Akademik kimlik ve etik

Transkript

Akademik kimlik ve etik
Akademik Dizayn Dergisi
Journal of Academic Design
AKADEMİK KİMLİK VE ETİK
AKADEMIC IDENTITY AND ETHIC
Nurettin ÖZTÜRK*
*Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Denizli.
Özet
Akademik kimlik ve etik etrafındaki tartışma ve kavramlaştırmalar son yıllarda artış göstermektedir.
Alanyazında tıp dünyasının katkıları belirgin biçimde gözlemlenmektedir. Toplumsal ve doğal bilimler
alanında henüz kritik kütleye erişilememiştir. Kimlik tartışmaları akademisyenin statüsü, nitelikleri ve
görevleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Etik sorunlar arasında intihal en çok işlenen konudur. Buna
karşılık araştırma görevlilerine ilişkin çalışmaların belirgin biçimde az olduğu görülmektedir. Bu yazıda
belirtilen sorunlar üzerinde gözlem, derleme, çözümleme, kavramlaştırma, eleştiri ve yeni bazı
önerilere yer verilmiştir. (Akademik Dizayn Dergisi, 2008;2(2):47-56).
Abstract
The discussions and conceptualizations in relation to the academic identity and ethic have recently
increased. Moreover, it’s observed that the contributions of medicine to literary work are evident.
However, the critical mass in the areas of social and natural science have still not been reached. The
discussions of identity are concentrated on the status, qualifications and tasks of academicians. The
most emphasized issue among the ethic problems is plagiarism. On the other hand, it’s known that the
studies on the research assistants are definitely inconsiderable. This article includes the observation,
compilation, analysis, conceptualization, review and new recommendations on the specified problem.
(Journal of Academic Design, 2008;2(2):47-56).
“Güleriz ağlanacak halimize”
Fikret
“Qui rire de te fabula narratura”
(Ne gülüyorsun, anlattığım senin öykün)
Horatius
Yüksek öğretim kurumlarının çeşitli birimlerinde
ders veren doktoralı ve rektör seçiminde oy
kullanma hakkına sahip personel için kullanılan
öğretim
üyesi
terimi,
anılan
topluluğu
adlandırmada eksik kalmaktadır. Öncelikle
öğretim üyesi öğretimden sorumlu kurum üyesi
anlamına gelmektedir. Ancak bu ad ve anlam
bilinçli veya bilinçsiz olarak akademisyenin
öğretme dışındaki görevlerini örtmektedir.
Us anlamına gelen “ög” ad/eylem kökünden –re
ve –t ekleriyle öğret- gövde-eylemi, -im ve -men
ekleriyle ad yapılmıştır. Öğrenci sözcüğü de aynı
kökten türemedir. Oysa üniversitede okuyanın
akıl almaya değil kendi usunu kendi başına
kullanmaya gereksinimi vardır. Ona ders veren
de “akıl veren” değil bilgi veren ve bu bilgiyi nasıl
edinip geliştireceğinin, nerelerde kullanacağının
yöntemlerini kuramsal ve uygulamalı olarak
gösteren, bu sürecin becerisini kazandırmada
rehber olan kişidir. Arapçada akıl sözcüğünün
sözlük anlamının da sahibince çökertilen devenin
ön
sağ
dizine
bağlanan
ip
olduğu
düşünüldüğünde, aklın öyle özgür düşünceye yol
açan bir kavram olamayacağı anlaşılır.
Rehbersiz olamayan akıl, rüşt öncesi bir
toplumsallaşma aracıdır.
Fransızcada ilk ve ortaöğretimde okuyan éleve,
üniversitede okuyan kızsa etudiante, erkekse
etudiant’dır. İngilizce Almanca ve Rusçada bu
terimin karşılığı student’dir. Sözcük incelemekaraştırmak anlamına gelen Latince eylem
kökünden türetilmiştir. Fransızca etude ve
İngilizce study, aynı anlamdadır. Student’in
éleve’den farkı ergin olmasıdır. Bu erginlik hem
bedensel, hem de zihinsel içeriklidir.
Türkçede üniversitede okuyan için örneğin
“araştırman” teriminin kullanılması belki daha
uygun olurdu. Bununla bağlantılı olarak Türkçede
araştırma görevlisi terimi de sorunludur.
Daha çok gözetim görevlisi, yani gözetmen
olarak çalıştırılan anılan grup üyeleri, gerçekte
araştırma
projesinde
çalıştırılan
yardımcı
görevliler olmalıdırlar. Tezlerini bu proje
kapsamında hazırlamalıdırlar.
Öte yandan bütün akademisyenler aynı zamanda
ve doğal olarak birer araştırma görevlisidir.
Çünkü onlar yalnız öğretim üyesi değildirler.
Araştırma yapmakla da yükümlüdürler.
Akademisyeni adlandırırken kullanılan bilim
adamı ve bilim insanı unvanlarına da bu arada
değinmekte yarar vardır. Adam bilindiği gibi
semitik kökenli ve yine semitik din kitaplarına
Nurettin ÖZTÜRK
Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü., Denizli.
e-posta: [email protected]
Akademik Dizayn 2008;2(2):47-56.
ÖZTÜRK N.
göre insanlığın atası sayılan eril bir kişi adıdır.
Ancak Türkçede pek çok deyimde geçen bu
sözcük eril-dişil bağlamından çıkarak olgun insan
anlamında da kullanılmıştır. Bir akademisyenin
adamlığı cinsiyetçi bağlamda alarak insan
sözcüğünü yeğlemesi gerçekte boş bir uğraştır.
Sözcüklerin kendi özgün anlamları bileşim ve
alaşım sayesinde iğretileşir ve başkalaşır. Bu
mantıkla kadınbudu köfteyi pirinçli köfte, dilber
dudağı tatlısını ay tatlısı adlarıyla değiştirmek
girişimindeki gibi sözcükler sexiste bağlamda ve
gerçek anlamlarıyla kabul edilirse ancak zihnin
cinsiyetçi takıntısı yansıtılmış olur. Bir de adam
sözündeki etik tamamlanmışlık duygusu ile insan
sözcüğündeki emik naivlik karşılaştırıldığında,
adam olmak ile insan olmanın ayrı ve birbirini
bütünleyici diyalektik süreçler olduğu daha iyi
görülür. Bazı akademisyenler, eleştirel ve
yaratıcı bir çabayla yaptıkları gözlemler
sonucunda akademisyen, öğretim üyesi ve bilim
adamı/bilim insanı kavramları arasında birtakım
ayrımlar
belirlemeye
çalışmaktadırlar.
Bu
çabanın
en
somut
örneği
Ortaş’ın
değerlendirmesinde görülür. Bilim insanının kim
olduğunu yanıtlarken
1.
2.
3.
4.
5.
6.
akademisyenin ilim veya bilim adamı olmadığını
savlayan görüşleri kendine dayanak yapmakta
duraksamaz.
Bu eleştiri biraz abartılı ve dramatik gelebilir.
Anımsanmalıdır ki Türk bilim tarihi bir bakıma
anti-entelektüalizm kurbanlarının şehitliğidir.
Kurşunlanan2, bombalanan3, kadrosu kaldırılancadı kazanına atılan4, soruşturmalara uğrayan5felç edilen 6 … Tütengil’in cenaze töreni resmi,
bütün şehit Türk bilim adamlarının simgesi olarak
aşağıdadır:7
2
Rektör Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Cavit Orhan Tütengil, Prof. Dr. Ümit Doğanay, Doç. Dr. Bedrettin
Cömert, Prof.Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Ahmet Taner
Kışlalı, Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu…
3
Doç.Dr. Bahriye Üçok, Dr. Uğur Mumcu…
4
Tekeli’den aktarıyorum: “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin
bu canlı, çok etkili, dünya biliminin en ileri düzeyinde bilgi
üreten akademik ortamını Türkiye altı, yedi yıl dışında
taşıyamadı. 1946 yılında kaynatılmaya başlayan bir cadı
kazanıyla Muzaffer Şerif, Behice Boran, Niyazi Berkes,
Pertev Naili Boratav değişik biçimlerde Üniversite dışında
bırakıldılar. Bu Türkiye'nin yaşadığı bir çelişkiydi. Türkiye çok
partili bir demokrasiye geçerken, ilerici aydınlarını susturuyor,
tasfiye ediyordu. Türkiye demokrasiyle tanışırken, entelektüel
yaşamını büyük ölçüde suskunluğa itiyordu. Bu suskunluğun,
donukluğun ortadan kalkmaya başlayabilmesi için 27 Mayıs
1960 askeri hareketine kadar beklemek gerekmiştir. Dil TarihCoğrafya Fakültesi'nin sosyal bilimlerdeki bu altı yedi yıllık
yaratıcı döneminde yetişenlerden sadece iki kişi Fatma
Başaran ve Mübeccel Belik Kıray 1960'1ı yılardan sonra
akademik hayatta kalabildi. Bu cadı kazanının ayrıntılı bir
anlatımı için bknz; Mete Çetik: Üniversitede Cadı Kazanı,
1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav'ın Müdafaası,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Mart.1998. ve Niyazi Berkes:
Unutulan Yıllar; İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.” Bkz.:
Tekeli, 2000, s.13
5
bkz. Server Tanilli Dosyası ve Hepçilingirler 1998; Oztürk,
2008, s. 57-87
6
1980 Eylülünde Buca Eğitim Enstitüsü’ne kaydoldum.
Uygarlık Tarihi adlı bir ders okutuluyordu. Ad benzerliği
nedeniyle Tanilli’nin kitabını buldum ve okudum. O zaman iki
kitapçım vardı. Buca’da Hürriyet Kitabevi sahibi Hüseyin
ağabey ve Sergi sahibi Erdal ağabey. Tanilli’nin bu ufuk ve
devir açan, yalın dili ve yalın kılıç biçemiyle okuru kendine
bağlayan kitabı beni de elbette Akçura, Gökalp, Aydemir, Tör,
Tökin, Barkan, Ülgener, Berkes, Ülken, Mardin, Adıvar,
Kutay, Çantay, Kuntay, Fındıkoğlu, Köprülü, Caferoğlu, Arat,
Barthold, Radloff, Ulutan, Boran, Aren, Bilgiseven, Ayverdi,
Meriç, Cerrahoğlu, Marks, Engels, Politzer, Leonard-Wetter,
Werner, Hazard, Althusser, Weber, Freud, Aron,
Schumpeter, Schilling, Duverger, Gökberk, Akarsu, Arsel,
Arsal, Soysal, Teziç, Sarıca, Hançerlioğlu, Eyüboğlu, Günyol,
Günbulut, Ongun, Kazgan, Adıvar, Turhan, Güngör,
Yerasimos, Avcıoğlu, Moran, Sertel, Tütengil, Kongar,
Türkdoğan, Eröz, Erkal, Yahyaoğlu, Güvenç, Belge, Berktay,
Şenel, Özek, Tezel, Bezel, Urgan, Hilav.. kitaplarıyla birlikte
araştırmaya
ve
düşünsel-sanatsal-kültürel
sorunlara
özendirdi. Yazarı Strasbourg’a gitmek zorunda kalmıştı. Yıllar
sonra TÜYAP onur konuğu oldu. Kalemine saygıyla…
7
Tütengil, 1981, s. 292
evrensel,
gerçeği arayan,
halkçı,
insancıl ve çevreci,
eleştiriye açık,
gerçeği söyleme cesaretine sahip olma
niteliklerini sıralayan ve açıklayan Ortaş’a göre1
akademisyen/öğretim üyesi unvana bağımlı bir
bilimsel ve kurumsal süreçte çalışır. Bilim
insanının böyle bir sanı ve kurumsal bağıntısı
yoktur. Öğretim üyesinden unvan ötesine
geçerek bilim insanı olması beklenir. Oysa bilim
adamı olmak için bir kurumun üyesi olma koşulu
yoktur. Bu gözlem ve görüşler salt sanıyla bilim
adamı gibi geçinen ve sanı olmasa kimliği de
olmayacak bilim ve öğretim kurumu üyelerini dile
getirmek üzere kullanıldığında ussal ve olası bir
gerçeklik taşır. Ancak, nicelik arttıkça niteliğin
düştüğünü saptayan bu geç-Malthusçu yaklaşım
Türkiye gerçekliğinin başka bir yönünü gözardı
ederek adeta kaş yapayım derken göz
çıkarmaktadır. Yaşamın Aydınlanma çağından
beri büyüsünün bozulmasına, arı-duru ve nesnel
bir yaşamın kuruluşuna direnen bilim-berisi
anlayış ve güçlerin giriştiği rövanş ve postmodernizm
sürecinde
bu
gözlem
ve
değerlendirme, nicelliğin egemenliğini elinde
tutan alaylı kesimin “alim-ulema” fetişizmine
hizmet etme ve mektebi küçümseyen antientelektüalist
dalgayı
sahte
bir
haklılık
duygusuna, giderek linçe götürme gizilgücü taşır.
Ümmilik efsaneleri ile halkı kitap, okul, bilim ve
aydınlanmadan soğutmak için her türlü aracı
hoyratca kullanan klerikal cephe, üniversite ve
1
Ortaş, 2004, s. 11-16
48
Akademik Kimlik ve Etik
bir aşkın tiptir. Hatta prototip… Hilmi Ziya Ülken,
Feza Gürsey, Mustafa İnan ve Wigner
indirgemesinin ortağı Türk fizik profesörü gibi…
Onlar hoca gibi hocaydılar ve hocalıklarına beylik
veya efendilik sanı eklenmesine ne tenezzül
ettiler, ne gereksinim duydular...
Akademisyen kimliği ve üniversitenin hedefleri
yanında başka bir tartışma da üniversite ve
akademisyenin görevleri konusunda yapılabilir.
Büken’e göre öğretim üyesinin üç temel görevi
bulunmaktadır9:
1. Eğitim ve öğretim,
2. Bilimsel araştırma,
3.
Bulunduğu
coğrafyadaki
toplumun
bilinçlenmesini sağlamak.
Eğitim ve öğretim görevi, dile yapışmış bir
ikilemedir. Bu persenk veya galat deyişle
pelesenk düşünüldüğünde, eğitimin devletin
kamu görevi içine girdiği, rüşt öncesi çağı
kapsadığı ve yerleşik değerlerin yurttaş adayına
yüklenmesini deyimlediği görülür. Eğitimin içinde
elbette öğretim de vardır. Akademik eğitim ancak
bilimsel düşünüş ve davranış pratiğinin bütün bir
yaşam alanı olarak üniversitede içselleştirilme
süreci biçiminde anlaşılmalıdır.
Kapsam ve amaçları açısından ulusal ve bilimsel
eğitim düzeyleri birbirine karıştırılmamalıdır.
İlkinin reşit olmadan ve üniversiteye gelmeden
önce bireye yüklenmiş olması beklenir ve gerekir.
Ulusal
eğitimdeki
savsaklama,
aymazlık,
dağınıklık ve çatışmalar ne yazık ki evrensel
eğitim aşamasında da gecikmeli biçimde
sürmekte, bu sorunların çözümü üniversiteden
beklenmekte ve bu nedenle akademi de özgün
işlevini ötelemek zorunda kalmaktadır. Böylece
erginleşmenin gecikmesi sorunu her alanda
kendini sürdüren bir bulaşıcı hastalık olarak
sürüp gitmektedir.
Öğretimi ise eski terimle tedris biçiminde
düşünmekte yarar vardır. Derslik ortamındaki
yaşantılar bu kapsama girer.
Akademik eğitim ve öğretim yanlışı düzeltmekten
kendi
izlencesini
uygulama
olanağı
bulamamaktadır.
Aradaki boşluğu ve akademiye bağlanım
eksikliğini bu durumda bilim-berisi şark
medresesi üstadları ile akademik sanlı uzantıları
doldurmaktadır.
Manzarayı, bilim örgütlerinin en üst orunlarına
gelmiş kişilerin plagiarism kuşku, töhmet veya
iması altında olmaları tamamlamaktadır. Bu
durumu gündemine alanların uğradığı mobbing10
süreci de manzaraya eklenmelidir.
Akademi pozitif bilimlerin bunalımda olduğunu,
bu bunalımdan manevi teçhizatlanma ile
çıkılabileceğini savunan yeni-orta çağlaşma
sürecinin
tehdidi
altındadır.
Üniversite
kendisinden bilim, klerikal mahfillerden ilim alan
yaralı bilinç malullerinin kuşatmasına, cihadına
ve fethine feda edilmemelidir. Bu çerçeve içinde
ilim ve bilim sözcüklerinin eşsüremli kullanılması
yanlıştır. Bu terimler yan yana duran iki ayrı
alanın iki ayrı adı değildir. Sözcüklerin
bilgikuramsal bağlamları vardır. İlim bu açıdan
klerikal bir bağlamın ögesidir. Bilim ise profan bir
bağlam içinde yer alır. Dolayısıyla bu sözcüklerin
alim, ulema, allame, ulum, bilgin, bilim adamı,
biliş… gibi türevleri de aynı özellikleri taşır. Her
iki sözcük kümesinin aynı kişi tarafından
semantik açıdan zamandaş olarak kullanılması
epistemolojik bir karmaşanın ve trajik durumun
göstergesidir. Ya da ezeli polemiğin bilinçli
retoriği…
Üniversitenin temel hedefleri şunlardır8:
1. Öğretimin felsefe aracılığıyla sağlanması,
2. Temel bilimlerin derinlemesine işlenmesi,
3. Araştırma ve öğretim birliğinin sağlanması,
4. Anti-statükocu ve kilise karşıtı olmak.
Sayılan hedefler, akademisyene unvan aldığı
profesyonel alan dışında geniş bir amatör felsefi
ve entelektüel birikim sahibi olma yükümlülüğü
getirmektedir. Söz konusu durumun öbür adı
aydın olma sorumluluğudur. İşte bu anlamda her
aydının akademisyen veya bilim adamı olma
zorunluluğu yoktur. Yalnızca öz-eğitimle de aydın
olunabilir. Ama her akademisyenin aydın olma
zorunluluğu vardır. Aydının epistemolojik kaynağı
da kutsal bir yetke değil üniversiter zihniyet ve
bilim iklimidir. Aydın kimliği gereği, akademisyen
ise görevi gereği daha iyi, daha doğru, daha
güzel ve daha doğru bir yaşam kurulmasına; yani
insanın özgür, eşit, adil ve barış içinde bir
dünyada gönenç içinde yaşamasına, bu yaşamın
olumlu yönde evrilmesine hizmet eder, etmelidir.
“Bilim için bilim” söylemi, ancak bilim adamı
kişisel çıkarı dışladığı, insanlık ülküsünü
öncelediği takdirde anlam taşır. Akademisyen
kimliği bu anlamda aşkın bir kimliktir. Balzac’ın
Mutlak Peşinde romanındaki Dr. Baltazar böyle
8
9
Büken, 2006, s.168
Kavram için: Paksoy, 2007; “Birkaç yıl önce TÜBA içinde bir
Bilim Ahlakı Komitesi kurulur. Üç kişilik komite, Benjamin
Spock’un Baby and Childcare adlı kitabı ile İhsan Doğramacı’nın
Annenin Kitabı adlı yayını arasındaki ilişki ve benzer birkaç
örnekle işe başlamak ister. TÜBA üyelerinin çoğunluğu öneriyi
önce benimser, daha sonra görüş değiştirir, bunun üzerine komite
10
Büken, 2006, s.165
49
Akademik Dizayn 2008;2(2):47-56.
ÖZTÜRK N.
Üniversiteyi ve akademiyi yüksek öğretime
indirgemenin bedeli ağırdır.
Öz denetim yapamayan kurum sonunda
akreditasyon ve üretimini yabancı dile ve uluslar
arası yayın kriterlerine bağlamak zorunda
kalmıştır.
Artık akademik sanlar, hem de en yükseğinden
başlayarak araştırmacı yazar denilen o niteliği
belirsiz sanla yan yana gelebilmektedir. Herhalde
bilimsel araştırma kavramı bu son sandaki
araştırma ile aynı anlama gelmemektedir. Yoğun
ve uzun bir sürecin sonunda elde edilen
akademik sanlarla onların yanına getirilenlerin
komplekslerini
gidermek
için
uydurulan
araştırmacı yazar sanı arasında ilkinin aleyhine
ve ikincinin lehine bir itibar kayması, hem de
akademi tarafından sağlanmaktadır. Yani binilen
dal kesilmektedir. Akademik sanın meta ve rant
aracı oluşunun göstergesi olan bu durum sık
gözlenmektedir. Bu düşük tutumun nedeni
Büken’in 3. sırada saydığı görev dayatması
olmalıdır.
Akademi, toplumu bilinçlendirirken dar anlamda
politikanın yani partizanlığın aracı durumuna
getirilme olasılığı ve tehlikesiyle de karşı
karşıyadır.
O halde çözüm nedir? Öncelikle üniversitenin ve
akademisyenin görevini ikiye indirmek gerekir:
1. Bilimsel araştırma
2. Bilimsel eğitim ve öğretim
Büken’de 3. madde olarak dile getirilen görev,
üniversite ve akademisyenin yaygın eğitim ve
halk eğitimi görevidir. O yüzden yukarıda ikinci
madde olarak gösterilen görevin örgün ve yaygın
olmak üzere iki biçimi vardır.
Bilimsel araştırma ise başta alan ve kitaplık
araştırması olmak üzere konu açısından ikiye
ayrılır.
Araştırmanın yöntemsel türlerini ise deneysel,
gözlemsel, var olan bir kuramı değişik bir alana
uygulama, var olan bir alana yeni kuram
oluşturma biçiminde dört başlıkta toplamak
olanaklıdır.
Bilim felsefesi açısından, pozitivist ve anlamacı
yaklaşımlarla araştırma yapılabilir.
Gerçekte bilimsel araştırma yorumsal ve verisel
diye iki fetişizme/ifrata açık tarza sahiptir.
Örneğin Türk tarih biliminde Gökalp-Köprülü
çizgisi ilkine girerken ikinciyi Barkan-İnalcık
arşivizmi ya da tarihçi okulu temsil eder. Her
şeye karşın bu tür ihtilaflar bilim felsefesi
alanında yaratıcı düşünceleri geliştirmektedir. O
nedenle akademinin iç devingenliğini sağlayan
bir etkendir.
Akademisyenin ve üniversitenin görevlerini iki
başlıkta toplamak öğreticilik açısından kolaylık
sağlamakla
birlikte
gerçeği
bütünüyle
kuşatmaktan uzaktır. Bu bakımdan yalın bir
gözlem ve yaşantıyla akademisyenin görevlerini
bir elin beş parmağına benzeterek baş
parmaktan serçe parmağa doğru beş başlık
altında ele almak daha yararlı olacaktır:
1. Baş parmak: Bilimsel araştırma
2. Gösterme parmağı: Öğretkenlik
3. Orta parmak: Yazarlık
4. Yüzük parmağı: Hatiplik
5. Serçe parmak: Ustalık, ardıl yetiştirme
Akademisyen öncelikle bilimsel araştırma yapar.
O bir bulucu ve yaratıcıdır.
Akademisyen, yeni bilgi üretendir.
Başkalarının bilgilerini taşıyan ve aktaran,
akademisyen değil öğretmendir.
Öğretmenin ders kitabı, curriculum’u, denetimi,
değerlendirilmesi ve güncellenmesi kendi
dışındaki kurum ve kurallara bağlıdır. Çünkü
akademisyen gibi özgür değildir. Onun gibi öz
denetim sorumluluğu da yoktur.
Akademisyen bir bakıma toplumsal geçişkenlik
süreci (social mobility) içinde çıraklıktan kalfalık
ve ustalığa, yönetilen-danışandan yönetendanışılana doğru evrilir. Hatta üniversiteyi KİT
veya özel sektör işletmesi olarak görürse onun
başında işveren-devlet adına genel müdür de
olur…
Öğretmenlik bu açıdan durağan bir statüdür.
Akademisyene özgül kimliğini kazandıran, bu
süreçte oluşturup sunduğu tezleridir.
Tez, bilimsel üretimin doruk noktasıdır. Ekonomik
süreç üretim, dağıtım, bölüşüm ve tüketim
aşamalarından
oluşuyorsa
akademisyenin
üretkenlik niteliği de benzer biçimde tez üretimi,
dağıtımı, bölüşümü ve tüketimidir. Bu süreçlerin
ekonomideki kadar düzenli işleyip ilerlediğini
savlama olanağı ne yazık ki bulunmamaktadır.
Doktrin üreten, doktordur. O, beyninin ve
yüreğinin birleşik ürününü üretir.
Akademinin birincil çıktısı birer araştırma ürünü
olan tezleriyle ortaya koyduğu bilgidir.
Bilgi üretimi özgür ve özerk bir ortamda
gerçekleşir.
Bilgi üretimini öncelemeyen kurum akademi
veya üniversite değil tefsir, şerh, haşiye ve
derkenar ile tevatür, rivayet ve nakil etrafında
sorbonagre olanların miskinler tekkesi veya
daire-i fasidesi olur.
Araştırma dünyasında ironik bir katkı gibi anılan
tezsiz tez kavramı, bilimsel araştırmanın yerini
bu dairenin yarıçaplarının almaya başladığını
göstermektedir. Çapsızlığın temelinde mekanda
kentleşirken zihnen taşralaşma, nicelliğin nitelliğe
egemen oluşu yani sığlaşma ve yeniortaçağlaşma / ecclesiastisation bulunmaktadır.
Anılan üçlü yumak sürecinin ise altında genel
okur-yazarlıktan sanat okur-yazarlığına ve bilgi
okur-yazarlığına yükselememek yatmaktadır.
Araştırma görevliliğindeki içeriksizliği, anılan
süreç yaratmaktadır. Bu konuya son başat nitelik
dolayısıyla yeniden dönülecektir.
istifasını verir. Bkz. Yazıcı Hasan, “Önce Doğramacıyı Kınamak
Lazım”, Milliyet 15.11.2000’den: Şenatalar, 2001, s.52
50
Akademik Kimlik ve Etik
Akademisyenin üretkenlikten sonra gelen ikinci
başat niteliği öğretkenliktir. Öğretmenle işlev
yönünden en çok benzeştiği yönü budur. Ancak
burada da öz denetim, akademik özerklik ve
bilinç özgürlüğü onu farklı kılmaktadır.
Öğretmen yerleşik değerlerin sunulması ve
kazandırılması için çabalarken akademisyen
evrensel düzeyde iletiler oluşturur.
Adına uygun olması için üniversitelerin yerleşik
dizgelerden bağımsız, uzak ve özerk olmaları
şarttır. Bu o değerlere karşıtlık ya da onlarla
savaş anlamına gelmez. Üniversite bu değerlere
karşı apatik kalıp görevini soğukkanlılıkla
sürdürmelidir. Bu apatik durum yalnızca yasal ve
demokratik kamu gücünün resmen açıkladığı
savaş, doğal afet gibi olağanüstü durumlarda
sempatiye dönüşmelidir.
Üniversite ancak son raddede yerleşik yapıya
karşı sorumluluk üstlenir. Bu bağlamda Mütareke
devri Darülfünun direnişi saygıyla anılmalıdır.11
Olağan durumlarda akademisyen öğretkenliğini
bütün dış etkenlerden bağımsız biçimde
sürdürebilmelidir. Bu durumun adı kürsü
dokunulmazlığıdır.
Üçüncü başat nitelik, akademisyenin yazarlığıdır.
Akademisyen aynı zamanda yazardır. O kitap
yazar, dergilerde ve gazetelerde yazar, rapor
yazar, bildiri yazar, savunma yazar…
Ancak
akademisyen
yazarlığını
öncelikle
akademik-kürsü kitapları yazarken sergilemelidir.
İkincil olarak da avami, vülgarize, popüler,
sokağa dönük yapıtlar verebilir.
Örnekse Muharrem Ergin’in Türk Dili kitabı
akademik, Milliyetçiler Korkmayınız Birleşiniz adlı
yapıtı vülgarize bir kitaptır. Erol Güngör’ün
değerler
psikolojisi
ve
kişiler
arası
anlaşmazlıklara ilişkin kitapları akademik; güncel
kültür, din ve politika sorunlarına ilişkin yapıtları
ise popüler kitaplardır.
Mehmet Kaplan’ın dil ve edebiyat bölümlerinde
kaynak kitap olarak kullanılan araştırma ve tahlil
kitapları akademik, Büyük Türkiye Rüyası,
Nesillerin Ruhu veya Kültür ve Dil popüler
niteliklidir. Her yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle
Dilbilim adlı akademik kitabın yazarının aynı
zamanda Tartışılan Sözcükler adıyla bir de halka
dönük yapıtı vardır. Harname, Mevlid, Yunus
Divanı, Osmanlı Türkçesi gibi akademik kitapları
olan Faruk Kadri Timurtaş’ın Türkçemiz ve
Uydurmacılık ile Uydurma Olan ve Olmayan Yeni
Kelimeler Sözlüğü adlı kitapları da halka
dönüktür.
Bu liste uzatılabilir. Ancak üniversite ve
akademik alem bu tür popüler kitap ve
derlemelerden pek yarar sağlamamaktadır.
Yaygın eğitim ve öğretimin örgün olana göre
öncelikli kılınması bilginin siyasallaşmasını ve
akademinin saygınlığını yitirmesini de yanında
getirebilir.
Buna karşılık bazen kürsü kitabı halk katında ve
genel okuyucu kitlesi arasında da geniş bir ilgi
uyandırabilir. Hilmi Ziya Ülken’in hemen bütün
kitapları ile Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişmeleri
adlı kitabı bu olumlu duruma örnek verilebilir.
Her yazar gibi akademisyenin de bir yazış
özgünlüğü, bir üslubu olmalıdır. Önsözler
genellikle akademisyenin style artistique’inin, tez
bölümleri
ise
style
academique’inin
göstergeleridir. Öyleyse tez üretenin bu süreçte
üslubu da oluşur. Yazarlığın kitap üretimi
yanında dergi çıkarma ve dergi-gazete yazarlığı
türleri de vardır.
Türk akademisi, “savaş altında bilimsel çabalar”
12
ını aralıksız sürdüren bir geleneğe sahiptir.
Darülfünun Mecmuası, Darülfünun Tıp Fakültesi
Mecmuası, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, bu
geleneğin kökünde bulunan süreli akademik
yayımlardır.
Akademisyenin
dördüncü
önemli
niteliği
hatipliğidir. Hitabet akademisyenin zaman içinde
geliştirdiği önemli becerilerinden biridir. Bilgin, bu
becerisini tezlerini savunduğu jüri huzurunda,
bildiri sunduğu bilimsel toplantılarda ve ders
verdiği anfi-sınıf ortamlarında geliştirir. Bilgin
yöneticiler de bu alanlarda hitabet yeteneklerini
güçlendirirler. Ardından halka açılırlar ve halk
konferansları13 ile toplumu aydınlatırlar.
Dilin dizginlerinin beynin eline geçmesi uzun ve
zorlu bir süreçtir.
Akademisyen güzel konuşma becerisiyle de
seçkinleşen kişidir.
Akademik kürsünün bu anlamda örtük bir gücü
vardır.
Kürsü kendisine dayananı eğitir.
Dik tutar.
Akademik kürsünün verdiği güç başka hiçbir
kürsüde yoktur.
Kürsü ile akademisyen arasında içsel, duygusal
ve diyalektik bir ilişki vardır.
İkisi de birbirini karşılıklı biçimlendirir.
Akademik kürsü ile politik kürsü arasında ise
çelişki ve karşıtlık ötesinde bir çatışma vardır.
Iraları ayrı olan bu iki zeminden akademik olanı
doğrunun ve gerçeğin sergilendiği yerdir. Politik
olanında ise vaatler hitabetin özünü oluşturur.
Vaat inanca dayalıdır. Oysa doğru ve gerçek
bilimle bulunur. Bu yönüyle yargı kürsüsü
akademik
ve
politik
kürsüler
arasında
durmaktadır. Vicdani kanaate dayalı tutumuyla
politik kürsüye benzeyen yargı kürsüsü, gerçeği
ve doğruyu öznelliğin dışında nesnel düzlemde
aradığı ve bilimden yararlandığı ölçüde akademik
kürsüye yaklaşır.
12
Özdemir, 2006, s.22
“1912 yılında halka açık olarak başlatılan Darülfünun
Konferansları,… 1942 yılına kadar sürmüştür.” Özdemir, 2006,
s.20
13
11
Özdemir, 2006
51
Akademik Dizayn 2008;2(2):47-56.
ÖZTÜRK N.
Türkiye’de hitabetin gelişmemiş olması ile acaba
anılan üç sektördeki yani akademi, yargı ve
politika alanındaki sorunların düz-doğrultulu veya
ters doğrultulu, doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi
var mıdır?
Bu sorunun yanıtı ayrıca aranmalıdır.
Aşağıda Türk akademi dünyasından üç hatip ve
hitabet örneği sunulmuştur.
Bu örnekler, Türk akademisi için aynı zamanda
onur tablosudur.
İlk örnek, Türklükbiliminin büyük öncülerinden
Fuat
Köprülü’nün
1934’te
Sorbonne
Üniversitesi’nde
verdiği
konferanstır.
Bu
konferans sonradan kitap olarak basılan ve üç
konuşmadan
oluşan
Osmanlı
Devletinin
Kuruluşu adlı sunuştur. Köprülü’ye bu sunuşla
anılan üniversiteden 1939’da onursal doktorluk
sanı
verilmiştir.
1927’de
Heidelberg
Üniversitesi’nce felsefe doktorluğu sanıyla
onurlandırılan
Köprülü’ye,
1937’de
Atina
Üniversitesi de onursal doktorluk sanı vermiştir.
Cemal Nadir’in Türk bayrağını Sorbonne
gönderine çektiren kültür gülü Köprülü için çizdiği
karikatür şöyledir14:
ODTÜ Mimarlık Fakültesi anfisi ağzına kadar
dolmuştu. Kıray konuşmasını Boran'ın American
Journal of Sociology'nin 1946 yılı Ocak sayısında
yayınlanan
"Sociology
in
Retrospective"
yazısının ABD'de yarattığı etkileri anlatarak sona
erdirirken
Boran'ın
göreli
ele
alışının
Herskowitz'in
mekanik
ele
alışından
üstünlüğünün altını çiziyordu. Konuşma bittiğinde
duygusallık tüm anfiyi sarmıştı. Birden patlayan
alkışlar ve akan gözyaşları hem hocası ve hem
öğrencisi içindi. Kıray bu konuşmayı uzun süre
bir yazıya dökmedi. Şimdi bu konuşma bir yazı
olarak Toplu Eserler içinde yayınlanıyor.
(Mübeccel B.Kıray: Toplu Eserleri 4, Bağlam
Yayınları, İstanbul, 5.62-76) Bilmem ki o günkü
duygusallık bir daha ne kadar yeniden
yaşatılabilir.”15
Üçüncü ve son örnek, ilk ikisinin akademik
ortamda ve akademi mensuplarına sunulmuş
olmasına karşılık yargı kürsüsü karşısında ama
tarih huzurunda sunulmuş, bilim adamlığı ile
hümanist inancın sentezi olarak tarihe geçmiştir.
Tanilli’nin Sokrates benzeri bir durumda ve
tutumla yaptığı savunmanın geniş ve belgesel
öyküsü savunmanı eliyle kitaplaştırılmıştır. 16
Uğur Mumcu kitabı epik bir belagatle şöyle sunar:
“Adalet tanrıçasının neden gözleri bağlıdır? Belki
bu terazide eşit ağırlıkların tartılmadığını bildiği
için! Öyle midir, değil midir, bilmem. Fakat adalet
tanrıçası, herhalde, sanık sandalyesine oturtulan
bilim adamlarından çok, ama çok utanmıştır.
Ülkemizde son yıllarda, iki bilim adamı. Prof.
Mümtaz Soysal ve Doç. Server Tanilli, ders
kitabında yazdıklarından ötürü mahkeme önüne
çıkarıldılar. Her ikisi de aydın onuru ile bu
davaları göğüslemesini bildiler.
Soysal, kendisini suçlayan askeri savcıya karşı
şunları söylüyordu: ‘Siyasal suçlar hiçbir
dönemde hiçbir iktidara onur vermemiştir. Beni
de
layık
olmadığım
bir
sandalyeye
oturtuyorsunuz!’ Server Tanilli ise Devlet
Güvenlik Mahkemesi yargıçlarının yüzlerine karşı
‘Mahkemelere asla hesap vermem’ diye
haykırıyordu.” (s.9)
Mumcu, Tanilli’nin suçunu aşağıdaki gibi
saptamıştır:
“Doç. Tanilli'nin suçu buydu!
Üniversitede öğretim üyesi misin? Seçimini
yapacaksın:
Ya
egemen
sınıfların
yanında
yer
alacaksın,arabalar, katlar, villalar, paralar içinde
yüzeceksin, ya suya da sabuna da dokunmadan
sürüngenler gibi yaşayacaksın, ya da Doç. Tanilli
gibi inandığın gerçekler uğruna, özgürlüğünü ve
günün birinde yaşamanı armağan edeceksin ...
Yok başka çaresi!” (s.10)
İkinci örnek, Türk toplumbiliminin annesi
Mübeccel Belik Kıray’ın hocası Behice Boran
hakkında yaptığı konuşmadır. Bu konuşma,
kürsünün diyalektik niteliğini gözler önüne seren
nadir örneklerdendir.
Kıray konuşmasında sevgi ve saygıyla bilginin,
gönül adamlığıyla bilim adamlığının nasıl hem bir
arada, hem de ayrı ayrı olabileceğinin olgun bir
örneğini sergilemiştir: Yine Tekeli anlatıyor:
“Benim gibi yakın çevresinde bulunan dostları
Kıray'ın Boran'a verdiği değeri ve gösterdiği
saygıyı çok iyi biliyorduk. Boran'ın ölümünden
sonra Kıray belli bir süre konuşmadı. Nihayet
1992 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği'nin III.
Sosyal Bilimler Kongresi'nde ‘1940'1ı Yılların
Türk Sosyal Bilimcileri: Behice Boran’ başlıklı
konuşmasını yaptı. Bu sanıyorum ki Kıray'ın
yaşamında yaptığı en duygusal konuşmaydı.
14
15
Tekeli, 2000, s.13; Ayrıca bkz.: Çetik, 2002, S:2, s. 27-66;
Yaraman-Ergür, 2002, S:2, s.101-126
16
Değer, 1978, 2.bs. Bu kitaptan alıntılar aşağıda metin içinde
sayfa numarasıyla verilecektir.
bkz. Banarlı, 1971, C.II, s. 1122-1123
52
Akademik Kimlik ve Etik
O sözler ki, bir kez çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız.
Ben, içinde yaşadığım çağa ve topluma karşı, bir
bilim adamı olarak sorumluluğumu yerine
getirdim.
Şimdi
sorumluluk
sırası
sizde.
Yalnız,
unutmayınız ki, siz de çağınıza ve topluma karşı
sorumlusunuz. Çünkü, her mahkeme kararı, onu
verenlerin yalnız hayatları boyunca değil, onu
verenler hayattan' çekildikten sonra da anılır. İyi
anılır, kötü anılır, ama anılır. İsterim ki, sizin
kararınız -ilerde kültür tarihinin mutlaka
bahsedeceği bu dava dolayısıyla- iyi anılsın,
takdirle anılsın.
Sizleri tarihin huzurunda, toplumun huzurunda
sorumluluklarınızla başbaşa bırakıyorum.
Hoşca kalınız.” (s.183-184)
Naci Tanrıverdi başkanlığındaki İstanbul 5. Ağır
Ceza Mahkemesi, 31.03.1978 tarihinde “sanığın
müsnet suçtan beraatine” karar verir. Böylece
herkes tarihteki yerini alır.
Ankara Hukuk Mektebini kuran, Ankara
Üniversitesini ve DTCF’ni, Tarih ve Dil
Kurumlarını kuran tarih profesörü 18 Mustafa
Kemal Atatürk’ü de akademik etik ve hitabet
bağlamında anmak bilimsel bir gerekliliktir.
Gerçekte insan bilimleri alanında çalışan
akademisyenler için O en önemli örneklerden
biridir. Matematik ve temel bilimler açısından ise
yalnızca geometri kitabı geçerken anılmakla
yetinilecektir. 19 Elbette akademik yönetim
görevindekiler için de aynı durum söz
konusudur.20
Ardıl yetiştirme akademisyenliğin son ve
beşinci başat niteliğidir. Bu son nitelik gerçekte
ilk dört niteliğin toplam ürünü ve doğal bir
türevidir. Temelde iki yönlü bir gerçekliği vardır.
İlk yön, usta akademisyenin ataerkil değil
kardeşçe davranması, patriyarkal ödipal veya
elektral (baba-oğul/anne kız) modellerden
arınarak insani eşitlik düzleminde durması
gerekliliğidir.
Yahya
Kemal-Tanpınar
ve
Tanpınar-Kaplan ilişkisi patriyarkal niteliktedir. Bu
ilişkinin düğüm noktası katastrofobik kaygıdır.
Kaygı babaya yönelik yüklemelerin ürünüdür.
Baba da ne yazık ki rolüne uygun
davranmaktadır. Şefkat, himaye, af ya da aforoz,
daire-i ülfet baskıları artık kanıksandığı için,
içinde yaşayanların varlığını göremediği, hatta
gösterilmesine direndiği patriyarkal olaylardır.
İkinci yön ise birinciye bağlı olarak akademisyen
adayının kimliğine ve hazır bulunuşluk düzeyine
ilişkindir. Akademik etikle ilgili alanyazınında en
çok gözardı edilen ve en az işlenen konu, asistan
sorunlarıdır. Burada da konu derinliğine
işlenecek değildir. Ancak konuya en önemli
katkıyı yapan bir kaynağa gönderme yapılmakla
Tanilli’nin Uygarlık Tarihi adlı kitabı ve dersi
konu edilerek bir “öğrenci(?!)” nin ispiyonuyla
hakkında idari soruşturma ve adli dava açılmıştır.
Fakülte dekanı ve bir “meslektaşı” 17 tutanakçıraportör Prof. Dr. (?), soruşturmada başı
çekmiştir. Yargının akladığı Doç. Dr. Tanilli’nin
peşini meş’um ispiyonaj bırakmaz. 1978 yılının
bir Nisan akşamında dersinden evine dönerken
çapraz ateşe tutulur. Belden aşağısı tutmaz olur.
Ancak doçent yaşamın mirasını ve evrenin
yükünü ayaklarıyla değil bilinci ve yüreğiyle
taşımaktadır.
Görevini hasta yatağında yazdığı şiirleri ve
mektuplarıyla sürdürür.
"Mutlaka Bir Gün" adlı şiirinde şöyle yazar:
“Karanlığın ve zulmün
Sığındığı son kaleyi fethe giden
Kitlelerin içinde olacağım
-Ve işte şurada
Dost ve düşman
Herkese ilan ederim ki;
ayaklarımı bir savaşta kaybettim
Yine bir savaşta kazanacağım.
Ve mutlaka, ama mutlaka bir gün
Karanlığın ve zulmün
Sığındığı son kaleyi fethe giden
Kitlelerin içinde olacağım." (s.14-15)
30 Eylül 1976’da yargı önünde yaptığı
konuşmada Tanilli “Kime karşı sorumluyum?”
diye sorar ve şu yanıtı verir:
“Doğrudur veya yanlıştır, taraftar olunur veya
olunmaz, bir bilim adamı olarak kabul ettiğim
metod, görüş ve düşüncelerimden dolayı kime
karşı sorumluyum?
Yaşadığım çağa ve topluma karşı
Ya Mahkemelere? Asla.” (s.180)
Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Çağına ve toplumuna karşı görevini yerine
getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim. şu anda.
Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün
yazmaya kalksam -en azından- gene ayni şeyleri
yazardım. Hiçbiri hakkında en ufak bir pişmanlık
duymuyorum. Kaleminden çıkmış her cümlenin, cümle ne demek- her kelimenin ve hecenin
altında, entellektüel şeref ve haysiyetim
yatmaktadır. İnsanım, hayatta dönebileceğim
şeyler olabilir. Ama entellektüel şeref ve
haysiyetimden, -ölüm bahasına da olsadönemem. Atilla İlhan'ın o yeni ve unutulmaz
şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma :
O sözler ki, kalbimizin üstünde
dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız
17
Meslektaş semantik açıdan soğuk bir kavram ve sözcüktür. Arada
protokol gereği bir mekandaşlık olduğunu, ama kişiler arasında
dağlar kadar mesafe olduğunu belirtir. Sözcüğün kendisinde
proximity’den distance’a doğru bir sürgün etme, sitem ta’riz,
kinaye, aheste çıkacak bir ah vardır. Bu ahı hak edenin en büyük
cezası onu adıyla değil meslektaş diye anmaktır… Bu, sessizliğin
intikamıdır.
18
Bkz. Özdemir, 2006, s.170
Atatürk, 1971 ve Atatürk, 2006
20
Geniş bilgi için bkz. Hirsch, 1985 ve Hirsch, 2000
19
53
Akademik Dizayn 2008;2(2):47-56.
ÖZTÜRK N.
yetinilecektir. 21 Bunun ötesinde araştırma
görevlilerinin yaşadığı sorunların taşralaşmaktan
kaynaklandığı gözlemlenmektedir. Bu alandaki
yaygın tutum ağa-ırgat veya Robinson-Cuma
ilişkisine benzemektedir. İdeal bir üniversitenin
“olmazsa olmaz” kabul edilen gereklilikleri
şunlardır:22
1. Akademik özgürlük,
2. Akademik özerklik,
3. Akademik etik,
4. Akademik liyakat,
5. Akademik hareketlilik.
Tebaiyet/uyrukluk ilişkisi içinde adaylıktan
asallığa geçen bir kişi, bu gerekliliklerin içinden
yalnız sonuncusunu hedefler. Oysa bu
gereklilikler girişik süreçler olarak bir bütünün iç
içe dokunmuş ögeleridir. İlk eğitim adımlarından
başlayarak
aday
okuryazarlıkta
basamak
basamak yükseltilmelidir. Etkin okurluk ve
yaratıcı yazarlık kavramlarının giderek daha çok
ilgi çektiği bir ortamda, okur-yazarlığın şu dört
basamağının yaşama yayılması pek çok sorunun
çözümü gibi görünmektedir.
1. Kişi yaşama genel ve temel okur yazar
olarak katılmaya başlar. Bu düzeyde gazete ve
kültürü önceliklidir.
2. Estetik okur-yazarlık, kişinin duyuşsal
bütünlenme ve olgunlaşmasını sağlar. Bu
düzeyde klasiklerin okunması beklenir ve
ilköğretim 2. devre ile orta öğretim aşamasında
cinsel, dinsel, siyasal, kültürel toplumsallaşma ve
birey olma sürecini geliştiren bir okur-yazarlık
türü ve basamağıdır.
3. Bilgi okuryazarlığı, üniversite yıllarının
başında geliştirilmesi gereken ansiklopedik bir
basamaktır. Bu dönemin sonuna doğru
uzmanlaşmaya yöneliş başlamalıdır.
4. Bilim okur-yazarlığı, akademisyen adayının
işe başlamadan edindiği bir davranış biçimi
olmalıdır. İşin mutfağındaki temel beceriler önce
amatörce ve kendiliğinden edinilmelidir. Edinme
olmadan eğitim ve öğrenme olmaz. O güzel
geleneksel özdeyişle “aşk olmadan meşk olmaz”.
Sözün bu noktasında Ülgener nasıl insanı
iktisadi çözümlemenin merkezine almış ve iktisat
ile şiiri kolkola getirmişse biz de akademik kimlik
konusunda üç manzum bir mensur metinle
akademik etiği insani ve tikel pencereden
izlettirerek yazımızı bitirelim:
Ziya Gökalp üniversite
baskısına başkaldırıyor:
üzerindeki
Bilmez, çünkü mütehassıs değildir...
Salahiyet, mansap gibi yukardan
Verilmez hep ihtisasla alınır ...
Hiç bir alim nüfuzunu hünkardan
Almaz gerçi ondan alır her nazır ...
Bir müderris ya ilmiyle taayyün
Eylemiştir, sizden tayin istemez.
Yahut ilmi etmemişken tebeyyün
Edersiniz tayin, kalır bir çömez!.
Bırakınız bunlar kendi kendine
Seçilsinler, siz seyirci kalınız,
İlmi verin alimlere, siz yine
Ele mülkün dizginini alınız;
Darülfünun emirlerle düzelmez
Onu yapar ancak serbest bir ilim;
Bir mesleğe haricinden fer gelmez
Bırakınız ilmi yapsın muallim!.
Tütengil’in 1955 yılının 25 Mart'ında, küçük bir
ajandaya el yazısı ile yazdığı 'İlke düşünceler'
adlı 13 maddelik akademik öz-yönergesi şöyledir:
1. Hiçbir yere parasız yazı vermemeliyim.
2. Yabancı dil bilgimi, imkanlar yaratarak
geliştirmeliyim.
3. Çalışma alanımı' daha da daraltarak
derinliğine giden bir çalışma yolu tutmalıyım.
4. Benden yarına kalacak olan namusluca
yaşanmış bir hayat, kitaplarım ve çocuklarım
olabilir.
Sorumluluğumu
hiçbir
zaman
unutmamalıyım.
5. İçinde bulunduğum çetin çalışma yolu, ancak
metodlu ve sabırlı bir çalışma ile aşılabilir.
Günlük heves ve duygular azmimi kırmamalıdır.
6. Her türlü çalışma ve davranışlarım «ne olmak
ve ne yapmak isteğime» uygun yönelişte
bulunmalıdır.
7. Sanat dalları hayatın tuzudur. İlimden gelen
kuruluğu sanatın ılık nefesiyle gidermeliyim.
8. Tabiatı ve insanı sevmek esastır.
9. Akıl, hayatı ve olayları anlamanın en güvenilir
aleti
10. Doğruluk, sadelik, alçakgönüllülük, dün
olduğu gibi yarın da yoldaşlarımdır.
11. “Olup olacağımız bir cenaze” hem de
“Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında” her türlü
küçüklüğü, mürailiği gülünçleştirir. Ölümü tabii
karşılayarak insanca yaşamalıdır.
12. Herşeyin hesabını kendimize vermeli,
herkesten önce kendimizden utanmalıyız.
13. İnsan, yapısı icabı, faziletle rezilet arasında
raks eder. Daima faziletli olmak bir tabiat vergisi
değil, insanca cehit işidir. Kendimizi daima göz
altında tutmalıyız. Yılmadan, yorulmadan...” 24
yürütme
Darülfünun23
Diyorsunuz hükümetin idari
Velayeti fenlere de şamildir.
Ben derim ki idare her hüneri
Aydın Yunusoğlu’nun otobiyografi ile manifesto
arasında salınan ve lirizm ile didaktizmi
birleştiren poemi açık görüntüsünün altında pek
21
Karataş, 2006
Büken, 2006, s.164
23
Gökalp, 1941, s. 31
22
24
54
Tütengil, s.xıv-xv
Akademik Kimlik ve Etik
çok göndergesi olan bir akademik etik metni
olarak okunabilir:
Soldurmak istemişti yetiştirdiği gülü.
Angina pektoristi bu davetsiz misafir.
Oysa daha başkaydı gülü solduran zehir.
İbni Mülcem hançeri çekilmiş gıyabımda,
Günbegün, saat saat parlamıştı sırtımda
Çatal dili kanlanmış kaygan yılanlar gibi
Ta kökünden titretti hasta, yorgun kalbimi.
İbni Mülcem Bekçi'ydi, nam-ı diğer Murtaza,
And olsun Pir Sultan'a, söze, saza, Banaz'a:
KALBİM HALA ÇARPIYOR!
Şair gönül işçisi, yüreğin mimarıdır.
Hem çiçeği hayatın, hem balı, hem arıdır.
Ben şiir yazmıyordum; bilimdi benim derdim.
Bilim Çin'de de olsa yalınayak giderdim.
Bu yolda rütbe-perest, paye-perest değildim.
Bir yalnız karanfildim; ne soldum ne eğildim.
Ülkemdi, insanlıktı, onurdu sancaklarım;
Binlerce kitabımdı bütün oyuncaklarım.
Hırsımı, hislerimi, yıllar önce yendim ben;
Aslolan yaşamaktı; hayata güvendim ben.
Ne bir cana kıymıştım; ne de haram yemiştim.
Emeğimden başka bir yoldaş istememiştim.
Ben Kemal'dim, ben Nazım; beylik bana uzaktı.
Makam, mansıp, saltanat insana bir tuzaktı.
Uçan kuşla arkadaş, karıncayla ahbaptım.
Ne ezildim ne ezdim, tam eşitliğe taptım.
Küçüklerimi saydım; büyüklerimi sevdim.
Geda-yı muhteşemdim; çocuk ruhlu bir devdim.
Kırk dördüme girerken yüreğe burgu girdi;
Gece yarısı sancı beni yerlere serdi.
Kalbimin olanlara kalmamış tahammülü,
BU KALP HALA ÇARPIYOR VE DAHA DA ÇARPACAK.
Ne yılana benzeyen çatal dilli bir bıçak,
Ne zehirli hançerler onu durdurabilir!
Cümle alem duymalı, böylece bilmelidir:
BU KALP HALA ÇARPIYOR VE DAHA DA ÇARPACAK!
Söze Fikret’in kendi eliyle yaptığı resmin altına
yazdığı alınlıkla başlanmıştı. Yine onun kendi
ahlakını betimleyip dile getirdiği Rubab-ı
Şikeste’nin alınlığı son söz olsun:
“Kimseden ümmid-i feyz etmem dilenmem perr ü bal
Kendi cevvim, kendi eflakimde kendim tairim
İnhina tavk-ı esaretten girandır boynuma
Fikri hür vicdanı hür irfanı hür bir şairim”
Kaynaklar
Ahmet Aldemir, Öğretmen Adaylarının Bilgi Okuryazarlığı Düzeyleri Üzerine Bir Araştırma: Sakarya Üniversitesi Örneği,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilgi ve Belge Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ank. Haziran, 2004
Akdur Recep, “Tıp Fakülteleri ve Etik”, C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 25 (4), 2003 Özel Eki,s.1-6
Aktan Coşkun Can, “Toplam Ahlak Yönetimi: Ahlakta Kalite Vurgusu”, Görüş, Ocak 2001, s.92-97
Arat, Necla, Etik ve Estetik Değerler, İst. Say Yayınları, 1987
Atabek, Erdal, Hayatımız ve Değerlerimiz, İst. Cumhuriyet Kitapları, 1999
Atatürk Kemal, Geometri, haz. Nurer Uğurlu, İst. Örgün Yayınları, 1998 1.bs., 2006 2. bs.
Atatürk Kemal, Geometri, hz. A. Dilaçar, Ank. TDK Yayınları, 1971
Aydın İnayet, Eğitim ve Öğretimde Etik, Ank. Pegem A Yayıncılık, 2006
Banarlı Nihad Sami, Türk Edebiyatı Tarihi, İst. MEB Yayınları, 1971, C.II
Beckett Robert, “İletişim Etiği ve Enformasyon:Küresel Dünyanın Vatandaşları Kendileri İçin Düşünüyorlar”, Çev. A. Ersoy
Kontacı, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Yaz-Güz 2006, S:23, s. 117-134
Büken Nüket Örnek, “Türkiye Örneğinde Akademik Dünya ve Akademik Etik”, Hacettepe Tıp Dergisi 2006; S:37, s.164-170
Cobanoğlu Nesrin, “Tıbbi Bilimsel Yayınlarda Etik Kurullar ve Kurallar”, Türk Tıp Dizini, Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık2007, s. 120-128
Çetik Mete, “Bir Akademisyen Olarak Behice Boran”, Biyografi, İst. Bağlam Yayınları, 2002, S:2, s. 27-66
Çobanoğlu Nesrin, “Bilim Politikalarının Yayın Etiğine Yansımaları”, Türk Tıp Dizini, Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık, Tubitak
Yayınları, 2004 s.61-69
Çobanoğlu, Nesrin, “Genel Olarak Tıbbi Etik Alanından Araştırma ve Yayın Etiğine Giriş, Etik Kavramı: Felsefedeki Etikten Tıbbi
Etiğe”, XVI. Ulusal Patoloji Kongresi, Kongre Programı ve Bildiri Özet Kitabı, Ankara Patoloji Derneği, S.Ü. Tıp Fak.Patoloji Ad.
Sitopatoloj, Derneği, 2003, s. 41-48.
Değer M. Emin, Bir Bilim Adamının Savunması-Tanilli Dosyası, İst. Çağ Matb. 1978
Doğan, Atila, “Sosyal Darwinizm ve Osmanlı Aydınları Üzerindeki Etkileri (1860-1916), İst., Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2003
Gökalp Ziya, Yeni Hayat Adlı Şiir Kitabı, Malta’da Yazdığı Şiirleri ve Yeni Mecmuadaki Şiirleri, haz. A. N. Göksel, İst. İkbal
Kitabevi, 1941
Günay Durmuş-Alpay Aydemir, “Üniversitenin Anlamı ve Türkiye Üniversitelerinin Durumu”, TMMOB, Makina Mühendisleri
Odası, Ulusal Makina Mühendisliği ve Eğitimi Sempozyumu, Rapor ve Bildiriler Kitabı, İstanbul, Yayın No: 201, 16-17 Ekim
1997, s.105-118
Güzeldemir Erdal, “Sorularla Bilimsel Araştırmaların ve Bilimsel Yazıların Etik Açıdan Sorgulanması”, Sendrom Akademik
Düşünce Platformu:2, Ed. Süheyla Ünal, Nisan 2007, s. 6-12)
Hepçilingirler Feyza, Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?, İst. Simavi Yayınları, 1. bs. 1993; İst. Remzi Kitabevi, 2. bs. Nisan 1998;
3. bs. İst. Remzi Kitabevi, Haziran 1998
Hirsch Ernst E., Anılarım: Kayzer Dönemi-Weimar Cumhuriyeti-Atatürk Ülkesi, çev. Fatma Suphi, Ank. Tübitak Yayınları, 2000
Hirsch Ernst E., Hatıralarım: Kayzer Dönemi-Weimar Cumhuriyeti-Atatürk Ülkesi, çev. Fatma Suphi, Ank. Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1985
İlhan Tekeli, “Değişmenin Sosyoloğu: Mübeccel Belik Kıray”, Mübeccel Kıray İçin Yazılar içinde, İst. Bağlam Yayınları, 2000
İnci Osman, “Bilimsel Yayında Yazarlık ve Yazarlıkta Etik Sorunlar” Türk Üroloji Dergisi: 2008, 34 (1): s.108-112
Karataş Bekir Sıtkı, “Araştırma Görevlilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri”, 12 Nisan 2006 tarihinde Ege Üniversitesi Yabancı
Diller Konferans Salonunda Fen Bilimleri Enstitüsü I. Öğrenci Kurultayı’na sunulan bildiri
Kılavuz Raci, “Yönetsel Etik ve Halkın Yönetsel Etik Oluşumuna Etkileri”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2002 Cilt :26 No:2,
s. 255-266
55
Akademik Dizayn 2008;2(2):47-56.
ÖZTÜRK N.
Memduhoğlu Hasan Basri, “Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği”, Millî Eğitim Dergisi, Sayı: 173 Kış s.27-38
Oktar Selim -Emre Erdoğan, “Proje Yönetimi ve Etik: Siyasal Araştırma Projeleri Örneği”, wwwurbanhobbit.net/pdf/etik.pdf, s.121
Ortaş İbrahim, “Öğretim Üyesi ya da Bilim İnsanı Kimdir?”, PiVOLKA, 2004, 3(12), s.11-16
Oztürk Nurettin, “Roman ve Otobiyografi”, Akademi Günlüğü Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Bahar 2008, s. 5787
Özdemir Hikmet Anafartalardan Ankara’ya-Ulusal Direnişte Üniversite, İst. Remzi Kitabevi,
Paksoy Nurettin, İşyerinde Psikolojik Taciz-Yıldırma (Mobbing), Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniv. SBE İşletme AbD, Yüksek
Lisans Projesi, Kahramanmaraş, Ocak 2007
Ruacan, Şevket., "Bilimsel Araştırma ve Yayınlarda Etik İlkeler", Türk Tıp Dizini Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık, Tubitak
Yayınları, 2003, s. 47-53.
Sevgi Levent, “Rakamlarla Konuşmak: Bilimde Okur/Yazarlık ve Toplumsal Algılama”, Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, CBT
918, 23 Ekim 2004
Stephanos Pesmazoglou, “Üniversiteler, Sosyal Bilimler ve Sivil Toplum”, Çev. Ş. Cicioğlu, Akademik İncelemeler Sayı:I, Cilt:1
Yıl:2006, s.95-114
Şenatalar Burhan, “Bilinmeyen Akademik Etik”, Görüş, Ocak 2001, s.46-52
Tekeli İlhan, “Değişmenin Sosyoloğu: Mübeccel Belik Kıray”, Mübeccel Kıray İçin Yazılar içinde, İst. Bağlam Yayınları, 2000
Tepe Harun Haz. Etik ve Meslek Etikleri: Tıp, Çevre, İş, Basın, Hukuk ve Siyaset, İst. Türk Felsefe Kurumu Yayınları, 2000
Tepe Harun, “Türkiye'de Etik Çalışmaları”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi C.16, S:1, s. 1-12
TMMOB, Etik, Ahlak ve Meslek İlkeleri, Ank. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Yayınları, 2004/7
TUBA Bilim Etiği Komitesi, Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları, Ankara, Tübitak Matbaası, 2002
Tütengil Şükriye, Tütengil’e Saygı 1921-1979, İst. İstanbul Matb. 1981,
Uzbay Tayfun, “Bilimsel Araştırma Etiği”, Türk Tıp Dizini Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık - 2006 s.19-26
Ülman Yesim Işıl, “Bilimsel Yayın Etiği (Örneklerle Bilimsel Yanıltma Türleri)”, Tıbbi Yayın Hazırlama ve Yayın Etiği, ed. H.Yazıcı,
M. Şenocak, İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum dizisi No: 50, İst. 2006, s. 49-62.
Yamaç Kadri, “Atamalar ve Akademik Yükseltmelerde Türkçe Yayınlar”, Türk Tıp Dizini Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık –
2005, s. 33-39
Yaraman Ayşegül -Ali Ergür, “Mübeccel Kıray’la Söyleşi”, Biyografi, İst. Bağlam Yayınları, 2002, S:2, s.101-126
Yıldırım Gülay-Selim Kadıoğlu, “Etik ve Tıp Etiği Temel Kavramları”, C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 2007, S:29 (2), s.7-12
Yıldız Gültekin-Nihat Erdoğmuş, Toplulukçu Kültürde Makyavelist Davranış ve Bir Uygulama, Politika ve Yönetimde Etik
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Sakarya, Sakarya Üniversitesi, 1998, s.1-17
56

Benzer belgeler

PDF İndir - toplum ve demokrasi dergisi

PDF İndir - toplum ve demokrasi dergisi bu canlı, çok etkili, dünya biliminin en ileri düzeyinde bilgi üreten akademik ortamını Türkiye altı, yedi yıl dışında taşıyamadı. 1946 yılında kaynatılmaya başlayan bir cadı kazanıyla Muzaffer Şer...

Detaylı