Gareth Bale - Hayatım Futbol

Transkript

Gareth Bale - Hayatım Futbol
0
- Sayı 7
22 Şubat 2013
SOLUN YENİ FIRTINASI
GARETH
BALE
Gol çizgisi
teknolojisi
Galatasaray’ın
taktik analizi
Forma satışındaki
gerçekler
M
I
T
A
Y
A
H
#70 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editör
Uğur Karakullukçu
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Özcan
Fırat Topal
Güner Çalış
Kerem Akbaş
Özgehan Şenyuva
Salih Demirci
ve ayrıca teşekkür;
Ali Ece
Hakan Can
Gareth Bale
Futbol dünyası birçok solak yıldıza tanıklık etti. Maradona,
Best, Messi, Roberto Carlos, Rivaldo, Hagi, Alex, Sergen… Ryan
Giggs kalsik İngiliz kanat oyuncusu olarak sol kanattan fırtına
gibi esiyordu bir zamanlar. Şimdi 40 yaşında, rüzgar gibi esmek
yerine tecrübesini konuşturuyor. Onun veliahtı ise Londra’dan
çıktı; Gareth Bale. Henüz 23 yaşındaki solak, takımının son
haftalardaki en büyük kozu. Şimdiden Avrupa devlerini peşinden
koşturuyor. Bale bu hafta Hayatım Futbol’un kapak konusu.
Bu sayıda ayrıca Galatasaray’ın Schalke karşısında ortaya
koyduğu futbolun taktik analizini, Şampiyonlar Ligi’nde gelecek
hafta oynanacak Dortmund-Shakhtar Donetsk ve Manchester
United-Real Madrid maçlarına ön bakışlarını, forma satışlarından
transfer geliri elde edilip edilemediğini, taraftarın neden futbolun
ana aktörleri olması gerektiğini, 80’lerin ve 90’ların unutulmaz
takımı Wimbledon’ı, Milan’da harikalar yaratan Balotelli’yi
Hayatım Futbol’da okuyabilirsiniz
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#70
Bu Sayıda
Yaşasın yeni kral!
İngiltere’nin yeni süper yıldızı
Gareth Bale
Taktik Analiz
Drogbalı Galatasaray Schalke
karşısında ne yaptı?
Yerçekimsiz Balotelli
Balo Miano’ya fırtına gibi döndü
Kiminin parası,
kiminin duası
Taraftarlar kulübün neresinde?
Şampiyonlar Ligi
Dortmund-Shakhtar
Man United-Real Madrid
Drogba’nın parası
Forma satışı efsanesine
gerçekçi bir bakış
Tartışma son buluyor
Gol teknolojisi üzerine fikirler
Bizim Mahallenin
Kulübü Wimbledon
Efsane kulübü League Two’da
yerinde izledik
Acaip_VF_Smart2_210x297.ai
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
07.12.2012
20:43
Güner Çalış
Yaşasın
yeni kral
Profil
İngilizlerin ‘The Next Big Thing’i
Gareth Bale, artık gerçekten büyük.
Villas-Boas’ın getirdiği özgürlük
ve yol göstericilikle her geçen gün
daha komple bir oyuncu haline
gelen Bale, Adebayor ve Defoe’nun
yokluğunda ipleri tamamen eline
aldı ve 3 galibiyet, 1 beraberlikle
biten son 4 maçta gollerin hepsinin
altına imzasını attı. Premier League
Ronaldo’nun halefini mi buldu
dersiniz?
HF
#
70
Gareth Bale bundan 3 sene önce “Taxi for
Maicon” mitini yaratır ve ondan bir sene
sonra da İngiltere Profesyonel Futbolcular
Derneği’nden yılın oyuncusunu ödülünü alır
iken onun ne kadar iyi bir futbolcu olduğuyla
İngilizlerin yeni şişirmesi sohbetleri birbirini
izliyordu. Bale sahip olduğu müthiş potansiyeli
fazlasıyla göstermeye başlamıştı, fakat daha
şüpheci gözlemciler için bu potansiyel yalnızca
insanların gözünü boyamaya yarıyordu. Bale
henüz söylenildiği gibi en üst seviye değildi.
Bale yılın oyuncusu seçildiği o sezonu ligde 7
gol ve 1 asistle bitirmişti. İstatistikler bir yana,
fazlasıyla sol koridora bağımlı, eski tip bir
İngiliz kanat oyuncusuydu. Hatta o dönemdeki
hocası Redknapp için Bale’in geleceği sol
bekteydi. Sol açık olarak içeri kıvrılan bir yaratıcı
oyuncu ve onun arkasında da sol koridoru tek
başına domine eden Bale’i kullanarak iyi bir
ikili yaratmayı düşünüyordu belki de. Avrupa’yı
kasıp kavuran ve Real Madrid söylentileri çıkan
Bale için 50 milyon pound’luk değer biçiliyordu.
Daha çok söz ve daha az sonuçla geçen o
yılların ardından, Gareth Bale bu sezon gerçek
bir süperstar gibi oynuyor. Yalnızca müthiş
goller atmakla kalmıyor; bunları takımın
en ihtiyaç duyduğu, en beklenmedik anda
yapıyor ve yalnızca sol koridoru değil sahanın
her yerini kullanıyor. Hâlâ erken, ama oyun
stili ve yarattığı etkiyle Cristiano Ronaldo’nun
boşluğunu doldurmaya en büyük aday olarak
gösterilmeye başlandı bile. Bizzat hocası
Villas-Boas tarafından da. Üstelik bu seferki
karşılaştırmalar bir öncekiler kadar fuzuli değil.
Bale’in bu yoldaki çarpıcı değişiminde VillasBoas’a da ayrı bir paragraf açmak gerekecek.
Mahallenin en efendi çocuğu
“Yaşasın Yeni Kral” başlığını görüp yazının
Bale üzerine olduğunu öğrenenlerin ilk aklına
gelen muhtemelen Ryan Giggs olmuştur.
Galler’den bu kalitede fazla oyuncu çıkmaması
ve oynadıkları pozisyon gereği Bale’in ilk
karşılaştırıldığı isim hâliyle Giggs olmuştu.
Lakin yazı esasen Bale’in bu sezonki çıkışı
ve dolayısıyla Ronaldo kıyaslamalarına
getirecek kadarki değişen oyunu üzerine
kurgulandığından, Giggs buraya kadar
ertelendi. Ana fikri ‘Bale Galler prensi olmakla
kalmayıp yeni kral dahi olabilir’ şeklinde de
düşünebilirsiniz. Zira bundan 5 sene önce ligin
kralı Cristiano Ronaldo idi.
Profil
İki Galli futbolcunun 14 yaşındayken neler
başardıklarını karşılaştırarak bile oyun
stillerindeki farklılık ve Bale’in nasıl biri olduğu
kolayca gösterilebilir. O zamanlar Ryan Wilson
olarak bilinen çocuk Blackburn defansını
tarumar etmekle meşgul iken Gareth Bale
100 metreyi 11,4 saniyede koşabiliyordu. Onun
‘özel’liği öncelikle atletizminden geliyordu.
Hatta o kadar hızlı büyüyordu ki az kalsın
Southampton akademisini bırakmak zorunda
kalacaktı. Kasları kemiklerinin büyüdüğü
oranda büyüyemiyor ve esnemekte zorlanıyor;
bu yüzden sırtında ve bacağının arkasında
ciddi ağrılar hissediyordu. Neyse ki anne Bale
bunun geçici bir süreç ve oğlunun alınabilir risk
olduğuna dair akademidekileri ikna etmeyi
başarmıştı.
Bir süre önce “Kadromuzda Cole, Gibbs
gibi bekler vardı” diyerek Bale’i nasıl
kaçırdığını anlatan Wenger, Ronaldo
tartışmalarına ayrıca dahil oldu. Şöyle
diyor: “Bale’in bahsedilen oyuncuların
seviyesine çıkabilecek potansiyeli olduğuna
katılıyorum. Ama Messi’nin Şampiyonlar
ligi şampiyonluklarını ve attığı 95 golü
düşünürsek, bu kadar hızlı karşılaştırmalar
yapmak doğru değil.” Gayet yerinde
bu tespitin ardından bir başka soruya
cevabıysa şöyle: “Bale yerine Walcott’ı
transfer etmemizden pişman değilim. Eğer
şu an olsa yine Walcott’ı tercih ederdim.”
(İki oyuncu aynı dönemde Southampton’da
oynuyordu.)
HF
#
70
Videoyu izleyebilmek için internet erişimi gerekmektedir.
Profil
Müthiş futbolcu ama her şeyden önce müthiş
sporcu profili yaratırken, atlanmaması gereken
bir konu daha var. Gareth Bale içki içmiyor.
Bir Christmas gecesi şampanyayla tanışmış
fakat tadını beğenmemiş, o günden beri pek
arası yok. İçkiyle ilişkisini kariyeri için yaptığı
bir fedakarlık değil, gelişiminde kendiliğinden
ortaya çıkmış faydalı bir etken olarak açıklıyor.
Hatta hobileri arasında arkadaşlarıyla
PlayStation oynamayı sayması veya boş
günlerinde Galler’e dönmeyi ihmal etmemesi
gibi mütevazı alışkanlıklarından da söz açılırsa,
mahallenin en efendi çocuğu Messi kalıbını
hemen hemen tamamlanmış oluyor. Hatta
daha fazla romantize edip küçük yaşlarda
yaşadığı büyümeyle alakalı sıkıntı da buraya
dahil edilebilir. Fakat vurgulanmak istenen,
yazı boyunca yapılan benzetmelere bir yenisini
eklemek ve üstüne Messi’yle de karşılaştırmak
değil elbet. Daha ziyade, saha dışında bu tip bir
yaşantısı olan futbolcuların daha çok sevildiği
ve farklı bir sempati topladığına dikkat çekmek.
Bale de hep bu şekilde görülen, ilk çıktığından
beri parlak şeyler söylenen ve bunun futbol içi
unsurlar veya birtakım rekorlarla sınırlanmadığı
bir futbolcuydu. Just an ordinary guy.
HF
#
70
Bale alamet-i farikası gol sevincini lise
aşkı Emma Rhys-Jones’a armağan ediyor.
“Uzun süredir oynamıyordum ve o zaman
Emma bana eğer gol atarsam ne yapmak
istediğimi sordu. Ona ‘kalp’ işaretini
yapacağımı söyledim ama açıkçası bunu
yapacağımdan emin değildim. En sonunda
golü atmayı başardığımda dediğimi
yaptım ve o da bunun çok güzel olduğunu
düşünmüş.” Çiftin geçtiğimiz günlerde bir
kız çocuğu oldu. Bieber diyenler, yanıldınız.
Bale gibi, bir önceki sezon farklı bir etkiyle
oynayan Sunderland’li McClean gibi oyuncular
eski tip İngiliz kanat oyuncularını yansıtmaları
sebebiyle de ayrıca seviliyorlar. “Solak,
müthiş hızlı ve yetenekli, ama Robben gibi
ters kanattan merkeze sürmüyor” gibi, ama
bunun daha teatrali bir pasaj yazılmış idi.
Keza Jordan Henderson da aynı bu iki oyuncu
gibi içkiyle arası olmadığı bilinen bir futbolcu,
ama Adalı izleyici onu izlerken bu kadar yoğun
hissetmiyor.
Adalı hoca yoluyla evrim
Gareth Bale’in Premier League kariyeri hiç de iyi
başlamamıştı.
Profil
Son olarak Liverpool’daki başarısız
dönemiyle hatırlanan Damien Comolli’yi
futbol direktörlüğüne ve Sevilla’yla harikalar
yaratan Juande Ramos’u menajerliğe getiren
Tottenham, geleceğe yönelik politikalarıyla
önemli işler yapıyordu. Bu doğrultuda transfer
edilen Luka Modric, Dimitar Berbatov, KevinPrince Boateng gibi uluslararası yeteneklerin
yanında yerel oyunculara da önem veriliyordu.
Southampton’dan 5 milyon pounda sol
bek olarak transfer edilen Gareth Bale bu
oyunculardan biriydi. Fakat beklenenin aksine
işler hiç kimse için iyi gitmedi.
HF
#
70
Ramos’un ikinci sezonunda tarihinin en
kötü lig başlangıcını yapan Tottenham,
son sıraya kadar düştü ve Ramos ekibiyle
beraber bavulları toplamak zorunda kaldı.
Bale ise çok iyi bir girişin ardından uzun süren
bir sakatlık yaşamış ve ardından da yerini
Assou-Ekotto’ya kaptırmıştı. Dahası, hiçbir
zaman kazanan takımda yer alamıyordu.
Redknapp’ın gelişiyle ertesi sezonda da işler
değişmedi ve Assou-Ekotto Bale’in önünde
yer almaya devam etti. Böylece, Gareth Bale
üst üste 24 Premier League maçında oynayıp
da hiçbirini kazanamayarak rekorunu ilginç bir
noktaya taşımış oldu! 25. seferde 85. dakikada
oyuna girdi ve bu sefer kazandılar. Artık lanet
bozulmuştu.
Assou Ekotto’nun sakatlığı sonrası şans bulan
Bale, bir daha arkasına bakmadı. Bu dönemler,
Ocak 2010’a tekabül ediyor. Ramos’un
Profil
enkazını toplayıp ligi orta sırada bitirmeyi
başaran Redknapp, ikinci sezonunda kadronun
beklentilerini karşılayarak Şampiyonlar
Ligi biletini kovalıyordu. Bale’in sol bekten
driplingleri, oyuna etkisi her maç daha da
büyüdü ve Nisan ayında patlama yaptı. 4. sıra
için çok kritik maçlara çıkan Tottenham 4 gün
içinde ezeli rakipler Chelsea ve Arsenal’le
oynuyor, Bale bu iki maçta da çok kritik
gollere imza atmasının yanında herkesi
büyüleyen bir futbol oynuyordu. Bale,
Premier League’de Nisan ayının en iyi
oyuncusu seçildi ve Tottenham da ertesi
sezon Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya hak
kazandı. Gareth Bale artık bir bek değil, sol
açıktı.
HF
#
70
Ertesi sezon uzun süre
unutulmayacaktı. San Siro’da
Maicon’u yerle bir etmesinin de
çok büyük etkisiyle ‘Premier
League’de Yılın Oyuncusu’
ödülünü alırken Tottenham da
Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek
finale çıkmayı başarıyordu.
Redknapp’la çok başarılı
sezonlar geçiren Tottenham,
Chelsea’nin Şampiyonlar
Ligini kazanmasıyla 4.
olmasına rağmen Avrupa
Ligi’ne gidebildi ve
Redknapp’la yollar ayrıldı.
Bu ayrılık katiyen hocaya
yüklenen bir başarısızlık
olmamakla birlikte,
Londra ekibinin başkanı
Daniel Levy’nin
planlarıyla alakalıydı.
Redknapp harika
işler yapmakla
birlikte takıma bu
aşamadan sonra
verecek fazla bir
şeyi kalmamıştı ve
geçmiş senelerdeki
Juande Ramos
tercihine benzer
şekilde, Kıta
Avrupası’ndan
gelecek
vadeden bir futbol çılgını başa getirildi: Andre
Villas-Boas.
Redknapp’ın tempolu 4-4-2 düzeninde Gareth
Bale kendini yalnızca Adaya değil tüm dünyaya
tanıtmış oldu. Fakat Levy’nin tercihine paralel
şekilde, bu düzenin bir yerde sınırları vardı
ve Bale’i de daha tek tip, yalnızca sol koridor
oyuncusu olarak sınırlıyordu. Her ne kadar
Redknapp yansıtıldığı kadar ‘bilgisiz’ biri
olmasa da, gerçek buydu.
Profil
Kıtalı hoca yoluyla evrim
HF
#
70
Villas-Boas’ın gelişiyle 4-2-3-1 şablonuna
dönen ve Dembele gelene kadar ciddi orta
saha zaafiyeti ve forvette yalnızlık çeken
Tottenham, bu oyuncunun gelişiyle pek çok
sorununu çözdü. Buradan sonra da aşama
aşama hocanın kafasındakileri uygulamaya
başladılar. Tottenham mükemmel hücum
futbolu oynamaktan ziyade bilinçli oynuyor
ve topa sürekli sahip olduğundan yenilmesi
her maç daha da güçleşiyor. Ligde 10 maçtır
kaybetmiyorlar ve bu seride iki maç haricinde
%55 topla oynama oranının altına düşmediler.
Tottenham’ın sezon seyrinde uzunca bir süre
4-2-3-1’den tekrar 4-4-2 şablonuna dönmesi
ezbere konuşmaya işaret edebilir, lakin böyle
değil. Şablonlar aynı olsa da bu düzende Bale’e
tanınan rol ve takımın oyun şekli bir önceki
dönemden daha farklıydı. Redknapp’la kanat
ortalarının daha ağırlıkta olduğu tempolu
bir oyun oynayan Tottenham, Villas-Boas’la
daha fazla topa sahip olan ve daha garantici,
daha fazla paslı bir sistemi tercih ediyor.
Holtby, Dembele gibi merkezden kat etmeyi
hızlandırabilen oyuncularla hücum oyunlarını
geliştirebiliyorlar ama onlar olmasa dahi
kurgunun yarattığı temel üzerinden yenilmesi
güç bir takım oluşturuyorlar.
Bale, Redknapp’la büyüyüp sahneye çıktıktan
sonra Villas-Boas’ın yol göstericiliğinde çok
daha geniş perspektifli bir oyuncuya doğru
son hız ilerliyor. Kim bilir, belki de Evra’nın
üzerinden kafa vurarak atacağı goller de
yakındır.
Harry Redknapp deyince akla ilk
olarak sayıları küçümsen, eski kafalı
hoca tiplemesi akla gelir. Tahtaya bir
şeyler yazmaktan fazla hoşlanmaz.
“Formasyonlar, taktikler üzerine sabaha
kadar konuşabilirsiniz, ama benim için
futbol futbolcularla ilgilidir. 4-4-2, 4-2-31 veya 4-3-3, sayılar bana güzel bir oyun
ifade etmiyor. Benim için %10 formasyon
ve %90 oyunculardır.” Yine de bu
Redknapp’ın ‘vur gitsin’ futbolu oynattığı
veya futboldan az anladığı anlamına
gelmiyor. Taktikler üzerine yapılan fazla
soyut anlayıştan yakınıyor demek, daha
doğru. Keza eski kafa Redknapp’ın QPR’ıyla
taktik manyağı Villas-Boas’ın Tottenham’ı
bu yıl karşılaştıklarında bunlardan sözüm
ona eski tip 4-4-2 oynayanı Tottenham,
Taarabt’ın sahte 9 oynadığıysa QPR’dı.
Başka örnekler de verilebilir.
Maç kazandıran adam
Gareth Bale’in özellikle son aylardaki
performansı ve maç kazandıran golleri dikkat
çekiyor. Galli oyuncu, geçtiğimiz Aralık sonunda
Aston Villa’ya 3 gol birden atarak hem hat-trick
yapıyor, hem de 3 puanı getiren isim oluyordu.
Ardından Premier League’de çıktığı Ocak sonu
ve Şubat ortasındaki 10 günde oynanılan 3
maçta 4 kez fileleri sarstı takımına 7 puanı tek
başına getirdi. Norwich deplasmanında 80.
dakikada beraberlik golünü atan Bale, West
Brom deplasmanında da 3 puanı tek golle
getirdi. Kadrosuna kattığı Fransız yıldızlarla
sükse yapan Newcastle’a karşı da Tottenham’ı
iki kez öne geçirdi ve 3 puanı takımına
kazandırarak Şampiyonlar Ligi potasına
tutunmasına yardımcı oldu.
Bale bu periyotta sadece ligde değil, Avrupa
Ligi’nde de Lyon’u yıkan isimdi. White Hart
Line’da ilk yarının sonunda kazanılan serbest
vuruşu filelere gönderirken ikinci yarıda
yenilen golle birlikte maçın 1-1 biteceği tahmin
ediliyordu. Fakat Bale son söz söylememişti.
90. dakikada benzer uzaklıktan kazanılan
serbest vuruşu yine filelerle buluşturarak
rövanş için Tottenham’ı avantajlı konuma
getiriyordu.
Profil
Bale bu sezon lige 13, Avrupa Ligi’nde 2, lig
kupasında 1 ve federasyon kupasında 1 gol attı.
İLKER YILMAZ
HF
#
70
Emre Özcan
DROGBA
KAFA KARIŞTIRDI
Taktik Analiz
Fildişi Sahilli yıldızın başarılı performansına karşın dizilişte yarattığı
problemler Galatasaray’ın başına bela oldu. Drogba’nın Akhisar performansı
Fatih Terim üzerinde etkili oldu ancak bunun sahaya yansıması üzerine
düşünmek gerek…
HF
#
70
Çarşamba akşamı Galatasaray kendisi adına
sezonun süreç içerisindeki en kritik maçına
Şampiyonlar Ligi ikinci turunda Schalke
04 karşısında çıktı. Gerek Wesley Sneijder
ve Dider Drogba transferleri sonrasında
camianın elde ettiği moral motivasyon, gerek
ligde arka arkaya alınan galibiyetlerle hedef
elbette galibiyet, hatta avantajlı skordu ama
Galatasaray ikisini de alamadı. Bunda da
en büyük etken fazlasıyla hatalı ana plan
sonrasında sahada görünenlerin ikinci yarıyı
da etkilemesiydi. Oldukça kötü bir ilk yarı
sonrasında vasat bir ikinci yarıyla birlikte 1-1’lik
skor geldi.
Akhisar Belediye maçı sonrasında Fatih
Terim’in yaptığı açıklama görece kolay görünen
bir lig maçında Schalke maçı öncesinde yapılan
denemelerin bir yansıması şeklindeydi. Zira
bir teknik adamın en doğal haklarından biri de
kendisi için feda edilebilecek maçlarda yapacağı
rotasyon ve taktik denemelerdir. Fakat özellikle
Akhisar maçının ilk yarısından sonra ilk defa
denediği bir düzeni Schalke maçının ana planı
olarak kopyalaması, ligdeki çok başarısız ilk 60
dakika sonrasında çok da anlamlı görünmedi.
Yapının Schalke’nin güçlü taraflarıyla bileşimi
maç öncesinde görülebilecek sıkıntıları da
beraberinde getiriyordu.
4-4-2 yine iş başında
Galatasaray maça önde Burak-Drogba ikilisinin
arkasında Wesley Sneijder’in sol kenarda
olduğu dörtlü bir hatla ve yaklaşık 1.5 sezondur
ana yapısı olan 4-4-2’yle başladı. Burak
Yılmaz’ın çok formda olması, Didier Drogba’nın
da Akhisar maçını kurtaran 10 dakikalık
performansı muhtemelen Fatih Terim’i iki
oyuncuyu da ilk 11’e yerleştirmeye itti ve hoca
oyuncuların birincil pozisyonlarından feragat
etmek yerine arka alandan, Wesley Sneijder’in
veriminden almanın daha doğru olduğunu
düşündü. Ama öyle olmadı.
Wesley Sneijder’in milli takım ve Inter’deki
kariyerinin zirve iki yapısında 4-2-3-1’in forvet
arkasında bulunması elbette Sneijder’in bir
takımda alacağı pozisyonu tartışılmaz ve tek
konuma indirmiyor fakat kariyerinde sol kenar
performansı sayılı bile olmayan Hollandalıyı
tüm hücum organizasyonu özellikle Lewis
Holtby’nin Tottenham’a gidişi sonrasında
kenarlara kaymış olan Schalke’ye karşı sorunlu
sol bek Albert Riera’nın önüne koymak oldukça
kötü fikirdi.
Vasat pres
Taktik Analiz
Didier Drogba’nın tam hazır olmaması ve
Burak Yılmaz’ın başka bir oyuncu olması ön
alandaki presi düşüren unsurlarken özellikle
ilk 15 dakika içinde bulunan gole rağmen
baskı konusu fazlasıyla problemliydi. Önde
prese giden Drogba ve Burak arkasından hiç
kompakt bir yapı içinde destek alamadılar ve
Schalke’nin çıkışlarıyla geriye itilen Galatasaray
orta sahasıyla hücum hattı arasında Drogba’nın
zaman zaman şikayette bulunduğu önemli
boşluklar meydana geldi.
HF
#
70
Burak Yılmaz’ın beceri dolu golü sonrasında
Fatih Terim, maçın başında risk aldığını sistemi
hemen 4-2-3-1’e çevirerek gösterdi. Burak
Yılmaz önde tek kaldı, Drogba sol kenara çekildi
ve Sneijder merkeze geçti ama Schalke’nin
devam eden sağ kanat hücumlarıyla Fatih
hoca bundan da çok çabuk vazgeçerek maç
başındaki yapıya geri döndü. Galatasaray
ön alanda top tutamadı, Melo ve Selçuk’un
Schalke hücumlarıyla geriye yaslanması, solda
pasifize olmuş Sneijder ve bu seviye için facia
zeminle birlikte topun sahibi olmak bir türlü
mümkün olmadı. Schalke’ye verilen her top
onların sağ kenar hücumu olarak Galatasaray
kalesine iniyordu.
Pragmatizm ve denge gerek
Taktik Analiz
Yapılması gereken neydi? Aynı oyuncularla
Schalke’yi düşünerek daha farklı bir diziliş
ortaya çıkarılabilirdi. Elde sol açık performansı
bulunmayan Wesley Sneijder’i 4-2-3-1’de
kenarda kullanarak Drogba’yı önde tek bırakıp
Burak Yılmaz’ı sağ kenardan getirmek ve
Riera’nin önünü de solda oynamaya Bayern
Münih döneminde alışmış Hamit Altıntop’la
kapatmak mümkün olabilirdi. Burak Yılmaz’ın
2010/2011 sezonunda sağ kenardan gelerek
attığı 19 gol, orada performans verebilmesi
yönünden ideal bir referans. Bu yapıyla
Galatasaray hem savunma yerleşiminde
daha dengeli, hem yıllardır devam eden
kenardan ceza sahası koşusu yapmayan oyunu
kontenjanını Burak’la doldurarak hücumda
daha çeşitli, hem de Sneijder’i gerçek yerinde
kullanma lüksüne sahip olabilirdi. Ama Fatih
hoca öyle düşünmedi ve ilk yarı boyunca
bağıran gol biraz da şanssızlık sonucu devrenin
sonunda kalede görüldü.
HF
#
70
İlk yarıdaki aksaklıklar ve 1-1 sonrasında
ya sistem değişikliği yapılarak ideale
dönülecekti ya da aynı yapı üzerinde kenardan
getirilebilecek tek yaratıcı Amrabat’la birlikte
eksik Sneijder ve Drogba’dan biri çıkacaktı.
Drogba’yı kenara alarak bu sezonun en iyi
maçı olan Antalyaspor maçındaki 11’e ve
dizilişe dönmek mümkündü ama Fatih Terim,
Sneijder’le birlikte klasik 4-4-2’yi tercih ederek
Drogba’nın mucizelerinden bekledi. Amrabat’ın
direnciyle Riera’nın önü kapandı ve Schalke’nin
bulduğu tek delik tıkanarak oyuna biraz daha
denge kazandırıldı ama bu yapının en büyük
eksiği olan önde baskıya cevap verememe ve
set oyununa rahat geçememe sıkıntıları elbette
dibe vuran yaratıcılıkla birlikte ikinci 45 dakika
boyunca devam etti. Son yarım saatte biten
ve takıma yük olmaya başlayan Drogba’nın 90
dakika oyunda kalması da istenen baskının
kurulamamasında muhtemelen etkiliydi.
Tek yol 4-2-3-1
Akhisar Belediye maçındaki son yarım
saatlik aksiyon taraftar, medya ve camia
üzerinde büyük bir etki yarattı ama görünen
o ki, ligdeki son maç Schalke öncesinde
Galatasaray için pek de faydalı olmamış ve
Fatih Terim’in kafasını karıştırmış. Didier
Drogba’nın ilk 11’de oynayacağı ilk maç için
Schalke mücadelesi fazlasıyla riskliydi ve
direkt Drogba odaklı olmasa da onun varlığıyla
oluşan dezenformasyonlar Galatasaray’ı
büyük bir dezavantaja soktu. Almanya’da
bu skor telafi edilebilir mi? Schalke’nin çok
daha iyisini elde edebilecek futbolu oynaması
ve sonuç bu anlamda bir teselli olabilir ama
Almanya’daki maçta Burak-Drogba-Sneijder
üçlüsünü kaldırmanın tek yolu 4-2-3-1 olacak
gibi görünüyor ve bunun dışındaki denemelerle
Galatasaray’ın şansı dibe vurabilir. Kaçan fırsat
elbette büyük ama yanlışların farkına varılması
durumunda iyi bir dış saha takımı olan
Galatasaray, işi tersine çevirme şansını orada
mutlaka yakalayacaktır.
İlker Yılmaz
Tartışma son buluyor!
1966 Dünya Kupası’nda Hurst’ün vuruşu
direkten döndü ve yardımcı hakem Tevfik
Behramov orta çizgiye koşarak golü verdi.
İngiltere’nin aldığı ilk ve tek Dünya Kupası
47 yıldır tartışılıyor. Bunun gibi birçok
pozisyon da öyle. FIFA artık bu tartışmalara
son vermeye kararlı.
Derleme
Geçtiğimiz hafta Trabzonspor’la Fenerbahçe
arasında oynanan lig maçında Adrian’ın
mükemmel vuruşu Egemen tarafından
savuşturuldu ve ‘Top çizgiyi geçti mi? Geçmedi
mi?’ tartışmaları alevlendi. Biz bu meseleyi
tartışadururken FIFA sanki bizi duydu ve
bir açıklama yaptı: “Gol çizgisi teknolojisi
2013 Konfederasyon Kupası ve 2014 Dünya
Kupası’nda uygulanacak.”
HF
#
70
Yıllardır tartışılan ama bir dönem unutulur
gibi olmasından sonra 2012 Dünya Kupası’nda
Lampard’ın Almanya’ya attığı bariz golün
hakem tarafından topun tamamının çizgiyi
geçmediğine kanat getirip verilmemesiyle gol
çizgisi teknolojisi ciddi ciddi tekrar masaya
yatırıldı ve karar verildi. Hatırlarsınız ülkemizde
de meselenin daha iyi anlaşılması için Erman
Toroğlu tuvalet kağıdından çizgi yapmış ve
eline aldığı topla nasıl gol olup olmayacağını
uygulamalı olarak anlatmıştı.
Uygulama ilk olarak Japonya’da denendi.
FIFA, Kulüpler Dünya Kupası’nda gol çizgisi
teknolojisini kullandı ve herhangi bir sorun
yaşamayınca hayata geçirme kararı aldı.
Esasında daha erken alınabilecek kararın
ertelenmesinde Michel Platini’nin payı var.
UEFA’nın patronu maliyete vurgu yapmış,
Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nin oynanacağı
statlarda bu teknolojiyi uygulamak için 32
milyon avro harcamaları gerektiğini belirtmişti.
Platini ayrıca futbolda teknolojinin kullanımına
karşı olduğunu sık sık dile getiriyor.
FIFA’nın almış olduğu bu karar gelecekte
futbolda diğer tartışmalı kararların da çözümü
için bir yol açabilir. Belki de onlarca yıldır
hakemin dudakları arasındaki düdüğe bakan
kararların bir ‘bip’ sesiyle de sonlanabilir. Ve
futbolun ruhuna aykırı olup olmadığı her
zaman sorgulanacaktır.
Hayatım Futbol olarak konuyu tecrübeli
gazeteci Hakan Can’a, genç nesil yorumcu Ali
Ece’ye ve yeni nesilin sıkça kullandığı sosyal
medya platformu twitter’da taraftara sorduk;
HAKAN CAN
Oyunun ruhuna aykırı olsa da adaletsizlikleri
önlemek için teknolojiden faydalanmak şart.
Almanya ile İngiltere arasında oynanan 2012
Dünya Kupası maçında yaşananlar aklımızda.
1966’da hala gol olup olmadığını bilmiyoruz
ama 2010 Güney Afrika’da Lampard’ın şutu
kale çizgisini yaklaşık 80 cm geçtiğini hepimiz
gördük. Yalnız maçın değil, şampiyonanın
sonucuna etki eden bir hataydı. Belki de
İngilizler maçı alıp finalde İspanya’nın rakibi
olacaktı, belki kupayı alacaktı kim bilir...
Yıllar önce Fenerbahçe Beşiktaş maçında
Semih’in gol olduktan sonra çıkardığı pozisyon,
geçtiğimiz hafta Trabzonspor-Fenerbahçe
maçında Egemen’in son anda uzaklaştırdığı top
ve uluslararası maçlarda aklımıza gelen iki örnek
gösteriyor ki çizgi hakeminin gözü durumu tespit
etmek için yeterli değil. Adaletsizliği önleme
açısından suyunu çıkarmadan teknoloji sadece
gol pozisyonları için kullanılmalı. Ofsayt mıydı,
faul müydü bakılmaya başlanırsa oyunun ruhuna
da zarar verir.
Derleme
ALİ ECE
HF
#
70
Yıllardır bu çok tartışılan konu aslında
çok daha önce çözülebilirdi, çözülmeliydi.
Maçlardan sonra programlarda 5-6 saatte yakın
konuşulabilen görüntüler, ilk olarak o maçtaki
kritik kararı verecek kişiye gösterilmeliydi.
Bu, hakemlerin en doğal hakkı olmalıydı.
Diğer sporlarda olan, örneğin tenisteki çizgi
bağlamındaki itiraz hakkı, rugby’deki yine
benzer şekilde hocalara tanınan hak ve diğer
birçok spordaki itiraz hakkı neden futbola
tanınmadı? Çünkü futboldaki para hiçbirinde
dönmüyor. Dünya futbol endüstrisinden en
fazla parayı götürenlerin işine geliyor bu.
Örneğin 2010 Dünya Kupası play-off’unda
oynanan İrlanda-Fransa karşılaşmasındaki
Thierry Henry’nin bütün dünya tarafından
görülen elini sadece ve sadece maçın hakemi
Martin Hanson görmedi. Daha doğrusu
görmezden geliyormuş gibi yaptı. Çünkü
mutlaka ve mutlaka Fransa’nın Dünya
Kupası’nda olması gerekiyordu, futboldaki
egemen düzenin devam etmesi için. Ne de olsa
İrlanda Milli Takımı’nın, Fransa Milli Takımı
kadar reklam ve sponsorluk anlaşması yoktu.
Bu iş sadece çizgi teknolojisiyle kalmamalı,
maçların adil yönetimi konusunda hakemlere
her türlü teknolojik imkan sağlanmalıdır. Reyting
uğruna futbol programlarında defalarca gösterilen
hakem hataları da böylece minimuma inecek
ve daha fazla futbol konuşulacaktır. Daha
fazla futbol konuşunca da futbol daha fazla
gelişecektir. Özellikle de bizim ülkemizde.
Twitter’dan taraftar yorumları
@ASY1905GS: Geç bile kalındı.
@ramazanozblt: Hakemlerin üstünden yük
kalkar.
@Faruk23_: Gol çizgisi kararı futbolun doğal
akışından çok adalete direk etki ediyor. Bence
bir mahsuru yok. Doğru karar.
@argentinos_Jr: Kesinlikle hayır. Futbolun
içinde hatalar ve adaletsizlikler olması onu
hayata benzeten şey.
@KNLTNDL: “Nihayet” dedirten bir uygulama
olacak. Bu geç kalınmanın kurbanı 2010
Dünya Kupası’nda İngiltere olmuştu(İngiltereAlmanya).
@fpekarli: İnsan kusurları bu oyunun
heyecanını devam ettiren şeylerden biriyken
olmamalı bu. Futbolun tadını metalik kılacak
bu karar.
@MaMimiaaa İyi veya kötü ama en azından
bizi TV programlarında ‘Top çizgiyi geçti mi?
Geçmedi mi?’ tartışmalarından kurtaracaktır.
Derleme
@BMazlum5: Geç bile kalındı. Futbolda
bu kadar büyük paralar dönerken kritik
pozisyonlarda teknolojiyi kullanmak gerekir.
HF
#
70
@ktugay: Netice itibariyle olan 2000’li yılların
öncesindeki futbol maçlarında bu duruma
müteakip mağdur kalan takımlara olacak. En
basitinden bakınız: geoff hurst’ün tartışmalı
golü, yıl 1966, Dünya Kupası finali. Gelişmiş bir
teknoloji yok.
@lapaumundial: Çok duyarız futbol hatalar
oyunudur, hakemler de bu oyunun bir parçası.
Heyecanı azaltabilir.
@bozkayaveli: Teknoloji insanların hayatını
kolaylaştırmak için var ve böyle bir teknoloji
doğru karar verecekse mutlaka olmalı.
@UgurOksay: Futboldaki amatör ruh iyice
kayboldu. Her ne kadar çok kızsak da futbol
hatalarla güzel.
Alper Öcal
Yerçekimsiz
Balotelli
Milano derbisi 105. yılında ve
klasikler arasına girmiş bu
rekabetin tarihine yeni bir sayfa
eklenecek. Künyesinde ‘Mario
Balotelli – 2013 Milan’ yazıyor ama
hikâyenin başlangıcı aslında 6 yıl
öncesine dayanıyor.
Profil
Gascoigne’nin günde 15 kutu bira ve yüksek
dozda antidepresan alarak unutmaya çalıştığı
bir dünyada, yıldız futbolcuları üçüncü sayfa
haberleriyle tanımlamaya çalışmak nafile.
HF
#
70
Gazza’yı Gazza yapan nasıl korkunç bir sessizlik
ve ciddiyet istediği basın toplantısında aniden,
sesli osurmak değilse; Balotelli’yi Balotelli
yapıp, manşete taşıyan da müstakil evinde
havai fişek patlatıp neredeyse afete yol
açması kabilinden onlarca vaka değil. Böylesi
açıkça vasat bir Gascogine taklidi olmaktan
farksız; ama ertesi gün Manchester derbisinde
2 gol atıp, markörünü oyundan attırıp, Old
Trafford’da 6-1’lik zaferin mimarı olmak eşsiz.
Vasatlık kendi üzerinde kimseyi görmezken,
yetenek her zaman dehayı tanımlıyor.
Balotelli sadece saf futbol yeteneğini elit
seviyede parlatabildiği için değil, aynı zamanda
yerçekimsiz hayatıyla futbolu bir arada devam
ettirebildiği için de bir dahi.
Süper Mario oynadığı iki büyük ligde de
şampiyonluk ve federasyon kupalarını kazandı.
İngiltere’de klasikler arasına giren, son
haftadaki QPR maçında şampiyonluk golünün
hazırlayıcısıydı. 42 yıl sonra gelen FA Cup
zaferinde finalin en iyi oyuncusu seçildi.
Inter formasını daha 18 yaşındayken ve üçüncü
kez giyiyor olmasına rağmen, 2008 İtalya
kupası çeyrek finalinde Juventus’a iki gol birden
atarak final yolunu açtı. Aynı sezon süper kupa
finalinde Roma karşısında, oyuna girdikten
15 dakika sonra attığı golle Inter’e kupayı
getirenlerden biri oldu. Inter tarihinin kupadaki
en genç yaşta gol atan futbolcusu ünvanıyla
Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu turu attı.
Euro 2012’de hiç kimse İtalya’ya şans
vermezken, doğal şampiyonluk favorisi
Almanya karşısında, üstelik yarı final
maçında sadece pahalı arabalar değil maç
da alabileceğini kanıtladı. UEFA tarafından
turnuvanın en iyi takımına seçildi.
Balotelli’nin başarılarının kısa bir özeti.
Futbolculuğu hep ikinci planda konuşulsa
ve pek çok kişi sohbeti açıldığında onu park
cezaları, haşarılıklardan ibaret bir zengin bir
şarlatan sansa da; Balotelli daha 22 yaşında
olmasına rağmen başarılarla dolu kariyere
sahip özel bir yıldız. Bonservisine ödenen para
şimdiden 42 milyon €’yu aştı ve yeni yılda ikinci
Milano seferine başladı.
Pato değil Balotelli
2007 yazında İtalya transfer gündemini uzun
süredir Milano’nun iki devinin Alexandre
Pato mücadelesi meşgul ediyordu. Brezilyalı
süper yeteneği Milan kapmıştı ve ertesi gün
La Gazzetta Dello Sport’ta Inter başkanı
Moratti’nin bir demeci yer alıyordu.
“Pato’ya gerçekten ihtiyacımız yok, bizde
Balotelli var.”
Moratti’nin haftalardır uğraştığı bir transferdeki
başarısızlığının ardından ani bir U dönüşüyle
isimsiz Balotelli’ye sarılması avuntu ve kedi –
ciğer ilişkisi kapsamında yorumlanmıştı. Oysa
biraz arşivi kurcalayınca bu demecin gayet
aklıselim verildiği belliydi.
Balotelli kulübün U17 takımı olan Allievi
Nazionali formasıyla çıktığı 19 maçta 20 gole
sahipti. Fiziğin çok belirleyici olduğu altyapı
takımlarında bu istatistik de çok önemli
durmuyordu ama aynı anda Türkiye’deki A2
muadili olan Primavera’da da ter döktüğünü
ve 11 maçta 8 gol attığını öğrenmek başkaydı.
Üstelik bu gollerden biri şampiyonluk maçında
kaydedilmişti.
Profil
Moratti şaka yapmıyordu .
HF
#
70
Inter Yolu
Filmi başa saralım. İtalya’ya göçen Ganalı
Barwuah çiftinin Sicilya’da doğan haymatlos
oğlu Mario, iki yaşında geçirdiği bir bağırsak
hastalığının ardından tıbbi gereksinimleri
karşılanamadığı için Brescia’da yaşayan
Balotelli ailesine evlatlık verilmişti.
5 yaşında başladığı futbolda, yeteneklerinin
önce Mompiano, ardından San Bartolomeo
ve Lumezzina’da anında farkedilmesi uzun
sürmedi. Yeteneklerinin yanı sıra, eşsiz fiziği
sebebiyle önce Mompiano’daki hocası Giovanni
Valenti ardından da Lumezzane’de Walter
Salvioni onu kendinden daha büyüklerle
oynatmaktan çekinmedi.
Galliani onu neden aldığını çok iyi biliyor ve
Balotelli yeteneğini kaybetmediğini, kariyerine
belki de yeni başladığını Milan formasıyla
çıktığı 3 maçta attığı 4 golle gösterdi bile.
2005 yılında, Serie C’de federasyonun
özel izniyle Padova karşısında Lumezzane
formasıyla ilk kez profesyonel bir maça çıkan
Balotelli lig tarihinin en genç futbolcusu
ünvanını da almıştı.
Hayatını kazandığı Inter’de oynarken bile
Milan tribününe giden, kaptanı tarafından
canlı yayında beyinsizlikle nitelenen Balotelli,
tuttuğu takımla ilk derbi sınavını Pazar günü
verecek. Fonda Moratti’nin pişmanlık dolu ses
tonuyla, 2011 Kasım’ında söylediği “yarın sabah
geri alırdım” türküsüyle...
Walter Salvioni o günleri şöyle anlatıyor:
“Genç takım antrenmanındaydım ve Mario’yu
izlemeye başladıktan 5 dakika sonra onu A
takıma alacağımı genç takım antrenörüne
söyledim. Olmaz, daha çok genç diyerek karşı
çıkmıştı ama tek bir idmanla oynadığı yarım
saatte maçı kazanmamızı sağladı. Taktikleri
dinlememesi ve antrenmanı hemen terketmesi
dışında kusursuz bir futbolcuydu.”
Balotelli iki kez giydiği Lumezzane
formasıyla piyasaya çıkar çıkmaz uluslararası
yetenek avcılarının radarına girdi ve başta
Barcelona olmak üzere Chelsea, Liverpool
ve Tottenham’ın ilgisini çekti. Barcelona’da
denemelere çıkıp 3 maçta 8 gol attığı halde
transferi gerçekleşmedi. Problem haymatlos
olması ve 18 yaşına kadar Ganalı göçmen
etiketinden kurtulamıyor oluşuydu.
Profil
Kapıyı son çalan Fiorentina ve Inter’di. Ailesinin
seçimi Floransa şehrinin Brescia’ya uzak
olması sebebiyle, daha yakında olan Inter oldu.
Sonrası malum.
HF
#
70
Balotelli’nin bir Milan taraftarı olduğu ise
yıllar sonra bir şov programında Milan forması
giyerken görüntülendiğinde ortaya çıktı.
II. Milano Seferi
3. babası Mancini bir Avrupa kupası maçından
sonra, “Seni neden aldığımı bilmiyorum, sen
bir aptalsın” demiş ve 2,5 sezonun ardından
pes ederek onu çok sevse de artık tükendiğini,
söyleyecek sözünün kalmadığını, gidişatının
kötü olduğunu ve yeteneğini kaybetmeye
başladığını belirterek Manchester City’den
yollamıştı.
Fırat Topal
Bizim Mahallenin Kulübü
AFC Wimbledon
Gittim, Gördüm, Yazdım
80 ve 90’ların unutulmaz takımı Wimbledon’ın
son durumunu yerinde inceledik.
HF
#
70
5 Mayıs 1988’de “Çılgın Çete” Wimbledon
FC’nin, Lady Diana’nın şahit olduğu
Wembley’deki F.A. Cup finalinde Kenny
Dalglish’in Liverpool’unu 1-0 mağlup
etmesinden çeyrek asır sonra, çetenin mirasçısı
kulüp Londra’nın taşrasında varolma savaşı
veriyor. Gerçek anlamda “Halkın Takımı”
AFC Wimbledon’ı yerinde izlemek için
İngiltere’deydik.
John Fashanu, Lawrie Sanchez, İrlanda
eşrafından Terry Phelan, ufaklık Dennis Wise,
istese topu Wembley’den Wimbledon’a kadar
fırlatabilecek adam Dave Beasant… Ve elbette
Crazy Gang’in üyesi olmayı sonuna kadar
hak eden, bugünün sert çocukları Gattuso,
Balotelli, Barton gibi adamları ezan okununca
eve koşan muhallebi çocuklarına çevirecek olan
Vinnie Jones (kendisi için David Ginola’nın “ona
futbolcu demek bile yanlış, videoları gelecek
nesillere izletilmeli” demişliği de vardır). Bu
çeteye daha sonra Jamaika diyarından Robbie
Earle, Marcus Gayle katıldılar ama asıl çekirdek
kadro bu adamlardan oluşuyordu. Özellikle
Dave Bassett zamanındaki oyun felsefesi
“Beasant topa yüklensin, sahadakiler rakibi
hırpalasın, aradan 1 tane çakarız” olan takım
için Gary Lineker “Wimbledon’ı izlemenin
en güzel yolu Teletext’tir” şeklinde enfes bir
laf etmiştir. Ama tabii bu stil İngiltere’de
zamanında çok iş yapmıştır, zira The Dons,
1983’de İngiltere 4.Ligi’nde şampiyon olduktan
sadece 3 yıl sonra 1.Lig’de mücadele eden bir
takım haline gelmiştir ki bunda Bassett’ın payı
büyüktür.
14 yıl aralıksız olarak, 1992’den itibaren de
Premier League’de mücadele eden Wimbledon
milenyumun son sezonunda kendisini küme
düşmüş halde buldu. 4 yıl sonra da kulübün
Sam Hammam tarafından 2 Norveçli iş
adamına satılması, iflas, kayyuma devredilme
ve Pete Winkelman’ın devreye girişi derken
önce 3. kademeye düştüler. Ardından da
Winkelman kulübü Milton Keynes’e taşıdı ve
adıyla armasını değiştirip bambaşka bir kulüp
haline getirdi, ama ne hikmetse kazanılan
kupaları müzede tutmayı sürdürdü. Bu
felaket yaşanırken 2002 yılında, taraftarlarca
kurulan ve yolculuğuna 9. ligden başlayan
AFC Wimbledon 9 yıl sonra İngiliz profesyonel
futbol ligine dönmeyi başardı ve League Two
yani 4.kademede mücadelesini sürdürüyor.
Bir dolu badire atlattılar, ama 1889’da temeli
atılmış bir tarihin asıl sahipleri olarak hiç
yılmadılar. Vinnie Jones, 2010 yılında, o efsane
federasyon kupası zaferinde boynuna taktığı
madalyayı kulübe bağışladı. İngiltere seyahati
gelip çattığında, bu fedakar insanları ziyaret
etme zamanı gelmişti. Menüde Crystal
Palace’ın Middlesbrough ile oynayacağı maçta
Selhurst Park’a gidip koltuğuma oturarak
maçı izlemek de vardı ama (ki Wimbledon
90’larda stadyumu Palace ile paylaşmıştı) biz
Londra’nın güneydoğusuna yapılacak tren
yolculuğunu tercih ettik.
Gittim, Gördüm, Yazdım
Norbiton nere ola ki?
HF
#
70
AFC Wimbledon’ın bugün maçlarını oynadığı
Kingsmeadow Stadyumu için Londra’nın
Waterloo istasyonundan Shepperton’a
giden trene binmeniz gerekiyor ki biz de öyle
yapıyoruz. Normal fiyatı 5,70 pound olan
yolculuk için günlük kartınızı da kullanmanız
mümkün. İnmeniz gereken durak ise Norbiton.
Londra’ya 25 dakika uzaklıkta, 9 bin nüfuslu,
Viktorya döneminden kalma mimarinin
göze çarptığı bir kasaba. İngiltere’de özel bir
işiniz yoksa uğramayacağınız topraklardan.
Emeklilerin bahçe işleriyle uğraştığı, yeni
evlilerin çocuk yetiştirmek için kaçtıkları
banliyö muhitlerinden birisi. Ama bizim dev
konut projeleri gibi aşırı doz betondan ziyade
daha göze hoş gelen daha iç ısıtan bir mimari.
Sokaklardan geçerken bir kapıyı çalıp “5 çayına
geldik ama ben oralet içerim, TRT-4’ü açın
Smith’le İngilizce egzersizleri yapıcam” diyesi
geliyor insanın.
Tabii Norbiton’a inince uzaklara bakıp stadyum
ışıklandırmalarından yolumu bulurum ya
da tabelaları izlerim olmuyor. Paşa paşa
İngiliz futbolunun unutulmaz figürlerinden
Vinnie Jones.
Gittim, Gördüm, Yazdım
trenden sizinle inen grubun peşine takılmak
durumundasınız. Boyunlarda sarı-mavi
atkılarla, yılların yorgunluğunu ve yakın tarihin
bıkkınlığını takınmış yüzler, bir de takımın
ligin son sırasına adım atması sebebiyle işlerin
uzun süre iyi gittikten sonra rüzgarın hafiften
ters yönden esmesi sebebiyle kuşkulular, ama
bu bir cumartesi öğleden sonrası için yollara
düşmelerine engel değil.
HF
#
70
Kingsmeadow öyle tek soruşta bulabileceğiniz
bir stadyum değil. Önce sağa, sonra
sola, sonra yine sağa sonra bir taraflara
dönüyorsunuz ve mahalle aralarından
geçerek ancak ulaşabiliyorsunuz. Sports
Interactive ve Football Manager posterleri
her tarafta gözünüze çarpıyor çünkü nice
genci sabahlara kadar ayakta tutan (hatta
bazı Koreli psikopatları komaya sokan) oyun
AFC Wimbledon’ın baş sponsorlarından ve
takımı ayakta tutuyor. 4 bin 800 kişilik bu ufak
stadyumda oturulacak tribünler ya deplasman
taraftarına ait ya da sezonluk biletlerle
kapılmış durumda. Dolayısıyla taç çizgisi
boyunca uzanan bir tribün ve kale arkasındaki
Tempest End (ki ateşli taraftarların mekanı)
maçların tamamen ayakta takip edildiği
tribünler. Biz de Tempest End’in en köşesinde
korner bayrağının dibinde yerimizi alıyoruz.
Saha adeta iki adım önümüzde ve “İşi Olmayan
Giremez” babındaki tabela bizi vicdanımızla
baş başa bırakan tek etken.
Dan Dun Wimbledon
Lineker’in 25 yıl önce söylediklerinden değişen
bir şey yok. Wimbledon maça başladığında
topa Kraliçe ne verdiyse vurmaya başlıyor ve
tribündeki emektar kurtların deyimiyle “acı
verici derecede kötü” oynuyor (painfully bad).
O emektar kurtlardan birisi artık oyundan
bezmiş olacak ki salça olacak adam arayıp
doğal olarak, yaradanın ona bahşettiği boy
sebebiyle zorluk yaşayan maçın hakemi Steve
Bratt’te karar kılıyor ve kendisine “koduğumun
işe yaramaz cücesi” (useless f...ing midget)
diye bağırıyor. O sıkıcılıkta biraz etrafa göz
gezdiriyorum. Elinde maç kataloğuyla tribünü
bir sağa bir sola kat ederek satış yapmaya
çalışan teyze, tribünleri gözlemekten çok
sahaya arkasını dönerek Vishnu’yu arayan bir
Wimbledon’ın maskotu Haydon.
Gittim, Gördüm, Yazdım
surat ifadesiyle başka boyuttaki Hint asıllı genç
güvenlik görevlisi, ufak boyuttaki stadyumun
dışına giden her topta “ulan mahalle maçında
bu kadar olmuyor, bir dahakine atanalırspor”
diye söylene söylene gidip stadyum dışında
topu bulan ufaklık ve elbette maskot Haydon.
Devrenin bitişiyle beraber gözüm büfeye
takılıyor. Çizburger 1.80 pound, hamburger 1.70
pound, makul.
HF
#
70
İkinci yarının başlarında Bradford tipik bir
“kısa düşen geri pas” sonucunda Garry
Thompson’ın ayağından golü bulup 1-0 öne
geçiyor. İlk devrede hakemin boyutlarıyla
uğraşan abimiz bu sefer kendi oyuncusu
üzerinden 120 yıllık futbol tarihini özetliyor.
“Matematik değil bu beyler, pası alacaksın
vereceksin”. Bir an kendimi Sami Yen eski
açıkta zannedip dönüp bakıyorum ama
yok bildiğin İngiliz Richard’ı. İşkence maçı
bitirecekken neden maçın başından beri
kenarda olduğunu anlamadığım, “hain evlat”
Milton Keynes (Dons diyeni çarparım) ile
oynanan maçta da rakip fileleri sarsmış Jack
Midson oyuna giriyor. O oyuna girdikten sonra
en azından şişirmelerin bir anlamı var. Nitekim
Hollandalı Pim Balkestein’in kestiği topa 83’te
kafayı vurup durumu 1-1’e getiriyor. “Merkez
korttaki Wimbledon finaline kadar oynansa
bu maçta gol olmaz” diyerek çıkışa seğirten
onca cengaver birden geri dönüyor. Bradford
galibiyeti elimden kaçırdım diye üzülürken
maçın son hamlesini Bristol City’den kiralık,
renkli saçlı siyahi oyuncu Toby Ajala yapıyor.
Üst üste yaptırdığı iki kornerden ikincisini
gözümüzün önünde 33’lük Gary Alexander’ın
kafasına indiriyor ve konuk takımın bir hafta
sonraki Lig Kupası finali öncesi dünyası
kararıyor. Dakikalar o sırada 90+3. Bu dakikada
gelen bir son dakika golünde, bu seviyedeki bir
maçta olabilecek şey oluyor ve birkaç heyecanlı
arkadaş sahaya atlıyor ama atladıkları gibi geri
vitese takıp tekrar tribüne çıkıyorlar. Bizim
cüce 1 dakika sonra son düdüğü çaldığında
ona Hobbit filminin figüranı muamelesi yapan
abiye bakıyorum. “Eheheh kazandık mı lan,
cumartesi mi de mübarek eyledin Wimbledon”
tarzı bir şeyler geveliyor, gözlerimle “Tadım
paketin, kıçında da gazete kağıdın eksik ulen,
bu mu Ada futbolu?” diyesim geliyor.
Dönüş yolu bilindik ölçüde taraftarları
takip ederek, akşam çökerken varılan
istasyon ve sonra tekrar Londra’nın merkezi.
Taraftarlarından 2013 yılında toplanması
gereken 400 bin paund için aylık 10 ile 150
paund arasında değişen üyelik isteyen kulübün
mağazasında bir atkı kapıyorum ki raflardaki
FM 2013 oyunu da gözüme çarpmıyor değil.
AFC Wimbledon, galibiyete rağmen son sırada
ama halen umut ışığı var (bu maçtan 3 gün
sonra Northampton’la 1-1 berabere kaldılar
ve son sıradan yine kurtulamadılar) Norbiton
istasyonunda trene bindiğimizde aklıma Vinnie
Jones’un Lock, Stock and Two Smoking Barrels
filminden çıkan ve günü özetleyen cümlesi
geliyor. It’s Been Emotional....
Özgehan Şenyuva ve Borja Garcia-Garcia
TARAFTARLAR FUTBOLUN
GERÇEK SAHİPLERİ!
Kiminin Parası
Kiminin Duası
F.R.E.E. Kick
Madonna’yı çok sevmek, onu cd’lerini satın almak ve her konserine gitmek bir
insanı Madonna’nın kariyeri, hangi kostümü giyeceği, nerede konser vereceği,
hangi şarkıları söyleyeceği, arkasında kimin dans edeceği ve gitar soloyu kimin
yapacağı gibi konularda söz sahibi yapar mı? Peki futbolun farkı ne?
HF
#
70
Futbolun gerçek sahiplerinin taraftar
olduğundan hareketle üretilmiş bir taraftar
miti vardır. Futbolcular, başkanlar gelip
geçicidir, aslolan cefakar taraftarlardır. Onlar
değil midir yağmur demeden, çamur demeden
maçlara giden, çoluğunun çocuğunun rızkından
kesip forma alan? Bu durumda bir futbol
takımının ve dahi kulübünün nasıl yönetilmesi
konusunda taraftarların daha fazla söz sahibi
olmasından doğal ne olabilir ki? Transferden
formanın rengine, hangi oyuncunun hangi
mevkide oynayacağından oyuncu değişikliğinin
hangi dakikada olması gerektiğine kadar
taraftarların söz hakkı olmasın mı? Zaten bu
konuların hepsinde engin görüş ve bilgisi yok
mu taraftarın? Bir adım öteye geçelim hatta,
futbolun yönetiminde taraftarlar niye bu kadar
dışlanıyor? Kurallar ve düzenlemeler ile ilgili
niye kimse taraftarlara danışmıyor? Taraftara
rağmen teknik direktör alınıyor veya kovuluyor,
taraftara rağmen yasal düzenlemeler yapılıyor,
taraftara rağmen play-off sistemi başlatılıyor
ve gene taraftarlara sorulmadan aynı sistem
ortadan kaldırılıyor. Yoksa taraftarların
gerçekten hiç söz hakkı yok mu? Taraftarlar
günümüz kirli oyununda sadece birer müşteri
mi?
FREE araştırma projemizin temel
konularından biri de taraftarlar ve futbolun
yönetimi. Bu konuda İngiltere Loughbrough
Üniversitesi’nden Borja Garcia-Garcia ile
birlikte Avrupa’da futbolun yönetilmesi ve
düzenlenmesi konusunda kapsamlı araştırma
ve analizler yürütmekteyiz. Bu konudaki bazı
temel bulgu ve sorularımızı bu hafta Hayatım
Futbol okuyucuları ile paylaşmak istedik.
Bu yazının bazı kısımları Borja Garcia-Garcia
tarafından FREE projesinin blog sayfasında
(İngilizce olarak) paylaşılmıştı.
Futbol Yönetimi ve Taraftarlar
Taraftarların futbolun yönetiminde söz sahibi
olmasının ve görüşlerinin dikkate alınmasının
önemi son yıllarda ağırlık kazanan bir konu
haline gelmiş durumda. İngiltere hükümeti
tarafından kurulan Supporters Direct
(www.supporters-direct.org) bu tartışmaların
sonucunda ortaya çıkan ve taraftarların daha
fazla söz sahibi olmasını mümkün kılmayı
amaçlayan bir yapı. 2006 yılında yayımlanan
Bağımsız Avrupa Spor Gözden Geçirme Raporu
(Independent European Sport Review of 2006)
i içindeki Avrupa futbolu detaylı incelemesinde
de Avrupa’da hem ulusal hem de uluslararası
düzeyde taraftarların futbolun dışına itildiği
ve etkin futbol yönetiminin ancak ve ancak
taraftarların daha fazla katılımı ile mümkün
olabileceği savunulmuştur. UEFA bu yükselen
dalgaya kayıtsız kalmamış ve taraftar ağlarının
güçlendirilmesine destek verme kararı çıkarmış
ve gene aynı nedenlerle UEFA Kulüp Lisans
Sistemi içine her kulübün taraftarla ilişkilerden
sorumlu bir yönetici belirlemesi koşulunu
eklemiştir.
F.R.E.E. Kick
Türkiye Futbol Federasyonu Kulüp Lisans
ve Mali Fair Play Talimatı’nın 49. Maddesi
uyarınca, lisans için başvuran her kulüp
profesyonel kadrosu içinde bir Taraftar İrtibat
Sorumlusu (TİS) çalıştırmak zorundadır.
Aynı talimatnameye göre, taraftar
irtibat sorumlularının görevleri şu şekilde
belirlenmiştir (madde 49, Fıkra 4):
HF
#
70
a) Düzenli olarak kulübün yönetimi ile
toplantılara katılmak, emniyet ve güvenlikle
ilgili konular hakkında güvenlik görevlileriyle
işbirliği yapmak,
b) Taraftarlar ve kulüp arasında bir köprü
olmak ve iki taraf arasındaki diyalogun
geliştirilmesine yardımcı olmak,
c) Çalışmaları iki taraftan da aldıkları bilgiye ve
itibara dayandırmak,
d) Kulüp yönetimi tarafından verilen kararlar
hakkında taraftarları bilgilendirmek ve diğer
bir yandan da taraftarların görüşlerini kulüp
yönetimine aktarmak,
e) Sadece çeşitli taraftar grupları ve girişimler
ile ilişki kurmakla kalmayıp, aynı zamanda
polis ve güvenlik görevlileri ile de diyalog
halinde olmak,
f) Taraftarların güvenlik talimatlarına uygun
şekilde hareket etmelerini sağlamak için
müsabakalardan önce diğer kulüplerin TİS’leri
ile bağlantı kurmak,
g) Taraftarları kulübün birer parçası olmasını
sağlayan projeler geliştirmek ve uygulamak
olmalıdır.
Şu anda Türkiye futbol Federasyonu’ndan
lisans almış her kulübün bir Taraftar
İrtibat Sorumlusu var. Sizin tuttuğunuz
takımın da. Peki, bırakın toplantı yapıp
görüş ve önerilerinizi yönetime bildirmeyi,
gönül verdiğiniz kulübün Taraftar İrtibat
Sorumlusu’nun adını bile biliyor musunuz?
F.R.E.E. Kick
FREE Projesi Soruyor:
Taraftarların Söz Hakkı Olmalı mı?
HF
#
70
Taraftarların söz hakkı olması gerektiği kabul
edilen ve savunulan bir konu haline gelmiş
durumda, yapılan yasal düzenlemeler de
bu konuda belirli bir aşama kat edildiğini
gösteriyor. Ama biz bu konuyu bir kez daha
tartışmaya açmak istiyoruz: Futbol taraftarları
bu oyunun nasıl yönetileceği konusunda
neden söz sahibi olmalılar ya da olmalılar
mı? Bir kulübü çok sevmek, onun ürünlerini
satın almak, onu izlemeye gitmek neden bir
kişiyi o kulübün nasıl yönetileceği ve önemli
kararlarının ne olacağı konusunda söz sahibi
yapsın ki? 2008 yılında Avrupa Spor Forumu
esnasında bir sohbet ortamında Borja GarciaGarcia’nın biraz da provokatif olmak için
sorduğu şekilde soracak olursak, Madonna’yı
çok sevmek, onu cdlerini satın almak ve her
konserine gitmek bir insanı Madonna’nın
kariyeri, hangi kostümü giyeceği, nerede konser
vereceği, hangi şarkıları söyleyeceği, arkasında
kimin dans edeceği ve gitar soloyu kimin
yapacağı gibi konularda söz sahibi yapar mı?
Borja’nın bu konuda görüşleri yazdığı kitaplar
ve çalışmalarından zaten bellidir, taraftarların
yılmaz bir savunucusudur. Bu soruyu
sormasındaki amacı, taraftar-futbol ilişkisi
tartışmasını derinleştirmek ve farklı kitleleri
dahil etmekti. Başarıya da ulaştığı söylenebilir.
Borja’nın bu provokasyonuna kestirmeden
gidip, “neden olmasın” cevabı vermek yerine,
hem Supporters Direct hem de Avrupa Futbol
Taraftarları Ağı (Footbal Supporters Europe)
üyesi arkadaşlar uzun ve kapsamlı entellektüel
ve tutarlı cevaplar verdiler.
Tüm cevapları detayları ile bir yazıya
sığdırmamız mümkün değil, ama toplamda
ortaya çok net ve güçlü bir argümanın çıktığını
söyleyebiliriz: Bir takım taraftarı ile Madonna
hayranı aynı değil. Futbol kulüpleri ile
toplum arasındaki güçlü bağlardan ve aidiyet
duygusundan hareketle, bir kulübün toplum
tarafından inşası ve o topluluğu temsiliyetine
kadar geniş argümanlar mevcut. Ayrıca
taraftarların kulüp için karşılık beklemeden
yapabileceklerinden (Gönüllü faaliyetlerden
altyapı çalışmalarına), taraftarların sahip
oldukları maddi ve manevi birikimlerini ve
tecrübelerini kulüp ile paylaşma isteklerine
kadar geniş bir yelpazede taraftarların
katılımının önemi savunulabilir. Hepimizin
böyle tanıdıkları vardır: Benim Beşiktaş için
saha kenarında seve seve gönüllü sağlık
görevlisi olabilecek beyin cerrahı profesör bir
arkadaşım var mesela, ya da hukukçu kardeşim
gene Beşiktaş için gönüllü olarak günlerce
araştırma yapıp savunma hazırlayabilir.
Taraftarlar ve Ticaret:
Kiminin Parası Kiminin Duası
F.R.E.E. Kick
Taraftarların kulüpleri ile olan duygusal,
psikolojik, sosyolojik bağları ve futbolun
romatik yüzü taraftarları futbolun söz sahibi
olarak görmek için kimilerine yeterli gelebilir.
Günümüz modern futbolunda ise ekonomik
boyutun ağırlığı bu kadar hissedilirken bu
tür mahalle takımı söylemleri ekşi sözlükte
batiatus mahlaslı yazarın ağlak blog yazarının
osuruktan futbol romantizmi başlığına yazdığı
gibi futbola haddinden fazla kıymet yükleyen
insanlara mahsus görülüp eleştirilebilir. Peki
taraftarlar ve futbol arasındaki ekonomik
ilişkinin taraftarların futbolda daha fazla söz
sahibi olmasına etkisi nasıl incelenmeli?
HF
#
70
Hayatım Futbol dergisinin 67.sayısında
kulüplerin maddi durumları ve özellikle Avrupa
futbol devlerinin maddi güçleri ile Türkiye
takımlarının borçları detaylı ve güzel bir şekilde
incelenmişti. Bu analizlerin ortaya çıkardığı
çarpıcı bir sonuç ise, takımların taraftarlarının
kulüplerin en önemli aktif mal varlıklarından
olduğudur. Bu konuda en detaylı analizlerden
birini yazan ve bu yaklaşımı tanıtan Sean
Halim, taraftarların günümüz ticari futbolunda
önemlerini incelediği çalışmaları ile gelenekselromantik toplumcu yaklaşım ile ticariekonomik yaklaşım arasında bir köprü kurmuş
ve taraftarların her iki açıdan da vazgeçilmez
olduğunu savunmuştur.1 Halim ve diğerlerinin
görüşlerini özetleyecek olursak, günümüz ticari
futbol yapısında taraftarlar bir kulübün en
önemli aktif mal varlıklarını oluşturmaktadır.
Bu mal varlığı kulübe hem sosyal bir güç
kazandırmakta hem de çok önemli maddi gelir
getirme potansiyelini taşımaktadır. Bu maddi
gelir sadece taraftarların kulüp için yaptıkları
harcamaları değil, maçlara alınan reklam ve
yayın gelirlerini, kulüp üzerinden taraftarlara
ulaşmaya çalışan sponsor ve markaları da
kapsamaktadır. Bu nedenle, taraftarların
kulüp hakkındaki önemli konularda söz sahibi
olmaları, kulübün kaynaklarını korumak ve
geliştirmek için hayati önem taşımaktadır.
Müşteri mi Taraftar mı?
Yukarda sunulan şekli ile taraftarların bir
kulübün mal varlığı olarak görülmesine
itirazların, özellikle geleneksel-romantik
kanattan, yükselmesi doğal. Futbolun gittikçe
ticarileşmesi ve ekonominin temel belirleyici
olması birçok taraftar için rahatsız edici bir
durum. Neredeyse tüm futbol coğrafyasında
katılımcı ve taraftar temelli Avrupa modelinden
uzaklaşıp, seyirci-müşteri temelli Amerikan
spor modeline doğru bir kayma söz konusu.
Amerikan modelinde, kulüpler müşteriseyircilerini tatmin etmek zorundadırlar ama
bu onları yönetim işlerine dahil etmelerini
gerektirmez, bkz. Madonna sorunsalı.
Her türlü yönetim, iktidar ve ekonomi
sorununda olduğu gibi futbolun nasıl
yönetilmesi konusunda da mutlak bir doğru
yok. FREE projesinde bizim bu konuyu
araştırmamızdaki amacımız farklı doğruları
ortaya çıkarmak ve futbolun nasıl yönetilmesi
konusundaki görüşleri ve taraftarların
tam olarak kendilerini nerede gördüklerini
araştırmak. Bu kapsamda çok yakında Türkiye
dahil sekiz Avrupa ülkesinde çok kapsamlı
bir taraftar araştırması başlatıyoruz. Bu
araştırmayı FREE projesi iletişim kanalları
(internet sayfası, twitter, facebook) ve Hayatım
Futbol aracılığı ile takip edebilir, kendi görüş ve
tutumlarınızı paylaşabilirsiniz.
Futbol taraftarları konusuna bir sonraki
yazımızda devam edeceğiz.
Football Research in an Enlarged Europe - FREE, Avrupa
Komisyonu 7. Çerçeve Programı tarafından desteklenen
bir Avrupa araştırma projesidir. 8 ülkeden 10 üniversitenin
yürüttüğü FREE projesine Türkiye’den ODTÜ Avrupa
Çalışmaları Merkezi’nden (www.ces.metu.edu.tr) Y.Doç.
Dr. Özgehan Şenyuva ve Y. Doç. Dr. Başak Z. Alpan
katılmaktadır. Proje hakkında daha fazla bilgiye
www.free-project.eu sayfasından ve @Free_project_eu
twitter hesabından ulaşabilirsiniz.
Kerem Akbaş
Drogba’nın parası
forma satarak çıkar mı?
Klişeler, pek çok duruma uydukları ve genelde
doğru oldukları için klişedir. Ama ülkemizde
özellikle yıldız futbolcu transferleri sonrası
yapılan öyle haberler var ki onları klişe
olmaktan ayıran doğru olmamaları.
Ekonomi
Futbol endüstrisi hızla gelişirken, kulüpler,
taraftarlarının forma almak isteyebileceklerini
geç de olsa düşündü. Hızla evrim geçiren
sektörde forma üreticileri kulüpler için önemli
bir gelir kaynağı halini aldı. Ancak ülkemize
gelen her yıldız futbolcu sonrası, başlıkları
süsleyen ve bonservis bedelinin forma satışı
ile karşılanacağını söyleyen haberlere şüphe ile
yaklaşmak gerekli.
HF
#
70
“Drogba’ya 4 milyon avro veren Galatasaray,
forma satışlarında patlama yaşadı. Sarıkırmızılılar 2 haftada 40 bin forma satarak
5 milyon lirayı kasasına koydu” diye bir
spot gördüğünüzde ufak bir matematik
ile bile bu haberin en iyi ihtimalle hesap
kitaptan anlamayan biri tarafından yapıldığını
söyleyebiliriz.
isim hakkını o sözleşme süresince satın alıyor.
Bu süre zarfından yıllık olarak o sözleşme
bedelini ödüyor. İstanbul’un şampiyonluğa
oynayan takımları için bu tutar aşağı yukarı 2,5
milyon - 4 milyon dolar arasında değişiyor. Bu
parayı ödeyen üretici o kulübe ait isim hakkını
satın alarak forma üretim alıyor.
Bu isim hakkı anlaşmasında bir takım yan
maddeler de yer alabiliyor. Özellikle başarı
kriterleri ön plana çıkıyor. Avrupa’da tur
atlamak, ligde şampiyon olmak gibi başarılar
sonrasında belli bir miktarı ödemeyi taahhüt
ediyor üretici.
Öncelikle forma satışlarından kulüpler ne
şekilde para kazanıyor ona bakalım.
Ayrıca genelde %8 ile %10 arasında bir ciro
anlaşması yapılıyor. Ya da forma başına %1520 civarında bir isim hakkı anlaşması yapılıyor
bunu yanında kulübün dağıtım kanallarına
(GS Store, Kartal Yuvası, Fenerium) %30-35
indirimli ürün tedarik ediliyor.
Ülkemizde ana malzeme sponsorlukları
kulüpler ile belli süreli bir sözleşme yapıyor ve
Beşiktaş kulübünden alınan bilgiye göre yıllık
ortalama forma satış adedi 100 ile 150 bin
arasında. Fenerbahçe ve Galatasaray ise 250300 bin adet forma satıyor.
Önce gelir bazlı anlaşma üzerinden bir hesap
yapalım.
X kulübümüz forma isim hakkını 4 milyon
dolara satıyor. Ve ciro üzerinden %10 anlaşma
yapıyor. Bu durumda hiç forma satılmasa
dahi kulüp 4 milyon doları kasasına koyuyor.
Daha sonra ortalama satış fiyatı 100 lira
olan formalardan sezon içinde 200 bin adet
satıldığını varsayalım. Hatta biraz daha
abartalım ve yarım milyon forma satıldığını
düşünelim. 500.000 adet forma satışından 100
lira satış fiyatı ile 50 milyon lira ciroya ulaşılmış
oluyor.
Anlaşma gereğini cironun %10’luk kısmı 5
milyon lira yapıyor. Bunu dolara çevirdiğimiz
durumda ortalama ciro yabancı para bazında
1,8 kur ile 2,77 milyon dolar yapıyor. Daha
önce ödenen lisans bedeli bu tutarın üzerinde
olduğu için kulüp ektra bir gelir elde edemiyor.
Peki kulüp nereden kazanacak?
Ekonomi
Kulüp kendi dağıtım ağında formaları sattığı
durumda (GS Store, Kartal Yuvası, Fenerium
HF
#
70
vb.) bir al-sat karı kazanıyor. 100 lira bedelli
forma için kaba bir hesap yaparsak KDV hariç
kulüp formayı 92,5 liraya satıyor. Burada
devreye lisans hakkı daha önceden devredilmiş
formanın kulübün dağıtım noktasına kaç lira
maliyet ile gireceği önem kazanıyor. Daha
önce bu formayı üretme izni için kulübe hatrı
sayılır bir para ödeyen üreticinin ortalama
KDV dahil 80-85 lira arası bir fiyatla formayı
sattığı kulüplerden alınan bilgi ile ortaya çıkan
gayri resmi bir bilgi. Bu durumda bir formanın
üreticiden alınıp taraftara satılma durumunda
kulübün bu satıştan karı 13-15 lira arası oluyor.
Örnekte satıldığı varsayılan 500 bin formanın
tamamının kulüp aracılığı ile satıldığını
varsayarsak 500,000 adet forma x 15 TL alsat karı = 7,5 milyon lira oluyor. Kulüp dağıtım
kanalları dışındaki mağazalardan satılan
formaların (Adidas, Nike, Boyner, YKM vs.)
al-sat karı kulübe değil satışı yapan firmaya
kalıyor. O yüzden forma alarak kulübüne katkı
sağlamak isteyen taraftarın önceliği kulübünün
resmi satış kanalından forma edinmesi. Diğer
kanallardan satılan formalar ciro anlaşmasında
hesaba katılıyor.
Tüm örnek sonunda kulüp kendi kanallarından
sattığı 500 bin adet forma için 4 milyon
dolar isim hakkı geliri ve 7,5 milyon lira al-sat
karı elde ediyor. Al-sat karı dikkate alınırken
perakendeciliğin en büyük gider kalemleri
olan kira, personel, enerji giderleri de kardan
düşmek gerekli.
gerekir. Bu forma gelirinin takımın en popüler
5 oyuncusuna oranlarsak 2,4 milyon dolar bir
rakam elde ediyoruz.
Bu gelirleri alt alta koyduğumuzda;
Forma üreticisinden alınan lisans bedeli:
4 milyon dolar
500 bin forma satışından elde edilen kar:
7,5 milyon lira ( 4,2 milyon dolar)
Toplam kâr (Operasyon maliyetleri
düşülmeden): 8,2 milyon dolar
Manchester United’ın 2012 yılı içinde sattığı
5 milyon adede ulaştığımız gün zaten hiçbir
futbolcunun maliyetini karşılamak için forma
gelirlerine ihtiyaç olmayacak zaten.
Forma ile oyuncu maliyetini karşılamak
şimdilik bir hayal; belki vergisi.
Yanlış hesap Bağdat’tan döner, forma satışı ile
futbolcu maliyeti karşılanmaz.
Bir diğer gelir paylaşım sisteminde ise üretici
ile kulüp arasında satış endeksli bir anlaşma
yapılıyor. Lisans bedeli düşük tutularak
kulübün dağıtım kanalı dışındaki satış
noktalarından satılan formalardan da gelir elde
edilebiliyor.
Gelir paylaşımındaki toplam ciro üzerinden
bir tutar hesaplanmıyor. Kulüp 3 milyon
dolar lisans bedeli alıyor. Yine 500 bin forma
satıldığını, bunu yarısının kulüp dağıtım kanalı
ile diğer yarısının ise bağımsız perakende
noktalarında satıldığını düşünelim.
Ekonomi
Bir adet forma satışında kulübe %10 isim hakkı
ve kulübün dağıtım kanalına ektra %20 indirim
verildiğini düşünürsek.
HF
#
70
Forma üreticisinden alınan lisans bedeli:
3 milyon dolar
250 bin Adet kulüp tarafından satılan forma :
7,1 milyon lira (3,9 milyon dolar)
250 bin Adet Diğer perakende noktalarında
satış: 2,5 milyon TL (1,4 milyon dolar)
Toplam kâr (Operasyon Maliyetleri
Düşülmeden): 8,3 milyon dolar
Hesap ortada.
Yaptığımız hesaplara 5 milyon dolar da ön
göremediğimiz performans primi ekleyelim.
Hangi yöntemi seçersek seçelim toplam kâr 12
milyon dolar oluyor. Tabi bu hesaplamaların
500 bin adet forma, sıfır operasyon maliyeti
ile çıkan sonuçlar olduğunu unutmamak
Manchester United, yılda 5 milyon adet forma
satıyor
Şampiyonlar Ligi
Şampiyonlar Ligi’nde bu hafta
HF
#
70
Şampiyonlar Ligi’nde son 16 turunda ilk maçlar
tamamlandı. Birbirinden keyifli mücadelelerin
yaşandığı ilk hafta maçlarının ardından ikinci
haftada da Galatasaray ve Schalke ile birlikte
Milan, Barcelona, Porto, Malaga, Arsenal ve
Bayern sahne aldı. Sarı-kırmızılı temsilcimizin
1-1’lik sonuçla ikinci maça biraz buruk,
biraz umutlu çıkarken, devlerin kapıştığı iki
eşleşmede ise beklenmedik sonuçlar vardı.
mağlubiyetini 1-0’lık skorla tattırdığı maçta gol
pozisyonu namına birkaç vasat girişim dışında
ize rastlamak mümkün değildi. İkinci maçta
iki takımın da tur için daha fazlasını yapması
gerekebilir.
Sezonun ve yakın dönemin en iyi futbol takımı
olarak görülen, İspanya La Liga’yı şimdiden
domine edip en büyük rakibi Real Madrid’i saf
dışı bırakarak şampiyonluğun mutlak favorisi
haline gelen Barcelona, Zlatan Ibrahimovic
ile Thiago Silva’nın ayrılığının ardından henüz
geleceğini şekillendirme aşamasındaki Milan’a
2-0’la boyun eğdi. Bundan da öte, fırsatları
gole çevirerek galibiyeti cebine koyan Milan’ın
çok başarılı bir savunma yaparak Barcelona’nın
pozisyon üretmesine imkan tanımaması
haftanın sürprizi oldu. Kupa 1’in de 1 numaralı
adayı konumundaki Katalan devi yüzde
72’lik top hakimiyetine karşın Milan duvarına
çarpması gözleri Camp Nou’daki ikinci maça
çevirdi. Messi ve arkadaşlarının turu çevirip
çeviremeyeceği şimdiden sezonun en merak
edilen sorularından birinin cevabı haline gelmiş
durumda.
Schalke 04-Galatasaray
Barcelona-Milan
Barça tekleyedursun, bir diğer favori, geçen
yılın Drogba mağduru finalisti Bayern Münih
rakibi Arsenal’i fena harcadı. Londra’daki
mücadelede rakibini ezip geçen Heynckes’in
öğrencileri, eskinin ‘güzel kaybedeni’ Arsene
Wenger’in öğrencilerine hem güzel oynayıp
hem de kazanma dersi verdi. Arsenal’i epey zor
günler beklerken, Pep Guardiola da bu takımla
çalışmak için şimdiden ellerini ovuşturuyor
olmalı.
Haftanın en yavan mücadelesi ise şüphesiz
Portekiz’deydi. Portekiz devi Porto’nun İber
yarımadasının bir diğer ekibi Malaga’ya ilk
Rövanşlar
12 Mart 2013, 21.45
13 Mart 2013, 21.45
Malaga-Porto
Bayern-Arsenal
Emre Özcan
iKi DEV
TEK HEDEF
Şampiyonlar Ligi
Santiago Bernabeu’da 1-1
berabere kalan Real Madrid
ile Manchester United’ın son
randevusu Old Trafford’da…
İki devin amacı da Wembley
ama bunu sadece biri
başarabilecek.
HF
#
70
Şampiyonlar Ligi ikinci turunun en dengeli ve
yüksek profilli eşleşmelerinin başında gelen bu
iki takımın mücadelesinin ilk ayağı geçtiğimiz
hafta Bernabeu’da oynandı. Manchester
United’ın Sir Alex Ferguson’un oldukça farklı
onbiriyle topu ağırlıkla Real Madrid’e bırakıp
iyi alan savunması ve hücumcuların baskısıyla
savunma yapmaya çalıştığı maçta deplasman
ekibi 1-1’lik skorla istediğini almayı başarmıştı.
Alex Ferguson’un sağ kenarda Cristiano
Ronaldo kontrolcüsü Wayne Rooney, sol
kenarda Danny Welbeck ve merkezde de Robin
Van Persie’nin arkasında Shinji Kagawa’yla
kağıt üstünde oldukça hücum takımından
ilk istediği kenarlarda bir beklere baskı ve
savunmaydı. Sabırlı ve tedbirli oynayarak
kornerden bulduğu golle öne geçen United,
maçın geri kalanında kalesinde eski oyuncusu
Ronaldo’dan bir gol gördü ama Old Trafford için
fazlasıyla yeterli skoru almayı başardı.
MANCHESTER UNITED
Güçlü yönleri
Alex Ferguson’un da ilk maçta gösterdiği
düzenle birlikte Manchester United, taktik
bilgisi çok güçlü ve çok yönlü oyuncularla
birlikte çok farklı stillerde ve oyun yapılarıyla
mücadele edebilen bir takım ve bunu
tamamıyla keskinleştirmelerini sağlayan
oyuncu da yeni transfer, tam anlamıyla her
yolun forveti Robin Van Persie. Real Madrid’e
göre ilk maçta göze çarpan fizik avantajları Old
Trafford’daki maçta skor avantajıyla birlikte
mutlaka fayda getirecektir. Alan savunması,
pres gücü, tempo ve akıcı hücumları, hemen
hemen her departmanda belli bir seviyenin
üstündeki futbollarıyla hem ligi domine etmiş,
hem de Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final
kapısını aralamış durumdalar. Tek yönlülüğü
bu sezon daha fazla dikkat çeken Real Madrid
karşısında bu yönleriyle parlıyorlar.
Şampiyonlar Ligi
Zayıf tarafları
HF
#
70
Savunma. Sezon başından beri sakatlıklar
nedeniyle savunmada bir türlü ideal bir tandem
ikilisini bulamayan Manchester United’da
Premier League’de bu sezon Rio Ferdinand
20, Jonny Evans 17, Chris Smalling 12 ve
Nemanja Vidic de 10 maçta forma giydi. Bunun
yansıması United’ın 26 maçta yediği 31 gol
olarak lig tabelasına yansımış durumda. Kırmızı
Şeytanlar geçtiğimiz sezonun tamamında
kalesinde 33 gol görmüştü. Skor avantajıyla
birlikte ilk maçtaki sabırlı yapıya benzer bir
oyun anlayışı, netameli Manchester United
savunması için yetenekli Real hücumcuları
karşısında faydalı olabilir.
Kilit oyuncu
Kuşkusuz Robin Van Persie. Wayne Rooney’nin
Bernabeu’daki maçtaki özel önlem görevleriyle
birlikte hücumda geçer akçe bu sezon için
Hollandalı golcü. İlk maçta etkisini çok fazla
hissettiremese de yerinde durmayan yapısı
ve gol için her zaman doğru yerde olması, her
oyun yapısına uygun, komple profiliyle birlikte
onu Manchester United için çok değerli yapıyor.
Bunun karşılığı da ligde 19 gol, 10 asist ve
Şampiyonlar Ligi’nde 3 gol.
REAL MADRID
Güçlü yönleri
Ön alanda merkez forvet, Cristiano Ronaldo,
Mesut Özil, Xabi Alonso ve Angel Di Maria’yla
çok akıcı bir hücum hattına sahipler ve
geçtiğimiz sezon bu sayede şampiyon
oldular. Ama en güçlü oldukları yönde bu
sezon yaşanan erozyon ligde erken havlu
atmalarında da etkili oldu. Geçtiğimiz sezon
maç başına 3.2 golle 121 gollü rekor sezondan
sonra bu seneki gol ortalamaları 2.5’a düştü.
Hücum varyasyonlarında La Liga’da maç
başına %23’lük bir kayıpları var ve bu da
savunma takımı olmayan bir ekip için ciddi
performans kaybı demek. Yine de Şampiyonlar
Ligi motivasyonu, Jose Mourinho ve Cristiano
Ronaldo üçgenini düşününce Old Trafford’da
bu özellikleriyle iş yapmamaları için bir sebep
yok.
Şampiyonlar Ligi
Zayıf tarafları
HF
#
70
Iker Casillas’ın yokluğu ve savunma hattındaki
değişiklikler zaten Real Madrid’i yeteri kadar
zorluyor ama bunun yanında merkezde de
geçtiğimiz sezonki kadar keskin değiller.
Khedira’nın fizik yönden fazlasıyla zorlandığı
sezonda Xabi Alonso’nun performansı da
geçtiğimiz sezondan oldukça uzakta. Orta
sahada top kazanma oranı da düşüşte olan
Real Madrid’in hücum hattındaki sorunların
başlangıç kaynağı merkezleri.
Kilit oyuncu
Bu sezon özellikle bir kat daha fazla Cristiano
Ronaldo. Lionel Messi’nin çıkışının devam
ettiği bugünlerde Real Madrid’in düşen
hücum performansı Cristiano Ronaldo’ya da
yansıdı. Fakat bu sezon da 60 golün 24’üne
imza atan Portekizli yine sonradan edindiği
yeteneklerinden biriyle Old trafford’da
jeneriklik bir gole imza attı. Dış sahadaki kontra
oyununda ondan daha tehlikelisi olmayacak.
Salih Demirci
Gizli favoriler kapışıyor
Şampiyonlar Ligi
Şampiyonlar Ligi’nin iki gizli favorisi olarak gösterilen Borussia Dortmund
ile Shakhtar Donetsk’in Ukrayna’daki kapışmaları taktiksel bir resitaldi.
İkinci maç öncesinde ise Kloop ve Lucescu’nun yapacakları şimdiden
merak konusu…
HF
#
70
(2-2) Dk. 31 Srna, Dk. 68 Douglas Costa
(Shakhtar Donetsk), Dk. 41 Lewandowski, Dk.
87 Hummels (Borussia Dortmund)
Serinin ilk maçı, karşılaşma öncesinde yaşanan
uçak kazasının gölgesinde oynanmıştı.
Maçtan kısa bir süre önce yaşanan elim
olayda Odessa’dan kalkan ve içerisinde bu
maçı izlemek üzere Donetsk’e giden yolcular
bulunduran uçak, yoğun sis nedeniyle düşmüş
ve tamamı futbol taraftarı olan 5 yolcu
hayatını kaybetmişti. Ölenler için yapılan saygı
duruşuyla Donbass Arena’ya matem havası
çökse de sahadaki mücadele ilk düdükle
birlikte çabucak kızıştı.
Her iki ekip de birer yekpare takımdılar,
zaten bu eşleşmenin Top 16’nın en vaatkâr
kapışmalarından biri olarak anılmasının
sebebi de buydu. Takımların 11’leri, taraftarları
ve takipçileri tarafından ezbere biliniyordu.
Ne oynadıkları, silahları ve sınırlı zaafları
görülüyordu. Yalnızca bir soru işareti vardı, o da
Shakhtar’dan kısa süre önce ayrılan Willian’ın
yerini devralan Taison’un durumuydu.
Müthiş bir mücadeleye sahne olan maçta iki
kez öne geçen Shakhtar, skoru koruyamayınca
Almanya’ya dezavantajlı gitmeye zorlandı.
Kozlar artık Klopp’un elinde, ama Lucescu’nun
mutlaka verecek bir cevabı vardır.
DORTMUND
Güçlü yönleri
Dortmund’un kolektif üretim gücü, rakibi
Shakhtar’dan daha fazla. İlk maçta görüldüğü
üzere Klopp’un takımı, rakip kaleye ulaşmakta
sıkıntı çekmiyor. Bilhassa ön alanda
kazandıkları toplar ve set oyunun ani tempo
değişimleri yaratarak hücum ediyorlar. Çok
hareketli ve tamamı doğrudan gole gidebilen
oyunculardan kurulu hücum dörtlüsü, en
kısa sürede Shakhtar ceza sahasını işgal
edebiliyor. Sahanın herhangi bir bölgesinde
kalabalıklaştıklarında korkutucu şekilde akıcı
ve efektif işler yapıyorlar, bunu Hummels’in
kafasından gelen duran top golünde de bir kez
daha gösterdiler. Ayrıca markajları sıkı tutarak
rakibi alan ve zaman noktasında olabilecek en
iyi şekilde sınırlıyorlar; buna karşılık pas trafiği
de rakiplerinden daha iyi.
Şampiyonlar Ligi
Zayıf yönleri
HF
#
70
Dortmund’un Kehl ve Bender’den oluşan orta
sahası, Donbass Arena’daki maçın ilk yarım
saatinden sonra tempo ve oyun olarak rakibin
gerisine düştü. Westfalen’deki maç öncesinde
İlkay Gündoğan’ın sakatlıktan kurtulması,
kuşkusuz onları ideale bir adım daha
yaklaştıracak. Öte yandan arka alanda oynayan
Piszczek ve Felipe Santana’nın yer aldığı sol
iç bölgesi, ilk maçta gerek Taison’un hızına,
gerekse uzun toplara karşı sorun yaşadı.
Kim yıldızlaşır?
Marco Reus. Takımının Real Madrid ve
Manchester City’e karşı aldığı galibiyetlerde
kritik rol oynayan ‘Rolls Reus’ lakaplı oyuncu,
ayağına değen topu parlatıyor. Dortmund
hücumlarında onun topla buluşması kritik,
ayrıca ilk karşılaşmada Shakhtar’a en çok sorun
çıkartanların başında geliyordu.
SHAKHTAR
Güçlü yönleri
Fernandinho’nun da dahil olduğu hücum
beşlisi, rakibin hücum silahlarına göre daha
yaratıcı, daha tahmin edilemez. Luiz Adriano,
Henrikh Mkhitaryan, Alex Teixeira ve Taison,
çok daha çeşitli varyasyonlar üreterek gole
ulaşabiliyorlar. Bunun yanı sıra Rat, Srna,
Hübschman gibi çok tecrübeli oyunculara
sahipler, işler kötü gitse dahi bir şekilde oyunu
dengeliyorlar. Evlerindeki maçta da hem ilk
yarıda, hem de ikinci yarıda dikkate değer geri
dönüşler yaptılar; tempoyu kontrol etmeyi
başardılar. Hepsinden de önemlisi, Lucescu’nun
tecrübesi ve birikimi bu tip çift ayaklı
eşleşmeler için fazlasıyla değerli. Deplasmanda
ilk golü atan taraf olmaları halinde oyun tam
istedikleri kıvama gelebilir. Ayrıca Shakhtar
kulübesi, Dortmund’a kıyasla çok daha zengin.
Şampiyonlar Ligi
Zayıf yönleri
HF
#
70
Savunma hattı, önündeki Hübschman da dahil
olmak üzere Dortmund’un seri ataklarına karşı
ağır kalıyor. Bir süre sonra kendi kalelerine
yaklaşarak yerleşmeye zorlanıyorlar, bu da
Dortmund’a oyunu istediği şekilde yönlendirme
imkânı veriyor. Bunun yanı sıra Willian’ın gidişi,
her ne kadar Taison ilk maçın iyilerinden biri
olsa da Shakhtar’ı zayıflattı.
Kim yıldızlaşır?
Henrikh Mkhitaryan. Serinin ilk ayağında
pek ortalarda görünmeyen Ermeni yıldız,
sahip olduğu yüksek oyun görüşünü ve üst
düzey pas becerisini kullanmayı Almanya’ya
saklamış olabilir. Bir Doğu Avrupalı’dan ziyade
Avrupa’nın oyununu benimsemiş bir Brezilyalı
gibi davranan yıldız oyuncu, dengeleri bozabilir.
Ani ataklarda topun onun ayağına ulaşması,
takımı için işleri kolaylaştıracaktır.
Avrupa Ligi’nde son 32
Avrupa Ligi
UEFA Avrupa Ligi’nde ikinci tur tamamlandı
ve son 16’ya kalan ekipler belli oldu.
Fenerbahçe’nin de aralarında bulunduğu 32
takım birbiriyle kıyasıya mücadele etti. Son
şampiyon Atletico Madrid, Rus ekibe Rubin
Kazan’a elenirken kupanın İngiliz devleri
Chelsea ve Tottenham son dakikada attığı
muhteşem gollerle beraberlik sayısını buldu
ve adlarını son 16’ya yazdırdı. İtalya Ligi’nin
tepeye oynayan ekiplerinden Napoli, Çek
ekibi Viktoria Plzen’e iki maçta da yenildi.
Böylelikle Çek ekip Fenerbahçe’nin rakibi oldu.
Evinde oynanacak finale kalmayı arzulayan
Ajax ise Steaua Bükreş’e penaltı atışları
sonucunda elendi. Evinde avantajlı skoru elde
edemeyen Stuttgart ve Newcastle rakiplerini
deplasmanda yenerek tur atladı. 4 Alman
takımından 3’ünün elenmesi de gecenin dikkat
geçen notları arasında. Toplu sonuçlar ve
eşleşmeler şöyle;
HF
#
70
Rubin Kazan – Atletico Madrid 0-1 (2-0)
CFR Cluj – Inter
0-3 (0-2)
Dnipro – Basel
1-1 (0-2)
Genk – Stuttgart
0-2 (1-1)
Lazio – Mönchengladbach
2-0 (3-3)
Lyon – Tottenham
1-1 (1-2)
Metalist Kharkiv – Newcastle 0-1 (0-0)
Benfica – B.Leverkusen
2-1 (1-0)
Bordeaux – Dinamo Kiev
1-0 (1-1)
Chelsea – Sparta Prag
1-1 (1-0)
Fenerbahçe – BATE Borisov 1-0 (0-0)
Hannover 96 – Anzhi
1-1 (1-3)
Liverpool – Zenit
3-1 (0-2)
Olympiakos – Levante
0-1 (0-3)
Steaua Bükreş* – Ajax
2-0 (0-2)
Viktoria Plzen – Napoli
2-0 (3-0)
*Penaltılarla Steaua Bükreş, Ajax’ı 4-2
yenmeyi başardı
3. tur eşleşmeleri
Viktoria Plzen – Fenerbahçe
Benfica – Bordeaux
Anzhi – Newcastle
Stuttgart – Lazio
Tottenham – Inter
Levante – Rubin Kazan
Basel – Zenit
Steaua Bükreş – Chelsea
İlk maçlar 7 Mart Perşembe günü oynanacak

Benzer belgeler

Nasıl Geldiler? - Hayatım Futbol

Nasıl Geldiler? - Hayatım Futbol yerine tecrübesini konuşturuyor. Onun veliahtı ise Londra’dan çıktı; Gareth Bale. Henüz 23 yaşındaki solak, takımının son haftalardaki en büyük kozu. Şimdiden Avrupa devlerini peşinden koşturuyor. ...

Detaylı

ac milan futbol okulu

ac milan futbol okulu beklentilerini karşılayarak Şampiyonlar Ligi biletini kovalıyordu. Bale’in sol bekten driplingleri, oyuna etkisi her maç daha da büyüdü ve Nisan ayında patlama yaptı. 4. sıra için çok kritik maçlar...

Detaylı

Hayatım Futbol pdf

Hayatım Futbol pdf takımı Wimbledon’ı, Milan’da harikalar yaratan Balotelli’yi Hayatım Futbol’da okuyabilirsiniz Keyifli okumalar, İlker Yılmaz

Detaylı

Gruptan çıkma formülü

Gruptan çıkma formülü sağlam bir argüman koyan Atletico Madrid, yeni Şampiyonlar Ligi sezonu öncesi önemli bir eşikte. Diego Simeone’nin önderliğinde, son iki yılda başlıca basamaklarını takım oyunu, rakibi boğan oyun s...

Detaylı