sayı: 101-102 / temmuz-ağustos 2008

Transkript

sayı: 101-102 / temmuz-ağustos 2008
Temmuz - A¤ustos 2008
AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹
YIL: 9
G
SAYI: 101-102
G
G
ISSN-1302-5600
‹Ç‹NDEK‹LER
TEMMUZ-A⁄USTOS 2008
SAHİBİ
Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK
Millî Eğitim Bakanı
Tayyip Atmaca / KEND‹ME ÇARPARIM YARALANIRSIN
2
Bestami Yazgan / KOLLARINDA KUfi OLDU⁄UM
3
Himmet Karatafl / KASIMPATILAR AÇARKEN
4
N
Genel Yayın Yönetmeni
Aziz ZEREN
Yayımlar Dairesi Başkanı
N
Yazı İşleri Müdürü
Selâmi YALÇIN
([email protected])
N
Yayın Kurulu
Dinçer EŞİTGİN
Şaban ÖZÜDOĞRU
Hakkı USLU
Çağrı GÜREL
Aysun İLDENİZ
Macit BALIK
Dr. Emin Çelebi / B‹L‹MSEL VE FELSEFÎ GEL‹fiMELER‹N
E⁄‹T‹M ANLAYIfiINA ETK‹LER‹
8
Hasan Can / ÖZEL Ö⁄RENME GÜÇLÜ⁄Ü
13
N
Tasarım
Hakkı USLU
([email protected])
N
İletişim ve Koordinasyon
Dinçer EŞİTGİN
([email protected])
Mehmet Alt›nsoy / B‹LG‹ PAYLAfiIMINDA VE E⁄‹T‹MDE
N
Yönetim Merkezi
Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA
http://yayim.meb.gov.tr e-posta: [email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188
Fax: (0 312) 212 81 48
YEN‹ B‹R UYGULAMA: PODCAST
29
Ergül Altafl / HAD‹ B‹R MASAL ANLAT
32
Zahit Genç / BULUT
33
Cafer Akman / SESS‹Z GÖÇ
34
Osman Do¤anay / KORUYUCU MELEK
37
N
Dizgi
Reyhan İLKER
N
Baskı
Devlet Kitapları Müdürlüğü
N
Abone / Dağıtım
Fikri NAYIR
Tel: (0312) 866 22 01 / 246
Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya
yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden
yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde
değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim
Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005
tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır.
Dergimizin yıllık abone bedeli 20 YTL (öğretmen ve
öğrenciler için 15 YTL)’dir. Abone bedelinin Ziraat
Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki
Devlet Kitapları Döner Sermayesi Müdürlüğünün
2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak
makbuzun ve açık adresin “Yayımlar Dairesi
Başkanlığı Teknikokullar -ANKARA”
adresine gönderilmesi gerekmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4578
Süreli Yayınlar Dizisi: 241
Metin Hakverdio¤lu / SAKARYA TÜRKÜSÜ fi‹‹R‹ ÜZER‹NE
ANLAM VE ‹MGE ‹NCELEMES‹
41
GÜNDEM
47
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Tayyip Atmaca
KEND‹ME
ÇARPARIM
YARALANIRSIN
Nereye gidersem sen oradasın
Dokunduğum her nesnede elin var
Her sükût sonrası konuşan sensin
Aldığım nefesin yarısı sensin
Canımı hapsettin ten kafesine
De senden öteye çıkar yol var mı
Hasretinle sarhoş oldum körkütük
Kendime çarparım yaralanırsın
Elinden tutarım ellerim yanar
Türkü mü söylerim ağıt mı bilmem
Badeyi sorarsan gözyaşım içtim
Bağrımdaki saza tel dayanmıyor
Yön yolak kalmadı ortada kaldım
Kendimden öteye gidemiyorum
Kalbim bir antika saate döndü
Dışı gıcır gıcır içini bilmem
Hergün sensizliğe tik tak atarken
Gelen geçen taşlasa da kurtulsam
2
Temmuz - A¤ustos 2008
Bestami Yazgan
KOLLARINDA
KUfi
OLDU⁄UM
Benimle olduğu zaman
Güller açardı yüzünde,
Çocukluğum çiçek gibi
Geçti annemin dizinde.
Sanki güneşten hediye
Temiz, sıcak duyguları;
Kar misali eritirdi
İçimdeki korkuları.
Kucağına sokulunca
Sevinçten bir hoş olurdum,
Mutluluğa uçmak için
Kollarında kuş olurdum.
Bugün bile ‘anne’ desem
İçim titrer bir tül gibi;
Rüzgârla gelir kokusu,
Yeni açmış sümbül gibi.
3
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
KASIMPATILAR AÇARKEN
Himmet Karatafl
kulumuza müdür olarak atandığında akasyalar çiçek açıyordu.
ler sunuyor, ajandasına notlar alıyor, gelen misafirleri kapıda karşılıyordu.
Yıllardır bu günü bekliyormuş gibi
şenlenmişti bahçemiz. Demek
umudun ve sevginin topraktan fışkıran filiziymiş çiçekler.
Küçük duyuruları bile öğretmenler odasına gelerek iletiyordu bize. Öyle eskisi gibi müdür odasında tek sıra hizaya çekilip azar işitmek de yoktu artık.
O
Gülerek giriyorduk derse!
Umuda büründük biz de…
Hiç durmadı. Okulu gezip gözden geçirirken bakımsız sıralara, kırık dökük pencerelere
ve duvar gazetesi şeklindeki Atatürk Köşesine
bakıp bir iç geçirdi.
Öğretmenler kurulunu topladı.
Kendini kısaca tanıtırken oldukça mütevaziydi. Vatan haritasında bir yer gösterdi ve
idarecilikle başlayan çetin çalışma şartlarını
anlattı. Öğretmenlere bir “takım arkadaşı” gözüyle baktığı belliydi. Kaybedilen özgürlükleri
geri veriyordu sanki. Bunu arkadaşlarımın gülümseyen gözlerinden anlayabiliyordum.
“Bu çocuklara layık bir okul yapacağım
burayı” dedi.
Akasyaların özgürlüğümüze bir armağanı olmuştu kendisi…
“Burada küçük bir ekibiz ve sizleri büyük
işler yapmaya davet ediyorum” dedi.
Kıt imkânlarla büyük işler nasıl yapılır
onda gördük.
Bir arkadaşım söz alarak; “Çay içemiyoruz, çay ocağımız var fakat çay yasak!” deyince, şaşırdı. “Şu saatten itibaren çay serbest!”
İyi bir çevre incelemesi yaptıktan sonra:
“Arkadaşlar, bir yıl sonu şenliği yapalım”
dedi. “Yeterince potansiyelimiz var.”
Dile getirilen tüm sorunlara akılcı çözüm-
4
Temmuz - A¤ustos 2008
Öğrenciler, veliler, öğretmenler tek yürek
olmuştu. Bu birlikteliğin okulumuzu yeni baştan
onaracak bir “elde”si olduğunu o an hiç düşünmemiştim.
Haklıydı. Öğretmen arkadaşlar arasında
iyi bağlama çalan Merdan Bey vardı ki, tek başına şenliği yapabilecek donanımdaydı.
Dört koldan çalışmalara başladık. Kimimiz tiyatro hazırlıyor, kimimiz çekiliş hediyeleri
topluyordu. Birlikte heyecanla çalışılan saatler
su gibi akıp gidiyor.
Hizmet içi eğitim çalışmalarım nedeniyle
karne günü ben de okuldan ayrıldım. Giderken
yıpranmış sıraların ve sıvaları dökülmüş duvarların sessiz çığlığını duyar gibiydim.
Bir haziran akşamı bütün kasaba halkı
okulun bahçesindeydi.
Koca bir yaz, yolum düşmedi okuluma.
Memleket havasını özlemiş olmalıydım.
Gönüllü veliler gözleme yapıyor, yanındakiler ayranla birlikte gözleme satıyordu.
Döndüğümde akasyaların çiçekleri de
solmuştu. Müdürümüzün mahkeme kararı gereği görevinden ayrılacağını bizden önce duymuştu ağaçlar. Kuşlardan mı aldılar haberi bilmiyorum…
Merdan Bey saatlerce bağlama çalarak
tüm Anadolu’yu türkülerle okulumuzun bahçesine getirdi sanki. Kâh Sivas’ın Yollarına, kâh
Cemilem türküsüyle, Kezban Yengeyle, Topal
oyun havasıyla davetliler coşmuştu…
Eylülün ilk günlerinde okula geldiğimde
gözlerime inanamadım…
5
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
O sırada içeri giren Muhittin beye döne-
Pırıl pırıl boyalı duvarları, tertemiz koridorları, yenilenmiş sınıfları ve dahası yeni Atatürk Köşesini görünce; “Bu bir rüya!” dedim.
“Olamaz, bu kadar zamanda bunlar yapılamaz.”
rek:
“Hangi çiçeği seversin Muhittin bey?” dedi.
“Kasımpatı” dedi arkadaşım. Demez
olaydı. O benim çiçeğimdi.
Koşarak sınıfıma çıktım. Sıralar gülümsedi yüzüme. Zımparalanıp, cilalanmıştı. Başımı yukarı kaldırıp bakınca, oracıkta kalakaldım: Yıllardır hayalini kurduğum projeksiyon
tavana takılmış beni bekliyordu. Masamda pırıl pırıl bir bilgisayar!
Birkaç gün içinde bahçede peyzaj çalışmaları başladı.
Okullar açıldığında yaz boyunca okulumuzun yaşadığı değişime velilerin de ağzı açık
kalmıştı. Kimi; “Madem
bu kadar iş yapılabiliyormuş, neden yıllarca beklenildi?”
diye sitem ediyordu.
Bir nefeste diğer sınıflara koştum. Hepsinde projeksiyon
vardı. Üstelik tüm
sınıflar boyanmış, duvarlara
fayans döşenmişti.
Müdürümüzün beş ayda yaptığı çalışmalar bölgemizde dilden dile
dolaşmaya
başlamıştı bile.
Teşekkür
için odasına
girdiğimde birkaç veli öğrenci
kaydı için gelmişti.
Daha önce;
“İki yılım dolsa da tayin istesem” diye düşünen arkadaşlar, teknoloji üssüne dönüşen sınıflarını bırakmak
istemiyorlardı artık…
İşlemlerin bitmesini bekledim.
Hemen
arkasında
Atatürk’ün şu sözü asılıydı: “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır!”
Sınırsız ve ücretsiz fotokopi imkânına
kavuşmuştuk. Her öğrenci için sınıflara yapılan
dolaplar sayesinde çocuklar çanta taşımaktan
da kurtulmuştu.
“Çalışmalarınızdan dolayı çok teşekkür
ederim, müdür bey” dedim.
“Rica ederim. Biz ne yaptık ki?” dedi.
Dersleri internet ve projeksiyon destekli
işliyorduk. Müthiş keyif vericiydi. Sunularla
renklendirilen dersler artık sıkıcı değildi öğrencilerim için. Çünkü yüzleri gülüyordu.
Okulun bahçe düzenlemesine değindi.
Bahçe duvarı ile ağaçları orta kaldırım taşları
ile çevirerek çiçek ekeceğini söyledi.
6
Temmuz - A¤ustos 2008
Muhittin Bey omzuma yaslandı, tutamadı
kendini.
Verdiğinin alındığını görmekten başka
ne mutlu edebilir ki bir insanı? Mutluyduk.
Bir anda kalabalığın ortasında kalmıştık.
Öğrenciler “Gitme! Gitme!” diyerek alkışla tempo tutuyor, veliler bir buket çiçekle teşekkür
ediyordu.
Sanıyorduk ki bu hep böyle sürecek…
Çiçeklerle donatılacak bahçemiz. Dört
mevsim çiçeğe duracak okulumuz sanıyorduk.
Bir kara haber geldi. Yıkıldık…
Çiçeklerle gitti…
Soğuk bir kasım günü, kasımpatılar
açarken müdürümüz görevinden ayrıldı.
Pırıl pırıl; örnek bir okul bırakarak geride.
Okulumuzun gülen yüzüne kasımpatıların hüznü düşmüştü.
Masanın etrafına toplandık.
“Arkadaşlar” dedi, “Biliyorsunuz, yargı
kararı var. Buradaki görevimden ayrılıyorum,
kısa bir değerlendirme yapacak olursam; okulun tüm imkânlarını sizlerin hizmetine sunmaya
çalıştım. Bu arada kırıcı olduysam özür dilerim.”
Sınıfa döndüğümde projeksiyon perdesinde kasımpatılar sallanıyordu.
“Öğretmenim!” dedi Gürkan: “Ben bu çiçeği seviyorum!”
Kucakladım, öptüm onu.
Gelişiyle çiçeklenen gönüller yıkılmıştı
üzüntüden.
“Ben de çocuğum, ben de…”
“Baharda her çiçek açar öğretmenim,
önemli olan Kasım’da, kışa karşı açmak! Müdürümüz Mehmet Bey’den öğrendik bunu. Bu
yüzden seviyorum kasımpatıları!”
Galiba en çok özgürlüğümüzü geri verdiği için sevdik onu. Tüm yetki ve imkânlarını bizim için kullanarak bize verdiği değeri göstermişti.
O gün, öğrencilerimin çizdiği kasımpatılarla süsledik sınıfımızı.
Yemekten sonra bahçeye çıktık. Onu
yolcu edecektik. Çiçek tarhlarına baktı… Kasımpatılar açmıştı… “Muhittin Bey,” dedi, “iyi
bak onlara.”
Bir türlü akşam olmadı…
7
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
B‹L‹MSEL VE FELSEFÎ
GEL‹fiMELER‹N E⁄‹T‹M
ANLAYIfiINA ETK‹LER‹
Dr. Emin Çelebi
tecrübelerimizin ürünü olduğu şeklinde bir kanıya sahiptir. Buna da salt ibaresi eklenmedikçe itiraz edilecek çok fazla bir nokta yoktur. Hakeza bir sezgicinin içe dönük bir yöntemle kendisine bahşedilen duygusal yoğunluğu kullanarak bir takım mistik keşiflerde bulunduğunu iddia etmesi de bir o kadar mümkündür. Nitekim
tarih bunların örnek ve anlatımlarıyla doludur.
Bu tecrübe subjektif olduğu kadar buna karşın
yapılacak itirazlar da subjektiftir. Çünkü inkarının da ispatının da tanıtlayıcı argümanlarla ortaya konması mümkün olmayan bir bilgi türüyle karşı karşıya bulunmaktayız.
nsanın ayırıcı hususiyetlerinden
en belirgin olanı bilgi sahibi olmasıdır. Diğer varlık türlerinden bu temel vasfı ile ayrılışının tarihi, Allah’ın varlıkların isimlerini Adem’e
öğretme hadisesine kadar uzanır ve bilgi de o
zeminde derûni mahiyetini kazanır.
‹
Bilgi, felsefede özne-nesne ilişkisi olarak
tanımlansa da bu, bilginin mahiyetinden ziyade oluşum mekanizmasını ifade eden bir tanım
olarak gözükmektedir. Bilginin kaynağı ne olursa olsun, ister akıl ister deney, ister duyum ister sezgi, bunların hepsinin ortak noktası yönteme dair olmalarıdır. Bu yöntemlerin hepsinin
de doğruluk payı vardır. Bir rasyonalist, aklı
kaynak gösterirken hem insanın en temel özelliği olan akıllı olmayı hem de a priori olarak insanın bir takım bilgileri haiz olduğunu veya bilgi potansiyelini taşımaya müsait yetilerle dünyaya teşrif ettiğini anlatmaya çalışır ki bunda
şaşılacak herhangi bir durum söz konusu değildir. Bir empirist, bilginin haricimizde olan
varlıklar ve bu varlıklar temelinde edindiğimiz
Her ne kadar metodolojik farklılıklar neticesinde ortaya çıkan ve bu temelde elde edildiği varsayılan bilginin mahiyeti farklı olabilse
de bilginin oluşum süreci ve haricî eşyanın öznede uyandırdığı etki itibariyle algı ve bu düzlemde oluşan yorum, öznenin bizzat kendisinde kökenini bulmaktadır. Çünkü bilgi kaynaklarımız çeşitli olsa da işin nihayete erdiği yer öznenin kendisidir. Nitekim rasyonalizm, empirizm veya sezgicilik gibi söz konusu bilgi akım-
8
Temmuz - A¤ustos 2008
bilgi dediğimiz artı değer, nesnenin özne tarafından algılanış biçimi olduğuna göre, doğruluk
da öznenin nesneden edindiği bilginin, müteallik olduğu nesneyi tam ve gerçeğe uygun olarak yansıtmasıdır. Bunun da ölçütü yine algının kendisidir. Dolayısıyla burada kendimizi
yine subjektifliğin kucağında buluruz. O zaman
doğruluğa başka deliller aramak durumundayız.
larının ortaya çıkışı, kimi zaman birbirlerinin
yöntemlerini reddetmeye kadar varan münakaşaları ve bu alanda herhangi bir objektivitenin
olmayışı “öznenin kendisinden menkul” öznelliğinin işareti sayılabilir. İşte tam bu noktada,
özellikle İslam düşünce geleneği içinde çok
yaygın olarak kullanılagelmiş olan “her insan
ayrı bir dünyadır” şeklindeki ontolojik ve bu temeldeki epistemolojik farklılığa vurgu yapan
temel önerme, derinliğini bize çok daha çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
Bize göre herhangi bir algılama neticesinde ortaya konan bir bilginin başka algıların
hakemliğine dayanılarak nesnelleştirilmesi veya nesnelliğe yakınlaştırılması, söz konusu
bilgiye doğruluk payesi verilmesini
mümkün kılabilir. Bir diğer yol da
insanüstü bir otoritenin varlığına iman eden bir kimsenin,
mevcut iradenin tasvir ve takrir ettiğini tasvip etmesiyle de
doğruluk tecelli edebilir. Netice itibariyle iki doğruluk ölçütüyle karşı karşıya kaldığımızı düşünüyoruz:
İnsan algılayan bir varlıktır. İnsanın algı
çeşitliliği, nesnelerin çeşitliliği, insanların a
priori donanım farklılıkları ve a posteriori olarak sahip oldukları imkân ve koşulların mahiyeti, bütün bu ayırımları körüklüyor gibi gözükmektedir. Bunun böyle olması, mutlak doğrunun olmadığı şeklinde bir absürdlüğün içine bizi düşürmekten ziyade, doğrunun değişik vechelerinin olabileceğine dair bir ufuk sunmalıdır.
Fakat önemli olan, her bir vecheyi saltık ve yegane doğru kabul etmemektir. Aksi takdirde ya
bağnaz bir tutum geliştirilir veya insanın yaşamını ıstıraba dönüştüren sürekli bir şüpheciliğin veya bilinemezciliğin içine düşülür ki, bu da
“insan” olma temel karakteristiğine halel getirecek bir yola bizi sevkedebilir. Bu yargıda bulunurken bile akıldan, deneyimden ve gelecekte
olması muhtemel hadiselere ilişkin bizde bu
fikrin oluşumuna kaynaklık eden sezgiden istifade etme gibi bir paradoks ile karşı karşıya
kaldığımızı ifade edebiliriz.
1- Âkil insan topluluğunun ittifakı
2- İnsanüstü bir otoritenin buyurması.
Her ne kadar
insanüstü olması
hasebiyle
ikinci
doğruluk ölçütünün de öznel bir
tutum olduğu şeklinde bir karşı çıkış ortaya atılabilse de burada pratikte birden fazla
kişinin aynı ilkeler etrafında birleşmesi neticesinde hasıl olan
bireyler toplulu-
Peki “Objektif ve ortak bir noktaya gelmek nasıl mümkün olabilir? Doğruluğun ölçütü
nedir? Doğruluk mümkün müdür? Pratikte nasıl bir yol izlenmelidir?” gibi sorulara nasıl yanıtlar verebiliriz?
Felsefede bilginin objesine uygunluğu
olarak tanımlanan doğruluk da nihayetinde sujenin algılama biçimine dayanmaktadır. Çünkü
Isaac Newton
9
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
lantının ve ontolojik paralelliklerin sonuçları olğunun ittifakından söz edilebilir. Böylelikle aynı
malıdır. Yani fiziki veya olgusal varlık alanındüsturlar birçok kimse tarafından kabul edildan çıkarsadığımız kimi verilerin, diğerine de
mek suretiyle gündelik yaşantımızda istifade
teşmil edilme gerekliliği kendini dayatmaktadır.
edilebilir bir platform oluşturur ve söz konusu
Bu bağlamda evren algılamamızın insan algıilkeler etrafında nesnel sosyolojik birliktelikler
lamamıza benzer olacağı açıktır. Nitekim insatemin edilebilir. Aksi takdirde pratik yaşamın
noğlu çoğu zaman olgusal varlıktan hareketle
sağlıklı bir şekilde idame ettirilmesi çok fazla
kendini anlamlandırma çabası içerisine girmişmümkün gözükmemektedir. Bu metodik kabutir. Bu yaklaşımın örneklerini düşünce tarihinde
lün örnekleri İslam geleneğinde mevcuttur. Negözlemlemek mümkündür.
tice itibarıyla bütün bu anlatmaya çalıştıklarımız, farklı algılardan türeyen farklı bilgilerin
Geneli olarak insanlığın iki temel varlık
doğru kabul edilebilmesinin kriterlerini ve aynı
tasavvuruna
sahip bir düşünce tarihinden süzamanda bu farklı doğruların toplumsal olarak
zülüp geldiğini söylemek pek iddialı bir yargı
te’lif edilebilir gerçekliğini nazara vermesi açıolmasa gerektir. Bunlardan biri maddi varlığı
sından dikkat çekicidir. Ancak bu şekilde, bu
öncelerken, diğeri ruhsal varlığı önde tutan bir
yöntemle ve bakış açısıyla farklı algılamaların
tasavvura sahip olmuştur.
bir zenginlik olarak kaHer iki kutup da kendi tasavbul edilebileceği ve
Her insan›n ayr› bir
vuru bağlamında pratik yadoğruluk için asgari
dünya
oldu¤u
gerçe¤inden
şamlarını düzenleme gayremüştereklerde birleştinde olmuşlardır. Düşünce
menin hasıl olabileceği
hareketle farkl›l›klar› dikkate
tarihi bu iki anlayışın diyabir toplum ve gelenek
alan ve mevcut farkl›l›klarlektik gelişim süreci duruoluşturulabileceği kadan hareketle bu mikro
mundadır. XVIII. yüzyıla genaatindeyiz.
lindiğinde bilim tarihinde bir
evreni do¤ru yönlendirmeyi
dönüm noktası olarak kabul
Gerçekte şu yadve farkl› ufuklara sahip
edilen Newton’un mekanik
sınamaz olguyla karşı
evrensel
nitelikte
bireyler
evren dizgesinin önemli sokarşıyayız: İnsan tek
yetifltirmeyi hedef edinmifl
nuçları ile tanışan insanlık,
tip değildir ve olamaz.
aynı zamanda zihinsel bir
Bu yönde insana yapıbir e¤itim anlay›fl› baflar›l›
inkılap da gerçekleştirmiştir.
lacak her hangi bir daolabilir.
Temel ilkesi “bütün maddeyatma ters tepecek ve
lerin özdeşliği” olan mekainsanın doğasına aykırı
nikçi felsefeye göre evren kuolacaktır. Bunu dikkate
rulu bir saat gibi olup, adından da anlaşıldığı
almayan siyaset, eğitim, iktisat ve sair sosyoloüzere evrendeki varlıklar bir makinenin parçajik unsurların psikolojik ve sosyolojik bir varlık
sı gibi birbirine bağlıdır. Durum böyle olunca
olan insan üzerinde beklenen etkiyi yapması
aralarında nedensel ilişkilerin olması da kaçıçok fazla mümkün gözükmemektedir.
nılmaz olur. Muayyen koşullarda ortaya çıkarıGeleneksel ve yerinde bir tanımlamayla
lan bir bilginin benzer koşullarda başka varlık
insan, bir alemu’s- sağir (mikrokosmos, küçük
alanlarında da aynen ortaya çıkarılacağı savıevren); harici varlık alanı ise alemu’l-kebir
na dayanan bu anlayış biçimi, XX. yüzyıla ka(makrokosmos, büyük evren)dir. Bu iki varlık
dar fizikte ve buna paralel olarak insanın algıarasında kurulan bu teolojik mahiyetteki bağ-
10
Temmuz - A¤ustos 2008
lama ve yaşam biçimini
derinden etkilemiştir. O
denli ki David Hume gibi
kimi empirist filozoflar bu
metodolojiyi insan doğasına uygulamak istemekle ruhsal varlık alanının
sırrını çözme teşebbüsünde bulunmuştur.
Ne var ki bu paradigma, XX. yüzyıla damgasını vuracak iki büyük
kuramla
sarsılacaktır.
Tam da bu yüzyılın başında, 1900 yılında, Max
Planck, enerjiyi, sürekli
bir akış olarak gören Klasik Enerji Kuramı yerine
Kuantum Kuramı'nı ortaya attı. Planck’ın deneysel temellere dayanan
önerisi, enerjinin kesik
kesik ya da paket paket
alınıp verildiği şeklindeydi. Bu kuramı, 1905 yılında Albert Einstein, fotoelektrik olayını açıklamakta kullandı ve İzafiyet
teorisine ilham kaynağı oldu.
Albert Einstein
hürü olarak insan idrakine de etkide bulunmuştur. Bu düzlemde insanoğlunun spesifik özelliği olan idrak etmenin de boyutlarının farkına
bir kez daha varılmış olduğunu söyleyehbiliriz.
Bu yeni fizik anlayışının meydana getirdiği zihinsel transfomasyon ise mekanizmin
tersine, neden ile sonuç arasında zorunlu bir
bağlantının olmayabileceği ve aynı nedenlerden aynı sonuçların tek tip olarak çıkarsanamayacağı şeklinde tecelli etmiştir. Buna göre
bir nedenin birçok etkisi olabileceği gibi, bir etkinin de bir çok nedeni olabilir. Fizik evrende
gerçekte Newton’un öne sürdüğü gibi salt bir
determinasyon olamayabilir. Bu kabulden hareketle oluşan Kuantum ve Rölativite paradigması, yukarıda bahsettiğimiz insan-evren ilişkisinin ve etkileşiminin veya benzerliğinin teza-
İnsanoğlunun, genel olarak evrende varsaydığı niteliklerin, kendisinin ve toplumun
bünyesinde de varsayma eğiliminde olduğuna
ve kendisini bu düzlemde tarif etmeye meyyal
bir yapı gösterdiğine yukarıda değindik. Örneğin evrene materyalist bir şekilde bakan göz,
insana da aynı bakışı yöneltmiş; evrene spiritüalist bir yaklaşım içinde olanlar, insanı da bu
mihverde değerlendirmiş; evrende bir determinasyonun varlığını kabul eden düşünürler de
11
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
ğildir. Fakat şurası kesindir ki insan, tek tip,
mekanik ve benzer zaman ve koşullarda aynı
davranışları gösterir şeklinde formüle edilebilecek bir tanımlamanın sınırlarını aşmaktadır.
Her insanın ayrı bir dünya olduğu gerçeğinden
hareketle farklılıkları dikkate alan ve mevcut
farklılıklardan hareketle bu mikro evreni doğru
yönlendirmeyi ve farklı ufuklara sahip evrensel
nitelikte bireyler yetiştirmeyi hedef edinmiş bir
eğitim anlayışı başarılı olabilir. İster konstrüktif,
ister inşacı/yapılandırmacı diyelim; ister liner
öğrenme modelinin terki diyelim; ister çoklu
zeka teorisi zemininde eğitim diyelim, insanın
doğasına, potansiyeline ve yetilerine daha uygun olan bir modelde eğitim ve öğretim perspektifi geliştirmek gerekir.
aynı durumu insan ve toplum hayatına da uygulama eğiliminde olmuşlardır. Bu bakımdan
politik, ekonomik ve hatta dinî ve ahlâki telakkiler, bu varlık algılamasından hareketle temellendirilmiş ve kimi toplumlarda bunların tezahürlerini tarih tecrübe etmiştir. Mekanik evren
düşünce modelinden Kuantuma geçişte de durum bu mahiyette gelişme göstermiştir. Yani
evrende yeni keşfedilen durum, insanın kendi
kendini yeniden tanımlaması ve tanıması ve
bu doğrultuda insani fiilleri doğrudan yahut dolaylı olarak etkileyen eğitim unsuruna tatbik
edilmesine ilham kaynağı olmuş gibi gözükmektedir.
Şimdilik insanoğlunun bütün spiritüel ve
zihinsel dünyası tamamen keşfedilebilmiş de-
12
Temmuz - A¤ustos 2008
ÖZEL Ö⁄RENME GÜÇLÜ⁄Ü
Hasan Can
zel öğrenme güçlüğü, zekâ bakımından normal veya normalin üstünde olmasına rağmen bireyin
düşüncelerini ifade etme, dinleme,
anlama, kavrama, kendinin veya
bir başkasının durumunu tanımlayarak betimleme, okuma - yazma, matematik beceriler,
akıl yürütme, bellek ve motor beceriler bakımından yaşıtlarına oranla düşük performans
sergilemesi biçiminde açığa çıkar.
Ayrıca, ABD Öğrenme Yetersizlikleri Derneğine (Learning Disabilities Association) göre
ise (1986); bir bireye öğrenme güçlüğü ya da
öğrenme yetersizliği tanısının konulabilmesi
için öncelikle “söz konusu yetersizliğin uzun
süreli olması ve bireyin hem okul hem de okul
dışındaki performansını olumsuz etkilemesi”
gerekir. 3
Ö
Öğrenme güçlüğü; herhangi bir yeteneksizliğe veya başlı başına nörolojik bir aksaklığa
dayanmadığından, bu bozukluğun nörolojik
belirtileri de bulunmamaktadır. Daha çok davranışlarla ortaya çıkan bir bozukluk olduğundan bazı uzmanlarca “psiko-nörolojik öğrenme
zorluğu” biçiminde isimlendirmişlerdir.4
Özel öğrenme güçlüğünün son yıllarda
en çok kabul gören tanımını; ABD Öğrenme
Yetersizlikleri Ulusal Ortak Komitesi (NJCLD 1)
yapmıştır (1988). Bu tanıma göre; öğrenme
bozukluğu terimi; birçok sorunu tümden içerdiğinden, genel bir terim olup dinleme, konuşma,
okuma, yazma, akıl yürütme ile matematiksel
yeteneklerin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren heterojen bir bozukluk grubudur. Bunun, bireyde doğuştan var olan bir bozukluk olarak merkezi sinir sisteminin işlevlerindeki bir aksaklıktan yani beynin görevini tam olarak yapmamasından
(brain dysfunction) kaynaklandığı tahmin edilmektedir. 2
Millî Eğitim Bakanlığının ilgili mevzuatında ise “özel öğrenme güçlüğü” şu şekilde tanımlanır: 5
“Yazılı ya da sözlü dili anlamak ya da kullanabilmek için gerekli olan bilgi alma süreçlerinin birinde ya da birkaçında ortaya çıkan ve
dinleme, konuşma, okuma, yazma, heceleme,
dikkat yoğunlaştırma ya da matematiksel işlemleri yapma güçlüğü nedeniyle, bireyin eği-
13
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
tim performansının ve sosyal uyumunun olumsuz yönde etkilenmesi durumudur.”
ve Warner (1941) ise, Okuma Güçlüğü için
“Minimal Beyin Disfonksiyonu” terimini kullanmış ve bu bireylerin yeterli entelektüel düzeye
sahip olmalarına rağmen, “okuma güçlüğü” nedeniyle okulda başarılı olamadıklarına işaret
etmişlerdir. Ancak, bugünkü tanıma en yakın
şekliyle ilk kez Kirk (1942) “Öğrenme Güçlüğü” (Learning Disability) terimini kullanmıştır.
Kirk’a göre öğrenme bozukluğu; “dili kazanma,
konuşma, okuma-yazma ve aritmetik becerilerin bir ya da birden çoğunun gelişiminde gecikme, bozukluk ya da geriliktir.” Bateman (1965)
ise, Özgül Öğrenme Güçlüğü sorununu yaşayan çocukları; “öğrenme sürecindeki temel bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan ve zihinsel
potansiyelinden beklenen başarı ile o andaki
okul başarısı arasında anlamlı farklılık bulunan
çocuklar” olarak tanımlamış ve bunlar için merkezi sinir sisteminin fonksiyon bozukluğu üzerinde durmuştur.”10
Özel ya da özgül öğrenme güçlüğü; özel
eğitim6 alanının kapsamı içinde ele alınıp değerlendirilen bir kavram olduğundan, öğrenme
güçlüklü bireyler özel eğitime muhtaç bireyler
olarak isimlendirilir. Öğrenme güçlüğü kavramı; bilginin kazanılması ve işlenmesinde ortaya çıkan bir sorun olarak değerlendirildiğinden,
Amerikan Psikiyatri Derneği'nin DSM7 III-R ölçütüne göre “Akademik Beceri Bozukluğu” olarak isimlendirilmiştir. DSM-IV' de ise, bu kavram (öğrenme güçlüğü) üç başlık altında ele
alınmıştır:
1. Özgül öğrenme güçlüğü (okuma, yazma ve matematiksel öğrenme güçlüğü),
2. İletişim bozukluğu/güçlüğü (dil bozukluğu, vb.),
3. Motor beceri bozukluğu/güçlüğü (koordinasyon bozukluğu, vb.).
Öğrenme Nasıl Gerçekleşir?
Bireyde sağlıklı bir öğrenmenin gerçekleşebilmesi için onun görme, beyin, hafıza ve
yorumlama fonksiyonlarının tümünün düzenli
olarak çalışması gerekir. Bunlardan birinin aksaması diğerlerinin de çalışmasını aksatır. Örneğin; bakılan bir nesnenin algılanması nasıl
ki, tek başına göz sayesinde gerçekleşmiyorsa, beyin de hafızanın yardımı olmadan gördüğü nesneleri yalnız başına algılayıp yorumlayamaz. Çünkü hafıza beynin en önemli fonksiyonudur.11
Öğrenme Güçlüğünün Kavram Olarak
Ortaya Çıkışı (Tarihçe)
Öğrenme güçlüğü en sık rastlanan türü
olan Okuma Güçlüğü (Disleksi) ile ilgili ilk bulgular İngiliz Dr. W. Pringle Morgan tarafından
dile getirilmiş ve bu bulgular 1896 yılında British Medical Journal’da yayınlanmıştır. Morgan, bu makalesinde; 14 yaşında olan Percy
adındaki erkek çocuğunun genel durumunu
analiz etmektedir. Morgan’a göre Percy, her
zaman akıllı/zeki bir tutum sergilemekte ve
oyunlarda bile yaşıtlarına oranla daha hızlı
performans göstermektedir. Ancak çocuğunun
arkadaşlarından geri kalan tek yönünün okuma ile ilgili olduğunu, dolayısıyla Percy’inin
okuyamadığını belirtmektedir.8
Öğrenme için gerekli olan bazı çevresel
ve toplumsal koşulların yanı sıra, bireyde var
olması gereken koşullar da iki kategoride ele
alınıp incelenir. Bunlardan birincisi “Psikodinamik” faktörler, ikincisi ise “Sinir sistemi” faktörüdür. Günümüzde artık psikolojik faktörler ile
sinir sisteminin problemsiz çalışmasının öğretim üzerinde önemli etkilerinin bulunduğu hususu, hemen hemen herkesçe kabul edilmektedir. Örneğin; görme, işitme ve zihinsel ba-
Hinsselwood (1917), okuma güçlüğünü
“doğuştan kelime körlüğü” olarak tanımlamış
ve bunun hem konjenital bir sorun hem de genetik geçişli olduğunu ileri sürmüştür.9 Strauss
14
Temmuz - A¤ustos 2008
güçlüklü öğrencilerin görme, işitme veya zihinsel engel gruplarından farklı olarak öğrenmede
zorluk yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Uzmanlar bu güçlüğü, beynin fonksiyonlarındaki herhangi bir bozukluktan dolayı görevini yapmamasına (brain dysfunction) bağlamaktadırlar.13
kımdan herhangi bir engeli bulunmamasına
rağmen işitmeyen, konuşamayan, özdeşim ve
iletişim kuramayan (şizofrenik, otistik, vb.) dolayısıyla öğrenemeyen birçok bireyle her zaman karşılaşılabilmektedir. Haliyle, öğrenme
sürecinin normal gelişimini sürdürebilmesi için
psikolojik faktörlerin hesaba katılması yani bireyin psiko-dinamik bakımdan da sağlıklı olması gerekir. Nitekim Piaget’ın bireyin bilişsel
gelişim dönemlerini ele alan çalışmasında; öğrenmede “özdeşim”in önemini ortaya çıkarması (çocuğun en çok ilgi duyduğu kişiyle kendisini özdeşleştirmesi) ve bir bakıma
“özdeşim olmadan taklit
ve uyumun da olamayacağı” yaklaşımına
bilimsel kimlik kazandırmış olması,
öğrenme
süreci
alanında kat edilmiş önemli bir mesafe olarak kabul
edilir.12
Öğrenme Güçlüğünün Belirtileri
Normal veya ortalama zeka düzeyine sahip bazı öğrenciler/bireyler,
Normal öğrenmenin oluşabilmesi için bireyde var olması gereken ikinci ön
koşul; onun, sağlıklı bir sinir sistemine sahip olmasıdır. Günümüzde duyuların
öğrenme üzerindeki etkisi bilindiği için, duyu
yoğunluğu veya duyu yoksunluğu gibi yetersizlikler insan psikolojisini ve öğrenmeyi de olumsuz etkilemektedir. Herhangi bir nedenle sinir
sistemi iyi çalışmayan çocuklar psikolojik bakımdan kendilerini çok ağır bir yük altında hissederler. Çünkü beyin sağlıklı çalışmamasına
rağmen duyular beyne altından kalkamayacağı kadar haber ve bilgi taşır. Bu durum, öğrenmenin sağlıklı oluşumunu engeller. Yani beyin
görevini tam olarak yapamayınca, ortaya psikolojik ve eğitsel sorunların çıkması kaçınılmazdır. Özellikle duyusal veya devimsel hiçbir
problemleri olmamasına rağmen öğrenme
15
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
okul performansı bakımından zaman zaman
çeşitli sorunlar ile karşılaşabilirler. Bu durumun
özgül/özel öğrenme yetersizlikleriyle bağlantılı
olduğu ifade edilmekte ve genellikle bu durumdaki öğrencilere “öğrenme yetersizliği” tanısı
konulmaktadır. Ayrıca başka yetersizlik türlerinden etkilenen bireyler de (tıpkı davranış sorunları yaşayan öğrencilerin dikkatle ilgili çeşitli sorunlar yaşamaları gibi) çoğu kez değişik
öğrenme yetenekleri ve stratejileriyle ilgili çeşitli güçlükler yaşayabilmektedirler.14
olumsuz etkileyen ve sinir sistemiyle büyük ölçüde alâkalı olduğu bilinen kronik bir bozukluktur.
Özel öğrenme güçlüğünün bazı temel
özellikleri şu şekilde sıralanabilir:15
Öğrenme güçlüğü; toplumda ortalama
olarak % 2–10 arasında görülmekte olup, okul
çağındaki çocuklarda bu oran % 4 civarındadır.16 Öğrenme güçlüklü öğrencilerin en belirgin
özellikleri okul ortamındaki ders başarısızlıkla-
• Özel öğrenme yetersizlikleri, ayrı bir sınırlılık durumu olarak varlık gösterir ve belirtileri kişiden kişiye değişiklik gösterebilir,
• Bu yetersizlik dikkate alınmadığında;
bireyin özsaygı, eğitim, meslek, sosyalleşme
ve günlük hayattaki diğer etkinliklerini ömür
boyu olarak olumsuz etkileyebilir.
• Özel öğrenme güçlüğü; bireyin sözel ve
sözel olmayan yeteneklerinin gelişimi, sergilenmesi vb. süreçlerinden bir ya da bir kaçını
16
Temmuz - A¤ustos 2008
çocuk okula başladığı zaman kendisinden
beklenen akademik performansı gösteremediği durumda fark edilmektedir.20 Bu bozukluk,
cinslere göre farklı bir dağılım göstermekte ve
erkek çocuklarda kızlara oranla 3–4 kat daha
fazla görülmektedir.
rıdır. Ancak öğrenme güçlüklü olmamalarına
rağmen ders başarısızlığı olan başka öğrencilere de sıklıkla rastlanabilmektedir. Bu öğrencilerin zaman zaman yanlış eğitsel tanılamalar
sonucu öğrenme güçlüklü öğrenciler kategorisine dâhil edildikleri de bilinmektedir. Bu nedenle, öğrenme güçlüğü olan öğrencilerin ayırıcı özelliklerinin iyi bilinmesi gerekir.17
Okul öncesi ya da örgün eğitim döneminde bu çocukların “kişisel bakım becerileri”, “iletişim ve yaşam becerileri”, “sosyalleşme” ve
“uyum becerileri” yönünden çeşitli yetersizliklerle karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir. Bundan ötürü bu çocuklar; okul hayatlarında öğretmenlerinin, okul yöneticilerinin ve arkadaşlarının kendilerine olan ilgisizliklerinden yakınmakta; bazen de “Zihinsel Engelli” (Mental Retardasyon) muamelesi görmekten (böyle isimlendirilmekten) şikâyetçi olmaktadırlar.
“Öğrenme Bozukluğu” terimi, genel ve
kapsamlı bir terim olup akademik ve kavramsal sorunlar, okuma güçlüğü, yazma güçlüğü
ve matematiksel öğrenme güçlüğünün yanı sıra, bireyin; “kendini idare etme”, genel koordinasyon, kendine güven, “sosyal algılama”,
“sosyal etkileşim” vb. bir çok yönden sorunlar
yaşamasına sebep olabilmektedir.18
Yukarıda belirtilen hususların dışında,
öğrenme güçlüğü gösteren bireylerde “dikkat
sorunları, koordinasyon problemleri, görsel ve
işitsel algı sorunları, konuşma, organizasyon,
oryantasyon sorunları ve sosyal-duygusal davranış sorunları” gibi bir çok farklı sorun alanıyla sıkça karşılaşılmaktadır.
Öğrenme güçlüğüne bağlı olarak ortaya
çıkan temel belirtilerin bir kısmını kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:
• Okumayı öğrenmede gecikme, yavaş
ve yanlış okuma, okuduğunu anlayamama,
• Okurken harf veya hecelerin sırasını
karıştırma ve satır atlama,
Hammill, 1982–1989 tarihleri arasında
özel öğrenme güçlüğü ile ilgili 28 temel eseri
incelemiş ve bu bozukluğa bağlı olarak açığa
çıkan ortak noktaları aşağıdaki şekilde sıralamıştır:19
• Yazı yazmada problem yaşama (yazı
yazmayı geç öğrenme, birbirine benzerliği olan
rakam, sembol ve harfleri karıştırma, vb.)
• Yaşıtlarına oranla konuşma gecikmesi
(yaşıtlarından en az 1-3 yıl geç konuşma),
• Başarısızlık,
• Sinir sistemi fonksiyon bozuklukları,
• Sözlü ve yazılı ifadede çeşitli güçlükler
yaşama,
• Psikolojik süreçler,
• Yaş (her yaşta görülebilir),
• Zaman ve yön belirten kavramları algılamada veya bunları doğru olarak belirtmede
çeşitli güçlükler yaşama (örneğin; sağ, sol, gibi yön belirten kavramlar ile gün, ay, yıl, dün,
bugün ve yarın gibi zaman kavramlarını karıştırma, bunları farkına varmadan birbirinin yerine kullanma),
• Konuşma dili sorunları,
• Akademik sorunlar,
• Kavramsal sorunlar,
• Çok boyutlu özür,
• Diğer sorunlar.
• Dikkat ve bir konuya odaklanamama
sorunları,
Öğrenme bozukluğu sorunu genellikle
17
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
leceği gibi, öğrenme güçlüğünün ortaya çıkmasının birden çok nedene bağlı olduğu tahmin edilir. Bu nedenleri kısaca dört başlık altında toplamak mümkündür:
• Matematik öğrenmede güçlükler yaşama,
• Sosyal algılama, kişisel bakım becerileri, sosyal uyum ve sosyal etkileşimde güçlükler yaşama, vb.
1- Doğum Öncesi Etkenler: Hamilelik döneminde annenin yetersiz beslenmesi ve o dönemde geçirilen enfeksiyonlar, ilaç kullanımı,
vb.
ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNÜN ORTAYA
ÇIKIŞ NEDENLERİ
Öğrenme Güçlüğünün ortaya çıkmasıyla
ilgili değişik görüşler bulunmaktadır. Beynin
hatalı işleyişi (beynin sol yarım küresindeki bazı anormallikler ve beyin ön lobundaki konuşma merkezlerindeki sorunlar, vb.), bireyde çeşitli fizyolojik ya da biyo-kimyasal bozukluklar
ve kan uyuşmazlığı gibi nedenler bu görüşlerden bazılarıdır. En yaygın görüş; bu çocukların
beyinlerinde bazı farklı bulguların göze çarpması ve öğrenme süreçlerinin bir ya da birkaçında buna bağlı olarak bazı değişik sapmaların olması durumudur. Bunda, genetik ve kalıtsal faktörlerin de etkili olduğu bilinmektedir.
2- Doğum Anındaki Etkenler: Uzun ve
zor doğum, plasenta ve göbek kordonu bozuklukları, doğum travmaları, bebeğin doğum
anında uzun süre nefessiz kalması, uzun süreli sarılık, menenjit, kan uyuşmazlığı, vb.),
3- Doğum Sonrasındaki Etkenler: Erken
çocukluk döneminde geçirdiği ateşli hastalıklar, merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğu, çeşitli darbelerle oluşabilen kafa travmaları, vb.
4- Genetik/Kalıtsal Etkenler: Aynı aile veya yakın akrabalardan öğrenme bozukluğu
olan başka bireylerin olması.
Günümüzde, öğrenme güçlüğünün bireyin yapısıyla ilgili olduğu ve merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğuna bağlı olduğu artık
kabul edilen bir durumdur. Ancak, öğrenme
güçlüğü belirtisi taşıyan çocukların tümü performans ve davranış yönünden aynı olmadıkları gibi, bu çocuklarda genel olarak zekâ geriliği de bulunmamaktadır.
Okul Başarısızlığı ve Çevresel
Etkenlerin Öğrenme Güçlüğü
Üzerindeki Etkisi
Öğrenmenin arzulanan düzeyde gerçekleşebilmesi için hem çocuklarda bazı ön şartların (hazır bulunuşluk, merak, ilgi, psikolojik yapı, sinir sistemi, vb.) bulunması hem de toplumsal çevrenin bu şartların oluşumu için gerekli imkânları sağlaması gerekir. Bu bakımdan, öğrenme güçlüğü gibi sorunların oluş sebepleri araştırıldığında; yalnızca bireyin değil,
çevrenin ve toplumsal yetersizliklerin de dikkate alınıp değerlendirilmesi gerekir. Zira imkân
yoksunu bir çevrede yaşayan bireylerin kendilerinde varolan potansiyel yeteneklerinin gelişiminin büyük ölçüde sekteye uğradığı bilinmektedir.21
Özel öğrenme güçlüğü gelişimsel bir sorundur ve daha çok beyindeki yapısal/işlevsel
farklılıklara bağlıdır. Bu sorunu taşıyan çocukların her birinin sorunları ve tedavileri kendilerine özgüdür. Dolayısıyla bu çocuklar mizaç,
ahlaki davranış, ilgi ve yönelimler, yetenek vb.
bir çok yönden birbirlerinden farklı oldukları gibi hem öğrenme güçlüğü tedavisine cevap vermede hem de öğrenme durumu bakımından
(hazır bulunuşluk, kapasite, özel ilgi, yetenek,
vb.) birbirlerinden farklı özellikler taşırlar.
Her ne kadar çevreden kaynaklanan
yanlış tutumlar öğrencilerin öğrenme güçlüğü
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabi-
18
Temmuz - A¤ustos 2008
vb. diğer sıkıntılarını pekiştirmekte ise de, öğrenme güçlüğü ile okul başarısızlığı aynı şey
değildir. Çevresel etkenler arasında aile, okul
ve çevre üçlüsünün tutumları, çocuğun devam
etmekte olduğu okulun genel durumu, öğretmeninin ve sınıfının özellikleri, verilen eğitimin
niteliksel değeri, vb. durumlar sayılabilir. Tüm
bunların öğrenme güçlüğünden bağımsız olarak çocuğun okul başarısını olumsuz etkileyen
faktörler olduğu bilinmektedir.
pit edilmiş olmasının yanı sıra; psikolojik, pedagojik ve nörolojik test ve incelemelerin hepsinin veya bir kısmının, beynin çalışmasındaki
fonksiyonel bir bozukluktan ötürü çocukta öğrenme güçlüğü bulunduğunu desteklemesi gerekir.25 Aksi takdirde ders başarısızlığı olan her
öğrenciye “öğrenme güçlüğü” teşhisi konulamaz.
ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNÜN
ALT TİPLERİ
Okul-aile ve çevreden yansıyan olumsuz
tutumlar öğrenme güçlüğünün açığa çıkmasında başlı başına bir etken değildir. Ancak tüm
bu olumsuzluklar, öğrencinin ders başarısını
olumsuz etkilediğinden, öğrencinin kendine
güven duymamasını, okula ve derslerine karşı
ilgisiz kalmasını tetiklemektedir. Dolayısıyla,
derslerinde başarısız olan öğrenciler de zaman zaman -öğretmenlerin yanlış değerlendirmeleri sonucunda- öğrenme güçlüklü öğrencilerle aynı kategoriye dâhil edilebilmektedirler.
Tüm bu tutumların aşılması için okul-öğretmen-aile işbirliğinin canlı tutulması, öğrenci tanılamalarının mutlaka uzmanlarca yapılarak
özel eğitim gereksinimli öğrenciler ile yalnızca
ders başarısızlıkları olan öğrencilerin birbirinden ayırt edilmesi gerekir.
Öğrenme hayat boyu süren, yalnızca çeşitli bilgi, beceri veya bir alanda akademik yoğunlaşmayı değil, hem toplumun bir ferdi hem
de bağımsız bir kişilik olarak bireyin duygusal
gelişim, toplumsal etkileşim ve kişilik gelişimini
de ihtiva eden geniş perspektifli bir süreçtir. Bu
süreçte ortaya çıkan olumlu veya olumsuz gelişmeler bireyin tüm yaşantısını etkileyebilmektedir. Dolayısıyla, zekâ bakımından akranlarından geri olmamasına rağmen öğrenme güçlüğü olan bir bireyin, yegane problemi okul başarısızlığı değil, aksine tüm hayatının alt üst olması ya da güvende olmamasıdır.
“Özel öğrenme güçlüğü” aşağıda sıralanan başlıca alt gruplardan oluşmaktadır:
1. Okuma Güçlüğü (Dyslexia),
ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNÜN TESPİTİ
2. Yazma Güçlüğü (Disgraphia),
Öğrenme yetersizliğinin derecesi öğrenme oranı22 ile belirtilir. Bu orana sağlıklı olarak
ulaşabilmek için kullanılan testlerin öncelikle
çocuğun kavrama, belirtme ve bütünleştirme
(anlamları kavrayıp kavramadığı) oluşumlarının düzeyi ile onun bellek durumunu, sözel ve
yapay öğrenmedeki başarısını eksiksiz ölçebilen testler olmasına dikkat edilmelidir.23
3. Matematiksel Bozukluk/Aritmetik Disorder (Dyscalculia),
4. Anlama/Kavrama Güçlüğü (Agnosia),
5. Anlatma ya da Konuşma Güçlüğü (Apraxia).
1- Okuma Güçlüğü
Okuma Güçlüğü ya da uluslararasında
bilinen adıyla Disleksi kavramı 19.Yüzyıldan
beri bilinen bir kavramdır ve kızlara oranla erkeklerde daha sık görülür. Nedenleri hakkında
değişik görüşler bulunmakla birlikte, olası nedenler arasında genetik ve kalıtsal etmenler ile
Bir öğrencide öğrenme güçlüğünün tespit edilebilmesi için öncelikle bireyin akademik
ve dil becerileri alanlarında sergilemesi gereken gelişmeler ile ölçülen performansı arasındaki farkın çok büyük ve anlamlı olması gerekir.24 Yani öğrencinin öğrenme oranının iyi tes-
19
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
özelliklerini şu şekilde belirlemiştir:29
beyindeki yapısal ve işlevsel bir bozukluğun
(brain dysfunction) varlığı sayılmaktadır.26
• Yanlış okuma yaparlar. (Örneğin; “b ve
d”, “p ve q” harfleri ile “6 ve 9” gibi sayıları ters
algılama; kelimelerdeki harfleri ya da sayıları
karışık algılama, “ne”yi “en”; “3”ü “E”; ve “13”ü
“31” olarak algılamak, vb.)
Okuma güçlüğü, çoğunlukla bir değil birden çok aksaklıktan kaynaklanır ve derecesi
de çocuktan çocuğa değişir. Bu güçlük, son
30–40 yıldan beri öğretmen, pedagog, psikolog ve nörologların daha çok dikkatini çekmiştir. Yakın zamana kadar bu konunun üzerinde
yoğun olarak çalışanların başında İskandinavyalı Hallgren ve Hermann, Güney Amerika’lı
Qiuros, ABD’li Bender, Orton ve Myklebust gelmektedir.27
• Okurken kelime atlarlar,
• Hecelerin seslerini karıştırır, sessiz
harflerin yerini değiştirir ve sıklıkla yazım hatası yaparlar (Örneğin; “41”i “14” olarak ya da
“p”yi “d”; “d”yi “b” olarak yazmak gibi.)
• Yazı yazmada zorluk çekerler,
Okuma-yazma bozukluğu belirtisi gösteren çocukların takvim yaşları, zeka düzeyleri
ve aldıkları eğitim göz önüne alındığında; bu
çocukların genel olarak yaşıtlarını bir miktar
(1–2 yıl) geriden takip ettikleri bilinmektedir.
Yani akademik bilgiyi öğrenme ve dil becerileri
alanlarında olması beklenen gelişmeler ile sergiledikleri performansları arasındaki fark
önemli düzeyde belirgindir. Ancak bu bireylerin
zekâ problemi kesin olarak bulunmamaktadır.28
• Ellerini seri olarak kullanamazlar ve el
yazıları okunaksızdır.
• Konuşmaları gecikmiştir veya yetersiz
konuşurlar.
• Konuşurken anlama en uygun kelimeyi
seçmede zorluk çekerler.
• Yön ve zaman (gün, ay, mevsim) belirten kavramları doğru ifade etmede sorunlar
yaşarlar. (Örneğin; “yukarı” diyeceklerine “aşağı”demekte ve “önce”, “sonra”, “dün”, “yarın”
gibi kavramları birbirlerinin yerine yanlış kullanmaktadırlar [“dün geldim” diyeceğine “yarın
geldim” demesi gibi.).
Okuma güçlüğü ile karşı karşıya olan bireylerin hem okuma hızları düşüktür hem de
okudukları metinleri genellikle ayna görüntülerinde olduğu gibi yanlış okurlar (örneğin; “çini”yi “için” olarak veya “21”i “12” olarak okuyup
yazmak gibi). Bazı sesleri/harfleri okumada/hecelemede ve öğrenmede güçlük çekerler. Sıklıkla yanlış sözcük kullanır ve okumayazma esnasında bazı sözcük veya heceleri
atlarlar. Yazılı kelimeleri öğrenmede zorlanmaları gibi bunları hatırlamada da zorluk çekerler.
Bundan ötürü bu bireylerin yaşam etkinlikleri
büyük ölçüde olumsuz etkilenmekte ve toplum
içinde sosyal aktivite sergileyememektedirler.
Özel öğrenme güçlüğüne başka psikiyatrik durumlar da eşlik edebilir. Özellikle Dikkat
Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB),
depresyon ve diğer davranım bozuklukları ile
birlikte seyretme ihtimali hesaba katılmalıdır.
Öğrenme güçlüğü ile yukarıda sıralanan diğer
bozuklukların ayırıcı tanısı ise; uygulanan çeşitli standart testler ve tıbbi tanılama yöntemidir.
1- Okuma Güçlüklü Öğrencilerin Özellikleri
Okumayı öğrenemeyen çocuklar yazmayı da bilmemektedirler. Bu çocuklar ancak herhangi bir metne bakarak yazabilirler.30 Hatta
çoğu kez ödevlerini yazı tahtasından almakta
bile güçlük çekerler. Sınıf ortamında yeterince
1920’li yıllarda Okuma Güçlüğü/Disleksi
üzerinde çalışan ilk nörologlardan olan Samuel T. Orton, Disleksili bireylerin sık karşılaşılan
20
Temmuz - A¤ustos 2008
fıtri ve doğal, okuma ise bir buluş olduğundan
öncelikle bunun bilinç düzeyinde öğrenilmesi
gerekir. Nitekim okumada birey görsel ve simgesel yazıyı önce dil ile ilgili kavramlara çevirdikten sonra harfleri seslere dönüştürür. Ancak
bunu yaparken, belirtilen seslerin yazıda dizilişini de mutlaka anlayıp kavramalı ki, sesleri
farklı sıralamasın ve heceleri karıştırmasın.
Dolayısıyla, seslerin yazıda dizilişi doğru anlaşılmadığında; bu olumsuzluk, yazılı metinlerin
anlaşılmasını da engeller.32
öğrenemezler. Bazı ders araç ve gereçleri ile
özel eşyalarını kaybederler. Kitaplarının yerini
unuturlar. İçinde bulundukları yılı, günü ve
mevsimi çoğu zaman ayırt edemezler. Kahvaltıya “öğle yemeği” diyebilirler veya “dün”, “bugün” ve “yarın” gibi belirli zaman kavramlarını
karıştırabilirler. Gördüklerini hatırlayamadıkları
gibi bunları zihinlerinde de canlandıramazlar.
Matematik dersinde bazen toplama ve çarpma
işlemlerini yaparlar ancak sayısal kavramlar,
semboller, çarpım tablosunu kavrama, çıkarma ve bölme işlemlerinde güçlük çektikleri bilinmektedir. Kimi zaman da matematiksel işlemleri yalnızca zihinden yapabilirler, ama bunları defterlerine veya yazı tahtasına normal sürede ve okunaklı yazamazlar.31
Öğrenme güçlüğü sorununu birebir yaşayan okumayı bilmediklerinden yazı yazmayı
da bilmemektedirler. Bunlar, ancak herhangi
bir metne bakarak yazabilirler.33 Dolayısıyla,
yazma becerileri; “yaş”, “zekâ düzeyleri” ve “aldıkları eğitime” oranla beklenenin epey altındadır. Bu çocuklar oldukça ağır yazı yazarlar
2- Yazma Güçlüğü
Liberman’a göre her birey için konuşma
21
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
lar, bazen bunları eksik ya da fazla yazarlar.
(Örneğin; 548 sayısını 50040, 364 sayısını
300604 şeklinde yazabilirler). İşlemleri yanlış
yapar ve toplama, çıkarma gibi işlemleri soldan başlayarak sonuçlandırmaya çalışırlar.
ve el yazıları yaşıtlarına oranla okunaksızdır.
Bu nedenle çoğu zaman öğretmenin yazı tahtasına yazdığı ödev, ders notu ve yönergeleri
çabucak yazamazlar. Bazı harf, sembol ve sayıları ayna görüntüsünde olduğu gibi yanlış ya
da ters yazarlar (örneğin; “b” yerine “d”, “d” yerine “p”, “u” yerine “n”, “a” yerine “e”, “6” yerine
“9”, “ev” yerine “ve” yazma gibi.). Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi sürekli bazı harf ve
heceleri atlarlar, ters yazarlar ve sıklıkla imla
hataları yaparlar.
4- Anlama Güçlüğü/Agnosia
Öğrenme güçlüğü çeken çocukların bir
kısmının yaşıtlarına oranla anlama ve kavramada da bazı sorunlar yaşadıkları bilinmektedir. Anlama güçlüğü; bilgiyi ifade etme ya da
bildirmede değil, bilgi edinmede yaşanan güçlüktür. Bu durumdaki birey, duyuları aracılığıyla (görme, işitme, dokunma) bilgiyi alır ancak
ne olduğunu anlayamaz.
3- Matematiksel Bozukluk/Aritmetik
Disorder
Özel Öğrenme Bozukluğu gösteren çocukların büyük bir bölümü matematik öğrenirken zorlanır. Ancak bazı çocukların sadece
matematik alanında zorlukları vardır. Bu zorluklar “Aritmetik Disorder”, “Dyscalculia”, “Matematiksel bozukluk” veya “Matematik öğrenme bozukluğu” şeklinde adlandırılır. Bu bozukluğa sahip olan çocukların matematik öğrenmede ve kullanmada yetersizlikleri vardır. Bunlar; özellikle kavrama, dikkat, hafıza, mantıksal
ilişki kurma, gruplama, sıralama (önce/sonra),
bilgi kaydetme, kaydedilen bilgilerden uygun
olanı ayırdetme, vb. gibi yetenekleri sergilemede sıklıkla problem yaşarlar.
5-Anlatma ya da Konuşma Güçlüğü
Nesneleri veya kullanışlarını tanımamak,
sesleri, harfleri ve sözcükleri telaffuz etmek
için dudak ve dilini gerektiği gibi kımıldatamamak.
ÖĞRENME GÜÇLÜKLÜ BİREYLERİN
SINIFLANMASI
Uzmanlar özgül öğrenme güçlüğünde
ses ve konuşma bozukluklarıyla ilgili değişik
görüş ve yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Buna göre disleksili bireylerin aşağıda sıralanan 3
grupta incelenmesi gerektiği sıklıkla ifade edilir:34
Özel öğrenme güçlüğü gösteren çocukların büyük bir bölümü normal veya normal üstü bir zekaya sahip olmalarına rağmen matematik öğrenmede güçlük çekerler. Çünkü Bu
çocukların matematik öğrenme ve kullanmada
yetersizlikleri bulunmaktadır. Matematik bozukluğunda; bireyin takvim yaşı, zekâ düzeyi
ve aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda, matematik becerisi beklenenin epey altındadır. Özellikle çarpım tablosunu kavramada,
çıkarma ve bölme işlemlerinde, problem çözerken bağlantıları kurmada ve diğer bazı işlemleri yapmakta zorlanırlar. Sayıları eksik, bozuk
ve çoğu kez yer değiştirerek yazarlar. Çok basamaklı sayıları okuma ve yazmada zorlanır-
1. Disfonetik Disleksi: İşitsel kavrama ve
ayırt etme becerileri zayıf, sözcüklerin fonetik
ayrımını yapamayan (fonetik bozukluğu olan)
kısaca dil ve sözlü ifade alanında güçlük çeken
çocukların yer aldığı grup
2. Disidetik Disleksi: Zihinde canlandırma yetenekleri bozuk veya yetersiz olduğu için
harflerin, sembollerin görsel-mekânsal analizini ve ayrımlaştırmayı yapamayan, bu nedenle
harf, sembol veya rakamların sırasını karıştıran, ters çeviren veya gün, ay gibi zaman belirten kavramları sırayla ifade etmede zorlanan
grup.
22
Temmuz - A¤ustos 2008
3. Karma Grup: Yukarıda belirtilen her iki
grubun da tipik özelliklerini ortaklaşa olarak
yansıtan grup.
man zaman yakın toplumsal çevreleri ve öğretmenleri tarafından “işe yaramaz, tembel, zihinsel engelli” vb. isimlendirmelerle kabahatli/suçlu pozisyonuna düşmektedirler. Oysa öğrenme
güçlüklü öğrencilerin her derce ve düzeydeki
eğitim ve öğretim programlarının öncelikle onların ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanması
gerekir.
Bireylerin Öğrenme Güçlüğünden Etkilenme Durumları
Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, öğrenme güçlüğünün zekâ geriliği veya diğer engel alanlarıyla hiç bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Bu problemin ana kaynağında doğum öncesi
dönem etkileri (annenin kötü beslenmesi, yan
etkileri fazla olan ilaçlar kullanması, alkol ve
madde bağımlılığı, zor ve ağır şartlarda çalışma, vs), zor doğum (vakumla doğum, vs.), doğum sonrası erken bebeklik döneminde geçirilen ağır ateşli hastalıklar, travmalar, vb. etkenlerin yattığı bilinmektedir. Buna rağmen öğrenme güçlüğü, bireylerin toplum içinde farklı ve
başarısız algılanmalarına sebep olmakta; eğitim, sağlık ve mesleki hayatları bundan olumsuz etkilenmektedir. Buna bağlı olarak bu bireylerin toplumun diğer fertleriyle sosyal ilişkileri bozulmakta ve kendine güvenleri azalmaktadır.
Öğrenme güçlüklü öğrencilerin öğretiminde aşağıda belirtilen alanlar üzerinde yoğunlaşılır:35
1-Yetenek Öğretimi: Yetenek öğretiminde, ağırlıklı olarak akademik öğrenme sürecine
hazırlık niteliğindeki giriş davranışlarının öğretimi hedeflenir. Kısaca bu aşamadaki öğretim;
öğrencinin düşünsel, işitsel, görsel algı, iletişim
(dil), öğretileni bellekte tutma, vb. bilişsel ve
psikolojik süreçlerde odaklanır.
2- Beceri Öğretimi: Beceri öğretiminde,
bireyin okuma, yazma, matematik, dil ve konuşma gibi çeşitli akademik alanlarda güçlük
gösterdiği beceriler üzerinde yoğunlaşılır.
3- Öğrenme Stratejileri Öğretimi: Öğrenme güçlüklü öğrencinin özel durumuna göre
çeşitli öğrenme ve öğretme stratejilerinin belirlenerek öğretim yapılması.
ÖĞRENME GÜÇLÜKLÜ
ÖĞRENCİLERİN EĞİTİMİ VE BAŞLICA
YOĞUNLAŞMA ALANLARI
Demokrasilerde en temel haklardan biri;
her bireyin kendi yetenekleri doğrultusunda
eğitim görmesidir. Ülkemizde bu hak anayasa
ve yasalar yoluyla teminat altına alınmıştır. Ancak Türkiye’de özel eğitime muhtaç bireylerin
bu haklarından yeterince yararlandıkları söylenemez. İşitme, görme, zihinsel ve kısmen ortopedik engelliler dışındaki diğer engel grupları
(Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, öğrenme güçlüğü, dil ve konuşma güçlüğü, sosyal ve duygusal uyum güçlüğü, vb.) için açılmış herhangi bir eğitim veya öğretim kurumu
bulunmamaktadır. Çünkü bu durumdaki öğrenciler halen normal okullarda uygulanan müfredatlara tabidirler. Özel durumları tanımlanamadığından (eğitsel tanılama-tıbbi tanılama) za-
Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların
öğrenme süreçleri birbirinden farklıdır. Bu tür
sorunlarla karşı karşıya olan öğrencilerin, öncelikle ebeveynlerinin bilgisi ve talepleri doğrultusunda tıbbi ve eğitsel bakımdan uzmanlarca (psikolog, psikiyatri uzmanı, rehber öğretmen, özel eğitim uzmanı, vs.) tanılanması;
ayrıca bunların özel durumlarının detaylı olarak betimlenerek ayrı ayrı raporlaştırılması gerekir.
Öğrenme güçlüklü öğrencilerin bir kısmının dikkat sürelerinin kısa oluşu nedeniyle eğitim-öğretim faaliyetlerinde dayanma güçleri
dikkate alınmalı ve aşırı yüklenmelerden kaçınılmalıdır. Hazırlanacak programlar ve ders
23
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı veya
planında yer alan konu alanlarının seçilmesi
ve öncelik sırasının belirlenmesinde norm-bağımlı standartlaştırılmış testler kullanılır. Ölçümlenecek öğrencinin performansı ile onunla
aynı grup/sınıf ya da yaş aralığında bulunan
diğer öğrencilerden oluşan norm grup performansının karşılaştırılabilmesi için bu testlerin
standart şartlarda sunulması gerekir. Çünkü
performansı ölçümlenecek olan öğrenci ya da
birey hakkında elde edilebilecek bilgiler kıyaslamalı bilgiler olduğundan, ancak elde edilebilecek bilgilerle ilgili birey hakkında ortalama
performans betimlemesi yapılabilir. Başka bir
anlatımla uzmanlar, yaşıtlarına kıyasla öğrencinin başarı sergileyemediği müfredat ve konu
alanlarını ancak benzer bilgiler sayesinde belirleyebilir. BEP dâhil, hazırlanması gereken diğer destek eğitim planları ancak bu doğrultuda
geliştirilebilir ve değerlendirme aşamasında da
yine bu verilerden yararlanılarak öğrencinin
performansında gözlenen değişiklikler tanımlanarak ilişkilendirilebilir.37
planları, çocuğun dayanıklılığına göre hazırlanmalı ve dersler bu doğrultuda işlenmelidir.
Ayrıca yetersizliğin veya öğrenme güçlüğünün
hangi fonksiyonlarda (sözel, sözel olmayan,
vs.) olduğu tespit edilmeden öğretime yoğun
olarak başlamak yanlış sonuçlar doğurur. Örneğin; eğer bireyin problemi okuma zorluğu
(dyslexia) veya yazmayı öğrenmede (dysgraphia) ise, öğretime öncelikle iletişim becerilerini
geliştirmek ve dil öğretmekle başlamak gerekir.
Ancak bireyin yetersiz yönünün geliştirilmesine
ağırlık verilirken, yeterli olduğu bilinen diğer
yetenekleri köreltilmemeli her ikisi birlikte geliştirilmelidir.36
Öğrenme Güçlüklü Öğrencilerin
Tanılanması ve Uygulanacak Eğitim
Programı (BEP)
Özel öğrenme güçlüklü öğrencilerin teşhisi ve tanılanması sınıf ve rehber öğretmenin
yönlendirmesiyle Rehberlik ve Araştırma Merkezlerindeki Eğitsel Tanılama İzleme ve Değerlendirme Ekiplerince yapılır. Öğrencilerin
özel eğitim hizmeti almalarına yönelik karar
verildikten sonra, özel durumlarına uygun ve
neyin nasıl öğretileceğine dair her öğrenci için
ayrı birer Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı
(BEP) hazırlanır. Hazırlanan program ve planların uygulanması sürecinde öğrenciyle doğrudan ilişkili olan kişilerin katılımıyla -belirli periyotlarla- (ebeveyn, öğretmen, özel eğitimci, tanılama ekibinden biri veya bir kaçı, vd.) BEP
toplantıları düzenlenir.
Bir çocuğun öğrenme güçlüğü olduğuna
karar verebilmek için tıpkı Almanya’da öğrenme güçlüğü olan çocukların devam ettiği Schule für Lernbehinderte adlı özel eğitim okullarında (Sonderschule)38 olduğu gibi aşağıdaki ölçütlere bakılır:39
• Eğer, öğrenmede zorluk çekme belirli
bir düzeye ulaşmışsa,
24
Temmuz - A¤ustos 2008
yaşıtları ile kıyaslanmadan ve özgüvenleri zedelenmeden, olduğu gibi kabul görmeleri, anlaşılmaları ve motive edilmeleridir. Hazır bulunuşluk düzeyleri yüksek olan bireylerin başarı
performansı da her zaman yüksek seyreder.
Bu nedenle:
• Öğrenci uygulanmakta olan ders içeriklerini ve eğitim programını takip edemiyor ve
buna uyum sağlayamıyorsa,
• Çok çalışma, anlama ve kavramayı gerektiren önemli ders dallarında (Dil, fen ve matematik, sosyal bilimler, vb.) sürekli başarısız
notlar alıyor ve yine ek özel derslere rağmen
durumunda bir düzelme görülmüyorsa,
1. Çocuğunuzla empatik ilişkiler kurun.
Yani, olayları ve konuları yalnızca kendi pencerenizden değil, onların bakış açılarıyla da
değerlendirin.
• Ev ve araştırma ödevlerini yaparken
emsallerinden daha fazla zamana ihtiyaç duyar halde ise,
2. Öğrenme güçlüğü çeken çocukların
zekâ yönünden asla engelli olmadıklarını göz
ardı etmeyiniz.
• Bir görevi, işi veya ödevi tamamlamadan sürekli bir başka faaliyet alanına geçişi
tekrarlıyorsa,
3. Önemli olan çocuğunuzun sorununu
kabullenememek ya da gizlemek değil, cesaretle çözüme yönelmektir. Bunun için öğretmen ve uzmanlarla işbirliği yapmalısınız.
• Kendine güvensizliği ya da ürkekliği sürekli ise ve bu ölçütlerin önemli bir bölümü
uzun bir süreden beri bulunuyorsa...
4. Kısa bir sürede öğrendiğimiz çok basit
bir bilgiyi bile ancak belli bir süreci tamamlayarak öğrendiğimizi unutmayın. Bu nedenle çocuğunuzun, kendi düzeyine uygun olan her şeyi uygun ortam veya şartlar oluşturulması halinde öğrenebileceğini gözardı etmeyin. Unutmayınız ki, ufacık bir su damlası bile kendi oluşumunu tamamlamadığı sürece damlamaz.
Bunun için öğrenme sürecinde yer alan dört temel adımı hatırlayalım:40
Bazen çocuklar yukarıda sıralanan özellikleri belirgin olarak sergilemelerine rağmen
aileleri durumlarını kabullenemezler. Bir kısmı
suçluluk, diğer bir kısmı kızgınlık duyar. Bazı
aileler sorunun ana sebebini dışarıdan aramaya kalkışır ve çocuklarının devam etmekte oldukları okul ve öğretmenlerini değiştirmeye
kalkışırlar. Oysa öğrenme güçlüğünün nedeni
ne olursa olsun, ebeveyne düşen; sorunu kabul edip öncelikle çocuğunun sınıf öğretmeni,
rehber öğretmen, gezici özel eğitim öğretmeni
ile Rehberlik ve Araştırma Merkezlerindeki uzmanlarla sık sık görüşerek çözüme yönelmesidir.
a- Gözlem ve Algılama,
b- Anlama ve Yorumlama,
c- Sınama ve Uygulama,
d- Yansıtma (öğrendiğimiz bilgileri hayatın diğer alanlarına yayma).
Ailelere Öneriler
Çocuklarda olası depresyonlar, çeşitli
uyum bozuklukları, kaotik aile yapısı ve bundan doğan problemler, psikososyal stres etkenleri, anksiyete bozuklukları vb. olumsuzluklar ders başarısızlıklarına neden olabildiği gibi
özel öğrenme güçlüğü de aynı biçimde çocuğun başarısını engellemektedir. Önemli olan
çeşitli derslerden başarısızlığı olan çocukların
5. Öğrenme güçlüklü çocuklarınıza, zorlandıkları cümle ya da kavramlarla değil, kolaylıkla bildikleri sözcük veya cümlelerle hitap
edin.
6. Ebeveyn (anne-baba), öğretmen ve
özel eğitimci işbirliğiyle bu sorunun üstesinden
rahatlıkla gelinebilir. Öncelikle gerekli işbirliği-
25
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
karşı aşırı ilgisiz olması veya aşırı disiplin uygulamaya kalkışması, bu çocukları içinde bulundukları durumdan kurtarmayacağı gibi yakınılan olumsuzlukların giderek kronik bir hal almasına da sebep olur.
nin mutlaka oluşturulması ve öğrenciye özel
programların hazırlanması (BEP) gerekir.
7. Bireysel eğitim programı ve planlarının uygulanması; belirli dönemlerle bir araya
gelinerek BEP toplantılarının yapılması öğrenme güçlüğü çeken çocuklar için hayati önem
taşır.
Öğretmenlere Öneriler
Okuttukları sınıfta öğrenme güçlüklü öğrencisi bulunan öğretmenler eğitim-öğretimin
planlama ve uygulama aşamasında aşağıdaki
ölçütler uygulamalıdırlar:
8. Bir konuyu çabucak başarmaları için
öğretmen veya aileleri tarafından yapılan baskılar olumsuz neticeler verdiğinden, bunun yerine çocuğa destek sağlanmalı ve etap etap gidilerek hedefler yakalanmaya çalışılmalıdır.
• Öğrenme güçlüklü öğrencilerin bireysel
kapasitelerinin bilinmesi ve öğretimde bu kapasitenin göz önünde bulundurulması,
9. Bu çocuklara, belirli aralıklarla güven
telkini yapılmalı ve öncelikle benlik algıları
yükseltilmeye çalışılmalıdır. Çünkü “düşük
benlik algısı” öğrenme güçlüğü çeken çocukların temel problemlerinin başında yer alır.
41
• Öğrenme güçlüklü öğrencilerin aileleriyle sürekli diyalog içinde olunması,
• Sınıf ortamında ya da bireysel öğretimde bu tip öğrencilerin bir değil, birkaç duyusuna birden hitap edilmesi (aşırıya kaçmadan/aşırı yüklemeden uzak durularak).
10. Öğrenme güçlüğü çeken çocuklar diğer yaşıtlarıyla kıyaslanmamalıdır.
11. Öğrenme güçlüklü çocuklar için yapılabilecek yegane tedavinin eğitim olduğu unutulmamalıdır. Önemli olan; bu çocukları “onların da arkadaşları gibi zeki olduklarına, tek
farklarının; diğerlerinden yalnızca bir miktar
yavaş öğrendiklerine” inandırmak ve kendilerine olan güveni artırmaktır.
• Zaman ve ortamı iyi ayarlanmak koşuluyla öğrenciye güven telkininde bulunulması;
onun, bir çok şeyi başarabileceğine inandırılması,
• Sınıf veya okul genelinde yapılacak
sosyal aktivitelerde öğrenciye çeşitli rollerin
verilmesi,
12. Eğer öğrenme güçlüğü gösteren çocuklara uygulanan özel eğitim programından
bir sonuç alınamamış ve bunların kendilerine
güven duyguları iyice azalmış ise, mutlaka psikolojik destek sağlanmalıdır. Çünkü bu durumdaki çocuklarda her zaman olası okul fobileri
(okuldan kaçma, vb.) gelişebilir. Ayrıca bu çocuklar kendi kendilerini oldukça karamsar düşüncelerin esiri de yapabilirler. (Örneğin; “Ben
hiçbir şeyi doğru yapamam.”, “Ben zihinsel engelliyim ve aptalım.”, “Beni hiç kimse sevmiyor.” vb. gibi...)
• Bireyin gelişim dönemi özelliklerinin
göz önünde bulundurulması (Gelişim ve Öğrenme Psikolojisinin öngördüğü öğretim yaklaşımlarına göre davranılması),
• Öğrenciye yönelik olası olumsuz ve güven zedeleyici etiketlemelerden kaçınılması
(öğrencinin şahsiyetini zedeleyici isimlendirmelerde bulunulmamalıdır),
• Öğrenciye verilecek görev ve yükümlülüklerin basit ve kısa komutlarla önerilmesi,
• Öğrenme güçlüklü öğrencilerin, güçlükten etkilenme durumlarına göre yazılı sınav
veya sözlü değerlendirmelerin birinden istekle-
13. Çocukların öğrenme ile ilgili çeşitli sıkıntıları tespit edildiğinde, ebeveynin onlara
26
Temmuz - A¤ustos 2008
dagojik ve özel eğitim ilkelerine uygun olarak
yönlendirilmelerine dikkat edilmelidir.
ri doğrultusunda muaf tutulmaları (bu öğrencilerin öğrenme durumlarıyla ilgili geri bildirimler
[feedback] belirli periyotlarla alınır ve eğitimöğretime yönelik kısa-orta-uzun dönemli
amaçların gerçekleştirilme oranı buna göre belirlenir),
_______________
NJCLD: National Joint Committee on Learning
1
Disabilities.
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs. Asses-
2
• Öğrenme güçlüklü öğrenciler, yazma
güçlüğü de çektiklerinden onlardan istenen dönütler “yazılı” değil “sözlü” olarak istenmelidir.
Çünkü bu çocuklar dinleyerek daha kolay öğrenebilmektedirler.
sıng Specıal Students (Özel Gereksinimli Öğrencilerin
Ölçümlenmesi), Çeviren: F.GENCER, Teknik Editör: Ayşegül. Ataman, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık Yayınları 4. Baskı, s.179 & Zuhal Özer, “Disleksi” Bilim ve
Teknik Dergisi, http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/97/
nisan/disleksi.html, (Erişim:24 Ocak 2004).
• Uzun cevaplar gerektiren sınavlardan
kaçınılmalı, bunun için ya çoktan seçmeli testler kullanılmalı ya da sözlü değerlendirmelere
yer verilmelidir.
3
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs, a.g.e., 179
4
B. Halim Vassaf., (1993), Öğrenme Yetersizliği,
M.E.B. Yayınları, İstanbul, s.6
5
MEB Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği (Mad-
de:4), 31 Mayıs 2006 tarih ve 26184 Sayılı Resmi Gazete.
• Öğrenme güçlüklü öğrenciler için eğitim-öğretim ortamı cazip hale dönüştürülmeli,
normal öğrencilere ayrılan zamandan daha
fazlası bu çocuklara ayrılmalıdır.
6
Özel Eğitim: Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin
eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak
yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve
yöntemleri, bu bireylerin tüm gelişim alanlarındaki özellik-
• Öğrenme güçlüklü öğrencilerin özel
eğitime muhtaç bireyler oldukları hususu göz
ardı edilmemeli, ders içerikleri uygun materyallerle basitleştirilip somut hale getirilmeli ve bilinçli çabalarla arzulanan öğrenme düzeyi yakalanmalıdır.
leri ile akademik disiplin alanlarındaki yeterliliklerine da-
• Öğretimlerinde ya da onlarla iletişim
sağlamada çok uzun ve anlaşılması güç sözcük, cümle veya yönergeler yerine, kısa kelimelerden seçili cümle veya metinler kullanılmalıdır.
liklerinden biri; harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve
yalı olarak uygun ortamlarda sürdürülen eğitimdir.
7
DSM: Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistiksel
Elkitabı/The Diagnostic and Statistical Manual of MentalDisorders.
8
Zuhal Özer, (1997), a.g.m.
9
Disleksinin (okuma bozukluğu) en belirgin özel-
tersten algılanması olduğundan, 19.Yüzyılın son çeyreği
ve 20. Yüzyılın başlarında bunun görme sistemiyle ilgili
olabileceği düşünülmüş; dolayısıyla bununla başa çıkmak için o dönemde göz eğitimleri yaptırılmaya başlanmıştır. Daha sonra yapılan çalışmalarda ise, Disleksinin
• Özel eğitim gereksinimli öğrencilerin
bulundukları sınıflarda bir konuyu aynı anda
bütün boyutlarıyla sınıftaki herkese öğretmeye
kalkışmak yerine, o konuyu öncelikle basitleştirerek ve kısaltarak paylaşmak, böylece bireysel öğretimin temel ilkelerinden yararlanıp bireysel öğretim planlarıyla hareket etmek gerekir.
görmeyle ilgili bir bozukluk olmayıp dil sistemiyle ilgili bir
bozukluk olduğu kabul edilmiştir. Bkz. Zuhal Özer,
(1997), a.g.m.
10
Selcan Demirkan, “Özgül Öğrenme Güçlüğü”
http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/cocukruh/ldtest.ht,
(Erişim:24 Ocak 2004)
• Özel öğrenme güçlüklü çocukların özgüvenleri zedelenmeden, akılcı, bilimsel, pe-
27
11
http://www.populerbilgi.com/genel/goz2.php
12
B. Halim Vassaf., (1993), a.g.e., ss.2-3
13
Vassaf., (1993), a.g.e., ss-4-6
14
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs. a.g.e., s.176
15
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs, a.g.e., 179
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
16
http://www.psikiyatrist.org
gulayan özel statülü okullardır. Bu okulların amacı, özel
17
Seyhun Topbaş, “Öğrenme Güçlüğü Gözlenen-
eğitime muhtaç çocukların ve gençlerin, gelecekteki ya-
ler”, Özel Eğitim, (Eskişehir: AÜ Yayınları, 1998), ss.55-64.
şantılarında toplumda saygın bir yer edinmeleri ve mes-
18
Zuhal Özer, (1997), a.g.m.,
lek sahibi olmalarını sağlamaktır. Almanya’da özel öğren-
19
S. Demirkan, a.g.m.
me güçlüklü öğrenciler Schule für Lernbehinderte adlı
20
Öğrenme güçlüğü ile açığa çıkan düşük perfor-
okullara devam etmektedirler.
mans; bireyin kendi özel durumu dışında başka yetersiz-
39
http://www.nurnbergegitim.de
liklerin (okul, eğitim, çevre, kültürel ve ekonomik yoksun-
40
Ramazan YILDIRIM, (1998), Öğrenmeyi Öğren-
luk, vb.) veya şartların sonucuna bağlı olmamalıdır. Bkz.
mek, (İstanbul: Sistem Yayıncılık), ss.52–54
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs. a.g.e., s.177
41
Öğrenme güçlüklü bireyler/öğrenciler; bir takım
21
Vassaf., (1993), a.g.e., s.s.1-2
toplumsal becerileri kazandıkça kendilerine olan güven-
22
Öğrenme Oranı: Bireyin zeka yaşı ile başarısı
leri artar. Bu nedenle, eğitim-öğretim faaliyetlerinde ön-
arasındaki orana öğrenme oranı denir. Zeka bölümü
celikle beceri kazandırıcı metotlar üzerinde yoğunlukla
90’ın altında olan bireyler öğrenme güçlüğü çekenlerin
durulmalıdır.
dışında kabul edilir.
23
Vassaf., (1993), a.g.e., ss.16-17
24
Wallace. G., & Mcloughlın, J. (1988), Learning Di-
KAYNAKÇA
VASSAF, B. H. (1993), Öğrenme Yetersizliği, (Öğ-
sabilities (3 rd) ed. I.New York: Merrill/Macmillan. Aktaran:
retmen Yazarlar Dizisi), İstanbul: M.E. B. Yayınları.
James A. McLoughlın and Rena B. Lewıs. a.g.e., s.21
McLOUGHLIN, J. A. & LEWIS, R. B. (yayın tarihi
25
Vassaf., (1993), a.g.e., ss.16-19
yok) Assessıng Specıal Students (Özel Gereksinimli Öğ-
26
Selcen Demirkan, a.g.m.
rencilerin Ölçümlenmesi), Çeviren: F. Gencer, Teknik Edi-
27
Vassaf, (1993), a.g.e., s.100
tör: Ayşegül. Ataman, 4. Baskı, Ankara: Gündüz Eğitim
28
Önemli Hatırlatma: “Albert Einstein, William But-
ve Yayıncılık Yayınları.
YILDIRIM, R. (1998). Öğrenmeyi Öğrenmek, (İs-
ler Yeats, George Patton, Harry Belafonte, Leonardo da
tanbul: Sistem Yayıncılık).
Vinci, Auguste Rodin ve Cher” gibi bir çok ünlü bilim ada-
DEMİRKAN, S. http://www.gata.edu.tr İndirilme
mı ve sanatçının Disleksili oldukları, bunlardan çoğunun
Tarihi: 24 Ocak 2004
ancak 5 (beş) yaşında konuşmaya başladıkları ve yaşıt-
Wallace. G., & Mcloughlın, J. (1988), Learning Di-
larına oranla okuma-yazmayı geç öğrendikleri bilinmektedir. Bu durum, öğrenme güçlüğü çeken bireylerin zeka
sabilities (3 rd) ed. I. New York: Merrill/Macmillan. Akta-
geriliklerinin bulunmadığını yeterince kanıtlar niteliktedir.
ran: James A. McLOUGHLIN and Rena B. LEWIS. (y.t.y)
Bkz. Z. Özer, a.g.m. & http://www.psikiyatrist.org/
Assessıng Specıal Students (Özel Gereksinimli Öğrenci-
29
Aktaran: Zuhal Özer, (1997), a.g.m.
lerin Ölçümlenmesi), Çeviren: F. GENCER, Teknik Edi-
30
Vassaf, (1993), a.g.e., s.103
tör: Ayşegül. ATAMAN, 4. Baskı, Ankara: Gündüz Eğitim
31
Zuhal Özer, (1997), a.g.m.
ve Yayıncılık Yayınları.
32
Aktaran: Selcen Demirkan, a.g.m.
33
Vassaf, (1993), a.g.e. s.103
TOPBAŞ, S. (1998), “Öğrenme Güçlüğü Gözlenenler”, Özel Eğitim, Eskişehir: AÜ Yayınları.
34
Selcen Demirkan, a.g.m.
35
Topbaş, (1998), a.g.m., ss.55-64.
http://www.biltek.tubitak.gov.tr – İndirilme Tarihi:24 Ocak
Vassaf, (1993), a.g.e., ss.39-41
2004
36
37
James A. McLoughlın & Rena B. Lewıs. a.g.e., s.56
38
Sonderschule: Almanya’da toplam on (10) ayrı
ÖZER, Z. “Disleksi” Bilim ve Teknik Dergisi,
http://www.nurnbergegitim.de (Erişim:
24.01.2004).
engel grubu (işitme, görme, zihinsel, konuşma, süreğen
http://www.mcaturk.com (Erişim: 24.01.2004).
hastalık, öğrenme güçlüğü vb. engel grupları) için açılan,
http://dyslexia-teacher.com (Erişim: 13.03.2004).
değişik nedenlerle normal akranlarına oranla öğrenme
http://www.psikiyatrist.org/ (Erişim: 13.03.2004).
güçlüğü çeken, normal okul vesınıf ortamına uyum sağ-
http://www.populerbilgi.com/genel/goz2.php (Eri-
layamayan, özel eğitime muhtaç çocuklar için bireysel ve
şim: 13.03.2004).
pedagojik gelişmeye yönelik eğitim-öğretim sistemini uy-
28
Temmuz - A¤ustos 2008
B‹LG‹ PAYLAfiIMINDA VE E⁄‹T‹MDE YEN‹ B‹R
UYGULAMA
PODCAST
Mehmet Alt›nsoy
şirketlerin hizmetiçi eğitim etkinliklerine kadar
pek çok farklı alanda eğitim amaçlı kullanılan
yeni bir uygulama olan podcast çok yaygın olarak kullanılmaktadır.
ilgi ve iletişim teknolojilerindeki
hızlı gelişmeler haberleşme, bankacılık, eğitim gibi pek çok alanda
kurumların ve bireylerin işlerini kolaylaştırmaktır. Özellikle eğitim alanında kullanılmakta olan bilişim teknolojisi
araçları öğretmen, öğrenci, okul yöneticisi velilerin bilgiye daha kolay erişmesini sağlamaktadır. Bunun yanında bilişim teknolojisi araçları
öğrenme için hızlı ve erişilebilir öğrenme imkânları sunmakta;eğitim verilerinin düzenli ve
sistematik olarak kayıt altına alınmasını sağlamaktadır.
B
Podcast Nedir?
Podcast dijital medya dosyalarının taşınabilir medya oynatıcılarda veya bilgisayarda
oynatılmak üzere internet üzerinden beslemeler (akışlar) yoluyla dağıtılma tekniğidir.
Sözlüklerde podcast “Radyo yayını ya
da benzer bir programın internetten çekilebilir
ve kişisel ses cihazlarından dinlenebilir hâle
gelmesini sağlayan sayısal kayıt” olarak açıklamaktadır.
Bilişim teknolojilerindeki bu hızlı değişim,
eğitim uygulamalarında bireylerin istedikleri
zaman ve mekânda kendi seçtikleri bir programda veya konularda kendilerini geliştirmelerine imkân sunmaktadır.
Sayısal ses dosyalarının dağıtılması ve
paylaşılmasının tarihi 1976’lara dayansa da,
podcast kavramının 2001’de doğmuş olduğu
söylenebilir. Eylül 2004’e kadar hak ettiği ilgiyi
görmemesine rağmen, 2004’ün sonlarına doğ-
Son birkaç yılda ise eğitim alanında üniversitelerden ilköğretim okullarına ve büyük
29
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
nız yeterli olacaktır. Podcasti ana
bilgisayarınızda dinleyebilir veya
bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
Eğitimde Podcast Uygulamalarından Nasıl Yararlanılabilir?
Ders ile ilgili içerikler; örneğin yapılan sınıf
gezilerinin yorumları, yazılan
şiirler, ödevler, röportajlar, tiyatro oyunları, deney raporları, panel tartışmaları; öğrenciler tarafından podcast hâline
getirilip, hem sınıf arkadaşlarıyla, hem de öğretmenleriyle
paylaşmaları sağlanabilir. Burada öğrencilerin ortak çalışma
yapmaları teşvik edilirken aynı
zamanda son teknolojiyi kullanmaları da sağlanmış olacaktır. Aynı şekilde
öğretmenler de yabancı dil çalışmaları, sınav
sonuçları veya o gün anlatacakları ders gibi
çeşitli içerikleri podcast hâline getirip öğrencileriyle paylaşabilir. Böylece bu konular çok daha kalıcı olacağı gibi, öğrencilere diledikleri
yerde ve diledikleri zamanda eğitim imkânını
da vermiş olacaktır.
ru piyasaya çıkan, podcastleri tıklamayla dinlemenize imkân veren yazılımlar ve podcast hazırlama rehberlerinin de etkisiyle podcast patlaması yaşanmış ve günümüzde yüz binlerce
kişi podcastle iç içe hale gelmiştir. Bu patlamada podcastinizi yapıp dünyayla paylaşmak için
tek ihtiyacınızın bir web sunucusu ve bir mikrofon olmasının çok büyük etkisi olduğu söylenebilir.
Podcastin uzaktan eğitimdeki bir diğer
kullanımı ise işlenen derslerin, sunumların ve
bir kamera sistemiyle otomatik olarak kaydedilip, ders sonunda kaydın podcast hâline getirilip internet ortamına gönderilmesi olabilir. Burada, aradaki insan gücünün ortadan kalkması ekonomiklik anlamında büyük avantaj sağlamaktadır. Hazırlanan podcastler internet üzerinden herkesle paylaşılabileceği gibi şifreli bir
alanda sadece belirli bir kitle ile de paylaşılabilir.
Nasıl dinlenir?
Podcast sayesinde takip etmek istediğiniz amatör ya da profesyonel olarak hazırlanmış farklı içerikteki programları ücretsiz veya
abone olarak istediğiniz zaman, istediğiniz
araçla izleyebilirsiniz.
Podcast dinlemek için bir podcast sitesine girerek bedava yazılımı indirmeniz ve istediğiniz podcast için gerekli olan linke tıklama-
30
Temmuz - A¤ustos 2008
Podcast bunların dışında çocuklar ya da
görme engelliler için hikâye kitaplarının veya
ders kitaplarının sesli olarak yayınlanmasında,
görme engellilerin sınav kitapçıklarının sesli
olarak hazırlanmasında, örgün eğitime katılma
engeli bulunan bireyler için ders sunumlarının
dinlenmesi/izlenmesi veya kitapların sesli olarak yayınlanmasında ve yabancı dil öğretiminde özellikle dinleme ve konuşma becerilerinin
geliştirilmesinde etkin bir şekilde kullanılabilir.
renme sürecine olası katkıları aşağıdaki gibi
sırabanabilir.
• Öğrencilerin aktif olması
• Etkili grup çalışmalarına imkân tanıması
• Sınıfı duvarlar arasından çıkarması
• Daha fazla katılım ve daha fazla paylaşım imkânı sunması
• Kitlelere ulaşma kolaylığı
• Öğrenmeyi destekleyici özellikler taşı-
Türkçe öğretim programının dinleme/izleme becerilerinin geliştirilmesinde podcast uygulamasından yararlanılabilir. Halen ders kitaplarında metin olarak yer alan ve CD ortamına kaydedilerek dağıtılan dinleme metinleri
podcast olarak hazırlanabilir.
ması
Meslekî eğitim ve hizmetiçi eğitim etkinlikleri podcast veya video podcast uygulamaları ile eğitimi alacak bireylere bulundukları yerde ve diledikleri zaman eğitime katılma imkânı
sağlamaktadır. Hem meslekî eğitim hem de
hizmetiçi eğitim için hazırlanacak eğitim paketleri istenilen sayıda katılımcıya bulundukları
yerlerde eğitim alma imkânını vermektedir.
• Öğrenmede zamanın etkili kullanılmasına olumlu etkisi
Eğitimde Podcast Uygulamalarının
Öğrenme Sürecine Etkisi
Eğitimde podcast uygulamalarının öğ-
• Öğrenmenin içselleştirilmesine katkı
sağlaması
• Dinamik bir öğrenme ortamı oluşturması
• Değerlendirme için alternatif sunması
• Ekonomik olması
Sonuç olarak bakıldığında podcast uygulamaları bilgi yönetiminde, zaman yönetiminde ve öğrenme-öğretme tekniklerinde yeni
yollar açmaktadır. Eğitim alanındaki her yeni
uygulama, her yeni fikir podcast uygulamalarının hayatımıza katma değer sağlayacak yeni
sahneler tasarlamasına imkân vermektedir.
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Ergül Altafl
HAD‹ B‹R
MASAL
ANLAT
Hadi bir masal anlat
İçinde çocukluğum olsun
Dallarda erikler olsun çağla zamanı
Avuçlarımda yanar döner bilyeler
Uzaklara göz kırpan
Tel arabam olsun bir de
Hanım Sultan içinde
Biz gidelim attaya
Yaya kalsın şehzadeler
Hadi bir masal anlat
Mevsim yaz olsun, güz olsun
Akşam tez olsun
Ninni söylesin
Ağustosböcekleri başucumda
Yağmur yağsın
Gökkuşağı çıksın ardı sıra
Geçeyim kaşla göz arası altından
Oda içinde oda
Ereyim sırrına masalların
32
Temmuz - A¤ustos 2008
Zahit Genç
BULUT
Mor dağların beyaz tacı
Kuraklığın tek ilacı
Susuz koymaz bir ağacı
İmdadına koşar bulut
Yücelere düşen bir kar
Yağmurlarla gelir bahar
Yol üstünde billur pınar
Irmaklarla coşar bulut
Bakmayın siz düşen yaşa
Bir damlası gitmez boşa
Başın vurup taştan taşa
Seller ile taşar bulut
Özünden gelir hareket
Gözünden akar bereket
Gezer memleket memleket
Ufukları aşar bulut
Buhar kıvama gelince
Su oluşur ince ince
Gamlar dönüşür sevince
Yağmur olur düşer bulut
Rüzgâr ile sarmaş dolaş
Rahmet iner yavaş yavaş
Yerde başlar hoş bir telaş
Umutlarda yaşar bulut
33
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
SESS‹Z GÖÇ
Cafer Akman
ona ayrı bir mana kazandıran bu dört öğrencinin sonuncusuydu.
Suskun kızlarıma…
ışarıda dolunay, nefesi toprak kokan geceyi tüllendiriyordu. Akşama
dek sağanak yağan bahar yağmurları durmuş, biteviye mehtaba derdini haykıran bülbülün içli sesi, müzik setinde biteviye dinlediği neyin yanık sesine karışıyordu.
D
Duvardaki ebru üstünde iri, gri gül, neyin
içli sesi, geceye, mehtaba derdini haykıran
bülbül sesi ve o öğrenci… Hepsi hüzünlü bir
ahengin ayrılmaz parçalarıyla sanki. Dikkatle
bir daha baktı fotoğraftaki öğrencisine. Diğer
dördünün bakışlarındaki pırıltı, duruşlarındaki
rahatlık onda yoktu; sol omzundan sarkıttığı
koyu kestane rengi örgülü, kısa hayatından
uzun saçlarına karşın…
Ne zamandır ertelediği sınavın sorularını
hazırlamalıydı ama bunu hiç istemiyordu. Gözünü masasının üstündeki öğretmen kürsüsünde oturduğu halde bir grup öğrencisiyle
çektirdiği fotoğraftan da bir türlü ayıramıyordu.
Fotoğrafın hemen arkasındaki yeşil boyalı duvarın üstünde. Amasya’da tarihî bir mekândaki
sergiden aldığı ebru üstüne nakşedilmiş iri
yapraklı gri bir gül bulunan tablo asılıydı, kendisi istemişti. Dört öğrenci de arkasında ayakta poz vermişlerdi. Hepsi duygusal, sağ ellerini
birbirlerinin omuzlarına atmışlardı. Soldan ikincisi sol elini de onun omzuna almıştı. Fotoğrafı albümden çıkarıp masasına koyduran ve
Gözlerini ayıramadığı fotoğraf, durmaksızın hafızasındaki fotoğrafla yer değiştirmekteydi. Buraya, bu okula gelirken onu kâh sevindiren, kâh üzen böylesi duygu gelgitlerini yaşayacağını nasıl bilebilirdi. Daha birkaç ay öncesine kadar ders anlatırken gözlerine baktığı,
bakışlarındaki sükûnetle âdeta rahatladığı, kızım dediği öğrencisinin ağırlığı hissedilmeyen
tabutuna omuz vermiş, suskunluğa bürünen
varlığını, toprağın nasıl yuttuğuna tanık olmuştu.
34
Temmuz - A¤ustos 2008
sında yüreğindeki meçhul aydınlık da bunu
doğruluyordu. Meçhul aydınlık ona. Âdeta.
“Hiç düğün gecesinde karalara bürünüp yas
tutulur mu?” der gibiydi.
Yıllarca hastalanan birçok öğrencisini
bazen kendisi hastaneye götürmüş, iyileşinceye kadar onlarla ilgilenmiş; hastanede tedavi
görenleri ise sık sık ziyaret etmişti. Ama bu defa öyle olmamıştı. Okulun diğer öğretmenleri
gibi gittiği hastanenin çocuk kliniği kapısından
onu göremeden geri dönmüştü. “Boşuna gidersiniz. Ailesinden başkasına görüşmek için
izin verilmiyor.” diyen müdürenin uyarılarına
karşın, bir umutla hastanenin uzun koridorlarından geçerek geldiği çocuk kliniğinin danışmasındaki görevli, “Hayır, mümkün değil. Yoğun bakımda. Sizin geldiğinizi zaten fark etmeyecek, sizinle konuşamayacak. Ayrıca son derece de sakıncalı. Enfeksiyon tehlikesine karşı
ailesinin dışında hiç kimseye izin verilmiyor.”
demişti. Yapabildiği sadece dua etmek olmuştu. Yakarış makamına açılan cüretkâr elleri
takdiri değiştirememiş; gencecik öğrencisi, soğuk yoğun bakım odasında enfeksiyona yenik
düşmüş, “Geniş kanatları boşlukta simsiyah
açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük
kapıdan geçerek bitmeyen sükûnlu bir geceye”
doğru yolculuğuna başlamıştı.
Bir şeyler yapmak mecburiyetini hissederek açtığı sınıf defterine sadece, “Ders işlenemedi” yazabilmişti.
Duvarda, ebru üstündeki iri yapraklı gülün renginin neden gri olduğunun ayrımına varır gibiydi. Ebruyu yapan sanatkâr, sanki fâniliği ebedîleştirmek istemişti…
Yarın yapacağı sınav için henüz bir soru
hazırlayamamıştı. Ne zamandır bilgisayarın
aydınlık ekranıyla fotoğraf arasında gidip gelen gözleri yoruldu, balkona çıktı. Balkondaki
tahta sandalyesine oturdu, loş aydınlığa bürünen sokaklar bomboştu. Hareketsiz sokakları,
ışıksız evleri seyretti. Mehtapta silueti belirginleşen dağlara, tepelere baktı. Şehrin mezarlığındaki göğe uzanan serviler, siyah bir kale
duvarı gibi gri aydınlığa bürünen tepeleri şehrin düzlüklerinden ayırıyordu. Gözleri servilerin
inişli çıkışlı siluetinden şehrin yüksek minareli
camisine kaydı. Gecenin derinliğinde suskunluğa bürünen silueti geceye ah! çekiyordu.
Haber duyulur duyulmaz idare kapısında
başlayan genç feryatlar, okulun her yanına yayılmıştı. Kimi kız öğrenciler merdivenlerde göz
yaşları içinde dövünürken, kimileriyse başları
ellerinin içinde, şuursuzca kâh kendilerini yerlere atıyor, kâh koridorlarda, sınıflarında dövünüyorlardı. Hayatın metaneti öğrettiği öğretmenlerinin tüm teselli edici çabaları da bir işe
yaramıyordu.
Tekrar bilgisayarın başına oturdu. Hayır
olmuyordu. Yarınki sınav için daha bir soru hazırlayamamıştı, hazırlayamayacaktı da. Zihnini
meşgul eden olayın etkisinden kurtulmak için
masa üstündeki fotoğrafı kaldırdı, albümdeki
yerine koydu. Ders kitabının sayfalarını çevirmeye başladı. Aynı sayfaları defalarca çevirdiğini, sayfalara, metinlere sadece baktığını fark
etti. Baktığı nesneler ölgün, yaşananlar ise yeniden yaşanıyordu.
Bu yolculuğu korkunç gösteren, hayat
kadar canlı olan ölümün kendisi miydi, yoksa
“ölüm karşısında takınılan tavır” mıydı? Ne zamandır sorguladığı bu düşüncenin doğruluğunu o gün, tabloyu seyrederken anlamıştı. Yine
bu tabloyu seyrederken, genç feryatların ara-
Caminin avlusu doluydu. Birkaç kişinin
dışında kimseyi fark etmedi. Gözleri, suskun
35
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
öğrencisini aradı. İşte orada, “bir namazlık saltanat için taht misali musalla taşında” durmaktaydı. Birkaç ay öncesine kadar, sınıfta zaman
zaman ölüme ve hayata dair Montaigne’den,
Cahit Sıtkıdan, Yahya Kemal’den denemeler
ve şiirler okurken, kendisini suskun, sakin dinleyen öğrencisi, şimdi taş kürsüde ona, avludaki kalabalığa; hayata ve ölüme dair sessiz
sözsüz bir ders veriyordu.
“Ey cemaat,” dedi, hoca. “Merhumeye
hakkınızı helal ediyor musunuz?”
Ayakları titredi, boğazına bir şeyler düğümlendi.
sığmayan kalabalık, son görevde yarışmak için
aceleci adımlarla mezarların aralarından geçtiler.
Gökyüzü hâlâ tek tük ılık damlalarını toprağa, tabut üstündeki uhrevi örtüye, kadınlığın
yazmasına bırakıyordu. Toprak, mahremiyet
örtüsü altında yavaş yavaş içine indirilen sessiz göçeri yuttu. Toprak ağır değildi ama kürekler aceleciydi. Toprak yükseldi, sulandı. Hoca
efendi, kalabalığın anlamadığı bir şeyleri telkin
etti, sorgudan muaf sessiz göçere.
“Hadi gidelim,” dedi, kolundan tutan bir
ses. Birkaç adım yürüdü arkasından, sonra
durdu, geri döndü.
“Helal olsun!”!
“Helal ediyor musunuz?”
“Helal olsun!”
“Sen de helal et, canım kızım!” dedi, titrek bir fısıltıyla…
Öğleden beri gri bulutlarla kapalı olan
gökyüzü kararsızdı. Kalabalık arasından güçlükle omuz verebildi, öğrencisinin tabutuna. Bıraksalardı, söyleyebilseydi, hep kendisi taşımak isterdi.
Kararsız gökyüzü, tek tük ılık damlalarını
bıraktı toprağa, tabut üstündeki uhrevi örtüye,
kadınlığın yazmasına… Mezarlığın dar yoluna
Kararsız gökyüzü, tek tük ılık damlalarını
yükselen toprağın üzerine bırakıyordu.
Bıraksalardı, yadırgamasalardı, uzun süre kalmak isterdi, suskun kızının başucunda.
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, hâlâ
bir soru hazırlayamamıştı. Haftalardır içine
hapsettiği üzüntüsü birkaç damla taştı. Tekrar
balkona çıktı. Bülbül, hâlâ haykırıyordu geceye.
Yüreğindeki meçhul aydınlık, “Öğretmenim niçin ağlıyorsunuz? Düğün gecesi karalar
bağlanıp matem tutulur mu hiç?” diyordu.
Temmuz - A¤ustos 2008
KORUYUCU MELEK
Osman Do¤anay
Temiz yürekli insanlar hiçbir zaman rahat hayat yaşayamazlar;
çünkü kendilerini başkalarının hayatı için feda ederler.
Jean de La Bruyere
her resimde, başı hafiften sağa düşmüş, hüzünlü bir duruşu var. Saçlarındaki aklaşmanın
tarihsel seyrini, fotoğraflardan takip etmek
mümkün. Dalıp gittiğim her fotoğraf karesinde,
dert ve sıkıntıların, günden güne, omuzlarını
nasıl çökerttiğini gördüm. Pamuk tarlasını andıran saçlarının her bir teli, sanki geçmişte yaşadığı acı bir olayın hatırası, bir üzüntünün
resmi, bir çaresiz kalışın somut ifadesi gibi.
Belirgin alın çizgileri, sanki çok güngörmüşlüğün, çok acı biriktirmişliğin izlerini taşıyor. Gözlerinde karar kıldı bakışlarım. Mavi ve tılsımlı
gözlerinde… Bakmaya doyamadığım, en karamsar anımda bile içimi ısıtan, huzur ve güven veren gözlerinde… Gülmeyi ve mutluluğu
ne çok hak ediyor bu gözler diye düşündüm.
Bir de elleri… Yumuşaklığını, sıcaklığını yılların bile eskitemediği, yok edemediği elleri… Bu
eller beni okşadığında nasıl da kendimden geçerdim. Bu zarif dokunuş, ruhumda ılık esintiler yaratırdı. Küçüldükçe küçülmek ve bir be-
ayatta, insana hiç yaşlanmayacağını zannettiren yaşlar vardır. Bu
açıdan bakıldığında, yirmi altı yaş,
bir insana ne hissettirir, ne düşündürür, bilemem. Bildiğim bir şey
varsa o da daha şimdiden hayatın, saçlarıma
aklar düşürmeyi, yüzüme çizgiler eklemeyi başardığıdır. Bir romandan, şöyle bir cümle kalmış aklımda: “Yaşlılığın ilk belirtisi, insanın babasına benzemeye başlamasıdır.” Şimdilerde,
aynada yüzümü seyrederken, bu söz daha anlamlı geliyor ve artık, babama ziyadesiyle benzediğim ve yaşlanmaya başladığım duygusuna kapılıyorum. Sezen’in ‘Masum Değiliz’ şarkısından birkaç mısra dolanıyor dilime. Onun,
annesi için sarf ettiği cümleleri, babama uyarlıyorum: “Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin
artık her şeye / Babanı daha sık anımsıyorsan;
hatta anlıyorsan.”
H
Eski fotoğraf albümlerini karıştırdım dün
yine. Babama daha dikkatle baktım. Hemen
37
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Üniversiteye yeni başladığım sıralar, bazı konularda dikkatli olmam yolunda bana telkinde bulunurken, içimden “Hadi canım sen
de! Sen nereden bileceksin üniversitede neler
olup bittiğini? Sanki kapısına bir kere uğramışlığın mı var da bana burada ahkâm kesiyorsun!” diye serzenişte bulunduğumu anımsıyorum. Gelgelelim, üniversiteye gidip de söylediklerinin bir bir çıktığını görünce, aslında böyle düşünerek babama ne kadar haksızlık ettiğimi anlamıştım. Üniversitedeki profesör âlimse,
babam da ârifti. Fakat ben, o sıralar, bu inceliği ayırt edemeyecek kadar cahildim.
bek gibi, bu müşfik ellere tüm benliğimle teslim
olmak isterdim.
Evet, farkına varamayacak kadar çabuk
büyüdüm ve yetişkinliğe adım attım sayılır. Eski zamanlara kıyasla babamı daha çok düşündüğümü, anladığımı ve ona her zamankinden
çok hak verdiğimi söylemeliyim. Belki şu an
çocukluğumda olduğu gibi yan yana değiliz fakat babamın zihnimde ve yüreğimde bıraktığı
birtakım işaretler bana mutluluk ve başarıyla
dolu, ideal bir dünyanın kapılarını sonuna kadar açıyor. Zamanda bir yolculuğa çıkarak bütün bu işaretlere bir kez daha göz atmak ve babamı anlatmak istiyorum:
Demokrasilerde olduğu gibi babamda da
çare tükenmezdi. Problemler arasında bocalamaya başladığımda başvuracağım tek adres
oydu. Onunla bir konuyu istişare ettikten sonra
başkasına danışmaya gerek duymazdım. Derdi, sıkıntısı olan ona koşardı. Sorunlarına çözüm üretemese bile, insanları pürdikkat dinlemek, onun en önemli meziyetlerinden biriydi.
Ama o, ölse derdini açmazdı bir başkasına.
Geceler boyu, kendi kendine düşünerek için
için erirdi.
Eşsiz bir insandı babam ve yaşamanın
ustasıydı. Olaylara yaklaşım tarzı ve insanlarla ilişkilerinde dünyaya ikinci gelişiymiş gibi bir
izlenim uyandırırdı bende hep. İnsanları anlardı. Çocukla çocuk, büyükle büyüktü; herkes
hatırını sayar, sırrını rahatlıkla paylaşırdı onunla. Adaletliydi. Haksızlığa tahammülü yoktu.
Haksızlık eden, babasının oğlu olsa, eyvallah
demezdi. Sınırsız hoşgörüye sahipti. Her zaman alttan alır, olaylara sağduyulu yaklaşır, insanları incitmemeye özen gösterirdi. Yalan bilmez, kötü söz söylemezdi.
İlkeli yaşardı. Dağ başında da olsa elindeki çöpü ortalığa atmazdı. Davranışları ölçülü, düzeyli; duyguları ince; düşünceleri yüksekti. Nerede, ne zaman ve nasıl konuşulacağını
yahut ne vakit susmak gerektiğini çok iyi bilirdi.
Her şeyi yerinde ve zamanında, ifa edeceği
görevi ise en yetkin şekilde yapardı. Bugünün
işini yarına bırakmamak onun temel hayat
prensibiydi. Düşünceli davranışları, fedakârlıkları ve bazı jestleriyle bizi mahcup ettiği zamanlar olurdu. Bir keresinde, akşamdan bana,
ayakkabılarımı boyayıp hazırlamamı ve ertesi
gün okula temiz gitmemi tembihlemişti. Ben de
unutmuştum. Sabah kahvaltımı bitirip evden
çıkmak için hazırlandığım anda, babamı elinde
İleri görüşlüydü. Benim hayatıma ve
geleceğime ilişkin konulardaki öngörülerinin,
büyük bir şaşmazlıkla gerçekleştiğine birçok
kez şahit olmuşumdur. Gençken pek çok öğüdünü kulak ardı edip, hatta saçmaladığını düşünüp, sonradan -yani iş işten geçtikten sonra- ah vah ettiğim, “Keşke babamın gösterdiği
yola gitseydim, onun uygun gördüğü şekilde
davransaydım.” dediklerim saymakla bitmez.
Hayatımın hangi döneminde olursa olsun, benim bildiğim kadar onun unuttuğu vardı. Buna
eminim.
38
Temmuz - A¤ustos 2008
haberdardım. Babamın o an yaşadığı acıya
karşı koyamayıp, bir çıkış yolu aradığı için, bu
sözleri sarf ettiğini biliyor, o bisikletin ne gelecek ay ne de ilerleyen aylarda alınamayacağını az çok kestirebiliyordum. Ve eski Türk filmlerindeki o klasik sahne, bizim evimizde, hiçbir
zaman yaşanmadı, yaşanamadı. Babam, hiç
beklemediğim bir gün, eve elinde bisikletle gelip bana, “Bak bakalım, dışarıda ne var?” diyemedi.
boya fırçası, kapının önünde iki büklüm, ayakkabılarımı boyarken bulmuştum. Nedendir bilmem, hâlâ, o sahne gözlerimin önüne geldiğinde içim burkulur, utancımdan yüzüm kızarır.
İçli, hassas bir adamdı. Kimi zaman evde, bazı tamirat işleriyle uğraşırken, işe kendini fazlasıyla kaptırır ve duyulur duyulmaz bir
sesle -ama içinde, ta derinlerden kopup gelen
yanık bir sesle- “Ağlama gözlerim, Mevlâ kerimdir.” diye bir türkü mırıldanırdı:
Güçlü ve cesurdu. Mangal gibi yüreği,
bitmek tükenmek bilmeyen özgüveni vardı.
Tuttuğunu koparırdı, meseleler karşısında hiçbir vakit yılgınlık, bezginlik göstermezdi. Liderlik vasıflarının tamamını haizdi. İstediğinde
binlerce kişiyi peşinden sürükleyebilecek kudreti vardı.
Hüma kuşu yere düştü, ölmedi
Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı
Dedim, yâre gidem, nasip olmadı
Ağlama gözlerim, Mevlâ kerimdir
Her hafta salı günleri, akşamüzeri, elinde
pazar poşetleri, sokağın başında görünürdü.
Hemen oyunu bırakıp ona koşardım. Elindeki
poşetlerden birini alır, diğer elimle babamın kocaman parmaklarından birini sımsıkı sarardım.
Sözüm ona, babama yardım ederdim. Babamla, oyun arkadaşlarımın arasından geçmek,
bana lezzetli bir gurur verirdi. Yine, bu akşamüstlerinden birinde, henüz bir bisikletim olmadığı için, arkadaşlarımın birinden bisikletini
ödünç istemiştim. Bir iki tur atıp bisikleti iade
edecekken babamın, az ötemde, neredeyse
ağlamaklı gözlerle beni seyrettiğini fark etmiştim. Hemen koşup elinden tutmuştum ve yürümeye başlamıştık. Eve doğru ilerlerken babam, çok istediği fakat bütün çocukluğum ve
gençliğim süresince bir türlü gerçekleştiremeyeceği bir vaatte bulunmuştu. “Oğlum” demişti. “Sen hiç uykuna keder getirme! Bir dahaki
maaşa sana da alalım o bisikletten bir tane.”
Ama ben, kendimi bildim bileli sırtımızda bir
kambur gibi taşıdığımız yoksulluğun, içinde
bulunduğumuz maddi sıkıntının boyutlarından
Yardımseverdi. Bir elması olsa paylaşmaz, tamamını size ikram ederdi. Nasibi ne ise
o kadarına razı olur, hakkı olandan fazlasını
hiçbir zaman istemezdi. Bir gün pazarda domates almak için bir tezgâhın önünde durmuştuk. Babam bir poşete, domatesleri seçerek
dolduruyordu. Babamın domatesleri seçmesine biraz bozulan tezgah sahibinin “Amca! Domateslerin hepsi güzel, doldur gitsin.” sözü
üzerine babam, “Senin domateslerinin hepsinin güzel, kaliteli olduğunu biliyorum ama ben
‘nasibim’i arıyorum.” diye karşılık vermişti. Babam domatesleri seçerken, belki farkında olmadan, çürük domates de koyacaktı poşete.
Olsundu, o iyisiyle kötüsüyle nasibini seçiyordu ve ona razıydı. Pazarcı, bu sözdeki derin
manayı sezerek susmak zorunda kalmıştı.
An olur, ince ve güzel nükteler de yapardı. Oturduğumuz ilçe, küçük bir yerleşim birimi
olduğu için, herkesin evi çarşıya yakındı ve hemen herkes –öğle, akşam hangi yemek olursa
39
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
yışına kadar; boynundaki kravatı, yolda yürüyüşüne kadar; her şeyi, her hareketi bir düzen
ve temizlik örneğiydi.
olsun- gider, yemeğini evinde yerdi. Babam,
çok nadir de olsa, bazı öğleler eve gelmez, arkadaşlarıyla dışarıda bir şeyler atıştırırdı. Bir
yaz günü akşamüstü, babam epeyce gecikerek eve gelmişti. Biz annemle akşam yemeğini
yemiştik ve vakit de hayli ilerlemişti. Babam,
gelir gelmez, televizyonu açıp haberleri izlemeye koyuldu. Annem de bu hareketinden yola çıkarak, babamın yemeği dışarıda yemiş
olabileceğini veya öğle yemeğini geç yediği
için acıkmadığını düşünmüş olacak ki salona
girdi ve gayet masum bir eda ile babama “Aç
mısın? Yemek hazırlayayım mı?” dedi. Babam
ise bir an için gözlerini televizyondan ayırarak
annemi şöyle bir süzdü ve dedi ki: “Yok, yemek
falan hazırlamana gerek yok. Ben tokum. Gelirken kabristana uğradım, anamı emdim, geldim.” Bu söz üzerine annem de, ben de tumturaklı birer kahkaha koyvermiştik. Daha sonra
annem, babamın bu anlamlı esprisinde gizli
olan “Tabiî ki açım, tabiî ki yemek hazırlaman
gerekir.” mesajı gereğince mutfağa, yemek hazırlamaya gitmişti.
Dürüst, üstün ahlaklı ve erdem sahibiydi
babam. Her sözü ve davranışıyla iyiye, doğruya, güzele olan inancımızı perçinlerdi. Hayata
ve insanlara iyimser, bardağa her zaman dolu
tarafından bakmamızı öğütlerdi.
Bana sonsuz güveni vardı. Hak ettiğimden çok değer verir, yüceltirdi beni. Ben, her
zaman, onun gözünde, saygın bir Türk genciydim. Böyle düşünür, buna göre yaklaşırdı bana. Toplum içinde sağlam bir yerimin olmasını
sağlamak ve bana aydınlık bir gelecek sunmak
için, mütemadiyen, rahat ve huzurundan özveride bulundu. Zaman zaman şikâyet etsem de
koruyucu meleğimdi.
Bazen –bugün olduğu gibi- arkama yaslanıp geçmişi anımsayarak derin düşüncelere
daldığım oluyor ve iç geçirerek diyorum ki:
“Hayatımda, kendimi bildim bileli, hiç değişmeyen bir şey var: Bu ‘koruyucu melek’e hayranım ve onu çok seviyorum.” Şimdi hiç vakit
kaybetmeden ve ‘sevgileri yarınlara bırakmadan’ telefona uzanıp içimden geçenleri babama da söylemeliyim. Bence siz de, hiç düşünmeden ve ertelemeden babanızı arayın. Hâlini
hatırını sorup ona olan sevginizi ifade edin.
Emin olun, şu an buna, tahmin edemeyeceğiniz kadar çok ihtiyacı var. İnanmıyorsanız deneyin ve görün…
Zekiydi, çalışkandı. Ne kadar yaşlansa
da bırakmadı hayat mücadelesini. Kimi zaman
bir işle uğraşırken onu uzaktan izler, işine nasıl sadık olduğunu ve dört elle sarıldığını görür,
kendi gençliğimden, diriliğimden kuşkuya düşerdim. Yaşam karşısındaki sağlam ve özgün
duruşunu, ibret ve hayranlıkla seyrederdim.
Titizliği, başına belaydı. Kıyafeti, eşyaları, bulunduğu ortam, işyerindeki çalışma masasından tutun da evde yatak pijamasını katla-
40
Temmuz - A¤ustos 2008
SAKARYA TÜRKÜSÜ fi‹‹R‹
ÜZER‹NE ANLAM VE ‹MGE
‹NCELEMES‹
Dr. Metin Hakverdio¤lu
leti, Türk aydını ve saf Anadolu insanı anlamındadır. Bu temsili istiare şiirin tümüne şamildir.
iir, yan anlamları çoğaldıkça, günlük dilden bambaşka bir mecraya
geçtikçe, yeni söyleyişler buldukça
değer kazanır. Aksi takdirde manzume olmaktan ileri gidemez. “Şiirde önemli olan düz anlam değil, yan anlamdır.
Şiir dilini günlük dilden ayıran niteliklerin biri de
ustan çok duyguya bağlılığıdır. Bunun için de
seslerin, parçaüstü birimlerin önemi büyüktür.”1
fi
Su iner yokuşlardan, hep basamak
basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda
susamak.
Kolaylıklar tabii hâllerdir; ancak şair, suyun tabii olarak aşağı akmasının zıddına yokuş çıkmaya mahkumdur. Yokuşlarda susamak göstergeleri zorluklar çekmek anlamında
yan anlamdadır. Kolaylık zorluk tezadı beyte
hâkimdir.
Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya Türküsü adlı şiirini bu bağlamda beyit beyit gözden
geçirdiğimizde şunları görürüz:
2
İnsan, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda
Sakarya.
Her şey akar, su tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Burada akar göstergesi yalnız suyun akması için kullanılsaydı temel anlamda kullanılmış olurdu; fakat tarih için geçmek, insan için
yaşlanmak, fikir için değişmez, yıldız için kaymak göstergelerinin yerine yan anlamdadır.
Ayrıca oluktan akan nur ve kir tezadı da iyilik
ve kötülüğü temsil eden şairane bir buluş, değişik bir imge ve somutlama örneğidir.
Bu beyitte şair kıvrım kıvrım akmak göstergesini ömrün geçip gitmesi anlamında kullanmıştır. Suya benzetilen ömür göstergesi,
hayatın geçiciliğini, suyun akıp gitmesiyle benzeştirir. Bir yanda akan benim derken, akmak
kelimesi ömrün geçmesi olarak yan anlamda
kullanılmıştır. Sakarya göstergesi ise Türk mil-
41
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Bu beyitte şair Sakarya’yı
Türk milleti ile özdeşleştirip, kişileştirme sanatını kullanmaktadır.
İmge, olarak gözümüzün önünde
yokuş çıkan bir ırmak vardır. Bu
imge ile millet ve onun benzetileni
Sakarya, büyük sıkıntılar çekip tarihi tersine çevirmeye çalışmaktadır. Suyun tersine akmayacağı
gerçeğini bilmediğini ima eden şair tecahül-i arif yapmaktadır. Bu
zorluk ve sıkıntıların büyüklüğü
mübalağa sanatı ile bir aşağıdaki
dizede verilmektedir: Kurşundan
bir yük binmiş, köpükten gövdesine. Kurşun göstergesi ile zorluğun
büyüklüğü, köpük göstergesi ile
ise muhatabın zayıflığı anlatılmaktadır.
Çatlıyor, yırtınıyor yokuş
sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş
suya vurulmaz perçin?
Necip Fazıl Kısakürek
Buhran ve olumsuzluklar bu
beyitten itibaren, özellikle ikinci dizeden sonra, ümide dönüşmektedir. Şair, inancı gereği olan havf ve reca arasındaki insanı
gözler önüne sermektedir. Çatlayıp yırtınan ve
yokuş yukarı çıkmaya çalışan ırmak sıkıntılara
göğüs geren insana benzemektedir. Sulara
perçin vurmak imgesi de baraj veya set anlamında düşünülürse normal bir benzetme olabilir; fakat suyu perçinlenmiş bir varlık olarak hayal etmek güzel bir alışılmamış bağdaşmadır.
Hey ile de nida sanatı göze çarpmaktadır.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Bütün kainatın akışta toplanması alışılmamış bir bağdaştırmadır. Yukarıdaki iniş ve
çıkış zıtlığı kainata şamil hâle getirilmiştir. Bulut ve suyun inatçı şeklinde vasıflandırılması
teşhis sanatını; inen ve çıkan fiilleri ise tezat
sanatını göstermekte. Şiirin tamamında bu zıtlık hakimdir.
Fakat Sakarya başka, yokuş mu
çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükler
gövdesine:
Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm
burulur.
Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur.
42
Temmuz - A¤ustos 2008
Kurtuluşun adresi bu dizelerde Rabbim
isterse göstergeleri ile verilmektedir. Sırt göstergesi insandan doğaya aktarmanın güzel bir
örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Vurulmak
göstergesi de yazılır anlamında yan almadadır. Burada suyun üzerine tarih yazmak ayrı bir
alışılmamış bağdaştırmadır.
mutla yan yana gelmesi ile oluşmuştur. Somut
olan yok, soyut mukaddes göstergesinin yanına konmuştur. Bu yük imgesi bir telmihi de içinde barındırmaktadır. Akıl denilen yük dağlara
verilmiştir; ancak dağlar bile bu yükü taşıyamamıştır. Oysa insan bu akıl yükünü taşımayı
kabul etmiştir. Şair bu yükün artık yalnızca dava adamları tarafından taşındığını ve sonunda
bir rütbe veya malın da olmadığını belirtiyor.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m sana mı düştü
bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ
büyük!...
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş
aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan,
arkadaştan!
Her türlü ümide rağmen davayı taşımanın insan için pek de kolay olmadığı bu beyitten anlaşılmaktadır. Sakarya göstergesi yine
Anadolu insanı olarak karşımıza çıkıyor ve bu
zor ve öksüz davayı omuzluyor. Şairin de kişileştirilen Sakarya gibi düşündüğü ve onun gibi
davranma taraftarı olduğu ima ediliyor. İstifham sanatı tecahül-i arif ile karışmıştır: Şair biliyor ki bu yükün Türk milletinden başka taşıyıcısı yoktur; ama yine de bilmiyormuş gibi soruyor.
Bu akıl ve iman davasının rütbesi de malı da zehirle pişmiş acı bir aştır. Zehirle pişmiş
aş göstergeleri alışılmamış bir bağdaştırmadır.
Bu beytin iham-ı tenasüp ile verdiği mesaj Hz.
Peygamberin hicretidir. Dava için zorlukları,
ayrılıkları göze almak yürekliliğidir.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti
bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
Bu beyitte Sakarya eski günleri anarak
dizlerini döven bir ihtiyara benzetilmekte ve kapalı istiare yapılmaktadır. Eski güzel günler
Kehkeşanlarda kaybolmuş güneşlere benzetilerek hem mübalağa sanatı yapılıyor hem de
gidenin yüksek ve parlak değeri çağrıştırılıyor.
Yukarıdaki dava burada imtihana dönüşüyor ve yine zorluklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu sefer Sakarya imtihana tabi tutulan bir
dava adamı olarak kişileştiriliyor. İmtihanın zorluğu ise bin bir başlı kartal mübalağası ile kanarya tezadından belli oluyor. Gözümüz önünde canlanan imge mübalağa yanında alışılmadık bağdaştırmaya da güzel bir örnektir.
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Yunus Emre’nin özlemini, istifham sanatı ile ortaya koyuyor. Çil çil kubbeler serpmek
Osmanlı ordusunun yaptığı hizmetin altın değerinde olduğunu ve çok olduğunu çağrıştırmaktadır. Ordunun, tarla eken bir çiftçi gibi bir
şeyler serpmesi hem alışılmadık bağdaştırma
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke
hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de
mal.
Mukaddes yük imgesi soyut bir şeyin so-
43
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
sıkıntının rengidir. Gece, katran, kandil kara
rengin tenasübü olarak ortaya çıkar. Anadolu’nun girift bilmeceleri yukarıda sıralanan sıkıntılardır ve çözümü de en son beyittedir.
hem de güzel bir kişileştirmedir.
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil
Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne güz döner
yurduna?
Vicdan azabına kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında
parya!
Nil ve Tuna ile kardeş ilan edilen Sakarya üç kardeş olarak kişileştirilmiştir. Nil’in cömertliği ayrı bir teşhis sanatı örneğidir. Acı bir
gerçek yine istifham sanatı ile açığa vurulmaktadır: Kaybedilen şanlı akıncı ruhu bir daha bu
dünyaya gelir mi? Gitmek göstergesi, tarih
sahnesinden silinmek şeklinde yan anlamda
kullanılmıştır.
Sakarya bu beyitte vicdan azabı çeken
bir Türk münevveridir. Suyun kaynaması normaldir; ancak burada kullanılan kaynamak yan
anlamdadır: sıkıntı çekmek. Öz vatanında esir
olarak yaşamak. Türk aydının en büyük handikabıdır ve bu durum anlamca tezat sanatının
bir örneğidir.
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı
tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş
damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Mermer, kişileştirilerek, nabzı tekbirle
birlikte atan bir akıncıya benzetilmiş ve istiare
sanatı yapılmıştır. Burada camilerdeki mermerlerin tekbir sesleri ile inlediği günlere duyulan bir özlem de iham sanatı ile verilmektedir.
Rüzgârın deli göstergesini yanına alması hem
kişileştirme yapılmaya hem de aradığı bulamayan bir insanın mübalağalı hareketini göstermeye matuftur. “Allah bir” sesini bulup da taşıyamayan rüzgar delirmiş gibidir: teşhis ve nida
sanatı örneği.
İnsan ve ırmak arasında temel maddesinin değersizliği yönünden ilgi kuran şair; süfli
dünya hayatını kişileştirerek gerçek hayatı avlayan bir avcıya benzetiyor. Günlük dilden yararlanan şair çattık göstergesinin özellikle seçmiştir. Soyut olan hayatın, somut olan avcı ile
bir imge içinde geçmesi bir somutlama örneğidir.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim
diriltecek?
Bütün bunlar sendedir, bu girift
bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü
geceler.
Ölümlü yalan göstergeleri hem iyi bir alışılmadık bağdaştırma hem de dünya hayatı
anlamında mecaz-ı mürseldir. Ölümsüz gerçek
ise ahiret hayatının karşılığıdır. Hayat ve leş
arasındaki tezattan yararlanan şair, aldatılan
bir toplumun nasıl uyandırılacağını iham sanatı ile anlamaya çalışmaktadır. İstifham sanatı
da hep bu gerçeği arama yönünde kullanılır.
Kandillere katran döken gece göstergeleri imge, kişileştirme, alışılmadık bağdaştırma
ve zorlukları çağrıştırma bakımından pek çok
sanatı bir arada bulundurur. Gece rengi ile katrana benzetilmiştir. Katran burada zorluğun,
44
Temmuz - A¤ustos 2008
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
şündüğü belirtiyor ve teşhis sanatı yapıyor. Sakarya, Anadolu’nun saf ve masum çocuğu
benzetmesi bunu takip ediyor. Dertlerin kuruluş noktası Allah yolunun divanesi olmaktan
geçmektedir. Bu divane de ikisidir: şair ve Anadolu’nun temiz gençliği.
Yukarıdaki sorunun cevabını bir benzetme ile açıklayan şair mübalağa sanatının en
uç örneklerinden birini vermektedir: Kafdağını
bir kıl kaldırır; ama bu soruyu akıl kaldıramaz.
Çekmek göstergesi bu beyitte kaldırmak, anlamak, aklı edebilmek, çözebilmek gibi yan anlamlarda kullanılmıştır. İfritten sual, şeytani
problem anlamında, yukarıdan beri şikayet
edilen dertlerdir.
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış
hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve
çamurdanız!
Yine ırmak ile şairin ortak noktaları ve ortak dertleri hatırlatılmaktadır. Gözyaşı burada
sıkıntı göstergesinin yerine yan anlamda kullanılmıştır. İlk yaratılışa bir telmih de göze çarpmaktadır. İlk yaratılıştan bu dava ikisinin üzeri-
Sakarya, saf çocuğu, mâsum
Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Şair, yine Sakarya ile kendisinin aynı dü-
45
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk,
Sakarya!
ne yüklenmiştir. Göz yaşıyla ıslanmış hamur
alışılmamış bağdaştırması bu ilk yaratılıştan
mülhemdir.
Şiirin tamamına hâkim olan tereddütler
son dize ile silinip atılıyor. Sakarya yine Türk
milleti göstergesi yerine kullanılmıştır. Pek çok
zilletten ve yüz üstü sürünmeden sonra ayağa
kalkma zamanıdır. Irmağın ayağa kalkması imgesi ise alışılmadık bağdaştırma örneğidir. Angarya kelimesi ise günlük hayattan alınan bir
kelime olarak göze batmaktadır. Son olarak
sürünmek ve ayağa kalkmak tezadı geri kalmak ve yücelmek anlamlarına kullanılmıştır.
Şair bilgelik vasfını, hayat felsefesini şiirin tamamına yaymıştır.
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle
gider!
Sıkıntılarla yaşamak bu beyitte de akrebin kıskancı göstergeleri ile verilmiştir. Kader
yoğurma göstergesinin faili olduğu için kişileştirilmiştir. Kader gibi soyut bir göstergenin akrebin kıskacı gibi somut bir göstergede hamur
yoğurması soyut somut ilişkisini kullanmakta
şairin ne kadar ısrarcı olduğunun delilidir. Şair,
dünyanın temel yapısının bu tezat üzerine kurulu olduğunu söyleyerek hem kendisini rahatlatıyor hem bilgelik yönünü gösteriyor.
Şiirde 312 gösterge mevcuttur. Bunların
138’i yani % 44’ü yan anlamlıdır. 174’ü yani %
55’i temel anlamlıdır. Şiirde hece ölçüsünün
14’lü kalıbı kullanılmıştır. Tam ve zengin kafiye
tercih edilmiştir.
Bana kefendir yatak, sana tabuttur
havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber
kılavuz!
Şiirin ana anlam yapısı ise şöyle özetlenebilir: Mevcut bozuk bir sosyal düzen vardır.
Bu bozuk yapıdan ıstırap çeken ve bunu düzeltme gayretinde olan bir aydın söz konusudur. Şair baştan sona temsili istiare yoluyla Sakarya nehrini aydın Anadolu insanı yerine kullanılmıştır.
Yatak, dava adamı için kefendir; havuz,
ırmak için tabuttur. Şair, iki karakterin karşılaştırmasında özellikle ırmağın özgürlük hissini sınırlandıran havuz göstergesini kullanarak, dava insanının kefeni olarak da yatağı söylüyor.
Nasıl ki ırmak akmak zorunda, Türk milleti de
Peygamberinin izinde gitmeli; yoksa tabiatına
aykırı bir duruma düşer deniliyor. Teşbih-i beliğler: kefen gibi ölüm hatırlatan yatak; tabut gibi durgunlaştıran havuz.
_______________
1
Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili,
İstanbul. s. 13.
2
Yol onun, varlık onun, gerisi hep
angarya:
46
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, İstanbul 1993.
Temmuz - A¤ustos 2008
GÜNDEM
Millî E¤itim Bakanl›¤›n›n
Kapasitesinin Gelifltirilmesi
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hü-
Gençlerin genel olarak düz lise-
seyin Çelik ve Maliye Bakanı Kemal
leri tercih ettiğine ve okulu bitirdik-
Unakıtan, Avrupa Birliği finansörlü-
ten sonra işsiz kaldığına dikkati çeken Bakan Çelik, şöyle konuştu:
ğünde Millî Eğitim Bakanlığı Projeler Koordinasyon Merkezi
"Oysa meslek lisesinden mezun
Başkanlığınca hazırlanan ve
olan gençler daha rahat iş bu-
sekiz ilde uygulanacak olan
labiliyorlar. Herkes beyaz ya-
"Millî Eğitim Bakanlığının Ka-
kalılığa talip olduğu zaman o
pasitesinin Geliştirilmesi" ile
memlekette üretim yapacak iş
"İnsan Kaynaklarının Mesleki
gücü bulmakta zorluk çekersi-
Eğitim Yoluyla Geliştirilmesi" pro-
niz. Bu memleketin elbette diplomata, İngilizce, Türkçe, Matematik
jelerinin tanıtım toplantısına katıldı.
öğretmenine ihtiyacı vardır. Ama bu
Toplantıda konuşan Millî Eğitim
memleketin kaynak yapacak, duvar
Bakanı Çelik, beş yıllık sürede,
AB'yle 246.000.000 dolarlık üç projeyi hayata geçirdiklerini vurgulayarak, projelerin parasal yönünden
çok uluslararası tecrübeye önem
verdiklerini söyledi.
nuştu: "Bunu bildiğimiz için bu işe
ustası olacak insanlara da ihtiyacı
ciddi bir para ayrıldı. 2008 yılında
var. Bu projeler işte bunun içindir."
işsizlik fonundan mesleki ve teknik
eğitim
için
ayrılan
para
242.000.000, 2009 yılı için de
300.000.000 YTL'dir. İşsizlik fonun-
AB destekli projelerdeki bede-
dan ayrılan 542.000.000 YTL, işsiz-
lin, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi
liğin azaltılmasına yönelik meslek
içerisinde fazla bir anlam ifade et-
kursları ve meslek eğitimi içindir. Bu
mediğini anlatan Bakan Çelik, an-
kurslar Çalışma, Sanayi ve Millî
cak AB standartlarına ulaşmak, uz-
Eğitim Bakanlıklarının iş birliğiyle
manların ve kurumların birikimin-
yapılacak. Kendi kaynaklarımızdan
den yararlanmak, tecrübelerinden
bu ciddi paraları ayırırken, bir taraf-
faydalanmak amacıyla bu tür proje-
tan da AB fonlarından yararlanmak
leri önemsediklerini kaydetti.
için arkadaşlarımız kolları sıvadılar.
Türkiye'deki işsizliğin, eğitimli iş
Bu projeler hazırlandı ve bugün de
gücüyle önüne geçileceğini bildiren
Türkiye'nin serhat şehri Van'dan
Millî Eğitim Bakanı Çelik, şöyle ko-
projelerin startını veriyoruz."
47
Mesleki teknik eğitimin, senkronize bir şekilde çıraklıktan yükseköğretime kadar yeniden verimli hale getirilmesi için çalıştıklarını açıklayan Bakan Çelik, gelişen teknolojiye paralel olarak Türkiye'de vasıflı
insan yetiştirmek için çalıştıklarını
dile getirdi. Millî Eğitim Bakanlığının, ülkenin en büyük bütçesine sahip bakanlık olduğunu ifade eden
Çelik, Millî Eğitim Bakanlığının 1
milyon personel ve 60 bin okulu
olan, 20 milyon öğrenciye hitap
eden büyük bir bakanlık olduğunu
belirterek, Bakanlığın yanlış işlemesinin Türkiye'nin yanlış işlemesi an-
Bilim ve Akl›n Ayd›nl›¤›nda E¤itim
lamına geleceğini, bu nedenle de
rak, Maliye Bakanlığının da bunu
eleman konusunda kuvvetli olması
Millî Eğitim Bakanlığını cüssesi iti-
bildiği için bütçeden en fazla payı
durumunda, kalkınmada daha bü-
barıyla küçültüp, fonksiyonları itiba-
Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığını
yük hamle yapacağını anlattı.
rıyla büyüteceklerini sözlerine ekle-
söyledi.
di.
Bakan Unakıtan, ülkelerin birbi-
İnsana yapılan yatırımın ülkeyi
riyle ekonomik büyüme konusunda
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan
hiçbir zaman darda bırakmayacağı-
yarıştığına değinerek, teknik altya-
da en iyi yatırımın insana yapılan
nı ifade eden Bakan Unakıtan, az
pının kuvvetli olması durumunda
yatırım olduğunu ve bunun millî eği-
gelişmiş ülkelerde yetişmiş eleman
ekonomik büyümenin de artacağını
timle mümkün olduğunu vurgulaya-
bulunmadığını, Türkiye'nin teknik
ifade etti.
Gönül Köprüsü Projesi
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hü-
ülkenin 70 milyon insanına aittir.
seyin Çelik, Gönül Köprüsü Projesi
Memleketimizin her karış toprağı
kapsamında Şanlıurfa'dan İstan-
hepimize aittir. Projenin mesajı bu-
bul'a gelen son öğrenci grubu için
dur" dedi.
Baltalimanı'nda düzenlenen etkinli-
Bakan Çelik, projeyle 100 bin
ğe katıldı. Burada konuşan Bakan
öğrencinin yaşadığı yerden farklı
Çelik, sevginin olmadığı, kin, nefret,
yerlere gittiklerini söyleyerek, her
haset ve kıskançlığın bulunduğu bir
öğrencinin azim ve gayret etmesi
dünyada çocuk yetişemeyeceğini
Çelik, kendisinin de bu temennilere
durumunda ülkede istediği mevkide
ifade ederek, Gönül Köprüsü Proje-
katıldığını ve şimdiden gerekli an-
çalışabileceğini kaydetti.
si ile Türkiye'nin kuzeyinden güne-
laşmalara hazırlık yaptıklarını söy-
yine, doğusundan batısına çocukla-
leyen Hüseyin Çelik, "Gönül Köprü-
rın giderek, görerek öğrendiklerini
sü Projesi, önümüzdeki yıl Türki-
anlattı.
ye'nin sınırlarını da aşacak" müjde-
"Çocuklar, gönül dolusu sevgi-
sini verdi.
ler yaşıyor, eğlenerek, görerek ve
Proje
Buna en iyi örneklerden birinin
İstanbul Valisi Muammer Güler olduğunu, Mardin'den gelerek İstanbul'un valisi konumuna yükseldiğini, kendisinin de ilkokul dahil 7 ya-
kapsamında
üzerinde
şından itibaren yatılı okullarda oku-
paylaşarak öğreniyorlar" diyen Ba-
"Gönül Köprüsü" yazan yüzlerce
duğunu anlatan Bakan Çelik, "Sev-
kan Çelik, 81 ilin valisinin de proje-
otobüsün Türkiye'nin bir ucundan
gili gençler, siz bizim en değerli var-
ye gönüllerini koyarak, destek ver-
öteki ucuna hareket ettiğini, bu pro-
lığımızsınız. Atatürk, Cumhuriyeti
diklerini ifade etti.
jeyle Türkiye'nin her karış toprağını
size emanet etti. Sizlere parlak ge-
Projenin bu yılla sınırlı kalma-
herkesin gezip görmesini amaçla-
lecek ve aydınlık yarınlar diliyorum"
masının istendiğini söyleyen Bakan
dıklarını anlatan Bakan Çelik, "Bu
şeklinde konuştu.
ülkenin 780 bin kilometre karesi bu
48

Benzer belgeler