduğunu da sorarak onun bütün duygularını altüst etmişti. Fakat Harpagos, büyük
bir soğuk kanlılıkla, bunu anladığını ve hükümdar ne yapmışsa iyi yapacağını belirterek
çocuğun kalan etlerini de toplamış ve eve dönüp onları bir mezara gömmüştü.4
Perslerle Mısırlılar arasında geçen bir başka olayda, çocukların toplumların
devamlılığındaki etkisi sebebiyle savaş ve mücadelelerin odak noktası oldukları da
anlaşılmaktadır. Herodotos, “Persler, Mısırlıların karşısına gelip ordugah kurdular,
savaşa hazırlandılar. Mısır kralının ordusundaki ücretli askerler- ki bunlar Yunanlı ve
1
Herodotos,I. 136.
Herodotos, I. 137.
3
Herodotos, I. 107-108.
4
Herodotos, I. 109-119.
2
651
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Karialıydılar- Mısır topraklarına yabancı bir ordu getirmiş olduğu için Phanes’ten öç
almayı, onu cezalandırmayı kurdular. Phanes çocuklarını Mısır’da bırakmıştı. Onları
getirdiler, iki ordunun arasına orta bir yere krateros1 koydular. Çocukları birer birer
getirip babalarının gözü önünde ve kraterosun üstünde boğazlarını kestiler. Çocukların
hepsini böylece öldürdükten sonra kraterosun içine su ve şarap ta koydular ve
çocukların kanlarını son damlasına kadar içtiler.”2 demektedir.
Bu bilgiler, Persler ve Mısırlılar arasındaki mücadele ve iktidar hırsının
çekişmelere sebep olduğunu ve yönetim ve mücadele hırslarının ortasında kalan
çocukların, yaşama haklarının dehşet içinde ellerinden alındığını ortaya koymaktadır.
MISIR: Mısırlılar’ın çocuklara verdikleri önem pek çok eskiçağ toplumundan
farklı ve özgündür. Çocukların toplumdaki önemi ile ilgili çok sayıda örnek bulunmakla
birlikte, gençlere hitaben yazılan nasihatlerde, “Saygılı ol, senden yaşlı veya üst
derecede birisi içeri girdiği vakit ayağa kalk. Fakat, her şeyden evvel ailene saygı
göster. Anne ve babanın eline su dök, annene bol ekmek ver ve onu seni taşıdığı gibi
taşı. O senin büyük yükünü kaldırmıştı ve seni üç sene müddetle emzirmiştir. O, seni
okuyup yazman için, mektebe koymuş ve sana evden ekmek ve bira getirmiştir. Sen de
evlendiğin zaman, annenin emeklerini düşün, öyle ki; o seni takbih etmesin ve Tanrı’ya
elini kaldırıp, sesini (şikayet ederek) duyurmasın. Fakat, sen genç iken evlen ki, karın da
sana bir oğul versin…3 denilerek ahlaklı olmak kadar, iyi bir toplum kurulması için, iyi
değerlerle çoğalmanın önemi ortaya konulmuştur.
Eski Mısırlıların tarihi devirlerde, sahip oldukları yazı sistemini, gençliğe
öğretmeye ve nesiller boyunca sürdürmeye önem verdikleri görülmektedir. Bu itibarla
en eski devirlerden itibaren Mısır’da, köylü ve esnaf, ve okuyup yazmasını ve hesap
yapmasını bilen aydın zümre olarak iki temel sosyal sınıf belirmiştir. Aydın sınıf, asırlar
boyunca gittikçe gelişmiş ve eski Mısır ülkesinde çok önemli duruma yükselmiştir.
Mısır’lılar bu iki sınıfın farklılığını, “Cahil bir adam yüklü bir hayvana benzer, okumuş
ise bu hayvanı sevk ve idare edendir” sözleriyle ifade etmişlerdir. Saadet ve refahın
kapılarını açmak için, hayatta ilerlemek isteyen insanların, okuma-yazmayı öğrenmeleri
gerektiğine inanarak, öğretim ve eğitime önem vermişlerdir. Orta İmparatorluk devrinin
bir filozofu, oğlunu okula götürüp bıraktıktan sonra, diğer meslekleri sıralayıp, onların
olumsuz yönlerini belirterek yazıp öğrenmenin diğerlerinden önemli olduğunu
vurgulamış ve onu eğitime teşvik etmeye çalışmıştır. Bu nasihatler, bin yıl sonra,
Mısır’da, Yeni Devlet zamanında dahi insanları eğitime teşvik etmiş ve okuyup yazma
öğrenenler daha da çoğalarak bilgili insanlar ve memurlar yetişmiştir.
Mısır’daki arkeolojik kazılarda, okul olarak kullanılan yerler tesbit edilebilmiştir.
Mabetlerin yanında bulunan bu okullar, rahipler tarafından idare edilir ve öğretim
yapılırdı. Büyük Rahip, “hükümdarlığın öğretim ve eğitim şefi” unvanını taşır ve maarif
işlerini idare ederdi. Bu okullardaki rahip öğretmenler, hükümet hizmetlerinde iş
görecek memur ve katip yetiştirmekle sorumlu olup, hem yazıyı ve hem de hayatta
gerekli olan çeşitli bilgileri öğretirler, bir taraftan da eğitimin faydalarını telkin
ederlerdi.4 “Kalbini ilme ver ve onu öz annen gibi sev”, “Hiçbir şey, bilmek kadar
Büyük, yuvarlak ve derin çukur kaplar.
Herodotos, III. 11.
Afetinan, 1987, 276. Yunan dünyasında görülmemesine rağmen Mısır’da çocukların ve gençlerin, sokaklarda yetişkinlere saygı
göstermeleri hakkında bkz. Herodotos, II. 80.
4
Ramseum mabedinin bir kısmında bu okullardan birinin harabeleri içinde, çocukların egzersiz olarak taş, çanak çömlek kırıkları
(ostraka) ve kavkaalar üzerine yazdıkları müsveddeler bulunmuştur.
1
2
3
652
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kıymetli olamaz”, “Her meslek bir şefe tabi olmayı amirdir, sadece bilgili bir insan
kendi kendini idare edebilir” gibi sözler, öğrencilere temrin olarak yazdırılırdı. Eski
Mısırlılar bilgiye değer vererek onun önemini belirtmişler ve kitapların bir araya
toplanabileceğini, hatta bunları gece okumak imkanına sahip olabildiklerini
kaydetmişlerdir. Bir öğretmen öğrencisine, “Vaktini istemekle kaybetme!.., Elindeki
kitabı oku ve senden iyi bilenlerin nasihatlerini dinle” şeklinde hitap etmektedir.
Bulunan okul temrin vesikaları üzerinde, öğretmenlerin tashihleri dahi görülmektedir.
Bu tarz öğretimde yazıların öğrencilere kopya ettirilerek veya öğretmen tarafından
yazdırılarak, yapıldığı anlaşılmaktadır. Okul disiplininin sert olduğu ve dayağın yer
aldığı, “Gençlerin bir sırtı vardır, o dövüldüğü zaman iyi dinlemesini bilirler”
ifadesinden tespit edilebilmektedir. “Siz benim sırtımı dövdünüz, sizin öğrettikleriniz
böylece benim kulaklarıma girdi” diyen öğrencinin sözleri de bu durumu ortaya
koymaktadır. Böylelikle sözle nasihatin fayda vermediği durumda, öğretmenler
çocukların tembellikleri ve kötü huyları ile mücadele edebilmek için şiddet
kullanmışlardır. Öğrencilere hitap eden bir metinde, “Kalbini zevk ve safaya verme,
çünkü, burada kendini kaybedersin. Elinle yaz, ağzınla oku ve senden çok bilenlerin
söylediklerini iyi karşıla. Hiçbir gününü boş geçirme, yoksa dayak yersin, çünkü;
gençlerin kulakları sırtlarındadır ve ne zaman dövülürse daha iyi dinlerler”
denilmektedir. Yaramaz bir öğrenciden şikayet eden bir öğretmen ise üzülerek, “Seni
terbiye etmekten bıktım. Sana yüz değnek vurmaktan ne çıkar! bu, sende hiçbir semere
vermiyor… Fakat, bütün bunlara rağmen, benim seni adam edeceğimi bil” demektedir.
Diğer taraftan öğretmen, sadece okutmak için değil, aynı zamanda çocukların ahlaki
durumları ile ilgilidir ve onlara yazılı olarak nasihatte bulunurken, “Bana haber verdiler
ki sen okuyup yazmayı bırakmış, kendini zevke vermişsin, içki kokan yerlerde sokak
sokak dolaşıyormuşsun. Bu içki yüzünden insanlar senden kaçıyorlar. Sen dümeni
doğru yola gitmeyen bir gemiye benziyorsun, sen ilahsız bir mabet, ekmeksiz bir ev
gibisin. Seni düz duvara tırmanırken görenler, senden koşarak kaçıyorlar. Çünkü, sen
onları kırıyorsun. Ah! Sen biliyor musun ki kuvvetli içkiler insanları harap eder, sen
bunlara tövbe et” nasihatlerinden sonra, öğretmen kendi hayatından da örnekler vererek,
onu doğru yola sevketmek için ümidini kesmediğini ifade etmektedir. Bütün bu
sözlerden Mısır’da çocuk eğitiminin önemi sebebiyle, okuma ve yazma sorumluluğu ile
görevli olan insanların, çocukların her türlü durumu ile ilgilendiklerini ve onları terbiye
etmek ve doğru yola sevketmek için şiddeti de bir araç olarak kullandıklarını
göstermektedir.1
Bu durumun firavunların çocukları için de geçerli olduğunu, Vezir Ptah-Hotep’e
ait olduğu düşünülen bir “Yaşama hüneri ve adab-ı muaşeret” kitabında, “Herkesten bir
şeyler öğrenebilirsin. Hak ve doğrulukla hayatta en ileri gidebilirsin. Sözlerinde daima
temkinli ol. Yükselmiş olanları küçümseme. Haberleri ulaştırma hususunda sadık ol.
Kendine dinlenmek için muayyen bir vakit ayır” gibi kaydedilmiş cümleler dikkate
değer ifadelerden anlayabilmekteyiz. Ptah-Hotep, yazılarında ihtiyarlığın kendisine
verdiği takatsizlik içinde hükümdara, “Yorgun insan için, kuvvet kaybolmuştur. Ağız
dilsizdir ve konuşamıyor. Gözler zayıflamıştır ve kulaklar artık işitmiyor. Kalp
unutkandır ve bir gün evvelkini hatırlamıyor. Kemikler yaşlılıktan azap çekiyor, burun
tıkanmıştır ve artık nefes alamıyor. İster oturmuş ol, istersen ayakta dur, daima
rahatsızsın. İyilik, hastalığa dönmüştür. Her arzu kaybolmuştur. İnsanlar için yaşlanmak
demek yaşlılık, her şeyin kendisi için fena olmasıdır” şeklinde kaydedilmiş cümleler
1
Afetinan, 1987, 255-257.
653
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
dikkate şayandır. Bütün bu şikayetlerden sonra Ptah-Hotep hükümdardan, oğlunu eski
tarzda yetiştirmek için izin istemektedir. Oğlu, kendi tabiriyle, “ihtiyarlığın bastonu”
olacaktır. Bu münasebetle Ptah-Hotep, “İlminden dolayı kibirli olma, kendi gururunu
bilgilerinin içine koyma. Alimlerden olduğu gibi, cahillerden de nasihat dinle. Eğer sen
yüksek bir mevki işgal edersen hep iyi olan şeyleri iste, öyle ki; senin tabiatında hiçbir
hata olmasın. Doğruluk (hak) çok fevkaladedir ve devam eder. Güneş ilahı seni
yarattığından beri hiç kuvvetinden kaybetmemiştir, fakat; onun kanunlarını ihlal edeni
cezalandırmıştır. … Babam beni doğruluk içinde büyüttü, işte bana bıraktığı en iyi şey
bu olmuştur” diyerek gençler tarafından itaat edilmesi lazım gelen güzel sözleri
kaydetmektedir.1
Eskiçağ’da ve Antikçağ’da nadir karşılaşılan bir durum da, Mısır’da çocukların
çok küçük yaşlarda ülke yönetmeye başlamışlarıdır. MÖ. 2413- 2065 yılları arasında 6.
Sülale zamanında I. Pepi, Abidoslu Kuhi isminde birinin kızıyla evlenmiştir ve
ölümünden sonra, büyük oğlu yedi yaşındaki, Menere, kısa bir zaman hüküm sürmüştür.
Bundan sonra altı yaşında olan kardeşi II. Pepi (Neferkere) tahta çıkarılmıştır.2 Yönetici
durumdaki bu çocuklar çok küçük yaşlarda olmalarına rağmen bazıları çok önemli işler
başarmış bazıları ise yaşlarının çok küçük olması nedeniyle ya bir aile büyüğü
himayesinde yöneticilik yapabilmiş ya da tutunamayarak bu konumda çok kısa bir süre
kalabilmiştir. Burada dikkate değer olan nokta naipler desteğiyle de olsa çocukların
yönetimde yer almasıdır. Orta Devlet döneminde MÖ. 2065-1585 yılları arasındaki
sülalenin ünlü çocuk hükümdarı III. Amenemhat zamanında, Mısır ülkesinin zirai
ekonomisi üzerinde itina ile uğraşılmış, ve en önemlisi, Fayyum vahasındaki bataklıkta,
büyük bir su deposunun yapılmış, bugünkü Kahire’nin seksen kilometre güneyinde ve
Nil’in batısında bulunan bu vahadaki Möris gölünün yapılmasıyla, o devirde bütün orta
ve aşağı Mısır’ın su işleri tanzim edilmiştir.3 Çocuk yaştaki hükümdarın bu buluşu o
döneme göre oldukça büyük bir iş sayılabilir.
Eski Mısır’da Yeni Devlet’in 17. Sülale döneminde, MÖ. 1580-1320 yılları
arasında çocuk hükümdarların önemli işler başardıkları görülmüştür. Bunlar içerisinde I.
Amenofis’ in oğlu I. Tutmosis Mısır için büyük fetihler devrini açmıştır. Suriye’yi istila
etmiş, Fırat boylarına kadar giderek orada sınır taşları diktirmiştir. Sonra da ordusunu
Sudan’a sevk ederek Mısır’ın öteden beri uğraştığı Güney bölgesi Nübya ve Sudan
memleketlerini eyalet halinde birleştirmiş ve oralara “Kuş” adını vererek Mısır devleti
sınırlarına katmıştır.4
Evlatların varis olarak başa geçmeleri konusu Mısır’da soyun ve sülalenin devamı
kavramını da doğurmuştur. Eski Mısır’da devlet teşkilatı daha önce belirlenen esaslar
üzerinde devam etmekteydi. Orta Devlet ve bundan önce ve sonraki ara devirlerde,
babadan oğla intikal edecek olan sülaleler, muntazam bir surette iktidarı ellerinde
tutabilmek için, hükümdarlar veliahtlarını önceden belirtmişlerdir. Böylelikle onları
gelecek için hazırlamışlardır.5 I. Tutmosis öldüğünde (MÖ. 1520) tahta varis iki kişi
bırakmıştı. Birisi kral ailesine mensup olan karısından doğan kızı Haçepsut, diğeri başka
bir karısından olan oğlu II. Tutmosis’dir. II. Tutmosis erkek varis olarak tahta çıkınca,
Mısır’da eğitimin ve sınavlarının bir parçası olarak öğretmen ve öğrencileri arasında teati eden mektuplara da rastlanmıştır.
Afetinan, 1987, 260-261. Bu tür nasihatlerin, firavunların kendileri tarafından da oğullarına aktarıldığı görülmektedir. Tebası
tarafından ihanete ve hatta suikaste uğramış olan ihtiyar firavun I. Amenemhat’ın oğlu I. Sesostris’e hitaben söylediği sözlerde
siyasi ahlak düsturları olduğu gibi insanların nankörlüğü üzerine psikolojik düşünceler de yer almaktadır. Afetinan, 1987, 263-264.
2
Afetinan, 1987, 72- 73.
3
Afetinan, 1987, 87.
4
Afetinan, 1987, 102.
5
Afetinan, 1987, 175.
1
654
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
üvey kardeşi olan Haçepsut ile evlenmiştir. Bu suretle kendisi daha meşru bir hükümdar
sayılacaktı. Haçepsut’un taraftarları, onu gerçek meşru hükümdar olarak görüp
destekleyince, II. Tutmosis kısa süren hükümdarlığı zamanında silik bir şahsiyet olarak
kalmıştır (MÖ. 1520-1505). II. Tutmosis’ in ilk zamanlarında üçüncü Şellale’deki
zencilerin isyanı hudut askerleri tarafından bastırılmıştır. Tutmosis, bunun üzerine
birinci Şellale’ye kadar gitmiş ve oradaki durumu emin bir hale getirmiştir. Bundan
sonraki yıllar sulh içinde geçmiştir. Zaman ilerledikçe, Haçepsut iktidarı daha çok eline
almış ve babasının kendisini tahta varis bıraktığını iddia etmiştir. II. Tutmosis’in
Haçepsut’tan iki kızı olduğu için tahta varis olan oğlu, diğer bir karısındandı. O da
Karnak’taki Amon-Ra mabedinde rahip bulunmaktaydı. Oradaki rahiplerin bir hilesi
olarak, dini bir ayin esnasında Ra heykeli, genç rahip prensin önünde eğilmiş ve bu
suretle II. Tutmosis, sağlığında oğlunu tahta iştirak ettirmiştir. Bundan bir süre sonra
ölen II. Tutmosis’in yerine oğlu III. Tutmosis resmen hükümdar ilan edildiğinde
Haçepsut’un kızı ile evlenmiştir. III. Tutmosis küçük yaşta olduğundan, Haçepsut
vasiye kraliçe olarak yerinde kalmış ve memleketi o idare etmiştir. III. Tutmosis’in
hükümdar ilan edilişinin dokuzuncu yılında, asiller de Haçepsut’la birleşerek onu
hükümdar ilan etmişlerdir. Bu suretle o, bütün hükümdarlık unvanlarını almış ve
böylece III. Tutmosis tamamıyla gölgede kalmış ve böylece hiçbir işe
karıştırılmamıştır.1
Eski Mısır devleti yöneticileri, komşu akınlarını önlemek, Mısır devleti sınırlarını
genişletmek amacıyla kurdukları ordunun başı olmakla birlikte, bazen veliaht seçtiği bu
görevi oğullarına, devredebilirlerdi. I. Amenemhat, son hükümdarlık yıllarında oğlu I.
Senusrit’e orduyu teslim etmiştir.2
Mısır toplumunda, bazı önemli yerel bölgelerin idaresinde de babadan oğla geçen
atamalara rastlanmaktadır.3 İdari kademelerde olduğu gibi, bu noktada çocukların
gelecekte yapacakları mesleklerin zorunlu olarak babadan oğla geçtikleri ortaya
çıkmaktadır. Herodotos, Lacedaemonların (Spartalılar), Mısırlılarda olduğu gibi,
Keruxlerin (haber götüren subay, çavuş), flüt çalanların, aşçıların görevlerinin babadan
oğula geçtiğini, flütçünün çocuğunun flütçü, aşçının çocuğunun aşçı ve kerüxün
çocuğunun kerüx olduğunu belirtmektedir. “Bir başkasının sesi daha gür olabilir ama
buna dayanarak bir kerüx çocuğunun işini alamaz, mesleğin babadan kalması başta
gelir” diyerek mesleklerin babadan oğla geçme durumunu vurgulamaktadır.4
Antikçağ’da Eski Mısır uygarlığında çocukların evliliği bazen hükümdar ailesi
içerisinde akrabalığın doğmasına, bezen de devletler arasında dostluk ilişkilerinin
oluşmasına sebep olmuştur. IV. Tutmosis zamanında MÖ. 15. yüzyıl içerisinde
Mitannilerle bir anlaşma yapılmış ve hükümdar aileleri arasında akrabalık meydana
gelmiştir. Mitanni hükümdarı Artatam’ın kızı Mutemuya, III. Amenofis’in annesi
olmuştur. MÖ. 1405’ten sonra artık Mitannilerle Mısırlılar arasında harp olmamış, bu
devlet ile Mısır müttefik bir duruma girmiştir. Amarna mektuplarından, III. Amenofis’in
1
Afetinan, 1987, 103.
Afetinan, 1987, 184.
Nubya valisinin görevi, bölgesinde, hükümdar adına nazırlık etmek ve memleketin refahına hizmet ederek, onun Mısır’a vermekle
mükellef olduğu yıllık vergiyi düzenli olarak ödetmekti. Mısır, Nubya’da özellikle altın madenlerini işletir ve oradan fildişi ve diğer
bazı maddeleri getirtirdi. Bu sebeple Nubya’yı elde tutmak ve onu iyi bir idare altında bulundurmak için bu çağda, Nubya ve bunun
gibi önemli bölgelerde görev yapan hükümdar vekillerinin çok iyi idareciler arasından seçilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar,
aynı zamanda uzun müddet, hatta ölünceye kadar, bu yerde kalmışlar, bazen de valilik babadan oğula geçmiştir. Nubya hükümdar
vekilliği çok arzu edilen, en mühim memuriyetlerden biri olmuştur. Çünkü bu valiler, merkezdeki Vezirden, daha az sorumlu
olmalarına rağmen, daha büyük bir hak ve hürriyete sahip olmuşlardır. Afetinan, 1987, 181-182.
4
Herodotos, VI. 60.
2
3
655
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
de aynı şekilde, Mitanni hükümdarı Sutarna’nın kızı Gilu-Hepa ile evlendiği
anlaşılmaktadır. Bu suretle iki devlet arasında gitgide dostluk artmıştır. Bu arada III.
Amenofis Babil hükümdar ailesinden biri ile evlenmiştir. Böylece; Asya devletlerinin
hükümdar aileleri ile Mısır sarayında akrabalık kurması, siyasi anlaşmalara da yol
açmıştır.1 Eski Mısır’da MÖ. 1278 yılında Yeni imparatorluk döneminde Hitit
hükümdarının kızı, Mısır hükümdarına zevce olarak verilmiş ve iki devlet arasında
akrabalık ilişkileri kurulmuştur.2
Antikçağ’da bazı toplumlarda evlat edinilen çocuklar hoş karşılanmaz ve birtakım
haklardan mahrum kalırlardı. Bazı toplumlarda ise ailenin soyunu devam ettirme
düşüncesi de olup bu çocuklar ailenin bir bireyi sayılıp tüm haklardan da
faydalanabilirdi. Antikçağ’da Eski Mısır’da bu durumun bir örneğine rastlanmıştır. MÖ.
663-525 yılları arasında “26. Sülalenin kurucusu ve en kudretli şahsiyeti tanınan I.
Psammetik Mısır’ daki otoritesini hiç kimse ile paylaşmak istememiştir. Bu meyanda, I.
Psammetik, Amon ilahının zevcesi sayılan ve Yukarı Mısır’da ruhani bakımdan çok
büyük bir kudreti olan II. Şapenupet’in, kendi kızı Nitokris’i resmen evlat edinmesini
istemiştir. Bu maksatla karşılklı siyasi ve dini görüşmeler yapılmış ve Nitokris resmi bir
tören ile bu hukuki durumu iktisap etmiştir. Neticede Nitokris, 3. Şapenupet unvanıyla,
bir taraftan babası I. Psammetik’in, diğer taraftan II. Şapenupet ile Mentuemhat
ailesinin ve Amon rahiplerinin verdiği arazi ve mallarla Delta’da Orta ve Yukarı
Mısır’da büyük bir servete sahip olmuştur.3
Devletlerarası mücadelenin, tarihin her çağında her döneminde çocuklara birçok
olumsuz etkisi olmuştur. Bu durumlarda, çocukların kaçırılması, onlara işkenceler
edilmesi ya da öldürülmesi gibi olaylar karşımıza çıkmaktadır. Antikçağ’da Eski
Mısır’da 25. Sülale döneminde MÖ. 671 tarihinde Asurlular ile Mısırlılar arasındaki
mücadele sırasında Asur hükümdarı Assarhadon, Sina çölünü ordusu ile geçerek Mısır
topraklarına girmiş ve Menfis’i zaptettiğinde Taharka’nın oğulları, kızları, bütün haremi
ve hazinesi Asurlular tarafından alınmıştır.4
Antikçağ’da Eski Mısır uygarlığında devletlerarası yapılan mücadelelerde
çocukların rehin alınıp, şantaj aracı olarak kullanılması da karşımıza çıkmaktadır. Yeni
Devlet 17. Sülale döneminde, III. Tutmosis, Haçepsut’tan sonra hükümdarlığı bilfiil ele
aldıktan sonra, Mısır devletinin sınırlarını Filistin ve Suriye’ye kadar ilerletmiş, yirmi
yıla yakın bir süre, her ilkbaharda bir ordu ile doğu-kuzeye sefere çıkmıştır. Bu
savaşların sonunda Mısır devletinin hakimiyet sınırları genişlemiştir. Bu beylerin
oğullarını rehin olarak Mısır’a getirmişler, bu suretle babalarının sadakatini ve senelik
haraçlarını muntazam almayı temin etmişlerdir.5
Mısır toplumunda maden ocaklarının iktisadi önemi kadar, buradaki çocuk
işçilerin durumu da ilginç veriler sunmaktadır. Sicilyalı Diodorus (MÖ. 56), Mısırlı
maden işçilerini tasvir ederken, onların özellikle acıklı durumlarına işaret etmiştir. Altın
madenlerinde çalışan işçilerin harp esirlerinden ve mahkumlardan oluştuğunu ve
“maden işçilerinin ellerinde ışık ile, toprak altında altın madeni damarlarını sivri
kazmalarla aramakta ve çocukların ise bu ağır madenleri dışarı taşıdıklarını” ifade
1
Afetinan, 1987, 133-134.
Afetinan, 1987, 117.
3
Afetinan, 1987, 159.
4
Afetinan, 1987, 156.
5
Afetinan, 1987, 104-105.
2
656
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ederek, çocukların ağır şartlar altında çalıştıklarını belirtmektedir.1 En önemlisi de
işçiler teşkilatlanarak mesleklerine göre sınıflar oluşturduklarından çocuklarının da aynı
meslekte devam etmeleri gerekmekteydi.2
SONUÇ
Farklı yaşantı ve bakış açılarına rağmen, Antikçağ’ın bütün toplumlarında çocuk
kavramının göreceli ve yerel değerlere bağlı olarak önemsendiği anlaşılmaktadır.
Çocuklara hayat hakkı tanınması ve şiddet konularıyla ilgili olarak, Antikçağa ait
örneklerin ele alındığı bu çalışma, çocukların yaşam hakları dahil olmak üzere her türlü
hak ve gelişmelerinin yetişkinlerin elinde olduğunu göstermiştir. Esasen soylu ya da
varlıklı aile çocuklarının imkanlar ölçüsünde yaşama ve eğitim haklarını olabildiğince
iyi şartlarda ulaşabildikleri söylenebilir. Ancak, toplumların devamlılığını sağlama
konusunda kendilerine biçilen değer ölçüsünde de savaşların ve mücadelelerin odak
noktası olmaları kaçınılmazdı. İktidar hırsı ve ihtirasları sebebiyle, çocukların
yetişkinler tarafından ortadan kaldırılması konusunda soy ve zenginliğin de işe
yaramadığı açıktır. Bu noktada, fiziksel ve maddi açıdan gücü ve iktidarı elinde
bulunduran yetişkinlerin çocukların yaşama hakkına istedikleri gibi müdahale edebilme
durumları da sözkonusu olmuştur. Genel tablo içerisinde, çocukların yaşam ve yetişme
süreçleri için adeta bir doğal seleksiyon ve ancak güçlü ve şanslı olanların yaşaması
mümkün olmaktadır. Güçlünün, haklı olduğu hemen her toplumda olduğu gibi kız
çocukların ayakta kalma şanslarının erkek çocuklara oranla daha zayıf görünmekte ve
cinsiyet ayrımı, yaşam hakkının tanınması açısından bile önemli bir faktör olmaktadır.
Eski Yunan ve Roma toplumunda doğan çocukların kız ya da erkek olmaları dolayısıyla
cinsiyet ayrımına tabi tutulmaları, engelli, eksik, hastalıklı ya da çirkin doğmaları; gayrı meşru ya da alt sınıf kadınlardan doğmaları, ailenin maddi durumunun yetersizliği vb
sebeplerle öldürüldükleri ya da ölüme terk edildikleri anlaşılmaktadır. Şehrin herhangi
bir yerine bırakılan ve şans eseri hayatta kalabilen çocuklar, çocuğu olmayan
merhametli aileler tarafından ya da kötü niyetli insanların eline düşerek çeşitli alanlarda
onların kötü emellerine hizmet etmek üzere yetiştirilebilirlerdi. Mısır’da ise erkeklerin
yönetme erki önemli olmakla birlikte, soyun kız tarafından sürdürülmesi sebebiyle kız
çocukların önemsendiği, eğitildikleri ve yönetime dahil edildikleri görülmektedir.
Çeşitli Eskiçağ toplumlarında, çocukların yetişmeleri sırasında, iyi eğitilmeleri
amacıyla dayağa maruz kaldıkları da anlaşılmaktadır. Köle ve gayr-ı meşru çocukların
hayat şartlarının yaşamakla-ölmek arasında olması da oldukça kuvvetlidir. Eskiçağ’da
çok çeşitli kötü işlerin önemli bir aracı ve madenlerin genç ağır işçileri olarak da
görülebilmektedirler.
Geçmişten günümüze baktığımızda, Antikçağ’a oranla çocuk haklarının, önemli
bir gelişme gösterdiği, ancak halen insan haklarına sığmayan çeşitli muamelelere maruz
kalmaları sebebiyle, sorunlarının çoğunun geçmişle ve birbiriyle benzer olduğu
görülmektedir. Bu bilgiler ışığında, “yaratılmışların en şereflisi” ve dünyanın her
yerinde en değerli ve masum varlıklar olan çocukların, değerinin yeniden gözden
geçirilerek, toplumun tüm fertlerine aktarılmalı, çocuk yetiştirmenin bir “toplum
yetiştirme” olduğu bilinci geliştirilmelidir.
1
2
Diodorus Siculus, Ethiopia and the gold mines of Egypt, III. 13; Afetinan, 1987, 206.
Afetinan, 1987, 208-209.
657
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KAYNAKÇA
Demosthenes, Apollodorus Against Neaira, with an English translation by
Norman W. DeWitt, Harvard University Press; William Heinemann Ltd., London,
1949.
Diodorus Siculus, Greek texts and facing English translation, translated by
C. H. Oldfather, Loeb Classical Library, 12 volumes, Harvard University Press, 1933.
Herodotos Tarihi, çeviren Müntekim Ökmen, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2006.
Plato: The Republic, translated by Allen, R.E., Yale University Press, New
Haven, 2006.
Titus Livius, The History of Rome, translated by Rev. Canon Roberts,
Everyman’s Library, J.M. Dent and Sons, London, 1912.
Xenophon, The Shorter Socratic Writings: "Apology of Socrates to the Jury",
"Oeconomicus", and "Symposium", trans. and with interpretive essays by Robert C.
Bartlett, with Thomas Pangle and Wayne Ambler, Cornell University Press, The Agora
Editions, Ithaca, 1996.
Afetinan, (1987), Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara.
Akalın, Ayşe, Gül, (2003), Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı,
Anakara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, c. XXI,
sayı. 33, Ankara, 17-49.
Bolkestein, H., (1922), “The Exposure of Children at Athens and the
egxutristriai”, Classical Philology, 17.3, 222-239.
Erdemir, Hatice P., (2011), “Wollen Textiles: An International Trade Good in the
Lycus Valley in Antiquity”, Colossae in Space and Time Linking to an Ancient City,
Edt. By Alan H. Cadwallader and Michael Trainor, Vandenhoeck and Ruprecht, Leiden,
104-129.
Golden, Mark, (1990), Childhood in Classical Athens, The Johns Hopkins
University Press, Baltimore.
Hart, Neils, and Oakley, John H., (2003), Coming of Age in Ancient Greece:
Images of Childhood from the Classical Past, Yale University Press, New Haven.
Jenkins, Ian, (1993), Antik Devirde Çocuk Eğitimi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul.
Laes, Christian, (2011), Children in the Roman Empire: Outsiders Within, Bryn
Mawr Classical Review Cambridge University Press, Cambridge/New York.
Macmullen, Ramsey, 1974, Roman Social Relations, 50 BC to 284 AD, New
Haven.
Mutluay, Nazmiye, (2007), Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk, Ütopya
Yayınları, Ankara.
Ozansoy, Esin, (2002), Adalya, Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, c.1,
İstanbul.
658
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Rawson, Beryl, (2005), Children and Childhood in Roman Italy, Oxford
University Press.
Takmer, Burak, ve Akdoğa, Ebru, (2001-2002), Adalya, Akdeniz Medeniyetleri
Araştırma Enstitüsü, c.5, İstanbul.
Vuorinen, H.S. and Mussalo-Rauhamaa, H., (1995), “Public health and children’s
well-being and health during Antiquity”, Vesalius, 1, 1, 31 – 35.
RESİMLER
Resim 1- M.Ö. 6.yüzyıla ait bir oyuncak, İzmir Arkeoloji Müzesi.
Resim 2- Küçük Asya’dan ele geçen ve bir sığınmacı tarafından 1922 yılında Atina’ya
getirilmiş olan I. yüzyıldan bir erkek çocuk heykeli, Athens, National Archaeological
Museum no: 24, (http://www.athensguide.com/archaeology-museum/athens-nationalmuseum051_jpg_view.htm, 25.03.2012, 15.46).
Resim 3- Lamia Yakınlarında bulunan III. Yüzyıldan mermer bir erkek çocuk heykeli,
Athens,
National
Archaeological
Museum,
no:
23
(http://www.athensguide.com/archaeology-museum/athens-nationalmuseum051_jpg_view.htm, 25.03.2012, 15.44
659
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Sezer AYAN*
Özet
Bu çalışma, ailede kadına ve çocuğa yönelik şiddetin sonuçlarını değerlendirmek
amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Çalışma ayrı örneklemler üzerinde farklı
zamanlarda gerçekleştirilmiş üç alan araştırmasından elde edilen sonuçların
değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu çalışmalardan ilki aile içinde şiddete uğrayan
çocukların saldırganlık eğilimlerini ölçmek amacıyla 2007 yılında, ikincisi ailede
şiddete uğrama ve okulda disiplin cezası alma ilişkisini araştırmak amacıyla 2011 ve
diğeri de bir suçtan hüküm giymiş çocukların çeşitli sosyo-ekonomik özelliklerinin
benlik ve ideal benlik algılarıyla ilişkisini araştırmak amacıyla 2011 yılında yapılmıştır.
Bulgular: Her üç araştırmadan elde edilen veriler örnekleme giren çocukların yarıdan
fazlasının ailesinde anne baba arasında sık sık tartışmaların yaşandığını, anne baba
arasında şiddete dayalı bir iletişim biçimi kurulduğunu, annenin baba tarafından sözlü
ya da fiziksel ya da hem sözlü hem de fiziksel şiddete marız bırakıldığını ve çocukların
çoğunluğunun da anne baba tarafından fiziksel ya da sözlü ya da her iki biçimde
istismar edildiğini göstermektedir. Bulgular aile içerisinde anneleri ve kendileri şiddete
maruz kalan çocukların diğerlerine gore daha saldırgan, okulda disiplin cezası alan ve
benlik algıları düşük, ideal benlik algıları daha yüksek çocuklar olduğunu
göstermektedir.
Anahtar kavramlar: Aile içi şiddet, ailede çocuğa yönelik şiddet, ailede
şiddetin çocuklar üzerine etkileri
Abstract
This study was performed in order to evalaute of the results of domestic violence
against to women and children. Methods: The study is based on findings obtained from
3 different field investigations that were performed on diffrenet samplings on different
times. First of these studies was carried out in order to measure the aggression
tendencies of the children in 2007, second one was performed with aim of investigating
the relation between exposure to domestic violence and receiving disciplinary
punishment at school in 2011 and the last one was performed for evalutaion of relation
between various socio-economic features and self and ideal self perception in sentenced
children in 2011. Results : The data obtained from all three studies showed in more
than half of familes of the sampled children experienced that there are frequent quarrels
between father and mother,there is a communication style involving violence, there is a
verbal or physical violence or both from moter or mother against the child.These results
also showed that the children themselves or those whose mothers exposed to domestic
*
Yrd. Doç. Dr. Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, [email protected]
660
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
violence are more aggressive, more prone to take disiplin cezası and are likely to have a
lower self perception with a higher ideal self perception.
Key words: domeic violence, violence against to child in family, effects of
violence on children in family
GİRİŞ
Toplum yapısının çekirdeğini oluşturan aile, bireyleri ile birlikte o toplumun
korunması, güçlendirilmesi ve refahının arttırılmasında önemli bir yere sahiptir.
Dolayısıyla toplumsal ve bireysel boyutta her an karşılaştığımız şiddet olgusunun aile
içinde yaşanmasının yol açacağı zararlar, toplumsal yapıyı bu günkü ve gelecekteki
boyutuyla önemli oranda etkileyeceğinden dikkatle ve özenle ele alınması ve acil
çözümlerin üretilmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşlerin
birbirlerine, kocanın karısına, ebeveynlerin çocuklarına ya da diğer aile bireylerinin
birbirlerine uyguladıkları değişik şiddet türlerini içeren “aile içi şiddet, çok yönlü bir
olgu olup, şiddete sebep olabilecek pek çok etken bulunmaktadır.Bireyin yakın çevresi
ile ilişkisi, psikolojik düzey, toplumsal çevre ve içinde yaşanılan kültür” (Sümer, 1998:
31) gibi.
Çocuğa yönelik şiddet genel bir kavram olmakla birlikte, içeriği araştırıldığında
çocukların toplumsal ve ekonomik alanda farklı şiddet türleri ile karşı karşıya oldukları
gözlenir. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporu’nda, şiddetin olumsuz etkilerine ilişkin veriler,
çocuğa yönelik şiddetin, direkt fiziksel hasardan, uzun süreli psikiyatrik bozukluğa
kadar birçok etkiyi kapsadığı şeklindedir. Bu nedenle, çocuğun hayatındaki şiddet
sadece sağlığına zararlı olmakla kalmaz, aynı zamanda fiziksel, bilişsel ve duygusal
yönlerden gelişimini de olumsuz etkiler (Mian, 2004: 16). Dünya Sağlık Örgütü’nün
1999’da yapmış olduğu tanımda; fiziksel ve/veya duygusal her türlü kötü muamele,
cinsel istismar, ihmal veya kar amaçlı davranış ya da, sorumluluk, güven ve güç ilişkisi
içinde gelişen veya çocuğun sağlığına, sağ kalımına, gelişmesine ve saygınlığına gerçek
ya da potansiyel zarar verme tehlikesi olan her türlü davranış çocuk istismarı olarak
tanımlanmaktadır. WHO’nun tanımında, çocuk istismarının sorumluluk, güven ve güç
ilişkilerinde ortaya çıktığı ve çocukların gelişim geriliği ve bağımlılıklarından dolayı bu
ilişkisel yönün çocuk istismarında anahtar rol oynadığı vurgulamaktadır. Kanıtlar
göstermektedir ki sosyal izolasyon, kalabalık gruplar içinde yaşama ve daha az sosyal
ilgi çocukları, sorumluluk, güven ve güç ilişkisi içinde bulunduğu insanlarca istismara
daha fazla açık hale getirmektedir (Mian, 2004: 14).
Toplumsal ve ekonomik alanda çocuğa uygulanan şiddet eylemlerinin en yaygını
aile içinde yaşanan şiddet eylemleridir ve aile içinde yaşanan şiddetten çocuklar farklı
biçimlerde etkilenmektedirler. Bir taraftan şiddet gören annenin çocuğuna şiddet
göstermesi, diğer taraftan ana-baba arasındaki şiddet sahnesine tanık olan çocuğun
duygusal yıkımı şeklinde çocuklar sıklıkla yetişkin aile üyeleri arasındaki şiddetin
kurbanı olurlar. Ayrıca, pek çok aile kesiminde, çocuk eğitiminin önemli bir unsuru
661
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olan ödüllendirme ve cezalandırmanın bilinçsizce kullanımı ve çocukların terbiye
amacıyla dövülmeleri gibi nedenler de istismarın belirgin örnekleri olarak gösterilebilir
(Doğramacı, 1990: 35).
Çocukların aile içi şiddet olaylarından en fazla etkilenen taraf olmalarının
nedeni, “çaresizlik ve savunmasızlıklarından kaynaklanmakta, anne ve babalarına olan
bağımlılıkları onların bu tür bir yaşam biçimini kabullenmelerine yol açmaktadır. Hazin
olan da, bu çocukları mağdur edenlerin yabancı değil, aile bireyleri olmasıdır” (Lopez
ve Bornstein, 1995: 63). Aile içi şiddetin çocuk istismarını arttırdığı açıkça ortadadır.
Birçok çalışma, bir ailede kadın şiddete uğradığında bu ailelerin % 60 ve % 75’inde
çocuklarında şiddete maruz kaldığını göstermektedir (Osofsky, 2004: 482). Bir
çalışmada istismara uğrayan (Mass. Departmnt of Social Services’te) 200 çocuğun %
30’unda aile içinde erişkin şiddetide bulunduğu bildirilmiş, bu oran daha yakında
yapılan çalışmalarda % 48’e kadar çıkmıştır (Dykstra ve Alsop, 1996). Edleson’un bu
iki şiddetin bir arada bulunma sıklığı ile ilgili yayımlanmış 35 makaleyi değerlendirmesi
ile ulaştığı sonuç; bu iki şiddet türünün % 30 ile % 60 oranında birlikte görüldüğü ve
birinci sırada yer aldığı şeklindedir. Bunlara “dual violence” “çifte şiddet aileleri”
denilmektedir (Edleson 1998: 39-53). Bu iki şiddetin bir arada bulunmasının çocuğa
olan etkisi önemlidir. McCloskey, Figueredo ve Koss (1995) dövülen ya da şiddete
maruz kalan bir annenin çocuğunun da annenin partneri tarafından evde ya da dışarıda
cinsel istismara maruz kalma riskinin arttığını belirtmektedir. Beklenildiği gibi ikili
şiddetin olumsuz sonuçları çocuk üzerinde daha belirgindir (Akt: Osofsky, 2004: 482483). İstismarcı tipik olarak anneye istismar uygulayandır, fakat annede çocuğa fiziksel
istismar uygulayabilir (Wilden ve Diğerleri, 1991: 299-302). Aile içinde şiddete
uğrayan annelerin çocuklarıyla ilişkileri, aile içi şiddete uğramayanlara göre, daha çok
fiziksel ve duygusal istismara yöneliktir (Tajima, 2002: 122-124).
İzmir’de beş eğitim hastanesinde, istismar tanısı alan olgularla ilgli “İzmir
Çocuk İstismarı Araştırma Grubu”nun çalışmaları sonucu elde edilen verilere göre:
Toplam 32 istismar olgusunda, İstismarcı % 72’sinde baba, % 34’ünde anne, % 6’sında
üvey baba, % 6’sında ailenin yakını, % 3’ünde hala, % 3’ünde teyze, % 3’ünde üvey
anne ve % 19’da birden fazla aile bireyi olarak belirlenmiştir (Erdaroğlu ev Diğerleri,
1997: 137-144). 2001 Aile Raporunda da (2002: 51) belirtildiği üzere, şiddete maruz
kalan kadınların % 37’si çocuklarına da şiddet göstermişlerdir.
Aile içerisinde şiddetin yaşandığı bir ortamda gelişimini tamamlamak zorunda
kalan çocukların şiddete uğrama kadar şiddetten etkilenme biçimleri de nasıl bir kişilik
geliştirecekleri ile yakından ilişkilidir. (Yörükoğlu, 1986: 71). Yapılan çalışmalar,
içerisinde şiddetin yaşandığı ailelerde gelişimini tamamlamak zorunda kalan çocukların
olumsuz bir benlik geliştireceğini ve bu çocukların olumsuz çocukluk tecrübelerini
yetişkin hayatına taşıyarak kendilerinin de birer şiddet uygulayıcısı haline
gelebileceklerini göstermektedir (Kulaksızoğlu, 1999: 193; Özgüven, 2001: 297; Yücel,
1993: 6; Veltkamp ve Miller, 1993:11; Ehrensaft ve Diğerleri, 2003: 752-753; Widom,
662
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1998: 225-234; Coohey, 2004: 943-952) Bu nedenle aile içi şiddet çocuğun olumlu bir
kişilik ve olumlu bir benlik geliştirebilmesini engelleyen önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Çalışmalar, şiddetin özellikle yakın ilişkideki kişiler tarafından
uygulanmasının ve bu saldırıların zaman içinde yineleme eğilimi göstermesinin bir
yandan çocuklarda fiziksel, bilişsel, davranışsal, sosyal ve duygusal açıdan sağlık
sorunlarına yol açtığını, diğer yandan çocukları şiddet ortamının normatif olduğunu
kabul etme yönünde dolaylı olarak koşullandırdığını göstermektedir (BAAKB, 1995:
12-15). Şiddetin kuşaklararası geçiş kuramında da vurgulandığı gibi, saldırganlık ve
şiddet öğrenilen bir davranıştır ve zamanında müdahale edilmediği ya da gerekli
önlemler alınmadığında, uzun vadede toplumsal yapıda geri dönüşümü olmayan yaralar
açabilir (Egeland,1993: 197).
Bu çalışma farklı zamanlarda farklı çocuk örneklemleri üzerinde
gerçekleştirilmiş üç araştırma sonucunu aile içinde eşe ve çocuğa yönelik şiddetin
sonuçları açısından değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
METODOLOJİ
Çalışma aşağıda belirtilen
değerlendirilmesine dayanmaktadır.
üç
ayrı
alan
araştırmasının
sonuçlarının
Birinci çalışma (Ayan, 2007: 206-214): Bu çalışma aile içinde şiddete maruz
kalan çocukların saldırganlık eğilimlerini ölçmek ve saldırganlık eğilimlerinin
çocukların sosyokültürel, ekonomik, psikolojik ve iletişimsel özelliklerine göre farklılık
gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışmanın evrenini, Sivas
merkez ilçede bulunan 70 ilköğretim okulunun VI., VII. ve VIII. sınıf öğrencileri
oluşturmaktadır. Okullar, bulundukları mahallelerin sosyo-ekonomik ve kültürel
düzeylerine göre düşük, orta ve yüksek düzeylerde üç bölgeye ayrılmış ve her bölgeden
bu bölgeleri temsil edecek niteliklere sahip beşer okul (toplam on beş okul) seçilmiştir.
Bu seçimin amacı, araştırmanın amacına koşut olarak il genelinde örnekleme giren
öğrencilerin sosyokültürel ve ekonomik özellikler bakımından homojen dağılımını
sağlamaktır. Örneklemi oluşturan öğrencilerin 315’i kız ve 340’ı ise erkektir. Verilerin
elde edilmesinde bir anket soru formu ve saldırganlık ölçeği kullanılmıştır. Anket
formu, çocuğun sosyodemografik özelliklerinin yanında, anne ve babanın çocuğa karşı
tutum ve davranışlarını ve şiddete uğrayan çocukların şiddete uğrama biçimi ve şiddete
uğrama sıklığı ile yaşadığı çevre, okul ve arkadaş grubuyla ilişkilerinin niteliğini
belirlemeye yönelik 53 sorudan oluşmaktadır. Çocuğun anne ve babası tarafından
şiddete maruz kalıp kalmadığının belirlenmesi için hazırlanan sorular anne ve baba için
ayrı ayrı düzenlenmiştir. Öğrencilere uygulanan saldırganlık ölçeği tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizdeki psikiyatri ve psikoloji eğitim ve uygulamalarında sık olarak kullanılan
ve geçerlilik ve güvenilirlik testleri yapılmış olan Minnesota Çok Yönlü Kişilik
Envanteri (MMPI), Eysenck Kişilik Envanteri (EPQ), Symptom Checklist-90-R (SCL90-R) ve Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeğinin (Brief Psychiatric Rating Scale-
663
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
BPRS) saldırganlık ve şiddetle ilgili bazı maddeleri seçilerek oluşturulmuş ve sadece
kapsam geçerliliği araştırılmıştır (BAAKB, 1998: 47). Ölçek toplam 20 ifadelik bir
ölçektir. Ölçekte yer alan ifadelere verilen yanıtlar 4’lü Likert ölçeğinde düzenlenmiştir.
Değerlendirmeler çok uygun seçeneğine 4, hiç uygun değil seçeneğine 1 puan verilerek
yapılmıştır. Ölçekte yer alan tüm ifadeler tek yönlüdür. Buna göre, ölçekten alınan
puanların yüksekliği öğrencinin saldırganlık eğiliminin yüksek olduğunu, düşük puan
ise tam tersi bir durumu göstermektedir. Toplam puanlara gore yapılan
değerlendirmelerde, 1-20 arasındaki puan öğrencinin saldırganlık eğiliminin “çok
az”,21-40 arasındaki puan “az”; 41-60 arasındaki puan “fazla”, 61-80 arasındaki puan
“çok fazla”olduğunu göstermektedir. Ölçek için hesaplanan Cronbach a değeri (0.76)
ölçeğin iç tutarlılığa sahip olduğunu (a>0.60) göstermektedir.Öğrencilerin saldırganlık
ölçeğinden aldığı puanlarının öğrencilerin çeşitli özelliklerine gore farklılık gösterip
göstermediği iki seçenekli değişkenlerde z testi, ikiden çok seçenekli değişkenlerde ise
tek yönlü ANOVA ile analiz edilmiştir. Ölçek, şiddete uğrayan öğrencilerin anket
uygulaması sırasında belirlenebilmesi için her soru formunun arkasına eklenerek aynı
anda uygulanmış ve örnekleme giren tüm ğrenciler tarafından yanıtlanmıştır.
Değerlendirmeye alınan ölçekler ise, sadece şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin
ölçekleridir. Analizler %95 güvenilirlik düzeyinde gerçekleştirilmiş olup analizler için
SPSS 13.0 paket programı kullanılmıştır.
İkinci Çalışma (Ayan, 2011: 137-142): Bu çalışma okulda disiplin cezası alan
öğrencilerin aile içerisinde şiddete maruz kalıp kalmadıklarını tespit etmek amacıyla
yapılmıştır. Araştırma kesitsel nitelikte olup evrenini Sivas merkez ilçede bulunan lise
düzeyinde tüm devlet okulları oluşturmaktadır. Uygulamaya geçilmeden önce, okul
idareleri ile görüşülerek her okulda disiplin cezası alan öğrenci sayıları belirlenmiştir.
Bunun nedeni uyarma, kınama ve kısa süreli okuldan uzaklaştırmayı içeren disiplin
cezalarının milli eğitim müdürlüklerine bildirilmemesidir. Bu uygulamanın çalışma
açısından bir dezavantajı, bazı okul idarecilerinin okullarında disiplin cezası alan
öğrenci sayıları hakkında bilinçli olarak bilgilendirmeye gitmemeleri olmuştur. İl Milli
Eğitim Müdürlüğü’nde de konuya ilişkin resmi kayıtlar olmadığından bazı okullar
araştırmaya alınamamıştır. Bu nedenle sekiz okul uygulama dışında tutulmuş ve evreni
oluşturan okul sayısı on beş olmuştur. Evreni oluşturan on beş okulda disiplin cezası
kaydı bulunan 204 öğrenci saptanmıştır. Araştırmaya disiplin cezası alan ve halen
öğrenimini ceza aldığı okulda sürdüren öğrenciler alınmıştır. Veriler deney ve kontrol
grubu olarak belirlenen iki öğrenci grubundan elde edilmiştir. Deney grubunu her
okulda disiplin cezası aldığı belirlenen öğrenciler oluştururken, kontrol grubunu
oluşturan öğrenciler disiplin cezası olan öğrencilerle aynı sınıfta bulunan fakat disiplin
cezası olmayan (204) öğrencilerden oluşmaktadır. Çalışmada deney ve kontrol
grubunun kullanılmasının nedeni disiplin cezası ve aile içi şiddet arasında bir ilişki olup
olmadığını araştırmak, varsa bu ilişkinin etki düzeyini ölçmektir. Uygulama, her okulun
rehber öğretmenlerinin desteği ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin elde edilmesinde bir
anket soru formu kullanılmıştır. Anket formu öğrencilerin sosyodemografik özellikleri,
664
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
aile yapıları ve aile içi ilişkilerinin niteliği, ailede şiddete maruz kalma, maruz kalınan
şiddetin biçim ve sıklığı, okul içi ilişkilerinin niteliği, disiplin cezası alma ve okula
yönelik tutumlarını belirlemeye yönelik 65 sorudan oluşmaktadır. Elde edilen veriler
logistik regresyon analizine tabi tutulmuştur. Verilerde bu analiz tekniğinin seçilmesinin
nedeni, aile içi şiddet olaylarının öğrencilerin okulda disiplin cezası almalarındaki etki
düzeylerini belirleyebilmektir. Analizler %95 güvenilirlik düzeyinde gerçekleştirilmiş
olup analizler için SPSS 15.00 paket programı kullanılmıştır.
Üçüncü çalışma (Ayan, 2012:59-66). Bu çalışma Türkiye’de çocuk eğitim
evlerinde bir suçtan hükümlü çocukların benlik ve ideal benlik algılarını ölçmek, sosyodemografik ve ekonomik özellikleri ile benlik ve ideal benlik algı düzeyleri arasında
anlamlı bir farklılık olup olmadığını tespit etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Örneklemin 48’ini Elazığ, 38’ini Ankara ve 46’sı-nı da İzmir Eğitim Evi’nde bulunan
hükümlü çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların tamamı görüşmelere kendi istekleri ile
katılmıştır. Katılmak istemeyen (İzmir Eğitim Evi’nden) 10 hükümlü çocuk örneklem
dışı bırakılmıştır. Veri toplama aracı olarak kullanılan soru formu çocuğun demografik
özellikleri, aile yapısı, aile içi ilişkilerinin niteliği, ailesinde ve çevresinde uyuşturucu
madde, alkol kullanımı ve suçlu modellerin bulunması, akranlarıyla ilişkileri, aile suç ve
çevre suç ilişkisi, suç işleme sıklığı ve nedenlerine ilişkin 121 sorudan oluşmaktadır.
Çocuklarda benlik kavramlarını değerlendirmek amacıyla Lipsett Çocuklar için Benlik
Kavramı Ölçeği kullanılmıştır. Ölçek iki bölümden oluş-maktadır. Birinci bölümde 22,
ikinci bölümde 22 madde olmak üzere toplam 44 madde bulun-maktadır. Ölçeğin
birinci bölümü çocukların kendi kişilik özelliklerini içeren (arkadaş canlı-sıyım,
dürüstüm, cesurum, güvenilirim gibi) ifadelerden oluşmaktadır. Bu ifadelerden 19’u
pozitif, üçü (tembelim, kıskancım, çekingenim) negatif ifadeleri içermektedir. İkinci
bölüm ise çocukların kendilerinde bulunmasını istedikleri (arkadaş canlısı olmak
isterim, dürüst olmak isterim, güvenilir olmak isterim gibi) kişilik özel-liklerini
içermektedir. Bu bölümde de 19’u pozitif, üçü negatif özellik bildiren ifadeler yer
almak-tadır. Ölçek 1-5 arasında puanlanan Likert tipi bir ölçektir. Ölçeğin güvenilirlik
katsayısı 0.88’-dir.5,36 Uygulama İzmir, Ankara ve Elazığ Çocuk Eğitim Evlerinde
hükümlü çocuklarla bire bir yüz yüze görüşülerek yapılmıştır. Analizler iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölüm araştırmaya katılan çocukların benlik ve ideal benlik
düzeylerinin ölçülmesi ve bu ölçüm-lerin karşılaştırılmasından; ikinci bölüm, benlik ve
ideal benlik puanlarının çocukların sosyo-demografik ve ekonomik çeşitli özelliklerinin
niteliğine göre farklılıklarının incelenmesinden oluşmaktadır. Bu bölümde, iki kategorili
değiş-kenler için t testi, ikiden fazla kategoriye sahip değişkenler için de tek yönlü
ANOVA analizi kullanılmıştır. Analizler %95 güvenilirlik düze-yinde gerçekleştirilmiş
olup, analizler için SPSS 15.0 paket programı kullanılmıştır.
BULGULAR
Birinci Çalışma: Çalışmada, annenleri ile babalarının kavga ettiğini bildiren
öğrencilerin örnekleme oranı %51’dir. Bu öğrencilerden %71’i kavga esnasında babanın
665
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anneye bağırdığını, %29’u ise annesine fiziksel şiddet uyguladığını belirtmiştir.
Anneleri tarafından şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı %54, babaları
tarafından şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı ise %46 olarak saptanmıştır.
Şiddete uğrayan öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden alınan toplam ortalama puanı
42.52±9.24 olarak hesaplanmış olup, bu oran, şiddete uğrayan öğrencilerin saldırganlık
eğilimlerinin fazla olduğunu göstermektedir. Analiz sonuçlarına göre, öğrencilerin
saldırganlık ölçeğinden aldığı puanların sadece ailesinde yaşayan birey sayısı ve
annesinin davranış tarzına göre anlamlı farklılık gösterdiği; saptanmıştır. Bununla
birlikte, annesi kendisine olumsuz davranan öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden
aldıkları puanın (49.45) annesi kendisine olumlu (41.56) ve hem olumlu hem olumsuz
(42.99) davranan öğrencilerin puanlarından görece daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Başka bir deyişle, annesinden hiç olumlu davranışlar görmeyen ve şiddete maruz kalan
öğrencilerin, annesinden kısmen de olsa olumlu davranışlar gören şiddete maruz kalan
öğrencilerden daha fazla saldırganlık eğilimine sahip olduğu gözlenmektedir.
Ikinci Çalışma: Disiplin cezası alan öğrencilerin %25.5’i kız, %74.5’i erkek;
disiplin cezası olmayan öğrencilerin %38.2’si kız, %61.8’i erkektir. Anne-babası sık sık
tartıştığını belirten çocukların disiplin cezası alan gruba oranı %84,3, almayanların oranı
ise %.38,7’dir. Disiplin cezası alan çocukların %81.9’u ve almayan çocukların %35.3’ü
kavga sırasında babalarının annelerine bağırdığını; disiplin cezası alan çocukların
%35.3’ü ve almayan çocukların da %10.3’ü kavga esnasında babalarının annelerine
fiziksel şiddet uyguladığını bildirmiştir. Bir suç işlediğinde anneleri tarafından fiziksel
olarak cezalandırıldığını belirten öğrenciler disiplin cezası alan grup içerisinde %96.6
ve almayan grup da %64.7’dir. Babaları tarafından fiziksel olarak cezalandırıldığını
belirten öğrenciler disiplin cezası alan grup içerisinde %81.4 ve almayan grup içerisinde
%52’dir. Yapılan lojistik regresyon analizi sonuçlarına gore, anne-babanın sık kavga
etmesi etmemeye göre %90, annenin baba tarafından sözlü şiddete maruz kalması
kalmamasına göre %72, annenin baba tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete
maruz kalması kalmamasına göre öğrencinin okulda disiplin cezası alma olasılığını %70
artırmaktadır. Annenin çocuğa olumlu davranması olumsuz davranmasına göre
öğrencinin okulda disiplin cezası alma olasılığını %38, babanın çocuğa olumlu
davranması olumsuz davranmasına göre %74 oranında azaltmaktadır. Öğrencinin annesi
tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete maruz kalması kalmamasına göre okulda
disiplin cezası alma olasılığını %47; baba tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete
maruz kalması kalmamasına göre %99 oranında artırmaktadır. Sonuçlar disiplin cezası
olan öğrencilerin, almayanlara göre daha fazla aile içi şiddete maruz kaldığını
göstermektedir.
Üçüncü Çalışma: Hükümlü çocukların %59,8’inin anne babası sık sık kavga
etmektedir, çocukların %62’si anneleri, %85’i babaları tarafından fiziksel şiddete maruz
kalmaktadır. Hükümlü çocukların çocuklar için benlik kavramı ölçeğinin birinci
bölümünden aldıkları puanların genel ortalaması (benlik) 3,61, ölçeğin ikinci
bölümünden aldıkları puanların genel ortalaması (ideal benlik) ise 4,15’tir. Buda
666
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
hükümlü çocukların benlik algı düzeylerinin ideal benlik algı düzeylerinden daha düşük
olduğunu göstermektedir. Varyans analizinden elde edilen sonuçlar hükümlü çocukların
sosyo-demografik ve ekonomik özellikleri ile benlik ve ideal benlik algı düzeyleri
arasında birçok değişken açısından anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. Bu
değişkenler arasında annesi ve babası tarafından sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığı
tespit edilen çocukların benlik algı puanlarının ideal benlik algı puanlarına gore daha
düşük olduğu, ayrıca sözlü olarak şiddete uğrama ile fiziksel olarak şiddete uğrama
arasında ideal benlik puanları açısından farklılık olduğu, bir başka ifade ile sözlü olarak
şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocukların benlik algı puanlarının fiziksel olarak
şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocuklara gore daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Analizler daha detaylı incelendiğinde babası çok sert, sevgisiz ve ilgisiz davranan,
annesi sevgisiz, ilgisiz ve aşırı koruyucu davranan, bir suç işlediğinde annesi ve babası
tarafından cezalandırılan, ayrıca, anne babası sıksık kavga eden hükümlü çocukların,
ideal benlik puanlarının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu görülmektedir.
SONUÇ
Birinci araştırmadan elde edilen veriler aile içerisinde şiddete maruz kaldığı
tespit edilen çocukların saldırganlık eğilimlerinin yüksek olduğunu göstermektedir.
İkinci araştırmadan elde edilen veriler okulda disiplin cezası aldığı tespit edilen
çocukların ailede şiddete uğrama düzeylerinin ve okula yönelik olumsuz tutumlarının,
bu özellikleri göstermeyen emsallerinden daha yüksek olduğunu göstermektedir ve
üçüncü araştırmadan elde edilen veriler bir suçtan hüküm giymiş çocukların düşük
benlik algısına ship olduklarını ve bu çocukların düşük benlik algısı geliştirmelerinde
etkili olan değişkenlerden birinin aile içerisinde olumsuz anne baba tutumlarına maruz
kalmak olduğunu göstermektedir. .
TARTIŞMA
Çocuğun aile içinde şiddete uğramasının nedenlerini incelemeye yönelik
araştırmalarda, bu şiddet biçimine kaynaklık ettiği düşünülen risk faktörleri arasında eş
suistimalinin önemli bir risk etmeni olarak kabul edildiği görülür. (Osofsky, 2004: 482,
Kaufman ve Henrich, 2000: 195, Dykstra ve Alsop, 1996, Margolin, 1988: 152-155,
Edleson, 1998: 39-53). Şiddetin yaşandığı ortamda gelişimini tamamlamak zorunda
olan çocuğun bu süreçten etkilenme biçimi şiddet gören tarafından ya doğrudan fiziksel
şiddete maruz kalması ya da bundan ruhsal açıdan olumsuz etkilenmesi (duygusal
istismar) şeklindedir. Çünkü şiddete uğrayan anne-baba ya da çocuğa bakan erişkin,
çocuğa gerekli olan stabil merkezi rolden çıkarak ürkek, mantıksız, depresif, kendi
travma ve kaderi ile meşgul olduğu için çocuğun problemlerini dinleyemez durumdadır.
Her üç araştırmada çocukların hem anne hem de babaları tarafından daha fazla
istismara maruz kalmasında etkili olduğu tespit edilen ortak faktorler; anne baba
arasında şiddete dayalı bir iletişim biçiminin geliştirilmiş olması, annelerin babalar
tarafından sözlü ya da fiziksel ya da hem sözlü hem de fiziksel şiddete maruz kalmaları
667
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ve çocuklara ilişkin olumsuz tutum ve davranışlarıdır. Ayrıca şiddete uğradığı tespit
edilen çocuklar daha saldırgan, okulda disiplin cezası almaya daha meyilli bulunmuş,
ayrıca benlik algıları düşük bu nedenle de ideal benlik algısı (yüksek) geliştirmiş
çocuklar olduğu tespit edilmiştir. Tüm bu veriler çocukların ailede şiddete doğrudan ya
da dolaylı yollardan maruz kalmalarının onlarda ne gibi olumsuz tutum ve davranışlara
yol açabileceği konusunda önemli ipuçları vermekte ve birçok araştırma sonucuyla da
paralellik göstermektedir. Yapılan çalışmalarda ailede güç kullanılarak disipline edilen
çocukların sinirli, umutsuz, ruhsal küntleşme nedeniyle ağır kişilik ve davranış
bozuklukları geliştirmiş, huysuz,hırçın, tedirgin, aile ve arkadaşlarına karşı soğuk, suça
yönelen davranışlar gösteren,başkaları ile rahat iletişim kuramayan, antisosyalve
saldırgan davranışlar gösteren, gelecekle ilgilibeklenti düzeyleri düşük, benlik algıları
zayıf,okulla bağlantısı kopuk ve akademik başarısı düşük, intihar eğilimi olan çocuklar
olduğu belirlenmiştir (Polat, 2001, Özgüven, 2001, Aydın, 2004; Shaughnessy ve
Diğerleri, 2004).
KAYNAKÇA
AYAN, Sezer, Aile içinde şiddete uğrayan çocukların saldırganlık eğilimleri,
Anatolian Journal of Psychiatry 2007; 8:206-214
AYAN, Sezer, Okulda disiplin cezası alma, ailede şiddete uğrama, Anadolu Psikiyatri
Derg 2011; 12:137-142
AYAN, Sezer, Hükümlü çocukların benlik ve ideal benlik algı düzeylerinin
sosyodemografik ve ekonomik değişkenler açısından incelenmesi, Anadolu Psikiyatri
Derg 2012; 13:59-66
2001 YILI AİLE RAPORU,2002 Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Başkanlığı Yayınları, YayınNo: 120.
AYDIN, B., 2005, Çocuk ve Genç Psikolojisi, İstanbul: AtlasYayın Dağıtım
AYDIN B. Gelişimin Doğası, 2004, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Ankara, Pegem
Yayıncılık.
BAŞBAKANLIK AILE ARAŞTIRMA KURUMU. 1995, Aile İçi Şiddetin Sebep ve
Sonuçları. Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları.
BAŞBAKANLIK AILE ARAŞTIRMA KURUMU, 1998 Aile İçinde ve Toplumsal
Alanda Şiddet, Bilim Serisi 113, Ankara:Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Yayınları.
BULUT I. Parçalanmış Aileden Gelen Çocukların Davranış Özellikleri Hakkında Bir
Araştırma. Aile Yazıları 3, Birey, Kişilik ve Toplum, Bilim Serisi 5/III, Ankara, Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, 1990, s.197-228.
CDC (Center for Disase Control), 1997, Lifetime Annual İncidence Partner Violence
and Resulting Injuries”Morbidity and Mortality Weekly Report, 47: 1-97.
COHEEY, C.,2004 “Battered Mothers Who Physically Abuse Their Children”, Journal
of Interpersonal Violence, University of Iowa, 19: 943-952.
CÜCELOĞLU D. İnsan ve Davranışı. İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002.
668
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
DOĞRAMACI, İ.1990 “Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İhsan
Doğramacı’nın Açılış Konuşması”, Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü
Muameleden Korunması, I. Ulusal Kongresi, Ankara: İlo, 35-36.
DYKSTRA CH, ALSOP RJ. Domestic Violence And Child Abuse. Englewood,
American Humane Association, 1996.
DYKSTRA, C.H., ALSOP, R.J.1996 Domestic Violence and Child Abuse
(Monograph), Englewood, CO:American Humane Association, Akt: OSOFSKY, Joy,
2004, “Community Outreach for children, Exposed to Violence”, Infant Mental Healt
Journal, 25 (5): 478-487.
EDLESON, J., L., 1998, The Overlap Between Child Maltreatment and Woman
Abuse, VAWnet Applied Research Forum.
EGELAND, B.,1993 “A History of Abuse is A Major Risk Factor For Abusing the
Next Generation” In Current Controversies Family Violence, Ed. Gelles, R. J. and
LOSEKE, Newbury Park, CA: Sage, 197-208.
EHRENSAFT, M. K.,COHEN, P., BROWN, J., SMAILES, E., CHEN, H.,JHONSON,
J.G.,2003 “International Transmission of Partner Violence: A 20-Year Prospective
Study”, Journal of Consulting and Clinical Psychology, 1: 741-753.
ERDAROĞLU, E., ORAL, R., DÖNMEZ, M., 1997 “Örselenmiş Çocuk Sendromu”
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 23 (2), 106-110.
HOME OFFICE, 2000. London: HMSO.
http://www.Crimereduction,gov.uk/dv03f.htm//1
Retrieved
November
4,
from
KULAKSIZOĞLU A. Ergenlik Psikolojisi. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
LOPEZ, Bronstein,1995 Victimologie Clinique, Paris
MARGOLIN G, GORDIS E B. Children’s Exposure To Violence In The Family And
Community. Curr Dir Psychol Sci 2004;13:152-155.
MARINO AB. Inequality And Adolescent Violence: An Exploration Of Community,
Family, And Individual Factors. J Nat Med Assoc 2004; 96:486-495.
MIAN M. World Report On Violence And Health: What It Means For Children And
Pediatricians. J Pediatrics 2004; 145:14-19.
NICOLSON P, WILSON R. Is Domestic Violence A Gender Issue? Views From A
British City. J Comm Appl Soc Psychol 2004; 14:266-283.
OSOFSKY, Joy, D.,2004 “Community Outreach For Chıldren Exposed To Vıolence”,
Infant Mental Health Journal, 5: 478-487.
ÖZGÜVEN İ. E. Ailede İletişim ve Yaşam. Ankara, Pdrem Yayınları, 2001.
ÖZTÜRK B. Şiddet ve çocuk. www.kriminoloji.com,
PAOVILOINEN E, ASTEDT-KURKI P, PAUNONEN-LIIMOMENM, LAIPPOLO
P. Risk Factors Of Child Maltreatment Within The Family: Towards A
Knowledgeablebase Of Family Nursing. Int Nurs Stud 2001; 38:297-303.
POLAT O. Çocuk ve Şiddet. İstanbul, Derya Yayınları, 2001, s.87,117-161.
669
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
POLAT O. Şiddet. Adli Tıp Ders Kitabı. İstanbul, Der Yayınları, 2001.
POLAT, O, BALCI G, KÖKNEL Ö, TÜZÜN B, SEROZAN R, AYDIN B ve Ark.
Ailenin ve Aile İçinde Çocuğun Korunması ve Çocuğun Statüsü Komisyonu Raporu 1.
İstanbul Çocuk Kurultayı İstanbul Çocuk Raporu, (Yayına Haz. S Sayıta, M Şirin),
İstanbul Çocukları Vakfı Yayınları, Kitap No:87,2000, s.117-161.
SHAUGHNESSY L, D., SR, Jones SE. Attempted Suicide And Associated Health
Risk Behaviors Among Native American High School Students. J School Health 2004;
74-5:177-182.
SÜMER, N., 1988 “Kültür, Yasa ve Aile İçi Şiddet”, 20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar
ve Gelecek, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 285:
131-135.
VELTKAMP, L, J., ve MILLER, T., W.,1993, Clinical Handbook of Child Abuse and
Neglect, USA.
TAJIMA, E.,2002 “Risk Factors for Violence Against Children”, Journal of
Interpersonal Violence, University of Washington, Şubat, 17: 122-149
WALKER, E. A, 1994, Sexual Victimization and Physical Symptoms in Woman”, The
Western Journal of Medicine, 160: 57-74.
WHO. Violence And Health. Proceedings of a Who Global Symposium, 2003,
Who/Wkc/Sym/00.1, 18.01.2005.
WIDOM, C.S., 1997 “Child Victims: Searching for Opportunites to Break the Cycle of
Violence”, Applied & Preventive Psychology, 7: 225-234.
WILDIN SR, WILLIAMSON W, WILSON GS. Children Of Battered Women:
Developmental And Learning Profile. Clin Pediatrics 1991; 30:299-302..
WORCHEL S. 2000; Agression: Harming Others. USA, Social Psychology,
Wadsworth Thomson Learning, 10:303-333.
YÖRÜKOĞLU, A., 1986 Gençlik Çağı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
YÜCEL, M., 1993 “Ailede Şiddet, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Yargılaması”, Ankara:
Çocuk İstismarının ve İhmalinin Önlenmesi I. Balkanlar, Kafkasyave Ortadoğu
Konferansı Notları.
ZEYTINOĞLU S, KOZCU Ş. Fiziksel Çocuk Istismarı Konusunda Bir Araştırma.
Psikoloji Semineri, İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1991; 6-7:7684.
ZEYTINOĞLU S. Sağlık, Sosyal Hizmet, Hukuk Ve Eğitim Alanlarında Çalışanların
Türkiye’de Çocuk Istismarı Ve Ihmali Sorunu Ile Ilgili Görüşleri.Çocuk İstismarı ve
İhmali, Ankara, ILO, 1991,s.147-162.
670
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA ŞİDDET VE GÖLGESİNDEKİ ÇOCUK
Veda BİLİCAN GÖKKAYA*
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, aile içinde yaşanan şiddetin kadın ve çocuk üzerindeki
fiziksel ve psikolojik etkilerini ortaya koymaktır. Eşin eşe (erkeğin kadına),
ebeveynlerin çocuklarına yönelik şiddeti olarak karşımıza çıkan aile içi şiddet, özellikle
çocuklar üzerinde olumsuz anlamda çok büyük etkiler (bedensel ve ruhsal
problemler/hastalıklar) bırakmakta, sosyalleşme sürecinde öğrenilen şiddet davranışları,
çocuklar tarafından ileriki yaşamlarında bir problem çözme aracı olarak kullanılmakta
ve şiddetin devamına/kuşaklar arası geçişine sebebiyet vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Aile İçi Şiddet, Çocuk
VIOLENCE AGAINST WOMAN AND THE CHILD IN THE SHADE
ABSTRACT
The main objective of this study is to reveal physical and psychological effects
of domestic violence on childeren and women. Domestic violence between partners
(male violence against female) and parents violence against their kids lead a profound
and negative impact on children (physical and psychological problems/disease).
Meanwhile, violent behavior learned in the socialization process can be used as a tool
for problem-solving by childeren in their late years which result in violence
permanency/intergenerational transition.
Keywords: Woman, Domestic Violence, Child
GİRİŞ
Aile, bir toplumun temel taşlarından biridir ve o toplumun özelliklerini yansıtır.
Bireylerin topluma kazandırılmasında ve o toplumun sağlıklı/istikrarlı bir şekilde
ilerlemesinde aile ve onun işlevleri vazgeçilmezdir. Sözü edilen bu işlevleri Ogburn
(1963), neslin devamını sağlamak, ekonomik gereksinimleri sağlamak, statü sağlamak,
çocuklara eğitim vermek, dini bilgi ve inançlarını kazandırmak, boş zamanı
değerlendirecek etkinlikler gerçekleştirmek, aile üyelerinin birbirlerini kollamalarını
Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniv., Edebiyat Fak., Sos. Hiz. Böl. [email protected]
*
671
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sağlamak, karşılıklı sevgi ortamı meydana getirmek ve cinsel doyumu sağlamak için
meşru ortam oluşturmak (aktaran, Kır, 2011:384) olarak ifade etmektedir.
Bireylerin hem beden hem de ruh sağlığını koruyan, onların kişiliklerinin
oluşmasını ve gelişmesini sağlayan aile, aynı zamanda devlet tarafından da korunmaya
alınmıştır. Ailenin ve aile içindeki bireylerin korunmasına ilişkin durum, Anayasamızın
41. Maddesi’nde yer almaktadır; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında
eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek
yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve
sürdürme hakkına sahiptir. Devlet her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları
koruyucu tedbirler alır”.
Bireylerin olumlu davranış özelliklerini kazandığı ve geliştirdiği bir ortam olarak
değerlendirilen aile, zaman zaman en büyük duygusal rahatsızlıkların, gerilim ve
çatışmaların kaynağı haline gelebilmekte az ya da çok her çeşit şiddetin beslendiği ve
uygulandığı bir konuma sahip olabilmektedir. Aile, şiddetten en fazla etkilenen ve
şiddetin oluşumunu en fazla etkileyen kurumların başında gelmektedir. Ailenin, şiddetin
oluşumunu etkilemesi ve sonrasında etkilenmesi, aile içi şiddetin bir sonucu olarak
ortaya çıkmaktadır. Aile içi şiddet olayları genellikle eşler arasında kocanın karısına ve
ebeveynlerin çocuklarına karşı yönelttikleri şiddet eylemleri olarak görülmektedir. Aile
içi şiddet, özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde fiziksel ve duygusal hasara neden
olabilmektedir (Günay, Bener, 2011:2).
ŞİDDET VE KADIN
Evrensel bir özelliğe sahip olan, insanlık tarihinden beri kendini farklı
biçimlerde var eden, yaşama ve özgürlükler konusunda bir hak ihlali olarak karşımıza
çıkan şiddet, gücü-kontrolü elde etmek/elde tutmak için kullanılan bir araç
niteliğindedir. Elde tutulan bu güç ve kontrol, bireyler (kadın-erkek) arasındaki
eşitsizliği de beslemektedir.
Eşit olmayan güç ilişkilerinin (sosyo-kültürel, ekonomik vb. alanlarda) bir
sonucu olarak ortaya çıkan şiddet (kadına yönelik şiddet), Birleşmiş Milletler Kadına
Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde “ister kamusal isterse özel yaşamda
meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı ve ıstırap veren ya da
verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit
etme, zorlama ve keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” (KSGM,2008:12)
biçiminde tanımlanmıştır. Diğer bir ifadeyle kadınlar, şiddetin farklı biçimleriyle
(fiziksel, cinsel, ekonomik, duygusal) toplumsal yaşamın her alanında (ev içinde ve
dışında) karşı karşıya kalmaktadırlar.
672
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Toplumsal bir problem olan şiddetin öyküsünde, genelde şiddeti uygulayan
erkek, maruz kalanlar ise kadın ve çocuklardır. Özellikle aile içinde yaşanan şiddetin,
özel alan/mahrem alan olduğu düşüncesi, şiddeti hem saklamakta/üstünü örtmekte hem
de artırmaktadır. “Kadınlar, en güvenli olması gereken yerde yani evlerinde en çok
güvenmeleri gereken kişilerden yani babaları-erkek kardeşleri ve özellikle de hayatlarını
paylaştıkları eşlerinden çeşitli şekillerde ve derecelerde şiddet görmektedirler. Kadına
yönelik aile içi şiddet, kadınları baskılayan-bağımlı hale getiren, özgüvenlerini yok
eden, benlik saygılarını azaltan, ailenin gelecek nesillere olumsuz modeller oluşturan,
özellikle kadınların ve çocukların beden ve ruh sağlıklarını bozan, sosyal ve kültürel
temelleri ağır basan ciddi bir halk sağlığı sorunudur” (Tezcan, 2009:1). Dolayısıyla
erkekler (baba, eş, erkek kardeş vb. gibi) tarafından uygulanan bu şiddet, kadını hem
bedensel hem de ruhsal yönden yıpratmaktadır.
Şiddet, kadınlarda hem ölümcül hem de ölümcül olmayan pek çok sonuç
doğurmaktadır. “Aile içi şiddetin ölümcül sonuçları, intihar, cinayet, anne ölümleri,
namus bahanesiyle cinayetler ve HIV/AIDIS olarak ortaya çıkmaktadır” (KSGM,
2008:38).
Kadına yönelik şiddetin en vahim durumu kadınların öldürülmesidir. Dünyada
kadın cinayetlerinin %40 ile %70 oranının kadına eş tarafından uygulanan şiddet sonucu
geliştiği tahmin edilmektedir. Kadına uygulanan şiddetin ölümcül olmayan
sonuçlarından biri eşleri tarafından uygulanan fiziksel şiddet sonucu yaralanmalardır.
Bu yaralanmalar, incinmeler, diş kırıkları, burun-dudak yaralanmaları, morarmış göz,
yanıklar, kronik ağrı, kırıklar, bıçak izleri, iç organlarda yaralanmalar, beyin hasarı
(konsantrasyon güçlüğü, bilinç kaybı vb.), görme ve işitme kaybıdır. Şiddetin ölümcül
olmayan bir diğer sonucu ise ruh sağlığı ile ilgilidir. Depresyon, kaygı, korku, kendini
değersiz bulma, kendini suçlama, kendine zarar verici davranışlar gösterme, çaresizlik,
cinsel işlev bozukluğu, yeme ve uyku sorunları, panik atak, post travmatik stres
bozukluğu, stresle başa çıkamama, madde bağımlılığı geliştirme ve saplantı sorunlarıdır
(Yanıkkerem ve ark., 2007:35-37). Dolayısıyla şiddet ve onun sonucunda ödenen
bedellerle kadınlar, toplumsal yaşam alanlarında kendi kimlik inşalarını yapmak bir
tarafa, toplumdan soyutlanmakta, silikleşmekte, üretkenlikten alıkonulmakta, özne
olarak değil birer nesne/araç olarak yaşamlarına devam etmektedirler.
ŞİDDETİN GÖLGESİNDEKİ ÇOCUK
Kadınların uğramış oldukları bu şiddet ve şiddetin beraberinde getirdiği
yoksulluklar/yoksunluklar (sosyo-kültürel, ekonomik, yasal, siyasal ve psikolojik vb.)
hem kadını hem de yanındaki çocuğu olumsuz etkilemektedir. Aslında bu etkilenme
kadın ve çocuk için anne karnında başlamaktadır. Sebebi her ne olursa olsun
(istenmeyen gebelik, istenmeyen cinsiyet vb.) hamileyken maruz kalınan şiddet, kadının
ve bebeğin hayatını tehlikeye atmakta, erken doğumlara neden olmakta, zihinsel ve
fiziksel engelli çocukların olmasına hatta ölümlere bile sebebiyet vermektedir.
673
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Cüceloğlu (2002:49)’nun da belirttiği gibi, “…Birey henüz doğmamış bir fetüs
halindeyken bile annenin gergin ya da huzurlu olması, sağlığa yararlı ya da zararlı
maddeler alınıp alınmaması ve bunun fetüs tarafından algılanabilir olması gibi
durumlarda, bireyin ilerde uyumlu ya da uyumsuz kişilikler geliştirmesinde rol oynayan
faktörler olmaktadır. Kısaca bireyin doğum öncesi ve doğum sonrası etkileşime girdiği
ilişkiler, onun ruhsal ve fiziksel gelişiminde önemli derece de rol oynamaktadır”.
Türkiye genelinde en az bir kez gebe kalmış her on kadından biri, gebeliği
sırasında eşi veya birlikte olduğu kişi(ler) tarafından fiziksel şiddet yaşamıştır.
…Gebelikleri sırasında fiziksel şiddet yaşamış kadınların en yaygın olduğu bölgeler,
Kuzeydoğu Anadolu (%17.6), Orta Anadolu (13.7) ve Güneydoğu Anadolu (12.9)
bölgeleridir (Tezcan ve ark., 2009:74-76). Kadınların hamileyken bile şiddet gördüğünü
ifade eden diğer bir araştırmada da çalışmaya katılan 249 hamile kadından, hamilelikleri
boyunca aile içi şiddetin farklı biçimlerine maruz kalanların oranı %25’ten fazla olarak
bulunmuştur (Deveci ve ark, 2007).
Günlük yaşamın içinde yer alan şiddet, kadının kendi hayatındaki travmaları
tırmandırırken yanındaki çocuğunda sağlıklı kişilikler geliştirmesini önlemektedir.
Çocuk, şiddetin yaşandığı aile ortamında hem babadan hem (babası tarafında şiddete
uğrayan anne) anneden şiddet görmekte hem de aile içinde yaşanan şiddete tanıklık
etmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü, çocuklara uygulanan şiddetle ilgili olarak risk oluşturan
etkenleri belirlemiştir. Söz konusu etkenler: Anne-babaların genç yaşta olması, ayrı
yaşıyor olması, çocuğun istenmeyen bir gebelik sonrası doğmuş olması, anne-babaların
geçmiş yaşamlarında şiddete maruz kalmış olmaları, anneye yetersiz doğum öncesi
bakım verilmiş olması, ailede bir bireyin fiziksel veya ruhsal hastalığının olması, annebaba arasındaki ilişkilerde sorun olması, ailenin kalabalık olması, ailenin sosyoekonomik düzeyinin düşük olması, çocuğun engelli olması (aktaran Kutlu ve ark,
2007:25) dır.
Yapılan araştırmalar, aile içerisinde çocuğa yönelik şiddetin en çok anneler
tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Ayan (2007)’ın yaptığı çalışmada
anneleri tarafından şiddete uğrayan çocukların oranı %54, babaları tarafından şiddete
uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı ise %46 olarak saptanmıştır. Yapılan bir diğer
araştırmada da annelerin %87.4’ünün çocuklarına fiziksel istismar/ihmal, %93’ün de
duygusal istismar/ihmal, davranışında bulundukları belirlenmiştir (Güler ve ark.,
2002:130).
Şiddete maruz kalan anne, geçmişten getirdiği deneyimlerle (şiddetin bir
problem çözme aracı olarak kabul edilmesi, şiddeti içselleştirerek normal kabul etme,
kadere bağlama, boyun eğme, vb.) ve bulunduğu ortamdan da etkilenerek öfkesini
çocuğa yöneltmekte hatta onu yetiştirirken şiddeti bir eğitim aracı olarak
kullanmaktadır. Diğer bir deyişle “annelerin, aile içinde aldıkları sorumlulukların fazla
674
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
oluşu, bu sorumlulukların getirdiği stresle yeterli bir şekilde baş edememesi, eşlerden
yeterli destek alamaması çocuklarına daha fazla şiddet göstermelerine neden
olmaktadır” (Bektaş ve Öztürk, 2007:168). Dolayısıyla aile içinde yaşanan şiddet ve
stres, çocuğa yönelik şiddeti artırmakta, bu da çocuklarda duygusal ve davranışsal
sorunlara neden olmaktadır.
Ebeveynleri tarafından şiddete uğrayan çocuk hem bedensel hem de ruhsal
gelişim açısından ciddi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Aile içerisinde yaşanan
şiddet, çocukta kısa ve uzun dönem de pek çok etkiler bırakmaktadır. “Şiddetin,
çocuklar üzerinde kısa dönem etkileri: alt ıslatma, parmak emme, gelişimsel bozukluk,
uyku bozukluğu, yeme bozukluğu, öğrenme güçlüğü, konuşmada gecikme, okul
başarısızlığı, yakın ilişki kurmakta güçlük, öfke içeren ilişkilerdir. Uzun dönemdeki
etkileri ise saldırgan ve suça yönelik davranım, duygusal bozukluklar, akranlarına göre
daha erken alkol kullanmaya başlama, alkol ve madde bağımlılığı, depresyon, intihar
düşünceleri ve girişimleri, halüsinasyonlar, şizofreni, düşünce bozuklukları vb.
gelmektedir” (Pelendecioğlu, Bulut, 2009:52-53).
Diğer yandan aile içerisinde yaşanan şiddete tanıklık eden/gören çocuk, şiddeti
bir problem çözme aracı olarak öğrenmekte hatta onu içselleştirerek, normal kabul
etmeye başlamaktadır. Öğrenilen bu şiddet davranışı, çocukların ileriki yaşamlarına da
etki etmekte bir anlamda şiddetin kuşaklar arası geçişine de sebebiyet vermektedir.
Egeland (1993:197)’ın da vurguladığı gibi “…İstismara tanıklık eden ya da istismara
uğrayan çocuk, bunu erişkinliğine uygulayıcı olarak taşır”.
Şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılması, bir kısır döngü şeklinde şiddetin varlığını
devam ettirmekte ve gerilimli, çatışmalı, travmatik toplumlar, aileler ve bireyler
yaratılmasına sebebiyet vermektedir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Sağlıklı bir toplumun sağlıklı bireylerden oluştuğu gerçeğinden yola çıkarak
toplumun küçük bir minyatürü olan aile, içinde barındırdığı bireylerle beraber toplumun
korunması, güçlenmesi ve devamlılığı açısından çok önemli bir yere sahiptir.
Dolayısıyla aile içinde yaşanan şiddet ve onun oluşturacağı zararlar, büyük eksiklikler,
boşluklar ve hatta kayıp kişilikler (kadın-çocuk), toplumun geleceğini de tehlikeye
atacaktır.
Sorunu kabul etmek çözümün yarısı demektir. Aile içi şiddetin özel/mahrem
olduğu fikrinden uzaklaşarak, bunun toplumsal bir problem olduğu gerçeğinden
hareketle çözüme bir adım daha yaklaşabilir daha akılcı çözümler bulunabilir.
Gerilimden, çatışmadan, şiddetten uzak, mutlu ve her alanda istikrarlı bir toplum
inşa etmek için, bireyler (anne-baba adayları) ve dolayısıyla aileler, evlilikle, aile
planlamasıyla, çocuk yetiştirmeyle ilgili konularda devletin çeşitli kurumları tarafından
verilecek eğitimlerle bilgilendirilmelidir.
675
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Diğer yandan ailenin ve onun içindeki bireylerin (özellikle kadınların ve kız
çocuklarının) korunması amacıyla ailede verilen toplumsal cinsiyete dayalı eğitimler
bırakılmalıdır. Kız çocuklarına pasif olmayı, uyumlu olmayı öğreten, erkek çocuklarına
ise girişkenliği, cesareti, saldırganlığı öğreten eğitimler kaldırılmalı, eşitsizlikler
giderilmelidir.
Toplumsal bir problem olarak ifade edilen şiddetin ne olduğu, neden ve
sonuçlarının neler olduğu konusunda aile bireylerine bilgiler verilerek (okullar,
üniversiteler, STK’lar, ve sağlık, emniyet, sosyal hizmet vb. gibi birçok kamu
kuruluşları tarafından) farkındalık yaratılmalıdır. Şiddeti artıran riskleri ortadan
kaldırmak adına aileler, sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda güçlendirilmelidir.
Geleceğin teminatı olan çocuklar ve onları yetiştiren annelerin, şiddetten
korunması için hem ulusal hem de uluslar arası yasalar uygulanmalı ya da boşluklar
varsa bir an önce giderilmedir.
“Dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan insanlar için huzurlu ve onurlu yaşam
koşulları gerçekleştirilmediği sürece insanlığın uygarlık düzeyine ulaştığından söz
edemeyiz”.
Albert Einstein
KAYNAKÇA
1.Ayan, S. (2007). “Aile İçinde Şiddete Uğrayan Çocukların Saldırganlık
Eğilimleri”, Anatolian Journal of Psychiatry, Sayı:8, ss.206-214.
2.Bektaş, M., Öztürk, C. (2007). “İzmir’de Bir İlköğretim Okulunda Aile İçi
Şiddet Araştırması”, Ege Pediatri Bülteni, Cilt:14, Sayı:3, ss.165-169.
3.Cüceloğlu, D. (2002). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
4.Deveci, S.E., Açık, Y., Gülbayrak, C., Tokdemir, M., ve Ayar, A. (2007).
“Prevalence of Domestic Violence During Pregnancy in a Turkish Community”,
Southeast Asian J Trop Med Public Health, Jul:38 (4), ss.754-760.
5.Egeland, B. (1988). “A History of Abuse is Major Risk Factor For Abusing the
Next Generation”, in Current Controversies on Family Violence (Ed. Browne, K.D.,
Davies, C., Stratton, P.), New York.
6.Güler, N., Uzun, S., Boztaş, Z., ve Aydoğan, S. (2002), “Anneleri Tarafından
Çocuklara Uygulanan Duygusal ve Fiziksel İstismar/İhmal Davranışı ve Bunu Etkileyen
Faktörler”, C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 24 (3), ss.128-134.
676
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
7.Günay, G., Bener, Ö. (2011). “Üniversite Öğrencilerine Göre Kızlara Yönelik
Aile İçi Şiddet ve Nedenleri”, e-Journal of New World Sciences Academy Social
Sciences, 6, (1), ss.1-17.
8.Kadın Statüleri Genel Müdürlüğü (2008). “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet”,
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç), Ankara: KSGM,
9.Kır, İ. (2011). “Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri”, Electronic
Journal of Social Sciences, Cilt:10, Sayı:36, ss.381-404.
10.Kutlu, L., Batmaz, M., Bozkurt, G., Gençtürk, N., ve Gül, A. (2007).
“Annelere Çocukluklarında Uygulanan Ceza Yöntemleri ile Çocuklarına Uyguladıkları
Ceza Yöntemleri Arasındaki İlişki”, Anatolian Journal of Psychiatry, Sayı:8, ss.22-29.
11.Pelendecioğlu, B., Bulut, S. (2009). “Çocuğa Yönelik Aile İçi Fiziksel
İstismar”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:9, Sayı:1 ss.4962.
12.Tezcan, S. (2009). “Sunuş”, Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç),
Ankara: KSGM.
13.Tezcan, S., Yavuz, S., Tunçkanat, H. (2009). “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
ve Sağlık Sonuçları”, Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç), Ankara: KSGM.
14.Yanıkkerem, E., Kavlak, O., Sevil, Ü. (2007). “Şiddetin Kadın Sağlığına
Etkileri ve Sağlık Çalışanlarının Rolü”, Kadın Çalışmaları Dergisi, Sayı:4, ss.32-47.
677
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA KARŞI EVLİLİK İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUĞA YANSIMASI
VE ÇOCUĞUN ŞİDDETTEN KORUNMA HAKKI
Gülçin ALGAN1
Saibe Özlem KAYA2
ÖZET
Literatür incelendiğinde, aile içi kadına karşı şiddetin çocuklar üzerindeki etkilerinin ve
yansımalarının çocukları fazlasıyla etkilediği, özellikle şiddet gören annenin büyüttüğü
çocukların sayısı ve durumu düşünülecek olursa, gelecekteki aile birliğinin
sağlanmasında ciddi problemlerin olacağı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, aile içerisinde
kadına karşı öfke ve saldırganlık içeren şiddet içerikli davranışların özellikle çocuklar
üzerindeki etkileri ve bu bağlamda çocuğun şiddetten korunma hakkı incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, şiddet, çocuk, korunma hakkı.
REFLECTION OF DOMESTIC VIOLENCE AGAINST WOMEN
TO THE CHILD AND THE RIGHT OF PROTECTION OF THE
CHILD FROM VIOLENCE
ABSTRACT
In the literature, the effects on children of domestic violence against women and
thatchildren are greatly affected by the reflections, and especially if we consider the
number of children who are raised by the mother who are subjected to violence, there
will be serious problems for the unity of family. In this context, angry and aggressive
behaviors against women in the family including their effects on children and especially
right of protection of children are considered in detail.
Key Words: Women, violence, child, right to protection.
1. GİRİŞ
Kişilerin beslenme ve bakım gereksinimlerini karşılayan, güven duygusu veren,
beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir kurum olması gereken aile; çoğu kez
her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı odak haline gelmektedir. Aile dışında
gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken, aile içinde oluşan şiddet gizli
kalmakta, özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan ve yasal olarak
karşılanmaktadır. Aile içi şiddet ile ilgili olarak gelişen kamuoyu bilinci ise çok
değişkendir. Böyle bir şiddetin varlığına inanmama ve inkar etme şeklinde görüşler
olabildiği gibi, bu tür bir şiddeti onaylayan görüşler de olabilmektedir (Bilgel, 2002:6776).
1
2
Öğr. Grv. Dr. Gülçin Algan, Selçuk Üniversitesi, [email protected]
Öğr. Grv. Saibe Özlem Kaya, Afyon Kocatepe Üniversitesi, [email protected]
678
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şiddet, insanların bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına ve
sakat kalmalarına neden olan bireysel ve toplu hareketlerin tümüdür. Aile içi şiddet ise
bu tür bir hareketin aile içinde gerçekleşmesi durumunu ifade eder (Bilgel, 2002:67-76).
Bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik aile içi şiddet, gelir ve eğitim düzeyi ne
olursa olsun farklı toplumlarda, farklı kültürlerde yaşayan kadınların ortak sorunudur.
Dünya Sağlık Örgütünün 2002 yılında yayınladığı raporunda, şiddetin en fazla aile
ortamında ve kadına yönelik olduğu bildirilmektedir (Krug, 2002). Kadına yönelik
şiddet coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve öğretim düzeyine bakılmaksızın tüm
dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olaydır (Yurdakul, 1996; Korur,
2003:85-94). Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3’ü ile 2/3’ünün eşi
tarafından şiddete maruz kaldığı saptanmıştır (Arın, 1996; Heisse, 1993; ICN, 2001).
Gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran daha yüksek olup %20-50 civarındadır (ICN,
2001; Shea, 1997). Yapılan araştırmalar özellikle kadının ev içinde yaşadıkları şiddetin
yaygınlığını ortaya koymaktadır. Tüm dünyada kadınlar eşleri, babaları, erkek
kardeşleri ya da akrabalık ilişkileri bulunan diğer aile üyeleri tarafından şiddete maruz
kalabilmektedir (KSG Müdürlüğü, 2012). Aile içi şiddet büyük bir oranla kadına ve
çocuklara yöneliktir ve bu şiddeti gerçekleştiren kişi de çoğunlukla erkektir. Güler ve
ark. (2005)’nın kadının aile içinde yaşanan şiddete bakışı ile ilgili yaptıkları
araştırmada, Kadınların %56,9’u aile içinde şiddet uygulayanların erkekler olduğunu,
şiddetin en çok kadınlara (%59.8) ve çocuklara (%32.4) uygulandığını belirtmişlerdir.
Yapılan başka bir çalışmada da kadınların %54.2’si şiddet uygulayıcısı olarak erkekleri,
şiddete maruz kalanlar olarak ise kadınlar ve çocukları belirtmişlerdir (Rittersberger,
1998). Aile içi şiddetin özellikle aile yaşantısının bir parçası olarak görülmesi ve
kuşaktan kuşağa geçmesi sadece şiddeti göreni değil, şiddet ortamında büyüyen
çocukları da olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Yapılan araştırmalar, ailede şiddetle
karşılaşan çocukların dengeli ev yaşamında büyüyen çocuklara göre davranış
problemlerine sahip olma oranlarının daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır
(Kozlowska ve Hanney, 2001). Aile içi şiddet çocukların duygusal, davranışsal, bilişsel,
sosyal ve fiziksel gelişimlerini olumsuz olarak etkilemektedir (Yaşar, 2010:388).
Konuyla ilgili olarak Vahip ve Doğanavşargil (2006) tarafından yapılan bir araştırmada,
eşler arasında yaşanan şiddete tanık olan çocukların yarısının şiddete fiilen müdahale
ettiklerini, doğrudan şiddete maruz kalmasalar bile çocukluk çağı travmaları
yaşadıklarını saptamışlardır. Özellikle şiddet gören annenin büyüttüğü çocukların sayısı
ve durumu düşünülecek olursa, gelecekteki aile birliğinin sağlanmasında ciddi
problemlerin olacağı anlaşılmaktadır. Bayındır (2010)’ın bildirdiğine göre, evde
yaşanan şiddet anında çocuklarda baskın düzeyde belirgin ağlamalar, ana-babayı
ayırmaya çalışma, şok halde ne yapacağını bilememe, anneyi darba karşı koruma ve
destekleme gibi tepkileri olduğu belirlenmiştir. Uzun vadede ise anneler, çocuklarda
sıklaşan ve yerli yersiz ağlamaların, sürekli sızlanma ve mazeretlerin olduğunu,
insanlardan kaçma ve güvensizlik duygularının geliştiğini, saldırganlığın arttığını,
dikkat ve yoğunlaşma bozukluklarının oluştuğunu, okul başarısının ve isteğinin
azaldığını, özellikle anneye aşırı bağlılığın geliştiğini gözlemlediklerini belirtmişlerdir.
679
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu konuda yapılan diğer araştırmaların ortak bulgusu da; çocukken şiddet dolu bir
ortamda büyüyen bireylerin kendi çocuklarına şiddet uyguladığı, şiddete maruz kalan ya
da tanık olan çocuklarda psikolojik ve fiziksel hasarlar oluştuğu, kısa vadede çocuklarda
saldırganlık başta olmak kaydıyla somatik belirtiler ortaya çıktığı şeklindedir
(McDonald ve Jouriles, 1991; Vahip ve Doğanavşargil, 2006).
Bu bildiride, aile içerisinde kadına karşı öfke ve saldırganlık içeren şiddet
içerikli davranışların özellikle çocuklar üzerindeki etkileri ve bu bağlamda çocuğun
şiddetten korunma hakkını incelenmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Çalışmanın şiddete yönelik toplumsal duyarlılığın geliştirilmesinde etkili olacağını
düşünmekteyiz.
2. KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET NEDİR?
Eşinizin size ve veya çocuklarınıza ya da sizinle aynı evde yaşayan
akrabalarınıza yönelik; sizinle aynı evde yaşayan herhangi bir akrabanızın, size ya da
evdeki diğer kişilere yönelik; evli olmanıza rağmen kendi isteğinizle veya mahkeme
kararı ile ayrı evlerde yaşadığınız eşinizin, size yönelik; tehdit baskı ve kontrol içeren,
fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmenize veya acı çekmenize sebep
olan her türlü davranışı aile içi şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012).
2.1. Şiddet Türleri
2.1.1. Fiziksel Şiddet
Tokat atmak, tekmelemek, yumruklamak, hırpalamak, kolunu bükmek, boğazını
sıkmak, bağlamak, saçını kesmek, kesici veya vurucu aletlerle yaralamak, kezzap veya
kaynar suyla yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini ayaklarını ezmek, sakat
bırakmak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık
hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarar görmesine neden olmak gibi
eylemler fiziksel şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Kadınlar arasında fiziksel ve sözel
şiddeti ifade edenlerin oranı yüksektir. Genel olarak bu şiddet türlerine toplumda daha
fazla rastlanılmaktadır. 1997 yılında Türkiye'de yapılan bir alan çalışmasında,
kadınların %10'u eşlerinden sık sık (%3.5) ve ara sıra (%6.5) dayak yediklerini ifade
ederken, erkeklerin %2.1'inin sık sık, %1.2'sinin ara sıra eşleri tarafından fiziksel
şiddete uğradıkları bildirilmiştir. Eş tarafından şiddet görme oranlarının, yaşa göre
farklılık göstermediği bulunmuştur. Eşle kavgaya varan tartışma yapma oranı arttıkça,
özellikle kadınların eş tarafından dövülme oranlarının arttığı, aynı durumun eşin
hakaretlerine maruz kalma açısından da geçerli olduğu ortaya çıkmıştır (AAK, 1997).
Ülkemizde tıp fakültesi öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada, öğrencilerin
%68.3’ü annelerinin fiziksel ve sözel şiddete maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir
(Güneş ve ark., 2000). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından yapılan bir
çalışmada ise ailelerin %34’ünde fiziksel şiddet, %53’ünde sözel şiddet yaşandığı
saptanmıştır (AAK, 1995). Özellikle gelişmekte olan ülkelerden oluşan 4 kıta ve 24
680
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ülkede yapılan bir çalışmada, görüşmeye alınan kadınların %20-50’si eşlerinden fiziksel
şiddet gördüklerini belirtmişlerdir (ICN, 2001).
2.1.2. Psikolojik Şiddet
Bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tehdit etmek, hakaret etmek, ailesiyle
akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşlarıyla ya da başkalarıyla görüştürmemek, eve
kapatmak, küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle
sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, kadının nasıl giyineceği,
nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendini
geliştirmesine engel olmak gibi eylemler psikolojik şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012).
Ekonomik, politik ve toplumsal etmenlerin yanı sıra, psikolojik etmenler de kadınları
şiddet karşısında daha savunmasız kılmakta ve çok ciddi örselenmelere yol açmaktadır
(Aslan ve Avcı, 1994). Şiddet uygulayan çoğu eş, aile birliğinin ilk dönemlerinde bunu
uygulamamaktadır. Eşler arasında derin bağlar kurulmaya başlandığında ilk şiddet
eğilimleri kendini göstermektedir. İlk şiddet atağı, şiddete uğrayan eş için bir sürpriz
olmakta ve hiçbir şekilde şiddet eğilimi olarak yorumlanmamaktadır. İlk yaralanmalar
hafif ve önemsiz olarak kabul edilmekte ve şiddete uğrayan eş, şiddeti uygulayan eşin
kendisine zarar verme kastı taşımadığına inanmaktadır. Eşine karşı duygularında önemli
bir değişiklik olmamaktadır. Ancak şiddetin boyutu ilerlediğinde, şiddete uğrayan eşin
duygusal bağı giderek zayıflamaktadır; öte yandan eşini terk etmesi durumunda daha
büyük bir şiddet atağı ile karşılaşma korkusu artmaktadır. Dövülen kadın bu dönemde
çaresizliği öğrenmektedir. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme,
sosyal hayattan uzaklaşma, kendine karşı duyduğu güveni ve saygıyı kaybetme gibi
etkiler görülmektedir. Toplum bu olguya aile içi mesele olarak bakmakta ve koruyucu
toplumsal örgütlerin çabaları sınırlı kalmaktadır (Bilgel, 2002:67-76).
2.1.3. Cinsel Şiddet
Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve
istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye
zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya,
kürtaja, enseste (akrabalar arası cinsel taciz ve tecavüz), fuhuşa zorlamak, zorla
evlendirmek, telefonla-mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici
davranışlarda bulunmak gibi eylemler cinsel şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Cinsel
şiddet çoğu zaman, kadınlar tarafından şiddet olarak tanımlanmamaktadır. Karı koca
arasında yaşanabilecek cinsel taciz olaylarının, evlilik ve aile yapısı içinde şiddetten
sayılmaması ya da bir yabancı ile paylaşılamayacak derecede mahrem bir konu olarak
algılanması da bu tür şiddetin üzerini örtmektedir. Erbek ve ark. (2004)’nın evli çiftler
üzerinde yapmış oldukları bir araştırmada, cinsel ilişkiye zorlanma bakımından
cinsiyete göre gruplar karşılaştırıldığında, kadınların anlamlı derecede yüksek oranda
her gün cinsel ilişkiye zorlandıkları saptanmıştır. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete
uğrayan kadınlarda oluşan etkiler oldukça ağırdır. Depresyon korku çeşitli kişilik
681
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bunalımları, alışkanlık yapıcı madde bağımlılığı, kendini suçlu hissedip utanma, kendi
kendine zarar verme girişimlerinde bulunma ve intihar etme eğilimi bu kişilerde görülen
ruhsal etkilerin en önemlileridir (Bilgel, 2002:67-76).
2.1.4. Ekonomik Şiddet
Kadın yaşamını önemli oranda etkileyen, kadını bağımlı ve fakir hale getiren
şiddet türü ise ekonomik şiddettir (Fawole, 2008). Ekonomik şiddet; ekonomik
kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol etme aracı olarak
kullanılmasıdır. Para vermemek veya kısıtlı para vermek, ailenin tasarrufları, gelir ve
giderleri konusunda bilgi vermemek, kadının mallarını ve diğer gelirlerini elinden
almak, çalışmasına izin vermemek, istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş
hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirmek, aileyi ilgilendiren ekonomik
konularda kadının fikrini almadan tek başına karar vermek gibi eylemler ekonomik
şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Toplumun kültürel ve sosyal yapısı, dini inançlar,
sosyal izolasyon, katı toplumsal roller, fakirlik, kadın-erkek eşitsizliği, kendi kendini
kontrol yetersizliği ve zayıf kişilik gibi kişisel karakterler ekonomik şiddet riskini
artırmaktadır (Favole, 2008). Bilindiği gibi yoksulluk ve baskı şiddet davranışının
ortaya çıkmasında önemli faktördür. Düşük gelir düzeyi ile birlikte yaşanan stres ve
kısıtlı kaynaklar şiddet riskini artırmaktadır. Yapılan birçok çalışmada da aile içi şiddeti
artıran olaylar arasında ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almaktadır (AAK, 1995;
Rittersberger, 1998).Güler ve ark. (2005)’nın çalışmasında kadınlar, aile içinde şiddeti
artıran olayların başında ekonomik yetersizliklerin geldiğini ifade etmişlerdir. Latin
Amerika Ülkelerinde; erkeklerin yarıdan fazlası kadın ve erkeklerin aynı imkânlara
sahip olamayacağını belirtirken, İran, Mexico ve Uganda gibi ülkelerdeki erkeklerin
1/3’ünün bu konuda aynı düşüncede oldukları görülmüştür (Favole, 2008).
3. AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE
KORUNMA
Şiddet davranışının öğrenildiği en önemli ortam bireyin kendi ailesidir (Vahip ve
Doğanavşargil, 2006). Aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olan
çocuklara “sessiz”, “unutulmuş” ya da “görünmez” kurbanlar adı verilmektedir
(Edleson, 1999). Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanılma kategorisi içinde
düşünülmektedir. Doğrudan şiddete maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye
kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı türden belirtileri göstermektedir
(Stephens, 1999). Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu, büyüdüklerinde
şiddet uygulayan eşlere ya da ana babalara dönüşmeseler de, şiddet uygulayan
yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma öyküsü
saptanmıştır. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, çocuğun tutum ve
davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir (Kaufman ve Zigler, 1987). Çocuk için
özdeşim nesnesi olan biri (örneğin baba), aile içinden bir başkasına, yineleyici biçimde
şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan
çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir. Fonagy ve Target (1995) tarafından
682
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bildirildiğine göre, çocukluktaki fiziksel ve duygusal kötüye kullanım saldırganlığa yol
açan bir model sunmaktadır. Buna göre, çocuğun psikolojik kendilik gelişiminde
bozukluk ve kendini güvende hissedememesi, saldırganlık, kendini ifade etme ile
saldırganlığın eş hale gelmesi ve saldırganlığı engelleyememesi görülmektedir.
Çocuğun en önemli özdeşim nesneleri anne ve babadır. Özdeşim nesneleri
arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda, çocuğun özdeşim süreçleri
çok zorlaşır. Bu durumda, kızlar anneyle özdeşim yaparak kurbana, erkek çocuklar ise
babayla özdeşim yaparak saldırgana dönüşür. Kız çocuk içselleştirilen saldırganlıktan
payını alır. Aynı şekilde, oğlan çocuk da karşı çıkamamanın, çaresizliğin, kurban haline
gelmenin içselleştirilmesinden payını alır. Saldırganlığın çok çeşitli görünümleri vardır.
Örneğin, babasının saldırganlığıyla özdeşim yapan bir çocuk düşünelim. Okulda yıkıcı
davranışlarda bulunabilir, şiddete başvurabilir. Çünkü öfkenin kontrolsüzce boşalımı ile
iç içe yaşamaktadır. Bu çocuklar genellikle çevrenin öfkesini çeken ve kötü muameleye
maruz kalan çocuklardır. İşlemedikleri suçlar onların üzerine kalır, daha büyük
çocuklardan dayak yerler vb. Bu kısır döngüden kendilerini bir türlü kurtaramazlar.
(Vahip, 2002).
Annenin şiddet gördüğü durumlarda, çocuğun örselenmesi, annenin dövülmesi
bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar, yardıma gereksinimi olan, yaralanmış,
berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu, yalnızca bir
fiziksel bakım üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin, yeterli annelik
yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı değildir. Çocuğun,
örselenmiş durumdaki anneye duyduğu saldırganlığı üstlenebilmesi çok zordur. Bu
nedenle, çocuk yaşına ve gelişimine göre, bölerek, yadsıyarak, bastırarak ya da başka
savunmalar aracılığıyla saldırganlığından kurtulmaya çalışacaktır. Öte yandan her çocuk
babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görmek ve o şekilde özdeşim yapmak
gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi
kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız, güvenilmez biri haline gelir. Artık
baba, anneye destek olan değil, onu aşağılayan, hor gören biridir. Çocuk için bir diğer
güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan
baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere, değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür. Ancak
bunun bedeli büyüktür. Çünkü yaşam içinde, haklarımızı koruyabilmek, kendimizi ifade
edebilmek, girişken olabilmek, bizim için önemli kişilerle eşit ilişkiler kurabilmek için
hepimizin bir miktar sağlıklı saldırganlığa gereksinimimiz vardır.
Aile içi şiddetin “sessiz” tanığı olan bir çocuk, annesine annelik yapmak
gereksinimi duyar. Rollerin değiştiği bu çarpık ilişki, özerkliği sınırlandıran sağlıksız
bir ilişkidir. İçselleştirilen bu ilişki biçimi, gelecekteki kötüye kullanılma ilişkilerindeki
bağımlılığın temellerinden birini oluşturacaktır (Vahip, 2002). Aile içi şiddet ve çocuk
istismarının hem kurban hem de uygulayan üzerinde çok çeşitli etkileri olabilir. Bu
etkiler kurban açısından çok daha önemli ve ciddidir. Şiddete maruz kalan ya da tanık
683
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olan çocuk, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden olumsuz etkilenmektedir (Bilgel,
2002:67-76).
3.1.Bedensel Etkiler
Daha çok fiziksel şiddetin ve fiziksel istismarın uygulanması durumlarında
bedensel etkiler görülür. Vücudun çeşitli kısımlarında oluşan yara, bereler, morluklar,
şişmeler, sıyrıklar, kesiler, kanamalar, yanıklar, kırıklar, göz ve beyin hasarları, iç organ
yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı sakatlanmalar
ve nihayet ölüm meydana gelmesi bedensel etkiler olarak sayılabilir. Çocukta görülen
en önemli etki de, büyüme ve gelişme geriliğidir. Fiziksel şiddet, cinsel alana yönelikse,
cinsel organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar (Bilgel, 2002:6776). Bununla birlikte fiziksel ağrı şikayetleri (baş ağrısı, karın ağrısı gibi), sinirlilik,
gerginlik, kısa dikkat, yorgunluk ya da aşırı enerji, sık hastalanma, kişisel temizliğine
dikkat etmeme, gelişsel gerileme, yaşından küçük davranışlara geri dönme (Yatak
ıslatma, parmak emme gibi), acıya karşı duyarsızlık, tehlikeli oyunlar oynama ve
etkinliklerde bulunma, kendine zarar verme (bilerek bir yerini kesme, yakma, kafasını
vurma) gibi etkiler de sıkça görülmektedir (Hürriyet, 2012).
Fiziksel istismara uğrayan çocuklar kişilerarası, bilişsel, duygusal ve davranışsal
problemler sergilemekte, gelişimsel sorunlar yaşamakta, akademik başarıları düşük
olmakta ve uyuşturucu madde bağımlılığı ve psikiyatrik hastalıklara daha yatkın hale
gelmektedirler (Tamer ve Gökler, 2004).
3.2. Ruhsal Etkiler
Aile içi şiddetin çocukta neden olduğu ruhsal etkiler, bedensel etkilere göre daha
önemlidir. Çünkü bedensel etkiler bir süre sonra tedavi edilir ve ortadan kaldırılabilirler.
Ancak ruhsal etkilerin, hem tedavisi zordur hem de ruhsal etkiler uzun sürelidir. Çoğu
kez yaşam boyu devam eder (Bilgel, 2002:67-76). Aile içi şiddete maruz kalan veya
tanık olan çocuklar, güven duygularını kaybeder ve sevgisizliği öğrenirler yine bu
çocuklarda yetişkin olduklarında, şiddete meyil etme, dışa vurum ve içe atım sorunları,
sosyal ilişkilerde bozukluk, intihar eğilimi ve birçok psikiyatrik bozukluk
görülebilmektedir (Bilgel, 2002:67-76; Tamer ve Gökler, 2004). Bunun yanı sıra
çocukta ailede yaşanan şiddet ve şiddeti durduramamak ile ilgili suçluluk duyguları,
ailesi adına üzüntü, anne babasına karşı duygularında karışıklık (sevgi ve nefreti aynı
anda hissetme), terk edilmekten korkma, duygularını ifade etmekten korkma,
yaralanmaktan korkma, yaşamındaki şiddet ve karmaşa nedeni ile kızgınlık duyma,
depresyon (aşırı mutsuzluk), çaresiz ve güçsüz hissetme, evde olan bitenlerden utanma,
şiddetin sorumluluğunun kendinde olduğunu düşünme, kendi davranışları için
başkalarını suçlama, istediğini yaptırmak, kızgınlığını belirtmek, güçlü hissetmek ve
ihtiyaçlarını karşılamak için sevdiği insanlara vurmanın normal olduğuna inanma,
ailede şiddetle bağlantılı olarak düşük benlik saygısı, istediklerini ve ihtiyaçlarını
684
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
belirtememe, verilenle yetinme, başkalarına güvenmeme, rollerle ilgili katı yargılara
sahip olma gibi sağlıksız davranışlar da gelişebilir (Hürriyet, 2012).
3.4. Sosyal Etkiler
Aile içinde meydana gelen şiddet olayları çoğu zaman gizli kalmakta ve sosyal
öğrenme yoluyla şiddet davranışı yeni nesile aktarılmaktadır. Şiddet uygulayanların
özgeçmişlerine bakıldığında çoğu zaman kendilerinin de şiddet mağduru oldukları
görülmektedir (Kitiş ve Bilgici, 2007). Eşinden ya da ana-babasından şiddet gören
kadınlar, annelik işlevlerini yerine getirmekte zorlanmakta, çocuklarıyla etkili ve
sağlıklı iletişim kuramamakta ve çocuklarına şiddet uygulamaya daha fazla meyilli
olmaktadırlar (Vahip ve Doğanavşargil, 2006).
Aile içi şiddete maruz kalan çocuklar, özgüvenleri düşük, iletişim kurabilme
özellikleri olmayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışları gösteren, şuç
işlemeye yatkın, madde bağımlısı, kendine zarar verici davranışlar geliştiren ve intihara
eğilimi olan kişiler haline gelirler (Bilgel, 2002:67-76). Arkadaşlarından ve
akrabalarından uzak durma, ilişkilerinde genellikle kavgacı olma, çok çabuk arkadaş
olup arkadaşlıklarını aniden bitirme, başkalarına güvenmekte ( özellikle yetişkinlere)
zorluk çekme, kızgınlığını kontrol edememe, uzlaşma becerileri gösterememe, evden
uzaklaşma, aşırı sosyal yaşantı, arkadaşlarına zorbalık yapma ya da kendini ezdirme,
şiddet içeren ilişkiler içine girme ve bu ilişkilerde ya ezen ya da ezilen taraf olma,
arkadaşlarla aşırı sert oyunlar oynama, gibi etkiler de gözlenmektedir. Davranışsal
şiddetin sık ve abartılı ortaya çıktığı durumlarda ise, aşırı hırçın davranma ve
isyankarlık, içine kapanma, okulda başarısızlık veya başarı için aşırı gayret, okula
gitmeyi reddetme, başkalarını memnun etmek için aşırı çaba gösterme, saldırganlık ya
da aşırı pasiflik, bahaneler bulma, kendini savunma gayretleri, alaycı yaklaşımlar,
duygusuz davranma, donukluk, her şeyi "siyah ya da beyaz" görme, aşırı ilgi çekme
davranışları, yalan söyleme, uyku sorunları, kabuslar, altını ıslatma, kontrol edilememe,
sınırlarını bilmeme, yönergeleri yerine getirememe gibi toplumda hoş karşılanmayan
bozukluklar görülebilmektedir (Hürriyet, 2012).
Aile içi şiddetten korunma hakkı kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi
toplumlar tarafından böyle bir sorunun varlığının kabul edilmesi ile başlar. İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi’nin 25/2. maddesi, “Analık ve çocukluk, özel ihtimam ve
yardım görmek hakkına haizdir” diyerek uluslararası alandaki hukuk çalışmalarının
temelini ayrıca da kadına ve çocuğa özel bir ihtimam ve değer oluşturmaktadır
(Kaya, 2011). Aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddete uğrayan kişinin korunması için
Türkiye’de de özel bir kanun bulunmaktadır. Bu yasa “4320 Sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun” dur. Bu Kanunda, aile içi şiddete maruz kalan aile
bireylerinin özellikle kadınların ve çocukların korunması amacıyla, şiddet uygulayan
aile bireyi hakkında alınabilecek tedbirler yer almaktadır (KSG Müdürlüğü, 2012).
685
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bununla birlikte, çocukların hakları çocuk hukukuyla çocuk, saygınlığı, özgürlüğü,
özgünlüğü ve gelişme gereksinimi dikkate alınarak özel olarak koruma altına alınmıştır.
Çocuk haklarının korunmasına ilişkin kurallar, temelleri bakımından Medenî Kanunda
düzenlenmiştir. Medenî Kanun’un “Aile Hukuku” kitabının ikinci kısmı “hısımlık”
başlığını taşımaktadır (m.282-371). Bu maddeler arasında çocuk ve ana baba arasındaki
ilişkiler, haklar, ayrıntılı biçimde düzenlenmektedir (Akyüz, 2012:2-5). Yine Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. Maddesi gereğince;
*Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı
olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına
sahiptir.
*Devlet, her türlü istismara ve şiddete karsı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
Şeklinde çocuk haklarını özel olarak koruyan hükümler bulunmaktadır (Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası, 2010) Bu maddelerin dışında, Anayasa’nın kişi hakları ve
ödevleri bölümünde yer alan haklardan çocuklar da yararlanırlar (Akyüz, 2012:2-5).
Çocuk hakları en geniş kapsamıyla Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nde (ÇHS) yer almaktadır. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğun bir birey
olarak hakları olduğunu anlatan, dünya çocuklarının yaşam kalitesini hak ettikleri
düzeye çıkarmayı amaçlayan bir sözleşmedir. Toplam 54 maddesi bulunan Çocuk
Hakları Sözleşmesinin 19. maddesi çocuğun şiddetten korunma hakkı ile ilgilidir.
Madde19:
*Bu sözleşmeye taraf devletler, çocuğun ana babasının ya da onlardan yalnızca birinin,
yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanındayken
bedensel ya da zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye,
ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idarî
toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.
*Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele
olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi yetkili makama havale edilmesi,
soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu
takdirde adlî makamların işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa
ve onun bakımını üstlenen kişilere gereken desteği sağlama amacıyla sosyal
programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir. Sözleşme’de yer alan
çocuk hakları, yaşama hakları, gelişme hakları, korunma hakları ve katılma hakları
olmak üzere dört ana grupta toplanmıştır. Böylece kanun yoluyla çocuğun her türlü
ihmal, istismar ve sömürüye karşı korunmasını sağlanmıştır (Akyüz, 2012:2-5).
686
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Aile içi şiddet, özellikle çocuk önünde gerçekleşen şiddet bedensel, ruhsal ve
sosyal açılardan yıpratıcı ve kalıcı etkilere neden olmaktadır. Hem şiddete doğrudan
maruz kalan hem de annesinin, babasının veya kardeşlerinin sık sık küçük
düşürüldüğüne, tehdit edildiğine ya da dayak yediğine şahit olan çocuklar şiddetten
olumsuz etkilenir. Her iki durumda da çocuğun kendine saygısı, büyüklere duyduğu
güven duygusu ve yaşam sevinci yara alır. Aile içi şiddeti önlemede ve çocukların
şiddetten korunması için en önemli araç şüphesiz eğitimdir. Kişiler aileler ve sonuçta
toplum, bu gibi olayları, aile meselesi ve olağan olarak görmekten vazgeçerse, aile içi
şiddetin önüne geçilmiş olur. Şiddet öğrenilen bir davranış olduğundan, kitle iletişim
araçlarından en yaygın olarak kullanılan televizyonun, özellikle çocuklar arasında
kullanımında artış gözlenen internetin şiddeti öğretici yayınları önlenmelidir. Çocuklar
erken dönemde ailesel şiddete karşı eğitilmeli, gerekiyorsa korunma altına alınmalı,
şiddete ve şiddetin yaratacağı olumsuz gelişmelere karşı duyarlı hale getirilmelidir.
Şiddete eğilimi olan ve özellikle deşifre edilmiş bireylere danışmanlık yapmak,
psikolojik açıdan tedavi edilmelerini sağlamak için toplum içinde önleyici profesyonel
yardım ağı geliştirilmelidir. Konu ile ilgili olarak kesin, açık, caydırıcı ve ağır cezaları
öngören özel yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Şiddeti önleme çalışmaları
artırılmalı, bu çabalara kadın kadar, erkeğin de aktif katılımı sağlanmalıdır.
KAYNAKÇA
1. Akyüz, E. (2O12). Çocuk hukuku çocukların hakları ve korunması (genişletilmiş 2.
Baskı). Pegem Akademi Yayınevi. Ankara.s,2-5.
2. Arın, C. (1996). Kadına yönelik şiddet. Cogito; 6(7):305-312.
3. Aslan, H, Avcı A. (1994). Kadınların eşleri tarafından fiziksel istismarı. 3P Dergisi,
2:354-360.
4. Bayındır, N. (2010). Aile içinde yaşanan şiddete karşı çocuğun gösterdiği tepkiler.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2 (2):1-9.
5. Bilgel, N. (2002). Aile Psikolojisi ve Eğitimi, aile içi şiddet ve çocuk istismarı.
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını No:744 Editör: Dursun Gökdağ.
Eskişehir. s.67-76.
6. Edleson, J.L. (1999). Children’s witnessing of adult domestic violence. J Interpers
Violence, 14:839-870.
7. Erbek, E., Eradamlar, N., Beştepe, E., Akar, H., Alpkan, L. (2004). Kadına Yönelik
Fiziksel ve Cinsel Şiddet: Üç Grup Evli Çiftte Karşılaştırmalı Bir Çalışma. Düşünen
Adam;17(4):196-204.
8. Fonagy, P., Target, M. (1995). Understanding the violent patient: the use of the body
and the role of the father. Int J Psychoanal, 76:487-501.
9. Fawole, O.I. (2008). Economic violence to women and girls. Is it receiving the
necessary attention? Travma, Violence & Abuse, 9 (3) : 167-177.
687
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
10. Güneş, G., Kaya, M., Pehlivan, C. (2000). Tıp Fakültesi öğrencilerinin ailelerinde
kadına yönelik aile içi şiddetle ilgili bir araştırma. Toplum ve Hekim; 15(5):391397.
11. Hürriyet. (2012). Şiddet ve çocuklar.
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/aileici/siddet.asp (Erişim Tarihi: 27.03.2012).
12. Heisse, L. (1993). Violence against women; the hidden burden, World Health
Statistics Quarterly; 46(1):14-22
13. ICN. (2001). Nuırses, always there for you: United against violence, International
Nurses Day, Anti-Violence Tool Kit.
14. Vahip, I. (2002). Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: farklı bir açıdan bakış. Türk
Psikiyatri Dergisi; 13(4):312-31.
15. Kaya, Ö.S. (2011). Öğretmen adaylarının çocuk hakları ile ilgili görüşleri.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Ana Bilim Dalı, Afyonkarahisar.
16. Kaufman, J., Zigler, E. (1987). Do abused children become abusive parents? Am J
Orthopsychiatry; 57:186-192.
17. Kitiş, Y. ve Bilgici, S.Ş. (2007). Bir aile içi şiddet olgusu; sır tutma ilkesi ile şiddeti
ihbar etme yükümlülüğü arasındaki etik ikilem. Aile ve Toplum: Eğitim-Kültür ve
Araştırma Dergisi; Cilt:3, sayı:11 (7-13).
18. Korur, S. (2003). Kadına yönelik şiddete adli tıp açısından yaklaşım. Kadına
Yönelik Şiddet ve Hekim Sempozyumu; s.85-94.
19. Kozlowska, K. ve Hanney, L. (2001). An atr therapy group for children traumatized
by parental violence and separation. Clinical Child Psychology and Psychiatry; 6(1):4978.
20. Krug, E.G. (2002). World report on violence and health, Geneva.
21. KSG Müdürlüğü. (2012). Aile içi şiddetle mücadele el kitabı. “kadına yönelik aile
içi şiddetle mücadele projesi. T.C. BAŞBAKANLIK Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.
www.aileicisiddet.net/yayinlar/Aile-Ici-Siddetle-Mucadele-.pdf
26.03.2012)
(Erişim
Tarihi:
22. Mcdonald, R., Jouriles, E.N. (1991). Marital aggression and child behaviour
problems. Research Findings, Mechanisms, And İntervention Strategies, Behavior
Therapist, 14, 189-191.
23. Güler, N., Tel, H., Özkan Tuncay, F. (2005). Kadının aile içinde yaşanan şiddete
bakışı. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 27 (2): 51 – 56.
24. Rittersberger, Tılıç H. (1998). Aile içi şiddet; bir sosyolojik yaklaşım 20. yüzyılın
sonunda kadınlar ve gelecek. Editor: Oya Çiftçi, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü Yayınları No: 283, Ankara. 1998.
25. Shea, C.A. (1997). Breaking through the barriers to domestic violence intervention.
American Journal of Nursing; 97(6):26-34.
688
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
26. Stephens, D.L. (1999). Battered women’s views of their children. J Interpers
Violence, 14:731-746.
27. Tamer, Y. ve Gökler, B. (2004). Çocuk istismar ve ihmali: psikiyatrik yönleri.
Hacettepe Tıp Dergis; 35, (82-86).
28. T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu.(1995). Aile içi şiddetin sebep ve
sonuçları. Yayın No: 86, Ankara.
29. T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. (1997). Aile içinde ve toplumsal alanda
şiddet. AAK Yayınları, Ankara, s:103.
30. Vahip, I, ve Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız.
Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2):107-114.
31. Yaşar, M. (2010). Aile eğitimi erken çocukluk eğitiminde aile katılım çalışmaları.
Özel durumlarda aile çalışmaları. 10. Bölüm. Editör: Fulya TEMEL. Anı Yayıncılık,
Ankara. s,388.
32. Yurdakul, M. (1996). Kadın istismarı, şiddet ve hemşirelik. Hacettepe Üniversitesi
Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi; 3(1):52-60.
689
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KÜÇÜK MAĞDURLARI
ÇOCUKLAR VE ŞİDDETE TANIK OLMUŞ ÇOCUKLAR İLE
ÇALIŞMA
Ural NADİR1
Engin FIRAT2
Özet
Aile içerisinde kadına yönelen şiddet gerek ülkemizde gerekse de dünya ölçeğinde en
önemli sorunlardan birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorun, eğitim, gelir, sosyal
sınıf, yaşanılan bölge gibi değişkenlere bağlı olarak toplum içerisinde farklılıklar
gösterse de hemen hemen dünyanın tamamında yaşanmakta ve mücadele edilmesi için
çeşitli planlar programlar ortaya konmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı
araştırmalarda dünya çapında kadınların (ülkelere göre değişiklik göstermek üzere) %15
ile %71’inin hayatlarında en az bir kere fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı
ortaya çıkmıştır (WHO, 2006). Ülkemizde ise, Hıdıroğlu ve arkadaşları (2006) ile Güler
ve arkadaşları (2005) da yaptıkları çalışmalarda eşleri tarafından aile içi şiddete uğrayan
kadınların oranlarını %40 olarak bildirmişlerdir. Kadına yönelik şiddet konusu
çalışılırken bakış açısı büyük oranda kadın ile sınırlı kalmaktadır. Şiddet faili erkek
veya şiddetin küçük mağdurları olan çocuklar ile ilgili çalışmalar çok azdır. Özellikle ev
içerisinde sürekli şiddete tanıklık eden çocukların fiziksel, duygusal ve psikolojik
rahatsızlıklara daha açık yetiştikleri açıktır. Zerk, Mertin ve Preove (2009), yaptıkları
bir araştırmada ev içerisinde şiddete tanıklık eden çocukların, diğerlerine oranla anlamlı
biçimde daha fazla travma sonrası stres bozukluğu semptomları geliştirdiklerini ortaya
çıkarmışlardır. Stenberg ve arkadaşları (2006) aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarda,
depresyon, kaygı, saldırganlık, sosyal geri çekilme, risk alma davranışlarında tanıklık
etmeyenlere göre anlamlı bir artış bulmuşlar, bu çocukların öz güvenlerinde diğerlerine
göre düşüş tespit etmişlerdir. Bunların yanında yine ev içi şiddete tanıklık eden
çocukların fiziksel, zihinsel gelişmelerinde ve sosyal uyumlarında sorunlar tespit
edilmiştir (Adams, 2006). Yine KGSM (2008) raporunda şiddet gören annelerin
çocuklarının görmeyenlere göre daha fazla kabus görme, altını ıslatma, çekingen, içine
kapanık olma, hırçınlaşarak ağlama, ve saldırgan olma gibi davranış sorunlarının
yaşadığı belirtilmiştir. Bildirimizde bir yandan aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki olası
sonuçları tartışılırken diğer yandan başta kadın sığınmaevlerinde olmak üzere bu
çocuklarla yapılabilecek çalışmalarla ilgili olarak çeşitli noktaların altı çizilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddet, Sosyal Hizmet
Uzman Psikolog, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara Aile Danışma Merkezi ([email protected])
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi
([email protected])
1
2
690
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
CHILDREN AS SMALL VICTIMS OF VIOLENCE AGAINST
WOMEN AND SOCIAL WORK WITH CHILDREN WHO
WITNESSED VIOLENCE
Abstract
Family violence against women is one of the most important social problems both in
Turkey and world. Even though this problem may vary in a society according to
education, income, social class and residing, it exists almost in entire world and several
programs are being made to overcome this problem. In research made by World Health
Organization it appears that even relatively different in countries, from 15% to 71% of
women around the world experience physical or sexual partner violence, or both, in
their lifetime (WHO, 2006). In Turkey, Hıdıroğlu et al. (2006) and Güler et al. (2005)
found that 40% of women experience family violence by their spouse. In analysing
violence against women, research’s focus generally remains limited to women only.
There are very few researches about men as violence perpetrator or children as small
victims of violence. It is obvious that children who always witness family violence
grow up with possibility of having physical, psychological disabilities and emotional
disturbance. Zerk, Mertin and Preove (2009) found that children who witnessed family
violence have significantly more symptoms of posttraumatic stress disorder than others.
Stenberg et al. (2006) found the significant increase of depression, anxiety, aggression,
social isolation (withdrawal) and risk behaviour in children who witnessed family
violence more than children who did not witness family violence. Also they found that
children who witnessed family violence have lower self-esteem than others. Besides
problems in physical and mental development and social cohesion of children who
witnessed family violence have been found (Adams, 2006). In report by KSGM (2008)
it is stated that children of women who experienced violence have more behavioral
problems such as having a nightmare, enuresis, being shy, being withdrawn, being
aggressive and crying than children of women who did not experience violence. In this
paper, on the one hand the possible outcomes of family violence on children will be
discussed and on the other hand the principles of social work with these children
espacially who stay in battered women’s shelter will be emphasized.
Key Words: Violence Against Women, Family Violence, Social Work
691
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1. GİRİŞ
Aile toplumun en temel birimi ve aile bireyleri için önemli bir sosyal destek
sistemidir. Ancak aile sistemi her zaman işlevsel olmayabilir. Aile sisteminin işlevsiz
olduğu durumlarda bireyler bu durumdan olumsuz etkilenmektedirler. Aile sistemi
birbirini etkileyen ve birbirinden etkilenen bireylerin kan bağıyla bir arada bulunduğu
bir etkileşimler bütünü olarak nitelendirilebilir. Aile içinde meydana gelen sorunlar, aile
sisteminin parçası olan küçük sistemleri derinden etkilemektedir. Kadına yönelik aile
içindeki şiddet hem aile birliğini hem ebeveynlik sistemini hem de önemli alt sistemler
olan kadın ve çocukları derinden etkilemektedir. Kadına yönelik aile içi şiddetin bir
diğer önemli mağdurlarından birisi çocuklardır. Ulusal ve uluslararası literatür aile
içindeki şiddeti araştırırken genellikle kadına odaklanmaktadır. Ancak şiddeti
gözlemleyen ve şiddet mağduru olan çocuklar da araştırma kapsamına alınmalıdır. Zira
kanımızca, aile içinde şiddete tanık olan çocuğun şiddeti içselleştirmesi ve şiddet
döngüsünün ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir.
Aile içi şiddete tanık olmuş çocuklarda ortaya çıkan davranış bozuklukları kadına
yönelik şiddetin en önemli sonuçlarından bir tanesidir. Çocuğun şiddet ortamında
büyümesi hem belirli davranış problemlerinin ortaya çıkmasına hem de çocuğun şiddeti
içselleştirerek kendi yaşam döngüsünde şiddete başvurmasına neden olabilmektedir.
Kadının hamilelik döneminde şiddete maruz kalması düşük, erken doğum, fiziksel ve
zihinsel engelli çocukların dünyaya gelme riskini artırmaktadır. Aile içinde şiddete
maruz kalan ya da tanık olan çocuk duygusal, bilişsel ve davranışsal açıdan çeşitli
sorunlara sahip olabilmektedir. Aile içi şiddetin yaygın olduğu evde büyüyen
çocuklarda depresyon, isyankarlık, içe kapanma ve aşağılık duygusu yaşama gibi
özellikler gelişebilir. Şiddeti içselleştiren çocuklar saldırgan, intihar eğilimli, madde
bağımlısı, suça itilen ve gelecekte kendi çocuklarını ihmal ve istismar eden bireylere
dönüşebilmektedirler (Yıldız, 2007’den akt. KSGM, 2008:41). Ayrıca Altınay ve Arat’a
göre (2007 :110) çocukken tanık olunan ya da maruz kalınan şiddetin erkeklerde şiddet
uygulama, kadınlarda da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat artırmaktadır.
Kadına yönelik şiddet en önemli sosyal sorunlardan bir tanesidir. Son yıllarda bütün
dünyada ve özellikle Türkiye’de kadına yönelik şiddetin önemli oranda arttığına tanık
olmaktayız. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir nedeni olarak ortaya çıkan kadına
yönelik şiddetin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Esasında şiddet, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın bütün vatandaşlara tanıdığı “insanca muameleye tabi tutulma” hakkının
(Altınay ve Arat, 2007:11) ve kadının insan haklarının (KSGM, 2008:.8) ihlalidir. Bu
nedenle kadına yönelik aile içi şiddet, cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir insan hakları ihlali
olarak nitelendirebilir.
Kadına yönelik şiddet farklı bakış açılarından ele alınabilir. Örneğin Dünya Sağlık
Örgütü (2002) kadına yönelik şiddeti öncelikle bir sağlık sorunu olarak ele almaktadır.
Dünya Bankası (1993) raporuna göre 15-44 yaş arası kadınların karşılaştıkları aile içi
şiddetin olumsuz sonuçları (sürekli sakatlık veya ölüm) en az kanser veya trafik kazaları
sonucu oluşabilecek ölüm ve sakatlıklara denk düşmektedir. Ayrıca Dünya Sağlık
Örgütü’nün yaptığı araştırmalara göre dünya çapında kadınların ülkelere göre değişiklik
692
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
göstermekle birlikte %15 ile %71’inin hayatlarında en az bir kere fiziksel ve/veya cinsel
şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır (WHO, 2006). Türkiye’de ise bu oranın %25 ile
%30 arasında değiştiği belirtilmektedir (KSGM, 2008, s.9). Hıdıroğlu ve arkadaşlarının
(2006) İstanbul’da yaptıkları sağlık ocağı tabanlı bir çalışmada araştırmaya katılan
kadınların %40.4’ü eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
Ayrıca katılımcıların %76.7’si çocuklarına fiziksel şiddet uyguladıklarını
belirtmişlerdir. Güler ve arkadaşlarının (2005) Sivas ilinde 15-49 yaş arası kadınlarla
yaptıkları bir çalışmanın sonuçlarına göre kadınların %40.7’si aile içi şiddete maruz
kalmaktadır. Araştırmaya katılan kadınlar, şiddetin en çok kadınlara ve çocuklara
uygulandığını belirtmişlerdir. Kadınların %56.9’u şiddeti fiziksel şiddet olarak
tanımlamıştır. Ayrıca kadınların %47.4’ü şiddeti sözel, %21.4’ü duygusal şiddet olarak
tanımlarken, şiddeti ekonomik ya da cinsel olarak tanımlayan olmamıştır. Altınay ve
Arat’ın (2007:79) yaptıkları bir araştırmaya göre hayatı boyunca eşi tarafından en az bir
kez fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı Türkiye genelinde %35, Doğu
Anadolu Bölgesi örnekleminde ise %40 olarak bulunmuştur.
Aile içi şiddete yönelik araştırmalarda odak genellikle kadın olmaktadır. Ancak
kadına yönelik şiddet, küçük mağdurlar olan çocuklar boyutundan da ele alınmalıdır. Bu
makalenin amacı kadına yönelik aile içi şiddeti, şiddetin çocuk gözünden okunuşunu ve
mağdur çocuklarla sosyal hizmet çalışmasının ilkelerini tartışmaktır.
2. ŞİDDET
2.1. Şiddet Kavramı
Şiddet, tanımlayan kişiler ve bu kişilerin amaçlarına göre farklılıklar gösterse de
bireyin ruhsal ve fiziksel yönden zarar görmesine neden olan hareketler bütünü olarak
nitelendirilebilir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (2002:4) şiddet, “fiziksel güç ya da
kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel
zarara veya fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme,
gelişim sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da
gerçekten kullanılmasıdır”.
Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için şiddetin bütün yönleriyle
tanımlanması gerekmektedir. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler’e (1993) göre kadına
yönelik şiddet, ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin kadınlara, fiziksel,
cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması
muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü eylemdir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlık ve Şiddet konulu raporunda (2002:13-25)
şiddet, eylemin gerçekleştirildiği kişiler açısından 3 kategoride sınıflandırılmıştır. Buna
göre; kendine yönelik şiddet, kişilerarası şiddet ve kolektif şiddet olmak üzere 3 çeşit
şiddet vardır. En yaygın olan ve genellikle ev içinde meydana gelen aile içi şiddet
kişiler arası şiddet kategorisine girmektedir. Bu nedenle aile içi şiddet, şiddet içeren
davranış ve eylemlerin aile içinde gerçekleşmesidir. Aile içi şiddet büyük oranda kadın
ve çocuklara nadiren de yaşlılara yönelik olmaktadır (Aktaş, 2006). Aile içi şiddet
genellikle erkek tarafından kadına uygulanan şiddet olarak görülmektedir (Page ve İnce,
2008:83; Hıdıroğlu ve arkadaşları, 2006). Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel
693
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
veya psikolojik zarar görmesiyle ya da acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması
muhtemel olan hareketlerdir (KSGM, 2008:12).
Şiddet kavramının tanımlanması ve önlenmesindeki en önemli etmenlerden
birisi şiddete maruz kalan kadınların şiddete dair bakış açılarıdır. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu tarafından yapılan Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları (1995:158)
çalışmasında şiddete maruz kalan kadınların büyük bir kısmının şiddeti kavramsal
olarak “normalize etme” eğiliminde oldukları bulunmuştur. Güler ve arkadaşlarının
(2005) yaptıkları çalışmada ise kadınların %58.8’i aile içi şiddeti artıran en önemli
nedenin ekonomik yetersizlik olduğunu belirtmişlerdir. Ancak Türkiye’de Kadına
Yönelik Şiddet (Altınay ve Arat, 2007:74) araştırmasının sonuçlarına göre görüşülen on
kadından dokuzu “haklı görülebilecek dayak yoktur” demiştir. Bu araştırmada “bazı
durumlarda erkekler eşlerini dövebilir” diye düşünen kadınların oranı Türkiye
örnekleminde %11’dir. Bu yönüyle adı geçen çalışma çarpıcı sonuçlar ortaya
koymaktadır.
2.2. Şiddetin Nedenleri
Şiddetin nedenlerinin belirlenmesi aslında şiddetin tanımlanması sorunu ile
ilgilidir. Türkiye’de şiddetin bir “terbiye” yöntemi olarak algılanması, bunun hem aile
içinde hem de kamusal yaşamda meşru olarak görülmesine, şiddetin hem yeniden
üretilmesine hem de gizlenmesine yol açmaktadır (Ateş, 1991’den akt. Aile Araştırma
Kurumu, 1995:.3).
Şiddetin nedenleri çok çeşitlidir. Birden fazla risk etmeninin kendi içinde
etkileşime girerek aile içi şiddeti ortaya çıkardığı bilinmektedir. Bu nedenle aile içi
şiddeti önlemek aynı zamanda yasal, sosyal, ekonomik ve kişisel bir çok etmene
müdahale etmeyi gerektirir (Page ve İnce, 2008:89).
Eşler arasında yaşanan şiddet ile bireylerin kendi yaşam öykülerindeki şiddeti
ilişkilendiren önemli çalışmalar bulunmaktadır. Vahip ve Doğanavşargil (2006)
tarafından yapılan bir araştırmaya göre, kişinin fiziksel şiddet öyküsü ile kendi
çocuğunun ihmal ve istismarı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bu ilişkiyi en iyi
açıklayan kuram Sosyal Öğrenme Kuramıdır. Bu kurama göre kadınlara uygulanan
şiddet strese karşı öğrenilmiş bir tepkidir. Kişi, şiddeti stresle başa çıkma yöntemi
olarak öğrenir. Kişi, ebeveynler arasındaki şiddetin tanığı ya da mağduru olarak şiddeti
öğrenir (Bandura, 1973, 1977’den akt. Page ve İnce, 2008:84). Bu çerçevede sosyal
öğrenme kuramı şiddete tanık olmuş ya da şiddet mağduru olan çocuklarla sosyal
hizmet müdahalesinin gerekçesini ortaya koymaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (2002:9) raporunda şiddet, biyolojik, sosyal, kültürel,
ekonomik ve politik faktörlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu karmaşık bir olgu
olarak nitelendirilmektedir. Raporda ayrıca şiddetin nedenlerinin anlaşılabilmesi için
ekolojik modelin kullanıldığına tanık olmaktayız. Ekolojik model şiddetin çok yönlü
anlaşılabilmesi için işlevsel sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu model şiddete ilişkin risk
faktörlerini 4 ayrı kategoriye ayırmaktadır. Bunlar sırasıyla kişisel, ilişkisel (aile),
örgütsel ve toplumsal kategorilerdir. İlk aşama olan kişisel (individual) aşamada kişinin
biyolojik özellikleri ve şiddet içeren yaşam öyküsü bireyin davranışlarını
694
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
etkilemektedir. Örneğin kişinin yaşı, eğitim durumu, geliri, ruhsal bozuklukları, madde
kullanımı, kendi yaşam öyküsünde ihmal ve istismara uğrama durumu bireyin şiddet
içeren davranışlarda bulunmasını etkilemektedir. İkinci aşama olan ilişki (relationship)
aşamasında kişinin ailesiyle, arkadaşlarıyla ve akranlarıyla olan ilişkisine
odaklanılmakta ve bu ilişkilerde şiddet davranışını içeren unsurlar göz önünde
bulundurmaktadır. Örneğin şiddet içeren akran gruplarına üye olan ergenlerde şiddeti
uygulama ya da şiddet mağduru olma eğilimi artabilir. Üçüncü aşama olan örgütsel
(community) aşamada kişinin okul, işyeri ve komşuluk ilişkilerini göz önünde
bulundurarak şiddet davranışını artıran etmenler belirlenmeye çalışılır. Son aşama olan
toplum (societal) aşaması diğer aşamalara göre daha geniş bir alanı ifade eder. Bu
aşamada şiddet unsuru içeren sosyal ve kültürel faktörler değerlendirme kapsamına
alınır. Bütün bu olgular çerçevesinde şiddeti meydana getiren tek bir unsurdan değil,
birçok faktörün etkileşiminden bahsedebiliriz.
Bir başka çalışmada UNICEF (2003:7) aile içinde kadına yönelik şiddeti ortaya
çıkaran risk etmenlerini, ekolojik modele benzer bir biçimde bireysel faktörler, ilişki
faktörleri, yakın çevreye ilişkin faktörler ve toplumsal faktörler olmak üzere 4 temel
kategoride açıklamaktadır. Bireysel faktörler arasında eşlerin erken yaşta evlenmeleri,
kişilik bozukluğu, düşük gelire sahip olma, çocukken şiddete tanık olma ya da maruz
kalma sayılabilir. İlişki faktörleri arasında evlilikte çatışma, problemleri çözememe, aile
sisteminin işlevsiz olması sayılabilir. Yakın çevreye ilişkin faktörler arasında yakın
çevrenin şiddeti normalize etme eğiliminde olması ve yakın çevrenin aile içi şiddete
karşı yaptırımlarının yetersiz olması sayılabilir. Toplumsal faktörler arasında ise
geleneksel cinsiyet eşitsizliği ve şiddeti destekleyen sosyal normlar sayılabilir.
2.3. Aile İçi Şiddetin Türleri
Şiddet genelde 3 ayrı kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kişinin kendisine
yönelik şiddet, kişiler arası şiddet ve kolektif şiddettir. Aile içi şiddet, kişiler arası şiddet
kategorisi altında bulunmaktadır. Ayrıca aile içi şiddet başlığı altında 3 ayrı şiddet
mağduru saptanabilir. Bunlar kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır (WHO, 2002:5).
Kadına yönelik aile içi şiddet 5 kategori altında toplanabilir. Bunlar, fiziksel
şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet, sözel şiddet ve psikolojik ve sosyal şiddettir
(Aktaş, 2006).
2.3.1.Fiziksel Şiddet
Aile içi şiddetin en fazla görülen biçimlerindendir. Öyle ki bazı araştırmalarda
kadınlar diğer şiddet türlerinden bahsetmemiş ve sadece fiziksel şiddeti, kadına yönelik
şiddet olarak değerlendirmişlerdir. Güler ve arkadaşlarının (2005) yaptıkları çalışmada
kadınların cinsel ve ekonomik şiddeti ifade etmemeleri çarpıcı bir sonuçtur. Kuşkusuz
bu durumun nedenlerinden birisi kadınların şiddet bakış açıları ve toplumun şiddet
olgusunu yeniden üretmesidir.
Fiziksel şiddet tokat atmak, dövmek, vurmak, kemiklerini kırmak, duvara
vurmak, saç çekmek, tekmelemek, bıçak çekmek, yaralamak, yakmak, boğazlamak,
695
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
silahla yaralamak, sarsmak, öldürmeye kalkışmak şeklinde ortaya çıkan şiddet
davranışıdır (KSGM, 2008:16).
2.3.2. Cinsel Şiddet
Kadının hoşlanmadığı tarzda sözle taciz, şaka ve dokunma, kadını cinsel ilişkiye
zorlama, aşırı kıskançlık, cinsel suçlamalar, kadının grup sekse ya da anal sekse
zorlanması, ilişki sırasında acı veren obje kullanımı, pornografik dergi ya da filmlerdeki
yaşantıları kadına zorla yaşatma, fuhuşa zorlama, cinsel yaşamda kadını aşağılayıcı
davranışlarda bulunma, ensest ilişkiye zorlama gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet
biçimidir (Aktaş, 2006).
Cinsel şiddet kapsamına kız çocuklarının doğmadan ya da doğduktan sonra
öldürülmeleri, erken evlendirilmeleri, kadın sünneti uygulaması, erken gebeliklerin
yaşanması ve korunmanın engellenmesi, namus bahanesiyle kadına yönelik suç
işlenmesi de girmektedir. Ayrıca Türkiye’de bazı bölgelerde yaşanan beşik kertmesi,
başlık parası, berdel, kuma, yaşlı erkeklerle genç kızların evlendirilmesi gibi
uygulamalar da cinsel şiddet kapsamına girebilir (KSGM, 2008:18).
2.3.3.Ekonomik Şiddet
Evin masraflarını karşılamamak, aile bireylerine gerekli harçlığı vermemek,
kadının çalışmasına izin vermemek, çalışan kadının elinden parasını almak, geliri
kadından saklamak, kadının mal/mülkünü kontrol etmek, harcamaları kontrol etmek,
para yönetimi konusunda eleştirmek, erkeğin gelirini kendi özel zevkleri için kullanarak
aile gelirinden kısıntı yapması gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet türüdür.
2.3.4.Sözel Şiddet
Aşağılayıcı sözler söylemek, zaafları ile dalga geçmek, aşırı genellemeler
yapmak, suçlamak, küfür etmek, küçük düşürmek, hakaret etmek, yüksek sesle
bağırmak kadını çelişki içinde bırakmak, kadının özgüveninin yitirmesine neden olmak,
korkutmak, ruhsal açıdan zedelemek, çocukları vermemekle tehdit etmek ya da kadının
sosyal ve meslek yaşamını bozmakla tehdit etmek biçiminde görülen şiddet türüdür
(KSGM, 2008:17).
2.3.5.Psikolojik ve Sosyal Şiddet
Kadınla doğrudan iletişimi kesmek, konuşmamak, surat asmak, kadının
kendisini ifade etmesini, görüş ve düşüncelerini belirtmesini engellemek, duygusal
sömürü yapmak, imalı konuşmak, kadının sosyal hayatını katı kurallarla kısıtlamak,
kendisine olan güvenini ve saygısını düşürmeye neden olmak, sürekli eleştirmek,
çevresiyle bağlarını kopartmak, sürekli kontrol altında tutmak, ailesi ve arkadaşları ile
görüşmesini engellemek, herkesin önünde aşağılayıcı konuşmak, utandırmak, ruhsal
hasta olduğunu söylemek, çirkin ve işe yaramaz olduğunu söylemek, çocuğu kadına
karşı olumsuz etkilemek gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet biçimidir (KSGM,
2008:19).
696
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
3. ŞİDDET VE ÇOCUK
3.1. Aile İçi Şiddetin Çocuk Üzerinde Etkileri
Aile içi şiddetin kadına olan etkisi yukarıda da anıldığı üzere literatürde uzun
süredir ve sıkça araştırılan bir konu olmasına rağmen, şiddete tanık olmanın çocuklar
üzerindeki duygusal, fiziksel ve psikolojik sağlığına olan etkileri daha az araştırılmış ve
raporlaştırılmıştır. Bu konu her ne kadar ertelenmiş olsa da günümüzde daha sık
araştırılmaya başlanmış olup, elimizde aile içi şiddete maruz kalmanın da şiddete
tanıklık etmenin de çocukların fiziksel, duygusal ve psikolojik sağlıklarına olumsuz
etkileri konusunda belli bir bilgi birikimi oluşmuş durumdadır.
Stenberg ve arkadaşları (2006) aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarda,
depresyon, kaygı, saldırganlık, sosyal geri çekilme, risk alma davranışlarında tanıklık
etmeyenlere göre anlamlı bir artış bulmuşlar, bu çocukların öz güvenlerinde diğerlerine
göre düşüş tespit etmişlerdir. Bunların yanında yine ev içi şiddete tanıklık eden
çocuklarda fiziksel, zihinsel gelişmelerinde ve sosyal uyumlarında sorunlar tespit
edilmiştir (Adams, 2006).
Smith, Berthelsen, ve O’Connor, (1997) 3-6 yaş arasında aile içi şiddete uğrayan
çocukların yüzde 42’sinin klinik bir müdahale gerektirecek düzeyde ruh sağlığı
bozuklukları geliştirdiklerini aktarmışlardır.
Zerk, Mertin ve Proeve (2009), 60 çocuk üzerinde yaptıkları bir araştırmada aile
içi şiddet gören çocukların PTSD semptomları gösterdiğini ve bunun yanında özellikle
şiddet yaşantısı olan ailelerde annenin ruhsal durumunun çocukların ruh sağlıkları
üzerinde etkisi olduğunu bulmuşlardır. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı
çocuklarda da DSM IV tanı ölçütlerine göre konmaktadır. Her ne kadar literatürde
çocuklar için ayrıca bir tanı sistemine ihtiyaç duyulduğu ve çocuğun bilişsel
yeteneklerine de bağlı olarak yaşadıklarını tam anlatamayacağı ileri sürülmüşse de halen
çocuk kliniklerinde DSM IV tanı ölçütleri kullanılmaya devam etmektedir. DSM IV
kişinin yaşamını ve fiziksel bütünlüğünü tehdit eden bir travmayı yaşaması ya da buna
tanık olması sonucunda gelişen bilişsel, duygusal, davranışsal ve sosyal bozuklukları
içeren psikiyatrik belirtileri tanımlamaktadır. DSM-IV’ e göre TSSB tanısının
konulabilmesi için yeniden yaşanan belirtilerden en az bir ölçütün, kaçınma ve genel
tepki düzeyinde azalma belirtilerinden en az üç ölçütün ve aşırı uyarılmışlık
belirtilerinden en az iki ölçütün karşılanması gerekmektedir. Yorbık, Dikkatli, Cansever
ve Söhmen (2001) özellikle çocuklarda ve ergenlerde tanı ölçütlerine ilişkin
tartışmalarla beraber bu ölçütlerin tamamı karşılanmasa bile çocuğun işlevselliğindeki
eksilmeye de bakılarak bir müdahale planı çıkarılmasının önemli olduğundan
bahsetmişlerdir.
Deboard-Lucas ve Grych (2011) aile içi şiddete tanık olan 7-12 yaş arası
çocuklar üzerinde yaptığı bir araştırmada çocukların büyük oranda mutsuzluk ve öfke
yaşadıkları, büyük bölümünün olaylar başladıkta sonra kendilerini geri çektiği, üçte
birlik bir kısmın ise bu çatışmalı ortamı gidermek için bir şeyler yapmak istedikleri
ayrıca sadece çocukların üçte birinin de mağdurun şiddeti provoke ettiğini
düşündüklerini ortaya koymuştur.
697
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bütün olarak bakıldığında aile içi şiddete tanık olan çocuklarda genel olarak
okul problemleri, konsantrasyon bozuklukları, saldırganlık, suçluluk, gelişim
bozuklukları, sosyal becerilerde eksiklik, özgüven sorunları, kaygı bozuklukları,
depresyon gibi psikolojik sorunların, baş ağrısı, karın ağrısı, uykusuzluk, yeniden alt
ıslatma gibi psikosomatik belirtilerin ve şiddet gören anneyi koruma davranışına bağlı
olarak veya annenin hamilelik döneminde veya emzirme döneminde gördüğü şiddete
bağlı olarak çeşitli fiziksel sıkıntıların geliştiği ifade edilebilir. Bunun yanında bu
çocukların sosyal olarak yoksulluk, cinsel istismar, sokak yaşantısı gibi konularda da
risk altında oldukları bilinmektedir. Ayrıca şiddet yaşantısı içinde yetişen çocukların
şiddeti kendi yaşantılarına aktarmaları girişte de anlatıldığı üzere sıkça görülen bir
durum olarak karşımıza çıkmakta, bu da belli bir noktada bu döngünün mutlaka
kırılması gerektiğini bizlere göstermektedir.
3.2. Aile İçinde Şiddete Tanıklık Eden Çocuk İle Çalışma
Yukarıda da tartışıldığı gibi aile içinde şiddetin birebir mağduru olan da, şiddete
sadece tanıklık eden çocuk için de çocukla ilk karşılaşıldığı andan itibaren yapılacak
çalışmalar, çocuğun sonraki ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir.
Bu konuda öne çıkan mekânlar kadın sığınma evleri ve çocuk ergen ruh sağlığı
birimleridir. Özellikle birebir şiddet gören kadınlarla ve bu kadınların yine şiddet
görmüş veya şiddete tanıklık etmiş çocukları ile çalışan kadın sığınma evlerinde
çocuklarla neler yapılabileceği oldukça önemlidir.
Dünyadaki çeşitli örneklere bakıldığında Kadın Sığınma Evlerinin gerek
mekânsal planlanması gerekse de personel planlanması sırasında verilecek hizmetlerin
önemli bir ayağının çocuklara verilecek destek hizmetleri olduğu akılda tutulmaktadır.
Örneğin bir sığınma evi planlanırken çocukların birlikte vakit geçirebileceği, yaş
dönemlerinin özelliklerine göre planlanmış oyun odalarının varlığı bir yandan çocukları
diğer yandan çocuğu ile sığınma evi’ne gelmiş olan kadınları rahatlatmaktadır. Bunun
yanında sığınma evlerinde çocuk ile çalışacak, bu konuda eğitimli personel istihdamı
dünya örneklerinde en dikkat edilen konular arasındadır.
Çocukların aile içindeki şiddeti ne biçimde anlamlandırdıkları da hem çocukların
geliştirdiği davranış problemleri hem de müdahale biçimleri için etkili olacaktır.
Özellikle aile içi şiddete tanık olan çocuğun ailenin sürekliliği açısından gördüğü risk ve
şiddetin düzeyi arttıkça çocukta daha fazla içselleştirme sorunları görmek mümkün
olmaktadır (Depresyon, kaygı vb.).
Tüm bunları tartışırken elbette şiddetin sonuçlarına etki eden çeşitli faktörlerden de
bahsetmek gerekir: Peled’e göre (1995) şiddete tanıklık eden çocukların yaşı, cinsiyeti,
gördüğü ve ya tanıklık ettiği şiddetin derecesi, çocuğa yönelik ana baba tutumları,
içinde yetiştiği kültür, gibi değişkenlerin de, çocukların ne derecede risk altında
olduklarını ve uzun dönemli ruh sağlıklarını etkilemektedir. Bu noktada özellikle ailesi
içerisinde şiddet yaşantısı olan çocuklarda koruyucu faktörlere baktığımızda:
 Çocuğun öz nitelikleri,
 Olumlu- nitelikli anne çocuk ilişkileri,
698
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
 Çocuğun güvenilir olarak kendini ifade edebileceği farklı ortamların bulunup
bulunmadığı,
 Özellikle ergen çocuklar için iletişim gruplarının çocuklar için şiddet yaşantıları
sırasında ve sonrasında çocukların ruh sağlıkları açısından önemli koruyucu etkileri
olduğu bilinmektedir.
Öncelikle yapılacak olan müdahalelerde çocuğa “hasta” damgası vurmadan çocukla
çalışmak en önemli faktörlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için çocuğu
mümkün olduğunca klinik ortamlardan uzak tutmak çocuk açısından olumlu
değerlendirilebilir.
Bunun yanında bu çocuklarla çalışacak olan meslek elemanlarının müdahale
planlarını hazırlarken çocukların yaşlarını, cinsiyetlerini, içinde yetiştikleri kültürel
yapıları değerlendirmeleri ve buna göre hareket etmeleri, ayrıca bu profesyonellerin
mutlaka travma konusunda ve gelişim psikolojisi konusunda yetkin olmaları verilecek
hizmetin kalitesini doğrudan etkileyecektir. Bu konu ayrıca grup çalışmalarında dikkat
edilmesi gerekenler konusunda da karşımıza çıkmaktadır.
Aile içi şiddete tanıklık eden veya doğrudan şiddet gören çocuklarla çalışma
yürütülürken üç temel amaçtan bahsetmek mümkündür. Bunların birincisi çocuğun
yaşadığı olaylara ilişkin duygularının alınmasıdır. Bu ilk etapta çok kolay bir süreç
olmayabilir. Çoğu çocuk için evde yaşananlar bir aile sırrı olarak saklanılması istenilen
olaylardır. Bu nedenle, birazdan da tartışacağımız grup çalışmalarının etkili olduğu
bilinmektedir. Çocuk ile yapılan çalışmadaki bu ilk müdahale, bu duygusal durum ile
çocuğun birlikte yaşamasını öğretmeye dönük bir adımdır.
İkinci aşamada çocuğun ilişkileri üzerinde çalışılmaya başlamak gerekmektedir. Bu
noktada çocuğa yeni ve olumlu iletişim kalıpları öğretmek, sosyal ilişkilerini
geliştirmek, çocuğun yaşadığı travmalardan dolayı kaybettiği özgüvenini geliştirmek
temel amaçtır. Yine bu aşamada çocuk için olumsuz bir noktada olan cinsiyet rollerinin
(özellikle erkek rolü) yeniden ve olumlu bir biçimde inşası gerekmektedir. Her ne kadar
sığınma evleri ile ilgili literatürde bu konu tartışmalı da olsa buralarda çalışacak olumlu
özelliklere sahip birer erkek personelin çocuklar üzerinde oldukça olumlu etkileri
olacağı tarafımızdan da düşünülmektedir.
Son aşamada ise çocuğun kendisini korumasını öğretmek ve yeni bir sosyal çevre
geliştirmek ana amaçtır.
Aile içinde şiddet gören veya aile içinde şiddete şahit olan çocuklara yapılacak olan
müdahalelerde bireysel çalışmalar ve grup çalışmaları literatürde etkinliği kanıtlanmış
iki ana başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireysel müdahalelere baktıüımızda,
örneğin, bilişsel davranışçı müdahalelerin etkinlik açısından öne çıktığı literatürde
gösterilmektedir.
Bu müdahalelerde çocukların kendilerini ifade etmeleri için
güvenlikli bir ortam yaratılmasının önemi ayrıca çeşitli çalışmalarda vurgulanmıştır
(Graham-Bermann, 2001; Deboard-Lucas ve Grych, 2011).
Bağlanma kuramı günümüz ruh sağlığı alanında önemli bir yer tutmaktadır. Bu
noktadan değerlendirildiğinde erken yaşlarda güvenli bir bağlanma ortamı bulamayan
699
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çocuklar için ileriki yaşlarda geliştirecekleri ilişkiler ve ruh sağlıklarının gelişiminin
oldukça risk altında olduğunu ifade etmek gerekir. Bunun yanında çocukların hangi
yaşlarda şiddet gördüğü veya şiddete tanıklık ettiği de yaşayacağı riskler açısından
önemlidir.
Karataş, Şener ve Otaran (2008:91) şiddete tanıklık etmiş çocuklarla çalışırken
oyun’un önemine vurgu yapmışlardır. Oyun aracılığı ile çocuğun yaşadıkları daha rahat
öğrenilebilir, duyguları alınabilir ve çocuğa yeni beceriler öğretilebilir. Bunun yanında
boyama ve sanat terapisi ve müzik terapisi gibi farklı yaklaşımların da çocuk üzerinde
etkili olduğundan bahsedilmektedir (Aydın, 2010 : 40).
Çocuklarla yapılacak bireysel çalışmaların yanında grup çalışmaları da oldukça
etkilidir (Graham-Bermann, 2001; Deboard-Lucas ve Grych, 2011).
Çocuklarla yapılacak bir grup çalışmasının avantajlı taraflarına bakıldığında aynı
yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da yaşadıkları sorunun sadece kendi başlarına
gelmediğini fark etmeleri belki de en önemli konudur. Bunun yanında çocuğun grupla
birlikte öğrendiği iletişim kalıpların grubun düzeni, grubun çocuğa kendisini ifade
etmesi için sunduğu güvenli ortam grubun artı özellikleri arasında sayılabilir. Son
olarak grup çalışması bir seferde birçok çocuğa ulaşma imkânı verdiğinden grup
çalışmaları bizler gibi kısıtlı personelle çok fazla hizmet üretilmesi beklenen ülkelerde
oldukça ekonomik bir yöntemdir.
Grup çalışmalarında daha önce de bahsettiğimiz gibi farklı değişkenlerin göz önüne
alınması çalışmanın etkinliğini doğrudan etkileyecektir. Örneğin cinsiyet oldukça
önemli bir faktördür. Çocuğun kız ya da erkek oluşu, kafasındaki toplumsal cinsiyet
kalıplarına göre bir çalışma yürütmemiz açısından önemlidir. Bunun yanında çocuğun
içinde yetiştiği kültürel arka planı yine toplumsal cinsiyet algıları açısından etkilidir.
Son olarak çocuğun yaşı, yaş dönemine özgün ihtiyaçları göz önüne alınmadan yapılan
bir çalışmanın sonuçsuz kalması ihtimal dâhilindedir.
4. SONUÇ
Kadına yönelik şiddet gerek ülkemizde gerekse de Dünya’nın birçok bölgesinde
en önemli toplumsal sorunlardan birisi olarak karşımızda durmaktadır. Geldiğimiz
noktada bu sorunun tek parçasının kadın olmadığı, bunun yanında sorunu ister şiddet
görsün, ister sadece şiddete tanıklık etsin çocukların da, şiddeti uygulayan failin de
sorunun birer parçası olduğu, özellikle çocukların bu sorundan ciddi biçimde
etkilendikleri görülmeye başlanmıştır.
Şiddet gören ve/veya şiddete tanıklık eden çocuklarla yapılan çalışmaların büyük
bölümü hali hazırda dünyanın birçok bölgesinde kadın sığınma evlerinde
yürütülmektedir. Bunun kendi içinde çeşitli olumlu yanları olsa da sığınma evlerinin
yapısına bağlı olarak çocuklar üzerinde bu mekânların çeşitli olumsuz etkilerini de
gözlemek mümkündür. Bu nedenle sığınma evlerinin yapılandırılması sırasında her
aşamada konuya çocuk merkezli yaklaşmak çok önemlidir.
700
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu noktada özellikle sığınma evlerinde çocuklarla yürütülecek çalışmalar
çocuğun hâlihazırda yaşadığı ve ilerideki hayatında yaşaması muhtemel sorunların
çözümü için hayati önem taşımaktadır. Aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarla
yapılacak çalışmaların çocuğun yaşına, cinsiyetine, kültürel değerlerine, şiddet görüp
görmediğine ve diğer bireysel özelliklerine göre yapılandırılması alınacak sonucu
doğrudan etkileyeceği gibi şiddetin nesilden nesile aktarımının şiddetin yaygınlığı
açısından önemi düşünüldüğünde, bu çocuklarla nitelikli bir çalışma yapılmasının daha
da büyük bir önem taşıdığı net bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.
KAYNAKÇA
Adams, C. M. (2006). The consequences of witnessing family Violence on children and
implications for family counselors. The Family Journal, 14, 334–341.
Aktaş, A. (2006). Aile İçi şiddet: Kadının ve Çocuğun Korunması. İstanbul: Elma
Yayınevi.
Altınay, A. & Arat, Y. (2007). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet. TÜBİTAK
Tarafından Desteklenen Projenin Raporu.
Aydın, S. (2010). Sığınmaevi ve Danışma Merkezi Çalışanları İçin Mağdrlarla İletişim,
Danışmanlık ve Krüz Yönetim Rehberi. Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü: Ankara
Deboard-Lucas, R. L. & Grych, J. H. (2011). Children’s Perceptions of Intimate Partner
violence: Causes, Consequences, and Coping. Journal of Family Violence, 26, 343-354.
Graham-Bermann, S. A. (2001). Designing intervention evaluations for children
exposed to domestic violence: Applications of research and theory. In S. A. GrahamBermann & J. L. Edleson (Eds.), Domestic violence in the lives of children (pp. 237–
267). Washington, DC: American Psychological Association.
Güler, N., Tel, H., & Tuncay, F. Ö. (2005). Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete
Bakışı. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 27, 51-56.
Hıdıroğlu, S., Topuzoğlu, A., Ay, P., & Karavuş M. (2006). Kadın ve Çocuklara Karşı
Fiziksel Şiddeti Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi: İstanbul'da Sağlık Ocağı
Tabanlı Bir Çalışma. New Semposium Journal. 44, 196-202.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008). Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
Araştırması.
Karataş, S., Şener, Ü., & Otaran, N. (2008) Kadın Sığınmaevleri Kılavuzu. Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü: Ankara
Page, A. Z. & İnce, M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme, Türk Psikoloji
Yazıları, 11(22), 81-94.
701
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Peled, E,& Davis, D, (1995). ‘Current knowledge about children of battered women’, in
E Peled and D Davis, eds, Groupwork with Children of Battered Women: A
Practitioner’s Manual, Sage, California.
Smith, J., Berthelsen, D., & O’Connor, I. (1997). Child: Care. Health and Development,
23(2), 113–133.
Sternberg, K. J., Lamb, M. E., Guterman, E., & Abbott, C. B. (2006). Effects of early
and later family violence on children’s behavior Problems and depression: a
longitudinal multi-informant perspective. Child Abuse & Neglect, 30, 283–306.
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. (1995). Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları,
Yayın no:86, Ankara.
UNICEF. (2003). Domestic violence against women in Albania.
United Nations. (1993). Declaration on the Elimination of Violence against Women.
Vahip, I. & Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız.
Türk Psikiyatri Dergisi, 17, 107-114.
World Bank. (1993). Investing in health: world development indicators: World
Development Report. New York: Oxford University Press.
World Health Organization. (2002). World report on violence and health: summary.
Geneva
World Health Organization. (2006). Prevalence of intimate partner violence: findings
from the WHO multi-country study on women’s health and domestic violence. Vol.368:
1260-1269.
Yorbık, Ö., Dikkatli, S., Cansever, A., SöhmenT. (2001). Çocuklarda ve Ergenlerde
Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerinin Tedavisinde Fluoksetinin Etkinliği.
Klinik Psikofarmokoloji Bülteni,, 11, 251-256.
Zerk, M. D., Mertin, P. G. & Proeve, M. (2009). Domestic Violence and Maternal
Reports of Young Children’s Functioning. Journal Of Family Violence, 24, 423-432
702
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUKLARIN YAŞAM KALİTESİNE
ETKİSİ
Şeyda YILDIRIM1
Özet
Aile içinde çocuğa ve kadına yönelik şiddet, şiddet mağduru çocuğu ve kadını
bedensel, ruhsal, sosyal, kültürel, ekonomik pek çok açıdan olumsuz etkilemektedir. Bu
olumsuzluklar kadının ve çocuğun yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaşam kalitesi
bireyin hem bedensel, hem ruhsal, hem de sosyal olarak iyilik halinde olması ile
bağlantılıdır. Halen literatürde yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında
yaşam kalitesinin daha çok sağlık boyutu ile ele alındığı görülmektedir. Birçok tanımda
sağlık ve yaşam kalitesi yaşamda memnuniyetinin temel bileşenleri olarak birlikte ele
alınmaktadır. Ancak şiddet mağduru bireylerde kronik bir sağlık sorunu bulunmasa bile
yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Aile içinde annesinin şiddet görmesine şahit
olan çocuk ciddi bir duygusal travma geçirir. Kendisi fiziksel şiddete maruz kalmasa
bile ağır bir duygusal şiddete maruz kalmıştır. Bundan dolayı bu çalışmada, kadına
yönelik şiddetin olduğu ailelerde bu şiddetin çocukların yaşam kalitesi üzerine olan
etkilerinin kuramsal olarak ele alınması amacıyla aile içinde kadına ve çocuğa yönelik
şiddet, aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki etkileri, aile içinde kadına yönelik şiddetin
çocuklar üzerindeki etkileri ve bu etkilerin yaşam kalitesi açısından ele alınması
üzerine bir tartışma gerçekleştirilmiştir.
Anahtar kelimeler: Ailede içinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet, Yaşam kalitesi,
Çocuğun yaşam kalitesi.
Abstract
The violence against child and woman in a family influences its victims
negatively in many aspects such as physically, mentally, socially, culturally and
economically. These negative experiences influence the life quality of the woman and
child. Life quality is linked with an individual’s physical, mental and social good state.
When reviewing the works produced in literature regarding the life quality it is seen that
the life quality is mostly evaluated with its health aspect. In many definitions health and
life quality are considered together as the basic components of satisfaction. However,
life quality is negatively influenced even in the absence of a chronical health problem.
A child who witnesses the violence against his/her mother in a family experiences a
serious emotional trauma. Even if s/he is not exposed to physical violence s/he
experiences a heavy emotional violence. For this reason an argument is held in this
work concerning the violence against woman and child in a family, influences of
domestic violence on children, influences of domestic violence against woman on
children and evaluation of these influences in terms of life quality in order to set forth
the influences of the violence against woman on life quality of the children.
Key Words: Domestic violence against woman and child, Life quality, Child’s life
quality.
Giriş
1
Şeyda YILDIRIM : Uzman Sosyal Çalışmacı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İzmir Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü Aile Danışmanı, H.Ü. İ:İ:B:F. Sosyal Hizmet
Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, [email protected]
703
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Toplumun temel yapı taşı olarak adlandırılan ailenin temel bazı fonksiyonları
vardır. Bu fonsiyonlar: toplumun onayladığı bir cinsel birlikteliği ve neslin devamını,
ekonomik işbirliğini, sıcak ve sevgi dolu bir ortamda neslin büyütülmesini ve
yetişmekte olan çocukların ve gençlerin sosyalleşmesini sağlamadır (Özgüven, 2001:23). Ancak içerisinde koşulsuz sevgiyi barındırması gereken aile her zaman
fonksiyonlarını olması gerektiği gibi gerçekleştiremez. Ailenin fonksiyonlarını yerine
getirmesini engelleyen en önemli sorunlardan biri aile içi şiddettir. Aile içi şiddet
insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte bunun önlenmesi gereken bir sorun olduğu 20.
yüzyılda insan haklarının gelişimiyle kabul görmeye başlamıştır.
Aile içi şiddet dendiğinde bu şiddetin genellikle ailedeki fiziksel, duygusal,
sosyal ve ekonomik açıdan güçsüz bireye uygulandığı görülür. Kadınlar, çocuklar,
yaşlılar ve özürlüler ailede şiddete maruz kalma konusunda risk altındaki grubu
oluştururlar.
Problem Durum
Aile içinde yaşanan şiddetten tüm aile fertleri olumsuz etkilenirken bu şiddetten
en çok da çocuklar etkilenmektedir. Çocuklar hem aile içinde şiddete maruz kaldıkları
için, hem de annelerinin şiddete maruz kaldığını gördükleri için bu şiddetten
etkilenirler. Çocuklar kendileri fiziksel şiddete maruz kalmasalar bile annelerinin
maruz kaldığı şiddete şahit oldukları için ağır bir duygusal şiddete maruz
kalmaktadırlar. Bu nedenle çocuğu etkileyen şiddeti ele alabilmek için ailede kadına
yönelik şiddet ve aile içinde çocuğa yönelik şiddet kavramlarını birlikte ele almak
gerekmektedir.
Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet
Aile içi şiddet (domestic violence) aile üyelerinin diğerine, çoğunlukla da güçlü
üyelerin güçsüz üyeye duygusal, sözel, fiziksel veya cinsel açıdan kötü davranması
olarak tanımlanmaktadır (Arıkan ve İl, 1994). Aile içinde kadına yönelik şiddet
genellikle eş, baba, erkek kardeş ya da erkek bir akraba tarafından uygulanmaktadır.
Ataerkil bir yapıya sahip olan Türk toplumunda söz hakkının genellikle erkeklere
verilmesi, kadınların haklarını koruması konusunda kanunların yetersiz kalması ve
namusla ilgili konularda kadının mağdur olduğu zamanlarda dahi (tecavüz mağdurları)
suçlu bulunup aile üyeleri tarafından cezalandırılması şüphesiz toplumumuzdaki kadına
yönelik şiddet sorununun önemini ortaya koymaktadır.
Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde
kadına yönelik şiddet, “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara
fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı
bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak
özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır. Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti,
“bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen
şiddet” olarak tarif etmektedir (KSGM,2006). Kadına yönelik şiddet kavramı, cinayet,
yaralama, cinsel saldırı, fiziksel saldırı, duygusal istismar, dayak, bağırma, azarlama,
genital organlara zarar verme ve pornografiyi de kapsayan geniş bir eylemler dizisini
ifade eder (Crowell ve Burgess,1996:9).
Uygulanışına göre kadına yönelik şiddet; fiziksel, duygusal (psikolojik), cinsel
ve ekonomik şiddet olarak sınıflandırılabilmektedir. Fiziksel şiddet ölüm, yaralanma,
704
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sakatlanmaya neden olan fiziksel güç kullanımıdır (Meshkat ve Landen.,2011:323).
Bunlar itme, vurma, ısırma, boğma, kişiye nesne fırlatma, dövme, silah ya da bıçakla
yaralama gibi eylemleri içerir. Duygusal şiddet kişiyi küçük düşürmek, onurunu kırmak,
tehdit etmek, tavır ve davranışları konusunda kısıtlamak gibi kişide fiziksel
yaralanmaya neden olmayıp ruh sağlığının bozulmasına neden olabilecek hal ve
davranışları içerir. Cinsel şiddet; kişinin kendi rızası dışında cinsel aktivitede
bulunmaya zorlanması, dokunma, öpme gibi eylemlerden tecavüze kadar giden cinsel
eylemleri içerir. Ekonomik şiddet ise kadının çalışmasını engellemek, parasını elinden
almak, ihtiyaç duyduğu parayı vermemek ya da kısmak, para harcama konusunda
engelleyici olmak gibi eylemleri içerir .
Kadının maruz kaldığı cinsiyet temelli şiddet genellikle sadece eş şiddeti ile
başlamaz. Bu bir yaşam döngüsü şeklinde ilerlemektedir. Tablo'1'de cinsiyet temelli
şiddetin yaşam döngüsü görülmektedir.
Tablo 1:Cinsiyet Temelli Şiddetin Yaşam Döngüsü
Aşama
Şiddet tipi
Doğum Öncesi
Doğum öncesi cinsiyet seçimi, hamilelik döneminde annenin
fiziksel şiddete maruz kalması, cinsel saldırı nedeniyle hamile
kalmak (özellikle savaş ortamında hamile bırakmak amacıyla
tecavüz)
Bebeklik dönemi
Kız çocuğu olarak, duygusal ve fiziksel istismar, sağlık ve
beslenme olanaklarından faydalanmanın kısıtlanması.
Çocukluk Dönemi
Kadın sünneti, duygusal ve fiziksel istismar, ensest ve cinsel
şiddet, beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarından
faydalanmanın kısıtlanması, fuhuşa zorlanmak.
Ergenlik Dönemi
Duygusal ve fiziksel istismar, ensest ve cinsel şiddet, beslenme,
sağlık ve eğitim olanaklarından faydalanmanın kısıtlanması,
fuhuşa zorlanmak, işyerinde cinsel saldırı.
Üreme Çağı
Eş tarafından fiziksel ve duygusal istismar, evlilik içi tecavüz,
tecavüz, namus cinayeti, iş yerinde cinsel saldırı, çeyiz şiddeti
(Hindu geleneklerine göre kız çocukları evlendirilirken erkek
tarafına mal ve para verilmesi gerekmektedir. Aile bu bedeli
veremeyecekse kızlarını gelin yakma adı verilen bir eylemle
öldürmektedirler).
Yaşlılık
Dul eş ve yaşlı olarak fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz
kalma..
Kaynak :Hiese L, Pitanguy J. Germaine A. Violenge Against Women The Hidden
health . World Bank discussion Paper :Washington , D.C. Worldbank (1994) akt:
Meshkat ve Landes,2011:324)
Kadına yönelik eş şiddeti kadına yönelik şiddetin en yaygın şeklidir. Şiddet
oranları % 13 ile Japonya’da ve % 67 ile Papua Yeni Gine’de olmak üzere çok geniş
bir dağılım aralığı göstermektedir (Meshkat ve Landes,2011:324).
705
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) 2008 yılında 51 ilde
gerçekleştirdiği kadına yönelik şiddet araştırmasına 12.735 kadın katılmıştır ve bu
araştırmanın sonuçlarına göre bu kadınların % 39' u yaşamlarının herhangi bir
döneminde eşi ya da birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştır.
Kadınların % 18'i ağır fiziksel şiddete ve % 21'i orta derecede fiziksel şiddete maruz
kaldıklarını belirtmişlerdir. Yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel
şiddete uğrayan kadınların oranı % 42'dir. Bu oran kırda % 47 iken kentte % 40'a
düşmektedir. Kadınların eğitim düzeyinin artması şiddeti azaltmaktadır. Hiç eğitimi
olmayan /ilköğretimi bitirmemiş kadınların yaşadığı fiziksel ve cinsel şiddetin oranı %
56 iken lise mezunu olan kadınların % 32'si, üniversite mezunlarının da %17'si şiddete
maruz kaldıklarını belirtmişleridir. Refah düzeyi düşük olan kadınların yaşamlarının
herhangi bir döneminde karşılaştıkları şiddet %50 iken, yüksek sosyo-ekonomik
düzeydeki kadınlardaki bu oran % 29'a düşmektedir. Yine kadınların % 44'ü duygusal
şiddet ve istismara maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu çalışmada ekonomik şiddet ya
da istismar biçimleri kadının çalışmasına engel olma ya da işten ayrılmasına neden olma
olarak tanımlanmıştır. Kadınların % 37'si çalışmalarına engel olunduğunu belirtirken
% 8' i ev içi harcamaları için para verilmediğini ve % 4'ü de gelirinin elinden alındığını
belirtmiştir (KSGM,2008). Bu araştırma bulguları ülkemizde halen kadına yönelik
şiddetin çok yaygın olduğunu gözler önüne sermektedir.
Aktaş' a göre (1997:19) şiddete maruz kalan kadının benlik saygısı örselenebilir.
Şiddet mağduru kadının çaresizlik ve umutsuzluk duygusu kadının kendi koşullarını
düzeltemediğinde ya da değiştiremediğinde yaşadığı en yoğun duygudur. Şiddete
yönelen erkeklerin ruhsal bozukluğu olabileceği, şiddete yönelmesinde kadının
kışkırtıcı olabileceğine dair bazı kalıp yargılar kadın tarafından da benimsenmiş olabilir.
Kadın kocası şiddete başvurduğunda bunu hak edecek davranış yaptığına inanabilir
(Aktaş,1997:21). Bundan dolayı kadın şiddete karşı ses çıkarmadığı için, erkek
çevreye ve eşine erkekliğini ispatlamak için, otoritesini sağlamlaştırmak için veya
sadece öfkesini ancak bu şekilde ifade etmeyi öğrendiği için eşine ve çocuklarına
yönelik şiddet uygulamaya devam eder. Ancak burada çocuklar ikinci bir risk altındadır.
Bu risk şiddet mağduru annenin de çocuğa şiddet uygulamasıdır. Bu nedenle kadına
yönelik şiddetin olduğu ailelerdeki çocuklar, şiddetin olmadığı ailelerdeki çocuklara
göre daha fazla şiddete maruz kalma riski altındadırlar.
Aile içinde Çocuğa Yönelik Şiddet
Aile içinde çocuğa yönelik şiddet tanımı çeşitli alt başlıklardan oluşmaktadır.
Literatürde şiddetin, ihmal ve istismar kavramları ile aynı anlamda kullanıldığı
görülmektedir. Çocuk istismarı; çocuğa bakmakla sorumlu kişilerin (bu ailesi ya da bir
yakını olabilir) çocuğa karşı uyguladığı fiziksel, duygusal ve cinsel olarak yapılan kötü
davranışları ifade eder (Koşar, 1989:42-48; Kars, 1996: 18-20). Kadushin’e göre (1970:
209) fiziksel şiddet çocuğun fiziksel olarak zarar görecek şekilde dövülmesidir. Fiziksel
şiddet, hafif ve ağır şiddet olmak üzere ikiye ayrılabilir. Hafif şiddet türü genellikle
normal ya da alışkanlık olarak algılanmaktadır. Bu şiddet türünün belirtileri oldukça
hafif olduğundan anlaşılabilmesi de oldukça güçtür ve bu da mağdurun şiddet döngüsü
içinde kalmasına sebep olmaktadır. Ağır fiziksel şiddette ise çok bariz belirtilerle durum
fark edilebilir. Yanıklar, ısırıklar, iç kanamalar vs. belirtileri nedeni ile çocuk genellikle
tıbbi tedavi almak zorunda kalmaktadır (Buchner ve diğ., 1998: 82; Kirst-Ashman ve
Hull., 1999: 254-255).
706
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk ihmali çocuğa diğer kötü muamele şekillerine göre daha yaygın olmasına
rağmen, diğerlerine göre daha az önemsenmektedir. Literatürde fiziksel ve cinsel
şiddete daha sık rastlanmaktadır. İhmale öncelik verilmemekle birlikte ihmal, çok daha
fazla sayıdaki çocuğu etkilemektedir ve çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkileri daha
ciddidir. Fiziksel şiddet üzücü, acı verici ancak zamanla sınırlıdır. Bununla birlikte
ihmal kronik ve süreklidir (Kadushin, 1988: 150).
Ülkemizde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995)’nun 2400 ergen arasında
yaptığı araştırmada ergenlerin karşılaştığı en önemli 3 sorun %12,9 ile aile ilgisizliği, %10,9 ile
aile baskısı, %9 ile büyüklerin anlayışsızlığı ve yalnızca %1,5 ile aile içi şiddete maruz kalma
olarak ifade edilmiştir. Bunu yanında ailede ergenlere yönelik dayak olduğunu ifade eden
ergenlerin oranı %10,5’dur. Erken ergenlerde bu oran 16,9 iken geç ergenlerde %6,8’e kadar
düşmektedir. Ergenlerin %93,3’ü gibi çok yüksek bir oranla anneleri ile ilişkilerinden memnun
olduklarını ifade etmişlerdir. Aynı zamanda kendilerini dövmeyen bir anne isteyen gençlerin
oranı ise %3,5 tir. Ancak babaları ile ilişkilerinin iyi olduğunu ifade eden ergenlerin oranı
%82,3 ve kendilerini dövmeyen bir baba isteyenlerin oranı %7,5’tur.
Yine Aile Araştırma Kurumunun 2008'de 5765 ergenle yaptığı çalışmada ergenlerin %
25,1'i nadiren, % 11,7'si arasıra şiddetemaruz kaldıklarını belirtmişlerdir.Ergenlerin evde temel
olarak sözel şiddete maruz kaldığı (%35,8) , bunu % 8,7 ile fiziksel ve % 0,6 ile cinsel şiddetin
takip ettiği bulunmuştur (Başbakanlık AAK, 2010: 143).
Yıldırım tarafından (2006) Ankara İli Altındağ İlçesinde 9 lisedeki 379
öğrenciyle yapılan bir araştırmada annelerin %28,3’ü ergenlere ve/veya kardeşlerine
şiddet uygulamışlardır. Annelerin ailedeki tüm bireylere şiddet uygulama oranı ise
%1,6’dır. Buna göre yine ailelerin yaklaşık 1/3’ünde annelerin çocuğa yönelttiği şiddet
bulunmaktadır. Ergen ailelerinin %30’unda babanın çocuğa yönelik uyguladığı fiziksel
şiddet saptanmışken, %20’ sinde de babanın annelere yönelik uyguladığı fiziksel şiddet
bulunmuştur. Ayrıca çocuklar kendileri fiziksel şiddete maruz kalmasalar bile
annelerinin fiziksel şiddete maruz kaldıklarını görerek %5,8 oranında ağır bir duygusal
şiddete maruz kalmaktadır.
Uz'un (1989:35-36) aile içi şiddetle ilgili araştırmasında erkekten kadına yönelik
şiddetle babadan çocuğa yönelik şiddet arasında ve erkekten kadına yönelik şiddet ile
anneden çocuğa yönelik şiddet arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Yine bu konuda yurtdışında Mullender ve arkadaşlarının (2002) 1395 çocuk ve
ergenle yaptıkları araştırmada liseye giden öğrencilerin % 71’i aile içi şiddet kavramına
aşina olduklarını söylerken bu oran ilköğretim aşamasında olan çocuklarda %37
oranında görülmektedir. Çocukların % 30’u aile içi şiddete maruz kalan birini
tanıdıklarını belirtmişlerdir. İrlanda’da 302 ergenle yapılan bir çalışmada da çalışmaya
katılan çocuların yarısı partneri tarafından dövülen birini tanıdıklarını belirtmişlerdir
(Regen ve Kelly,2001;akt: Mullender ve diğ.,2002:49).
Ailede Şiddet Uygulayanların Özellikleri
Çocuklara yönelik şiddetle ilişkili bazı kişilik özellikleri arasında, narsistik
eğilimler, zayıf tepki kontrolü, kompulsivite, düşük benlik saygısı, aşırı kaygı,
depresyon, empati kuramama gibi nitelikler dikkat çekmiştir (Kozcu, 1991: 384).
Çocuklarına şiddet uygulayan
ebeveynler, genellikle çocukların kişilik ve
davranışlarıyla uygun olmayan beklentiler için girer. Çocuğun yaşı ve kapasitesini aşan
rol ve işlevleri yerine getirmesini bekler. Ebeveynler çocuğun gelişim sürecinin doğal
707
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir parçası olan bencilliği, hayalciliği tolere edememekte; ondan yetişkin davranışları
beklemektedir (Arıkan, 1988: 81). Ayrıca şiddet uygulayan ebeveynler çocuklarına
şiddet uygulamayan ebeveynlere göre çocuklarına daha az pozitif davranış
sergilemektedir (Burgess ve diğ., 1990: 43). Şiddet uygulayan ebeveynlerin çoğu kendi
şiddet davranışlarının sorumlusu olarak çocuklarının bazı kötü davranışlar sergilemesini
gösterirler. Ebeveynler, kendi çocuklarına otoritelerine meydan okuduğu için sıkı
disiplin kuralları uygular (Coontz ve Judith, 1990: 79).
Çocuklarına şiddet uygulayan ebeveynlerin erken evlenip, erken çocuk sahibi
olduğu, geniş ailelerden geldikleri, sosyal çevrelerinin dar olduğu, düşük zeka
özellikleri gösterdiği ileri sürülmektedir (Arıkan, 1987; Horton ve Cruise, 2001: 16).
Çocuğa yönelik şiddet uygulayan ebeveynlerin özellikleri ile eşlerine şiddet
uygulayan erkeklerin özellikleri de paralellik göstermektedir. Roberts ve Roberts
(2005;akt:Roberts,2007:12) bir erkeğin şiddet uygulayan bir eş olma potansiyeli
olduğunu gösteren bir takım uyarıcı özellikler olduğunu belirtmiştir. Bu özelliklerin
bazılar erkeğin, çok kıskanç olması ve aldatılma korkusu içinde olması, dürtü ve öfke
kontrolü olmaması, eşinin kişisel sınırlarını ihlal edip yaptığı her şeye karışması, aşırı
alkol alımı ve alkollü iken düşmanca davranışlar sergilemesi, iletişim becerilerinin
yeterince gelişmiş olmaması, kendi çocukluğunda annesinin şiddete maruz kaldığını
görmesi ve kendisinin de şiddete maruz kalmasına neden olan babasını rol model
alması, cinsel aktivitelerde zaman zaman agresif ve sadistçe eylemlerde bulunması,
narsistik ve depresif kişilik bozukluğu olması, sınır kişilik bozukluğu olması, kendini
cezalandırma eylemleri yapan cinsel şiddete maruz kalmış, hüzünlü, kırgın ve gergin
kişiler olmalarıdır. Uz'un (1989:56) aile içi şiddetle ilgili çalışmasında da erkeklerin
kadınlara şiddet uygulama nedenleri arasında kıskançlık, alkol ve parasızlık ilk sıraları
almaktadır.
Amaç
Aile içi şiddetin ortaya çıkmasına neden olan bireysel özelliklere yukarıda
değinilmiştir. Ancak bireysel faktörler dışında gelir yetersizliği, işsizliğin artması, hızlı
nüfus artışı, eğitim olanaklarının, sağlık ve sosyal hizmetlerin yetersizliği, toplumsal
cinsiyet rolünün algılanış biçimi gibi pek çok toplumsal faktör de şiddetin ortaya
çıkması için uygun ortamı hazırlamaktadır. Bu faktörlerin tamamı aynı zamanda bireyin
ve toplumun yaşam kalitesinin göstergeleridir. Aile içi şiddetin ortaya çıkmasına neden
olan her etken yaşam kalitesini de olumsuz etkilemektedir. Bunun sonucu olarak
bireyde aile içi şiddetin neden olduğu her tür sorun da yine yaşam kalitesini
düşürmektedir. Bu nedenle bu çalışmada, aile içi şiddetin şiddet mağduru kişi üzerinde
ve özellikle kendini savunma imkanı bulunmayan çocuğun üzerindeki etkilerinin
yaşam kalitesi kriterleri açısından ele alınması amaçlanmıştır.
Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri
Aile içinde kadına yönelik şiddete şahit olan çocuklarda duygusal, fiziksel,
gelişimsel pek çok sorun ortaya çıkabilmektedir. Araştırmalar cinsiyete dayalı şiddetin
çocuklar üzerinde ölüme ve gelişme geriliğine varan olumsuz etkileri olduğunu
göstermektedir. Nikaragua'da yapılan araştırmalarda çocuk ölümlerinin yaklaşık
1/3’ünün eş şiddetinin etkili olduğu ailelerde görüldüğü belirtilmektedir. Uluslararası
pek çok çalışmada bebek ve çocuk ölümlerinin yüksek oranda şiddet mağduru
708
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadınların çocuklarında olduğu görülmektedir (Kisher ve Johnson, 2004 ; akt: Meshkat
ve Landes,2011:333).
Nasıl olduğu net anlaşılmamasına rağmen annenin şiddete maruz kalmasının
çocuğun zihinsel sağlığı üzerine de olumsuz etkisi olabilmektedir. Bunun yanında
çocuklarda psikolojik, duygusal ve davranışsal problemler de görülmektedir. Özellikle
bazı gelişmiş ülkelerde şiddet mağduru kadınların çocuklarında beslenme bozuklukları
olduğu görülmüştür. Annenin çocuklara yönelik şiddeti çocuklarda bağışıklık sistemini
de olumsuz etkilemektedir (Edelson,1999, Jouriles, 1989; akt: Meshkat ve
Landes,2011:333).
Aile içi şiddetin gerçekleştiği evlerdeki çocuklar dolaylı olarak
yaralanmaktadırlar. Bu çocuklarda korku, sinirlilik, içekapanma, anksiyete, uyum
sorunları, sosyal ilginin azalması, agresif söz ve davranışlar, yalnızlık hissetme, altını
ıslatma, düşük özsaygı ve güvenin kaybolması yaygın olarak görülmektedir
(Yanıkkerem ve Arıkan, 2001:287).
Ebeveynler arasındaki devamlı çekişme ve tartışmalar çocuğun gelişimi
sırasında onu en fazla yaralayan tecrübelerdir. Genel olarak çocuk anne ve babasını
sever ve kendisini her biri ile özdeşleştirir. Anne-baba arasındaki çatışmalar çocuğun
kendi kişiliğinde yerleşip, kendi kendisi ile çatışmaya sokar. Tatmin edilmeyen sevgi ve
emniyet duygusu çocuğu duygusal gerilimlere iter ve sonuçta antisosyal davranışlara
kadar uzanan patolojilere neden olur (Saran,1991:137). Bu çocuklar sürüp giden karıkoca kavgalarında anne-babanın ayrılıp kendisinin ortada kalacağına ilişkin korku
yaşarlar (Bulut,1991:198, Lehmann ve Spence,2007:182).
Şiddete ilişkin yapılan çalışmalarda en öne çıkan konu şiddet kısırdöngüsüdür.
İstismara uğramış çocuklar istismarcı olurlar, şiddet kurbanları daha sonra şiddet
suçlusu olurlar. Çocukluğunda ihmal ve istismar edilmiş çocuklarda suça yönelme ve
yetişkinlikte suça yönelme riski artmaktadır (Özaltın,2001:112)
Ailede Kadına Yönelik Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesi Açısından Ele
Alınması
Çocukların yaşam kalitesi kavramını anlayabilmek için önce yaşam kalitesi
kavramını ele almak gerekmektedir. Yaşam kalitesi kavramı tüm insanlığı kapsayan bir
kavramdır. Sokrates (akt: Aiken,1990, s.17) “Yaşamak için değil, iyi yaşamak için en
yüksek değerleri benimsemeliyiz” diyerek daha o dönemde yaşamın insanın temel
fiziksel ihtiyaçları karşılamanın ötesinde bir anlam içerdiğini belirtmiştir. Bu insanın
sadece insan olmaktan dolayı hakettiği onur ve haysiyetine duyulması gereken saygıyı
ifade eder. Yaşam kalitesi de en genel anlamıyla; insanın haysiyet ve onuruna yaraşır bir
şekilde yaşamasını sağlayan koşulların oluşturulmasıyla sağlanan refah düzeyidir.
Yaşam kalitesi, kişilerin temel ihtiyaçlarının, sosyal beklentilerinin karşılanmasını ve
kişinin yaşadığı toplumun sunduğu fırsatlardan yeteneklerini kullanarak faydalanmasını
ifade etmektedir. Yaşam kalitesi göstergeleri aile ve birey açısından
değerlendirildiğinde, birey ya da ailenin ihtiyaçlarını karşılama, çevresi üzerinde
denetim kurma, kendini gerçekleştirebilme ve anlamlı bir yaşam sürdürebilmesidir
(Şimşek,2001:4).
Çocuk açısından yaşam kalitesi; ihtiyaçlarını güçlük çekmeden sağlama, çevresi
üzerinde denetim kurma, durumlar arasında özgür seçim yapabilme, kendini
geliştirebilme ve anlamlı bir yaşam sürdürebilme demektir. Bu bireysel nitelikleri
bütünleyen toplumsal-çevresel niteliklerini de değerlendirmeye katmak gerekmektedir.
Bunlar toplumsal koşullar, yaşanılan çevre koşulları, toplumsal hizmetlerden
709
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yararlanma ve toplumsal ilişkilerdeki niteliksel gelişmelerle ilgili olanaklardır.
Toplumsal-çevresel nitelikler, bireysel değerlendirme verileri olduğu kadar, "toplumsal
düzeyde yaşam kalitesini sergileyen "göstergelerdir (Cılga, 2010, s.33) Toplumsal
düzeyde yaşam kalitesini sergileyen bu göstergeler çocuğun sağlıklı bir şekilde
gelişmesi için gerekli ortamı oluştururlar.
Yaşam kalitesi bireyin hem bedensel, hem ruhsal, hem de sosyal olarak iyilik
halinde olması ile bağlantılıdır. Halen literatürde yaşam kalitesi ile ilgili yapılan
çalışmalara bakıldığında yaşam kalitesinin daha çok sağlık boyutu ile ele alındığı
görülmektedir. Birçok tanımda sağlık ve yaşam kalitesi yaşamda memnuniyetinin temel
bileşenleri olarak birlikte ele alınmaktadır. Ancak yaşam kalitesi insanların sosyal
yaşantısı ile de doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı “"bedensel,
zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali" olarak tanımlamaktadır. Bu tanım yaşam
kalitesinin temelini teşkil etmektedir. Bu temel sağlık tanımının çerçevesinde DSÖ
yaşam kalitesini; “kişinin yaşadığı kültür ve değer sistemleri çerçevesinde amaçları,
beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilgili olarak yaşamdaki pozisyonunu algılaması
“şeklinde tanımlar.
DSÖ yaşam kalitesini ölçmedeki kriterleri 6 başlık altında toplayarak ölçmeyi
denemektedir. Buna göre yaşam kalitesini ölçmek amacıyla bir ölçek geliştirmiş olan
DSÖ yaşam kalitesini şu başlıklar altında ele almaktadır.
1. Fiziksel durum:
- Enerji ve yorgunluk,
- Ağrı ve rahatsızlık hissi,
- Uyku ve dinlenme.
2. Psikolojik durum
- Beden imajı ve görünüm,
- Olumsuz duygular
- Olumlu duygular
- Kendine güven
- Düşünme, öğrenme, hafıza ve konsantrasyon.
3. Bağımsızlık derecesi
- Hareket kabiliyeti
- Günlük aktiviteler
- Tıbbi desteğe ve tedaviye ihtiyaç duyulması
- Çalışma kapasitesi
4. Sosyal ilişkiler
- Kişisel ilişkiler
- Sosyal destek
- Cinsel aktivite
5. Çevre
- Ekonomik kaynaklar
- Özgürlük, fiziksel güvenlik,
- Ulaşılabilirlik ve kalite açısından sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler,
- Ev ortamı,
- Yeni bilgi ve beceri geliştirme fırsatları,
- Boş zamanları değerlendirebilme,
- Fiziksel çevre (Hava kirliliği, gürültü, trafik ve iklim gibi.)
- Ulaşım.
6. Din, maneviyat ve kişisel inançlar:
710
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu 6 başlıktan 1. ve 3. ve 2. ve 6. maddeler birleştirilmiş ve kriterler 4 ana başlık
altında toplanmıştır. Buna göre bu başlıklar, fiziksel, ruhsal, sosyal ilişkiler ve çevre
olarak son şeklini almıştır (WHO, 1997).
Yaşam kalitesini etkileyen en temel faktör sağlıktır. Cinsiyete dayalı şiddetin neden
olduğu sağlık sorunları :
1. Akut fiziksel sorunlar:
- Yaralar,
- Yumuşak doku zedelenmeleri, (vajinal ve rektal morarma, kızarıklık ve
şişlikler dahil)
- Yırtılmalar (Vajinal ve rektal bölgeler dahil)
- İç kanama
- Hamilelikle ilgili sorunlar ( Plesantanın erken ayrılması, erken doğum, fötal
distress, intrauterin kanama, düşük, anne karnında bebek ölümü.)
- Ölüm.
2. Akut dönem sonrası fiziksel sorunlar:
- Fistüller
- Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (sifiliz, gonore, hiv.hpv vs.)
- Genital bölge enfeksiyonları
- İstenmeyen gebelik
- Kalıcı sakatlık
3. Kronik sorunlar:
-Kronik ağrı sendromu
-Baş dönmesi
-Gastrointestinal sendromlar
-Cinsel işlev bozuklukları
4. Mental sorunlar
- Depresyon
- Anksiyete
- Fobi/Panik atak
- Post-travmatik stres bozukluğu
- Yeme bozuklukları
- İntihar
- Davranış bozuklukları (özgüven eksikliği, cinsel yaşantıda riskli davranışlar, alkol
ve uyuşturucu bağımlılığı, sigara kullanımı, fiziksel aktivitelerde yavaşlama,
dengesizlik, çocukları ihmal etme, hamilelikte yetersiz sağlık bakımı) (Meshkat ve
diğ.,2011:329). Eşinden şiddet gören kadının çocuğunu ihmal etmesi ihtimali her zaman
bir risk olarak değerlendirilmelidir.
Şiddet sonrasında kadınlarda ilk 4 hafta içinde duygusal stres semptomları
(ağlama, alınganlık, hayattan zevk alamama, kronik yorgunluk, intihar düşüncesi) en
yaygın görülen şiddet sonrası belirtilerdir. Kanada’da yapılan bir nüfus araştırmasında
depresyona ek olarak kadınlarda yaygın olarak anksiyete, uykusuzluk ve sosyal
işlevsizlik gibi bulgular istismara uğramayan kadınlarda daha fazla görülmektedir
(Ratner,1993; akt: Meshkat ve Landes,2011:334).
Tüm bu sağlık sorunları DSÖ' nün yaşam kalitesi açısından ele alındığında
şiddet mağdurunun yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir.Yaşam kalitesi düşük bir
annenin çocuğunun yaşam kalitesini yükseltmek için herhangi bir gücü ve becerisi
olamayacaktır.
711
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Aile içi şiddetin olduğu evlerde yaşayan çocukların % 66’sı sinirlilik, mutsuzluk,
üzüntü duyduklarını , % 54’ü korku ve endişe , % 422 si kötü ve zararlı duygular, % 4’ü
sevilmeme ve yalnızlık duygusu, % 5’i kızgınlık ve % 12’si daha farklı duygular
yaşadıklarını belirtmişlerdir ( Mullender ve diğ.,2002:59).
Tartışma
Yukarıda aktarılan tüm bilgiler ışığında çocukların yaşam kalitesi DSÖ' nün
yaşam kalitesi kriterleri çerçevesinde ele alınacaktır.
1. Fiziksel durum: Hem baba hem de şiddet mağduru anne tarafından fiizksel şiddete
maruz kalan çocuk bedensel olarak rahatsızlık, ağrı hissi duyabilir. Ayrıca şiddet
mağduru kadının psikolojik sorunlarından dolayı çocuğun ihtiyaçlarını karşılayabilecek
güç ve enerjisinin olmaması nedeniyle çocuğu ihmal etmesi söz konusu olabilir. Bu
ihmalin zararları çocuğun yaşı küçüldükçe artar. Örneğin en temel ihtiyaçları beslenme,
uyuma, temizlenme ve bu ihtiyaçları karşılanırken sevgi görme olan bir bebeğin
ihtiyaçları depresyondaki bir anne tarafından karşılanmayınca çocukta ciddi sağlık
sorunları ortaya çıkmasına neden olabilir. İhtiyaçları zamanında karşılanmayan bebek
çok ağlayacağından tahammül düzeyi düşük olan annenin fiziksel şiddetinde maruz
kalabilir ve bu çocukta ölüme kadar götürebilecek yaralanmalara neden olabilir.
Amerika'da 1999 yılında başlayıp 3 yıl süren ulusal çapta yapılan bir araştırmada acil
servise gelen çocuklardan bilgi alınmıştır. Bu araştırmada aile içi şiddetten dolayı
yaralanıp acil servise gelen çocukların annelerinin çoğunda depresyon olduğu
görülmüştür (Lehmann ve Spence,2007:219).
2. Psikolojik durum: Annesinin dövüldüğüne şahit olan 3 çocuktan birinde önemli
davranışsal ve duygusal problemler görülmektedir. Bu problemler (Bernard ve
ark,1982:akt:Yanıkkerem ve Arıkan,2001:286):
1 Psikosomatik bozukluklar
2. Anksiyet ve korkular
3. Uyku bozuklukları
4. Aşırı derecede ağlamalar
5.Kekemelik ve okul problemleri
6. Şiddetten kendini sorumlu tutma.
7. Sürekli gerginlik(Başka bir şiddet olayının gerçekleşebileceği korkusu)
8. Dövülen kişiyi sevmekten veya şiddeti durduramamaktan kaynaklanan suçluluk
duygusu
9. Terk edilme korkusu.
Uz'un (1989:36) çalışmada erkekten kadına yönelik şiddet ile çocukta davranış
problemleri görülmesi arasında da anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Şiddet düzeyi düşük
ailelerin çocuklarının % 55'inde az davranış problemi görülürken, şiddet düzeyi yüksek
ailelerde çocukların % 85'inin çok davranış problemi gösterdiği görülmüştür. Bu
davranış problemlerinin yanında kendini yaralama, madde kullanımı ya da intihar
teşebbüsü gibi sonucunda ölüme götürebilecek ileri düzeyde problemler ortaya
çıkabilmektedir.
Bu sorunlar nedeniyle çocukların psikiyatrik tedavi almaları gerekebilir ve
hatta bazen yatarak tedavi olmalarını gerektirecek psikiyatrik sorunlar ortaya çıkabilir.
Özellikle çocuğun çok ağır bir şiddet olayına şahit olması durumunda (annenin ağır
yaralanması, ölümü gibi) çocukta post-travmatik stres bozukluğu ortaya çıkabilir.
3.Sosyal İlişkiler: Aile içi şiddete maruz kalan çocuk şiddeti bir problem çözme aracı
olarak öğrenecektir. Ailede kadının şiddete maruz kaldığını gören erkek çocuk babasını
712
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
rol model alarak kız arkadaşı ya da eşiyle olan sorunlarını çözmek için şiddeti
kullanacaktır. Anman (1979, akt., Buchner ve diğerleri, 1998, s. 99) “İstismarcı
ebeveyn hayatında bir kez de olsa istismar edilmiş çocuktur” demiştir. Çocukluğunda
ihmal ve istismara maruz kalmış anne- baba yetişkin olduğunda da kendi ebeveyninden
öğrendiği çocuk yetiştirme yöntemlerini kullanacağı için çocuğuna şiddet
uygulayacaktır. Bu durum öğrenme kuramlarından sosyal öğrenme kuramı ile
açıklanabilir.
Sosyal öğrenme kuramı; kişiliği oluşturan alışkanlıkların kazanılmasında klasik
ve edimsel şartlanmayı temel almakta ve bunu birey ve topluma uyarlamaktadır (Ankay,
1986, s. 61). Kurama göre; ailesinde şiddeti gören veya yaşayan çocuk şiddeti
öğrenmekte ve içselleştirmektedir. Şiddetin yaşandığı ailelerin çocukları, annebabalarının davranışlarını öğrenip uygulamaya eğilimlidirler (Bulut, 1996, s. 30;
Burgess ve diğerleri, 1990, s. 38; Arıkan, 1987, s. 77). Bandura (1973)' ya göre çocuk,
yetişkinlerin agresif davranışları karşısında engellendiğinde tepki göstermeyi, kızmayı
ya da korkuyu öğrenir. Fairchild ve Erwin (1977 akt., Howes, 1990, s. 101)’ in bu
hipotezi destekleyen çalışmalarında cezalandırıcı ebeveyn-çocuk ilişkisi içinde büyüyen
erkek çocukların daha çok fiziksel şiddet gösterdiği görülmüştür. Bunun yanında
istismara maruz kalmış çocuklar sınırlı davranış kalıpları öğrendiği için akranlarına
karşı da engellenme, korku ve kızgınlık hissettiklerinde saldırganca davranmaktadırlar.
Yıldırım'ın araştırmasında (2006) aile içinde fiziksel şiddet uyguladığını ifade
eden ergenlerin % 63, 3’ ü babalarının da aile içinde fiziksel şiddet uyguladığını
belirtirken, aile içinde fiziksel şiddet uygulamayan ergenlerin babaları da % 73,2 ile
aile içinde fiziksel şiddet uygulamamışlardır. Babanın aile içinde fiziksel şiddet
uygulaması ile ergenin aile içinde fiziksel şiddet uygulaması arasında anlamlı ilişki
bulunmuştur.
Çocukların şiddet eğilimi arkadaş edinmelerinin önünde de ciddi bir engel
teşkil edebilir. Bu çocuklar sağlıklı akran ilişkileri kuramadıkları ve anne ve
babalarından yeterince sosyal destek alamadıkları için bu desteği başka kaynaklardan
bulmaya çalışabilirler. Bu durumdaki çocuklar çetelere katılma, sigara, alkol,
uyuşturucu madde kullanımı gibi zararlı alışkanlıklar edinme riski ile karşı karşıya
kalırlar. Annesinin şiddete maruz kaldığına şahit olan kız çocukları annelerini rol
model aldıkları için ailesindeki erkeklerin kendine şiddet uygulaması durumunda sessiz
kalacak, annesinin öğrenilmiş çaresizliğini kendisi de benimseyecektir.
4. Çevresel özellikler: Aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden biri ailelerin sosyoekonomik düzeyinin düşük olmasıdır. Babanın alkol, kumar gibi kötü alışkanlıklarının
bulunması, çalışmaması, annenin çalışmaması gibi nedenlerle ailede ciddi ekonomik
sıkıntılar yaşanabilir. Bu durum çocuğun kıt ekonomik kaynaklarla ihtiyaçlarının tam
olarak karşılanmasını engelleyecektir. Buna bağlı olarak yaşanan çevre koşulları da
çocuk için güçleşecektir. Yaşam kalitesinin nesnel kriterleri olan beslenme, barınma,
temiz su ihtiyacı, ısınma ihtiyacı gibi temel ihtiyaçların bu koşullarda sağlanması
mümkün olamamaktadır. Ayrıca işsizlik ve yoksulluk nedeniyle sosyal güvenceden
mahrum olmak ve sağlık ve sosyal hizmetlere ulaşamamak gibi sorunlar sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerin ve çocuklarının yaşam kalitesini etkileyen en temel
faktörler olarak ele alınabilir.
713
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sonuç ve Öneriler
Aile içi şiddet günümüz dünyasının en önemli sosyal sorunlarından biridir.
Çünkü dünyamız, her geçen gün daha da saldırganlaşan insanların yaşadığı bir yer
haline gelmektedir. Şiddet bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılmaktadır. En önemli
fonksiyonu sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştirmek olan aileler, içinde şiddeti
barındırmayan, sevgi dolu aileler olsalardı şiddet bu kadar yaygınlaşmış olmayacaktı.
Şiddete maruz kalan birey yaşadığı travmalar sonucu sağlıklı düşünme yeteneğini
kaybettiği için öfke kontrolünü sağlamakta güçlük çektiğinden çevresine karşı şiddet
uygulamaktadır. Bunun en güzel örneği, eşinin fiziksel şiddetine maruz kalan kadınların
kendi çocuklarını dövmesidir. Çocuk için anne ve babası örnek alınacak birer
semboldür. Çocuğun içine doğduğu ilk sosyal sistem olan ailede çocuk ahlaki normlar,
değer yargıları ve gelenek görenekler konusunda ilk temel bilgileri öğrenmektedir
(Demirbilek, 2001:46). Bu nedenle ailesi içinde şiddete maruz kalan ya da kendisi
doğrudan şiddete maruz kalmasa bile şiddete şahit olan çocuklar sorun çözme yöntemi
olarak şiddeti öğrenmekte ve bir şiddet kısırdöngüsü oluşmaktadır. Çocukların ve
ailelerin yaşam kalitesi bu kısırdöngüden olumsuz olarak etkilenmektedir.
Çocukların yaşam kalitesini arttırmak çocuğun iyilik halini sağlamanın en
önemli ön koşuludur. Bu iyilik halini etkileyen en önemli sorunlardan biri çocuk ihmal
ve istismarıdır. Bundan dolayı bu ihmal ve istismarı önlemeden çocukların yaşam
kalitesi yükseltmek mümkün olmayacaktır. Çocukların yaşam kalitesinin geliştirilmesi
konusuna tüm çocuklar açısından bakmak ve temel evrensel kriterleri bütünlük içinde
değerlendirmek gerekmektedir. Bu bütünlük, tüm çocuklar açısından ve risk grubundaki
çocuklar açısından çocuk hakları konusuna bakmak, yaşama, gelişme, korunma,
bakılma ve katılım haklarını bütüncül olarak ele almayı gerektirir (Cılga, 2010, s.18).
Bunu sağlamak amacıyla uluslararası düzeyde atılan en önemli adım Çocuk Hakları
Sözleşmesinin (ÇHS) imzalanmasıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20
Kasım 1989’da kabul edilen ÇHS' de çocuğun bireysel, sosyal, kültürel, ekonomik,
siyasal hakları koruma altına alınmıştır. Yaşam kalitesi kavramı irdelenirken çocukların
hassas bir grup olarak insan hakları ve çocuk hakları perspektifinde ele alınması
gerekmektedir. Çocuklarda yaşam kalitesi çocuğun yüksek yararını sağlayacak kriterleri
içerir. Bu kriterler ÇHS' de çocuklara tanınan tüm haklar çerçevesinde bütüncül olarak
ele alındığında çocuğun yüksek yararını gözetecek koşullar sağlanabilmiş olur. Bu
hakların korunması için yapılacak uygulamalarla çocukların yaşam kalitesini
yükseltmek hedeflenmektedir. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet bir insan hakkı ihlali
olduğu için bunun önlenmesine yönelik ulusal ve uluslararası düzeyde temel insan
hakları kuralları çerçevesinde önleyici çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Bu çalışmaların başında öncelikle toplumun sosyal refah düzeyini yükseltmeyi
amaçlayan programlar oluşturulması gerekmektedir. Toplumun ekonomik, sosyal ve
kültürel sorunlarının kaynağı tespit edilerek çözüm yolları bulunmalıdır. Ülkemizdeki
aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden biri olan sosyal öğrenme neticesinde oluşan
şiddet kısırdöngüsünün kırılabilmesi için ciddi bir eğitim desteği verilmelidir. Bunun
yanında ailelerin ve bireylerin kendilerinden kaynaklanan sorunlarının yerinde tespit
edilip çözülebilmesi için yaygın bir sağlık ve sosyal hizmet ağına ihtiyaç vardır.
Günümüzde hala sağlık hizmetlerinde ve sosyal hizmetlerde koruyucu ve önleyici
çalışmalar istenen düzeyde değildir. Oysa ki koruyucu ve önleyici hizmetler olmadan
aile içi şiddetin önlenmesi mümkün görünmemektedir. Kadına yönelik şiddetin olduğu
her yerde çocuğa yönelik şiddet de söz konusudur. Bu nedenle çocukların şiddetten
korunması için kadınların şiddetten korunması gerekmektedir.
714
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KAYNAKÇA
Aiken, W. (1990)
“The Quality of Life” Quality of Life ,The Medical Dilemma. Ed:
T.A. Shannon. New Jersey: Paulist Press.
Aktaş, A. M. (1997) Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları. Ankara, Somgür Yayınları.
Ankay, A. (1986) Toplumsal Saldırganlığın Psikolojik Kökenleri. Yayınlanmamış
Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi: Ankara.
Arıkan, Ç. (1987) Sosyal Hizmetler Açısından Şiddet ve Bir Türü Olarak Kadına
Yönelik Şiddet. Ankara : H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O Dergisi 1:75-97.
Arıkan, Ç. (1988) Ailede Çocuğa Yönelik Şiddet. Ankara: Hacettepe SHYO Dergisi
Cilt:6 , Sayı:1-2-3 .
Arıkan, Ç. Ve İl S. (1994) Türkiye’ de Çocuk Eğitim Evlerindeki Hükümlü Gençlerin
Aile İçi Şiddet İlişkin Değerlendirmeleri. Ankara: Aile Kurultayı.
Bandura,A. (1977) Social Learning Theory. New Jersey.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995) Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları.
Ankara: Bizim Büro Basımevi
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2010) Türkiye'de Ergen Profili 2008. Ankara:
Manas Yayıncılık.
Buchner,G. ve diğerleri (1998) Gewalt Gegen Kinder. İnternet Sitesi: www. Bmsg.
gv.at
Bulut, I. (1996) Genç Anne ve Çocuk İstismarı. Ankara: Bizim Büro Basımevi.
Bulut, I. (1991) Parçalanmış Aileden Gelen Çocukların Davranış Özellikleri Hakkında
Bir Araştırma. Aile Yazılar:3 Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
Yayını,Ankara:MN Ofset
Burgess, R., Lıse L, M. Youngblade (1990)
Social Incompetence and The
Intergenerational Transmission of Abusive Parental Practices.
Gerald D.
Hotaling, David Finkelher, John T. Kirkpatrick, Murray A. Straus ( Eds) Family
Abuse and İts Consequences New Directions İn Research. Sage Publication.
Cılga, İ. (2010) Yaşam Kalitesi Açısından Çocuk Haklarına Bütüncül Yaklaşım
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 20. Yılında Tükiye'de
Çocuk Hakları.Ankara: Maya Akademi.
Coontz D. P., Judith M. A. (1990)
Understanding Violent Mothers and
Fathers:Assessing Explanations offered by Mothers and fathers for therir Use of
Control Punishment. Gerald D. Hotaling, David Finkelher, John T. Kirkpatrick,
Murray A. Straus.(Eds).Family Abuse and İts Consequences New Directions İn
Research . Sage Publication.
Crowell, N.A., Burgess A.V. (1996) Understanding Violence Against Women. National
Research Council,U.N
Çocuk
Haklarına
Dair
Sözleşme
(2004)
Unicef
Türkiye.
http://www.cocukhaklari.gov.tr/condocs//mevzuat/cocuk_haklari_sozlesmesi.pdf
Demirbilek, S. (2001) Değişen Aile Yapısı ve Çocuğun Sosyalleşmesine Etkisi. Sosyal
Hizmet Dergisi SHÇEK Yay.:Ankara.41-48
Horton B. C., Cruıse T.K. (2001) Child Abuse nd Neglect:The School’s Response.
Newyork: The Guilford Press.
Howes, C. (1990) Abused and Neglected Children with Their Pers. Family Abuse and
İts Consequences New Directions İn Research. Edt: Gerald D. Hotaling, David
Finkelher, John T. Kirkpatrick, Murray A. Straus. Sage Publication.
Kadushın, A. (1970) Child Welfare Services. Newyork: The Macmillan Company.
715
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadushın, A. (1988) Neglect in Families. Elam W Nunnally, Catherine S. Chilman,
Fred M. Cox ,US (Eds).Mental İllness, Deliquency, Addictions and Neglect
Families in Trouble Series, Volume 4, ,
Kars, Ö. (1996) Çocuk İstismarı: Nedenleri ve Sonuçları. Ankara: Bizim Büro
Basımevi.
Kirst-Ashman, K.K., Hull Jr G.H.. (1999) Understanding Generalist Practice. Second
Edition. Chicago: Nelson Hull Publishers.
Koşar, N. (1989)
Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. Ankara:
Yargıçoğlu Matbaası.
Kozcu, Ş. (1991) Çocuk İstismarı ve İhmali. Aile Yazıları 3:Birey,Kişilik ve Toplum.
Ankara: Aile Araştırma Kurumu Yayınları. Bilim Serisi 5/3
KSGM (2006) Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 20072010, Ankara
KSGM (2008) Türkiye'de kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması.
http://www.ksgm.gov.tr/tdvaw/anasayfa
Lehmann P., Spence E. (2011) Complex Trauma and Crisis İntervention with Children
in Shelters for Battered Women. Roberts R.A., White W.B (Eds.). Battered
Women and Their Families.. Newyork:Springer Publishing Company.
Meshkat, N., , Landes,M. (2011) Gender-Based Vilence: A Call For Action. Madelon
L.Finkel (Ed). Public Health in The 21st Century Global İssues in Public Health.
California.
Mullender A., Hague G., Imam U.,Kelly L, Malos E., Regan L. (2002) Children's
Perspectives on Domestic Violence . London: Sage Publication.
Özaltın, G. (2001) Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde ve Ruh Sağlığının Korunmasında
Aileye
Yönelik
hizmetlerin
Önemi.1.
Ulusal
Aille
Hizmetleri
Sempozyumu.(2000'li yıllarda aile hizmetleri). Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayını. Ankara:Can Matbaacılık .
Özgüven, İ.E.(2001) Ailede İletişim ve Yaşam. Ankara: Pdrem Yayınları.
Robert R.A. (2011) Overview and new Direction for İntervening on Behalf of battered
Women. Roberts R.A., White W.B (Eds.). Battered Women and Their Families..
Newyork: Springer Publishing Company.
Saran, N. (1991) Aile Hayatı ve Toplum. Aile Yazılar:3 Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayını.Ankara:MN Ofset
Şimşek, Z. (2001). Yaşam Kalitesi Ölçeğinin Psikometrik Değerlendirmesi. Toplum ve
Sosyal Hizmet,12(2), 3-30.
Uz, Ç. (1989) Aile İçi Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri. YayınlanmamışYüksek
Lisans Tezi, Ege Üniversitesi,İzmir.
WHO (1997) Programme on Mental Healt. WHOOQOL Measuring quality of life .
www. Who.int/mental_health/media/68
Yanıkkerem, E., Arıkan A. (2001) Aile İçi Şiddetin Çocuk Sağlığı Üzerine
Etkileri.1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu (2000'li Yıllarda Aile Hizmetleri).
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını.Ankara:Can Matbaacılık 286-301
Yıldırım, Ş.(2006) Ergenlerin Aile İçi Şiddete Maruz Kalma Durumları ve Aile
İlişkilerinin Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Y.L. Tezi, Hacettepe
Üniversitesi, Ankara.
716
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
MUHAFAZAKÂR OTORİTERYEN EĞİLİMLER, CİNSİYET
AYRIMCILIĞI VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Prof. Dr. Adnan Gümüş1
Özet
Kendinden sonra binlerce araştırmaya kaynaklık eden Adorno, Frenkel-Brunswik,
Sanford&Levinson’un (1982 [1950]:.1 vd.) “Otoriteryen Kişilik” araştırmasına göre ideolojiler
tümleşik bir yapı oluşturmakta ve total kişilik kuramını (the theory of total personality) gerekli
kılmaktadır. Otoriteryen kişiliğin 9 temel özelliğinden en belirleyicisi konvensiyonalizm
(gelenekselcilik-gidişata uyarlanma, uydumculuk) olup ayrımcılık ve cinsel olana aşırı ilgi de
alt boyutları arasında sayılmaktadır.
Bu bildiride “total kişilik” varsayımına uzak durulmakla birlikte Gümüş&Gömleksiz’in 1997
araştırması ve Gümüş&Tümkaya&Dönmezer’in 2002 araştırmasının empirik verileri eşliğinde
1) anne-baba kökeni, kırsal köken, okul farklılıkları gibi bazı sosyal faktörlerin; 2) mezhep ve
dil farklılıklarının; 3) otoriter, dini, milliyetçi, patriotik eğilimlerin; 4) Anomi ve sinizmin
cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddetteki yeri ve rolü tartışılmaktadır.
Bulgulara göre, otoriter-konvensiyonal eğilimler ile ayrımcılık arasında güçlü ilişkiler
bulunmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Otoriteryen kişilik, muhafazakârlık, dindarlık, patriotizm, anomi, sinizm,
ayrımcılık, şiddet, kadın
Giriş: Otoriteryen Kişilik, Tutuculuk ve Cinsel Olanı Baskılama
Adorno, Frenkel-Brunswik, Sanford&Levinson’un (1950) “Otoriteryen Kişilik” (The
Authoritarian Personality veya kısaca AP) çalışması, psikoanalitik bir yaklaşımla konvensiyonel
eğilimlerin (daha genel olarak muhafazakarlığın) ideolojik bir örüntünün ötesinde bir tür
zihniyete, hatta tümleşik bir “hasta” kişiliğe denk düştüğü savına dayanmaktadır:
Bu araştırma şu yönetici ana hipoteze dayanmaktadır: Çoğu kez bir bireyin politik,
ekonomik ve sosyal kanaatleri, -birlikte bir “zihniyet” veya “ruh hali” denebilecek
- derin ve tümleşik bir örüntü oluşturmaktadır; bu örüntü de kişiliğin
derinliklerindeki eğilimlerin bir ifadesidir (Adorno, Frenkel-Brunswik,
Levinson&Sanford (1982 [1950]:1).
Bu kitapta ideolojiden, günlük literatürde kullanıldığı şekilde, görüş, tutum ve
değerlerin bir organizasyonu - insan ve toplum hakkındaki düşünüş biçimlerianlaşılmaktadır. Birinin total ideolojisi veya onun ideolojisi dediğimizde, değişik
yaşam alanlarını dikkate alıyoruz: politika, ekonomi, din, azınlık grupları vb.
İdeolojilerin tek tek bireylerden bağımsız bir varlık alanı bulunmaktadır; bunlar
tarihsel süreç ve sosyal olaylar dizisinin sonucu olarak belirli bir zaman diliminde
varlık bulurlar. Bu ideolojiler farklı bireylerde farklı derecede ilgi-yer bulurlar. Bu,
onların ihtiyaçları ile bu ihtiyaçların doyurulma veya engellenme durumlarına
bağlıdır.(…)Böylece kişiliğe vurgu sosyoloji ile tarihten daha çok psikolojiye
öncelik tanınmasını gerektirmektedir. (…)
İdeolojik durum-hazıroluş (İdeoloji-in-readness), ideolojinin dile getirilmesi
(=ideoloji-in-words) ve eylemde (=in-action) bulunulmasının esas olarak aynı
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fak. Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü
E-Posta: [email protected]
1
717
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şeyler olduğuna şüphe yoktur. Bireyin total ideolojisinin sadece her bir düzeyde bir
organizasyon olmadığı, bu düzeyler arasında da bir organizasyon olduğu açıktır. –
tek bir yapı...
Böyle bir yapıyı anlamak için, total kişilik kuramı (the theory of total personality)
gereklidir. Bu araştırmayı yöneten kurama göre, kişilik, bireylerin içindeki güçlerin
az-çok süreklilik arzeden bir organizasyonudur... kişilik, davranışların ötesinde
(behind) ve bireylerin içindedir (within). Kişilik güçleri, bir yanıt değil fakat yanıtı
hazırlayıcıdır(readinesses for response); bu salt bir duruma karşılık verme
değildir... (Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson&Sanford (1982 [1950]:2, 3, 5).
...Araştırma ile ilgili hipotezlerden biri, kişiliğin derinlerinde yatan eğilimin,
ifadesini bulduğu bazı görüş ve tutumlarda dinamik1 olarak yer aldığı ancak
mantıki olmadığıdır... (Sanford, Adorno, Frenkel-Brunswik&Levinson 1982
[1950]:154).
Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson&Sanford’a (1982 [1950]:1) göre, “otoriteryen
kişilik” vardır ve “aşırı uyumcu, katı, duygusal hisleri baskılayan, otoriteye itaatkar, kendinden
olmayana karşı aşırı önyargılı, aşağı değerlendirilene karşı kibir-üstünlük taslayan bir kişilik tipi
ile karakterize edilmektedir. Bu kişilik, sosyal hiyerarşide güvenlik arayan ve güçlü grup
bağlılığı ile bunu etnosentrik değerleri yüceleştirerek yapan bir kişilik tipidir. Herkeste bir ve
aynı şekilde bulunmasa da, bu değişkenler anti-demokratik propaganda için kalıcı sendromu
oluşturmaktadır:
Dinamik süreç içinde kişinin az çok merkezi bir eğilimi olan şeyler, etnosentrizm veya
diğer ilgili psikolojik görüş ve tutumlarda açığa çıkar. Bu değişkenler, kısa tanımlamaları
ile birlikte, aşağıda listelenmiştir:
 Tutuculuk (Conventionalism): Tutucu orta sınıf değerlerine sıkı sıkıya bağlılık.
 Otoriteryen Başeğme (Autoritarian submission): İdealleştirilmiş moral otoritelere karşı
başeğici ve eleştirisiz tutum.
 Otoriteryen Saldırganlık (Autoritarian aggression): Çevreyi gözetip denetleme ve
tutucu değerlere aykırı davrananları karalama, suçlama ve cezalandırma, onlara direnme
eğilimi.
 Yumuşakbaşlılığa Karşıtlık (Umursamazlık/Anti-Intraception): Öznelliğe, hayalciliğe
ve yumuşakbaşlılığa karşı olma.
 Boşinan ve Kalıplaşmış Düşünce (Superstition and Stereotypy): İnsan yazgısının
mistik öğelerce belirlendiği inancı ve katı kalıplar içinde düşünme eğilimi.
 Güçlülük ve Katılık Eğilimi (Power and “tougness”): Güçlü olma düşüncesi ve “güç
merkezi” olma eğilimi, güçlü olanla özdeşleşme, egemenlik-bağımlılık, önderlik-ardıllık
boyutları içinde düşünme, tutucu değerlere aşırı vurgu.
 Yıkımcılık ve Alaycılık (Destructiveness and Cynicism): Genel düşmanlık, insanların
kötülenmesi.
 Yansıtıcılık (Projektivity) Dünyada kötü bir gidişin olduğu inancı, kusurlarını
başkalarına mal etme
 Seksüelite (Sex) Cinsel gidişe aşırı ilgi.
Bu değişkenler birlikte, az çok kişide sürekli bir yapıyı yansıtan, anti-demokratik propogandanın
ortaya çıkışında kalıcı olan tek bir sendromu biçimlendirirler. Bu açıdan şöyle de söylenebilir: F
Skalası, potansiyel anti-demokratik kişiliği ölçme girişimidir. Bu, kişilik örüntüsünü veren tüm
özelliklerin skalada yer aldığını iddia etmez ancak karakteristik olan kalıplar yakalanmaya
çalışılmıştır... (Sanford, Adorno, Frenkel-Brunswik&Levinson 1982 [1950]:157)
.
Adorno vd. (1982 [1950]) otoriteryenizmin içsel boyutlarından kabul ettiği “cinsel olana
yönelik aşırı ilgiyi” Altemeyer (1988), homoseksüeliteye karşıtlık/duyarlılık şeklinde
718
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
adlandırmakta ve içsel değil dışsal bir boyut olarak ele almakta ise de her iki durumda da
cinsellik ile otoriteryenizm arasında bir ilişki öngörülmektedir.
Burada total bir psikoanalitik kişilik anlayışı benimsenmemekle ve her biri dışsal bir boyut
olarak varsayılmakla birlikte, yine de tutuculuk, otoriteryen eğilimler, saldırganlık, etnik
ayrımcılık, cinsel ayrımcılık ve kadına yönelik şiddet arasında doğrusal ilişkiler
öngörülmektedir.
Materyal ve Yöntem
Buradaki tartışmaların geniş kuramsal tartışmaları ve alt ölçekler ile ilgili geniş bilgi, Gümüş ve
Gömleksiz 1999 “Din Milliyetçilik Otoriteryenizm” kitabında yer almaktadır. Burada cinselliğe
yönelik tutum ölçeği öne çıkarılarak Adana’da 1997 yılında gerçekleştirilen lise ve üniversite
örnekleminde 1735 gencin görüşleri çerçevesinde konu tartışılmaktadır.
Tamamıyla
ret
ediyorum
31,4
Cinsellik Ölçeği Maddeleri
Ret
Kararsızım
edediyorum
Onaylıyorum
Tamamıyla
Onaylıyorum
7,1
Ort.
Hayat kadınlarının
32,9
21,3
7,2
2,24
saygı görmeye hiçbir
hakkı yoktur.
İnsanların cinsel
3,2
6,3
13,9
37,3
39,2
1,95
fantezilerinin olması
(tersten)
normal bir durumdur.
Porno yayınlara izin
12,2
16,2
24,2
18,8
28,5
3,36
verilmemelidir.
Günümüzdeki yaygın
4,0
6,5
14,2
35,7
39,5
4,00
cinsel ahlaksızlığa
karşı, iyi niyet sahibi
insanların mücadele
etmesi gerekir.*
*Sınanmıştır; ancak yüksek puan aldığı ve dolayısyla yeterince ayırt edici olmadığı için ölçeğe dahil
edilmemiştir.
Ayrıca Adana’da 2002 yılında ilköğretim okullarında gerçekleştirilen öğretmen ve öğrenci
araştırmasından (Gümüş, Tümkaya, Dönmezer 2004 “Sıkıştırılmış Okullar) yararlanılmaktadır.
Böylece
 Öğretmen,
 Üniversite öğrencileri,
 Lise öğrencileri ve
 İlköğretim öğrencileri
ana veri tabanını oluşturmaktadır.
Özetle lise ve üniversite örneklemi Gümüş&Gömleksiz’in 1997, öğretmen ve ilköğretim
öğrencileri örneklemi Gümüş&Tümkaya&Dönmezer’in 2002 araştırmalarına dayanmaktadır.
1) Bölgelere, Gelişmişlik Düzeyi ve Oturulan Yerleşim Yerine Göre Cinsel Ayrımcılık
Durumu
Üniversite öğrencilerinin doğduğu bölge ve doğduğu illerin gelişmişlik düzeyine göre cinsel
ayrımcılığı çok değişmemekle birlikte, yerleşim birimine göre köylere doğru anlamlı artış
olmaktadır.
719
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Üniversite Öğrencilerinin Geldikleri Bölgelere, Doğum İllerinin
Gelişmişlik Düzeyine, Ailenin Oturduğu Yerleşime Göre Cinsel
Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları (1997)
X
S Doğum
X
S Ailenin
X
S
Bölge
İlinin
Oturduğ
Gelişmişlik
u
Düzeyi
Yerleşim
2,68 ,81 En Düşük
2,86
,77 İl
2,40
,77
Marmara
2,38 ,79 Düşük
2,58
,66 İlçe
2,46
,79
Akdeniz
2,51 ,89 Orta
2,45
,81 Nahiye
2,79
,81
Ege
2,38 ,80 Yüksek
2,38
,79 Köy
2,96
,90
İç A.
2,56
,69
Karadeniz 2,57 ,84 En Yüksek
G.Doğu A. 2,76 ,73
2,46 ,67
Doğu A.
2,22
F
1,73
7,24*
* .05 düzeyinde anlamlı.
2) Hane Büyüklüğü, Ebeveyn Eğitimi ve Ebeveyn İşine Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu
Hane büyüklüğüne göre üniversite öğrencileri arasında biraz daha düşük olmakla birlikte hem
üniversite hem de lise örnekleminde anlamlı farklılaşma (artış) görülmektedir.
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Aile Hane
Büyüklüğüne Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin
Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans
Analizi Sonuçları (1997)
Hane
Lise
Üni
Büyüklüğü
X
S
X
S
2,31
,81
2,52
,83
1-3 Kişi
2,44
,87
2,41
,75
4-5
2,67
,83
2,51
,83
6-7
2,88
,81
2,75
,88
8-9
2,89
,97
3,09
1,19
10+ Kişi
F
8,95*
2,70*
* .05 düzeyinde anlamlı.
Anne-baba eğitimine göre liselilerin cinsel ayrımcılığı anlamlı şekilde farklılaşırken,
üniversitede farklılaşmamaktadır.
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Ebeveyn Eğitimine Göre Cinsel
Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans
Analizi Sonuçları (1997)
BABA Eğitim Düzeyi
ANNE Eğitim Düzeyi
Lise
Üni
Lise
Üni
X
S
X
S
X
S
X
S
2,92 ,97 2,64
,97 2,82
,91 2,68
,93
Okur değil
2,53 ,88 2,66 1,07 2,67
,94 2,48
,72
Okuryazar
2,68 ,85 2,59
,81 2,61
,83 2,54
,79
İlkokul m.
,71 2,43
,69 2,29
,77
Ortaokul m. 2,55 ,86 2,50
2,36 ,80 2,35
,65 2,14
,80 2,27
,71
Lise m.
2,67 ,78 2,38
,71 2,25
,92 2,20
,73
Meslek L.
2,25 ,90 2,34
,79 2,17
,89 2,30
,82
Üniversite
F
6,94*
1,47
10,82*
2.00
* .05 düzeyinde anlamlı.
720
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Baba mesleğine göre hem lise hem de üniversite öğrencilerinin cinsel ayrımcılığı anlamlı
şekilde farklılaşmakta, anne mesleğine göre lisede büyük bir farklılaşmaya rastlanmaktadır.
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Ebeveynin İşine Göre Cinsel
Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans
Analizi Sonuçları (1997)
BABA Mesleği/İşi
ANNE Mesleği/İşi
Lise
Üni
Lise
Üni
X
S
X
S
X
S
X S
2,64 1,24
2,23
,66 2,59 ,84 2,50 ,82
İşsiz/Evde
2,68
,86
2,43
,87
İşçi
2,60
,82
2,90
,92
Çiftçi/Köylü
2,63
,76
2,29
,66
Küç.Memur
2,55
,79
2,66
,33
Asker/Polis
2,36
,83
2,33
,70
Öğretmen
2,10
,82
2,41
,82
Yük.Nit. Ücr
2,56
,70
2,66
,71
Küç.Esnaf
2,48
,92
2,32
,71
Büy.Esn/ İşv
2,48
,86
2,36
,75
Emekli
2,21 ,81 2,29 ,75
Çalışıyor
F
3,54*
2,34*
29,97*
3,45
* .05 düzeyinde anlamlı.
3) Lise Türü, Fakülte Türü ve Sınıflara Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu
Lise türleri arasında en yükseği İmam Hatip Liseleri olmak üzere büyük farklılaşma
yaşanmakta, fakülteler arasında da anlamlı farklılaşmaya rastlanmaktadır. Ancak sınıflar
arasında anlamlı bir farklılaşma görülmemektedir.
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Okudukları Lise, Fakülte ve Sınıfa
Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü
Varyans Analizi Sonuçları (1997)
Lise Türlerine Göre
Özel Anadol
u
Devlet Ticaret Endüst
Kız
ri Meslek
İmam
Hatip
2,04
1,85
2,46
2,70
2,39
2,62
X
,84
,63
,81
,82
,75
,64
S
F
40,28*
Üniversite Öğrencilerinin Mezun Oldukları Liselere Göre
3,31
,84
Özel Anadol
u
2,14
X
,58
S
F
Fakültelere Göre
2,22
,71
Eğitim
FenEd.
Devlet Ticaret Endüst
ri
2,46
,79
İmam
Hatip
Başka
2,58
,96
2,76
,46
5,38*
2,46
,83
3,25
,82
İk. İd. İlahiya
Bi.
t
Mim.
Müh.
Ziraat
2,45
2,41
2,18
3,38
2,29
2,57
X
,77
,78
,71
,65
,78
,79
S
F
11,14*
Adanalı ve Devlet Lisesi Kökenlilerinin SINIFLARINA Göre*
Üni. 1
Üni. 4
2,46
2,48
X
,80
,77
S
F
* .05 düzeyinde anlamlı.
2,38
,82
Devlet
Lisesi
,23
721
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4) Cinsiyet Gruplarına Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu
Aynı lise veya fakülte içinde kızlarla erkekler arasında cinsel ayrımcılık konusunda anlamlı bir
farklılaşma oluşmamaktadır. Ancak liseler arasında kızlarda daha yüksek olmak üzere anlamlı
olarak çok yüksek cinsiyet ayrımcılığı farklılıkları bulunmaktadır.
Lise Türü ve Cinsiyete Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve
Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997)
LİSELER
Cinsiyet
Özel
Anadolu
Devlet
Ticaret
Endüstri
X
S
X
S
X
S
X
S
X
S
1,97
,96 1,74
,54 2,48
,85 2,64
,92 2,31 ,76
Erkek
2,10
,67 2,02
,69 2,44
,76 2,76
,72 2,53 ,71
Kız
F
,55
2,24
,19
,70
3,85*
Kız Meslek İmam Hatip Toplam Lise Liselere göre
Liselere
Erkekler
göre Kızlar
arasında F arasında F
3,29
,90 2,48
,93
Erkek
2,62
,64 3,33
,78 2,61
,80
Kız
F
.08
5,77*
21,41*
21,89*
* .05 düzeyinde anlamlı.
Üniversitede farklılaşma biraz azalmakla birlikte erkekler arasında fakültelere göre yine anlamlı
farklılaşmaya rastlanmaktadır.
Fakülte ve Cinsiyete Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek
Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997)
FAKÜLTELER
Cinsiyet
Eğitim
Fen-Ed.
İk.İd.Bil.
İlahiyat
Mim.Müh.
X
S
X
S
X
S
X
S
X
S
2,53
,84 2,60
,85 2,15
,73 3,30 ,65
2,34 ,80
Erkek
2,39
,73 2,26
,73 2,23
,68 3,72 ,71
2,06 ,68
Kız
F
1,15
2,79
,11
,99
Toplam
Fakültelere Fakültelere
Üni.
göre
göre
Erkekler
Kızlar
arasında F
arasında F
2,54
,84
Erkek
2,40
,76
Kız
F
3,18
6,00*
1,05
* .05 düzeyinde anlamlı.
5) Dil ve Mezhep Gruplarına Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu
Evde konuşulan dile göre üniversite öğrencileri arasında cinsel ayrımcılık bir miktar
farklılaşırken, mezhebe göre hem lise hem de üniversite öğrencileri arasında anlamlı farklılaşma
bulunuyor.
722
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Evde Konuşulan Dile ve Babanın Mezhebine Göre
Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları (1997)
Evde Konuşulan
Lise
Üni Baba
Lise
Üni
Dil
X
S
X
S Mezhebi
X
S
X
S
2,55
,85 2,55
,82 Sunni
2,64
,89 2,59
,83
Türkçe
2,44
,79 2,41
,43 Başka
2,58
,94
Y. istemiyor
2,58 1,01 1,91
,53 Y.istemiyor
2,51
,84 2,47
,80
Başka
2,34
,74 2,14
,69 Bilmiyor
2,41
,83 2,30
,65
Arapça
2,64
,97 2,57
,85 Alevi
2,11
,69 2,07
,60
Kürtçe
F
1,44
3,83*
7,32*
6,66*
* .05 düzeyinde anlamlı.
6) Siyasal Yönelimlere Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu
Komünizme olumlu bakanlar arasında düşük, şeriat/dini rejimlere olumlu bakanlar arasında
yüksek olmak üzere cinsel ayrımcılık anlamlı şekilde farklılaşmaktadır.
Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Komünizmi, Şeriatı ve Kökten Milliyetçiliği Onaylama
Açısından Ölçeklere İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi (1997)
KOMÜNİZM
ŞERİATÇILIK
MİLLİYETÇİLİK
Lise
Üni.
Lise
Üni.
Lise
Üni.
X
S
X
S
X
S
X
S
X
S
X
S
,83
2,20
,75 2,15
,70 2,44 ,99 2,38 ,84
Onaylamayan 2,86 ,97 2,74
2,28 ,81 2,09
,77
2,88
,92 2,98
,81 2,58 ,84 2,58 ,76
Onaylayan
F
38,16*
31,69*
109,62*
88,00*
3,22
3,45
* .05 düzeyinde anlamlı.
Milliyetçilik durumunda anlamlı bir farklılaşma yaşanmamakla birlikte soldan sağa doğru
yöneldikçe de anlamlı artış oluşmaktadır.
Üniversite Öğrencilerinin Sağa Doğru Yönelim Açısından
Ölçeklere İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü
Varyans Analizi (1997)
Üni.
X
S
1,90
,69
Sol
2,38
,69
Orta
2,85
,73
Sağ
2,58
,79
Anlamı Yok
F
19,16*
* .05 düzeyinde anlamlı.
7) Otoriterlik, Dindarlık Gibi Tutumlara Göre Cinsel Ayrımcılık ve Şiddet Durumu
Gerek otoriteryen eğilimler, gerekse dindarlık ölçekleri ile ilgili pek çok tartışma
bulunmaktadır. Çok farklı dindarlık türleri sayılmaktadır. Örneğin Coştu (2009) Weber’in ‘çiftçi
dindarlığı’, ‘şövalye ruhlu savaşçıların dindarlığı’, ‘burjuva dindarlığı’, ‘şehir dindarlığı’, ‘köy
dindarlığı’, ‘tüccar ve zanaatkâr dindarlığı’, ‘entelektüellerin veya aydınların dindarlığı’, ‘halk
dindarlığı’, ‘büyüsel dindarlık’, ‘ayinci dindarlık’, ‘dünyevi zahitlik’ ve ‘uhrevi zahitlik’
kategorileri; G. W. Allport ve J. M. Ross’unı ‘içedönük dindarlık’ ve ‘dışadönük dindarlık’;
Günay’ın ‘geleneksel halk dindarlığı’, ‘seçkinlerin dindarlığı, ‘laik dindarlık’ ve ‘tranzisyonel
723
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
dindarlık’; kendi geliştirdiği ‘normatif dindarlık’, ‘popüler dindarlık’ gibi daha pek çok
formundan söz etmektedir. Alport&Ross’tan (1967) hareketle Gürses (2001) içgüdümlü ve
dışgüdümlü dindarlık ile otoriteryen eğilimler arasındaki ilişkilere bakmaktadır.
Ancak hangi tür dindarlık olursa olsun, sonuçta dini ve muhafazakâr eğilimlerle dışlayıcı,
ayrımcı ve baskılayıcı öğeler arasında belirli koşutluklar olduğu ileri sürülmektedir. Örneğin
aksi yönde sonuçlar elde etmek üzere yola çıkan Altemeyer (1988:258) “sağ otoriter gibi sol
otoriter de var mı?” sorusuna yanıt olarak “bir farklılaştırılmış “Hayır” der.
Okul türleri, farklı mezhepler ve farklı siyasal yönelimlerin farklı etkiler oluşturduğu gibi içeriği
“değer yüklü” ve farklı “ideolojik” öğeler de hem ayrımcılık hem de şiddet eğilimi üzerinde
önemli oranda etkide bulunmaktadır.
a) Lise ve Üniversite Örneklemi (1997)
Lise ve üniversite öğrencileri arasında otoriter ve muhafazakâr tüm alt ölçekler arasında anlamlı
doğrusal ilişkilere rastlanmaktadır.
Lise ve Üniversite Örnekleminde Otoriteryenizm, Tutuculuk ve Ayrımcılık
Ölçekleriyle Cinsel Ayrımcılık Arasındaki Korelasyonlar (1997)
Toplam (n=1735)
Ölçekler
Tüm
1
2
3
4
5
6
7
8
1. Patriotizm
.69
2. Özdinsellik
.64
.46
3. Cunta Eğilimi
.55
.33
.11
4. Anomi
.45
.22
.09
.28
5. Ailenin İdolleştiril.
.33
.29
.20
.05 -.03
6. Güvensizlik
.44
.11
.06
.27
.31 -.07
7. Savaş Eğilimi
.52
.20
.34
.18
.03
.01
.14
8. Kısa Otoriteryenizm
.64
.50
.40
.23
.24
.17
.17 .22
9. Yabancı Ayrımcılığı
.32
.05
.19
.01
.01 -.01
.03 .22 -.01
Cinsel Ayrımcılık
.35
.18
.45
.02
.28
.01
.01 .16
.22
Tüm bunlar da ayrımcılık ve cinsel ayrımcılığı artırıcı yönde etkide bulunmaktadır.
Lise ve Üniversite Örnekleminde Otoriteryenizm,
Tutuculuk ve Ayrımcılık Ölçekleriyle Cinsel
Ayrımcılık Arasındaki Korelasyonlar (1997)
Üstün Görme
,084**
Dindarlık
,453**
Patriotizm
,182**
Aile Ot. saygı
,277**
CUNTA Eğ.
,015
Savaş Eğ.
,161**
Genel Otor.
,175**
Erm Yön. Ayr.
,313**
Yab. Ayr.
,217**
Yah. Yön. Ayr.
,371**
Genel Ayr. (Total)
,391**
Anomi
,004
Sinizm
,005
11 Fak. Top.
,346**
Ebeveyn Sevgisi
,054*
724
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ebeveyn Dind.
Ebeveyn Disp.
3 Aile Faktörü Top.
Komunizm Eğilimi
Milliyetçi Eğilim
Şeriatçı Eğilim
Siyasal Yön. (Soldan sağa doğru)
,351**
,154**
,277**
-,282**
,083**
,381**
,498**
Paralel pek çok çalışma bulunmaktadır. Örneğin Gömleksiz, Akar-Vural, Yılmaz’ın 2009 tarihli
“Bilim ve Otoriteryenizm: Fen Edebiyat Fakültesi Öğrencileri Üzerine Bir Çalışma” adlı
araştırmasında ölçeklerden alınan puanların kız ve erkek öğrenciler arasında farklılaştığı, erkek
öğrencilerin “kısa otoriteryenizm, kadın ayrımcılığı, dalkavukluk, kendinden üstün gördüğüne
yaranma ve içtensiz övgü” ölçeklerine ilişkin ortalamalarının kız öğrencilere göre daha yüksek
olduğu görülmüştür. Kadın ayrımcılığı ve yalakalığa ilişkin ölçeklere ait puanlar arasında sosyal
bilimlerde okuyan öğrenciler lehine anlamlı farklar elde edilmiştir. Bunların yanı sıra, “kısa
otoriteryenizm” ile “patriotizm“, “özdinsellik”, “savaş eğilimi”, “kadın ayrımcılığı” ve
“kendinden üstte gördüğüne yaranma” ölçekleri arasındaki ilişkinin yüksek ve anlamlı olduğu
da görülmektedir. Diğer taraftan dikkati çeken diğer bir bulgu da, “kadın ayrımcılığı” ile “savaş
eğilimi”, “özdinsellik”, “kısa otoriteryenizm” ve “kendinden üstte gördüğüne yaranma”
ölçekleri arasında oldukça yüksek ve anlamlı ilişkilerin olmasıdır. Yapılan analizler sonucunda,
“kısa otoriteryenizm” ölçeği ile ilgili tutumları, sırasıyla “patriotizm”, “kadın ayrımcılığı”,
“kendinden üstte gördüğüne yaranma” ve “özdinsellik” ölçekleri anlamlı düzeyde yordadığı
ortaya çıkmıştır (Akar-Vural, Gümüş, Gömleksiz 2011).
b) İlköğretim Öğretmeleri ve Öğrencileri Örneklemi (2002)
Bu alt başlıktaki bilgiler Gümüş, Tümkaya ve Dönmezer’in 2002 yılında gerçekleştirdikleri
araştırma (2004 “Sıkıştırılmış Okullar”) dahilinde aktarılmaktadır. Baştan durumu özetlersek
öğretmenler arasında da dindarlık, patriotizm, aile otoritesine saygı, genel otoriteryenizm ve
ayrımcılık birbirleriyle pozitif; yenilikçilik ile negatif ilişki göstermektedir.
Öğretmenlerde Faktörler (Tutumlar) Arası Korelasyon (2002)
1
2
3
4
5
6
7
8
9 10 11 12 13
sk2 Kendini -,13
gerçekleştirme
sk3 Dindarlık ,22 ,26
sk4 Patriotizm ,16 ,31 ,66
sk5 Veli -,01 -,05 -,05 -,02
doyumsuzluğu
sk6 Mesleki ,18 -,37 -,12 -,07 ,02
doyumsuzluk
sk7 Aile ,24 ,16 ,33 ,35 ,13 -,12
otoritesine saygı
sk8 Genel ,12 ,23 ,22 ,24 ,06 -,12 ,46
otoriteryenizm
sk9 Öğrenci ,40 -,14 -,02 ,05 ,21 ,08 ,18 ,07
doyumsuzluğu
sk10 Okul -,34 ,49 ,06 ,13 -,09 -,38 ,07 ,19 -,21
doyumu
sk11 Tatilleri ,33 -,21 -,11 ,06 ,02 ,25 ,05 ,00 ,21 -,20
gözleme
sk12 Bayram ,07 -,21 -,11 -,06 ,01 ,14 ,00 ,02 ,16 -,09 ,03
doyumsuzluğu
725
14
15
16
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sk13 Anomi
sk14 Değişiklik
gözleme
sk15 Ayrımcılık
sk16
Hazırlokmacılık
sk17
Yenilikçilik
,28 -,13 ,00 ,05 -,04 ,14 ,00 ,08 ,18 -,17 ,15 ,12
-,01 -,18 -,04 -,02 ,21 ,17 ,06 ,02 ,17 -,14 ,05 ,29 ,14
,25 ,02 ,26 ,24 ,13 ,12 ,18 ,16 ,21 -,12 ,11 ,16 ,03 ,11
,17 ,08 ,15 ,09 ,00 ,01 ,10 ,02 ,02 -,03 ,24 -,01 ,10 -,04 ,19
-,10 -,24 -,29 -,26 ,11 ,13 -,15 -,07
,06 -,11 ,08 ,14 ,03 ,20 -,04 ,10
Kuruma, okula, öğretmenliğe ve öğrenciye yabancılaşma, anomi, değişiklik arayışı, tatilleri ve
bayramları gözleme arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. Bir önceki gruptaki ayrımcılık ve
yenilikçilik, bu grupla da paralellik göstermektedir. Ancak yenilikçiliğin ve değişiklik arayışının
yabancılaşma ölçekleri ve anomi ile pozitif ilişkide olması ilginç bir sonuç oluşturmaktadır.
Bu sav, görgül anlamda mahalle mektebine (camiye, cemevine, amcaya-hocaya) gönderilme
durumu ile baskıcı tutumlar arasında bir ilişki olarak kurgulanmıştır. Ancak öğretmenlerin
çocuklukta aldıkları genel dini eğitim ile baskıcı tutumlar arasında bir ilişkiye rastlanmamıştır.
Öğrencilerde ise babanın dindarlığı ile otoriteryenizm arasında güçlü; dayakçı tutum arasında
ise zayıf bir ilişki görülmektedir.
Hipotez: Dini geleneklere bağlı yetiştirildikçe, baskıcı tutumlar artar (Dindarlık puanı
arttıkça…)
Öğretmen*
Öğrenci**
Ayrımcılık
Nötr
Nötr
Otoriteryenizm
Nötr
Evet
Dayakçılık
Nötr
Kısmen
*Mahalle mektebine (kuran kursuna, hoca-amcaya) gitmiş olma.
**Babanın dindarlığı.
Dayakçılık; beklendiği gibi hem konvensiyonel faktörlerle (din, patriotizm, ayrımcılık,
otoriteryenizm), hem de anomi ve yabancılaşmayla (okul, öğrenci ve yaptığı işe olumsuz
yaklaşımla) pozitif bir ilişki içerisindedir.
Hipotez: Dayakçı tutumlar arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar.
Öğretmen
Öğrenci
Alaya Alma
Evet
Nötr
Kötü Muamele
Evet
Nötr
Dayak
Evet
Nötr
Dayakçı tutum (meşru görme), davranış düzeyinde de arttırıcı önemli bir değişken olmaktadır.
Beklenildiği şekilde özellikle öğretmenlerin dayağı savunmaları, dayak atmaları için önemli bir
dayanak oluşturmaktadır. Ancak öğrencilerde dayakçılığı onaylamak, dayak yemek veya
yememek anlamına gelmemektedir.
726
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Hipotez: Konvensiyonalizm (muhafazakarlık) arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak
artar.
Öğretmen
Öğrenci
Dini eğilimler arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar.
Alaya Alma
Nötr
Nötr
Kötü Muamele
Nötr
Nötr
Dayak
Nötr
Kısmen
Patriotik eğilimler arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar.
Alaya Alma
Kısmen
Sorulmadı
Kötü Muamele
Nötr
Sorulmadı
Dayak
Nötr
Sorulmadı
Aile otoritesine saygı arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar.
Alaya Alma
Nötr
Sorulmadı
Kötü Muamele
Kısmen
Sorulmadı
Dayak
Nötr
Sorulmadı
Otoriter eğilimler artıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar.
Alaya Alma
Kısmen
Sorulmadı
Kötü Muamele
Nötr
Sorulmadı
Dayak
Nötr
Sorulmadı
Öğretmenlerin çocuklukta aldıkları genel dini eğitim ile dayakçı tutum arasında belli bir
doğrusal ilişki olmakla birlikte dayak atma davranışları arasında güçlü bir ilişkiye
rastlanmamıştır (ancak dayakçı tutumların dayağı artırdığı, dayakçı tutumlarla da dindarlık
eğilimlerinin belirli koşutluk taşıdığı dikkate alınmalıdır). Öğrencilerde ise dayak ile babanın
dindarlığı arasında, zayıf da olsa pozitif bir ilişki görülmektedir.
Sonuç
Otoritenin olduğu veya olması gereken her yerde disiplin de bulunmak durumundadır. Bu
noktada yaygın üç görüş öne çıkmaktadır:
 Disiplinin otoriteyle sağlandığı veya
 Otoritenin disiplinle sağladığı veya
 Bunların karşılıklı birbirini desteklediği.
Gerek ayrımcılık ve şiddet tutumunda, gerekse bunun “dayak” şeklinde pratiğe geçirilmesinde
(davranış düzeyinde) başlıca belirleyici öğe, devlet-bürokrasi, aile ve okuldaki hiyerarşik
yapılanmanın kocaya, babaya, öğretmen veya idareciye böyle kolay bir statü sağlaması ve kültür
(değer ve tutumlar) boyutunda da bunu destekleyici; en azından karşı-koymayıcı bir meşruiyetin
bulunmasıdır. Daha en başından erkek-kadın, koca-karı, öğretmen-öğrenci eşitsizliğine dayalı
bu hiyerarşi sürdürüldükçe, buna koşut sayılacak kültürel anlamda yaş, cinsiyet, otorite, din, örf,
gelenek ve saygı-sevgi kavramlaştırmalarında “kötü muameleye” asgari meşruiyet tanındıkça
727
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
dayak da babanın, hocanın veya kocanın elinde kendini yeniden üretmeye devam etmektedir
(Gümüş, Tümkaya, Dönmezer 2004:202-203).
Öztürk (2008:186-187) İlahiyat Fakültesinde yaptığı doktorada “dinin aile içi şiddete iki türlü
etki yaptığı”nı belirtmektedir: “Bunlardan birincisi bilhassa şiddet uygulayan erkeklerce dinin
uygulanan şiddete kılıf olarak kullanılması yani meşrulaştırıcı etkisi, diğeri de dinin kadınların
yaşadıkları en zor günlerde onlar için adeta bir kurtarıcı durumunda olması yani rahatlatıcı
etkisidir.” İkincisini bile kabul etsek sonuçta bir kadercilik ve şiddetle mücadeleyi azaltıcı bir
etki söz konusudur.
Ancak ilk üç görüşün ötesinde dördüncü bir seçenek daha bulunmaktadır ki; bu seçenek;
birbirini tamamlayan muhafazakâr değerler, otorite ve disiplinden çok eşit değerli çoğulcu bir
toplum modelidir.
Eğer muhafazakârlık ve dindarlık da benzer bir içerikte ise veya benzer yönde dönüşüm
geçirirse, ayrımcılık ve şiddetle arasına belirli bir mesafe koyabilir. Empirik örnekler ise mevcut
yaygın dindarlık ve muhafazakârlık formlarının otoriter ve ayrımcı eğilimlerle koşutluk taşıdığı
yönündedir.
Kaynakça
Adorno, T. W.; E. Frenkel-Brunswik; D. J. Levinson&R. N. Sanford. (1982 [1950]). The
Autoritarian Personality. New York: W. W. Norton.
Allport, G. W. & Ross, J. M. (1967). “Personal Religious Orientation and Prejudice.” Journal of
Personality and Social Psychology, 5, 432-443.
Altemeyer, B. (1988). Enemies of Freedom. Understanding Right-Wing Authoritarianism.San
Francisco.
Altemeyer, B. (1996). The Autoritarian Specter. Cambridge&London: Harvard.
Coştu, Yakup (2009). “Dine Normatif ve Popüler Yaklaşım: Bir Dini Yönelim Ölçeği
Denemesi.“ Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009/1 c. 8, sayı: 15, ss. 119-139.
Gümüş, A., Gömleksiz, M. (1999). Din, Milliyetçilik ve Otoriteryenizm: Lise ve Üniversite
Gençliği Üstüne 1945'lerden Günümüze Toplumlararası Karşılaştırmalı Bir Araştırma. Ankara:
Eğitim-Sen Yay., Araştırma Dizisi 3.
Gümüş, A., Tümkaya, S., Dönmezer, T. (2004). Sıkıştırılmış Okullar. Adana’da İlköğretim
Okulları, Öğretmenleri ve Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Eğitim-Sen Yay.
Gömleksiz, M., Akar-Vural, R.& Yılmaz, S. (2009). “Bilim ve Otoriteryenizm: Fen Edebiyat
Fakültesi Öğrencileri Üzerine Bir Çalışma”. Sözlü Bildiri, I. Uluslar arası Avrupa Birliği,
Demokrasi, Vatandaşlık ve Vatandaşlık Eğitimi Sempozyumu, Uşak Üniversitesi.
Gürses, İbrahim (2001). Kölelik ve Özgürlük Arasında Din. Bursa: Arasta.
Öztürk, Emine (2008). “Türkiye’de Aile İçi Şiddet, Kadın Sığınma Evleri ve Din.” Marmara
Üniversitesi SBE İlahiyat Anabilim Dalı Doktora Tezi. İstanbul: Marmara.
728
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE BAŞA ÇIKMA TARZLARI
BAĞLAMINDA ÇOCUKLARDA ALGILANAN GÜÇLÜKLERİN
YORDANMASI
Nilgün YENİOCAK
Şennur TUTAREL-KIŞLAK
ÖZET
Ülkemizde ve dünyada yaygın olarak görülen kadına yönelik şiddet yalnızca
şiddet gören kadınları değil, şiddete tanık olan çocukları da olumsuz etkilemektedir.
Literatür, şiddet ortamında yaşayan çocukların çeşitli duygusal ve davranışsal sorunlar
yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Şiddete uğrayan kadınlar, çocuklarını da yanlarına
alarak sığınma evine başvurmaktadır. Ancak şiddet ve sığınma evi yaşantısı çocukların
ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Annelerin stresle başa çıkma tarzları sorunlarını
çözme yollarına ve çocukların psikolojik sorunlarına yansımaktadır.
Bu araştırmada şiddet gören iki grubun (Sığınma evi grubu ve Sığınma evi
dışında olup şiddet gören grup) ve sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grubun
başa çıkma tarzları değerlendirilmiş, ayrıca çocuklarında gördükleri sorunlar Güçler ve
Güçlükler Anketi ile belirlenmeye çalışılmıştır. Bulgular, annenin psikolojik sorunları,
disiplin uygulamalarının, çaresiz/kendini suçlayıcı başa çıkma tarzını kullanmasının,
çocuğun bazı özellikleri ve ortamsal koşulların, çocukların yaşadığı güçlükleri
yordadığını göstermiştir. Araştırmada şiddet ortamında yaşamanın çocuklar açısından
olumsuz sonuçlarına dikkat çekilmiş, çocukların sorunlarının değerlendirilmesinde aile
ortamının önemi ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çocuklar, kadın sığınma evi, şiddet, başa çıkma yolları
ABSTRACT
Violence against women, which is widespread both in our country and the world, affects
negatively not only the women exposed to violence, but also children witnessing
violence. The existing literature reveals that children living with violence experience
several emotional and behavioral problems. The women exposed to violence apply for
women’s shelter together with their children. However, violence and life conditions in
women’s shelter affect the mental health of the children in a negative way. Mothers’
ways of coping with stress affect their ways of problem solving and the psychological
health condition of their children.
In this study, the ways of coping with violence of two groups of women exposed to
violence (those sheltered because of violence and those living out of shelter and
exposed to violence), as well as another group of women not exposed to violence and
not living in women’s shelter were evaluated. Moreover, the problems perceived in the

Uzm. Psk. Nilgün Yeniocak Hatay İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağ. ve Sos. Hast. Şb. [email protected]
Doç. Dr. Şennur Tutarel-Kışlak Ankara Üniversitesi DTCF Psikoloji Bölümü [email protected]

729
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
children of women exposed to violence were attempted to be evaluated through the
Strengths and Difficulties Questionnaire. The findings showed that the mothers’
psychological problems, disciplinary practices, use of hopelessness/self-blame ways of
coping, certain characteristics of their children, along with outside conditions predicted
the hardships experienced by their children. In this study, the negative effects of living
with violence on children were accentuated, and the importance of family condition in
the evaluation of the problems of children was revealed.
Key Words: Children, women’s shelter, violence, coping ways
GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de yapılan pek çok araştırma kadının aile içinde şiddet
gördüğünü ve kadına yönelik aile içi şiddete çocukların da sıklıkla tanık olduğunu
göstermektedir (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2002; Holt, Buckley ve Whelan, 2008;
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü (HÜNEE), 2009; Mbilinyi ve ark.,
2007; Rudo, Zena, Powell, Diane ve ark. 1998). Aile içi şiddetin varlığında çocukların
da doğrudan ya da dolaylı olarak istismar edildikleri ve evdeki şiddet nedeni ile ihmale
uğradıkları belirtilmektedir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; KSGM, 2009;
Levendosky, Huth-Bocks, Shapiro ve Semel, 2003; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve
ark. 2007; Rudo ve ark. 1998; Stephens, McDonald ve Jouriles, 2000; Ware ve ark.,
2001). Konu ile ilgili yurt dışında yapılan araştırmalar anneleriyle birlikte konuk
evlerine gelen çocukların ortamsal koşulları, bu kurumlarda geçirilen zaman ve onlara
yönelik tedavi hizmetlerinin planlanması üzerinde durmaktadır (Poole, Beran, ve
Thurston, 2008; Stephens, McDonald ve Jouriles 2000). Buna karşın şiddete tanık olan
(witness) ya da maruz kalan bu çocukların ne gibi sorunlarla karşılaştıkları üzerine
ülkemizde çok az sayıda çalışma olduğu görülmektedir (Durmuşoğlu ve Doğru, 2004;
Pelendecioğlu ve Bulut, 2009; Ünal, 2008).
Dünyada fiziksel şiddetin görülme oranının %13 ile %61 arasında değiştiği
belirlenmiştir (Babu ve Kar, 2009; Oyunbileg ve ark., 2009; WHO, 2005; Vachher ve
Sharma, 2010). Türkiye’de yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular da dünyada
yapılan diğer araştırmalarla tutarlıdır. Ülkemizde her üç kadından birinin fiziksel şiddet
gördüğü belirlenmiştir (Altınay ve Arat, 2008; Güler, Tel ve Tuncay, 2005; HÜ Nüfus
Etüdleri Ens.-HÜNEE, 2009; Karaçam ve ark., 2006; Özyurt ve Deveci, 2010;
TCBAAK, 1995).
Kadınların önemli bir kısmı eşlerinden gördükleri şiddeti dile getirmemekte,
çeşitli nedenlerle sosyal ya da kurumsal desteğe başvurmamaktadırlar (Ayrancı, Günay
ve Ünlüoğlu, 2002; İçli, 1994; HÜNEE, 200; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark.,
2007; Moe, 2009). Kadınların şiddet ortamından ayrılmamalarının en önemli
nedenlerinden biri çocuklarını koruma isteğidir. Çocukların zarar gördüklerini fark
ettiklerinde ise ayrılma sürecini hızlandırmaktadırlar (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu,
2002; TCBAAK, 1995; Yanıkkerem ve Saruhan, 2005 Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi
ve ark., 2007; Moe, 2009).
Bu bağlamda kadınların (ve varsa çocuklarının) geçici de olsa şiddetten uzak
kaldıkları sığınma evleri, kadınların olduğu kadar onlarla birlikte gelen çocukların da
gereksinimlerine cevap verebilecek imkanlara sahip olması gerekmektedir
730
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
(Sığınmaevleri Klavuzu, 2008; Stephens, McDonald ve Jouriles 2000). Ancak
ülkemizde bu kurumların sayı, personel ve sunulan hizmet açısından yetersiz olduğu
bilinmektedir (HÜNEE, 2009; Subaşı ve Akın, 2004).
Şiddet ortamında yaşayan çocuklar doğrudan ya da dolaylı olarak şiddetten
etkilenmektedir. Araştırmalar aile içi şiddet ortamında yaşayan çocukların şiddete
tanıklık etmekle kalmayıp, kendilerinin de şiddete uğradığını ortaya koymaktadır.
Şiddet uygulayan babaların yanı sıra tahammül eşikleri düşen anneler de çocuklarını
ihmal ya da istismar edebilmektedir (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2009; Holt, Buckley
ve Whelan, 2008; İçli, 1994; Mbilinyi ve ark., 2007; Rudo ve ark. 1998; Vahip ve
Avşargil, 2006).
Kadına yönelik şiddete tanık olan çocukları inceleyen çalışmalar, bu çocukların
korku, saldırganlık, kabus görme, yatağını ıslatma, duygusal ve davranışsal sorunlar ve
TSSB, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi psikolojik sorunlar yaşadıklarını
belirlemişlerdir (HÜNEE, 2009; Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Little ve Kantor,
2002; Rudo ve ark., 1998; TCBAAK, 1995). Şiddete tanık olan çocukların anneleri ile
sığınma evinde kalmalarının onları daha da olumsuz etkilediği bilinmektedir (HuthBocks ve Hughes, 2008). Evden ayrılma ve sığınma evinde kalma sürecinde yaşanan
ekonomik güçlükler ve istikrarsızlığın şiddete tanıklığın ötesinde olumsuz sonuçlara yol
açtığı belirlenmiştir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; Holt, Buckley ve Whelan,
2008; Ware ve ark., 2001).
Şiddet görmek kadınların stresle kaçıngan yolla başa çıkmasıyla birlikte
görülmekte; kaçıngan başa çıkma tarzını kullanmak ise daha çok psikolojik sorunla
ilişkilendirilmektedir (McKee ve ark., 2004; Waldrop ve Resick, 2004). Şiddete
uğramak kadınların psikolojik sorunlarını arttırmakta, annenin sorunları ebeveyn tarzını
olumsuz etkileyerek çocuklardaki uyumsuzluğu arttırmaktadır Olumsuz duygular ve
ruhsal bozukluklar ise kadınların annelik becerilerini sekteye uğratabilmekte ve
çocuklarda davranış sorunlarını artırabilmektedir (Broadhead, Chilton ve Crichton,
2009; Eremsoy, 2007; Levendosky ve ark., 2003, Little ve Kantor, 2002; Renk,
Roddenberry, Oliveros ve Sieger, 2007). Annelerin kaygıları çocuklarına yönelik etkili
çözümler bulmalarını zorlaştırırken, kendi sorunları ile başa çıkma ve duygularını
düzenleme becerisi çocukların uyumunu arttırmaktadır (Buckley ve Borden, 2006;
Bynum ve Brody, 2005). Bununla birlikte alınan sosyal desteğin de kadının problem
becerisini arttırdığı, bu artışın da çocukların ruh sağlığını koruduğu bilinmektedir (Avcı,
2006; Forgatch ve DeGarmo, 1997; Kılıç, Uslu, Erden ve Kerimoğlu, 1999).
Literatürde görüldüğü üzere şiddet kadınların ve çocuklarının psikolojik
sağlıklarını ciddi düzeyde etkilemekte ve ülkemizde çocuklar üzerine az sayıda çalışma
olduğu bilinmektedir. Söz konusu nedenlerle bu araştırmada şiddet gördüğü için
sığınma evinde kalan, sığınma evi dışında olup şiddet gören ve sığınma evi dışında olup
şiddet görmeyen kadın gruplarıyla çalışılmış ve bu üç grubun çocuklarında gördükleri
“Davranış Sorunları, Duygusal Sorunlar, Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik, Akran
Sorunları ve Genel Güçlükler” bakımından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca,
sosyodemografik özellikler, şiddet, kadınların başa çıkma tarzları gibi değişkenlerden
hangilerinin çocuklardaki duygusal, davranışsal ve toplam güçlük puanını yordadığını
belirlemek de incelenen diğer amaçlar arasındadır.
731
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
YÖNTEM
Katılımcılar
Araştırmanın katılımcılarını şiddet nedeni ile sığınma evinde kalan (N=28;
Çocuk yaş: 4-9), sığınma evi dışında olup şiddet gören (N=49; Çocuk yaş: 4-12) ve
sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen (N=72; Çocuk yaş: 4-12) üç kadın grubu
oluşturmaktadır.
Sığınma evinde kalanların yaş ortalaması 33, diğer iki grubun yaş ortalaması
35’dir. Her üç grubun yarıdan fazlasının eğitim düzeyinin ilkokul ve altı olduğu
belirlenmiştir. Yine kadınların yarısının görücü usulü ile evlendiği, kalan yarının
çoğunun ailenin rızasıyla tanışarak, daha azının ise kaçarak evlendiği görülmüştür.
Özellikle sığınma evi grubunda şiddetin evliliğin ilk yıllarında başlama oranı
oldukça yüksektir (%75), bu oran sığınma evi dışındaki grupta ise %32’dir. Grupların
toplam gelirleri benzer düzeydedir (Anova sonucunda anlamlı fark elde edilememiştir).
Sığınma evi grubunun verileri beş büyük ilin SHÇEK’e ve belediyelere bağlı
konukevlerinden elde edilmiştir (Gizlilik ilkesi nedeniyle şehir adları belirtilmemiştir).
Sığınma evi dışından oluşan grupların katılımcıları Hatay, Ankara, Adana, Sivas ve
Malatya illerindendir.
İşlem
Konukevlerine kalmakta olan ve araştırmanın amacına uygun kadınlara ulaşmak
amacıyla öncelikle SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) Genel
Müdürlüğü’nden ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Etik
Kurulundan izin alınmıştır. Belediyelere bağlı konukevlerinde kadınlarla görüşme
yapılması için her konuk evinin bağlı olduğu belediyeden ayrıca izin alınmıştır.
Her bir uygulama ortalama iki saat sürmüş, ölçekler nadiren katılımcılar
tarafından bağımsız olarak doldurulabilmiştir. Sığınma evi grubunda ölçek maddeleri,
genellikle araştırmacı tarafından okunmuştur.
Sığınma evi dışından olan gruplara ise ölçekler zarf içinde verilmiştir. Zarfın
içine kadının kendisi ile ilgili dolduracağı ölçeklerin yanı sıra, 4-12 yaş aralığındaki
çocuk sayısı kadar çocuk formu ve kadını şiddetten koruyucu nitelikteki kanun maddesi
hakkında bilginin ve kadının şiddet görmesi halinde başvurulabileceği bazı merkezlerin
iletişim bilgilerinin bulunduğu broşür yer almıştır. Araştırmaya dahil edilecek
çocukların, annelerin yanlılığından etkilenmesini önlemek amacıyla belirtilen yaş
aralığındaki her bir çocukları için ayrı bir form doldurmaları istenmiştir. Daha sonra
araştırmaya dahil edilecek çocuklar araştırmacı tarafından seçkisiz olarak belirlenmiştir
Veri Toplama Araçları
Araştırmada veri toplama amacıyla, Kişisel Bilgi Formu, Kadına Yönelik Aile
İçi Şiddeti Belirleme Ölçeği (KYŞ), Problem Çözme Envanteri (PÇE), Stresle Başa
732
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÖ), Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA) kullanılmıştır.
Kişisel Bilgi Formu: Kadınların ve çocuklarının demografik bilgilerini (kadının
ve eşinin yaşı, eğitim durumu, çalışıp çalışmadığı, ailesinin özellikleri, çocuğun sağlık
ve okul bilgileri gibi) toplamak amacıyla bir kişisel bilgi formu hazırlanmıştır. Formun
oluşturulmasında ilgili konularla ilgili ayrıntılı sorular içermesi ve sorulardan bir
kısmının bu araştırmanın amacına uygun olması nedeni ile Altınay ve Arat’ın (2007)
araştırma sorularından yararlanılmıştır. Çocuğa uygulanan disiplin davranışları ile ilgili
sorular çocuklara yönelik kişisel bilgi formuna, Eremsoy’un çalışmasından (2007)
olduğu gibi alınarak eklenmiştir. Söz konusu kısa form, Eremsoy tarafından
ebeveynlerin uyguladığı disiplin yöntemlerini değerlendirmede başarı ile uygulanmış,
içerdiği sorular, bu çalışmada değerlendirilmek istenen ebeveyn stillerini ölçmeye
uygun bulunmuştur. Böylece oluşturulan ÇKBF, çocukla ilgili olan Güçler ve Güçlükler
Anketi adlı ölçeğin başına eklenmiştir. Böylece her bir çocuk için ayrı bir KBF
doldurulması sağlanmıştır. Kadınlar kendileriyle ilgili yalnızca bir KBF doldururken,
çocuklarının her biri için birer form doldurmuşlardır. Bu formda gebelik sürecinden
itibaren çocukla ilgili önemli bilgiler sorgulanmıştır. Çocuğa yönelik şiddeti
değerlendirmek için ise ‘bağırmak, dövmek, odadan çıkmama cezası vermek’ gibi
disiplin yöntemlerini ne sıklıkla kullandıklarını 1-5 arası likert tipi ölçek üzerinde
puanlamaları istenmiştir.
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddeti Belirleme Ölçeği (KYŞ): Yanıkkerem ve
Saruhan (2005) tarafından geliştirilen ölçek 87 maddeden oluşan likert tipi bir ölçektir.
Ölçekten alınan puanlar standardize edilerek 0.00 - 2.00: Çok düşük, 2.01 - 4.00:
Düşük, 4.01- 6.00: Orta, 6.01 - 8.00: Yüksek, 8.01 - 10.00: Çok yüksek olarak
sınıflandırılabilmektedir. Ölçek 9 faktörden oluşmaktadır. Ancak alt ölçekler
araştırmanın amacına uygun olmadığından kullanılmamıştır. Ölçeğin güvenirlik çalışmasında iki yarı test (Split Half Reliability) güvenirlik hesaplamaları r = 0.90 - 0.95
aralığında, Cronbach Alpha katsayısı ise 0.98 bulunmuştur. Mevcut araştırmada ise
ölçeğin Cronbach Alpha katsayısı 0.99 olarak belirlenmiştir.
Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÖ): Lazarus ve Folkman (1984)
tarafından geliştirilen likert tipi ölçeğin Türkiye kültürüne uyarlama çalışması Şahin ve
Durak (1995) tarafından yapılmış, bu çalışmada ölçek maddeleri 66’dan 30’a
düşürülmüştür Faktör analizine göre ölçek maddelerinin beş boyutta kümelenebildiği
bulunmuştur. Alt ölçekler ve sırasıyla elde edilen güvenirlik katsayıları şöyledir:
“Kendine Güvenli yaklaşım” (= . 80, .77, .62), “İyimser Yaklaşım” (= .68, .66, .49),
“Sosyal Desteğe Başvurma” (= .47, .45,-), “Çaresiz Yaklaşım” (= .73, .64, .68) ve
“Boyun Eğici yaklaşım” (= .70, .72, .47). Ölçek temel olarak etkili ve etkisiz
yöntemler olarak iki boyuta ayrılabilmektedir.
Araştırma örneklemi ile yapılan analizde ölçeğin alfa katsayısı .79 olarak
belirlenmiş, alt boyutlarının alfa katsayıları “Kendine Güvenli Yaklaşım” = . 83,
“İyimser Yaklaşım” = 76, “Sosyal Desteğe Başvurma” = .53, “Çaresiz Yaklaşım”
= .77 ve “Boyun Eğici Yaklaşım” = .71 olarak bulunmuştur.
733
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA): 4-16 yaş aralığındaki çocuklar için annebaba tarafından doldurulan ve duygusal ve davranışsal sorunları taramada kullanılan 25
maddeli bir ölçektir ve Robert Goodman tarafından 1997 yılında geliştirilmiştir. Ölçeğin
Türkiye kültürüne uyarlaması Güvenir ve arkadaşları tarafından (2008) yapılmıştır.
Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik, Davranış Sorunları, Duygusal Sorunlar, Akran
Sorunları ve Sosyal Davranışlar olmak üzere beş alt boyutu bulunmaktadır. Her boyut
kendi içinde değerlendirilip puanlanabilmekte ve ilk dört alt boyutun toplam puanları
"Toplam Güçlük Puanı"nı vermektedir. Türkçe uyarlaması, ölçeğin tutarlı ve güvenilir
(Toplam Güçlük Puanı α =.84, Duygusal Sorunlar α = .73, Davranış Sorunları α = .65,
Dikkat Eksikliği / Aşırı Hareketlilik α=.80, Akran Sorunları α =.37, Sosyal Davranış α
=.73) olduğunu göstermektedir (Güvenir ve ark. 2008). Araştırma örneklemi ile yapılan
analizde ölçeğin Alfa katsayısı .76 bulunmuştur. Ölçeğin alt boyutlarının alfa
katsayıları; Duygusal Belirtiler için α = .75, Davranış Sorunları için α = .65, Dikkat
eksikliği / Aşırı hareketlilik için α=.72, Akran Sorunları için α =.31, Sosyal Davranış
için α =.75 olarak belirlenmiştir.
Ölçeğin ölçme ve ayırt etme gücü Çocuklar için Davranış Değerlendirme Ölçeği
(Child Behavior Checklist –CBCL-) ile karşılaştırılarak yapılmış ve ölçeğin alt
boyutları olan ‘Duygusal Belirtiler’ ve ‘Davranış Sorunları’nın, CBCL’nin alt
boyutlarından ‘İçe yönelim’ ve ‘Dışa yönelim’ problemlerine karşılık geldiği
belirlenmiştir. Söz konusu çalışmada ‘Duygusal Belirtiler’ ile ‘İçe Yönelim Sorunları’
arası korelasyon .72; ‘Davranış Sorunları’ ile ‘Dışa Yönelim Sorunları’ arası
korelasyon .75 olarak belirlenmiştir (Güvenir ve ark. 2008). Şiddet bağlamında
çocukların sorunlarını değerlendiren araştırmalarda genellikle CBCL’nin içe yönelim ve
dışa yönelim sorunları üzerinde durulduğundan, bu çalışmada söz konusu sorunlarla
paralellik gösteren duygusal ve davranışsal sorunlar ele alınmıştır.
BULGULAR
Araştırmanın analizleri yapılmadan önce veri girişinin doğruluğu ve
değişkenlerin dağılımlarının çok değişkenli istatistik analizi sayıltılarına uygunluğu test
edilmiştir. Karşılaştırılacak grupların sayılarını analize uygun hale getirmek amacı ile
şiddetin olmadığı gruptan 22 katılımcı çıkarılmış, böylece toplam sayı 149’a
düşürülmüştür. Bu işlem sırasında şiddete uğrayan gruplar ile bu grubun eğitim ve gelir
düzeyi açısından dengelenmesi hedeflenerek, en yüksek eğitimli ve en yüksek gelirli
bireyler seçilerek analiz dışında tutulmuştur.
Araştırmanın ilk amacıyla bağlantılı olarak çocukların yaşadıkları çeşitli
psikolojik güçlüklerin; Toplam Güçlük Puanı, Duygusal Sorunlar, Davranış Sorunları,
Dikkat eksikliği/Aşırı hareketlilik, Akran Sorunları, Sosyal Davranışlar gibi, şiddet
değişkenine ilişkin gruplara göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla tek
yönlü Varyans Analizi (ANOVA) yapılmıştır.
734
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 1.
Kadınların
çocuklarında
karşılaştırılması
Değişimin
kaynağı
algıladıkları
Sığınma evi şiddet
gören grup N=28
Sığınma evi dışı şiddet
gören grup N=49
Ortalama
SS
Ortalama
SS
güçlüklere
Sığınma evi dışı
şiddet görmeyen grup
N=72
Ortalama
SS
GGA Toplam
16,36a
8,22
13,53b
6,30
9,64c
5,45
Duygusal
Belirtiler
Davranış
Sorunları
Hiperaktivite
4,25a
2,63
3,14b
2,26
1,93c
1,80
3,03a
2,50
2,49b
1,86
1,44c
1,44
5,64a
2,97
4,77
2,67
3,83b
2,42
Akran Sorunları
3,43a
1,83
3,12
1,90
2,44b
1,59
göre
F
13,12
***
13,15
***
9,67*
**
5,31*
*
4,18*
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
Not: Farklı harflerin yer aldığı ortalamalar arasında anlamlı farklar vardır (abc).
Buna göre Güçler ve Güçlükler Anketi (F (sd:2)=13,12,; p< .001), Duygusal
Belirtiler (F (sd:2)=13,15; p<.001); Davranış Sorunları (F (sd:2)= 9,67; p<.001);
Hiperaktivite (F (sd:2)=5,31; p<.01); ve Akran Sorunları (F(sd:2)=4,18; p<.05) alt
ölçeklerinde grubun temel etkisi anlamlı çıkmıştır.
Farkın hangi gruplar arasında olduğunu belirlemek için yapılan Tukey testine
göre, sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grubun Güçler ve Güçlükler Anketi
toplam puanı (Ort=9,64, ss=5,45), sığınma evi grubunun (Ort=16,36, ss:8,22; p<.001)
ve sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun (Ort=13,53, ss=6,30; p<.01) toplam
puanından anlamlı derecede daha düşüktür. Benzer şekilde sığınma evi dışında olup
şiddet görmeyen grubun duygusal belirti puanı (Ort=1,93, ss=1,80), sığınma evi
grubunun (Ort=4,25, ss=2,63; p< .001) ve sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun
(Ort=3,14, ss=2,26; p<.01) duygusal belirti puanından anlamlı derecede daha düşüktür.
Davranış sorunlarından alınan toplam puan da sığınma evi dışında olup şiddet
görmeyen grupta (Ort=1,44, ss=1,44), sığınma evi grubunda (Ort=3,03, ss=2,50;
p<.001) ve sığınma evi dışı şiddet gören grupta (Ort=2,49, ss=1,86; p<.01) olduğundan
anlamlı derecede daha düşüktür.
Sığınma evi grubunun hiperaktivite puanı (Ort=5,64, ss=2,97), sığınma evi dışı
şiddet görmeyen grubun hiperaktivite puanından (Ort=3,83, ss=2,42; p<.01) anlamlı
derecede daha yüksek olmasına rağmen, grubun aldığı puanın sığınma evi dışında olup
şiddet gören gruptan anlamlı bir farkı olmadığı bulunmuştur.
Üç grubun akran sorunlarından aldıkları puanlar değerlendirildiğinde, alınan
puan açısından sığınma evi grubu ile sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun
farklılaşmadığı bulunmuştur. Buna karşın sığınma evi grubu (Ort=3,43, ss=1,83),
sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen gruptan (Ort=2,44, ss=1,59, p<.05) anlamlı
derecede daha yüksek puan almıştır. Üç grup, sosyal beceri puanları açısından anlamlı
735
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir farklılık göstermemiştir. Buna karşın sığınma evi grubunun ve sığınma evi dışında
olup şiddet gören grubun çocuklarının, toplam güçlük puanı ve ölçeğin alt
boyutlarından aldıkları puanlar açısından anlamlı düzeyde farklılaşmadığı bulunmuştur.
Araştırmanın ikinci amacı doğrultusunda, öncelikle regresyon analizleri öncesi
yapılan korelasyon analizlerinin sonuçlarına ve ardından sosyodemografik değişkenler
dahil olmak üzere, çocukların genel güçlük düzeyini (GGA toplam), hangi değişkenlerin
yordadığını belirlemek için yapılan regresyon analizine yer verilecektir. Daha sonra
çocukların duygusal belirtilerini ve davranış sorunlarını yordayan değişkenleri
belirlemek için uygulanan regresyon analizlerine yer verilecektir.
İlişkiler Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği kullanılarak
hesaplanmıştır. Sosyodemografik değişkenlerden kategorik olanlar için Nokta Çift Serili
Korelasyon (rnç) tekniği kullanılmıştır. Buna göre, çocukların toplam güçlük puanı ile
kadınlara ilişkin sosyo- demografik değişkenler arasındaki ilişkiler .17 ile .30 arasında
değişmektedir. Toplam güçlük puanı ile en yüksek doğrusal ilişkiye sahip değişkenler
annenin daha önce sığınma evinde kalmış olması, intihar girişimi ve babanın aile
düzenini aksatacak düzeyde içki kullanıyor olmasıdır. Kadınların sosyodemografik
bilgileri ile duygusal belirtiler arasındaki ilişkiler .17 ile .33; davranışsal sorunları
arasındaki ilişkiler .17 ile .25 arasında değişmektedir. çocukların sosyodemografik
özellikleri ile genel güçlük düzeyi arasındaki ilişkiler .14 ile .43 arasında değişmektedir.
Çocuğun okul başarısı, çocuğa açıklama yapmak ve çocuğun sosyal faaliyetlere katılımı
toplam güçlük puanı ile negatif yönde; çocuğa bağırmak, çocuğun geçmişte hastalık
geçirmiş olması ve gereksinimlerinin karşılanması toplam güçlük puanı ile pozitif
yönde anlamlı ilişkileri gösteren en önemli değişkenlerdir. Farklı düzeylerde de olsa
ölçeğin alt boyutları ile en yüksek ilişkiye sahip değişkenler önemli düzeyde
ortaklaşmıştır. Çocuğun kliniğe yönlendirilmesi, çocuğa bağırılması ve okul başarısı
duygusal, davranışsal problemler ve hiperaktivite ile en yüksek ilişki gösteren
değişkenler olmuştur.
Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA) toplam puanı ve alt ölçek puanlarının,
kadınların stresle başa çıkma tarzları ve problem çözme becerileri ile ilişkileri de
incelenmiş ve .17 - .38 arasında değişen anlamlı değerler elde edilmiştir. Kadına yönelik
aile içi şiddet puanları ile intihar girişimi, çaresiz/suçlayıcı yaklaşım, ruhsal sorunlar,
eşin alkol kullanımı gibi değişkenler arasındaki korelasyon değerleri ise .19 ile .53
arasında değişmektedir.
Regresyon Analizleri
Çocuklardaki psikolojik sorunları yordayan değişkenler incelenirken, elde edilen
toplam güçlük puanı, duygusal belirti puanı ve davranış sorunları puanı ile ilişkili
değişkenler dikkate alınmış, değişkenler, ilişki düzeyinin gücüne göre sıralanarak
regresyona sokulmuştur. Bu doğrultuda birinci aşamada demografik değişkenler (okul
başarısı, çocuğa bağırmak, şiddet düzeyi, yanlışın nedenini açıklama, daha önce sığınma
evinde kalmış olma, sosyal faaliyete katılma, çocuklukta hastalık geçirme, ihtiyaçlarının
karşılanması…), ikinci aşamada KYŞ toplam puanı, üçüncü aşamada stresle başa çıkma
tarzları alt boyutları ve dördüncü aşamada problem çözme envanteri toplam ve alt ölçek
puanları ayrı bloklar halinde regresyon denklemine alınmıştır. Toplam güçlük puanı,
736
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Duygusal Belirti puanı ve Davranış Sorunları puanını yordayan değişkenlere ilişkin
regresyon analizi sonuçları aşağıdaki üç tabloda verilmiştir.
Tablo 2. Çocuklardaki Toplam Güçlük Puanının Yordanmasına İlişkin Hiyerarşik
Regresyon Analizi Sonuçları
Yordayıcı Değişkenler
R
R2
Uyarlanmış R2
Βeta
T
Çocuğa bağırmak
Okul başarısı
.44
.57
.19
.33
.19
.32
.39
-.31
5,57
-4,47
30,25*
29,97*
Çocuğu övmek
.62
.39
.37
.24
3,52
26,05*
Annenin ruhsal sorunları
.65
.42
.40
-.14
1,96
21,90*
Çaresiz/kendini suçlayıcı
yaklaşım
.67
.44
.42
.17
2,36
19,29*
F
*p< .001
Tablo 2’de görüldüğü gibi çocukların toplam güçlük puanını yordayan en güçlü
değişkenler regresyon analizine birinci blokta alınan sosyo-demografik değişkenlerdir.
Buna göre bir disiplin yöntemi olarak çocuğa bağırılması çocuklardaki güçlük puanına
ilişkin varyansın %19’unu açıklamaktadır. Çocuğun okul başarısı düştükçe yaşadığı
güçlükler artmakta ve okul başarısı çocuğun toplam güçlük puanının %14’ünü
yordayarak, toplamda varyansın %33’ünü açıklamaktadır. Çocuğu olumlu
davranışlarından dolayı övmek %6’lık ve annenin ruhsal sorunları %3’lük katkı ile
sosyo-demografik değişkenler toplam varyansın %42’sini açıklamaktadır. Üçüncü
blokta regresyona giren stresle çaresiz/kendini suçlayıcı tarzda başa çıkma ise
çocukların genel psikolojik sorunlarındaki artışın %2’sini açıklayarak kendisinden
önceki altı değişkenle birlikte toplam güçlük puanında açıklanan varyans %45’e
ulaştırmıştır.
Çocuklardaki Duygusal Belirtilerin Yordanmasına İlişkin Hiyerarşik
Regresyon Analizi Sonuçları
Tablo 3.
Yordayıcı Değişkenler
R
R2
Uyarlanmış R2
Βeta
T
F
Daha önce sığınma evinde
kalmış olmak
Çocuğu övmek
Çocuğa bağırmak
Çocuğun sosyal
faaliyetlere katılımı
Gebelikte hastalık
Okul başarısı
Çocuğa açıklama yapmak
Çaresiz/kendini suçlayıcı
tarzda başa çıkma
.35
.12
.12
.18
2,38
17,80*
.44
.52
.56
.19
.27
.31
.18
.26
.29
.19
.23
-.16
2,60
3,15
-2,15
14,95*
15,68*
14,21*
.59
.61
.63
.65
.35
.37
.39
.42
.32
.34
.36
.38
.20
-.16
-.11
.17
2,73
-2,05
-1,55
2,25
13,16*
12,20*
11,29*
10,84*
*p< .001
Tablo 3’te görüldüğü gibi kadının daha önce sığınma evinde kalmış olması,
çocukların duygusal sorunlarını yordayan en güçlü değişkendir ve tek başına duygusal
belirtilere ilişkin varyansın %12’sini açıklamaktadır. Çocuğu övmek, %7 katkı ile
birlikte toplam varyansın %19’unu, çocuğa bağırmak %8 katkı ile toplam varyansın
737
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
%27’sini açıklamaktadır. Açıklanan toplam varyans, çocuğun sosyal faaliyetlere
katılımı %4’lük katkısı ile %31’e, annenin söz konusu çocuğa gebeliğinde geçirdiği
hastalıklar %4’lük katkı ile % 35’e, okul başarısı ve çocuğa açıklama yapma %2’şerlik
katkı ile %39’a ulaşmıştır. Üçüncü aşamada regresyon denklemine giren stresle başa
çıkmada ‘Çaresiz/kendini suçlayıcı yaklaşım’ı kullanma %3’lük katkı ile kendinden
önceki 7 sosyo- demografik değişkenle birlikte toplam varyansın %42’sini
açıklamaktadır.
Tablo 4. Çocuklardaki Davranış Sorunlarına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi
Sonuçları
Yordayıcı Değişkenler
R
R2
Uyarlanmış R2
Βeta
T
F
Çocuğa bağırmak
.50
.25
.24
.50
6,45
40,36*
Okul başarısı
.54
.29
.28
-.13
-1,71
23,87
Çocuğu övmek
.56
.31
.30
.15
1,99
18,10*
Çaresiz/Kendini
Suçlayıcı yaklaşım
*p< .001
.59
.34
.32
.18
2,33
15,07*
Tablo 3.9’da yer alan verilere göre çocuklardaki davranış sorunlarını yordayan
en güçlü değişken bir disiplin yöntemi olarak çocuğa bağırılmasıdır ve tek başına
davranış sorunlarına ilişkin varyansın %25’ini açıklamaktadır. Ardından çocukları
davranış sorunları geliştirmekten koruyan ‘okul başarısı’ gelmekte ve önceki değişkenle
birlikte varyansın %29’unu açıklamaktadır. Çocuğu övmek ve çaresiz/kendini suçlayıcı
başa çıkma tarzı birlikte %5’lik katkı ile önceki değişkenlere eklenerek toplamda
varyansın %34’ünü açıklamaktadır.
TARTIŞMA
Bu araştırmada kadına yönelik aile içi şiddetin varlığından çocukların nasıl
etkilendiği sorusuna yanıt aranmış, annelerin stresle başa çıkma tarzlarının çocukların
yaşadıkları duygusal ve davranışsal sorunlarla ilişkili olup olmadığı incelenmiştir.
Bir hata yaptığında çocuğa bağırılması çocukların yaşadığı duygusal ve
davranışsal sorunları ve genel güçlük düzeyini pozitif yönde yordamaktadır. Bağırmak
psikolojik şiddetin bir biçimidir (Sığınmaevleri Kılavuzu, 2008) ve şiddetin çocuklarda
önemli psikolojik sorunlara yol açtığı bilinmektedir (Cummings, Pepler, ve Moore,
1999; Rudo ve ark., 1998). Aile içi şiddet nedeni annelerin çocuklarına karşı daha sert
ve cezalandırıcı davranabildikleri, bu ebeveyn tarzının ise çocuklarda uyumsuz
davranışlara yol açtığı bilinmektedir (Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Cummings,
Pepler, ve Moore, 1999; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Levendosky ve ark., 2003;
Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Rudo ve ark., 1998). Çocuğun okul
başarısı ise çocukların yaşadığı duygusal ve davranışsal güçlükleri negatif yönde
yordamaktadır. Bu araştırma bulgusu literatür doğrultusunda beklendiktir (Holt,
Buckley ve Whelan, 2008; Jayasınghe, Jayawardena ve Perera, 2009).
738
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ebeveynin yönlendirici tepkilerinden biri olan olumlu davranışları için çocuğu
övme, sosyal bir ödül olduğundan, çocukların duygusal, davranışsal ve genel güçlük
düzeyinde artışı yordaması literatür bilgileri ile uyuşmamaktadır (Bynum ve Brody,
2005; Herwig, Wirtz ve Bengel, 2004). Ancak şiddete uğrayan kadınların kaygılı, öfkeli
ve depresif duygu durumunun övgüyü tutarlı şekilde kullanmalarını güçleştirdiği, bunun
da çocukların övgüden olumsuz etkilenmelerine yol açabileceği düşünülmektedir.
Bununla birlikte kadınların çocuklarına yönelik olumsuz davranışlarını haklı çıkarmak
ve suçlanmanın olumsuz etkisinden kurtulmak için uygun disiplin yöntemlerini
kullandıklarını gösterme kaygısı içinde olabilirler. Bu doğrultuda Levendosky ve
arkadaşları (2003), şiddet gören kadınların kendilerine ilişkin etkili ebeveynlik
bildirimlerinin, gözlemcilerin kayıtları ile desteklenmediğini ortaya koymuşlardır.
Annenin ruhsal sorunları, çocukların genel güçlük düzeyini pozitif yönde
yordamaktadır (Eremsoy, 2007; Little ve Kantor; 2002). Pek çok araştırma şiddetin
kadının ruh sağlığını olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur (Damka ve T.Kışlak, 2011;
KGSM, 2009; Matheson ve ark., 2007; Waldrop ve Resick, 2004; Vachher ve Sharma,
2010). Annenin psikolojik sorunları yetersiz ebeveyn becerilerine yol açarak çocukların
yaşadıkları güçlükte artışla ilişkilenmektedir (Buckley ve Borden, 2006; Holt, Buckley
ve Whelan, 2008; Levendosky ve ark., 2003; Mbilinyi ve ark., 2007).
Annenin çaresiz/kendini suçlayıcı başa çıkma tarzını kullanması, çocuklardaki
duygusal, davranışsal ve genel güçlük düzeyinde artışı yordamaktadır. Duyguya
odaklanan bu başa çıkma tarzı, stresle başa çıkmada etkisiz yöntemlerden biri olarak
değerlendirilmektedir. Bu tarz daha çok stres ve psikolojik sorun ile ilişkili bulunmuştur
(Şahin ve Durak, 1995). Çaresizlik, suçluluk gibi olumsuz duygulara odaklanan bu
yaklaşım stresin devam etmesine izin verir ve stres, annelerin ebeveynlik becerilerini
baltaladığından çocuklarda görülen sorunlarda artışla ilişkilidir (Broadhead, Chilton ve
Crichton, 2009; Buckley ve Borden, 2006; Huth-Bocks ve Hughes, 2008; Matheson ve
ark., 2007; Onbaşıoğlu, 2004; Rudo ve ark., 1998).
Daha önce sığınma evinde kalmış olmak çocuklarda görülen duygusal
sorunlarda artışı yordamaktadır. Sığınma evine başvurmak, kadının ağır düzeyde şiddet
gördüğünü gösterir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999), çocukların düzenini bozar ve
var olan ilişkilerinden, ortamından uzaklaştırır. Sığınma evine taşınmak, evine geri
dönmek ve sonrasında tekrar sığınma evine başvurmak kadınları duygusal açıdan daha
zor duruma sokabilir, annenin sorunları çocukları korumalarını engelleyebilir ve
çocuğun hayatındaki karmaşa, düzensizlik ve ihmal, onun duygusal olarak daha çok
örselenmesine yol açabilir (Buckley ve Borden, 2006; Holt, Buckley ve Whelan, 2008;
Levendosky ve ark., 2003; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Moe, 2009).
Çocuklarda görülen duygusal sorunları yordayan değişkenlerden biri olan sosyal
faaliyetlere katılım, çocukların kendilerini ifade etmelerini, öz güven kazanmalarını ve
etkili problem çözmelerini sağlayarak olumsuz duygularından koruyabilmektedir (Holt,
Buckley ve Whelan, 2008; Little ve Kantor, 2002; Poole, Beran, ve Thurston, 2008;
Rudo ve ark., 1998; Stephens, McDonald ve Jouriles, 2000).
Araştırmada bir yanlış yaptığında açıklama yapılmasının çocukları duygusal
sorunlardan koruduğu ortaya çıkmıştır. Literatürde çocuğa tanık olduğu şiddet, yaşadığı
739
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
istikrarsızlık ve yoksunluklar konusunda açıklama yapılmasının ve kendini ifade
etmesine izin verilmesinin duygusal açıdan koruyucu olduğuna ilişkin bilgi mevcuttur
(Grusznski, Brink, ve Edleson, 1988; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Stephens,
McDonald, Jouriles, 2000; Zhou ve ark., 2008).
Annenin gebelik döneminde geçirdiği hastalıklar çocuğun duygusal
sorunlarındaki artışı yordamaktadır. Gebelik döneminde uğranılan şiddet, kadınların
yaşadığı fiziksel ve duygusal sorunları arttırmaktadır. Bu sorunlar ise çocuğun doğum
öncesi ve doğum sorası gelişimini olumsuz etkilemekte, çocukların anneleri ile benzer
duygular yaşamalarına yol açabilmektedir (Çalık ve Aktaş, 2011; Levendosky ve ark.,
2003; Little ve Kantor, 2002; Öztürk ve Sevil, 2005; Shah ve Shah, 2010; Whiffen,
Kerr ve Kallos-Lilly, 2005)
Araştırmada şiddet görmeyen kadınlar çocuklarında, şiddet gören iki gruptan
daha az güçlük bildirmişlerdir. Şiddet görmeyen grubun, şiddet gören iki gruptan daha
az duygusal ve davranışsal güçlük bildirdikleri görülmüştür. Söz konusu bulgular
literatürle uyumludur (Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Holt, Buckley ve Whelan,
2008; HÜNEE, 2009; Jayasınghe, Jayawardena ve Perera, 2009; Little ve Kantor, 2002;
Rudo ve ark., 1998). Sığınma evinde kalmanın hem kadın hem de çocuk açısından daha
da olumsuz olduğu bilinmektedir (Huth-Bocks ve Hughes, 2008; Waldrop ve Resick,
2004). Araştırma bulguları literatürle tutarlıdır. Sığınma evi grubunun çocuklarında
gördükleri hiperaktivite problemi ve akran sorunları, şiddet gören sığınma evi dışındaki
grubun ve şiddet görmeyen grubun çocuklarında gördüklerinden anlamlı derecede
yüksektir. Bu iki sorunun çocukların sığınma evinde yaşadıkları istikrarsızlık,
düzensizlik ve yalıtılmışlıkla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Şiddet karşısında çaresiz
hisseden ve kendini suçlayan kadınların çocuklarına da gerektiği gibi yönelemedikleri
ileri sürülebilir. Sosyal desteğin kadınların sorun çözme becerilerini arttırdığı (Waldrop
ve Resick, 2004) düşünülürse, sığınma evleri dahil olmak üzere kadınlara yönelik
hizmetlerin arttırılmasının önemi ortaya çıkmaktadır.
ÖNERİLER
Bulgular anneleri ile kadın sığınma evinde kalan ve anneleri şiddet gören
çocuklarla ilgili doğrudan gözlem ve değerlendirmelere dayanan araştırmalara ihtiyaç
duyulduğunu göstermektedir. Bununla birlikte kadınların şiddetten korunmasına yönelik
önleyici ve koruyucu çalışmaların önemi ortaya çıkmıştır. Kadınların hem maddi hem
de manevi açıdan güçlendirilmesi kadının ve çocuğun ruh sağlığı bakımından önemlidir.
Bu amaçla sığınma evlerinin yaygınlaştırılması, kurumların kadın ve çocuklara sunulan
olanaklar ile hizmet veren personel ve profesyoneller açısından zenginleştirilmesi,
kadınların kendi gereksinimlerini karşılayacak yeterliğe ulaşmadan sığınma evinden
çıkarılmaması, gerektiğinde daha uzun süre kalmalarının sağlanması ve çocuklarının
eğitimlerinin en iyi şekilde sürdürülmesi için gerekli önlemlerin alınması
önerilmektedir.
740
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KAYNAKÇA
Altınay, A. G. ve Arat, Y. (2007). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto
Baskı Çözümleri.
Altındal, A. (2004). Türkiye’de kadın. (8. Basım). İstanbul: ALFA Basım Yayım
Dağıtım Ltd. Şti
Ayrancı, Ü., Günay, Y. ve Ünlüoğlu, İ. (2002). Hamilelikte aile içi eş şiddeti.
Anadolu Psikiyatri Dergisi, (3), 75-87.
Buckley, A. F.,  Borden, J. W. (2006). Maternal modeling of coping: Relation to
Anxiety. Child  Family Behavior Therapy, 28 (4.)
Broadhead, M., Chilton, R.  Crichton, C. (2009). Understanding parental
stres
within the scallywags service for children with emotional and
behavioral
difficulties. Emotional and Behavioral Difficulties, 14 (2), 101- 115.
Bynum, M. S.  Brody, G. H. (2005). Coping behaviors, parenting, and perception
of children’s internalizing and externalizing problems in rural African others.
Family Relation, 54, 58-71.
Cummings, J.G., Pepler, D.J. and Moore, T.E. (1999). Behavior problems in
children exposed to wife abuse: Gender differences. Journal of Family
Violence, 14,(2),133-156.
Çalık, K. Y. ve Aktaş, S. (2011). Gebelikte depresyon: Sıklık, risk faktörleri ve
tedavisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3(1):142-162
Damka,Z. ve Tutarel-Kışlak, Ş. (2011). Şiddet mağduru kadınlar: Sığınma
evlerinde bir ruh sağlığı Incelemesi. Kadın/Women 2000, 10(1),1-26.
Durmuşoğlu, N. ve Doğru, S., S., Y. (2004). Çocukluk örseleyici yaşantılarının
ergenlikteki yakın ilişkilerde bireye etkisinin incelenmesi. Hamarta, (2) 237-246.
Eremsoy, C. E. (2007). Ebeveynlere, ailelere ve çocuklara ait özellikler davranım
sorunu gösteren çocuklar içinde psikopati eğilimi olanlar ile olmayanları ne
şekilde ayrıştırmaktadır. Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ Kütüphanesi.
Erol, N. ve Şimşek, Z. (2010). Okul çağı çocuk ve gençler için davranış
değerlendirme ölçekleri el kitabı (CBCL, YRS, TRF). Ankara: Metis Yayıncılık.
Forgatch, M. S. & DeGarmo, O. S. (1997). Adult problem solving: conributor to
parenting and child outcomes in divorced families. Social Development, 6,
(2), 237-253.
Grusznski, R. J., Brink, J. C., & Edleson, J., L. (1988). Support and education
groups for children of bettered women. Child Welfare, 67 (5), 431-444.
Güvenir, T., Özbek, A., Baykara, B., Arkar, H., Şentürk, B. Ve İncekaş, S.
(2008).
Güçler ve güçlükler anketi’nin Türkçe uyarlamasının
psikometrik
özellikleri. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 15 (2), 65- 74.
Haj Yahia, M. M., Tishby, O. ve Zoysa, P. (2008). Posttraumatic stres disorder
among Sri Lankan university students as a consequence of their exposure to
family violence, Journal of Interpersonal Violence, 24(12), 2018-2038.
Holt, S. Buckley, H.  Whelan, S. (2008). The impact of exposure to domestic
violence on children and young people: A review of the literature. Child
Abuse Neglect, 32, 797- 810.
Huth-Bocks, A. C.,  Hughes, H., M. (2008). Parenting stres, parenting behavior,
and children’s adjustment in families experiencing initimate partner violence.
Journal of Family Violence, 23, 243- 251.
741
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İçli, T.G. (1994). Aile içi şiddet: Ankara- İstanbul ve İzmir örneği. Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 11(1-2), 7- 20.
Jayasınghe, S., Jayawardena, P. ve Perera, H. (2009). Influence of intinnate
partner
violence on behaviour, psychological status and school
performance o
children in Sri Lanka. Journal of Family Studies, 15:
274-283.
Kılıç, E., Uslu, R., Erden, G. ve Kerimoğlu, E. (1999). Çocuklarda travma sonrası
stres bozukluğu belirtilerini sürdüren ailesel etmenler. Kriz Dergisi, 7(2),1-8.
Levendosky, A. A., Huth-Bocks, A. C., Shapiro, D.L. ve Semel, M. A. (2003). The
ımpact of domestic violence on the maternal–child relationship and
preschool-age children’s functioning. Journal of Family Psychology, 17 (3),
275–287.
Little, L. ve Kantor, G. K. (2002). Using ecological theory to understand ıntimate
Partner violence and child maltreatment. Journal of Communıty Health
Nursing, 19(3),133- 145.
Matheson, K., Skomorovsky, A., Fiocco, A.,  Anisman, H. (2007). The limits of
‘adaptive’ coping: Well-being and mood reactions to stressors among women
in abusive dating relationship. Stres, 10(1), 75- 91.
Mbilinyi, L., F., Edleson, J., L., Hagemeister, A., K., & Beeman, S. K. (2007). What
happens to children when their mothers are battered? Results from a four city
anonymous telephone survey. Journal of Family Violence, 22:309–317
McKee, T. E., Harvey, E., Danforth, J. S., Ulaszek, W. R.  Friedman, J. L. (2004).
The relation between parental coping styles and parent –child interactions
before and after treatment for childreb with ADHD and oppositional behavior.
Journal of Clinical Child and Adolescent Psychology, , 33 (1), 158- 168.
Moe, A. M., (2009). Battered women, children and the end of abusive relationships.
Journal of Women and Social Work, 24 (3), 244- 256.
Onbaşıoğlu, M. (2004). Stresle başetmede zihinsel yöntemler. Yılmaz, B ve Gökler,
I. (Ed.). Türk Psikoloji Bülteni, 10 (34-35), 103-127.
Oyunbileg, S., M.D., Sumberzul, N., Udval, N., Wang, J. D., and Janes, C. R.
(2009). Prevalence and risk factors of domestic violence among Mongolian
women. Journal of Women’s Health, 18 (11).
Öztürk, E. (2010). Türkiye’de aile, şiddet ve kadın sığınma evleri.(1. baskı). İstanbul:
Birey Yayıncılık.
Öztürk, H. ve Sevil, Ü. (2005). Gebelikte “şiddet”. Sağlık ve Toplum Dergisi, (15),1.
Özyurt, B., C., ve Deveci, A. (2010). Manisa’da kırsal bir bölgedeki 15-49 yaş evli
kadınlarda depresif belirti yaygınlığı ve aile içi şiddetle ilişkisi. Türk
psikiyatri Dergisi, 2010;21.
Pelendecioğlu, B. ve Bulut, S. (2009). Çocuğa yönelik aile içi fiziksel istismar. Abant
İzzet Baysal Üniversitesi Dergisi, 9(1), 49-62.
Poole, A., Beran,T., & Thurston, W. (2008). Direct and idirect services for children
in domestic violence shelters. Journal of Family Violence, 23: 679- 686.
Renk, K., Roddenberry, A., Oliveros, A.,  Sieger, K. (2007). The relationship of
maternal characteristics and perception of children to children’s emotional an
behavioral problems. Child  Family Behavior Therapy, 29(1), 37-57.
Rudo, Zena H., Powell, Diane S., Dunlap, Glen (1998). The effects of violence in
the home on children's emotıonal, behavioral, and socıal functıonıng: a
revıew of the literature. Journal of Emotional & Behavioral Disorders, 6 (2).
Savaşır, I. ve Şahin, N. H. (Ed.). (1997). Bilişsel- davranışcı terapilerde
742
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
değerlendirme: Sık kullanılan ölcekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği
Yayınları.
Shah, P.S. & Shah, J. (2010). Maternal exposure to domestic violence and pregnancy
and birth outcomes: A systematic review and meta-analyses. Journal Of
Women’s Health,19 (11), 2017.2031.
Stephens, N., McDonald, R. & Jourıles, E. N. (2000). Helping children who reside at
shelters for battered women: lessons learned. Haworth Press, Inc. All rıght
reserved, 147-160.
Subaşı, N. ve Akın, A. (2004). Kadına yönelik şiddet; nedenleri ve sonuçları.
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.htm
adresinden 10.01.2011tarihinde ulaşılmıştır.
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2005). Aile içi şiddetin sebep ve
sonuçları. Bizim Büro, Ankara.
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması (2009). Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etüdleri Enstitüsü (HÜNEE), Ankara.
Ünal, F. (2008). Ailede çocuk istismarı ve ihmali. TSA, 12 (1), 9-18.
Vachher, A. S.,  Sharma, A. K. (2010). Domestic violence against women and their
mental health status in a colony in Delhi. Indian Journal of Community
Medicine, (35),3.
Vahip, I. ve Avşargil, D. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk
PsikiyatriDergisi, 2006; 17(2): 107-114.
Waldrop, A. E.,  Resick,P. A. (2004). Coping among adult female victims of
domestic violence. Journal of Family Violence, Vol. (9), 5, 291-302.
Ware, H.S., Jouriles, E.N., Spiller, L.C., McDonald, R., Swank, P.R. & Norwood,
W.D. (2001). Cunduct problems among children at battered women’s
shelters: prevelance and stability of maternal reports. Journals of Family
Violance, 16(3), 291- 307.
Whiffen, V. E., Kerr, M. A.,  Kallos-Lilly, V. (2005). Maternal depression, adult
attachment, and children’s emotional distress. Family Process, 44 (1), 93-103.
World Health Organization (WHO) (2005). Multi-country study on women’s
health and domestic violence against women: summary report.
Yanıkkerem, E. ve Saruhan, A. (2005). 15-49 yaş evli kadınların aile içi şiddet
konusunda görüşlerinin ve aile içi şiddete maruz kalma durumlarının
incelenmesi. Actual Medicine, 11(2),198-204.
Zhou, Q., Wang, Y., Deng, X., Eisenberg, N., Wolchik, S. A., Tein, J. Y. (2008).
Relations of parenting and temperament to Chinise children’s experience of
negative life events, coping efficacy, and externalizing problems. Child
Development 79 (3), 493-513.
743
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SAHİP(LİK) ALGISI VE KADINA (ÇOCUĞA) ŞİDDET
Mevlüt ÖZBEN*
Özet
Ben bu bildirimde, kadına (ve hatta çocuğa) karşı şiddet olgusunu kültürün
kışkırttığı sahip(lik) algı ve duygusu etrafında ele almaya çalıştım. Bu konuyu kültüre
içkin bir kavramsal inşa (sahiplik algı ve duygusu) yoluyla ele almamdaki amaçların
başında, kültürün bir iktidar kaynağı olarak kendini açık ettiği alanlardan birinin de
kadın(lık)-erkek(lik) ilişkileri ve tanımlamaları olması gelmektedir.
Giriş
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet tanımlamaları bakımından kadın (konusu), tüm
modernleşme süreçlerinde kültürel, siyasal ya da sosyal bakımlardan üzerinde en çok
tartışılan başlıklardan biri olmuştur. Hatırlanacağı gibi, ülkemizde yakın bir zamana
kadar “Cumhuriyet Kadını”-“İslamcı Kadın” kategorileri bağlamında alabildiğince
siyasal bir tartışma da (mücadele de) kadın üzerinden yürütülmekteydi. Şimdilerde ise
kadın, ne yazık ki, fiziksel ya da başka bakımlardan kendisine yönel(til)miş olan
“şiddet”le anılmakta.
Güç (zor) kullanma biçimi olarak şiddete ilişkin en önemli tarif, onun fiziksel bir
zor içermesi ve müessir bir fiil olmasıdır. Şiddeti amaç-araç sarmalı bakımından
hukuksal bir norma dayandırmadan da tarif edemeyiz. İktidarın yanlış kullanıldığı ve
yıkıcı olduğu yerlerde ortaya çıkan şiddet bu şekliyle iktidar siyasetinin bir parçasıdır.
Kullanılan iktidarın şiddete dönüşebilmesi için ise gücün taammüden ve bilinçli olarak
kullanılmış olması önemlidir. Bu bağlamda şiddet kişi ya da kişileri hedef alan psişik
ve/veya fiziksel hasara yönelmiş bir cezalandırma eylemidir(Çelebi, 2010;11-12).
Kültür, diyor Bourdieu, insanlar arasındaki iletişimin ve etkileşimin zemini
olduğu kadar bir tahakküm kaynağıdır da (Swartz, 2011; 11). Bu bakımdan, bir
tahakküm kurma çabası ya da ilişkisinin çirkin yüzlerinden biri olarak görebileceğimiz
“kadına şiddet” olgusunun kaynağı da her şeyden önce kültüre dayanmaktadır.
“Sahip” olma, “sahipli” olma ve şiddet
İnsan ile doğa arasında beliren eşitsizliği (insanın kültür dolayımıyla ilk istismar
ettiği doğadır) bir kenara bırakacak olursak, insanlık tarihinin ilk eşitsizliği, erkekle
kadın arasında beliren eşitsizliktir. Antropolojik çalışmalara göre toplayıcılık ve saban
gibi nispeten gelişmiş araçlarla yapılmayan basit çapa tarımında kadının konumu çoğu
zaman erkeğe eşit düzeyde olmasına karşın, saban tarımıyla birlikte, erkek işi sayılan
tarlayı sürmek, sürüyü gütmek ve toprağı elde tutmak (mülkiyet meselesi) tarım
toplumlarında erkeği öne çıkarırken, kadınları ev içi hayatla sınırlamıştır. Böylece,
tarım toplumlarında oluşan cinsiyet rol ve kimlikleri kadının erkek karşısındaki ikincil
konumunun “kültürel” temellerinin hazırlayıcısı olmuştur (Atay, 2012; 22,26). Şimdi,
denilebilir ki, eril iktidar ya da ataerkillik tarihsel bir olgudur ve insanlık tarihinin belli
bir aşamasında belirdiği yönünde güçlü veriler vardır. Yani erkek iktidarı ezelden beri
var olan “doğal” bir durum değildir. Nasıl tarihin bir noktasında ortaya çıktıysa, yine
*
Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Erzurum – [email protected]
744
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tarihin akışı içerisinde bir başka noktada da ortadan kalkabilir (ibid. 85). Kalkmalıdır
da…
Kadın erkek ilişkilerinin kültürel bakımdan inşa edilmişliği, bu ilişkilerin
asimetrisi ve söz konusu asimetrinin ortaya çıkardığı sorunlar (örneğin şiddet), temelde
erkeğin bir iktidar objesi olarak kadına sahip olma algısı ve onu mülkiyetinde olan
(olması gereken) bir varlık biçiminde görmesinden kaynaklanmaktadır. Tam da bu
nokta da, “sahip olma(k)” algısı, burada, daha detaylı bir biçimde ele alınması gerekli
bir “oluşturucu faktör” olarak karşımıza çıkıyor.
“Sahip olma” genel olarak tümüyle “özel” bir şey ve kişi ile kişinin sahip olduğu
nesne arasında bir tür özgün ilişki olarak anlaşılsa da durum bundan farklıdır. Öyle ki,
ne zaman “bu benim” desem, genelde hiç böyle düşünmesem ve bunu yüksek sesle
telaffuz etmesem de, kastettiğim aynı zamanda bunun “senin” olmadığıdır. Bu
bağlamda “sahip olmak” her şeyden önce bir dışlama ilişkisini gerektirir. “Sahip olma”
olgusu insanlar arasındaki ilişkiyi asimetrik hale sokar. Dahası sahip olunulan nesneye
erişim hakları ellerinden alınanlar o nesneye her ihtiyaç duyduklarında, bu onları nesne
sahibinin koyduğu kurallara/koşullara boyun eğmek zorunda bırakır (Bauman, 2010;
142-143). Böylece sahip olmanın dışına itilenler de sahip olunulan şeyin bir uzantısı
haline gelerek nesneleştirilirler.
Sahipliğin maddi manevi, siyasi, hukuki, ekonomik kültürel unsurlarının
“erkekliğin” tekelinde bulunması, eril bakışın “kadınlığa” karşı farklı bir algı ve tutum
geliştirmesinin de temel nedenidir. Tekelci erkek düşüncesi gereği kadınlar “daimi
kaybedenlerdir”. Daimi kaybedenler “erkeklik” için rakip ya da muadil sayılmazlar.
Tam da bu noktada, onların kaybetmişlikleri kadın olmalarıyla ilişkilendirilir. Böylece
“kadınlık” bir aşağıda olma yazgısına dönüştürülür. Kadınlar, zihinsel bir kurgu olan
“daimi kaybedenler” algısına muhatap oldukça, kolaylıkla suçlama ve şiddet objesi
durumuna getirilebilirler. Onlar (kadınlar) yeri geldiğinde beceriksiz, “şeytan”, bozucu
ve hatta ahlaken rezil ilan edilebilirler. Üstelik “sahip olmak”la sahip olunulan ne varsa
onların bir uzantısı olarak nesneleştirilmek, yani toplumsal bir cinsiyet kategorisi olarak
“kadınlık”, bu durumdan (nesne olmaktan) kurtulmak için atılan her adımda kendini
yeniden üretir. Örneğin boşanmış kadınların yaşadıkları sorunlar bu bakımdan
anlamlıdır. Onlar, eril algının kendilerine yönelttiği “sahipsiz kalmış olmak”la mücadele
ettikçe, örneğin sahipsizliğe bir an önce son vermek için kısa süre sonra evlenmekle ya
da boşanmış bir kadın olarak yaşamına bazı sınırlamalar getirmekle söz konusu eril
algıyı yeniden üretmiş olurlar.
Baudrillar travestiliği de erkeklerin dişilik olarak imgeledikleri ve sahneye
koydukları şekliyle dişiliğin paradisi biçiminde ele alır. O, Barselona travestilerinin
bıyıklarını kesmemeleri ve kıllı göğüslerini rahatça sergilemelerinin örnek vererek bu
toplumda dişiliğin, erkeklerin gülünçleştirdiği işaretlerden başka bir şey olmadığını
ortaya koymaya çalışır. Ona göre bu, en azından işaretler bağlamında, kadın
aracılığıyla kadına meydan okumaktır (Baudrillard, 2005; 24).
Eril tahakkümün kurulmasında ve her seferinde yeniden üretilmesinde cinsiyet
ayrımı ve karşıtlığının doğallaştırılarak meşrulaştırılması önemli bir işleve sahiptir.
Cinsiyet ayrımı ve bu ayrımdan türeyen karşıtlıklar eyleyenler için algı, düşünce ve
eylem şeması sunar. Asimetrik bir ayrım olarak cinsiyet ayrımı kadınları, güçlü, iktidar
sahibi erkekler karşısında güçsüz, pasif ve boyun eğen varlıklar olarak kurar. Cinsiyetler
arasında kurulan bu türden karşıtlıklar da eril tahakkümü besler (Öztimur, 2007; 594-
745
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
595). Daha kestirmeden söyleyecek olursak; “sahip olmak” için dünyaya gelmekten
başka hiçbir şey yapmalarına gerek olmayan erkekler için karşı cins de sahip olunulan
bir şey olarak görülür.
Sahip(lik), kadınları önce bir baba adına sonra da kocasının adına bürünen bir
değiş tokuş nesnesi olarak belirler. Burada erkekler arasında tesis edilen “karşılıklılık
ilişkisi” (egzogami-akrabalık ilişkileri), erkekler ile kadınlar arasındaki kökten
“karşılıksızlık ilişkisi”nin de koşuludur (Butler, 2010; 99). Eril bakış onlardan
(kadınlardan), bir karşılık beklemek ya da hak iddia etmek fikrini rafa kaldırmalarını
isteyerek, sahip olmanın buyurgan edasıyla bağlılık, sadakat, bakım, fedakârlık vb. pek
çok şey ister. Neredeyse istenilen her şey kültürel olarak inşa edilir ve normalleştirilir.
Böylece “sahip”in talepleri zaman içerisinde buyurgan ve “keyfi” olmaktan çıkarak
kadın(lık) rol ve kimliğinin temel bileşenleri haline getirilir.
Kadınlar, ataerkil kültürün kendilerinden beklediği bakım, bağlılık, karşılık
beklemeksizin fedakârlık ve diğer tanımlanmış rollerine sadık kaldıkça bir sorun yoktur.
Hatta böylesi kadınlar için söze dökülen avuntu, hiçbir erkeğin onlarsız tam
olamayacağı şeklindedir. Oysa yukarıda ifade edilen ataerkil modele uymayan, yüksek
statü ve güç rollerinin peşinde koşan ya da geleneksel rollerini aksatan kadınlar
tahammül edilemez varlıklar olup çıkarlar (Fine, 2010; 87). Kadınlar başarılı erkeklerin
arkasında olmaktansa önde ya da kendileri başarılı olmak istedikçe erkeğin kadına
bakışı değişir. Üstelik sanayi toplumları ile birlikte enikonu gelişen imkânlar (hukuki,
siyasal, ekonomik ve belki kültürel) kadına arkada değil de, önde ya da en azından
erkeğin yanında (eşit) olma fırsatı tanıdığından tekelci (Tanrısal) erkek algısı bu durumu
anlamakta ve kabullenmekte zorluk yaşar. Evde, işyerinde ya da kamusal mekânlarda
erkeği kadına şiddet uygulamaya iten temel unsurların başında da bu gelmektedir, yani
sahip(lik) algısının tehlikeye girdiğinin düşünüldüğü durumlarda erkek kontrolden
çıkar. Kültürün, kendi kendisinin kurucu unsurları ya da özellikleri olarak altın tepside
kendisine sunduğu “efendilik” (sahiplik) her tehlikeye düştüğünde erkek potansiyel
olarak şiddete eğilimlidir. Çünkü ortada müzakere etmeyi aklından bile geçiremeyeceği
benliği, “kendi olma” durumu vardır. Ataerkil kültürün biçimlendirdiği “efendi” (erkek)
kaldıramayacağı bu yük altında kendisi de ezilir: Kadın(lar)a şiddet (fiziksel, psişik ya
da cinsel) uygulamadığında ya uygulayamadığında erkek bakışı tarafından; şiddet
uyguladığında ise insanlık (ve belki de kendi vicdanı) tarafından lanetlenir. Bu ikilem
de erkekliğin çıkmazlarından biridir.
Son Söz
Erkeklerin kadın üzerinde şiddete yatkınlığı ya da kadınların erkeğin şiddetine
maruz kalırken geliştirdiği yatkınlıklar yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi “sahip
olma” ve “sahipli olma” algısının bir çıktısı olarak düşünülebilir. Bu bakımdan
konumuz gereği, yani kadına (ve çocuğa) şiddet söz konusuysa, ortada bundan sorumlu
tek bir cinsiyet kategorisi veya toplumsal cinsiyet yok, bir tarih, kültür(ler) ve elbette
insanlık vardır. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Kadına şiddet konusunda karşımızda
cani ya da düşman erkek yok, annelerinin çocukları (oğulları) var. Kadına ve çocuğa
şiddetten hepimiz sorumluyuz…
Şiddet, tarım toplumları, sanayi toplumları veya günümüz modern toplumlarında
ataerkil kültürün sürekliliğinin bir çıktısıdır. Başrolde hep erkekler olmuş olsa da,
kadının kadına ya da kadının çocuğa uyguladığı şiddet de göz ardı edilemez. Bu
746
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bakımdan şiddetten kurtarılması gereken tek bir cinsiyet kategorisi yoktur, ilhamını
kadın düşüncesinden ve dilinden alması gereken insanlık vardır.
Bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum: erkekler birbirlerinden farklı
olmayan biyolojik kümeler değiller (German, 2006; 222), ama “erkeklik” ya da “sahip”
(efendi) erkek ve “sahipli” kadın algısı kültürden kültüre ve toplumdan topluma kimi
farklılıklar gösterse de, bir sürekliliğe ve ataerkil yapıya sahiptir. Bu ataerkil yapı ve
temelinde yer alan “sahip(lik) erkeğin kadına ve çocuğa, kadının kadına ve çocuğa ve
hatta kadının erkeğe tüm biçimleriyle uyguladığı şiddetin ana damarıdır.
Olmasını umut edeceğimiz ve elbette bunun için üzerimize düşeni yapmamız
gereken “sahip(lik)” ve “sahip(li) algısının ortaya koyduğu eril normlara ve bu
normların biçimlendirdiği “erkeklik” ve “kadınlık” durumuna (Berktay, 2010; 28) itiraz
etmektir.
KAYNAKÇA
Atay, T. (2012). Çin İşi Japon İşi: Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Baudrillard, J. (2005). Baştan Çıkarma Üzerine, Çev: Ayşegül Sönmezay, 2. Baskı,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2010). Sosyolojik Düşünmek, Çev: Abdullah Yılmaz, 7. Baskı, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Berktay, F. (2010). “Felsefenin Kadına Bakışı”, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet
Çalışmaları, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Butler, J. (2010). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, 2. Baskı,
İstanbul: Metis Yayınları.
Çelebi, A. (2010). “Sunuş: Bir Pırıltı… Sonra Gece”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine,
İstanbul: Metis Yayınları.
Fine, C. (2010). Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel
Yayıncılık.
German, L. (2006). Cinsiyet Sınıf ve Sosyalizm, Çev: Yıldız Önen, İstanbul: Babil
Yayınları.
Swartz, D. (2011). Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu’nün Sosyolojisi, Çev: Elçin Gen,
İstanbul: İletişim Yayınları.
747
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADIN VE ERKEKLERİN KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN TEMEL
NEDENLERİNE VE ÖNLENMESİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Mustafa KOÇ1
Betül DÜŞÜNCELİ2
Tuğba Seda ÇOLAK3
Özet
Bu çalışmanın temel amacı, kadına yönelik şiddetin temel kaynaklarının belirlenmesi ve
kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik kadın ve erkeklerin görüşlerinin farklılaşıp
farklılaşmadığını ortaya koymaktır. Bu genel belirleme kadına yönelik şiddet ve bunu
önleme konusunda toplumsal bilincin oluşup oluşmadığını ve kadına yönelik şiddeti
önleme konusunda elde edilen başarı ya da başarısızlığı açıklamada bir referans
oluşturmaktadır. Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim deseni ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veriler yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla
elde edilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme formunda katılımcıların demografik
özelliklerini belirlemeyi amaçlayan sorular ile kadına yönelik şiddeti anlamaya ilişkin
görüşlerini belirlemeyi amaçlayan sorular yer almıştır. Araştırma 245 kadın 100 erkek
olmak üzere toplam 345 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Yapılan incelemede kadınlar,
kadına yönelik şiddetin kaynağı olarak önem sırasına göre, toplumu, erkeği ve kadını
neden olarak görmektedirler. Erkekler kadına yönelik şiddetin kaynağı olarak önem
sırasına göre, toplumu, kadını ve erkeği neden olarak görmektedirler. Hem erkekler hem
de kadınların, kadına yönelik şiddete ilişkin alınacak önlemlerde toplumun
bilinçlendirilmesi konusunda aynı fikirde oldukları bulunmuştur. Kadına yönelik
şiddetin nedeni olarak kadınlar erkekleri, erkekler de kadınları kaynak olarak
görmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Şiddet, Kadın, Önlem
VIEWS OF WOMEN AND MEN RELATED TO MAIN REASONS
AND PREVENTION OF VIOLENCE AGAINST WOMEN
Abstract
The main objective of this study is to determine the main sources of violence against
women and reveal if the views of men and women differ about prevention of violence
against women. This general specification is a reference to explain the social
consciousness about the violence against women and in preventing violence against
women. The study was made by phenomenological method which is one of qualitative
research methods. Data had been collected by semi-structured interview form. In the
semi-structured interview form, there were questions about participants’ demographical
features and related to understand violence against women. 245 women and 100 men,
totally 345 people, participated the study. Results show that, in order of priority,
society, men and women are seen as reasons of violence against women according to
1
Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, [email protected]
Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, [email protected]
3
Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, [email protected]
2
748
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
women views. In order of priority, society, women and men are seen as reasons of
violence against women according to men views. It is found that both women and men
agree about heighten awareness of society prevention concerning violence against
women. Women think that men are reason of violence against women; men think that
women are reason of violence against women.
Keywords: Violence, Woman, Prevention
GİRİŞ
Toplumsal yapının özellikleri, her ne kadar şiddetin derecesini ve şeklini belirlese de
hem gelişmiş hem de azgelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde kadınlar, şiddete maruz
kalmaktadırlar. Gündelik yaşamın pek çok boyutunda ve farklı biçimlerde karşımıza
çıkan şiddet olgusu, kadınları, özellikle de onların sağlıklarını önemli ölçüde tehdit
etmekte diğer bir deyişle onların fiziksel, psikolojik vb. şiddete uğramaları, sağlık
açısından ciddi sorunların yaşanmasına sebebiyet vermektedir (Bilican Gökkaya, 2009).
İnsan hakları açısından, toplumsal cinsiyet temelinde bir insan hakkı ve özgürlük ihlali
olan kadına yönelik aile içi şiddet, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda yerlerini
alma haklarından çeşitli biçimlerde yoksun kalmalarına ve yaşamlarını yitirmelerine
neden olmaktadır. Uluslararası araştırmalar, fiziksel şiddetin özellikle kadının eşi veya
birlikte olduğu kişi/kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Ayrıca
kadına yönelen şiddetin fiziksel, duygusal, ekonomik ve sosyal etkileri sadece kadınlar
üzerinde değil çocuklar, aileler ve toplumda da kendini göstermektedir (Kadına Yönelik
Şiddet Raporu, 2009).
Şiddete maruz kalan kadınlara eğitim açısından bakıldığında eğitim düzeyi düşük
kadınların yoğunluğu dikkat çekmektedir. Evlilik yaşı olarak bakıldığında genel olarak
genç evliliklerin yapıldığı görülüyor, bunların çoğu da kaçarak, aile izni dışında yapılan
evlilikler (Kılıç, 2009). Kadınların %88.1’i şiddeti fiziksel (dayak, dövme) olarak
tanımlamakta, %28.6’sı şiddetin nedenini erkeklerin sözünü dinlememe olarak
belirtmekte, %43.2’si eşe ihanet durumunda şiddeti haklı görmekte ve %25.9’u eğitimin
şiddeti engelleyebileceğini düşünmektedir (Yaman Efe& Ayaz, 2010).
Psikiyatri polikliniğine başvuran hastaların % 63’ü çocukluğunda şiddete maruz
kaldığını, % 62’si evliliğinde en az bir kez fiziksel şiddet gördüğünü, % 51’i çocuğuna
fiziksel şiddet uyguladığını bildirmiştir (Vahip& Doğanavşargil, 2006). Araştırma
sonuçlarına göre evli kadınların %54,6’sında psikolojik, %30,4’ünde fiziksel,
%19,3’ünde ekonomik ve %6,3’ünde cinsel şiddet saptanmıştır (Güleç Öyekçin,
Yetim& Şahin, 2012). Hamilelik öyküsü olan 154 kadın ile yapılan bir araştırma
bulgularına göre araştırmaya katılan kadınların 110 (%71.4)’u hamilelik sırasında eşi
tarafından fiziksel, cinsel, ruhsal/sözel şiddet türlerinden birine ya da daha fazlasına
maruz kaldığını belirtmiş olup sırasıyla ruhsal/sözel şiddet oranı %99.1, fiziksel şiddet
oranı %36.4 ve cinsel şiddet oranı ise %5.4’tür (Ayrancı, Günay& Ünlüoğlu, 2002).
Eşi veya birlikte olduğu kişilerden fiziksel şiddet yaşamış kadınlara şiddetin nedenleri
sorulmuştur. Verilen cevaplar arasında en yaygın gerekçe olarak, kadınların %32’si
tarafından “erkeğin ailesiyle yaşanan sorunlar” beyan edilmiştir. Bunu ekonomik
749
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sıkıntılar ve erkekle ilgili nedenler (sinirli olması, kadını kıskanması, eşin kahveye
gitme ve alkol kullanma alışkanlıklarının vb.) izlemektedir. Kadınların %18’i kadınlarla
ilgili nedenler (cinsel ilişkiyi reddetmesi, erkeğin sözünü dinlememesi, kadının sağlık
sorunu bulunmasının vb.) ve %13’ü çocuklarla ilgili sorunlar nedeniyle eşi veya birlikte
olduğu kişilerin kendilerine şiddet uyguladıklarını söylemişlerdir (Kadına Yönelik
Şiddet Raporu, 2009; Karaçam, Çalışır, Dündar, Altuntaş, Avcı& 2006).
Kadına yönelik şiddet araştırmasında şiddeti bireysel olarak önlemeyle ilgili kadınlara
sorulan “Eşiniz size bugün dayak atacak olsa ne yaparsınız, nasıl tepki verirsiniz?”
sorusuna yanıt olarak, görüşülen kadınların % 24’ü çeşitli sebeplerle bir şey
yap(a)mayacaklarını söylemiştir. Bu oran Doğu örnekleminde % 46’ya kadar
çıkmaktadır. Devletin alacağı önlemlere ilişkin olarak, kadınların % 60 ila % 74’ü
devletin erkekleri eğiterek, sığınma evleri açarak, bu konuda çalışan kuruluşları
destekleyerek, ağır cezalar vererek ve polisi eğiterek erkeklerin eşlerine uyguladıkları
şiddeti engelleyebileceğini düşünmekte ancak devletin bu sorumluluklarını yerine
getirmediğini ifade etmektedir (Altınay& Arat, 2007).
AMAÇ
Bu çalışmanın temel amacı, kadına yönelik şiddetin temel kaynaklarının belirlenmesi ve
kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik kadın ve erkeklerin görüşlerinin farklılaşıp
farklılaşmadığını ortaya koymaktır.
YÖNTEM
Örneklem
Araştırma 2011-2012eğitim öğretim yarıyılında Sakarya Üniversitesi Eğitim
Fakültesi’nde öğrenim gören 245’i bayan ve 100’ü erkek olmak üzere 345 öğrenci ile
gerçekleştirilmiştir.
Veri Toplama Araçları
Araştırmada veriler yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiştir. Araştırmada
kullanılan form iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm katılımcıların cinsiyete
ilişkin demografik bilgilerinden oluşmaktadır. İkinci bölüm ise katılımcıların kadına
yönelik şiddetin temel nedenleri, kadına yönelik şiddeti önlemeye ilişkin bir çalışmada
yapılabilecekler ve katılımcıların şiddete maruz kalıp kalmadıklarına ilişkin bilgilerden
oluşmaktadır.
Verilerin Analizi
Araştırmada bulgular herhangi bir istatistiksel işlem kullanılmadan elde edilmiştir.
Bulgular, kadına yönelik şiddetin nedenlerine ilişkin görüşler ve alınacak önlemlerin
neler olması gerektiğine ilişkin atfedilen değerler, önem sırasına göre analiz edilerek
elde edilmiştir.
Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim deseni ile gerçekleştirilmiştir.
Olgubilim deseni farkında olunan ancak derinlemesine ve ayrıntılı bir anlayışa sahip
olunmayan olgulara odaklanmadır. Olgular yaşanılan dünyadaki olaylar, deneyimler,
750
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
algılar, yönelimler, kavramlar ve durumlar gibi çeşitli biçimlerde oluşabilmektedir.
Olgubilim araştırmalarında veri analizi, yaşantıları ve anlamları ortaya çıkarmaya
yöneliktir. Bu amaçla yapılan içerik analizinde verinin kavramsallaştırılması ve olguyu
tanımlayabilecek temaların ortaya çıkarılması çabası vardır (Yıldırım& Şimşek, 2011).
Olgubilim araştırmalarında başlıca veri toplama aracı görüşmedir. Olgulara ilişkin
yaşantıları ve anlamları ortaya çıkarmak için görüşmenin araştırmacılara sunduğu
etkileşim, esneklik ve sondalar yoluyla irdeleme özelliklerinin kullanıldığı bir
yöntemdir (Yıldırım& Şimşek, 2011).
Araştırmada yarı yapılandırılmış formda yer alan ve katılımcıların şiddete maruz kalıp
kalmadıklarına ilişkin bilgilerin sorulduğu bölüm katılımcılar tarafından doldurulmadığı
için değerlendirme dışı tutulmuştur.
BULGULAR
Bu bölümde, katılımcıların görüşme formuna vermiş olduğu cevaplar analiz edildiğinde
kadına yönelik şiddetin nedenleri üç ana başlık altında ele alınarak incelenmiştir.
Bunlar; kadından, erkekten ve toplumdan kaynaklanan nedenler olarak belirlenmiştir.
Kadın ve erkeklerin konuya ilişkin görüşleri bu bağlamda ele alınarak incelenmiş ve
aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
1. Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin bulgular.
1.1. Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin Kadınların Görüşleri
Kadına Yönelik Şiddetin Temel nedenlerine ilişkin kadınların görüşleri önem sırasına
göre incelendiğinde; toplumdan kaynaklanan nedenler, erkeklerden kaynaklanan
nedenler ve kadınlardan kaynaklanan nedenler şeklinde sıralanmıştır. Kadına yönelik
şiddetin ortaya çıkmasında toplumdan kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler
eğitimsizlik, kadının toplumda değersiz görülmesi ve töre olarak belirlenmiştir. Kadına
yönelik şiddetin ortaya çıkmasında erkekten kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar
edenler erkeklerin üstünlük kurma çabası, kıskançlık ve öfkesini kontrol edememe
olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında kadından kaynaklanan
nedenlerden en sık tekrar edenler kadınların maddi güçlerinin olmaması, şiddete sessiz
kalmaları ve kendilerini ezdirmeleri olarak belirlenmiştir.
1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin Erkeklerin Görüşleri
Kadına Yönelik Şiddetin Temel nedenlerine ilişkin erkeklerin görüşleri önem sırasına
göre incelendiğinde; toplumdan kaynaklanan nedenler, kadınlardan kaynaklanan
nedenler ve erkeklerden kaynaklanan nedenler şeklinde sıralanmıştır.
Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında toplumdan kaynaklanan nedenlerden en sık
tekrar edenler eğitimsizlik, ataerkil toplum yapısı ve töre olarak belirlenmiştir. Kadına
yönelik şiddetin ortaya çıkmasında kadından kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar
edenler kadınların çok konuşması, eşinin sözünü dinlememesi ve tutarsızlık olarak
belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında erkekten kaynaklanan
nedenlerden en sık tekrar edenler eğitimsizlik, alkol ve özgüven eksikliği olarak
belirlenmiştir.
Araştırma bulguları mevcut literatür ile karşılaştırıldığında kadınların şiddetin temel
nedeni olarak sırasıyla toplum, erkek ve kadından kaynaklanan etmenleri gösterdikleri,
751
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
erkeklerin ise sırasıyla toplum ve kadından kaynaklanan etmenleri gösterdikleri
belirlenmiştir. Ancak erkeklerin, şiddetin erkekten kaynaklanan nedenlerine ilişkin bir
görüş bildirmedikleri görülmüştür. Bu bağlamda yapılan çalışmanın mevcut literatür ile
örtüşme gösterdiği söylenebilir.
2. Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin
Bulgular
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemler üç ana başlık altında
ele alınarak incelenmiştir. Bunlar; kadına yönelik önlemler, erkeğe yönelik önlemler ve
topluma yönelik önlemler olarak belirlenmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin
bildirdiği, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde, bu üç faktöre ilişkin alınması gereken
önlemlerin neler olabileceği aşağıda verilmiştir.
2.1. Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin
Kadınların Görüşleri
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin kadınların
görüşleri önem sırasına göre incelendiğinde; kadınlar, öncelikle topluma yönelik
önlemlerin alınması daha sonra kadınlara yönelik önlemlerin alınması ve son olarak da
erkelere yönelik önlemlerin alınması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek topluma yönelik önlemlerden
en sık tekrar edenler yasal cezaların ağarlaştırılması, bilinçlendirme ve bireylere yönelik
psikolojik destek sağlama olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme
çalışmasında alınabilecek kadına yönelik önlemlerden en sık tekrar edenler
bilinçlendirme, kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlama ve
kadınların yaşadıkları şiddet durumunu saklamalarını engelleme olarak belirlenmiştir.
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek erkeğe yönelik önlemlerden en
sık tekrar edenler bilinçlendirme ve psikolojik destek sağlanması olarak belirlenmiştir.
2.2. Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin
Erkeklerin Görüşleri
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin erkeklerin
görüşleri incelendiğinde; erkekler öncelikle topluma yönelik önlemlerin alınması
gerektiğini, daha sonra kadına yönelik önlemlerin alınması gerektiğini ve son olarak da
erkeklere yönelik önlemlerin alınması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında, topluma yönelik alınabilecek önlemlerden
en sık tekrar edenler ailelerin eğitimi, evlilik danışmanlığı ve cezaların ağarlaştırılması
olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında, kadına yönelik
alınabilecek önlemlerden en sık tekrar edenler bilinçlendirme, kadın hakları ile ilgili
eğitimler ve eşlerine daha çok itaat etmeleri olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti
önleme çalışmasında, erkeğe yönelik alınabilecek önlemlerden en sık tekrar edenler
bilinçlendirme ve empati eğitimi olarak belirlenmiştir.
752
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SONUÇ VE TARTIŞMA
Kadına yönelik Şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve kadınların görüşleri
incelendiğinde birinci sırada toplumdan kaynaklanan faktörlerin yer aldığı
görülmektedir. Bu bağlamda kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinden en çok öne
çıkanlar eğitimsizlik, kadının toplumda değersiz görülmesi, töre ve ataerkil toplum
yapısıdır. Buna ek olarak aile yaşantıları da değerlendirildiğinde kadına yönelik şiddetin
model alınarak ortaya çıktığı, ailesinde ve yakın çevresinde şiddet örüntüsüne şahit olan
bireylerin şiddeti uygulayan kişi konumuna gelmelerinde toplumsal faktörlerin önemli
bir yere sahip olduğu söylenebilir. Çocuklukta şiddet öyküsü ile ve eşinden şiddet
görme ile çocuğuna şiddet uygulama arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (Vahip&
Doğanavşargil, 2006). Bir araştırma kapsamında kadınlara, evdeki şiddete tanık olan
çocuklarının davranışları sorulmuştur. Uzun vadede en çok çocuklarda saldırganca
davranışların arttığı, sürekli sinirlilik, tedirginlik hali olduğu ve anneye aşırı bir bağlılık
geliştirdikleri saptanmıştır (Bayındır, 2010). Güleç Öyekçin, Yetim ve Şahin (2012)
Eşin ailesinde kadına yönelik şiddetin olması eş şiddeti görmeyi 2 kat arttırmakta
olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Eşlerin çocukluklarında fiziksel şiddet öyküsünün
bulunması kadınlara yönelik fiziksel şiddeti 3,5 kat arttırmaktadır.
Araştırma bulgularına göre kadına yönelik şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve
kadınların görüşleri incelendiğinde erkekten kaynaklanan nedenler ikinci sırada yer
almaktadır. Erkeklerin üstünlük kurma çabası, kıskançlık, öfkesini kontrol edememe
eğitimsizlik, alkol ve özgüven eksikliği kadına yönelik şiddet konusunda ön plana çıkan
başlıklardır. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az
iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz
kalmaktadır (Altınay& Arat, 2007). Peker, Eroğlu ve Çitemel (2012), kendisini başka
insanlar karşısında zayıf olarak algılayan, başkalarının kendisi üzerinde güç ve kontrol
kurmasını engelleyemeyen kişilerin internet ortamından yararlanarak saldırgan
davranışlarda bulundukları bulgusuna ulaşmışlardır. Aynı araştırmanın bir başka
bulgusu da boyun eğicilik düzeyi yüksek erkeklerin, daha çok siber zorbalık yapmakta
olduğu yönündedir. Bu bilgi ışığında kendini ifade edemeyen ve kimi alanlarda güçsüz
hisseden bireylerin, fırsat bulduklarında şiddete başvurmaya eğilimli oldukları
söylenebilir.
Araştırma bulgularına göre kadına yönelik şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve
kadınların görüşleri incelendiğinde kadından kaynaklanan nedenler üçüncü sırada yer
almaktadır. Kadınların maddi güçlerinin olmaması, şiddete sessiz kalmaları ve
kendilerini ezdirmeleri, kadınların çok konuşması, eşinin sözünü dinlememesi ve
tutarsızlık kadına yönelik şiddet konusunda ön plana çıkan başlıklardır. Araştırma
bulguları sonucunda kadına yönelik şiddetin en önemli unsurlarından birinin cinsiyet
eşitsizliği olduğu görülmektedir. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle
kadınlar daha düşük öğrenime sahip olmakta, daha az işgücüne katılmakta, daha az gelir
elde etmektedir. Bunlara toplumsal baskının da eklenmesiyle yaşanan cinsiyet eşitsizliği
doğrudan ya da dolaylı etki ile sağlıksızlığa neden olmaktadır (Şimşek, 2011).
Geçmişten günümüze kadar her toplumda çeşitli seviyelerde görülen toplumsal cinsiyet
eşitsizliği kadınlarda değersizlik ve öğrenilmiş çaresizlik duyguları oluşturmakta ve
sonuç olarak şiddeti kabullenme durumunu ortaya çıkarmaktadır. Şiddete maruz kalan
kadınların tepki göstermeme nedenleri arasında ilk iki sırada iyi olur düşüncesiyle
sabretmeyi tercih etme (%58.2) ve şiddeti alınyazısı olarak kabul etme (%45.5)
gelmektedir (Ayrancı vd., 2002). Kadınların çoğu fiziksel şiddete zamanla alıştıklarını
753
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ancak sözel şiddeti hazmedemediklerini, bundan çok üzüntü duyduklarını ifade
etmişlerdir (Kılıç, 2009). Şiddet gören (Sığınma evinde kalan ve kalmayanlar) ve
görmeyen kadınların başa çıkma tarzları üzerinde yapılan araştırma bulgusuna göre
şiddet gören kadınların özellikle sığınma evi dışında olanların çaresiz, boyun eğici ve
problem çözmede etkisiz yöntemleri daha çok kullandıkları görülmüştür (Yeniocak,
2011).
Kadına Yönelik şiddetin temel nedenleri incelendiğinde her iki cinsinde toplumsal
nedenlerden sonra şiddetin nedenini kendilerinde görmekten önce karşı cinse atfettikleri
gözlenmiştir. Bireyler çözümleri kendilerinde aramak yerine karşı cinse yükleme
yaparak bir anlamda sorumluluktan kaçma davranışı göstermektedirler. Başbakanlık
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu rapor bu bulguyu destekler
niteliktedir. Raporda kadına yönelik şiddetin temel nedenleri olarak toplumdan
kaynaklanan nedenlerden sonra, bireyler karşı cinse ilişkin atıflarda bulunmaktadır
(Kadına Yönelik Şiddet Raporu, 2009). Seçim kuramına göre doğumdan ölüme kadar
yapılan her şeyin davranış olduğunu, bütün davranışların içten gelen motivasyondan
kaynaklandığını ve kişinin kendi seçimine dayandığını vurgular (Corey, 2005). Bu
bağlamda kadına yönelik şiddetin önlenmesi için bireylerin kendilerini tanımalarına,
sorumluluklarını üstlenmelerine ilişkin çalışmalara yer verilebilir.
Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin
erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde birinci sırada topluma yönelik önlemlerin
ifade edildiği görülmektedir. Kadına yönelik şiddetin de temel nedeni olarak toplumun
görülmesi nedeniyle araştırma bulgularında nedenler ve nedenlere ilişkin önlemlerin
örtüştüğü söylenebilir. Bu önlemlerden en çok öne çıkanlar cezaların ağırlaştırılması,
bilinçlendirme, psikolojik destek sağlama, ailelerin eğitimi ve evlilik danışmanlığıdır.
Bulgular kadınlara sunulan destek hizmetlerinin, sığınma evlerinin ve bu kurumlarda
sunulan olanakların kadınların ve çocuklarının ruh ve beden sağlığına olumlu katkılar
sağlayabileceğine, ancak hala yetersiz olduğuna işaret etmektedir (Yeniocak, 2011).
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi toplumların böyle bir sorunun varlığının farkında
olması ile başlar (Köse& Beşer, 2007). Yazılı ve görsel basında yer alan yayınların,
kadına yönelik şiddete ilişkin farkındalığı artıran boyutlarda sunulması gerekmektedir.
Ancak, köşe yazılarının toplumsal cinsiyet ve kadın eğitimi açısından değerlendirildiği
bir çalışmada incelenen gazetelerden elde edilen bulgular; bir kitle iletişim aracı olan
gazetelerin, toplumdaki cinsiyetçi kalıp yargılara paralel söylemler içerdiği ortaya
koyulmuştur (Çelik& Uysal, 2012). Mevcut yayın akışına bakıldığında yazılı ve görsel
basında kadının bir obje olarak sunulduğu ve şiddet unsurlarının normalleştirildiği
görülmektedir. Şiddet içeren materyale maruz kalmanın özellikle erkeklerde şiddet
fantezilerini artırdığı bildirilmiştir (Güleç, Topaloğlu, Ünsal& Altıntaş, 2012). Aynı
zamanda televizyon yayınlarında yer alan lüks ve şaşaalı yaşamlar kadınların
beklentilerini artırmaktadır. Bu durum evde tartışmalara ve beklentilerin yüksekliğiyle
doğru orantılı bir şekilde hayal kırıklıklarına yol açmaktadır. Evde yaşanan bu
huzursuzluğun yansımaları eşler arasında sorunlara neden olmakta ve yetersizlik
duygusuna kapılan eşin üstünlük kurma çabası içerisine girmesine neden
olabilmektedir. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin (sosyokültürel, ekonomik vb. alanlarda) bir sonucu olarak ortaya çıkan şiddet, aslında kadın
üzerinde güç ve kontrol kurmayı amaçlamaktadır (Bilican Gökkaya, 2011). Tüm bu
bilgiler ışığında toplum üzerinde en büyük etkiye sahip olan basın-yayın organları,
toplumu bilinçlendirmek amacıyla etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
754
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin
erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde her iki grubun da toplumsal önlemlerden
sonra kadına yönelik önlemler alınabileceğini belirtmeleri araştırmanın çarpıcı bulguları
arasında yer almaktadır. Erkeklerin kadına yönelik şiddetin temel nedenleri ve alınacak
önlemlerdeki sıralaması aynı iken (toplumsal, kadına yönelik ve erkeğe yönelik),
kadınların kadına yönelik şiddetin temel nedenleri ve alınacak önlemlerdeki sıralaması
farklılık göstermektedir. Kadınlar kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinde ikinci
sıralamada erkekleri görürken, öncelikli olarak kadına yönelik önlemlerin alınması
gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu bulguda toplumun ataerkil yapısının rol oynadığı
düşünülebilir. Gelin ağıtlarının öznesi olarak kadın ve kadının sosyal konumuna ilişkin
analiz sonuçlarına göre, toplumsal bilincin yansıması olan gelin ağıtlarında kadına, ne
ölçüde şiddet görürse görsün, hizmetçilik yapmak, dayak yemek pahasına da olsa
evinden ya da hapsedildiği yerden ayrılmaya çalışmayacağı yüklemesi yapıldığı
sonucuna ulaşılmıştır (Feyzioğlu, 2010). Bu bilgi ışığında masallar, fıkralar, türküler,
ağıtlar gibi kültürel öğelerle de kadının toplum hayatında ve eşine karşı pasif konumda
olması geleneklerle kadınlara yüklenmektedir. Tüm yaşamı boyunca bu yüklemelerle
yaşayan kadınlar, şiddetle karşılaştıklarında bu durum karşısında yardım aramak yerine,
durumu kabullenmekte ya da değiştirmek için kendilerinin değişmesi gerektiği fikrine
kapılmaktadır.
Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin
erkeklerin görüşleri incelendiğinde erkeklere yönelik önlemlere son sırada yer vermeleri
ise erkeklerin kadına yönelik şiddet olgusunda değişimi dış faktörlerden beklediklerini
ifade etmektedir. Bu durumun da toplumsal yüklemelerin sonucu olduğu söylenebilir.
Toplumumuzda yer alan “erkektir döver de sever de” düşüncesi, erkeklerin kadınlar
üzerinde hak iddia edebilmelerine ve yaptıkları davranışın yanlış olduğunu
görememelerine neden olmaktadır.
ÖNERİLER
1. Kadınların şiddet karşısında öğrenilmiş çaresizlik davranışı sergilemesine neden
olabilecek algılamalardan kurtulması için desteklenmelidir.
2. Kadına yönelik şiddetin beslendiği psiko-sosyal kaynakların belirlenmesi ve
ortadan kaldırılması sürecinde ilgili kişi, kurum ve kuruluşların görev analizleri
yeniden belirlenmelidir.
3. Kadınların şiddete boyun eğmelerine neden olan algılamalarını değiştirerek,
belirli bir alanda kaybettikleri ve bütün yaşam alanlarına genelledikleri kontrol
duygusunu kazandıracak aktivitelere yönlendirilmeleri sağlanmalıdır.
4. Erkeklerin kadına yönelik şiddeti haklı gösterecek algılamalarının değiştirilmesi
için yazılı ve görsel basından etkin ve tutarlı bir şekilde yaralanılmalıdır.
5. 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine ilişkin yasanın herkes
tarafından içselleştirilerek davranışa dönüşmesi için gerekli çalışmalar
yapılmalıdır. Bunun için özellikle yazılı ve görsel medya etkin bir şekilde
kullanılabilir.
6. Şiddetin model alınan bir davranış olduğu düşünülerek aile eğitimleri
planlanabilir.
755
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
7. Kadınların şiddet durumlarında başvuracakları birimlere ilişkin erişim
kolaylaştırılmalı, mağdur kadının desteklenmesinin önünden prosedürler
kaldırılmalıdır.
KAYNAKÇA
Altınay, A.G., Arat, Y. (2007). Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri.
Ayrancı, Ü., Günay, Y., Ünlüoğlu, İ. (2002). Hamilelikte Aile İçi Eş Şiddet: Birinci
Basamak Sağlık Kurumuna Başvuran Kadınlar Arasında Bir Araştırma. Anadolu
Psikiyatri Dergisi, 3, 75-87.
Bayındır, N. (2010). Aile İçinde Yaşanan Şiddete Karşı Çocuğun Gösterdiği Tepkiler.
Mehmet Akif Ersoy Üniversites, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(2), 1-9.
Bilican Gökkaya, V. (2009). Türkiye’de Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri. C.Ü. İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, 10 (2), 167-179.
Bilican Gökkaya, V. (2011). Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet: Sivas İli (Cumhuriyet
Üniversitesi) Örneği. Journal of World of Turks, 3 (3), 129-145.
Corey, G. (2005). Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları. Ankara:
Mentis Yayıncılık.
Çelik, D., Uysal, M. (2012). Köşe Yazılarının Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Eğitimi
Açısından Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,
45 (1), 285-306.
Feyzioğlu, N. (2010). Gelin Ağıtları Üzerine Bir Değerlendirme. A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 43, 73-92.
Güleç Öyekçin, D., Yetim, D., Şahin, E.M. (2012). Kadına Yönelik Farklı Eş Şiddeti
Tiplerini Etkileyen Psikososyal Faktörler. Türk Psikiyatri Dergisi, 23, 1-7.
Güleç, H., Topaloğlu, M., Ünsal, D., Altıntaş, M. (2012). Bir Kısır Döngü Olarak
Şiddet. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(1), 112-137.
Kadına Yönelik Şiddet Raporu (2009). T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü. Ankara: Elma Teknik Basım Matbaacılık. 29.02.2012 tarihinde
http://www.hips.hacettepe.edu.tr/pdf/TKAA2008-AnaRapor.pdf
adresinden
indirilmiştir.
Karaçam, Z., Çalışır, H., Dündar, E., Altuntaş, F., Avcı, H.H. (2006). Evli Kadınların
Aile İçi Şiddet Görmelerini Etkileyen Faktörler ve Kadınların Şiddete İlişkin Bazı
Özellikleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 22 (2), 71-88.
Kılıç, M.N. (2009). Kadına Yönelik Şiddet: Sosyo-Psikolojik Arka Plan, Manevi Boyut,
Hukuki Yaptırımlar (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi/Sosyal Bilimler
Enstitüsü. Ankara.
Köse, A., Beşer, A. (2007). Kadının Değiştirilebilir Yazgısı. Atatürk Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10 (4), 114-121.
Peker, A., Eroğlu, Y., Çitemel, N. (2012). Boyun Eğici Davranışlar ile Siber Zorbalık
ve Siber Mağduriyet Arasındaki İlişkide Cinsiyetin Aracılığının İncelenmesi.
Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 9 (1), 205-221.
756
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şimşek, H. (2011). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinin Kadın Üreme Sağlığına Etkisi:
Türkiye Örneği. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 25(2), 119-126.
Vahip, I, Doğanavşargil, Ö, (2006). Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız. Türk
Psikiyatri Dergisi, 17 (2), 107-114.
Yaman Efe, Ş., Ayaz, S. (2010). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi
Şiddete Bakışı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11, 23-29.
Yeniocak, N. (2011). Şiddet Bağlamında İncelenen Üç Kadın Grubunun Başa Çıkma
Biçimleri ve Bu Bağlamda Çocuklarında Algıladıkları Sorunlar (Yüksek Lisans Tezi).
Ankara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara.
Yıldırım, A., Şimşek, H. (2011). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (8.
basım). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
757
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TÜRKİYE’DE NAMUS UĞRUNA KADINA UYGULANAN
ŞİDDETE İLİŞKİN TUTUMLAR
(GÜLCÜ MAHALLESİ VE HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİ
ÖRNEĞİ)
Işıl KALAYCI1,
Abdullah Yavuz AKINCI2
Fatime UYSAL3
ÖZET
Dünyanın her yerinde namus cinayetleri şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle feodal yapının gücünü koruduğu bölgelerde kadınların namus
adına öldürüldüğü bilinmektedir. Bir şiddet biçimi olarak gösterilen namusa yönelik
kadına uygulanan şiddet toplumların kültüründen, özellikle değer sisteminden
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle namusa yönelik her türlü şiddetin hangi düzeyde
olduğunun saptanması gerekmektedir. Hemşirelik öğrencilerinin topluma verdiği sağlık
eğitimlerinde, aile içi şiddetin nedenlerinden biri olan namus hakkında ki kendi değer
yargılarından etkilenmeden, objektif bilgileri aktarmaları gerekmektedir. Sosyo-kültürel
ve ekonomik düzeyi düşük olan Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların namus adına
kadına uygulanan şiddete yönelik tutumlarının belirlenmesi, hemşirelik bölümü
öğrencileriyle karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi ve sosyo-demografik
özellikleriyle karşılaştırması, sorunun erken dönemde tanımlanması ve
çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Bu
araştırmada Katılımcılara sosyo-demografik özellikleri sorgulayan bir anket formu ve
Ruşen Işık ve Nuray Sakallı Uğur’un hazırladığı Namus adına Kadına Uygulanan
Şiddete yönelik Tutumlar Ölçeği (NKUŞTÖ) uygulanmış, sonuçlar SPSS 15 for
windows paket programı ile değerlendirilerek çözüm önerileri ortaya koyulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Namus, Namusa yönelik şiddet
ATTITUDES ON VIOLENCE APPLIED TO WOMEN IN TURKEY
FOR THE SAKE OF VIRTUE
ABSTRACT
In all over the World, murders on virtue apper as the most serious forms of
violence.It is particularly known that women are killed for the name of virtue in feudal
regions .Violence towards women for the name of virtue is derived from cultures of
societies, especially from their value systems.So it is necessary to establish the level of
each violence related to virtue.
It is essential for nursing students to transfer the true
knowledge in health educations for society without being affected their own value
judgments and objectively about virtue which is one of the reasons of violence in
1
Öğretim Görevlisi, SDU. Sağlık Bilimleri Fakültesi, [email protected]
Öğretmen, MEB, Gülcü İlköğretim Okulu, [email protected]
3
Öğretim Görevlisi, SDU. Sağlık Bilimleri Fakültesi, [email protected]
2
758
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
family. To determine the attitudes of women whose socio-culturel and economical level
is below, living in Gülcü District, towards violence appied to women for the sake of
virtue,to evaluate comperatively with nursing students and to compare with
sociodemographic features,to define the problems in early times and to solve
immediately will be a guiding to health personnel. In this study,a questionnaire form
examining sociodemographic features and an attitudes scale prepared by Ruşen IŞIK
and Nuray SAKALLI UĞUR on the violence applied women for the name of virtue are
applied to participants.Results are evaluated with SPSS 15 for Windows packet
programme and solution suggestions are put forward.
Key Words: Woman,Virtue,Violence For Virtue
1. Giriş
“Namus” toplumumuzda önemini koruyan, içeriği toplumdan topluma değişen
bir kavramdır. Ülkemizde şiddet kullanımını destekleyen, kültürel özelliklerden biri
olarak görülmektedir.
Türk Dil Kurumu tarafından namus “Bir toplum içinde ahlak kurallarına ve
toplumsal değerlere bağlılık, iffet” olarak tanımlanmıştır (http://www.tdk.gov.tr).
Namus kelimesinin kökenin eski Yunancada iktidar, kanun, kural anlamındaki “nomos”
tan geldiği ve bir erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlak alanın üstünde otlayan
hayvanlar anlamında kullanıldığı bildirilmektedir (Hata! Köprü başvurusu geçerli
değil.). Hilmi Ziya Ülken’e göre sosyolojik anlamda toplumsal değerlerden biri sayılan
namusun, bireylerin toplum içindeki rollerinin seçilmesi, yerine getirilmesi, sosyal baskı
aracı olması, davranışların yargılanması gibi insan davranışları üzerinde belirleyici
etkileri vardır (Çakır ve ark, 2004: 3).
Türkiye gibi geniş ailenin yaygın ve aile bağlarının kuvvetli olduğu toplumlarda
kişinin namusunun sadece kendi davranışlarından değil diğer aile bireylerinin
davranışlarından da etkilendiğine inanılır. Ataerkil toplumda egemen olan erkek olduğu
için, aileden ve ailenin namusundan da erkek sorumlu kılınmıştır.
Bir diğer önemli nokta, kadının bedeninin, cinselliğinin ve davranışının
kullanılmasıdır. Kadının cinselliği olarak ele alınabilecek davranış repertuarları ise
sadece cinsel birleşme değil giyiniş tarzı, karşı cinsle el ele tutuşma, radyodan bir erkek
için şarkı isteme, öpüşme ve flört gibi çok çeşitli davranışları içerebilmektedir (Arın,
2001: 821).
Kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama
fırsatlarını sınırlayan, erkeklerin hâkimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığı toplumun
erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkek egemen, siyasal, toplumsal ve
ekonomik yapılar aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten korunma ve
kurtulma yollarını kapatmakta önemli rol oynamaktadır. Erkeğin, yasalardan ve
toplumun ataerkil yapısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu da şiddeti
besleyen diğer bir faktördür.
Özellikle kadının ekonomik bağımsızlığının olmadığı ve eğitim düzeyinin düşük
yada hiç olmadığı bölgelerde erkek egemen anlayışın daha baskın olarak ortaya
çıkmasına neden olmaktadır (Mora, 2005: 13).
Ailenin ve erkeğin namusu onun himayesi ve kontrolü altında olan kadınların cinsel
statüsüne ve davranışına bağlanmıştır. Karısı, kız kardeşi, gelini, hatta annesi “davranış
sınırlarını” aşarsa, erkeğin ve ailenin namusuna leke sürülmüş olur ve lekenin
759
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
temizlenmesi gerekir. Kadın, ayrıca isteği dışı gerçekleşen durumlardan, kendine
yapılan taciz ve tecavüzden sorumlu tutularak cezalandırılır. Sorumlu tutulmasa bile,
ailenin namus ve şerefini kurtarmak için kadının hayatı feda edilir. Namusu temizlemek
için öldürülen hemen hemen her zaman kadındır, ancak bazen kadını “lekeleyen” erkek
de öldürülmekte, “namusa leke gelmesin” düşüncesiyle yada cezalandırmak amacıyla
kadınlar evlere kapatılır, intihara zorlanır, burunları ve kulakları kesilir, tehdit edilir,
dayak yer ve kısacası yaşamlarını bir terör ortamı içinde geçirirler.
Kadınlara empoze edilen bu kısıtlamalar bir dizi insan haklarının ihlâline neden olur
(http://www.tbmm.gov.tr).
Türkiye'de her geçen gün şiddet olayları artmaktadır. Şiddet kullanımının bir
davranış biçimi olduğundan şüphe yoktur. Şiddet bütün davranış biçimleri gibi sonradan
öğrenilir ve politik ortam yada sosyo-kültürel çevre ile desteklenir. Böyle bir ortamda
bulunan kişiler eğitimi, kültür düzeyi, ekonomik düzeyi ne olursa olsun herhangi bir
zorluk veya sıkıntı ile karşılaştıklarında, şiddete kolayca başvurulabilirler.
Dünya Sağlık Örgütüne göre şiddet, sahip olunan fiziksel, güç yada kudretin, tehdit
yoluyla yada doğrudan kendine, bir başka insana, bir gruba yada topluma karşı
yaralanma, fizyolojik hasar, gelişme bozukluğu yada gerilikle sonuçlanacak yada
sonuçlanma olasılığı yüksek bir biçimde uygulanmasıdır. Bu tanımda öz-yönelimli
şiddet faili ve mağdurun aynı kişi olduğu, kendi kendine istismar ve intihar olarak ele
alınmaktadır. Şiddet, kişiler arası şiddet (aile üyesi, yakın çevresi) ve toplum tarafından
uygulan şiddet biçimi olarak iki şekilde değerlendirilir. Kişiler arası şiddet; tanıdık
ve/veya yabancı tarafından uygulanan şiddeti, gençlerin şiddetini, yaşlı istismarını,
yakını tarafından saldırıyı, çocuk istismarını, mülkiyet suçlarını, işyerleriyle ilgili şiddet
biçimlerini içerir. Fiziksel, cinsel, psikolojik, yoksulluk ve ihmal olarak tüm şiddet
biçimlerini kapsar. Toplu şiddet, bireylere daha büyük gruplar tarafından işlenen,
sosyal, siyasal ve ekonomik şiddettir(http://www.who.int ).
Kadınların şiddete uğraması sınır, milliyet, sınıf farkı gözetmeksizin tüm insanlığın
yaşamakta olduğu en önemli sorunlardan biridir. Bu sorun eski çağlardan günümüze
taşınmıştır. Çünkü kadına yönelik şiddet ataerkil ve hiyerarşik toplumsal yapılardan
kaynaklanmakta ve desteklenmektedir. Şiddetin kurbanı olan kadınlar ve çocuklar aynı
acıları, aynı ruhsal ve bedensel sorunları yaşamaktadır. Kimi zaman da sakatlanmakta
hatta yaşamlarını yitirmektedirler.
Özellikle yakınına şiddet uygulama ile sosyal özellikler karşılaştırıldığında, sosyal
ağlardan kendini izole eden, sosyal bütünleşmede problemleri olan, çocukluk
döneminde agresif özellikleri olan, kötü okul ve iş performansı olan, sık sık yaşadığı
yeri değiştiren kişiler ile yakınına şiddet uygulama açısından ilişki bulunmuştur
(http://whqlibdoc.who.int/ ).
Kadınların şiddeti sadece fiziksel olarak algılamaları, diğer şiddet türlerine maruz
kalsalar bile farkında olmamalarına ve şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik
girişimlerde bulunmamalarına neden olmaktadır. Bu durum fiziksel şiddetin gelişimine
de temel hazırlamaktadır (Yaman ve Ayaz, 2010: 27).
Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri toplumumuzun kültüründen, özellikle de
değer sisteminden kaynaklanır. Bu olgunun kökeni ise, tarım toplumu yani daha çok
kırsal kesim kültürünü yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç nedeni ile
bu tür cinayetler kentlere de taşınmıştır.
760
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Namus cinayetlerinin işlenmesi için öne sürülen nedenler, aile büyüklerinin
sözlerinin dışına çıkmak, evli bir kadının evlilik dışı ilişkisinin olması, evli bir kadının
bir erkekle kaçması, evli bir kadının boşanması yada kocasını terk etmesi, boşanmış
kadının bir erkekle ilişkisinin olması, bekâr bir kadının izinsiz evlenmesi/ kaçması,
bekâr bir bayanın bir erkekle ilişkisi olması, evli yada bekâr bir kadının kaçırılması yada
tecavüze uğraması olarak belirtilmektedir (Dinç ve Şahin, 2009:125). DSÖ tarafından
2005 yılında yayınlanan raporda, 10 ülkeden (Bangladeş, Brezilya, Etiyopya, Japonya,
Peru, Namibya, Samoa, Sırbistan, Tanzanya ve Tayland) 24 000 kadınla yapılan
görüşmelere dayanarak sorunlar saptanmış ve yapılması gerekenler belirlenmiştir.
Amerika’da kadın kurbanlar arasında %16,7’si yabancı biri tarafından, %43’ü ise
yakını tarafından şiddete maruz kalmıştır (http://whqlibdoc.who.int).
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Nüfus Bilim Derneği tarafından Türkiye’de
Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (2005) isimli niteliksel çalışmada dört ilde (İstanbul,
Şanlıurfa, Adana ve Batman) 195 görüşme yapılarak toplumumuzdaki namus anlayışını
ve namus cinayetlerinin dinamikleri konusunda ipuçları elde etmek amaçlanmıştır.
Çalışmada saptanan en büyük eğilim, namusun kadın, kadın bedeni, cinselliği ve
kadınların kontrol edilmesi biçimindedir. Bu çalışmaya göre namus bir erkeğin karısı
(helali), kız kardeşi, annesi, ailedeki diğer kadınlar hatta yakın çevredeki kadınlardır
(http://www.undp.org.tr). Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı bir çalışmaya göre,
2000-2005 yılları arasındaki cinayetlerin %29’u namus, %29’u aile içi uyuşmazlık,
%15’i yasak ilişki, %10’u kan davası, %3’ü tecavüz, %2’si diğer, %9’u cinsel taciz,
%3’ü kadın alıp verme nedeni ile işlenmiştir. Töre ve namus cinayetleri bölge
dağılımında %19 oranla Marmara Bölgesi ilk sıradadır ve onu %19 oranla Ege Bölgesi
izlemektedir. Töre ve namus cinayetlerinde % 10 oranında Ankara ilinin birinci sırada
iken, bunu % 9 oranıyla İstanbul ve İzmir illeri takip etmektedir (EARGED, 2008: 17).
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının töre ve namus cinayetleri raporuna göre; töre
ve namus cinayetlerinin en çok Marmara ve Ege Bölgelerinde görülmektedir. Bunun
nedeni göçtür ve cinayeti işleyenlerin/sanıkların doğum yeri itibariyle geleneksel
ataerkil yapının daha yoğunluklu olarak görülebildiği Doğu ve Güney Doğu Anadolu
Bölgesi kökenli olduğu görülmüştür (http://www.ihb.gov.tr).
Problemin Durumu
Hemşirelik Bölümünde eğitim gören öğrenciler, hem hastanede tedavi gören
hasta ve hasta yakınlarına hem de alan çalışmaları sırasında yaptıkları ev ziyaretlerinde
bireylerin sosyo-kültürel ve ekonomik düzeylerini göz önüne alarak, ırk, cinsiyet, din ve
etnik temel gözetmeksizin hemşirelik bakımı ve sağlık eğitimi vermektedir. Hemşirelik
öğrencileri verdikleri hemşirelik bakımı ve sağlık eğitimi ile birey, aile ve toplumu
etkileyebilmektedir. Alan çalışmalarında hemşirelik öğrencileri kadına yönelik şiddet,
aile içi şiddet durumlarıyla karşılaşabilmektedir. Sağlık eğitimlerinde aile içi şiddetin
nedenlerinden biri olan namus hakkındaki değer yargılarından etkilenmeden, objektif
bilgileri aktarmaları gerekmektedir. Sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi düşük olan
Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların ve hemşirelik bölümü öğrencilerinin “Namus”
Adına Kadına uygulanan Şiddete yönelik tutumlarının belirlenmesi ve sosyodemografik özellikleriyle karşılaştırılması, sorunun erken dönemde tanımlanmasında ve
çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir.
761
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Amaç
Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü
öğrencilerinin ve Isparta ili Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların ve hemşirelik
bölümü öğrencilerin Namus adına Kadına Uygulanan Şiddete yönelik tutumlarının
belirlenmesi ve sosyo-demografik özellikleriyle karşılaştırması amaçlanmaktadır.
Yöntem
Araştırma Modeli
Araştırma, durum saptayıcı tipte planlanmıştır.
Evren ve Örneklem
Araştırmaya Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik Bölümünde öğrenim gören 340 öğrenci ile Isparta İli Gülcü Mahallesinde
yaşayan 1180 kadın evreni oluşturmaktadır. Evreni temsil edecek örneklem ise, basit
tesadüfi örnekleme tekniği ile seçilen 224 Hemşirelik Bölümü öğrencisi ile Gülcü
Mahallesinde yaşayan 224 kadından oluşmaktadır. Örneklemi oluşturan öğrenciler,
ülkemizin farklı bölgelerinden gelen ve sosyo-kültürel özellikleri değişiklik gösteren bir
öğrenci grubudur. Gülcü mahallesinde yaşayan kadınlar ise, çoğu Isparta ilinde doğupbüyümüş, eğitim düzeyleri birbirine yakın, sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyleri benzer
özellikler gösteren bir gruptur.
Kullanılan Ölçme Araçları
Bu araştırmada Ruşen Işık ve Nuray Sakallı Uğur’un hazırladığı Namus adına
Kadına Uygulanan Şiddete yönelik Tutumlar Ölçeği (NKUŞTÖ) uygulanmıştır. Namus
adına kadına uygulanan sözel ve fiziksel şiddetin yanı sıra namus cinayetleri hakkında
tutumların belirlenmesi amacıyla, Işık ve Sakallı-Uğurlu tarafından 2009 yılında
geliştirilmiş ve geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmıştır. Ölçek 14 maddeden
oluşmaktadır. Ölçeğin geliştirildiği orijinal çalışmada faktör analizi sonucu bir faktör
bulunmuş ve bu faktör toplam varyansın %47.45’ini açıklamıştır. Ölçeğin Cronbach
alfa katsayısı ise, 91 olarak bulunmuştur. Katılımcılardan her bir madde ile ne derecede
hem fikir olduklarını 6 dereceli Likert tipindeki ölçekte belirtmeleri istenmiştir. Bu
ölçekte 1“hiç katılmıyorum”, 6 ise “çok katılıyorum” anlamındadır (Işık ve SakallıUğurlu, 2009: 21).
Belirlenen örnekleme uygulanmak üzere bir anket hazırlanmıştır. Ankette, tutum
ölçmeye yönelik sorular dışında, sosyo-demografik özellikleri belirlemeye yönelik
sorulara da yer verilmiştir. Anketler, Hemşirelik Bölümü öğrencilerine, gerekli
bilgilendirmeler yapıldıktan sonra, araştırmacı tarafından sınıf ortamında gönüllü
öğrencilere bizzat uygulanmıştır. Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınlara ise, araştırmacı
öğrencilerden anketör olarak yararlanılmış ve muhtarlıktan alınan adres bilgilerinden
kadınlara ulaşılmış, gerekli bilgilendirme yapıldıktan sonra anketler uygulanmıştır.
Anket sonuçlarının istatistiksel olarak değerlendirilmesi SPSS 15.0 for windows
paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi ise öncelikle ölçek üzerinden
faktör analizi yapılarak 3 ana başlık belirlenmiştir. Bunlar “Kadına Namus Adına
Uygulanan Namus Cinayetlerinin Uygulanmasına Dair Katılım Düzeyi”, “Kadına
Namus Adına Uygulanan Fiziksel Şiddetin Uygulanmasına Dair Katılım Düzeyi”,
762
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Kadına Namus Adına Uygulanan Sözel Şiddetin Uygulanmasına Dair Katılım
Düzeyidir”. Bağımsız değişkenlerin frekans düzeyleri hesaplanmıştır. Birbiriyle ilişkili
olarak düşünülen değişkenler arasında çapraz tablolar oluşturulmuştur ve
değerlendirilmiştir.
Bulgular
Araştırmaya katılan öğrencilerin %91,5’i bayan öğrencilerden oluşmaktadır.
%63,4’ü 17-20 yaş aralığındadır. %84,4’ü çekirdek aile yapısındadır. Öğrencilerin
%39,7’sinin babası, %61,6’sı annesi ilkokul mezunudur. Babaların mesleği %22,3 işçi
iken, annelerin %82,6’sı ev hanımıdır. %43,8’i Akdeniz Bölgesinde, %47,8 illerde
yaşamaktadır. %56,3’ü Anadolu Lisesinden gelmiştir. %36,6’sı birinci sınıf öğrencisidir
ve %57,6 sı yurt/pansiyonda yaşamaktadır.
Tablo 1: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere göre kadına
namus adına uygulanan namus cinayetlerinin uygulanmasına dair
katılım düzeylerinin dağılımı
Yaş
%
Cinsiyet
Geldikleri Yer
17-20
21-24
24-30
Kadın
Erkek
İl
İlçe
Kasaba
Köy
Katılıyorum
2.5
4.3
0.7
9.9
1.1
5.2
4.2
0.2
0.4
Kararsızım
3.6
7
0.3
6.2
0.7
2.7
3.2
0.3
0.6
Katılmıyorum
55
23.5
3.8
76.2
6.6
39.7
30.9
7.4
4.6
Tablo 1:’e göre, 17-20 yaş aralığındaki öğrencilerin %55’i, bayan öğrencilerin
%76,25’i, erkek öğrencilerin %6,6’sı, il merkezinden gelen öğrencilerin %39,7’si
namus cinayetlerinin haklılığına katılmazken bayan öğrencilerin %9,9’u, geldikleri yere
göre öğrencilerin %10 namus cinayetlerin haklılığını desteklemektedir.
Tablo 2: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre
kadına namus adına uygulanan namus cinayetlerinin uygulanmasına
dair katılım düzeylerinin dağılımı
Aile Yapısı
Marmara
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
0.4
3.2
0.9
3.1
0.2
2.3
0.1
0.1
Kararsızım
1.4
5.5
0
1.5
0.1
0.5
1.4
0.6
0.1
0.2
Katılmıyorum
9.7
69.5
3.5
14.6
7.7
37.6
3.9
14.3
2
2.5
Anadolu
Ege
9.2
Güney
Parçalanmış
0.4
Anadolu
Çekirdek
Katılıyorum
Doğu
Geniş
%
Geldikleri Coğrafi Bölge
Tablo 2:’ye göre çekirdek aile yapısına sahip öğrencilerin %69,5’i namus
cinayetlerinin haklılığına katılmazken, %9,2’si namus cinayetlerinin haklılığına
katılmaktadır. Öğrencilerin geldikleri bölgeye göre değerlendirirsek yaklaşık %10’unun
namus cinayetlerinin haklılığına inandığı görülmüştür.
763
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 3: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere göre kadına
namus adına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasına dair katılım
düzeylerinin dağılımı
Yaş
%
Cinsiyet
Geldikleri Yer
17-20
21-24
24-30
Kadın
Erkek
İl
İlçe
Kasaba
Köy
Katılıyorum
16.3
3.4
1.8
26.1
3.3
13.8
12.1
1.8
1.5
Kararsızım
6.9
5.3
0.2
11.2
1.2
5.2
5.6
0.6
1.5
Katılmıyorum
37.5
15.2
2.4
54.12
3.9
28.7
20.5
5.4
3.3
Tablo 3:’e göre, öğrencilerin namus yönünden kadına uygulanan sözel şiddetin
uygulanmasının haklılığına katılım düzeyleri; 17-20 yaşa göre %37,5’i katılmadığını,
bayan öğrencilerin %26,1’i, il merkezinden gelen öğrencilerin %13,8’i sözel şiddeti
desteklediği görülmüştür.
Tablo 4: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre
kadına namus adına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasına dair
katılım düzeylerinin dağılımı
Aile Yapısı
Marmara
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
1.3
6
3.9
10.6
1
6.2
0.8
0.7
Kararsızım
2
10.2
0.2
0
0
0
0
0
0
0
Katılmıyorum
7
48.5
2.4
10.6
4.4
27.1
2.9
10.1
1.2
1.6
Anadolu
Ege
25.5
Güney
Parçalanmış
2.5
Anadolu
Çekirdek
Katılıyorum
Doğu
Geniş
%
Geldikleri Coğrafi Bölge
Tablo 4:’e göre, çekirdek aileye mensup öğrencilerin %48,5’i sözel şiddetin
uygulanmasını desteklemediği; buna karşın Akdeniz Bölgesinden gelen öğrencilerin
%10,6’sı, İç Anadolu Bölgesinden gelenlerin %6.2’si, Ege’den gelenlerin %6’sı sözel
şiddetin uygulanmasına katılmaktadır.
Tablo 5: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere kadına namus
adına uygulanan fiziksel şiddetin uygulanmasına dair katılım
düzeylerinin dağılımı
Yaş
%
Cinsiyet
Geldikleri Yer
17-20
21-24
24-30
Kadın
Erkek
İl
İlçe
Kasaba
Köy
Katılıyorum
44.1
20.4
3.7
64.3
6.15
32.9
25.9
6.4
3.9
Kararsızım
3.4
4.4
0
7.4
0.6
4.3
2.8
0.2
0.6
Katılmıyorum
14
6.3
0.9
19.8
1.6
10.5
8.4
1.2
1.2
Tablo 5:’e göre, namus için kadınların fiziksel şiddete maruz kalabilir
düşüncesine bayan öğrencilerin %64,3’ü, yaş grubu 17-20 olan öğrencilerin %44,1’i, il
ve ilçeden gelen öğrencilerin %69,1’i katılmaktadır.
764
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 6: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre
kadına namus adına uygulanan fiziksel şiddetin uygulanmasına dair
katılım düzeylerinin dağılımı
Aile Yapısı
Geldikleri Coğrafi Bölge
Ege
Marmara
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
59.7
2.8
14
6
30.7
2.5
13.3
1.7
5.1
Kararsızım
1.3
6.1
0.6
0
0
0
0
0
0
0
Katılmıyorum
2.3
18.5
0.5
3.5
2
9.9
1.3
3.5
0.5
0
Güney
Anadolu
Parçalanmış
7.8
Anadolu
Çekirdek
Katılıyorum
Doğu
Geniş
%
Tablo 6:’ya göre, çekirdek aile yapısından gelen öğrencilerin %59,7’si,
parçalanmış aileden gelen çocukların %2,8’i, Akdeniz, Ege ve İç Anadolu’dan gelen
öğrencilerin %46,5’i, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden gelen öğrencilerin
%6,8’i kadınların fiziksel şiddet uygulanmasının haklı olduğu görüşündedir.
Çalışmaya katılan kadınlar Ispartalıdır. %12,6’sı bir öğretim kurumundan mezun
değilken %52.23’ü ilkokul mezunudur. %95,53’ü evli ve %91,07’si ev hanımıdır.
%65.6’sı eşi asgari ücret karşılığında çalışmaktadır.
Tablo 7: Gülcü Mahallesi kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim
düzeyine göre kadına namus adına uygulanan namus cinayetlerinin
uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı
Medeni
Durum
Yaş
20-30
31-40
41-50
51-65
65+
Evli
Bekar
Çalışmıyor
Çalışıyor
Mezun değil
Okur yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
%
Eğitim Düzeyi
Meslek
Katılıyorum
2.9
6.8
2,3
0.4
0.4
10.9
0
12.7
1.1
0.9
0.5
4.5
3.5
3.35
Kararsızım
1.5
4.2
0.6
0.7
0.5
7.2
0.5
6.1
0.6
2.1
0
3
2.1
0.5
Katılmıyorum
22.3
38
4.1
7.7
7
75.3
3.9
72.1
7.14
9
1.6
44.6
10.3
13.5
Tablo 7:’ye göre, Gülcü mahallesinde yaşayan 31-40 yaş arası kadınların %6.8’i,
evli kadınların %10.9’u, ilkokul mezunu kadınların %4.5’i namus cinayetlerinin
haklılığına katıldıkları görülmüştür.
765
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 8: Gülcü Mahallesi Kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim
düzeyine göre kadına namus adına uygulanan sözel şiddetin
uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı
Medeni
Durum
Yaş
20-30
31-40
41-50
51-65
65+
Evli
Bekar
Çalışmıyor
Çalışıyor
Mezun değil
Okur yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
%
Eğitim Düzeyi
Meslek
Katılıyorum
10.5
18.3
1.9
3.2
2.7
35.8
1.1
33.7
3.2
4.9
1.1
15.9
7.3
6.4
Kararsızım
1.8
5.4
1
1.2
0.7
10.2
0
8.6
1.6
2.2
0.5
4.6
0
3.9
Katılmıyorum
10
25.2
3.4
4.4
4.4
49.4
3.3
48.7
4
4.9
0.5
31.5
8.7
7
Tablo 8:’e göre, evi kadınların %49,4’ü sözel şiddet uygulanmasına
katılmazken; lise mezunu kadınların %6,4’ü ve evli kadınların %35,8’i sözel şiddetin
uygulanmasının haklı olduğunu düşündükleri görülmüştür.
Tablo 9: Gülcü Mahallesi Kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim
düzeyine göre
kadına namus adına uygulanan fiziksel şiddetin
uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı
Medeni
Durum
Yaş
20-30
31-40
41-50
51-65
65+
Evli
Bekar
Çalışmıyor
Çalışıyor
Mezun değil
Okur yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
%
Eğitim Düzeyi
Meslek
Katılıyorum
17.9
28.8
3.6
5
4.4
56.7
2.2
54.3
5.5
6.2
0.7
30.2
10.2
12.5
Kararsızım
1
6.5
1.4
1.4
1.1
11.3
0.7
10.7
0.8
3.1
1.1
4.2
1
2.1
Katılmıyorum
7.7
13.7
1.9
2.3
2.4
26.9
1.4
25.8
2.5
2.6
0.3
17.7
4.8
2.7
Tablo 9:’a göre, 31-40 yaş arası kadınların %28,8’i, evli kadınların %56,7’si,
çalışmayan kadınların %54,3’ü, ilkokul mezunu kadınların %30,2’si kadına namus için
fiziksel şiddetin uygulanmasını haklı olarak görmüşlerdir.
Tartışma
Dünya’nın birçok yerinde kadına yönelik şiddet görülmektedir. Namus adına
yapılan şiddet özellikle ataerkil yapının hüküm sürdüğü ülkelerde daha fazla
görülmektedir. Türkiye de namus cinayetlerinin işlendiği ülkelerden biridir. Erkeğin
kadının koruyucusu olduğu, onun hak ve namusunun bekçisi olduğu anlayışı yaygındır.
Ancak küreselleşmenin olduğu, teknolojinin ilerlediği, eğitim ve kültürel düzeyinin
yükseldiği bir dönemde bu araştırmanın sonuçları şaşırtıcıdır.
Yaptığımız çalışmada değişime kapalı bir mahalle olan ve özellikle büyük
çoğunluğunun ilköğretim düzeyinde eğitimi olan kadınların namus uğruna kadına
yönelik şiddet ile ilgili tutumları sorgulandığında kadınlar namus cinayetlerini haklı
bulmamaktadır. Zaten namus cinayetlerini haklı göstermek, bunu doğal bir süreç olarak
766
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ele almak insanlık suçudur. Ancak ilginç olan kısım şudur. Katılımcı kadınların namusa
yönelik şiddet uygulanmasında kadına sözel şiddet, kınama ve ayıplanma yapılmasına
düşük oranda katılırlarken, fiziksel olarak şiddetin uygulanmasına yüksek oranda
katılmaktadır. Gençlerden oluşan kadınların ve lise mezunları arasında da oran
yüksektir. Bunun nedeni sosyal statü gereği yaptıkları yanlışların aile dışında duyulması
ve sürekli sözel şiddete maruz kalmanın daha yıpratıcı olacağı düşüncesi olabilir. Ancak
kapalı kapılar ardında erkek egemenliğini kabul ederek fiziksel şiddetin uygulanmasını
doğal karşılamaktadır. Burada önemli olan kimseye bir şey duyurmadan kendi aile içi
sorunlarını fiziksel şiddetle çözmek ve bir daha bu olayın gündeme gelmemesini
sağlamaktır. Yaşam koşulları ve eğitim düzeylerini düşününce bu sonuç anlaşılabilir.
Çünkü çalışmadıkları ve çocukları olduğu için boşanmaya, yeni bir hayat kurmaya
cesaret edememektedirler.
Hemşirelik Bölüm öğrencileri ise lisans düzeyinde eğitim veren bir kurumda,
ailelerinden uzakta kendilerinin özgürlüğünü sağlayacak bir hayat kurmaktadır. Öğrenci
grubu namusa yönelik şiddet uygulanmasında kadına, cinayet ve sözel şiddet
uygulanmasının haklılığına katılmazken; fiziksel şiddet uygulanmasın haklılığına
katıldıkları görülmüştür. Ataerkil yapı gereği erkekler arasında şiddete katılımın daha
yüksek olacağı düşünülürken şiddetin haklı olduğuna kadınların katılması ilginçtir.
Namus ve töre cinayetleri doğu kültürüne ait bir olgu olarak düşünülürken Akdeniz ve
Ege bölgesinden gelen öğrencilerin bu görüşe katılması şaşırtıcıdır. Bunun nedeni doğu
ve batı kültürünün artık kaynaşmış olmasıdır. Çünkü doğudan batıya köyden kente,
güney sahillerine ve sanayi merkezlerine doğru yapılan göçlerle ve evlilik kurumlarıyla
doğu ve batı insanları iç içe geçmiş, kültürel bir değişim yaşanmış, karşılıklı olarak
değer sistemleri benimsenmiştir. Ataerkil yapı batının yerleşik düzenlerinden biri
olmuştur. Diğer bir husus da, ailede yaşanan değişimlerle birlikte aile yapısının çekirdek
yapıya dönüşmesiyle sorunlar sosyal yaşamdaki kişilere duyurulmadan çözülmesini
getirmiştir. Bu yüzden öğrenci grubunun büyük çoğunluğu kadına fiziksel şiddet
uygulanmasını desteklemiş olduğu görülmüştür.
Öneriler
Ülkemizde sağlık sisteminde yapılan dönüşümlerle birlikte koruyucu sağlık
hizmetlerine büyük önem verilmektedir. Toplum sağlığı merkezinde çalışan sağlık
personeli, kadınlara gerek ev ziyaretleriyle ve gerekse sağlık merkezine geldikleri
zaman onları değerlendirebilmektedir. Hastanede yatarak tedavi gören hastalara en
yakın olan ve tarafsız değerlendiren kesim hemşirelerdir. Lisans ve yüksek lisans
derslerinde kadın konusu ayrıca ele alınmakta, yüksek lisans ve doktora tez konularında
kadın çalışmalarına yer verilmektedir. Kadına yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri
hemşirelik okullarında seminer konusu olarak işlenmekte ve tez çalışmalarına konu
olmaktadır (Bilgili ve Vural, 2011: 70). Ancak bu çalışmaların yeterli olmadığı
görülmektedir. Aile ortamında edinilen “kadına yönelik fiziksel şiddet olmalıdır”
düşüncesine karşı yapılması gereken, bu konuların ve toplumsal cinsiyet konusunun
ders olarak müfredat programı içerisine dahil ederek, ilgili uzmanların da desteğini
alarak uygulamalı olarak eğitim verilmesi gerekmektedir. Hemşirelik öğrencilerinin bu
konularda bilinçlenmesi ve konunun önemini kavramasıyla saha çalışmalarında
kadınlara da fiziksel şiddete hayır demeyi öğreterek toplumsal sorunların çözümünde
söz sahibi olmaları hedeflenmelidir.
767
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ayrıca günümüzün teknolojik gelişimiyle birlikte ulaşılan kitle iletişim
araçlarının bu konuya daha fazla duyarlılık göstermeleri gerekmektedir. Özellikle dizi
sektörü içerisinde bu konular yerleştirilebilirse o zaman daha etkin sonuç alınabilir.
Namusa yönelik kadına uygulanan şiddetin hiçbir türünün toplum tarafından
doğal karşılanmaması için de bütün eğitim kurumlarına da büyük görevler düşmektedir.
Kadınlara yönelik yapılan eğitim programları yapılarak ve sertifikalar verilerek
işsizlik azaltılmalı, yaşam koşulları iyileştirilmelidir. Herkesin eğitim, istihdam, adalet,
güvenlik ve sağlık gibi temel hizmetlerden etkin bir biçimde yararlanabilmesi
sağlanmalıdır. Böylelikle sözel veya fiziksel şiddeti kabullenmek yerine bu duruma baş
kaldırabilmelidir
Toplumla yakın temas halinde eğitim gören hemşirelik öğrencilerine bu
bağlamda önemli görevler düşmektedir. Öğrencilerin gerek çalışma alanlarında gerekse
sivil toplum kuruluşları ve çeşitli kadın kuruluşları aracılığı ile toplumun bu konuda
bilinçlendirilmesinde ve duyarlılık oluşturulmasında aktif rol alabilirler.
Kaynaklar
Arın, C. (2001). Femicide in the name of honor in Turkey. Violence Against Women,
7(7).
Bilgili N., Vural G. (2011). Kadına Yönelik Şiddetin En Ağır Biçimi: Namus
Cinayetleri, Anadolu Hemşirelik Ve Sağlık Bilimleri Dergisi, Eskişehir 14: 1
Çakır H., Yavuz F., Demircan T. (2004). Türkiye’de, Namus Saikiyle İşlenen Adam
Öldürme Suçlarının Değerlendirilmesi, Adli Tıp Dergisi; 18.
Dinç H., Şahin N.H. (2009). Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Töre ve Namus Cinayetleri,
İ.Ü.F.N. Hem. Derg, Cilt 17 - Sayı 2, ISSN 1304-4869.
Işık R., Sakallı-Uğurlu N. (2009).Namusa ve Namus Adına Kadına Uygulanan Şiddete
İlişkin Tutumlar Ölçeklerinin Öğrenci Örneklemiyle Geliştirilmesi, Türk
Psikoloji Yazıları, 12 (24).
Mora, N. (2005). Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda
Yansımaları, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: 1303-5134.
TBMM (2006). Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik
Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi
Amacıyla Kurulan (10/148,182,187,248,285) Esas Numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu.
T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI, Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi
Başkanlığı (EARGED), Medyada Töre Ve Namus Cinayetlerinin Yansımaları,
Veliler Ve Öğrenciler Üzerindeki Etkileri, MEB Yayınları, 2008. s. 17-18
Yaman Ş., Ayaz S. (2010). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Ve Kadınların Aile İçi
Şiddete Bakışı, Anadolu Psikiyatri Dergisi, (ISSN: 1302 -6631).
(2009): 123-132
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4f62f7
19923373.31645439 erişim tarihi 16.03.2012.
768
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tbmmkom-bolum2.pdf
erişim tarihi 16.03.2012.
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss1140m.htm erişim tarihi 15.03.2012
(http://www.who.int/violenceprevention/approach/definition/en/
14.03.2012)
erişim
tarihi:
http://whqlibdoc.who.int/publications/2007/9789241595476_eng.pdf
14.03.2012)
erişim
tarihi:
http://whqlibdoc.who.int/publications/2010/9789241564007_eng.pdf
16.03.2012
erişim
tarihi:
http://www.undp.org.tr/TRaboutUsDocvuments/NamusCinayetleri.pdf
16.03.2012.
erişim
tarihi:
http://www.ihb.gov.tr/dosyagoster.ashx?id=17 erişim tarihi: 16.03.2012.
769
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TOPLUMSAL CİNSİYET ÇERÇEVESİNDE KADIN
MAĞDURİYETİ: ANKARA ÖRNEĞİ
Esra SERDAR TEKELİ1
ÖZET
Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve bir sağlık sorunu olarak, günümüz
toplumlarında görülen evrensel bir problemdir. Kadınlara yönelik şiddet, sadece uygulayıcılar
tarafından değil, çoğu zaman tüm çevre tarafından da yaşatılmakta, ve kadın mağduriyeti
pekiştirilmektedir. Kadınlar, maruz kaldıkları şiddet tiplerine göre yargılanmakta, suçlanmakta
ve şiddeti hak ettiği gerekçesiyle, şiddet eylemi meşrulaştırılmaktadır. Dolayısıyla kadın şiddeti
bu onaylanma ile sürmekte ve sürekli kendini yinelemektedir. Bu noktada, şiddete ve kadın
mağduriyetine bakışı ortaya koymak önem kazanmaktadır.
Bu çalışma, aile içi şiddet ve cinsel şiddete uğrayan kadınlara toplumsal bakışı araştırmaktadır.
Bu bağlamda, sonuçlara ulaşmak için nitel veri toplama yöntemini kullanan bu araştırmada, alt
sosyo-ekonomik seviyeden bireyler seçilmiş ve Ayrancı ile Dışkapı semtlerinde mülakatlar
gerçekleştirilmiştir. Seçilen bireylere kartopu örneklem yoluyla ulaşılmış ve 16 adet yarı
yapılandırılmış soru yöneltilmiştir.
Araştırma sonuçlarında kadına yönelik şiddetin özellikle erkekler tarafından belli gerekçelerle
onaylandığı, özellikle cinsel şiddet mağduru kadınlara yönelik suçlayıcı bulgular elde edilmiştir.
Kadınlar da ise, mağdur kadına yönelik daha esnek bir yaklaşım belirlenmiştir. Toplumsal
cinsiyet algıları, kadınlarda değiştirilemez boyutta olmazken, erkeklerde değişime dirençli
olarak saptanmıştır.
Anahtar kelimeler: Toplumsal cinsiyet, Mağdur, Şiddet, Mağduru Suçlama
ABSTRACT
Violence against women, as a negligence of human rights and a health problem, is a universal
problem in today’s societies. Most of the time, violence against women is committed and
enforced not only by the offenders, but also by the whole environment and society. Women are
judged, indicted, and their violent victimization is even legitimized according to the violence
types they are exposed to. Therefore, the violence still continues and always repeats in this
supporting and justifying setting. At this point, it is very critical to lay out the aspects on
violence against women.
This study examines the social view about women that are exposed to domestic violence and
gender discrimination. In that regard, a qualitative methodology is applied in this research, and
interviews are made with socioeconomically low individuals residing in Ayrancı and Dışkapı.
These interviewees are selected by snowball sampling and they are asked 16 semi-structured
questions during the interviews.
1
Uzman , Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi , [email protected]
770
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
The findings of the research show that violence against women, mostly by the males, is justified
depending on some reasons, and there is significant evidence that sexually victimized women
are indicted by the males. Among females, violence against women is approached more softly.
It is also found that social gender perceptions are not unchangeable among females, whereas it
is pretty tough to change those perceptions among males.
Key Words: Gender, Victim. Violence, Blaming victim
GİRİŞ
Bu çalışmada birçok toplumda görülen ve evrensel bir problem olarak değerlendirilen kadın
mağduriyetine toplum odaklı yaklaşım araştırılmaktadır. Kadın mağduriyeti, kadına yönelik
toplumsal cinsiyet temelli şiddet içeren her türlü haksız fiil olarak kabul edilmiş ve bu bağlamda
haksız fiillere maruz kalan kadınların toplum tarafından nasıl değerlendirildiği araştırmanın ana
konusunu oluşturmuştur. Kadına yönelik şiddet olgusu ise geniş bir alanı kapsadığından, konu
aile içi şiddet ve cinsel şiddet olarak sınırlandırılmıştır.
Kadına yönelik şiddet, kadınlara zarar veren her türlü fiil olarak, insan hakları ihlaline girmekte
ve kadınları kurbanlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra kadınlar, ikincil mağduriyeti kolluk
kuvvetleri, adli merciler, sağlık görevlileri ya da medya tarafından yaşamaktadırlar ki bu
mağduriyet literatürde “ikincil mağduriyet” olarak tanımlanmaktadır. Bu süreçler ile baş etmeye
çalışan kadın aynı zamanda toplumsal dışlanma, ayıplanma gibi yaptırımlara da uğramakta ve
tüm hayatı boyunca bu baskıların izlerini taşımaktadır. Dolayısıyla belirlenen şiddet tiplerine
uğramak suretiyle mağdur olan kadına yönelik yaptırımlar yani toplumsal bazlı şiddet bu
araştırmanın temasıdır.
Bugün tecavüze uğrayan bir kadın, kısa etek giydiği için suçlanmakta, işinden, yaşadığı
çevreden uzaklaşmak zorunda kalmakta, bir ağabey kaçırılarak tecavüz edilen kardeşini
öldürürken “namus” bahanesi arkasına saklanmakta ve şerefini koruduğunu ileri sürmekte,
geleneksel rolüne aykırı davrandığı düşünülen boşanan kadına ev kiralanmamakta ve kadınlar
bu gibi çeşitli gerekçelerle gerek fiziksel şiddete maruz kalmak suretiyle gerek toplumsal
dışlanmayla karşı karşıya bırakılarak mağdur edilmektedirler. Toplumun değer yargıları
çerçevesinde şekillenen toplumsal cinsiyet kodları, bireyleri baştan ayağa sarıp sarmalamakta ve
bu motifler kitle iletişim araçları, eğitim kitapları ve grupsal baskılarla perçinlenmekte, kadın
faktörü her şekilde ikinci planda kalarak mağduru oynamaya mahkum olmaktadır. Kadınların,
gerek içsel gerek çevresel bir çatışma içinde kalarak kendini gerçekleştirmesi engellenmekte,
toplumsal cinsiyet rolleri kadın üzerinde baskı yaratarak ona geleneksel kadınlık rollerini dikte
etmekte ve yine toplumsal cinsiyete dayalı mitlerle kadının her hareketinin kısıtlanarak,
denetlenerek erkek tahakkümü altına sokulmaktadır.
Şiddet mağduru kadınların toplumda mağdur olarak görülüp görülmemesi ve bununla birlikte
cevabın altında yatan toplumsal kabuller, bu çalışmanın ana problemidir. Bahar’a göre (Bahar,
2006:4) , mağduriyet tanımları sosyal faktörlerden etkilenmektedir. Dolayısıyla mağduriyete
bakış ve yüklenilen anlam, kültürel kodlar ve değerlerden bağımsız değildir.
Kültürün üç boyutlu analizinden bahseden Dikeçligil (Dikeçligil, 1993:42), kültürün bilişsel,
normatif ve maddi unsurlarından bahseder. Normatif boyut sosyal etkileşimi düzenleyen bütün
kuralları kapsar. Bir sosyo-kültürel etkileşimde referans noktaları olan inançlar, fikirler ve
771
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
değerlerin bilişsel boyutu oluşturduğunu belirtmektedir. Bilişsel boyut, bireyin kendisi,
başkaları ve çevresi hakkında sahip olduğu her türlü anlam, inanç, yorumlama, değerlendirme
ve düşünme kalıplarıdır. Kültürün maddi boyutunda yer alan nesneler ise, kognitif boyutta
içselleştirilmiş olan anlam kodunun, yani amacın normatif boyutta şekillenmesini,
dışsallaşmasını sağlayan maddi araçlardır (Dikeçligil, 1993:42). Bu bağlamda neyi, niçin
yaptığımızı içeren bilişsel boyutun dışa vurumu normatif boyutu oluşturur ve davranışlarımıza
yön verir. Bunu anlamanın en iyi yolu ise, bireylerin ne düşündüklerine yönelik anlam kodlarını
ortaya çıkarmaktan geçmektedir. Şiddet mağduru kadın ile şiddet uygulayan erkek, toplumsal
ilişkiler sisteminin birer parçasıdırlar. Ve şiddet uygulayan bir erkeğin toplum tarafından
desteklenip desteklenmediği, şiddet mağduru bir kadının ise yaşadığı şiddetin toplum tarafından
hangi tepkiler ile karşılaştığı önemli bir sorundur. Bu bağlamda, araştırmada katılımcılar üç
kademede incelenmiştir. Şiddeti uygulayanlar, şiddeti deneyimleyenler, şiddeti yaşayan ve
yaşatanlar olarak şiddete dışarıdan bakanlar. Yani katılımcılar bu üç bileşeni de barındırmaları
açısından önemlidir.
Araştırma sonuçlarına ulaşmak için nitel veri toplama yöntemi kullanılarak Ayrancı ve Dışkapı
semtlerinde yaşayan 20 kişiye 16 adet yarı yapılandırılmış soru yöneltilmiştir. Elde edilen
bulgular, kadınlar ve erkeklerde, kadına yönelik cinsiyet temelli bir ayrımcı yaklaşımın
bulunduğunu göstermektedir.
CİNSİYET TEMELLİ ŞİDDET
Toplumsal cinsiyet kavramı günümüzde kadın-erkek eşitsizliğini belirttiği anlamı açısından
oldukça önemlidir. Cinsiyet biyolojik, fiziksel, anatomik gibi kavramlarla açıklanırken
toplumsal cinsiyet, psikolojik, kültürel ve sosyal anlamlara atıfta bulunur (West and
Zimmerman, 1997). Toplumsal cinsiyet kategorisi, kişinin kendisiyle yeterince mantıklı bir bağ
kurabilmesi ve bunun neticesinde etkileşimin devam edebilmesi için gerekli birkaç önemli
sosyal kategoriden biridir (Ridgeway and Lowin, 1999: 191-216). Dolayısıyla bireyin kendisini
toplum içerisinde tanımlama durumu da önem kazanmaktadır. Ancak burada da toplumun
istediği bir tanımlama yapacaktır.
Cinsiyetimiz doğal, biyolojik ve değişmez iken, toplumsal cinsiyet insan tarafından icat edilen,
zamana, kültüre ve aileye göre değişebilmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyetimizin
cinsiyetimizle ilişkisi yalnızca bir yere kadardır. Örneğin bir kadın çocuk doğurur, onları besler
fakat bundan başka kadınların yapıp erkeklerin yapamayacağı ya da erkeklerin yapıp kadınların
yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla kadın ya da erkek olmakla özelliklerimizin,
rollerimizin ya da kaderlerimizin ister istemez belirlenmesi söz konusu değildir (Bhasin,
2003:3).
Toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsal cinsiyet rollerini de beraberinde getirmektedir. Kız ya da
erkek cinsiyeti ile dünyaya gelen her birey, yaşadığı toplumda kadına ya da erkeğe
dönüştürülmekte ve hayatı boyunca, en azından içinde yaşadığı kültürde bulunduğu süre
boyunca, bu rollere uygun davranması kendisinden beklenmektedir.
Toplumsallaşma sürecinden sonra cinsiyet kavramı artık, çeşitli fizyolojik farklılıklara sahip
basit bir eril/dişil ayrımından daha fazlasını ifade eder. Erkek ve kadın olma durumuna yüklenen
anlamlar, sosyal hayatta geçerli olan ve kamuoyu algısında yer etmiş rollerin içerisinde sıkışıp
kalır. Böylece biyolojik cinsiyet yerini “statü belirleyici” bir özelliğe sahip olan “toplumsal
cinsiyet” anlayışına bırakır. Artık kadınlar ve erkekler, yalnızca toplumsal paradigmanın onlar
772
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
için belirlediği eylemleri uygulamakla yükümlüdürler (Caner, 2004:17).Cinsiyet rollerinden
sapma durumunda Bahsin’in örneği dikkat çekicidir:
Cinsiyetçi rollere uymama cesareti gösteren kadınlara yönelik
tepkinin en berbat örneğine Kerela’da bir köyde tanık oldum.
Üç genç kadın işçi, erkek meslektaşlarının köydeki bara her
gün gittiklerini görür. Bir gün sırf eğlence olsun diye onlar da
aynısını yapmaya karar verirler. Bu davranış, her çeşit
erkeğin onları takip edip cinsel taleplerde bulunmalarına yol
açar. “İyi” kadınların adım bile atamayacağı bir mekana
girme cesareti gösterdikleri için onlar artık “kötü”
kadınlardır. Mantık şu: “Bir bara girebiliyorsan cinsel
ilişkiye de girebilirsin”. Bu toplumsal taciz ve alayla başa
çıkamayan kızlardan ikisi intihar etti. (Bhasin, 2003:11-12).
Kendisine öngörülen davranış kalıplarının aksine davrandığı düşünülen kadının mağduriyeti işte
bu noktada başlamaktadır.
Öncelikle belirtilmektedir ki, mağdur bilim yani victimoloji, suç mağduru olma açısından
kadınları dezavantajlı olarak konumlandırmaktadır. Şiddet suçlarından (özellikle cinsel saldırı
ve diğer cinsel suçlar) en fazla etkilenenin de yine kadınlar olduğunu belirtmektedir.
Mağduriyet riskinin cinsiyete göre olduğunu belirten Davies (akt. Cankurt, 2010:34), özellikle
boşanmış, yalnız, yoksul ve evsiz kadınların mağduriyet risklerinin daha fazla olduğunu öne
sürmektedir.
Kadına yönelik şiddet sonucu oluşan kadın mağduriyeti ve bu mağdurlara bakışı konu edinen bu
araştırmada aile içi şiddet ve cinsel şiddet mağduriyeti ön plana çıkarılmıştır. Aile içi şiddet,
kadına yönelik şiddetin en aşikar tarafıdır. Bazı araştırmalara göre, insanın yaratılışındaki en
büyük zıtlıklardan biri en yaralayıcı davranışların en sevilen kişiler arasında meydana
gelmesidir. Sayısal verilere göre de samimi kişiler arasındaki fiziksel şiddet oranları rahatsız
edici derecede yüksektir (İçli, 2007:384). Hane içinde daha güçlü olanlar (ekonomik güç veya
haneyi idare etme gücü) daha güçsüz ve bağımlı olanlara şiddet uygulamaktadır. Bu da
genellikle baba, ağabey, koca ve yakın erkek akrabalar olmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010:41).
Kadınlar yakınları tarafından sadece ev içinde değil ev dışında (sokak, işyeri ..v.s) da şiddete
maruz kalmaktadırlar. Dolayısıyla aile içinden kast edilen şiddetin meydana geldiği mekan
değil, ilişkilerin niteliği, şiddet uygulayanın yakınlığıdır. Bununla birlikte kadına yönelik aile içi
şiddet, aslında “mahrem” olan alanda, kadının en savunmasız olduğu anda en yakınından
gördüğü şiddet olarak ev dışında yaşanan şiddetten daha yaygındır.Aile içi şiddet, sadece
fiziksel olarak gerçekleşmemekte, çoğu zaman sözel, ekonomik ve cinsel şiddet de söz konusu
olabilmektedir.
Aile içinde yaşanan cinsel şiddet, çoğu zaman mahrem bir konu olarak algılanmaktadır.Öyle ki
partner tarafından uygulanan cinsel şiddet, aile içi bir mesele ve kadının yerine getirmek
zorunda olduğu bir görev anlayışından hareketle suç olarak adledilmeyen ancak ülkemizde ve
dünyada çok yaygın olarak görülen bir olgudur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl
kadınların %10-14 ü partnerleri tarafından tecavüze uğramaktadırlar (wcsap.org, 2011). Bu
773
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şiddet türü, mağdurun çok yoğun acı çekmesine neden olsa da çoğu toplumda normal olarak
karşılanmaktadır. Burada yasaların da etkisi büyük olmuştur zira uzunca bir süre kocanın
uyguladığı cinsel şiddet, yasalarda da suç olarak kabul edilmemiş ve kadınları bu
mağduriyetlerini fark edememişlerdir. 17. yüzyılda İngiltere’de kocanın karısına tecavüzü suç
olarak sayılmamıştır. Çünkü evlilik birliği zaten kadının cinselliğini kocasına sunması anlamına
gelmektedir. Bu konuda köklü değişimler yaşanmasında feminist hareketler etkili olmuş ve bu
etki yasalara da yansımıştır. Bugün Amerika’da 50 eyalette evlilik içi tecavüz suçtur (Emek,
2010:185).Buna rağmen aile içi tecavüzü suç saymayan bazı ülkeler de mevcuttur. Örneğin aile
içinde tecavüze Almanya, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda ve İsviçre ceza vermeyen ülkeler
arasında yer almaktadır (Öztürk, 2010:62). Örneğin Pakistan’da bir kadının zorla ırzına geçilse
bile, kadın zina suçundan yargılanmakta ve hapse atılmaktadır (Atman, 2003:333). Ülkemizde
ise evlilik içi istenmeyen cinsel ilişkilere yönelik cezai yaptırımlar 2005 yılında yürürlüğe giren,
26 Eylül 2004 tarihli, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda evlilik içi ırza geçme açık hüküm
altına alınmıştır.
Cinsel şiddet, evlilik içinde oluşabileceği gibi, kadının hiç tanımadığı bireyler tarafından da
gerçekleştirilebilir. Cinsel şiddetin en ağır ve açığa vurulması en zor olan bir türü tecavüzdür.
Tecavüzü diğer şiddet biçimlerinden ayıran ise cinsel ilişki içermesidir. Tecavüzcülerin cinsel
içerikli eylemleri, gündelik hayatımızda rızamızla gerçekleştirdiğimiz eylemlerden farklıdır.
Tecavüz eylemi, zorla cinsel ilişki vasıtasıyla gerçekleşmekte ve bu da tecavüzü bir suç haline
getirmektedir (Fairstein, 1993.13-14).
Bir kadının belirli bir erkekle cinsel ilişki kurmak istememesi karşısında erkeğin zor kullanması
durumunda cinsel zorbalık ya da ırza geçme suçu işlendiğini belirten Brownmiller (1984),
kadının bunda hiçbir suçu olmaksızın yasal tanımın böyle olmadığını ve olmayacağını
belirtmektedir. O’na göre toplum sözleşmelerini yazmak için bir araya gelen eski aile başkanları
ırza geçmeyi kendi erkek güçlerini kabul ettirmek için kullanmışlardı. Dolayıyla ırza geçme,
kadınların bir onaylama ya da yadsıma sorunu olarak düşünülemezdi. Irza geçme yasalara, arka
kapıdan girerek, erkeğin erkeğe karşı işlediği bir mülkiyet suçu olarak geçti. Mülk ise kadındı
(Brownmiller, 1984:18-19).
Tecavüz, failin erkek mağdurun ise kadın olduğu, cinsel şiddetin bir türü olarak tüm dünya
toplumlarında var olmuş önemli bir kadın sorunudur. Tecavüzün var olmadığı hiçbir modern
kültür bulunmamakla birlikte, sıklığı toplumdan topluma önemli ölçüde değişmektedir. Amerika
Birleşik Devletleri’nin tecavüz olaylarının görülmesi bakımından ön sıralarda olduğunu belirten
Scully (1994:63-64), bu saptamadan dolayı tecavüzü Amerika’ya özgü suç olarak
değerlendirmektedir. Nitekim 1980 yılında Amerika’da ihbar edilen tecavüz ve tecavüz girişimi
olayları Galler ve İngiltere’de görülenden 18 kat fazladır. ). Godenzi ise, (1992) Amerika’da
yılda yaklaşık 25.000 tecavüz olayının yaşandığını, İsviçre’de ise bu rakamın 4.000 civarında
olduğunu vurgulamaktadır (Godenzi, 1992:13). National Victim Center’ın 1992’de yaptığı
araştırmada mağdur anketleri sonucunda göre, her 8 kadından biri yaşamları boyunca cinsel
suça maruz kaldığı saptanmıştır (akt. Gölge , Yavuz ve Yüksel, 2006:2). Türkiye’de ise her 26
dakikada bir kişi cinsel saldırıya uğramaktadır. Adalet bakanlığı istatistiklerine göre, 2008
yılında Türkiye’de 14 bin 337 cinsel suç işlenmiştir (vakithaber, 2010).
Cinsel suç mağdurları, yaşadıkları bu eylemleri büyük oranda saklama eğilimindedir.
Literatürde “siyah sayılar” olarak adlandırılan bu olgu, polis ve adli makamlara bildirilmediği
için suç istatistiklerine yansımayan ve karanlıkta kalan suçları ifade etmektedir (Sokullu-
774
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Akıncı’dan akt. Dinler, 2006:51). Aile içi şiddet olgusunda da rastlanan benzer durum daha çok
cinsel suçlarda kendisini göstermektedir. Toplumda yaygın olarak hala varlığını sürdüren
geleneksel mitler, kadınları maruz kaldıkları suç çeşitlerine göre yargılamaktadır. Tecavüz
mağduru bir kadın, faili tahrik etmekle suçlanabileceği ve kendisine yönelik iffetsiz, namussuz
gibi yaklaşımlara uğramaktan korktuğu endişesiyle bu suçu bildirmemektedir. . Bu bağlamda
viktimoloji literatüründe yer alan “mağdurun suçlanması”, “mağdurun kışkırtması”
kavramlarının irdelenmesi önemlidir.
MAĞDURU SUÇLAMA
Şiddet eyleminden zarar gören kadınlar sevdikleri, çevreleri ve çeşitli sosyal kurumlar
tarafından negatif tepkiler almaktadırlar. Peki bazı mağdurlar ve şiddet suçu kurbanları, kendi
suçları olmaksızın neden sorumlu olarak tanımlanırlar? Bu sorunun cevabı Viktimolojinin,
araştırma alanlarından bir diğeri olan kurbanın suçtaki rolü ve sorumluluğu kavramına karşılık
gelmektedir. Bu bağlamda viktimoloji, mağdurun başına gelen suç eylemlerinde katkısı
olduğunu savunmaktadır. Mağdurlar hakkındaki ilk çalışmalarda ampirik deliller olmaksızın
mağdurların da bazı suçların işlenmesinde sorumlulukları olduğu öne sürülmüştür (Bahar,
2006:3).
Geleneksel olarak modern batıda mağdura bakışta iki temel yaklaşım hakimdir. İlk yaklaşım
mağduru suçlamaya işaret eder. Suçlanan; kocası tarafından hırpalanmış, tecavüze uğramış,
rengi farklı olan ya da ekonomik yönden dezavantajlı biri olabilir. İkinci yaklaşım şiddetten
sorumlu tutulan erkeklere yöneliktir, savaş askeri, siyasetçiler ya da aile içi şiddetten sorumlu
olan kocalar gibi. Bu iki yaklaşım şiddet ve eziyetin çözümlenmesinde başarısızdır ve ikisi de
şiddetin alevlenmesine sürekliliğine neden olmaktadır (Zur, 1994.15-36).
Mağdurun suçu tahrik etmek suretiyle suça neden olduğu kanısının yaygın olduğu bir suç grubu
olarak cinsel suçlar (Sokullu, 2006:128), bu konuda birçok mitin yer aldığı bir olgudur.
Mağdurun suçlandığı en belirgin durum olarak tecavüz gösterilmektedir (Zur, 1994.15-36).
Tecavüz olgularında kadın mağdurlar sıklıkla provoke eden, baştan çıkarıcı, müstehcen, sataşan,
ve ya sadece “bunu isteyen” olarak tasvir edilmektedirler. Bu mitlerde erkekler ise cinsel
anlamda kışkırtıcı kadınlara cevap veren, çaresiz varlıklar olarak görülürler.
Benzer şekilde aile içi şiddet olgularında da kadınlar mazoşist olmakla, bunu istemek ve hak
etmekle suçlanmaktadırlar (Zur, 1994.15-36). Bu bağlamda “mağdurun kışkırtması” kavramı
mağduru suçlamayı kolaya indirgemektedir. Bu kavram korkunç bir olayın vuku bulduğunu,
ama kurban başka türlü davranmış olsaydı söz konusu suçun önlenmiş olabileceğini ileri sürer
(Brownmiller, 1984.460).
Mağdurun suçlanması, bir suç ya da kaza kurbanının, suçtan dolayı sorumlu tutulmak suretiyle
bir değersizleştirmeler eylemidir (crcvc.ca, 2009). Bu değersizleştirme eylemini özellikle
tecavüz olgusunda kökleşmiş efsaneler ile içi içe geçmiş bir yapıda görmek mümkündür. Ve bu
olgu tecavüzü meşrulaştırma aracı olarak toplumun tüm kesimlerinde yaygındır. Bu şiddet
mağdurları kiminle birlikte olduğu, ne giydiği, nasıl konuştuğu, gece geç saatte dışarıda olduğu
ve onlara karşı işlenen şiddeti hak etmek için ne yapmış olabileceği gibi söylemlere maruz
kalmaktadırlar. Bunlar tecavüz efsaneleri olarak adlandırılmaktadır.
Lonsway ve Fitzgerald (1994:134) tecavüz efsanelerini, kalıp yargıların en iyi
kavramsallaştırılması olarak tanımlamaktadırlar. Buna göre tecavüz mitlerini,
“erkeklerin
kadınlara tecavüz etmesini inkar eden ve haklı çıkaran, genel olarak yanlış ama büyük
775
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çoğunlukla ve ısrarla kabul gören tutum ve davranışlar” olarak tanımlamışlardır. Erkekler
tecavüz mitlerini (efsanelerini) yaptıkları tecavüzü inkar etmek ya da erkeklerin tecavüzcü
olduğunu inkar etmek amaçlı kullanabilirler, kadınlarsa tecavüze uğradıklarından dolayı kişisel
hassasiyetlerini ve kırılganlıklarını inkar etmek için kullanabilirler.
Mağdurlara yönelik suçlamalar elbette geleneksel yapılar ile şekillenmektedir. Ancak kadına
atfedilen değerler, kültüre göre değişmekle birlikte evrensel olarak dünyanın bir çok yerinde
aynı şekilde kendini gösterir. Bu suçlamaların temelini kadınlara yönelik öğrenilmiş önyargılar
oluşturmaktadır. Bir çok toplumda var olan cinsiyet ayrımcılığı (örneğin Amerika Birleşik
Devletleri, Kanada, Avustralya). Batı ülkelerinde yapılan çalışmalarda cinsel zorlamayı ortaya
çıkaran önemli bir öngörü olarak belirlenmiştir (Sakallı, Salman, Turgut, 2010:871). Tecavüze
ilişkin önyargıların kabulü, toplumlar içerisinde de farklılık göstermektedir. Farklı meslek
grupları ile yürütülen araştırmalar sonucunda psikologlar, sosyal çalışmacılar ve danışmanların
tecavüz mağdurlarına yönelik olumlu ve destekleyici tutumları ön plana çıkarken, polis
memurlarının ise tecavüz kurbanlarına ilişkin en olumsuz tutumları benimseyen grup oldukları
bulunmuştur.(Ward , Lee Cheung’dan akt. Çoklar, 2007:31).
KURAMSAL ÇERÇEVE
Sosyal öğrenme kuramı, bu araştırma açısından birçok yönden önem taşımaktadır. Çünkü
araştırmanın ana ekseninden biri olan toplumsal cinsiyet rolleri, bu kurama göre daha çocuk
yaşta öğrenilmekte ve çevresel pek çok etkenle pekiştirilmektedir. Bunun yanı sıra araştırmanın
temel noktalarından bir diğeri olan şiddet ve saldırganlık da öğrenilen bir davranış olarak sosyal
öğrenme kuramı ile açıklanabilmektedir. Şiddetin öğrenilmesi kadar şiddetin normal olarak
sıradanlaşması ve şiddet karşısındaki çaresizliğin de öğrenilmesi söz konusudur. Bu bağlamda
öncelikle sosyal öğrenme kuramı, cinsiyet gelişiminin ve farklılıklarının ortaya çıkmasında
öğrenme davranışının etkisinden söz eder (Dökmen, 2010). Çocuklar daha doğumlarından
itibaren cinsiyetlerine göre farklı değerlendirilir ve her iki cinse daha bu aşamadan itibaren
farklı roller biçilmiştir.
Kadın ve erkeğin farklı rol kalıpları içersisinde davranmasını, bireylerin kadın ve erkek figürleri
gözleyerek öğrendiklerini savunan bu kuram, kadın ve erkek olmanın da öğrenilmesi için
yaşanılan sosyal çevrenin önemli bir kaynak olduğunu öne sürer. Öğrenme mekanizması ise bu
süreçte kadın ve erkeğe, toplumdaki hiyerarşiyi ve dolayısıyla toplumdaki sosyal konumunu
gösterir. Özellikle toplumumuzda cinsiyet rollerine ilişkin tanımlamalar açıkça ortaya konmuş
ve kadın ve erkeğin toplum içerisinde nasıl olmaları ya da olmamaları gerektiği tanımlanmıştır.
Bu noktada kadına atfedilen değerlerin de bu öğrenme sürecinde şekillendiği savunulabilir. Bir
kız çocuğu çevresindeki en yakın model olarak annesini, erkek çocuğu ise babasını gözleyerek,
toplumsal hayatta nasıl olmaları gerektiğini öğrenirler.
Aile içi şiddet, model alarak öğrenme konusunda önemli veriler barındırmaktadır. Eşlerin
birbirine yönelik saldırgan tutumları, çocukların saldırganlığı öğrenmelerine sebep olmaktadır.
Bu durumda şiddet ortamında büyüyen bir erkek çocuk istediği olmadığında tıpkı babası gibi
şiddet davranışını sergileyebilir. Buna karşılık annesini şiddet ortamında görerek büyüyen bir
kız çocuğu, şiddeti doğal karşılayabilir. Araştırmamız çerçevesinde yapılan mülakatlarda
şiddete uğradığını ifade eden kadınlar, annelerinin de babaları tarafından şiddet gördüğünü
belirtmişlerdir. Şiddet gören ya da uygulanma anında bulunan bir erkek çocuğunun da ileride
eşine ya da çocuklarına şiddet uygulama ihtimali yüksektir.
776
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu bağlamda Bandura’ya göre, insan saldırganlığının kökeninde ne şiddete yönelik içsel istek,
ne de engellemeye bağlı olarak doğan saldırganlık dürtüsü bulunmaktadır (Adak, 2004:29).
Bandura’nın kuramında insanların birbirlerine karşı saldırgan tutumlar göstermelerinde üç
neden vardır:



Geçmiş deneyimleri sonucunda saldırgan davranış kazanmaları
Bu türden tepkileri yüzünden takdir görmeleri veya ödüllendirilmeleri
Özel, sosyal ve çevresel şartlar tarafından doğrudan teşvik edilmeleridir (Kaplan’dan
akt.Adak, 2004:30).
Sosyal öğrenme kuramına göre cinsiyet rol beklentilerinin açıkça tanımlandığı ve katı
yaptırımların uygulandığı toplumlarda, bir cinsiyetteki davranışlar arasında önemli bir tutarlılık
olacaktır. Bu tutarlı modellerin varlığı ve uygun davranışların pekiştirilmesi ile geleneksel
cinsiyet rolleri bir kuşaktan diğerine aktarılarak sürdürülür (Dökmen, 2010:62).
YÖNTEM
Araştırmanın evreni Ankara ili, örneklemi ise Dışkapı ve Ayrancı semtlerinde yaşayan ve
kartopu yöntemi ile ulaşılan 10 evli çifttir. Kartopu örnekleminde, evrene ait ilk temas kurulan
kişi, ikinci katılımcıya ulaşılmasında yardımcı olur. İkinci katılımcı da bir diğerine ulaşmada
öncülük eder ve bir kartopunun büyümesi gibi katlanarak giden bir süreç başlar (Yazıcıoğlu ve
Erdoğan, 2004:45). Araştırmada katılımcılara uygulanmak üzere 16 adet sorudan oluşan yarı
yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Sorular yarı yapılandırılmış tarzda oluşturulmuş
ve gerektiğinde spontan sorular yöneltilmiştir. Hazırlanan sorular araştırmacı tarafından
katılımcıların evlerine gidilerek uygulanmıştır. Zira nitel araştırma
olayları
doğal
ortamında, doğal oluşumu içinde tasvir eder.
BULGULAR
Daha önce de belirtildiği gibi araştırmanın kapsamını, alt sosyo-ekonomik statüden, kartopu
örneklem yöntemi ile seçilen 10 kadın 10 erkek olmak üzere toplam 20 kişi oluşturmaktadır.
Görüşülen çiftlerin demografik özelliklerine bakılacak olursa ilk kategori doğum yerleridir.
Katılımcıların 14’ü Doğu Anadolu, 4’ü İç Anadolu kalan 2’si ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi
kökenli olduklarını belirtmişlerdir. Burada dikkat çeken husus, çiftlerin karı-koca aynı şehir
doğumlu olmalarıdır.
Katılımcıların eğitim durumlarına bakılacak olursa kadınların 4’ü ortaokul, 4’ü İlkokul mezunu
iken, geri kalan 2 bayan katılımcı okur-yazar olmadıklarını belirtmişlerdir. Erkek katılımcıların
ise 5’i ortaokul, 3’ü ilkokul mezunu ve diğer ikisi lise terk olduklarını ifade etmişlerdir.
Katılımcıların yaş faktörüne göre dağılımında ise erkeklerde yaş aralığı 35-54 arasında iken,
kadınların yaş aralığı 24-51 arasında değişmektedir.
Kadın ve Erkeğin Toplum ve Ailedeki Rolü
Cinsiyet rejiminin en önemli noktası, kadınlık ve erkekliğe yönelik yaygın inançlar ve
değerlerdir. Buna yönelik sorgulamalar, kavramsal bir soyutlama olan cinsiyet rejiminin somut
ilişkiler içinde nasıl göründüğünü, nasıl üretildiği ve nasıl yeniden üretildiğini anlayabilmek için
yardım eder (TESEV,akt. Ökten,2009). Katılımcıların, kadın ve erkeklik tanımlarının
irdelenmesi, kadına yönelik şiddetin görünümü ve meşrulaştırılmasının altında yatan örüntüleri
777
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ortaya koyabilmek adına önemlidir. Bu bağlamda katılımcıların erkek
tanımlamalarında geleneksel cinsiyet kodlarının hakim olduğu görülmektedir.
ve
kadın
Kadın ve erkek tanımları, katılımcı kadınlar ve erkekler tarafından benzer şekilde ortaya
konmuştur. Buna göre kadınlık, nazik, anaç, sessiz, fazla konuşmayan, erkeğe sadık olması
gereken, itaatkar, idareci, bulaşık, çamaşır, ütü, yemek gibi ev işleri ile alakadar olması gereken
olarak tanımlanmaktadır. Erkelik ise güçlü, koruyucu, sert, çocukların korkması gereken baba,
evin reisi, ailenin -özellikle kadınların- koruyucusu ve denetmeni olarak tanımlanmıştır. Kadının
aile içerisindeki sorumlulukları ev işleri, çocuk bakımı ile sınırlandırılırken, bu yükümlülükler
kadının evliliği ve hayattaki başarısının bir göstergesi olarak belirtilmiştir.
Erkek katılımcılar kadınların hayatlarındaki yeri konusunda temelde kadın katılımcılarla benzer
düşüncelere sahiptirler. Kadınların kendilerine ve çocuklarına bakmaları, eve yönelik
ihtiyaçlarını karşılamalarını ve annelik vazifesini yerine getirmesi gerektiğini ifade
etmekledirler. Özellikle erkek katılımcıların, kadınların kadınlıklarının gereği olarak susmaları
ve eşlerini kızdıracak davranışlardan kaçınmaları konusunda daha hassas davranmaları gerektiği
yönünde düşüncelere sahip oldukları görülmektedir.Bu konuda bazı kadın katılımcıların
erkeklerle benzer fikirleri paylaşmaları dikkat çekicidir.
…roller karışırsa sorun çıkar. Kadın bir adım geri olmalı yani.
Konuşacağı yer var karışacağı şey var…(E2, Çorum 54)
…İyi anne olsun iyi kadın olsun. Erkek zaten çalışıp
didiniyor. O da evinde didinsin, akşam adam eve geldiğinde
yemek yiyecek ben ona çok dikkat ederim.(E3, Kars, 44).
…kadın anneliğini hanımlığını bilecek. …erkeğe tabidir
kadın. Yemek yapacak, temizlik yapacak. Kocadan sonra eve
girene kızarım ben. ...(E1, Erzurum, 47).
Kadın ve erkeğin aile ve toplum içerisindeki duruşlarına yönelik bu düşünceler, katılımcıların kız
ve erkek çocuklarına yönelik davranışları ve onları yetiştiriş tarzları konusunda da etkin olarak
görülmektedir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyetler arası güç ilişkilerinin, eşit bir temel üzerine
oturmadığı ataerkil toplumlarda, sosyalleşme süreci ile kazanılan ve yeniden üretilen bir davranış
biçimidir (Doyran, 1996:72). Dolayısıyla, kadına yönelik şiddeti, ve bu şiddet türlerine bakışı
ortaya koymak için kadınlık ve erkeklik tanımlarının önemli olduğu kadar, bireylerin bu tanımları
kendi çocuklarına aktarışları da önem kazanmaktadır. Toplumsal cinsiyet örüntülerinin çocuk
yaşta ve en önemli sosyalizasyon aracı olan aileden kazanıldığı düşünülürse, bu saptama hiç de
yanlış değildir.
Kız ve erkek çocuğun yetiştirilmesi konusunda, katılımcılar her ne kadar eşitlikten yana
olduklarını ifade etseler de söylemlerinde bu konuda tezata düştükleri görülmektedir. Kız çocuğu,
erkeğe göre daha geri planda, kollanması gereken, güçsüz, kendini koruyamayan olarak
tanımlanmış; erkek ise tam tersi kadını her türlü kötülükten koruyacak tek güç olarak tasvir
edilmiştir. Kadınların en çok erkekler tarafından şiddet eylemleri ile mağdur edildikleri
düşünülecek olursa bu durum ciddi bir tezat oluşturmaktadır. Kadınlar kendilerini erkeğin gücüne
teslim etmişler, erkekler ise hayatın her alanında güç ve baskılarını kadınlar üzerinde uygulayarak
kadın üzerinden kendi iktidarlarını gerçekleştirme alanı yaratmışlardır.
778
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Fiziksel Şiddet Yaşama ve Uygulama Deneyimleri ve Bu Şiddete Uğrayanlara Yönelik
Düşünceler
Araştırma bulgularına göre 10 kadından beşi eşleri ya da babaları tarafından şiddete uğradıklarını
belirtmişlerdir. Şiddet eylemini açıklayan kadınların tamamı Dışkapı semtinde ikamet edenlerdir.
Kadınların üçü , kesin bir dille eşlerinden şiddet görmediklerini ifade etmişlerdir.Bu beyanda
bulunan kadınların biri ise şiddet görmediğini ancak kocasının buna yeltendiğini açıklamıştır.
Erkeklerin şiddet uygulama davranışlarına bakılacak olursa, katılımcıların dördü şiddet
uyguladığını itiraf etmiştir. Ancak kadınların beşi şiddete maruz kaldığını belirttiği için
erkeklerden birinin karısı söylediği halde şiddeti gizleme tavrında bulunduğu gözlenmiştir.
Bu katılımcıya şiddet uygulayıp uygulamadığı sorulduğunda verdiği cevap şu şekildedir:
Yok yapmadım hiç…hanım ne dedi abla?Yapmadı demiştir,
yapmadım valla…(E3 , Kars , 44)
Fiziksel şiddet konusunda üzerinde durulması gereken önemli konulardan ilki, kadınların şiddet
eylemlerini kategorileştirdikleridir. Görüşülen kadınların bazıları, hafif vurma, tokat, itme gibi
eylemleri şiddet olarak değerlendirmemektedir.
Erkek katılımcıların şiddet sebebi olarak gösterdikleri nedenler, kadınların belirttiği nedenlerden
çok da farklı olmamakla birlikte, özellikle katılımcılardan birinin söylemleri dikkat çekicidir:
Bazısı var yemeği beğenmez döver , bazısı yemek yapmadı
diye döver.Allah var ben yemek yaptı diye vurdum
yani..Dövmedim ama tokatladım.Makarna yapmış çünkü.Ben
kabul etmiyorum , ev kadınıysan kocanın önüne tembel
yemeğini koymayacaksın.İşin ne sabahtan akşama kadar..(E5
, Diyarbakır , 48)
Şiddete uğrayan kadınların şiddet içerikli hikayeleri birbirinden çok da farklı değildir. Şiddete
uğrama nedenleri genellikle yemek yapmamak, kocanın yemeği beğenmemesi, çocuklarla ilgili
sorunlar, işten geç gelme olarak belirtilmektedir. Kocasının kendisine şiddet uygulayacağı sırada
engellediğini belirten kadınlardan biri bunun sebebini işten geç gelmesi olarak açıklamıştır.
Çevrede Şiddet Gören Yakın ya da Tanıdıklara Yönelik Düşünceler
Şiddet deneyimlerinin yanı sıra, şiddeti yaşayan ve yaşatanlar gözüyle şiddet mağduruna yönelik
düşünceler de önemlidir. Katılımcılara çevrelerinde şiddet gören kadınların var olup olmadığı
sorulmuştur. Kadınların tamamı çevrelerinde şiddet gören bir çok insan olduğunu belirtmişlerdir.
Yalnızca biri bizzat görmediğini ama fazlasıyla duyduğunu ifade etmiştir. Aynı soruya erkek
katılımcılardan bazıları “evet” yanıtını vermişlerdir. Bazıları ise, bu konuyu kadınların daha iyi
bileceğini çünkü kadınların bir araya geldiklerinde bu tarz konulardan konuştuklarını belirterek,
erkeklerin bu mevzuları pek konuşmadıklarını çünkü “mahrem” olduğunu söylemişlerdir.
Özellikle kadın katılımcılar, yakın ve tanıdıklarının şiddet deneyimlerini anlatırken, kendi şiddet
hikayelerinde olmadıkları kadar detaylı bilgiler vermişlerdir. Bu durum, kadınların içinde
bulunmadıkları bir dünya hakkında bilgi verirken daha rahat olduklarını göstermiştir. Kadınların,
başkalarının şiddet deneyimlerini tüm detaylarıyla ön plana çıkarmaları, kendi gerçeklerinden bir
nebze de olsa sıyrılma eğilimleri olarak yorumlanabilir. Zira kadınlar, kendi şiddet dünyalarını
779
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir anda unutup, daha dramatik şiddet eylemlerini sanki çok anormal ve olmaması gereken
olarak tasvir etmişlerdir.
Şiddete uğrayan kadınlara bakış, kadınlar gözüyle ortaya konduğunda daha çok acıma, üzülme
duygularının baskınlığı görülmektedir. Kadınlar, zihinlerinde kadına yönelik şiddeti
haklılaştırmak için nedenler yaratmaya konumlandırılsalar da, somut şiddet olaylarında erkeği
haksız, kadını ise korumasız ve çaresiz olarak değerlendirmektedirler.
…üst komşumun kocası, günde üç posta döver, içim ezilir
benim.(K1. Erzincan , 43)
Aynı sebepli şiddet eylemine maruz kalma durumunda kadınlar, kendi şiddet döngülerinde
kocalarını haklılaştırmak için bahaneler bulurken, başka erkeklerin benzer nedenlerle
dövmelerine karşı çıkmaktadırlar. Bir başka deyişle kadınlar kocalarını, araştırmacı gözünde
aklamak istemektedirler. Çevredeki kadınların şiddet hikayelerinde öne çıkan başlıca nedenler;
erkek çocuk doğurmamak, kocadan izin almamak, kocanın isteklerini reddetmek, kayınpederkaynana etkisi, kocaya asileşmektir. Bununla birlikte kadınların şiddet unsurunda erkeği haklı
gördüğü en önemli neden, kadının ihanetidir.
Bir Kadına Cinsel Saldırı Sebeplerine Yönelik Düşünceler
Araştırmanın ana temasını destekler nitelikte olan tecavüz mağduru kadına yönelik düşünceler,
toplumun alt kesiminin bu konudaki görüşlerini ve gerekçelerini ortaya çıkarmak açısından
önemlidir. Yapılan görüşmelerde ortaya konması gereken ilk ve önemli bulgu, katılımcıların
tecavüz kavramının içeriğine yönelik beyanlarıdır. Tecavüz, Dünya Sağlık Örgütü (WHO,
2002) tarafından, fiziksel ya da başka bir yolla zor kullanarak gerçekleşen cinsel birleşme
olarak tanımlanmıştır. Gerçekten de tecavüzün akla ilk getirdiği kavramaların saldırganlık,
zorlama olması gerektiği beklenirken, katılımcılar tecavüzün zorla ve isteyerek olması gibi bir
çeşitlemeye gitmişlerdir. Tecavüz mağduru kadına yönelik düşünceler, kadının isteyerek mi
yoksa zor kullanılarak mı bu eylemi yaşadığı hususunda ayrışmaktadır.
…Zorla mı yani?Zorla ise kötü tabi…
…Tecavüz zorla olursa kadın istemez , öylesi yanlış tabi…(E3 ,
Kars , 44)
…Saldırı diyosun, yani kendisi istememiş.(K7, Çorum, 45)
Bunun haricinde diğer kadınlar, tecavüzün yanlış, kötü zor katlanılacak bir olay olduğunu
belirtmelerinin yanı sıra, tecavüze uğrayan kadına yönelik düşüncelerini koşullara
bağlamışlardır. Bu koşullardan ilki katılımcıların tecavüzü çeşitlendirmeleridir. Tecavüzün
sebebi konusundaki net görüşler, kadının tecavüzcüyü tanıyor ise, erkeği ayartmış olabileceği
yönündedir. Dolayısıyla faili tanıma durumu, kadının durumuna kuşkuyla bakmak ve sıklıkla
kadını suçlamak için bir nedendir.
…sebebi ne olabilir?biri tanıyordur , takip ediyordur , kendine
yönelik bir ışık görmüştür kadında..erkeğe bi sormak
lazım..(K4 , Çankırı 51)
780
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
…Bazı kadınlar isteyerek yapıyor , sonra tecavüz diyor.Nasıl
ayırt edeceksin , aralarında tanışıklık varsa kadının da suçu
olabilir..(K8 , Kars , 24)
…Önce erkeklerle arkadaşlık ediyorlar, iş oraya geldi mi
tecavüz oluyor.(E7 , Çorum , 45).
Tecavüze uğrayan kadınlara ilişkin görüşlerde kadınının suçlu olduğunu düşündüren
koşullardan bir diğeri, kadınların yaşam tarzları, giyimleri, tavır ve davranışları olarak
belirtilmektedir.“Kendine sahip çıkan” kadının başına böyle bir olay gelmeyeceğini belirten
katılımcıların “kendine sahip çıkmak”tan kasıtları, geleneksel rollere uygun davranmaktır. Bu
hususta kız çocuklarının bu tehlikelerden korunmaları için, sıkı bir denetim altında, belli bir
adap ve terbiye çerçevesinde yetiştirilmeleri gerektiği noktasına tekrar tekrar vurgu
yapılmaktadır.
Tecavüz eden erkeklere yönelik genelleştirme, çoğunun sapık, ruh hastası olabileceği
yönündedir. Ancak bazı durumlarda kadınların etkisinin büyük olduğu, hiç kimsenin durup
dururken bu eylemi gerçekleştirmeyeceği ya da bu eyleme maruz kalmayacağı görüşü
hakimdir.
Kadının her koşulda dikkat çekmeden, göze batmadan, kendi halinde yaşaması gerektiği, tersi
durumda erkeklerin de kendilerine hakim olamayacakları görüşü öne çıkmaktadır.
Katılımcılardan özellikle erkekler, biyolojik olarak kadınlardan farklı olduklarına, erkeklerin
bazı dürtülerine engel olamadıkları için bu tarz davranışların sergilenmiş olabileceği
görüşündedirler. Bu dürtüleri kışkırtan ise kadınların davranış ve tavırlarıdır.
…Erkek de ne yapsın ama bazen tahrik edenler olabilir, Allah
böyle yaratmış engel olamıyor olabilirler. (E7, Diyarbakır, 48).
Tüm bu tanımlamalar, Burt’ün (akt. Iconis , 2008:304) tecavüz efsaneleri tanımına tekabül
etmektedir. Tecavüz efsaneleri, “erkeklerin kadınlara tecavüz etmesini inkar eden ve haklı
çıkaran, genel olarak yanlış ama büyük çoğunlukla ve ısrarla kabul gören tutum ve davranışlar”
olarak tanımlamıştır. Burt’e göre erkeklerin bu mitleri kullanmasındaki amaç tecavüzü ya da
erkeklerin tecavüzünü inkar etmek amaçlı olabilir. Kadınlar ise kırılganlıklarını ve kişisel
hassasiyetlerini inkar etmek için kullanırlar.
Cinsel saldırı fiiline maruz kalan kadınlara yönelik bir diğer yaptırım, mağdurun fail ile
evlenmesine yönelik düşüncelerin varlığıdır. Katılımcıların çoğu, mağdurun fail ile evlenmesini
sebebe göre değerlendirmişlerdir. Yüksel’de (1996:114), bu konuda benzer düşünceler ortaya
koymuş ve kadınların, uğradıkları bu fiil neticesinde toplum ve ailesinin gözünden düştüğünü,
bundan kurtulmak için de evlenme olabileceğini söylemiştir. Katılımcılar ise, eğer zor
kullanarak eylem oluştu ise, böyle bir evliliğin çok da doğru olmadığını, fakat çevre ve ailenin
baskısından kurtulmak için en iyi çare olduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda kadın katılımcıların
çok da müsamahalı olmadıkları görülürken, erkekler bu lekenin temizlenmesi için evlenilmesi
yönünde fikir belirtmişlerdir.
Kadınların yaşadıkları bu eylemleri saklamalarına yönelik en önemli bulgu, kadının suçlanacağı
ve bunun sonucunda da dışlanacağı korkusudur. Kadınlar bu eylemleri yaşamışlarsa “kötü
kadın” olarak değerlendirilebilirler.
781
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
…saklar tabi suçu yoksa bile öyle anlar herkes. Dışlanır.
Kötü kadın diye istenmez.(K1, Erzincan 43).
Tecavüzün kadınlar tarafından saklandığı gibi, erkekler tarafından da saklanabileceğine yönelik
görüşler bildiren katılımcılar, erkeklerin ceza alma korkusuyla bunu yaptıklarını, ya da tecavüz
ettikleri kadının “üstüne kalacağı”, onunla evlenmek zorunda kalacağı düşüncesiyle böyle
davrandıkları belirtilmektedir.
SONUÇ
Bu araştırmanın amacı, kadına yönelik cinsiyet temelli şiddete ilişkin toplumsal bakış açısını
ortaya koymaktır. Kadına uygulanan şiddet, gelişmiş ya da az gelişmiş ayrımı olmasızın
günümüz toplumlarının, önemli ve üzerinde durulması gereken bir sorunudur. Kadına yönelik
şiddet, toplumsal cinsiyet üzerine inşa edilerek kadını, erkeğe göre düşük konuma indirger ve
yaşamın her alanında kadının ikincileştirilmesine aracılık eder. Toplumsal cinsiyet ve kadına
uygulanan şiddet, karşılıklı bir etkileşim içerisinde kadının hayatının her kesitine yansımakta ve
kadının yaşadığı haksız fiillere, toplumsal haksızlıklar da eklenmektedir
Kadına yönelik yaptırımların ilk uygulayıcıları erkekler, erkelerin yaptırımlarını destekleyenler
de kamu sistemi ve sosyal çevredir. Bu durumda, kadın ile erkek arasındaki ilişki toplusal
cinsiyet kurgusunun öne çıkmasıyla “kirleten ve kirletilen” arasındaki garip ilişkiye
dayandırılmaktadır. Bu yaklaşım “kurban paradigması” olarak kavramlaştırılmış ve göreli
olarak toplumların gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak var olagelmiştir (Heidenshon’dan
akt.Savcı , 2004:7). Gündelik pratiklerde, kadın olgusuna yaklaşım, geleneksel kadınlık rolleri
çerçevesinde şekillenmekte ve bireyler bu kadınlık rollerini çok erken yaşta öğrenmeye
başlamaktadırlar. Bu öğrenme süreci, ailede başlamakta ve diğer çevresel etkenlerle
pekişmektedir. Bireyler, cinsiyetlerine göre toplumsallaşarak, sosyal hayatta “kadın” ve “erkek”
olarak nasıl davranmalarını gerektiğini öğrenmektedirler. Bu öğrenmeler zihinlerde “ideal kadın
ve erkeği” oluşturur. Bu kodlarla yetişen bireyler, yaşadıkları sosyal çevrelerdeki etkileşim ve
iletişimleriyle öğrendiklerini pekiştirirler. Kadın ve erkeğe yönelik oluşan kanılar, erkeği
kadının üstünde konumlandıran, kadını ise erkeğin denetim ve hizmetine sunan bir anlayışa
doğru ilerler. Gündelik pratiklerde alınan açık ya da örtülü mesajlar, kadın ve erkeğin rollerine
yönelik “olması gerekeni” ortaya koymaktadır.
Katılımcıların alt sosyo-ekonomik seviyeden seçilmiş olmaları ve ortaya konan bu sonuçlar,
literatür ile de paralellik göstermektedir. Araştırma dahilinde, sadece alt seviyedeki insanları
seçilmesi, sonuçların diğer toplumsal tabakalar ile karşılaştırılmasına engel teşkil etmiştir.
Ancak literatür bu konudaki eksiği kapatmıştır. Düşük eğitimli bireylerin, toplumsal cinsiyet
rollerine daha sıkı bağlı olduğu ve bunun sonucunda yaşanan kadına yönelik erkek temelli
yaptırımları daha fazla haklı buldukları görülmektedir. Bu bulgu, Çoklar’ın (2007)
araştırmasında da kendini göstermiştir. Buna göre düşük eğitimli gruptaki katılımcılar, cinsiyet
temelli sistemi, yüksek eğitimli katılımcılara göre daha fazla meşrulaştırmaktadırlar.
Genel olarak araştırma bulguları, toplumumuzun özellikle alt tabakalarında, toplumsal cinsiyet
kalıplarının yerleşik ve kadına belli ölçüde yaşam hakkı tanıyan bir örüntüde olduğunu
göstermektedir. Kadınlık ve erkekliğe ilişkin kültürel tanımlar, kadını ikincileştirirken, erkeği,
kadının sahibi olarak tanımlar. Böylece kadın, sadece hayatındaki erkeklere karşı sorumlu
tutulmuştur. Bu tutum, kadının mağdur olduğu zamanlarda bile değişmemiş, toplumun sahip
782
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çıkması gereken kadın, itilerek daha çok mağdur edilmiştir. Kadının her şeyden önce bir birey
ve bir insan olarak toplumda yer almasını sağlayacak en önemli adım ise, geleneksel cinsiyet
rollerini beyinlerdeki şeklinden farklı bir biçime sokmaktır. Bu da cinsiyet eşitliğini hayatımıza
sokmakla mümkün olabilir.
KAYNAKÇA
Adak, Nurşen, (2004), "Bir Sosyalizasyon Aracı Olarak Televizyon ve Şiddet",
http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/30/3.pdf (Erişim Tarihi: 20.2.2011).
Atman, Ü. Cihan, (2003), "Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme", Sürekli
Tıp Eğitimi Dergisi, C.12, S.4, ss.333-335.
Bahar, Halil, İbrahim, (2006), Mağdur Bilimi, Mağduriyetin Etkisi ve Mağduriyete
Yönelik Çalışmalar, Ankara: Adalet Yayınları.
Bhasin, Kamla, (2003), Toplumsan Cinsiyet Bize Yüklenen Roller (Çev. Kader Ay),
İstanbul: Kadav Yayınları.
Brownmiller, Susan, (1984), Cinsel Zorbalık, Irza Tecavüz Olgusun Bir tarihçesi,
İstanbul: Cep Kitapları.
Caner, Emre, (2004), Kutsal Fahişeden Bakire Meryeme Toprak ve Kadın, İstanbul: Su
Yayınları.
Cankurt, Ezgi, (2010), Mağduru Birey Olan Bazı Suçlarda Gizli Kalmış Mağduriyet
Oranlarının Saptanması, İstanbul Üniversitesi Adli Kurumlar Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul.
Crcvc, (2009), http://www.crcvc.ca/docs/victim_blaming.pdf.,
01.02.2011).
(Erişim
Tarihi:
Çoklar, Işıl, (2007), Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Meşrulaştırılması ve Tecavüze
İlişkin Tutumlar, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
İzmir.
Dikeçligil, Beylü, (1993), “Türkiye’de ve Dünyada Güncel Sosyolojik Gelişmeler”,
Uluslar arası Sosyoloji Kongresi, 3-4-5 Kasım, İzmir: Sosyoloji Derneği
Yayınları, ss.37-47.
Dinler, Veysel, (2006), "Mağduriyet Kavramına Çok Yönlü Yaklaşım", H.İbrahim
Bahar (Der.), Suç Mağdurları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss.49-72.
Doyran, Ayşen,(1996), "Şiddet, Erkekler Dünyası ve Toplumsal Kurgular", Evdeki
Terör Kadına Yönelik Şiddet, ss.72-82.
Dökmen, Zehra, (2010), Toplumsal Cinsiyet Sosyal Psikolojik Açıklamalar, İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Emek, Çayırlı, Rahte, (2010), "Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı
Televizyonunda Şiddetin Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi", İletişim Kuram ve
Araştırma Dergisi, S.30, ss.182-208.
Fairstein, Linda, (1993), Sexual Violence : Our War Against Rape, Newyork: William
Morrow and Campany Inc.
Godenzi, Alberto, (1992), Cinsel Şiddet Yaşayanların Yaşatanların Anlatımıyla (Çev.
Sultan Kurucan-Yakup Coşar), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
783
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Gölge, Belma ve Yavuz, Fatih ve Yüksel, Şahika, (2006), “Cinsel Saldırgan Profili”, Adli Tıp
Dergisi, 20(1), ss.1-17.
Iconis, Rosemary , (2008), "Rape Myth Acceptance in Collage Students: A Literature
Review ", Contemporary Issues in Education Research, Vol.1, No.2.
İçli, Tülin Günşen, (2007), Kriminoloji, Ankara: Seçkin Yayınları.
İnceoğlu, Yasemin ve Kar, Altan,(2010), Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın
ve Bedeni ,İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Lonsway A. Kimberly, and Louise F. Fitzgerald, (1994) , "Rape Myhts:In Review ",
Psychology of Women Quarterly, Vol.18, pp.133-164.
Ökten, Şevket, (2009), "Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesinin
Toplumsan Cinsiyet Düzeni", Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.2, S.8.
Öztürk, Emine, (2010), Türkiye’de Aile İçi Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri, İstanbul:
Birey Yayınları.
Ridgeway, Cecillia, and Lovin , Lynn Smith ,(1999), "The Gender System and
İnteraction ", Annual Review of Sociology , Vol.25, No.2 , pp.191-216.
Sakalı, Nuray ve Salman, Selin ve Turgut, Sinem, (2010), "Predictors of Turkish
Women’s and Men’s Attitudes Toward Sexual Harrasmend Sexism and
Ambivalence Toward Man", Sex Roles , Vol.63, No.11-12, ss.871-881.
Savcı, İlkay, (2004), Adını Kader Koyduk, Kadın Açık Cezaevinden Notlar, Ankara:
PHOENİX Yayınevi.
Scully, Diana, (1994), Tecavüz, Cinsel Şiddeti Anlamak (Çev. Şirin Tekeli-Laleper
Aytek), İstanbul: Metis Yayınları.
Sokullu, Akıncı, Füsun (2008), Viktimoloji, İstanbul: Beta Basım Yayım.
Vakithaber, (2010), http://www.vakithaber.com/haber.php?haber_id=22293,
Tarihi: 30.12.2010).
(Erişim
Yazıcıoğlu, Y. ve Erdoğan, S. (2004). Spss uygulamalı bilimsel araştırma yöntemleri. Ankara:
Detay Yayıncılık.
Yüksel, Şahika, (1996), "Tecavüz: İktidar Amaçlı Cinsel Saldırganlık", Evdeki Terör
Kadına Yönelik Şiddet, SS.113-116.
Zur, Ofer, (1994), "Rethinking Don’t Blame The Victim Psychology of Victimhood
Journal of Couple Therapy 4(3/4)", Howard Press. http://www.zurinstitute.com/
victimhood.html
Wcsap, (2011), http://www.wcsap.org/MaritalRapeRevised.pdf/ , (Erişim Tarihi:
20.01.2011).
West, C.and D.H. Zimmerman, (1997), "Doing gender", Gender and Society, Vol.1,
pp.125-151.
WHO, (Worl Health Organization), (2002) , World Report on Violence and Health
Geneva, Public Health.
784
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ŞİDDET MAĞDURU KADIN
ALGISI: BİR NİTELİKSEL ARAŞTIRMA
Seda ATTEPE 1
Melike TUNÇ 2
ÖZET
Araştırmanın amacı; Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet
Bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddet ve şiddet türlerine ilişkin tanımlamaları,
şiddetin nedenleri konusunda neler düşündükleri, şiddet mağduru olsalardı ne
hissedecekleri, bu alanda neler yapılması gerektiği ve önerilerinin neler olduğunu
belirlemektir. Yöntem: Araştırma, amaçsal örnekleme metodu ile nitel araştırma tekniği
kullanılarak yapılmıştır. Verilerin toplanması: Araştırmada veriler, öğrencilerin
oluşturduğu 3 kadın grubu, 1 erkek grubu olmak üzere toplam dört odak grup görüşmesi
yoluyla elde edilmiştir. Odak gruplarda, üyelerin onayı alınarak, görüşmeler ses kaydına
alınmıştır. Verilerin analizi: Odak gruplarda yapılan ses kayıtları ile elde edilen veriler,
iki araştırmacı tarafından körleme metodu kullanılarak, nitel araştırmalarda veri analiz
yöntemlerinden biri olan içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Bulgular ve sonuç:
Araştırmanın bulguları araştırmanın amacına göre belirlenen ana temalar doğrultusunda
yapılandırılmıştır.
Anahtar kelimeler: kadına yönelik şiddet, sosyal hizmet, nitel araştırma, odak grup.
ABSTRACT
The aim of the study; is to determine Baskent University, Faculty of Health Sciences,
Department of Social Work students' description of the types of violence against women
and violence, what they think about the reasons of violence, what they feel they
were victims of violence, found themselves in any cases of violence, and ideas
about what should be done in this area. Method: Purposeful sampling method was
used with a qualitative research technique. Data collection: Data were obtained through
three women and a boy group formed by students, a total of four focus group
discussions. In focus groups, with the approval of the members, interviews were
recorded on audio. Data analysis: Data obtained from tape recordings of focus groups,
blinded by two researchers using the method, which is one of qualitative research data
analysis methods were analyzed through content analysis technique. Results and
conclusion: According to the aim of the research, findings are structured according
to the main themes identified.
Keywords: violence against women, social work, qualitative research, focus group.
1
Araştırma Görevlisi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü,
[email protected]
2
Araştırma Görevlisi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü,
[email protected]
785
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1. PROBLEM DURUMU
Bu araştırmanın ana problemini “kadına yönelik şiddet” oluşturmaktadır. Bu ana
problem bağlamında bakıldığında, şiddet döngüsünü kırabilmek için gençlerin önemli
bir nüfus grubunu oluşturduğu düşünülmektedir. Bu araştırmada sosyal hizmet
bölümünde öğrenim gören üniversite öğrencilerinin seçilmesinin temel nedeni de,
kadına yönelik şiddet konusunda eğitimli genç nüfusun görüşlerinin belirlenmesi,
önerilerin alınması ve en önemlisi ileride kadına yönelik şiddete ilişkin mesleki çalışma
yapacak olmalarıdır. Bu noktada kadına yönelik bakış açısının değiştirilmesinde sosyal
hizmet bölümü öğrencileri önemli bir yere sahip meslek grubunu oluşturmaktadırlar.
Bu kapsamda konu ile ilgili literatür bilgisine aşağıda yer verilmiştir.
2. KURAMSAL BİLGİLER
2.1.Şiddetin Tanımı
Dünya Sağlık Örgütü ‘şiddet’i şu şekilde tanımlamaktadır: “Fiziksel güç ya da kuvvetin,
amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya
da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim
sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten
kullanılmasıdır” (Dünya Sağlık Örgütü, 2002: 4). Daha genel bir tanım yapmak
gerekirse şiddet bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal
baskı altına alınmasına yol açan davranış veya yaklaşımdır (Arın, 1996; Öztunalı-Kayır,
1998; akt: Zara Page, İnce, 2008).
Şiddet sadece öldürme, yaralama, tecavüz, dayak gibi fiziksel güç kullanımı ve hasarla
sonuçlanan bir eylem değil, başta toplusal cinsiyet rollerinin belirlediği normlar olmak
üzere yargılama ve rıza göstermeyi de içeren ve etkilerinin doğrudan
gözlenemeyebildiği her tür baskı mekanizmasıdır. İster fiziksel güç kullanarak (fiziksel
şiddet), ister duygusal tehdit (psikolojik/duygusal şiddet) aracılığıyla, kişinin iradesini
ve ifadesini yok sayan tutum ve davranışlar şiddet olarak tanımlanmaktadır. Şiddet
türleri içinde ekonomik şiddet ise başta işsizlik sorunundan kaynaklı olmak üzere,
gelecek güvencesi olmayan, yarınından korku duyan insanın yaşadığı gerilimin
ürünüdür (Çelik, 2000; Köker, 2000; akt: Çaylı Rahte, 2010).
Şiddet, insanın varoluşundan günümüze uzanan süreçte pek çok sorunun nedeni ya da
sonucu olarak gelişen olumsuz bir sosyal durumdur. Bireye ve topluma fiziksel ve
ruhsal acı vermek, eziyet niyetiyle yapılan yıkıcı, yok edici saldırgan davranışlar şiddet
olarak tanımlanmaktadır. Şiddet davranışları; kontrolsüz, birdenbire ve bazen amaçsız
olarak ya da çeşitli nedenlerle kişilere fiziksel, psikolojik, duygusal ve cinsel olarak
zarar vermeyi içermektedir (Mor Çatı Kolektifi, 1998; akt: Köse, Başer, 2007).
Genel anlamda şiddet sahip olunan güç veya kudretin, yaralanma ve kayıpla sonlanan
veya sonlanma olasılığı yüksek bir biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba veya bir
topluma karşı tehdit yoluyla ya da bizzat uygulanmasıdır (WHO Consultatiton 1996).
Kadına yönelik şiddet, genel anlamda “şiddetin” var olduğu başlıca incelenmesi gereken
alanlardan bir tanesidir. Bu nedenle, yapılan çalışma gereğince “kadına yönelik
şiddetin” tanımını da yapmak gerekmektedir.
786
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2.2. Kadına Yönelik Şiddetin Tanımı
Türkiye’nin de taraf olduğu Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi’nin (CEDAW) 1. maddesinde “kadınlara karşı ayrımcılık” şu şekilde
tanımlanmaktadır: “(...) ‘kadınlara karşı ayırım’ deyimi kadınların, medeni durumlarına
bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal,
kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin
tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan
kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım,
mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir.” (11.06.1985 tarihli ve 3232 sayılı
Kanun; akt: Ayata, Eryılmaz, Kalem, 2011).
Kadına yönelik şiddet, ayrıca şu tanımlamaları da içermektedir: “(a) Dayak ve
hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali, drahoma bağlantılı
şiddet, evlilik içi tecavüz, kadın cinsel organını sakatlama veya kadına zarar veren diğer
geleneksel uygulamalar, eş haricinde (ev halkına dahil) kişilerce uygulanan şiddet,
sömürüyle bağlantılı şiddet dahil olmak üzere aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel
veya psikolojik şiddet; (b) Tecavüz, cinsel suistimal, işyerinde, eğitim kurumlarında
veya diğer yerlerde meydana gelen cinsel taciz ve sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe
zorlama dahil olmak üzere genel olarak toplum içinde meydana gelen şiddet; (c) Nerede
olursa olsun devlet tarafından işlenen veya göz yumulan fiziksel, cinsel veya psikolojik
şiddet.”(Ayata, Sevinç, Bertil, 2010).
Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Şiddetin Engellenmesi Bildirisi’nde (1992), genel
anlamda kadına yönelik şiddeti “ister özel, ister toplumsal yaşamda olsun tehdit, cebren
ya da keyfi olarak özgürlükten alıkoymak da dahil olmak üzere kadına fiziksel, cinsel
ya da psikolojik zarar ve acı veren ya da verebilecek, cinsiyete dayalı her türlü şiddet
hareketi” olarak tanımlanmaktadır (akt. Yıldırım, 1998: 27).
Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’nun 1993 yılında kabul ettiği “Kadına
Karşı Şiddet Bildirgesi”nde kadına yönelik şiddeti “Kadınlara fiziksel, cinsel ya da
psikolojik zarar veren ya da verebilecek, kadınların acı çekmesine neden olabilecek,
gerek kamu gerekse özel alanda yapılan bu tip davranışlara yönelik tehditleri ve
kadınların özgürlüğünün zorla kısıtlanmasını da içine alan şiddete yönelik her türlü
cinsiyetçi davranışı içerir” şeklinde tanımlamıştır (İlkkaracan 1996, Tekeli 1996,
Yardım, 2001).
Kadına yönelik şiddetin devamında geleneksel tutumlar ile kadın ve erkeğe yüklenen
toplumsal-kültürel rol kalıpları önemli bir rol oynamaktadır (Ayata, Eryılmaz, Kalem,
2011).
2.3.
Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri
Kadına yönelik şiddetin nedenleri genellikle çocukluk çağında aile içi şiddete maruz
kalma, sosyoekonomik ve sosyokültürel etmenler, yaş farkı, sosyal destek, dini ve
psikolojik etkenler olarak sınıflandırılmaktadır (Zara Page ve İnce, 2008). Çocukluk
çağında ailesinde şiddet gören kişilerin, ileride kurduğu ailelerde şiddet gösterme
olasılığının yüksek olduğu bilinmektedir. Ayrıca, şiddet gösterme davranışında sosyal
öğrenmenin de etkisi olmaktadır. Bir başka deyişle şiddet davranışını kişi, çevresinden
görerek uygulamaya geçirmektedir. Şiddet davranışına neden olan bir başka faktör ise
787
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sosyoekonomik ve sosyokültürel koşullardır. Bu koşullar, erkeğin eğitim seviyesinin
düşük olması, işsiz kalması ya da kadının eğitim seviyesinin erkekten yüksek olması
olarak açıklanabilir. Şiddete maruz kalma oranı yaş ilerledikçe azalmakta, sosyal desteği
fazla olan kişilerin şiddet uygulama ya da şiddete maruz kalma oranı azalmakta ve
şiddet davranışında toplumda var olan dini ve kültürel değerlerin, şiddet uygulayan
kişinin psikolojik özelliklerinin de etkili olduğu bilinmektedir. Şiddetin nedenlerine
değinildikten sonra şiddete maruz kalan kişilerin ne hissettiği konusuna yer verilmesi
gerekli olmaktadır.
2.4.
Şiddetin Kadınlar Üzerindeki Etkisi
Şiddetin kadınlar üzerindeki etkisi ele alındığında, psikolojik ve fiziksel iki türlü
etkiden söz etmek mümkündür. Başlangıçta şok ya da hissizlik şeklinde reaksiyonlara
yol açan şiddet, gelecekte de benzer durumların yaşanma ihtimali düşüncesiyle korku
duyulmasına yol açar. Şiddetin uzun süreli olduğu durumlarda ise güven duygusunda
sarsılmalar, çaresizlik ve umutsuzluk hisleri, kontrolün kaybedildiği duygusu, kendini
suçlama ve özsaygıda düşüş sıklıkla gözlenmektedir (Stewart ve Robinson, 1998,
American Medical Association Council on Ethical and Judical Affairs, 1989; akt. Zara
Page ve İnce, 2008: 87). Aile içi şiddetin psikolojik etkilerinin yanısıra medikal
sonuçları da olduğu gözlemlenmiştir. Örneğin, fiziksel şiddet kırıklara, beyin
zedelenmelerine, yaralanmalara, ölümlere sebep olurken, cinsel şiddet cinsel yolla
bulaşan hastalıklara, istenmeyen gebeliklere, idrar yolu enfeksiyonlarına ve genital
birtakım rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Bunlara ek olarak, şiddete maruz kalan
kadınlar arasında yaşadıkları strese bağlı olarak yoğun baş ve sırt ağrıları ile mide ve
bağırsak sorunları görülmektedir (Stewart ve Robinson, 1998; American Medical
Association Council on Ethical and Judical Affairs, 1989; akt. Zara Page ve İnce, 2008:
88). Görüldüğü gibi, şiddete maruz kalma kadınlarda psikolojik etkilerin yanı sıra
fiziksel olarak geçici ya da kalıcı etkiler de yaratabilmektedir. Şiddetin etkilerinin bu
kadar derin olması, şiddetin önlenmesi gerektiğini kanıtlar niteliktedir.
2.5.
Şiddetin Önlenmesi
Şiddetin önlenmesi konusunda yapılması gerekenler özetlenecek olursa, kadının tehdit
altında olduğu durumlarda arayabileceği 24 saat hizmet veren telefon hatları ile
ambulans ve polis desteğinin sağlanması, polisin eşleri barıştırıcı tavrından uzaklaşıp
kadının hakları doğrultusunda ona gerekli koruma desteğini sağlayabilmesi, şiddetin
ruhsal boyuttaki sonuçları düşünüldüğünde şiddete uğrayan kadının kolay ve ucuz
psikolojik desteğe ulaşabilmesi, evini terk ederek sığınağa yerleşen kadının en kısa
zamanda kendi ayakları üzerinde durabilmesi için meslek edindirme ve konut bulma
gibi konularda yardım edilmesi, sivil toplum örgütlerinin artırılması, boşanmalarda evi
terk yükümlülüğünün erkeğe getirilmesi, kadınlara ucuz ev ve iş olanakları sağlanması
ve medyayı kullanarak tüm bu konularda halkı bilinçlendirme aile içi şiddeti önleme
anlamında gerekliliği kaçınılmaz adımlardır (Arın, 1996; İlkkaracan ve ark., 1996;
Yıldırım, 1998; akt. Zara Page ve İnce, 2008: 91). Yukarıda sayılan önlemler genellikle
kadınların şiddete uğradıktan sonra neler yapabileceği ya da hangi hizmetlerden
yararlanabileceği üzerindedir. Tüm bu çabalara ek olarak, kadına yönelik şiddet
konusunda toplumu bilgilendirici çalışmalar ve toplumsal cinsiyet rol kalıplarının
değiştirilmesi, cinsiyetler arası eşitlikçi anlayışların üretilmesi amacıyla yapılacak
çalışmalar da şiddetin önlenmesinde son derece etkili olacaktır.
788
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
3. AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet
Bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddet ve şiddet türlerine ilişkin tanımlamaları,
şiddetin nedenleri konusunda neler düşündükleri, şiddet mağduru olsalardı ne
hissedecekleri, herhangi bir şiddet vakasıyla karşılaşıp karşılaşmadıkları, bu alanda
neler yapılması gerektiği ve önerilerinin neler olduğunu belirlemektir.
4. YÖNTEM
Araştırma niteliksel araştırma yöntemine göre dizayn edilmiştir. Niteliksel araştırma,
insanların ve kültürlerin ayrıntılı, derinlemesine bir tanımını yapmak, insanların
gerçekliğe yükledikleri anlamı, olayları, süreçleri, kavrayış ve anlayışlarını ortaya
koymak için yapılan bir eylemdir (Kümbetoğlu, 2008: 47). Nitel araştırmanın derinlikli
bakış açısından hareketle, bu araştırmada sosyal hizmet bölümü öğrencilerinin kadına
yönelik şiddet konusundaki algılarına yönelik bir kavrayış elde edilmek istenmiştir. Bu
nedenle araştırma yöntemi olarak nitel araştırma yöntemi seçilmiştir.
Araştırmanın verileri, sosyal hizmet bölümü öğrencileri ile gerçekleştirilen dört odak
grup oturumu ile toplanmıştır. Odak grup görüşmesi, verilen bir araştırma konusunda
bir ya da iki araştırmacının ve katılımcıların oluşturduğu bir grup içinde nitel veri
toplama yöntemi olarak tanımlanmaktadır (Mack, Woodsong, Macqueen, Guest ve
Namey, 2005: 51). Görüşülen kişilerden belirli bir konuya ait düşüncelerini açıklamaları
ve bu düşüncelerini grup içinde tartışabilmeleri için imkan sunan bir tekniktir
(Kümbetoğlu, 2008: 117). Odak gruplara damgasını vuran şey, grup etkileşimini
kullanarak grup içinde var olan etkileşim olmaksızın ulaşılamayacak olan veriye ve
kişilerin görüşlerine ulaşmaktır (Cronin, 2001: 166; akt. Kümbetoğlu, 2008: 117). Bu
çalışmada odak grup tekniğinin seçilmesinin nedeni, öğrencilerin araştırma amacına
yönelik görüşlerinin grup dinamikleri içinde karşılıklı etkileşim halinde öğrenilmek
istenmesi ve öğrenciler arasındaki çeşitliliğin ortaya çıkmasının sağlanmasıdır.
Odak grup görüşmeleri 12-16 Mart 2012 tarihleri arasında araştırmaya katılmayı kabul
eden Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü öğrencileri
ile gerçekleştirilmiştir. Oturumların süresi 45-70 dakika arasında değişmiştir. Yapılan
görüşmeler ses kayıt cihazına alınmış, sonrasında deşifreleri yapılmıştır. Deşifresi
yapılan görüşmeler iki araştırmacı tarafından körleme tekniği kullanılarak araştırmanın
amacına yönelik ana temalara ayrılmış, beş ortak tema oluşturulmuştur.
Oluşturulan temalar; öğrencilerin şiddet tanımlamaları, kadına yönelik şiddet
tanımlamaları, kadına yönelik şiddet mekanları, nedenleri, şiddet mağduru olsalardı ne
hissedecekleri ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi için önerileri şeklinde
gruplandırılmıştır.
4.1. Katılımcılar
Araştırma, dört odak grup oturumu şeklinde yapılmıştır. Odak grupların özellikleri şu
şekildedir; birinci odak grup ikinci sınıfa devam eden dört kadın öğrenciden, ikinci odak
grup ikinci sınıfa devam eden beş erkek öğrenciden, üçüncü odak grup ikinci sınıfa
devam eden altı kadın öğrenciden ve dördüncü odak grup üçüncü sınıfa devam eden
dört kadın öğrenciden oluşmaktadır. Öğrencilerin yaşları ortalama 22’dir. Araştırmaya
789
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
katılan toplam öğrenci sayısı 19’dur, katılımcılar beş erkek, on dört kadından
oluşmaktadır.
5. BULGULAR
Araştırma kapsamında bulgular beş ana temaya ayrılmıştır. Bu temalar; şiddetin tanımı,
kadına yönelik şiddetin tanımı, kadına yönelik şiddetin nerelerde var olduğu, kadına
yönelik şiddetin nedenleri, öğrencilerin şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri ve
kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda neler düşündükleri şeklinde
belirlenmiştir.
5.1. Şiddet Nedir?
Yapılan araştırma sonucuna göre, katılımcıların “şiddet nedir?” sorusuna verdiği
cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Tanımlamaların içinde şiddet türleri arasında,
fiziksel, duygusal/ ruhsal, sosyal şiddet yer almaktadır.
Katılımcılara göre şiddetin tanımı; “kişiler arasında olan, belli bir kasıt içeren, içerisinde
gücü ve öfkeyi barındıran, fiziksel, duygusal, ruhsal, sosyal olarak çeşitlilik gösteren
karşıdaki kişiye zarar verici harekettir.”
“Fiziksel olmasa da duygusal şiddetle karşılaşıyoruz günlük hayatımızda” (4. Grup, 2.
Görüşmeci).
“En azından annemiz babamız tarafından şiddet görüyoruz, o arkadaşınız kazandı siz
niye kazanamadınız demek bile şiddet, karşılaştırma yapmaları.” (4. Grup, 2. Görüşmeci)
“Aile içinde değil de sınıf arkadaşlarının yanında oluyor” (4. grup, 3. Görüşmeci).
“Fiziksel, duygusal, sosyal…” (1. Grup, 1. Görüşmeci).
“Fiziksel, darp, sigara söndürme, vurma tekme atma, aşağılama, başka biriyle
karşılaştırma, ve bunu bilerek yapma gibi” (2. Grup, 6. Görüşmeci).
“Bireysel de olabilir. Bir kadının kendi kendine, vücudunda olabilir. İnsanlar
arasında olmak zorunda değil bence.” (3. Grup, 4. Görüşmeci).
Fiziksel
“İşin içine güç girdiği zaman fiziksel şiddet oluyor.” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
“Bir kişi üzerinde kurulan baskı, ona zarar verici hareket” (2. Grup, 5.
Görüşmeci).
Duygusal / Ruhsal
“Duygusal şiddet fiziksel şiddetten daha ağırdır.” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
“Unutulmayan daha duygusal anlamdaki şiddettir.” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
“Bazen kalıcı etkileri olan, bazen geçici etkileri olup yine de kalan acı vardır ama
kapanmaz” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
“Psikolojik olarak insanın üstüne baskı kurarsan, buda bir şiddettir” (2. Grup, 5.
Görüşmeci).
790
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Bilerek onun canını yakacağını bilerek, onda yıkım yapabileceğini bilerek, ona en
hazmedemeyeceği noktada ağır konuşmak” (3. Grup, 1. Görüşmeci).
5.2. Kadına Yönelik Şiddet Nedir?
Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların “Kadına yönelik şiddet nedir?” sorusuna
verdiği cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Verilen cevaplarda öncelikle
“toplumsal baskı”, toplumsal cinsiyet rollerinin farklılığı ön plana çıkmıştır. Toplumsal
cinsiyet rol kalıpları öncelikle kardeşler arasındaki farkları açıklamışlar, gece dışarı
çıkabilme, ev içi iş bölümü ve araba kullanabilme konuları üzerinde durulmuştur.
Ayrıca kadına yönelik şiddetin “cinayet” ile eş anlamda olduğunu savunmuşlar; “cinsel”
ve “ekonomik” olarak kadına yönelik şiddetin tanımlanabileceğini belirtmişlerdir.
Bunlarla birlikte kadın üzerinde kurulan “baskı”nın da şiddet olduğunu açıklamışlardır.
“Namus kavramından çıkıp, namusun iki bacak arasında olduğunu düşünen erkekler
tarafından kadına uygulanan şiddet demektir.” (4. Grup, 2. Görüşmeci).
“Kadına yönelik şiddet diyince dövülmüş kadın ön plana çıkartılıyor ama duygusal şiddet
arka planda kalıyor, cinsel şiddet hiç konuşulmuyor veya ekonomik şiddet hiç kimse
anlatmıyor bunları” (4. Grup, 3. Görüşmeci).
“Namusta var tabi ki işin içinde de ne bileyim erkeğin üstün olma çabası, kadının
çalışmasına gelememek, kadının erkekten daha çok maaş aldığında evde problemlerin
olması, anlaşmazlıkların olması veya kadına sen çocuğuna bak denmesi, ne yapacaksın
çalışıpta denmesi bence duygusal şiddete giriyor. Kadın evde otursun çocuk baksın, onun
dışında erkekte kendi gücünü göstersin” (4. Grup, 4. Görüşmeci).
“Kadınları insan gibi görmüyorlar.” (3. Grup, 6. Görüşmeci).
“Bayansan, saçın varsa, topuklu giyiyorsan tamam bitmiştir, her yerde bir şeyler
olabilir.” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
“Yaralama, cinayet, psikolojik…” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
“Boşandıktan sonra, eşin rahatsız etmesi psikolojik şiddettir.” (2. Grup, 5.
Görüşmeci).
Toplumsal baskı
“Baskı da bir şiddettir.”(2. Grup, 4. Görüşmeci).
“Ben erkeğim yaparım, sen kadınsın yapamazsın, bence buda şiddettir, kadını
küçük görmek” (1. Grup, 4. Görüşmeci).
“Kadının davranışının toplum tarafından sınırlandırılması” (1. Grup, 1.
Görüşmeci).
“Kadının mal eşya gibi görülmesi” (1. Grup, 4. Görüşmeci).
“Bu kalem benim, basarım, kırarım, geri bir daha takarım. Öyle düşünüyorlar ama
öyle bir şey yok yani…” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
791
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Hocam bir kere kadın hep ikinci planda olduğu için hep erkek artı bir olarak
başlıyor her zaman. Yemek yapacak, çocuklara bakacak, erkekte çalışacak eve
para getirecek.” (3. Grup, 1. Görüşmeci).
“Hep bir erkekler üzerinden, erkekler yüzünden kılık kıyafetimize dikkat ediyoruz.
Ben istediğimi giyemiyorum. Sen ne kadar dürüstte olsan, şöyle de olsan böylede
olsan kısa giyemeyeceksin çünkü erkeğin nefsi var. Her şey onlar odaklı oluyor
bizim hayatımızda.” (3. Grup, 4. Görüşmeci).
“O hak etmiştir ondan tecavüz etmişlerdir düşüncesi var insanlarda.” (3. Grup, 5.
Görüşmeci).
“Toplum ne diyecek, akraba ne diyecek, komşu ne diyecek, ne yaparsan yap ama
bana laf getirme diyor annem…” (3. Grup, 1. Görüşmeci).
“Benim annemde toplumu çok önemsiyor. Anneme diyorum ki anne azıcıkta beni
önemse, bizi önemse, annemde diyor ki biri sizin hakkınızda konuşursa ben kime ne
söylerim.” (3. Grup, 6. Görüşmeci).
“Annem babam dışarı çıkmama izin verse hiç çıkmak istemem herhalde evden” (4.
Grup, 2. Görüşmeci)
“O erkektir yapar sen kızsın evinde otur, o toplar toplamaz o erkek ama sen
toplayacaksın. Herkesin iki eli iki ayağı var ama işte bu cinsiyet rol ayrımından
dolayı böyle oluyor.” (4. Grup, 2. Görüşmeci)
“Kafada şekillenen bir rol var erkek çalışır, işten gelir, sofrayı hazırlamaz, o
beklenir. Ama ne bileyim bir bayanda çalıştığında erkekte sofrayı kurup eşini
bekleyebilir. Ama bizde böyle bir şey yok. Ve bunu genellikle bizim anne
babamızda yapıyor, sen kızsın sen yap, mesela ben kardeşimden yedi yaş büyüğüm
ama evde kardeşim daha baskın küçük olmasına rağmen. Hani bizim ailemizden
gelen şeyler bunlar.”(4. Grup, 4. Görüşmeci).
Cinayet
“Boşanmak isteyen kadın öldürülüyor” (2. Grup, 1. Görüşmeci).
“Eşinin kadına şiddet uygulaması, eşlerini öldürüyorlar” (3.grup, 2. Görüşmeci).
Cinsel
“Cinsel yönden de olabilir. Cinsel açıdan yaralanma hem çocuğu için de olabilir
kendisi içinde. Eşi istemediği halde cinsel istekte bulunması ona karşı bir tecavüz
oluyor.” (3. Grup, 6. Görüşmeci).
Ekonomik
“Ekonomik olabilir, evli bir bayan çalışmıyorsa, bireysel ihtiyaçlarını karşılamak
istemesi …” (3. Grup, 2. Görüşmeci).
“Ekonomik bağımsızlığı yoksa daha çok şiddet görüyor.” (2. Grup, 1. Görüşmeci).
“Kadına çalışmasına erkek tarafından izin verilip verilmemesi şiddet ya da
ayrımcılık değildir. Bu normal kadını düşünmektir.” (2. Grup, 4. Görüşmeci).
792
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Eşine para vermemesi, mesela kadının kuaföre ihtiyacı olacaktır. En azından
saçını kestirecektir ama eşi para vermediği sürece bence buda ekonomik bir
şiddet” (4. Grup, 4. Görüşmeci).
“Eve bir şey alınması gerekecektir eşi derki gir şunu al, kadının parası yoksa nasıl
alacak, eve dönünce o da fiziksel şiddete dönecek büyük ihtimalle, niye almadın,
niye yapmadın diye” (4. Grup, 4. Görüşmeci).
5.3.
Kadına Yönelik Şiddet Nerede?
Yapılan araştırmaya göre, “Kadına yönelik şiddet nerelerde vardır?” sorusuna verilen
cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Katılımcılara göre kadına yönelik şiddet
“Evde, işte (çalışma hayatı), sokakta, okulda, trafikte, ilişkilerde, her yerde vardır”
şeklinde tanımlanmıştır.
“Anne-babanın çocuğa karşı, arkadaş arasında olabilir, akrabalar olabilir,
insanın olduğu her yerde olabilir şiddet” (3. Grup, 6. Görüşmeci).
“Bir tek evlilikte değil kadına yönelik şiddet her yerdedir. Sokakta her yerde
trafikte” (2 grup, 3. Görüşmeci).
“Trafikte olabilir, en ufak bir kusur gördüklerinde küfür etmeye başlıyorlar,
karşılık verdiğimizde yarışmaya başlıyorlar”(2. Grup, 2. Görüşmeci).
“Okulda var ne kadar inkar etsek de, duygusal ya da fiziksel olarak var” (2. Grup,
5. Görüşmeci)
“İş yerinde de kadına yönelik şiddet var. Mesela maaşına zam vermek istiyor, karşı
taraf genelde erkek oluyor. Bunun karşılığında beraber olmak istiyor. Sürekli
kadından hep bir karşılık bekleyerek bakıyorlar.” (3. Grup, 1. Görüşmeci).
“İş hayatında yüksek düzeydedir. Geçmişten gelen bir gelenek erkekler çok olduğu
yerde kadının sözü yoktur. Kültürümüzde olan bir şey, bizim yapacağımız pek bir
şey yoktur. Büyüklerimiz öyle gördüğü için bize öyle iletiyorlar. Ama bu da
kültürden kültüre değişir. Ama diğerlerini yargılayamayız çünkü kültürümüzün
getirdiği bir şey.” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
“Otobüste giderken bile şiddete uğruyoruz yani.” (4. Grup, 2. Görüşmeci).
“Yılbaşında Taksim’de yaşanan şeyler hepsi, dışarıda bile şiddete uğrarız evin
içinde olmamıza gerek yok bence. Sokakta yürürken bile şiddete uğrayabiliyorum
yani. Birinin bana kötü gözle bakması, bir laf atması bile bir şiddet.” (4. Grup, 2.
Görüşmeci).
“Otobüste bana yer verilince şiddete uğradığımı düşünüyorum, çünkü bende
bayanım ve ayakta durabilirim, sen otur yani o zaman. Mesela bayanlar araba
kullanamaz cümlesi bile benim için bir şiddet” (4. Grup, 2. Görüşmeci).
“Otobüste yer verirler ama evde de ayakta bekletirler bayanları.” (4. Grup, 2.
Görüşmeci).
5.4.
Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri Nelerdir?
Kadına yönelik şiddetin nedenleri sorulduğunda öğrencilerin bu konuda öncelikle
toplumda, ailede, arkadaş çevresinde var olan kalıp yargıların öğrenilmesini ön plana
793
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çıkardıkları görülmüştür. Özellikle kadın öğrencilerin yer aldığı oturumlarda aile içinde
erkek çocuğa fazla değer verilmesinin altı çizilmiştir.
“Anneler erkek çocuklarını dünyanın tek varlığı gibi, tek odak noktası gibi
yetiştiriyorlar ve bence bütün sorunlar burada başlıyor. İşte, benim oğlum, benim
oğlum…” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
“Toplumsal cinsiyet rolleri… Ben ne kadar karşı çıksam da, erkek ne yaparsa
kadın da aynısını yapabilir desem de, aile tarafından yine bir baskı, onların
istediklerini yapıyormuş gibi gözüküyorum ama toplumun istediklerini yapıyormuş
gibi gözüküyorum ama kendi içimde söylediklerinin hiçbirini yapmıyorum. Ama
gece erkek kardeşim dışarı çıkabilirken ben çıkamıyorum. Evde hani kıyamet kopsa
da, babam hani “Senin çıkmana izin veririm ama komşular ne der?” durumu
olduğu için çıkmama izin verilmiyor.” (4. Grup, 2. Görüşmeci).
Kadına yönelik şiddetin nedenleri konusunda üzerinde durulan bir başka önemli nokta
da, aile içinde şiddet yaşanmasıdır. Ailesinde şiddet gören ya da şiddete şahit olan
kişilerin şiddet gösterme oranın yüksek olduğuna değinilmiştir.
“İki tane seçenek var: Evde annesi çok şiddet görüyor, çocuk ilerleyen yaşlarda
mesela ya onun tam tersini yapıyor. Benim annem çok şiddet görmüştü, ben
aynısını yapmayayım, eşime uygulamayım. Ya da hani, aynısını yapıyor.” (1. Grup,
4. Görüşmeci).
Erkek öğrencilerin oluşturduğu odak grupta kadına yönelik şiddetin nedeni olarak
işsizlik ön plana çıkan bir neden olarak görülmüştür. Erkeğin işsiz kalması durumunda
şiddet uyguladığı vurgulanmıştır. Genel olarak tüm gruplarda kadının ekonomik
bağımsızlığının olmaması şiddetin nedeni olarak belirtilmiştir.
“Kadının işe yaramıyor olarak erkeğe hakarette bulunması. Daha evi
geçindiremiyorsun, sen nasıl adamsın?... Kadına şiddetin en büyük yapılma nedeni
işsizlikten dolayı… Kadın belli şeyleri istiyor, eşi ona sağlayamadığı zaman… İşe
yaramaz diye sarf ettiği sözler yüzünden…” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
“Kadın bir şey demese bile adama koyuyor.” (2. Grup, 4. Görüşmeci).
“Eğer kadının kariyeri erkekten yüksekse o da sorun olabilir.” (2. Grup, 5.
Görüşmeci).
“Daha yüksek maaş alıyor. Alabilir de gurur duyarım. Fakat şimdi, alır da ona
buna karışırsa…” (2. Grup, 4. Görüşmeci).
Erkek grubunda bir öğrencinin şiddet uygulayan erkeği “hasta” olarak nitelendirmesi
dikkat çekicidir.
“Bir hastalık bence ya. Bir erkek eşini neden dövsün yani? Hastadır yani büyük
ihtimalle. Düşünsenize eve gidiyor, yemek kötü diye eşini dövüyor. Bu ne ya? Böyle
bir şey olmaz. ” (2. Grup, 4. Görüşmeci).
Öğrencilerin şiddetin nedenleri konusunda değindikleri “geçmişten gelen bir
alışkanlık”, “kültürün etkisi”, “toplumsal baskı” gibi kavramlar şiddetin nedenleri
konusunda geçmişten gelen ve toplumda var olan kabullerin önemli rol oynadığını
düşündüklerini göstermektedir.
794
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
5.5.
Şiddet Ne Hissettirir?
Öğrencilerin şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri sorusuna verdikleri “İyi bir şey
hissetmezdim”, “ Çok kötü” gibi cevaplar, kendilerini şiddet mağduru birinin yerine
koyduklarında ne hissettiklerini açıkça göstermektedir. Bu noktada, kadın öğrencilerin
oluşturduğu gruplarda daha çok güçsüzlük, çaresizlik, psikolojinin bozulması gibi
durumlar ortaya konurken, erkek öğrencilerin öfke, öç alma isteği gibi duyguları ifade
etmesi şaşırtıcıdır.
“ Küçülmüş, elinden bir şey gelemeyen…” (1. Grup, 1. Görüşmeci).
“(Duygusal şiddete uğradığında) Ben çok çaresiz hissediyorum.” (1. Grup, 4.
Görüşmeci).
“Kaçmanın yollarını arayacak gücü bulamazdım kendimde.” (4. Grup, 4.
Görüşmeci).
“Sana yapıldığı zaman sen de onu dövecen hissi uyandırır insanın içinde hani.
Bana yapıldı ya bir dahakine ben başkasına yapacağım der gibi. Psikolojin bozulur
yani, alt üst olur illa ki.” (2. Grup, 5. Görüşmeci).
5.6.
Önerileri Nelerdir?
Öğrencilere “Kadına yönelik şiddet nasıl önlenir? Bu konudaki önerileriniz nelerdir?”
diye sorulduğunda, her grupta bunu önlemenin çok zor olduğu ve kadına yönelik
şiddetin bitmeyeceği cevabı alınmıştır.
“Bence bunu değiştirmek çok zor ya.” (1. Grup, 1. Görüşmeci).
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için eğitim hizmetleri, cezaların artırılması,
rehabilitasyon programları, ekonomik iyileştirme gibi öneriler getirilmiştir.
“Yaptırımı güçlü olacak. Trafik cezası gibi değil de, ne bileyim, hapis cezası
olacak ya da ne bileyim çok yüksek miktarda para cezası. Ya da farklı bir ceza
sistemi gelecek, bilmiyorum. Yoksa hani cezası olmazsa biz bir şey yapmıyoruz
çünkü hani, sallamıyoruz, umursamıyoruz.” (1. Grup, 2. Görüşmeci).
“Mesela çalışmıyor kadın, erkek işte şiddet uyguluyor kadına. Kadın çalışmadığı
için çocuklarına bakamayacağı için erkeğe katlanıyor. Kadına bir destek hani
devletin destek olması. En azından ne kendisinin ne de çocuklarının onu
yaşamaması için…” (3. Grup, 2. Görüşmeci).
“Lisede, ortaokulda saçma sapan dersler gördük, liseden ya da ilkokuldan
itibaren çocukların yaşlarına göre kadın hakları, bunlar çocuklara öğretilse…”(3.
Grup 4. Görüşmeci).
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için medyanın rolünün çok büyük olduğu öğrenciler
tarafından dile getirilmiştir.
“Bence en iyisi medya. Herkes gazete okumuyor, dergi okumuyor. Televizyon
herkes izliyor.” (3. Grup, 3. Görüşmeci).
“Medyada mesela aklıma şu geldi benim. Niye mesela çamaşır makinesi ya da
bulaşık makinesi reklamlarında niye kadın? Orda mesela çamaşır asan kadın.
795
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Hani, bir değişiklik olsa erkeğin çamaşır astığını düşünsek? Reklamlarda,
filmlerde, ne şekilde olursa olsun… Kadına biçilen rol aynı.” (4. Grup, 4.
Görüşmeci).
Şiddetin önlenmesi konusunda önerilen bir başka hizmet türü de, evlilik öncesi çiftlere
danışmanlık verilmesi, anne baba olma konusunda eğitimler verilmesi gibi koruyucu
önleyici hizmetler olmuştur.
6. SONUÇ
Sosyal hizmet bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddete ilişkin görüş ve
düşüncelerini öğrenmeyi amaçlayan bu çalışmada, öğrencilerin şiddeti fiziksel,
duygusal/ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik olarak sınıflandırdıkları görülmüştür.
Bununla birlikte, kadına yönelik şiddeti ise cinayet, fiziksel, duygusal, ekonomik olarak
tanımlamışlar, bunun yanında toplumsal baskının da şiddet tanımlaması içine dahil
edilebileceğini belirtmişlerdir.
Öğrenciler, kadına yönelik şiddetin sadece ev içinde kalmayıp, sokakta, trafikte, çalışma
hayatında, okulda kısacası toplumsal hayatın her alanında ortaya çıktığını ifade
etmişlerdir. Kadına yönelik şiddetin nedenleri konusunda özellikle aileden, çevreden,
toplumdan öğrenme ve içselleştirme, ekonomik bağımsızlık, işsizlik gibi toplumsal ve
kültürel etkenlerin rol oynadığı; eğitim seviyesinin şiddeti uygulamaya neden olmadığı
sonucuna varılmıştır.
Kadın öğrenciler, şiddet mağduru olsalardı çaresizlik, güçsüzlük, çökkünlük gibi
duyguları hissedeceklerini belirtirken, erkek öğrenciler öfke, hırs, öç alma gibi duygular
besleyeceklerini belirtmişlerdir.
Son olarak, kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik önerileri ise kadınların
eğitilmesi, cezaların artırılması, medyanın bu konuda farkındalık kazandırmada etkili
bir araç olarak kullanılması, rehabilite hizmetlerinin geliştirilmesi, ailelere yönelik
ekonomik iyileştirmeler yapılması yönündedir.
KAYNAKÇA
American Medical Association Council on Ethical and Judical Affairs (1989). Report
on sexual harrassment and exploitation between medical supervisees and trainers.
Chicago: American Medical Association.
Arın, M. C. (1996). Kadına yönelik şiddet. Cogito, 6, 305- 312.
Ayata, G., Eryılmaz, S., Kalem S. (2011). Ailenin korunmasına Dair Kanun Kimi Ve
Neyi Koruyor? Hakim, Savcı, Avukat Anlatıları. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Ayata, G., Eryılmaz S., Oder, B. (der.), (2010). Kadın Hakları: Uluslararası Hukuk ve
Uygulama, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Cronnin, A. (2001). Focus Groups, N. Gilbert (Der.) Researching Social Life, Sage
Pub., Londra.
796
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çaylı Rahte, E. (2010). Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı Televizyonunda
Şiddetin Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 30;
181-207.
Çelik, N. B. (2000). Talk Show’larda Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın İmgesi.
Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: KİV Yayınları.
Dünya Şiddet ve Sağlık Raporu: Özet (2002). Genova: World Health Organization.
İlkkaracan, P., Gülçür, L. ve Arın, C. (1996). Sıcak Yuva Masalı. İstanbul: Metis
Yayınları.
Köker, E. (2000). Medya Çalışanlarının Cinsel Şiddeti Yorumlama Biçimleri.
Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: Dünya Kitle İletişimi
Araştırma Vakfı Yayınları, s. 317-352.
Köse, A., Beşer, A. (2007). Kadının Değiştirilebilir Yazgısı “Şiddet”. Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2007; 10 (4): 114-121.
Kümbetoğlu, B. (2008). Sosyolojide ve Antropolojide Niteliksel Yöntem ve Araştırma.
İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Mack, N., Woodsong, C., M. Macqueen K., Guest, G., Namey, E. (2005). Qualitative
Research Methods: A Data Collector’s Field Guide. USA: Family Health International.
Mor Çatı Kolektifi (1998). Kadına yönelik şiddetin araştırılması sorunları. Geleceğim
Elimde, Mor Çatı Yayınları, 17-25.
Öztunalı Kayır, G. (1998). Kadına yönelik şiddetin araştırılması sorunları. Geleceğim
Elimde, Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı içinde, (s.17-32), İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Stewart, D. E. ve Robinson, G. E. (1998). A review of domestic violence and women’s
mental health. Archives of Women’s Mental Health, 1, 83–89.
WHO (1996). Violence against women.WHO Consultatiton, Geneva, 5-7.
Yardım, N. (2001). DSÖ’nün kadın sağlığının çeşitli konularındaki görüş ve mesajları.
Aktüel Tıp Dergisi, 6(1): 78.
Yıldırım, A. (1998). Sıradan Şiddet: Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Toplumsal
Kaynakları. İstanbul: Boyut Kitapları.
Zara Page A., İnce, M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme. Türk Psikoloji
Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), 81-94.
11 Haziran 1985 tarihli ve 3232 sayılı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesine Katılmanın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 25 Haziran 1985
tarihli ve 18792 sayılı Resmî Gazete.
797
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
YÜKSEKOVA’DA KADIN OLMAK
Behçet Kemal YEŞİLBURSA*
Özlem BAYKAL**
Özet
Kadınlar, yüzyıllardır yaşamın her alanına katkıda bulundukları halde olanaklardan
yeterli pay sahibi olamamışlardır. Kadınlar en temel hakları olan eğitim, sağlık ve istihdam
olanaklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisinde
görünür. Dünyanın her yerinde kadının şiddete ve baskıya maruz kalmasının temel nedeni,
toplumların eğitimsizlik sorunu ve kadını sadece bir objeden ibaret görmeleridir. Birçok ülkede
yapılan yasalar, kadına karşı şiddeti önleme açısından yetersiz kalmıştır. Cumhuriyetin
ilanından sonra, kadınlara sosyal ve siyasal alanda haklar verilmesi ile kadınlarımız günümüze
kadar bir gelişim sürecine girmiştir. Ancak, Türkiye’de bütün kadınlar eşit haklara sahip olsalar
da, bölgeler arasında büyük farklar söz konusudur. Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan
kadınlarımız yıllardır birçok sorun yaşamaktadırlar. Ayrıca doğuda kadınlara, çocukluğunu
yaşamadan, toplum ve aile tarafından verilen ağır yükümlülüklerin, kadınların ve çocukların
hayatını ne denli etkilediği de önemlidir. Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde yaşayan kadınların
büyük bir çoğunluğu, fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddete maruz kalıyor ve kadına
karşı şiddet çocuklar üzerinde de etkiler meydana getiriyor. Son yıllarda, Yüksekova’da okuyan
kız sayısında hızlı bir artışın olmasının nedenleri ve sonuçları üzerinde de durmak gerekir.
Yüksekova’da, kadının geleneksel baskıya maruz kalmasının yarattığı sosyolojik sorunlar,
devlet politikaları ile de giderilemedi. Yüksekova’da tamamıyla aynı şartlarda yaşayan kadınlar
söz konusu iken, birbirinden çok farlı kaderlere sahip kadınlar da var. Eğitimli ve refah düzeyi
yüksek olan kadınların genelde toplumsal sorunları varken, şehirde kötü yaşayan ve köylerde
yaşayan kadınların her açıdan sorunları mevcuttur. Bu kadınlar kaderlerine boyun eğmekten
başka çarelerinin olmadığını düşünmekteler. İşsizlik ve eğitimsizlikten doğan büyük sorunlar,
Yüksekova’da erkekleri çağı yakalamakta yetersiz bırakırken, birçok kadını ve kız çocuğunu da
zorlu bir yaşama mahkûm etmiştir. Böylece cinsel istismar, şiddet, baskı, kontrol ve kuma
meselesi gibi birçok unsur Yüksekova’da kadının hayatını çıkmaza sokmuştur.
Anahtar kelimeler: Yüksekova’da kadın, kadına yönelik şiddet, Doğu ve Güneydoğu’da
kadın sorunları.
Abstract
Although women have participated in all areas of life for centuries, they have never had a
sufficient share of opportunities. In almost all countries, women appear to be behind men
regarding basic rights such as education, health and employment. The basic reasons why women
all over the world are exposed to violence and oppression are lack of education and the view of
women as an object. Laws passed in many countries have not been enough to prevent violence
against women. After the proclamation of the Republic of Turkey, women were given social and
political rights in a process of development that has continued until today. However, even if all
women in Turkey have been given equal rights, there are large regional differences in the
application of these rights. Women living in the Eastern and Southeastern regions of the country
*
Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]
**
798
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
have experienced many problems for years. Moreover, the degree to which the heavy duties
assigned by families and society to the women of these regions from a young age is a significant
factor. A majority of the women living in Yüksekova, Hakkari, are exposed to physical,
psychological, economic and sexual violence, which also affects children as a result. It is also
necessary to dwell upon the reasons why the number of girls attending schools in Yüksekova
has increased rapidly in recent years. The social problems created by the exposure of women to
traditional oppression have not been solved by state policies. While there are many women
living in very similar conditions, there are also those who have fates very different from each
other. While educated women of high welfare levels generally have social problems, women
living in bad conditions in cities and villages experience a wider range of problems. These
women believe they cannot do anything but accept their fate. The great problems arising from
unemployment and lack of education have left the men of Yüksekova unprepared to keep up
with the times, and have condemned many women and girls to a hard life. Thus, factors such as
sexual exploitation, violence, oppression, control and their husbands taking other wives have
pushed women's lives into a point of no return.
Key words: Women in Yüksekova, Violence against women, Women’s problems in
Eastern and Southeastern Anatolia.
1. Giriş
Kadınlar yüzyıllarca üretimin her aşamasına katkıda bulundukları halde kalkınmanın
olanaklarından yeterli pay alamamışlardır. Bu durum 1970’lerden itibaren kalkınma
programlarının, ülke politika ve uygulamalarının kadınlar açısından gözden geçirilmesi
zorunluluğunu doğurmuştur. Kadınlar en temel insan hakkı olan eğitim, sağlık ve istihdam
olanaklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisindedir.
Dünyanın her yerinde, sokakta, evde, işyerinde kadınlara yönelik taciz ve şiddet olayları
yaşanmakta, ancak bu konuda etkin önlemler alınamamaktadır.
Son yıllarda, özellikle Türk toplumunda kadın sorunu, tümüyle kadınlara tanınan yasal
haklar yönünden incelenmiş ve bu hakların kullanılması açısından bölgesel ve eğitimsel
farklılıklar araştırılmıştır. Fakat Türk toplumunda tek bir kadın sorunundan söz etmek mümkün
değildir. Örneğin, kırsal kesimde ücretsiz tarım işçisi olarak çalışan kadınların ve kentlerde
kamu yönetiminde çalışan kadının, kadın olmalarından kaynaklanan ortak sorunları yanı sıra,
yasal haklarından yararlanma dereceleri bakımından da birbirlerinden farklı sorunları olduğu bir
gerçektir.
Türkiye’de uzun bir geçmişi olan toplumda cinsiyet eşitliğinin son yıllarda yasal
çerçevesi genişletilmiş ve kadınların toplumdaki rolünü güçlendirmeyi hedefleyen devlet
politikaları yaygınlaştırılmıştır. Birçok politika ve düzenlemelerle, kadın erkek eşitliğinin
hukuki zemini güçlendirilmekle birlikte bu hakların hayata geçirilebilmesi açısından
uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Kız çocuklarının okula gitme oranının düşük olması,
kadınların sağlık hizmetlerine ulaşım, istihdam ve karar alıp-verme süreçlerine eşit katılım gibi
alanlarda halen önemli sorunlar mevcuttur.
Toplumsal yapı içindeki cinsiyetçi değer ve yargılar, kadınların sosyal yaşam alanında,
gündelik yaşam kolaylıkları içinde mevcut yasal haklardan yararlanmalarının önünde engeller
oluşturmaktadır. Bu nedenle toplumsal anlayış ve davranış biçimlerimizin gözden geçirilmesi,
799
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sorgulanması ve değiştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizde kadınların sosyal ve ekonomik
konumlarını iyileştirmek için ilgili tüm taraflarca çalışmalar yapılması ve olumsuz göstergelerin
iyileştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin arttığı gözlenmektedir. Kadını insan olarak görmeyen
sadece cinsel bir obje veya daima erkeğin hizmetinde olan bir köle olarak görülmesi oldukça
eski tarihlere dayanır. Türkiye’nin gelişmemiş veya az gelişmiş bölgelerinde kadının hayata
tutunması oldukça zor olan bir durumdur. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde geçmişten gelen
kalıplaşmış gelenekler, eğitim olanaklarının az oluşu yüzünden bu konuda bir yol kat
edilememiştir.
Yüksekova doğuda İran devleti ve Şemdinli ilçesi, güneyde Irak devleti, batıda Çukurca
ilçesi ve Hakkâri ili, kuzeyde Van ilinin Başkale ilçesi ve İran devleti ile çevrili bir ilçedir.
Yüksekova 102. 039 kişilik bir nüfusa sahip Hakkâri’ye bağlı bir ilçedir. Bu nüfusun 59, 662'si
ilçe merkezinde, 42, 377'si ise köylerde yaşamaktadır. Yüksekova'ya bağlı 49 köy ve köylere
bağlı 106 mezra bulunmaktadır. Ancak terör nedeniyle köy ve mezralardaki nüfusun büyük
çoğunluğunu ilçe merkezine göç etmiştir. İlçede göç nedeniyle işsizlik sorunu yaşanmaktadır.
Geçim kaynağı hayvancılık ve tarıma dayanmaktadır.
2. Araştırmanın Amacı
Araştırmanın amacı kadına yönelik şiddetle daha iyi bir şekilde mücadele etmektir.
Yüksekova örneğinden yola çıkarak Türkiye’nin her yerinde kadına karşı şiddet ve büyük
haksızlıkların önüne geçmek için bir takım politika ve programların geliştirilmesine katkı
sağlamaktır. Yaptığımız bu çalışma ile kadının sosyal ve ekonomik sorunlarını ve
gereksinimlerini kamuoyuyla paylaşmak amaçlanmıştır.
3. Araştırmanın Yöntemi
Yüksekova’da kadın olmak çalışmasında kartopu tekniği kullanılmıştır. Bu teknik
sayesinde toplam 30 kadın ile mülakat yapılmıştır. Görüşülen kadınlar çeşitli kategorilere aittir.
Ev kadınları, boşanmış kadınlar, dul kadınlar, kumaya maruz kalmış ve kuma olan kadınlar,
öğretmen, avukat, öğrenci ve çalışan kadınlarla görüşülmüştür. Araştırmada hem Yüksekova
merkezinden hem de birkaç köyden kadınlarla mülakatlar yapılmıştır.
4. Toplumsal Sorunlar
Şiddet sözcüğü, Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Şiddet, sertlik, yumuşaklığın ve rahat bir
yaşamın tersi, “zamanın iğrençliklerinden insana bulaşan şey” demektir. Şiddetin psikolojik
tanımı ise, “düşmanlık ve öfke duygularının kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı ve
fiziksel zor yoluyla dile getirilmesidir.” Şiddetin değersel boyutunu aile ve aşiret reisliği gibi
toplumsal statülerin kaba kuvvet kullanımını gerektirdiği düşüncesi ve baskı mekanizmasının
sosyal mevkilerde istikrarı sağladığı inancı oluşturmaktadır Şiddet bir bakıma başkalarına
hükmetme girişimidir. Doğal olarak bu şekilde bir girişimde güçlü, güçsüzü; kuvvetli, zayıfı
boyunduruk altına almaya çalışacaktır. (Tahir, 1990: 133-134).
Türkiye’de başta Doğu ve Güneydoğu’da olmak üzere başka bölgelerimizde de kadınlar
haksızlıklara ve şiddete maruz kalabilmektedir. Kadının varlığını bile önemsemeyen
toplumların olduğu bilinmektedir. Toplumsal kuralları ağır basan kapalı toplumlarda, kadına
yönelik şiddet ve haksızlıklar oldukça sık görülmektedir.
800
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ülkemizde dayak ve istismar konusu daha çok Güneydoğu’da söz konusu iken son
yıllarda Türkiye’nin her yerinde aynı sorunlarla karşılaşmaktayız. Batı bölgelerinde kadınların
çoğu bilinçli ve okumuş olduğundan, sorunlarını hukuki yollarla arayıp sonuca
ulaşabiliyorlarken, Doğu ve Güneydoğu’da okumamış kadınların böyle bir şansı pek
olmamaktadır. Bunun nedenlerini sıralarsak tabi ki toplumsal kontrol ve baskı, aileler arasında
güçlü bağlar ve gelenekler ilk sırada yer almaktadır.
Yüksekova’da kadın aşiret toplum anlayışı içinde kendisine biçilen değer ve konum
açısından iç açıcı bir durumda değildir. Yüksekova’da var olan toplumsal yapı, gelenekler, örf
ve adetlerden oluşur. Aşiretlerden meydana gelen toplum, geleneksel küçük kozmik bir yapıya
sahiptir. Aşiretler genelde aynı soya mensup kişilerin sayıları doğrultusunda büyüktür ve
aşiretler arasında ortak konular olduğu kadar, farklı özelliklerde söz konusudur. Bir aşiret içinde
yer alan aileler arasında bile gelişmişlik farkı vardır. Ataerkil bir yapı hâkim olduğundan,
kadınlar için oldukça dar bir yaşam alanı biçilmiştir.
Halkın geçmişten beri temel gelir kaynağı, tarım ve hayvancılık olmuştur. 1990’lardan
itibaren uyuşturucu, sigara ve hayvan kaçakçılığı gelir kapısı olarak görüldü. Bu ticaret yolu
para kazanan ailelere modernliği ve çağdaşlığı getirmedi. Birçok aile zengin olurken ve
İstanbul’un en gözde semtlerinde ihtişamla yaşarken, kadına değer verme konusunda maalesef
pek bir yol kat edilemedi.
Kırsal kesimde okumamış erkeklerin bir anda zengin olması, aslında kadına karşı
haksızlıkların yapılmasına daha çok sebep teşkil etmiştir. Yüksekova yıllarca eğitim
olanaklarından yoksun kaldı. Bu sorunun temelinde geçmiş iktidar partilerinin de büyük hataları
görülür. Kız çocuklarının eğitimden yararlanmasını sağlayamamışlardır.
Yüksekova’da, toplum eğitim ile geç tanıştığından, kadın-erkek arasında büyük bir
eşitsizlik görülmektedir. Güneydoğu’nun birçok yerinde olduğu gibi, Yüksekova’da da kadınlar
ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir. Köylerde kadınlar çok ağır şartlarda yaşarlar.
Yüksekova’nın civar köylerinde görüştüğüm birçok kadın hayatından memnun gibi görünse de,
aslında acı dolu bir yaşamın pençesinde yaşadıklarının farkındalar. Kadınların çoğu, okuma
yazma bilmiyor ama genç kızlar okula gitmese de televizyondan ve gazetelerden okuma
yazmayı öğrenmişler.
Köylerde yaşayan birçok kız erken yaşta okuldan alınıyor ve aileleri sebep olarak da
maddi sıkıntıları ayrıca köyden Yüksekova’ya gittiklerinde barınma sorunu ile karşılaşmalarını
gösterir. Köylerde evin reisi sadece baba olmuyor, dedeler ve nineler de evde karar
mekanizmasının bir parçası oluyorlar. Evdeki çocukların giyim kuşamlarından tutun,
eğitimlerine kadar her şeye müdahale etmektedirler. Tabi evdeki gelinlerle bu konuda
konuştuğumuzda, onlar bu durumdan hiç memnun olmadıklarını, bu nedenle çekirdek aile
yapısına özendiklerini dile getirmektedirler.
Toplumun eğitimden uzak kalması ve ataerkil yapının böylece daha baskın olması,
kadınların dışarı çıkarken sokakta çok fazla sözlü tacize maruz kalmalarına neden olmaktadır.
Bu sorunun temeli erkeklerin eğitimsiz olmaları, kadını sadece cinsel bir obje olarak görmeleri
ve kadının evden başka bir yaşam alanının olmadığını düşünmeleridir. Yüksekova’da her kadın
sözlü tacizden rahatsız olduğunu her fırsatta dile getirmektedir.
Yüksekova’da toplumsal yapıda kadına yüklenen sorumluluklar fazlasıyla ağırdır. Daha
çocuk yaşta bir kız, hem topluma karşı hem de aileye karşı sorumlu oluyor. Bu zamanla kadın
801
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
için büyük bir sorun oluyor. Özellikle evlilikler ve boşanmalarda kendi kararını veremiyor.
Yüksekova’da geleneğin bir parçası olan altın takı, genç kızların gözlerini kamaştırdığı kadar
mantıksız evlilikler yapmalarına da neden oluyor. Ayrıca birçok erkeğin cinsel arayışı nedeniyle
yaptığı ikinci evliliklere, ilk eşler tepki gösteremiyor ve bu durumu kabulleniyor. Erkek ilk
eşine çok sayıda altın alarak onu susturma yoluna giriyor ve kadın bilinçsiz ve çaresiz
olduğundan bu duruma göz yumuyor. Bunu yaparken de kadınlık gururundan ödün veriyor.
Eğitimsiz aileler altını bu kadar önemseyip sosyal hayata yön veren bir araç olarak
görseler de, eğitimli modern Yüksekovalı birçok aile tam tersini düşünmektedir. Onlar kızlarını
sonuna kadar destekleyen, okutan, yeri geldiğinde yurt dışına eğitim için gönderen ve
evliliklerinde doğru kararı vermeleri için sonuna kadar arkalarında duran ailelerdir. Bu aileler,
geçmişten beri batıya açılmış ve batının doğru yeniliklerini alıp, Yüksekova’da ki yaşamlarına
yansıtmışlardır.
5. Evlilik
Kızların zorla evlendirilmesi konusu, çok tartışılan bir meseledir. Buna da açıklık
getirilirse, son yıllarda bu konuda büyük değişimler oldu. Okuyan kız sayısının artmasıyla bu
değişim sağlandı diyebiliriz. Tabi okumayan kızlarda çağa ayak uydurduğu için, evliliklerini
kendi istekleri doğrultusunda yapma şansına sahip oldular. Eskiden evlenecekleri erkeği düğün
gecesi tanırlarken, artık severek ve anlaşarak evleniyorlar. Bir hususa değinmek gerekirse, o da
ne yazık ki evlilik yaşının hala çok düşük olmasıdır. Her ne kadar kendi istekleri doğrultusunda
evlenseler de, bilinçli evlenmiyorlar. Bu yüzden, son yıllarda Yüksekova’da boşanmalar da
büyük bir artış oldu.
Önceleri boşanma meselesi bir hayal iken şimdi çok doğal görülüyor. Ama çocuğu
olanlar maalesef çocuklarını alıp baba evine dönemiyorlar. Kadının ailesi kabul etse bile, erkek
tarafı buna müsaade etmemektedir. Bu nedenle kadınlar için her ne kadar yaşama hakkı
konusunda iyileştirmeler görülse de, bir taraftan ataerkil yaptırımların esiri olmaktan
kurtulamıyorlar. Yüksekova’da sosyal yaşam açısından çalışan kadınlar, okuyan kadınlar ve
okumayanlar aynı çerçeveye hapsedilmişlerdir. Yüksekova’da doğum oranı yüksek olduğu için
yapılan evliliklerde fazla olmaktadır. Bu evliliklerde yaş oranı da oldukça düşüktür.
Boşanmış kadınlarla yapılan görüşmelerde boşanma sebepleri olarak eşleri ve
kayınvalideleri tarafından sık sık şiddete ve baskıya maruz kalmayı gösterilmiştir. İmam
nikâhıyla evlenmiş kadın örnekleri var. Resmi nikâh yapılacak diye oyalan, çocuk sahibi olmuş,
daha ayakları yere basmayan kadınlar da var. Gördüğü şiddet nedeniyle evini terk edip, baba
evine geri dönen, üstelik çocuklarından ayrılmak zorunda kalanlar var. Boşanması geleneksel
kurallara göre yapılan, çocuğunun velayeti konusunda hiçbir hukuki girişimde bulunamayan
kadın örnekleri var.
Bölgede dinlediğim kadınlardan bir hayat hikâyesi de şu şekilde: dört kız çocuğu olan bir
kadın severek evlenmiş ama zamanla eşinin ailesi tarafından evliliğinde büyük sorunlar
çıkarılmış. Özellikle erkek çocuk sahibi olmaması büyük bir sorun haline getirilmiş ve
boşanmasına kadar etki etmiştir. Son çocuğunu doğururken de hastanede tek başına bırakılmış.
Eşinin ailesinin kendisini istemediğini anlayınca ve eşi tarafından aldatılınca boşanmış.
Boşandığı için de hiç pişman olmadığını söyleyen kadının tek sorunu Yüksekova toplumunun
boşanmış kadınları kötülemek olduğunu söyledi. Çocuklarının da çevrenin olumsuz
konuşmaları yüzünden psikolojik sorunlar yaşadığını ve tedavi edildiğini de ekledi.
802
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
37-45 yaş arası mülakat yaptığım kadınlara nasıl evlendiklerine dair sorular sorduğumda
çoğu düğün gecesi eşleriyle tanıştıklarını söyledi. Görücü usulü ya da berdel evliliklerde
Yüksekova merkezde ya da köylerde bu sorun söz konusuydu. Tabi şimdi böyle bir durum yok
denecek kadar az. Okumamış köy kızları da artık görücü usulü ya da berdel evliliklere karşı
çıkıyor ve severek evlendiklerini görebiliyoruz.
Okuyan kesim daha çok kariyer yaptıktan sonra evlenir ve çoğu dışarıdan biriyle
evlenmeyi tercih eder. Onlar geleneksel evlilikleri sonuna kadar eleştirir ve mantık evliliğinin
daha önemli olduğunu vurgularlar. Yüksekova’da eskiden dışarıdan yapılan evlilikler aileler
açısından sorun olurken, günümüzde gayet doğal karşılanmaktadır. Okumuş gençlerin bir kısmı
da içerden evlilikler yaparlar ama evlendikleri kişilerin de eğitimli olmasına dikkat ederler. Bu
kararların altında tabi ki ekonomik, sosyal ve kültürel sebepler vardır.
Okumuş kızlar genelde anneleriyle çatışma içerisine girerler. Anneleri genelde okumamış
oldukları için ve kızlar da üniversitede kendilerini yetiştirip daha geniş ufuklarla hayata
baktıklarından, ebeveynleriyle olsun çevreyle olsun bir çatışmaya içerisine girerler. Tabi bu
çatışmalar genelde olumlu sonuçlar alır. Çünkü okumuş kızlar, annelerini, kardeşlerini ve
çevredeki kadınları değiştirme-geliştirme yoluna girerler. Bu uzun bir süreç olsa dahi genelde
iyi sonuçlar elde edilir.
Bir başka sorun ise yine kaynağı eğitimsizliğe dayanan ikinci evlilikler, yani kuma
meselesidir. Yüksekova’da eskiden aşiret ağaları kendi konumlarının ve ağırlıklarının bir
göstergesi olarak ikinci, hatta üçüncü evlilikler yaparlardı. Böylece sayısını bilemedikleri
çocukları olurdu. Toprak ve hayvan zenginliğiyle ihtişam içinde yaşadıkları için, evdeki her
bireyin karnını doyurup, üzerini giydirerek herkesin hayatından memnun olduğunu
düşünürlerdi. Erkek çocuklarını okutup gelenekler çerçevesinde evlendirirlerken, kız çocuklarını
okutmayıp, kararlarını bile dinlemeden başka aşiret ağalarıyla ya da o aşiret ağalarının
çocuklarıyla evlendirirlerdi.
Görüştüğüm kumaya maruz kalan kadınlar, bu durumu kabul etmelerini çaresizliğe
dayandırdılar. Onlar okuyamadıkları ya da okutulmadıkları için bu durumla karşılaştıklarını ve
ekonomik özgürlüklerinin olmaması nedeniyle hiçbir şekilde karşı çıkma şanslarının olmadığını
düşünmektedirler. Eşleri onların bu durumundan yararlanarak kadını her açıdan köleleştirme
yoluna girmişlerdir. Bu okumamış her erkeği tatmin eden bir yöntem haline gelmiştir.
Kumasıyla aynı evde yaşamak zorunda olan kadınlarla görüşmelerimde çok ilginç durumlarla
karşılaştım. Özellikle birbirleriyle anlaştıklarını ve kumayı aslında çok istediğini hatta
çocuklarıyla iyi anlaştığını iddia eden kadınlarda vardı. Kadınlık gururunu arka plana atmış
kadınların olması tabi ki ataerkil yapının yaptırımlarını kolaylaştırdı.
Günümüzde elbette bu sorun çok az görülmektedir. Yüksekova’da aşiretçilik öldü
diyebiliriz. İkinci evlilikleri yapanlar, kolay yoldan zengin olan okumamış erkekler oluyor.
Geleneksel baskı ve kontrole erkeler de çocuklukta maruz kaldıkları için, bastırılmış
duygularının özgürlüğünü birinci evlilikten sonra ele geçirmiş görürler ve ikinci bir kadınla
evlenmeyi kendilerine verilmesi gereken bir ödül olarak görürler. Görüşme yaptığım kumaya
maruz kalmış kadınlardan birkaçı, eşinin başka bir kadınla evlenme kararını kabullenip,
evleneceği kadını beraber baş göz etmekle beraber, erkeğin cinsel arayışına ortak olduklarını
söylediler.
803
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Okumamış kadınların bütün günü ev işleri ve çocuklarla geçerken, akşam eve gelen
eşleriyle çok fazla diyalog kuramadıkları da görülebilir. Yüksekova’da evlilikte olması gereken
şeylerin farkında olamayan birçok kadın ve erkek var. Görüşme yaptığım birçok kadın aslında
doğuracağı çocuk sayısına bile karar veremediğini söyledi. Evlilikte her şeye karar veren erkek
ve ailesi olurken, kadın karar mekanizmasının tamamıyla dışında tutulmuştur.
Yüksekova’da düğünlerde geline yüklü miktarda altın takılması genç kızların gözünü
kamaştırıyor. Kızlar küçük yaşta zengin insanlarla evlenmeyi kabul ediyorlar. Geline kilolarca
altın takmak feodal zihniyetin bir parçası olup zamanla halk tarafından geleneksel bir kural
haline getirilmiştir. Toplum ve özellikle erkekler, kadının takı mankenliğini yapmasını kendi
şöhretleri açısından önemli olduğunu düşünmektedirler. Aslında evlenen gencecik kızlar,
kadınlık gururunu ve temel haklarını kilolarca altına değişmiş olduklarının farkında bile
değillerdir. Tabi ki kadının da eğitimsiz olması ve geleneklere boyun eğmesi bu durumu işlevli
hale getirmektedir. Toplumun okumamış kesimi kadının mutluluğunu düğünde takılacak altın
ve para miktarıyla sağlanacağını ve daha sonra kadının evlilikte yaşanılacak sorunlara
katlanmaya mecbur olduğunu savunmaktadır.
6. Eğitim
Yüksekova’da kadını bütün haksızlıklara boyun eğmeye mecbur bırakan şey kadının
eğitimsiz olmasıdır. Kadının eğitimsiz olması her defasında yinelediğimiz en büyük sorun iken,
ekonomik özgürlüğünün olmaması sebebiyle çaresizliğin esiri olması, güçlü aile bağları ve
geleneksel kurallar bu hazmedilemez durumun yaşanılmasına neden oluyor. Bazı aileler,
kızlarının yaşadıklarına sessiz kalarak ve kadın olduğu için her şeye katlanması gerektiğini
düşünerek, işleri daha da çıkmaza sürüklemişlerdir.
Yüksekova’nın merkezinde toplumsal yapı biraz daha farklıdır. Örneğin, eskiden okuyan
kızların sayısı çok az iken, son 7 yıldır bu sayıda hızlı bir artış söz konusudur. Böylece az da
olsa merkezde, yaşam konusunda ve kadına yönelik bakış açısında farklılıklar gözlemlenir.
Okumuş bilinçli kızlar en azından ailesini ve çevresini değiştirme imkânına sahip olabiliyor.
Fakat şehirde okumamış kızlar bu kadar şanslı değiller. Onlar daha çok iyi bir evlilik yapmak
konusunda çaba sarf ederler. Çoğu da okumadığı ya da okutulmadığı için oldukça mutsuzdur.
Okumuş ve mesleğini kazanmış kızlarla görüştüğümde bana en çok geleneksel yapıdan
hoşnut olmadıklarını dile getirdiler. Çoğu ailevi sebeplerden dolayı Yüksekova’ya dönmek
zorunda kalmış. Aslında batıda ve yahut başka bir yerde çalışmayı daha çok tercih ederler.
Yüksekova’da son yıllarda siyasi çalkantılar içinde yaşamak kadınları mutsuzlaştırmıştır.
Toplumu modern ve çağdaş bir seviyeye ulaştırmayı hedefleyen toplum mühendisi kadınlar
politik çevreler tarafından engellenmekteler. Yüksekova’da, kadını sadece politika için ön
saflara alan bir kesim mevcuttur. Kadını politik çalışmalarda aktifleştirmeyi amaçlayan bu
kesim aslında kadının eğitim ve sosyal açıdan erkeklerin gerisinde olmasını önemsemezken,
ailesiyle ya da evliliğinde yaşadığı sorunları da görmezden gelmeyi eksik etmiyor.
Yüksekova’da kadınlarla ilgili bir dernek açılmış fakat bu dernek çok işlevsiz bir
haldedir. Şu ana kadar ne topluma yönelik ne de kadına yönelik hiçbir çalışmada bulunamamış.
Okumuş çevreden de yeterli desteği alamamışlar. Yüksekova’da kızların üniversite okumaları
ve kendilerini yetiştirmeleri maalesef toplum, kadına şiddet ve eğitimsizlik sorunlarını çözmeye
yetmiyor. Üniversite okuyan kızların sayısının oldukça fazla olması kadına bakış açısında
804
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kırılmalar sağlasa da bu sorunu kısmen çözmeye bile yeterli olamıyor. Gelenekler yeniliklerin
önünde büyük bir engel olarak görülmektedir.
Yüksekova toplumunun gelenekleri daha çok ön plana alarak yaşaması eğitimle geç
tanışmalarının bir sonucudur. Bunların yanı sıra, insanların eğitime yoğun bir ilgi göstermesi ve
kadınların okuyup bilinçlenmesiyle beraber erkeklerin, karar mekanizmasında var olan etkisini
kırmaya çalışmaktadırlar. Bu da Yüksekova kadınları için olumlu bir gelişmedir. Kadınlar
eskiden evde hiçbir şeye karar veremez iken şimdi alışveriş, tatil, çocuklarla iletişim ve en
önemlisi kadın erkek eşitliğini dile getirme ve bunları uygulama hakkına sahip olmuştur.
Boşanma hakkını da nasıl arayacağını ve şiddete maruz kaldığında en azından polise kadar
gidebileceğinin bilincini taşımakta ve cesaretli davranmaktadır.
7. Şiddet
Şiddet, kadınlar için yıllardır çözüme ulaşamamış önemli bir husustur. Kadın feodal
toplumlarda ikinci plana atılmakla beraber, çok acımasız bir hayata mahkûm edilmektedir.
Feodal zihniyetin gücü arttıkça, kadına yönelik şiddetinde oranı artmaktadır. Neredeyse kadınlar
var oldukları için özür dileyecek duruma getirilmektedirler. Türkiye’de şiddete maruz kalan
kadın sayısı her sene büyük bir artış göstermektedir. Bu olumsuz durumun önüne ne devlet ne
de sosyal dernekler geçebilmektedirler. Bu ülkemizin toplumda cinsiyet ayırımının hala
iyileştirilmediğinin kanıtıdır.
Yüksekova’da kadına yönelik şiddet konusunu ele aldığımızda ortaya çıkan tablo oldukça
üzücüdür. Eskiden töre cinayeti diye adlandırılan kadın cinayetleri, şimdilerde namus cinayetine
dönüşmüştür. Tabi sadece isim olarak değişen olayın aslında içeriği ve amacı değişmemiştir.
Mülakat yaptığım kadınlara, özellikle Yüksekova’da namus cinayetlerinin ne kadar yoğun
olduğunu sorduğum zaman, cinayetlerin zaman zaman yapıldığını fakat medyaya
yansıtılmadığını ya da intihar süsü verildiğini belirttiler. Namus cinayetleri şiddetin en ağır
şeklidir. Ne yazık ki feodal toplumlar da çok sık görülen bir vakadır.
Yüksekovalı bir öğretmenin anlattığı olayda öğrencisi olan iki kız kardeşten birinin cinsel
şiddete maruz kalmış diğerinin ise alkol bağımlısı olup içki için kötü yollardan para kazanmış.
Kardeşlerden biri abisinin sık sık cinsel tacizine maruz kalmış ve bunu ne öğretmeniyle ne de
aileden birisiyle paylaşabilmiş. Abisinin tecavüzüne maruz kalınca öğretmeninin ısrarlarıyla bu
durumu anlatmış Abisi tarafından tecavüze uğrayan kız yaşadıklarını ailesiyle paylaşamamış
çünkü abisi onu ölümle tehdit etmiş. Diğer kardeş ise evdeki sorunlar, ailenin ilgisizliği ve
şiddeti yüzünden alkol bağımlısı olmuş öğretmenine parayı kötü yollardan elde ettiğini
anlatmış. Bu acı tablonun sorumlusu tabi ki aile ve toplumun tabulaşmış kurallarıdır. Genç
öğretmen kız öğrencileri için çözüm arayışlarına girmiş ve bu öğrencilerinin ailesiyle
konuşmaya karar vermiş fakat başaramamış. Ailelerin evde yaşanan cinsel istismar ve şiddet
karşısında ilgisiz kalmaları, eğitimsizliğin ne kadar büyük bir problem haline geldiğini
göstermektedir.
Yüksekova’da kadınlar toplum tarafından psikolojik şiddete çok sık maruz
kalmaktadırlar. Toplumun özel hayata müdahale etme yetkisi tartışılır fakat kadınların şiddete
maruz kalmasına karşı çıkma olanağı imkânsız hale gelmiştir. Kadın ve erkek arasındaki
eşitsizlik çok açık bir şekilde görülür. Erkek çocuğu üstün gören ailelerin sayısı da oldukça
fazladır.
805
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bir kadının sadece kız çocuğuna sahip olması toplumun hiç hoşuna gitmez. Kızlarına
oldukça değer veren aileler var ama Yüksekova’nın cahil kalmış bir kesiminin olumsuz
bakışlarını ömür boyu üzerlerinde hissedebiliyorlar. Üstelik toplum, erkek kardeşi olmayan kız
çocuklarına psikolojik bir baskı da bile bulunabilmektedirler. Ayrıca onları cahil söylemleriyle
tahrik edip, üzerler.
Batıya dönük yaşamış ve sadece kız çocuğu olan aileler her ne kadar toplumun bu
yaklaşımından rahatsız olsalar da geleneksel kuralların ötesine geçemiyorlar. Onlar değer
yargılarının etkisinde kalıp bu insanların düşüncelerine ve konuşmalarına karşılık veremiyorlar.
Tabi bu durumda en çok etkilenen anneler ve kızları oluyor. Toplumun büyük bir çoğunluğu
cahil ve geleneksel olduğu için cinselliği bilmedikleri gibi bir çocuğun cinsiyetini belirleyenin
de erkek olduğunu bilemiyorlar. Tanıdığım birçok aile, kadın erkek çocuk doğuramıyor diye
ikinci evlilikleri gerekli görmüşlerdi. Onlara göre erkek başka bir kadınla evlenince erkek çocuk
doğabilir.
Yüksekova’da kadınlar için aşılması gereken çok büyük engeller ve bir o kadar da
kırmaları gereken tabular var. Kadınlar içinde de topluma yönelik herhangi bir örgütlenme ve ya
tepkisel bir eylem söz konusu olamıyor. Yüksekova’da okumuş kadınları da bu yönde çok pasif
kalmış. Özelikle 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde ne Yüksekova’da ne de köylerde kadınlar şu
ana kadar kendi haklarını ve isteklerini duyuran, ataerkil yapıya, şiddete ve toplumun geleneksel
baskısına tepki gösteren hiçbir miting ya da yürüyüş gerçekleştirmediler.
Yüksekova gibi kapalı yerlerde kadına yönelik şiddet çeşitli şekillerde kendini
göstermektedir. Yalnız erkek egemen bir yapı olduğu için bu şiddeti duyurmaya engel olacak
kadar veya meşrulaştıracak kadar güçlü bir oluşumla karşılaşabiliyoruz. Geçmişte eşini
dövmeyen erkeği küçümseyen bir anlayışın hâkim olduğu Güneydoğu toplumunda günümüzde
çok parlak bir değişme görülememektedir.
Şiddetin çeşitleri dünyanın her yerinde kendini göstermektedir. Kadınların yüzyıllardır
yaşam standartları hep erkeklerin çok gerisinde olmuştur. Günümüzde bu soruna yönelik
çalışmalar hız kazanmışsa da Yüksekova örneği gibi birçok gelişmemiş yerlerde, kadının çağın
yeniliklerinden haberdar olup çağa ayak uydurması ne yazık ki zorlu bir süreci kapsamaktadır.
8. Sonuç
Dünyanın temel sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddetin önüne geçmek için daha
fazla yol kat edilmelidir. Yüksekova örneğinde şiddetin, fiziksel, ekonomik, duygusal ve
toplumsal olarak çeşitliliği görülmektedir. Ensest, kuma, berdel, erkek çocuk ve kadının
ekonomik bağımsızlığı ile ilgili sorunlar şiddetin biçimlerini kapsamaktadır. Şiddetin kaynağı
ise şüphesiz yıllardır bu coğrafyada yaşanılan toplumsal sorunlar ve bir takım kalıplaşmışnegatif geleneklerdir. İzlenecek kapsayıcı bir politika ile aile, eğitim ve iş hayatında, kısacası
toplumsal yaşamın her alanında eşitliğin sağlanmasına ve erkeğin kadından daha üstün
olduğuna ilişkin değer yargılarının değişmesine yönelik önemli bir çalışma süreci
hazırlanmalıdır.
806
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
9. Kaynaklar
BARRET, Michele, (1995). Günümüzde Kadına Uygulanan Baskı, çev. Şen Süer,
İstanbul: Pencere Yayınları.
T.C. BAŞBAKANLIK Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, (2009).
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Ankara.
TAHİR, Çağatay, (1990). Evli Çiftler Arası Münasebetlerin Bazı Tezahürleri Etrafında
Evlilik Kurumu Ve İlişkileri, Ankara: Ak Yayınları.
VATANDAŞ, Celalettin, (2003). Aile ve Şiddet Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Afyon
Kocatepe Üniversitesi, Ankara.
Yüksekovalı kadınlarla yapılan mülakatlar, 20 Ağustos-20 Eylül 2011.
807
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADIN SIĞINMA EVİ’NDE KALAN KADIN VE ÇOCUKLARIN SİSTEMDEN
KAYNAKLI KARŞILAŞTIKLARI GÜÇLÜKLER: ESKİŞEHİR ÖRNEĞİ
Medine SİVRİ1
Eylem AKA2
ÖZET
Ne yazık ki tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadına ve çocuğa yönelik
şiddet, tehdit ve tecavüz oranları giderek artmaktadır. Kadınlar şiddete maruz
kaldıklarında evden uzaklaşmaya çalışırken genellikle apar topar kendilerini evden
dışarı atabildikleri için çoğu kez nüfus cüzdanı, evlilik cüzdanı, sağlık karnesi,
çocukların kimlik kartları, aşı kartı vb. gibi evrakları yanlarına alamamaktadırlar.
Bununla birlikte, sığınma evine geldikten sonra başvuracakları her kurumda en azından
nüfus cüzdanı istendiğinden, kadınlar zor durumda kalmaktadırlar. Sığınma evinde
kalan kadınlar yaşamış oldukları ağır psikolojik, fiziksel, cinsel, ekonomik şiddetin
etkilerinden uzaklaşmaya çalışırken öncelikle kendilerine şiddet uygulayan bireyler
hakkında suç duyurusunda bulunmak istemekte, evli ise boşanma, velayet, nafaka
davası açmak istemektedirler. Lakin hukuksal destek alabilmeleri için pek çok
bürokratik engelle karşılaşmaktadırlar. Benzer sorunları iş ararken, çocuklarını okula
kaydettirirken, sosyal yardımlara başvururken vb. süreçlerde de yaşamaktadırlar.
Tüm bu bilgilerden hareketle, bu çalışmada amacımız, kadın sığınma evinde
kalan kadın ve çocukların şiddetten uzaklaşma süresinde önlerine çıkan bürokratik
engelleri, Eskişehir Kadın Sığınma evi örneğinden hareketle göz önüne sermek, bu
engellerin nasıl aşılması gerektiği üzerine çözüm önerileri sunmaktır. Başka ülkelerde
bu sürecin en olumlu anlamda nasıl işletildiğine de göz atarak, zaten örselenmiş
kadınların en azından bu süreçte en az hırpalanmayla süreci tamamlayabilmesi adına ne
tür tedbirlerin alınması gerektiğine dikkat çekmektir.
Anahtar Sözcükler: Kadın, Sığınma Evi, Şiddet, Bürokratik Engel.
THE BUREUCRATIC PROBLEMS WOMEN AND CHILDREN AT
WOMEN’S SHELTERS FACE: A CASE STUDY IN ESKİŞEHİR
ABSTRACT
It is unfortunate that the rate of violence, menace and abuse against women and
children has been increasing gradually in Turkey, as well as all over the world. When
women are exposed to violence, they inevitably get out of the house in a hurry- if they
can. As a result, they have to leave their houses without taking their necessary
documents with them, like their ID cards, sanitary documents, marriage certificates, ID
cards of their children. However, they are faced with some bureacratic problems after
they come to a women’s shelter as they are required to show such documents when
asked. The women accepted to shelters try to recover from the effects of violencephysical or psychological. At the same time, they usually want to make complaints
1
Doç. Dr. Medine SİVRİ, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat
Bölümü ve Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, [email protected].
2
Eylem AKA, Tepebaşı Belediyesi Kadın Sığınma Evi Sorumlusu ve Sosyal Hizmet Uzmanı, Ankara Üniversitesi
Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected].
808
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
about their offenders. If they are married, they want to sue for divorce, or for parental
rights, or claim for maintenance. Yet, they are faced with problems in terms of legal
support because of the lack of the necessary documents. They have similar bureucratıc
problems when they apply for a job, or when they register their children for a school, or
when they apply for social benefits.
This study aims to show the bureucratıc problems women and children are faced
with during the process of nonviolence with the help of cases from Eskişehir Women’s
Shelter and to offer resolutions for nonviolence. Besides, the study aims to show how
this process of nonviolence has been implemented in foreign countries and in this way
to show what measures to be taken for such vulnarable women.
Key Words: Woman, Women’s Shelter, Violence, Bureucratıc Problems .
GİRİŞ
Kadın Sığınma Evi (KSE)
08.05.2001 tarih ve 24396 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Özel
Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri
Yönetmeliği uyarınca açılan kadın sığınma evleri; fiziksel, duygusal, cinsel ve
ekonomik istismara uğrayan kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının
çözümlenmesi sırasında varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
geçici bir süre kalabilecekleri yatılı sosyal hizmeti sağlamakla yükümlü kurumlardır.
(Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu -SHÇEK- yönetmelikler 2001) Eşleri,
sevgilileri, aileleri ya da akrabaları tarafından şiddete maruz kalmış olan kadınların,
yaşamış oldukları bu şiddet dayanılmaz boyutlara vardığında – özelikle şiddet çocuklara
da yansıdığında- başvurdukları sığınma evleri şiddetten korunmak, uzaklaşmak ve yeni
bir hayat kurmak için ara basamak işlevi görmektedir. Türkiye’de şiddet mağduru
kadınların sığınma evlerine ulaşması pek kolay olmamaktadır. Öncelikle kadınlara
yüklenen geleneksel ve kültürel normlar, toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizlikler,
kadının evine, ailesine, çocuklarına bağımlı olarak tanımlanması, aile içinde yaşanan
her türlü olumsuzluğa örneğin eşinin uyguladığı şiddete “yuvasını kurtarmak için”
boyun eğmesi gerektiği algısı kadınların şiddete karşı mücadele etmesini
zorlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra kadınların şiddetten uzaklaşmak için başvurdukları
ilk yer olan karakol, jandarma gibi yerlerde kolluk kuvvetlerinin kadını eşiyle
barıştırmaya çalışması, uzlaştırma çabaları, sığınma evlerinin sayıca az olması, var olan
sığınma evlerinin kapasitelerinin yetersiz olması gibi devletin koruma görevini ihmal
etmesi sebebiyle de kadınlar yaşadıkları şiddet ortamına geri dönmek zorunda
bırakılmaktadırlar. Smith’in de bahsettiği gibi kadınları ayrımcılıktan, zorlamadan ve
şiddetten koruyan kanunların kabul edilmesi gerekir ve bu oldukça geniş ölçüde
tamamlanmıştır. Fakat kanunlaştırma yeterli değildir. Gerçekleştirme ve uygulama çok
önemlidir (Smith, 2006:144).
Sığınma Evi’ne Başvurma ve Sığınma Evi’nde Kalma Süreci
Sığınma evlerine başvuran istismar edilmiş kadın ve çocuklara yönelik danışmanlık
hizmetinin amacı, bu kişilere, hayatlarının kontrolünü ellerine alabilmek ve maruz
kaldıkları şiddetten uzak bir hayat kurabilmek için gerekli cesareti ve güçlenmeyi
sağlamaktır. Danışmanlık hizmetinde bilgi, donanım ve hassasiyet esastır (Bayrakçeken
809
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tüzel ve Gediz Gelegen, 2010). Kadınların sığınma evinde kaldıkları süre içinde
güçlendirilmelerinin sağlanması, kendi kararlarını kendilerinin vermesi, birey
olduklarının, haklarının farkına varmaları, mahkeme ve resmi kurumlarla olan
ilişkilerde kurumun kadının yanında olması ve işlerini kendisinin yapması için teşvik
edilmesi gibi temel ilkeler oldukça önemli. Ancak ilkelerin aksine çoğu kez kadınların
sığınma evlerinden bir an önce ayrılmaları istenmekte, kadınlarla aileleri arasında
arabuluculuk yapılmakta (Mor Çatı Bülten, 2011) Şiddet mağduru kadınlara yönelik
hizmet veren kurumlar olan sığınma evlerinde alanında uzman meslek elemanlarının
(sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı vb.) bulunması, bununla birlikte
personelin kadın sorunlarına duyarlı, toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet vb.
konularda eğitim almış olması gerekmektedir. Aksi halde kadınların ev içinde maruz
kaldıkları şiddetin bir başka hali -duygusal, psikolojik şiddet- sığınma evlerinde
sürdürülebilmektedir. Buna örnek olarak; Şubat 2012 tarihinde Türkiye’de bir
Belediye’ye bağlı sığınma evinde kalan 8 kadının kaldıkları sığınma evinde personelin
kendilerine yönelik psikolojik şiddeti sebebiyle bir gazeteye verdikleri röportajı
verebiliriz. http://www.guneyhaberci.com/guncel/kadinlar-kime-siginsin-h11507.html )
KSE’ye başvuran kadınlar ile öncelikle bir ön görüşme yapılarak kadının kimlik, aile,
sosyoekonomik durum gibi bilgileri alınır. Yapılan görüşmede kadının maruz kalmış
olduğu şiddet üzerine konuşularak risk durumu değerlendirilir. Şiddet uygulayan kişi
tarafından can güvenliği tehdidi var ise kendisiyle birlikte durum değerlendirmesi
yapılarak, farklı İllerdeki sığınma evleri hakkında bilgi verilir, en kısa sürede başka bir
İl’e nakli gerçekleşene kadar sığınma evine kabul edilir. Evli ya da bekâr olup çocuk
sahibi olan kadınlar da kendileriyle yapılan ön görüşme sonrasında yanlarında
bulundurmak istedikleri çocukları (0 – 18 yaş kız çocuk ile 0 – 12 yaş erkek çocuklar
KSE’ye kabul edilebilirler. 12 yaştan büyük olan erkek çocuklar sığınma evine
alınamamaktadır) ile birlikte KSE’ye kabul edilirler. KSE’ye başvuran hamile, engelli
ya da hasta kadınlar için ise KSE’nin fiziki koşulları pek uygun değildir. KSE binaları
tahsis edilirken genellikle bu özelliklere sahip kadınların durumları göz önüne
alınmamaktadır. Çoğu KSE binalarında asansör olmayıp, merdivenler diktir. Bahçe
yoktur, bu sebeple can güvenliği riski olup dışarıya çıkamayan kadın ve çocuklar ev
içinde bunalabilmektedirler. Özellikle küçük yaştaki çocuklar ev içinde, kapalı bir
mekânda olmaktan dolayı saldırgan, hırçın davranışlar sergileyebilmektedirler.
Evli olup eşi tarafından şiddete maruz kalmış olan kadınlar boşanma davası açmak
istediklerinde Eskişehir Barosu Adli Yardım Bürosu’na başvurarak ücretsiz Avukat
talebinde bulunabilmektedirler. Çocukları okul çağında olan kadınlar KSE’ye geldikten
hemen sonra çocuklarının okul kaydı için uğraşmaktadırlar. Çocukların okul kayıtlarını
KSE personelinin rehberliğinde KSE civarındaki okullara yapabilmektedirler. Kayıt
sırasında bazı okul müdürleri zorluk çıkarabilmektedir (Bazı okul müdürleri, KSE’de
kalan kadınların çocuklarının “başarısız, sorunlu çocuk” olduğu gibi önyargılara
sahiptirler). KSE’de çocuklarıyla birlikte kalan kadınların çocukları da aile içi şiddete
tanık olmuş, şiddete maruz kalmış, bu sebeple sarsıntı yaşamış çocuklardır. Bu
çocuklarla sığınma evinde kaldıkları süre içinde, şiddetin olumsuz etkilerinden
kurtulabilmeleri, sosyal, eğitsel beceri kazanabilmeleri, sığınma evi yaşamına adapte
olabilmeleri için ilgilenebilecek, mesleki çalışma yürütebilecek Çocuk gelişim uzmanı,
çocuk eğiticisi vb personelin istihdam edilmesi önemlidir. Sığınaklar aynı zamanda
çocuklar içindir, ancak çoğu kez çocukların ihtiyaçları yeterince göz önüne
alınmamaktadır. Sığınakta kalan çocuklar birey olarak görülmeli, sığınağın fiziksel
810
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
koşulları ve çalışma biçimi onların ihtiyaçlarını göz önüne alarak düzenlenmeli, onların
yaşadıkları ve tanık oldukları şiddetle ilgili uzmanlaşmış bir çalışan sığınakta
görevlendirmelidir (Bayrakçeken Tüzel, Gediz Gelegen, 2010). Ancak pek çok sığınma
evinde çocuklarla ilgilenebilecek profesyonel meslek elemanı bulunmamaktadır.
Kalış Süresinin Sınırlılığının Yarattığı Sorunlar
Kadınlar sığınma evine başvururken genellikle kalış süresinin ne kadar olduğunu
sormaktadırlar. Kalış süresi konusunda Belediyelere bağlı KSE’ler ile SHÇEK’e
(şimdiki adıyla Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne) bağlı KSE’ler arasında
farklılıklar bulunmaktadır.

Belediyeye bağlı bir KSE’de kalış süresi, Kadın Sığınma Evi İç Hizmet Yönergesi’ne
göre şöyle belirlenmiştir:
Kalınacak Süre
Madde 12- Kadınların kuruluşta kalma süresi üç aydır. Bu süre Sosyal Hizmet
Kurulu’nun düzenlediği gerekçeli rapora dayanarak 3’er aylık dönemler halinde
uzatılabilir. Kalma koşulları ortadan kalktığında uzatma süresinin bitmesi
beklenmez. Bu maddede bahsedilen üçer aylık süreler halinde uzatılabilir kısmı,
KSE’deki uzman personelin kadının psiko-sosyal, ekonomik durumunu göz önünde
bulundurarak yaptığı değerlendirme neticesinde kalış süresini uzatabileceği anlamına
geliyor. Yani kadına üç ay gibi kısa süreli bir sınırlandırmaya gerek kalmıyor,
personelin inisiyatifine bırakılıyor. Burada personelin yapacağı sosyal inceleme,
değerlendirme önemli bir yer tutuyor.

Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği’nde
ise KSE’de kalış süresi şöyle belirlenmiştir:
Kalınacak Süre
Madde 12- (Değişik: 31.07.2009–27305 RG/4Md) Kadınların kuruluşta kalma süresi
üç aydır. Bu süre kuruluş müdürlüğünün teklifi ve il müdürünün onayı ile üç ay daha
uzatılabilir. Bu maddede ise kadınların KSE’de kalış süresi üç aydır, müdürlüğün onayı
ile üç ay daha uzatılabilir denerek bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Yani kalış süresinin
ancak bir defaya mahsus uzatılabileceği anlaşılmaktadır. Kalış süresi ile ilgili
sınırlamalar kadınları tedirgin etmekte, kendilerini bir an evvel KSE sonrası yaşama
hazırlamak zorunda hissetmelerine sebep olmaktadır. Maruz kalmış oldukları şiddet
nedeniyle sarsıntı yaşayan bu kadınların kendilerini toparlamaları, uzun bir süreç
gerektirebilmektedir. Bu süreç her kadın için farklıdır. Yoğun bir şekilde ve yıllarca
cinsel, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalmış olan kadınlar için kalış süresinin
sınırlılığı büyük bir problemdir. Ayrıca şiddetten uzaklaşmaya çalıştıklarında, genellikle
evlerinden hazırlıksız ve apar topar, hiçbir resmi belgeyi yanlarına almadan ayrılmak
zorunda kaldıklarından ve sonraki süreçte de daima bu resmi evraklar gerektiğinden çok
fazla sıkıntı yaşamaktadırlar.
Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Sığınma evine gelen şiddet mağduru kadınların
karşılaştıkları belli başlı sorunlar ve çözüm önerileri aşağıda sıralanmıştır:
811
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1. Kadın nüfus cüzdanı çıkarabilmek için ikamet ettiği adresi göstermek zorunda
kalmaktadır. Eğer kadın şehir dışından geldiyse, kadına geldiği şehirden ikametgâhını
getirmesi gerektiği söylenmektedir. Zaten can güvenliği riskinden ötürü bir başka ildeki
sığınma evine başvuran kadından, bunun istenmesi başlı başına bir sıkıntıdır. Ayrıca
nüfus kâğıdı olmamasından ötürü "kayıp işlemi" yapılarak kadından 70 TL ücret
istenmektedir. Başvuran birçok kadının yanında hiç parasının olmadığı
düşünüldüğünde, bu ücretin yarattığı maddi sıkıntı gayet açıktır.
ÖNERİ: Sığınma evinde kalan kadınlardan nüfus cüzdanı işlemi için para talep
edilmemelidir. Bu işlemler, kadınının sığınma evinde kaldığını gösteren resmi belge ile
ücretsiz olarak yapılabilmelidir.
2. KSE’ye gelen kadınların yanlarında çoğunlukla ya hiç para bulunmamakta ya da çok az
bir miktar bulunmaktadır. Kadınlar, nakdi yardım alabilmeleri için, Kaymakamlık ya da
Valiliğe bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'na (SYDV)
yönlendirilmektedir. Burada ilk koşul olarak, başvuru yapan kadınların sosyal
güvencelerinin olmaması istenmektedir. Yani kadın eğer eşinden dolayı sigortalı
gözüküyorsa, boşanmış olup nafaka alıyorsa, babasından dolayı maaş alıyorsa vs bu
yardıma başvuramamaktadır. Dolayısıyla para yardımı için yalnızca yeşil kartı olan ya
da hiçbir sosyal güvencesi olmayan kadınlar başvuru yapabilmektedirler. Burada
bahsedilen para ise kadınlara ayda bir ya da iki ayda bir olmak üzere yalnızca 100 ya da
150 TL olarak verilmektedir. Yani evden gelirken yanında hiç parası olmayan, hiçbir
geliri de olmayan kadın, burada bahsedilen 100 – 150 TL para (günlük ortalama 3TL)
ile bir veya iki ay idare etmek zorunda bırakılmaktadır.1
ÖNERİ: Sığınma evlerine başvuran kadınların büyük çoğunluğunun, herhangi bir
maddi geliri olmadığı aşikârdır. Bu nedenle kadınlara yardım yapılması için aranan
şartlar esnetilmeli, daha çok kadın bu yardımdan istifade edebilmeli, sosyal
güvencelerinin olup olmadığı göz önüne alınmadan, başvuran tüm kadınlara bu imkân
eşit bir şekilde sunulmalıdır. Bahsedilen yardımlar bir defaya mahsus değil, kadın
güvenceli bir iş bulana kadar ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için periyodik olarak
verilmelidir. Ayrıca can güvenliği riski olan kadınların durumu da göz önünde
bulundurulmalı ve ikametgâh zorunluluğu ortadan kaldırılmalıdır.
3. Kadın eşinden, ailesinden ya da şiddete uğradığı yakını, sevgilisi vb. kişiden şikâyetçi
olmak, boşanma davası açmak istediğinde hukuksal destek alabilmesi için Adli Yardım
Bürosuna yönlendirilmektedir. Burada da kadının adli yardımdan faydalanabilmesi için
yine sosyal güvencesinin olmaması ilk şarttır. Yeşil kartı var olup yanında yoksa üzerine
kayıtlı herhangi bir mal olup olmadığına dair bir dizi işlemi halletmesi (İcra
Müdürlükleri, Vergi Daireleri, Belediyelerin Mal Müdürlükleri, Tapu, SGK vs
1
2012 yılı itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından bir takım
değişiklikler yapılmıştır. Sığınma Evlerinin bulunduğu İlçedeki Kaymakamlıkların SYDV’leri aracılığıyla yapılan
nakdi yardıma sınırlandırma getirilerek bahsi geçen yardımın yalnızca bir defaya mahsus olarak yapılacağı ve kadının
ikametgâhının olduğu İl’deki Kaymakamlıklar aracılığıyla yapılabileceği ifade edilmektedir. Buna göre can güvenliği
riski sebebiyle farklı İllerdeki sığınma evine başvuran kadınlar için bu yardımın artık yapılamayacağı da
belirtilmektedir. Valiliklere bağlı SYDV’lerde ise 2012 yılı itibariyle Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi
kapsamında artık ayn-i yardım yapılamamaktadır. Bu sisteme göre de daha önceden kadınların şehir dışı ulaşımları
için bilet temini yapılabilirken artık bu yardımda yapılmamaktadır. Bunun yerine nakdi yardımın yapılabileceği;
ancak ne sıklıkta yapılacağı belli olmayan kurula girmesi gerektiği, kuruldan çıkacak karar göre yardımın yapılıp
yapılamayacağının belirleneceği şeklide düzenlenmiştir.
http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/218/SYDV+basvurularda+aranan+kosullar+
812
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
birbirinden ayrı yerlerde olan bu kurumlara tek tek giderek elindeki evrakı onaylatmak)
ve üzerine kayıtlı herhangi bir mal, eşya vb. bulunmadığını ispatlaması gerekmektedir.
Tüm evraklar tamamlandığında adli yardıma bir form doldurarak başvurabilmektedir.
Avukat atanması halinde bürodan avukatın görevlendirildiğine dair kadına bir belge
verilmekte ve bu belge ile kadının avukatın bürosuna gitmesi gerekmektedir. Kadın
elindeki belgeyle avukatın bürosunu aramakta, tabi avukat o gün müsaitse yanına
gidebilmekte, değilse bir sonraki günü ya da haftayı beklemek zorunda kalmaktadır.
Avukatın yanına gittiğinde ise avukat bir kartını kadına vererek vekâlet işlemlerini
halletmesi için kadına Noter’e gitmesi gerektiğini belirtmektedir. Kadın noteri arayıp,
bulmakta (farklı İllerden gelen bir kadın için bu adresleri bulmak maddi ve manevi
olarak zordur) 2 adet fotoğraf ve 50 TL para ile avukata vekâlet verme işlemini
tamamlamaktadır. (Burada vekâlet işleminde verilen 50 TL parayı avukat kendi
cebinden vermeyi kabul ederse kadına para vermekte, daha sonra bu parayı Barodan
geri alabilmektedir) Kadın Noterden aldığı vekâlet evrakını tekrar avukata
götürmektedir. Vekaletten sonra kadından 100 TL dava masrafını ödemesi
beklenmektedir.1
ÖNERİ: Sığınma evinde kalan kadın hukuksal destek almak için başvuruda
bulunduğunda, sığınma evinde kaldığını belirtir resmi belge ile adli yardım hizmetinden
faydalanması sağlanmalı ve dava masrafı devlet tarafından karşılanmalıdır. Kadını
caydıracak ya da yıpratacak süreçler ortadan kaldırılmalıdır.
4. Kadınlar iş bulmak ve kendi ayakları üzerinde durmak istemektedirler. Ancak, sığınma
evlerinde
bu
imkân
bulunmadığından,
çalışmak
isteyenler
İş-Kur'a
yönlendirilmektedirler. İş-Kur'a yapılan başvurularda, kadınların sığınma evinde
kaldıkları anlaşıldığında, iş verilmeye pek yanaşılmamaktadır.
ÖNERİ: Sığınma evleri kadınların barınma ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında,
kadınları üretim sürecine dâhil edecek mesleki eğitim kursları, sosyal güvenceli çeşitli iş
imkânları sunabilecek donanıma ve yapıya kavuşturulmalıdır. Kadınlar bu sayede hem
maddi kazanç sağlayabilecek, hem de özgüvenlerinin artması neticesinde daha güçlü
adımlar atabileceklerdir.
5. Pek çok KSE'de kalan kadınların çocuklarıyla ilgilenebilecek çocuk eğiticisi ve çocuk
gelişim uzmanı bulunmamaktadır. Bu durum, hem kadınlar hem de çocukları için büyük
bir sıkıntıdır.
ÖNERİ: Anneleriyle birlikte şiddete maruz kalmış ya da tanık olmuş olan bu
çocukların psiko-sosyal gelişimleri uzman personel tarafından takip edilmelidir.
Çalışmak isteyen kadınların çocukları için KSE’de kreş olmalı ya da kreşlerde KSE
çocukları için kontenjan ayrılmalıdır; bu sayede kadınlar rahatlıkla iş arayabilmeli ve
gelir getirecek bir işte çalışabilmelidirler.
6. Sığınma evinde kalan kadınların ve çocukların şiddet uygulayan kişilerce yerlerinin
bulunması yaşamsal tehlike oluşturabileceği için gizlilik ilkesi büyük önem
taşımaktadır. (Bayrakçeken Tüzel, Gediz Gelegen, 2010) Halen kolluk ve diğer
1
Bu maddeden anlaşılacağı gibi kadın hak arama sürecinde çeşitli bürokratik engellerle karşılaşmaktadır. Yaşadığı
travmatik olayların etkisinden kurtulmaya çalıştığı bu süreçte karşısına çıkan bu tür engeller, kadın için caydırıcı
nitelikte olup güçlenebilmesi konusunda büyük engeldir. Devlet sığınma evinde kalan kadına Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Vakıfları aracılığıyla verdiği 100 TL parayı kadından fazlasıyla geri almaktadır. Yeşil kart alınırken bu
işlemler zaten yapılmış olduğundan adli yardımda bu işlemlerin istenmesi anlamsızdır.
813
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
birimlerin sığınakların gizliliği ilkesini ihlal ettikleri görülmektedir. Sığınakların
gizliliği uluslar arası anlaşmalarla kabul edilmiştir. Görevlilerin bu konuya duyarlılığı
sağlanmalı, ihlaller nedeniyle kadın ve çocukların can güvenliğinin tehlikeye atılması
önlenmelidir. (Mor Çatı Bülten, 2011) Sığınma evi çalışmaları hakkında pek bilgi sahibi
olmayan kişi ve kurumlar bahsedilen gizliliği önemsemeyerek çoğu kez yüksek
mevkideki tanıdıkları vasıtasıyla kadınlar hakkında bilgi almaya çalışmaktadırlar.
Kadınlar KSE’de kalırken, eşleri sığınma evlerinin yerlerini bulabilmektedir. Bu
yaşandığında, durum polise bildirilmekte, ancak polisler şahısın tehdit unsuru içeren
herhangi bir söz söylememesi ya da darp yapmaması durumunda müdahale
edemeyeceklerini belirterek sığınma evinden ayrılmaktadır. Polis geldiğinde uzaklaşan
adam ise polis gider gitmez tekrar KSE etrafında dolanmaya, kadına gözdağı vermeye
devam etmektedir. Bu sırada kurumda kalan diğer kadınlar, çocuklar ve kurum
personeli tedirginlik yaşamaktadır.
ÖNERİ: Sığınma evleri, gizlilik esasına göre çalışan kurumlardır. Kadınların eşlerinin
ya da akrabalarının bir şekilde kurumun yakınlarına gelmesi halinde, güvenlik güçleri
önleyici tedbir almalı, şahısları oradan uzaklaştırmalı, gerekirse şahsı gözaltına alarak
caydırıcı etki yaratmalıdır.
7. Kadınlar yukarıda bahsedilen bir durumla karşılaştığında ya da böyle bir sorun yaşama
ihtimali olduğunu ifade ettiklerinde, can güvenliği riski sebebiyle başka bir il'deki
KSE’ye nakil işlemi yapılması gerekmektedir. Burada da eğer nakil yapılacak kurum
belediyelere ait bir KSE ise, telefonla irtibata geçilerek kadının nakli aynı gün, yahut
en geç ertesi gün yapılabilirken, SHÇEK’e bağlı bir KSE’ye nakli yapılması söz konusu
olduğunda, SHÇEK önce kadının nakli için kadınlardan dilekçe, ardından neden nakil
istediğine dair olayın anlatıldığı bir yazı istemekte ve uzun bir süreç başlamaktadır.
Ankara SHCEK Genel Müdürlük ile il'deki müdürlük arasında bir yazışma yapılmakta,
kadınlar Genel Müdürlüğün uygun gördüğü bir ile nakledilmektedir. Bu süreç, 2 haftayı
bulmaktadır. Bu zaman zarfında kadınlar, KSE'den ayrılamamakta zaruri haller dışında
dışarı çıkamamakta, kurum içinde endişe, kaygı ve korkuyla beklemek zorunda
kalmaktadırlar.
ÖNERİ: Can güvenliği riski söz konusu olduğunda (kadınların yakınlarının kurum
civarlarında dolaşması vs. ) kadının nakli aynı gün ivedilikle güvenli bir şekilde
yapılabilmeli, yazışma prosedürü sonradan tamamlanabilmelidir.
8. Kadınların sosyal güvencesi olmadığında, Yeşil Kart başvurusu yapmaları
gerekmektedir. Sağlık desteği alabilmeleri için İl Sağlık Müdürlüğü ile irtibata
geçilmekte, Yeşil Kart’a başvurabilmeleri için de üzerine kayıtlı herhangi bir malın
olmaması, eşinden, babasından dolayı sigortalı olmaması gerekmektedir. Burada da
kadınlar eşinden hiçbir destek göremediğini ispat edememektedir. 1
1
2012 yılı itibariyle SGK tarafından uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortası’na göre Kişilerin 01.01.2012
tarihinden itibaren bir ay içerisinde ikamet ettikleri il/ilçenin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına gelir testi
yaptırmak için başvurması gerekmekteydi. KSE’ye İl dışından gelen ya da şehir içinde olup ikamet ettiği adresin
yakınlarına gidemeyen kadınlar için gelir testini yaptırmak sorun yaratmaktadır. KSE ikametgâh adresi olarak
gösterilememektedir. Bünyesinde Kadın Danışma Merkezi’de olan Belediyelere bağlı Kadın Sığınma Evi’ndeki
kadınların ikametgâh adresi geçici olarak KDM üzerinden gösterilebilmekte iken bünyesinde KDM olmayan
Belediyelerde kadınlar gelir testi yaptırmakta zorluk yaşamaktadırlar.
814
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÖNERİ: Sosyal güvencesi olmayan kadınların ve yanlarında getirdikleri çocuklarının
Yeşil Kart alabilmeleri için, sığınma evinde kaldıklarını belirten resmi belge yeterli
olmalı, bu şekilde sağlık hizmetlerinden faydalanabilmeleri sağlanmalıdır. 2012
itibariyle uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortası’na başvuru koşullarında
sığınma evinde kalan kadınların durumları göz önünde bulundurularak sağlık
hizmetinden faydalanabilmeleri sağlanmalıdır.
9. KSE’de kalan kadınların çocuklarının, okul kayıtları sırasında KSE’ye en yakın olan
okullara kayıt için gidilmekte; ancak burada da bir dizi sorunla karşı karşıya
kalınmaktadır. Okul müdürleri kimi zaman okul kontenjanlarının dolu olduğunu ileri
sürüp “orada kalan çocuklar zaten sorunlu çocuklar, okul başarıları da düşük oluyor"
gibi cümleler sarf edebilmekte ve çocukların kayıtlarını yapmakta sorun
çıkarabilmektedirler. Yine okul müdürleri, gelen çocuklar için "katkı payı" istemekte ve
hem kadını hem çocukları zor durumda bırakmaktadırlar.
ÖNERİ: KSE’ de kalan çocukların okul kayıtları, mümkün olan en yakın okullara
sorunsuz bir şekilde yapılmalıdır. Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı gerekli
düzenlemeyi ve uyarıyı yaparak, bu çocukların ve annelerinin yukarıda bahsedilen
sıkıntıları yaşamasının önüne geçmelidir. Çocukların, sadece katkı payı değil, tüm
eğitim masrafları bakanlık tarafından karşılanmalıdır. Okullardaki Rehber
öğretmenlerden de destek alınmalıdır. Ayrıca Okul yöneticileri ve öğretmenler
toplumsal cinsiyet ve şiddet temalı hizmet içi eğitimlerden geçirilmeli, sorunla
karşılaştıklarında nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgilendirilmeli.
10. KSE sonrası yaşamlarında kadınları ve çocukları desteklemek gerekmektedir. Bunun
için Kadın Danışma Merkezlerinin açılması, hali hazırda sığınma evi olan Belediyelerin
Kadın Danışma Merkezi’de açması gereklidir.
ÖNERİ: KSE sonrasında; düzenli bir gelir: maaş ve/ya sosyal yardımlar yapılmalı,
güvenli konut (geçici kalacak yer ya da kadına ait bir ev/daire) sağlanmalı, Çocuklar için
düzenlemeler: anaokulu, okul, tıbbi yardım ve öteki gerekli hizmetler sağlanmalı, Kadın ve
çocuklar için, sığınma evinden ayrıldıktan sonra Kadın Danışma Merkezi tarafından
danışmanlık ya da diğer destekler sağlanmalıdır.
KSE'lerde karşılaşılan sorunlar, elbette ki bunlarla sınırlı değildir. Aslına bakılırsa bu
sayılanlar, en sık karşılaşılan ve acil çözüm bekleyen temel sorunlardır. Türkiye’de
öncelikle sığınma evi sayısı yeterli değildir ve ihtiyacı karşılamamaktadır. 2005 yılında
AB’ye uyum çerçevesinde çıkartılan 5393 Sayılı Belediye Kanunu ile nüfusu 50 binin
üzerinde olan belediyelere “kadın sığınma evi” açılması görevi verilmiştir; ancak birçok
belediye bu maddeyi uygulamaya geçirmemektedir. 2010 yılı verilerine göre Türkiye’de
toplam 65 tane kadın sığınma evi var olup; bunların sadece 20’si belediyelere, 5’i
STK’lara, 40’ı da SHÇEK’e bağlıdır. Oysa yasanın gereği yapılsa, şu anda Türkiye’de
3.000 civarında kadın sığınma evi bulunması gerekiyor. Avrupa Konseyi’nin 2006
yılında yayınladığı "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele" (Combatting Violence Against
Women) çalışmasına göre Avrupa'da en fazla sığınma evi Almanya'da. Almanya'yı
İspanya ve ardından İsveç izliyor. Almanya'daki sığınma evlerinin sayısı 400, bu
evlerde 45 bin kişi barınabiliyor. Sığınma evleri ülke çapında eşit dağılmış durumda
dolayısıyla erişim kolay. Ücretsiz olan sığınma evlerine yedi gün 24 saat ulaşılabiliyor.
815
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İspanya'da sığınma evlerinin sayısı 293. 4 bin 144 kişilik yerin bulunduğu bu sığınma
evlerden tıpkı Almanya'daki gibi farklı coğrafyadaki kadınlar eşit şekilde
faydalanabiliyor. İspanya da kadınlardan ücret talep etmiyor ve sığınma evleri yedi gün
24 saat ulaşılabilir. İsveç'te bulunan 160 sığınma evi kadınlardan ücret talep ediyor ve
her kadının ulaşımına elverişli değil. Sığınma evlerine yedi gün 24 saat ulaşmak da
mümkün değil. Bu üç ülkenin ardından gelen ülkeler sığınma evi sayılarıyla birlikte
şöyle: Slovakya'da 109, Hollanda'da 100, Çek Cumhuriyeti ve Norveç'te 50; İtalya'da
49, Fransa'da 33, Danimarka ve Portekiz'de 35; Avusturya ve Belçika'da 28; Litvanya
ve Finlandiya'da 25; İsviçre ve İrlanda'da 18, Hırvatistan'da 13 sığınma evi var. Bosna
Hersek, Bulgaristan, Estonya, Yunanistan, Macaristan, Malta ve İzlanda'daysa sığınma
evlerinin sayısı 10'un altında. Monako'daysa hiç sığınma evi bulunmuyor. (Gökçe
GÜNDÜÇ, Brüksel - BİA Haber Merkezi 08 Ağustos 2007, Çarşamba)
Dünya Ekonomik Forumu'nun yayımladığı yıllık rapora göre kadın erkek eşitliği
konusunda 135 ülke arasında Küresel cinsiyet eşitsizliği endeksinde İskandinav ülkeleri,
siyaset, eğitim, istihdam ve sağlık alanlarında kadın ve erkek eşitliğinin en çok
sağlandığı ülke olurken, Türkiye de listede 122. sırada yer almıştır. Diğer ülkelerle
karşılaştırdığımızda ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda ne kadar gerilerde
kaldığımız ortadadır.
SONUÇ:
Türkiye’de kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddet, cinsel istismar, taciz, tecavüz,
ayrımcı ve kötü muameleler yıllardır süren ancak geleneksel, kültürel normlar, kalıp
yargılar çerçevesinde üzeri örtülmeye çalışılan, “aile içi mesele, özel yaşam” vb.
algılarla görmezden gelinen, son yıllarda gün yüzüne çıkan, görünürlüğü artan çok
önemli bir sosyal sorundur. Geçmişten beri toplumun kanayan bir yarası olan ve hala
da kanamaya devam eden bu çok ciddi sorun, ancak devlet tarafından alınacak ve
yaşama geçirilecek ciddi kararlar ve yasalarla mümkün olacaktır. Aile-okul-toplum
üçgeninde, eğitimle toplumsal cinsiyet eşitliği içselleştirilmeden ve şiddeti önlemeye
karşı gerekli yasal ve eğitsel tedbirler alınmadan bu sorunları çözmek mümkün değildir.
Özellikle okul öncesi dönemde bu anlamda çocuklara verilen eğitim çok önemlidir. Var
olan sorunları çözmeye yönelik temel girişimler özellikle bu döneme
yoğunlaştırılmalıdır.
KAYNAKÇA
1. BAYRAKÇEKEN TÜZEL. Gökçe ve GELEGEN GEDİZ. Didem (2010), “Evim,
Güzel Evim: Bir Sığınma Evinde Feminist Yapı Çözümü,” Fe Dergi 2, no.1, s. 49–52.
2. GÜNDÜÇ. Gökçe “Almanya’da 400 İspanya’da 293 Sığınma Evi”, Brüksel - BİA
Haber Merkezi, 08 Ağustos 2007.
3. HERMAN. Judith (2007), “Travma ve İyileşme – Şiddetin Sonuçları Ev İçi
İstismardan Siyasi Teröre” ( İstanbul: Literatür yayınları, 2007) s. 80 – 173
4. SMITH. Particia (2006), “Feminist Hareketler, Direniş Yapıları ve Hukuk” Ankara
Barosu Hukuk Kurultayı, s.144.
5. Mor Çatı Bülten (Ocak 2011), “13. Kurultay Sonuç Bildirgesi”, Sayı 2, s.7
816
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
6. Mor Çatı Bülten(Ocak 2011), “Türkiye’de Sığınma Evlerini Bir Araştırmanın
Sonuçları Üzerinden Yeniden Düşünmek”, Sayı 2, s.15
7. SHÇEK Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın
Konukevleri Yönetmeliği, http://www.shcek.gov.tr/yonetmelikler.aspx
8. http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/218/SYDV+basvurularda+aranan+kosullar+
9. http://www.guneyhaberci.com/guncel/kadinlar-kime-siginsin-h11507.html
817
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
DOĞUNUN AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALAN
KADINLARI (ELAZIĞ İLİ ÖRNEĞİ)
Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM*
Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ1**
ÖZET
Kadına yönelik şiddet, çok boyutlu ve kapsamlı bir sosyal problemdir. Aynı
zamanda bir zihniyet çarpıklığı olarak da görebileceğimiz kadına karşı şiddetin
kökenlerinde psikolojik ve sosyolojik nedenler yer almakta, bir kısır döngü olan bu
süreç müdahale edilmedikçe normalleştirilmektedir. Oysa ülkemizde bu sorun, özgürce
yaşama hakkını ve en tabii hak olan can güvenliğini ihlal eder hale gelmiştir.
Bu çalışmada Elazığ’da aile içi şiddet gördüğünü beyan eden kadınlarla ilgili bir
değerlendirmeye yer verilmek istenmiştir. Ülkemizde her coğrafi bölgedeki ve her türlü
ekonomik seviyedeki ailede aile içi şiddete rastlanabilmektedir ancak töre ve namus
cinayetlerinin yönlendiricisi olan sözlü toplumsal kuralların ağırlıklı olduğu, eğitim ve
sosyo-ekonomik düzey açısından daha dezavantajlı kabul edebileceğimiz “doğu”
bölgesinin ayrı bir önem taşıdığını düşünmekteyiz.
Elazığ ilinde aile içi şiddet gören kadınlarla derinlemesine görüşme yapmak
amacıyla şiddet şikâyetiyle yetkili mercilere başvuran kadınları tespit edebilmek adına
KAMER vakfı Elazığ şubesiyle irtibata geçilmiştir. KAMER Elazığ şubesi
yetkililerince aile içi şiddet gördüğü bilinen ve çeşitli sebeplerle vakfa başvuran kadın
yurttaşlara ulaşılmış, kadınlarla yüz yüze görüşme sonrası nitel bir araştırma
gerçekleştirmek üzere bir çalışma grubu belirlenmiştir. Araştırmacılar tarafından
hazırlanan Yarı-yapılandırılmış görüşme formu, tespit edilen çalışma grubundaki
kadınlara uygulanarak çeşitli bulgulara ulaşılmış ve elde edilen veriler analiz edilerek
probleme yönelik yorumlamalar yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddet, İnsan Hakları
THE WOMEN VICTIMS OF DOMESTIC VIOLENCE IN
EASTERN TURKEY (SAMPLE OF ELAZIG PROVINCE)
ABSTRACT
Violence against women is a multi-dimensional and comprehensive social
problem.
In this study domestic violence on women in Elazig was wanted to evaluated. In
our country, domestic violence observed in each geographical region and in families in
all kinds of economic level but it is considered the eastern region of Turkey that more
disadvantaged socio-economic and educational level is critically important with the
dominated verbal and socials norms lead to custom and honor killings.
*
Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected].
Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Öğretim Elemanı, [email protected].
**
818
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
It has been started contacting with KAMER Elazig foundation to be able to
identify women who applied to the authorities, complaining about violence in order to
make in depth-interviews with women victimized by domestic violence in province of
Elazig. Female citizens who applies the foundation for various reasons are known
victimized by domestic violence by the authorities of KAMER Elazig foundation. A
working group identified to perform a qualitative research after face to face interview
with women. Semi-structured interview form was prepared by the researchers and
applied the women in the identified study group. A variety of symptoms was achieved
and obtained data were analyzed and evaluated for solving the problem.
Key Words: Violence Against Women, Domestic Violence, Human Rights.
GİRİŞ
Bu araştırmada KAMER Vakfı Elazığ şubesine başvuran kadınlardan seçilen bir
çalışma grubuyla bu kadınların maruz kaldıkları aile içi şiddet konusunda derinlemesine
görüşmeler yapılmış, elde edilen veriler gruplandırılarak analiz edilmiştir. Başlangıç
olarak çalışmanın problem durumu ve amacı ile ilgili bilgilere yer verilecektir.
PROBLEM DURUMU
Genel anlamda şiddet; aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu,
sertliğini, kaba ve sert davranışı nitelendirir. Özel olarak ise saldırgan davranışları, kaba
kuvveti; beden gücünün kötüye kullanılmasını; yakan, yıkan, yok eden eylemleri; taşlı,
sopalı, silahlı saldırıları, bireye ve topluma zarar veren etkinlikleri niteler. İnsanda
şiddeti ortaya çıkaran saldırgan davranışlar kalıplaşmış olup; kızgınlık, öfke durumunu
dışa yansıtan yüz ifadesinden ya da mimiğinden veya bir sözcükten, doğayı ve canlıyı
yakan, yıkan yok eden şiddet eylemlerine kadar uzanan bir çeşitliliğe sahiptir (Köknel,
2000: 20). Aile içi şiddet ise ev ve aile ortamında yaşanan, aile bireylerini -özellikle
kadınları ve çocukları- psikolojik fiziksel, sosyal ve ekonomik anlamda mağdur eden
her türlü eylemi ifade etmektedir.
Toplumsal ve kültürel kökenlerine bakıldığında şiddetin, birtakım çıkar ilişkileri
doğrultusunda meşru kabul edilerek normalleştirildiğini ve bunun da bir “şiddet
kültürü” oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Kabul gören veya makul görülen şiddet,
"meşru"dur. Şiddet, genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa toplumsal
davranışlar içerisinde yer almakla kalmaz, sorun çözmenin bir aracı olarak da onay
görür. Türk toplumunda şiddeti bir kültür haline getiren ve onu besleyen birçok kültürel
özellik, sosyal değer ve davranış kalıbı tespit edilebilir. Erkeklik özelliklerinin
abartılması ve yüceltilmesi, çocuk ve kadın dövmenin kültürel olağanlığı, kan davası ve
namus cinayetleri gibi toplumsal anlamda öznel nitelik taşıyan sebeplerin yanı sıra
(Ergil, 2001: 40-41); boşanma ile ilintili olarak yaşanan sorunlar, eşler arasında yaşanan
aldatma olayları, kıskançlık, tartışma dedikodu ve intikam, ekonomik sorunlar, prestij
ve statüye ilişkin algılamalar, silah ve kesici alet taşımanın yaygınlığı ve bireysel adalet
arayışı gibi unsurlar şiddet eylemlerinin ortaya çıkmasında etkendir (Kızmaz, 2006:
251-254). Kadına yönelik her türlü şiddeti farklı kökenler bağlamında da açıklamak
mümkündür. Kadın sorununu küreselleşme ve yeni-ataerki çerçevesinde irdeleyen
Özbudun, Sarı ve Demirer (2007), ataerkiyi her şekilde sömürü ilişkisine imkân veren
819
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ve esnekçe uyarlanabilen gelmiş geçmiş tüm iktidar biçimlerinin aslî tanımlayıcısı
olarak kavramsallaştırma gereğine vurgu yapmaktadırlar.
Öte yandan kadına yönelik şiddetin temellendirilmesinde bu tür şiddetin bir aile
meselesi olmadığı, namus adına işlenen cinayetlerin de bir “cehalet” problemi olarak
görülmemesi gerektiği görüşünden hareketle, her iki şiddet türünün temelde politik
olduğu ileri sürülmektedir. Bir erkeğin bir kadını namus, kıskançlık ya da başka bir
sebeple öldürmesi, erkeğin kadın üzerindeki iktidarının bir dışavurumu olarak
görülmekte, bu nedenle erkeğin cürüm sebeplerinin psikolojik ve kültürel olmaktan
ziyade politik olduğu sonucu çıkarılmaktadır (KAMER, 2011: 27-28, ayrıca konu ile
ilgili olarak bkz. Babaoğlu, H: 2011). İktidarın, tarihin başlangıcından itibaren “eril”, bu
nedenle “ataerkil” olduğu savıyla (Özbudun vd., 2007: 9) birlikte erkeğin kadın
üzerindeki tahakkümünün kadına yönelik şiddetin altında yatan sebeplerden biri olduğu
sonucuna varılabilir. Bu nedenledir ki her gün 3 kadın şiddet sonucu ailesindeki
erkekler tarafından öldürülmektedir. Kadına yönelik şiddetin 14 kat arttığı ülkemizde
2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken bu rakam 2009'ın ilk yedi ayında 953'e
çıkmıştır. Resmî kayıtlara göre, 2003'te 83, 2004'te 128, 2005'te 317, 2006'da 663,
2007'de
1011,
2008'de
ise
806
kadın
cinayeti
işlenmiştir.
(http://www.aktifhaber.com/erkekler-her-gun-3-kadini-olduruyor--469744h.htm,
http://bianet.org/bianet/kadin/132742-kadin-cinayetleri-14-kat-artti 01.03.2012)
Bu çalışma açısında bir problem olarak görülen kadına yönelik şiddet, etki alanı
son derece geniş, sebepleri ve sonuçları bakımından çok faktörlü ve karmaşık bir sosyal
sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve ortadan
kaldırılabilmesi için uzun vadeli ve detaylı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu problemin
çözümüne yönelik olarak yapılacak akademik çalışmaların bir kısmının, sorunu ortaya
koyabilmek adına şiddet mağdurlarının şiddete bakış açılarını gözler önüne sermek
amacıyla yapılabileceği düşünülmektedir. Bu sebeple bu çalışmada Elazığ’da aile içi
şiddet gördüğünü beyan eden kadınlarla ilgili bir değerlendirmeye yer verilmek
istenmiştir. Geleneksel yaşam kuralların ağırlıklı olarak toplumsal yaşantıya yansıdığı,
eğitim ve sosyo-ekonomik düzey açısından daha dezavantajlı kabul edebileceğimiz
“doğu” bölgesindeki kadınların şiddet konusundaki fikirleri bir merak konusu
oluşturmaktadır. Ülkemizin genelinde olduğu gibi Doğu Bölgesinde de kadına yönelik
şiddetin kanıksanmış olması bu sorunu çözmek için atılacak adımlara ciddi anlamda
engel teşkil etmektedir. Kadınların bile şiddeti ev ortamının sıradan bir parçası olarak
görme eğiliminin yanı sıra çocuğu dayakla terbiye etmenin olağanlığı bir ölçüde
kültürel kodlara işlemiştir. Bir başka açıdan konuya bakıldığında şiddeti
normalleştirmeyen ve ortadan kalkmasını isteyen kadınların çaresizliğinden de
bahsedilebilir ve şiddet gören kadının gücü çoğu zaman, kamusal, sosyal, kültürel,
ekonomik ve ailevi bu çemberi kırmaya yetmemektedir. Bütün bunlardan hareketle ilk
adımda bir zihniyet sorunu olarak görmemiz gereken kadına yönelik şiddet olgusu bir
anlamda deşifre edilmeye ihtiyaç duymaktadır. Durumun vahametinin ortaya konması
mikro düzeyde bir etki yaratarak önleyici ve engelleyici tedbirleri harekete geçirecektir.
Kanıksanan şiddet fenomenini çeşitli boyutlarıyla ortaya çıkarmakla yapılacak bir
başlangıç, daha organize çalışmalarla bütünleştirildiğinde emek isteyen uzun vadeli bir
dönüştürme sürecine ışık tutacaktır. Bu sebeple bu çalışmanın Doğu’da kadına yönelik
şiddetin analizinde bütünün bir parçasını oluşturacak özgün bir niteliğe sahip olduğu
düşünülmektedir. İçerik açısından ortaya çıkacak olan verilerin, sorun çözümü
konusunda birer dayanak noktası olacağı umulmaktadır. Bu düşünceden hareketle
Elazığ ilinde şiddet mağduru kadınlara ulaşılmış, görüşmeler sonucunda elde edilen
820
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bilgiler sistematik bir biçimde derlenmiştir. Elazığ’da devlet imkânları çerçevesinde bir
sığınma evi olmadığı için Sosyal Hizmetlerin şiddet mağduru kadınları diğer illere sevk
ettikleri bilinmektedir. Kadınların bu konuda destek alabilecekleri başka bir kurum ya
da sivil toplum örgütü olup olmadığı düşünüldüğünde karşımıza KAMER Vakfı
çıkmıştır.
Türkiye’ de kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla kamusal alanda yapılan
çeşitli çalışmalar içerisinde kadın hareketleri önemli bir boyutu oluşturmaktadır. Kadın
hareketi bir yandan kamusal alanda görünürlük için mücadele ederken bir yandan
kimliğini yeniden anlamlandırmaya tabi tutarak kurumsal ilişkileri dönüştürmek için
çaba vermektedir (Leyla, 2006: 38). Kadın hareketi konusunda mücadele veren
kurumlardan biri olan KAMER Vakfı 1997 yılında Diyarbakır’da yaşadığı şiddetten
kurtulmak isteyen kadınlara destek olmak amacıyla kurulmuş, geçen yıllar süresince
Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da 23 şubeye ulaşmıştır. (KAMER, 2011: 6). Misyonu
bakımından analiz edildiğinde KAMER, kültürel ve geleneksel yapılar üzerine
temellenen şiddet sorunlarına çözümler üretmeyi amaçlayan, bölgedeki tek bağımsız
kadın organizasyonudur (Leyla, 2011: 7).
AMAÇ
Bu çalışmanın en temel amacı, Elazığ’da aile içi şiddete maruz kalan kadınlarla
ilgili bir değerlendirme yapmaktır. Kadına yönelik şiddetle ilgili literatüre katkı
sağlamak, şiddet gördüğünü beyan eden kadınların hangi sebeplerle şiddete maruz
kaldığını ortaya koymak, şiddete ilişkin bakış açılarını tespit edebilmek, şiddetin hangi
türleriyle karşı karşıya olduklarını ve tüm bunlara ilişkin olarak neler düşündüklerini
belirlemek, söz konusu temel amaç çerçevesinde şekillenen alt amaçları
oluşturmaktadır.
Belirlenen çalışma grubundan elde edilen verilerin yorumlanması ile kadına
yönelik şiddet konusundaki mücadeleye özgün bir katkıda bulunmak umut edilmektedir.
YÖNTEM
Nitel bir bakış açısıyla ele alınan bu araştırma, kısaca mevcut durum analizi
üzerine odaklanmıştır. Problem durumu bağlamında kabul edilen sosyal gerçeklik,
derinlemesine görüşme tekniği aracılığıyla tespit edilerek, elde edilen bulgular
metodolojik olarak analiz edilmiştir.
Kapsayıcı bir özelliğe sahip olan nitel araştırma yönteminin ne olduğu ve nasıl
gerçekleştiği konusunda literatürdeki yaklaşımlar kesin ifadelendirmelerden
kaçınmaktadırlar çünkü nitel araştırma çeşitli bilimlerdeki farklı kavramları kapsayıcı
bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda nitel araştırmanın kuram oluşturma noktasından
hareketle sosyal olguları, içinde bulunulan çevre ekseninde araştırmayı ve anlamayı ön
planda tuttuğu söylenebilir (Yıldırım ve Şimşek, 2005: 39). Bir durum çalışması olarak
ele alınan bu araştırmada aile içi şiddet olgusu, bu konuyla ilişkili olan ve çeşitli
sebeplerle KA-MER Elazığ şubesine başvuran kadınlardan oluşan bir çalışma grubunda,
derinlemesine görüşmeler çerçevesinde araştırılıp anlamlandırılmıştır.
Çalışma grubu belirlenirken öncelikle KA-MER vakfı Elazığ şubesiyle irtibata
geçilmiş, yetkililer tarafından aile içi şiddet gördüğünü beyan eden birçok kadının
vakıfla bağlantılı olduğu öğrenilmiştir. Çalışma grubunu belirlerken yetkililerce ifade
edildiği üzere, aile içi şiddet konusunda sorun yaşayan kadınlar içinde bulundukları
821
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
durumu yetkililere dahi çok zor ve uzun zamanda itiraf ve ifade ettiklerinden dolayı
kadınları öncelikle farklı bir sebeple bir araya getirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
KA-MER vakfı Elazığ şubesi yetkililerinin işbirliğiyle bir araya getirilen kadınlarla
genel bir sohbet yapılarak, “doğal ortama uygunluk” ve “araştırmacının katılımcı rolü”
gibi nitel araştırma yönteminin temel bazı özelliklerine istinaden görüşmeci adaylarıyla
bağ kurmaya ve güven telkin etmeye çalışılmıştır. Araştırmanın amacı ve yöntemi ifade
edildiğinde bu çalışmaya dâhil olmaya gönüllü olan 10 kadın ile oluşturulan çalışma
grubunun bu noktada “benzeşik örnekleme” çeşidine uygun bir nitelik arz ettiği
söylenebilir. Ancak gönüllü olarak çalışmaya katılan bazı kadınların, aile içi şiddet
konusunda çekimser davrandıkları gözlemlenmiştir. Bu durum, çalışma açısından bir
sınırlılık olarak kabul edilebilir.
Çalışmacılar tarafından Yarı- yapılandırılmış görüşme formu ve sorulara bağlı
olarak yöneltilen açıklayıcı sondalarla gerçekleştirilen görüşmelerde kadınların yaşları,
tahsil durumları, meslek sahipliği, maddî durumları, kaç yıldır evli oldukları, kaçıncı
evlilikleri olduğu, evlilik türü gibi kişisel bilgileri alınmıştır. İçeriğe ilişkin olarak;
eşlerle olan ilişki ve aile içi söz sahipliği, şiddete bakış açıları, yaşanılan şiddet
deneyimleri ve hangi tür şiddete maruz kalındığı, gördükleri şiddetin sebepleri,
psikolojik destek alınıp alınmadığı ve görüşmecilerin boşanmaya bakış açıları
sorulmuştur. Bunların yanı sıra aile içi şiddeti anlamlandırmak amacıyla görüşmecinin
aile şiddet geçmişi, kendi ailesinin tutumu, eşinin ailesinin tutumu, çocuklara yönelik
etkiler de birer soru olarak formda yer almıştır.
Çalışma sonucunda elde edilen veriler, içerik analizine tabi tutulmuş, bulgular
belirli bir tema altında sınıflandırılmıştır. Raporlaştırma aşamasında ise çözümlenen
veriler kendi içlerinde ve birbirleri ile ilişkileri yönüyle yorumlanmıştır. İçerik
analizinde görüşmecilerden yapılan alıntılarda parantez içi simgeler, görüşmecinin
isminin baş harfini ve yaşını göstermektedir.
BULGULAR VE YORUMLARI
Çalışma grubunu oluşturan kadınların yaşları 35 ile 59 arasında değişmektedir.
Kadınların % 50’si (n=5) ilkokul ve %10’u (n=1) ortaokul mezunu iken, %40’ı (n=4)
kendisini okur-yazar olarak nitelemektedir. Çalışma grubundaki kadınların %60’ı (n=6)
çalışmadıklarını ve bir meslekleri olmadığını ifade ederken % 30’ u (n=3) bir meslekleri
olmaksızın vasıfsız işlerde çalıştıklarını söylemişlerdir. %10 (n=1) ise eskiden terzilik
yaptığını ama şu an çalışmadığını belirtmiştir. Maddi durum açısından elde edilen
bilgiler, kadınların %40’ının (n=4) “iyi”, %30’unun (n=3) “orta” ve yine % 30’unun
(n=3) “kötü” durumda olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kaç yıldır evli oldukları sorusuna
18 ile 37 yıl arasında yanıtlar alınmıştır. Evlilik açısından kadınların %80’i (n=8) ilk
evlilikleri olduğunu ifade ederken %20’si (n=2) ikinci evliliklerini yaşadıklarını
söylemişlerdir (ilk evlilikleri çok kısa sürdüğü için ikinci evlilikleri ekseninde soruları
yanıtlamışlardır) bununla birlikte kadınların %60’ı (n=6) görücü usulüyle, % 30’u
(n=3) severek-tanışarak, %10’u (n=1) kaçarak evlenmiştir. Görücü usulüyle evlenen
görüşmecilerden 2’si aileleri tarafından zorla evlendirildiklerini beyan etmişlerdir.
Mevcut profil, çalışma grubumuzun olgun nüfusa sahip, eğitim seviyesi düşük
ve sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı olduğunu göstermektedir. Görüşmecilerin uzun
zamandır evli oldukları, evlilik türü açısından ise genel anlamda geleneksel alışkanlıklar
çerçevesinde seçim yaptıkları göze çarpmaktadır. Ayrıca görüşmecilerimizin tamamına
yakını Elazığ’ın kırsal kesimlerinde doğup büyüdüklerini, ancak hali hazırda şehir
822
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
merkezinde yaşadıklarını belirtmişlerdir. Yalnızca bir görüşmecimiz bir Batı şehrinden
Elazığ’a evlilik sebebiyle göç ettiğini söylemiştir. Bir başka görüşmecimiz de
memleketinin aslen bir başka Doğu ili olduğunu, orada hiç yaşamamış olmasına rağmen
eşinin ailesi tarafından yadırgandığını belirtmiştir. Bu durum mezhepsel anlamda bir
“sosyal etiketleme” olduğu fikrini uyandırmaktadır. Diğer örneklerle birlikte çalışmada
göç olgusunun etkisine ileride değinilecektir.
Çalışma sürecinde görüşmecilere yöneltilen sorulara alınan yanıtların analizi
aşağıda yer almaktadır:
Eşlerle olan ilişkiler ve aile içi söz sahipliği açısından, görüşme grubundaki
kadınların bir kısmı evlilikleri süresince eşleriyle olan ilişkilerini olumsuz yorumlarken
bir kısmı da kaderci bir bakış açısı benimsemiştir. Örnek olarak şu ifadelere yer
verilebilir: “İlk on yıl çok güzeldi sonra kavga, gürültü… Sebep alkoldü, alkolü
bırakacağını söylüyordu sözünü tutmadı. Ben de ondan çok soğudum. Şimdi aynı evde
yaşıyoruz ama odalarımız ayrı… Çok seviyordum çok soğudum. Bir yere giderken
eşimden izin almıyorum çantamı alıp çıkıyorum.” (M.52). “Mecbur evlendim, madem
evlendim kabullenirim her şeyi…” (S. 47). Ailede sözünü geçirme konusunda da
çalışma grubu genelinde yıllardan sonra ortaya çıkan bir söz sahipliği durumu göze
çarpmaktadır: “Eskiden aile içi kararlarda söz sahibi değildim fakat şimdi oğullarım
büyüdü ve kendimi daha güçlü hissediyorum.” (A.38). “Eskiden hiç söz sahibi değildim
ama şimdi biraz biraz söz sahibiyim. Hem görümcem evlendi hem de eşim işe girdi,
kayınvalidem öldüğü gün benim doğum günüm olacak” (H.35). “Aile içi kararlarda
artık son söz benim çünkü eşim çok yaşlandı” (T.59). Bunların yanı sıra
görüşmecilerden (F.45) çalışma grubu içinde ailede söz sahibi olmadığını beyan eden
tek kişidir: “Aile içi kararlarda en başta kocam, sonra kayınvalidem ve kayınpederim
etkili. Benim hiçbir etkim yok.”
Bu konuda elde edilen veriler ataerkil aile yapısının izlerini taşımaktadır.
Geleneksel “gelin” rolü ve erkeğin ailesinin baskın tutumu ilerleyen örneklerde de
karşımıza çıkacaktır.
Çalışma grubundaki kadınların şiddete olan yaklaşımları evliliğin ilk
zamanlarıyla kıyaslandığında daha az kabullenici bir tarzdadır. Zaman içerisinde
değişen fikirlere yaş ve çocuklar etken teşkil etmektedirler: “Gençken çok dayak
yeseydim çocuklarım için hiç sesimi çıkarmazdım ama şimdi olsa boşanır giderim.”
(T.59). “Ama şimdi gözü karayım, o bana bir şey yapınca ben ve oğullarım karşılığını
veriyoruz.” (A.38). Ancak görüşmecilerden (M.52) şiddete olan yaklaşımını bir
deneyimleme sonucu oluşturduğunu ifade etmiştir: “Evlendiğimiz ilk ay dediğini
yapmadığım için beni çok kötü dövdü. Ama ben ona bu dayağın beni korkutamayacağını
söyleyerek inatla dediğini yapmadım ondan sonra bana bir kez bile el kaldırmadı.
Ardından yıllar sonra bir gün eve alkollü geldi tartışırken sehpaya tekme attı ben de
sehpayı kaldırıp yere attım ve ‘şiddet öyle olmaz böyle olur’ dedim sesini bile
çıkarmayınca anladım ki şiddete boyun eğseydim her gün dayak yerdim.”
Görüşmecilerin şiddete ilişkin yaşantı geçmişlerini analiz edebilmek amacıyla ne
sebeple hangi tür şiddete maruz kaldıkları ve şiddet deneyimleri sorulmuştur. Eşin
ailesinin kadına yönelik tutumları genel anlamda karşılaşılan şiddetle ilişkili
olduğundan dolayı şiddet ve eşin ailesinin tutumu bir arada analiz edilmiştir. Kadınların
tamamına yakını geçmişte ve hâlihazırda çeşitli şiddet türlerine maruz kaldıklarını,
çoğunluklu olarak eşin ailesinin kışkırtmalarının etkili olduğunu ifade etmişlerdir:
“Şiddetin her türünü yaşadım. Üstüme tabancayla da çok yürüdü kendi gücüyle de çok
dövdü. Çok huysuzdu, kıskançtı, titizdi. Bazı konularda kendine göre eksiklik gördüğü
823
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
zaman şiddet kullanırdı. Bazen kaynanam da doldurur üstüme salardı. Cinsel şiddet çok
gördüm beni çok zorladı. ” (F.45). “Evliliğimin en başından beri şiddet vardı. Eline
geçen her şeyle saldırıyor. Bıçak kullandı, delici ve kesici eline geçen her aletle veya
sadece bilek gücüyle saldırıyor. Kışın balkonda soğuk su bile atmıştı üstüme…Eşimin
ailesinden çok psikolojik şiddet gördüm.” (A.38). “Sadece eşim değil kayınvalidem ve
görümcem de beni dövüyordu. Onlar ne zaman kocamı doldursalar ben dayak yerdim.
Nedeni çok eften püften olabiliyordu, yemeğin lezzeti ya da kayınvalidemin iftirası gibi
sebeplerle dayak yedim.” (H.35). “Sözlü, ekonomik, psikolojik şiddet çok yaşadım.
Kayınvalidemle birlikte yaşıyordum ondan çok şiddet gördüm. Kaynanamı dövecek
boyuta geldim. Kayınbiraderim beni aşağılardı, eltim beni küçük düşürürdü, şikâyet
ederdi kayınpederimi benden nefret ettirirdi.” (G.44). “Gençken birkaç kez dayak
yedim çok kıskançtı beni yalan söylemeye mecbur bıraktı yalanım ortaya çıkınca da çok
kötü dövdü. Bir kere de komşuya izinsiz gittiğim için dayak yedim. Bir de hamileyken
bir şey bahane edip yine dövdü.” (T.59). Örnek olarak verilen şiddet deneyimlerine, üst
kısımda şiddete olan yaklaşımlar analizlerinde yer alan görüşmecilerden (M.52)’ nin
yaşadığı şiddet olayı da eklenebilir.
Görüşmecilerin kendi ailelerinin tutumu ve aile içi şiddet geçmişlerine yönelik
olarak sorulan sorular, istisnai bir örnek dışında genel anlamda kadınların yaşadıklarını
ailelerine yansıtmaya yanaşmadıklarını, evlenmeden önceki aile ortamlarında sorun
yaşamadıklarını yaşasalar bile bu durumun kendilerine yönelik olmadığını ifade
etmişlerdir. Aile ortamında şiddet görmediklerini ama evlendikten sonra şiddetle karşı
karşıya kaldıklarını belirten iki görüşmecinin ifade ettikleri, paralellik arz etmektedir:
“Aile ortamımız ben çocukken çok güzeldi hiçbir sorun yaşamadım. Kız kardeşim çok
şiddet gördü biz ona destek olduk ailece sahip çıktık ve boşandı.” (G.44). “Babam beni
çok severdi. Hiç şiddet görmedim kendi ailemden ama iki kız kardeş de şiddetle koca
evinde tanıştık.” (H.35). Benzer ifadelere diğer görüşmecilerde de rastlanmıştır: “Kendi
babam melek gibiydi. Beni çok severdi. Aileme, anneme bile hiç anlatmadım. Hatta
artık tak etmişti canıma, bir gün erkek kardeşime anlattım o da bana ‘ben senin
evliliğine ibretle bakar çok özenirdim’ dedi.” (F.45). “Ailem evde olanları bilmedikleri
için eşimi çok severler.” (H.35). Bu ifadelerle birlikte öz aile-eşin ailesi kıyaslamaları
yapıldığında bir görüşmecinin şu cevabı da dikkat çekmektedir: “Kendi ailemden şiddet
görmedim. Ama eşimin ailesinden psikolojik şiddet çok gördüm.” (A.38).
Çalışma grubundaki kadınlara genel anlamda baktığımızda hem ailesinden hem
de evlendikten sonra eşiyle birlikte onun ailesinden şiddet görme durumu
bulunmamaktadır. Şiddet gördüğünü ifade eden görüşmecilerimizin tamamına yakını
şiddetle evlendikten sonra karşı karşıya kaldıklarını ifade etmektedirler. Bu durum
yapılan görüşmelere birey bazında bütünlüklü olarak bakıldığında daha net ortaya
çıkmaktadır.
Ailenin şiddete ilişkin tutumu konusunda eşinden ciddi anlamda şiddet
görmediğini belirten bir görüşmecimizin kendi ailesi konusundaki yorumları ilgi
çekicidir: “Ağabeylerim çok baskıcıydı, annem kışkırtırdı onlar beni döverdi. Dayak
önemli değil söylenen sözler beni üzerdi ve beni daha çok kötüye teşvik ederdi. Ailem
baskıcı olmasaydı daha iyi bir evlilik yapardım daha mutlu olurdum. Anne-baba
yüzünden yanlış öğreniyoruz, eşimizi tanıyıp almıyoruz, eşim evlendiğimizde yaşımı bile
bilmiyordu.” (S.48). Örnek ifade çok önemli bir noktaya işaret etmektedir. Aile içi
şiddetin varlığı bir bakıma sağlıklı ve mutlu bir evliliğe, bunun yanı sıra kadına
atfedilen değere yönelik bir tehdit olarak algılansa da tek başına bir etken olarak kabul
edilmemelidir. Bir kadının yetiştiği ortamın, aldığı eğitimin ne denli önemli olduğu bu
824
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
örnekte bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Ailenin bireyi yetiştirme tarzındaki
çarpıklığın, evlilik kararı alınırken ortamdan kaçıp kurtulma kriterine indirgenmesi
durumu toplumda sıkça rastlanan bir sosyal gerçekliktir. Evlilik, kadınlar için baskıcı
düzenden kaçış yolu olarak görüldüğü sürece bu tür örneklere rastlamamız olasıdır.
Zaten aynı görüşmecinin “ilk eşim vefat etti, ailem tarafından ezilmek istemediğim için
2. evliliğimi yaptım” şeklindeki sözleri bu durumu ortaya koymaktadır.
Aile içi şiddete ilişkin deneyimlerin paylaşıldığı görüşmelerimizde eşin ailesinin
tutumu ve yaşanan şiddet deneyimi şeklindeki iki boyutun eşleştiği daha önce ifade
edilmişti. Eşin ailesinin şiddete yönlendiren bu tavırları yorumlandığı zaman
görüşmeciler tarafından ifade edilen bazı geleneksel kalıpların-hatta batıl inançların
varlığından söz edilebilir: “Evliliğimin ilk gününden beri şiddet vardı. Tembihlemişler;
‘ilk gece şiddet uygularsan karın senden korkar ona göre davranır diye…” (F.45).
“Eşimin evinde ve geleneklerinde erkekler önemli kadınlar önemsiz. Öyle ki
evlendiğimiz ilk gece bana eşimin idrarını içirmişlerdi, onun sözü geçsin diye…
Sonradan gözlemledim onlara kim gelin gelse aynısını yapıyorlar. Fakat artık
damatlara da yapıyorlar.” (H.35). Bu noktada maddi açıdan erkeğin ailesine bağımlı
olmanın da şiddeti ve geleneksel yapıya uyma zorunluluğunu tetikleyen bir unsur olarak
görebileceğimizi, aynı görüşmecinin şu ifadesi de göstermektedir: “Evliliğimizin ilk
yıllarında eşim işsizdi, annesinin eline bakıyorduk onun için annesinin her dediği
yapılırdı.” (H.35). Yine evliliğinde alkol, yoksulluk ve işsizlik sebebiyle şiddet
gördüğünü beyan eden görüşmecimiz (A.38)’nin bu konudaki görüşlerinde de bir
benzerlik yakalanmıştır: “Eşimin bir mesleği bir işi yok. Annesinin her hafta verdiği
harçlıkla geçiniyoruz. Artık ne kadar verirse…” (A.38). Görüşmecimizin daha önce
belirttiği üzere, eşinin ailesinden gördüğü psikolojik şiddet, bir bakıma ekonomik
bağımlılık bağlamında değerlendirilebilir. Sözü edilen münferit durumlar nedensel bir
yapı arz etmemektedir. Maddi durum-şiddet ilişkisi her zaman doğrusal bir sonuç
şeklinde düşünülmemelidir. Çalışmanın bütünü göz önüne alındığında en fazla şiddet
gören görüşmecilerimizden (F.45)’nın aylık kazanç olarak ifade ettiği rakam (4000 TL)
çalışma grubu içerisinde maddi açıdan en yüksek meblağı oluşturmaktadır. Aynı
şekilde; “Aileden gelirim var asgari ücretle çalışıyorum. Maddî sorunum hiç yok ama
psikolojim çok bozuk” diyen (M.52)’in ifadesi de bu fikre bir dayanak noktası
oluşturmaktadır.
Aile içi şiddet yalnızca eşe yönelik şiddeti ifade etmemektedir bu noktada
çocukların aile ortamından ne ölçüde etkilendiğini belirlemeye yönelik sorular
sorulmuştur. Alkol sebebiyle mutsuz bir evlilik yaşadığını söyleyen görüşmecimiz bu
konudan çocuklarının da etkilendiğini şöyle ifade etmiştir: “Çocuklarımın psikolojisi
bozuldu, kızım okulu bıraktı ona açık liseyi bitirtip üniversite kazandırdım. Babaları
çocuklarla hiç ilgilenmiyor hiç sormuyor bile, beni de bu soğuttu zaten. Çocuklar
onunla hiç konuşmuyorlar, bir tek beni muhatap alıyorlar. O yokmuş gibi
davranıyorlar.” (M.52). Yine aile içi şiddetin kökenlerinde alkolün var olduğunu
söyleyen (A.38) bu durumun çocuklara yansımasını şu sözlerle belirtmiştir: “Oğlumu
kaç kere dışarıya attı. Kızıma değil de oğullarıma şiddet uyguluyor. Aslında içmediği
zamanlarda çocuklarına tapınır. Ama her gün içtiği için sabah başka akşam başka…”
(A.38). Çocuklarının bu duruma tepkisini de şu sözlerden anlamak mümkündür: “O
bana bir şey yaptığında ben ve oğullarım karşılığını veriyoruz. Onlar babaları gibi
içmiyor içkiye de çok soğuk bakıyorlar” (A.38). Çalışma grubundaki kadınlardan biri
olan (F.45)’nın eşinin, şiddeti bir “eğitim” aracı olarak gördüğü sonucunu şu yorumdan
çıkarmak mümkündür: “Çocuklara da şiddet uyguluyor. Erkek çocuklara bile evden
825
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
uzaklaşmasınlar, aman başlarına bir şey gelmesin diye şiddet uyguluyor. ‘Hiç gözümün
önünden kaybolmasınlar’ diyor.” (F.45). Çocuklara yönelik şiddet görüldüğü üzere
yalnızca fiziksel değildir. Bu konudaki analizlerin ilki olan (M.52)’nin ifadeleri aile içi
huzursuzluğun çocuğa yansımasının psikolojik yönünü göstermektedir. Buna benzer
olarak bir başka görüşmecinin; “çocuklarıma şiddet uygulamıyor, zaten büyük kızım
beni en başlarda anne bilmezdi, görümceme anne dedirttiler bana ismimle hitap
ederdi” (H.35) şeklindeki ifadesi hem anne hem de çocuk açısından ciddi anlamda bir
psikolojik şiddet örneği olarak görülebilir. Aynı zamanda evlilik üzerinde eşin ailesinin
etkisi konusuna da bir gönderme niteliği taşımaktadır.
Çalışma grubundan edindiğimiz bilgilerin ana başlıklar halinde toplanmıştır
ancak başlıklar arasındaki iç içe geçişler kaçınılmaz olmuştur. Bu noktada boşanma fikri
ve eylemiyle çocuklar arasındaki ilişki dikkat çekicidir. Boşanmaya dair fikirlerin
analizine geçilmeden önce ev ortamında meydana gelen aile içi huzursuzluğa çocuklarla
ilgili yaşanmışlıkların etkisi ortaya konacaktır. Bir görüşmecimiz çocuğu için
boşandığını daha sonra geri dönüp nikâhsız olarak beraberliğini devam ettirdiğini
belirtmiştir: “Eşim çocuklarla ilgilenmiyor, onlara çok hakaret ediyor. Kızları
okutmuyordu ben direttim zorla okuttum. Eşim ailesiyle bir olup kızımı dövdü, o kadar
öfkelendim ki ondan boşandım ama yine eve döndüm. Dinî nikâhımız var. Çocuklara
para vermiyor, babamın maaşıyla kızımı okutuyorum.” (T.59). Evlilikteki mutsuzluğu
çocuklar üzerinden giderme davranışı sıklıkla göze çarpmaktadır. Çocukların varlığı ve
geleceği annelerin gelecek beklentilerinde önemli bir yer tutmakta, kendi yaşadıklarının
çocukları tarafından yaşanmaması temennisiyle birleşmektedir. Daha önceki analizlerde
ailesinin baskıcılığından yakınan ve eş seçimi konusunda ailesinin zihniyetini eleştiren
görüşmecimiz (S.48), çocukları konusunda şunları söylemektedir: “ Ailede ilk kez ben
kızımı dışarda okumaya gönderdim, hepsi de kızlarını gönderdi öncü oldum. Kızımı
okuttum, Ona hep arkadaşça yaklaştım evlilik seçimi konusunda baskı yapmadım şimdi
evlendi ve çok mutlu.” (S.48). Geleceğe dair beklenti konusunda çocukların etkisine ise
şu örnek verilebilir: “Gelecek benim için çocuklarım demek. Onların üniversitede
okuması hayatlarını kurtarması demek. Umudum çocuklarım. Zaten tüm çileyi
çocuklarım için çektim.” (A.38).
Görüşmecilerimizin birçoğu öncelikle çocuklar yüzünden boşanma fikrini saf
dışı bıraktıklarını ifade etmişlerdir ama analizler öz aile tutumunun ne ölçüde etkili
olduğunu ortaya koymaktadır: “Şikâyette bulunmadım. Bir kız gelinlikle çıktığı eve
kefenle girer. Çocuklarım da oldu. Onları nasıl boynu bükük bıraksaydım?” (F.45).
“Boşanmaya başvurmadım ama annemlerin evine çok kere sığındım, onlar beni ikna
etmeye çalıştılar boşanmam için ama şartları çocuklarımı baba evinde bırakmamdı.
Beni ancak tek başıma istiyorlardı. Bunu kabul edemezdim.” (A.38). Ailenin tutumunun
yine kadını çaresizliğe ittiğini gösteren bu örnek bir başka görüşmecimizde şu şekilde
ortaya çıkmaktadır: “Ayrılmaya kalktım ailem kabullenmedi, boşanma fikrine tahammül
edemiyorlardı. Beni dövmüyordu ailem de o yüzden ‘evliliğini sürdür” dedi. Bir gün
herkesten habersiz boşanma davası açtım. Eşim yalvardı ailem araya girdi tekrar
barışmak zorunda kaldım.” (M.52). Aileden bağımsız olarak boşanma fikrini ayrıca ele
aldığımızda yine kararlara çocuğun varlığı damgasını vurmaktadır: “Çocuklar benim
için öncelikli. Evliliğimin ilk yıllarında ayrılmak aklımdan geçtiğinde hep çocukları
düşündüm.” (M.47).
Bulgu edinme sürecinde çalışma grubunu oluşturan kadınlara psikolojik destek
alıp almadıkları yönünde yöneltilen sorulara aşağıdaki yanıtlar alınmıştır: “Tedavi
görmedim ama gerekiyordu. Başlarda sağlık güvencemiz de yoktu.” (H.35). “Psikolojik
826
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tedavi görmedim ama kendimi dinle tedavi ettim sonuçta yaşadıklarımı bir şekilde
hafifletmem gerekiyordu.” (S.48). “Psikolojik destek aldım, hâlâ alıyorum. Eşimle
beraber de gittik ama o sonra devam etmedi.” (M.52). Görüşmecilerimizden biri
psikolojik tedavi gördüğünü belirtmiş ama açıklama yapmamıştır (A.38). Diğerleri de
psikolojik destek almadıklarını ifade etmişlerdir.
Görüşmecilerimizden evlenirken eşinin memleketine göç eden veya iş
değişikliği yüzünden başka bir şehre göç eden kadınlar, bu mekân değişikliğinden
bahsederken herhangi bir iyiye gidişten bahsetmemişlerdir. Örnek olarak şu ifadeler
verilebilir: “ Ben Sakaryalıyım aslen, orda kalacaktık sonra hile yaptılar beni buraya
getirdiler… Evliliğimin ilk zamanlarında şiddet yoktu, Elazığ’a taşındıktan sonra
başladılar.” (H.53). Şiddet sebeplerinden biri olarak yoksulluk ve işsizliği gösteren bir
görüşmecimiz de şöyle demektedir: “İş bulma umuduyla Ankara’ya göçtüm ama daha
da yoksullaştım. Kayınvalidemin yardımı da kesildi, elin memleketinde iyice
yoksullaştım.” (A.38). “Diyarbakır’a taşındıktan sonra eşim alkole başladı. Ondan
sonra tekrar Elazığ’a dönsek de bir daha durumu düzeltemedik.” (M.52). Göç etkisinin
yanı sıra bir görüşmecimiz de aslen memleketi olan şehir yüzünden eşinin ailesi
tarafından çok aşağılandığını ve hakarete uğradığını belirtmiştir. Bu da bir
hoşgörüsüzlük örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çalışma grubunda yer alan görüşmecilere yaşadıkları aile içi şiddet
konusunda yöneltilen sorular ve alınan cevapların analizi sonrasında iki farklı örneğe
yer vermek istenmektedir. Görüşmecilere akıllarında yer etmiş, unutamadıkları bir
şiddet deneyimleri olup olmadığı sorusunu olumlu yanıtlayan iki görüşmecinin
yaşadıkları çok faktörlü bir analize yol açmaktadır: “Ben hamileydim, çocuklarım çok
küçüktü. Kocam yerde bir ıslaklık gördü ‘çocuklardan biri altını ıslatmış nasıl fark
etmemişsin?’ diye beni dövdü. Düşük yaptım. İnşallah kızlarım bu durumu yaşamaz.”
(F.45). “Yine bir gün üçü (eşim, kayınvalidem, görümcem) beni dövüyordu o anda
babam telefon açtı. Hemen sesimi düzelttim ama babam bir tuhaflık olduğunu fark etti.
Ne olduğunu sordu ben de babamı bir şey olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştım.
Ama yine de tahmin etti ve ‘çık gel’ dedi. Gideceğim yer aynı şehirde bir yer değil ki
kaç saat sürüyor… Akrabalarımız ne der? Karı olamadı geldi derler. Eşim çocuklarımı
bana vermez ki. Ben onlardan ayrı kalmaya dayanamam. Onun için babamı ikna ettim.
Telefonu kapattıktan sonra beni daha çok dövdüler. Öyle ki gözlerim mosmor olmuştu.”
(H.35). Dehşet verici bu şiddet yaşanmışlıklarının kadınlar açısından ne denli travmatik
olduğu ortadadır. Şiddetin mağdurları açısından bakıldığında, daha önce sözü edilen
çaresizlik çemberinin bu ifadelere nasıl yansıdığı görülmektedir. Kadınlık, dahası
insanlık onurunu ayaklar altına alan bu şiddet eylemleri hem bedensel hem de ruhsal
açıdan kadını çöküntüye uğratmaktadır. Çaresizlik çemberinin zincirlerinden birinin
kırılsa da diğerlerinin kadını çemberde kalmaya zorladığı ikinci örnek ifadeden
gözlemlenebilir. Aile desteği olsa bile çocukların varlığı, zamandan ve mekândan
kaynaklanan kısıtlamalar ve çevresel baskı, kadının yaşadığı ortamdan uzaklaşmasına
engel olmaktadır. Şiddeti uygulayan açısından bakıldığında ise hastalıklı bir zihniyetin
varlığından söz edilebilir. Çünkü şiddet uygularken ne kadar yanlış olursa olsun failin,
eylemini dayandırdığı bir nokta olmalıdır ancak ilk örnekte şiddetin sebebinin
anlamsızlığı söz konusuyken ikinci örnekte telefon konuşmasından sonra azalması
beklenen şiddet daha da artarak devam etmiştir.
827
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışmanın sonucunda elde edilen veriler, çalışma grubunu oluşturan
kadınların fiziksel, sözel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet türlerinin en az birine
maruz kaldıklarını ortaya çıkarmıştır. Ancak kadınlar sözü edilen şiddet türlerinin
birkaçının oluşturduğu bir bütünü evlilik hayatları boyunca deneyimlemek zorunda
kalmışlardır. Bu sonuç, farklı akademik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla paralellik
arz etmektedir (bkz. Güler, Tel ve Özkan Tuncay: 2005, Karaçam, Çalışır, Dündar,
Altuntaş ve Avcı: 2006, Karataş, Derebent, Yüzer, Yiğit ve Özcan: 2006, Aksakal ve
Atasayar: 2011).
Araştırma bulgularından elde edilen sonuçlar, kadınların maruz kaldığı
şiddetin kökeninde geleneksel kalıp fikirlerin, eş kıskançlığının, eşin ailesinin evlilik
üzerindeki olumsuz müdahalelerinin ve bağlayıcılığının, alkolün ve ekonomik
sebeplerin yattığını göstermektedir. Ancak görülen odur ki zihniyet çarpıklığı tüm bu
sebeplerin üzerinde bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Görüşmecilere yöneltilen sorular sonucunda alınan cevaplarda aile düzeni
açısından güç ilişkisi yani ikili ilişkiler ve aile içi söz sahipliği konularında kadınların
geri planda ve kaderci bir yapıda oldukları söylenebilir. Bu konuda kendisini eşiyle eşit
ya da daha ileri konumda gören kadınların da bu “statü”yü evlilik boyunca mücadele
ettikten sonra belli bir yaş olgunluğunda elde ettikleri veya üzerlerinden birtakım baskı
unsurları kalktıktan sonra edindikleri gözlenmiştir.
Çalışma grubundaki kadınların büyük bir çoğunluğunun evliliğinde eşin
ailesinin yadsınamaz bir müdahalesi vardır. Ataerkil kökenli bu baskıcı dahil oluş
durumu, evliliğin mahremiyetini zedelemekte, eşler arasındaki ilişkinin kendiliğinden
gelişmesini engellemektedir. Daha da önemlisi eşin ailesi, hem kadına şiddet uygulayan
hem de eş şiddetini azmettiren bir niteliğe bürünmüştür.
Kadınların şiddete dair fikirleri ele alındığında, onların da bu durumdan
hoşnut olmadıkları ortadadır. Ancak bir noktada şiddeti yok sayma eğilimi, durumdan
şikâyetçi olunsa bile fiilî harekete geçmeme, daha çok duygusal deşarja odaklanma gibi
tutumlar göze çarpmaktadır. Aslında bu durumdan çeşitli etkenler sorumlu tutulabilir.
Örneğin, boşanmayı düşünen kadınların boşanma kararı konusundaki çekimserliğin
birtakım zorunluluklardan meydana geldiği tespit edilmiştir. Kadının ekonomik
anlamda erkeğe bağımlılığı, öz ailesinin tutumu ve çocukların varlığı kadını bu konuda
kısıtlamaktadır. Özellikle çocuklar açısından duruma bakıldığında bir kısır döngüden
bahsetmek mümkündür. Çocuklar evde yaşanan aile içi şiddetin etkisinde
kalmaktadırlar ama aynı zamanda kadınlar, çocukları yüzünden evliliklerini
sürdürdüklerini ifade etmektedirler. Çocukların mutluluğu için cefa çeken bir anne
pozisyonundaki kadın, aslında çocuğu mutsuz bir aile hayatı içinde yaşamaya
itmektedir. Ancak bu onun suçu değildir çünkü evden ayrılmaları halinde eşleri
tarafından çocuklarını görmemekle tehdit edileceklerini düşünmektedirler.
Görüşmecilerden elde edilen bulgular çözümlenirken dikkat çeken bir
unsurdan daha bahsedilecek olursa, kadınlar şiddetle evlendikten sonra yüz yüze
gelmişlerdir. Aile içi şiddet gördüğünü beyan eden kadınların tümü, evlenmeden önce
şiddetle karşılaşmadıklarını belirtmişlerdir. Şüphesiz bu kadın açısından evliliğe
atfedilen değeri zedeleyici öğelerin başında gelmektedir. Çünkü insan doğası hayat
kalitesini yükseltmeye odaklıdır.
Şiddet davranışını ortaya çıkarmada bir etken olarak kabul edilen alkol, bu
çalışmada da bir şiddet sebebi olarak ortaya çıkmıştır (Benzer sonuç için bkz. Korkmaz,
828
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Batur, Karakuş ve Tel: 2003). Bunun yanı sıra göç olgusu çalışmada dikkat çeken
kavramlardan biridir. Şiddete doğrudan etki eden bir faktör olmasa da yine de aile içi
ilişkilere olumsuz etkilerde bulunduğu ifade edilebilir.
Genel olarak belirtilen faktörler çerçevesinde sonuçlanan aile içi şiddete
yönelik analiz, şiddete ilişkin tüm olay ve olguların temelinde bir zihniyet sorunu
olduğunu göstermektedir. Hem şiddetin faili hem de mağduru olan insanlar yanlış
inanışlar kıskacında, yaşananları evliliğin bir parçası olarak görerek hayatlarına devam
ederken şiddetin ortadan kalkmasından nasıl bahsedilebilir? Bu yüzden bu konuda
getirilecek ilk öneri, şiddetin önlenmesi için önce zihinlerden yani algılayışların ve
kabullenişlerin değiştirilmesinden başlamak olmalıdır. Uzun vadede sonuç verecek bu
müdahale için, özverili çalışmalara, eğitim seminerlerine ihtiyaç vardır. Bu noktada
akademik kurumlar, sivil toplum örgütleri ve ilgili kamu kuruluşlarının öncülüğünde
düzenlenecek kampanyalar ve projelerin hedeflenen değişimi başlatacağı umut
edilmektedir.
Şiddetin normalleşmesinin önüne geçmek ve kadına atfedilen değeri hak
ettiği seviyeye getirebilmek adına yapılacak bu zihin dönüşümünün bir kolu da kadının
korunması için çaba harcamak olacaktır. Kadının şiddetten korunması yasalar tarafından
güvence altına alınan bir hak olsa da işleyiş sürecinde ortaya bazı problemler çıkmakta,
bu aksaklıklar istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır. Bu yüzden koşulların daha da
iyileştirilmesi elzemdir.
Son olarak kadının sesini duyurabilmek ve bu önemli sorunu tam anlamıyla
ortadan kaldırabilmek için betimleyici bilgilendirici ve yönlendirici her türlü akademik
çalışmanın yapılması teşvik ve organize edilmelidir.
KAYNAKÇA
Aksakal, H. ve Atasayar, M. (2011), Aile içi kadına yönelik şiddetin biyo-psikososyal sonuçları üzerine bir çalışma, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 26 Eylül – Ekim
2011, http://www.akademikbakis.org/26/16.htm.
Babaoğlu, H. (2011, 10 Ekim), Kadın cinayetleri politiktir, www.sabah.com.tr.
Ergil, D. (2001), Şiddetin kültürel kökenleri, Bilim ve Teknik, Sayı. 399- Şubat:
40-. 41.
Güler, N., Tel, H., Özkan Tuncay, F. (2005), Kadının aile içinde yaşanan şiddet
bakışı, C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 27 (2): 51 – 56.
KAMER, (2011). İstersek biter, (haz. Aksu Bora), Diyarbakır: KAMER Vakfı
Yayınları.
Karaçam, Z., Çalışır, H., Dündar, E., Altuntaş, F., Avcı, HC. (2006), Evli
kadınların aile içi şiddet görmelerini etkileyen faktörler ve kadınların şiddete ilişkin bazı
özellikleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 22 (2): 71-88.
Karataş B., Derebent E., Yüzer S., Yiğit R., Özcan A. (2006), Kırsal kesim
kökenli kadınların aile içi şiddete ilişkin görüşleri Second International Conference On
Women’s Studies Hosted By Eastern Mediterranean University Center For Women’s
Studies, Famagusta, Turkish Republic Of Northern Cyprus, April 26-28.
829
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kızmaz, Z. (2006), Şiddetin sosyo-kültürel kaynakları üzerine bir yaklaşım, Fırat
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 16 (2): 247-267.
Köknel, Ö. (2000), Bireysel ve toplumsal şiddet, (2. basım), İstanbul: Altın
Kitaplar.
Leyla, Ş. (2006), Yeni sosyal hareketler bağlamında Türkiye’de kadın, Sosyoloji
Dergisi Sayı:15.
Leyla, Ş. (2011), The new actors of women’s movement: women NGOs and their
potentials, Eurasian Journal of Anthropology, 2(1):1−14, 2011.
Özbudun, S., Sarı, C., Demirer, T. (2007), Küreselleşme, kadın ve yeni ata-erki,
Ankara: Ütopya Yayınları.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri.
(5. Basım). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
830
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADIN ŞİDDETİNE KARŞI ŞİDDET BİRİMLERİ
-ARTVİN ÖRNEĞİHatice KARAKUŞ1
ÖZET
Kadına yönelik şiddet son günlerin başta gelen toplumsal sorunlarından birisidir. Yazılı
ve görsel medyada sunulan yazılar ve görüntüler, kadın şiddetinin boyutları hakkında
ürkütücü bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışma kadına yönelik şiddete bir çözüm
önerisi olarak şiddet birimleri kavramsallaştırması üzerinde durmaktadır. Kadına
yönelik şiddetin toplumun tüm kesimleri tarafından daha iyi irdelenmesi, anlaşılması ve
çözüm için yapılması gerekenlerin ortaya konulabilmesi için çalışmaların yapılması
önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, şiddet, polis.
ABSTRACT
Violence against woman is one of the major social problems these days. Text and
images, which have been presented in written and visual medias, reveal a scary picture
regarding the dimensions of woman's violence. This study focuses on the
conceptualization of units of violence as a solution to violence agains woman.It is
important to realize studies to instigate the examination and the understanding of the
violence against women by everyone in the society also to present the things to be done
for its solution.
Key Words: Woman, Violence, Police.
GİRİŞ
Son günlerde yazılı ve görsel medyada yer alan şiddet içerikli haberler, namus,
aile ve kadın adına işlenen cinayetler ve siyasilerin ailede yaşanan şiddetin önlenmesi
ile ilgili olarak yaptığı çalışmalar, kadın şiddeti sorunsalını bir kez daha gündeme
getirmiştir. Toplumsal bir sorun olan şiddet olaylarıyla mücadele noktasında devletin
sorumluluk ve görev alanında en acil ihtiyaç, tehlike çemberinde bulunan kadınların ve
çocukların koruma ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Ülkemizde, şiddet mağduru
kadınların mağduriyetinin giderilmesi noktasında çalışmalar yapılmasına rağmen,
şiddet olaylarının sayısındaki artış, önlemlerin yetersiz olduğunun bir göstergesidir.
Kadının birey, vatandaş, eş, anne ve tümünün toplamı olarak bir insan olduğu faktörünü
göz önüne alarak yaşam standartlarının sağlanması gerekmektedir. Bugün dünyada ve
ülkemizde pek çok kadın, ilişkilerinde ve evliliklerinde yaşadıkları sorunlara bağlı
olarak can korkusu yaşamaktadırlar. Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için,
önlemlerin hukuk kurallarıyla sınırlı kalması, yasal bir dizi düzenlemenin yapılması
1
Yrd. Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, [email protected]
831
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yeterli değildir. Çok yönlü bir sorun olan şiddet olaylarının çözümünde, multidisipliner
bir anlayış takip edilmelidir. Aile içi şiddet aile içinde çözülebilecek bir olgu değildir.
Profesyonel bir bakış açısı ile sonuç getirici uygulamalara ihtiyaç vardır. Bu
uygulamaların hayata geçirilmesinde, polis teşkilatından, sosyal hizmetlere, eğitim ve
sağlık sektöründen yerel kuruluşlara kadar pek çok mekanizmaya büyük görevler
düşmektedir. Bahsi geçen bu anlayışın somut bir örneği olarak Şiddet Birimlerini
göstermek mümkündür.
Yöntem
Bu çalışmada, şiddet olaylarının artışına bağlı olarak birkaç emniyet müdürlüğü
bünyesinde adımları atılan şiddet birimlerinin alt yapısı ele alınmıştır. Planlaması
yapılan şiddet birimlerinin çalışma koşulları, personel seçimi ve işbirliği içinde olması
gereken disiplinler ele alınmıştır. Çalışma, Artvin il emniyet müdürlüğünde görev
yapan 18 kadın polis ile derinliğine görüşme yapılarak hazırlanmıştır. Görüşme yapılan
kadın polislerin gerçek isimleri saklı tutularak G1, G2 şeklinde kodlamalar yapılmıştır.
Görüşmeler esnasında ses kayıt cihazı kullanımı önerilmiştir. Görüşmelerin bir
kısmında ses kayıt cihazı kullanılmış, bir kısmında ise notlar alınmıştır.
Kadın polislerin görüşlerine başvurulmak istenmesinin çeşitli nedenleri
bulunmaktadır. Şiddet olayları sonrasında, kadınların ilk kurtuluş noktası olarak
gördükleri yerler karakollardır. Olayın ilk meydana geldiği anda, sürecin bir çok
aşamasına polisler şahitlik yapmaktadırlar. Buna ek olarak sayısız olayla karşılaşan
polislerin, şiddet olaylarının sosyo-kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutlarına dair
olarak ilk elden gerçekçi gözlemleri olacağı varsayılmıştır. Kadın kimliği ile polislik
mesleğini yapan kadın polislerin cinsiyetlerine yönelik şiddete bakış açısının merak
edilmesi de bir diğer nedendir. Ayrıca, şiddet olayları sonrasında yaşanan gelişmelere
bağlı olarak sürecin takibi aşamasında yaşanan tıkanıklıklara ilişkin olarak polislerin
gerçekçi yorumlar ve gözlemlere sahip oldukları varsayılmıştır.
Şiddetin Nedenleri
Kurulması tasarlanan birimlerin çalışma şekillerinin oluşması aşamasında
şiddetin nedenleri önemli bir konu başlığıdır. Bu birimlerde görev yapacak olan
personelin tek işinin şiddet olacağı düşünüldüğünde, çalışan personelin şiddetin
nedenleri, sonuçlarına ilişkin bilgi birikiminin çok iyi olması gerekmektedir. Çalışan
personelin sorunun özüne inebilmesi, temelden kaynaklanan nedenlere ilk elden
müdahale edebilmesi için şiddeti tetikleyen nedenler önemlidir. Şiddet birimlerinin ana
amaçlarından bir diğeri de olayların önüne geçilebilecek önlemler noktasında ailelere
ulaşmak olacaktır. Bu nedenle ilk etapta şiddetin nedenlerini ele almak gerekiyor.
Genel bir sosyolojik olgu olarak aile içi şiddetin birçok psikososyal, kültürel,
ruhsal ve ekonomik nedenlerle ilişkisi olduğu belirtilmektedir (GARCİA-MORENO ve
ark, 2006). Ashley Montague gibi antropologlar, insanların yetiştirilmeleri ve sosyal
deneyimleriyle şiddeti öğrendiklerini iddia ediyordu (TREND, 2008: 47). Ev içinde
babalarının şiddet uyguladığını gören erkekler bunu diğerlerine istediklerini
yaptırabilmelerinin bir yolu olarak öğrenir ve uygularlar (İNCEOĞLU-KAR, 2010:42).
Erkeğin beklentilerinin karşılık görmemesi yahut aile içindeki statüsünün tehdit
edildiğini hissetmesi, kız çocuğunun hanım hanımcık, erkek çocuğun sokakta
arkadaşları ile yaptıkları kavganın takdir edilerek büyütülmüş olmaları sebebiyle,
832
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
erkeğin kadına şiddet temayülü kazanması sosyal boyutu ile ve öğrenilmiş bir davranış
biçimiyle aile içinde kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedeni olarak ortaya
çıkmaktadır (YILDIRIM, 1998:30’dan akt: TUĞLU, 2009: 98).
Kadının “annelik rolü”, “aile rolü”, “yuvayı dişi kuş yapar” işlevi, toplumsal
rolü, “iyi kadın”, yarı kutsal, anamız, bacımız” imgeleri, “gelenekleri sürdürme rolü”,
bunlar gibi bir çok role ve imgeye uymak zorunluluğu onun değişimini ve gelişimini
yavaşlatır (ORAL, 2010: 219). Kadınlık ve erkekliğe ilişkin rol ve beklentilerin
toplumsal olarak yaygın kabul görmüş bazı stereotipleriyle; kadınların sessiz, uysal,
sorunları giderici, rahatlatıcı, bakım sağlayıcı, huzur verici, fedakar vb. özellikleri
taşıması gereken ideal modelleri, erkeğin atılgan, koruyucu, denetleyici, bilgi ve izan
sahibi, başarılı, güçlülük vb. özellikleri taşıması gereken ideal modelleriyle adeta iki zıt
kutup oluşturulmaktadır. Gerçekte kadınlar bu modellerden uzaklaştıkça kendilerinden
beklenenlere cevap verememekte ve sözü edilen modellere aykırı özellikler şiddetle
bastırılmaktadır (İNCEOĞLU-KAR, 2010: 43).
Geleneksel ailede eşler birbirlerine ve çocuklarına sevgilerini açıkça dile
getirmezler. Çocuklar ve eş için baba bir otorite ve korku kaynağı olarak kabul edilir bu
durum ise iletişim kopukluklarına ve çatışmalara sebep olur (ÇİMEN, 2008: 420).
İletişimde tıkanma; taraflardan birinin suçlama, diğerinin savunma davranışına
yöneldiğinde ortaya çıkar genellikle. İletişim kilitlenir, yürümez. Çoğu zaman
karşımızdakini suçladığımızın, eleştirdiğimizin farkında değilizdir. Duygularımızı ifade
ettiğimizi sanırız. Karşımızdakini yargılamamız, suçlamamız, onu savunmaya iter ve
iletişim tıkanır (TOPKARA, 2011: 145).
Saldırgan kişilerin sadece belli yerlerde belli kişilere karşı şiddet kullandığı
bilinir ( ÖZTÜRK, 2010:70). Şiddet uygulayan kişiler evde eşlerini döverken ne kadar
kızgın olurlarsa olsunlar patronlarına veya bir polise saldırmaya kalkışmazlar. Şiddet
taktiklerini dikkatlice seçtikleri görülür. Eşlerini sıklıkla etrafta başkaları yokken bir iz
ve zarar bırakmayacak şekilde dövmeleri, şiddet kullananların bunu kontrol
edebildiklerini göstermektedir (http://dosyalar.hurriyet.com.tr/aileicisiddet12.asp,erişim
27.12.2011).
Kadınların kamusal alanda yoğun olarak bulunmaya başlamasıyla birlikte
ailedeki kadın ve erkek statülerinde bir denge durumu oluşmaya başlamıştır (ÖZTÜRK,
2010:49). Kadınlar pek çok konuda değişmiş, pek çok alanda iş hayatına girmiştir
(DURMUŞ, 2008: 246).
Kocasının saldırısına uğrayan kadınlardan pek çoğu bunu kişisel bir sorun olarak
nitelendirir, kimsenin bilmesini istemez, polise hiç gitmez (AKINCI, 2003:7). Kadın bu
evliliği hala yürütüyorsa, bunun iki sebebi vardır. Ya çocukları için bu evlilik sürer ya
da başka bir çıkış yolu, hayatını devam ettirme yöntemi bilmediği için yani çaresizlik
sebebiyle. “yavrum sizler için”, “Ar namus için”, “El alem ne der?”, “Başka çarem
yoktu ki”, diyerek hayatı zorbalıklara katlanmak şeklinde yaşayan bu kadınlar, farklı
farklı sıkıntılar çekerler (DURMUŞ, 2008: 236).
Psikiyatristler, şiddete yönelik davranışa yol açan etkenleri araştırmak
istediklerinde çoğu zaman ilk önce bireyin kişilik yapısını incelemeye meyillidirler.
Şiddete başvuran erkeklerin çoğunluğunun yetersiz kişilik gösterdiklerini belirtmişlerdir
(BALCIOĞLU, 2001: 23)
833
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bu makalenin ana temasını oluşturan şiddet birimlerinin amacı şiddet olaylarına
yönelik uzun ve kısa vadeli çözümler üretmektir. Bu anlamda bundan önceki
paragraflarda vurgulandığı üzere, şiddetin köklü ve kalıcı nedenleri bulunmaktadır.
Geçmişin köklü izlerini bir anda silmek elbette ki mümkün değildir. Şiddet birimleri
bünyesinde faaliyete geçecek çalışmalar, sonuçlarını uzun yıllar sonra vermeye
başlayacaktır. Çünkü bu birimler şiddeti yaratan zihniyeti değiştirmeyi hedeflemektedir.
İkinci aşamada, bu ekiplerin varlığı şiddete meyilli kişiler üzerinde caydırıcı etkide
bulunabilir. Bu ekiplerde görev alan polislerin mağdur konumundaki kadınların
yaşamlarına kadar girip bilgiler vermesi yararlı olacaktır. Ayrıca şiddet olayı tek taraflı
olarak ele alınabilecek bir sorun değildir. Şiddet mağduru kadar, şiddete başvuran
kişilerinde bu ekipler bazında ele alınması ve bilgilendirilmesi gerekmektedir. Kısacası
bu ekipler sadece koruma ve kollama fonksiyonu görmeyecektir. Esas görevleri
kadınların, erkeklerin, ailelerin gündelik yaşamlarına sızarak onları bilgilendirmek,
yönlendirmek rol ve görevine sahip olacaktır.
Şiddet Birimleri ve Çalışma Şekilleri
Kadınlar için kolluk içerisinde uzman bir birimin kurulması ve bu konuda özel
olarak eğitilmesi yararlı olacaktır (YILDIZ, 2003: 83).Bahsi geçen birimlerin işleyiş
tarzı olarak bir planlamanın yapılması gerekmektedir. Bu birimlerde çalışan personelin
çalışma koşulları, çalışacak personelin özellikleri, verilecek eğitimlerden kimlerin
yararlanması gerektiği, kadın polis istihdamı, polislerin eğitilmesi bu birimlerde
yapılacaklara ilişkin planlamada yer alması gereken alt başlıklardır. Bu birimlerin
şekillenmesinde profesyonel bir bakış açısı olmalıdır.
G1 Şiddetle özel olarak ilgilenen bir birim olabilir….kadınları
yüreklendirir….gidecekleri bir yerin varlığı kadın açısından çok da iyi olur…tabi çok
iyi düşünülüp ayarlanmalı ya bunlar… bu girişimlerin alt yapısının çok iyi olması
lazım… geçici önlemler erkeğin uyguladığı şiddeti daha da artırabilir….ödenek
ayrılması lazım…
G4 Alt yapısı iyi hazırlanarak ve içeriği personele çok iyi anlatarak şiddet
birimleri kurulabilir….neler yapılacak, nasıl olacak, personel eğitimi nasıl olacak
bunlar iyi düşünülmeli… projeler yaratılıp uygulama aşamasına geçilebilir….
G7 Tanık koruma birimleri var..kadın koruma birimleri kurulmalı….hizmet canı
gönülden çalışacak, gönüllü kişilere yer verilmeli…elbette kadını 24 saat korumak
mümkün değil…dünyanın hiçbir yerinde mümkün değil….
G13
Birim
kurulacaksa
ciddi
anlamda
profesyonel
bir
ekip
çalışmalı…psikoloğundan, sosyal çalışmacısına, psikolog artı psikiyatrist olmalı,
sosyolog olabilir…farklı alanlardan bu işin uzmanları bu işte daha önce tecrübesi olan
insanların bence bulunması gerekiyor…bizde belki sadece önleme faaliyetleri ve
sonrasında müdahale etme faaliyetleri anlamında yer alabiliriz…ama yine de yeterli
değil…silah, kanun bunlar tabiki caydırıcı ama önce böyle bir alt yapı olarak
profesyonelliğin oluşturulup o şekilde ilerde bu birimler kurulabilir…biz şiddetten
sonra maalesef devreye giriyoruz…bu birim şiddet olmadan önce önlemler alacak
çalışmalara imza atmalı…hatta belki de insanlar başvuramıyor ya belki
gidilmeli…onlara ulaşılmalı…ama nasıl olacak …o biraz zor…insanlar kapılarını kolay
kolay açmaz… yine söylüyorum bu çok zor bir şey…bu bizim 20 yıl sonramız için bir
834
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yatırım olur…uzun vadeli bir çözüm bu…en azından anneler bilinçlenir çocuklarına
nasıl davranmaları gerektiğini bilirler…bundan sonra yetiştireceği bir erkek çocuğu
nasıl yetiştirmesi gerektiği, hangi konularda ayrım yapmaması gerektiği anlatılır….bir
20 yıl sonrası için olabilir…şu an için tam bir çözüm göremiyorum…kısa ve uzun vadeli
çözümler üretilir….cezalar kısa vadede çözüm olabilir…saydığımız bütün diğer
uygulamaları da uzun vadeli çözüm içinde değerlendirmek gerekir…erkekler kolay
kabul etmeyeceklerdir…kadın ayrı erkek ayrı sonrada birlikte eğitilmeli…ilk başta
toplantılara katılmak istemeyeceklerdir…yavaş yavaş bu yapılabilir…ilk etapta
çekimser kalacaklar…
G12 Şiddet görmeden önce müracaat edebilecekleri bir yer bence daha faydalı
olur…çünkü şiddeti önlemekse amaç ilk baştan engellemek…çevreden komşusu ya da
başka birisi görüyorsa eğer buna birilerinin el atabileceği sosyal bir birimin
oluşturulması gerekiyor…bağımsız olacak…yani bir evde kavga çıktı..ses
geliyor..insanlar ona müdahale edemiyor..polis geliyor… geldiği zamanda eş çıkıyor
eşinizi görücez diyoruz eş çıkıyor korkusundan zaten hiçbirşey söyleyemiyor mecbur
geri dönmek zorunda kalıyoruz…ne kadar kanun yetkimiz de olsa kişilerin şikayetine
bağlı….dolayısıyla direkt sivil bir birimin oluşturularak sırf bu konular üzerinde
araştırma yapılmalı… sadece bir birim olarak değil orada sağlık görevlisi çalışabilir,
emniyet görevlisi olabilir, yani bu bir kaç unsuru barındırarak böylece o yörenin
psikolojik yapısı sıkıntısı neyse ona yönelik birimlerden ayrı bir sivil bir birim
oluşturularak polis, psikolog şahıslara ulaşabilecek insanların birarada bulunduğu ayrı
bir kurum olabilir.
Oluşturulması planlanan şiddet birimlerinin şiddet mağduru kadınları
yüreklendireceği varsayılabilir. Kadınların bu algıya sahip olabilmesi, bu birimlerin alt
yapısının iyi organize edilmesine bağlıdır. Devletin bu birimlere iyi bir ödenek ayırması
gerekmektedir. Farklı meslek kuruluşlarının birlikte faaliyet göstereceği
varsayıldığında, alt yapı konusunda iyi bir planlamaya ihtiyaç duyulacağını
söyleyebiliriz. Sağlam bir alt yapı olmaksızın hayata geçirilecek olan birimler şiddeti
azaltmak yerine eskiye oranla daha da artırabilir. Bu birimlerin vaadi olan hizmetlerin
güvenilirliğinin sorgulanması, şiddet gösteren erkeği daha da cesaretlendirebilir. Ayrıca
bu birimlerde hedeflenen esas amaç, şiddet olduktan sonra adım atmak değil, şiddetin
önüne geçmektir. Şiddetin nedenlerine ilişkin bilgi ve donanıma sahip olacak olan
personel, ilk etapta kadınların yaşam alanlarına girerek bu amaca ulaşabilirler. Yeni ve
farklı bir uygulama olması, bir çok insanın mesafeli yaklaşmasına neden olabilir. Ayrıca
şiddetin nedenlerine ilişkin geleneksel inanç ve tutumları yıkmanın güç olması ve
zaman gerektiren bir uygulama olması nedeniyle, bu amaca ulaşmada zaman, sabır ve
emek dikkate alınması gereken bir durumdur.
Şiddet olayları sonrasında tüm polislerin olaya ve sürece yüklediği anlam
önemlidir. Çünkü bireyler olaylara yükledikleri anlamlara göre girişimlerde bulunurlar.
Bu nedenle tüm polislere şiddet olayları sonrası neler yapılacağına ilişkin eğitimlerin
verilmesi yararlı olacaktır. Kadınların şiddet olayları sonrası kurtuluş yeri olarak
gördükleri karakollardaki polislerin yaklaşımı, onların rehabilite edilmesi noktasında
önemlidir.
835
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
G3 Dayak yemiş bir bayan geldiği zaman tabiî ki elimizden geldiğince
ilgileniyoruz ama bir uzman yardımı ile kadın daha nasıl rahatlatılır, nasıl hoş
tutulur bilmek isterdim….
G4 Kadın polis önce şiddet gören kadını anlamalı……yakınlık olabilir
arada…tüm polis bayanların eğitilmesi lazım….bizlere hizmetiçi eğitim veriliyor…..aile
içi şiddet ders olarak konulabilir…
G18 Bu tür durumlarda, dokunma, göz göze temas kurmak önemlidir… ben
buradayım şeklinde bedensel temasta bulunurduk…bunun etkilerini görürdük…bu
eğitimler polislere ciddi anlamda verilmeli…bu konulara ilgili olanlar
katılmalı…herkes ilgili değil…
G1 A.B. projesi kapsamında Ankara’da 5 günlük bir eğitime katılmıştım…Şiddet
gören kadın nasıl karşılanmalı, ilk karşılayan kim olmalı, tavırları nasıl olmalı (
sevecen, sempatik, sıcak kanlı ve güven verici bir tavrın olması gerekliliği) kadın
çocuğuyla geldiyse çocuğu ortamdan uzaklaştırıp oyuncaklarla oynaması sağlanarak
olaydan bir nebze olsun kurtarılmasının önemi gibi pek çok şey anlatıldı…bize CD’ler
verildi….yani gayet güzeldi….bu eğitimlerin devamlı olması gerekir…çok faydasını
gördüm şahsen ben….
G17 Eğer eğitimi verdiğiniz kişileri ilk müracaat yerlerinde çalıştırırsanız bu
çalışmalar işe yarar…ama işte ben şu an bürodayım…dışarı çıkmıyorum..bana
şiddet eğitimi verseniz ne yazar..hiç bir anlamı yok…
Şiddetin verdiği korku ve acı duyguları kadınları bulundukları yerlerin güvenlik
merkezi olan karakollara yönlendirmektedir. Bu aşamada, şiddet sonrası kadın nasıl
rehabilite edilmeli, nasıl rahatlatılmalı, beden ve göz teması nasıl kurulmalı ve en son
aşamada kadın kendine nasıl getirilmelidir. Bu adımların atılmasında, kadının
karakollarda karşısına ilk çıkan polislerin tutumu ve davranışı belirleyici olacaktır. Bu
hizmeti verecek olan polislerin hizmetin amacına uygun görev yapabilmesi için gönüllü
olması önemlidir. Gönüllülük esasına dayalı olarak yapılmayan işlerde kopuşlar
olacaktır. Bu nedenle bu birimlerde çalışacak olan polislerin gönüllü olmalarına bağlı
olarak, şiddet, şiddetin nedenleri, aile içi şiddet ve şiddetin diğer özel bileşenleri ile
ilgili olarak ayrıntılı bir eğitimden geçmeleri yararlı olacaktır. Gönüllü olmayan
personelin görevlendirilmesi şiddeti önleme amacına sahip olan bu birimlerin
güvenilirlik ve geçerliliğinin sorgulanmasına neden olacaktır.
Polislerin görevde uzun süre kalabilmeleri için, şark hizmetini tamamlamış
olmaları önemlidir. Şiddet biriminde görevli polislerin ilgileneceği tek görev şiddet
olayları ve bunların çözümü olmalıdır. Çalışma alanının genişlemesi verimliliği
etkileyecektir. Seçilen polisler görev aldıkları ilçede sadece kadın ve aile şiddet
vakalarıyla ilgilenecek. Vakalara göre ilçelerin suç profili çıkarılacak ve olayların
yoğun olduğu ilçelerde bu arkadaşlara takviye yapılacak. Ailesinde şiddet geçirmemiş,
konuya duyarlı ve farkındalığa sahip kişiler seçilecek (Hürriyet Gazetesi, Kadına
Şiddete Özel Tim, 19 Şubat 2012).
G11 Şiddet birimi özel bir ekiple olabilir….bu ekibin görevi sadece şiddet
olmalı…ek görevler olmamalı….çalışma koşulları düzenlenmeli…ekibin alanında
836
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
konuya hakim olması lazım…esnek ve rahat çalışma koşulları olmalı…gece vakti kadın
geldiği zaman onunla birebir ilgilenmeli
G18 Polis kimliği adı altında bilmiyorum ne kadar etkili olur…çünkü o kadar şeyle
görevlendiriliyorsunuz ki…o kadar çok alana bölünüyorsunuz ki…insanın kendini
tanıması lazım…şiddet birimi kuruldu…tamam..öte taraftan sen bu insanları ek göreve
de gönderirsen nöbete de dikersen verim olmaz…kanunlar bizi çok sınırlıyor…sen polis
olarak görevini yap…psikologlar gerisini halleder diyor..
Şiddet birimlerinin istenilen amaca ulaşabilmesi için çalışacak personelin niteliği ve
meslek grupları oldukça önemlidir. Şiddet çok yönlü bir süreçtir. Bu sürece yön veren
çok çeşitli nedenlerin varlığı, personel çeşitliliğini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda bu
birimlerde pek çok meslek grubundan polisin varlığı yararlı olacaktır.
G17 Psikolog, avukat, olsa süper olur yani onları yönlendirecek hani haklarını
anlatacak biri olacak… polise inanmakla avukata inanmak farklı… sonuçta ikimizde
aynı şeylerden bahsediyoruz ama avukat daha bir başka olur…. biz sizin arkanızdayız…
böyle bir şeyler olsa olumlu olmaz mı…neden olmasın…
G7 Şiddet birimleri iyi işletilir, içeriği iyi organize edilirse yararlı olacağını
düşünüyorum…burada çalışan kişilere şiddet eğitimi verilmeli….seminer ve paneller
düzenlenmeli…çalışan kişiler içinde hem olgun yaşlı insanlar hem de genç bireyler
olmalı….yeni nesilden kişiler olmalı…abi, abla olarak görülen kıdemli olgun kişiler
olmalı….okul öncesi mezunları bu birimlerde mutlaka olmalı…sosyal bilimlerde çalışan
psikoloji, sosyoloji, halkla ilişkiler mezunu kişiler istihdam edilmeli…hümanist insanlar
görev almalı….sürekli anketler ve çalışmalar yapılarak gelinen aşama ortaya
konulmalı….görüş ve düşüncelerini yazacakları mektuplar istenebilir….
G16 Şiddet birimlerinde gönüllü, eğitimli ve donanımlı kişiler
çalışmalı….kadınlarla ilgilenecek resmi kurumlar olmalı…aileler eğitilmeli….kadın
polislerin ilk etapta devreye girmesi önemli…kendilerini iyi hissederler…
G4 Şiddet ile ilgili bir eğitim almadım…gereklidir verilmeli bence…ama önce
isteyene verilmeli…isteksiz gidilince bir anlamı olmuyor…karakola gelen kadınları
anlamak lazım ruhsal anlamda kadınlar rahatlatılmalı…psikologlar, sosyal hizmet
uzmanları olması lazım…kadın bir başka kadına elbette ki derdini daha rahat anlatır…
Şiddet olaylarında mağdur olan taraf kadındır. Desteğe, güvene, şefkate sahip
olan tarafın kadın olması, şiddet birimlerinde kadın polis istihdamı konusunu gündeme
getirmiştir. Mağdur olan kadın, aradığı güveni bir başka kadında bulabilir. Bu nedenle
şiddet birimlerinde kadın polis istihdamının artırılmasının yararlı olacağı varsayılabilir.
G17 Karakola geldiğinde ilk kadın polisi görmesi çok iyi…bir dalıyor zaten
erkekten dayak yemiş…kapıdan bir girmiş 30-35 kişi bir erkek grubu var…kadın derki
ne oluyor ya bir erkekten kaçarken başka bir erkek ortamına düştüm düşüncesinden
bayan olarak sıyırabiliyorsunuz…gel bacım gel oturalım bir su iç bir soluklan bir beş
dakika dinlen sonra anlatırsın işte sakinleş falan bunun acaip faydasını gördük…hani
kendine geliyor…ağlıyor işte bir beş dakika on dakika yarım saat…kendini
toparlıyor…işte şimdi anlat başla ..nasıl oldu anlat diyoruz…karşı taraftaki rahatlıyor
kadın polis güven veriyor…
837
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
G12 Genelde mağdurlar erkekten çok kadınları tercih ediyor…kendilerini iyi
ifade edebiliyorlar…bir erkeğe anlatamadıkları durumları bir bayana daha rahatlıkla
anlatabiliyorlar…
G3.Bayanlar daha ayrıntılı, teferruatlı düşündükleri için belki daha derine
indikleri zaman çözüme ulaşmak daha kolay olur….duygusal anlamda bir bayanı başka
bir bayan anlar…bu da her açıdan daha iyi olur….
G13 Kadın polisler bence daha fazla rol oynamalı…toplum destekli bir
birimimiz var…bayanlar günler yapıyorlar mahallelerde…şimdi bir gidersiniz iki
gidersiniz..bayanlar kadın polisleri arkadaşları gibi görüyorlar…yani polis gibi
değil…bizim günümüze de gelin diyolar…polis sosyal hayatlarına normal bir insan gibi
giriyor…hatta şey olabilir kimliği bir tarafa bırakıp sıkıntılarını anlamada daha faydalı
olabiliriz…şimdi bayanlar biliyosunuz bu tip topluluklarda daha rahat
konuşuyorlar…bu faaliyetlerde daha çok kadına ihtiyaç var diye düşünüyorum…tutupta
bir
erkeği
gönderdiğinizde
olmaz
bu…rahat
edemeyecekler
hiçbişey
yapamayacaklar…bu konuda uzman olan bayanlar görev almalı…bizim aramızda
üniversite mezunu polisler var…neye nasıl
ne şekilde yaklaşması gerektiğini
bilecek…pat diye konuya girmeyecek….eğitimli olacak…eğitim alıp onların yanına
gideceğiz…
Şiddet birimleri problem alanına göre belli bir hedef kitleye odaklanmıştır. Bu
hedef kitle şiddet mağduru kadınlardır. Türk toplum yapısında farklı kesimlerden bir
çok kadının şiddet mağduru olduğuna ilişkin çalışmalar mevcuttur. Farklı kesimden ve
yaşam şeklinden kadınların mağdur olması, şiddet birimlerinin çalışma halkasını geniş
tutma zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.
Şiddet olaylarının çözümünde pek çok kuruma ve kuruluşa görev düşmektedir.
Bunlardan birisi de yerel kuruluşlar, STK’lar, halk eğitim merkezleri ve sağlık ocakları,
hastaneler gibi bireylerin yaşam alanlarına çok yakın birimlerdir. Pek çok şiddet
mağduru kadın halk eğitim merkezlerine ve sağlık ocaklarına çeşitli sebeplerle
gitmektedirler. Bu merkezler vasıtasıyla kadınlara ulaşmak daha kolay olacaktır. Ayrıca
STK ve yerel kuruluşlar şiddet olaylarını önlenmesi ile ilgili olarak bulundukları
şehirlerde dikkat çekici ve bilgilendirici çalışmalar yapabilirler.
G9 Muhtarlar devreye girebilir…her
bilir…muhtarlar yönlendirme yapabilir…
muhtar
mahallenin
durumunu
G14 Devlet çeşitli birimlere ayırmalı….şiddet konusunda özel ekipler
oluşacak…bu ekipler muhtarlar ile çalışacak….broşür, el ilanları ile her an insanların
içinde olacak….toplantılar düzenlenecek…..kadın kolları devreye girecek…her partiden
ayrım gözetilmeksizin, ideolojik bir etiket olmaksızın kadın kolları aktif bir şekilde
çalışacak….aile eğitimleri verilmeli…hem kadına hem de erkeğe eğitim
verilmeli….projeler
yapılmalı…..ev
ev
dolaşılarak
kadınlara
hakları
anlatılmalı….bütün bu çalışmalara ek olarak devlet bir de kadınlara çalışma imkanları
sağlarsa sorun için büyük bir adım atılmış olur…
G18 Bu halk eğitim merkezleri kadınlara çok iyi ulaşıyor…biraz kadının
hayatının dolması gerekiyor…kadının kafasının dolması gerekiyor…kadın beyin olarak
yorulmadığı sürece erkeğe dalaşır….
838
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
G18 Kadınlara üniversite muhtarlık ve halk eğitim merkezleri ile işbirliği
yaparak ulaşabilir…istediğiniz kadar afiş yapın olmaz…kadın kadınayız şeklinde mesaj
verilecek…merhaba biz dedikodu yapacağız kısırlarınızı alın gelin diyeceksiniz..çünkü
onların dünyası öyle…ondan mutlu oluyor…onlarla o şekilde iletişime geçilir…
G7 Kadına yönelik şiddetle ilgili yardım geceleri düzenlenebilir…her ilin
zenginleri var…bunlardan yardım alınabilir…
Hayata geçmesi amaçlanan şiddet birimlerinin, en başta yardım ve destek alacağı
sektör sağlık sektörüdür. Kadınların aile içi şiddete bakış açıları ve şiddeti sorun olarak
algılama durumlarının belirlenmesinin, sorunun erken dönemde tanımlanması ve
çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir (ŞENGÜL
ve AYAZ, 2010: 24).
Sağlık çalışanları, etik ve mesleki kodlar doğrultusunda aile şiddet mağdurunu
tanıma, suçluluk hissetmeden sorununu dile getirmede cesaretlendirme, mahremiyetini
ve güvenliğini sağlama, uygun veri toplama, gerekli durumlarda diğer profesyonellere
yönlendirme ve destek sistemleri ile ilgili rehberlik etme görevlerini yerine getirmelidir
(ICN, 2001).
Sağlık merkezlerinde çalışan sağlık personeli özellikle çoğunluğu oluşturan ebe ve
hemşireler, şiddet mağdurlarının ilk iletişim kurduğu temel yardım kaynağıdırlar ve aile
içi şiddeti tanılamada önemli bir rol üstlenmelidirler. Aile içi şiddet çoğunlukla gizli
tutulduğu için hemşire ve ebenin şiddetin farkına varması ve şiddet olasılığını
değerlendirmesi şiddeti ortaya çıkarmada önemlidir (GÖMBÜL, 103-114 ve
ÖZVARIŞ, 2012).
Hemşire ve ebelerin şiddetle ilgili eğitim almaları, şiddetin tanınmasında önemli
bir durumdur. Ebe ve hemşire ev ziyaretlerinde öncelikle aileyi riskler yönü ile
değerlendirip, sorunların belirlenmesinde ve çözümünde destek olabilir. Doğum öncesi
ve doğum sonrası dönemde istenmeyen gebelik, evlilik dışı doğumlar, genç anne baba,
anne babanın ruh sağlığı ve ailede engellilik gibi şiddeti oluşturabilecek riskler
belirlenebilir ve yüksek riskli ailelere destek ziyaretleri yapılabilir. Örneğin genç anne
babalara çocuk yetiştirme konusunda eğitim programları sunulabilir. Anne baba ayrı ya
da ekonomik sorunları bulunan aileler için sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar ile
işbirliği yapılarak, psikososyal destek programları geliştirilebilir (ELMALI ve ERTAN,
2011:40).
Ülkemizde aile hekimliği uygulamasının hayata geçmesi, şiddet birimlerinin kişilere
ulaşması noktasında takviye edici bir mekanizma görevi görecektir. Aile hekimleri, aile
içi şiddeti önleyecek stratejileri yürütme konusunda en etkili role sahiptirler. Kurbanlar
genelde hukuk ya da ruh sağlığı çalışanları yerine aile hekimlerinden yardım isterler.
Şiddete maruz kalan kişilerin sağlık hizmetlerini kullanımları, diğer bireylere göre daha
fazladır. Aile hekimleri, hastalarını ailenin yaşam döngüsünün her evresinde görürler,
bu da onlara şiddetin kuşaklar arası ve döngüsel doğasına müdahale etme şansı verir.
Aile hekimleri korunmanın her üç aşamasını da etkin olarak yürütürler (SAATÇİ, 2002:
251).
G12 Mesela şiddet görüpte bize müracaat edemeyen bayanlar var..bize
gelemeyip mesela sağlık ocaklarına gidiyor doktorla görüşüyor…mesela doktora gidip
839
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ben dayak yiyorum ama burası küçük yer bunu gidip polise diyemem diyor..ben ne
yapabilirim diye doktora danışıyor…bu aşamalarda da ordan bir yardım alınabilir diye
düşünüyorum..
G13 Belki aile hekimliği gibi bir uygulama gibi olabilir…sağlık bakanlığında
kayıtlar mevcut….insanların geçirmiş oldukları bazı hastalıklar aşağı yukarı biliniyor
zaten…erkekler belki kabullenmek istemiyecekler, görüşmek istemeyecekler ama ilk
etapta yavaş yavaş uygulamalar başlayabilir…..kadın toplantıları, ardından eşlerle
yavaş yavaş belki birşeyler yapılabilir….
Kontrolsüz ve ölümle sonuçlanan şiddet olaylarına karışan erkeklere yönelik
psikolojik tedavi yollarının açılması gerekiyor. Bu konunun erkeklere bilinçli bir göz
vasıtasıyla anlatılıp, yol gösterilmesi için çalışmaların yapılması gerekmektedir.
G3 Erkeğin neden şiddete başvurduğuna dair bir terapi yöntemi
izlenebilir…teşhis konulabilir…belki bunun farkında değildir…çabuk sinirlendiğini fark
edemiyor olabilir….sonuçta eylemi yapan kim? Erkek…sonuçta şiddeti uygulayan
erkek…değişmesi gereken de erkek…..belki erkeklerin bir çoğu birkaç olay sonrası
tedavi olsaydı, kötü olayların hiç biri olmamış olacaktı…..bazı olaylara bakıyoruz erkek
pişman olduğunu söylüyor…..belki önceden erkeğe yönelik alınacak önlemler ile bunun
önüne geçilebilir…..
G4 Şimdi biz adamı hapse attık 6 ay göz altında adam kafaya koyduysa kadını
öldürüyor…yani adam kafaya bunu koymuş…ne kadar gözetim altında tutulsa da
kafasında bunu organize etmiş…önce bu adamın rehabilite edilmesi lazım….adam
psikolojik gözetim altına alınmalı….erkek kadın sığınma evinde olsa bile onu buluyor
nasıl kafasına takdıysa ve bu evleri nasıl buluyorsa…buluyor işte…yani erkek belli bir
süre bir yerde tutulmalı…hapis anlamında değil…üstelik erkeklerin çoğu boşandığı
halde, kadın üzerindeki tüm sorumlulukları bittiği halde öldürüyor…burada bir sorun
var…hapishane gibi değil hastane gibi birimler devreye girmeli….
Şiddet birimleri bulundukları şehirlerdeki üniversitelerin ilgili bölüm ve
fakültelerinden destek alabilirler. Sosyoloji, psikoloji, sosyal hizmetler, psikiyatri gibi
anabilim dallarından hem çalışma talep edebilir hem de birlikte çalışmak isteyebilir.
Üniversiteler şiddet olayları ile ilgili olarak bulundukları şehirlerin ve bölgelerin şiddet
haritalarını çıkarabilirler, şiddet konusu ders programlarına konulabilir. Bu verilere
dayalı olarak şiddetin nedenleri, sonuçları ve önlenmesi ile ilgili bir envanter hazırlanıp
ve bu bilgileri şiddet birimlerine sunabilirler. Ayrıca şiddet olaylarını yaşandığı
ailelerde yer alan çocuklara burs verebilir, eğitim hayatlarına katkıda bulunabilirler.
G6 Üniversiteler öfke kontrolü ile ilgili bilgiler vermeli…bunlar ücretsiz
yapılmalı…gerekirse evlere kadar gidilmeli…kadınlar bilgilendirilmeli…üniversiteler
timler oluşturarak bunlar yapılmalı….
G10 Seminer, kongreler düzenlenmeli…el broşürleri dağıtılmalı….okullarda ilk
okul düzeyinde bu bilgiler işlenmeli….ders olarak okutulabilir…
G12 Türkiye’deki evlilikler her yöreye göre de değişiyor…bölge bölge farklılık
gösterebiliyor…o yüzden genel olarak baktığımda Türkiye’de bir şiddet haritası
çıkarılarak bir çalışma yapılabilir…yani birebir olan bölgeler ile ilgili örneğin artvin
840
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bölgesi ile ilgili burayı ele alıp buradaki konuların tespit edilip daha sonra onlar
üzerinde çalışılmalı…bunu da üniversiteler yapabilir
G2 Bu konu üniversitelerde ders olarak okutulmalı….evlilik, kadın, erkek, aile
yapısı
üniversitelerde
güncel
gelişmeler
ışığında
ders
olarak
okutulabilir….araştırmalar yapılabilir…..doğuda şiddet daha fazla onları da
gördük…çalışacak ortam yok…töre var…kadının can kaygısı var…bunlar ele
alınmalı….
G3
Üniversitelerde
kapsamlı
çalışmalar
yapılabilir….erkeklerle
görüşülebilir…erkekleri konuşturabilirler….evet evet üniversiteler bence erkekleri
konuşturmalılar…
G7 Şiddete uğrayan kadınların çocuklarına burs verilebilir…onlar bu olayların
sonuçlarına neden katlansın ki…
Sonuç ve Öneriler
Geçtiğimiz günlerde 2011 yılına ilişkin yayınlanan veriler kadına yönelik
şiddetin boyutlarını gözler önüne sermektedir. 160 kadın eşleri, sevgilileri, babaları
tarafından katledildi. Kadınların yüzde 62'si aile bireyleri tarafından öldürüldü. Koruma
talep eden kadınların yüzde 73'ü korunmadığı için katledildi. En az 179 kadın tecavüze
uğradı. Öldürülen kadınların yüzde 14'ü işkence gördü. 2011 yılında 70 kadın intihar
etti. Bu intiharlardan en az 3'ünün intihar süsü verilmiş cinayet olduğu açığa çıktı. 51 ev
işçisi
kadın
hayatını
kaybetti.
http://www.atilim.org/haberler/
2011/12/26/2011_de_kadinlar_olduruldu.html). 2011 yılının kadın şiddetine yönelik
istatistikleri, konuya yasal önlemlerin yanı sıra farklı ve profesyonel bir yaklaşımın
gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Şiddet ile ilgilenen özel bir birimin varlığı, devletin sorunun çözümü noktasında
ciddi bir zihniyete sahip olduğunun bir göstergesidir. Dünya ve ülkemizdeki şiddete
yönelik rakamlar, şiddet olaylarına yönelik farklı ve gerçekçi çözümler üretilmesinin
zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışma kapsamında dile getirilen şiddet
birimlerinin kısa ve uzun vadede amaçları bulunmaktadır. Kısa vadede olası şiddet
eylemlerine karşı özellikle şiddeti bir çözüm olarak gören erkeğin şiddet kullanımının
önlenmesi olacaktır. Bu amaçla kadının korunması, ceza ve kanunların ağırlaştırılması
ve bunların etkili bir biçimde kullanımı noktasında faaliyet göstereceklerdir. Uzun
vadede ise şiddete uğrayan ve başvuran tarafların taleplerine göre hizmet verilmesi
amaçlanmaktadır. Bu amaç kapsamında, ilk etapta emniyet personelinin şiddete yönelik
bir eğitimden geçirilmesi gerekmektedir. Bu eğitimlerin özellikle de şiddet birimlerinde
görev alacak personeli kapsaması amaca uygun bir girişim olacaktır. Bu paralelde
emniyet birimlerinden konuya duyarlı ve gönüllü olan bir grubun bu birime
kaydırılması istenilen amaca ulaşmada fonksiyonel olacaktır. Bu birimde görev yapan
personelin sadece şiddet olayları ile ilgilenmesi, gönüllü olması, bu personelin uzun
yıllar bu alanda çalışması için şark hizmetinin kaldırılması ilk etapta uygulanması olası
girişimlerdir.
Şiddetin çok yönlü bir görünüm sergilemesi, olayın sadece emniyet sınırları
dahilinde ele alınmasının güç olduğunu göstermektedir. Şiddet mağduru olan kadınların
başvuru noktası olarak gördükleri alanların farklılaşması, şiddet birimlerinin işbölümü
841
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yapacağı alanların çerçevesini çizmektedir. Mağdur olan kadınların, eğitim durumu,
yaş, yaşadığı bölge, mahalle gibi değişkenlere bağlı olarak çare aradıkları çözüm
noktaları farklılık göstermektedir. Bu anlamda bahsi geçen şiddet birimlerinin aile
hekimleri, sağlık ocakları, halk eğitim merkezleri, muhtarlıklar, üniversiteler,
müftülükler gibi birimlerle irtibat ve işbirliği içinde olması yararlı olacaktır. Yaşadığı
olay sonrası emniyet birimine çeşitli sebeplerle başvuru yapamayan mağdur kadınların,
sağlık personeline, aile hekimine başvurması beklenebilir. Bu birimler kapsamında
kadınların yöneldikleri birimlerde konuyla ilgili olarak bilgi verilip, yönlendirilmesi ve
bilinçlendirilmesi söz konusu olabilir. Bu anlamda bu birimlerde, emniyet görevlilerine
ek olarak psikolog, psikiyatrist, avukat, çocuk gelişim uzmanları, evlilik terapisti ve
sağlık personelinin bulunması faydalı olacaktır. Ağır psikolojik vakalar sonrası
kadınların psikolog ya da psikiyatrist gözetiminde rahatlatılması gerekmektedir. Şiddet
olaylarından kadınlar kadar çocuklarını da zarar gördüğü düşünüldüğünde çocuk
gelişim uzmanlarının devreye girmesi kaçınılmaz olacaktır. Yine bu birimlerin bir
parçası olarak düşünülen avukatların, mağdur olan kişileri yönlendirerek
yüreklendireceği varsayılabilir. Farklı alanlardan uzman kişilerin idaresinde sahip
çıkılan mağdur kadınların devletin alacağı önlemler ile birlikte hayata bağlanmasının
sağlanması ile kadının sosyal hayata tutunmasının önü açılmış olacaktır. Şiddet
birimleri bu fonksiyonuna bağlı olarak süreç içinde, yönlendirici ve bilgi verici bir birim
haline gelecektir. Sonuçta sağlık hizmetleri, adalet hizmetleri, sosyal hizmetler ve
kolluk kuvvetleri ile birlikte şiddet olaylarının çözümü noktasında ciddi bir adım atılmış
olacaktır.
Şiddet olaylarında mağdur olan taraf kadındır. Desteğe, güvene, şefkate sahip
olan tarafın kadın olması, şiddet birimlerinde kadın polis istihdamı konusunu gündeme
getirmiştir. Mağdur olan kadın, aradığı güveni bir başka kadında bulabilir. Bu nedenle
şiddet birimlerinde kadın polis istihdamının artırılmasının yararlı olacağı varsayılabilir.
Kaynakça
AKINCI, Füsun Sokullu (2003); Kriminoloji ve Viktimoloji Bağlamında Aile İçi
Şiddete Genel Bir Bakış, , Suçla Mücadele Bağlamında Türkiye’de Aile İçi Şiddet Ülke
Çapında Kriminolojik-Viktimolojik Alan Araştırması ve Değerlendirmesi, XIII. Dünya
Kriminoloji Kongresi (İç), Beta Yayınları, 2003.
ÇİMEN, Latife Kabaklı ( 2008); Türk Töresinde Kadın ve Aile, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul.
DURMUŞ, Ayten (2008); Geleneksel ve Modern Hurafeler Kıskacında Kadın, 2.
Baskı, Nesil yayınları, İstanbul.
EFE, Şengül, AYAZ, Sultan (2010); Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile
İçi Şiddete Bakışı, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11:23-29.
ELMALI, F., ERTAN, Z., ZİNCİR, H. (2011); Hemşire ve Ebelerin Aile İçi Fiziksel
Şiddete Bakış Açıları Maruziyetleri, Sağlık Bilimleri Dergisi, 20(1), 39-47.
GARCİA, Moreno C., JANSEN H.A., ELLSBERG, M. (2006); Prevalence of İntimate
Partner Violence: Finding From The WHO Multi-Country Study on Women’s Health
and Domestic Violence. Lancet, 368:1260-9.
842
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GARCİA, L.; HERERO, J. (2006); Acceptability Domestic Violence Aganist Woman
in The European Union: A Multilevel Analysis, J. Epidemial Community Health, 60,
123-129.
GÖMBÜL, Özen, BULDUKOĞLU, Kadriye; Hemşirelerin kadın ve kadına yönelik eş
şiddetine ilişkin Görüşleri, Kriz Dergisi 5(2), s:103-114.
ICN (International Council of Nurses) (2001) Nurses, always there for you: United
against violence. International Nurses’ Day 2001. Anti-Violence Tool Kit.
İNCEOĞLU, Yasemin ve KAR, Altan (2010); Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında
KADIN ve BEDENİ, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
ORAL, Zeynep (2010); Kadın Olmak, Cumhuriyet Kitapları, 23. Baskı, Yeni Gün
Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul.
ÖZTÜRK, Emine (2010); Türkiye’de Aile, Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri, Birey
Yayıncılık, İstanbul.
ÖZVARIŞ, Bahar, DEMİRÖREN, Ş.(2012);
Kadına yönelik aile içi şiddetle
mücadelede sağlık hizmetleri. T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü,
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ankara, V -31
http://www.kadininstatusu.gov.tr/ Ulaşma tarihi, 17 Haziran 2012.
SAATÇİ, E. (2002); Aile İçi Şiddet, Ulusal Aile Hekimliği Kongresi Kongre Programı
ve Kitabı, Adana.
TOPKARA, Mustafa (2011); Kadın&Erkek İlişkilerin Psikolojisi, Karma Kitaplar,
İstanbul.
TREND, David (2008); Medyada Şiddet Efsanesi Eleştirel Bir Giriş, Çeviren: Gül
Bostancı, YKY, İstanbul.
TUĞLU, Nur, (2009); Bireysel ve Aile İçi İlişkilerde İslam’ın Şiddet Karşıtlığı, Rağbet
Yayınları, İstanbul.
YILDIZ, Ali Kemal (2003); Aile İçi Şiddete İlişkin Ceza Muhakemesi ve İnfaz Hukuku
Sorunları, Suçla Mücadele Bağlamında Türkiye’de Aile İçi Şiddet Ülke Çapında
Kriminolojik-Viktimolojik Alan Araştırması ve Değerlendirmesi, XIII. Dünya
Kriminoloji Kongresi (İç), Beta Yayınları, 2003.
YARARLANILAN İNTERNET SİTELERİ
http://www.atilim.org/haberler/2011/12/26/2011_de_kadinlar_olduruldu.html).
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/aileicisiddet12.asp,erişim , Erişim Tarihi 27.12.2011.
843
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ALMANYA’DA GÖÇMEN TÜRK KADINLARINA UYGULANAN
ŞİDDETİN NİTELİĞİ VE NEDENLERİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ1
ÖZET
Almanya’ya göç etmek zorunda kalan Türk kadınları dilini bilmedikleri, kültürüne
yabancı oldukları bir ülkede yaşam mücadelesi verirlerken sosyalleşme sürecinde
eşlerinden hem sosyal, hem fiziksel hem de ekonomik anlamda şiddete maruz kalmanın
zorluklarını yaşamışlardır. Gerek Almanya’ya giden birinci kuşak kadınlar, gerekse
ikinci kuşak eğitimden, iş yaşamından faydalanamayan Türk kadınları eşlerinin
dayatmış olduğu yaşam şeklini zorunlu olarak sineye çekmek zorunda kalmışlardır. Bu
çalışmada, Türk kadınlarının kendilerine uygulanan farklı nitelikteki bu şiddeti
kabullenmek zorunda kalmalarının nedenleri ve eşlerinin şiddete yöneliminin altında
yatan nedenler sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel açıdan ele alınarak birleşik
yöntem ile inceleme konusu yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Göçmen Türk Kadınları, Şiddet
GİRİŞ
Bu çalışmada Almanya’da yaşayan Türk veya Türk kökenli Alman kadınların ve
kızların maruz kaldıkları aile içi şiddetin nedenleri inceleme konusu yapılacaktır. Aile
içi şiddetin çok yönlü olması nedeniyle çalışmada sosyoloji, psikoloji ve kökenbilimin
verilerinden yararlanabilmek için birleşik yöntem kullanılmıştır.
Şiddet insanlık tarihi kadar eski olup kısaca bir başkasına kaba kuvvet
uygulama, güç kullanma ya da yaşam haklarına sınırlama getirme olarak tanımlanabilir.
İnsan hakları açısından kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet temelinde bir insan
hakkı ve özgürlük ihlalidir. Kadınların toplumsal ve ekonomik haklarından yoksun
kalmalarına fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları yaşamalarına, sakat kalmalarına ve
yaşamlarını yitirmelerine neden olmaktadır (Akadlı Ergöçmen, Üner, Kurtuluş, 2009).
Dünya Sağlık Örgütü’nün “Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren,
fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da
özel yaşamında ona baskı uygulaması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına
neden olan her türlü davranış” şeklinde tanımladığı şiddeti Birleşmiş Milletler; “Bu tür
eylemler kadınların, kamu ya da özel yaşamda özgürlükten mahrum kalmaları şeklinde
kendini gösterir (Birleşmiş Milletler 85. Genel Kurul Toplantısı, 1993) diyerek
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
844
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
özgürlükten mahrum kalmasının bile kadının şiddet gördüğünün bir göstergesi
sayılacağını vurgulamaktadır.
Kadına yönelik şiddeti nitelik açısından sınıflandıracak olursak bunu beş ana
başlıkta gruplandırabiliriz:
1. Fiziksel şiddet
2. Cinsel şiddet
3. Ekonomik şiddet
4. Psikolojik şiddet
5. Sözel şiddet
Dünyada ve Türkiye’de kadına yönelik şiddetin yüzyıllar boyunca erkek egemen
toplumlarda erkek otoritesinin bir dışa vurumu olarak algılandığını ve hatta bunun
toplumlar tarafından da örf, adet, görenek, kültürel değer yargıları ve kanunlarla
desteklenerek günümüze kadar etkisini sürdürdüğü görülmektedir. Kadının en çok
şiddete maruz kaldığı yer ise kendini en çok güvende, mutlu, huzurlu hissetmesi
gerektiği aile içinde gerçekleşmektedir. Aile içinde meydana gelen, cinsiyete dayalı,
kadın üzerinde baskı ve üstünlük kurmayı amaçlayan, tehdit, dayatma, kontrol içeren,
duygusal, ekonomik ve / veya fiziksel zararla sonuçlanan, kadının insan haklarının
ihlalini içeren her türlü eylem aile içi kadına yönelik şiddettir (Özerdoğan, 2009).
Kadının aile içinde şiddete maruz kalmasında şiddet sadece eşten
kaynaklanmayabilir. Eğer kadın aynı evde veya ayrı yaşadığı eşinden veya aynı evde
yaşadığı kayınvalide, kayınpeder, kayınbirader, görümce veya aynı evi paylaştığı diğer
aile üyelerinden biri tehdit, baskı, kontrol içeren fiziksel, cinsel, ekonomik veya
psikolojik acı çekmeye yönelik davranışa maruz kalıyorsa bu “Aile İçi Şiddet” olarak
tanımlanır.
Şiddetin kaynağına bakıldığında şiddeti doğuran faktörler arasında biyolojik
veya kalıtımsal etmenlerin olmadığı görülmektedir. Nedime Köşgeroğlu’nun ısrarla
üzerinde durduğu en önemli etmen şiddetin öğrenilen bir davranış biçimi olduğudur
(Köşgeroğlu, 2009). Bir başka ifadeyle insan doğarken şiddete eğilimli olarak doğmaz.
Şiddet uygulama öğrenilen bir davranıştır ve bunun en önemli kaynağı da çocuğun
gelişim sürecinde kişilik oluşum aşamasında aile uygulanan şiddettir. Çocuk eğer şiddet
uygulanan bir aile ortamında yetişiyorsa, doğal olarak o da aynı davranış biçimlerini
sergileyecektir. Eğer babası annesine ve / veya kendisine, kardeşlerine şiddet
uyguluyorsa o çocuk doğal olarak şiddet yanlısı olacaktır. Ayrıca şiddetin toplum
tarafından olumlanan, paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve nesilden
nesile aktarılması da sosyal bir etken olarak kabul edilebilir.
845
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şiddeti tetikleyen faktörler:
- İlaç, hap bağımlılığı
- Ekonomik nedenler, işsizlik
- Psikolojik sorunlar
- Örf, adet ve gelenekler,
- Aşiret kuralları, töre
- Çevre faktörü
- Sevgiden yoksun büyümüş olma
- Otoriteyi kaybetme korkusu
- Erkeklik gururu
- Şizofreni
- Paranoid şizofreni
- Anti-sosyal kişilik
- İletişim beceri yetersizliği
- Duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimde ifade edilmesi alışkanlığı
- Bilinçsizce yapılan suçlamalar
- Hatalı namus ve ahlak anlayışı
- Toplumsal cinsiyet
- İnanç sistemi
- Kalıp yargılar
Yukarıda saydığımız faktörlerin bir kısmı bütün erkekler için söz konusu
olabilmektedir. Daha önce de kurgulandığı gibi çocuklukta aile içi şiddete maruz
kalanların ya da tanık olanların kendi yetişkinlik ailelerinde şiddeti daha yüksek oranda
saptayan çalışmalar vardır (Hemenway ve arkadaşlarından aktaran Vahip ve
Doğanavşargil, 2006). Ancak kadına yönelik şiddette ülkemizde en önemli faktörlerden
bir namus kavramı diğeri de töredir.
Kadına yönelik şiddette en önemli yere sahip olan namus, kadın cinselliği olarak
algılanmakta ve namusun erkek tarafından korunması beklenmektedir. Bu kavramın
kuralı cinsel saflık ve sakınmadır (Tezcan, 1999). Erkek kadının namusunu korumak
846
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
için şiddet uygulayabilmekte ve geleneksel Türk toplumunda yaşayan kadın tarafından
haklı bir neden olarak görülebilmektedir (Yaman Efe ve Ayaz, 2010).
Namus kavramının şiddeti doğuran en önemli olgu olmasının yanında bizim
ülkemizin de dahil olduğu geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde töreler nedeniyle
kadının öldürülmesi sıkça yaşanan ve tüm insanlığın seyirci kaldığı bir durumdur.
Örneğin ülkemizde, son beş yıl içinde basına yansıyan ve TÖRE NAMUS
CİNAYETLERİNE kurban verilen genç kızlarımızın sayısının ki kayıtlara geçen
haliyle, 480’e ulaştığı belirtilmektedir (T.C. Başbakanlık, 2006).
Genel anlamda bakıldığında Türk aile yaşamında kadına uygulanan aile içi
şiddetin niteliği ve nedenleri özet olarak bu şekilde göz önüne serilebilir.
ALMANYA’DA
ŞİDDET
GÖÇMEN
TÜRK
KADINLARINA
UYGULANAN
1961 yılında Almanya’ya göç eden Türk işçilerinin yaşam biçimine, aile
ilişkilerine baktığımızda, onların yaşam çizgilerinin daha sorunlu, daha dikenlerle kaplı
geçtiğini görüyoruz.
Türkiye’de köy ve kasabalarında oldukça yoksul bir yaşam sürdüren bu insanlar,
Almanya’ya gelince iş sahibi olmuşlar, kendilerine “konuk işçi-Gastarbeiter” denmiştir.
Bu konuk işçiler, özellikle ilk yıllar Almanya’da Almanların “Türk Mahallesi” adını
taktıkları, şehirlerin en kötü ve ücra semtlerinde köhne evlerde ya da barakalarında
oturmakta, kendi içlerine kapalı bir yaşam sürmektedir (Karakuş, Karayazıcı, 2001).
Türklerin Almanlar tarafından dışlanması onları bir arada yaşayarak birbirlerine destek
olmaya zorlar. Almanya’ya giden birinci kuşak sıla özleminin yanında yoğun bir kültür
şoku yaşamak zorunda kalır. Yanlarına getirdikleri aileleri ve çocukları daha yoğun bir
kültür şokuna maruz kalmıştır. Özellikle çocuklar anne babalarının çoğu gerek eğitim
düzeyleri, gerekse bulundukları konum itibariyle çocuklarına, onların yabancı toplumda
karşılaştıkları sorunlara yardımcı olmaktan çok uzaktadır. Bu nedenle çocuklar çoğu
anne babalarının yakın anlayış ve ilgisinden uzakta, yalnızlık duygusu içinde, toplumsal
ve kişisel sorunlarını tek başlarına çözmek zorunda kalmaktadırlar. Ailenin reisi olarak
babanın çocukların sorunlarını çözmekten uzak oluşu eşini Türkiye’de olduğu gibi
İslam geleneklerine uygun olarak yaşatmak istemesi, çocukların çift dilli, çift kültürlü
yetişme süreci babayı yeni sorunlarla yüz yüze bırakır. Almanya’ya giden birinci kuşak
Türk erkeklerine baktığımızda, bunların Türkiye’deki erkeklerden çok daha farklı ve
karmaşık sorunlarla mücadele etmek zorunda kaldıklarını ve yaşadıkları bu iç
çatışmanın dışa vurumunun eşlerine ve çocuklarına –özellikle kız çocuklarına- şiddet
olarak yansıdığı görülmektedir. Almanya’da yaşayan ve aile bireylerine şiddet
uygulayan Türk erkeklerinde şiddeti tetikleyen faktörler olarak şu başlıklar dikkat
çekmektedir:
847
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
- Sıla özlemi
- Aidiyet duygusu
- Almanya’daki Türk toplumundan dışlanma korkusu
- Damgalanma korkusu
- Köklerini, kültürünü yitirme korkusu
- İslami geleneklere göre yaşamak arzusu
- Evlatlarını kaybetme endişesi
- Almanlar tarafından dışlanmak
- Kişilik bölünmesi
- Otoriteyi kaybetme endişesi
- Çevre baskısı
- Dedikodun çekinme
- Özgüvenini yitirme
- Vatandan uzakta ölme endişesi
- Benlik bunalımı
- Geleceği görememe
- Kültür çatışması
- Ötekileşmesi
- Kendine yabancılaşma
- Yurtsuzluk
- Kimlik arayışı
Alman sosyologların Türk kadınlarla ilgili yaptıkları incelemelerde Türk
erkeklerin otoriteyi sağlayabilmek için eşlerine karşı özellikle dini araç olarak
kullanarak onların kıyafet seçiminde başlarını örtmede ve dışarıya çıkma noktasında
baskıcı bir tavır sergilemekteler. Dindar ebeveynler özellikle dindar çevre içerisinde yer
alan ebeveynler çocuklarına daha yoğun psikolojik şiddet uyguluyorlar (Otyakmaz,
1999).
848
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Almanya’da yaşayan 19-23 yaş sınırı içerisindeki Türk kızları ve kadınlarıyla
yapılan araştırmada Belgin adlı kadın “Babamlar Hacca gidip geldikten sonra daha
baskıcı, daha şiddet yanlısı oldular çünkü çevrenin onlar üzerindeki baskısı da arttı”
(a.g.y., 18) diyerek çevrenin aile üzerinde ne kadar etkileyici faktör olduğunu dile
getirmekte. Gerçektende babaların çevre baskısından çekindikleri eşleri ve kız çocukları
hakkında ileri geri konuşulmasını istemedikleri için, içinde yaşadıkları Türk toplumu
tarafından ötelemekten korktukları için şiddete yöneldikleri gözlenmiştir. Bu noktada
Belgin çözüm olarak özellikle eğitimin önemini vurguluyor ve kadının aile içerisindeki
konumunun ve saygınlığının ancak eğitimle gerçekleşebileceğinin altını çiziyor (a.g.y.,
88). Gerçektende eğitimli kadınların hayata bakışının değişmesi, özgüvenlerinin
sağlanması, iş hayatına atılmaları ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleri kadınları
eşlerinin gözüne daha saygın bir konuma getirmekte, şiddeti engelleyici faktör olmakta.
Ankete katılan Aylin Hanım babasından, bekâretini koruma, erkek arkadaş
edinmeme, belli bir saate kadar dışarıda kalma, kısa veya yırtmaçlı elbise, kısa kollu
bluz giymeme başı örtme konularında babasından baskı gördüğünü ve bir erkekle
selamlaşırken bile görülse Türkiye’ye götürülüp hemen zorla evlendirileceği
tehditleriyle karşılaştığını dile getiriyor (a.g.y., 79).
Ankete katılan kızların büyük çoğunluğu kendilerine uygulanan bu şiddet ve
baskıların kendilerini yalan söylemeye ittiğini, dürüst olmak gerekirse şu an hepsinin
birer erkek arkadaşının olduğunu itiraf ettikleri tespit edilmiştir. Üstelik erkek arkadaş
edinirken bunun duyulması halinde babaları tarafından Türkiye’ye götürülüp zorla
evlendirileceklerini bile bile bunu yaptıklarını belirtmişlerdir. Vurgulanılan bir diğer
önemli nokta ise; genç kızların annelerinden farklı olduklarını ikinci kuşak olarak
eneleri gibi köle olmayacaklarını kararlılıkla vurgulamalarıdır. İki kuşak arasında
gözlenebilir bir kuşak çatışması yaşanmakta. İkinci kuşağın hayata bakışı, evliliğe
bakışı, kadın erkek ilişkisini değerlendirmesi, inanç ve Türk kültürel değerleri
algılayışları oldukça farklılık göstermekte. Ancak ikinci kuşak her şeye rağmen aidetlik
duygusuna önem vermekte ve bu nedenle Türk çevresinden uzaklaşmayı düşünmekte.
Almanya’da doğup Almanya’da büyüyen üçüncü kuşak ise iki kültürlü yetiştiği
için kendini daha çok bir Alman gibi görmekte. Aile içinde baskıdan kurtulmanın
çözüm yolu olarak da okuyup, bir meslek sahibi olup öncelikle kadının ekonomik
bağımsızlığını elde etmesinin önemi sık sık vurgulanmakta.
Sosyal alanı tarikatlar çevresi olan ailelerde babaların da annelerin de kız
çocuklarına yönelik daha katı tutum sergiledikleri hatta fiziksel şiddet uyguladıkları ve
bu tür davranışların kız çocuklarında nefret tohumlarının yeşermesine ailesinden, kendi
toplumundan, toplumun değer yargılarından kopmasına zemin hazırladığı romanlara ve
hikâyelere bile konu edilmiştir. Saliha Scheinhardt “Traene für Traene werde ich
heimzahlen” adlı öykü kitabında; annesinden fena halde dayak yiyen ve ona karşı kin
besleyen bir kızın anılarını anlatmaktadır (Scheinhardt, 1987).
849
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Eserlere baktığımızda özellikle ikinci kuşağın ebeveyn baskısı altında, zaman
zaman psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddete de maruz kalarak hem kişilik gelişim
sorunları yaşadıkları hem kimlik oluşturamadıklarını görüyoruz. Ina Seeberg “Fatma
Gül und ihre Kinder” adlı romanında Fatma Gül ve yakın çevresini anlatırken sık sık
Türk kadınlarının Almanya’da eşlerinden nasıl psikolojik, ekonomik ve fiziki şiddet
gördüklerini dile getirmekte. Eserde ferah adlı genç kız yazarı ziyaret etmek için
annesinden izin isteyince; “Yalnız olmaz! Erkek kardeşin İlyas’la gidebilirsin” diye
cevap verir (Seeberg, 1988). Aynı kitapta yazar kadınlardan birinin fotoğrafını çekmek
için izin ister. Aldığı yanıt: “kadının fotoğraf çektirmesi günahtır. Benim kocam çok
tehlikeli bir Müslüman. Eğer ona itaat etmezsem beni doğru Türkiye’ye gönderir” der
(a.g.y., 132). Eserde yalnız babalar değil, babalarını örnekseyen erkek çocukların da
ablalarına karşı psikolojik şiddet uyguladıkları gözlenmekte. Kızların okuması iyi bir
şey değil. Kızlar el işi yapsın (a.g.y., 91).
Alev Tekinay gibi kendisini hem Türkiye hem de Almanya’ya ait hisseden
yazarların eserlerinde de karakterlerin sıla özlemi çektikleri görülür. Alev Tekinay’ın
“Nur der Hauch von Paradies” (Cennetin Yalnızca Soluğu) adlı eserinde kahraman
Engin zaman zaman tutulduğu sıla özlemiyle ailesine karşı baskı ve psikolojik şiddet
uygular, öfkesine hakim olamaz (Tekinay, 1993).
Otyakmaz’ın Türk genç kızları ile yapmış olduğu anket sonucunda ortaya çıkan
sorun; “İkinci kuşakta yer alan genç kızların babalarının özellikle dini kuralların
uygulanmasında ve namus bekaret konusunda aşırı baskıcı davranıp psikolojikekonomik şiddet uygulamaları ve kızların buna karşı yalana ve gizliliğe yönelmeleridir
(Otyakmaz, 1999).
Anket sonucunda ortaya çıkan en önemli bulgulardan biri de eşe ve kız
çocuklarına uygulanan şiddet de ailenin niteliğinin şiddet konusunda belirleyici faktör
olması. Örneğin tarikatlar içerisinde yer alan ve cemaat kültürleriyle beslenen, sosyal
çevresi bu insanlardan oluşan hanefi mezhep mensubu ailelerde şiddetin daha yaygın
olduğu gözlenmekte. Özellikle kızların kapatılması, erken yaşta zorla evlendirilmesi
sokağa yalnız çıkartılmaması, başının zorla kapatılması, erkek arkadaş edinmek bir
tarafa, bir erkekle selamlaşması bile fiziksel şiddete maruz kalması, Türkiye’ye
yollanması için yeterli bir gerekçe teşkil etmektedir.
Alevi kökenli olan dört genç kızla yapılan anketin sonucu ise; baba genç kız
arasında bir güven bağının olması, kıyafet konusunda daha esnek davranış sergilenmesi,
kız çocukların okumaya teşvik edilmesi çocuklar arasında kız çocukların ikinci sınıf
muamelesi görmemesidir.
Şiddete maruz kalan kadın ve genç kızların sorununun çözümü olarak gördükleri
iki çıkış yolu dikkat çekmekte. Bunlardan birincisi: Eğitim. Eğitimle insanların
kültürüyle sorunlarının üstesinden gelinebileceği düşünülmekte. Özellikle genç kızların
850
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
okuyup, bir meslek sahibi olup ekonomik bağımsızlıklarını elde etmelerinin önemi
vurgulanıyor.
İkinci önemli nokta olarak da özellikle Türk kadınları ve genç kızlarına yönelik
sığınma evlerinin ivedilikle açılması gerektiği ve bu evlerde onları anlayıp kişilik ve
kültürel gelişim sürecinde onlara yardımcı olabilecek Türk sosyal hizmet uzmanlarının
olması gerektiği vurgulanmakta.
Sonuç olarak Almanya’da Türklerde aile içi şiddeti ortadan kaldırma yolunda,
Türkiye’de de olduğu gibi ancak eğitim, medya, devlet, sivil toplum kuruluşlarının
ortak çabasıyla uzun soluklu planlı bir çalışmayla çözülebileceği kanaatine varılmıştır.
KAYNAKÇA:
Akadlı Ergöçmen, B. Üner, S. Kurtuluş, Y. 2009 Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi
Şiddet Araştırması, 2009, 12-21.
Birleşmiş
Milletler
85.
Genel
Kurul
Toplantısı,
1993,
http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm (Erişim Tarihi: 08.03.2012).
Karakuş, M. Kuruyazıcı, N. 2001. Gurbeti Vatan Edenler. T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, s. 84.
Köşgeroğlu, N. 2009. Şiddet Çıkmazında Kadın, İstanbul, Anfora Yayıncılık, s.49.
Otyakmaz, B. Ö. 1999. Auf allen Stühlen. Nuer ISP Verlag, Köln.
Özerdoğan, N. 2009. “Aile İçi Şiddet Nedir?”, Şiddet Çıkmazında Kadın, İstanbul,
Anfora Yayıncılık, s.85.
Scheinharatt, S. 1987. Traene für Traene werde ich bezahlen. Rewohlt Verl. Reinbek. S. 42.
Seeberg, I. 1988. Fatma Gül und ihre Kinder. Langweische-Brandt Verl. München.
T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Töre ve Namus
Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak
Alınması Gereken Önlemlerin Amacıyla Kurulan, T.B.H.M. Araştırma Komisyonu
Raporu”, 2006.
Tekinay, A. 1993. Nur der Hauch von Paradies. Brandes.u. Apsel Verl. Frankfurt. A. H.
Tezcan, H. 1999. Ülkemizde Aile İçi Töre Ya Da Namus Cinayetleri. Töre Cinayetleri
Panel Bildirileri, T.C. Başbakanlık KSSGH. Beyda Basımevi, s.21-27, Ankara.
Vahip, I. Doğanavşargil, Ö. 2006. Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız. Türk
Psikiyatri Dergisi, 17 (2):107-114.
Yaman Efe, Ş. Ayaz, S. 2010. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi
Şiddete Bakışı. Anadolu psikiyatri dergisi, 11:23-29.
851
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TEKİRDAĞ’DA KADIN VE ŞİDDETE BAKIŞ
Tülin YILDIZ1, Sevinç ADİLOĞLU2, A. Handan DÖKMECİ3,
Turgut BAKKALLAR4, İsmail Bahri ŞARDAĞI5
ÖZET
Son yıllarda yapılan çalışmalar kadınların şiddetle karşı karşıya kaldıklarını ve şiddetin
toplumsal bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyada her üç kadından birinde,
istismara ilişkin belirtiler bulunmakta ve şiddet tarihsel süreç içinde ülkeler ve bireyler
arası kültürel, ekonomik ve sosyal farklılıklara bağlı olarak değişiklikler göstermektedir.
Şiddetin çok çeşitli boyutları ve sonuçları vardır. Kadınlar evden işyerine, hamilelikten
hapishanelere ve kadın yaşamının her alanına uzanan bir yelpazede cinsel istismardan,
işkenceye pek çok farklı şiddet türü ile karşı karşıya kalmaktadır. Erkek partner,
kadından bir şey elde etmek, kendine itaat etmesini sağlamak ya da davranışlarını
kontrol altında tutmak amacıyla psikolojik, cinsel ya da fiziksel içerikli şiddet
sergilemektedir. Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de ciddi sorun olarak
karşımıza çıkmakta ve kadınla erkek arasında denk olmayan fiziksel güç ilişkisi de,
kadınların şiddetle karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Tekirdağ, Türkiye'nin en
eski yerleşim merkezlerinden biridir. Çok eski çağlardan bu yana bir çok eski kültürler,
kendi kültürlerinden izler bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bu çalışmada
Tekirdağ ilinde yaşayan ve şiddete maruz kalan kadınların son yıllarda İl Emniyet
Müdürlüğü’ne başvuru oranları irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kadın; şiddet
THE OVERVIEW OF WOMEN AND VIOLENCE IN TEKİRDAĞ
ABSTRACT
Most recent studies have revealed that women have been confronting with violence and
violence has become a social problem. One of every three women on the world has
displayed indicators of abuse while violence has undergone changes via cultural,
economic and societal diversities in international and interpersonal background through
history. There are various dimensions and impacts of violence. Women have been
confronted with a large number of violence types including sexual abuse and torture in
every context of female life such as at home, at work, during pregnancy or at jail. Male
partner displays psychological, sexual or physical violence in order to derive something
of the woman or make her submit to himself or just to control her behaviors. Like in
many other countries, violence shows off as a serious problem in Turkey and the
unequal relation of physical power between male and female causes violence to be
experienced by women. Tekirdağ is one of the oldest settlements in Turkey. Since
ancient times, various ancient cultures have left their traces and become a part of
1
Yrd. Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, [email protected],
Uzm. Namık Kemal Üniversitesi Rektörlüğü AB Ofisi, sadiloğ[email protected]
3
Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, hdö[email protected]
2
4
5
Asayiş Şube Müdürü, Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğü, [email protected]
Hukuk Şube Müdürü. ,Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğü, [email protected]
852
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
history. In this study, the records of Provincial Police Department regarding the recent
application rates of women exposed to violence in Tekirdağ are discussed as well as the
violence types undergone.
Keywords: Woman; violence
GİRİŞ
İnsan psikolojisinde evrensel olarak varlığı kabul edilen ve cinsellikle birlikte en
güçlü iki dürtüden biri olan saldırganlık ve bunun sonucu olarak da şiddet toplumda pek
çok boyutta gözlenen bir olgudur. Kadına yönelik şiddet; dünyada en yaygın ancak en
az tanımlanan insan hakları ihlalidir (Naçar, Baykan, Poyrazoğlu, Çetinkaya,
2009:1031-138) ve önemli fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilen bir toplum
sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır (Tel 2002:6(2)) . Aile içi şiddet, ani bir
saldırı ya da zorlayıcı davranışla ortaya çıkan, fiziksel, psikolojik, cinsel açıdan zarar
verici, sürekli izolasyon, takip etme, baskılama ve korkutmayı içeren davranışların
tümüdür (Family Violence Prevention Fund. 2004). Aile içi şiddetin algılanması ve
tanımlanması her zaman toplumun ve bireylerin kültürel değerleri üzerine
şekillenmektedir. Bir çok toplumda kadına yönelik şiddet kabul edilebilir bir davranış
olarak algılanmakta ve evliliğin bir özelliği olarak görülmektedir. Kadınların şiddete
bakış açısı da yaşadığı toplumun kültürüne, mevcut yasal düzenlemelere, kadının eğitim
ve sosyoekonomik durumuna göre değişmektedir. Aile içi şiddet ile ilgili oranların
buzdağının üstünü gösterdiği, konunun hassasiyeti nedeniyle kadınların yaşadıkları
şiddeti ifade edemedikleri ileri sürülmektedir.
Problem Durumu
Tekirdağ; elverişli doğal yapısı, güçlü ulaşım bağlantıları, önemli sanayisi, iş
istihdamı/olanakları ve stratejik öneme sahip olmasından dolayı göç alan
şehirlerimizden biridir. Göç toplumun kültürel, sosyal ve politik tüm bünyesiyle ilişkili
ve etkileyici bir olaydır. Şiddet olaylarının artmasında da etken faktörlerden biridir.
Tekirdağ’da kadına yönelik şiddet ile ilgili yapılmış çalışmaya rastlanmamıştır. Adli
mercilerin elde ettiği verileri ışığında Tekirdağ’da aile içi şiddet olaylarının, özellikle
de kadına yönelik şiddet olaylarının var olduğu görülmektedir. Bu bağlamda
çalışmanın amacı; Tekirdağ’da yaşanan şiddet olaylarının varlığını incelemek ve
toplumdaki şiddet olaylarının azaltılmasında konuyla ilgili toplumsal duyarlılıkların
arttırılmasına ve yaşam kalitesinin geliştirilmesine katkı sağlamaktır.
BULGULAR
Emniyet Müdürlüğüne ulaşmış şiddete uğramış kadınların sayısı incelendiğinde
2010 yılı içerisinde 367 kadının aile içi şiddetten dolayı yaralandığı, kadına karşı kötü
muamele olaylarında 114 kadının kötü muamele gördüğü, diğer aile bireylerine
uygulanan şiddet sırasında 13 bireyin şiddet gördüğü, toplamda 494 kadının şiddet
853
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olaylarına maruz kaldığı saptanmıştır. 2011 yılında ise; 428 kadının aile içi şiddetten
dolayı yaralandığı, kadına karşı kötü muamele olaylarında 225 kadının kötü muamele
gördüğü, diğer aile bireylerine uygulanan şiddet sırasında 50 kadının şiddet olaylarına
maruz kaldığı, toplam 703 kadının şiddet mağduru olduğu saptanmıştır. Yıllar arasında
ki şiddet olaylarındaki artış, İl’e olan göç olayları, sosyo-ekonomik düzey ve iş sahibi
olma/olmama gibi stres yaratan olaylar ile ilgili olduğunu düşündürmektedir.
TARTIŞMA
Şiddet, tarihsel süreç içinde ülkeler ve bireylerarası kültürel, ekonomik ve sosyal
farklılıklara bağlı olarak değişim göstermekle birlikte her toplumda karşımıza
çıkmaktadır. Ancak bu olguların kayıtlara yeterince geçmediği görülmektedir. Şiddet
olaylarının dünya çapında önemli ve karmaşık bir sorun olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Kadınların fiziksel şiddetle karşı karşıya kalmaları binlerce yıl öncesine
kadar uzanmaktadır. Arkeologlar erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 oranında
kırığa rastlarken, bu oranın kadın mumyaların kemiklerinde %30-50 olduğunu
bildirmişlerdir (Köse, Beşer 2007:114-121, Yetim 2008:48-53, Yıldız 2003). Bu
kırıkların savaştan çok, bireysel şiddete bağlı kafa kırıkları olduğu dikkat çekmiştir
(Yank 1992:3184-89, Yıldız 2003).
Son yıllar; kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet konusunda yeni bir evrensel
bilinçlenmeye tanık oldu. 1960’larda kadına yönelik şiddet ile ilgili bilimsel
çalışmaların sayısı oldukça azken, ilk kez 1971 yılında “Journal of Marriage and
Family” adlı bilimsel bir dergide “aile içi şiddet” konulu özel bir ek sunulmuştur. Aynı
şekilde aile içi şiddete uğrayan kadınların sıklığıyla ilgili toplum bilim araştırmalarının
artması, kitle iletişim araçlarında trajik aile öykülerinin yer alması ve kadınları korumak
amacıyla sivil toplum örgülerinin oluşması, bu toplumsal soruna dikkatlerin çekilmesine
neden olmuştur (Davidson 1999:953-69, Dokgöz ve ark 2001:15/4, Yıldız 2003, Tufts
et al 2009:40-47).
SONUÇ ve ÖNERİLER
Kadına yönelik şiddet coğrafi bölge, ekonomik gelişmişlik ve öğretim düzeyine
bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın olarak görülen bir halk
sağlığı sorunudur. Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3’ü ile 2/3’ünün
eşi tarafından şiddete maruz kaldığı saptanırken, gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran
daha yüksek olup %20-50 civarındadır. Adli makamlara ulaşmayan kadına yönelik
şiddet olayları ise bilinmemektedir. Kadınlar dört duvar arasında yaşadıkları şiddet
olaylarını çoğu zaman dışarı aktarmamakta, gördükleri şiddet olaylarından dolayı utanç
duymaktadır (Yıldız 2011:59-64). Bu nedenle adli makamlara varan şiddet olaylarında
kadınlar artık bir çıkış yolu bulamamakta, aile birliği bozulmuş olmakta ve kadın
sığınacak bir yer arayışı içine girmektedir. Bu nedenlerden dolayı şiddet olaylarının
geniş örneklemde çalışılarak nedenleri ile ortaya çıkarılması ve bu sorunlara yönelik
çözüm yolları geliştirilmesi, şiddet konusunda toplumun bilinçlendirilmesi, her
854
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kurumun bu konuda eğitim almış personelleri ile hizmet vermesi şiddet oranlarını
azaltmada etkili olacağını düşündürtmektedir.
KAYNAKLAR
Davidson LL, Grisson JA, Moreno C, Garcia J, King VJ, Marchant S (2001). Training
programs for healthcare professionals in domestic violence. Journal of Women’s Health
and Gender-Based Medicine, 10:953-969.
Dokgöz H Yanık A, Günaydın U, Bütün C, Sözen Ş (2001). Cinsel saldırı iddiası ile
gelen 18 yaş üstü olguların muayene süreç ve sonuçlarının değerlendirilmesi. Adli Tıp
Dergisi, 15:4.
Köse A, Beşer A (2007). Kadının değiştirilebilir yazgısı “şiddet”. Atatürk Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10(4):114-121.
Naçar M, Baykan Z, Poyrazoğlu S, Çetinkaya F (2009). Kayseri ilindeki iki sağlık ocağı
bölgesinde kadına yönelik aile içi şiddet. TAF Preventive Medicine Bulletin, 8(2):
1031-138.
Tel H (2002). Gizli sağlık sorunu: Ev içi şiddet ve hemşirelik yaklaşımları.
C.Ü.Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6(2).
Tufts KA, Clements PT, Karlowicz KA (2009). Integrating intimate partner violence
content across curricula: Developing a new generation of nurse educators. Nurse
Education Today, 29:40-47
Yank D (1992). American Medical Association, Council Reports: Violence against
women. 267(23):3184-3189, JAMA.
Yetim D, Şahin EM (2008). Aile hekimliğinde kadına yönelik şiddete yaklaşım. Aile
Hekimliği Dergisi, 2(2):48-53.
Yıldız T. Kadına Yönelik Şiddet ve Şiddeti Tanılamada Acil Hemşiresinin Rolü.
Atatürk Üniversitesi Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2011; 14(3): 5964.
Yıldız T (2003). Acil hemşirelerinin şiddete uğramış kadınları tanılamada eğitim öncesi
ve sonrası bilgi durumlarının değerlendirilmesine yönelik bir çalışma. Marmara
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı,
Yayınlanmamış Yükseklisans Tezi, İstanbul.
855
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4320 SAYILI KANUN KAPSAMINDA YÜRÜTÜLEN ŞİDDET
UYGULAYAN KİŞİLERE YÖNELİK MUAYENE VE TEDAVİ
ÇALIŞMALARI (ANKARA İLİ ÖRNEĞİ)
Tülay ERÇİN ŞAHİN1, Özlem GÜLER AYDIN2, Bülent TOSUN3, Soner AKBAŞ4,
Ercan SAPMAZ5,
ÖZET
Ülkemizde 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun kapsamında şiddet uygulayan
kişilere yönelik olarak adli makamlarca muayene ve tedavi kararı verilmektedir. Mevcut
çalışmada, 2009-2011 yılları arasında Ankara İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve
Sosyal Hastalıklar Şube Müdürlüğüne yönlendirilen kişilere yönelik gerçekleştirilen
işlemler aktarılmıştır.
Söz konusu kanun doğrultusunda, 2009-2011 yılları arasında toplam 272 kişiye
(2009’da 81 kişi, 2010’da 79 kişi ve 2011’de 112 kişi) hizmet verilmiştir. Vakaların
261’i erkek, 11’i kadındır. Bu kişilerin yaşadıkları ilçelere bakıldığında ilk üç sırada
Keçiören (68 kişi), Yenimahalle (62 kişi) ve Çankaya (53 kişi) ilçeleri yer almaktadır. İl
Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen vakalar ilimizde bulunan hastanelerin psikiyatri
bölümlerine yönlendirilerek muayene ve gerekli ise tedavi olmaları sağlanmıştır.
Yönlendirilen 272 kişiden 100’ünde psikopatolojik bir sorunla karşılaşılmamış,
46’sında psikiyatrik bir rahatsızlık saptandığı için tedavi başlatılmıştır. 97 kişi adreste
bulunamamış, 8 kişi için ise çeşitli nedenlerle (vefat, tedaviyi red, vs.) işlem
yapılmamıştır. 21 kişinin de hastaneye sevk işlemleri devam etmektedir.
Söz konusu kanun uyarınca, şiddet uygulayan kişilerin psikiyatrik değerlendirmesinin
yapılıp tedavi edilebilmesi sağlanırken, yürütülen bu çalışmalarda, belirtilen adreslerde
kişilere ulaşılamaması, tedavi ve rehabilitasyon ile ilgili hizmetlerin yetersiz olması gibi
bazı aksaklıklar çalışmaların amacına ulaşmasını zorlaştırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aile İçi Şiddet, Şiddet Uygulayan, Tedavi
ABSTRACT
In our country, within the scope of Family Protection Law No: 4320 judicial authorities
can give physical examination and treatment decisions for the persons who commit
violence. In the present study, the applications concerning these judgments directed to
Office of Mental Health and Social Diseases of Ankara Provincial Health Directorate
between the years 2009 and 2011 were presented.
1
Sosyal Hizmet Uzmanı, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, [email protected]
Dr. Psikolog, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, [email protected]
3
Çevre Sağlığı Teknisyeni, İl Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü,
4
Tıbbi Teknolog, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, [email protected]
5
Uzman, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, [email protected]
2
856
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
In accordance with the law, a total of 272 persons (81 persons in 2009, 79 persons in
2010 and 112 persons in 2011) benefited from our services between the years 20092011. 261 of the cases were male and 11 were female. When regional distribution of the
cases was analyzed, it was shown that Keçiören (68 persons), Yenimahalle (62 persons)
and Çankaya (53 persons) were the most dense districts. Persons who were directed to
the Provincial Health Directorate for treatment were referred to psychiatry departments
of hospitals located in the city. No psychopathology were determined in 100 of the
referred 272 cases, but 46 of the cases were taken to treatment for their psychiatric
disorders. 97 of cases could not be found at the declared addresses. 8 of the cases could
not benefit from these services at all because of several reasons like death, rejection of
treatment, etc. Referral process of 21 persons to the hospitals is still continuing.
While, in accordance with the requirements of the law in question, psychiatric
assessment and treatment of the persons commiting violence were achived to a great
extent, some problems like absence of the persons at declared addresses, inadequacy of
the services related to treatment and rehabilitation, etc. obstruct the process.
Key Words: Domestic Violence, Perpetrator, Treatment
GİRİŞ
Aile içinde kadına yönelik şiddet, hem dünyada hem de ülkemizde giderek büyüyen bir
sorun olarak karşımızda durmaktadır. Şiddet sokakta, işte, okulda ya da başka bir
toplumsal alanda karşımıza kolaylıkla çıkabilmektedir. Ancak aile içinde yaşanan
şiddet, hem özel ve güvenli alanda yaşanması açısından daha fazla etkili olmakta, hem
de daha fazla gizlenebildiği için müdahale ve koruma zorlaşmaktadır.
Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadına
yönelik şiddet,“İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel,
cinsel, psikolojik acı veya ızdırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir
eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak
özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır (Birleşmiş Milletler, 2008a).
Kadının temel insan haklarının ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olan şiddet ve
istismar pek çok şekilde ortaya çıkabilir fakat hepsi de kadının kontrol altına alınması
ile ilgilidir ve ortaya çıkmasında sosyal, kültürel, ailevi ve bireysel boyutlar önemlidir.
Aile içinde hem kadının hem de diğer aile üyelerinin yaşamını etkileyen bir sorun olan
aile içi şiddetle mücadeleye gösterilen ilgi giderek artmaktadır. Yasal ve kurumsal
bağlamda bir taraftan koruyucu ve önleyici faaliyetler yürütülürken diğer taraftan da
aile içi şiddet mağduru ve şiddet uygulayan kişilere yönelik müdahale çalışmaları
organize edilmektedir. Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale programları, A.B.D.’de
1970’lerin sonunda, feminist grupların ve şiddet mağdurlarına yönelik hizmet veren
profesyonellerin çabalarıyla ortaya çıkmıştır ve 1990’lara doğru Avrupa’da
yaygınlaşmıştır (Healey ve Smith, 1998: 1). Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale
programları arasında Amerika, Avusturya, İngiltere ve Norveç’te uygulanan bazı
modeller incelenmiş ve sonuçta bu modellerde bazı ortak özelliklerin bulunduğu
görülmüştür. Örneğin kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede etkili bir programda,
hem şiddet uygulayan, hem de şiddete maruz kalan bireylere yönelik çalışmalar birlikte
857
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yürütülmektedir. Kurumlar arası işbirliği anlayışı ve sivil toplum örgütlerinin katılımı
ön plandadır. Terapi programlarına katılım için yasal düzenlemeler mevcuttur. Şiddete
maruz kalan kişinin güvenliğini sağlama ve şiddeti önlemek temel amaç olarak öne
çıkmaktadır. Terapi programları bireysel ve grup çalışmaları şeklinde yürütülmekte ve
süreleri 8 ay ile 2 yıl arasında değişmektedir. Şiddet uygulayanlarla çalışmada kültürel
özgeçmişlerin dikkate alınması ve farklı toplumsal yaklaşımların kombinasyonundan
oluşması gerektiği anlayışı mevcuttur. Programlara katılım konusunda yasal
zorunluluklar olsa da kişilerin gönüllü katılımı tercih edilmektedir (Bell, 2004: 88-94;
İsdal, 2004: 53-54; Kraus, 2004: 11-20; theduluthmodel.org, 2009).
Görüldüğü gibi Amerika’da ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde 1990’lı yıllardan beri
uygulanan programlar kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede daha kapsamlı
çalışmaların gerekliliğini öngörmektedir. Varolan programlar çok yüksek bir başarı
oranı göstermese de bu tür çalışmaların gerekliliği dünyada ve Türkiye’de anlaşılmış
durumda ve şiddet uygulayan bireylere yönelik müdahalelerde en iyi yaklaşımın hangisi
olduğu araştırılmaktadır. Ülkemizdeki çalışmaların ise şu anda ne yazık ki bu tarz
programların oldukça uzağında olduğu söylenebilir. Ülkemizde şiddet uygulayan
bireylere yönelik çalışmalar daha çok şiddet davranışını cezalandırarak önlemeye
odaklanmaktadır ve uygulamaya dönük çalışmalardan çok yasal düzenlemeler
mevcuttur.
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’da şiddet uygulayan bireylerle ilgili
olarak çeşitli tedbirlere hükmedilmektedir. “Şiddet uygulayan bireylerin bir sağlık
kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması” tedbiri de bunlardan biridir. Bu karar
doğrultusunda illerde sağlık müdürlükleri, ilçelerde sağlık grup başkanlıklarınca işlem
yapılmakta ve muayene ve tedavisi istenen kişiler sağlık kurumlarına
yönlendirilmektedirler. Bu çalışmada da 2009-2011 yılları arasında Aile
Mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilerek Ankara İl Sağlık
Müdürlüğüne yönlendirilen kişiler ile ilgili yürütülen çalışmalar incelenecektir.
PROBLEM DURUMU
2008 yılında yapılan Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması’na göre ülkemiz
genelinde yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten
kadınların oranı %39’dur. Başka bir ifadeyle her 10 kadından 4’ü eşi ya da birlikte
olduğu kişi/kişiler tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştır (Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü, 2009: 27). 15 yaş ve üzerinde yaklaşık 26.5 milyon kadının
yaşadığı ülkemizde yine yaklaşık olarak 6.4 milyon kadının şiddete maruz kaldığı
düşünülürse, daha çok büyük kentlerde yoğunlaşan ve toplamda 46 adet olan kadın
sığınmaevinin kapasitesinin yeterli olmadığı aşikardır (Ankara Valiliği, 2011).
Ayrıca, Birleşmiş Milletler 2008 İnsani Gelişme Raporu’na göre ülkemizde yoksulluk
sınırı altında yaşayanların oranı %18’dir ve bilindiği gibi yoksulluktan en fazla
etkilenen nüfus grubu arasında kadınlar da bulunmaktadır (Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı, 2008b: 98 ). İşsizliğin fazla olduğu ülkemizde kadın işsizliği
erkeklerden daha fazladır. Kızların eğitimi açısından da durum çok iç açıcı değildir.
Temel eğitim zorunlu olmasına rağmen hala okullaşma oranı yüzde yüze yakın bile
değildir. Eğitimden ve iş yaşamından uzak tutulan kadınlar için düzenlenmiş bir sosyal
858
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
güvenlik programı da yoktur. Bu şartlar altında ülkemizdeki kadınların çoğunluğu,
şiddete maruz kalmalarına rağmen şiddet uygulayan eşle birlikte yaşamaya devam
etmektedirler. Evindeki şiddetten kaçıp sığınma evine sığınan bir kadının tek başına bir
yaşam planlaması konusunda gerekli maddi destekler yeterli olmadığı için eşine geri
dönmek güçlü bir alternatif haline gelmektedir. Kadından önce ailenin korunmasına dair
bir politikanın izlendiği ülkemizde, “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kadını
şiddetten korumak için yeterli olmamaktadır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında bizim ülkemizde şiddet uygulayan bireylere yönelik
çalışmalara ağırlık verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Şiddet gören kadınları
korumak için planlamaların yapılabilmesi için de bu güne dek uygulanmakta olan
çalışmaların niteliğinin değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
AMAÇ
Mevcut çalışmanın amacı Ankara ilinde 4320 sayılı kanun kapsamında haklarında
muayene ve tedavi kararı verilen kişiler ile ilgili olarak 2009-2011 yılları arasında
Ankara İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılan uygulamaların değerlendirilmesidir.
YÖNTEM
4320 sayılı kanuna göre hükmolunan sağlık tedbiri kararlarının 2009-2011 yılları
arasındaki uygulamalarını değerlendirebilmek için, Ankara İl Sağlık Müdürlüğünün
2009-2011 yıllarına ait tedbir uygulamaları geriye dönük olarak taranmıştır.
Araştırmanın örneklemi 2009-2011 yılı içerisinde aile mahkemelerince haklarında
sağlık tedbiri verilen toplam 272 kişiden oluşmaktadır. Elde edilen veriler yıl, bölge,
muayene sonucu ve yapılan işlem durumu dağılımlarına göre analiz edilmiştir.
BULGULAR
Ülkemizde aile mahkemeleri tarafından verilen tedbir kararlarının uygulanması,
Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından takip edilmektedir. Şiddet uygulayan kişi
hakkında muayene ve tedavi kararı verildiğinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından il
sağlık müdürlükleri ile gerekli yazışmalar yapılarak verilen tedbir kararlarının
gerçekleştirilmesi istenmektedir.
Aile içi şiddet uyguladığı için Aile Mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı
verilerek Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerle ile ilgili olarak 2009,
2010 ve 2011 yıllarında gerçekleştirilen çalışmalar tablolar halinde aşağıda
sunulmaktadır.
859
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 1. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişilerin
Cinsiyet ve Yıllara Göre Dağılımı
Cinsiyet /Yıl
2009
2010
2011
Toplam
Kadın
1
3
7
11
Erkek
80
76
105
261
Toplam
81
79
112
272
Aile içi şiddet uyguladığı için aile mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı
verilerek Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerin cinsiyete göre
dağılımına bakıldığında çok azının kadın olduğu (%4), önemli bir çoğunluğunun
erkeklerden (%96) oluştuğu görülmektedir (Tablo 1).
Tablo 2. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişilerin
Yaşadığı İlçe ve Yıllara Göre Dağılımı
İlçe /Yıl
2009
2010
2011
Toplam
Keçiören
20
13
35
68
Yenimahalle
17
23
22
62
Çankaya
12
19
22
53
Mamak
16
10
16
42
Altındağ
12
13
14
39
Pursaklar
1
1
1
3
Sincan
0
0
2
2
Etimesgut
2
0
0
2
Polatlı
1
0
0
1
Toplam
81
79
112
272
Bu kişilerin yaşadıkları ilçelere bakıldığında ilk üç sırada Keçiören (68 kişi),
Yenimahalle (62 kişi) ve Çankaya (53 kişi) ilçeleri yer almaktadır (Tablo 2).
860
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 3. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişiler İçin
Yapılan İşlemlerin Yıllara Göre Dağılımı
İşlem /Yıl
2009
2010
2011
Toplam
Psikopatolojik bir sorunla
karşılaşılmayan
Adreste Bulunamayan
29
39
32
100
34
25
38
97
Psikiyatrik Rahatsızlık
Saptanan
İşlemleri Devam eden
12
13
21
46
0
0
21
21
İşlem Yapılmayan (Vefat,
İptal vb. nedenle)
Toplam
6
2
0
8
81
79
112
272
Yönlendirilen 272 kişiden 100’ünde psikopatolojik bir sorunla karşılaşılmamış,
46’sında psikiyatrik bir rahatsızlık saptandığı için tedavi başlatılmıştır. 97 kişi adreste
bulunamamış, 8 kişi için ise çeşitli nedenlerle (vefat, tedaviyi red, vs.) işlem
yapılmamıştır. 21 kişinin de hastaneye sevk işlemleri devam etmektedir (Tablo 3).
TARTIŞMA
Ankara’da 2009- 2011 yılları arasında gerçekleştirilen muayene ve tedavi kararları
incelendiğinde, takip edilen 272 kişi arasında büyük bir çoğunluğun erkeklerden
oluştuğu görülmektedir. Yapılan araştırmalar şiddet uygulayanların %95’inden
fazlasının erkek, şiddete maruz kalanların %90’ından fazlasının kadın olduğunu
göstermektedir (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 19). Ayrıca, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca kurulan Aile İçi Şiddet Bürosunca 2011 Ekim, Kasım ve
Aralık aylarında, yüzde 94'ü kadın, yüzde 6'sı erkek olmak üzere yaklaşık bin 650
kişinin şikayetinin değerlendirdiği belirtilmektedir (Anadolu Ajansı, 2012)
Aile içi şiddet uyguladığı için muayene ve tedavi kararı verilerek İl Sağlık Müdürlüğüne
yönlendirilen kişilerin yaşadıkları ilçeye göre dağılımları yapılırken sadece merkez
ilçelerde bir değerlendirme yapılabilmiştir. Vakalar perifer ilçelerde sağlık grup
başkanlıklarınca takip edilmektedir. Merkez ilçeler arasında Keçiören, Yenimahalle ve
Çankaya ilçelerinde vakaların daha fazla olması bu ilçelerdeki nüfus yoğunluğu ile
açıklanabilir.
Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerin, Ankara’da bulunan hastanelerin
psikiyatri kliniklerinde muayene olması sağlanmaktadır. Sağlık kurumlarından alınan
geribildirimlere göre 272 vakadan 100’ünde herhangi bir psikopatoloji saptanmadığı
görülmektedir. Psikiyatri kliniklerinde daha çok ICD 10 tanı kodlarına göre bir
değerlendirme söz konusu olduğu için psikiyatrik tanı ölçütünü karşılamayan vakalar
şiddetle bağlantılı diğer psikolojik ve sosyal hususlar açısından rapor edilmemektedir.
861
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Zeka geriliği, ağır ruhsal bozukluklar (şizofreni, manik atak, paranoid bozukluklar),
antisosyal ve sınır (borderline) kişilik bozukluğu gibi kimi ruhsal rahatsızlıklar ve
kişilik bozukluklarında şiddet ve saldırganlık ortaya çıkabilmektedir (Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu, 1998: 9). Mevcut çalışmanın sonuçları incelendiğinde de vakaların
46’sında (%17’sinde) psikiyatrik rahatsızlık tespit edildiği için tedavi sürecine
başlandığı görülmektedir. Psikiyatrik bir bozukluk nedeniyle tedavi görenlerin hastalık
tanılarına göre dağılımına bakıldığında ilk üç sırada psikotik bozukluğu olanlar (14
kişi), madde bağımlılığı sorunu olanlar (13 kişi) ve kişilik bozukluğu olanlar (3 kişi) yer
almaktadır. Literatürde (Ünal, 2005), şiddet uygulayan kişilerin %60-72’ sinde alkol ve
madde kötüye kullanımı, %85’ inde antisosyal, borderline, edilgen-saldırgan paranoid
kişilik özellikleri, öfke denetiminde sorunlar, dürtü denetim bozuklukları
gözlendiğinden bahsedilmektedir. Demiröz’ün (2001:167) yaptığı çalışmada ise erkeğin
alkol kullanmasının özellikle fiziksel şiddeti arttırdığı belirtilmektedir.
Aile içi şiddet uyguladığı için muayene ve tedavi kararı verilerek yönlendirilen kişilerin
tam olarak adres bildirememesi, çalışıyor olması, telefon numarasının bulunmaması gibi
nedenlerle kendilerine ulaşılmakta zorlanılmış ve 97 kişi hakkındaki kararlar bu tür
nedenlerle uygulanamamıştır. Hakkında çeşitli tedbirlere hükmedilen kişilerin %36’sına
ulaşılamaması, yürütülen çalışmaların amacına ulaşmasında önemli engellerden birini
oluşturmaktadır.
2009 ve 2010 yıllarında aile mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilen
160 kişiden 139’u hakkında aynı zamanda evden uzaklaştırma kararı verilmiştir. Yine
160 kişiden 91’i mahkemeye “şiddete maruz kalan kişi” ile aynı adresi bildirmiştir. 91
kişi içinde 77’sinin de evden uzaklaştırma kararı bulunmaktadır. Bu durumda “şiddet
uyguladığı için” evden uzaklaştırılan 77 kişinin beyan ettiği adres “şiddet uyguladığı
kişi” ile aynıdır. Bu durum göz önüne alındığında bu kişilerin adreslerinde
bulunamaması doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönlendirilen kişilerin
adres ve iletişim bilgilerine ulaşılabilecek başka kaynaklar (Nüfus müdürlükleri,
muhtarlıklar, vb.) bulunmakla birlikte, bu tür bilgilerin çeşitli kaynaklardan alınmaya
çalışılması, kişi bilgisinin güvenliği ve gizliliği konularında sakıncalar
yaratabilmektedir. Diğer taraftan adreste bulunamayan kişilere tekrar tekrar gidilmesi
kaynak kaybına neden olmakta, işlemler uzadığı için tedbir süreleri dolmaktadır.
Aile Mahkemelerince verilen muayene ve tedavi kararları için il sağlık müdürlüklerinin
yönlendirme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kararlar, kişilerin “zorla” hastaneye
götürülmesini ve gerekli ise tedavi altına alınmasını içermemektedir. Bu durumda kişi
eğer sağlık kurumuna gitmeyi istemez ise yapılan işlem, durumu tutanak haline
getirerek ilgili makama bilgi vermekten öteye geçememektedir.
Muayene ve tedavi için yönlendirilen kişiler ile ilgili yürütülen işlemler hakkında ilgili
mahkemelere bilgi verilmektedir. Ancak mahkemelerden olumlu ya da olumsuz bir geri
bildirim olmaması nedeniyle bundan sonraki sürecin nasıl işlediği bilinmemektedir.
Aile içi şiddet, ihmal ve istismar, suça sürüklenme gibi nedenlerle adli sistemle karşı
karşıya kalmış kişiler hakkında muayene, tedavi ve rehabilitasyon amacıyla verilen
sağlık tedbiri, muayene ve tedavi kararlarının uygulanması ile ilgili kurumsal
düzenlemelerde eksiklikler mevcuttur. Bu konuda sağlık personelinin rol ve görevleri
862
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ile ilgili prosedürlerin oluşturulması, personelin eğitimi gibi konularda sürekli ve etkili
çalışmaların planlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ankara İl Sağlık Müdürlüğünde bu
konudaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla çalışmalar başlatılmıştır. Sağlık
Bakanlığınca şiddet uygulayan bireylerin tedavi ve rehabilitasyonu için yapılan mevcut
çalışmalar ile ilgili raporlar toplanmaktadır. Toplanan bilgiler ışığında da bu konuda
gerekli yenileme ve geliştirme çalışmalarının yapılması gerekliliği konusunda
farkındalık oluşmuştur. Bunun yanında cumhuriyet başsavcılıkları, kolluk birimleri, il
sağlık müdürlükleri ve ilgili diğer kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun
geliştirilmesi bu konudaki eksikliklerin giderilmesi açısından oldukça önemlidir.
SONUÇ
Kadına yönelik aile içi şiddet pek çok kadının temel insan haklarını ihlal etmekte ve
insanca yaşamasına engel olmaktadır. Bireysel, ailesel ve toplumsal faktörlerin
tetiklediği bu sorunla mücadele etmek de soruna katkı veren her alanda topyekun
mücadeleyi gerektirmektedir.
Pek çok gelişmiş ülkede, çok boyutlu mücadelenin önemi kavranmış ve kadına yönelik
aile içi şiddetle mücadelede geniş kapsamlı yaklaşımlar benimsenmiştir. Aile içi
şiddetle mücadele konusunda hizmet veren kurumlar, hem şiddet mağduruna, hem
şiddete tanık olan çocuklara, hem de şiddet uygulayan bireylere yönelik çalışmaları
organize etmektedir. Ayrıca aile içi şiddetle mücadelede yer alan kurumlar çoğunlukla
devlet tarafından da desteklenen sivil toplum kuruluşlarıdır.
Ülkemizdeki mevcut uygulamalar göz önüne alındığında aile mahkemelerince verilen
“şiddet uygulayan bireylerin muayene ve tedavi için bir sağlık kurumuna başvurmasının
sağlanması” kararı, şiddet davranışını önleme ve şiddet mağdurlarını koruma konusunda
yeterince etkili olamamaktadır. Bu konuda daha etkili ve kapsamlı çalışmaların organize
edilmesi gerekmektedir.
ÖNERİLER
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye katkı sağlanması amacıyla şiddet uygulayan
bireylerin tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarının daha kapsamlı ve etkin
yürütülebilmesi için bazı önerilerde bulunulabilir.
 Ülkemizde şiddet uygulayan bireylerle görüşmelere dayanan araştırmalarla
şiddet davranışının sebepleri ortaya çıkarılarak uygun müdahale modeli
belirlenebilir.
 Farklı ülkelerdeki örnekler incelenerek şiddet uygulayan bireylerin
rehabilitasyonuna yönelik yeni bir program geliştirilebilir.
 Şiddet uygulayan bireylerin bu yeni programa katılımı yasal olarak zorunlu hale
getirilebilir.
 Program, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatri uzmanı, psikolog ve gerekli diğer
meslek elemanlarından oluşan ekipler tarafından yürütülebilir.
 Muayene ve tedavi kararlarının uygulanması ile ilgili prosedür oluşturulup bu
konuda personel eğitimleri yapılabilir.
863
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
 Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale çalışmaları, şiddet mağdurlarına yönelik
hizmet veren sığınma evlerinde yürütülen psikososyal müdahalelerle
ilişkilendirilebilir.
 İller düzeyinde il hıfzıssıhha kurulları gibi “Aile İçi Şiddetle Mücadele Kurulu”
oluşturularak işbirliği çalışmaları güçlendirilebilir.
KAYNAKLAR
Anadolu Ajansı, (2012). 13 Ocak 2012 tarihli Şiddete Uğrayanın Umudu Oldu Başlıklı
Haber.
http://www.aa.com.tr/tr/kategoriler/turkiye/110887-siddete-ugrayaninumudu-oldu, adresinden 21.03.2012 tarihinde alınmıştır.
Ankara Valiliği (2011). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Eylem Planı, Ankara
Valiliği Yayınları.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998). Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayını, Başbakanlık Basımevi,
Ankara.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2009). Türkiye’de Kadına Yönelik Aile
İçi Şiddet Araştırması Özet Rapor. www.ksgm.gov.tr adresinden 23.03.2009
tarihinde alınmıştır.
Bell, K. (2004). Ahimsa. in Seminar Proceedings of Therapeutic Treatment of Men
Perpetrators of violence within the family, Strasbourg, November 2004, s.88-102,
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/equality/03themes/violence-againstwomen/EG-SEM-MV%282004%29Proceedings_en.pdf, adresinden 23.03.2009
tarihinde alınmıştır.
Birleşmiş Milletler (2008a). Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi
Bildirgesi.http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/kadinlara_karsi_sid
det/siddet_kadinlara_yonelik_siddetin_ortadan_kaldirilmasina_dai.pdf adresinden
23.03.2012 tarihinde alınmıştır.
Birleşmiş Milletler (2008b). Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu Türkiye’de Gençlik,
Birleşmiş
Milletler
Kalkınma
Programı-UNDP,
http://www.ungenc.net/index.php?option=com_docman&task=cat_view&gid=19
&Itemid=47 adresinden 28.03.2009 tarihinde alınmıştır.
Demiröz, F. (2001). Kadına Yönelik Şiddeti Etkileyen Etkenler, Yeni Sosyal Hizmete
Yaklaşımlar ve Sorun Alanları. Prof. Dr. Nihal Turan’a Armağan, H. Ü. SHYO
Yayın No:008, Ankara, s.162-170.
Healey, K.M. ve Simith, C. (1998, ). Batterer Programs: What Criminal Justice
Agencies Need to Know. www.ncjrs.gov/pdffiles/171683.pdf adresinden
20.03.2012 tarihinde alınmıştır.
864
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Isdal, P. (2004). Seminar Proceedings of Therapeutic Treatment of Men Perpetrators of
violence
within
the
family
Strasbourg,
s.53-54,
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/equality/03themes/violence-againstwomen/EG-SEM-MV%282004%29Proceedings_en.pdf adresinden 23.03.2009
tarihinde alınmıştır.
Kraus, H. (2004). “Men’s Centre Vienna. in Seminar Proceedings of Therapeutic
Treatment of Men Perpetrators of violence within the family, Strasbourg, s.11-20,
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/equality/03themes/violence-againstwomen/EG-SEM-MV%282004%29Proceedings_en.pdf adresinden 23.03.2009
tarihinde alınmıştır.
Theduluthmodel.org (2009). http://www.theduluthmodel.org/ duluthmodelonpublic.php
adresinden 23.03.2009 tarihinde alınmıştır.
Ünal G. (2005). Aile içi şiddet. Aile ve Toplum Dergisi, 2(8), Başbakanlık Aile
Araştırma
Kurumu
Yayını,
http://www.athgm.gov.tr/upload/mce/eskisite/files/AILE_VE_TOPLUM_8_AILE
_VE_TOPLUM8.PDF adresinden 20.03.2012 tarihinde alınmıştır.
865
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ERZURUM’DA ÇOCUK VE ŞİDDET
Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT1
Dr. Yusuf İNCİ2
Özet
Bu araştırmanın konusu, Erzurum il merkezinde 2010-2011 yıllarında Erzurum
Emniyeti Çocuk Şube’ye yansımış olan çocuğun mağdur olduğu 66 vakanın nicel ve
nitel analizini yapmaktır. Araştırmanın amacı analiz verilerine dayanarak şiddet suçu
mağdurları çocukların aile, sosyal çevre gibi sosyo-kültürel, sosyo-demografik ve
sosyo-ekonomik yapısal nedenler ile çocuğa yönelik şiddet suçları arasında nedensel
bağ kurmaktır. Bu şekilde çocuğun şiddet mağduru olmasına saik olan sosyo-ekonomik
yapının topografyasını çizerek, çözüm için öneri ve veri sağlamak, amaçlanmaktadır.
Araştırmanın metodolojisine göre, araştırmanın verileri, çocukların Erzurum Emniyeti
Çocuk Şube’de verdikleri ifade metinlerinden elde edilmiştir. Bu metinlere nicel ve nitel
analiz uygulanmıştır. Nicel analizler, vakaların nicel olarak resminin ortaya konulmasını
sağlamıştır. Nitel analiz ise ifade metinlerinde şiddetin hâsıl olduğu sosyo-psişik
durumları ortaya çıkarmada yardımcı olmuştur. Bu şekilde nicel ve nitel verilerin
birbirlerini tamamlayarak ele alınan sosyal gerçekliğe dair derin ve gerçek bir resmin
oluşturulmasına önem verilmiştir.
Anahtar kelimeler: çocuk, şiddet, aile, mağdur, sosyal yapı.
Abstract
The subject of this research is to conduct quantitative and qualitative analysis of
66 cases in which a child suffered and which were recorded in the Child Department of
Erzurum Security Directorate between 2010 and 2011 in Erzurum city center. Based on
the analysis data, the aim of this study is to establish causal relationship between violent
crimes against children and socio-cultural, socio-demographic and socio-economic
structural causes such as family, social environment of the children who suffered from
violent crimes, and to obtain data and to offer a suggestion by drawing topography of
socio-economic structure which was the reason why the children were the victim of
violence. According to the methodology of the research, the data were obtained from
the texts of statements given by the children in the Child Department of Erzurum
Security Directorate. Both quantitative and qualitative analyses are applied to these
texts. Quantitative analysis enabled a quantitative picture of the cases and qualitative
analysis helped reveal socio-psychic situations derived from violence in these statement
texts. Thus, this study put emphasis on presenting a profound and real picture of this
social reality.
Key Words: Child, violence, family, suffered, social structure
1
2
Atatürk Üniversitesi. Sosyoloji Bölümü
Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü
866
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk ve Şiddet
Her sosyal olguda olduğu gibi hem çocuk hem de şiddet olguları komplex ve çok
nedenli olgulardır. Çocuk kavramı bir toplumsal rol kalıbı olarak, toplumdan topluma
ve tarih boyunca farklı tanımlanmıştır (Ayan, 2010; 101). Çocuğu sosyal varlık olarak
kabul etmek öncelikle aile kurumu ile ilişkisi ile mümkündür. Genellikle bir yetişkinin
bakım ve korumasına muhtaç ve kendi iradesi ile eylemesi düşünülmeyen başkaları
tarafından iradesi belirlenen bir varlık olarak tanımlanan çocuk, toplumsal bir nesne
olarak kabul edilmektedir. Genellikle fiziksel ve kişisel gelişimini henüz tamamlamamış
olandır, çocuk. Bu hal onun hem rüştsüz hem de mağdur kabul edilmesine nedendir.
Çocuğun bu denli pasif algılanması özellikle demokratik eğilimleri yaygınlaşmamış
bizim gibi modernleşme sürecindeki toplumlarda çocuğun her türlü eylemin mağduru
olmasına da nedendir. Bu süreç, şiddetin bir iletişim ve disiplin aracı olarak
kurumsallaşmasının görüldüğü, bizim toplumumuzda çocuk ve şiddet vazgeçilmez ikili
olarak karşımıza çıkmaktadır (Mavili-Aktaş, 2006, 152-153).
Şiddet, en geniş anlamı ile bir kişinin kendisini ifade etmesine engel
olunmasıdır. Akıl ve dil gelişimi ile birlikte insanlar arası ilişki ve iletişim aracı kas ve
fiziksel araçlardan dile ve akla geçmiştir. Hem iradesiz hem rüştsüz olarak kabul edilen
toplumsal nesne çocuğun, istenmeyen davranışlarını ortadan kaldırma aracı olarak
fiziksel şiddet bizim coğrafyamızda yaygındır. Gelişmiş ülkelerin sosyal bilimcileri
şiddeti insani olmayan davranış kalıbı olarak nitelerken biz hala özellikle fiziksel şiddeti
onurlandırmaktayız. Kültürel bir meşruluk zemini içinde fiziksel şiddet yeşermektedir.
Nesneleşme, bir öznenin güdümünde eylemin belirlenmesidir. Çocuğa olan
nesneleştirici tavrımız onu şiddet mağduru da yapabilmektedir. Aşağıda bahsedilen
meclis araştırma raporu da özellikle çocuğun katılım hakkının tanınmamasının şiddet
mağduru olmasına yol açtığını, bildirmektedir.
Şiddet için en çözümsüz yaklaşım, şiddetin doğal bir eğilim olduğunu, kabul
etmektir. Eğer bir sosyal olay, doğal olarak kabul edilirse bu içkin olarak değiştirilemez
demektir. Oysa sosyal bilimlerin gelişimi, insanın en başta kendi yaratımı olan sosyalkültürel dünya üzerinde bilinç geliştirmesi ve kendi yarattığı sosyal ürünler üzerinde
etkili olmasının, sağlanmasıdır. Şiddet, insanın kendini koruma güdüsünün bir yan
ürünü olarak kabul edilebilir. Ancak, şiddetin nasıl ve kime karşı ve hangi şartlarda
uygulanacağını belirleyen kültürel depomuzdur yani, eylem şemalarımız olan
değerlerimizdir. Ve bu kültürel depomuzun ne olduğunu nasıl inşa olduğunu hangi
koşullarla oluştuğunu analiz edersek –ki sosyal bilimler bunu yapar- değerlerimizi –
eylem şemalarımız- de değiştirebiliriz.
Çocuk söz konusu olduğunda şiddet kavramının geniş kapsamı, istismar ve
ihmal kavramlarına ilişkindir (Sokullu-Akıncı, 2008;80-81). Buna göre ilki eylemsel
etken diğeri ise eylemsizliktir. Çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmamasıdır (Taner ve
Gökler, 2004; 82). Çocuğa aktif olarak uygulanan şiddet daha ziyade istismar ile ilgili
867
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir kavramdır (Turhan ve diğerleri, 2006; 154).Çocuğa yönelik şiddet sıralaması
şöyledir; fiziksel, duygusal ve cinsel. Çocuğun bakıma muhtaç olduğu tanımlaması onu
konu olan eylemlerin tanımlanmasını da belirlemektedir. Bununla ilgili ilk
kavramlaştırma 1860 da Tardieu tarafından yapılmıştır (Kara ve arkadaşları, 2004; 140).
Bu yaklaşımın dialektik ikizi olabileceğini bize bir çalışma hatırlatmaktadır. Buna göre,
aile geçimine katkı sağlayan çocuk daha fazla şiddetin ve de suçun hem nesnesi hem de
öznesi olmaktadır (Özdemir ve arkadaşları, 2011; 73). Çocuğun hem nesne hem de özne
kabulü şiddete neden olabilmektedir. Çocuğa kaldıramayacağı yüklerin verilmesi de
anomiye de neden olmaktadır.
Çocuğa Yönelik Şiddetin Genel Nedenleri
Ülkemizde özellikle töre cinayeti olarak adlandırılan kadına namus
cinayetlerinin sıkça görülmesi üzerine 2006 yılında yapılan meclis araştırma raporu
özellikle aile içi şiddet mağdurları kadın ve çocuklara ilişkin yapılmış en kapsamlı
rapordur. Rapor daha önce konu üzerinde çalışmış akademisyen ve STK ların görüşleri
ve bilgileri alınarak hazırlanmıştır. Bu rapora göre, çocuğa yönelik şiddet eylemleri
dünyanın her yerinde görülebilen bir olaydır. Özellikle çocuğa yönelik ılımlı şiddet
eylemleri küresel boyutta kabul görmektedir. Çocuğa yönelik en fazla fiziksel şiddet
uygulansa da cinsel ve duygusal şiddet de uygulanmaktadır. Bununla birlikte her türlü
ihmal de şiddet kapsamında yer almaktadır (2006, TBMM Araştırma Raporu, 77).
Rapora göre, ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin oluşum koşulları şunlardır;
eğitim ve ekonomik seviyenin düşüklüğü, erken yaşta evlilikler, erken yaşta çocuk
sahibi olma, sosyal destek imkânlarının olmaması, çocukla ilgilenmek için ebeveynlerin
yeterli vakitlerinin olmaması, aile içi iletişim sorunlarıdır. Görüldüğü üzere, ülkemizin
yapısal zorlukları ve gelenekler çocuğa yönelik şiddet eylemlerinin de arka plan
nedenlerini oluşturmaktadır. Çarpık kentleşme de, iç göçle birlikte şehirlerde her türlü
suç ve şiddet eylemine mekânsal zemin olmaktadır.
Eğitim seviyesi ve şiddet en çok tartışılan meseledir. “Diplomalı” olmak ile
entelektüel gelişim arasındaki fark ve eğitim seviyesi değiştikçe şiddetin türünün de
değişmesi bu tartışmanın demagojik ve totoloj

Benzer belgeler