25.DÜNYA GENÇLİK GÜNÜ 26 MART 2010 Her yıl "Zeytin Dalları

Transkript

25.DÜNYA GENÇLİK GÜNÜ 26 MART 2010 Her yıl "Zeytin Dalları
25.DÜNYA GENÇLİK GÜNÜ 26 MART 2010
Her yıl "Zeytin Dalları" pazarı; Papa II.Yuhanna Pavlus'un gençlere armağanı olarak
kiliselerimizde "Dünya Gençlik Günü" olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle cemaatlerimizin
genç üyeleri, 26 Mart 2010 Pazar, Bomonti'ye Fransız Fakirhanesi'nde bir araya geldiler.
Bu buluşmaya istinaden, sizlere Papa 16. Benediktus Hazretleri'nin 2010 yılı Dünya Gençlik
Günü sebebi ile yayınladığı mesajı sunuyoruz.
«İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?» (Markos 10:17),
Papa 16.Benediktus tarafından seçilen temaydı. Papa 16.Benediktus mesajında gençlere şöyle
seslendi;
Sevgili dostlar,
Saygıdeğer II.Yuhanna Pavlus tarafından, dünya çapında genç inananların yıllık
toplantısı olması arzu edilen Dünya Gençlik Günü‟nün 25.yıldönümünü kutluyoruz. Bu, yeni
nesillere buluşma, Tanrı Sözü‟nü dinleme, Kilise‟nin güzelliklerini keşfetme, imanı güçlü bir
şekilde tecrübe etme fırsatı tanıyan ve çoğunun kendilerini tamamen Mesih İsa‟ya adamalarını
sağlayan, bolca meyve veren peygamberce bir ilk adımdı. Bu 25. gün, Ağustos 2011
Madrid‟de gerçekleştirilecek, çoğunuzun katılacağını umduğum, bir sonraki Dünya Gençlik
Günü‟ne doğru bir adımdır. Bu kutlamaya hazırlanmak için, bu yılın teması üzerinden bazı
yansımalar sunmak istiyorum: «İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne
yapmalıyım?» ( Markos 10:17) Bu parça İncil‟den, Mesih İsa‟nın zengin genç adamla
karşılaşmasından alınmıştır. Bu konu 1985 de Papa II.Yuhanna Pavlus tarafından gençlere
hitaben yazılan ilk mektupta, hali hazırda ele alınmıştır.
1.İsa genç bir adamla karşılaşır
"O [İsa] yola çıkarken - der Markos İncil‟i - bir adam koşarak yanına geldi ve önünde
diz çöktü ve sordu: «İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?». İsa ona
şöyle dedi: "Neden bana iyi diyorsun? «İyi olan tek biri var, O da Tanrı'dır. O'nun
buyruklarını biliyorsun: `Adam öldürme, zina etme, hırsızlık yapma, yalan yere tanıklık etme,
kimsenin hakkını yeme, annene babana saygı göster.'» Adam, «Öğretmenim, bunların hepsini
gençliğimden beri yerine getiriyorum» dedi. Ona sevgiyle bakan İsa, «Bir tek eksiğin var»
dedi. «Git neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni
izle.» Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı. (Mk 10: 17-22)
Bu hikaye Mesih İsa‟nın genç insanlara, size, sizin beklentilerinize, sizin ümitlerinize
dikkatini neticelendiren bir tarzda ortaya koyar ve sizinle buluşmak ve açık bir diyalog
sağlamak arzusunu gösterir. Nitekim, İsa muhatabının sorusunu yanıtlamak için kendi yolunu
keser. Ona hayatın yollarında yürümeyi öğretmesi için “İyi Öğretmen”e soru yöneltmek için
arzu ile yanan bu gence saygılı olmak isteğini ortaya koydu. İncil‟in bu parçasını önererek
selefim herkesi teşvik etmek istiyordu “İsa ile herkesin kendi diyalogunu geliştirmesi için –
bir genç için temelden önemi olan ve tek olan diyalog” (Gençlere Mektup,N.2).
2. İsa ona baktı ve onu sevdi
İncil‟de, Aziz Markos önemle şu ifade üzerinde duruyor “İsa ona baktı, onun
gözlerine ve onu sevdi” (bkz. Mk 10:21). Rabbinin gözünde bu çok özel toplantının kalbinde
tüm Hıristiyan deneyimi yatıyor. Hıristiyanlık, aslında, öncelikle bir ahlaki ders değil, bizi,
genç ya da yaşlı, zengin ya da yoksul, seven İsa Mesih'in kişisel deneyimi. O bizi, O‟na
sırtımızı döndüğümüzde de seviyor. Bu sahneyi yorumlayarak Papa II.Yuhanna Pavlus
ekliyor, genç insanlara hitaben: "Böyle bir bakışı bilmenizi istiyorum! Bu gerçeği tecrübe
etmek istiyorum, O, Mesih İsa, size sevgi ile bakan! "(Gençliğe Mektup, N.7). Haç üzerinde
1
ortaya konan bir sevgi, oldukça dolu ve tam biçimde, öyle ki Aziz Pavlus hayretle şöyle
yazıyor: "O beni sevdi ve benim için kendini verdi" (Gal 2 20). "Bilin ki Baba‟nın her zaman
Oğlunu sevdiği gibi hepimizi her zaman seven Mesih İsa - Papa II.Yuhanna Pavlus‟un
kaleminden - tüm insan varlığı için sağlam bir destek olur" (Gençlere Mektup, N.7) ve tüm
denemelerin: günahın keşfi, acı çekmek ve cesaretsizlik üstesinden gelmemizi sağlar. Bu
sevgi tüm Hıristiyan yaşamının kaynağı ve iyi haberi ilan etmenin temel nedenidir: eğer biz
gerçekten Mesih İsa ile tanıştıysak, kendimizi gözlerini haça henüz yöneltmemiş olanlara
tanıklık etmekten alıkoyamayız!
3. Yaşam Projesi‟nin Keşfi
İncil'i de genç adam olarak, her birimiz de benzer bir durumu keşfederiz. Sizde
yetkinliklerde, enerjide, hayallerde ve bereketli kaynaklarınızdaki ümitlerde zenginsiniz. Sizin
çağınız sadece kendiniz ve çevreniz için değil Kilise ve dünya için de zenginsiniz. Genç,
zengin adam İsa‟ya sorar: "Ne yapmalıyım?”. İçinde olduğunuz yaşam: Tanrı‟nın size verdiği
armağanları ve sorumluluklarınıza yapılan bir keşif zamanı. Aynı zamanda temel yaşam
planınızı oluşturmak için karar zamanı. Öyleyse şimdi size yaşamın gerçek anlamını sormak
zamanı ve kendinize sorun: "Hayatımdan memnun muyum? Bir eksiklik var mı?”. İncil'i de
genç adam olarak, istikrarsızlık, kargaşa veya acı dolu zamanlar yaşıyor olabilirsiniz,
zayıflıktan uzak bir yaşam sürmeye çabalarınızı yöneltip sorun: başarılı bir hayat nedir? Ne
yapmalıyım? Yaşam planım ne? "Ne yaparsam hayatım değer ve anlam kazanır?” (Ibid., No
3). Bu sorulara karşı karşıya olmaktan korkmayın! Sizi dertlendirmekten çok, kalbinizde
taşıdığınız büyük ilhamları dillendirmektedirler. Bu nedenle, onları dinlemek gerekir. Onlar,
bu yüzeysel olmayan cevaplar bekler, gerçek yaşam ve mutluluk beklentilerinizi yerine
getirebilecek cevaplar. Sizi tamamen mutlu edecek yaşam planını keşfetmek için, her biriniz
üzerinde kendi sevgisini şekillendiren, Tanrı‟yı dinliyor musunuz? Güvenle sorun: "Tanrım,
hayatımın Yaratıcısı ve Babası olarak planın ne? İsteğin ne? Ben başarmak istiyorum." Buna
emin olun karşılaşabilirsiniz. Cevap vermekten korkmayın! "Tanrı, kalbimizden daha büyük
ve her şeyi bilir" (1 Yuhanna 3, 20)
4. Gel ve beni takip et!
İsa onun hedeflerine ve kişisel projelerinin sunacağı memnuniyetin çok ötesine gitmesi
için zengin genç adamı davet etti. Ona: "Gel ve beni takip et!” dedi. Hıristiyan çağrısı Tanrı
tarafından yapılan sevgi dolu derin bir davete dayanır ve sadece sevgi dolu bir cevapla
yaşanabilir: “İsa şakirtlerini yaşamlarını tamamen adamaya çağırır, hesapsızca ya da kişisel
alakalarıyla değil, Tanrı‟ya tam bir güvenle. Azizler bu talepkar daveti kabul ettiler,
alçakgönüllü bir ağırbaşlılıkla çarmıha gerilmiş ve dirilmiş Mesih‟i takip etmeye koyuldular.
Onların mükemmeliyeti, imanın mantığıyla ki o dönemle insanlarca çok anlaşılabilir değildi,
kendilerini tam merkeze koymaksızın, gelgite karşı davranmak ve Müjde ile aynı paralelde
yaşamaktı."(Papa XVI. Bedediktus, vaaz, Azizlik Mertebesine Yükseltme, 11 Ekim 2009).
Mesih'in pek çok öğrencisinin örnek alarak, siz de, sevgili dostlar, neşe içinde O‟nu takip
etmek için O‟nun davetini kabul edin ve böylece bu dünyada hayatlarınızı verimli ve ateşli bir
biçimde yaşayın. Vaftiz yoluyla, aslında, O hepimizi somut olarak kendisini izlemeye, Onu
her şeyin üzerinde sevmeye ve Ona kardeşlerimize hizmet ederek hizmet etmeye çağırır.
Zengin genç adam, ne yazık ki, İsa'nın davetini kabul etmez ve üzülerek uzaklaşır. İsa
tarafından önerilen daha yüksek değerlere ulaşmak adına maddesel zenginliklerin geride
bırakacak cesareti bulamaz. İncil öyküsünde bahsedilen, zengin genç adam tarafından tecrübe
edilen üzüntü doğru seçimi yapıp İsa‟yı izleme cesareti eksik olanların kalbinde de
yükseliyor. Hala Ona cevap vermek için çok geç değil asla! İsa bize sevgi dolu bakışlarını
yöneltmekten ve bizi şakirtleri olmaya çağırmaktan asla yorulmaz; bazılarımıza biraz daha
kökten bir teklif sunar. Rahipler Yılı olarak anılan bu yıl, siz genç erkekler ve çocukları, Tanrı
2
onları, rahiplik yolunda daha büyük bir armağana mı çağırıyor diye değerlendirme yapmaları
için teşvik ediyorum. Bu özel sevgi işaretine cömertçe ve coşkuyla sarılmalarını ve karar alma
yolculuğuna ruhsal bir direktör ya da rahip yardımıyla çıkmalarını rica ediyorum. Korkmayın,
genç erkekler ve kadınlar, eğer Tanrı sizi dini, manastırsal ya da misyonerce bir hayata ya da
özel bir adanmışlık gerektiren bir hayata çağırıyorsa: kendisine cesaretle yanıt verenlere nasıl
derin bir sevinç bağışlayacağını biliyor! Aynı zamanda evliliğe çağrıldığını hissedenleri de bu
çağrıyı imanla kabul etmeye davet ediyorum, sevgi için sağlam bir kaynak sağlamak için
çalışmak muhteşem, iman dolu ve yaşam armağanı için ilerici .. Bu çağrı Kilise ve toplum
için bir hazine ve lütuftur.
5. Ebedi Hayata doğru yönelmek
“Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?”. İncil‟deki genç adamın sorduğu
bu soru bugünün gençlerinin birçoğunun kaygılarından çok uzak olabilir. Selefimin
gözlemlediği gibi, “Varoluşunu ekseni dünyevi gelişmeler ve dünya ile dolu bir nesil değil
miyiz? (Gençlere Mektup, No:5) Yine de , “sonsuz yaşam” sorusu en acılı dönemlerde, bir
başarısızlığı tecrübe ettiğimizde ya da çok yakınımızdan birini kaybettiğimizde, merkeze
geliyor. Fakat genç adamın işaret ettiği “sonsuz yaşam” nedir? İsa şakirlerine: “Sizi tekrar
göreceğim, kalpleriniz sevinçten coşacak, ve kimse sevincinizi sizden alamayacak.” (Yuhanna
16, 22) diyerek tanımlıyor bize sonsuz yaşamı. Bu sözler, Tanrı‟nın sevgisiyle sonsuza kadar
sarmalanmış olarak yaşanan heyecan verici, tükenmez bir mutluluğu işaret ediyor.
Tanımlanmış deleceğimiz için meraklanmak yaşantımıza anlam katıyor. Bu yaşam planımızı
sınırlı ve geçici olmayan, geniş ve derin eksenlere çekiyor. Bu bizi bu Tanrı‟nın derin bir
sevgi ile sevdiği dünyayı sevmeye, ümit ve sevgi den doğan özgürlük ve neşe içinde dünyanın
gelişimine kendimizi adamaya heveslendirir. Bu eksenlere rağmen Tanrı‟nın bizim için çok
daha büyük bir gelecek hazırladığını dünya gerçeğinde kesin olarak göremesek de hissederiz.
Böylece Aziz Agustinius ile beraber şöyle diyebiliriz: “Yükseklerdeki evimizin hasretini
çekelim, cennetteki evimizin özlemiyle yanıp tutuşalım, burada yabancı olduğumuzu
hissedelim”(Aziz Yuhanna İncil‟i Üzerine Dersler (Tractates), Vaaz 35:9). Mutlu Piyer
Giorgio Frassati‟nin, 1925 yılında 24 yaşında hayata gözlerini yuman, bakışı sonsuz yaşam
üzerine sabitlenmişti, diyordu ki: “Sadece var olmak değil, yaşamak istiyorum!” Dağa
tırmanış esnasında çekilen bir fotoğrafında arkadaşına şöyle yazdı: “Yükseklere”, sadece
Hıristiyan bakış açısıyla değil aynı zamanda sonsuz yaşama da atıfta bulunarak. Sevgili genç
arkadaşlar, sonsuzluğa çağırıldık. Sizi bu bakış acısını koruyarak yaşam planınızı geliştirmeye
teşvik ediyorum. Bu güzel bir hayat yaşamanıza ve doğru kararlar vermenize yardımcı olacak.
6. “On Emir”, gerçek sevgi yolu
İsa genç adama “sonsuz yaşamı” miras almak için “On “Emir” e uymanın gerekliliğini
hatırlattı. Sevgide yaşamak, iyi ve kötüyü ayırt edebilmek, sağlam ve dayanıklı bir yaşam
planı inşa etmek istiyorsak “On Emir” buna kaynaklık edecek temel noktaları sunuyor. İsa
“On Emir” i bilip bilmediğinizi, vicdanınızı Tanrı‟nın yasasına göre oluşturup
oluşturmadığınızı, “On Emri” yaşama geçirip geçirmediğinizi size de soruyor. Altını çizmek
bile gereksiz, bu tip sorular, değerlerken, kurallardan ve kanunlardan kopuk bir özgürlüğü
savunan, insanları anlık arzularına sınırlar koymamaya teşvik eden bu günün dünyasının
tabiatına aykırı. Bu gerçek özgürlüğe ulaşmanın yolu değil. İnsanların kendilerine, anlık
arzularına, para, ölçüsüz zevk gibi idollere ve dünyanın tuzaklarına esir olmaya yöneltir.
İçlerindeki doğuştan var olan sevme çağrısı ile savaşır. Tanrı bize “On Emir” i verdi çünkü
bize gerçek özgürlüğü öğretmek istiyor. Bir sevgi hükümdarlığı tesisi etmek istiyor, adalet ve
barış bizimle beraber. “On Emri” dinlediğimizde ve uyguladığımızda kendimize
yabancılaşmayacağız fakat gerçek sevgi yolu ve özgürlüğü bulacağız. “On Emir” mutluluğa
sınırlar koymaz, aksine bize onu bulmanın yolunu gösterir. Zengin adamla diyalogun
3
başlangıcında, İsa Tanrı‟nın verdiği kanunun iyi olduğunu çünkü “Tanrı‟nın” iyi olduğunu
hatırlatıyor.
7. Size ihtiyacımız var
Bugün genç olmanın anlamı işsizlik, gelecek için net fikirler ve fırsatların eksikliği
gibi birçok problemle yüzleşmek demek. Mevcut krizler karşısında güçsüz hissediyor
olabilirsiniz. Bu zorluklara rağmen, cesaretinizi yitirmeyin, hayallerinizden vazgeçmeyin!
Tersine barış, adalet ve kardeşlik için kalbinizde büyük arzular besleyin. Yaşam, ümit ve
yaşam için kaynakları arayıp bulmayı bilenlerin ellerinde. Arzu doluysanız, hayat ellerinizde,
çünkü Tanrı‟nın kalplerinize yerleştirdiği beceri ve yeterlilikler, Mesih ile ilişki içinde olarak
şekillenerek dünyaya umut getirebilir! Onun sevgisindeki iman sizi daha cömert ve güçlü
yaparak hayatla yüzleşme, aile ve profesyonel sorumlulukları alma gücü verecek. Kişisel
gelişiminize ve derslerinize özel önem vererek hayatınızı kurmayı zorlayın, böylece cömertçe
ortak fayda için çalışabileceksiniz. Yakın zamanda insan gelişimi hakkında kaleme aldığım
mektubum Caritas in Veritate‟de yaşamımız ve dünyamız için temel büyük ve acil meydan
okumaları listeledim: dünya kaynaklarının tüketilmesi ve ekolojik dengeye saygı, gelirlerin
adil paylaşımı, finansal mekanizmaların kontrolü, insanlık ailemiz içinde yoksul ülkelerle
dayanışma, insan emeğine daha fazla saygı, yaşam kültürüne hizmet etmek, insanlar arası
barış sağlamak, imanlar arası diyalog, toplumsal iletişim araçlarının kullanım biçimi. Bunlar
daha adil ve kardeşçe bir dünya yaratmak için yanıtlamaya çağrıldığınız meydan okumalar.
Tanrı‟nın her biriniz için sahip olduğu planla uyumlu olarak edindiğiniz hediyeleri
kullanacağınız talepkar ve tutkulu yaşam planını çağıran zorluklar. Kahramanca ya da olağan
dışı davranışlar meselesi değil. Anlamı, becerilerinizin ve yeteneklerinizin ortaya çıkmasına
izin vermek ve iman ile sevgide istikrarlı yol almak. Rahiplerin yılı olan bu yılda, azizlerin,
özellikle rahip olan azizlerin, yaşamlarını öğrenmenizi istiyorum. Tanrı‟nın nasıl onlara
rehber olduğunu ve nasıl her günlerini iman, ümit ve sevgide yaşadıklarını göreceksiniz. İsa
her birinizi Onunla çalışmaya ve sevgi uygarlığının kuruluşunda sorumluluklarınızı almaya
çağırıyor. Onun sözlerini izlerseniz, sizin yolunuzu, hayatınızı tam anlamlandıracak ve neşe
verecek, yüksek hedeflere ulaşmanız için aydınlatacak. Kutsanmış Bakire Meryem, Kilise‟nin
annesi sizi gözetsin ve korusun. Dualarımda olacağınızdan emin olun ve büyük bir şefkatle
sizi kutsuyorum.
Vatikan, 22 Şubat 2010
Papa 16.Benediktus
KUTSAL SESSİZLİK MEKÂNI: MERYEM ANA EVİ
21 Nisan 2007‟de İzmir‟de ruhbanlık töreni ile peder oluşumun üzerinden tam 3 yıl
geçti. O günün ertesinde Meryem Ana Evi‟nde kutlamış olduğum ilk ayinimi de hayatımın bir
köşesine kazıyarak hiç unutmayacağım heyecanlı ve ürkek ama bir o kadar da mutlu ve coşku
dolu duygularla kapattım. Birkaç aydır Meryem Ana Evi‟nde göreve başlamamla birlikte o
duygu yoğunluğunu şimdi yine yaşama fırsatı buluyorum. Bu heyecanı, burayı ziyaret eden
binlerce insanın yaşadığını da tahmin edebiliyorum.
Bilindiği üzere Meryem‟in, özellikle Katolik ve Ortodoks Hıristiyanları için
tartışılmaz bir yeri vardır. İmanıyla herkese örnek olmuş biri olarak Allah‟ın kadınlar arasında
mübarek kılarak seçtiği Meryem, gerek Hıristiyanlar gerekse de Müslümanlar açısından
saygınlıkla kabul edilir. Hıristiyanların “Kurtarıcı Mesih İsa” olarak iman ettiği ve
4
Müslümanların da “peygamber” olarak kabul gördüğü İsa‟nın Annesi olarak MERYEM
herkes tarafından hürmetle kabul edilmektedir.
Dolayısıyla da, Meryem‟in bu dünyadan ayrılmadan önceki son ikamet yeri olarak
bilinen Meryem Ana Evi de kutsal mekân olarak çok kişi tarafından tanınır.
İzmir şehrine bağlı Selçuk ilçesine birkaç km. uzaklıkta Efes antik şehri yakınlarındaki
Bülbül Dağı‟nın batı yamacında bulunan bu kutsal ev, gerek yurdumuzda gerekse de
yurtdışında ziyaretçilerin ilgi odağı olmuş ve her geçen gün ziyaretçi sayısı artmıştır. Peki,
bazen sayıları günde ortalama 5 bini geçkin ziyaretçinin ağırlandığı bu mekânı bu kadar çekici
kılan nedir? Neden Meryem Ana Evi birçok insan için önemlidir?
Nitekim mimarisel olarak fazla bir özelliğe sahip olmayan bu yapıyı önemli kılan
aslında burada varlığını sürdüren kişiliktir: Meryemana. Efes antik şehrini ziyaret edenler
mutlaka Meryem Ana Evi‟ni görmeden oradan ayrılmazlar.
Temelleri birinci yüzyıla ait olan ve asırlar boyu süre gelen değişiklikler zincirini
barındıran Meryem Ana Evi, günümüze kadar devam eden bir tarih saklar. Doğa ile iç içe
bulunan bu mekânı görenler buranın gerçekten kutsal bir yer olduğunu hemen fark ederler.
Ziyaret eden kişinin kalbinde o an bir huzur dolar.
Anna Katharina Emmerick (1774-1824) adlı bir alman mistik kadının vahiyleriyle yola
çıkan, İzmir Sacré Coeur Koleji öğretmenlerinden lazarist rahip Eugene Poulin arzusuyla yola
çıkan bir kafile, başta Peder Henri Jung olmak üzere Efes harabelerinden başlayarak bir keşif
yolculuğuna çıkar ve en nihayet 29 Temmuz 1981‟de ağaçların arasında saklı ve yıkık halde
Meryem Ana Evi‟nin kalıntılarına ulaşırlar…
Şu andaki yapının 1951 yılında yapılan restorasyon çalışmalarının eseri olmasına
rağmen, çekiciliğini korumaktadır.
İşin ilginç tarafı, A. Emmerick yatalak bir hasta olduğu için, o yörelere hiç gitmemiş
hatta o yörenin nerede olduğunu bile bilmemiştir. Lakin anlattığı gibi Meryem Ana Evi‟nin
tasviri tıpa tıp bulunan harabe ile uyuşmaktadır.
Bilimsel olarak kanıtlanmasa da bu mekânın Meryem Ana Evi olduğu tarih boyunca
gelenekler eşliğinde inanılmıştır. Bunu kanıtlayan bazı bulgular mevcuttur.
Yuhanna İncil‟inde şöyle yazar: “İsa'nın çarmıhının yanında annesi, annesinin kız
kardeşi, Klopa'nın karısı Meryem ve Mecdelli Meryem duruyordu. İsa, annesiyle sevdiği
öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine, «Anne, işte oğlun!» dedi. Sonra
öğrenciye, «İşte, annen!» dedi. O andan itibaren bu öğrenci İsa'nın annesini kendi evine aldı”
(Yuhanna 19,25-27).
Bu “evine aldı” ifadesi aslında o havarinin (Yuhanna) Meryem‟i koruması altına aldı
anlamında da açıklanabilir. Selçuk girişinde İsabey Camii yakınında Sen Jean Bazilikası
bulunur. Bu bazilika‟nın absidinin hemen altında bir yeraltı bölmesi vardır ve burada Sen
Jean‟nın yani diğer adıyla Yuhanna‟nın mezarı bulunmaktadır. Efes‟te İncil‟ini yazan
Yuhanna büyük bir ihtimalle Kudüs‟ten başlayan İncil müjdelemesiyle Efes‟e kadar ulaşmış
ve büyük bir olasılıkla da Meryem‟i yanında getirmiştir. İsa‟nın ölümünden sonra Roma
İmparatorluğu tarafından Yahudilerin kışkırtmasıyla hristiyanlara karşı başlatılan işkence ve
zulümlerden kurtulmak için Meryem‟i bu mekâna gizlemiş olabilir.
Bulguların en önemlisi, 431 yılında Efes‟te yapılan konsildir. O zamanın din
yetkililerinin buluştuğu bu toplantıda Meryem Ana‟ya “Tanrı‟nın Aziz Annesi” yani Grekçe
“Theotokos” ünvanı verilir. Konsilin yapıldığı Kilise ise Meryem Ana Konsil Kilisesi olarak
5
tarihe geçer. Özellikle bizi ilgilendiren de Konsil kayıtlarında Meryem Ana‟nın Efes ve
civarında yaşadığından bahsedilmesidir.
Başka bir bulgu ise, yine aynı yörede Efes‟e 15 km. uzaklıktaki Şirince Ortodoks köyü
ahalisinin, Meryem Ana‟nın mezarının burada bulunduğu geleneğinin devam etmesidir ve her
15 Ağustos‟ta Meryemana Bayramı olarak bu mekâna yürüyerek hacılık yapmaları da
küçümsenemeyecek bir kanıttır.
Meryem Ana Evi, bir hacılık yeridir: Papa Hazretleri VI. Pavlus (1967), II. Jean Paul
(1979) ve son olarak da Papa XVI. Benedikt (2006) burayı ziyaret ederek, bu kutsal yerin
önemini daha da çok vurgulamıştır. Bu hacılık mekânına sadece hristiyanlar gelmemekte,
başka dinlere mensup insanlar da ziyaretlerini gerçekleştirmektedir.
Çoğunluğu Müslüman vatandaşlarımızdan oluşan Türkiye‟de bu yerin mevcudiyeti
özellikle İslam dini açısından önemli bir dua mekânı olarak görülebilir.
Benim kanımca da, Hristiyanlık ve İslam dinini birbirlerine bu kadar yakınlaştıran bir
Tek Tanrı‟ya inanç öğretisi yanında bir de Meryem Ana inancı sayılabilir. Gerek İncil‟de
olsun gerek Kuran‟da, Meryem hakkında yazılanlar birbirleriyle hemen hemen aynıdır. Bir
surede şöyle yazar: “Ey Meryem! Allah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların kadınlarına
üstün kıldı” (Al-İ İmrân 42) ve “Ey Meryem, Allah sana kendisinden bir Kelime‟yi
müjdeliyor. Adı Meryem Oğlu İsa‟dır. Mesih‟dir” (45) Aynı şekilde İncil‟de de ifade vardır:
“Selam sana, ey Tanrı‟nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir (Luka 1, 28) ve “Korkma
Meryem! Sen Tanrı‟nın lütfuna eriştin. Bak, gebe kalıp bir Oğul doğuracak, adını İsa
koyacaksın” (Luka 1,30).
Kuran‟da Meryem‟in ismi tam 34 kez ve İncil‟de ise 18 defa açıkça yazılıdır.
Kuran‟da sayının İncil‟e göre fazla olması, Meryem‟in hristiyanlar açısından daha önemsiz
olduğunu ifade etmez. Aksine, Meryem kültü hristiyanlıkta daha köklüdür. Meryem Ana‟nın
şefaatiyle dualarımız Allah‟a ulaştığında bizler Meryem Ana‟mıza da dua eder ve onun bizler
için Oğul İsa aracılığıyla Göklerdeki Pederimize dua etmesini isteriz. İşte bu vesileyle, bu
kutsal dua mekânına gelenler aynı düşünceler ışığında burada ellerini açarak dualarını Allah‟a
sunarlar.
Hangi dine, dile, ırka veya kültüre bağlı olursa olsun dünyanın çeşitli yerlerinden
gelen ziyaretçiler burada kendilerini evlerinde hissetmektedirler. Nitekim Meryemana da bize
kollarını açarak, bizi evine davet etmektedir. Onun sesini işitenler buraya gelerek şefkatli
anne sesini ruhlarında işitirler. Meryem Ana hepimizin Aziz Annesidir.
Meryem Ana Evi‟nde görevli rahip ve rahibeler olarak görevlerimizin en başında, bu
kutsal mekânın gerçekten ruhsallığının korunabilmesi ve gelen ziyaretçilerin ve özellikle de
hacıların burada kendi ibadetlerini yapabilmesini sağlamaktır. Aynı ayna bir hristiyanın ayin
yaptığına ve bir müslümanın da namaz kıldığına şahit olmuşuzdur.
Her sabah güneşin ilk ışıklarıyla birlikte rahip ve rahibeler kuş cıvıltısı eşliğinde
dualarla güne başlarlar ve insanların ihtiyaçlarına aracı olarak herkesin mutluluğu için dua
ederler.
Karmaşık ve bir o kadar da gürültülü bir ortamda yaşadığımız bu dünyada,
insanoğlunun bir an olsun kendisiyle fiziki olarak veya ruhuyla baş başa kalmak istemesi o
kişinin hakkıdır. Bu fırsatı yakalamak isteyenler için bu mekân bir vesile olabilir.
Herhangi bir dine mensup olmayanlar için bile Meryem Ana Evi, sessizliğin,
kutsallığın ve sükûnetin hissedilebileceği bir yerdir.
6
İnanıyorum ki, Meryem Ana Evi dünyada eşi benzeri olmayan bir kutsal mekân
olarak, bütün insanlığı kardeşliğe çağıran ve Meryem Ana inancını yaşayıp Tek Allah‟a
inananların da Meryem Ana‟nın şu sözlerinin kulaklarında çınlamasına olanak sağlayacaktır:
“Bundan böyle bütün kuşaklar beni mutlu sayacak” (Luka 1,46). Ey Bakire Meryem, bütün
insanlar için dua et. Âmin!
Peder Mesut Kalaycı
Meryem Ana Evi – Efes
SİVASLI 40 İMAN ŞEHİTLERİ
Roma İmparatorluğu‟nu İmparator Büyük Konstantin‟in ikinci İmparator Licinius ile
birlikte yönettikleri bir devir… Büyük Konstantin, Hıristiyanlığın yasal bir din olarak ilan
etmiş ve onlara dokunulmamasına dair bir yönerge yayınlamıştı. Ancak ikinci İmparator
Licinius koyu bir pagan idi ve Hıristiyanları hiç sevmiyordu. Bu arada Büyük Konstantin‟e
düşmandı ve onunla savaşmayı planlıyordu. Kendi yönetimi altında olan ordudaki hıristiyan
askerlerin bir gün isyan edeceğinden korktuğundan bunları öldürmeye karar verdi. Tarih 313
yılını gösterdiği bu devirde Küçük Asya İli (Anadolu) Sebaste (şimdiki Sivas) şehrindeki
askeri birlik komutanı Agricola, efendisinin emrini uygulamak için hıristiyan olan 40 üstün
askerlerin öldürülmesine karar verdi. Siciller çok parlak ve üstün başarıları olan bu hıristiyan
askerler bir gece aniden tutuklandılar. Sorgulandılar ve dinlerini inkar etmeyeceklerini,
kainatı yaratan “Tek” Tanrı‟ya beden alıp aramızda yaşamış oğlu Mesih İsa‟ya inandıklarını,
ondan başkasına tapınmayacaklarını birer taş parçası olan pagan putlarına asla tapınmayacak
ve kurban kesmeyeceklerini kesinlikle beyan ettiklerinden suçlu bulundular. Hapsedildiler.
Geceyi dua ederek ve mezmurları söyleyerek ibadet eden imanlı askerler, sabah tekrar
Komutan Agricola„nın pagan putlara tapınıp kurban adamaları isteğini yine ret ettiler.
Komutan ilk günlerdeki sertliğini bırakıp güzellikle ve tatlı dille bu imanlı kırk askerleri
dinlerinden vazgeçmeleri için uyarı ve tavsiyelerde bulundu, sonuç alamayınca işkenceye
başladı ve bu korkunç işkenceler günlerce sürdü…
Büyük mahkeme yargıcı Licius Sebaste‟ye (Sivas) gelince mahkeme kuruldu ve 40
imanlı askerlerin yargılanmasına başlandı. Teker teker yapılan sorgulamada, imanlı kırk asker
Mesih İsa‟dan başkasına tapınmayacaklarını, pagan putların birer taş heykel olduğunu beyan
etmeleri üzerine, Hakim Licius bu askerlerin taşlanarak öldürülmelerine karar verdi. Elleri
ayakları bağlanan kırk imanlı askerlere pagan askerler taş atmaya başladılar. Ancak, atılan
taşlar hiçbir imanlı askere değmeden yön değiştirdi. Hatta rivayete göre de bu taşlar Komutan
Agricola‟ya isabet ederek dişlerini kırdı.
Kırk imanlı askerler yeniden hapse atıldılar. Gece olunca şehrin hemen yanında
bulunan gölün kenarına götürüldüler. Hava soğuk olduğundan göl yer yer donmuştu…
Askerlere yeniden pagan putlara tapınmaları istendi. Hepsi ret ettiler. Gölün kenarına ateş
yakılarak sular kaynatıldı ve açık hava hamamı haline getirildi. Askerleri göle attılar… Soğuk
hava, soğuk su hepsini titretti. Komutan Agricola, sudaki askerlere şöyle seslendi; “Pagan
tanrılara ibadet etmeye karar veren sudan çıkıp sıcak suyla banyo yapabilir.” Sudan çıkan
7
olmadı. Titreyen askerler yeniden mezmur ve ilahiler söylemeye başladılar… Donmak
üzereydiler. Ve bunlardan birisi sudan çıkıp sıcak suyun bulunduğu yere gitti. Ancak hamam
olan yere gelince öldü. Diğer 39 asker dualarına devam ederlerken, gökten bir ses işitildi;
“İmanlılar, korkmayın, yardıma geliyorum.” Su ısınmaya, buzlar erimeye başladı. Sudaki
askerlerin her birinin başlarının üzerine parlak bir ışıktan “taç” belirdi.
Ölüme mahkum
edilen askerleri bekleyen bölüğün komutanı Aglaius bunları görünce çok şaşırdı. Uyuyan
nöbetçileri uyandırdı ve olayları izlemeye devam ettiler. Sudakiler dualara ve ilahiler
söylemeye neşe içinde devam ediyorlardı. Aglaius bundan çok etkilendi, kemerini, kılıcını ve
üniformasını çıkarıp askerlerine ; “Ben de hıristiyanım, bu mucize karşısında ben de Mesih
İsa‟ya inandım !” diyerek sudaki askerlerin yanına gitti. Kırkıncı “taç” Aglaius‟un başının
üzerine geldi! Sabah Agricola ve hakim Licius ölen kırk askerlerin cesetlerini görmek için
gölün kenarına gittiklerinde gördükleri karşısında evvela çok şaşırdılar. Askerlerden olanları
dinlediler. Aglaius‟un da suda olduğunu görünce Agricola çileden çıktı ve askerlere
göldekileri sudan çıkarıp ayaklarının kırılması için emir verdi. Sudan çıkarılan askerlerin
ayakları birçok yerlerinden kırıldı. Zavallılar acı içinde yerlerde kıvranıyorlardı. Komutan
Agricola hepsinin canlı canlı yakılmalarını emretti. Ayakları kırılmış askerin çoğu öldüler.
Cesetler arabalarla yakılmak üzere şehre taşınmaya başlandı. Bir anne, gözyaşları içinde
sudan çıkarılıp ayakları kırılan oğlunu kucaklamış tedavi etmek üzere eve götürmek için çaba
veriyordu. Bu genç asker Meliton ise annesine, eve değil, diğer arkadaşlarının yanına
götürmesi için annesine yalvarıyordu. Annesi de oğluna ölümden kurtulması için Mesih İsa‟yı
inkar etmesine yalvarıyordu. Anne yüreği oğlunu ölüme götürmeye razı değildi ama yaralı ve
acılar içinde kıvranan oğlunun yalvarmalarına dayanamayarak onu sırtına alıp cesetleri
taşıyan arabalara yetişmeye çalıştı. Meliton annesinin sırtında Allah‟a dua ediyor, acılarına
rağmen ilahi söylüyordu. Anne ise gözyaşları dökerek oğlunu cesetlerin yakılacağı yere kadar
getirdiğinde Meliton artık Mesih İsa‟ya kavuşmuştu.
Otuz dokuz hıristiyan roma askerleri ve son anda iman eden bölük komutanı
Aglaius‟un cesetleri tamamen yakıldılar. Kalan kemiklerin de hıristiyanlar tarafından
toplanamaması için Komutan Agricola‟nın emriyle göle atıldı.
Rivayete göre, bir görünüm sonunda yakılmış kemikler piskopos ve imanlı
hıristiyanlar tarafından gölden çıkarılarak büyük bir törenle hıristiyan kurallarına göre
defnedildiler.
Aziz Nikolas (Nicholaus-Nikolaos)
8
Figura 1. Aziz Nikolas (Nicholaus-Nikolaos)
Kilise kayıtlarında Myra Piskoposu veya Barili (İtalya) Nikolaos diye geçer. IV ncü
yüzyılda yaşamış, iyilikseverliği, yaptığı yardımlar, imanı ve sayısız mucizeleriyle çok
ünlenmiştir. Adına birçok manastır, kiliseler ve şapeller yapılmıştır.
Milattan sonra 250 yılında Küçük Asya‟nın (Anadolu) Lycia (Likya) Eyaleti Patara
şehrinde doğdu. Çok zengin ve dindar bir ailenin tek oğludur. İyi bir öğrenim gördü. Daha
küçük yaşında dine olan ilgisi, Tanrı sevgisi Nikolaos‟un bir aziz olacağını işaret ediyordu.
Genç yaşında bile sadece Çarşamba ve Cuma günleri yemek yiyordu.
Delikanlı çağında ebeveynlerini kaybetti. Papaz oldu. Kendisine kalan büyük serveti
yardımlara adadı. İlk olay Patara şehrinde şöyle gerçekleşti; Patara‟da zengin bir kişi tüm
servetini kaybettiğinden evlenme çağında üç kızlarının drahomalarını ödeyemez duruma
düştü. Parasızlığın ve çaresizliğin neticesinde kızlarını genel evine vermeye ve bu yoldan para
kazanmaya karar verdiği Aziz Nikolaos‟un kulağına gitti. Üç genç kızın günah yoluna
gitmemeleri için yardıma karar verdi. Gece karanlığından istifade ederek bu ailenin oturduğu
evin açık olan penceresinden bir mendile sardığı üç yüz altını içeri attı. Kızların babası sabah
kalktığında mendil içindeki altınları bulunca çok sevindi. Böylece büyük kızının drahomasını
temin etmiş olunca kızını evlendirdi. Aziz Nikolaos mendil içinde üç yüz altını iki kere daha
eve attı. Böylece üç kızlar da kötü yola düşmeden evlendiler. Rivayete göre baba, ikinci
mendilden sonra geceleri dikkatle bu yardım severi bulmak için uyanık kaldı ve Aziz
Nikolaos‟u buldu. Minnettar baba, Aziz Nikolaos‟un ellerine sarıldı, nasıl teşekkür edeceğini
bilemedi, kızlarını günah yuvasına göndermeyi düşündüğü için utanç duydu, pişman oldu.
Aziz Nikolaos öldürülen üç küçük çocuğu dirilttiği de ayrı bir rivayettir.
Aziz Nikolaos papaz olduktan sonra Patara‟dan Myra (Demre) kentine gelir. O
günlerde Myra cemaati piskopos seçiminin arifesindedir. Tanrı‟nın işaretleriyle kente yeni
gelen bu papaz Myra‟nın “Piskoposu” seçilir. Piskoposluğa seçilen Nikolaos, sade
yaşamından ödün vermeden yardım severliliği, dini inancı ve vaazlarıyla çok kısa bir
zamanda cemaat tarafından çok sevilir ve bir “baba” gözüyle bakılır. Dördüncü yüz yılın
9
başında Roma İmparatorluğu‟nun “Hıristiyan kıyımına” başladığı bir devirdir. O devirde
hıristiyanlar hapse atılıyor, işkence ediliyor, pagan putlarına tapmayı kabul edenler serbest
bırakılıyor, dinlerini inkar etmeyenler korkunç işkencelerle öldürülüyordu. Myra‟da da bunlar
yaşandı. Aziz Nikolaos kentin dini lideri olduğundan öncelikle yakalanarak hapse atıldı bunu
işkenceler takip etti. Birçok hıristiyan dindar kardeşler hapsedilip işkence gördüler. Aziz
Nikolaos bu insanları teselli ediyor, yaralarını iyileştiriyor, işkencelere dayanamayıp Mesih
İsa‟yı inkar etmemeleri için imanlarını kuvvetlendiriyordu. Bunun üzerine Piskopos uzağa
sürgün edildi. Yine hapisteydi, yine işkence görüyordu…
Uzun yıllar sonra İmparatorluğun başına Büyük Konstantin gelince hıristiyan kıyımı
birçok yerde durdu. Myra‟da hapiste olan kardeşler ve sürgünde olan Piskoposları Aziz
Nikolaos serbest kaldılar. Myra‟ya dönen Aziz Nikolaos çok büyük bir sevinç ve coşkuyla
karşılandı.
Bundan sonra Hıristiyanlığı çok büyük bir tehlikeli akım sarsmaya ve bölmeye
başladı; “Arianizm” ! Orta Doğu‟da Hıristiyanlara büyük zarar veren bu akım Myra‟da Aziz
Nikolaos‟un kuvvetli imanı ve dini bilgisiyle ve cemaatin kendisine inanmasıyla hiç taraftar
bulmadı. Anlaşılacağı üzere Aziz Nikolaos arianizmle de korkunç mücadele etti, Mesih
İsa‟nın insan bedeni almış Tanrı Oğlu olduğunu savundu. Milattan sonra 325 yılında
Nicaea‟da yapılan konsile katılan Aziz Nikolaos‟un konuşmaları da arianizmin
“reddedilmesine” büyük katkısı oldu. Bu arada Aziz Nikolaos‟un, arianizmi ortaya atan ve
savunan Arius‟un suratına şiddetli bir tokat attığı rivayet edilir. Piskoposun bu şiddet
hareketinden dolayı konsili yöneten heyet Nikolaos‟u hapsettiler. Konsile katılanların
imzaladıkları bildiride bu yüzden Aziz Nikolaos‟un imzası eksiktir. Ancak Mesih İsa ve
Kutsal Meryem Nikolaos‟u yalnız bırakmadılar, hapisten çıkardılar ve görevine iade ettiler.
Bu mucizeler rivayettir. Çünkü ne yazıktır ki hayat hikayesi beşinci yüzyılda yazılmaya
başlandı.
Myra‟ya dönünce, orada pagan tanrı Artemis adına yapılmış büyük bir tapınağı
şeytanlar tarafından işgal edilmiş olduğu için yıkmaya karar verdi. Tapınağın önüne gelip dua
etmeye başladıktan bir müddet sonra tapınak sonbahar yapraklarının döküldüğü şekilde yavaş
yavaş yıkıldı ve yerle bir oldu. Rivayet edilir ki, yıkılan tapınakta yuvalanmış olan şeytanlar
Aziz Piskopos‟a ; “Neden bizim yuvamızı yıktın, insanlar gelip bize tapınıyorlardı, şimdi biz
nereye gideceğiz ?” diye bağrışmışlar, Aziz Nikolaos‟un cevabı ise kısa olmuş; “Cehennemin
dibine gidin !”
İftiraya uğrayan üç kişinin idama mahkum edildiği Aziz Piskopos‟a bildirilince,
hemen idam yerine koştu. Celladın elinden kılıcını aldı, mahkumları çözdü ve kentin
yöneticisine bu insanların masum olduğunu, iftiraya uğradıklarını, muhakeme edilmeden
hüküm giyip idam edilemeyeceklerini söyledi. Yönetici Eustathius‟un yanında İmparator
tarafından Frikya‟ya görevle gönderilmiş üç subay bu olaya şahit oldular. Yapılan
mahkemede de idam mahkumlarının suçsuz oldukları ortaya çıktı. Ama olay bununla bitmiş
değil, bu üç görevli subaylar Constantinapolis‟e (İstanbul) döndüklerinde, Frikya‟da
yaptıklarından dolayı üstün görev nişanıyla ödüllendirildiler. Bunu kıskananlar bu üç subay
hakkında İmparator‟a suikast yapacakları iftirasına uğradılar ve idama mahkum edildiler.
Ertesi sabah idam edilmek üzere hapse atıldıklarında suçsuz olduklarını ve iftiraya
10
uğradıklarını düşünürlerken akıllarına Myra‟daki olay geldi. Pagan olmalarına rağmen
Myra‟daki Piskoposun kendilerini kurtarması için Tanrı‟ya dua ettiler.
Tanrı dualarını duydu ve Aziz Nikolaos İmparator Büyük Konstantin‟in rüyasında bu
üç subayın iftiraya uğradıklarını ve haksız yere idam edileceklerini söyledi. İmparator
uyanınca yardımcısına haber gönderdi ki yardımcısı da aynı rüyayı görmüştü. Sabah olunca
yeniden mahkeme ettiler ve üç subayın iftiraya uğradıklarını anladılar. İmparator subaylara bu
rüya olayındaki sihrin nasıl olduğunu sorduğunda, onlar da Myra‟da olanları anlattılar ve Aziz
Nikolaos‟a dua ettiklerini söylediler. Böylece Aziz Nikolaos‟un adı İmparator‟a bir kere daha
geldi. Bunun üzerine İmparator Aziz Nikolaos‟a bir mektup göndererek, Piskopos‟un “dünya
barışı” için dua etmesini rica etti. Bu olay Aziz‟in hayat hikayesini yazan Aziz Methodius‟un
kayıtlarında sabittir.
Aziz Nikolaos batıda çok iyi tanındı ama Roma imparatorluğunun doğusunda da
bilhassa İtalya‟da da ün yaptı. İmparator Justinianus zamanında İstanbul‟da Aziz Nikolaos
adına bir katedral inşa edilmiştir. Anadolu‟da o devirde yüzlerce kilise ve ibadethane O‟nun
adına adanmıştır. Aziz Piskopos Nikolaos Myra‟da ölmüş ve adına yapılan kiliseye
gömülmüştür. Cenaze töreni çok muhteşem olmuştu. Ölümünden sonra vücudu mür
kokuyordu ve vücudundan sızan güzel kokulu bir yağ birçok hastalıkları tedavi etti.
Mucizeleri ölümünden sonrada gerek mezarı başında gerekse dünyanın birçok yanında uzun
yıllar gerçekleşmeye devam etmiş olduğundan kalıntılarını kendi şehirlerine getirmek arzusu
birçok Avrupa memleket ve şehirlerinin arzusu oldu. Bunlardan ikisi Venedik ve Bari ön
safhadaydı. Sonunda Bari denizcileri (veya korsanlar) Kutsal kalıntıları Myra‟dan alıp 9
Mayıs 1087 tarihinde Bari‟ye getirdiler. Adına yapılan kiliseye defnettiler. Bu törene Papa
Urban II de katıldı.
Aziz Nikolas çocukların ve denizcilerin koruyucu azizidir. Bilhassa Likya ve İonyalı
denizciler arasında çok saygındı. Buna sebeplerden birisi de yine bir mucizesiydi. Myra
açıklarında fırtınaya tutulan ve batmak üzere olan bir geminin tüm tayfaları diz çöküp Aziz
Nikolaos‟a dua ettiler. Gördükleri şu oldu; “Aziz Nikolaos dümene geçmiş, gemiyi
yönetiyordu !” Gemi salimen Myra limanına girdiğinde Aziz görünmez oldu.
Kaynakçalar: Catholic Online, Szentek Elete
HAYATI DEĞİŞTİREN BİR BAKIŞ
“Ferisilerden biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi'nin evine gidip sofraya oturdu. O
sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa'nın Ferisi'nin evinde yemek yediğini
öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde hoş kokulu yağ getirdi. İsa'nın arkasında,
ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O'nun ayaklarını ıslatmaya başladı.
Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü. İsa'yı evine çağırmış olan Ferisi
bunu görünce kendi kendine, «Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının
kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı» dedi. O zaman İsa söz alıp
ona,
«Simun»
dedi,
«sana
bir
söyleyeceğim
var.»
O da, «Buyur, öğretmenim» dedi. «İki kişinin bir alacaklıya borcu varmış. Biri beş yüz,
öbürü de elli dinar borçluymuş. Borçlarını ödeyecek durumda olmadıklarından, alacaklı her
11
ikisinin de borcunu bağışlamış. Buna göre, hangisi onu daha çok sevecek?» Simun, «Sanırım,
kendisine daha çok bağışlanan» diye cevap verdi. İsa ona, «Doğru söyledin» dedi. Sonra
kadına dönerek Simun'a şunları söyledi: «Bu kadını görüyor musun? Ben senin evine geldim,
ayaklarım için bana su vermedin. Bu kadın ise ayaklarımı gözyaşlarıyla ıslatıp saçlarıyla
sildi. Sen beni öpmedin, ama bu kadın eve girdiğimden beri ayaklarımı öpüp duruyor. Sen
başıma zeytinyağı sürmedin, ama bu kadın ayaklarıma hoş kokulu bir yağ sürdü. Bu nedenle
sana şunu söyleyeyim, kendisinin çok olan günahları bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin
nedeni budur. Oysa kendisine az bağışlanan, az sever.» Sonra kadına, «Günahların
bağışlandı» dedi. İsa'yla birlikte sofrada oturanlar kendi aralarında, «Günahları bile
bağışlayan
bu
adam
kim?»
şeklinde
konuşmaya
başladılar.
İsa ise kadına, «İmanın seni kurtardı, esenlikle git» dedi.” (Luka 7, 36 – 50)
İsa, bir Ferisi‟nin evine davet edilmişti.
Yadiliğin bu ruhaniler kolu, İbrani Yasası‟nın ciddiyetle
uygulanmasını ister ve
özellikle Şabat gününün tutulmasına ve Yasa‟nın saflığına önem verir.
O zamanda, ziyafet sırasında kapının açık bırakılması adettendi. Herkes içeri girebilir,
merakını giderebilir ve ev sahibinin mükemmelliğinden faydalanabilirdi.
Oysa bu olayda, sakin bir şekilde sohbet edilip yemekler yenirken şaşırtıcı ve
skandalvari bir olay meydana geldi: içeri temiz olmayan, günahkar bir kadın girdi. Bu kadın
şehirde tanınan bir fahişeydi. O kadın İsa‟yı görmüş, ya da O‟nun hakkında konuşulanları
duymuş olmalıydı. En azından O‟nunla karşılaşmak isteyecek kadar.
Dahası var. Bu kadın, herkesten farklı olarak, büyük bir alçakgönüllülük jesti
göstererek İsa‟nın ayaklarına kapanıyor ve ağlamaya başlıyor. Gözyaşı yağmuru “Hoca‟nın”
ayaklarını yıkıyor ve daha sonra çözülmüş saçları ile kuruluyor. Yetmezmiş gibi, o ayakları
öpücüklerle, parfümlerle, gözyaşları ve hıçkırıklarla kaplıyor.
Herkes bu olayı şok olmuş biçimde izledi.
Gerçekten bulunmaz bir “üçlü”: bir ferisi, bir fahişe ve “bir peygamber”.
Şakınlık, hayret, öfke Ferisi‟nin duygularıydı.
Kadın‟ın duyguları af bulmak, korku ve kabul edilmek; İsa‟nınkiler ise memnuniyet,
neşe ve onaylama idi.
Kadının İsa‟ya neşe, bolluk ve kutsanma simgesi olan parfümü sunması inanılmaz bir
hareket. Bu kadın İsa‟ya olan sevgisinden ötürü birşey yapıyor ve her zaman insanlara
birşeyler veren O adama birşey sunuyor. O‟nun sevgisine ilk defa özgürce cevap veren kişi
odur. Sakinlik ve neşe dolu olan tatlı ağlayışı ile sevdiği insan tarafından sevilmeyi tadıyor.
Kadın hiçbir şey demiyor. Ağzını açmıyor ve İsa da yaptığına izin veriyor, kabul ediyor ve
onaylıyor.
12
O bakış Ferisi‟yi şok ediyor. Aslında Ferisi bakmakta ama görememektedir. Çünkü
zaten herşeyi bildiğini sanıyor. Kadının yüreğini bildiğini sanıp, kendisini yargıç olarak
görerek hemen yargısını ortaya koyuyor.
Kadını geçmişine çiviliyor, değişmeye, sevgiye ve şefkate inanmıyor. Tek doğrunun
kendisi olduğuna ikna olduğundan, daha derin kalp ve hisleri yargılıyor.
İsa‟nın bakışı ise, derine işleyen bir bakıştır. Kalbi görür, dış görünüşe bakmaz. Bizim
gözlerimizden genelde kaçan fakirliğe ve sevgiye bakar. O‟nun bakışı acıyan ve seven bir
bakıştır. İsa‟nın gözleri iyiliği, imanı ve insanların saflığını gören bir bakışa sahiptir.
İsa erkeği ve kadını yaratıldıkları iyilik ve derin güzellik içinde görür; adeta aynadaki
derin, gerçek ve güzel yansımalarız O‟nun için!
Bizlere de kendisi gibi dikkatli olmayı ve uyanık durmayı öğetiyor. Bu şekilde
Göklerin Krallığı‟nın küçük, sessiz ve gizli imarelerini öğrenmemizi istiyor. İsa‟nın bakışı ve
Simun‟un bakışı arasındaki fark belki bizim bakışımızda da vardır!
Benim bakışımı engelleyen, karartan, örten, deforme eden nedir? Öfke mi, kıskançlık
mı, alınganlık mı?
Rabbim, benim bakışımı değiştir, bana temiz bir kalp ve bakış ver.
Peki kadın kendini nasıl hissetmiştir sizce? Bu kadar “aşağılanma” ve söylentiden
sonra... Bence sorsaydık bize şöyle derdi: “Bildiğiniz gibi, O‟na kendi usulümce teşekkür
etmek istemiştim. Oradaki insanların ne düşüneceklerini biliyordum. Gizlice içeri girdim,
Üzerinde beni aşağılayan ve beni yargılayan bin kişinin bakışını hissettim. Ama O, bana farklı
bakıyordu. O‟nun bakışında alaka, iyilik, güven ve saflık vardı. Bakışında hiçbir yargı yoktu,
ancak taşkın bir merhamet vardı.
İlk defa sevildiğimi ve kim olduğumu O‟nun önünde diz çöktüğümde anladım.
Kendimi küçük ve çirkin hissediyordum, ancak O‟nun karşısında içimde yeni, derin ve
kıymetli bir sevinç vardı. Bağışlandığımı anladım. O‟nun için kıymetliydim. Bana bakarak
artık günah işlemememi söyledi. Çünkü bu günahla başkalarından önce kendime kötülük
yapıyordum. Günahkar olduğum halde sevildiğimi anladım ve içimde, günahımın
büyüklüğünde, O‟nun sevgisinin büyüklüğünü ve yüceliğini ölçebildim. O‟nun Simun‟a
söylediklerini işittim: Az bağışlanan, az sever.
Bu bir borcun yerine gitirilmesi değil, kabul edilip değişime yol açan bir lütuftur.
Kalbimde artık şu hakikatı taşıyorum: İsa suçlamaz: bağışlar ve bizi olduğumuz gibi sever!”
Peki ben “İsa‟nın bakışını” hiç tattım mı?
Kendimi hiç kabul edilmiş ve Rabbin merhametli sevgisi ile affedilmiş hissettim mi?
Mariagrazia
13
Ben; AYÇİÇEĞİ ve 25. SAAT…
Hissediyorum, içimde sanki, bir şeyler parçalanıyor, sandalla açık denizde, yol alır gibi,
dev dalgalarla bir aşağı, bir yukarı yalpalanıyorum. İSA‟yı arar gibi, beni kurtar der gibi…
Birden, okyanus kadar derin hayal alemime dalıyorum.
İzmir haziranında bir cuma akşamı; yaz yağmurlarında, rüzgarlı bir havada,
eğri yağan yağmur gibi, düşüncelerim yön değiştiriyor, İSA‟mı buluyorum.
Esen rüzgara, güneşin ışığına göre yön değiştiriyorum,
Sen‟i kaybetmemek için, gözümü bile kırpmıyorum… Öyle bir çiçeğim ki ben;
Hantal görüntüm altında, sanki bir kelebek ruhunu , Sen‟i taşıyorum.
Ben yalnızca, Sen‟i yaşıyorum, Sen‟i yazıyorum, Sen‟i anlatmaya çalışıyorum..
Şimdi; Şu an, Garda gölü kenarında, durgun yeşil sularda Sen‟i düşünüyorum.
Siena‟lı Catherina‟yı, Assisi‟li Fransuva‟yı, Padova‟lı Antuan‟ı,
gözlerim kapalı, bant a alır gibi dinliyoum, Sen‟i, her geçen gün daha iyi tanıyorum.
An geliyor, Guıdo Neri‟nin paletinden, Sen‟i Haç ta, ama vakur bakışınla görüyorum.
Şimdi bir Ayçiçeğiyim, Sen‟inle beraber bende, Sen‟in hayatını yaşıyorum.
Toscany vadisinde, iri yemyeşil yapraklarımda, Oniki Havari‟nin sözlerini dinliyorum.
Kutsal Üçlü Birlik‟ten, sığınma istiyorum… Her şeyin kaypak ve geçici olduğu bu dünyada,
yosun tutmuş kocaman yıllarımdan atlayıp, Sana koşup, Sen‟de konaklıyorum.
Geç kalmıştım, gecikmiştim, tırmanacağım merdiveni, kendim inşa etmeliydim.
Shakespeare; Hamlet‟i, yazmadan hemen önce, öğrendi alfabeyi,
Raphael; Resimlerine , sadece düz bir çizgi ile başladı,
Mozart; Piyanosunun tuşlarına, tek parmakla ve tek tek basarak , bugünlere atladı…
Tutunacak dalımı bana İsa öğretti, çok istemiştim.azmimin zaferini O, kanıtladı.
Bende farklı bir yol uygulayıp, imanımı yüzlerce kez katladı…
Düşlerimdeki; Renk kombinasyonlarımda, hep Meryem ve İsa Mesih konakladı…
İman; Kişilere göre, şimşek hızı ile değişir, zoru gören yok olup, bahane bulabilir,
sanki bir sihirbaz şapkasından tavşanı çıkartıp, hemen kaybeder gibi,
14
genç yaşta öğrenilip, konuşulamamaktan dolayı, unutulan yabancı bir dil gibi…
Ben bir Ayçiçeğiyim, olamam ki onlar gibi, aynı yabani bir ot misali…
Şu anda Sen‟inle başbaşayız İSA, ilahi mutluluğun yumuşak sevgi dolu anlarında,
bir haziran gecesinin, en huzurlu rüzgarında,hayaller alemine beraber süzülüyoruz.
Sesler; Evet sesler, fısıltı gibi, fakat güçlü, çok derin…25. saatimizi yaşıyoruz… Şimdi;
Okyanus ortasında, haçının bir parçasına tutunmuş gibi, kendimi garantide hissediyorum.
Sanki su perileri, deniz kızları dolaşıyor etrafımda, ruhum genişleyen daireler çizerek,
Sana ulaşıyor…Kalbinin kapıları bana açık,açılmış, hazır… “Gel , Sığın “ diyor…
Hayaller, düşler, denizler, geceler hakim tüm yaşamıma ve ilave saatime, Sen Mesih İsa…
Hani insan , gözünü alan bir ışığı eliyle gölgeler ya, hani gözleri sulanır, bakışı buğulanır,
göz bebekleri küçücük kalır ya, hani apansız sisler içinden, şimşekler çakar ya, aynı öyle,
aniden geliverdin hayatıma, ışığınla beni kendine almadın, adeta yıldırım hızıyla çektin İSA…
Bu gece, yine uzun bir gece olacağa benziyor, İsa‟m, hep tekrarladığım dualarımı dinliyor,
Bu fazlalık, bu fazladan saati, Rab‟bim ve benden başka hiç kimse yaşayamıyor.
Bu mutluluk paylaşılacak gibi değil, sözlerimizin keyfini, gözlerinin parıltısını yaşıyorum.
Aydınlandığımız ayın altından geçip, bulutları aşıyorum,
Sanki; Sen‟in için dünyamı, ateşe veriyorum… Yelkovan ve akrebi harakete geçirip,
zamanı hızlandırıp, tırmanıcı sarmaşıklar misali, gecemize doğru yol alıyorum.
Yüreğimden yüreğine uzanacak gönül köprülerime, Sana edeceğim dualara,
Sadece bize has, saatimize hazırlanıyorum…Ben bir Ayçiçeğiyim, Sen‟siz olamıyorum…
JOANNE SÜVEYDE St.HELEN Kilisesi İZMİR
AMATÖR LEVANTEN TİYATROSU
İki sene önce Musevi amatörlerin bir tiyatrosunu izledikten sonra biz de niye yapmıyoruz,
sorusu geldi aklımıza. Eğlenerek başkalarına yardım etme fikri bize çok cazip geldi. Sanatsal
etkinlikleri hep takip edip seyretmiş olsak da hiçbir zaman gerçekten bizlerin de tiyatro
yapabileceğimiz aklımıza gelmemişti. En yakın dostlarımızı çağırdık ve Musevi cemaatinden
15
ilk tüyoları aldık: mutlaka iyi yönetmenlere ihtiyacımız vardı. Aysel Güzel ve Vedat Güzel
çifti gerçekten tam aradığımız kişilerdi: hem kabiliyetli hem de aile havasındaki ortamımıza
uygun, cana yakın dostlar oluverdiler ve bu maceraya 11 kişi giriştik.
Geçen sene ilk olarak Tuncer Cücenoğlu‟nun Boyacı adlı eserini sergiledik. Üç geceki
performansın geliri Caritas‟a bağışlandı.
Bu sene kendimize bir isim verme gereğini duyduk: Amatör Levanten Tiyatrosu! Michael
Cooney‟in AMAN KARIM DUYMASIN oyununu sergiledik ve üç kuruluşa açılıverdik. Yine
ilk gecemiz, ilk göz ağrımız CARITAS içindi, ikinci gece Buca DÜŞKÜNLER EVİ ve
üçüncü gece ise Musevi cemaatinin düşkünler evi yararına oynadık. Bu jestimize karşılık
olarak Musevi cemaati büyük bir katılım gösterdi ve hakikaten oyunumuz amacına ulaştı
diyebiliriz: hazırlık aşamasında eğlendik, haftada iki saat için sorunlarımızdan arındık, grup
olarak çalışmanın sevincini paylaştık, muhtaç olanlara yardım elimizi uzattık ve bunu din, dil,
ırk farkı gözetmeksizin yaptık. Laf aramızda herkesi de çok güldürdük… başka ne diyebiliriz
ki, SENEYE DE İNŞALLAH…
Linda Tito
16

Benzer belgeler