PDF Oku - sence dergisi

Transkript

PDF Oku - sence dergisi
editör
Selam olsun,
Yasemin GÜNGÖR
Yeni bir yılda yeni sayımızla bizi buluşturana...
“Sence”nin elinize ulaşan altıncı sayısı ve dolu dolu geçen ikinci yılının sonunda;
her zaman olduğu gibi senin desteğini yanımızda bulduk. Kıymetli okuyucularımıza
teşekkür ediyoruz.
Bu sayıda korkutucu boyutlara ulaşan uyuşturucu hakkında uyarıcı olmak için “Hey
Genç Arkadaş” diyerek evlatlarımıza, kardeşlerimize seslendik. Ali Ahmetbeyoğlu da
“Eski Türklerde Çocuk Eğitimi”ni hatırlattı. Emrullah Özdemir “Tomris Ana’dan Bu Güne
Türk Kadını” yazısında Türk kadınını diğerlerinden ayıran özellikleri sergiledi.
Fahrettin Yokuş; şeb-i aruz vesilesiyle “Mevlana’dan Devlet Yöneticilerine Öğütler” verdi.
Süleyman Güngör “Türkiye Cumhuriyeti: Kavga ve Umudun Destanı”nı anlatırken; Mustafa
Yiğit “İsmail Bey Gaspıralı’nın Tercüme-i Hali”ni ve “Ziya Gökalp”i inceledi.
“Kayıtdışı Ekonomi ve Yolsuzluk” Ercan Han tarafından göz önüne getirilirken; Kamu Sen Arge
Biriminin 2014 ve 2015 yıllarını memur ve emekliler açısından değerlendirmesini sayfalarımıza
aktardık. Yasin Pekeroğlu “Yasal Boyutlarıyla İş Kazası Kavramı”nı araştırdı.
Yunus şevki Kibar “Elektronik Atıklar ve Geri Dönüşüm” incelemesinin yanı sıra Cengiz Dağcı’nın
eserlerinden uyarlanan “Kırımlı” filmine ilişkin izlenimlerini seninle paylaştı. Ülkü Davutoğlu
bilgi güvenliğimiz açısından “Sırdaşlarımızın Güvenliği”ne ve ayrıca “Gördüğümüz, Duyduğumuz,
Algıladığımız” arasındaki farklara dikkat çekti.
Bu sayımızın spor sayfasını Hamza Yerlikaya ile röportaja, sağlık sayfasını obeziteye, hobi sayfamızı
evde mum yapımına ayırdık. Dilek Kapdağ senin için karnıyarık böreği hazırladı.
Sayamadığımız başka yazılar ve öykülerimizle Sence’yi beğenilerinize sunarken; 2015 yılının
senin için sağlık ve mutluluk dolu, memleket için hayırlı olmasını dileriz.
Sence’yi lütfen sensiz bırakmadan sağlıcakla kalın.
Keyifli okumalar...
İÇİNDEKİLER
Türk Büro-Sen Adına Sahibi
Fahrettin YOKUŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Cafer SEÇER
4
7
Türk Dünyasının Tercümanı
İsmaİl Bey Gaspıralı’nın
Tercüme-i hali
“Dilde, Fikirde, İşde Birlik”
10
Yönetim Yeri
Talatpaşa Bulvarı No:160
06590 Cebeci / ANKARA
Tel: 0.312 424 22 11
Hey Genç Arkadaş
Uyuşturucu kullanan her 10 çocuk ve gençten 9’u
düşük ve orta gelirli ailelerden gelmekte...
Bu gençlerin çoğunluğunu parçalanmış aileden
değil ailesiyle birlikte yaşayanlar oluşturuyor.
Kapak Resim
“Go fly a kite”
www.maggieflatley.com
Ve en kötüsü her iki çocuktan biri uyuşuturucuya
arkadaşı yüzünden başlıyor ve çoğunlukla da
tedaviyi reddediyor.
Yapım
Alban Tanıtım Ltd. Şti
Tunalı Hilmi Cad. Büklüm Sk. No 45/3
Kavaklıdere/ANKARA
Tel: 0.312 430 13 15
www.albantanitim.com.tr
Baskı
Ozyurt Matbaacılık Ltd. Şti.
Süzgün Sokak No:8 İskitler/ANKARA
Basım Tarihi
Aralık 2014
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
(Dört ayda bir yayımlanır.)
Yazıların tüm sorumluluğu yazarlara aittir.
ISSN: 2147-7329
Bu dergi Türk Büro-Sen tarafından
ücretsiz dağıtılmaktadır.
7
“Uyuşturucuya başlama” “Uyuşturucuya alışma”
“Katilinle tanışma”
Kapak Şiir
Süleyman GÜNGÖR
Reklam Rezervasyon
Tel: 0.312 434 04 12
Faks: 0.312 434 04 13
4
“Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır.”
Editör
Yasemin GÜNGÖR
Yayın Kurulu
Nejla ÖKSÜZ
Dr. Süleyman GÜNGÖR
Yunus Şevki KİBAR
Mustafa YİĞİT
Ahmet AZİZOĞLU
Ülkü DAVUTOĞLU
Ali KARADENİZ
Banu KIRAN
Ramazan DURMUŞ
Türkiye Cumhuriyeti:
Kavga ve Umudun Destanı
17
TOMRİS Ana’dan
17
Bu Güne Türk Kadını
“Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben Anadolu
kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa
ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet
gösterdim” diyemez.”
10
20
Memur ve Emekliler için
22
Kayıp Yıllar 2014- 2015
26
Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin yaptığı
araştırmaya göre, Toplu sözleşmede atılan imzanın
faturası çalışana ve emekliye ağır oldu.
22
26
Eski Türklerde Çocuk Eğitimi
“Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası
ad vermek idi. Doğar doğmaz ana babanın bebeğe
verdiği ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi...
28
31
Mevlana’dan Devlet
Yöneticilerine Öğütler
En basit iş için bile ustalık ve bilgelik ararken,
devleti idare edeceklerde “üstün vasıflar”
aramazsak büyük bir yanlışlık yapmış oluruz.
28
Gördüğümüz, Duyduğumuz,
Algıladığımız
39
Algı özneldir. Algılayanın o anki ruhsal durumu,
öğrenilmiş değer yargıları, geçmişi, geleceğe
ilişkin beklentileri nesnel duyumları nasıl
yorumlayacağını belirler.
31
Kırımlı
39
Kayıtdışı Ekonomi ve Yolsuzluk
“Kırımlı”, Sadık Turan adlı bir Kırım Türkü’nün
gözünden II. Dünya Savaşı’nda Kırım Türklerinin
yaşadığı acıları anlatan bir dönem filmi.
Bir ülkenin sahip olduğu ekonomik yapı ve buna
bağlı yapısal özellikleri kayıt dışılığın ortaya
çıkmasında önemli rol oynar...
51
Hamza YERLİKAYA
58
Obezite Nedir?
Kalbi, Türk güreşi ile atan herkese başarılar
diliyorum...
Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer
almaktadır.
58
51
SENCE
Türkiye Cumhuriyeti:
Kavga ve Umudun
Destanı
Dr. Süleyman GÜNGÖR ⎟
T
ürk tarihine ister bilinen geçmişinden, ister destanlar döneminden başlanarak bakılsın; aşağı ve yukarı eğilimlerle dolu bir
testere dişi grafik görülmektedir. Bu
grafikte, kâh Çin’den savaş tazminatı
alan bir delici ok kudreti, kâh Çinlilerin
ipeklerine kanmış bir toplumun gafleti
vardır. Bu grafikte milleti zarar görmesin diye atını, hatununu gözden çıkaran ama ülkesinin en çorak parçacığına göz konulduğunda ordular kuran
bir kağan portresinin yanı sıra kutlu
kayayı parça parça düşmana peşkeş
çeken bir aymazlık resmi yer almaktadır. Bu grafikte, milletine kurduğu
çadırın bezi olarak ancak gökyüzü ile
yetinen bir cihangirlik de vardır, taht
kavgasına heba edilmiş fetret dönemleri de.
Yeni Türkiye’nin doğumu, tam da böyle bir düşen çizgi eğilimini ters yüz
eden mücadelenin sonucu, Türk’ün
4
www.sencedergisi.com
ateşle imtihanının başarı nişanı anlamında tarih grafiğimizi şekillendirmiştir. Yoksa “Yeni Türkiye”, yeni teknolojinin marifetiyle hazırlanmış bir görsel
tasarım yavanlığının markası değildir.
Yeni Türkiye, kan ve ter ile yoğrulmuş
vatan toprağının barut kokuları ile tütsülenmesi sonucu; modern çağların
gerçek bir destanının nakaratıdır.
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”
denilse de, unutuldu sanılan geçmiş
bıraktığı izlerle toplumların derununda dipdiri durmaktadır. Aksi halde, üç
kıtadaki haşmetten çarpışa çarpışa,
öle öle, kaça kaça Küçük Asya’ya bile
sığınması çok görülen hasta adamın
halkı, nasıl olur da ayaklarının üstünde yeniden dikilebilirdi? Payitaht esir
kalmışken, Anadolu’nun tam ortasına kadar sokulmuşken işgal süngüsü,
“iman dolu göğsün” sahibi derme çatma silahlarla başarmıştır, Ege Denizinde abdest tazelemeyi.
Kurutuluş Savaşı, yeniden dikelmenin, sömürge heveslilerine diklenmenin ve “istiklal-i tamme” hayalini
gerçekleştirmenin destanıdır. Bu destan, Türk’ün şahlanışının önderi ile
yazılabilmiştir. İstiklali için savaşan
bir milletin dünyaya kafa tutabileceği gösterilmiş ve esir milletlere örnek oluşturmuştur. Şanlı bir geçmişin
verdiği ruh, doğru bir örgütlenme ve
topyekûn bir seferberlik sonucunda;
Batılılar tarafından “hasta adam” denilmeye başlanmış ve ülkesi parsellere
ayrılmış Osmanlı İmparatorluğunun
harabesinden hür ve müstakil bir varlık olarak genç Türkiye Cumhuriyeti
doğmuştur. Düne kadar Osmanlı için
hasta adam diyenlerin genç devlete
verdikleri addır, “Yeni Türkiye”.
Yeni Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin keyfine bağlı olarak şekillendirilmek istenen dünyada,
eski sömürgeciliğin manda ve himaye
cilasıyla genişletilmesi hesabı yapılırken doğmuş genç cumhuriyetin şanı
olarak kullanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı bitip taşlar yeniden kutuya kaldırılırken; Türk coğrafyası da Sevr Antlaşması ile çizilen
sınırlar doğrultusunda galip devletlerin ganimeti olarak pay edilmişti.
Payitaht artık payidar değildi. Afrika,
Avrupa ve Asya’dan Anadolu’ya doğru çekilmenin yeni evresi, Sevr ile bir
statüye bağlanmıştı. İtilaf devletleri
arasında Osmanlı ülkesinin paylaşımı
konusunda uzayan tartışmalar dolayısıyla ancak 10 Ağustos 1920 tarihinde
imzalanan Sevr Anlaşmasından çok
önce; giyotin işlemeye başlamıştı. Sa-
istiklalini,
yine milletin
azim ve kararı
Tarih
“Milletin
vaş yorgunu bir milletin kaldığı kadarıyla ordusu terhis edilip silahlarına el
konulmuştu.
İzmir’in 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar tarafından işgali ile olayların seyri,
diplomasinin dışına çıkmıştır. İstanbul
Hükümeti, mütareke şartlarının altında gerçek bir barış anlaşması yapamamanın çaresizliğini yaşarken; galip
devletler kayıtsız şartsız teslim olma-
kurtaracaktır.”
SENCE 2014 Sayı 6
5
SENCE
şahın ekmeğini yediklerini düşünerek
ona sadakat besleyen bürokratlar ve
halkın dindarlığını kullanan şeyhler
ile eski müderrisler gibi farklı nitelikte
muhalif gruplar faaliyet halindeydi.
ya zorlamak için palikaryayı bir kama
gibi Anadolu’ya sokmuştu. Ancak diplomasi bu noktadan itibaren milletin
vereceği tepkiyi hesap edememişti.
Bu hesapsız durum, yok olmanın eşiğinden bir milletin yeniden istiklalini
sağladı. Şanlı bir kurutuluş mücadelesi
ki; yeni Türkiye’nin temellerini atmıştı.
Mondros Mütarekesi ile birlikte sarayı
teslim olmuş, hükümeti teslim olmuş,
matbuatı teslim olmuş, ordusu teslim
olmuş bir enkaz halindeki Osmanlı
İmparatorluğunun yıkıntıları arasından “Yeni Türkiye” yükselirken tarihi
kırılmalar yaşanmıştır. Türkiye’yi yeni
kılan bu kırılma noktalarıdır. Bu anlamda öncelikle zihinlerdeki dönüşümün vurgulanması gereklidir. Amasya
Tamimi ile ifade bulan dönüşümün ilk
adımı çok net ve anlamlıdır: “Milletin
istiklalini, yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır.”
Mahalli nitelikte direniş grupları ve
kongreler, Heyet-i Temsiliye liderliğinde milli bir ordu haline gelen kuvva-i milliye ile bütünleşirken; Meclis-i
Mebusandan gelenler ve seçilenlerle
Ankara’da toplanan Milli Meclis’te
milletin azim ve kararı cisimleşmiştir.
Bundan sonra istiklalini kendi kararı
ve mücadelesi ile koruyan Türk’ten,
geleceğini çizme hakkını kullanmamasını istemek kimseye düşmezdi. O da
düşürmedi. Bu karar, “hasta adam”
döneminin kapanışının da ifadesiydi.
6
www.sencedergisi.com
Yeni Türkiye, savaş sonrası şartlarında
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ortaya konulan iradenin bir eseridir. Kendisinden önceki dönemden,
mütareke ve Sevr dayatmalarından
açık bir kopuş yaşanırken; yeni dönemin yöntemi milli hakimiyet olarak
belirlenmiştir. Hedefi ise; tam bağımsızlık ve çağdaş medeniyet seviyesinin
öncüsü olmaktır. Yeni Türkiye, bu zihinsel dönüşümün sonucudur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti milli ve üniter bir devlet olarak kurulurken, bu
gidişten rahatsız olanların da bulunması doğaldır. Cumhuriyetin muhaliflerinin bir takım hareket güdüleri şöyle sıralanabilir: İktidardan pay kapma
arzusu, eskiden var olan otoritelerini
sürdürme isteği, siyasi otoriteye bağlanmaktan kaçınma çabası, başarılı
olunamayacağı kanaati veya eski düzene bağlılık duygusu. İtiraz saikleri
ne olursa olsun; gerçekleştirilen dönüşümlere karşı çıkma şeklinde kendilerini ortaya koyuyorlardı. Türk inkılâbı,
sömürgeye çevrilmek istenen bir milletin hür ve bağımsız olarak yaşamasını sürdürmeye yönelirken; yerel ya
da merkezi siyasi kadrolarda kendisine
etki alanı açamayanlar, kendi aşiretleri
veya şehirlerinde çarpık bir derebeylik kudretini yitirmekten kaçınanlar,
büyük devletlerin siyasi ve ideolojik
etkisine kapılmış okuryazarlar, padi-
Yeni Türkiye milleti çağdaş bir devletin
saygın vatandaşları haline getirmeye
çalışırken yapılan faaliyetler ve bazı
durumlarda hatalar istismar edilerek
özellikle din ve etnik köken gerekçeli
karşı çıkışların isyan durumuna geldiği
de görülmektedir. Yeni rejimin kendini
pekiştirme çabası ile bastırılan muhalif tutumlar, varlığını yitirmeyip adeta
yeraltına çekildi. Yapılmış hataların
kaşınmasıyla büyütülen yaralara tuz
basarak geliştirilen dip dalga etkisi, su
yüzüne çıkınca, asilerden özür dilenir,
isyancılara saygı gösterilir olmuştur.
Bu günün hastalıklı tezahürünü, Graham Fuller’den ilham alarak adlandırmak; İstiklal Harbinin Başkomutanı
Mustafa Kemal Atatürk ile bu savaşlarda kan ve ter akıtmış şehit ve gazilerden İstiklal Marşına ses vermiş Mehmet Akif’e en hafifinden saygısızlık ve
kıymet bilmezliktir.
Türkiye Cumhuriyeti, Orhun Abidelerinden beri bilinen kayıtları ile kıyamete dek var kalacak Türk Devletinin yeni
biçiminin adıdır. Bu devletin; kuruluşundaki milletin hakimiyeti ve tam bağımsızlık anlayışından koparılmadan
numaralı veya değişik adlandırmaları
fantezi değerini aşamayacaktır. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla kucaklaştığı kardeşleri ve akıllarını karıştıran emperyalistlerin fısıltılarına kulak
tıkayabildiklerinde elele verebilecek
bir İslam Dünyası ile birlikte; yeni bir
medeniyet ve dünya düzeni kurma hayali, yeni Türkiye sloganlarından daha
hakikatli görünmektedir.
Değer
Türk Dünyasının Tercümanı
İsmaİl Bey
GaspIralı’nın
Tercüme-i hali
Mustafa YİĞİT ⎟
T
ürk kültürü dünyanın en büyük kültürlerinden biri olarak her zaman her şart
altında büyük şahsiyetler yetiştirmiştir.
İşte o şahsiyetlerden biri de Çarlık Rusya döneminde yetişen, dünya Türklüğünü “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” olmaya çağıran eğitimci, düşünür ve en önemlisi büyük bir dava adamı olan
İsmail Bey Gaspıralı ‘dır.
Gaspıralı İsmail, 20 Mart 1851′de Kırım’ın Bahçesaray kentinde dünyaya gelmiştir. Gaspıra,
İsmail Bey’in babasının doğduğu yerin adıdır.
İsmail Bey’in babası, Çarlık ordusundan emekli bir teğmen olan Mustafa Alioğlu; annesi, Kırım asilzâdelerinden İlyas Mirza Kaytafoz’un
kızı Fatma Hanım’dır. İsmail Bey, ilk öğrenimini
Bahçesaray’da bir Müslüman mektebinde aldıktan sonra, on yaşlarındayken Akmescid Erkek
Ortaokuluna başlamıştır. Burada iki yıl okuduktan sonra, Akmescid Rus Askeri Okuluna girmiş
oradan Moskova Askeri lisesine geçmiştir. Bu
lisedeki Slavcılık politikaları ve Türk düşmanlığı
Gaspıralı’yı derinden etkilemiştir. Bu yaşananlar
aynı zamanda Gaspıralı’nın fikir dünyasında da
Türk milliyetçliği fikirlerinin olgunlaşmasına vesile olmuştur.
SENCE 2014 Sayı 6
7
SENCE
Rus askeri okul ortamında Türk karşıtı
düşüncelerle boğulan Gaspıralı, İstanbul’a kaçarken yakalanmış ve Kırım’a
gönderilmiştir. Bir süre Yalta ve Bahçesaray’da öğretmenlik yapan İsmail
Gaspıralı 1872’de Paris’e gider, 2 yıl
sonra oradan İstanbul’a geçer Osmanlı ordusunda subay olmak istese de bu
mümkün olmaz, tekrar Kırım’a döner.
Paris’te Şemsettin Sami, Namık Kemal
gibi Jön Türklerle tanışır, İstanbul’da
kaldığı sürede ise Anadolu’yu gezer ve
okulları inceler.
Gaspıralı Kırıma’a döndükten sonra
Bahçesaray’da 6 yıl belediye başkanlığı yapmıştır. 1881 yılında Akmescid’de
çıkan Rusça Tavrida Gazetesinde “Rus
İslamı” başlığı altında makaleler yazmış, bu makaleler aynı başlıkla kitap
olarak yayımlanmıştır.
Gaspıralı’nın Türk fikir hayatındaki en
mühim yönü tüm Türk dünyasının etkileşime geçmesine vesile olan düşünceleri ve bu düşüncelerini ifade etme
imkanı bulduğu gazeteciliğidir. Gaspıralı Türk dünyasına fikirlerini duyurabilmek için ilk önce 1882’de Tonguç
adlı bir dergi çıkarır. Bu dergiyi çıkarmasındaki maksadı şöyle anlatır:
“Milletimizin eseri olan lisanımız, edebî olarak işlenmemiş ise de, eğitime
ve kaidelere uyabilecek bir dildir. Gayet nâzik Tatar türkülerinden, Nogay
cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki, eğer dilimiz usta
bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok daha fazla parlak ve
kullanışlı olur. Yirmibeş seneden beri
dediğim, yazdığım, çalıştığım budur.
Çare açmak, yol açmak, başka bir şey
değildir. Çünkü, kavi, necip, ömürlü,
sabırlı ve cesaretli olan Türk milletinin, perakende düşüp, Sedd-i Çin’den
Akdeniz’e kadar yayıldığı hâlde, nü-
8
www.sencedergisi.com
fuzsuz, sessiz kaldığı lisansızlığından,
yani lisân-ı umumî (ortak dil)ye sahip
olmadığından ileri gelmiştir. Bu inanışla ömrettim (yaşadım), bu inanışla
mezara gireceğim.”
Ancak asıl iki yıl sonra tüm Türk dünyasında adını duyuracağı, Türk dünyasının tercümanı haline gelen ve hayatında çok büyük bir dönüm noktası
olan gazeteyi çıkarmaya başlamıştır.
Gazetenin Rusça adı Prevatçik’dir. Çevirmen/Tercüman anlamına gelmektedir. Türkçesi ise Tercüman-ı Ahval-ı
Zaman’dır. Gazete iki dilde, Rusça ve
Türkçe olarak basılır. Gazetenin çıkış
yılı aynı zamanda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakının yüzüncü yılıdır.
“Türkistan steplerindeki Türk
devecileriyle Dersaadet’teki
hamallar aynı dili konuşacak”
Gaspıralı İsmail, tüm hayatı boyunca
ortak bir dil için çalışmıştır. Ortak dil
içinse İstanbul Türkçesini adres olarak
göstermiştir. Bu nedenledir ki, “Dilde,
Fikirde, İşte Birik” parolası gazetenin
en başında yer almıştır. Gaspıralı İsmail Beyin fikri ve siyasi cephesinin
en önemli yönü olan dil birliği davası
bu gazeteyle önemli etkiler yapmıştır.
Tercüman-ı Ahval-ı Zaman 1917 öncesinde Rusya’nın en uzun süre çıkmış
Tükçe gazetesi olmuştur. 1903 yılına
kadar haftalık, 1903-1912 arasında
haftada bazen iki, bazen üç defa, Eylül
1912’den sonra da günlük olarak çıkan
gazete 1916 yılında yayın hayatına son
vermiştir.
Gaspıralı İsmail, bu gazeteyi çıkarmaktaki amacını kullandığı parolada açıkça
ortaya koymuştur: Bütün Türk dünyası
için müşterek bir yazı dili oluşturmak.
Gerçekten de. Gaspıralı bu idealine
ulaşmış çıkardığı gazete “Bütün Türk-
lerin tercümanı” olmuştur. Zamanla
Tercüman’ı Ahval-ı-Zaman “dünyanın
diğer bölgelerindeki Türkler arasında
bir kıvılcım parlamış oldu ve bu kıvılcım alevlenerek büyüdü. Onun “Dilde,
Fikirde, İşde Birlik” düsturu, diğer Türk
boylarına mensup pek çok Türk aydınını da etkiledi. Bunun neticesi olarak
da Kazan’da, Kafkasya’da, Türkistan’da
ve Kırım’da yayınlanan pek çok gazete ve dergi, hikâye ve romanın da bir
kısmı, ya Tercüman gazetesinin dilinde
veya buna yakın bir dilde çıktı.”
Gaspıralı, eserlerinde ve Tercüman
gazetesinde anlaşılır bir dil kullanmıştır. Bu da onun dilde birlik fikrini kuru
kuruya savunmadığını, aynı zamanda
uygulamasını yaptığını da gösterir.
Tercüman’da kaleme aldığı yazılarında, dil birliği konusunda mümkün olduğunca açık bir Türkçe kullanan Gaspıralı, meslektaşlarını da daima arı dil
kullanmaları yolunda teşvik etmiştir.
Mehmet Emin Yurdakul’un gönderdiği mektuba cevaben 12 Mart 1889’da
kaleme aldığı mektubunda, sade Türkçeyle yazılan şiirlerinden duyduğu
memnuniyeti şöyle ifade etmiştir:
“Şiirlerinizin dilinden başka, fikirleri
de İstanbul’un ‘ay yüzlü’ ve ‘kara saç
ile mavi göz’den ibaret şiir eserlerinin
hepsinden üstündür. Cübbeleri kıyamet olan efendilerin; bastonları, ceketleri alamet olan şık beylerin tarzına
zıt, sade ve kaba(!) Türkçe’yle yazmak
büyük cesarettir. Mensur ve manzum
eserler arasına böyle sistemli bir eser
kazandırmak, Türk âlemine büyük bir
hizmettir. En içten tebriklerimi sunuyorum. Türk âlemine dediğim abartı
sanılmasın. Abartmayı ne severim, ne
de ederim. Çünkü şiirlerinizi Edirne,
Bursa, Ankara, Konya, Erzurum Türkleri anlayıp lezzetle okuyabilecekleri
gibi; Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan,
Gaspıralı’nın Tercüman’da ortaya koyduğu görüşler aslında bugün yapılan
dil tartışmalarına (Osmanlıca) da ışık
tutacak şekildedir. Gaspıralı, “dilde
birlik” idealinin gerçekleşmesi için,
Türkçeden mümkün olduğu kadar
yabancı kelime ve kaideleri çıkarmayı ve her şiveden mahallî kelimeleri
Osmanlı-Türk tasrifine uydurarak kullanmayı öngörüyordu. Gerçekte nihaî
hedefi İstanbul Türkçesiydi. Sonunda
öyle bir dil kurulmalıydı ki, Türkistan
steplerindeki Türk devecileriyle Dersaadet’teki kayıkçılar ve hamallar bile
rahatça anlayabilsin.
Gaspıralı, Türk milliyetçiliğini bütün
eserlerinde sergileyerek, “Bütün Türçkçülük” ilkesini benimsemiş, Türk-Tatar adıyla anılan kavimlerin hepsini
kendi milleti saymıştır. Millet için, milli
dilin öneminin farkına varmış ve eserlerini her zaman Türkçe yayımlatmaya
çalışmıştır. Kafkaslardaki Türk milliyetçiliğini engellemek için ortaya atılan
mezhep ayrılarını şiddetle reddetmiştir. Pek çok konuda olduğu gibi İslamiyete bakış açısı da milli hayata hizmet
edecek şekilde olmuştur.
Gaspıralı sadece bir düşünür, gazeteci
değil aynı zamanda önemli bir eğitimcidir. Gasıparılıya göre Türk Müslüman
topluluğunun geri kalmışlığının nedeni eğitim eksikliğidir. O bu nedenle
okuma zorluğunu ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Rusya Türklerinin kolay
okuyup yazmaları için Usul-i Cedid
denilen bir usul geliştirmiştir. Gaspıralı düşüncelerinin gerçekleşmesi için
muallim ve din adamlarının önemine
inanıyordu bu yüzden Gaspıralı ilk
Usul-ü Cedid mektebini 1884’de Bahçesaray’da açmıştır. Usul’ü Cedid’lerle
tüm Bahçesaray’da bir eğitim seferberliği başlatmış, okur yazar oranını
büyük oranda artırmıştır. Gaspıralı
aynı zamanda 1903 ‘te Türkisatan’a,
“Dilde,
Fikirde, İşde
Birlik”
1907 yılında Mısır’a, 1910 yılında Hindistan’a giderek bu memleketlerdeki
Müslümanların eğitimi ile ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Gittiği yerlerde çeşitli konferansalar vermiş, İslam
toplumlarının bilinçlenmesi adına,
Hindistan’da ilk Usul- ü Cedit okulunu
açmıştır. Gaspıralı hem Rusya hem de
Rusya dışındaki Müslüman cemaâtler
içinde binlerce ıslah edilmiş (usûl-ü
cedid) ilk ve orta okulun kurulmasına
ya doğrudan doğruya önayak olmuş ya
da örnek teşkil ederek ilham vermiştir.
Mektepleri Avrupaî metotlarla ıslah
etmek, kadınlara hürriyet; eğitim ve
öğretim işlerinin yürütülebilmesi için
hayır cemiyetlerinin kurulması çalışmalarında bulunmuştur.
Bütün bunlarla birlikte Gaspıralı’yı bizim için önemli kılan O’nun Rusya’daki,
Türk aydınlarının öncüsü, Türk milliyetçiliğinin fikir babası olmasıdır. Gaspıralı
vefat ettiği tarih olan 24 Eylül 1914 yılına kadar Türk ve Müslüman dünyası
için çalışmış, ömrünü Türk ve Müslüman toplulukların gelişimine adamıştır.
Değer
Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzûlî ve Nâbî bile
nail olamadılar. 40-50 milyonluk ve
30 asırlık âleme ilk kez bir kaşık oğul
balını yediren siz oldunuz ki, bu sizin
için bir şeref, bizim içinse bir saadettir! Tekrar tebrik ediyorum. Tercüman
gazetesinin çabası da bu yolda hizmettir. Sade ve kaba(!) Türk dilidir ki,
Dersaâdet’in hamal ve kayıkçılarına,
Doğu Türkistan’daki Türk devecilerine
ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır.
Kazan ve Sibirya’da olduğu gibi, Tebriz
ve Horasan’da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur...”
Diyebiliriz ki, Rusya Türklüğünün tarihi
Gaspıralı’dan önce ve sonra şeklinde
iki kısıma ayrılabilir. O, Rus İmparatorluğu’ndaki Türklerin kültürel ve entelektüel hayatlarına yaşadığı dönemde
ve sonrasında damgasını vurmuştur.
Gaspralı, Rus İmparatorluğu’nda yaşayan Türk ve diğer Müslüman toplulukların tarihinde pek çok ‘ilk’lerin
uygulayıcısı olmuştur. Bu nedenle,
Gaspıralı’yı Rusya İmparatorluğu’ndaki Türk/Müslüman millî uyanış hareketinin bir numaralı öncüsü ve tartışmasız en büyük ismi olarak nitelendirmek
yanlış olmaz. Gaspıralı’nın, içlerinde
modern Türkiye’nin kurucularının da
yer aldığı son dönem Osmanlı aydınları üzerindeki etkileri de büyük ve kalıcı
olmuştu. Onun ünlü sloganı “Dilde,
Fikirde, İşte Birlik” bugün dahi Türk
dünyası içindeki ilişkilerin temel yapısı
için yol gösterici düstur olarak her vesileyle tekrar edilmektedir.
Gaspıralı, Panislavizm’e karşı verdiği
inanılmaz mücadelesiyle, Türk-İslâm
dünyasını daldığı derin uykudan uyandırmak için verdiği büyük çabasıyla
Türk dünyasının yetiştirdiği en büyük
fikir ve eylem adamlarından biridir.
Yaşamı, yapıtları, çalışmaları, düşünceleriyle yeterince bilinmeyen Gaspıralı’nın, UNESCO’nun 2014 yılını İsmail Gaspıralı Yılı ilan etmesiyle yeniden
gündeme gelmesi, onun bu inanılmaz
çabalarının boşa gitmediğini göstermektedir.
SENCE 2014 Sayı 6
9
SENCE
HEY...
GENÇ ARKADAŞ
“Uyuşturucuya başlama”
“Uyuşturucuya alışma”
“Katilinle tanışma”
10
www.sencedergisi.com
Yasemin GÜNGÖR ⎟
Uyuşturucu kullanan her 10 çocuk
ve gençten 9’u düşük ve orta gelirli
ailelerden gelmekte…
Güncel
Bağımlılık, ergenlik döneminden yaşlılık dönemine değin gö
kalitesini düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın
kalitesini
düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın ak
büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, to
büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, toplu
bunalıma ve ölüme götürüyor.
bunalıma ve ölüme götürüyor.
Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin
Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin uy
gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir. Verilerin ü
gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir. Verilerin ürkü
kullananların sayısının hızla artmasıdır.
kullananların sayısının hızla artmasıdır.
Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağıml
Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığ
tarafından ülke örnekleminde 2011’de yapılan Nüfusta Tüt
tarafından ülke örnekleminde 2011’de yapılan Nüfusta Tütün,
Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması ve Türkiye’de Ok
Yönelik
Tutum ve
Davranış
Türkiye’desonuçla
Okull
Kullanımına
Yönelik
TutumAraştırması
ve DavranışveAraştırması
Kullanımına
Yönelik
Tutum
ve bir
Davranış
Araştırması
sonuçların
uyuşturucu
maddeyi
en az
kez deneyenler
15-64
yaş gru
Bu gençlerin çoğunluğunu parçalanmış uyuşturucu
maddeyi
en
az
bir
kez
deneyenler
15-64
yaş
grubun
ise %1.5 olarak belirlenmiştir.
ise %1.5 olarak belirlenmiştir.
aileden değil ailesiyle birlikte
yaşayanlar oluşturuyor.
Ve en kötüsü her iki çocuktan biri
uyuşuturucuya arkadaşı yüzünden
başlıyor ve çoğunlukla da tedaviyi
reddediyor.
B
ağımlılık, ergenlik döneminden yaşlılık dönemine değin gözlenebilen ve bireyin yaşam kalitesini
düşüren önemli bir halk sağlığı sorunudur. İnsanın
akıl, zihin ve vücut sağlığının en büyük düşmanı olan uyuşturucu, kişiyi ailesinden, işinden, toplumdan uzaklaştırıp,
yalnızlığa, bunalıma ve ölüme götürüyor. Veriler hem öğrenci gençliğinin hem de işsiz gençlerin uyuşturucu kullanımında yaşın gittikçe azaldığını gözler önüne sermektedir.
Verilerin ürkütücü bir yanı da uyuşturucu kullananların sayısının hızla artmasıdır.
Ülkemizde Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) tarafından ülke örnekleminde
2011’de yapılan Nüfusta Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması ve Türkiye’de
Okullarda Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması sonuçlarına göre esrar dahil
herhangi bir uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneyenler
15-64 yaş grubunda %2.7; 15-16 yaş grubunda ise %1.5
olarak belirlenmiştir.
Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %3.5
iken, kadınlarda %2.6’dır. Eğitimsizlerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2.6 iken, ilkokul mezunlarında
%2.4, ortaokul mezunlarında %3.2, lise mezunlarında %2.6,
üniversite mezunlarında %3.1’dir. Türkiye Uyuşturucu ve
Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) EMCDDA
2013 Ulusal Raporu’na göre ise:
Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %
Erkeklerde
yaşam yaşam
boyu boyu
uyuşturucu
madde
kullanımı
%3.5
Eğitimsizlerde
uyuşturucu
madde
kullanımı
%
Eğitimsizlerde
yaşammezunlarında
boyu uyuşturucu
kullanımı %2.
%2.4, ortaokul
%3.2,madde
lise mezunlarında
%2.4,
ortaokul mezunlarında %3.2, lise mezunlarında %
%3.1’dir.
%3.1’dir.
Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Me
Türkiye
Uyuşturucu
Uyuşturucu
Bağımlılığı İzleme Merke
Ulusal
Raporu’na ve
göre
ise:
Ulusal Raporu’na göre ise:
Uyuşturucu
MaddeKullanıcılarının
Kullanıcılarının
İş Durumlarına Göre Da
Uyuşturucu Madde
İş Durumlarına
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının
İş
Durumlarına
Göre Dağılı
Göre Dağılımı (%)
Uyuşturucu
madde
kul
Uyuşturucu
madde kullaUyuşturucu
madde
kullan
bakıldığında; kullanıcıların %
nıcılarının
iş durumlarına
bakıldığında;
%65
çalıştıkları,kullanıcıların
%34,88’inin ise
ç
bakıldığında;
kullanıcıların
çalıştıkları, %34,88’inin ise çalı
%65,12’sinin gelir getiren
bir
işte
çalıştıkları,
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve
%34,88’inin
ise Bağımlılığı
çalışmaUyuşturucu
Kaynak:
Türkiye
Uyuşturucuİzleme
ve Merkez
dıkları
görülmektedir
2013. Bağımlılığı İzleme Merkezi,
Uyuşturucu
2013.
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Gelir Durumlarına Göre
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının Gelir
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının
Gelir Durumlarına Göre
Dağılımı
(%)
Durumlarına
Göre
Dağılımı
(%)
Dağılımı (%)
Uyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin 1.000 TL’nin altında, %31,46’sının 1.000 TL-2.000
TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu
görülmektedir.
SENCE 2014 Sayı 6
11
SENCE
Uyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin 1.000 TL’nin altında,
%31,46’sının madde
1.000 TL-2.000
TL arasında,
%14,17’sininaylık
ise 2.000
TL’nin üzerinde
Uyuşturucu
kullanıcılarının
%54,37’sinin
gelirlerinin
1.000 olduğu
TL’nin altında,
dan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine göre; Türkiye’deki 15 yagörülmektedir.
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının
Yaş
Aralıklarına
%31,46’sının 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu
Uyuşturucu
Madde
(%) büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si
Göre Dağılımı
(%)Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımışından
görülmektedir.
evli, %3,14’ü
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı
(%) boşanmış iken %5,43’ünün ise eşi ölmüştür.
Türkiye genelinde 15 yaşından büyük kişiler arasında hiç
evlenmeyenlerin
oranı altında,
%27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşUyuşturucu madde kullanıcılarının %54,37’sinin aylık gelirlerinin
1.000 TL’nin
turucu
madde
kullanıcılarının
%31,46’sının 1.000 TL-2.000 TL arasında, %14,17’sinin ise 2.000 TL’nin üzerinde olduğu oranı oldukça yüksektir
(%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda medeni
görülmektedir.
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı
(%)ile uyuşturucu madde kullanımı arasında istatistikdurum
sel olarak anlamlı bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Araştırmanın sonuçları, madde kullanımının bekarlar arasında daha
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
uyuşturucu madde kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı b
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu
Uyuşturucu Bağımlılığı
İzleme Merkezi,
Uyuşturucu
madde ve
kullanıcılarının
ortalama
yaşı2013.
26,95’dir. Öte
yandan
ankete
katılan
yaygın
olduğunu
göstermektedir.
uyuşturucu
madde
kullanımı
arasında
istatistiksel bekarlar
olarak aras
anl
anlaşılmıştır.
Araştırmanın
sonuçları,
madde kullanımının
şahısların uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun
(%72,25)
18-29
yaş
olduğunu göstermektedir.
anlaşılmıştır.
Araştırmanın
sonuçları, madde kullanımının bekarla
Uyuşturucu
madde
kullanıcılarının
ortalama
yaşı
26,95’dir.
Kaynak:
Türkiye
Uyuşturucu
ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
aralığında
olduğu
görülmektedir.
olduğunu göstermektedir.
Öte
yandan
ankete
katılan
şahısların uyuşturucu
madde
Uyuşturucu madde kullanıcılarının
ortalama yaşı
26,95’dir.
Öte yandan
Uyuşturucu
Maddeyeankete
Başlamakatılan
Yaş Aralıkları (%)
Uyuşturucu (%72,25)
Maddeye Başlama
Yaş Aralıkları (%)
kullanıcılarının
büyük çoğunluğunun
(%72,25) 18-29
yaş çoğunluğunun
şahısların
uyuşturucu
madde kullanıcılarının
büyük
18-29 yaş
Uyuşturucu
Maddeye
Başlama
Yaş
Aralıkları (%)
aralığında olduğu
aralığında
olduğugörülmektedir.
görülmektedir.
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımı (%)
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu madde kullanıcılarının ortalama yaşı 26,95’dir. Öte yandan ankete katılan
şahısların
uyuşturucu
madde kullanıcılarının
Uyuşturucu
Madde Kullanıcılarının
Öğrenimbüyük çoğunluğunun (%72,25) 18-29 yaş
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımı (%)
aralığında
olduğu
görülmektedir.
Durumlarına Göre Dağılımı (%)
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Öğrenim Durumlarına GöreUyuşturucu
Dağılımı (%)
madde kullanıcılarının maddeye “başlama” yaşları incelend
Kaynak:
Türkiye
Uyuşturucu
ve Uyuşturucu
Bağımlılığı
2013.
Uyuşturucu
madde
maddeye
başlama
yaşının
10, enkullanıcılarının
büyük
başlama
yaşının İzleme
67“başlama”
veMerkezi,
maddeye
başlama yaş
yaşları olduğu
incelendiğinde;
en küçük Maddeyi
başlama yaşının
10, en
20,75
anlaşılmaktadır.
ilk kez
Uyuşturucu
madde
kullanıcılarının
maddeye
“başlama”
yaşları ile
in
Okul ortamı,
deneme
yaşındayaşının
olduğu
uyuşturucu
madde
büyük başlama
67 gibi
ve maddeye
başlama
yaşı orUyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun (%67,18)
ilkokul,
ortaokul/
karşısında
birey
başlama
yaşının
10,
en
büyük
başlama
yaşının
67
ve
maddeye
başla
kullanıcılarının
başlama
yaşlarının daMaddeyi
15-24 ilk
talamasının ise maddeye
20,75 olduğu
anlaşılmaktadır.
ilköğretim mezunu olduğu görülmektedir.
alışkanlıklar kar
20,75
olduğu
anlaşılmaktadır.
Maddeyi
ilk kez
yaş
grubu
arasında
yoğunlaştığı
ve
kullanıcıların
kez deneme yaşında olduğu gibi uyuşturucu madde kullaOkul madd
orta
uyuşturucu
deneme
yaşında
gibi uyuşturucu
madde
%74,48’inin
bu yaş olduğu
grubu aralığında
iken maddeyi
Uyuşturucu Madde Kullanıcılarının Medeni Durumlarına Göre Dağılımı
(%) maddeye başlama yaşlarının da 15-24 yaş grubu
karşısında
‘hayır’
diyebilme
nıcılarının
kullanıcılarının
maddeye
başlama yaşlarının
da 15-24
Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun
düzenli
olarak
kullanmaya
başladıkları
anlamında
değe
alışkanlıkla
arasında
yoğunlaştığı
ve
kullanıcıların
%74,48’inin
bu yaş
gözlenmektedir.
yaş
grubu
arasında
yoğunlaştığı
ve
kullanıcıların
(%67,18) ilkokul, ortaokul/ ilköğretim mezunu olduğu göfırsattır.
Hatta
ol
uyuşturucu
Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğunun
(%67,18)
ortaokul/
grubu
aralığında
iken
düzenli olarak
%74,48’inin
builkokul,
yaş maddeyi
grubu
aralığında
ikenkullanmaya
maddeyi
rülmektedir.
çocukların
da
bir
‘hayır’
diy
ilköğretim mezunu olduğu görülmektedir.
Uyuşturucu
Nedeni (%)
başladıkları Maddeye
gözlenmektedir.
düzenli
olarak Başlama
kullanmaya
başladıkları
örnek anlamında
davranışlar
gözlenmektedir.
öğretmenlerin reh
fırsattır. H
Uyuşturucu
Dağılımı
(%) ortaokul/
Uyuşturucu Madde
madde Kullanıcılarının
kullanıcılarının Medeni
büyük Durumlarına
çoğunluğununGöre
(%67,18)
ilkokul,
sağlığı yerinde
Uyuşturucu
Madde
Kullanıcılarının
Medeni
çocukların
ilköğretim
mezunu
olduğu
görülmektedir.
kazandırıldığı
bir
Uyuşturucu
UyuşturucuMaddeye
MaddeyeBaşlama
BaşlamaNedeni
Nedeni(%)
(%)
Durumlarına
Göre veDağılımı
Kaynak:
Türkiye Uyuşturucu
Uyuşturucu(%)
Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu
Kullanıcılarınınbüyük
Medeni
Durumlarına
Göre Dağılımı
(%) kişilerden
Uyuşturucu Madde
madde kullanıcılarının
çoğunluğu
(%61,49)
hiç evlenmemiş
örnek davr
öğretmenle
sağlığı y
kazandırıld
oluşmaktadır. Öte yandan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine göre; Türkiye’deki 15 yaşından
büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si evli, %3,14’ü boşanmış iken
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
%5,43’ünün ise eşi ölmüştür. Türkiye genelinde 15 yaşından büyük kişiler arasında hiç
evlenmeyenlerin oranı %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşturucu madde
kullanıcılarının
Uyuşturucu
madde oranı
kullanıcılarının maddeye başlama nedenleri arasın
oldukça yüksektir (%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda
medeni
durum (%26,84)
ile
(%41,48)
ve merak
ilk iki sırada gelmektedir. Önceki yıl
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013. uyuşturucu maddeye başlama nedenleri arasında merak ilk sırada gelirke
Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğu (%61,49)
hiç
evlenmemiş
kişilerden
Kaynak:
Türkiye
Uyuşturucu
ve Uyuşturucu
İzleme Merkezi, 2013.
verilere
göreUyuşturucu
arkadaş
ön Bağımlılığı
plana Bağımlılığı
çıkmaktadır.
Kaynak: Türkiye
veetkisi
Uyuşturucu
İzleme Merkezi, 2013.
oluşmaktadır. Öte yandan TÜİK’nin 2012 yılı verilerine Bu
göre;
Türkiye’deki
15madde
yaşından
bağlamda
uyuşturucu
bağımlılığı
ile
ilgili önleme faaliyetleri yür
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
madde
kullanıcılarının
maddeye
başlama nedenleri
Kaynak: Türkiye
Uyuşturucu%27,41’i
ve Uyuşturucu Bağımlılığı
İzleme Merkezi, 2013. %64,02’siUyuşturucu
büyük
kişilerin
hiç
evlenmemiş,
evli,
%3,14’ü
boşanmış
iken
kitle
üzerinde
merak
uyandırmamaya
özen
gösterilmelidir.
Uyuşturucu
madde kişilerden
kullanıcılarının maddeye başlamaÖte yandan ailel
Uyuşturucu madde kullanıcılarının büyük çoğunluğu (%61,49)
hiç evlenmemiş
(%41,48)
ve
merak
(%26,84)
ilk
iki
sırada
gelmektedir.
Önce
iletişim
içerisinde
olduğu
arkadaşlarına
dikkat etmeli,
onları tanımaya
ça
%5,43’ünün
ise
ölmüştür.
Türkiye
genelinde
15 yaşından
büyük
kişiler
arasında
hiç (%41,48)
oluşmaktadır.
Öteeşi
yandan
TÜİK’nin
2012
yılı
verilerine
göre;
Türkiye’deki
15
yaşından
nedenleri
arasında
arkadaş
etkisi
ve merak
Uyuşturucu
madde
kullanıcılarının
büyük
çoğunluğu
uyuşturucu
maddeye
başlama
nedenleri
arasında
merak
ilk
sırada
etkisiyle
oluşabilecek
sorunları
oluşmadan
önlemeye
çalışm
evlenmeyenlerin
oranı
%27,41
iken
hiç
evlenmeyen
uyuşturucu
madde
kullanıcılarının
oranı
büyük kişilerin %27,41’i hiç evlenmemiş, %64,02’si evli,
%3,14’ü
boşanmış
iken
(%26,84)
ilk iki
sırada etkisi
gelmektedir.
Önceki
yıllara bakıldı(%61,49) hiç evlenmemiş kişilerden oluşmaktadır. Öte yanverilere
göre
arkadaş
ön plana
çıkmaktadır.
değerlendirilmektedir.
12
oldukça
yüksektir
(%61,49). Türkiye
Bununla
birlikte15araştırma
%5,43’ünün
ise eşi ölmüştür.
genelinde
yaşından sonucunda
büyük kişilermedeni
arasındadurum
hiç ile
Uyuşturucu
Maddeyi
Teminmadde
Yolu (%)
Bu
bağlamda
uyuşturucu
bağımlılığı ile ilgili önleme faaliyetl
evlenmeyenlerin oranı %27,41 iken hiç evlenmeyen uyuşturucu madde kullanıcılarının oranı
kitle üzerinde
merak
uyandırmamaya
özen gösterilmelidir. Öte yanda
oldukça yüksektir (%61,49). Bununla birlikte araştırma sonucunda
medeni
durum
ile
iletişim
içerisinde
olduğu
arkadaşlarına
dikkat etmeli, onları tanım
www.sencedergisi.com
etkisiyle
oluşabilecek
sorunları
oluşmadan
önlemeye
değerlendirilmektedir.
Uyuşturucu Maddeyi Temin Yolu (%)
Güncel
Okul ortamı, ilerleyen yıllarda
olası riskler karşısında bireyleri
bilinçlendirme, zararlı alışkanlıklar
karşısında duruş sergileyebilme,
uyuşturucu madde vb. teklifler
karşısında da ‘hayır’ diyebilme
kabiliyetinin kazandırılması
anlamında değerlendirilebilirse
çok iyi bir fırsattır. Hatta olumsuz
aile ortamından gelen çocukların
da bir anlamda rehabilite
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013.
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu
maddeyitemin
teminetme
etme yolu incelend
Uyuşturucu madde
madde kullanıcılarının
kullanıcılarının maddeyi
büyük
çoğunluğunun
(%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya da y
yolu incelendiğinde;
kullanıcıların
anlaşılmaktadır.
büyük çoğunluğunun (%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya
Kaynak:
Türkiye temin
Uyuşturucu
Uyuşturucu Bağımlılığıİzleme Merkezi, 2013.
da yabancıdan
ettiğiveanlaşılmaktadır.
Uyuşturucu Maddenin Zararları Hakkında Bilgi Durumu (%)
paylaşılabildiği, iyi yetişmiş
Uyuşturucu madde kullanıcılarının maddeyi temin etme yolu in
büyük çoğunluğunun (%80,03) maddeyi sokak satıcısı ya
anlaşılmaktadır.
Uyuşturucu Maddenin Zararları Hakkında Bilgi
öğretmenlerin rehberliğinde
Durumu (%) Maddenin Zararları Hakkında Bilgi Durumu (%)
Uyuşturucu
edilebildiği, örnek davranışların
psikolojik ve sosyal sağlığı
yerinde bireyler olarak topluma
kazandırıldığı bir ortam haline
gelebilir.
ğında, uyuşturucu maddeye başlama nedenleri arasında
merak ilk sırada gelirken, 2012 yılındaki verilere göre arkadaş etkisi ön plana çıkmaktadır.
Bu bağlamda uyuşturucu madde bağımlılığı ile ilgili önleme
faaliyetleri yürütülürken, hedef
kitle üzerinde merak uyandırmamaya özen gösterilmelidir.
Öte yandan ailelerin, çocuklarının
iletişim içerisinde olduğu arkadaşlarına dikkat etmeli, onları tanımaya çalışmalı ve arkadaş etkisiyle oluşabilecek
sorunları oluşmadan önlemeye çalışmaları gerektiği değerlendirilmektedir.
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
Uyuşturucu madde kullanıcılarının %72,20’sinin uyuşturucu madde k
önce
maddenin
zararları hakkında
bilgisinin
olmadığını,
%27,80’inin
Kaynak:
Türkiye Uyuşturucu
ve Uyuşturucu
Bağımlılığı
İzleme Merkezi,
2013.
Uyuşturucu
madde
kullanıcılarının
%72,20’sinin uyuşturucu m
bilerek
kullanımına
başladığını
ifade
etmişlerdir
Kaynak: Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi, 2013.
önce maddenin zararları hakkında bilgisinin olmadığını, %27,8
bilerek
kullanımına
başladığını
ifade etmişlerdir
Uyuşturucu
madde kullanıcılarının
%72,20’sinin
uyuşturu-
Öte yandan, uyuşturucu maddelerin zararları hakkında bilgi sah
cu madde
kullanmaya
başlamadan
önce maddenin
zararla- hakkında
başlayan
kişilerin
%94,49’u
“uyuşturucu
maddenin
zararları bi
ha
Öte
yandan,
uyuşturucu
maddelerin
zararları
rı hakkında bilgisinin
olmadığını,
%27,80’inin
ise maddenin
başlayan
kişilerin
%94,49’u
“uyuşturucu
maddenin zarar
başlamazdım”
cevabını
vermiştir.
başlamazdım”
zararlarını bilerek cevabını
kullanımınavermiştir.
başladığını ifade etmişlerdir
İşte
gerçekler
çerçevesinde
ailelere,
devlete,
medyaya
İşte
tümbubu
gerçekler
çerçevesinde
ailelere,
devlete,
med
Öte tüm
yandan,
uyuşturucu
maddelerin
zararları
hakkında
sorumluluklar
düşüyor.
sorumluluklar
düşüyor.
bilgi sahibi olmadan kullanıma başlayan kişilerin %94,49’u
“uyuşturucu maddenin zararları hakkında bilgim olsaydı
başlamazdım”
cevabınıÖgel
vermiştir.
Prof.
Dr. Kültegin
ebeveynlere neler yapabileceklerini şö
Prof. Dr. Kültegin Ögel ebeveynlere neler yapabileceklerini şöyle sıra
İşte
tüm bu gerçekler
çerçevesinde
medSoğukkanlı
ve sakin
Sakinailelere,
olmak,devlete,
iyice düşünmek
ondan s
olabilirsiniz
doğru
olacaktır.
yaya
BİZE
büyük
görev
ve
sorumluluklar
düşüyor.
Soğukkanlı ve sakin Sakin
olmak, iyice düşünmek ondan sonra h
Yakınlar önce kendini suçlamaktan va
Kendinizi suçlamayın
olabilirsiniz
doğru
olacaktır.
kendini
suçlaması, kendine ve ço
dönüşebilir.
Yakınlar
önce
kendini suçlamaktan vazgeçme
Kendinizi
suçlamayın
Konuşmaktan
Konuşmaktan çekinmemeli ve konu
kendini
suçlaması, kendine ve çocuğuna
çekinmeyin
ebeveyn belli etmelidir. Konuşmaktan k
dönüşebilir.
değil, ertelemeyi getirir.
Konuşmaktan
Konuşmaktan
çekinmemeli
ve
konuşmaktan
Tartışma sırasında
çocuk
korkutulur
SENCE 2014 Sayı
6
13
çekinmeyin
ebeveyn
belli etmelidir.
zorunda
kalabilir.Konuşmaktan
Örneğin, korkmak
"eğer
kullandığını
değil,
ertelemeyi duyayım
getirir. seni öldürürüm, ba
Korkutmayın
"eğer uyuşturucu madde kullanıyor isen
SENCE
Prof. Dr. Kültegin ÖĞEL’e Göre
anne ve babaların yapabilecekleri
Sakin olmak, iyice
düşünmek ondan sonra
harekete geçmek doğru
olacaktır.
Beklentinizi
azaltın
Onun zaten farklı bir çocuk
olduğu için uyuşturucu
madde kullanmaya başladığı
Duygularınızı
unutulmamalıdır.
kontrol edin
Anne ve baba
duygularını kontrol
etmek zorundadır.
Bugüne kadar uyguladığınız
yöntemlerin başarısız olduğunu
kabullenin. Farklı sorun alanları
için, yeni ve farklı yöntemler
geliştirin.
Çatışmaları çözün
O uyuşturucu
maddeliyken tartışılmak
yerine, ayıldıktan
sonra gerekli olanlar
konuşulmalıdır.
14
www.sencedergisi.com
Ebeveynin kendini
suçlaması, kendine ve
çocuğuna karşı öfkeye
dönüşebilir.
Temel amacınız, onun zarar
görmesini azaltmak olmalıdır.
Bambaşka bir çocuk haline
getirmek gibi bir hedef
olamaz.
Yeni stratejiler
geliştirin
Konuşmaktan korkmak
sorunu çözmeyi değil,
ertelemeyi getirir.
Kendinizi
suçlamayın
Soğukkanlı ve
sakin olabilirsiniz
Onun farklı
olduğunu kabullenin
Konuşmaktan
çekinmeyin
Yeni
beceriler
kazanın
Korkutmayın
Tartışma sırasında
çocuk korkutulur ise, yalan
söylemek zorunda kalabilir.
Baskı altında kalması tekrar
uyuşturucu maddeye
yönelmesine yol
açabilir.
Onu anlayın
Çok kolay öfkeleniyorsanız,
O kendi doğrularını
öfkenizi kontrol etmeyi
yapıyor ve yaşıyor.
öğrenin. Çatışmaları çözme Eleştirilmesi gereken onun
yöntemleri konusunda
kendisi değil, davranışları
kendinizi
geliştirin.
olmalıdır.
İlk adımı
siz atın
Ergenler, ergenliğin verdiği
doğal isyankarlık ortamlarında
anne-babaları ile uyuşmayı
genelde ret ederler. Bu nedenle
öncelikle anne-babanın değişmesi
gereklidir. Anne-baba
değişince o da değişmeye
başlar.
Kuralları tam olarak
uygulayın
Koyduğunuz kuralları duruma
göre değiştirmeyin. Bu
nedenle kolay değişecek
kurallar koymayın.
Onunla iletişimin
kalitesini artırın
İyi iletişim için, iyi dinlemek
gerekir. Dinlemek, onu
dinlediğini ve anladığını
göstermektir.
Sorumluluğunu
üstlenmesini sağlayın
Bu kişiler tüm sorumluluklarını
başkalarına yüklemeye
çalışırlar. Bu sebeple
kendi sorumluluklarını
üstlenmelerini sağlayın.
Yakınlar, hayatını uyuşturucu
madde kullanıcısı üstüne
odaklamamalıdır. Yoksa kısa sürede
yorulur ve yarı yolda kalır. Öte yandan,
uyuşturucu madde kullanan kişi bu
ilgiyi kaybetmemek için uyuşturucu
madde kullanmayı da
Onu destekleyin
sürdürebilir.
Onun kötülerinin ya
da yanlışlarının üstüne
odaklanmak, başarıyı getirmez. Bu
nedenle, olumlu davranışları da
görülmeli ve bu davranışları
yüzünden övülmelidir.
Geçmişi unutun,
geleceğe odaklanın
Kişi uyuşturucu kullanmaya
bıraktıysa onu sürekli bir suçlu gibi
izlemek, geçen günleri sık sık gündeme
getirip onu suçlamak büyük hatadır.
Tekrar başlaması için zemin
hazırlamaktır.
Sınırlarınızı
koyun
Anne-baba çocuğuna
sınır koymayı öğrenmelidir.
Bu kurallar baskı biçiminde
olmamalı, ortak bir
yol geliştirilmeye
çalışılmalıdır.
Geri dönüşlerde
hayal kırıklığı
yaşamayın
Bağımlılığı bir hastalık olarak ele
almalı Uyuşturucu madde kullanan
kişilerin bir süre uyuşturucu
madde kullanmayı bırakmasının
bile çok önemli olduğunu
unutmamalıyız.
Tekrar uyuşturucu
kullanma tehditlerine
prim vermeyin
Tekrar uyuşturucu kullanmaya
başlamak onun sorumluluğu
altındadır. Ama sonuçlarına da
katlanmayı öğrenmelidir.
Emniyet Müdürlüğü de gençlerin madde
kullanmaya başlamasını önlemede ailelerin çocukları ile ilişkilerinin kalitesinin
önemli bir yer tuttuğunu ifade etmektedir. Çocukları ile kuvvetli sevgi ilişkisi olan
doğru ve yanlışları öğreten, davranışları
için uygulanabilir kurallar koyan, bunların
uygulanmasını sağlayan ve çocuklarını gerçekten dinleyen ebeveynler çocuklarının
uygun bir aile ortamında yetişmesini sağlamış olurlar.
Güncel
Hayatınızı sürdürün
Çocuğunuzun yaşını sosyal çevresini, ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak ne kadar harçlık vereceğinizi belirleyiniz. Belirlenen bu rakam ihtiyaçların üzerinde ya da
bu ihtiyaçları karşılayamayacak miktarda
olmamalıdır.
Her ailenin bazı prensip ve standartlarla
belirlenmiş davranış beklentileri vardır.
Sosyal, ailesel ve dini değerler gence alkole
ve maddeye hayır demeleri için nedenler
bulmasını ve kararlılıklarını kesin bir şekilde sürdürmelerini sağlar.
Aile değerlerinizi çocuğunuza açık bir şekilde öğretebilmeniz için:
• İzin alması için gerekli olan değerleri
açık bir şekilde belirtin ve dürüstlük, sorumluluk alma ve kendine güvenin neden önemli olduğunu, bu değerlerin iyi
kararlar vermede nasıl yardımcı olacağı
hakkında konuşun.
• Kendi davranışlarınızın çocuğunuzun
değerlerinin gelişmesini nasıl etkilediğini sakın unutmayın. Çocuklar kendi
anne-babalarının davranışlarını taklit
ederler.
• Çocuğunuzun asla sizin içkinizden tatmasına izin vermeyin. Böylece çocuk,
erişkinler için yasal ve kullanılabilir olan
alkolün çocuklar için yasal olmayan bir
madde olduğunu görebilir.
SENCE 2014 Sayı 6
15
SENCE
• Kendi söz ve davranışlarınız arasında
ki uyuma dikkat ediniz. Çocuğunuzun
sizinle özdeşim kurduğunu unutmayınız. Çocuğunuz sizi model alır.
• Çocuğunuzun sizin aile değerlerinizi
anladığından emin olunuz.
Kuralların konması işin sadece başlangıç
kısmıdır. Önemli olan bunların uygulanmasıdır. Kurallara uyulmadığında uygulanacak yaptırımlar da önceden belli olmalıdır.
• Açık olun.
• Tutarlı olun.
• Makul olun.
Bir çok aile çocuğu ile alkol ve diğer maddelerin kullanımını konuşmaktan kaçınır.
Bazıları kendi çocuklarının böyle maddelerle karşılaşmayacağını düşünür. Bazıları
ise bunu nasıl konuşacağını bilmediği için
veya böyle fikirleri çocuğun kafasına koymak istemediği için konuşmaz. Çocuğunuz böyle bir problem yaşayıncaya kadar
beklemeyin. Tedavi programlarına giren
bir çok genç ailelerin öğrenmesinden önceki en az iki yıldan beri madde kullandıklarını açıklamaktadırlar. Çocuğunuzla
madde ve alkol hakkında daha erken
konuşmaya başlayın ve iletişim kanallarını açık tutun. Tüm cevapları bilmeme
olasılığından endişe etmeyin. Çocuğunuz
bununla ilgili olduğunuzu bilsin yeter.
Birlikte cevapları araştırabilirsiniz.
Çocuğunuzla alkol ve madde hakkında
konuşabilmenizi sağlayacak bazı ipuçları:
16
•
İyi bir dinleyici olun.
•
Hassas konularda da konuşabileceğinizi hissettirin.
•
Ödüllendirin.
•
Açık mesajlar verin.
•
Doğru davranışlarınızla model olun.
www.sencedergisi.com
İletişimin İpuçları
Dinleme;
• Dikkatle dinleyin
• Sözünü kesmeyin
• Çocuğunuz konuşurken kendi söyleyeceğinizi hazırlamakla meşgul
olmayın
• Çocuğunuzun sözünün bittiğinden emin olana kadar bekleyin.
Gözleme;
• Çocuğunuzun yüz ifadesi ve vücut dilini anlayın.
• Çocuğunuz sinirli ve rahatsız mı veya rahat mı görünüyor?
• Konuşma süresince çocuğunuzun söylediklerini ona eğilerek, omzunu tutarak ve başınızı sallayarak ve göz teması kurarak dinleyin.
• Çocuğunuzun konuşmalarını ciddiye alın.
Cevap verme;
• “Şunu yapmalısın”, “senin yerinde olsam” veya “ben senin yaşındayken” ile başlayan cümleler yerine “çok ilgimi çekti” , “anlıyorum
ki bu bazen zordur” gibi cümlelerle başlamak cevap vermek için
daha uygundur. Çocuğunuzun yüz ifadesi ve vücut dilini anlayın.
• Eğer çocuğunuz size duymak istemediğiniz şeyler söylüyorsa, sakın bunları yadsımayın.
• Her durum için çocuğunuza önerilerde bulunmayın. Bunun yerine
anlattığı şeylerin ardında ki duyguları anlamaya çalışın.
• Çocuğunuzun kastettiği şeyi anladığınızdan emin olun.
• Çocuğunuzun içinde bulunduğu güç durumu sizinle paylaştığı için
pişman olmasına neden olmayın. Her zaman onun yanında olacağınızı hissettirin.
• Çocuğunuz sinirli ve rahatsız mı veya rahat mı görünüyor?
• Konuşma süresince çocuğunuzun söylediklerini ona eğilerek, omzunu tutarak ve başınızı sallayarak ve göz teması kurarak dinleyin.
• Çocuğunuzun konuşmalarını ciddiye alın.
Tarih
“Dünyada hiçbir milletin
kadını, “Ben Anadolu
kadınından daha fazla
çalıştım, milletimi
kurtuluşa ve zafere
götürmekte Anadolu kadını
kadar hizmet gösterdim”
diyemez.”
Emrullah ÖZDEMİR ⎟
“Türk kadınlarının en büyük süsü
Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için
elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki
üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve
kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk
kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir
pırlantadır.”
TOMRİS
Ana’dan
Bu Güne Türk Kadını
Üç yüzyıl kadar önce Leydi Mary Wortlay Montagu,
dostlarına yazdığı mektuplardan birinde bu eşsiz
kelimelerle tarif etmişti Türk kadınını. 1716-1718
yılları arasında İngiltere Sefiri olarak atanan eşi ile
birlikte İstanbul’da bulunan Leydi Montagu’nun,
ölümünden bir yıl sonra “Şark Mektupları” adı altında derlenen ve yayınlandığı tarihte Avrupa’da
büyük yankı uyandıran bu eser, 18. Yüzyıl Osmanlı
sosyal hayatını anlatan en objektif kaynaklardan
biri olarak bilinmektedir.
Peki böylesine övgü dolu betimlemelerle anlatılan
Türk kadınını diğer hemcinslerinden ayıran neydi?
Türk kadınını diğerlerinden farklı kılan olguları anlayabilmek için, genel bir bakışla tarihin çeşitli dönemlerinde kadınların toplumlardaki konumuna
kısaca değinmekte fayda var.
SENCE 2014 Sayı 6
17
SENCE
Eski Hint toplumunda tamamı ile erkeğin hakimiyeti altında yaşayan, çoğunlukla ölen kocasının cesedi ile birlikte
yakılan kadın, bu hazin sondan kurtulmuş olsa dahi ölene dek tekrar evlenemiyor ve kocasının mirası üzerinde
kesinlikle hak talep edemiyordu. Gerektiğinde tanrılar için kurban edilmesinde hiçbir behis görülmezdi.
Eski Yunan ve Roma geleneğinde alınıp
satılabilen bir eşya olarak nitelendirilen
kadın, yalnızca cinsel bir obje olarak görülüyor, Eski Çin ve Japon toplumlarında ise yalnızca kocasına hizmet etmekle
görevli bireyler olarak toplumda kendilerine yer bulabiliyorlardı.
İslam öncesi Arap geleneğinde ise kadının toplumsal konumu diğerlerine
kıyasla çok daha vahimdi. Varlığı bir
utanç kaynağı olarak görülen kadın,
daha küçük bir çocukken maddi yük getireceği ve fayda sağlamayacağı düşüncesiyle diri diri toprağa gömülebiliyor,
yaşayanları ise develerden ya da besi
hayvanlarından daha değerli görülmüyordu.
Avrupa’da 7. yüzyıla kadar toplumsal
düzenin ve dolayısıyla kadınlarla ilgili
kısıtlayıcı kuralların bulunmaması sayesinde özgürlük bakımından kısmen
rahat olan kadınlar, Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla birlikte bu avantajlarını
yitirmiş, kiliselerin toplumlar üzerindeki etkilerinin artmasıyla Avrupalı
kadınların yukarıda bahsedilen diğer
toplumlardaki hemcinslerinden pek bir
farkı kalmamıştı.
Miras hakkından mahrum bırakılan,
kocasının yasal izni olmadan hukuki
işlemleri hiçbir geçerlilik taşımayan Avrupa kadınları, 13. ve 17. yüzyıllar arasında 200.000 kişiye yapıldığı gibi her
an cadılık suçlamasıyla ve buna bağlı
olarak yakılarak idam edilme tehdidiyle
karşı karşıyaydı.
18
www.sencedergisi.com
Tarihsel süreçte dünya toplumlarının
kadına bakış açısı böyle iken, Türk toplumlarında bu durum çok daha farklı
idi. Ana, eş ya da kız çocuklar, toplumsal düzenin devamlılığı için vazgeçilmez unsurlar olarak görülmekte, her
zaman eşleri ile aynı konumda ve bir
bütünün iki yarısı olarak anılmaktaydılar. Örneğin Bilge Kağan Orhun Yazıtları’nda Türk Milleti’ni anlatırken şu
ifadeleri kullanır:
“…Yukarıda Tanrı mukaddes yeri, suyu
öyle tanzim etmiştir. Türk Milleti yok
olmasın diye, millet olsun diye babam
İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatun’u
göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır…”
Yine Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’nda
geçen bir başka ifade şöyledir:
“…Türk Milleti’nin adı sanı yok olmasın diye Atam Kağan’ı, anam Hatun’u
yüceltmiş olan Tanrı...”
Kağan ve Hatun’un bir bütün gibi
anılması, Hatun’un devlet adına görüşmelere katılıp gelen elçileri kabul
edebilmesi gibi hususlar, bahse konu
dönemde kadınların konumu hakkında bize oldukça önemli bir kaynaktır.
Erkekler gibi özgürce ata binmek ya da
ava çıkmak Türk kadınları için bir imtiyaz değil, doğal bir hak olarak görülmektedir.
Gerek Doğu, gerekse Batı kültürlerinde
toplumların kadınları tam bir baskı altında tutmaya çalıştıkları 13. yüzyılın sonlarında, ünlü kaşif Marco Polo, Orta Asya
Türk topraklarında bir prensesin, evlilik
konusunda ülkenin en güçlü insanı olan
babasına dahi, haklarını savunabildiği
durumdan şöyle bahseder:
“Prenses öylesine güçlü ki tüm ülkede
onunla başa çıkacak erkek bulmak güç.
Çünkü kim çıkarsa hepsini alt etmektedir. Babası kendisini evlendirmek iste-
diği halde o buna razı olmamakta ve
kendi beğendiği birini bulana kadar
hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, dilediği erkekle evlenebileceğine dair söz
vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses,
ülkenin dört bir yanına haber salarak
genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa
çıkacak birini bulduğu zaman onunla
evleneceğini açıklamıştır.”
Türk prensesinin sahip olduğu eşini seçebilme özgürlüğü, Avrupalı gezgini oldukça şaşırtmıştır.
Milli destanımız olan Bozkurt Destanı’nda yok olmak üzere olan Türk soyunu devam ettirecek çocukları saklayan
ve onları emziren, yani Türk Milleti’nin
varlığını himayesine alan sembol karakter dişi bir kurttur. Bir başka milli destanımız olan Ergenekon Destanı’nda
Türk toplumuna çıkış yolunda rehberlik
eden sembol karakter ise “Asena” isimli
dişi kurttur.
Destanları milli kültürlerinin vazgeçilmez öğeleri olan Türk toplumlarında
anaç sembollerin bu denli ön planda
oluşu dahi, kadınların ve dişiliğin kutsiyetine ne denli önem verildiğinin göstergeleridir. Bereketin sembolü olan
toprağın “Toprak Ana” olarak benimsenmesi dişi unsurun Türk toplumlarındaki önemine vurgu yapan bir başka
husustur.
Elbette Türklerin, kadını ve erkeği bir
bütünün parçaları olarak görmesinde
Türk kadınlarının, topluma sağladığı
fayda ve elde ettiği başarıların da büyük
etkisi vardır. Örneğin; Türk tarihinin en
önemli medeniyetlerinden Saka (İskit)
Devleti’ne M.Ö. 6. yüzyılın sonlarında
hükümdarlık eden Tomris Hatun’un büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşan
13.000 kişilik ordusuyla, 100.000 kişilik
Tarih
Pers ordusuna karşı kazandığı büyük
zafer; Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olmasının yanı sıra, Türk
kadınlarının ne denli kudretli bir gene
sahip olduğunun en önemli delillerinden biridir.
Tarihin babası olarak tanınan Heredot,
bugün çoğunlukla “Amazon” olarak
anılan Saka Devleti’nin kadın savaşçılarından bahsederken onların üç düşman
askeri öldürmeden evlenmediklerinden ve topluma olan faydalarını, erkekleri gibi düşmanlarına karşı elde ettiği
başarı ile ölçtüklerinden bahseder.
Saka Devleti topraklarında Türk kimliğinin Persler tarafından büyük bir
gayretle yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde, erkeği kadar yürekli ve iyi birer
savaşçı olan kadınlarla, istiklâl için çarpışan Tomris Han ve kadın ordusunun
yürekliliği ve vatanseverliği, bir miras
gibi yüzyıllar boyunca nesilden nesile
aktarılmıştır.
Bu yüce mirasın gereği olarak Orta Asya
Türk Devletlerinde kadın toplumdaki
konumunu korumaya devam ederken,
Anadolu’ya gelişinin ve İslamiyeti kabulünün ardından başka kültürlerle etkileşime girmeye başlamış olan Anadolu
Türklerinde kadının toplumdaki konumunda değişimler meydana gelmeye
başlamıştır.
Bunda Anadolu Türk Devlet ya da beyliklerinin, Arap kültürünün unsurlarını
İslamiyet’in parçaları olarak algılamalarından başka, Bizans Devleti gibi kadınları baskı altında tutan kültürlerle etkileşimi de önemli bir rol oynamaktadır.
Anadolu’da son olarak Osmanlı Topraklarında “Bacılar” olarak bilinen,
devletin asayiş ve düzenini sağlamakla görevli olan, bugün için polis ya da
jandarma olarak nitelendirebileceğimiz
bir yapı ile son bulmuş olan kadınların
toplumdaki etkin varlığı maalesef 14.
yüzyılın başlarından Kurtuluş Savaşı’na
kadar bastırılmıştır.
Toplumda geri plana itildiği
dönemlerde dahi duruşu ve
asaleti ile varlığına hayran
bıraktırmayı başarabilen Türk
kadını, Kurtuluş Savaşı’nda
aslına ve mirasına sahip
çıkmayı bilmiştir.
Türk Kadını’nın toplumdaki önemini en
iyi bilenlerden biri olan Atatürk, bu düşüncelerini şu sözlerle aktarmıştır:
“Büyük atalarımız ve onların anaları,
tarihin, olayların tanıklığıyla sabittir
ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü
ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlâtlar
yetiştirmeleriydi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın umumî vazifelerde üzerlerine düşen hisselerden
başka kendileri için en ehemmiyetli,
en hayırlı, en faziletli bir vazifeleri de
iyi anne olmaktır. Bugünün anaları için
gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için
faal bir uzuv haline koymak, pek çok
yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız
hattâ erkeklerden daha çok aydın,
daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmağa mecburdurlar. Eğer hakikaten
milletin anası olmak istiyorlarsa böyle
olmalıdırlar.”
Türk kadınını Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılığı ise şu sözlerle vurgulamıştır.
“Belki erkeklerimiz memleketi istilâ
eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüs germekle
düşman karışısında buldular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun zayıf
kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir.
Memleketin var olması imkânını hazırlayan kadınlarımız olmuştur ve kadınlarımız olmaktadır.”
“Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben
Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet
gösterdim diyemez.”
Yarı çıplak evlâdının üzerindeki
battaniyeyi alıp, cepheye
götürdüğü merminin üzerine
örten Türk anası, Rus işgalinde
küçük yaşta oğlunu ve üç
aylık kızını evde bırakarak
savaşmaya giden Nene Hatun,
iki oğlunu ve eşini şehit
vermesine rağmen yurdun dört
bir yanında mücadeleye devam
eden Kara Fatma, Azerbaycan
Özgürlük Mücadelesi’nde
kadın taburlarına komutanlık
ederek Rus tanklarının önüne
dikilen Halil Hanimova gibi
asil ve faziletli analara sahip
olabilmek, Türk Milleti için
büyük bir gurur kaynağıdır.
Toplum olarak bizlere düşen en büyük
vazife ise; Tomris Han’dan günümüze
kanındaki asalet ve fazileti bir an olsun
kaybetmeyen kadınlarımızın, hak ettiği
sevgiyi, hürmeti ve değeri göstermektir.
Atatürk’ün, önünde eğilmeye çalışan
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Adile Çavuş’a söylediği gibi:
“Kahraman Türk Kadını! Sen yerlerde
sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde
yükselmeye layıksın…”
SENCE 2014 Sayı 6
19
SENCE
Memur ve Emekliler için
Kayıp Yıllar 2014- 2015
Türkiye Kamu-Sen ARGE Birimi ⎟
Türkiye Kamu-Sen
Ar-Ge Merkezi’nin yaptığı
araştırmaya göre, Toplu
sözleşmede atılan imzanın
faturası çalışana ve emekliye
ağır oldu.
İ
mzalanan toplu sözleşme sonucunda en düşük dereceden maaş alan bir hizmetlinin eline
2013 yılı sonunda sosyal yardımlarla birlikte
1753 TL geçerken, 123 TL’lik zamla birlikte maaşı
1881 TL’ye yükseldi. Eğer Hükümetin ilk teklifi bile
kabul edilmiş olsaydı aynı hizmetli, enflasyon farkı
da dâhil olmak üzere 169 TL maaş zammı alacak
ve maaşı 1922 TL’ye yükselecekti. Bu durumda hizmetlinin aylık kaybı 41 TL olmuştur.
1960 TL dolayında maaş alan bir memur ise 2149
TL yerine 2088 TL maaş ile yetinmek zorunda kaldı.
Lise mezunu bir memur için aylık kayıp 61 TL oldu.
Benzer şekilde sosyal yardımlarla birlikte 2013
yılı sonunda 2057 TL maaş alan bir hemşirenin
20
www.sencedergisi.com
TOPLU SÖZLEŞMENİN MEMUR MAAŞLARINA ETKİSİ
DERECE
ARALIK 2013
MAAŞI
OCAK 2014
MAAŞI
% ARTIŞ
Şoför (Lise)
13/3
1797
1920
6,8
UNVAN
Memur (Önlisans)
10/1
1807
1930
6,8
VHKİ (Lisans)
9/1
1808
1931
6,8
Uzman (Maliye)
1/4
2862
2985
4,2
Şube Müdürü
1/4
2932
3055
4,2
Avukat
9/3
2671
2794
4,6
Teknisyen
9/1
1955
2078
6,3
Öğretmen
9/1
1959
2082
6,3
Mühendis
8/1
2817
2940
4,4
Kaloriferci
13/3
1658
1781
7,4
Mübaşir
13/3
1665
1788
7,4
Teknisyen Yard.
13/3
1666
1789
7,4
Hizmetli (Lise)
13/3
1636
1759
7,5
Santral Memuru
9/1
1808
1931
6,8
Biyolog
8/1
2169
2292
5,7
Kimyager
8/1
2407
2530
5,1
Hemşire (Lisans)
9/1
2004
2127
6,1
NOT: Hesaplar bekâr memur maaşları üzerinden yapılmıştır. Aile yardımı dâhil edilmemiştir.
Aile yardımı dâhil edilerek yüzde hesaplama yapılmış olsaydı, yukarıdaki yüzde artış (%)
oranları daha düşük olacaktı. Örnek: 1. Sıradaki Şoför (Önlisans) artış oranı %6,8 yerine
%6,2 olacaktı.
Çalışma Hayıtı
maaşı 2256 TL yerine 2180 TL’de kaldı. Toplu sözleşmede yapılan yanlışın
faturası bir hemşireye aylık 76 TL olarak yansıdı.
Bu miktar memurun maaşı yükseldikçe daha da büyüyor ve tam bir
trajediye dönüşüyor. Öyle ki, 2013 yılı
Aralık ayı itibarı ile 2521 TL maaş alan
bir müdürün maaşı 2014 yılı için 2651
TL yükseldi. Oysa %3+3 ve enflasyon
farkı kabul edilmiş olsaydı bile, bu
müdürün maaşı 2014 sonu itibarı ile
en az 2765 TL’ye yükselecekti.
Toplu sözleşmede
atılan imzanın faturası
emeklilikte de ağır oldu.
Yapılan araştırmaya göre, Toplu sözleşme sonucuna göre 2014 yılı sonunda emekli olacak Memur, Ebe,
Hemşire gibi unvanlar, emekli ikramiyesi olarak 61.235 TL alırken, yüzdelik
zam ve enflasyon farkı kabul edilmiş
olsaydı 61.568 TL almış olacaktı. Memur, Ebe ve Hemşirenin aylık 1.632
TL olarak bağlanacak emekli maaşları
ise, 1.641 TL olarak yansıyacaktı.
2014 yılı sonunda emekliye ayrılacak
olan Mühendis, Mimar ya da Denetçi
imzalanan toplu sözleşmeyle birlikte
77.635 TL emekli ikramiyesi ve 2.070
TL emekli maaşı alacak. Şayet Hükümetin önerdiği yüzdelik zam ve enflasyon farkı kabul edilmiş olsaydı, alınacak emekli ikramiyesi 79.609 TL, aylık
emekli maaşı ise 2.122 TL olacaktı.
Hal Böyleyken
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve
Toplu Sözleşmelerden Sorumlu Bakan
Faruk Çelik başkanlığında 27 Kasım
2014 tarihinde memur sorunlarının
görüşüldüğü ve üç büyük konfederasyonun genel başkanlarınında katıldığı
Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısında, Genel Başkanımız İsmail
Koncuk’un “2014 yılı için 123 TL seyyanen zammın, gerçekleşen enflasyonun çok altında kaldığı, Türkiye
Kamu-Sen’in aylardır sürdürdüğü ek
zam talebi konusunda buradan bir
karar çıkartılması gerektiği” noktasındaki talebi üzerine, toplu sözleşmeye imza atan Konfederasyon’un
başkanı Ahmet Gündoğdu, “Biz toplu
sözleşmede mutabakata vardık. Memurların hakkını fazlasıyla aldık. Ne
ek zam, ne de enflasyon farkı talebimiz yoktur” demiştir.
Bunun üzerine Genel Başkanımız, “bu
düşüncenizi kamuoyu ile paylaşırım,
tüm memurları bilgilendiririm” dediğinde, Gündoğdu, “Tabii yapabilirsiniz. Bizim haklılığımızı 15 Mayıs
2015 yetki döneminde memur bize
tekrar yetki vererek gösterecektir”
diyecek kadar kendinden emin.
Başbakan Ahmet Davutoğlu ise, benzer konuşmayı TBMM’de bütçe görüşmelerinde yaparak, “Memurlara
2014 yılı için %17 zam yaptıklarını,
bunun enflasyonun üzerinde bir artış
olduğunu” ifade etmiş ve kamuoyunu yanıltmıştır.
Sayın Başbakan’ın memur maaş artışları ile ilgili ifadeleri gerçeği yansıtmamaktadır.
Bilindiği üzere 2014 yılında memurlara 123 TL dışında başka hiçbir artış
yapılmamış, aile yardımı, çocuk parası, ek ders ve nöbet ücretleri ile ek
ödeme rakamları da yükselmemiştir. Bütün bunlar hesaba katıldığında
kamu görevlilerine ortalama olarak
ödenen aile yardımı ve çocuk parası da
dâhil en düşük memur maaşı 2013 yılı
sonunda 1753 TL dolayındadır. Buna
göre 123 liralık zam, en düşük dereceli
memur maaşında %7’lik bir artış anlamına gelmektedir. 2014 yılı zammının
yine sosyal yardımlar dahil edildiğinde
ortalama 2400 TL olan memur maaşına yansıması ise %5,2 olmuştur.
Oysa ki 2014 yılının 11 aylık
dönemi itibarı ile resmi
enflasyon %8,65 olmuş,
yalnızca memurların değil,
emekli, dul, yetim, işçi ve
asgari ücretlinin maaşları da
enflasyon karşısında kuşa
dönmüştür.
Önümüzde okul, giyim, gıda ve ısınma harcamalarının arttığı bir ay daha
bulunmaktadır. Bu dönemde Hükümetin bile en iyi tahminiyle %0,75’lik
enflasyon daha oluşacak ve yılsonunda enflasyon %9,4’ü bulacaktır.
Bu durumda ortaya çıkan zarar da
artmaya devam edecektir.
Yetkili konfederasyon eğer memurların enflasyon farkından faydalanma
hakkını toplu sözleşme görüşmelerinde korumuş olsaydı, memurların
%3+%3 zam alması durumunda, 2014
yılı sonunda revize edilmiş enflasyon
hedefi olan %9,4’e ulaşılması durumunda bile toplamda maaşlarına
%3,4 daha enflasyon farkı eklenecekti.
Takdir Türk Memurunun
SENCE 2014 Sayı 6
21
SENCE
Eski Türklerde
Çocuk Eğitimi
Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU ⎟ İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
B
ozkır kültürü denilen belirli coğrafi mekânda
hareketli hayat tarzı, eski Türk eğitim ve öğretim sisteminin en belirleyici unsurudur. Sürati,
hürriyeti ve hâkimiyeti sembolize eden “At” ile teknolojiyi ifade eden “Demir” üzerine kurulu eski Türk cemiyetinde hayatın gereği olarak doğuştan ölüme kadar
eğitim, kendini yenilemek, zinde ve diri tutmak zaruri
hal almıştır.
“Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç
noktası ad vermek idi. Doğar doğmaz
ana babanın bebeğe verdiği ad gerçek ad
olmayıp geçici ad idi. Çocuk, büyüdükçe
kabiliyetine veya toplum içerisinde
gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ad alırdı.
Ait oldukları boyun beyi veya din adamı
tarafından verilen bu gerçek ad sayesinde
adı alan boyun da üyesi kabul edilirdi.”
22
www.sencedergisi.com
Askerî ve sivil hayatın iç içe geçtiği eski Türklerde aile ve
ordu iki temel güç idi. Bu nedenle aileden başlayarak
devlete kadar Türk toplum yapısında eğitim ve öğretimin temel niteliği; ahlâklı, şahsiyetli, kökünü ve kimliğini bilmek gibi değerler başta olmak üzere töre ile ifade
edilen unsurlarla donanmış kalifiye nesiller yetiştirmektir. Bu nedenledir ki eski Türklerde eğitim ve öğretim
teoriden çok hayatın bir parçası olarak pratik hal almıştır. Eğitim ve öğretimde özellikle iyi ve donanımlı insan
vurgusunun yapılmasındaki asıl faktör; her şeyden önce
gerek hayvancılıkla geçinen ailenin gerekse dinamik,
her an sefere hazır olmak mecburiyetinde olan askerî
sistemin ve boy hayatının gereği ahlâklı, mesleki açıdan
da vasıflı insan yetiştirme zaruretidir. Bu durum, güçlü
işbirliği içerisinde maddi, manevi manada üzerine düşeni yapabilecek vasıfta insanlardan oluşan cemiyet hayatını doğurmuştur.
At ile hemhal olma sonucu Bozkırlı Türk insanında oluşan üstünlük yani ‘beylik gururu’ duygusu, devlet idaresinde ve eğitim ve öğretim metodunda üniversal bir
Tarih
anlayışı doğurmuştur. Cihan şümul devlet
felsefesi gereği eğitim sisteminde insan sevgisi, idare altına alınıp birlikte yaşanılanlara
karşı koruyuculuk, adalet, hürriyet, eşitlik
gibi değerlerin daha çocukluktan itibaren
kademe kademe öğretilmesi önemli yer tutmuştur. Beylik duygusu + insan sevgisi + gerçekçilik şeklinde formülize edilecek bu Türk
düşüncesi aynı zamanda ahlak prensipleri
olarak eğitimin ana gayesi haline getirilmiştir. Eski Türk toplumu kendi ahlak anlayışını
hayatının düsturu edinmiş kişiye ‘yiğit insan’
manasına gelen ‘Alp’, erkek anlamı haricinde
cesur olanlara ise ‘Er’ demiştir. Bu ad verme
geleneğine de yansımıştır. Bu bağlamda ahlâkı ön plana çıkaran eğitimin temel hedeflerinin başında Alp ile Er’liği birleştirip debdebe,
gösteriş, mala-mülke fazla değer vermeyen,
dürüst insanlar yetiştirmek gelmiştir.
Eski Türk eğitim dili Türkçe idi ve sistemin hareket noktası da Türkçe’nin anlaşma vasıtası
olmaktan öte ait olduğu medeniyeti anlayacak, ifade edecek derecede çocukluktan itibaren doğru olarak öğretilmesiydi.
Eski Türklerde çocuğun eğitim ve öğretiminde, gelişiminde aile yanında ‘Boy’, cemiyet
hayatı içerisinde ‘Dede Korkut/Aksakal’ isimleriyle sembolleştirilen ve gerçek manada
öğretmen olan şahıslar önemli rol oynamışlardır. Akrabalar başta olmak üzere içerisinde yaşanılan toplum ise denetim rolünü
üstlenmiştir. Anne, çocuğa toplum içerisinde
bulunmanın gereği olan adab-ı muaşeret kurallarını öğreterek hayata hazırlarken, baba
daha çok teknik yani mesleki bilgileri aktarırdı. Nitekim ailede alınan eğitimin önemine
dair Dede Korkut’ta şöyle denilmiştir:
“Kız anadan görmeyince öğüt almaz,
oğul atadan görmeyince sufra
çekmez. Oğul atanun yeteridür, iki
gözinün biridür. Devletli oğul kopsa
ocagınun közidür”.
SENCE 2014 Sayı 6
23
SENCE
Bu sistem içerisinde çocuk hayata,
yeni şartlara ve geleceğe bilgi ve edep
açısından hazırlanıp ihtiyaç duyacağı
bilgiler, beceriler öğretilmeye çalışılırken aynı zamanda bir şuur olarak mazi
yani tarih nakledilirdi. Bu durum çocuğa kim olduğunu ne olması gerektiğini
öğretirken müthiş bir şekilde kültür,
tarih, medeniyet, dil, inanç ve coğrafya bağlamında bir aidiyet duygusu
oluştururdu. Müesseseleşmiş okulların somut olarak varlığı bilinmese de,
eski boy yaşantısında belirli alanların
eğitim ve öğretime tahsis edildiği rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca gerek Göktürkler gerekse Uygurlardan kalma
ülkenin meskun birçok noktasına dikilmiş yazıt bulunması, varlığı bilinen
takvimin Göktürkler döneminde ıslah
edilerek geliştirilmesi gibi unsurlar
eski Türk toplumunda yazının genel
kullanımına ve hatırı sayılır entelektüel zümrenin varlığı ile okuryazar oranının ciddi manada yüksekliğine delalet
addedilmiştir. Tarih şuurunu ortaya
koyan bu kitabeler aynı zamanda değişik konuları ihtiva eden ders kitapları
niteliğinde idiler.
ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi.
Çocuk, büyüdükçe kabiliyetine veya
toplum içerisinde gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ad alırdı. Ait oldukları
boyun beyi veya din adamı tarafından verilen bu gerçek ad sayesinde
adı alan boyun da üyesi kabul edilirdi.
Dede Korkut destanlarında, gösterdikleri yararlılıktan ötürü kahramanlara
asıl adları Korkut Ata tarafından verilirdi.
Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası ad vermek idi. Doğar
doğmaz ana babanın bebeğe verdiği
Destanlarda ve anlayışlarda oluşan ad
verme geleneğinde hep kahramanlık figürü ön plana çıksa da, aslında
Dirse Han’ın oğlu, karşısına çıkan bir
boğayla dövüşüp onu öldürdükten
sonra “Boğaç” adını almıştır. Bay Büre
Bey’in oğluna bezirgânların malını
soygunculardan kurtarması üzerine
Bamsı Beyrek adı verilmiştir. Beyrek’in
“Bamsı” adının kahramanlıkla bir ilgisi
yoktur, babası oğlunu “Bamsam” diye
okşadığı için bu ad konulmuştur.
Toplumda genelde kahramanların
ad almaları 15-16 yaşlarına girdikten
sonra olurdu. Nitekim Kazan Bey hayıflanarak oğlu Uruz’a 16 yaşına girdiği
halde “henüz yay çekmedün, ok atmadun, baş kesmedün, kan dökmedin,
Kalın Oğuz içinde çuldu almadun” der.
gerçek adın daha sonraki yaşlara bırakılması eğitim ve öğretim açısından
büyük önem taşımıştır. Bu durum esasında çocuğun gelişimini gözlemleyerek, modern eğitim sistemini andırır
şekilde becerilerine göre bir mesleğe
bir alana yönelmesini sağlamak içindi.
Bu anlayışın yansımasını Oğuz Kağan
Destanı’nda da görmek mümkündür.
Anlatılanlara göre Oğuz ordusuyla
sefere giderken ırmakla karşılaştığında Uluğ Ordu adlı bir er, ağaçlardan
kestiği dal ve yapraklarla sal yapar.
Su bu salla geçilir ve Oğuz bu becerikli ere Kıpçak Bey adını verir. Yine
Çürçek Kağan’la yapılan savaşta o kadar çok ganimet alınır ki, ganimetleri
taşımaya öküzler yetmez. Askerler
arasından akıllı ve tecrübeli bir er bir
araba yapar. Böylece canlı ve de cansız ganimetler taşınır. Oğuz bu arabayı
icad eden eri ‘Bey’ yapar ve kendisine
Kanglı adını verir.
Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lugati’t
Türk’de çocuk terbiyesinde kız ve erkek evlatların anne ve babayı örnek aldıkları, ileride toplumda oynayacakları
rolleri onlardan öğrendiklerini söyler.
Aynı bağlamda Kaşgarlı Mahmud; babası ekşi elma yese (bir fenalık yapsa), oğlunun dişi kamaşır, diyerek de
baba-oğul etkileşimine dikkat çeker.
Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib de;
‘senin ay gibi bir oğlun veya kızın doğarsa, onu kendi evinde terbiye et bu
işi başka ellere bırakma’ diyerek eğitim ve öğretim için ilk ve önemli nokta
olarak ebeveynin önemine dikkat çekmişlerdir.
Eski Türk toplumunda kız çocuğunu
anne, oğlan çocuğunu ise baba hayata
hazırlardı. Kutadgu Bilig’de; ‘oğul-kıza
bilgi ve edep öğret; bu her iki dünyada
da onlar için faydalı olur’ beytinde de
ifade edildiği gibi eski Türk eğitim ve
öğretiminde esas maksatlardan biri-
24
www.sencedergisi.com
Tarih
tutulurdu. Bunu en güzel ifade eden
Orhun Abidelerinde geçen şu satırlar
olmuştur:
si toplum içerisinde yaşama kuralları
ile hayatta başarıya götürecek bilgiyi
öğretmekti. Bu bağlamda Yusuf Has
Hacip’in şu ifadeleri de daha önceki
beytinde söylediklerini güçlendirmektedir: ‘Küçük çocuğa bak, ona akıl ulaşacaktır; fakat yaşı gelmedikçe, kalemler yürümez; insan bilgisiz doğar ve
yaşadıkça öğrenir; bilgi sahibi olunca,
her işinde muvaffak olur. Bir memleketi kılıç ile derhal ele geçirmek mümkündür; fakat kalem olmayınca, insan
onu elinde tutamaz.’
Eski Türklerde eğitim kültüre dayalı bir
şekilde gelişirdi. Aileler taşıdıkları her
şerefi, beceriyi çocuklarına kazandırmaya gayret gösterirlerdi. Nitekim aile
içinde eğitimin amacı, kabiliyetlerini
de göz önünde bulundurarak fertlere
maziden gelen ailevi davranışları kazandırmayı sağlamaktı. Daha çocukluk
devresinden itibaren fert; at terbiyesi,
hayvan yetiştiriciliği, bakıcılığı, çadır işleri, giysi üretimi, göçmek, yerleşmek,
hayvan otlatmak, ev eşyası, silah yapmak, yemek, içmek, eğlence, yarışma,
spor, müzik bilgi ve becerilerini kazanmayı, hepsinden öte iyi bir savaşçı-kahraman süvari olabilecek eğitimi
aile içinde öğrenmeye ve talim etmeye başlardı. Ayrıca meslekî eğitimde
şüphesiz usta-çırak ilişkisi de çocuğun
yetiştirilmesinde mühim yer tutardı.
Çünkü Türk toplum yapısında liyakat
babadan oğula geçmezdi. Bu nedenle Türk eğitim sistemi daima kendisini
yaşatacak insan tipini yetiştirmek, her
çocuk da cemiyet/boy içerisindeki adını, yerini kendisi kazanmak mecburiyetindeydi. Henüz ayakta durabilecek
bir Türk çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunurdu. Geleceğin okçu
Türk savaşçısı daha çocuk çağında
eğitimlere başlar, koyun sırtında biniciliği dener, önce sincap, gelincik ve
kuşlara, sonra da tilki ve tavşanlara ok
atarak atıcılığa alışır, büyüdüğü zaman
da mükemmel bir atlı muharip olurdu.
Gelişime açık Türk toplumunda kişi çocukluktan itibaren aldığı eğitimi, bilgisi ve becerileri sayesinde askerî ve sivil
bürokraside görev alır, en tepe noktalara kadar yükselebilirdi.
Türklerde eğitim ve öğretimin vazgeçilmez temel öğelerinden birisini de
ata ve töre anlayışı oluşturmuştur.
Eğitim ve öğretimden maksat insanın
tarihini, atasını, kimliğini oluşturan
dili ve dini başta olmak üzere değerlerini yani ait olduğu dünyayı bilmesi
ile hayat kaynağı tefekkür dünyası ile
töresini ve bunları kaybettiğinde de
başına neler gelebileceğini unutmamasını sağlamaktı. Çünkü eski Türk
anlayışında unutmak, başkalaşmak
ve dönüşmek yok olmak, ölmekle bir
“Türk beyleri Türk adını bıraktı. Çinli
beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına
itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli Kağana kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir
Kapıya ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alıvermiş. Türk halkı kitlesi şöyle demiş: ‘İlli millet idim,
ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum’
der imiş. ‘Kağanlı millet idim kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum’ der imiş. Öyle diyip Çin kağanına
düşman olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye
olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini
bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş
milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu,
şadı orda vermiş”.
Netice itibariyle; sivil ve askerî alanın
iç içe geçtiği eski Türklerde, hayat tarzının gereği olarak aileden başlayarak
içinde bulunulan toplum çocuklar için
büyük bir okuldu. Bu okuldaki eğitim
sisteminin esası teoriden çok ameli
yani yaşayarak öğrenmeye dayanmaktaydı. En önemli sorumluluk ve
rolün anne-baba ile her obada varlığı
bilinen Aksakallılara verildiği eğitimde
gaye; çocuklara millî ve dinî değerleri
aşılayarak hayatı kolaylaştıracak bilgileri öğretmek, adeta toplumun arşivi
ve hafızası olan tecrübeleri aktarmak,
onları askerlik başta olmak üzere kabiliyet ve isteklerine göre mesleklere,
işlere yönlendirmekti. Çocukları ve
gençleri dünü unutmayacak, bugünde
yaşamayı sağlayacak, yarında var olmayı gerekli kılacak şekilde donanımlı
hale getirmek ve “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir” atasözünde ifade edildiği gibi devleti rahatlatacak her sahada yetişmiş insan
gücü oluşturmaktı.
SENCE 2014 Sayı 6
25
SENCE
Mevlana’dan
Devlet Yöneticilerine Öğütler
“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol”
26
www.sencedergisi.com
Güncel
Fahtrettin YOKUŞ ⎟ Türk Büro-Sen Genel Başkanı
B
irgün Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus, Mevlana’yı
ziyarete gelir. Mevlana ona
soğuk davranır, dersi ve öğrencileriyle
meşgul olmaya devam eder. Çünkü II.
Keykavus halkına zulm ederek, ülkeyi
kötü bir şekilde yönetmektedir. Sultan
bir süre bekledikten sonra, “Mevlana
hazretleri bana bir öğüt ver” der.
Mevlana, Sultan’a sertçe bakarak,
“Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler, sen kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler, sen
hırsızlık yapıyorsun. Allah seni Sultan
yaptı, sen şeytanın sözüyle hareket
ediyorsun” der.
Sultan bu sözlere hiçbir cevap vermeden, üzgün bir şekilde ordan ayrılır.
Hz. Mevlana yaşadığı dönemde hem
sohbetlerinde, hem de yöneticilere
yazdığı mektuplarda daima yol gösterici olmuş, onları halka hizmete, iyiliğe
ve adalete davet etmiştir.
Bu hususta bir başka örnekde, Mevlana ile dönemin Selçuklu Sadrazamı
arasında geçen şu görüşmedir;
Sadrazam Emir Pervane, kendisine
nasihatlerde bulunması ve öğüt vermesi için Mevlana’nın huzuruna çıkar.
Mevlana onu dinledikten sonra Emir’e
sorar;
“Ya Emir, Kuran’ı ezberlediğini duyuyorum.”
Emir, “Evet, ezberliyorum” diye cevap
verir.
Mevlana bu kez, “Hadis-i Şeriflerle
ilgili bir ezberide Şeyh Sadrettin hazretlerinden dinlediğini duyuyorum”
der.
Emir, “Evet, doğrudur” diye cevaplar.
Bunun üzerine Mevlana, “Madem ki,
Allah’ın ve onun elçisinin sözlerini
okuduğun ve bildiğin halde, o sözlerden öğüt alamıyor, ayet ve hadislerin
gereğini amel edemiyorsan, benim
nasihatimi nasıl dinlersin” diyerek,
Emir Pervane’ye iyi bir ders verir.
İki kıssa’da da Hz. Mevlana, yöneticilerin görevinin halkın huzur ve güvenliğini sağlamak, dürüst olmak ve
adaletle yönetmek olduğunu ifade
etmektedir.
En basit iş için
bile ustalık ve bilgelik
ararken, devleti idare
edeceklerde “üstün vasıflar”
aramazsak büyük bir
yanlışlık yapmış
oluruz.
Bir eserinde de Mevlana yöneticiler
için;
“… Aslında yüksek mevkiye çıkan bir
kişi, halkın omzunda yükselmiş cenazeye benzer. Daha doğrusu yüksek
mevkiye çıkmış, itibar kazanmış bir
kişi aslında yüksek mevkide değildir.
…Bu sebeptendir ki, o tabut halka
yüktür. Bunlar kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük
sayan kişilerdir. Halkın sırtına yük
yüklerler, kendileri de halka yük olurlar.” der.
Bu bakış açısını içselleştiren bir devlet
yöneticisi, halkına tepeden bakmaz.
Vatandaşın gerçek manada hizmetkarı
olur. Vatandaşların sevgi ve sempati-
sini kazanacak, gayret ve samimiyet
içinde olur. Asla insanları ötekileştirmez, ayrıştırmaz, tam tersini yapar,
birleştirir.
Keşke ülkemizi yönetenler
Mevlana’yı anma (Şeb-i
Aruz) gecelerinde
söylediklerini ertesi gün
unutmasalar. Keşke,
aşağıdaki sözleri kulaklarına
küpe edebilseler…
“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol”
Osmanlı’da padişahlar, belli yaşa gelen şehzadelerine şu vasiyetlerde bulunurlardı; “Adil olun, zulümden uzak
durun, bilginleri gözetin, mağrur
olmayın, istişare edin, cömert olun,
hakkı koruyup kollayın, kanunlara
uygun hareket edin, hayırlarla anılacak işler yapın, misyon sahibi olun…”
Yusuf Has Hacip’de “Kutadgu Bilig”
adlı eserinde bu hususta, “Bey, iyi kanun yap. Kanuna kendin riayet et ki;
halkta sana riayet etsin…” ifadelerine
yer vermiştir.
En basit iş için bile ustalık ve bilgelik
ararken, devleti idare edeceklerde
“üstün vasıflar” aramazsak büyük bir
yanlışlık yapmış oluruz.
Devlet adamı “örnek insan” olmalı, eğer devlet adamı iyi örnek olursa
halk ona güvenir ve kendine çeki düzen verir.
Allah hiç kimseye hak etmediği, makam ve gücü nasip etmesin.
SENCE 2014 Sayı 6
27
SENCE
Gördüğümüz,
Duyduğumuz,
Algıladığımız
Ülkü DAVUTOĞLU ⎟
A
lgı nedir diye bir soru sorulsa çoğunluk “görmek, duymak” gibi nesnel
kavramlarla açıklamaya çalışır. Oysa ki, algı olayları ve nesneleri yorumlama biçimimizdir. Özneldir. Görmek, duymak ise duyumlarımızdır. Algı;
duyumların içinde bulunduğumuz şartlar, geçmiş deneyimler, gelecekle ilgili beklentiler ile yorumlanması sonucu ortaya çıkar. Hepimizin beyni aynı duyumu farklı
yorumlayabilir; başka bir deyişle, gördüğümüz duyguduğumuz aynı ama algıladığımız farklı olabilir.
Bu nedenle “Gözümle gördüm, kulağımla duydum” ifadeleri
bile gerçeği yansıtmakta kifayetsiz kalabilir. Gözle görülen, kulakla duyulan yorum sürecinden geçince
ortaya çıkan sonuç gerçeği yansıtmayabilir ve
kişiden kişiye değişir. Elmayı, elma olarak görüp armut olarak algılayabiliriz, kedi sesini
kedi sesi olarak duyup, köpek sesi olarak
algılayabiliriz. İlginç olan ise bu algı yanılmalarını çok sık yaşıyor olmamız. Tahmin
ettiğinizden çok daha sık.
Algıyı etkileyen faktörler çok çeşitlidir, algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu
yazı başlığında belirtildiği gibi, algılanan’ın
ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece bir kısmını ele almaktadır. Konuyu netleştirmek açısından aşağıdaki sorulara
bir göz atalım.
28
www.sencedergisi.com
törler çok çeşitlidir, algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu yazı
den çok daha sık.
Tahmin ettiğinizden çok daha sık.
Algıyı etkileyen
faktörler
çeşitlidir,
tadır.
Konuyu
netleştirmek
açısından
sorulara
bir
gözçok
atalım.
faktörler
çok çeşitlidir,
algımız
birçokaşağıdaki
faktörden
etkilenir
ancak
bu
yazı
algımız birçok faktörden etkilenir ancak bu yazı
başlığında
belirtildiği
gibi, algılanan’ın
ldiği gibi, algılanan’ın ve algılayan’ın etkilendiği
çevresel
koşulların
sadece ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece
Soru 1
bir kısmını ele almaktadır. Konuyu netleştirmek açısından aşağıdaki sorulara bir göz atalım.
İletişim
i gibi, algılanan’ın ve algılayan’ın etkilendiği çevresel koşulların sadece
maktadır.
Konuyu
netleştirmek
açısından aşağıdaki sorulara bir göz atalım.
lde
yer alan
iki turuncu
daireden
Algı özneldir. Algılayanın o anki
ruhsal durumu, öğrenilmiş değer
r?
şekilde
yer alan Soru 1) Yandaki şekilde yer alan iki turuncu daireden
şekilde yer alanYandaki
iki turuncu
daireden
yargıları, geçmişi, geleceğe ilişkin
hangisi daha büyüktür?
iki turuncu daireden
üktür?
beklentileri nesnel duyumları nasıl
hangisi daha büyüktür?
yorumlayacağını belirler. Her birey
aynı nesneyi (nesne aynı çevresel
Soru2) Yandaki şekilde yer alan yatay iki paralel
Soru2) Yandaki şekilde yer alan yatay iki paralel
koşullar içinde dahi olsa) olayı ya
çizgiden hangisi daha uzundur?
Soru2)
Yandaki
şekilde
yer
alan
yatay
iki
paralel
çizgiden hangisi daha uzundur?
da kişiyi kendine göre yorumlar,
Yandaki şekilde yer alan
çizgiden hangisi daha uzundur?
dolayısıyla farklı algılar.
yatay iki paralel
Soru 2
çizgiden hangisi daha
uzundur?
Soru 3
da kaldığından ve sağdaki turuncu daire de kendiSoru 3) Yandaki şekilde yer alan sarı çizgilerden
hangisi
sinden çok
küçük dairelerin ortasında yer aldığındaha uzundur?
kilde
yer yer
alanalan
sarısarıçizgilerden
i şekilde
çizgilerden hangisi
hangisi
Yandaki şekilde yer alan
sarı çizgilerden hangisi
daha uzundur?
Soru 4
Yandaki şekilde A ve B
noktalarının bulunduğu
düzlemlerden hangisinin
rengi daha koyudur?
Yukarıdaki soru örnekleri için nesne- çevre- algı ilişkisinin en iyi
örnekleri denilebilir. Şöyle ki; 4 sorunun da doğru cevabı “hiçbiri,
ikisi de aynı”dır. Ancak bu sorulara ilk aşamada “hiçbiri, ikisi de
aynı” yanıtını veren çok azdır.
Çünkü sorulara konu olan nesneler algılayan tarafından çevrelerindeki diğer nesneler ile birlikte yorumlanır. Yani çevrelerinden
bağımsız olarak algılanmazlar. Buna nesne-zemin ilişkisi de denilmektedir.
İlk sorudaki turuncu daireler etraflarındaki diğer dairelerin büyüklüğü ile birlikte yorumlanır ve büyüklük algısı bu şekilde oluşur.
Soldaki turuncu daire kendisin çok daha büyük dairelerin ortasın-
dan sağdaki turuncu daha büyük gözükmektedir.
Oysa ki, bu iki turuncu daire ayı büyüklüktedir.
İkinci soruda ise aynı uzunluktaki yatay çizgilerin
uzunluğu uçlarındaki oklarla değerlendirilir ve gözümüze ilk bakışta alttaki çizgi daha büyük gözükür.
3. soruda çevrenin algıya olan etkisi daha fark edilir
şekildedir. Evet, rayların üzerinde gibi gözüken sarı
çizgiler aynı uzunluktadır ancak işin içine perspektif
olgusu da girince üstteki çizginin daha uzun olduğu
zannı iyice artmaktadır.
4. sorunun cevabı ise akla “nasıl yani” sorusunu
getirir. A ve B düzlemleri aynı renktir ama etraflarındaki diğer düzlemlerin (zeminin) renklerinin
açıklığı/koyuluğu o kadar iyi ayarlanmıştır ki ikisi
farklı renk olarak algılanmaktadır. Hatta dikkatli
bakıldığında bile aynı yanılgı devam edebilir. Ancak
A düzlemi ile B düzlemi yan yana getirildiklerinde
- yani çevre faktörlerden arındırıldıklarında- bu iki
düzlemin aynı renk oldukları anlaşılacaktır.
Tıpkı nesnelerin algısına ilişkin örneklerde olduğu
gibi, olaylar ve insanlar hakkındaki algılarımız da o
olayın gerçekleştiği yer ve zamandan ya da o bireyin
etrafındaki olgulardan doğrudan etkilenir. Kişiler ve
olayları beynimizde yorumlarken onların dış dünyası, bulundukları çevre, geçmişleri, haklarında bize
önceden anlatılmış olanlar gibi faktörlerle birlikte
algılarız. Şahsi fikrim, kişi ve olayları çevresindeki
faktörlerden bağımsız olarak algılayabilecek sağdu-
SENCE 2014 Sayı 6
29
SENCE
yu ne yazık ki ender görülebileceği ve
önyargıların da en büyük dayanağının
bu algı yanılmaları olduğu yönündedir.
Buraya kadar ele aldığımız konu ‘algılanan’ın dışsal faktörleriydi. İşin bir
de ‘algılayan’ın etkilendiği durum ve
koşullar boyutu var ki algı durumunu
belki de daha çok etkiler. Algı daha
önce de belirtildiği üzere özneldir.
Algılayanın o anki ruhsal durumu, öğrenilmiş değer yargıları, geçmişi, geleceğe ilişkin beklentileri nesnel duyumları nasıl yorumlayacağını belirler. Her
birey aynı nesneyi (nesne aynı çevresel koşullar içinde dahi olsa) olayı ya
da kişiyi kendine göre yorumlar, dolayısıyla farklı algılar. Birisi için iyi, güzel
olan diğeri için kötü, çirkin olabilir. Bu
algılayan kişinin yorumlama durumuna göre değişir.
Algı yönlendirmeleri de duyumların yorumlanmasında etkilidir. Bu konuyu yukarıdaki örneklerle açıklamanın sakıncası olmadığını değerlendirmekteyim.
Yukarıda sorular hep “hangisi daha
uzun/büyük/koyu?” şeklinde yöneltilmiş sorular. Aslında gizli bir mesaj var
soruların içinde: “bunlardan biri daha
uzun/büyük/koyu”. Şahsen, bu sorulara verilen cevapların bu yönlendirmeden de etkilendiğini düşünüyorum.
30
www.sencedergisi.com
Meselenin sadece ‘nesne zemin’ ilişkisi olmadığı soru içindeki yönlendirme
ile algılayanın da koşullarının değiştiği
kanaatindeyim. (4. Soru hariç, çünkü
bence bu örnek nesne zemin ilişkisinin
en iyi temsili ve yönlendirme olmasa
dahi algı yanılması olabilecek cinsten
bir örnek.)
Yönlendirme konusu, sadece algılar
açısından değil davranışlar açısından
da önemli. Yönlendirmeye rağmen
doğru algılayan birey bile bunu doğru
davranışa çeviremeyebilir. Toplumsal
koşulların, yönlendirmelerin birey algı
ve davranışlarına olan etkisini inceleyen ‘Sosyal Psikoloji’de konuya ilişkin
deneyler yapılmıştır/yapılmaktadır.
Ash deneyi de birey davranışlarında
toplumsal etkinin saptanması amacı
ile yapılan deneylerden biridir.
1951 ve 1952 yıllarında yürüttüğü
deneyinde, Asch’in kurduğu düzenek
şöyledir: Laboratuvarda belirli sayıda
kişiden oluşan gruplara, yandaki resimde yer alan kart çiftini göstermiştir.
Bu çift kartın birinde 3 tane çizgi vardır. Bu çizgilerin biri kısa biri orta biri
de uzundur. Diğer karttaysa tek bir çizgi vardır. Bu tek çizgi, diğer karttaki üç
çizgiden biriyle aynı uzunluktadır ve
algılama farklılıkları sorunu oluşmasın
diye bu çizgilerin fiziksel gerçeklikleri
belirgindir. Deneklere, bu tek çizginin
uzunluk olarak diğer kartlardan hangisine benzediği sorulmuştur. Aslında,
masadaki deneklerden sadece biri
gerçek denektir; diğerleri ise Asch’in
asistanlarıdır ve her defasında ne
söyleyecekleri önceden belirlenmiştir. Her kart çifti gösterildiğinde, önce
asistanlar cevaplarını vermekte; esas
deneğe ise söz sırası en sonda gelmektedir. Dolayısıyla, asistanların görevi
deneği dolaylı olarak yönlendirmektir.
İlk birkaç gösterimde, asistanlar doğru
cevap vererek deneğin güvenini kazanırlar; fakat daha sonra sürekli yanlış
cevap vermeye başlarlar. Denek, sıra
kendisine gelinceye kadar herkesin
yanlış cevap vermesinden rahatsız
olmaktadır, ama yine de sıra kendisine gelince, her ne kadar bu cevabın
doru olmadığı aşikar olsa da diğerlerinin verdiği cevabı vermektedir. Çok
sayıda deneğin kullanıldığı bu araştırmada, katılanların %35’i, asistanların
gizli yönlendirmesine maruz kalarak
ve etkilenerek açıkça gördükleri şeyin
tersini söylemiştir. Bu deney bireylerin davranışlarının ve hatta algılarının
toplumsal yönlendirmelerden ne kadar etkilendiklerinin de göstergesidir.
KIRIMLI
“Kırımlı”, Sadık Turan adlı bir Kırım Türkü’nün gözünden II. Dünya
Savaşı’nda Kırım Türklerinin yaşadığı acıları anlatan bir dönem filmi.
Yunus Şevki KİBAR ⎟
F
ilmin başında rahmetli Cengiz
Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” adlı
eserinden esinlendiği belirtilse
de, “Yurdunu Kaybeden Adam” adlı eseri okuyanların da aşina olduğu Sadık,
Maria, Kılıçbay gibi kahramanların ve romanın beyaz perdeye aktarılışı aslında…
Film 12 Aralık 2014’te gösterime girdi.
Bolu Aladağlar, Afyon ve İstanbul’da çekilen ve yapımcıları Ayfer ve Avni Özgürel olan filmin senaristleri Atilla Ünsal ve
Nil Gülgeç Ünsal, yönetmeni ise Burak
Cem Arlıel. Başrolleri Murat Yıldırım,
Selma Ergeç ve Baki Davrak paylaşıyor.
Türkiye’de bu tür filmler çok fazla çekilmiyor, hele ki dış Türkler’in çektiği
ıstıraplardan memleketin genelinin hiç
haberi yok. İşin ironik ya da trajikomik
tarafı ise sürekli olarak ecdat edebiyatı
yapan bu ülkenin insanlarının önemli
bir bölümünün dedesinin, atasının yerlerinden, yurtlarından edilerek Balkanlardan, Kafkaslardan gelmek zorunda
kalanlar olması…
Bazen düşünmüyor değilim. Bu ülkenin
sokaklarında her gün Suriyelileri görüp
de vatanın kıymetini anlamayanlara
vatanın kıymetini anlatmak, kendileri
vatansız kalmadıkça, mümkün mü diye.
Ama bazen bir sanat eseri, bir film, farkında olmadığımız değerleri kavramakta
yaşadığımız gerçeklerden çok daha etkili oluyor. Tıpkı, 80’lerin ikinci yarısında
ülkemize göç etmek zorunda bırakılan
Bulgaristan Türklerinin dramını anlatan
“Belene” dizisi gibi…
Biz yaşadığımız acıları kolay unutan bir
toplumuz zira. Ermeni Tehciri meselesinden herkes haberdardır da milletimizin geneli ne Kırım ne de Ahıska Türkleri’nin sürgününden haberdardır. Hatta
100’üncü yılı henüz dolan Balkan Savaşlarında açıkça soykırıma uğradığımızdan
bile bahsetmeyiz.
Filmle ilgili “abartı ve ajitasyon olarak
değerlendirilir” endişesi ile vatan hasreti vb. bazı duyguların yeterince hissettirilemediği gibi eleştirilerin olması muhtemeldir. Yine de; sade bir izleyici olarak
görüntü kalitesinin, kostümlerin çok başarılı olduğunu söylemek mümkün.
Esir kampı koşullarının da hiç abartıya
kaçmadan gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı ortada ve etkilenmemek mümkün
değil. Başrol oyuncuları Murat Yıldırım,
Selma Ergeç ve Baki Davrak çok başarılı.
Özellikle bir Nazi subayını canlandıran
Baki Davrak ile Marya rolündeki Selma
Ergeç’in performansları göz doldurucu.
Oysa bu topraklar ve
bu millet, zulüm gören
herkese, Çerkes’inden
Kürd’üne, Boşnak, Arnavut,
Çeçen’ine herkese kucak
açmıştır. Tıpkı bugünlerde
Suriyelilere olduğu gibi…
“Uğruna öldüğü şeyin büyüklüğüdür, insanı ölümsüzleştiren…” repliği kafanıza
kazınmış olarak çıkıyorsunuz filmden…
Mevcut durumda yine Rus işgali altında
olan Kırım Türklerinin yaşadıklarını göstermesi ve de bir işgalin başka bir işgale
ya da bir zulmün başka bir zulme tercih
edilemeyeceğini göstermesi açısından
kesinlikle izlenmesi gereken bir film “Kırımlı”…
Bu sebeple, yapılan bu tür filmlere destek olmak gerektiği kanaatindeyim ve
yapımcısından yönetmenine, oyuncusundan set işçisine, bu filme emek veren herkese teşekkürü borç biliyorum.
Elbette Cengiz Dağcı’yı da rahmetle anıyorum.
SENCE 2014 Sayı 6
31
SENCE
Ziya Gökalp
Geleceğin Devleti
Müslüman Muasır Türklerden
oluşacaktır
Mustafa YİĞİT ⎟
T
oplumlar bugünkü devlet, siyaset ve yönetim anlayışlarını geçmişten miras alırlar. Bu anlamda her toplum, önceki nesillerden miras olarak aldıkları kurumların, değerlerin
ve davranış biçimlerinin yükünü taşır. Diğer bir deyişle, ekonomik,
sosyal, siyasal, idarî ve kültürel anlayış ve yapılanmalar tarihi bir sürekliliğe ve kendine özgü bir niteliğe sahiptirler. Devletler, milletler
ya da başka parametreleri esas alarak yapılan toplum analizlerinin
hepsi için geçerli olan söz konusu nitelikler, aynı zamanda belirli bir
değişimi ve dönüşümü de içerir.
İşte Türk toplumundaki bu değişim ve dönüşümü en iyi izah eden
sosyologlardan biri Ziya Göklap’tir. Gökalp bundan tam yüz otuz
sekiz yıl önce 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, amcası tarafından büyütülmüştür.
Gökalp’in siyasal düşünce tarihinde Türkçü düşünür şeklinde
ün yapmış olması, onun doğduğu yer ve ailesi üzerine spekülasyonları da beraberinde getirmiştir. Gökalp üzerine yapılan
spekülasyonların en önemlisi onun Kürtlüğüne dairdir. Uriel
Heyd gibi kimi yazarlar, Gökalp’in kendi ailesinin Türk kökenli olduğunu iddia ederken Gökalp’in yalnızca baba tarafına değindiğine dikkat çekmektedirler ve anne tarafından Kürt kökenli olma olasılığı üzerinde durmaktadırlar.
Ama etnik kökenden daha önemli olanı, dedeleri Türk
olmayan bir yöreden gelmiş olsa bile, Gökalp’in kendisini Türk sayması dikkat çekicidir. Gökalp İstanbul’a ilk
gelişinde (1896) “Türk olduğumu hissettim…Cedlerim
Türk olmayan bir bölgeden gelmiş olsa bile, kendimi
Türk sayarım. Çünkü bir adamın milliyetini tayin eden
ırki menşei değil, terbiye ve duygularıdır” diyecektir.
32
www.sencedergisi.com
Gökalp, bu üç etkiyi kafasında uzlaştırabilmek yeteneğini göstermiştir. Okul
onu düzenli, yöntemli ve Batı kültürünü öğreten bir aydın yapmıştır. Namık
Kemal’in etkisindeki Gökalp ulusçudur.
Doğu eserleri ise zengin bir ufuk açarak, Gökalp’i bilgin ve düşünür yapmıştır. O da bu üç kültür kaynağını birleştirerek deneysel bilimli, Doğu felsefeli,
vatansever bir Türkçü olmuştur . Bu
sentez hayatının diğer safhalarında da
etkili olmuş onun siyaset felsefesinin
de temelini oluşturmuştur.
Ziya Gökalp düşüncesine tesiri olan
başka bir isim ise 1890’lı yılların başında Diyarbakır’a gelen Abdullah Cevdet
olmuştur. Ziya Gökalp’in dikkatini sosyal ve siyasi konulara, bilhasa Fransız
sosyolojisine çeken O’dur. Hatta Gökalp’i İttihat ve Terakki’ye üye yapan
kişi olarak da bilinmektedir. Gökalp
İstanbul’a gittiğinde İbrahim Temo
ve İshak Sükuti (Derneğin kurucuları)
tarafından dernek andı ettirilmiş yine
onlar tarafından Veteriner okuluna sokulmuştur.
1908 Meşrutiyetinden sonra İttihat
Terakki’nin Diyarbakır Şubesini kurmuş, daha sonra 1910 yılında Selanik’te İttihat Terakki Genel İdare Kurulu Üyeliğine seçilmiş, cemiyette uzun
süre dersler vermiş, kongreler düzenlemiş, genelgelerini yazmıştır. Burada
yazı hayatına Genç Kalemler dergisinde Türkçülükle ilgili önemli makaleler
kaleme almaya başlamış, Turan fikrini,
Turan manzumesinde, Kızıl Elma, Alageyik, Altun Yurt, Altun Ordu gibi şiirlerinde ortaya koymuştur.
Ziya Gökalp’ın Türk düşüncesine katkıları özellikle Diyarbakır’dan Selanik’e
geldiği, İttihat ve Terakki azası olarak
seçildiği dönemden itibaren başlar.
Gökalp, siyaset bilimi açısından en
etkili, en önemli yazılarını da bu dönemde kaleme alır.
Ziya Gökalp, Birinci Dünya Harbi yenilgisi sonrası üniversitede sosyoloji
dersi verirken tutuklanmış, sonra da
Malta’ya sürgün gönderilmiştir. İki buçuk yıl kadar sonra sürgün hayatı son
bulmuş, Ankara’ya dönmüş, oradan
Diyarbakır’a geçmiştir. Burada Küçük
Mecmua dergisini çıkararak milli mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme
almıştır. İstiklal Savaşı sonrası Marif
Vekaleti, Talim Terbiye Encümeni Reisliğine atanmış daha sonra da Diyarbakır Mebusu seçilmiştir. Cumhuriyetin
ilk anayasasını düzenleyenler arasında
yer almıştır. Hastalanması sonucu 24
Ekim 1924 yılında vefat etmiştir.
Gökalp’e göre sosyal devrim, eski hayatı beğenmeyerek yeni bir hayat yaratmaktır. Yeni hayat; yeni iktisat, yeni
aile, yeni ahlak, yeni hukuk ve yeni siyaset demektir. Gökalp, İmparatorluk
çökerken onun küllerinden doğacak
Yeni Hayat’ı anlatmaya başlamıştır
bile…
Gökalp’e göre memleketin kurtuluşu
köklü ve yenilikçi fikirler sayesinde
milli şuur ve milli vicdanın uyanmasına bağlıydı. O bunun için Türkçülüğü
sistemleştirmeye ve halk ile aydın arasındaki yabancılığı ortadan kaldırmaya
çalışmıştır. Gökalp’e göre bir milletin
hem kendi manevi değerlerinin tümü
olan harsa hem de bir medeniyet ailesine bağlanması için aydınlara düşen
iki görev vardır: Halka doğru gitmek,
Değer
Ziya Gökalp’in özgeçmişine ilişkin yazılarından anlaşıldığına göre, öğrencilik
hayatı üç etkinin altında kalmıştır: Biri,
klasik okul öğrenimidir; bu ona Batının
deneyli bilimlerini öğretmiştir. Öteki,
o dönemde okuduğu Namık Kemal,
Ziya Paşa gibi kişilerdir; Onlar kendisine vatanseverliği aşılamıştır. Üçüncüsü, ona Doğu düşünürlerini tanıttıran
Hasip Bey’dir.
Gökalp kısa süren yaşamında
çok sayıda eser ortaya
koymuştur. Türkleşmek,
İslamlaşmak Muasırlaşmak
(1918) Türkçülüğün Esasları
(1923) Türk Töresi, Türk
Medeniyet Tarihi, Doğru Yol
gibi kitaplarının yanı sıra, Genç
Kalemler, Halka Doğru, İslam
Mecmuası, Yeni Mecmua,
İçtimaiyat Mecmuası, Küçük
Mecmua gibi pek çok dergide
makaleleri yayınlanmış ve
bunlar doğumunun yüzüncü
yılında 1976 yılında Makaleler
adı altında toplanmıştır.
Batıya Doğru gitmek. Halka doğru gitmek millet güzidelerinin kendi harslarını aramalarıdır. Çünkü hars halktadır.
Medeniyet ise Seçkinlerde, yani güzidelerdedir. Güzideler halka iki amaçla
gidebilir. Halktan, harsi bir terbiye almak için, halka medeniyet götürmek
için. Batıya doğru gitmek ise batı ilim,
fen ve tekniğini çelişkisiz şekilde ve ikiliğe düşmeksizin kabul etmek, öğrenmek ve bununla halkı yükseltmektir.
Ancak batı taklitçisi olmamak için bu
ortak medeniyet içinde milli şahsiyetin yani harsın (Kültür) korunması
şarttır.
Usta bir makale yazarı olan Gökalp,
sadece ondört yıllık bir süre içinde
çağdaş Türkiye’nin kamu felsefesini biçimlendirmiştir. Makaleleri, denemeleri, şiirleri ve dergilerle gazetelerdeki
öğretici öykülerinin sayısı dört yüzü
aşmaktadır.
SENCE 2014 Sayı 6
33
SENCE
Yine Türk edebiyatının ve siyasi tarihinin en güzel ve merak uyandırıcı metinleri olan Gökalp’in Malta’dan kızları
Seniha, Hürriyet, Türkan ve eşine yazdığı mektuplar damadı Ali Nüzhet tarafından “Ziya Gökalp ve Malta Mektupları” adlı eserde toplanmıştır.
Gökalp birçok farklı konuda -millet,
milliyetçilik, kültür, medeniyet, din,
efsane, eğitim vs. düşüncelerini detaylı bir biçimde işlemiştir. Bu eserleri,
Osmanlı son dönemi modernleşme
hareketleriyle Cumhuriyet arasındaki
zaruri bir halkadır. Ziya Gökalp’i ele
alırken bu gerçeği göz önünde bulundurmak gereği vardır.
Gökalp ilk teferruatlı kitabı olan
“Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” adlı eserinde bu sentezini inşa
ederken, bu öğelerin her birine hakkını vermeye çalışmıştır. Gökalp, geleneksellik - çağdaşlık, süreklilik-değişim, milliyetçilik- enternasyonalizm ve
ahlakçılık-maddecilik İslamcılık-laiklik
ikilemlerini, çağdaşlarından çok daha
ölçülü bir şekilde ele alabilmiştir.
Yeni kurulan Türkiye’nin yolunu Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak olarak çizmiştir.
Ziya Gökalp; “Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Bu cereyanların
tarihi tetkik olunursa görülür ki, mütefekkirlerimiz iptida (Muasırlaşmak)
lüzumunu hissetmişlerdir. Üçüncü
Selim devrinde başlayan bu temayüle
İnkilap’tan sonra (İslamlaşmak) emeli
iltihak etti; son zamanlarda ortaya bir
de (Türkleşmek) cereyanı çıktı.” der
ve Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak eserinin devamında Türklük
cereyanının Osmanlılığın “muarızı”
(karşıtı) değil, aksine onu “teyid eden”
bir cereyan olduğunu söyler. “Türklük,
(Kozmopalitik)e karşı, İslamiyet ve Osmanlılığın hakiki istinatgahıdır” diye-
34
www.sencedergisi.com
rek yeni bir Osmanlılık anlayışı ortaya
koyar ve bu cereyanı da üçlü terkibin
dışında bırakmaz.
Bundan sonra İslamcılığı ele alan Gökalp Gabriel Tarde’ın “beynelmilel
hisinin (Kitap)tan tevellüt ettiği” fikrinden yola çıkarak, “Kitap”ın “dinin
ve dinden müştak (türemiş) olan sair
marifet ve ilimlerin yani medeniyetin
umde(prensip), kaide ve düsturlarını
mücerred ve kat’i bir üslüpla yazarak
milletlerin arasında müşterek olan
hayatı, yani beynelmilliyet ruhunu
ibda eder” diyerek, Balkan Savaşı’nı
örnek gösterir. Bu muharebeler Avrupa vicdanının bugün de “Hıristiyan
vicdanından başka bir şey olmadığını
göstermiştir; aynı şekilde Türklerin felaketlerine iştirak edenler de “Turan”
kavimlerinden Macarlar, Moğollar,
Mançurlar değil, bilakis Çin’in, Hind’in
Cava’nın, Sudan’ın ismini bilmediğimiz “Müslim kavimler”dir. Bu yüzden
Türkler Ural-Altay dil ailesine mensup
oldukları halde kendilerini “İslam milleti” addederler. Gökalp’in vardığı hüküm şudur: “Türklükle İslamlık, biri
milliyet diğeri beynelmilelliyet mahiyetlerinde oldukları için aralarında
asla tearuz (zıtlık) yoktur” diyerek
Türklükle İslam arasında bir karşıtlık
değil bilakis bir uyum olduğunu ifade
eder.
Daha sonra Batıcılık meselesini ele
alır Gökalp. O’na göre “Batıcılık (asriyet, modernleşme) “alet”ten ortaya
çıkmıştır. Muasırlaşmak, Avrupalılar
gibi zırhlar, otomobiller, tayyareler
yapıp kullanabilmek demektir; şekilce
ve maişetçe Avrupalılara benzemek
değildir.( …) Asriyet ihtiyacı, bize, Avrupa’dan yalnız ilmi ve ameli aletlerle
fenlerin iktibasını emrediyor. Türkleşmek ve İslamlaşmak arasında bir
zıtlaşma olmadığı gibi, bunlarla muasırlaşmak arasında da bir “çekişme”
yoktur. Bunlar “bir ihtiyacın üç muh-
telif noktadan görülmüş safhalarıdır.”
Bu itibarla “Muasır bir İslam Türklüğü
ibda etmeliyiz.” Diyerek yeni kurulacak Cumhuriyet’e de yol gösterir.
İşte bu üç düşünce akımını analiz ettikten Gökalp şöyle bir hükme varır:
Geleceğin devleti, Muasır Müslüman
Türklerden oluşacaktır.
Gökalp Türkleşme meselesini Türkçülük üzerinden analiz eder ve Türkçülüğü “Türk milletini yükseltmek” olarak
tanımlanır. Gökalp burada millet tanımını da ele alır ve milleti “ aynı eğitimi
görmüş, ortak bir dili, duyguları, idealleri, dini, ahlakı ve estetik duyarlılığı
paylaşan bireylerden oluşan topluluk”
olarak betimler. “Millet bir devlete,
müstakil bir harsa milli bir iktisada
malik olan cemiyettir. Millet ne ırki
ne kavmi ne coğrafi ne siyasi, ne de
iradi bir zümredir. Millet lisanca, ahlakça, bediyatça, müşterek olan, yani
aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir zümredir.” demek suretiyle
Türk milliyetçiliği üzerine yaftalanmaya çalışılan “Irkçılık” söylemlerini de
Türk milliyetçiliğinin fikir babası olarak
bu tanımlamalarla çürütür.
Gökalp’in Türkçülük siyaseti tamamıyla Türk ve Müslüman kalmak şartıyla
Batı medeniyetine girmektir. Ona göre
Batı medeniyetine girmeden önce ise
milli kültür meydana çıkarılacaktır.
Milli kültür ise köylerdedir. Değiştirilmesi gereken sadece medeniyettir,
kültürümüz korunacaktır.
Gökalp, bugün yapılan dil tartışmalarına da “Türkçülüğün Esasları” adlı
eserinde o günden cevap vermiş, yolumuzu aydınlatıcı tespitler ve öneriler sunmuştur.
“Lisan’da Türkçülük yapacağız. Milli
lisanımız İstanbul Türkçesidir. Türkçesi bulunan ve hiçbir özel anlamı
olmayan kelimeleri artık lisanımız-
Gökalp’in bu tespiti bugün yapılan
Osmanlıca tartışmalarını aydınlatabilecek bir niteliğe sahiptir. İstanbul
Türkçesinin tüm Türk dünyasının Türkçesi haline getirmek hem pratikte hem
de tarihsel gerçeklere daha uygundur.
Gökalp yalnızca Türkçü değil, Turancı
bir aydındır da. Dönemin şartları gereği Mustafa Kemal Atatürk gibi o da
Turancı’lığı ön plana çıkarmamış olsa
da , dönemin okul kitaplarında Turan
ülkeriyle ilgili bilgilere yer verilmesi,
eski Türk destan ve masallarının küçük dimağlara yerleştirilmesi suretiyle
bu bilincin uyandırılması sağlanmıştır.
Gökalp’in “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne de Türkistan; Vatan büyük ve
müebbet bir ülkedir; Turan!” sözlerinin arkasında da nihai hedef Turan
olarak belirtilmiştir. Gökalp “Dün Türkler için bir milli devlet hayaldi gerçek
oldu, Kızıl Elma yani Turan mazide
gerçekleşmişti, şimdi neden gerçekleşmesin?” diyerek Turan’a inancını
da ortaya koymuştur.
Cumhuriyetin İdeoloğu Gökalp’in
Türkçülüğün Esasları kitabı 1939’da
basılır.
Gökalp, bir düşünür ve eylem adamı
olmanın yanı sıra, aynı zamanda bir
ideologdur. Gökalp, hem yaşadığı dönemdeki siyasi oluşumları etkilemiş,
hem de Cumhuriyet rejimine dayalı
yeni bir ulus-devlet yaratma ve devletin ideolojisinin oluşturulması sürecinde Mustafa Kemal’e yol gösterici
olmuştur. Hatta Gökalp’in 1923 yılında yazdığı “Türkçülüğün Esasları”
adlı eserinin Cumhuriyet Türkiye’sinin
temel ideolojisini biçimlendirdiğini rahatça söyleyebiliriz. Gökalp’in ortaya
koyduğu soyut fikirlerin büyük bir kısmı, Atatürk devrinde pratiğe aktarılarak yaşama geçirilmiştir.
Ancak, Gökalp yeni kurulan Cumhuriyetin ideoloğu olmasına rağmen.
Türkçülüğün babası, Mustafa Kemal
Atatürk’ün “manevi babam, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” sözlerine
rağmen, hakettiği yeri ve değeri yetirince bulamamıştır. Öyle ki, Ziya Gökalp’ın en çok okunan ve üzerinde en
çok fikir yürütülen kitabı ”Türkçülüğün
Esasları”dır. Bu eserin yeni alfabeyle
basılması bile 1939’dur. Harf inkılabından tam 11 yıl sonra basılmıştır. Diğer
kitapları ve makalelerinin derlenmesi
ise yukarıda da değinildiği gibi onlarca
yıl sonradır.
Sonuç;
Türkiye’deki her siyasi hareket Ziya Gökalp’in yanında veya karşısında bulunmak gibi bir konumda bulunmuştur.
Ziya Gökalp’in düşünce sisteminde
ve sosyo-kültürel nazariyesinde Türk
Milliyetçiliğinin özel bir yeri vardır.
Türk Milliyetçiliği Gökalp’in eserlerinin merkezinde yer alır. Devletin Türk
Milliyetçiliğine elverişli olmadığı dönemlerinde bile Yeni Hayat adıyla yazdığı makale ve şiirlerinde milliyetçilik
mefkure olarak ele alınmıştır. Devletin
yapısında meydana gelen siyasi ve içtimai köklü değişiklikler zorunlu olarak
milliyetçiliğe yöneldiğinde en akılcı,
sistematik makalelerini de Türk Milliyetçiliği ekseninde kaleme almıştır.
Türk Milliyetçileri de Ziya Göaklp’i bu
yönüyle Türkçü olduğu için, sürekli bu
eksende Onun eserlerini işlemişlerdir. Bu da daha çok kültürel ve sosyal
yönü ağır basarak yürümüştür. Mesela, millet, milliyetçilik, milli kültür,
medeniyet gibi konular hep ön plana
çıkarılmıştır haklı olarak. Gökalp’in düşüncesinde ikinci planda kalsa da siyaset felsefesi, iktisadi ve dini düşüncesi
az incelenen sahalardır. Sol cenahta
ise Ziya Gökalp hiç de olumlu olarak
ele alınmamıştır. (Taha Parla hariç).
Hatta CHP’nin sürekli olarak kullandığı, çoğu zamanda istismar ettiği ve
ambleminde de bulunan 6 okun Gökalp’in ürünü olduğunu bu parti mensupları bile pek bilmez. Yine İslamcılar
için de Gökalp Osmanlı döneminin bir
düşünürü olmasına rağmen, Cumhuriyeti kuran iradenin ideoloğu, batıcı
inkılapların akıl hocası olarak hep tepkiyle karşılanmıştır.
Değer
dan atmalıyız. Halkın kullandığı dil,
Türkçe’nin temeli olmalıdır. Bir milletin kamusuna girmiş kelimeler, artık
milletin milli lisanına malolmuştur.
Eski Türkçe kelimeleri diriltmeye gerek yoktur. Ancak, Arapça ve Acemce
kaideler kaldırılmalıdır”
Doğu ve Batı kültürüne ve dillerine
vakıf olan Ziya Gökalp doğuyu batıyı
meczetmiş düşünce birikimiyle Türk
tarihini de çok iyi öğrenmiş ve tahlil
etmiştir. Düşüncelerini Emile Durkheim, Gabriel Tarde gibi sosyologların
yöntemleriyle, kadim Türk İslam tarihi kaynaklarını harmanlayarak olgunlaştırmıştır. Ömrünün sonuna doğru
“Türk Medeniyeti Tarihi”ni yazmaya
başlamış ne yazık ki bitirememiştir. Yarım kalan bu eseri bile Türk tarihinin
pek çok meselesini çözüme kavuşturmuştur. O bu sağlam tarihi alt yapısıyla, analizleriyle fikirlerini sağlam
materyallere dayandırmıştır. Ayrıca
dönemin en güçlü fikir akımlarını birleştirmeyi denemiş ve bunu “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”
olarak ifade etmiştir. Ortaya attığı formüle dayanarak, Türk milletindenim,
İslam ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim şeklinde kendini ifade
eden Ziya Gökalp’in bugünkü sosyal
olaylara ışık tutacak bu tanımlamasını
yeniden düşünmek gereği vardır. Gökalp’in ortaya attığı bu formül, yüzyıllardır tartışılan kimlik sorunumuza da
farklı bir açılım getirmesi bakımından
son derece mühim bir iddiadır ve tazeliğini hala korumaktadır.
SENCE 2014 Sayı 6
35
SENCE
Çalışan, Üreten, Yol Gösteren Sendika
Türk Büro-Sen
Türk Büro-Sen’in Genç
yöneticileriyle
17 - 19 Ekim 2014
tarihleri arasında
“Kurumsal Aidiyet
Eğitimi” gerçekleştirildi.
Bu eğitime Türkiye’nin
dört bir yanından gelen
90 yöneticimiz katıldı.
Bir İlke Daha İmza Attık
“Sivil Memur Çalıştayı”
Tüm kamu çalışanlarının olduğu gibi, Askeri işyerlerinde ve
Emniyette çalışan sivil devlet memurlarının da hiç şüphesiz
ki, ekonomik ve sosyal birçok sorunları vardır. Yıllardan beri
her platformda kamu çalışanlarının sorunlarını çözmek için
mücadele eden Sendikamız, Askeri işyerlerinde ve
Emniyette çalışan sivil devlet memurlarının sorunları ve çözüm önerileri çalıştayını 21-23 Kasım 2014
tarihinde gerçekleştirerek bir ilke imza atmıştır.
Bu çalıştay neticesinde ortaya çok güzel görüş ve
öneriler çıkmıştır. Sendikamız tarafından, çalıştay
sonuçları kitap haline getirilmiş ve bu sonuçlar
başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Savunma
Bakanı, İçişleri Bakanı olmak üzere, Tüm Kuvvet
Komutanlıklarına, Emniyet Genel
Müdürlüğüne, Bakanlıklara, Siyasi
Parti Lider ve Grup Başkanvekilleri
ile İlgili Kurumların yöneticilerine
gönderilmektedir.
Bu çalıştaya katılarak, görüş ve
önerileriyle katkı sağlayan tüm
üyelerimize teşekkür ederiz.
36
www.sencedergisi.com
Sendika
Antalya’da 8 - 9 Kasım 2014 tarihlerinde
şube başkanı ve il temsilcilerimizin
oluşturduğu 90 kişi ile 8 grup olarak, 2
günde Türk Büro-Sen için
SWOT analiz çalışmasını yaptık.
İki gün boyunca yoğun bir şekilde
çalışarak sendikamızın bu gününe ve
geleceğine katkı sunan yöneticilerimize
teşekkür ediyoruz.
İronik Memleket Manzarası
Bir Garip Adam
KUŞÇU
“Kiminin her şeyi var AÇ,
kiminin malı mülkü yok TOK…”
Geçmeyen paraların adam yaptığı adamlara yergiler
Antalya-Ankara yolculuğunun soluklanma noktasının adı Kuşçu
Akseki’den geçerken görülmesi gereken adam… Sorgulatı veriyor
bütün kıymetlilerinizi. Mümkün başka dünyalardan haber veriyor
size. “Geçmeyen akçeler biriktiriyorsun
sen” diyor. Geçen akçenin ne olduğunu
söylemiyor. Lafın tamamını söyleyip
seni yerle bir etmek istemiyor, muhatabının ferasetine güvenmek istiyor.
Bir beyaz güvercin sal göklere
Kuşçu; bir kanadı umut, bir
kanadı onur göremediğimiz sislerle kaplı gelecekten
muştular getirsin gagasında
bizlere
Kuşçu: “Sen yaparsan bir işi
Allah’ta seninle olur.” Memleketin yükünü kaldıran dostlar
kuşçu emeğin kutsaliyetini bu sözlerle anlattı. Bunca anlamın yerle yeksan, bunca değerin ayaklar altında olduğu bir
döneme inat, dağa, taşa, oduna yüklenmiş ince anlamları
işaret etti bize…
Kuşçu’nun gözüyle gezdik Akseki’yi, memleketin kara
evlatları belki onlar… Adaletine güvendiği Allah’tan başka kimsesi olmayanlardan Kuşçu; İçten içe onu küçücük
bırakan korkusunu dillendirirken ses derinden geliyordu. Dilin tohumu olduğunu bilen Kuşçu, taşıdığı yükün
ağırlığından kurtulmak istercesine dosta döktü derdini,
“Memleket kötüye gidiyor… Bölecekler…”
Kıyısında konakladığı otoyolun hikâyesini anlattı; “İşlerini
düzgün yapmıyorlar. Kötü malzeme, kötü işçilik altı ayda
bir asfalt yeniliyorlar. Bundan önceki müteahit en son
ben gariban mısırcıya geldi. Akseki’ye inmek için dolmuş
parası istedi, 5 lira verdim. Efendim; “Denizden, kardeşten, devletten çalan iflah olmaz…” bunlarda dolmuş parası isteyecek…”
Antalya-Ankara yolu üzerinde Kuşçu, soluklamak istediğiniz vakit karşınıza çıkıyor. Geçerli akçeler biriktiriyor
kesesinde sen geçmeyen paraya çalışıyorsun diyor gülümseyerek. İçtiğiniz çayın bir bedeli olduğunu düşünüyorsunuz gönül kırmaktan korkarak bir şeyler yapmak
istiyorsunuz. Niyetiniz ayan beyan siz daha söze dökmeden cevap geliyor. “Evinize gelen misafire ikram ettiğiniz
çayın parasını alır mısınız? Diyor” Ah! Kadim coğrafya…
Ah! Kadim vatan, anlamı derinliklerinde saklı bir garip
adam Kuşçu…
* Hülya KORKMAZ Antalya Ankara Yol Hikayesi
SENCE 2014 Sayı 6
37
SENCE
İz Bırakan Kadınlar…
Kırmızı Ebe…
Banu KIRAN ⎟ Yazar
Hayat iz bırakmak için mi yaşanır…?
Onların amacı hayat’a iz bırakmak değil, hayatı koşulsuz sevgi ile yaşamaktı,
örnek olacaklarını bile düşünmeden koşulsuz sevgi ile yaşayıp hayat’a iz bırakmışlardır…
Yaşadıkları yerler farklı da olsa hayat yolculukarı hep aynı idi o bilge kadınların…
Hepsinin yaşadıkları zorluklara rağmen kendine göre özellikleri mevcuttur bu bilge kadınların.
İşte bunlardan birisi olan yaşadığı çoğrafya ya isim analığı dahi yapmış olan Kırmızı Ebe …
A
nadolu Selçuklu Devleti hükümdarı olan Alaaddin Keykubat Rum kalesini fethetmek üzere yola çıkar. (Günümüzde Ankara Kızılcahamam sınırları içerisinde bulunan Taşlıca köyüne uğrar).
Bu köyde yıllar önce gelip yerleşmiş Kırmızı Ebe ve oğlu
Oruç yaşar.
Köye gelen askerler Kırmızı ebe tarafından karşılanır.
Kırmızı ebe askerlere ayran ikram etmek ister ve yeni
hazırlamış olduğu yayık ayranını orada bulunan taş oluğa döker.
Askerler ayrandan içmek ve kaplarını doldurmak üzere
sıraya girerler.Bütün askerler hem ayranlarını içer hemde kaplarını doldurular. Ama taş olukta ki ayran bitmez.
Bu sırada askerler ve kırmızı ebe arasında şu diyalog
geçer…
- Doldurun Gazilerim,
- Doldur Ana,
- Doldurun yavrularım,
- Ana, dolu
38
www.sencedergisi.com
Anadolu isminin bu diyalogdan geldiği konuşulur anlatılır… Kırmızı Ebe, bir yayık ayranla bir orduyu doyurmuştur.
Kırmızı Ebe’nin ‘azı çok etme’ kerameti yayılarak sultanın kulağına gider. Olanlara ilgi duyan sultan, kadının
manevi yönünün farkına vararak yanına gider ve “Ana,
dile benden, ne dilersen dile.” der ve karşılığında,
“Sağlığını dilerim sultanım.” cevabını alır.
Bu asil cevap karşısında irkilen ve saygısı artan sultan,
teklifinde ısrar edince Kırmızı Ebe, sırtına sardığı uyuyan
yavrusunu işaret ederek:
“Sultanım ! Şu uyuyan yetim yavrum için biraz yiyecek
ve büyüdüğünde kâfire karşı gaza yapması için hayır
duanızı dilerim.”
Bunun üzerine Alaaddin Keykubat:
Taşlıca Köyünü ve civarını Kırmızı Ebe’ye ve Oruç Gazi’ye
vakfeder, köyden vergi alınmaması için ferman buyurur
ve bütün köy arazisini vakfettiğine dair beratı yazdırıp
Kırmızı Ebe’ye verir.
G
ünümüzde ülkelerin en
önemli sorunlarından biri
de yolsuzluk (çürümüşlük)
olarak tanımlanan unsurun temelini
oluşturan kayıt dışı ekonomidir.
Kayıtdışı ekonomi; kamu idarelerinin
denetiminin dışında kalan, üretime
konu olan, hiçbir belgeye ve gerçek
kayıtlara dayandırılmadan gelir elde
edilmesi, elde edilen bu gelirin devlet
otoritelerinden saklanarak vergi kaçırılmasıdır.
Kayıt dışılık; yer altı ekonomisi, yarı
kayıtlı ekonomi ve hiç kayıtlara girmeyen ekonomi şeklinde üç gurupta toplanabilir. Kayıt dışılığın ortaya çıkmasında ve boyutlarının genişlemesinde
rol alan faktörler;
• Ekonomik ve finansal faktörler,
• Hızlı nüfus artışı ve köyden kente göç,
• Krizler,
• Siyasi istikrarsızlık,
• Yasaların açık ve anlaşılır olmaması,
sık sık değiştirilmesi,
• Vergi oranlarındaki yükseklik,
• Kamu kurumları arasındaki iletişim
eksikliği, denetimindeki yetersizlik,
• Yüksek enflasyon,
Yolsuzluk
Ercan HAN ⎟
Bir ülkenin sahip olduğu ekonomik yapı ve buna bağlı yapısal
özellikleri kayıt dışılığın ortaya çıkmasında önemli rol oynar.
Kayıt dışı ekonominin şekillenmesinde ağırlıklı olarak siyasi,
hukuki, demokratik ve sosyo-ekonomik yapıların ön plana
çıktığı görülmektedir.
• Özel finans kuruluşları ile kamu kurumları
arasındaki bilgi akışındaki eksiklikler,
• Gelişen teknolojinin iyi kullanılamaması,
• Firma düzeyinde iç ve dış piyasalarda rekabet
gücünün azalması,
• Firmalar açısından kayıt dışı kalmanın avantajları,
• Küreselleşmeye bağlı esnek üretimin ortaya
çıkması,
• Ülkedeki gelir dağılımındaki adaletsizlik,
• Zayıf kurumsallaşma ve yaptırımların yetersizliği,
• Siyasetçi, bürokrat ve özel sektör ilişkilerinin
dejenerasyonu şeklinde sıralanabilir.
Ülkemizde çürüme ya da diğer adıyla yolsuzluk, her
ne kadar son yıllarda sıkça gündeme gelse de aslında oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Bakanlara kadar uzanan soruşturmalar, bu illetin ne denli ciddi
boyutlara ulaştığını ortaya koymaktadır.
Çalışma Hayatı
Kayıtdışı Ekonomi ve
SENCE
Yaşanan gelişmeler çürümenin yalnızca alt yetki gruplarında değil, en
üst düzey yönetim kademelerine
kadar ilerlediğini göstermektedir.
Ülkemizin geleceğini karartan asıl
sorun da rüşvet ve yolsuzluğun üst
düzey bürokratlar, yargı üyeleri ve
siyasilere kadar ulaşan bu akıl almaz boyutudur.
Neresinden bakılırsa bakılsın yolsuzluğun içinde ahlaksızlık, kanunsuzluk ve suistimal unsurları bir arada bulunmaktadır.
Özellikle son 10 yılda
Türkiye’de meydana gelen
toplumsal değişim, insan
ihtiyaçlarını sonsuza
doğru geliştirirken; ahlak,
kanunlara uyma ve toplum
çıkarlarını kişisel çıkarların
üstünde tutma eğilimlerinin
aşınmaya uğramasına yol
açmıştır. Artan ihtiyaçları
karşılamak yolunda, mevki
ve servet edinimi için her
türlü hilenin, birey nezdinde
mübah görüldüğü bir kişilik
yapılanması oluşturulmuştur.
Kamuda yolsuzluk genellikle iki nedenden ortaya çıkmaktadır. Birincisi, hizmetlerin sunumu sırasında
kurallara uyma zorunluluğu nedeniyle yavaşlayan sistemi hızlandırmak isteği; ikincisi, hukukun zorunlu kıldığı halleri aşabilmek için kamu
görevlilerinin hizmet sunmak durumunda oldukları kişilerden rüşvet
almalarıdır.
40
www.sencedergisi.com
Türkiye’de kamusal boyutta en çok
yolsuzluk yapılan alanlar kamusal
istihkak ve sözleşmeler, ihracat ve
ithalat izni veren lisanslar, arazilerin
parsellenmesi, devlet gelirlerinin
toplanması (gümrük veya vergiler),
hükümet atamaları ve belediyeler
olarak tespit edilmiştir.
gılanmıştır. Söz konusu bakanlardan
beşi beraat ederken, bir bakan da
yol açtığı zararı ödemeye mahkûm
olmuştur. Adları yolsuzluk dosyalarında geçen onlarca eski bakan gizli
hesaplaşmalar, anlaşmalar sayesinde Yüce Divan’a çıkmaktan kurtulmuştur.
Yolsuzluğun diğer etki alanları arasında ise düzenlemeler ve yetkiler
(işyeri ruhsatı almak, vergi vermek,
araba alımı, emlak komisyonları),
piyasa fiyatlarının altında mal ve
hizmet temin etmek ve partilerin
finansmanı konuları sayılabilir.
Kayıt dışı ekonominin ve buna bağlı
olarak ortaya çıkan yolsuzluğun; demokrasi ve hukuk düzeni üzerinde
yarattığı etki son derece önemlidir.
Bürokrasinin kalitesi, kamu sektöründeki ücret seviyeleri, ceza sistemi, kurumsal kontrollerin etkisizliği
ve yöneticilerin kötü örnek teşkil
etmeleri de yolsuzluğa etki eden
faktörler olarak ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde medyanın
siyaset üzerinde ve
siyasilere duyulan sempati
ve güven bağlamında ne
denli önemli olduğu inkâr
edilemez bir gerçek olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Medya patronlarının kamu
ile ilişkili başka iş kollarında
da faaliyet göstermeleri,
medya ve siyaseti karşılıklı
çıkarlar konusunda bir araya
getirmektedir.
91 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca
ortaya atılan yüzlerce yolsuzluk iddiasına karşın bugüne kadar Yüce
Divan’da sadece 12 eski bakan yar-
Kayıt dışı ekonominin büyümesi,
ekonomide olumsuz etkiler yaratarak bütçe açıklarına, haksız rekabete yol açarak milli gelirin adaletsiz
dağılımına ve kaynakların verimsiz
kullanımına yol açmaktadır.
Devletin vergi gelirlerinin azalması sonucunda, devletin borçlanma
ihtiyacının ortaya çıkması ve faiz
oranlarının yükselmesi nedeniyle
yatırımların düşerek, işsizliğe ve kayıt dışı istihdama neden olan kayıt
dışılık kamu hizmetlerinin etkinliğinin ve kalitesinin düşmesine de kaynak teşkil etmektedir.
Kayıt dışı faaliyetlerin
artması, toplumun ahlaki
değerlerinin bozulmasına
ve yasadışı faaliyetlerin
yaygınlaşmasına, devlet
otoritesine olan güveni
azalmasına; bireylerin
sorunlarını rüşvet, suiistimal
ve mafya gibi yasa dışı
yollardan çözme yoluna
gitmesine neden olur.
Kayıt dışı görülen
ekonomilerde en büyük
sorunlardan biri de
çalışma hayatını olumsuz
yönde etkileyen kayıt dışı
istihdamdır.
Kayıt dışı çalışan birey, sosyal haklardan yararlanamadığı gibi sağlık
ve sosyal yardım giderleri nedeniyle
kamu harcamalarını artırıcı bir etki
yaratır. Bu da sosyal güvenlik sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını
zorlaştırmaktadır.
Kamusal hayatı çepeçevre
sarmış olan yolsuzluk
illetinin doğurduğu engeller,
gerek yerli gerekse yabancı
yatırımcıları ülkemizden
kaçırmakta ve başka ülkelere
yönlendirmektedir.
Yolsuzluklar sonucunda yanlış yönlendirilen harcamaların verimli
alanlara gitmesi engellenmekte,
devletin vergi ve diğer gelirlerinin
olabileceğinden daha düşük kalmasına neden olmaktadır.
Büyüme tersine bir seyir izlemekte,
yoksulluk artmakta, kamu hizmetleri için yapılan harcamalar azalmaktadır.
Kamuda yatırımların büyük çoğunluğunun verimsiz alanlara gitmesi so-
nucunda, kamu gelirleri azalmakta,
gelirleri ve giderleri yolsuzluk kıskacında yok olan devlet de daha fazla
vergi artışı ve daha fazla zam yaparak faturayı millete çıkarmaktadır.
Kayıt dışının ve yolsuzluğun yok
edilmesi bağlamında; ekonomide
gereksiz yere bürokrasiyi artıran
uygulama ve kontrollerin ortadan
kaldırılması yerinde olur. Vergilerin
basitleştirilmesi ve vergi idaresinin
güçlendirilmesi kamu ihalelerinde
saydamlığın sağlanması önemlidir.
Kamu kuruluşlarında işe
almalar tarafsız ve güvenli
bir şekilde gerçekleştirilmeli,
yolsuzluğa ve usulsüzlüğe yol
açacak hiçbir uygulamaya
imkân sağlanmamalı,
İşte yükselme ve terfide
“liyakat” ilkesinden asla
vazgeçilmemelidir.
Toplumda yolsuzlukla mücadelede
açıklık ancak bilgi ve haberlerin özgür bir ortamda kamuoyuna aktarılması ile mümkün olur. Bunun için
de en çok yazılı ve görsel basının
tarafsızlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda medyanın olaylar
karşısında tarafsız kalabilecek yapıya sahip olması, bir ön şart olarak
gözükmektedir.
Yolsuzluklarla mücadelenin güçlü ve
devamlı olabilmesi için kamuoyunun
hükümetler üzerinde baskı mekanizmalarını çalıştırması ve sivil toplum
örgütlerinin bu konudaki duyarlılığını artırması bir gerekliliktir.
Aynı zamanda yargının,
siyaset alanındaki
yolsuzlukların üzerine
daha sağlıklı gidebilmesi
için dokunulmazlık zırhına
sığınanların da yargı ve
ceza kapsamına alınması
zorunluluktur.
Çalışma Hayatı
Kayıt dışılık, devlete karşı bir başkaldırı (ekonomik anarşi) yaratarak
devlet otoritesini sarsar ve moral
değerleri bozar.
Kayıt dışı ve yolsuzlukla mücadele
bir devlet politikası haline getirilmelidir.
Etkin bir denetim sistemi getirilmeli, bu bağlamda güçler ayrılığı ilkesini zedeleyecek her türlü müdahaleden kaçınılmalı, siyasetin yasama ve
yargı üzerinde kurduğu baskılar yok
edilmelidir.
Etkin bir vergi sistemi kurulmalı,
vergi ceza sistemi hem adil hem de
önleyici olmalıdır.
Bütün bu düzenlemelerin ötesinde
yolsuzlukla mücadele için kesin bir
siyasi kararlılık gerekmektedir.
Yolsuzluğun önlenmesi
çerçevesinde ne denli kanun
ve düzenleme bulunursa
bulunsun, bu kanunları
uygulama yetenek ve
azminde bir siyasi güce
mutlak ihtiyaç vardır.
Gerekli eğitimden yoksun olarak,
ahlaki ve milli bütün melekelerini
kaybetmiş bir toplum karşısında
hiçbir kanuni düzenlemenin etkisi
olamaz. Bu, yalnızca yolsuzluk değil,
tüm suçlar için aynıdır.
SENCE 2014 Sayı 6
41
Kimler
Geldi
BÜLENT ECEVİT
(28 Mayıs 1925-5 Kasım 2006)
Değerli basın mensupları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a
indirme ve çıkarma harekâtı başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde
insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı
bir çatışma olmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız
Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Adaya gidiyoruz.
Bu karara ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten
sonra mecbur kalarak verdik. Bütün dost ülkelere, bu arada son
zamanlarda yakın istişarede bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselelerin müdahalesiz ve diplomatik yollardan halledilebilmesi için gösterdikleri
iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer
bu çabalar sonuç vermediyse elbette sorumlusu bu iyi niyetli
gayretleri gösteren devletler değildir. Tekrar bu hareketin insanlığa milletimize ve tüm Kıbrıslılara hayrılı olmasını dilerim.” (20
Temmuz 1974 - Kıbrıs Barış Harekatı’nın başladığını bildiren konuşması.)
GÖÇMEN
... Yurdum olmadan sıladayım
Kimsem ölmeden yasta
Yollarda gözlediğim ne
Mektuplarda beklediğim ne
42
... Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
Buralara konmuş göçmen olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
(12 Ocak 1905-11 Aralık 1975)
Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru, yine yürürüz yayan,
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen, tunç yürekli Türkleriz!
Milleti millet yapan kaidelerin içinde millî semboller
de bulunduğu için bir milleti yıkmak isteyenler onun
millî sembollerine de hücum ederler.
Bir toplumun millî sembolleri olmadı mı artık sürüleşmiş demektir. Bilginlerine, profesörlerine ve her
şeyine rağmen onun koyun sürüsünden veya karınca
yuvasından farkı yoktur.
Millî sembollere saldıranlara dikkat edilmelidir: bunu
cehalet veya hamakatlarından mi, yoksa gizli maksatlarından mı yapıyorlar?
Millî sembol olan Oğuz Han”a dil uzatıldı mı, biliniz
ki, o, bilerek veya bilmeyerek düşman için çalışıyor
demektir.
Millî sembol olan Bozkurt”a köpek diyenler için de
durum aynıdır. Üstelik onlar aynada kendilerini görmektedir.
Nihal ATSIZ, Ötüken, 13 Nisan 1974, Sayı: 5
Kimler
Geçti...
CAHİT SITKI TARANCI
(4 Ekim 1910-13 Ekim 1956)
Memleket İsterim
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Otuz Beş Yaş Şiiri
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
ADNAN MENDERES
(1899- 17 Eylül 1961)
“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer
zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara
götürdüğünüzde deyiniz ki; Adnan
Menderes Hürriyet uğruna koyduğu
başını 17 sene evvel almadığınız için
sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek
için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme
kadar metanetle gittiğimi, silahların
gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?
Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi
ve efendinizi yine de 1950’de olduğu
gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi millet el ele
vererek Adnan Menderes’in ölüsü
ebediyete kadar sizi takip edecek ve
bir gün sizi silip süpürecektir. Buna
rağmen duam sizlerle beraberdir”
MEHMET AKİF ERSOY
(20 Aralık 1873-27 Aralık 1936)
“Toprakta gezen gölgemi toprak çekilince,
Günler şu heulayı da, er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nereden
bilecektir?
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,
alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir.
Çalış, çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.”
Bir dost meclisinde Mehmed Akif gayet
hararetli bir şeyler anlatmaktadır. Sonradan
görme zenginin biri bu meclise gelir selam
verir ancak herkes Akif’i dinlediğinden kimse
duymaz selamı ve almazlar dolayısıyla. adam
Akif’e sataşmak için.
– Oo Üstad ne sallıyon yine?” der. Akif istifini
bozmadan:
– Senin ne kadar iyi bir insan olduğunu
sallıyorum.
“Ne İbrettir Kızarmak Bilmeyen Çehren,
Bırak Kardeşim Tahsili ; Git Önce Edep, Haya
Öğren.”
43
SENCE
Yasal Boyutlarıyla
İş Kazası Kavramı
Kimya Yük. Müh. Yasin PEKEROĞLU ⎟ A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
Ü
lkemizde her yıl meydana
gelen yüz binlerce iş kazası,
binlerce ölüm, yaralanma
ve büyük maddi kayıplara neden olmaktadır. Bu nedenle de “iş sağlığı ve
güvenliği” sorunu gündemdeki yerini
uzun yıllardır korumaktadır.
YILLAR
KAZA SONUCU
ÖLÜM
YILLAR
KAZA SONUCU
ÖLÜM
2000
1.165
2007
1.044
2001
1.002
2008
866
2002
878
2009
1.171
2003
811
2010
1.454
2004
843
2011
1.710
Öyle ki, Türkiye iş kazalarında Avru2005
1.096
2012
745
pa’da birinci dünyada ise üçüncü sıra2006
1.601
2013
1.235
da yer almaktadır. Oysa gelişmiş ülkeler, iş kazalarına yönelik önlemlerle,
Resmi istatistiklere göre (2000-2013) ülkemizde yaşanan iş kazaları sayısı ve
iş kazaları sonucunda hayatını kaybeden çalışan sayısı.
başta toplumsal eğitim ve bilinçlendirme ile sorunun çözümüne önemli
katkıda bulunmuş ve bu yolda önemli yol kat etmişlerdir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda iş kazası; işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hale getiren
olay olarak tanımlanmıştır. Ancak her yaşanan olay iş kazası olarak değerlendirilemez. Bu hususta belirleyici yasal düzenleme 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 13. maddesindeki unsurlardır. İlgili maddeye göre:
• Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
• İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
• Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi
nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
44
www.sencedergisi.com
• Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı
yere gidiş gelişi sırasında,
meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaylar iş kazası olarak
sayılmaktadır.
Ülkemizin de taraf olduğu çalışma yaşamına ilişkin esaslar
hakkında faaliyet gösteren ILO’nun (International Labour
Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü), iş sağlığı ve
güvenliği alanında kabul etmiş olduğu sözleşme ve tavsiyelerde beş ana ilke bulunmaktadır. Bu ilkeler; Önleme,
Koruma, Uyarlama, Geliştirme ve Hafifletmedir.
Basit güvenlik tedbirlerinin alınmamasının
ise oldukça yüksektir. Yine İLO tarafından
yapılan çalışmalara göre iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan ekonomik
kaybın ülkelerin gayri safi hasılalarının %4’ü
olarak tahmin edilmektedir.
İş kazalarının önlenmesine yönelik önlemlerin tarif edilmesinin temel amacı, çalışanların huzur ve güvenliğidir. Çalışanların çalışma ortamlarındaki tehlikelerden uzak ve
güvenli çalışma ortamının yaratılması temel
hedeftir.
masına yönelik sorumluluğun sadece işveren ve çalışanlara
ait olmadığını ve Devlet tarafından da paylaşıldığını göstermektedir. Ancak Devlet’in bu sorumluluğu, çoğunlukla
işyeri denetimi, yasalara aykırılıklar halinde ise kapatma ya
da idari para cezası gibi yaptırımları uygulamak olduğu bir
gerçektir.
Çalışma Hayatı
• Kanunun sigortalı sayılanlar kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
Bu bakımdan, işyerlerinde sağlık ve güvenlik uygulamalarının asıl sorumluları işveren, işveren vekili, üçüncü kişilere
ve çalışanlara aittir. Yani, meydana gelen iş kazaları sonuçları itibariyle maddi ve manevi yönden, işçi ve işveren tarafından paylaşılmaktadır.
Yaşanan her türlü iş kazası sonrasında belli bildirimlerin
yapılması yasal olarak bir zorunluluktur. Anılan Kanuna
göre kazadan sonra çalıştıran işveren tarafından, o yer yetkili kolluk kuvvetlerine (Polis, Jandarma) derhal ve Sosyal
mali boyutu
Güvenlik Kurumuna da en geç kazadan sonraki üç işgünü
içinde (Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği
Ek-7 Formunu tanzim ederek), iş kazasının
Türkiye,
işverenin kontrolü dışındaki yerlerde meydana gelmesi halinde, iş kazasının öğrenildiiş kazalarında
ği tarih itibariyle bildirilir. 6331 sayılı İş SağAvrupa’da birinci lığı ve Güvenliği Kanununun 14. maddesi
gereğince sağlık hizmeti sunucuları kendiledünyada ise
rine intikal eden iş kazalarını, en geç on gün
üçüncü sırada
içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirmesi
gerekmektedir.
yer almaktadır.
Anayasamızın 49. maddesi’nin ikinci fıkrasında da yer alan;
“Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek ve çalışma hayatını geliştirmek için; çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik
bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” hükmüyle
de, çalışanların sağlık ve güvenliğini de içerecek biçimde
çalışma hayatı tüm yönleriyle teminat altına alınmıştır.
Dolayısıyla emredici hukuk kuralı statüsünde olup, ayrıntıları ve yaptırımları özel kanunlarla da düzenlenmiştir.
Yürürlükteki 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Kanunu ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu yanı sıra ilgili ikincil mevzuat konumuz açısından önem arz etmektedir.
Nitekim sosyal hukuk devletimizin temel işlevi açısından
Anayasal hükümler, çalışma hayatında iş gücünün korun-
Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde, Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla
soruşturma yapılabilir.
Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların
gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa,
Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler, ödemenin yapıldığı tarihten itibaren gerçeğe aykırı
bildirimde bulunanlardan, yasal olarak tahsil edilir.
Özellikle belirtilmelidir ki, bir olayın iş kazası olarak nitelendirilmesi, işverenin her durumda bu kazadan sorumlu
tutulmasını gerektirmez.
Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında bir iş kazasından işverenin sorumlu olması için, işverenin iş güvenliği önlemlerini
alma ve özen gösterme yükümlülüğüne aykırı davranışı veya
ihmal göstermesi sonucu kaza meydana gelmiş olmalıdır.
SENCE 2014 Sayı 6
45
SENCE
İş kazası halinde yaşanan olayın SGK mevzuatı açısından iş
kazası olabilmesi ve böylece çalışanların sigorta yardımlarına hak kazanabilmeleri, öncelikle kaza ile meydana gelen
zarar arasında, “uygun illiyet bağı (neden – sonuç ilişkisi)”
olmasını gerektirmektedir. Ayrıca yapılan adli ve idari incelemeler sonucunda tespit edilen bilgi/belgeler ışığında
kazaya neden olanların kusurlarının belirlenmesi gerekmektedir.
İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin
hukuki sorumluluğunun niteliği Yargıtay’ın kararlarında da
benimsediği görüşe göre, kusura dayanmaktadır.
İsviçre ve Türk Hukuk Sistemi’nde özel bir düzenleme söz
konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. İşverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında
uygun bir illiyet bağı yoksa işverenin
sorumluluğundan söz edilemez.
Kusur sorumluluğunda üç halde illiyet
bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden,
zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusurudur.
Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin
bütün sorumluluk halleri için geçerli
olduğu vurgulanmaktadır. Kusurlu olmadığı halde işvereni, meydana gelen
zarardan sorumlu tutmak adalet ve
hakkaniyet duygularını incitir. Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu’nun 18.03.1987
tarih ve 1986/9- 722 Esas, 203 Karar
sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde her işverenin, işyerinde çalışanların sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için
gerekli olanı yapması ve bu husustaki şartları sağlaması ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu
yüce Türk Mahkemeleri tarafından birçok davada karara
bağlanmıştır.
Kaza geçiren çalışan açısından öncelikle geçici işgöremezlik, sürekli işgöremezlik (meslekte kazanma gücü kaybına
göre), maluliyet ve nihayetinde vefat etmesi halinde ise
mirasçıları bakımından bazı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
En önemlisi maddi, manevi, destekten yoksun kalma tazminatları yanı sıra Kurumun rücu davaları gündeme gelecektir. Kusurlu bulunanlar hakkında da Türk Ceza Kanununun
46
www.sencedergisi.com
ilgili maddeleri gereğince de ceza davaları açılabilmektedir.
Böylece zarar görenin zararlarının giderilmesi için konu ilgili kanunlarla güvence altına alınmıştır.
İş kazası sonucu 5510 sayılı Kanununa göre hak sahiplerine
sağlık yardımları dışında ana başlıklar halinde özetle aşağıdaki yardımlar yapılır.
İş kazası veya meslek hastalığına bağlı nedenlerden dolayı
ölen sigortalının hak sahiplerine, tespit edilecek aylık kazancının % 70’i gelir olarak bağlanır. Ölüm aylığı dul eşine,
çalışmayan gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18
yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını,
yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların veya yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla
beraber sonradan boşanan veya dul
kalan kızlarının her birine, evlât edinilmiş, tanınmış veya soy bağı düzeltilmiş
veya babalığı hükme bağlanmış çocukları ile sigortalının ölümünden sonra
doğan çocuklara aylık bağlanır.
Cenaze ödeneği, sırasıyla sigortalının
eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa
ana babasına, o da yoksa kardeşlerine
verilir.
Son olarak gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi
sayılabilir. Hak sahiplerine bağlanacak
aylıkların toplamı ise sigortalıya ait aylığın tutarını geçemez.
Sonuç olarak, kazalar beklenmeyen, istenmeyen ve kaçınılamayan olaylardır. Ülkemiz açısından
değerlendirildiğinde yasal düzenlemelerde iş sağlığı ve
güvenliği tedbirleri ve yaptırımları ne kadar iyi tarif edilse
de bireylerin bilinçlendirilmesi, işveren nezdinde maliyet
unsuru olarak algılanmasının engellenmesi ilgili taraflarca etkin bir denetim mekanizması oluşturulması oldukça
önemlidir.
İş kazalarının yaşanmaması için alınacak önlemler sadece
işverenin ve çalışanların değil, sendikaların, üniversitelerin
sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının, kısacası toplumun görevidir.
Unutulmamalıdır ki önlemek,
ödemekten daha ucuzdur.
İçimizden Biri
Aşık
Adnan Özcandan
...
İnsan ölür eseriyle yaşarda
Güneş sabah doğar akşam aşarda
Dereler Bahar’da dolup taşarda
Sevdalar damarda gözlenir Elif
...
Dalgalansın al bayrağım durmasın
Gazinin şehidin kanı var onda
Rabbim esirgesin zeval vermesin
Kefensiz yatanın canı var onda
...
...
Tarihi okurum ilham alırım
Zerre toprağına kurban olurum
Yurdum için göz kırpmadan ölürüm
Kara sevdalıyım ben bu vatana
...
1960 yılında Adana’nın Kozan ilçesine bağlı, Acarmantaş Köyünde,
Ali’den olan Fatma’dan doğan halk aşığımız Adnan Özcandan, 11 yıl
kara sevdalısı olduğu eşi Birgül Hanımla evli olup Alişan ve Ruhtan’ın
babasıdır.
Kozan Vergi Dairesinde memur olarak çalışan Özcandan sayısız aşıklar festivaline ve şiir etkinliklerine katılmış 1995 yılında Milli Prodüktivite Merkezi’nin açmış olduğu şiir yarışmasında Türkiye genelinde
1.’lik ödülü almıştır. BİZİM KÖYÜN MUSASI, AYBÜKE ve ELİFLERİN
GÜZELİ adlı 3 şiir kitabı bulunmakta olan şairimiz aynı zamanda Kozan Otağ TV’de Türkü Pınarı isimli programı yapmaktadır.
...
ÖZCANDAN vatanın varlığı için
Ebedi huzuru dirliği için
Bu asil milletin birliği için
Türkçe konuş Türkçe düşün Türkçe sev
Erkekçe sev yiğitçe sev mertçe sev
SENCE 2014 Sayı 6
47
SENCE
Elektronik Atıklar ve
Geri Dönüşüm
Yunus Şevki KİBAR ⎟
T
eknolojinin gelişmesi bir taraftan hayatımızı kolaylaştırırken, diğer taraftan teknolojik kirliliğe sebep olmaktadır. Birçoğumuzun evi, işyeri kullanılmayan elektronik
eşyalar ile doludur. Birçok insan da kullanılmayan bu eşyaların nasıl değerlendirebileceği konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Burada muhakkak ki devletin konu ile ilgili
farkındalığın oluşması açısından yaptığı çalışmaların yeterli olmayışının etkisi büyüktür.
48
www.sencedergisi.com
Çevre
Kullandığımız dayanıklı
tüketim malzemeleri
ortalama 10-15 yılda
atık haline gelirken bu
süre bilgisayarlar için
ortalama 2-5 yıl ,da ve
cep telefonları için ise 18
ay gibi kadardır..
Kullandığımız dayanıklı tüketim malzemeleri ortalama 10-15 yılda atık
haline gelirken bu süre bilgisayarlar
için ortalama 2-5 yıl ,da ve cep telefonları için ise 18 ay gibi kadardır. Bu
kapsamda, atık elektrikli ve elektronik eşyaların (AEEE) geri kazanımı,
geri dönüşümü ya da bertarafına ilişkin olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü
Yönetmeliği (AEEE Yönetmeliği)” 22
Mayıs 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anılan Yönetmelikte elektrikli ve
elektronik eşyalar; “alternatif akımla
1000 Volt’u, doğru akımla da 1500
Volt’u geçmeyecek şekilde elektrik
kullanımı tasarlanmış olan, uygun
bir biçimde çalışması için elektrik
akımına veya elektromanyetik alana
bağımlı olan eşyalar ve bu akım ve
alanların üretimi, transferi ve ölçümüne yarayan eşyalar” olarak tanımlanmıştır.
Atık elektrikli ve elektronik eşyaların
geri kazanımı; atıkların yeniden kullanılmasını, enerji elde etmek veya
fiziksel ya da kimyasal olarak işlemlerden geçirilerek yeni bir ürün elde
etmek amacıyla toplanmasını ifade
ederken, geri dönüşüm ise atıkların
fiziksel/kimyasal işlemlerden geçirilerek tekrar hammadde ya da yeni bir
ürüne dönüştürülmesi olarak tanımlanmaktadır.
Elektrikli ve elektronik atıkların uygun
yöntemlerle geri kazanım/geri dönüşüm veya bertaraf edilme işlemlerine
tabi tutulması ve doğru geri dönüşüm yönetimi izlenmesi çevrenin koruması için büyük önem taşımaktadır.
Zira bu tür atıklardan çeşitli türlerde
zehirli maddelerin yayılması ile çevre
ve insan sağlığı tehlikeye girebilmektedir. Geri dönüşüm ile birlikte zararlı
maddelerin suya ve toprağa karışması önlenmesi amaçlanmaktadır.
Diğer taraftan, uygun yöntemlerin
kullanılması halinde bir ton cep telefonu atığından, diğer değerli metallerin yanında, 230 gram altın elde
edilebilmektedir. Bunun yanında bu
atıkların toplaması, ayrıştırılması,
bertaraf edilmesi, geri dönüşümü
yeni istihdam alanları da sağlamaktadır.
AEEE Yönetmeliği; belediyelere, tüketicilere, üreticilere, dağıtıcılara ve
işleme tesislerine belirli sorumluluklar yüklemektedir.
Söz konusu Yönetmelik uyarınca; belediyelerin nüfuslarına göre getirme
merkezi oluşturma ve atık elektrikli
ve elektronik eşya toplama başlangıç
tarihlerine aşağıdaki tabloda yer verilmektedir.
Belediye Nüfusu
Getirme Merkezi Oluşturma ve AEEE
Toplama Başlangıç Yılları
400.000’den fazla
1/5/2013
200.000-400.000 arası
1/1/2014
100.000-200.000 arası
1/1/2015
50.000-100.000 arası
1/1/2016
10.000-50.000 arası
1/1/2017
10.000’den az
1/1/2018
SENCE 2014 Sayı 6
49
SENCE
Toplanan elektrikli ve elektronik atıkların, getirme merkezlerine aşağıda
sınıflandırılmış altı eşya grubu için
ayrı konteynerlerde biriktirilerek getirilmesi gerekmektedir:
EEE Kategorileri
2013
2014 2015 2016 2018
1. Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları
0,05
0,09
0,17
0,34
0,68
2. Büyük beyaz eşyalar (Buzdolabı/ soğutucular/
iklimlendirme cihazları hariç)
0,1
0,15
0,32
0,64
1,3
3. Televizyon ve monitörler
0,06
0,10
0,22
0,44
0,86
4. Bilişim ve telekomünikasyon ve
tüketiciekipmanları (Televizyon ve monitörler
hariç)
0,05
0,08
0,16
0,32
0,64
3. Televizyon ve monitörler,
5. Aydınlatma ekipmanları
0,01
0,02
0,02
0,04
0,08
4. Televizyon ve monitör dışındaki bilişim, telekomünikasyon ve tüketici
ekipmanları,
6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik
aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları,
izleme ve kontrol aletleri
0,03
0,06
0,11
0,22
0,44
TOPLAM EVSEL AEEE (kg/kişi-yıl)
0,3
0,5
1
2
4
1. Buzdolabı, soğutucular ve iklimlendirme cihazları,
2. Buzdolabı, soğutucular ve iklimlendirme cihazları dışındaki büyük beyaz eşyalar ve otomatlar,
5. Aydınlatma ekipmanları,
6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve
elektronik aletler, oyuncaklar, spor
ve eğlence ekipmanları, tıbbi cihazlar, izleme ve kontrol aletleri.
Belediyeler; atık toplama amacıyla
kullanılan araçlar üzerinde “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşya Toplama Aracı”
ibaresinin bulunmasını sağlamak, toplanan evsel nitelikli elektrikli ve elektronik eşya atıklarını lisanslı işleme
tesislerine göndermekle yükümlüdür.
Türkiye’de, özellikle ülkenin batısında,
birçok belediye ve dağıtıcı elektronik atıkların toplanması konusunda
çalışmalara başlamış bulunmaktadır.
Sakarya ve Kocaeli Büyükşehir Belediyeleri, toplama sistemleri ile bu
çalışmalarda başı çeken belediyelere
örnek verilebilir. Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi atık toplama noktalarını
elektronik atığı da kapsayacak şekilde
oluşturmuştur.
eşya üretilirken, yıllık 539 bin ton e-atık ortaya çıkmaktadır ve atık miktarının 2020 yılında 894 bin tona ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Dağıtıcılar ise; evsel nitelikli atık elektrikli ve elektronik eşyaların muhafazasının sağlanması amacıyla toplama kutusu veya konteyner
bulundurmakla ve ayrıca, yeni bir ürün sattıklarında, tüketici tarafından talep edilmesi
halinde eş tipte ve aynı
işlevi gören eski eşyayı
almakla yükümlüdür.
Bu çerçevede; AEEE Yönetmeliğinin
uygulanması ile ekonomik kazanımların yanında çok sayıda zehirli maddenin çevreye yayılması da engellenmiş
olacaktır.
2010 yılı için yapılan tahminlere göre Türkiye’de
üreticiler bir yılda 812 bin
ton elektrikli ve elektronik
50
Yıllara Göre Toplama Hedefi
(kg/kişi-yıl)
www.sencedergisi.com
Mevcut durumda atık elektrikli ve
elektronik eşyaların toplanması ve
geri kazanım oranının %1 bile olmadığı ifade edilmekle birlikte, AEEE Yönetmeliği ile konulan toplama hedefleri yukarıdaki tabloda verilmiştir.
Bunun yanında; özellikle tüketicilerin
yeni bir elektrikli veya elektronik eşya
satın aldıklarında satıcıların aynı mahiyetteki eski eşyalarını almak zorunda
oldukları konusunda bilinçlendirilmesinin uygun olacağı, bu konuda kamu
spotları dâhil farkındalığın arttırılmasına yönelik çalışmaların yapılmasının
gerektiği değerlendirilmektedir.
Hamza
YERLİKAYA
Kalbi, Türk güreşi ile atan
herkese başarılar diliyorum…
Röportaj: Uğur AKTEMUR
SENCE
Hamza Yerlikaya Kimdir?
3 Haziran 1976 yılı İstanbul doğumluyum ama aslen Sivaslıyım. Küçük yaşlarda başladığım Ata sporumuz güreşte 2 Olimpiyat, 3 Dünya ve 8 Avrupa
Şampiyonluğu kazandım. 17 yaşında
büyükler kategorisinde dünya şampiyonu olarak bir ilki başardım ve Dünya
Güreş Birliği (UWW) tarafından şahsıma “Asrın Güreşçisi” ünvanı verildi.
Sporculuk hayatımın ardından Adalet ve
Kalkınma Partisi’nde 23. Dönem Sivas
Milletvekilliği yaptım. Meclis hayatımın
ardından ekmek yediğim kapıya vefa
borcumu ödemek için 22 Ekim 2012 tarihinde Türkiye Güreş Federasyonu’nda
başkanlık koltuğuna oturdum. 2 yıldır
yürüttüğüm görevimde bütün mesaimi
Türk güreşi için harcıyorum.
Neden güreş sporu?
Aslında küçük yaşlardayken futbola
meraklıydım ve iyi de oynuyordum.
Ama babam Mustafa Yerlikaya ile ağabeyim Muttalip Yerlikaya, eski güreşçilerdir. Yaşıtlarıma göre daha iyi olan
fiziksel kuvvetimi fark etmeleri ile birlikte güreşe başlamam bir oldu. Ben
de mindere çıktığım ilk andan itibaren
aşık olduğum güreş sporunu aralıksız
bir şekilde 20 yıl boyunca icra ettim.
Güreş ve çeşitleri hakkında
bilgi verir misiniz?
Güreş, grekoromen ve serbest stil olmak üzere ikiye ayrılır. Grekoromen
stil güreşte mindere çıkan sporcular,
bel üstünden yaptıkları hareket ve
oyunlarla birbirlerini mağlup etmeye
çalışırlar. Yani ayaklara dalmak yasaktır. Belli bir süre puan alınamadığı ve
oyun kitlendiği zaman, hakem düdüğünü çalarak pasif tarafa ihtar verir
ve diğer sporcu kündeye girerek rakibi karşısında salto ve çırpma yoluyla
puan almaya çalışır. 8 sayı fark yakalayan güreşçi, zaman bitmese bile teknik üstünlükle maçı kazanır.
Serbest stil güreşte ise belirlenen kurallar çerçevesinde bütün oyunlar uygulanabilir. Tek dalma, çift dalma, kafa-kol
ve birçok taktiğin uygulanabildiği serbest güreşte 10 sayılık farkı yakalayan
güreşçi, teknik üstünlükle kazanarak
minderden galibiyetle ayrılır.
Bir de yağlı güreş vardır. Tarihimiz boyunca Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet,
Kel Aliço, Adalı Halil ve birçok efsane Başpehlivanımızın gelip geçtiği Er
Meydanlarında yapılan yağlı güreşler,
soluksuz bir şekilde izleyebileceğimiz
heyecan dolu müsabakalara sahne
olur. Bunların en ünlüsü de tabii ki 653
yıldır her sene Edirne’de yapılan Kırkpınar Tarihi Yağlı Pehlivan Güreşleridir.
Aktif spor hayatında
yapmadığım dediğiniz bir
şey var mı?
Şöyle bir geriye baktığımda “Neden
bunu da yapmadım” dediğim bir şey,
çok şükür yok. Çünkü dünya güreş
tarihinde bir ilki başardım. Avrupa,
dünya ve olimpiyat şampiyonluklarını defalarca yaşadım. Ama şampiyon
olduktan sonra hepsini unuttum. Bir
sonraki şampiyonaya konsantre oldum. Eğer sakatlanmasaydım, 2008
Pekin Olimpiyatları’nda da ülkemi
temsil edebilirdim. Maalesef kaderin
önüne geçemiyorsunuz. Takdiri İlahi
diyelim…
Federasyonun çalışmaları
hakkında bilgi verir
misiniz?
2012 yılında göreve geldiğimizde belki de bir enkaz devralmıştık. Birçok
konuda sıkıntılar vardı ve borçlular
kapıya dayanmıştı. Devletimizin ve bakanlığımızın destekleri ile borçlarımızı
sıfırladık ve bütçemizi doğru bir şekilde sadece Türk güreşi için kullanarak
durumumuzu düzelttik. Bunun yanı
sıra önem verdiğimiz konulardan birisi
de kurumsallık. Şu anda federasyonumuzda herkes ne iş yapacağını biliyor
ve bu konuda hareket ediyor. Sporcularımızın ve antrenörlerimizin işlemleri artık kısa sürede yapılıyor.
52
www.sencedergisi.com
Spor
Sporda şiddet ve doping için neler
söylersiniz?
Şiddet ile spor kelimelerinin aynı cümle içerisinde telaffuz
edilmesi bile üzüntü verici bir durum. Ata sporumuz güreşte
şiddet, asla kendine yer bulamaz. Çünkü bizim sporcularımız,
“Peygamber Sporu” olarak nitelendirdiğimiz güreşin ahlakı ve
terbiyesi ile büyümüşlerdir. Diğer branşlarda gördüğümüz şiddet olayları da umarım en kısa sürede son bulur.
Doping konusuna gelirsek, kullanan kadar bunu temin eden
de suçludur. Özellikle Hükümetimizin ve Spor Bakanlığımızın
“Sıfır Tolerans” politikası ile hareket ederek kimseye göz açtırmıyoruz. Şampiyonalar öncesinde bütün kamplarda gizlice
doping numunesi alıyor ve bunları testlere sokuyoruz. Başta
Güreş olmak üzere Türk sporu, neredeyse doping belasından
kurtulmak üzere. İnşallah bir daha doping kelimesini bu ülkede duymayız.
Bu spora ilgi duyan çocuk/gençlerimiz
için önerileriniz nelerdir ? Nerelere
başvurabilirler?
Bu ülkede doğan bütün çocuklar, ilk olarak iyi bir pehlivan
olmanın hayaliyle büyürler. Zaten doğal olarak ilk yaptıkları
spor güreştir. Küçük yaşlardayken aile içerisinde kardeşleriyle,
sokakta arkadaşlarıyla güreş tutarlar. Yani, bizim insanımızın
ruhunda güreşçilik vardır. Bu yolda çalışan ve azmeden kişiler,
büyüdüklerinde başarılı birer sporcu olurlar.
Bu kardeşlerime önerilerim, hiçbir zaman pes etmeden çalışmalarıdır. Bizim dönemimizde malzeme ve minder sıkıntısı
vardı ama şu anda biz bu sorunları çözdük. 81 ile tam 200 güreş minderi ve kulüplerimize malzeme göndererek camiamıza
tam destek verdik. Bunun yanında Türkiye Şampiyonalarında
tartıya giren sporcularımıza malzeme setini (Eşofman, Tişört,
Çorap, Mayo ve Şort) bizzat elden teslim ettik. Kısacası şu devirde çok büyük şansa sahipler ve bunu iyi değerlendirmeliler.
Gençlerimiz için, Ata sporumuz güreşe başlamalarının birçok
yolu var. Türkiye’nin farklı şehirlerinde düzenlediğimiz Türkiye
Şampiyonalarına ferdi olarak katılabilirler, yaşadıkları şehirlerdeki kulüplere başvurabilirler veya Gençlik Hizmetleri ve Spor
İl Müdürlüklerine giderek ve oradaki güreş antrenörleriyle görüşerek spor hayatlarını başlatabilirler.
Kalbi, Türk güreşi ile atan herkese başarılar diliyorum…
SENCE 2014 Sayı 6
53
SENCE
Sırdaşlarımızın
Güvenliği
Şifre belirleme
sınırlanmadırmalarına
Ülkü DAVUTOĞLU ⎟ Bilişim Uzmanı
sadık kalın ve yeterince
karmaşık şifreler
G
ünümüzde bir çoğumuzun elinden bırakmadığı, her türlü bilgimizi
kendisi ile paylaştığı sırdaşları bilgisayar ya da akıllı telefonlar… Konumuz, bu sırdaşlarımızın ve bunlarla paylaştığımız her türlü verinin ve bilginin güvenliği.
Bilgi ve bilgisayar güvenliği, bilgisayar sistemlerinde yer alan bilgilere izinsiz
erişimin ve hasar verilmesinin; bu bilgilerin izinsiz kullanımının, değiştirilmesinin, ifşa edilmesinin engellenmesine yönelik uygulamalardır. Bilgisayar
güvenliği, sadece bilişim sistem yöneticilerini ya da bu konuda uzman kişileri
değil tüm kullanıcıları ilgilendirir.
54
www.sencedergisi.com
belirleyin. Şifrelerinizi
kimse ile paylaşmayın.
Şifreniz mutlaka büyük
harf, küçük harf, rakam
ve noktalama işaretlerinin
kombinasyonundan
oluşturun.
Teknoloji
Bilgisayar ve/veya akıllı telefon kullanan herkesin cihazlarını ve her türlü şahsi verilerini koruyabilmesi
için asgari güvenlik kuralarını bilmesi gerekir. Zira, güvenliğin sağlanmasında teknik ayrıntıların ve teknik
koruma yöntemlerinin payı %10 iken, basit kullanıcı uygulamalarının payı %90’dır.
Bilgisayar güveliği için kullanıcıların takip etmesi gereken altı basit öneri aşağıda sıralanmaktadır:
1.
Bilgisayarınızın ekranını kilitleyin. Bilgisayarınızı ve/veya akıllı telefonunuzu kullanmadığınız zamanlarda bu cihazların ekranlarını kilitleyin. Kullanmaya ara verdiğiniz en kısa süreler için bile
kilitleme işlemini unutmayın. Verilerimizin en çok fiziksel olarak en yakınlarımızdakiler tarafından ele
geçirildiği gerçeğini unutmayın.
2.
Şüpheli donanımları kullanmayın. Kardeşinizin, eşinizin, patronunuzun, en yakın arkadaşınızın,
çocuğunuzun… Kimin olursa olsun zararlı yazılım(virüs, solucan vb.) içerdiğini düşündüğünüz cd,
flash disk, taşınabilir hard disk gibi donanımları bilgisayarınızda kullanmayın.
3.
Şifrelerinizin güvenliğine dikkat edin. CERT/CC (Computer Emergency Response Team / Coordination Center)’in verilerine göre, ağ güvenliğinin sorunlarının %80’i yetersiz şifrelerden kaynaklanmakta. Bu nedenle, şifre belirleme sınırlanmadırmalarına sadık kalın ve yeterince karmaşık şifreler belirleyin. Şifrelerinizi kimse ile paylaşmayın. Şifreniz mutlaka büyük harf, küçük harf, rakam ve noktalama
işaretlerinin kombinasyonundan oluşturun.
Karmaşık Şifre Belirleme Önerileri (1)
Sayı da içeren bir cümle kurun, ve noktalama işareti ekleyin. Sonra baş harflerinden şifre oluşturun.
Bazılarını büyük harf bazılarını küçük harf alın.
• Örnek: Şifrenizi her 6 ayda 1 değiştirmek güvenlik açısından gereklidir!
• Şifre: Sh6a1Dga!
Karmaşık Şifre Örnekleri (2)
• Sevdiğiniz belirli bir kelimeyi alın ve bu
kelimeyi noktalama işareti ve sayılarla
bölün.
• Örnek: Happy = Hap3py1,
• Örnek: Motorcycle = M0tor6cyc!e
Teşbihte Hata Olmaz…Literatürde şifrelerin öneminin
vurgulamak için yapılan benzetme şu şekildedir:
Şifreler İç Çamaşırları Gibidir;
• Ortalıkta bırakılmaz
• Arkadaşlarla paylaşılmaz
• Ne kadar uzun, o kadar iyi (soğuk havalar için)
• Sık sık değiştirilmelidir
• Gizli olmalıdır.
4.
Bilgilerinizi yedekleyin. Veri kaybının önüne geçmek için verilerinizi dönemsel olarak yedekleyin.
Yedeklemeyi mümkün olduğunca bulut bilişim güvenlik standartları tam olarak yerine oturana
kadar, bulut bilişim yerine klasik yöntemlerle (taşınabilir bellekler gibi ) yapın.
5.
6.
Güncellemeleri unutmayın. Web tarayıcılarının yazılımlarının ve anti virüs programlarının güncellemelerini ihmal etmeyin. Kural basit: Güncelle, güncelle, güncelle, güncel kal.
Biyolojik kişisel verilerinizi, en azından şu an için, kullanmayın. Akıllı telefonlarınızın veya bilgisayarlarınızın sizi parmak izinizden ya da retinanızdan tanıması, işlem yapması çok etkileyici, çok
havalı olabilir. Ancak, en yakınınızdakilerle, hatta güvenlik güçleri ile bile paylaşmaya imtina ettiğiniz bu
bilgileri cihaz üreticileri ile neden paylaşacaksınız ki!!! Bırakın, en azından şimdilik, cihazlarınız sadece
sizin belirlediğiniz şifrelerle işlem yapsın, parmak izi ya da retina gibi çok özel bilgileriniz size kalsın,
Güvenle kalın, güvenli kalın.
SENCE 2014 Sayı 6
55
SENCE
Renklerin
Çığlığı
Kübra ÖPÖZ ⎟
Korkuyordu yazmaktan. Aklından geçenleri yazmaktan
korkuyordun. Aklını yitirdiğini bilmekten…
N
e diyecekti eline kâğıdı kalemi alıp? Ne yazacaktı? Nasıl geçtiği, nerede yaşandığı belli
olmayan dünü mü? Ne zaman geleceği ve
neler getireceği belli olmayan yarını mı? Yoksa şu an
içinde bulunduğunu söyledikleri; ama onun ne yaparsa
yapsın hissedemediği bugünü mü? Kafasındaki sorular
cevap istiyordu. Durdurmak istedi beynini tırmalayan
o konuşmaları. Hiçbir şey duymak istemiyordu. Büyük
bir sinirle kalktı yerinden. Kafasını duvarlara çarptı. Kan
akıncaya kadar vurdu, vurdu. Sonra mecali kalmadı ve
yere düştü. Bayılmıştı.
Sonbaharın yapraklarını döktüğü ağaçlar sarmıştı etrafını. Yerde sarı sarı yapraklar, ahenkli bir renk cümbüşü
yaratıyordu. Su sesi duydu birden. Arkasını döndü. Küçük bir göl kenarındaydı. Gökyüzüne baktı, güneş he-
56
www.sencedergisi.com
nüz doğmaya başlamıştı. Birden anımsar gibi oldu bu
anı. Bir dejavu muydu bu? Önceden yaşanmış mıydı?
Sanki hep buraya aitti. Sanki hiç gitmemiş gibiydi. Kafasını sadece bu soru kurcalıyordu. Peki ya diğerleri, diğer
sorular nereye kaybolmuştu? Hepsi aynı anda ayrı ayrı
konuşurken şimdi işbirliği yapmışçasına susuyorlardı.
İçlerinden sözcü olarak onu seçmiş gibiydiler. Daha
önce bu anı yaşayıp yaşamadığı sorusuydu, sözcü.
Garip bir duygu peyda oldu içinde. Uzun süredir hissetmediği bir duyguydu bu. Nereden aşinaydı bu duyguya?
Nereden getirmişti yanında bu duyguyu? Çocukluğu
geldi gözlerinin önüne. Hatırladı. İlk uçurtmasını yapma telaşı kaplamıştı ruhunu. Çıtaları ölçüye göre ölçüp
kesti, iple birbirine bağladı. Renkli kâğıtlarla gerdi, kapladı ve bir de kuyruk yaptı. Kuyruk şarttı. Uçurtmanın
Edebiyat
saygınlığını artırıyor, dengesini sağlıyordu. Yarışma günü
gelmişti. Her şey hazırdı. Tüm yarışmacılar koştu, koştu
ve ipleri gökyüzüne doğru çıkardılar. Rüzgâr yardımcısıydı. Onu sevmişti. Kanatlarında uçmasına izin vermişti mavi uçurtmasının. İşte o, en yükseğe çıkmıştı, diğer
uçurtmaları geride bırakıp. Sevinçten deliye dönmüştü.
Az daha unutuyordu ipleri. Asıldı yavaşça, süzüldü gökyüzünde mavi uçurtma. Tek başına kalmıştı gökyüzünde.
O an içini daha önce hissetmediği bir duygu kaplamıştı.
Neydi bunun adı? Ona ‘’huzur’’ dedi.
Hatırladı bu duyguyu. Huzurdu içine dolan. Gökyüzüne
baktı yine. Nasıl olurdu bu? İmkânsız bir şeydi. Güneş
hâlâ aynı yerindeydi. Sanki hiçbir yere kımıldamamış gibiydi. Gözlerine inanamadı. Aklını yitirmeye başladığını
düşündü. Çünkü bu imkânsızdı. Çünkü zaman geçmeliydi. Hep öyle olmaz mıydı? Ne zaman güzel bir duygu
yaşasa zaman geçmez miydi? Hevesi kursağında kalmaz
mıydı? Duyguları zamanın peşine takılıp olabildiğince
hızla koşup ondan uzaklaşmazlar mıydı? Pekâla da öyle
olurdu. Döner miydi bir daha o duygular? Döndüklerini
hiç hatırlamıyordu. İsimlerini bile unutmuştu.
Göl aynı durgunluğundaydı. Yapraklar aynı yerinde... Ne
bir eksik ne bir fazla… Renkleri hiç değişmemişti. Uzun
süredir burada kaldığına adı gibi emindi. Sahi adı neydi?
Birden uzun zamandır adını kullanmadığını anımsadı.
Kimse tarafından kullanılmadığını…
Aniden bir ses duydu. Bu ses… Bu sesi daha önce de duymuştu. Çok önce… Sanki bir isimdi sesin söylediği. Bir
isim… İyice dikkat kesildi, sesi duymaya çalıştı. Ömme…
Ömmeerr… Ömer… Evet, ses ‘’Ömer’’ diyordu. Bu ismi
bir yerden hatırlıyordu; ama nerden? Sesin sahibini bulabilse sesi de anımsayacaktı. Bir kadın geldi gözlerinin
önüne. Ceviz kaplama bir yatağa yatmış, pamuklu yorgana iyice bürünmüş; altın saçları dalgalı, mavi gözleri gökyüzünün aynası küçük çocuğa masal anlatıyordu. Kulak
kabarttı. Onları duymaya çalıştı.
‘’Küçük çocuk, büyülü karanlık ormanı yüreğindeki tüm
cesaretiyle geçmeye başladı. Cesareti ona ışık oluyordu.
İlerledikçe daha da parlıyordu. Çocuk, büyülü ormanı
geçtiğinde karşısına devasa bir ayna çıktı. Hayret etti.
Tüm bu korkuları bir ayna için mi yaşamıştı? İksirler neredeydi? Bilgelik, güçlülük, zenginlik, güzellik iksirleri…
Bütün hayallerini yere bıraktı. Tüm umudu kırılmıştı.
Birkaç adım attı ve aynaya yaklaştı. Gördüğü aks karşısında hayretler içinde kaldı. Parlıyordu, güzeldi, güçlüydü ve sanki kâinattaki tüm soruların yanıtını biliyordu.
O an anladı. Korkularıyla yüz yüze gelmediğinden hiçbir
zaman içindeki gerçek cesareti, gerçek güzelliği, gerçek
bilgeliği görememişti, çocuk. Tâ kii içindeki büyülü karanlık ormana yolculuk yapana kadar…
Evet, Ömer... Adının manasını asla unutma ve kendini
bulmanı sağlayacak olan korkularınla yüzleşmekten asla
kaçma. Annen hep seninle olacak bi’tanem. Huzurlu geceler…’’
Huzurlu geceler anne, diye kımıldadı dudakları. Hatırlamıştı. O çocuk kendisiydi. Ömer, kendi ismiydi. Annesini
hatırladı ve yine içini huzur adını verdiği duygu kapladı.
Güneş hâlâ aynı yerindeydi. Ama bu kez o kadar hayret
etmedi. Buraya bir şey bulmak için geldiğini düşünmeye
başladı. Ne için gelmiş olabilirdi? Ne arıyordu? Bir uçurtma, bir hikaye, bir ses, bir isim, bir kağıt, bir sual, bir
yanıt, bir nedensizlik?..
Gözleriyle etrafı süzmeye başladı. Her karesine dikkat
kesildi. Durdu. Sanki kanı donmuş, iliklerinden çekilmişti. Nerede olduğunu anladı. Ama bu nasıl olurdu? Büyük
salonun karşı duvarında asılı duran, yıllar önce bir müzayede gözünü alamadığı, âdeta kendisiyle konuştuğuna
inandığı, renklerin alışılmadık çığlığını duyduğu o tablonun içindeydi. Zamanın durduğuna inanırdı, o tabloda.
Hayatın tüm hengâmeleri içinde gözü bir aralık takılırdı,
o tabloya. Bir cesaret hissederdi yüreğinde. Ne zaman
ruhu daralsa, yaşamının artık bir keşmekeş haline dönüştüğünü düşünse hemen o tablonun karşısına geçer
ve içinde yaşamayı hayal ederdi.
İşte buradaydı. Güneş henüz doğmaya başlamıştı. Sonbaharın yapraklarını döktüğü ağaçlar sarmıştı etrafını.
Birden arkasını döndü. Bir göl kenarındaydı. Yapraklar
yerde ahenkli bir renk cümbüşü yaratıyordu. Elini cebine attı. Bir tomar saman kâğıdı ve ucu tükenmekte olan
bir kurşun kalem çıkardı. Ne yazacaktı? Zaman yoktu burada; durmuştu. Mekân tekti; değişmiyordu. İçinde bir
cesaret ışığı parladı. Bir ses duydu. Bir fısıltı. Gülümsedi.
Yanıtını aradığı sual geldi, aklına. Sesi dinledi ve kâğıda
büyük harflerle bulduğu cevabı yazdı. Ömer…
SENCE 2014 Sayı 6
57
Obezite
Obezite günümüzde gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerin en
önemli sağlık sorunları arasında yer
almaktadır. Obezite genel olarak
bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye
oranının aşırı artması sonucu boy
uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu
edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır.
B
ilindiği üzere beslenme; anne karnında
başlayarak yaşamın sonlandığı ana
kadar devam eden yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır
İnsanın büyümesi, gelişmesi, sağlıklı
ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli ve dengeli miktarda
alıp vücutta kullanabilmesidir.
Karın doyurmak, açlığı bastırmak, canının çektiği şeyleri yemek veya içmek değildir.
Günlük yaşamda bireylerin (gebe,
emzikli, bebek, okul çocuğu, genç,
yaşlı, işçi, sporcu, kalp-damar, şeker,
yüksek tansiyon hastalığı, solunum
yolu bozuklukları vb.) yaşa, cinsiyete,
yaptığı işe, genetik ve fizyolojik özelliklerine ve hastalık durumuna göre değişen günlük enerjiye ihtiyacı vardır.
58
www.sencedergisi.com
?
Nedir
SENCE
Kaynak: www.thsk.saglik.gov.tr
nemli bir
halk sağlığı
sorunudur.
Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte
bezite
oluşumuna
neden
olmaktadır.
r geçenteknolojisindeki
gün artış göstermektedir.
tarafından
Asya, Afrikabirlikte,
ve Avrupa’nın
nümüz
gelişmeler,DSÖ
yaşamı
kolaylaştırmakla
günlük
Sağlık
ve
12 yıl süren MONICA çalışmasında 10 yılda obezite prevalansında %10sınırlamıştır.
andığı
bildirilmiştir.
e; besinlerle
alınan enerjinin (kalori) harcanan enerjiden fazla olması ve fazla
ak depolanması
(%20 veya daha fazla) sonucu ortaya çıkan, yaşam 2015
kalitesini
2008
S. Bahar ALBAN
⎟kabul edilmektedir.
e
etkileyen
bir
hastalık
olarak
zite : 400 Milyon
Obezite : 700 Milyon
Ö)
tarafından
da
obezite,
sağlığı
bozacak
ölçüde
vücutta
aşırı
birikmesi
Kilolu : 1,4 milyar
Fazlayağ
Kilolu
: 2,3 milyar
Türkiye’de Obezitenin Görülme
SıklığıYetişkinlerde:
Sağlıklı bir yaşam sürdürmek için, alınan
enerji ile harcanan enerjinin dengede
tutulması gerekmektedir.
n Görülme Sıklığı
nemli bir halk sağlığı
ülkelerde hem de gelişmekte
Yetişkin sorunudur.
erkeklerde Hem
vücutgelişmiş
ağırlığının
%15-18’i,
kadınlarda
ise
%20-25’ini
yağ
r geçen gün artış göstermektedir. DSÖ tarafından Asya, Afrika ve Avrupa’nın
oluşturmaktadır.
Bu 10
oranın
ve 12 yıl sürendokusu
MONICA
çalışmasında
yıldaer-obezite prevalansında %10keklerde %25, kadınlarda ise %30’un üsandığı bildirilmiştir.
tüne çıkması obeziteyi oluşturmaktadır.
2008
2008
2015
Obezite
: 400 Milyon
Günlük
alınan
enejjinin
harcanan
enerüğü
Kronik Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC)
tarafından
zite ABD’de
: 400 Milyon
Obezite
: 700 Milyon
jiden fazla olması durumunda, harcanaFazla Kilolu : 1,4 milyar
eslenme
ve Sağlık
yılında
obezite
Kilolu : 1,4
milyar Araştırması) çalışmasına göre 2003-2004
Fazla
Kilolu
: 2,3 milyar
mayan enerji vucutta yağ olarak depolanmakta ve obezite oluşumuna neden
olmaktadır.
Buna paralel olarak, günümüz teknolojisindeki gelişmeler, yaşamı kolaylaştırmakla birlikte, günlük hareketleri
önemli ölçüde sınırlamıştır.
Bakanlığımızca yapılan “Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması-2010” ön
çalışma raporuna göre Türkiye’de obezite sıklığı
• Erkeklerde %20,5
• Kadınlarda ise % 41,0
• Toplamda % 30,3
olarak bulunmuştur.
Anlaşılacağı üzere obezite; besinlerle alınan enerjinin (kalori) harcanan
2015
üğü ABD’de Kronik
Hastalıkları
Önleme
ve Kontrol
tarafından
enerjiden
fazla olması
ve fazla
ener- Merkezi (CDC)
Obezite : 700 Milyon
eslenme ve Sağlık
çalışmasına
göre 2003-2004Fazla
yılında
jinin Araştırması)
vücutta yağ olarak
depolanması
Kiloluobezite
: 2,3 milyar
(%20 veya daha fazla) sonucu ortaya
Obezitenin en sık görüldüğü ABD’de
çıkan, yaşam kalitesini ve süresini
Kronik Hastalıkları Önleme ve Kontolumsuz yönde etkileyen bir hastalık
rol Merkezi (CDC) tarafından NHANES
olarak kabul edilmektedir.
(ABD-Ulusal Beslenme ve Sağlık AraşDünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından
tırması) çalışmasına göre 2003-2004
da obezite, sağlığı bozacak ölçüde vüyılında obezite (BKI > 30) prevalancutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımsının erkeklerde %31.1, kadınlarda
lanmıştır.
%33.2, 2005-2006 yılında ise erkeklerde %33.3, kadınlarda ise %35.3 olarak
Dünyada Obezitenin Görülme
tespit edildiği açıklanmıştır.
Sıklığı
Obezite küresel boyutta önemli bir
halk sağlığı sorunudur. Hem gelişmiş
ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite her geçen gün artış
göstermektedir. DSÖ tarafından Asya,
Afrika ve Avrupa’nın 6 ayrı yöresinde
yapılan ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında 10 yılda obezite prevalansında %10-30 arasında bir artış saptandığı bildirilmiştir.
Ülkemizde de diğer dünya ülkelerinde
olduğu gibi obezite görülme sıklığı gün
geçtikçe artmaktadır.
Avrupa’da yetişkinlerde fazla kilolu
olma prevalansı erkeklerde %32-79,
kadınlarda ise %28-78 arasında değişmektedir. Fazla kilolu olma durumunun
en yüksek olduğu ülkeler Arnavutluk,
Bosna-Hersek ve İngiltere (İskoçya bölgesinde)’dir. Türkmenistan ve Özbekistan ise prevalansın en düşük olduğu
ülkelerdir. Bu ülkelerde obezite prevalansı ise erkeklerde %5-23, kadınlarda
%7-36 arasında değişmektedir.
Toplamda fazla kilolu olanlar %34,6,
fazla kilolu ve şişman olanlar %64,9,
çok şişman olanların oranı %2,9 olarak
bulunmuştur.
Çocuklarda ve Adölesanlarda
Bakanlığımız, Hacettepe Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve
Diyetetik Bölümü ve Ankara Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesince yürütülen “Türkiye Beslenme ve Sağlık
Araştırması-2010” ön çalışma raporuna göre Türkiye’de
• 0-5 yaşta obezite sıklığı % 8,5 (erkek
%10,1, kız %6,8)
• 6-18 yaşta obezite sıklığı % 8,2
(erkek %9,1, kız %7,3)
olarak bulunmuştur.
0-5 yaşta fazla kilolu olanlar %17,9,
fazla kilolu ve şişman olanlar %26,4
olarak bulunmuştur.
6-18 yaşta fazla kilolu olanlar %14,3,
fazla kilolu ve şişman olanlar %22,5
olarak bulunmuştur.
SENCE 2014 Sayı 6
59
SENCE
• Gelir durumu
• Hormonal ve metabolik etmenler
• Genetik etmenler
• Psikolojik problemler
• Sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetler uygulama
• Sigara- alkol kullanma durumu
• Kullanılan bazı ilaçlar (antideprasanlar vb.)
• Doğum sayısı ve doğumlar arası
süre
Gülsüm USTA - Eskişehir
Obezitenin Nedenleri
Obeziteye neden olan etmenler tam
olarak açıklanamamakla birlikte aşırı
ve yanlış beslenme ve fiziksel aktivite yetersizliği obezitenin en önemli
nedenleri olarak kabul edilmektedir.
Bu faktörlerin yanısıra genetik, çevresel, nörolojik, fizyolojik, biyokimyasal,
sosyo-kültürel ve psikolojik pek çok
faktör birbiri ile ilişkili olarak obezite
oluşumuna neden olmaktadır. Tüm
dünyada özellikle çocukluk çağı obezitesindeki artışın sadece genetik yapıdaki değişikliklerle açıklanamayacak
derecede fazla olması nedeniyle, obezitenin oluşumunda çevresel faktörlerin rolünün ön planda olduğu kabul
edilmektedir.
Obezitenin oluşmasında başlıca risk
faktörleri aşağıda sıralanmıştır :
• Aşırı ve yanlış beslenme alışkanlıkları
• Yetersiz fiziksel aktivite
• Yaş
• Cinsiyet
• Eğitim düzeyi
• Sosyo – kültürel etmenler
60
www.sencedergisi.com
Obezitenin gelişmesinde dikkat edilmesi gereken faktörlerden biri de yaşamın ilk yıllarındaki beslenme şeklidir.
Yapılan çalışmalarda, obezite görülme
sıklığının anne sütü ile beslenen çocuklarda, anne sütü ile beslenmeyen
çocuklara göre daha düşük oranlarda
olduğu, anne sütü verme süresinin,
tamamlayıcı besinlerin türü, miktarı ve
başlama zamanlarının obezite oluşumunu etkilediği bildirilmektedir .
DSÖ ve UNICEF (Birleşmiş Milletler
Çocuklara Yardım Fonu) tarafından
yayımlanan çeşitli dökümanlarda 6
ay tek başına anne sütü verilmesinin,
6.aydan sonra emzirmenin sürdürülmesi ile birlikte güvenilir ve uygun
kalite ve miktarda tamamlayıcı besinlere başlanılmasının ve en az 2 yıl emzirmenin devam ettirilmesinin kısa ve
uzun dönemde obezite ve kronik hastalık riskini azaltabileceği belirtilmiştir.
Obezite Hakkında 10 Gerçek
1. Fazla kiloluluk ve obezite “sağlığı
bozabilecek derecede anormal ya da
fazla yağ birikimi” olarak tanımlanmaktadır.
Beden kütle indeksi (BKİ) – kilo cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden
boya bölünmesi ile elde edilir-(kg/
m2) – yetişkinlerde fazla kiloluluk ya
da obeziteyi sınıflandırmak için sıkça
kullanılan bir indekstir. DSÖ fazla kiloluğu 25 veya üzeri BKİ, obeziteyi ise 30
veya üzeri BKİ olarak tanımlamaktadır.
2. 2008 yılında fazla kilolu yetişkinlerin
sayısı 1.4 milyardan, obez yetişkinlerin
sayısı ise yarım milyardan fazla idi.
2008’de, 1.4 milyardan fazla yetişkin
fazla kilolu, yarım milyardan fazla yetişkin ise obezdi. Her yıl en az 2.8 milyon kişi fazla kilolu ya da obez olmaktan kaynaklanan sonuçlardan ölüyor.
1980’den 2008’e obezite prevalansı
neredeyse ikiye katladı. Obezite bir
zamanlar yüksek gelirli ülkelerle ilişkilendirilirken şimdi düşük ve orta gelirli
ülkelerde de yaygın durumdadır.
3. 2008 yılında dünya genelinde 40
milyondan fazla okul öncesi çocuk fazla kiloluydu.
Çocukluk çağı obezitesi 21. yüzyılın
en önemli halk sağlığı sorunlarından
biridir. Fazla kilolu çocukların obez
yetişkinler olması muhtemeldir. Bu
çocuklar erken yaşta diyabet ve kardiyovasküler hastalıklara yakalanmaya
fazla kilolu olmayan yaşıtlarına göre
daha yatkındırlar ki bu hastalıklar da
sonuç olarak hastalık ve erken ölüm
riskinin artması anlamına gelmektedir.
4. Dünya genelinde zayıflıktansa, fazla
kiloluluk ve obezite ölümle daha fazla
ilişkilendirilmektedir.
Dünya nüfusunun %65’i fazla kiloluluk ve obeziteden kaynaklı ölümlerin
zayıflıktan kaynaklı ölümlerden fazla
olduğu ülkelerde yaşamaktadır. Bu
bütün orta ve yüksek gelirli ülkeleri
içermektedir. Küresel olarak, diyabet
vakalarının %44’ü, iskemik kalp hasta-
Sağlık
lıklarının % 23’ü ve bazı kanser türlerinin %7-41’i fazla kiloluluk ve obeziteye dayandırılmaktadır.
5. Bir birey için obezite, genellikle alınan kalorilerle harcanan kaloriler arasındaki dengesizliğin bir sonucudur.
Yüksek kalorili yiyeceklerin, aynı yoğunlukta bir fiziksel aktivite olmadan
aşırı tüketilmesi sağlıksız bir kilo artışına neden olur. Fiziksel aktivite düzeyini azaltmak da enerji dengesizliğine
ve sonuç olarak kilo artışına neden
olacaktır.
6. Bireylerin seçimlerini şekillendirmeleri ve obeziteden korunmalarında
destekleyici çevre ve toplumlar esastır.
Bireysel sorumluluk ancak insanların
sağlıklı bir yaşam tarzına erişimleri olduğunda ve sağlıklı seçimleri yapmaları desteklendiğinde tam etkisine sahip
olabilir. Dünya Sağlık Örgütü, paydaşlarını sağlıklı çevreler oluşturmaları ve
daha sağlıklı diyet seçeneklerini kolay
ulaşılabilir ve düşük maliyetli yapabilmeleri konularında seferber etmiştir.
7. Çocuklar, seçimleri ve beslenme ve
fiziksel aktivite alışkanlıklarında çevrelerinden etkilenmektedirler.
Sosyal ve ekonomik gelişme ile tarım,
ulaşım, şehir planlaması, çevre, eğitim, besinlerin işlenmesi, dağıtımı ve
pazarlanması ile ilgili politikalar çocukların hem fizik aktivite hem beslenme örüntülerini hem de beslenme
alışkanlıkları ve tercihlerini etkilemektedir. Artan bir şekilde bu etkiler sağlıksız kilo kazanımına neden olmakta
ve çocukluk çağı obezitesi prevalansında artışa neden olmaktadır.
8. Sağlıklı bir diyet obeziteden korun-
mada yardımcı olabilir.
İnsanlar:
a- Sağlıklı kilolarını koruyabilir,
b- Toplam yağ alımını sınırlandırıp
doymuş yağ yerine doymamış yağları tercih edebilir,
c - Sebze meyve, baklagiller, tam
tahıllar ve kabuklu yemişlerin tüketimini artırabilir ve
d- Şeker ve tuz alımını kısıtlayabilirler.
9. Düzenli fiziksel aktivite yapmak
beden sağlığını korumanıza yardımcı
olur.
İnsanlar hayatları boyunca belli düzeyde fiziksel aktivite yapmaya özen
göstermelidirler. Haftada 3 gün en az
30 dakikalık düzenli orta düzey fiziksel aktivite yapmak, kardiyovasküler
hastalık, diyabet ve kolon ve meme
kanseri riskini azaltmaktadır. Kas güçlendirme ve denge idmanları özellikle
yaşlı bireyler için mobiliteyi geliştirme
ve düşmeleri azaltmada yardımcı olabilir.(bakınız) Kilo kontrolü içinse daha
fazla aktivite gerekmektedir.
10. Obezitedeki bu küresel epidemiyi
kontrol altına almak toplum bazlı, çok
sektörlü, multi-disipliner ve kültürel
olarak uygun bir yaklaşım gerektirmektedir.
DSÖ’nün Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Korunması ve Kontrolü Küresel
Strateji Eylem Planı’nın (orijinal metni
için tıklayınız.) obezite dahil bulaşıcı
olmayan hastalıkların denetimi, yönetimi ve bu hastalıklardan korunma ve
izleme için girişimlerin geliştirilmesi
ve güçlendirilmesi için bir yol haritası
niteliğindedir.
Kaynak: www.thsk.saglik.gov.tr
SENCE 2014 Sayı 6
61
SENCE
evde MUM yapımı
Kalıp olarak fincan,bardak,toprak veya seramik
saksı, yumurta kabuğu,ceviz kabuğu ve birçok
çukur objeyi kullanabilirsiniz. Hatta portakal veya
mandalinayı ucundan biraz kesip içini boşaltarak
dahi mum kalıbı elde etmek mümkün.
62
www.sencedergisi.com
Hobi
Tuğçe DEMİR ⎟
H
em dekorasyon olarak hem de ihtiyaçtan evimizde bulundurduğumuz mumları artık sizde
yapabilirsiniz.
Düşük maliyetlerle kolaylıkla hazırlayacağınız bu mumları
ister evinizde kullanır isterseniz de sevdiklerinize hediye
verebilirsiniz.
Malzemeler
• Stearin
• Parafin
• Renklendirici (pastel boya veya mum boyası)
• Saf pamuklu ip ya da mum fitili
• Çiçek esansı
Yapılışı:
Katı halde bulunan parafini bir kabın içinde kısık ateşte
eritin. Bu işlemi yaparken kullandığınız kabın eski olmasına dikkat edin. İçine stearini ekleyin. Sıvı hale gelene
kadar karıştırın, içine renklendirici olarak mum boyasını
ilave edin. Renklendirici ile birlikte çiçek esansını da eklemeyi unutmayın. Çünkü çiçek esansı mumu yaktığınızda
harika bir koku yaymasına neden olacaktır.
Mum boyası yerine evlerde boyamalarda kullanılan pastel
boyalarda kullanılabilir.
Kalıp olarak fincan,bardak,toprak veya seramik saksı, yumurta kabuğu,ceviz kabuğu ve birçok çukur objeyi kullanabilirsiniz. Hatta portakal veya mandalinayı ucundan biraz
kesip içini boşaltarak dahi mum kalıbı elde etmek mümkün.
Bu hazırladığınız mumu cam veya seramik şişeye, hatta
farklı bir tarz yaratmak isterseniz ceviz’in, portakal’ın içini boşaltarak kabuklarına da dökebilirsiniz. Ya da değişik
kaplarla da farklı mum şekilleri hazırlayabilirsiniz.
Mum için hazır olan sıvıyı eklemeden önce saf pamuklu
ipi ya da mum fitilini dökeceğiniz kabın içine yerleştirin.
Hemen elde ettiğimiz sıvıyı kabın içine dökün. Biraz oda
sıcaklığında beklettikten sonra donması için buzdolabına
koyun. Donma işlemi tamamlandıktan sonra işte mumunuz hazır.
Püf Noktası:
Eğer stearin ve parafin zor ve masraflı gelirse gözünüze
yada sadece hobi amaçlı farklı şekillerde mum yapmak
istiyorsanız eski artık mumlarını kullanabilirsiniz.
SENCE 2014 Sayı 6
63
SENCE
Karnıyarık
Böreği
Dilek KAPDAĞ ⎟
YAPILIŞI:
Büyük bir kasede yoğurt, yumurta sarısı, yağ ve sütü iyice
çırpın. Birinci yufkayı geniş bir zemin üzerine serin ve yukarıda hazırlanan yoğurtlu karışımdan bir fırça yardımı ile güzelce sürün. İkinci yufkayı da bunun üzerine koyun ve tekrar
yoğurtlu karışımdan sürün. Üst üste olan bu iki katlı yufkayı
dörde kesin. Kestiğiniz parçaların her birini tekrar üçe kesin.
Uzun kenarına bir miktar peynir koyarak iki parmak kalınlığında sarın. Sarılan bu börek parçalarının ortasını karnıyarık gibi kesin. Kesilen araya bir dilim domates ve uzun bir
parça biber koyun. Hazırlanan karnıyarık böreklerini yağlanmış fırın tepsisine alın ve üzerine yumurta sarısı sürün.
200 derecede ısıtılmış fırında kızarana kadar pişirin. Sıcak
sıcak servise sunun. Afiyet olsun…
R:
MALZEMELE
4 adet yufka
yoğurt
1 su bardağı
ı sıvı yağ
1 çay bardağ
ı kadar süt
1 çay bardağ
rta
2 adet yumu
eyaz peynir
Yarım kalıp b
tes
1 adet doma
iber
2 adet yeşil b
64
www.sencedergisi.com
MUTFAK SIRLARI
• Beyaz peynir buzdolabında uzun süre kalırsa sertleşir
ve lezzeti bozulur. Bunu için peyniri ince yağlı kağıda
sarıp bir kavanoza koyun ve kavanozun ağzını sıkıca
kapatın. Artık buzdolabında uzun süre kalabilir.
• Domatesleri soyarak kullanmak istiyorsanız uç kısmından başlayarak sap tarafına doğru bıçağın sırtı
ile ovun. Kabuğun kolayca soyulduğunu görün.
• Kahvenin taze kalması için cam kavanoza birkaç
tane kesme şeker koyarak ağzını sıkı kapatıp buzdolabın da saklayın. Şeker kahvenin tazeliğini korur.