2011 Arap Devrimleri II. Bölümü indirmek için tıklayın
Transkript
2011 Arap Devrimleri II. Bölümü indirmek için tıklayın
DÜBAM HAZIRLAYAN: ERTUĞRUL AYDIN 2011 ARAP DEVRİMLERİ – II DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Genel Yayın Yönetmeni Akif Emre Yayın Koordinatörü Ertuğrul Aydın Temmuz 2011 DÜBAM Yayınları Küresel ĠletiĢim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / BeĢiktaĢ Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net 2 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM SunuĢ Muhammed Buazizi‟nin Tunus‟taki yoz kamu yönetimi yüzünden kendini yaktığı 17 Aralık 2010 tarihinden bu yana Arap dünyasında yaĢanan geliĢmeleri izliyoruz. Özne konumundaki siyasetçilerin hiç değilse olayların baĢında planlı bir eylem yürütemediklerini iddia edebiliriz. GeliĢmeleri onlar da seyrettiler ve sırası geldiğinde, çıkarları çerçevesinde ülke-ülke geliĢmelere müdahil olmaya çalıĢtılar, çalıĢıyorlar. Buradaki analizcilerin, gözlemcilerin ve yorumcuların yapabilecekleri, asgari, gözlemci kulesinden bu geliĢmeleri tahlil etmek, tasvir etmek-açıklamak ve yorumlamak, azami, yol göstermektir ancak gözlemci kulesi de akıntıda yüzdüğünden dolayı geriye dönüp bakan bir tarihçinin konforuna sahip değiller. Bu dosyadaki metinler, seyir halinde olan gözlemci kulelerinden yazıldığı için tarihte ileriye veya geriye doğru değerlendirme yaparken bu ayrıntıyı da dikkate almalıdır. Arap ülkelerinde yaĢananlar önce “Arap Devrimleri” sonra “Arap UyanıĢı” en son da “Arap Baharı”, olarak nitelendirildi. YaĢanmakta olanlar devrim mi değil mi? sorusu önemli bir sorudur ve bu soruyu soranlar arasında geliĢmelerin adını doğru koyma çabasında olanlar var Ģüphesiz. Ancak bu isimlendirmeler-nitelendirmeler belirli bazı tarafların bulundukları nokta-i nazardan ne gördüklerini değil neyi, nereden görmek istediklerini de ifĢa etmektedir. Biz, henüz tartıĢmalı da olsa ilk nitelendirmeye sâdık kaldık ve Dünya Bülteni çevirilerinden, haber analiz metinlerinden, makalelerinden oluĢan bu dosyanın adını “2011 Arap Devrimleri” koyduk. Toplam bel bölümden oluĢan dosya, 117 makalenin yanısıra 2 röportajdan oluĢuyor. Metinler sırf Arap Devrimlerini değil onun Türkiye dâhil bölgesel ve uluslararası politik etkilerini de konu edinmektedir. BaĢka kaynaklardan da istifade ederek geriye dönük inceleme yapanların iĢlerini kolaylaĢtırmak amacıyla metinler tarihi sırasına göre dizilmiĢtir. Böylelikle, okuyucu olayları gün be gün tarihi sürekliliği içerisinde takip edebilecektir. Ancak ceteris paribus, her iĢin baĢı iyi niyettir ve bu kaide “doğru bir okuma” için de geçerlidir. Faydalı olması dileğiyle… Ertuğrul Aydın DÜBAM 3 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM İçindekiler Mısır: Ġsrail niçin bu kadar kör - MJ Rosenberg...................................................................................5 Mısır'daki devrimin acı yüzü - Abdullah Aydoğan Kalabalık ...............................................................8 Mısır ve Amerikan Ġmparatorluğu – Maximilian C. Forte .................................................................. 12 Türkiye‟nin devrimlere katkısı - Ertuğrul Aydın ................................................................................ 14 Mısır‟da ağaran bu yeni gün, ABD-Ortadoğu iliĢkileri için yeni bir çerçeve ister - John L. Esposito .. 16 Bahreyn‟de geri tepme - Graham E. Fuller ........................................................................................ 19 Mısır'ın AKP'si kuruldu, Ġhvan yarıĢtan çekildi - Abdullah Aydoğan Kalabalık ................................ 21 Kaddafi: iktidar yalnızlaĢması – Akif Emre ....................................................................................... 23 Ġsyan dalgası Sahra-altı Afrika'ya yayılır mı? - Serhat Orakçı ............................................................ 25 Devrimler ve Ġslam dünyası - George Friedman ................................................................................ 27 Libya'da son iki zor gün - Abdullah Aydoğan Kalabalık .................................................................... 32 Arap demokrasisi ve Akdeniz dünyasının dönüĢü - Robert D. Kaplan................................................ 34 Ortadoğu‟da dönüĢümün küresel ekonomiye katkısı - YaĢar Süngü .................................................. 36 Ġslamcılar ve devrimciler – Mustafa Özcan........................................................................................ 41 Kaddafi ile neocon‟ların özel iliĢkisi - Jacob Heilbrunn ..................................................................... 43 Ġran ve domino etkisi - Uygar Altan ................................................................................................. 44 Suudi Arabistan'da 11 Mart tedirginliği - Metin Ünlü ....................................................................... 48 ġam , Kahire değil - Michael Bröning ............................................................................................... 50 Kabilecilik gerçeği ve Libya kabileleri – Farac Necm ........................................................................ 53 Livni Arap demokrasisine kılavuz olursa - Robert Grenier ................................................................ 57 4 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mısır: Ġsrail niçin bu kadar kör - MJ Rosenberg Ġsrail yandaĢı olan bizler, yani barıĢ kampı, haklı çıkmaktan keyif almıyoruz hatta istisnasız hep haklı çıkmamıza rağmen. Ġsrail‟e standart tavsiyemiz, çok geç olmadan Arap devletleriyle ve devletsiz Filistinlilerle bir an önce anlaĢmalar yapmasıdır. Ġsrail‟in tepkisi ise - Ġsrail‟in Ģartları hâricinde - barıĢ yapmanın âcil bir mesele olmadığıdır çünkü Ġsrail güçlü, Araplar ise zayıftır. Bu olgunun en fena örneği 1971‟de Mısır‟la yaĢanandır; CumhurbaĢkanı Enver Sedat, Ġsrail‟in 1967 SavaĢı‟nda Sina Yarımadası‟nın geri kanalıyla birlikte el geçirdiği Doğu ġeria ve SüveyĢ Kanalı‟nda iki mil geniĢliğinde geriye çekilmesi karĢılığında barıĢ müzakerelerine baĢlamayı teklif etmiĢti. Tarihten ders almak Nixon yönetimi, Ġsrail hükümetine bu fikrin üzerinde durmasını söyledi çünkü topraklarını geri almadığı takdirde Sedat savaĢmak niyetindeydi. Ġsrail‟deki barıĢ kampı ve buradaki müttefikleri, Nixon‟ın tavsiyesini tutması ve Sedat‟ı sonuna kadar dinlemesi için Ġsrail‟i zorladı. Lobby ise Nixon‟a kendi iĢine bakmasını söyledi elbet. Ġsrail kabinesine gelince, Nixon‟ın özel temsilcisi olan DıĢiĢleri Bakan yardımcısı Joseph Sisco‟ya Mısır‟ın teklifini görüĢmekte hiçbir çıkarının olmadığını söyledi. Sina Yarımadası‟nın tümünü elinde tutmayı ve Mısır‟a basit bir mesaj göndermeyi tercih etti: Hayır. Nihayetinde Mısırlılar Ġsrail Ordusunun dengi olmadıklarını daha dört yıl evvel gösterdiler. Ġki yıl sonra, Mısırlılar saldırdı ve Ġsrail‟in kanal boyunca uzanan mevzisi aĢıldı ve askerleri öldürüldü. SavaĢ sona erene dek Ġsrail 3.000 askerini ve neredeyse bizzat devleti kaybetti. Birkaç yıl sonra da Mısır‟ın 1971‟de Sina‟da talep ettiği kadarıyla değil, Sina‟dan bütünüyle vazgeçti. BarıĢ kampı haklı çıkmıĢtı. Fakat bu yüzden mutlu olan hiç kimseyi hatırlamıyorum. Tam aksine, yıkılmıĢtık. 3.000 Ġsrailli (ve binlerce Mısırlı) Ġsrail hükümeti sadece görüĢmeye razı olsaydı önlenebilecek olan o savaĢta hayatını kaybetti. Oslo’da caymak Bu davranıĢ modeli defalarca tekrarlandı. Ġsrail‟e tarihinde en güvenli ve en iyimser yılları bahĢeden Oslo Ġsrail-Filistin barıĢ süreci, Benjamin Netanyahu ve Ehud Barak Ģartları yerine getirmeyi reddettiler diye çöktü. Yaser Arafat‟ın Filistin Otoritesi Oslo süreci boyunca yapması gerekenleri yaptı: Terörle etkili bir Ģekilde savaĢtı (Hamas, barıĢ sürecini baltalamak için bomba yüklü otobüslerle bir 5 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM dizi saldırı baĢlatmıĢtı) ki Netanyahu Arafat‟a teĢekkür etmek için onu bizzat aramıĢtı. Terörizm 1999‟a kadar yenilgiye uğratıldı. Ġnsanların ve malların Ġsrail‟den Batı ġeria‟ya ve sonra tekrar Ġsrail‟e serbestçe ve güvenle hareket ettiği hayret verici zamanlardı; Ġsraillileri Filistinlilerden, bir yandaki Filistinlileri öte yandaki Filistinlilerden ayıran yüksek duvarların olduğu bugünkü gibi bir durum yoktu. Terörün geçici olarak sona ermesi, Filistinlilere fiili toprak verilmesini sağlamadı. Netanyahu ve Barak Filistinlileri ufak ufak yiyip erittiler, bilfiil barıĢ sürecini yiyip bitirdiler; barıĢ süreci pratik manada bugün gömülmüĢtür. Clinton‟ın 2000 yılında Camp David zirvesini topladığı zamana kadar iki taraf arasında iyi niyet diye bir Ģey artık kalmamıĢtı. Bill Clinton‟a göre BaĢbakan Ehud Barak 2000 yılında Suriye ile barıĢ yapabilirdi ama son dakikada tırstı. YerleĢimcilerden korkuyordu. 2008 Aralık ayında Suriye ile kapsamlı bir barıĢ fırsatı, ki Lübnan‟la da barıĢ fırsatı demekti bu, yanı sıra Suriye‟nin müttefiki Ġran‟la gerilimi azaltma fırsatı tekrar geldi. Kaçırılan fırsat Türkler, Suriye‟yle barıĢ aracılığı yaptılar ki BaĢbakan Olmert, Türkiye BaĢbakanı Recep Tayyip Erdoğan‟la beĢ saatlik bir Ankara yemeğiyle bunu kutlamıĢtır. Olmert eve döndü. Türkler nihâi onayı beklediler. Bundan sonra olanları New York Üniversitesi Profesör Alon Ben-Meir Ģöyle anlatıyor: Olmert Jerusalem‟e döndükten beĢ gün sonra Ġsrail Gazze‟ye büyük bir baskın düzenleyerek Türk hükümetini tam bir ĢaĢkınlık ve umutsuzluğa sevk etti. Olmert‟in BaĢbakan olarak bildiği ve Ankara‟dayken Türk muadiline bildirebileceği halde Ġsrail‟in eli kulağındaki harekâtı hakkında hiçbir bilgi vermemiĢ olması, Ankara‟da ihanet ve aldatılma hissine yol açtı. Sayın Erdoğan nazarında problem artmıĢtı çünkü Olmert‟ten beklediği barıĢ mesajını almadığı gibi bir de bölgesel sonuçları olabilecek bir savaĢ ilan edilmiĢti. Sadece karanlıkta bırakıldıkları için değil, tarihi çapta bir Arap-Ġsrail barıĢ süreci kaçırıldığı için de Türklerin hayal kırıklığının derinliğini tanımlamak zordur. Mübarek Mısır‟ı ile birlikte Ġsrail‟in güvenlik hissinin köĢe taĢı olan Türkiye-Ġsrail dostluğunun çöktüğü yolda ilk büyük adım bu olaydır. Geriye kim kaldı? Ürdün. Ancak Ġsrail, Kral Abdullah‟ın Batı ġeria‟yı iĢgale son verilmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması taleplerini sürekli olarak göz ardı ediyor. Bir de ABD BaĢkanı Obama‟nın Ġsrail-Filistin çatıĢmasını sona erdirmek için riske attığı itibarı var; Ġsrail‟in verdiği tek cevap, Ģimdiye değin en büyük Amerikan yardımını alan ülke olmasına rağmen, baĢkanla dalga geçmek ve baĢkanın yaptığı her öneriyi reddetmek oldu. Ġsrail‟in çamları defalarca devirmesi – AIPAC ve Kongre‟deki Ģalterler hepsine de destek vermiĢtir – Ġsrail‟i umursayan herkesi dehĢete düĢmelidir. Gelecekteki adımlar Ġsrail‟in sözde dostları ne zaman öğrenecek? 6 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Belki de hiçbir zaman. Etkili bir gazeteci olan Yossi Klein Halevi bugünkü New York Times‟ta yayınlanan yazısında Mısır devrimiyle ilgili olarak korku, neredeyse dehĢet duygularını ifade edip tatsız bir tahmin yürütüyor: Mısır‟daki gerçek tek muhalif grup olan Müslüman KardeĢlerin iktidarı ele geçirmesi sadece an meselesidir. Ġsrailliler, Mısır‟ın Ġran veya Türkiye‟nin izinden gitmesinden, Ġslamcıların Ģiddet veya tedrici atama yoluyla kontrolü ele geçirmesinden korkuyorlar. Halevi‟nin Türkiye‟yi Ġran‟la aynı noktada nasıl buluĢturduğunu (demokratik Türkiye‟nin Ġsrail‟in Gazze ablukasına karĢı çıktığı gerçeğinden kalkıĢla yapılmıĢ gülünç bir mukayesedir) ve sonra listeye Mısır‟ı eklediğini not edin. Bir de en yeni korku kelimesi Müslüman KardeĢler var. Onun ne olduğunu Halevi‟den asla öğrenemezsiniz; Müslüman KardeĢler Ģiddetten uzak duran, el Kaide‟ye her daim karĢı çıkmıĢ, 11 Eylül‟ü ve diğer uluslararası terör eylemlerini kınamıĢtır. Evet, Ġslam hukukuna dayalı bir Mısır görmeyi yeğleyen Ġslami bir örgüttür tıpkı Ġsrail‟deki ġas Partisi gibi - koalisyon hükümetinde önemli bir yer iĢgal eden ġas partisi, Tevrat‟ın aĢırı yorumuna dayalı bir Ġsrail‟i Ģiddetle arzulamaktadır. Halevi (ve diğer lobiler) Müslüman KardeĢlerin terörist olmasını isteyebilirler ama üzülseler de bu doğru değil. Ayrıca 25 Ocak Devrimi bir Müslüman KardeĢler devrimi değildir. Her Mısırlı gibi onlar da desteklemiĢtir fakat bu, devrimi onlara mâl etmez. Onlar da bunun aksini iddia ediyor değiller. Hülâsa, Mısır halkı adına mutluyum fakat Ġsrail adına üzülüyorum. Devrim, Ġsrail‟i tehdit ettiği için değil, Ġsrail liderleri bu devrimi kendilerine karĢı çevirmeye azimli göründükleri için. Yapılacak tek Ģey, Ġsrail ve lobisinin uyanmasını ümit etmektir. Söz konusu olan Ġsrail olduğunda haklı çıkmaktan nefret ediyorum. Ġsrail‟i son derece önemsiyorum. Kaynak: El Cezire, 14 ġubat 2011 Çeviren: Ertuğrul Aydın 7 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mısır'daki devrimin acı yüzü - Abdullah Aydoğan Kalabalık 30 yıldır Mısır'ı yöneten Mübarek'in, 11 ġubat Cuma günü görevinden istifa etmesinin ardından baĢlayan sevinç gösterileri, 13 ġubat Pazar günü Tahrir Meydanı'nın trafiğe açılmasıyla sona erdi. Yüksek Askeri Konsey, ülkenin farklı Ģehirlerinde baĢlayan grevlerin sona erdirilmesi için, sendikaların gerekli adımları atmasının gerektiğini beĢinci bildiride ifade etti. Ülkede istikrarın tekrar sağlanması için ordunun ciddi bir çaba sarfettiği gözleniyor. Asker, Anayasayı askıya aldığını, parlamentoyu feshettiğini, halkın istekleri doğrultusunda hareket edeceğini, yönetimi teslim alma gibi bir niyet taĢımadığını ve demokratik seçimler yapılana kadar maksimum altı ay ülkenin yönetiminden sorumlu olduğunu açıkladı. Konsey bir anayasa komisyonu oluĢturarak, gerekli değiĢikliğin yapılması için çalıĢmaları baĢlattı. Komisyona 10 günlük bir süre tanındı. Özellikle de Mısır anayasasının 76, 77, 88, 93, 179 ve 189. maddelerinin değiĢitirilmesi bekleniyor. Komisyonda Müslüman KardeĢler üyesi bir uzman da yer alıyor. Mısır anayasasının ikinci maddesi olan ''Kanun koyucu Ģslam ġeriatidir'' cümlesi yeni ayasada da olduğu gibi kalacak. Mısır basını ve kamuoyu, komisyon ile ilgili olumlu görüĢ belirtiyor. Parlamento ve cumhurbaĢkanlığı seçimleri ve anayasa değiĢikliği için referandumum önümüzdeki Eylül ayına kadar yapılması ve askerin görevi sivillere teslim etmesi hedefleniyor. Devrimi gerçekleĢtiren gruplar, Mübarek yönetimine bağlılını sürdürün güvenlik güçleri, istihbarat ve diğer birimlerde görev yapan yetkililere bir mesaj vermek ve devrimin ilk haftasını kutlamak amacıyla, önümüzdeki Cuma günü Tahrir Meydanı'nda bir milyonluk miting daha düzenlemeyi planlıyor. Ancak Askeri Yüksek Konsey, ülkede yeni oluĢmaya baĢlayan hayatın tekrar normale dönüĢ sürecini riske atma tehlikesinden dolayı, Ģu aĢamada mitingin yapılmasına olumlu bakmıyor. Devrimi gerçekleĢtiren gruplar bir araya gelerek ''Mısır Devrimi Gençlik Koalisyonu'' adında bir birlik oluĢturdu. Bugün koalisyon yöneticileri, Yüksek Askeri Konsey ile bir araya gelerek kurulması planlanan geçici hükümetin baĢbakanlığı için bazı isimleri askeri yönetime önerdi. Koalisyon, olağanüstü halin kaldırılması, Ahmed ġefik hükümetinin lağvedilip geçici hükümet kurulması ve siyasi suçluların serbest bırakılması da isteniyor. Mısır hapishanelerinde halen 25 bin civarında siyasi suçlunun olduğu tahmin ediliyor. Bunların çoğu Ġslami hareketlere bağlı. Bu mahkumlardan bazıları hakkında serbest bırakılması için mahkeme kararı var. Ancak güvenlik güçlerinin bu mahkumları hala içeride tuttuğu iddia ediliyor. Bu mahkumların arasında doksanlı yıllardan bu yana kanunsuz bir Ģekilde hapishanede tutulanların da olduğu belirtiliyor. Devrimin artçı sarsıntıları devam ediyor. Bu sürecin uzama ihtimalinden de söz ediliyor. Mısır'da hükümetler tarafından hiç bir Ģekilde kontrol edilmeyen bazı bankalar var. Bu bankala, kendileri üzerinden ülke dıĢına para çıkarılma ihtimalinden dolayı önümüzdeki Pazar gününe kadar kapatıldı. 8 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mübarek'in istifasından sonra ülkedeki sosyal adaletsizlikten beslenen talan sisteminin boyutları da iyice belirmeye baĢladı. Mesela yeni mezun bir doktorun net maaĢının 75 dolar olduğu ülkede, Sağlık Bakanlığı resmi sözcüsünün maaĢının ise 35 bin dolar olduğu ortaya çıktı. Bir baĢka örnek El Ahram Gazetesi. Normal bir gazetecinin net maaĢı 200 dolar civarında. El Ahram Genel Yayın Yönetmeni'nin maaĢı ise 241 bin dolar. Diğer bakanlıklar ve bankalarda da aynı durum söz konusu. Bankalarda çalıĢan memurlarının net maaĢı 200 ile 300 dolar arasında değiĢiyor. Müdürlerin maaĢı ise ortalama 100 bin dolar civarında. Devrimde yaĢananların gerçek yüzü yavaĢ yavaĢ belirmeye baĢladı. Dün yapılan bir açıklamada Zinhum Morgun'da 160 cesedin bulunduğu televizyon kanallarından halka duyuruldu. Morgtaki cesetlerin 28 Ocak 2011 tarihindeki ''Cuma Öfkesi'' gösterisinde Kahire'de hayatını kaybedenler olduğu tahmin ediliyor. Cuma günü evinden çıkıp tekrar dönmeyen hala onlarca kiĢi var ve bunlardan haber alınamıyor. Bu Ģahısların öldüğü ya da polis tarafından tutuklandığı sanılıyor. Siyasi partiler kuruluyor Mısırlı entelektüellerin çoğu, tek adam yönetimine tekrar geri dönülmesini engellemek için parlamenter sisteme geçilmesini istiyor. Anayasa değiĢikliklerinin gerçekleĢtirilmesinin ardından Müslüman KardeĢler gibi Ġslami hareketler ve Milli DeğiĢim Hareketi, 6 Nisan, Kifaye gibi değiĢim hareketlerinin siyasi parti kurmaları bekleniyor. Müslüman KardeĢler parti kurmak için çalıĢmalara baĢladı. Devrim'den sonra Müslüman KardeĢler'in dini parti kurma hedefinden vazgeçtiği tahmin ediliyor. Bir tv kanalına konuĢan cemaatin önde gelen isimlerinden Muhammed Baltacı, sivil ve medeni bir siyasi parti kuracaklarını söyledi. Müslüman KardeĢler'in seçimlerde kullanmıĢ oldukları El Ġslam huvel hal ''Çare Ġslamdır'' sloganını kullanıp kullanmayacakları merak ediliyor. Çünkü 28 Kasım 2010 parlamento seçimlerinde dini içerikli propaganda yasaklanmıĢtı. Müslüman KardeĢler resmi sözcüsü Isam Aryan da bir açıklama yaptı. Aryan CumhurbaĢkanlığı için aday çıkarmayacaklarını, ancak belli bir adayı destekleyebileceklerini söyledi. Devrimde Müslüman-Hıristiyan iĢbirliği Mısır Devrimi Gençlik Koalisyonu 16 ġubat 2011 tarihinde bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda söz alan konuĢmacılar sistemin baĢının görevini bıraktığı, ancak henüz yapılması gereken çok fazla reformun olduğuna iĢaret etti. Toplantıda söz alan bir konuĢmacı, ĠçiĢleri eski bakanı Habib el Adli döneminde ülkede çıkarılmak istenen Müslüman – Hıristiyan fitnesi korkusunun devrimden sonra ortadan kalktığını söyledi. Bir tv kanalına konuĢan Mısırlı Hıristiyan sinema yıldızlarından meĢhur aktör Heni Remzi, Tahrir Meydanı'nda Müslüman KardeĢlerle Hıristiyanlar arasında ciddi bir kaynaĢma yaĢandığını söyledi. Ramzi, Kıbtilerin, Müslüman KardeĢler'in de kendileri gibi Mısırlılar 9 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM olduğunu farkettiklerini, korkulacak bir durum bulunmadığını anladıklarını ifade etti. Heni Remzi, Tahrir'de oluĢan sıcak ortamdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Tahrir Meydanı'nda tesadüfen karĢılaĢtığım ve yakın dostumun da arkadaĢı çıkan Abdulmunim ise meydanda kaldığı 12 gün boyunca yaĢadığı bazı olayları anlattı. Meydanda yaĢadığı sürede Hırisiyanları daha yakından tanıma fırsatı bulduğunu ifade eden Abdulmunim, tanıĢtığı ve arkadaĢlık yaptığı bir Hıristiyan Mısırlının kendisine ne kadar yakın olduğunu farkettiğini, arkadaĢının Hıristiyan olduğunu kendisine söyleyene kadar Müslüman olmadığını farkedemediğini söyledi. Devrimin diğer ülkelere etkisi Bazı uzmanlar katılımcıların sayısı, zamana yayılma Ģekli ve barıĢçıl olması gibi bir çok özelliğinden dolayı, Mısır Halk Devrimi'nin dünyada örneğine pek fazla rastlanmadığı ifade ediyor. Mısır, Arap aleminin abisi konumunda bir ülke. Mısır'da devrim sonunda yaĢanan süreçte halkın iktidarına doğru emin adımlarla yol alındığı gözleniyor. Demokratik seçimlerin yapılması ve halkın seçtiği kadroların iĢ baĢına gelmesinin ardından, bu ülkede yaĢanan değiĢimin diğer ülkeleri daha fazla etkileyeceği tahmin ediliyor. Ancak Mısır ateĢi Ģimdiden her tarafı sardı bile. Mısır'da yaĢananlar her halükarda Arap dünyası ve Ortadoğu'yu ciddi bir Ģekilde tetikleyecek kabiliyet arzetmektedir. Yemen, Cezayir, Bahreyn ve en son Libya'da ciddi halk hareketleri gözleniyor. Fas'ta 20 ġubat'ta barıĢçı bir gösteri düzenlenecek. Ġran'da bile hareketlenme var. Bahreyn'de ölü sayısı altıya çıktı. Libya'da Bingazi'de yaĢanan dünki olaylarda en az üç kiĢinin öldüğü onlarca kiĢinin yaralandığı belirtiliyor. Bu süreçte Suudi Arabistan ve Suriye gibi ülkelerin ciddi reformlar yapması gerekiyor. Yönetimler gerekli radikal adımları zamanında atmakta tereddüt ederse eğer, 2011 ve 2012 yıllarında bölgede ciddi değiĢim yaĢanacak ve sömürgecilerin bu ülkeleri terk etmesinin ardından iĢ baĢına gelen aile ve rejimler, iktidarı halka teslim etmek zorunda kalacaktır. Ġktidarda kalmayı baĢaran aileler ise Ġngiltere örneğinde olduğu gibi belki sembolik olarak yönetime devam edebilecektir. Mısır'ı hala Mübarek yönetiyor Gazeteci yazar Fehmi Hüveydi bir programda; ''CumhurbaĢkanlığı sarayındaki yetkililer ne yapıyor?'' diye bir sordu. Spiker de ona 'ne yapıyorlar peki?' deyince Hüveydi 'bu sorunun cevabını baĢkaları versin. Ben sadece soru sordum. Bazen soru da cevaptır' ifadesini kullandı. Bir gün sonra baĢka bir tv kanalına konuk olan Mısırlı gazetecilerden oluĢan bir grup, ülkeyi hala Mübarek'in yönettiği hissine kapılmıĢ olduklarını ifade ettiler. Bunun sebebini ise Ahmed ġefik hükümetinin iĢbaĢında olmasına bağladılar. Gazeteciler Mübarek'in direk müdahalesi olmasa bile ülkenin aynı mantıkla yönetildiğine inanıyor. Müslüman KardeĢler'in devrimden çıkardığı ders 10 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mübarek'in çekilmesiyle baĢlayan süreçte Müslüman KardeĢler de gerçek güçlerini anladı. Ġslami söylemlerin Ģu aĢamada bir fayda vermeyeceğini hisseden Ihvan, Mübarek yönetiminin halka korku sarmak için kendilerini kullandığını farkederek, siyasi bir parti kurmayı kararlaĢtırdı. 25 Ocakta baĢlayan sürece destek vermeyen Ihvan, 28 Ocak Cuma Öfkesi'nden sonra devrime katıldı ve ciddi bir katkı sağladı. Devrimin dıĢında kalsaydı büyük bir puan kaybına uğrayacaktı. Bir Müslüman KardeĢler yetkilisinin gösteriler esnasında ifade ettiğine göre, Tahrir Meydanı'nda Müslüman KardeĢler yüzde 10 ila 15 arasındaydı. Zaten ülke genelinde de yüzde 15 ila 20 arasında oya alacağı tahmin ediliyor. Ġsrail'in Mısır endiĢesi Ġsrail Mısır'ın yeni yönetiminin Camp David barıĢ anlaĢmasını askıya almasından ciddi bir kaygı duyuyor. Netanyahu dün yapmıĢ olduğu bir açıklamada, Mısırlılara Ġsrail ile aralarındaki barıĢı korumaları çağrısında bulundu. Mısırlı devrimci gençlere hitap eden Netanyahu, Mısır ve Ġsrail'in 40 yıl önce büyük sıkıntılar yaĢadığını ifade ederek, barıĢ mesajları verdi. Devrimci gençler, Camp David anlaĢmasını askıya almayı düĢünmediklerini ancak mahkeme kararına saygılı davranarak, Ġsrail'e Mısır tarafından verilen doğalgazı engelleyeceklerini belirtiyor. Mısır ordusu 6 Ekim 1973 tarihinde Ġsrail'i hezimete uğratarak SüveyĢ Kanalı'nın doğusuna geçmiĢ, cinlerin bile aĢamaz dedikleri Barlif Hattını aĢmıĢ ve Sina Çölü'nü Ġsrail'den geri almıĢtı. Ġsrail'i yenen tek Arap ülkesi ordusu olarak bilinen Mısır ordusu dünyanın 10. büyük ordusu. Bin Ali ve Mübarek tesadüfleri Tunus Devlet BaĢkanı bin Ali halka iki defa hitap etti. Mübarek ise üç defa hitap etti. Bin Ali olayların baĢladığı dördüncü hafta ülkeden ayrıldı. Mübarek ise üçüncü hafta. Bin Ali '2014 yılında aday olmayacağım' dedi. 14 Ocak Cuma günü ülkeden ayrıldı. Mübarek ise '2011 yılında aday olmayacağım' dedi. 11 Ocak Cuma günü istifa etti. Ġkisi de Cuma günü akĢam saatlerinde görevinden ayrıldı. Ġkisinin de mal varlığı tartıĢma konusu. 17 ġubat 2011, Dünya Bülteni 11 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mısır ve Amerikan Ġmparatorluğu – Maximilian C. Forte Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da Amerika'nın desteklediği diktatörlükler dağılmaya ve yıkılmaya baĢladı. Kriz içerisindeki Amerikan Ġmparatorluğu, yaĢanan düzensizlik ve istikrarsızlıkla baĢ etmenin yollarını arıyor. Bu gün çok az sayıda Arap, Amerika ve Ġsrail'in güvenliği adına 'terörle mücadele' uğruna bedel ödemeye devam etmeyi istiyor. ABD BaĢkanı Barak Obama, 20 Ocak 2009'da yönetime geldiğinde Ģöyle demiĢti: "Yolsuzluk, hile ve muhalefeti bastırıp susturarak yönetimi elinde tutanlara diyorum ki; Bilmelisiniz ki siz tarihin yanlıĢ tarafındasınız. Ancak eğer yumruğunuzu hafifletirseniz biz size elimizi uzatmaya hazırız." Burada Ģunu sormamız gerek, Arap rejimlerinin halkına karĢı yumruğunu sıkmasını kim sağladı? Hangi anlaĢmalar ya da savunma Ģirketleri bu yumruk sıkmaya ortak oldu ve ne kadarlık bir Amerikan askeri yardımıyla? Ayrıca ne oranda Ġsrail'i silahlandırarak yaptı bunu? Tunus, 31 yıl boyunca Zeynel Abidin'in selefi Burgiba diktatörlüğü altında Amerikan yardımlarından payına düĢeni (yıllık 750 milyon dolar) alıyordu. Bununla birlikte geliĢmiĢ askeri yardım da alıyordu. 1987 ile 2009 arası Zeynel Abidin Bin Ali'nin döneminde Amerika, Tunus'la 349 milyon dolarlık askeri anlaĢma imzaladı. Obama'nın baĢa geldiği 2009'dan sonra Tunus'a 282 milyon dolarlık askeri helikopter satma kararı aldı. Amerikan dıĢiĢleri ve güvenlik bildirisinde konuyla ilgili olarak "Önerilen satıĢlar, Kuzey Afrika'da iktisadi ve askeri anlamda ilerleyen dost ülkenin güvenliğinin pekiĢtirilmesi yoluyla Amerikan dıĢ politikası ve güvenliği hizmetinde kullanılacaktır" ibaresi yer aldı. Bin Ali'nin Tunus'u, Amerikan uĢaklığının bir modeliydi. Tunustaki müttefik yönetimin kurtarılmasının imkânsız hale gelmesinden sonra Hilary Clinton devreye girdi ve bilindik ifadeler kullanmaya baĢladı; Tunus devrimi baĢarıya ulaĢınca, çabucak onu desteklediğini açıkladı. Mısır'a gelince... On yıllardır Amerika yönetiminin Mübarek'e olan büyük desteği meĢhurdur. Amerika, 1979 yılındaki Camp David anlaĢmasından sonra Mısıra yıllık 1.3 milyar dolarlık askeri yardım yapmaya baĢladı. Bunun yanında yıllık 813 milyon dolar ekonomik yardım da yapıyor. Mübarek'in baĢa gelmesinde bu yana Mısır, ABD'den toplam 50 milyar dolar yardım aldı. Kongre raporlarına göre ekonomik yardımların tutarı yıllık iki milyar doların üzerinde. Bu durum Mübarek'e, Amerika kendi rejimine yardımlar yaptıkça her hangi bir reformu erteleyebileceği yada tamamen gündeminden çıkarabileceği güvencesinin iĢaretini veriyordu. Bütün mısırlılar demir yumruğu, onun sponsorluğunun ve gücünün nereden geldiğini çok iyi biliyorlar. Son Mısır ayaklanmasıyla alakalı olarak BaĢkan Yardımcısı Joshep Biden'in Mübarek'in diktatör olmadığı yönünde olumsuz bir açıklaması oldu. Bu açıklama, göstericilerin 12 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM taleplerinin meĢruluğu üzerine Ģüphe gölgeleri bıraktı. DıĢiĢleri Bakanı Clinton "Mısır hükümeti istikrardadır. O Mısır halkının meĢru ihtiyaçları ve menfaatlerine cevap vermek için yöntemler bulmaya çabalıyor." açıklamasını yaptı. BaĢlangıçta Amerikan yönetiminin tutumu yavaĢça değiĢmeye baĢladı. Daha sonra Amerikanın tutumunda daha hızlı bir değiĢim yaĢandı. Mısırda Ģahit olduğumuz Ģey Hilary Clinton'un düĢünce ve teorisinin kanıtıdır; nisbi olarak yeni yaklaĢım. Bu, bitkin ve gerileyen imparatorluk için daha tehlikeli ama aynı zamanda onun içinde bulunduğu duruma uygun bir Ģeydir. Basitçe söyleyecek olursak; Hilary Clinton'ın yaklaĢımı değiĢik kesimlerin hepsine belli bir mesafede durmak ve toplumun değiĢik kesimleriyle iletiĢim içerisinde bulunmak suretiyle Amerikan çıkarlarını korumaktır. Sistemin kurtulma ihtimali varsa istikrara vurgu yaparak ve değiĢim belirgin hale gelmiĢse 'düzenli geçiĢ'e vurgu yaparak sürece katılmaktır Bu realiteyle fırsatçılığın karıĢımıdır; hissettirmeden müdahale etmek. Diyalog kanallarını (Mübarek, 6 Nisan hareketi, Baradey, hatta Müslüman kardeĢler) açık tutarak iĢleyen daha az maliyetli bir dıĢ politikadır. Böylelikle Amerika BirleĢik Devletleri netice ne olursa olsun önemli ve devamlı bir aktör olacağını vurguluyor. Clinton "Mısırda sonucu Mısır'lılar belirleyecektir" dediğinde insan kendi kendine soruyor: Acaba Clinton Mısırlılar derken, içinden kendisini mi kastediyor... Mübarek'in gittiği 11 ġubat günü Barak Obama Ģu açıklamayı yaptı: "Amerika, Mısırla müttefik ve dost rolünü devam ettirecektir. Biz gerekli yardımı yapmaya hazırız. Demokrasiye gerçek bir Ģekilde geçilmesini talep ediyoruz." Mısırlılar için ne tür bir dosttu Amerika? Mısırda demokrasiyi destekleme anlamında ne koydu ortaya? Obama Amerikanın hesaba çekilmeyeceğini mi zannediyor? Tarihi yazanlar sürekli yanlıĢ tarafta duranlardı. Kaynak: El Cezire, 17 ġubat 2011 Dünya Bülteni için orijinalinden çeviren Metin Ünlü 13 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Türkiye’nin devrimlere katkısı - Ertuğrul Aydın Soğuk SavaĢ‟ın bitiĢiyle ideolojik kamplaĢma ve jeopolitik yarıĢ da bitti. Tek adamlar ve militer, yarı-militer rejimlerle halk karĢı karĢıya kaldı. Ya bu laik rejimler gidecek ve bölge ĠslamileĢecek ya da tek adamlar ve militer, yarı-militer rejimler gidecek ama laik ve liberal, taban desteği olan hükümetler kurulacaktı. Üçüncü ihtimal ise ideolojik kamplaĢmanın bitmesine rağmen bölgedeki eski siyasi yapıların halka rağmen ayakta tutulmasıydı. Birinci ihtimal, halkın hem kendi rejimlerine hem de “dıĢ taraflara” baskın çıkmasını, ikincisi ise mevcut rejimlerin Batı tarafından gözden çıkarılmasını gerektirirdi. Ġkincisinin önündeki en büyük sorun Ġsrail‟di ama Ġsrail yalnız değildi elbet. ABD, Avrupa, küresel iktisâdi güçler, uluslararası sivil toplum örgütleri de Ģüpheler taĢıyordu. Bu yüzden de Ġsrail‟i gözeten siyasi yapıların ayakta tutulması tercih edilirken ikinci seçenek için arayıĢlar da sürdü. Türkiye Ortadoğu’daki devrimlerin önünü nasıl açtı “DıĢ” tarafların Ģüphelerini gideren ülke Türkiye oldu. Türkiye‟nin izlediği siyaset, hem Ġsrail‟in hem de ABD ve Avrupa‟nın, küresel iktisâdi güçlerin ve Batı menĢeli uluslararası sivil toplum örgütlerinin değerlerini ve çıkarlarını gözetti. Ġslamcı köklere sahip siyasi Ģahsiyetlerin yani muhafazakârların yönetimindeki Türkiye‟nin Ġsrail ve Araplar arasında barıĢ arabuluculuğu için kolları sıvaması, Ġsrail‟le çatıĢmakta bir fayda görmediğini ve Ġsrail‟in varlığına kast etme niyeti taĢımadığını gösteriyordu. Bu siyaset, Tanrı‟dan bile hoĢnut ol/a/mayan Ġsrail‟e yetmezdi; ama diğer aktörler için yeterliydi. Ġslamcılar, Ġsrail‟i haritadan silmek Ģurda dursun, bölgenin barıĢ içinde yaĢayan saygın bir unsuru olarak varlığını sürdürmesine önayak oluyorlardı. Muhafazakârlar laikliğe de medyan okumadılar ve fakat kavgacı Fransız laikliğinin yerine dinin bireysel düzlemde serbestçe yaĢanabildiği seküler bir yapının tedricen kurulmasından yana oldular. Böylelikle sekülerlik tepeden inmiyor, tabanın benimsenmesiyle kalıcı olmayı da garantiliyordu. Muhafazakâr siyasetçiler kendilerinden önce hiçbir hükümette olmadığı kadar Ģevkle AB üyeliği için çalıĢtılar. AB üyeliği uyum yasaları sayesinde iktisâdi ve siyasi liberalleĢmenin eleĢtiri çekmesi beklenen kimi nitelikleri bile kabul görmekte zahmet çekmedi. EleĢtirecek olanlar bizzat yürütmenin baĢındaydı. Ama ispatlamaları gereken bir Ģeyler de vardı. Küresel iktisâdi güçler ise buraya kadar saydıklarımızdan zaten hoĢnuttular ama onlar için bir de ikramiye vardı: Türk hükümeti, Ortadoğu‟da önlerini açıyordu. (Mesela Türkiye‟yle yakınlaĢan Suriye‟de yabancı bankaların faaliyette bulunması için yasal düzenlemeler yapıldı. Türk bankalarının yanısıra onların da önü açıldı.) 1 Mart tezkeresi gibi kötü amaçlı talepler “yasama” tarafından reddedilse de Muhafazakâr “hükümet” Amerikan çıkarlarına meydan okumadı. Ġsrail ve Amerika arasında su sızan 14 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM çatlakları manevra alanı olarak gördü ve fırsatı değerlendirdi Ģüphesiz. Ancak bu Amerikan çıkarlarını tehdit etmiyor bilakis ABD baĢkanını ve yardımcısını zevkle aĢağılayan Ġsrail‟in ve Amerika‟daki Ġsrailcilerin hoyratlık ve kabalıklarını dengeliyordu. Bunun Beyaz Saray için nefes açıcı olduğu bile ileri sürülebilir. Türkiye‟nin siyaseti, Amerika‟daki bazı çevrelerin “çıkar telakkileriyle” çatıĢma içine düĢse bile diğer bazılarının çıkar telakkileriyle muhakkak örtüĢmüĢtür. En önemlisidir, muhafazakâr siyaset Amerikan çıkarlarını temsil eden kurum ve kurallara meydan okumakta, rakip bir düzen kurmakta da fayda görmemiĢ, bu kurumların saygın bir mensubu ve hissedarı olmaya bakmıĢtır. Duygu-durum bozukluğu yaĢayan Ġsrail kabinesinin üyeleri için elden bir Ģey gelmiyorsa da ilgili tüm “dıĢ tarafların” Ġslamcı hükümetler hakkındaki tereddütleri giderilmiĢtir. Türkiye bir emsal teĢkil etmeseydi en zayıf halka olan Tunus‟taki gösteriler diğerlerine ibret olsun diye acımasızca bastırılabilirdi. 19 ġubat 2011, Dünya Bülteni 15 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mısır’da ağaran bu yeni gün, ABD-Ortadoğu iliĢkileri için yeni bir çerçeve ister - John L. Esposito Hüsnü Mübarek‟in 30 yıllık yönetiminin devrilmesi ve Mısır‟da yeni bir günün ağarması yüzünden bölgedeki belirsiz değiĢim birçok yöneticinin ödünü koparıyor: Cezayir, Fas, Ürdün, Suriye ve Yemen‟de protesto gösterilerine esin kaynağı oldu; S. Arabistan‟da siyasi parti kurulmasına ve son cumhurbaĢkanlığı seçimlerinde YeĢil Hareket‟in salladığı Ġran Ġslam Cumhuriyeti‟nde endiĢelere yol açtı. Mübarek rejiminin sona ermesi, Araplar demokrasiyi reddeder; Ġslam, halk egemenliğiyle bağdaĢmaz; güvenlik devletlerinde yöneticilerin kontrolü sarsılmazdır gibi kliĢelerin yanlıĢlığını ispatlamıĢtır. Demokrasi yanlısı gösterilerin temelinde kökü geçmiĢle giden siyasi ve iktisâdi dertler yatıyordu: Demokrasi yokluğu, zengin azınlık, orta sınıf ve fakirler arasındaki uçurumun artması; artan gıda fiyatları; yüksek iĢsizlik oranı; yaygın yolsuzluk; fırsat yokluğu ve gençler için gelecek umudu olmaması. Mısırlılar yolsuzluğa son verilmesini, hükümetin hesap vermesini, Ģeffaflığı, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, hükümeti ve Mısır‟ın kaderini belirleme hakkını talep ederek haysiyetlerini ve hayatlarının kontrolünü geri istediler. Tunus ve Mısır‟daki ayaklanmalar geniĢ tabanlı, demokrasi yanlısı hareketin tek bir ideoloji veya dinci aĢırılar tarafından yürütülmediğini ifĢa etmiĢtir. Olan biten Ġslami bir kontrol teĢebbüsü değil geniĢ tabanlı bir çağrıydı. TaĢıdıkları döviz ve pankartların, açıklamaların ve taleplerin gösterdiği üzere protestocular Mısır‟ın birliğini istiyor, tek Mısır‟dan bahsediyor, Mısır ulusal marĢını söylüyorlar; Ġslamcı döviz ve pankartları değil Mısır bayraklarını dalgalandırıyorlar. Tüm kesimlerden insanlar, profesyoneller ve iĢçiler, ortak bir dava uğruna birleĢtiler. ġaĢırtıcı mı? Hiç de değil. Bir milyar müslümanı temsil eden 35 Ġslam ülkesinde kamuoyu araĢtırması yapan Gallup, Mısır‟da ve müslüman ülkelerin pek çoğunda, çoğunlukların daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve hukukun hâkimiyetini talep ettiklerini ortaya koymuĢtur. Maalesef ABD ve birçok Avrupa ülkesi, otoriteryan rejimleri, güvenlik devletlerini destekleyen politikalar izlediler. Bush yönetiminin dediği gibi Amerika‟nın demokrasiyi ve insan haklarını teĢvik iddiasına rağmen, Amerika (son baĢkanlar boyunca) “demokratik istisnâicilik” mirâsına sahiptir, ki pek çokları bunu “çifte standart” olarak görmüĢ, Amerika‟nın küre çapında demokrasiyi sözde teĢvik ettiği, aslında Ġslam dünyasındaki otoriteryan rejimleri desteklediği düĢünülmüĢtür. Bu politika otoriteryan müttefiklere ve onların köklü seçkinlerine sevimli gelse de Amerikan karĢıtlığını, Batı müdahalesine, iĢgal ve istilasına uğrama ve ona bağımlı olma korkularını beslemiĢtir. Washington, Mısır, Tunus ve Yemen‟deki durumları yakından izledi. BaĢkan Obama Ulusa SesleniĢ konuĢmasında Mısır‟ı andı; Bill O‟Reilly‟nin Fox News‟teki Super Bowl adlı programına katıldı ve yine Mısır hakkında konuĢtu. BaĢkan Obama Mısır halkına desteğini ifade etti fakat bu sözler eylemle de desteklenmelidir. DeğiĢmekte olan çok-kutuplu bir dünyada yaĢıyoruz ve bu, BaĢkan Obama‟nın baĢtan beri sürekli olarak kabul ettiği üzere karĢılıklı saygı ve iĢbirliği talep etmektedir. Amerikalı ve Avrupalı siyasetçilerin karĢısındaki zorlu iĢ, ulusal çıkarların korunmasını rejimlerin istikrar ve güvenliğine eĢitlemenin ve bilinmeyene duyulan korkunun ötesine geçmek – sonucunu 16 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM kontrol edemeyeceği bir süreçtir- ve self determinasyon, demokrasi ve insan hakları gibi Amerikan ilkelerine dayalı bir politika yürütmektir. Mısır‟da, Tunus‟ta ve bölgedeki diğer ülkelerde demokratik seçimle iktidara gelmiĢ hükümetlerle çalıĢmaya dayalı yeni bir çerçeve, kendi ulusal çıkar vizyonları olan daha bağımsız hükümetlerle çalıĢarak daha az öngörülebilir bir gelecek riskini üstlenir. ĠliĢkilerimiz, müttefiklerle ve diğer ülkelerle olduğu gibi ulusal çıkarlara, ortak stratejik siyasi, iktisâdi ve askeri çıkarlara dayalı olacaktır. ABD, geçmiĢin aksine, bağımsız sivil toplum örgütleriyle çalıĢarak askeri yardım yerine Mısır‟da eğitim, ekonomi ve teknolojik yatırımlara önem vermelidir. Gayretlerimiz bilinçli olarak çok-taraflı olmalı, BaĢkan Obama‟nın vurguladığı üzere Amerikan tektaraflılığına bir son vermelidir. Ancak, çoktaraflılık Mısır‟da iktisâdi kalkınmada (risk sermayesi koyan Amerikan inisiyatifleri yerine) kendi ülkelerinin ekonomisine daha fazla yatırım yapmaları gereken zengin Mısırlı iĢadamlarıyla; petrol ülkeleriyle, petrol Ģirketleriyle Amerikan ortaklığı anlamını da taĢır. Ortadoğu‟nun yeni bir hikâyesinin olduğunu kabullenmeliyiz. Mısır halkının ileriye doğru yaptığı hamlenin ulusal birlik içerisinde yapılması gibi demokratik, çoğulcu, Mısır toplumunun çeĢitliliğini temsil eden çok partili siyasi sistem inĢasında da yine ulusal birliğin korunması önemlidir. Ordunun Mısır‟ın geleceğini gaspetmesinin önünü almak için de mühimdir bu. Ordu, demokrasiye geçiĢe nezaret etmeyi vaat etse de çoğu üst düzey askeri yetkilinin yerleĢik güç ve imtiyazları, ticari çıkarları ve askeri yönetim kültürleri var: Modern Mısır‟ın tüm liderleri Nasır, Sedat ve Mübarek, eski askerlerdi. Orduda yetenekleri kadar sadakatleri sayesinde yükselmiĢlerdi. Öte yandan, demokrasi yanlısı hareket demokratikleĢme baskısını sürdürmek için birliğini koruyabilir, ABD ve Avrupa da yapıcı güçlü bir rol oynayabilir; askeri yardım değil de ekonomik, teknolojik ve eğitim desteği verebilir, büyük fark yaratabilecek bağımsız sivil toplum örgütlerini ve diğer örgütleri destekleyebilirler. Peki, Müslüman KardeĢlerin yönetimi ele geçirmesi tehlikesinden ne haber? Somut delillere bakma vakti geldi. 20. Yüzyılın sonlarından beri, Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, Lübnan, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Pakistan, Malezya ve Endonezya‟daki Ġslamcı adaylar ve siyasi partiler gibi Müslüman KardeĢler de kurĢunu değil seçim sandıklarını tercih etmiĢtir; dinci aĢırı olmaktan çok uzaktır. Müslüman KardeĢlerin en ateĢli eleĢtirmenleri (ve düĢmanları) arasında El Kaide‟nin Eymen el Zevahiri‟si dâhil Mısırlı militanlar vardır. Müslüman KardeĢler resmi olarak yasadıĢı olsa da Mısır toplumunda onlarca yıl sosyal ve siyasi en büyük ve en etkin Ģiddet dıĢı muhalif hareket olduğunu ispatlamıĢtır. Yönetimin tâcizlerine, suçlama veya mahkeme kararı olmaksızın tutuklamalarına rağmen Müslüman KardeĢler radikal, aĢırı Mısır örgütlerinin aksine, seçimlerde yarıĢtı ve iyi sonuçlar aldı. Ve Ģiddet dıĢı kalmayı sürdürdü. Diğer yandan, Mübarek yönetiminin uzun bir sicili vardır: Baskı, hileli seçimler, tüm laik ve Ġslamcı muhalefete gözdağı vermek ve eziyet etmek için devletin kiralık adamlarıyla Ģiddet uygulamak. Mübarek yönetimi sivil toplum örgütlerinin ve medyanın kuruluĢunu ve iĢleyiĢini denetim altında tuttu ve Mısır‟ın bağımsız mahkemelerini atlatmak için askeri mahkemeleri kullandı. Siyasi değiĢim döneminde ve Mübarek sonrası Mısır’da Müslüman KardeĢlerin rolü nedir? 17 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Müslüman KardeĢler hiç Ģüphe yok ki etkili bir rol oynamaya devam edecektir. Bununla birlikte, yeni, daha açık ve çoğulcu bir siyasi iklimde pek çok siyasi oyuncu ve partiden biri olacaktır. Müslüman KardeĢler, geçmiĢteki seçimlerde tıpkı Tunus‟un en Nahda hareketi ve diğer Ġslamcı partiler gibi, diğer siyasi seçeneklerin olmadığı yerde rakipsizdi. Sadece kendi üyelerinden ve destekçilerinden değil, hükümete karĢı muhalefetini veya ondan hoĢlanmadığını ifade etmek isteyenlerden de oy aldı. Müslüman KardeĢler Mısır‟daki protesto hareketini ne baĢlattı ne de ona liderlik etti. Pek çok uzman, çekirdek taban desteğinin en iyi halde nüfusun yüzde 25‟i olduğuna inanıyor. Çok partili bir sistemde yapılacak serbest ve âdil seçimlerde kesinlikle önemli olacaklardır ama hâkim unsur olacaklar diye bir Ģey yok. Ve doğrusu, Müslüman KardeĢler tıpkı diğer tüm Mısırlılar gibi seçimlere katılma ve hükümette temsil hakkına sahiptirler. Dahası, Müslüman KardeĢler cumhurbaĢkanlığı için aday göstermeyeceklerini ve gelecek seçimlerde kabinede yer arayıĢında olmayacaklarını açıklamıĢtır. Tunuslular gibi Mısır halkının da zaferlerini kutlamak ve güçlenme hissinin tadını çıkarmak için her nedenleri var; Mısır ve Tunus‟ta iktidar devrinden, Ortadoğu‟da siyasi dönüĢüm sürecinden esinle cesarete gelmek için de ABD‟nin her nedeni var. Barack Obama baĢkan olduğunda Kahire‟ye gitti ve “tüm insanların belirli bazı Ģeylere hasret duyduğuna dair sarsılmaz bir inancı olduğunu” teyid etti: “Fikrini söylemek ve nasıl yönetileceği hususunda söz sahibi olmak; hukukun üstünlüğüne güven duymak ve hukukun eĢit uygulanması; Ģeffaf ve halkından çalmayan yönetim; tercih ettiği gibi yaĢama özgürlüğü. Bunlar, Amerikan fikirleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden de bunları her yerde destekleyeceğiz.” Söz konusu olan demokrasi yanlısı kuvvetler olduğunda, söylediklerimizle yaptıklarımız bir olsun. Tunus‟ta ve Mısır‟da ortaya çıkan hükümetlerin ve reformcuların karĢısında ulusal birlik hükümeti kurmak, demokratikleĢmeyi destekleyen sivil kurumların ve değerlerin geliĢmesine yardım etmek sûretiyle siyasi liberalleĢmeye, sivil topluma ve insan haklarına bağlılık göstermek gibi zorlu iĢler olacak. Temel demokratik özgürlüklerin, fikir çeĢitliliğinin, çok partili siyasi hayatın ve sivil toplum örgütlerinin politikalara ve eylemlere ne derece yansıdığı, alternatif sesleri ve siyasi vizyonları siyasi sisteme bir tehdit görmek yerine “sadık muhalefet” kavramının ne derece takdir gördüğü turnosol testi hükmündedir. Kaynak: Huffington Post, 19 ġubat 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 18 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Bahreyn’de geri tepme - Graham E. Fuller Arap devriminde patlayacak bir sonraki yer neresi? Çok sayıda aday var ama jeopolitik etkisi o ufak çapını aĢacak bir aday var: Bahreyn. Baskıcı, yoz küçük bir rejimin hüküm sürdüğü bir yerdir burası; ABD BeĢinci Filosu‟nun karargâhı olduğu için Washington üzerine titrer. Rejim düĢtüğü takdirde askeri üssün geleceği de tehlikededir. Durup düĢünmek için ada hakkında birkaç hakikat: Birincisi, Bahreyn bir ġii adasıdır. Onun bu Ģekilde tanımlandığına Ģahit olmazsınız ama nüfusun yüzde 70‟i ġii‟dir yani Irak‟taki ġiilerin oranından daha yüksektir. Bu Arap ġiiler, Saddam Hüseyin Irak‟ında olduğu gibi ayrımcılığa, baskıya uğramıĢlar ve anlamlı bir rol oynamaları ülke üzerindeki sıkı denetimini korumaya azimli Sünni kabile yönetimince engellenmiĢtir. Gerçek demokrasinin ortaya çıkması, ülkeyi ġii cenahına itecek, kıymıkları diğer Körfez yöneticilerinin özellikle de Riyad‟dakilerin omurgalarına fırlatacaktır. GörünüĢler aldatıcıdır. Bahreyn‟e giderseniz birçok otoriteryan Arap ülkesindeki o aynı ağır eli hissetmeyeceksiniz. Bahreyn, sosyal özgürlüklerde liberaldir. YurtdıĢında çalıĢanlar kendilerini evde gibi hissederler: Ġçki içebilir, gece klüplerine, plaja ve partiye gidebilirsiniz. Ancak Batılıların ve seçkinlerin doldurduğu yüksek binaların ardına bakarsanız fakir ve ihmal edilmiĢ ġii gettolarla karĢılaĢırsınız. ĠĢsizlik oranı yüksektir ve duvarlar rejim karĢıtı yazılarla doludur. Serbest Pazar? Elbette. Paraya ihtiyacı olan apolitik devletlerden rejimin siyaseten tarafsız iĢçiler ithal etmesi hâriç. Problem yaratmayan veya bir sonraki uçakla sınır dıĢı edilen Filipinli, BangladeĢli, Sri Lankalı ve diğer Güney Asyalılar. Rejim, haydut da ithal ediyor. Emniyet teĢkilatı Arapça bile bilmeyen, ülkeye karĢı bir bağlılığı olmayan, Bahreynli protestocuları cezadan muaf kalarak darp edecek, hapse tıkacak, iĢkence edecek ve vuracak emekli polislerle doludur. Diğer ġii nüfuslarda olduğu gibi dini Ģahsiyetler burada da liderler arasında yer alır. Ancak pek çoğu adanın açık kültürel karakterini yansıtırlar, liberal ve açıktırlar. Bahreynli ġii‟lerin pek çoğu dini rehberlik için yönlerini Ġran‟a değil Irak‟taki Ayetullah Sistani‟ye dönmüĢlerdir. Bölgedeki diğer zorbalar gibi Bahreyn‟deki el Halife rejimi de Batı desteğini kazanmak için ki genelde kazanırlar da - ġia ve Ġran karĢıtlığını kıĢkırtacaklardır. Mesele çoğunluğun ġii olmasından ibaret değil. Suud bakıĢ açısından, Bahreynli ġiiler Suudi Arabistan‟daki ġii ailelerle yakın aile bağlarına ve kültürel bağlara sahiptirler. Muhtemelen daha ağır baskı altındaki Suudi ġii azınlık zaten yerinde duramıyor ve civarındaki siyasi 19 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM huzursuzluğa karĢı duyarlı olacaktır. Riyad‟ın nihâi kabusudur bu - petrol zengini bölgede ġii siyasi gücünün daha da güçlenmesi. Bahreyn‟in Sünni azınlığı zor bir durumdadır. Sünniler, baskı altındaki sınıfı teĢkil eden ġii çoğunluğun ayağa kalkmasından dolayı endiĢe duyuyorlar. Fakat liberal Sünniler de el Halife rejiminden memnun değiller ve siyasi reform arayıĢındalar. Pek çoğu seküler reformların gerçekleĢmesi için ġii liderlikle; ama rejim onları da bastırdı ve ġiileri çizgide tutmak için onların yardımını almak amacıyla ġii korkusunu yayıyor. Otoriteryan hâkim aileye karĢı onlarca yıldır süren ġii direniĢ hikâyesinde en azından Suudi Arabistan, Irak, Ġran ve diğer komĢu ülkelere kıyasla Bahreyn‟de daha az kan aktı. Eğer el Halife haydutları serbest kalırsa bu durum hızla değiĢecektir. Sıcaklık gitgide artıyor. Washington yine zor bir seçimle karĢı karĢıya, ki yıllardır alınan ufuksuz kararların bir mirâsıdır: YanlıĢ salık veren bir “Amerikan çıkarları” algısından hareketle baskıcı rejimlerle yola devam etmek? Halkın sevimsiz bulduğu askeri üsleri her ne pahasına olursa olsun tutmak, böylelikle halkın öfkesini derinleĢtirmek ve belki de Ġran‟a bu olaylarda en nihayet daha fazla söz hakkı vermek? Yahut bu baskıcı rejimi desteklemeye son vermek, olayların kendi seyrini izlemesine izin vermek ve vadesi geçeli çok olmuĢ bu değiĢimin geliĢini kabul etmek? Bir diğer çirkin statüskoyu daha ne kadar tutabiliriz? Ne kadar uzun beklersek, değiĢim de o denli kötüleĢecektir. Mesele de budur. Kaynak: IHT, 21 ġubat 2011 Çeviren: Ertuğrul Aydın 20 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Mısır'ın AKP'si kuruldu, Ġhvan yarıĢtan çekildi - Abdullah Aydoğan Kalabalık Mübarek'in baĢkanı bulunduğu Ulusal Demokratik Parti'nin ileri gelen yöneticilerinden oluĢan, Parti ĠĢleri Komisyonu tarafından, 15 yıldan bu yana farklı gerekçelerle kurulması engellenen Vasat Partisi, Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından kuruldu. 25 Ocak Gençlik Devrimi'nin ilk siyasi meyvelerinden birisi olarak kabul edilen Vasat Partisi'nin, altı ay içerisinde yapılması planlanan demokratik seçimlerde yüksek bir oy alarak, Mısır yönetiminde ciddi bir rol üstleneceği tahmin ediliyor. 1996 yılında kuruluĢ için ilk müracaatını yapan Vasat Partisi, 19 ġubat 2011 tarihinde resmen kurulmuĢ oldu. Müslüman KardeĢler'den ayrılan bir grup tarafından Ebu el Ala Madi yönetiminde kurulan partiye, Kifaye Hareketi yöneticilerinden George Ġshak gibi Hıristiyanlar da destek veriyor. Madi, partinin kuruluĢunun önündeki bütün engellerin kaldırılmasının ardından yapmıĢ olduğu açıklamada: ''Devrimden önce son derece kaygılıydık. Çünkü üç defa farklı gerekçelerden dolayı partimizin kuruluĢu engellenmiĢti. Ancak devrim tarafından ülkede estirilen özgürlük rüzgarları, Parti ĠĢleri Komisyonu kararlarının da iptal edilmesini kolaylaĢtırdı ve partimiz kuruldu.'' dedi. Mısır Ġdari Mahkemesi Parti ĠĢleri Dairesi, cumartesi günü Yargıç Muhammed Abdulğani baĢkanlığında toplarak, Vasat Partisi'nin kurulmasının kanuni bir sakıncasının olmadığına karar verdi. Mahkeme kararının açıklanmasının öncesinde salonda ilginç bir olay yaĢandı. Vasat Partisi yöneticileri, yargıcın parti hakkındaki hükmü açıklamasından önce, mahkeme üyelerinin arkasındaki duvarda asılı olan Mübarek'in fotografının indirilmesini talep etti. Yargıç bu talebi kabul etti ve Mübarek posteri mahkeme duvarından indirildi. Ardından karar açıklandı ve salonda sevinç çığlıkları duyuldu. Parti baĢkan yardımcısı Isam Sultan, Mübarek yönetiminin kendilerine çok farklı öneriler sunmuĢ olmalarına rağmen yılmadıkları, ısrarla partiyi kurmak için mücadele ettikleri ve sonunda muvaffak olduklarını söyledi. Müslüman KardeĢlerden 1995 yılında kopan bu reformcu grup, 10 Ocak 1996 yılında kurulma çalıĢmalarına resmen baĢlamıĢtı. Yöneticiler partilerini Gençlik Devrimi'nde hayatını kaybeden Ģehitler ve yaralılara ithaf ettiklerini belirtti. Mahkemede hazır bulunan Kifaye Hareketi yöneticilerinden George Ġshak, Ġdari Mahkeme tarafından verilen bu kararın, Parti ĠĢleri Komisyonu'nun iĢlevinin sona erdiğinin delili olduğunu dile getirerek, önümüzdeki dönemde ülke siyasi hayatında partiler açısından ciddi bir özgürlük ve hareketlilik gözleneceğini söyledi. Vasat Partisi'nin önümüzdeki seçimlere Keramat Partisi ile birleĢerek girmesi bekleniyor. Vasat Partisi'nin kuruluĢunun Mübarek döneminde kabul edilmeyiĢinin sebeplerinden birisi, 21 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM parti programında 'CumhurbaĢkanına verilmiĢ olan olağan dıĢı yetkilerin azaltıması'nın yer alıyor olmasıydı. Mübarek yönetimi, Müslüman KardeĢler içinde yaĢanan bu ayrıĢmanın danıĢıklı dövüĢ olabileceğinden de endiĢe ediyordu. Aynı gün akĢam Mısır'da bir ilk daha yaĢandı. Mısır resmi televizyonu tarihinde ilk kez, Müslüman KardeĢler yöneticilerinden birisini canlı yayında konuk etti. Konuk Müslüman KardeĢler'in önde gelen yöneticilerinden Saad el Ketetni'ydi. Müslüman KardeĢler'in önümüzdeki dönemdeki programlarını anlatan Ketetni, ilk seçimlerde iktidar olmak için yarıĢmayacaklarını söyledi. Spikerin neden iktidar olmak istemiyorsunuz? ġeklindeki sorusuna Ketetni; ''Biz en iyi organize olmuĢ siyasi hareketiz, diğer siyasi partilerin de ilk beĢ yıl içerisinde organize olmalarını istiyoruz.'' ġeklinde cevap verdi. Müslüman KardeĢler'in ilk demokratik seçimlerde iktidar olmak istememelerinin daha baĢka sebepleri de var mutlaka... Cezayir örneği; doksanlı yılların baĢında bu ülkede yaĢananlar henüz unutulmuĢ değildir bu bir. Ġkincisi, krallık dönemi de dahil, kurulduğu günden bu yana Mısır'da iĢ baĢına gelen bütün yönetimler Müslüman KardeĢler aleyhinde ciddi bir anti propaganda yaptı. Halk kitleleri bu Ġslami siyasi cemaatten korkutuldu. Baskılar neticesinde Ġhvan da yer altına indi. Üçüncü sebep, Ġhvan yöneticileri tarafından cemaatin gerçek oy oranının bilinmiyo rolması. Mısır'da hiç bir siyasi hareket hakkında istatistiki bilgi en azından Ģimdilik bulunmuyor. Dönrdüncü sebep ise ihtiyat. Yıllardan beri siyasi manevralara kurban olan KardeĢler, bu yeni süreçte son derece ihtiyatlı davranmayı, ilk beĢ yıl ülkedeki siyasi hayatın gidiĢatını görmeyi tehcih ediyor. 1952 Hür subaylar devriminden sonra bir süre Ihvan'ın önü açılmıĢtı. Ancak, Cemal Abdunnasır'a düzenlenen bir suikast giriĢiminden sonra Müslüman KardeĢler üyeleri, tekrar iĢkence ve baskılara maruz kalacaktı. Mısır'da demokratik seçimlerin yapılması durumunda ülkede en fazla oy toplayacak olan siyasi oluĢumlar, devrimden sonra ortaya çıkan partiler olacaktır. Mısır halkının geneli nezdinde, ülkeyi 30 yıldır yöneten Ulusal Demokrtatik Parti, Vefd ve Ğad gibi bütün siyasi partiler ve Müslüman KardeĢler gibi Ġslami siyasi hareketlerin tamamı ciddi bi Ģekilde yıprandı. Vasat Partisi'nin kurulduğu gün Müslüman KardeĢler tarafından yapılan 'iktidar olmayı hedeflemedikleri' Ģeklindeki açıklama, tesadüf olmasa gerek. Ihvan, 508 milletvekilli Mısır parlamentosu için en fazla 150 aday çıkarmayı planlıyor. Öyleyse, demokratik sisteme geçilmesinin ardından, Mısır'ı 25 Ocak Gençlik devriminden sonra ortaya çıkacak olan yeni partiler yönetecek. Belki de AKP örneğini oluĢturan Vasat Partisi iktidar olacaktır. 21 ġubat 2011, Dünya Bülteni 22 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kaddafi: iktidar yalnızlaĢması – Akif Emre Libya'da gittikçe 'Ģiddet'lenen gösterilerin barındırdığı muhtemel sonuçları Tunus'ta baĢlayıp Bahreyn'e kadar uzanan isyanlardan ayrı tutmak gerekiyor. Bu ayırıcı özellik sadece göstericilerin talepleriyle sınırlı değil kuĢkusuz; Kaddafi faktörü Libya'da yaĢananları tüm bölgedeki geliĢmelerden farklı kılıyor. Kaddafi'nin siyasi portresini çıkarmak zor. 1969'da gerçekleĢtirdiği devrim ve iktidarı kontrol altına almasından bu yana 40 yıl geçmiĢ. Çölde doğduğu çadırın gölgesini hayatına taĢımaktan baĢka hiçbir yerde tutarlılık sergilemedi. Doğduğu çöllerin belirsizliğine benzer Ģekilde hayatı, siyasi çizgisi de yönü tayin edilemez belirsizliklerle dolu olsa da çölün katı, kavurucu gerçeği gibi Kaddafi iktidarı da Libyalıların üstüne çöküp kaldı. Bir yanda çölün Ģekillendirdiği yalınlık, doğrudanlık kiĢiliğini belirlerken diğer yanda askeri eğitim alması, dünya görüĢünü askerliğinin Ģekillendirmesi bugünkü Kaddafi portresinin ipuçlarını verir. YetiĢtiği kültürel ortam ideolojik tutumlarını keskinleĢtirirken diğer taraftan çöl metaforuna benzer Ģekilde esen rüzgarla yer değiĢtiren kum tepeleri gibi yön mefhumunun nerdeyse hiç olmadığı gözlenecektir. Devrimi gerçekleĢtirdiğinde sömürgeciliğin, uluslararası petrol tröstlerinin etkisini kırmaya yönelik sert müdahalelerde bulundu. Petrolü millileĢtirdi ve Ġtalyanlar baĢta olmak üzere yabancıları kovdu. Dönemin Arap dünyasında esen milliyetçilik rüzgarından fazlasıyla etkilendi. Sosyalizmle sentezlenen Nasırizm'in farklı bir versiyonuydu aslında onun uyguladığı... Buna yeĢil renk Ġslam sosu da eklemeyi ihmal etmeyecekti ki, bu 60'lı 70'li yılların Arap dünyasındaki üçlemeye uygundu. Özellikle ekonomik politikalarda sosyalist model, ideolojik olarak Arap milliyetçiliği, kültürel anlamda da Ġslam... Bu sentezi Kaddafi yeĢil devrim olarak formüle ederek yeni bir heyecan dalgası oluĢturmaya çalıĢtı. Petrol gelirlerinin daha fazla olduğu dönemlerde daha bölgesel politikalar izleyerek, benzer durumdaki hemen her Arap lideri gibi, Arapların liderliğine oynadı. Arap milliyetçiliği birleĢtirmekten çok Arapları parçalayan bir iĢlev gördü. Bir yanda Suriye, Mısır'la birleĢme çabaları; diğer tarafta liderlik rekabeti nedeniyle düĢman kardeĢler haline geldi pek çok ülkeyle. Yemen'den Sudan'a kadar pek çok ülkenin siyasi dokusuna müdahale ederek yerinde duramayan aykırı bir lider tipi çizdi ta o zamandan. Kimi silahlı mücadele veren devrimci örgütlere destek verdi. Amerika ile silahlı mücadele derecesinde karĢı karĢıya geldi. Amerikan uçaklarının bombardımanında sarayı bile hedef oldu. Ġskoçya üzerinde düĢen uçağa bomba yerleĢtirmekle suçlanarak ülkesine ambargo uygulandı. Ardından 2003 yılında Amerika ile anlaĢarak sisteme dahil edildi; Libya'ya uygulanan ambargo da kalktı. Tüm bu süreçlerde muhtemel rakiplerini acımasız biçimde ortadan kaldırmaktan hiç çekinmedi ve tek adam olarak kaldı. AĢiret yapısının belirleyici olduğu Libya toplumunu bir yanda Ģehirlere yerleĢtirerek modernleĢtirme projeleri uygularken diğer tarafta siyasi iktidarını tehdit etme potansiyeli olan aĢiretlere de tam sindirme politikaları uyguladı. Libya toplumunun uydu kentlerde hayat tarzıyla barıĢık olmayan toplu konutlara yerleĢtirilmesi 23 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM projesi, aslında iktidarını tehdit edebilecek sosyal dokuyu, toplumsal iliĢkileri çözme giriĢimi olarak da okunabilir. Tek adam diktatoryası, elinde tuttuğu muazzam petrol geliri ile Kaddafi'yi her Ģeyi yapmaya muktedir bir yarı ilah konumuna getirdi. Bu sarsılmaz iktidar görüntüsü aslında Kaddafi'nin en zayıf yanını oluĢturuyor. En küçük kuĢkuda acımasızca ortadan kaldırılan rakipler bir yana kitlesel yok ediĢler onu korku denizine itti. Kendisiyle beraber Libyalıları da korku denizinde yüzdürdü. Tüm dünyadan izole edilmiĢ halde kendi sesinden ve gücünden baĢka bir Ģey görmeyen tek adam profili ancak acımasız yöntemlerle ayakta durabildi. Buna uluslararası ambargonun getirdiği yoksulluk da eklenince Libyalılar tam bir hiçliğe mahkum oldu. Kaddafi kendi kurduğu terör denklemine mahkum olurken tüm ülkeyi de kendisiyle birlikte korku duvarıyla kuĢattı. Sergilediği Ģiddet aslında kendi korkusunu açık ediyordu. Gittikçe çoğalan Ģiddet mağdurlarının intikam alacağı endiĢesi, Kaddafi'nin hem korkusunu hem Ģiddetini artırırken insanî olan her Ģeye karĢı onu duyarsızlaĢtırdı. Yarım yüzyıla yakın tek adam kalabilmek için parasal gücünün yanı sıra gerektiği her durumda Ģiddet yöntemini kullanması insanlığına yabancılaĢmayı getirdi. Çehresine yakından bakanlar yüzüne geçirdiği hissiz maskenin gerisindeki korkulu çehreyi görür. DüĢünün ki, devrim kutlamasını yaptığı bir törende bile tören alanına aynı anda üç farklı tribün yerleĢtirerek halkın karĢısına çıkabilen ve bir tür korsan devlet töreni yapabilen bir diktadan bahsediyoruz. Dünyadan ve kendi halkından soyutlanmıĢ, yalnızlaĢmıĢ bir korku imparatoru...Çölün yalnızlığında hayata baĢladı, gücü ele geçirdiğinde iktidar/ın yalnızlığını yaĢadı. Yalnız korkusunu Ģiddetle bastırmayı denedi siyasi hayatı boyunca. ġu an yaĢananlar, nüfusun yüzde 50'den fazlasını oluĢturan gençlerin babalarının yaĢadıklarını, artık daha fazla yaĢamaya niyetlerinin olmadığının gösteriyor. Korku duvarını aĢan halk, Ģiddetin hangi boyutlara tırmanabileceğinin bilincinde olarak çatıĢmayı göze alıyor. AĢiretlerin yönetimle kurduğu iliĢki bozulmuĢ görünüyor. Geleneksel yapıların isyan etmesi isyanın kaderini belirleyici olacak. YeniĢafak, 22 ġubat 2011 24 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ġsyan dalgası Sahra-altı Afrika'ya yayılır mı? - Serhat Orakçı Kuzey Afrika ülkelerinde yaĢanan geliĢmelerin siyasi ve pisikolojik etkileri Afrika kıtasının her köĢesine sinmeye baĢladı. Ġlham perileri ezilmiĢ halklara cesaret fısıldarken koltuğunu korumaya çabalayan devlet baĢkanları oldukça tedirgin görünüyor. Afrika uzamanları Mısır ve Libya benzeri ayaklanmaların Afrika'nın genelinde baĢlayıp baĢlamayacağını anlamaya çalıĢıyor. Sorulan soru Ģu: Sıra kimde? Zimbabve mi Kamerun mu? Peki geliĢmiĢlik düzeyi, internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı bakımından büyük farklılıklar arzeden Sahra-altı Afrika'da gerçekten halk protestoları ile iktidarların el değiĢtirmesi mümkün mü? Kuzey Afrika'da yaĢanan geliĢmeler Sahra-altı Afrika'da halk bazında yakından takip ediliyor. Özellikle Mısır'da Hüsnü Mubarek'in devrimesiyle diğer ülkelerde de ufak çaplı gösteri ve protestolar düzenlendi. Libya lideri Kaddafi'nin devrilmesi halinde ise etkilerinin Afrika'da daha geniĢ olacağı tahmin edilirken diğer ülkelerdeki halk gösterilerinin artması bekleniyor. ĠĢsizlik oranının %59'larda seyrettiği Cibuti'de geçen Cuma halk sokağa döküldü. Gösterilerin ikinci gününde iki kiĢi ölürken muhalif parti liderleri tutuklandı. Amerika'nın ve Fransa'nın askeri üstü bulunan ülkede internet kullanım oranı sadece %3. Halkın büyük sefalet içinde yaĢadığı ülke 1999'dan beri Ġsmail Ömer Gülle tarafından yönetiliyor. Rober Mugabe'nin baskı rejimi altında inleyen Zimbabve halkı bugünlerde cesaretini toplamaya çalıĢıyor. Muhalif gruplar ülkede isyanın baĢlaması için lobi yaparken hükümette boĢ durmuyor. Son olarak 53 kiĢi Mısır ayaklanmasının video kayıtlarını izlerken tutuklandı. Facebook'da açılan "Mugabe Must Go" tarzı grupların ise internet eriĢiminin %13 olduğu ülkede büyük destek gördüğünü söylemek zor. Uzmanlara göre ise böyle isyan hareketine polisin tepkisi sert ve kanlı olacak; bunu bilen halk cesaret edecek halde değil. Geçen hafta Uganda'da yapılan baĢkanlık seçiminde iktidar el değiĢtirmezken seçimde hile olduğunu iddia eden ana muhalefet partisi halkı ayaklanmaya çağırdı. 25 yıldır ülkeyi yöneten Yoweri Musaveni %68 oy alırken Amerika seçim sonucunun Uganda halkının iradesini yansıttığı belirterek tebrik mesajını iletti. Kamerun'da muhalif gruplar ve iĢçi birliklerinin bugün Devlet BaĢkanı Paul Biya'yı istifaya çağırmak için toplanması bekleniyor. Organizsyonun yeterince iyi yapılmadığını savunan görüĢlere göre ise gösterilerin taraftar toplaması zor görünüyor. Ana muhalefet gruplarının bile açıktan protesto çağrısı yapmadığı ülkede Paul Biya yandaĢları ülkenin istikrar ve geliĢme yolunda olduğu tezini savunuyor. Mısır'ın peĢinden Sudan'da da ufak çaplı bazı öğrenci gösterileri oldu. Sayıları yüzü aĢmayan göstericiler halk genelinden destek göremezken Devlet BaĢkanı Ömer El BeĢir bir sonraki seçimde aday olmayacağını açıkladı. Ġktidardaki Ulusal Kongre Partisi kararın ülkede yaĢanan reform süreciyle ilgili olduğunu Mısır ve Libya ile alakası olmadığını duyurdu. Senegal, Gabon, Etiyopya ve Gana'da halk ayaklanmasının muhtemel göründüğü riskli ülkeler arasında. 25 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Sahra-altı Afrika ülkelerinin Kuzey Afrika ile kıyaslandığında yapısal farkları olduğu muhakkak. GeliĢmiĢlik düzeyi, internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı büyük farklılıklar arzediyor. Mısır isyanında büyük rol oynayan twitter ve facebook gibi sosyal paylaĢım sitelerinin Sahra-altı Afrika'da bu tarz bir rol oynaması mümkün görünmüyor. Ġnternet kullanım oranın %10'ların altında seyrettiği ülkelerde internet üzerinden organizasyonlar yapılması ve destek çağrılarının yapılması mümkün görünmüyor. Benzer Ģekilde kimi ülkelerde ĢehirleĢme oranı da oldukça düĢük. Kuzey Afrika'da yaĢananlar diğer Afrika halkları için büyük bir ilham kaynağı oldu kesin. KiĢisel görüĢüm Tunus-Mısır-Libya tarzı halk ayaklanmalarının Sahra-altı Afrika ülkelerine halk geneline yayılmayacağı yönünde. Buna karĢın muhalif kesimlerin seslerini artık daha gür duyurabileceğini düĢünüyorum. Ama Ģurası muhakkak ki son günlerde Kuzey Afrika'da yaĢanan dönüĢüm Afrika kıtasının geleceği için bir dönüm noktasıdır. Bu dönüĢümün kıta geneline nasıl yayılacağını birlikte göreceğiz. EzilmiĢ halklar, kiĢisel tavır ve davranıĢların politik areneda ne kadar etkili olabildiğini dahası birlik ruhunun baskıcı rejimleri nasıl zora soktuğunu bir kez gördüler. 23 ġubat 2011, Dünya Bülteni 26 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Devrimler ve Ġslam dünyası - George Friedman Kuzey Afrika‟dan Ġran‟a kadar Ġslam dünyası son birkaç haftadır istikrarsızlık dalgası tecrübe ediyor. Bu yazı kaleme alındığı zaman itibariyle Libya eĢikte yalpalıyorsa da henüz hiçbir rejim devrilmedi. Devrimlerin bir bölgede veya dünyada sanki bir yangın gibi hızla yayıldığı anlar vardır tarihte. Bu tür anlar çok sık avdet etmez. Akla gelen bu tür devrimler arasında Fransa‟daki bir ayaklanmanın Avrupa‟yı yuttuğu 1848 devrimleri vardır. Yeni Sol‟un dünyayı süpürdüğü 1968 de öyle. Mexico City, Paris, New York ve yüzlerce Ģehir, Marksistlerin ve diğer radikallerin öncülüğündeki savaĢ karĢıtı devrimlere tanıklık etmiĢti. Prag, Sovyetlerin Yeni Sol hükümeti ezdiğine Ģahit oldu. Çin‟in Büyük Proleterya Kültür Devrimi bile biraz zorlamayla bunlara dâhil edilebilir. Batıya ulaĢmak isteyen Doğu Almanların 1989‟da tetiklediği bir kargaĢa dalgası Doğu Avrupa‟da ayaklanmaya yol açtı ve Sovyet hâkimiyetini sona erdirdi. Her bir devrimin ana teması vardı. 1848 ayaklanmaları Napolyon‟a tepki olarak sindirilen liberal demokrasileri yerleĢtirmeye teĢebbüs etti. 1968, kapitalist toplumda radikal reformlarla; 1989 ise komünizmin devrilmesiyle ilgiliydi. Durum bundan çok daha karmaĢıktı ve ülkeden ülkeye değiĢiyordu. Ama sonuçta altta yatan nedenler bir veya iki cümleyle makul surette özetlenebiliyordu. Bu devrimlerden bazılarının muazzam etkileri oldu. 1989, küresel güç dengesini değiĢtirdi. 1848 baĢarısızlıkla sonuçlandı – Fransa dört yıl içerisinde monarĢiye geri döndü – ama sahneyi daha sonraki siyasi değiĢimlere hazırladı. 1968, kalıcı çok az Ģey üretti. Kilit nokta Ģu ki devrimlerin gerçekleĢtiği her bir ülkede, ayrıntılarda mühim farklılıklar vardı – fakat diğer ülkeler bir yere kadar da olsa ilkelere karĢı açıklık sergilediklerinde, ana ilkeleri paylaĢmıĢlardır. Mevcut ayaklanmanın coğrafi alanı ortada: Kuzey Afrika‟nın ve Arap Yarımadası‟nın müslüman ülkeleri bu ayaklanmaların merkezindedir; bilhassa da Mısır, Tunus ve Ģimdi de Libya‟nın derin bir krizde olduğu Kuzey Afrika. Diğer birçok müslüman ülke de devrimci olaylara ev sahipliği yapıyor ama bu olaylar en azından Ģimdilik rejimleri veya hatta yönetici kiĢileri tehdit edecek düzeye tırmanmıĢ değil. Bu tür olaylar baĢka yerlerde de kıpırdanma gösterdi. Çin‟de küçük çaplı gösteriler oldu; Wisconsin ise bütçe kesintileri yüzünden çalkantı içinde. Fakat bunlarla Ortadoğu‟da yaĢananlar arasında bir bağlantı yok. Ġlki küçüktü; ikincisi ise ilhamını Kahire‟den almıyordu. O halde Ģu an Ģahit olduğumuz, Ģimdilik Arap dünyasıyla sınırlı bir ayaklanmadır. Ayaklanmaların itici gücü, rejimlerin veya rejim içerisindeki bir grup bireyin halkı siyasi ve daha önemlisi, ekonomik haklardan mahrum ettiği hissiyatıdır – kısacası, sağduyunun izin verdiğinin de ötesinde zenginleĢmeleridir. Bu hissiyat farklı Ģekilde tezahür etmiĢtir. Örneğin Bahreyn‟deki ayaklanma evvelemirde ġii nüfusun hâkim Sünni kraliyet ailesine karĢı çıkıĢıdır. Mısır‟da kiĢiye, Hüsnü Mübarek‟e karĢıydı. Libya‟da rejime, bir kiĢiye – Kaddafi – ve onun ailesine karĢıdır ve aĢiret husûmetiyle yürümektedir. (…) Küçük bir grubun hâkim olduğu herhangi bir rejim, bu grubun sahip olduğu yeri kendilerini zenginleĢtirmek için kullandıklarına zamanla Ģahit olacaktır. 40 yıl direnebilen birkaç rejim 27 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM vardır. Kaddafi bir zamanlar hakiki, Sovyet yanlısı bir devrimciydi. Fakat zamanla devrimci hararet düĢer ve gücün verdiği küstahlığın yanı sıra tamahkârlık nükseder. Bölgenin I. Dünya SavaĢı‟ndan beri rejim değiĢikliği yaĢanmamıĢ kesimleri için de doğrudur bu her ne kadar bu rejimler, ilginçtir, zenginliği bir parça dağıtmayı zamanla öğrenmiĢ görünseler de. Bu sebepten dolayı, bölgede ortaya çıkan, klasik kleptokrat rejimler ve kiĢilerdir. Her Ģeyden çok, özellikle de Kuzey Afrika‟daki bu huzursuzluk dalgasını târif etmek istersek, rejimlere ve çok uzun süredir yerini koruyan kiĢilere karĢı bir ayaklanmadır. Bunların, oğullarını siyasi vârisler olarak atayıp ailelerinin parasını ve gücünü koruma planı yapan kiĢiler olduklarını da buna ekleyebiliriz. Aynı süreç, farklı Ģekillerde Arap Yarımadası‟nda da seyir halindedir. Önceki nesil devrimcilere karĢı bir ayaklanmadır bu. Devrimler uzun zamandır yolda. Tunus‟taki ayaklanma, bilhassa da baĢarı kaydettikten sonra, yayılmaya yüz tuttu. 1848, 1968 ve 1989‟da olduğu gibi, benzer sosyal ve kültürel Ģartlar benzer olaylara yol verir ve bir ülkenin örnek teĢkil etmesiyle tetiklenir; sonra da yayılır. 2011‟de yaĢanan budur ve devam etmektedir. Benzersiz Ģekilde hassas bir bölge Devrimler, Ģu an benzersiz Ģekilde hassas bir bölgede yaĢanıyor. ABD-Cihatçı savaĢı, önceki devrimci dalgalarda olduğu gibi, potansiyel jeopolitik sonuçların/çıkarımların varlığı anlamına gelir. Örneğin 1989, Sovyet Ġmparatorluğunun sonu demekti. Bu vakada, en önemli soru bu devrimlerin niçin gerçekleĢtiği değil bu devrimlerden kimlerin avantaj elde edeceğidir. Bu devrimleri, radikal Ġslamcıların bölge denetimini ele geçirmek için yaptıkları büyük bir tezgâh olarak görmüyoruz. O çapta bir tezgâh hemen hissedilir ve her bir ülkedeki güvenlik güçleri tezgâhları çabucak yok ederdi. Önceki devrim dalgalarını hiç kimse örgütlememiĢti her ne kadar onlar hakkında komplo teorileri üretilmiĢse de. Bir olayı müteakip, belirli Ģartlardan dolayı ortaya çıkmıĢlardır. Fakat belirli gruplar devrimlerden avantaj elde etmeyi muhakkak denemiĢler, az ya da çok baĢarılı olmuĢlardır. Bu vakada, ayaklanmaların nedenleri her ne olursa olsun, radikal Ġslamcıların avantaj elde etmeye veya onu kontrol altında tutmaya teĢebbüs edeceklerine Ģüphe yok. Niçin olmasın? Rasyonel ve mantıklı bir seyirdir onlar için. Bunu yapıp yapamayacakları karmaĢık ve önemli bir sorudur ama isteyecekleri ve yapmayı denedikleri açıktır. Komplocu yöntemlerde yetiĢmiĢ geniĢ, ulus-aĢırı ve benzeĢmeyen gruplardır bunlar. Büyük bir uluslararası koalisyon kurmaları için bir fırsattır bu. Dolayısıyla, geleneksel komünistlerin ve Yeni Sol‟un 1960‟larda yaptığı gibi, ayaklanmayı onlar yapmamıĢlardır ama avantaj elde etmeye kalkmazlarsa aptaldırlar. ABD ve diğer Batılı ülkelerin bu ayaklanmaların seyrini etkilemeye çalıĢtıklarına Ģüphe yok. Her iki taraf için oynaması zor bir oyun fakat ülkelerini bilen-tanıyan yerli Ġslamcılara kıyasla dıĢ taraf olarak bu oyunu oynamak hassaten de ABD için zor. Fakat Ġslamcıların devrimin kontrolünü ele almak isteyeceklerine Ģüphe yoksa da kontrolü ele alacakları veya bu devrimlerin baĢarılı olacağı anlamına da gelmez bu. 1848‟in ve 1968‟in baĢarısızlık olduğunu ve bu devrimlerden avantaj elde etmek isteyenlerin hiçbir araçları olmadığını hatırlayın. Fakat 1917‟de Rusya‟da gördüğümüz üzere, ille de en popüler grup kazanacak diye bir Ģey yok; en örgütlü olan kazanabilir. Kimin en iyi örgütlenmiĢ olduğunu ise genelde sonradan bilirsiniz. 28 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Demokratik devrimlerin iki safhası vardır. Birincisi, demokrasinin tesisidir. Ġkincisi, hükümet seçimidir. Hitler örneği, genç bir demokrasinin ne tür hükümetler ortaya çıkaracağına dair bir ikaz olarak faydalıdır zira demokratik ve anayasal araçlarla iktidara gelmiĢ, sonra da tezahürat yapan kalabalıklar önünde demokrasiyi lağvetmiĢti. O halde üç ters akıntı var. Ġlki, yoz rejimlere karĢı tepkilerdir. Ġkincisi, seçimdir. Peki üçüncüsü? ABD demokrasinin yükseliĢini alkıĢlarken, seçilmiĢ hükümetlerin umulduğu gibi çıkmayacağını hatırlamalıdır [Hamas örneği]. Her hâlükarda, gerçek mesele bu devrimlerin mevcut rejimlerin yerini almayı baĢarıp baĢaramayacağıdır. Ayaklanmayı bir gösteriden tefrik ederek iĢe baĢlamak sûretiyle Ģu anki devrim süreci üzerinde düĢünelim. Bir gösteri, insanların bir araya toplanmasıdır; konuĢmalar yaparlar. Gösteri, rejimi rahatsız edebilir ve daha ciddi olaylara zemin hazırlayabilir fakat bizzat gösteri önemli değildir. Gösteriler bir Ģehri felç edecek denli büyük olmadıkları takdirde sembolik olaylardır. Ġslam dünyasında hiçbir yere varmamıĢ pek çok gösteriler vardır; mesela Ġran. Kaydedelim, 1848‟de, 1968‟de ve 1989‟da devrimleri genelde evvela gençler yürütmüĢlerdir. Normaldir bu. Ailesi olan reĢit ve olgun kiĢiler silahları ve tankları karĢılamak üzere sokaklara düĢmezler. Belki de ümitsiz bir dava uğruna hayatı tehlikeye atmak için genç insanların cesaretine veya muhakeme yokluğuna ihtiyaç vardır. Ancak baĢarı için toplumun diğer sınıflarından da onlara katılım olması hayatidir. Ġran‟da 1979 devriminin en kilit anlarından biri, esnafın sokaktaki gençlere katıldığı andır. Sırf gençlerden oluĢma bir devrim mesela 1968, baĢarılı olmaz. Devrim, daha geniĢ bir taban gerektirir ve de gösterilerin ötesine geçmelidir. Gösterinin ötesine geçildiği an, asker ve polislerle karĢılaĢılan andır. Göstericiler dağılırsa, devrim yoktur. Eğer asker ve polislere göğüs gererlerse ve eğer kendilerine ateĢ açıldıktan sonra bile iĢin peĢini bırakmazlarsa, bu takdirde devrim safhasındasınız demektir. O halde barıĢçıl göstericilerin resimleri, medyanın inanmanızı istediği kadar denli önemli değildir; ateĢ açıldıktan sonra mevziyi terk etmeyen göstericilerin resmi çok önemlidir. Bir devrimin kilit olayı Bu bizi devrimdeki kilit olaya götürür. Devrimciler silahlı adamları mağlup edemezler. Fakat silahlı adamlar, kısmen ya da tamamen, devrimci tarafa katılırlarsa, zafer mümkündür. Kilit olay budur. Bahreyn‟de askerler göstericilere ateĢ açtılar ve bazılarını öldürdüler. Göstericiler dağıldı ve sonra gösteri yapmalarına izin verildi – hafızalarında silahların ateĢlendiği taze anılarla. KuĢatılmıĢ bir devrimdir bu. Mısır‟da, ordu ve polis birbirine muhalefet etti ve asker karmaĢık nedenlerden dolayı göstericilerin tarafını tuttu. Rejim değiĢikliği değilse de personel değiĢikliği kaçınılmazdı. Libya‟da ordudaki çatlak ise çok büyük. Bu olduğunda, yol ayrımına geldiniz demektir. Eğer ordudaki çatlak kabaca aynı eĢitlikte veya derinlikteyse, bu sivil savaĢa yol açar. Doğrusu, devrimin baĢarılı olmasının bir yolu da sivil savaĢa geçmek, tabiri caizse, göstericileri orduya çevirmektir. Mao‟nun Çin‟de yaptığı buydu. Eğer çatlak ezici bir rejim karĢıtı güç yaratabilirse, devrimi baĢarıya götürür bu. Bu noktada polisin göstericilere katılıp katılmadığına bakılır. 1968‟de değil ama 1989‟da oldu bu. 1848‟de bazen; fakat denge her daim devlet lehineydi. Haliyle devrim baĢarısız oldu. Bir devrimin gerçekleĢmesini ya da akîm kalmasını sağlayan, asker ve polisin göstericiler tarafına geçmesidir. Önceki konumuza dönecek olursak, bu durumda radikal Ġslamcıların rolü 29 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM hakkındaki en önemli soru, onların kalabalık arasındaki varlıkları değil, ordu ve emniyetteki nüfuzlarıdır. Eğer bir tezgâh olsaydı, orduya odaklanır, göstericileri bekler ve sonra da darbeyi indirirdi. Bu ayaklanmaların radikal Ġslam‟la bir ilgisi olmadığını söyleyenler haklı olabilirler, sokaktaki göstericilerin demokrasiyle büyülenmiĢ öğrenciler olması bakımından. Fakat öğrencilerin kendi baĢlarına kazanamayacakları gerçeğini ıskalıyorlar. Mısır‟da olduğu gibi, ancak ve ancak rejim kazanmalarını isterse yahut da diğer toplumsal sınıflar ve hiç değilse polis ve ordunun bir kesimi yani silahlı ve o silahları nasıl kullanacaklarını bilen insanlar da katıldığı takdirde kazanabilirler. Televizyonlardaki öğrencilere bakmaktan pek bir Ģey anlaĢılmaz. Askerleri izlemek ise çok Ģey anlatır. Devrimlerle ilgili problem Ģu ki onu nihayete erdirenler nâdiren baĢlatanlardır. Rusya‟da Alexander Kerensky çevresindeki idealist demokratlar devrimi bitirenler arasında değildi. Haydutsu BolĢevikler bitirdi. Bu Ġslam ülkelerinde genç göstericilere odaklanılması, tıpkı Tiananmen Meydanı‟nda olduğu gibi, gerçeği ortaya koymuyor. Mesele göstericiler değil askerlerdir. Eğer emirleri yerine getirirlerse, devrim olmaz. Ġslamcıların Libya ordusundaki nüfuzlarının derecesini bilmiyorum ki huzursuzlukla ilgili bir örnek kotarayım. Ancak aĢiretçiliğin teolojiden daha önemli olduğunu sanıyorum. Mısır‟da, rejimin zaman kazanarak kendini koruduğundan Ģüpheleniyorum. Bahreyn ise Sünni cihatçılardan ziyâde ġii nüfus üzerinde Ġran nüfuzu meselesidir. Ancak Ġranlıların süreci rehin almaya bakması gibi Sünni cihatçılar da süreci rehin almaya bakacaklardır. Kaos tehlikesi Bazı rejimlerin ülkeyi kaosa terk ederek düĢeceğini sanıyorum. Tunus‟ta gördüğümüz üzere problem, devrimcilerin tarafında iktidarı devr almak üzere teçhiz olmuĢ hiç kimsenin olmayıĢıdır. BolĢeviklerin örgütlü bir partisi vardı. Bu devrimlerde ise partiler devrim sırasında örgütlenmeye çalıĢıyorlar ki devrimcileri yönetecek konumda olunmadığını söylemenin bir baĢka yoludur bu. Tehlike, radikal Ġslam değil kaos ve kaosun ardından ya bir sivil savaĢ çıkması, ordunun sırf durumu istikrara kavuĢturmak için kontrolü ele alması ya da radikal Ġslamcı bir partinin ortaya çıkmasıdır – zira kalabalık arasında bir planı ve örgütü olanlar yalnızca onlardır. Azınlıklar devrimlerin kontrolünü böyle ele geçirirler. Bunların hepsi de spekülasyondur. Bildiğimiz, bunun dünyada ilk dalga devrim olmadığıdır ve çoğu dalgalar baĢarısız olur ve etkileri onlarca yıl sonra yeni rejimlerde ve siyasi kültürlerde görülür. Yalnızca Doğu Avrupa vakasında devrimci baĢarıyı görüyoruz fakat o da çöken bir imparatorluk karĢısında yaĢanmıĢtı; bu yüzden de ondan Ġslam dünyası için çok az ders çıkarılabilir. Bu arada, bölgeyi izlerken, göstericileri değil de silahlı adamları izlemek gerektiğini hatırınızdan çıkarmayın. Eğer onlar devlet adına direnirlerse, göstericiler baĢarısız olur. Ġçlerinden bazıları taraf değiĢtirirse, zafer için bir Ģans vardır. Eğer zafer gelir ve demokrasi ilan edilirse, gelenin Batıyı her hâlükarda memnun edeceğini farz etmeyin – demokrasi ve Batı yanlısı siyasi kültür aynı Ģey değildir. 30 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Durum akıĢkanlığını muhafaza ediyor ve kesinlik yok. ġu an ülke-ülke bakılması gereken bir meseledir ve çoğu rejim Ģu noktaya kadar iktidarda kalmayı sürdürdü. Üç ihtimal var. Birincisi, bu 1848‟de olduğu gibi örgütlenme ve insicam yokluğundan dolayı baĢarısız olacak ama yankısı onlarca yıl sürecek geniĢ bir ayaklanmadır. Ġkincisi, geçici bile olsa hiçbir rejimi devirememiĢ ve tarihi bakımdan asgari önem-i haiz bazı kültürel bakiyeleri olan bir 1968‟dir. Üçüncüsü, tüm bir bölgede siyasi düzeni alaĢağı etmiĢ ve yerine yeni bir düzen kurmuĢ bir 1989‟dur. Eğer bir tahminde bulunacaksam, 1848 benzeri bir devrimle karĢı karĢıya olduğumuzu söyleyebilirim. Ġslam dünyası 1989‟da olduğu gibi büyük rejim değiĢiklikleri tecrübe etmeyecek fakat etkileri 1968 gibi kısa ömürlü de olmayacaktır. 1848‟de olduğu gibi bu devrimde Ġslam dünyasını hatta sırf Arap dünyasını dönüĢtüremeyecektir. Ancak gelecek on yıllarda filizlenecek tohumları da ekecektir. O tohumların demokratik olacağını düĢünüyorum ama liberal olacaklar diye bir Ģey de yok. BaĢka bir ifadeyle, en nihayet ortaya çıkan demokrasiler kendi kültürlerinden yani Ġslam‟dan unsurlar taĢıyacaktır. Batı, demokrasiyi kutluyor. Neyi umduğuna dikkat etse yeridir: Umduğunu bulabilir. Kaynak: Stratfor, 24 ġubat 2011 Çeviren: Ertuğrul Aydın 31 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Libya'da son iki zor gün - Abdullah Aydoğan Kalabalık 1911 yılında baĢlayan Ġtalyan iĢgal, sömürge ve zulmünün sonraki dönemlerde yerli yöneticiler eliyle devam ettiğini söyleyen Libya halkı, bir asır sonra 17 ġubatta baĢlayan halk devriminin baĢarıyla sonuçlanmasının ardından, ülkenin hem iç ve hem de dıĢ sömürgecilerden tamamen kurtulacağına inanıyor Libya topraklarını gözüne kestiran Ġtalyanlar, 29 Eylül 1911 tarihinde Osmanlıya karĢı savaĢ ilan ederek, 3 Ekim 1911 tarihinde Trablusu iĢgal etmiĢ ve böylece bütün Libya'yı ele geçirmiĢti. Tam bir asır sonra, batı komĢusu Tunus ve ardından doğu komĢusu Mısır'da yaĢanan halk devrimlerinin etkisiyle 17 ġubatta ayaklanan Libyalılar, kısa bir süre içinde 42 yıldır ülkeyi yöneten ''Afrika krallar kralı'' Kaddafi'yi baĢkent Trablus'a hapsetmeyi baĢardı. Kendi halkına güvenini iyice kaybeden Kaddafi, önceden tedbirini alarak, yüzlerce Afrikalı paralı askeri görevlendirmiĢti. Bingazi, Beyda ve Tobruk gibi ülkenin doğu ve kuzey doğusundaki bütün Ģehirleri birer birer muhaliflere kaptıran Kaddafi, 25 ġubat 2011 tarihinde baĢkent Trablus'ta da Cuma namazından sonra baĢlayan protesto gösterilerini kanlı bir Ģekilde bastırdı. Aynı gün akĢam Osmanlı Kalesi olan Karamanlı Kalesi'nin surlarından taraftarlarına seslenen Kaddafi, silah depolarını açıp ülkenin bütün silahlarını kabilelere dağıtarak ülkeyi ateĢ topuna çevirme tehdidinde bulundu. Bu güne kadar onlarca askeri birliğin saf değiĢtirdiği ülkede, Tobruk Ģehrindeki Cemal Abdunnasır Askeri Hava Üssü de göstericilerin eline geçti. Muhalifler tarafına geçtiğini ilan eden hava üssü komutanı, Trablus'taki ordu birliklerine de Kaddafi aleyhine tavır takınmaları çağrısında bulundu. Her geçen gün yeni görüntüler medyaya yansıyor. El Cezire kanalında yayınlanan cep telefonuyla kaydedilmiĢ görüntüler gerçekten tüyler ürpertici. Kaddafi'nin özel güvenlik tugayları iki göstericiyi yakaladıktan sonra sokak ortasında öldürerek, cesetlerini bilinmeyen bir yere götürdüler. BaĢka bir caddede kaydedilen diğer bir görüntüde ise, sokaklardaki cesetlerin sürüklenerek ciplere yüklenip kaldırıldığı görülüyor. Bu ülkede yaĢanan acı olaylar NATO'nun askeri müdahalesini gündeme getirmiĢti. Böyle bir müdahalenin son derece yanlıĢ olacağı ve hatta Kaddafi'nin elini güçlendireceği tahmin ediliyor. Muhalifler de zaten kesinlikle böyle bir müdahaleye karĢı olduklarını ifade etti. Gün geçtikçe Libya yönetiminin söyleminin değiĢtiğini görüyoruz. Babasına destek vermenin dıĢında hiçbir yetkisi ve resmi görevi bulunmayan Kaddafi'nin oğlu Seyfulislam, önümüzdeki günlerde sorunu barıĢçıl yollarla çözeceklerini söyledi. 32 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kaddafi'nin bir önceki konuĢmasında, ''Fareler ve esrarkeĢler'' olarak niteleyerek, ''El Kaide mensubu'' olmakla suçladığı ve toplu imhanısını istediği göstericilerle acaba nasıl masaya oturmayı konuĢabiliyorlar? AnlaĢılır gibi değil. AnlaĢılan o ki, paralı askerler ve özel kuvvetlere halkını hunharca öldürme emri vermekte hiç tereddüt etmeyen Kaddafi, iyice köĢeye sıkıĢmıĢ durumda. ġimdi artık Kaddafi'nin sonunun nasıl olacağı tartıĢılmaya baĢlandı. Kimileri Kaddafi'nin intihar edeceğini söylüyor. Libya eski Adalet Bakanı Mustafa Muhammed Abdulcelil Kaddafi'nin teslim olmak veya kaçmak yerine intihar edeceğini söyledi. Kimleri ise Kaddafi'nin intihar etmeye bile cesaret edemeyeceği görüĢünde. Son iki günün çok zor geçeceği tahmin edilen ülkede, Libya halkı akli dengesini ve kontrolünü kaybetmiĢ bir yönetim ile karĢı karĢıya. Allah yardımcıları olsun... 26 ġubat 2011, Dünya Bülteni 33 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Arap demokrasisi ve Akdeniz dünyasının dönüĢü - Robert D. Kaplan Mısır ve Tunus‟ta otokratik rejimlerin devrilmesiyle birlikte – Libya‟nınki gibi diğer Arap diktatörler ise ipin ucunda – bazıları mutluluktan uçarcasına Ortadoğu‟ya demokrasinin geldiğini ilan ediyorlar. Ortaya çıkan rejimler kendilerine demokrasi diyebilirler ve dünya bu yalanı kabullenebilir ama bir sistemin testi, güç iliĢkisinin sahnenin ardında nasıl iĢlediğidir. Tunus ve Mısır gibi nispeten güçlü kurumsal geleneklere sahip devletlerde bir demokrasi formu gerçekten geliĢebilir. Fakat “Libya” ve “Yemen” gibi devletten çok coğrafya ifade eden yerlerde melez rejimlerin üremesi daha muhtemeldir. Böylesi rejimlerde, ki tarih bunlara âĢinadır, askerler, iç güvenlik birimleri, aĢiretler ve tecrübesiz siyasi partiler nüfuz yarıĢına girerler. Süreç, tutarsızlık ve istikrarsızlık üretir, üstelik otoriteryanizmin ve demokrasinin niteliklerini uhdesinde bulundururken. El yordamıyla gerçek moderniteyi aramak olduğu nispette anarĢi değildir bu. Ortadoğu‟da tam demokrasilerin ortaya çıkmasının önündeki bir diğer engel de Ģu: Sosyal medyayı kavramıĢ ve kurĢunlara kafa tutmaya gönüllü gençler bir rejimi devirebilirler ama ille de hüküm makamında olacaklar diye bir Ģey yok. Yönetmek için hiyerarĢik örgütler gerekir. Bu örgütler geliĢirken de çeĢitli karma sistemlerin oluĢtuğuna Ģahit olacağız – yani diktatörlük-demokrasi gibi siyah-beyaz karĢıtlıklar yerine çeĢitli gri alanlar olacaktır. Hıristiyanlık, Antikçağın sonlarında Akdeniz havzasında yayılırken kadîm dünyayı birleĢtirmedi veya onu ahlaken daha da saflaĢtırmadı; bilakis Hıristiyanlık hepsi de birbirleriyle çatıĢan çeĢitli ayinlere, mezheplere ve sapık inançlara bölündü. Güç siyaseti eskisi gibi devam ediyor. Demokrasinin yayılmasıyla birlikte benzer bir Ģey meydana gelebilir. Her bir Arap ülkesinin evrilen sistemi alıĢılmıĢ bir senaryoyu sahneleyecektir: ABD, Meksika‟da tek parti diktatörlüğü varken onunla nispeten az bir bakım gerektiren bir iliĢkiye sahipti. Fakat Meksika çok partili demokrasiye doğru evrildiğinde iliĢkiler daha zorlaĢtı ve daha bir karmaĢıklaĢtı. Bir kriz nüksettiğinde artık aranacak tek adam veya tek bir telefon numarası yoktu. Washington, Meksikalı bir dizi Ģahsiyeti aynı anda aramak ve lobi yapmak durumundaydı. Benzer bir karmaĢıklık dönemi bu kez Arap dünyasında ortaya çıkmak üzere – ki iĢleri hallettirmekten ayrı olarak bir de gerçekte kimin sorumluluk makamında olduğunu bilme meselesidir bu. Ortadoğu‟daki ayaklanmaların ABD‟den çok Avrupa üzerinde derin etkileri olacaktır. Avrupa 1989‟da Sovyetler Birliği‟nin eski uydularını yutmak için doğuya doğru ilerlemesi gibi Ģimdi de güneye doğru ilerleyecektir. Kuzey Afrika‟nın, Akdeniz‟in kuzey kuĢağıyla bağlantısı ekonomik ve sosyal kalkınmayı boğan ama aĢırılık yanlısı siyasetin üremesini de kolaylaĢtıran otokratik rejimlerden dolayı onlarca yıldır kesikti. Kuzey Afrika, Avrupa‟ya ekonomik göçmenlerden fazlasını vermedi. Ancak Ģimdi melez rejimlere doğru evrilirken, bitiĢikteki Avrupa‟yla siyasi ve iktisâdi etkileĢimlerin derecesi de artacak. Bu Arap göçmenlerinden bazıları reformcu politikaların yaratacağı fırsatlardan dolayı ülkelerine dönebilirler. Akdeniz, sömürge sonrası dönemin çoğunda olduğu gibi bölen değil bağlayan olacaktır. 34 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Elbette Tunus ve Mısır Avrupa Birliğine katılmak üzere değiller. Fakat AB‟nin derinleĢen dahlinin gölge alanları olacaktır. Bizzat Avrupa Birliği daha hırslı ve hantal bir projeye dönecektir. Bu ayaklanmaların tarihi ve coğrafi bakımlardan gerçek hâmili Türkiye‟dir. Osmanlı Türkiyesi modern dönemde Kuzey Afrika‟yı ve Akdeniz‟i yüzlerce yıl yönetti. Bu yönetim despotikse de bugünün Arapları üzerinde kapanmayan yaralar bırakacak denli baskıcı değildi. Yakın zamanlara kadar generallerin ve politikacıların iktidarı paylaĢtığı melez bir rejimden demokrasi ortaya çıkaran Türkiye, bu yeni kurtulmuĢ devletlere Ġslami demokrasinin rol model olabilecek timsalidir. Türkiye 75 milyonluk nüfusu ve yüzde 10 büyüme hızıyla Akdeniz‟de yumuĢak güç tasarruf edebilecek demografik ve ekonomik devdir. Ġroniktir, Ortadoğu‟nun otoriteryanizmden çıkıĢı Amerikan güç projeksiyonunu engelleyecektir. Melez rejimlerin karmaĢıklığından dolayı her bir baĢkentte Amerikan nüfuzu da sınırlanacak. Türkiye‟nin ise daha yeni kurtulmuĢ Araplar nazarında avatar olması muhtemeldir. Amerikan nüfuzunun muhafazası demokrasinin ortaya çıkmasıyla değil de birçok Arap devletine yapılacak askeri yardımla ve bölgeye musallat olmayı sürdürecek bölünmelerle, bilhassa da nükleer, ġii Ġran tehdidiyle mümkündür. Amerikan güç kaybını hafifleten, Arap dünyasının jeopolitik bakımdan zayıflaması olacaktır. Arap toplumları, uzun zamandır ihmal edilen sosyal ve ekonomik dertleri gidermek üzere içe dönmüĢ ve melez sistemlerdeki liderleri güçlerini pekiĢtirmek için birbirleriyle mücadeleye tutuĢmuĢken, dıĢ politika kaygıları için çok az enerjileri olacaktır. Siyaset bilimcisi Samuel Huntington ABD‟nin siyasi sistemini Ġngiltere‟den mirâs aldığını dolayısıyla da Amerika‟daki dönemsel ayaklanmaların otoriteyi sıfırdan kurmak için değil de onu evcilleĢtirmek için olduğunu söylemiĢtir. Arap dünyası Ģu an tam tersi bir sorunla karĢı karĢıyadır: Zorba yönetimlerin küllerinden meĢru siyasi düzenler kurmaları gerekiyor. Ortadoğu tarihinin bir sonraki sahfasına hâkim olacak olan demokrasiden çok merkezi otorite krizidir. Kaynak: Washington Post, 28 ġubat 2011 Çeviren: Ertuğrul Aydın 35 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ortadoğu’da dönüĢümün küresel ekonomiye katkısı - YaĢar Süngü Tunus'ta baĢlayan ve Mısır baĢta olmak üzere tüm Ortadoğu ülkelerini etkisi altına alan değiĢim rüzgârı bölge ile ilgili siyasi aktörleri ve yazarları ĢaĢkınlığa uğratmıĢ gözüküyor. Olayların birkaç hafta gibi kısa bir süre içerisinde bütün bölgeyi etkisi altına alması çoğu yorumcu tarafından sürpriz bir durum olarak değerlendiriliyor ve bölgenin geleceği ile öngörüde bulunmanın imkânsızlığından söz ediliyor. Oysa asıl ĢaĢırtıcı olan bölgedeki otoriter yönetimlerin nasıl olup da 21. yüzyıla dek varlıklarını koruyabildikleri idi. Dr. Muharrem Hilmi Özev tarafından kaleme alınan ve TASAM'ın sitesinde yayınlanan Ortadoğu'daki DönüĢümün Tarihi Süreçteki Yeri ve Anlamı baĢlıklı yazısında Ortadoğu'da Tunus'la baĢlayan özgürlük ateĢinin tarihsel seyrini güzel özetlemiĢ. Bilindiği üzere SSCB'nin ortadan kalkmasının temel nedenlerinden biri Batı ile sürdürdüğü silahlanma yarıĢını kaybetmesi ise, diğer bir nedeni batılı ülkelerdeki refah düzeyinin Sovyet ülkelerinin kat be kat üstüne çıkması ve rejimin halklar nezdinde meĢruiyetini kaybetmesi sonucu toplumsal patlama olasılığının ufukta gözükmesiydi. Esasen SSCB'nin refah düzeyi Birliğin kuruluĢundan beri oldukça geri durumdaydı ve bu durumdan kaynaklanan meĢruiyet sorununu Doğu Bloğu ülkeleri özgürlükleri kısıtlayarak aĢmaya çalıĢmaktaydılar. Ancak 1980'li yıllarda ivme kazanan küreselleĢme dalgası, yani iĢ gücü, finans ve enformasyon akıĢının gittikçe daha az kontrol edilebilir hale gelmesi sonucu halklar arası etkileĢim artmaya baĢlamıĢtı. Bunun sosyal patlamalara gebe bir ortam oluĢturduğunu gören SSCB'li (daha ziyade Rus) yöneticiler olayları kontrol edilemez bir noktaya gelmeden önce müdahaleye karar vermiĢ ve küçülerek korunma ve güçlenme stratejisi izleyerek birliği dağıtmıĢtır. Ortadoğu'ya baktığımızda ise yoksulluk, otoriter yönetimlerin baskısı ve özgürlüklerin kısıtlanması sorunları bu bölge için de geçerliydi. Nitekim Mısır'daki ayaklanmanın temel sloganı olan "ekmek, özgürlük ve adalet" talepleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Ġslamcı ve Arap milliyetçisi ideolojiler ise Ortadoğu'nun yakın tarihi boyunca bu üç talebin yerine getirilmesi noktasında umut vaat ettikleri için kabul görmüĢ ve güçlenmiĢlerdi. Öte yandan Ortadoğu'daki mevcut otoriter rejimler iki kutuplu sistemin hâkim olduğu bir ortamda doğmuĢtu. Doğu Bloğu için geçerli olan sorunlar Ortadoğu ülkeleri için de geçerliydi ama batılı ülkeler bölgede kendi çıkarlarını koruma amacıyla Ortadoğu'daki rejimlerin Soğuk SavaĢ'ı izleyen dönemde de yaĢamalarını sağlamıĢlardı. Çünkü görülecek geniĢ çaplı rejim değiĢiklikleri bölgede yeni güç merkezlerinin, örneğin Arap Ülkeleri arasında bir birlik oluĢumunun ortaya çıkmasına, Batı'nın bölgedeki etkisini kaybetmesine ve belki de hepsinden önemlisi Ġsrail'in beka sorunu ile karĢı karĢıya kalmasına neden olabilirdi. 36 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Peki, ne oldu da 2000'li yıllardan itibaren Batı artık bölgede demokrasi istemeye baĢladı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin amacı neydi? Aslında bu soruların son derece kolay tahmin edilebilir bir cevabı var: Üsame bin Ladin'lerin ve intihar bombacılarının sayısının kontrol edilemez bir düzeye gelmesini engelleme amacı. Ölümü hiçe sayanların çoğaldığı bir coğrafyada Batılı ülkelerin çıkarlarını polis devleti ve devlet dehĢeti ile sürdürmek artık mümkün olamazdı. Yoksul kitleler internet ve uydu yayınları aracılığıyla dünyanın diğer ülkelerindeki refah düzeyini izleme imkânına kavuĢmuĢlardı. Üstelik 1990'lı yıllarda tek süper güç olarak yalnız kalan ABD 2000'li yıllara gelindiğinde görece güç kaybına uğramıĢ; Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Ġran gibi yeni aktörler Batı'nın uluslararası alandaki etkinliğini sınırlandırmaya, tek baĢına davranıĢlarını kısmen de olsa engellemeye baĢlamıĢlardı. Son dönemde varlıklarını hissettirmeye baĢlayan bu yeni güçler kronik sorunlarla dolu Ortadoğu'ya daha rahat müdahale edebilirler ve batılı ülkelerin çıkarlarını sadece Ortadoğu'da değil tüm dünyada zora sokabilirlerdi. Özellikle Çin, Hindistan ve Rusya'nın bir blok halinde Batı karĢıtı bir kamp oluĢturmaları olasılığı Batı dünyasında Ortadoğu ülkeleri ile iliĢkilerin bir an önce daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir zemin üzerine yeniden inĢa edilmesi gerektiğini düĢündürmeye baĢladı. Bunun tek yolu ise halklar nezdinde meĢruiyet sahibi olan yönetimlerin ortaya çıkmasını sağlamak ve bu yeni yönetimler ile yeni iliĢkiler ağı oluĢturmaktı. Ve bu hedef yükselen yeni güçlerin Ortadoğu'ya daha etkin bir biçimde müdahil olma gücüne sahip olmalarından önce gerçekleĢtirilmeliydi. ĠĢte bu ve benzeri nedenlerden dolayı Batı 2000'li yıllardan itibaren Ortadoğu ülkeleri için demokrasi istemeye baĢladı. Ne var ki, Batı'dan gelen bu tür mesajlar, uzun yıllardır sırtlarını Batı'ya yaslayarak varlıklarını sürdürmekte olan rejimler tarafından tam olarak okunamadı. Mesaj doğru okunsa bile mevcut sosyal ve siyasi yapılar mesajın gereğinin yerine getirilmesinin önünde büyük engel teĢkil etmekteydi. Sonuçta dıĢ politikada, eğitimde, ekonomide, siyasi yapıda, sosyal, dini ve kültürel alanlarda ve medyada fosilleĢen politikalar göstericilerin hayat dolu "ekmek, özgürlük ve adalet" sloganları ile karĢılaĢınca yıllardır biriken toplumsal gerilim 2011 yılı baĢında, Batılı ülkelerin aktif ya da pasif müdahalelerinin de etkisiyle, patlamıĢ oldu. Bu noktada en büyük payın Internet ve uydu yayıncılığına ait olduğunu belirtmeliyiz. TUNUS VE MISIR'DA YAġANANLARA DEVRĠM DENĠLEBĠLĠR MĠ? Bilindiği üzere devrimler bir süreci iĢaret eder; toplumsal krizler, halk hareketleri ve ayaklanmalar ise bu sürecin sadece bir parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında son dönemde Ortadoğu'da görülen ayaklanmalar da ancak uzun erimli bir devrimin anlık parçalarıdır. Tarih boyunca toplumlar ekmek, huzur/özgürlük/güven ve adalet aramıĢlardır. Bir liderin, bir rejimin meĢruiyet kazanması, yani sürdürülebilir hale gelmesi bu taleplerin karĢılanmasına matuf olmuĢtur. Din, kabile ya da aĢiret bağları ve diğer kimliklerin hemen hepsi bu talepler arasında bir denge kurma arayıĢıdır. Ortadoğu'daki son hareketlilik ile ilgili yorum ve makalelere baktığımızda, Mısır ve Tunus'ta yaĢananların birer devrim olup olmadıkları tartıĢılıyor ve 1789 Fransız Devrimi baĢta olmak üzere tarih boyunca yaĢanan rejim değiĢiklikleri ile karĢılaĢtırmalar yapılıyor. Fransız Devrimi'nin müjdecisi olan Rönesans ve Reform hareketlerinin Ortadoğu ülkeleri için söz konusu olamayacağı ileri sürülüyor. Bu tür yaklaĢımların ne kadar sığ olduğunu söylemeye bile gerek yok. Acaba Bastille Hapishanesini basan kalabalıktakilerin kaçta kaçı Rönesans'tan 37 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM haberdardı? Giyotin altında can veren, ya da yeni rejim/ler adına bu kiĢileri doğrayanların ne kadarı Reform'un anlamını kavrayabilmiĢti? Bu açıdan bakıldığında, Mısır baĢta olmak üzere, Ortadoğu halkları da bir medeniyet birikimin temsilcileridirler ve mevcut küresel medeniyet birikiminden az ya da çok elbette ki, haberdardırlar. Devrimi belirli entelektüel ve ideolojik birikim(ler)in kitleler düzeyinde yaygınlık kazanması sonucunda gerçekleĢen rejim değiĢiklikleri olarak tanımlayabiliriz. Tüm ideolojiler insanlık için daha yaĢanılabilir ve daha müreffeh dünyanın sihirli anahtarlarının kendi ellerinde olduğunu iddia etmektedirler. Ama devrimin sadece, Avrupa'ya özgü modernist düĢüncenin hayata geçirilmesine dönük büyük ayaklanmaların amacına ulaĢması olarak tanımlamak, Batı merkezli bir yaklaĢımdır. Bu yaklaĢım içinde bölge halklarına tepeden bakan, hatta sahip oldukları kimlik ve kültür unsurları nedeniyle "gerçeği" anlama kapasitesine sahip olmadıklarını ileri sürerek onlara hakaret eden izler taĢımaktadır. SSCB'nin dağılması bir devrim ya da karĢı devrim ise, Tunus'ta, Mısır'da baĢlayıp tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan ayaklanma hareketi de pek ala bir devrim sayılmalıdır. Her Ģeyden önce, bölge halkları on yıllardır koltuklarına yapıĢmıĢ liderlerin bir halk hareketiyle düĢürülebilir olduklarını öğrenmiĢlerdir. Bu durum, adına ister devrim deyin ister ayaklanma deyin, bölge siyasi zihniyetinin temelden değiĢtiğini göstermektedir. Bu arada Mısır'da yaĢanan hareketliliklerin özgün yönlerini de vurgulamakta yarar var. Latin Amerika'da, Orta ve Güney Afrika'da ya da Ġran Devrimi'nde görülen halk hareketleri ile karĢılaĢtırıldığında Mısır'da milyonların vakur gösterileri, dengeli ve aĢırılıktan uzak tepkileri, yağma ve talana izin vermemeleri, can kayıplarının büyük ölçüde polisin ya da istihbarat mensuplarının müdahaleleri sonucunda gerçekleĢmesi, askere karĢı takınılan olumlu tavır not edilmelidir. Özellikle askere karĢı takınılan olumlu tavrın bir nedeni Mısır'da askerin öteden beri uyguladığı politikalar ise, diğer bir nedeni polise ek olarak orduya da cephe alınması sonucu ortaya çıkabilecek kaos ortamının göstericiler nezdinde ve diğer ilgili taraflarca hiç de istenilen bir durum olmamasıdır. TÜRKĠYE ÖRNEK MĠ DEĞĠL MĠ? Türkiye demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında batılı ülkelere göre oldukça geri durumdadır. Buna rağmen, Ortadoğu ülkeleri ile karĢılaĢtırıldığında ise karĢılaĢtırma bile yapılamayacak kadar iyi bir durumdadır. Bir ülkenin diğerini örnek alması o ülke halkının ve yöneticilerinin kendilerinin bileceği bir iĢtir. Ama küreselleĢme çağında tüm ülkeler birbirlerini etkilemektedir. Bizzat Türkiye, bu anlamda batılı ülkelerden etkilenmiĢtir. Peki, batılı ülkeler dururken Ortadoğu ülkeleri niçin Türkiye'yi örnek alsın? Çünkü Türkiye bir Avrupa ülkesi olduğu kadar, bir Ortadoğu ülkesidir de. Ortadoğu ülkelerinin özgün koĢullarının pek çoğu Türk demokrasinin biçimlenmesinde etkili olmuĢtur. Eğer Türkiye deneyiminin kısmen de olsa baĢarılı olduğu kabul ediliyorsa, Türkiye'nin bu ülkeler için doğal bir örnek ve öncü olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Nitekim Türkiye'nin deneyimlerinin Ortadoğu da geniĢ halk kitleleri üzerinde ilgi uyandırdığını ve derin izler bıraktığını söylemeye gerek bile yoktur. Bu açıdan bakıldığında, bölgede görülen son geliĢmelerin Türkiye ile bölge arasındaki etkileĢimin had safhaya çıkarması beklenilmelidir. Batı medyasında Türkiye'nin Mısır için örnek olduğu yönündeki yoğun vurgunun ise bir yönü daha bulunmaktadır: 1979 Ġran Devrimi'nin ardından bu ülkede ortaya çıkan çalkantıların ve 38 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM yeni rejim tipinin, ya da Lübnan'da Hizbullah benzeri bir yönetim anlayıĢının Mısır'da tekrar etmesini engelleme amacı. Sünni kültürün hâkim olduğu ülkelerde din adamlarının yönetimi ele geçireceği yönündeki endiĢeler ontolojik ve epistemolojik nedenlerden dolayı tamamen yersizdir. Böyle bir durum ġiilerin çoğunlukta olduğu ülkeler için söz konusu olabilir. Katolik kilisesi için geçerli olan yargılar teolojik bakımdan siyasi yetkilere donatılmıĢ bir din adamları sınıfına sahip olmayan Sünni dünya için ancak bir sapma ve geçici bir durum olarak ortaya çıkabilir. Nitekim tarih boyunca Sünni dünyada din adamlarının iktidar olması sadece istisnai ve geçici bir durum olmuĢtur. BEKLENTĠLER Tunus ve Mısır'da baĢlayan ve tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan halk hareketleri bölge için yeni bir dönemin baĢladığını kesin olarak iĢaretlemektedir. Bu yeni dönemde artık halkların iradeleri göz ardı edilemeyecektir. Demokratik talepler tüm Arap dünyası boyunca dalgalar halinde yayılacak ve gittikçe daha da artacaktır. Bölge ülkeleri arasındaki etkileĢim artacaktır. Sadece ekmek, özgürlük ve adalet taleplerini yerine getirme noktasında halkın taleplerine kulak veren yönetimler iĢ baĢında kalabilecektir. DıĢ güçlere sırtını dayayarak, içerdeki demokratik unsurları dıĢarıya karĢı umacı gösterip kendini vazgeçilmez addeden, içerde ise polis devleti aracılığıyla demokratik güçlerin geliĢmesini engelleyen yönetimlerin bundan böyle iĢ baĢında kalmaları imkânı artık kalmamıĢtır. Son altmıĢ yıla bakıldığında bu durum, adına devrim densin ya da denmesin, bölge için çok ciddi bir dönüĢüm anlamına gelmektedir. Küresel ve bölgesel güçler bölge ile ilgili politikalarını belirlerken sadece yönetimleri değil bölge halklarının taleplerini de göz önünde bulunduracaklardır. Ġsrail bölgedeki devlet terörü ve dehĢet dengesine dayalı etkinliğini kaybedecek, bölge ülkeleri ile uyumlu ve bütünleĢik politikalar üretebildiği ölçüde beka sorununu çözümleyebilecektir. Ama eğer Ġsrail uluslararası hukuk ve asgari insani kriterler bakımından zalim bir devlet imajı görünümünü korumaya devam ederse kitleler yönetimleri Ġsrail karĢıtı politikalar izlemeye zorlayacaktır. Aslında, geleneksel olarak Ortadoğu'da nitelikli bir Yahudi düĢmanlığından söz etmek mümkün değildir. Son dönemde Ġsrail'e karĢı duyulan öfkenin nedeni dini ve ideolojik değil, sadece bu ülkenin 1948 yılından itibaren bölgede uyguladığı politikaların ortaya çıkardığı adaletsizlik imajıdır. Dolayısıyla bölge halkı nezdindeki Ġsrail karĢıtı havanın yumuĢaması Ġsrail'in 20. yüzyıl boyunca bölgede uyguladığı politikaların meĢru kabul edilebilir bir çizgiye çekilmesine ve hataların telafi edilmesine bağlıdır. Aksi halde, Ġsrail'e karĢı duyulan öfke katlanarak devam edecek, bu da Ġsrail'i bölgede Ģimdiye kadar görülmemiĢ biçimde zor durumda bırakabilecektir. Bölgedeki Batı düĢmanlığının temel nedeni 19. ve 20. yüzyıllarda uygulanan sömürgeci politikalardır. Ġsrail'e verilen kayıtsız Ģartsız destek bu düĢmanlığı derinleĢtirmiĢtir. Ancak mevcut durumda bölge ülkeleri kamuoyları nezdinde görülen Batı karĢıtlığı ne kadar derin olursa olsun, telafi edilemez değildir. GeçmiĢte yapılan hatalar düzeltilir, hasarlar telafi edilir ve taraflar arasındaki iliĢkilerin düzeltilmesi için iyi bir kamu diplomasisi faaliyeti yürütülürse Ortadoğu ülkeleri – Batı arasındaki iliĢkiler meĢru bir zemine oturtulabilir ve yakın tarihte görülmedik bir biçimde çok daha olumlu boyutlara taĢınabilir. Mısır, Türkiye ve Ġran ile birlikte, 1970'li yıllara gelinceye dek Ortadoğu'nun en önemli oyucularından biri durumundaydı. Önümüzdeki dönemde Mısır'ın dıĢ politikada eski 39 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM konumunu yeniden kazanacağı, her alanda donuklaĢan ve durağanlaĢan Mısır'ın yerinde hareketli ve hayat dolu, Ortadoğu'ya ve tüm Ġslam dünyasına canlılık getiren bir Mısır'ın doğmakta olduğu ileri sürülebilir. DemokratikleĢme hareketi halklar arasında geçiĢkenliği artıracak, bu da doğal olarak yönetimler arası iĢ birliği ve koordinasyon çabalarının yoğunlaĢmasını sağlayacaktır. Bu durum, son dönemde komĢular arası sıfır sorun ilkesine dayalı ve çok boyutlu bir dıĢ politika arayıĢında olan Türk dıĢ politikası için ise daha karmaĢık bir iliĢkiler ağını ve yeni ufukları iĢaret etmektedir. 28 ġubat 2011, Dünya Bülteni 40 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ġslamcılar ve devrimciler – Mustafa Özcan Arap dünyasında halk hareketlerinin veya devrimin ve devrimcilerin kimliği tartıĢılıyor. The Independent gazetesi yazarı Robert Fısk‟e göre, Ġslamcılar devrimlerin önünde değil arkasında gözüküyor. Ya da Ġslamcılar devrimlerin rehberi ve öncüsü değil. Göstericilerin ağzından tağutlara karĢı tekbir sözleri (Allahu Ekber) düĢmese de Fısk‟e göre, bu devrimcilerin Ġslamcılıklarının bir niĢanesi değil. Yeterli bir kanıt değil. Halk Ġslamcı olmasa da zaten Müslüman ve adaleti talep ettiklerinden dolayı da Allahu Ekber avazıyla sokakları inletiyorlar. Robert Fısk‟ın tespitini nasıl değerlendirmeli? Gerçekten de devrimlerin rehberliğini Ġslamcılar yapmıyor mu? Bu hususta Ġslamcıların hakları mı yeniyor? Ġslam dünyasının tanınmıĢ liderlerinden ve En Nahda hareketinin kurucularından RaĢid GannuĢi de çeĢitli beyanlarında Arap dünyasını boydan boya hareketlendiren ve saran ve sarsan devrimlerin halk devrimleri olduğunu Ġslamcıların da devrimci dokunun bir parçası olduğunu lakin hareketin bir bütün olarak Ġslamcılara mal edilemeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla GannuĢi de Robert Fısk‟i doğrulamıĢ oluyor. Bu anlamda, halkın Ġslamcıların önüne geçtiği de görülüyor. Halk sömürgecilik kalıntılarını temizlediği gibi aynı zamanda Ġslamcıların da önüne geçmiĢ ve Arap dünyasındaki tıkanmayı aĢmıĢ ve her seviyede yaĢlanma halini durdurmuĢtur. Bununla birlikte, her ülkede bazı Ġslamcılar öncü rolde bulunuyor. Sözgelimi, 25 Ocak (11 ġubat) Mısır devriminin kalbinde halk olsa da rehberliğinde Yusuf Karadavi vardır. Bundan dolayı bazı Ġsrailliler veya Batılılar Karadavi hakkında kinaye yollu „Mısır‟ın Humeynisi‟ tabirini kullanıyorlar. Zafer cumasında hutbe okumuĢ ve Tahrir Meydanından halka ve dünyaya seslenmiĢ ve devrimin yol haritasını çizmiĢtir. * Tunus‟da Bin Ali‟ye karĢı RaĢid GannuĢi gibi isimler öne çıkarken Yemen de Ali Abdullah Salih‟e karĢı Abdulmecid Zendani ulemayı yönlendirmekte ve Ali Abdullah Salih‟den halkın taleplerine kulak vermesini istemektedir. Libya‟da da ulemayı ön planda görmekteyiz sözgelimi bunlardan birisi olan Ali Sallabi Türkiye‟de de tanınan simalardan ve Ģahsiyetlerden birisidir. Buna mukabil, bazı selefiler devrimlerin önünü kesmeye ve despot ve zorba rejimlere müzahir olmaya çalıĢmıĢlardır. Bunlardan bazıları gösterilerin Ġslam ruhuyla bağdaĢmadığı söylemiĢ ve dalgakıran bir rol oynamak istemiĢtir. Lakin yine de bunların karĢısına ulema çıkmıĢtır. Ġskenderiyeli alimlerden Ahmet Mahallavi bu tarz selefileri susturmuĢ ve önlerini kesmiĢtir. Klasik ve geleneksel selefi akımı temsil eden ve bazen Ġlmi Selefilik akımı olarak da anılan gruplar Arap dünyasındaki halk hareketlerini „fitne‟ olarak nitelendirmiĢ ve yapılanları veliyyi‟l emre ve ulu‟l emre karĢı çıkıĢ olarak görmüĢtür. Ürdün‟de bu kesimin önemli isimlerinden ġeyh MeĢhur Hasen ve ġeyh Ali Halebi de bu yaĢanılanları fitne bağlamında değerlendirmiĢ ve kalkıĢmaları kınamıĢtır. Bu grup, Ürdün‟de Ġhvan adına yayın yapan es- Sebil gazetesiyle karĢı karĢıya gelmiĢ ve es- Sebil gazetesinin desteklediği devrimleri fitne olarak nitelendirmiĢtir. Arap dünyasının genelinde Ġhvan yanlısı hareketler devrimlere ya katılmıĢlar ya da desteklemiĢlerdir. Devrimlere mesafeli duran 41 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM selefilere mukabil, Yemenli Abdulmecid Zendani halk hareketlerini emr-i bi‟l maruf bağlamında ve kapsamında değerlendirmektedir. * Klasik selefi gruplar devrimleri taĢkınlık olarak görmüĢ ve nitelendirmiĢlerdir. MeĢhur Hasen, fitne hadislerini dile getirdikten sonra selefilerin referans isimlerinden Nasirüddin Elbani‟nin kendisini ziyaret eden Kaddafi‟nin oğlu Sadi‟ye nasihat ettiğini ve onun aracılığıyla babasına Ģu mesajı ilettiğini söylemiĢtir :” Ġslam ve ehlinin hukukuna riayet etsin ve bu hususta Allah‟tan korksun.” Batılılar ve Ġsrailliler gibi kimi selefi internet siteleri de Karadavi‟ye verip veriĢtirmekte ve onun „sapıklıklarına ve küfürlerine‟ temas etmektedir! Ġslami hareketler uzmanı Hasan Ebu Hüneyye „siyasal Ġslam‟ın dıĢında bir tavır belirleyen selefiler ile iktidar sahiplerinin uyuĢtuklarını ve onlara vaaz vermek ve ulu‟l emre itaati teĢvik etmek için uydu kanalları tahsis ve temin ettiklerini ifade etmektedir. Bu bağlamda, Kaddafi‟nin oğullarından Sadi‟nin önce Nasreddin Elbani ve ardından da onun postuna oturan Ali Halebi‟yi sık sık ziyaret ettiğini hatırlatmaktadır. Bununla birlikte, Hüneyye Ġskenderiyeli selefilerin Mübarek‟in indirilmesini talep etmeden de olsa halk gösterilere katıldıklarını hatırlatmaktadır. Suud Müftüsü Al-i ġeyh ve Mısırlı selefilerden Mahmud el Mısri sokağa çıkanları ve halk hareketine katılanları „ayak takımı‟ olarak nitelendirmekten maada Hariciler olarak da vasıflandırmıĢlardır. Lakin farklı selefiler de var. Bunlardan ikisi; Hamid el Ali ve Hakim el Mutayri (El Matiri) ayaktaki gençliği ve halkı selamlamıĢ ve gayretlerini kutlamıĢ ve mesailerini tebrik etmiĢtir. Sonuç olarak, halk pratikte Ġslamcıların önüne geçerken bazıları de Ģer‟i çerçevede kalma adına yanlıĢ içtihatla saltanat uleması haline gelmiĢtir. 4 Mart 2011, Dünya Bülteni 42 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kaddafi ile neocon’ların özel iliĢkisi - Jacob Heilbrunn Bugünkü yeni-muhafazakârlığın merkezi ilkelerinden biri de demokratikleĢme taraftarı olmak ve zorbalığa karĢı çıkmaktır. Örneğin Richard Perle, An End To Evil baĢlıklı kitabın ortak yazarlarındandır. Bu kitapta Amerika‟yı savunmak ve terörle savaĢı kazanmak için cesur bir program serimler. Fakat baĢka yazarların yanısıra Politico‟dan Laura Rozen‟ın belirttiği gibi son yıllarda Albay Kaddafi‟ye danıĢman olarak Perle‟den baĢkası görünmüyor. Nereden bakarsanız bakın, Kaddafi, yeni-muhafazakârların iktidardan devrilmesi esastır dedikleri, Ronald Reagan‟ın Ortadoğu‟nun kudurmuĢ köpeği diye andığı Saddam kadar berbat bir zorbadır. O zamanlar böyleydi. Rozen Ģöyle diyor: “Libya‟nın imajını cilalamak ve ekonomisini büyütmek için çalıĢan ve Adalet Bakanlığında kaydı olmayan bir firmaya danıĢmanlık yapanlardan biri de hiç beklenmedik bir isim. Libyalı bir muhalif grubun 2009 yılında ifĢa ettiği bir belgeye göre, ileri gelen yeni-muhafazakârlardan Richard Perle - Reagan dönemi Savunma Bakanlığında çalıĢmıĢ ve George W. Bush döneminde Savunma Politikası Kurulu baĢkanlığı yapmıĢtır Kaddafi‟yle görüĢmek üzere 2006 yılında iki kez Libya‟ya gitti ve dönüĢünde BaĢkan Yardımcısı Dick Cheney‟e ziyareti hakkında bilgi verdi. Monitor Group adlı firma Boston merkezli. GörünüĢe göre Harvard ĠĢletme Okulu‟ndan bir dizi profesörle bağlantısı var. Fikir, rejimin imajını cilalamak amacıyla önemli akademisyenleri Libya‟yı götürmek. Rozen‟e göre Monitor Group belgeleri, Kaddafi‟yle buluĢturulmak üzere Francis Fukuyama ve Bernard Lewis gibi düĢünürlerin istihdam edildiğini belirtiyor. Bu olay ilk kez Batı‟nın Kaddafi rejimiyle hangi dolapları çevirdiğini anlamak isteyen Libyalı muhalif bir grup tarafından ortaya çıkarıldı. Kaddafi‟nin oğlu Seyfulislam da Monitor Group‟un himayesinde Harvard Üniversitesini ziyaret etti. Daha önce de yazdığım gibi Bush yönetiminin Kaddafi‟ye ulaĢma çabalarının anlamı vardı. Bush ulusal güvenlik yardımcılarından yeni-muhafazakar Elliot Abrams, Ģeytanla anlaĢma yapmanın gerekli olduğuna dair ikna edici bir savunma yapıyor. Realpolitik kaygılarla hareket eden Bush yönetimi, Kaddafi‟nin nükleer materyallerini emniyete aldı, ki büyük bir baĢarıdır. Fakat Kaddafi‟nin imajını iyileĢtirmek baĢka bir meseledir. Perle, Libya‟da tam olarak neyi baĢarmak istediğini açıklamak zorundadır. Perle ve Kaddafi, Libya‟da iki kez buluĢtuklarında ne konuĢtular? Perle, eski baĢkan yardımcısı Dick Cheney‟le görüĢtüğünde Kaddafi ziyareti hakkında neler anlattı? Perle‟un hareketi ziyâdesiyle kuĢkuludur. Lockerbie ve diğer menfur saldırılara nezaret eden bir adamla Amerika‟nın özel bir iliĢkiye ihtiyacı yoktu. Bazıları öyle bir ün salar ki telâfisi mümkün değildir; iktidardan devrilmeden evvel aĢırı gururundan dolayı ülkesini ateĢe atmaya çalıĢan Kaddafi de onlardan biridir. Kaynak: National Interest, 5 Mart 2011, Çeviren: M. Alpaslan Balcı 43 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Ġran ve domino etkisi - Uygar Altan Ġran'daki siyasal sistem yapısı gereği Arap rejimlerinden oldukça farklılıklar arz eder. Öncelikle ülke belli bir hanedanın hakimiyeti altında değildir ve üst düzey kadrolarda sürekli değiĢiklikler yaĢanır. Somut örnek vermek gerekirse Ģu anda ülkeyi tek adam hakimiyeti altında yönetmekle eleĢtirilen Ahmedinejad on yıl önce yakın etrafından baĢka kimsenin tanımadığı bir isimdi ve Tahran belediye baĢkanlığına aday gösterilmesi bile ĢaĢkınlıkla karĢılanmıĢtı. Muhtemelen beĢ yıl sonra da pek az kimse kendisinin nerede olduğunu bilecektir. Ülke Meclisi de sürekli yenilenmenin tezahürlerinden birisidir ve bölgedeki diktatörlüklerde sıklıkla görüldüğü gibi 30 yıllık Meclis BaĢkanlarına ya da milletvekillerine bu ülkede rastlanmaz. Bu nedenle Arap ülkelerinde zirvedeki kiĢilere karĢı oluĢan tepki Ġran'da meydana gelmez ve sistem kendi dinamikleri içinde -bazen zıt yönlere doğru olsa dasürekli olarak tazelenir. Yine ülkede yönetime aktif katılımın tek Ģartı ideolojik bağlılıktır ve etnik ya da sosyal köken sistem içinde yükselmenin önünde bir engel teĢkil etmez. Diğer yandan her ne kadar seçimlerde rekabet etmenin Ģartları sert ve bazen keyfi kıstaslara göre belirlense de ülke nüfusunun önemli bir bölümü seçimlere aktif biçimde katılır ve kimi zaman dıĢ konjonktürün de etkisiyle oldukça açık bir rekabet ortamı meydana gelebilir. Nitekim geçtiğimiz dönem cumhurbaĢkanlığı adayları arasındaki televizyondan canlı yayımlanan tartıĢma ortamı ülkedeki demokratik kültürün yerleĢmesi açısından oldukça faydalı olabilecek iken bazı adayların seviyeyi düĢürmesi sonucunda tartıĢma bir anda kiĢiselleĢmiĢ ve sonrasındaki birçok anlaĢmazlığını kaynağını teĢkil etmiĢtir. Ġran'ı Orta Doğu'daki devletlerden ayıran diğer bir özellik sistemin sürekli olarak yolsuzluklarla mücadele etmeyi vurgulaması ve sosyal devlet uygulamalarının yaygınlığıdır. Ahmedinejad'ın Ģehirli orta ve üst sınıflar tarafından benimsenmemesine rağmen geniĢ kitlelerden aldığı desteğin önemli bir bölümü gözü kara Ģekilde sistem içi rant odaklarına karĢı verdiği mücadeleden dolayıdır. CumhurbaĢkanı Ģahsi çabalarıyla devrimin baĢından beri konumunu koruyan ve içinde din adamlarının da bulunduğu birçok nüfuzlu Ģahsiyetin görevinden alınmasını sağlamıĢtır. Petrol sübvansiyonlarının halka nakit olarak dağıtılması ya da her doğan çocuğun adına 18 yaĢından itibaren kullanabileceği bir banka hesabı açılması da Ahmedinejad'ın güçlendirmeye çalıĢtığı sosyal devlet anlayıĢının son adımlarındandır. Buraya kadar belirtilen hususlar Ġran'ın bölgedeki Arap ülkelerinden temel farklılığını gözler önüne sermektedir. Ancak günümüzde hiçbir ülkenin diğerinde yaĢanan olaylardan tamamen bağımsız kalması düĢünülemeyeceğine göre Ġran'ın da bölgesel geliĢmelerden bir Ģekilde etkileneceği kesindir ama nasıl? Ġran bölgedeki halk ayaklanmalarını yakından takip etmektedir. Gerek gerçekleĢen bölgesel değiĢimleri doğru olarak anlama çabası gerekse de bu olayların ülke içine yansıma ihtimali ülkenin yönetim düzeyinde alarma geçmesine neden oldu. Son bir ayda çeĢitli merkezlerde konuyla ilgili çok sayıda toplantı düzenlenirken içerideki grupların olayları değerlendirmeleri de içe yönelik olmaktadır. Mesela Kaddafi'nin Libya'daki olayların ardından ilk konuĢmasını Fars Haber Ajansı "Kaddafi'den taraftarı yeĢillere çağrı" Ģeklinde duyurur ve yeĢil rengini seçen reformcuları Kaddafi ile özdeĢleĢtirirken, yönetime daha mesafeli ġark gazetesi aynı haberi "Kaddafi'den muhaliflere idam tehdidi" Ģeklinde duyurmayı ve Kaddafi'yi reformcu liderleri idamla tehdit eden ülke yönetime benzetmeyi tercih etmiĢtir. Yine bu bağlamda baĢta 44 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM devrim lideri Hameney olmak üzere yönetim bölgedeki olayları Ġslami bir devrim olarak nitelerken karĢıt gruplar bu hareketleri demokrasi, insan hakları ve internet özgürlüğü gibi kavramlarla açıklamayı yeğliyorlar. Özetle Arap ülkelerindeki ayaklanmaların geçtiğimiz yıl protestoların sert biçimde bastırıldığı Ġran'ı kısa sürede etkilemesi beklenmemelidir. Ancak reformcu grupların Mısır ve Tunus halklarıyla dayanıĢma adı altında gösterilere yeniden baĢlaması ve reformcu liderler Musevi ve Kerrubi'nin eĢleriyle birlikte bilinmeyen bir yere götürülmeleri önemli geliĢmelerdir. Ġran konusunda önümüzdeki yıllara damgasını vuracak en önemli soru Ģudur: Ġran yönetimi seçimlerden sonra halkın verdiği tepkiyi ve Orta Doğu'daki değiĢim rüzgarlarının ne anlama geldiğini doğru okuyabilmiĢ midir? Eğer cevap müspet ise siyasi zekasından kimsenin Ģüphe duymadığı Ġran yönetimi halk tabanındaki meĢruiyetini geniĢletmek amacıyla ne gibi adımlar atacaktır? Aksi takdirde yönetimin er veya geç Ģimdiden gençlerin diline düĢen "Tunes tunes, Ġran netunes" (Tunus baĢardı, Ġran baĢaramadı) sloganının altında kalacağı aĢikardır. Bu slogan çok kısa sürede Ġran milliyetçiliğinin yaklaĢık yüz elli yıllık kültürel ve bilimsel çabalarına ve Ġranlılık özgüvenine Purpirar'ın kitaplarından daha fazla zarar vereceğe benzemektedir ki ilerideki yazılarda bu konuya daha fazla eğilme fırsatı bulabileceğimi umuyorum. 7 Mart 2011, Dünya Bülteni 45 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Batının Ġsrail’e mesajı - Ertuğrul Aydın Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları karĢısında bir süre kafa karıĢıklığı yaĢayan Avrupa ve ABD en nihayet karıĢık duygularla da olsa halk lehine tutum sergiledi. Bunun Ġsrail için anlamı nedir? Batı'nın Ġsrail'in siyasi ve güvenlik algısına uygun siyasi rejimlerin yıkılıĢını engelleme çabasına girmeyiĢi, Ġsrail'in stratejik seçeneklerinin azalmasına muvafakat etmesi anlamını taĢır. Bu durumda, bir mesaj verilmektedir: "Sen de ılımlı olacaksın; stratejik külfet olmaktan çık." Çünkü Ġsrail, bir Ģekilde desteğini kazandığı Batı'nın her iki yakasını da sıkıntıya sokan sorunlu politikalar izliyor. - Liberal Batı değerlerine darbe indirmek. - Amerikan karĢıtlığını körüklemek. - ABD'nin Ortadoğu politikasını rehin almak. - Ġki devletli çözüme karĢı çıkmak. - YerleĢim inĢaatlarını dondurmamak. - ABD'nin Ġran'a saldırması için Beyaz Saray'ı sürekli taciz etmek. - Lübnan'a saldırı hesapları yapmak. Mavi Marmara'daki katliamın da sorumlusu olan sağcı Ġsrail kabinesi, sandığımızdan daha kalınkafalı değilse anlamı ve mesajı algılayacaktır belki ama gerekli ve yeterli tepkiyi vereceğini ummak beyhudedir. Ġsrail'in sorunlu politikalarından Ģimdilik birincisi üzerinde duralım. Liberal Batı değerlerine darbe indirmek Dünyada ırkçılığın, Ġslam ve yabancı düĢmanlığının, göçmen karĢıtlığının ve ĢaĢırmayın, Yahudi karĢıtlığının yayılmasında, çok-kültürcülüğün altının oyulmasında Ġsrail'in ve onun Batı'daki yandaĢlarının büyük emeği vardır. Ġsrail medyasını takip edenler bilirler, kafatasçı heyetler Tel Aviv'i ziyaret ederler. Biri gelir öteki gider... Peki durum niçin böyledir? Çünkü ırkçı bir Ġsrail'in var kalabilmesi için Batının da değiĢmesi gerekiyor. Geriye doğru. 46 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Zira liberal değerler, Ġsrail'in "saf ırk" ve üstünlük takıntısıyla bağdaĢmaz; hem Yahudi'nin ırki bekâsını hem de Yahudi devletinin saf Yahudi karakterini, ırkçı damarını tehlikeye atar. Örneğin çokkültürcülük, çoğulculuk, Siyonistler ve Ġsrailli Ortodoks hahamlar nezdinde Yahudilerin bekâsına yönelik büyük bir tehdittir. KarĢılık olarak da Ġsrail, liberal Batı değerlerine karĢı en büyük tehdide dönüĢmekte bir beis görmüyor. Yani ki dünyada hâkim değerler, Ġsrail'in bekâsını tehdit eden liberal değerler olduğundan dolayı Ġsrail de Batı'da toparlanmasına yardımcı olduğu sağcı, ırkçı, ulus devletçi güçlerden oluĢan bir koalisyonu yedeğine alıp Avrupa ve Amerika'da toplumsal ve siyasal fay hatlarının harekete geçmesini sağlayarak liberal dünya değerlerine dolayısıyla muhayyel liberal dünya barıĢına kastetmektedir. Liberaller, terörle savaĢ gerekçesiyle basınç altında kalan Müslümanları değiĢtirmek ve dönüĢtürmek için hârika bir fırsat yakaladıklarını düĢünüyorlarsa da Ġsrail ve Siyonizm nazarında kağıt peçete hükmünde olan liberalizm bizzat kendi yurdunda darbe yemektedir. Liberal Batı, Ġslam karĢıtlığının merkezini çökertmedikçe vurgun yemeye ve nihayet felç olmaya mahkûmdur zira Batıda aĢırı sağın yükseliĢi, ırkçılığın, yabancı düĢmanlığının artması, demokrasi, çoğulculuk, çokkültürcülük, çeĢitlilik, hoĢgörü karĢıtlığı ile Ġslam karĢıtlığı kol kola gidiyor. O halde Batı, bununla Batının liberal kanadını kastediyorum, ya Ġslam karĢıtlığının merkezi olan Ġsrail'i sağlıklı normal bir varlık olarak kabul edecek – ki bu kendilerini inkâr etmeleri ve yok oluĢun kapısına yönelmek demektir - yahut sistemi çökertmesini engellemek için onu hiç değilse karantinaya alma mücadelesi verecektir. (Hazır sırası gelmiĢken söyleyelim, demek ki Filistin mücadelesinin liberallere bir borcu yoktur.) Aslında kendince veriyor da. YerleĢim inĢaatlarının dondurulmaması karĢısında Avrupa Birliği'nin "eski" 26 üst düzey yetkilisinin AB üyesi ülkelere ve AB kurumlarına mektup gönderip Ġsrail'e "dur" denilmesini ve hatta Ġsrail yönetimine müeyyide uygulanmasını istediklerini hatırlayın. Peki, Siyonistler Avrupa'da ve Amerika'da liberal değerlerin çöküĢüne ivme kazandırarak aĢırı sağı ve ırkçılığı desteklerken anti-semitizm'i de azdırdıklarını görmüyorlar mı? Görüyorlar elbet ama Yahudiler için sığınacak yer mi yok? O takdirde de nükleer Ġsrail'e göç kapısı (Türkiye'dekiler dâhil) her Yahudi'ye açık. Aslında bu geliĢmeden beklenen ve özlenen asgari iki neticeden biri tam da budur: Aliyah. Diğeri ise ulus devletin ayakta kalmasıdır. 7 Mart 2011, Dünya Bülteni 47 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Suudi Arabistan'da 11 Mart tedirginliği - Metin Ünlü Arap dünyasını saran isyan dalgasının istisnası olmayacak gibi görünüyor. Tunus ve Mısır'da meydana geldiğinde lokal kalabileceği yönünde yapılan yorumların –belki de temennileryerinde Ģimdi yeller esiyor. Ortadoğu‟yu baĢtan baĢa sarsma kabiliyeti gösteren halk hareketlerinin varacağı nokta üzerine birçok senaryo ve spekülasyon üretiliyor. Tunus ve Mısır‟da demokrasi bayramı olarak Batı manĢetlerine yansıyan halk devrimleri, petrol kuyularına yaklaĢtıkça sistemin lordları için endiĢe kaynağı olmaya baĢladı. Uluslararası camianın Libya karĢısında sergilediği iki yüzlülük, demokrasi denen kavramın aslında iĢlevsel olarak nasıl bir anlam taĢıdığının iĢaretlerini veriyor. Ama asıl sürpriz/trajedi Suudi Arabistan‟da yaĢanacak gibi. Çünkü bu ülke, OPEC‟in en büyük ülkesi ve burada yaĢanabilecek bir çatıĢma hali, dünya ekonomisini tahmin edilmesi güç bir Ģekilde etkileyecektir. Petrol fiyatlarının rekor üstüne rekor kıracağını tahmin etmek zor değil. Buna bağlı olarak zaten bıçak sırtı giden ekonomik dengeler büyük darbeler alacaktır. Yani demokrasi talepleri, demokrasi Ģampiyonlarının canını sıkıyor! Suudi Arabistan artık gizlenemeyecek biçimde içten içe kaynıyor. Özellikle ġii nüfusun yoğun olduğu doğu bölgesinde geçtiğimiz günlerde yaĢanan gösteriler ve akabinde gelen tutuklamalar, ülkenin yeni bir dönemin eĢiğinde durduğunu gösteriyor. Olayların nereye varacağı üzerine net bir Ģeyler söylemek mümkün değil ama hiçbir Ģeyin artık eskisi gibi olmayacağını açık. Doğu‟daki Katif ve Avvamiye civarında düzenlenen gösterilerde, mutlak monarĢiyle yönetilen ülkede sosyal ve siyasal reformlar talep edildi. Gelen haberlere göre bu bölgeye on binden fazla ilave polis gücü gönderildi. Aynı zamanda Damam‟a giden yollar da kontrol altına alındı. ġimdilerde daha çok ġii unsurun öne çıktığı gösterilerde halk, eĢit vatandaĢlık ve ekonomik, siyasal reformların yapılmasını talep ediyor. Suudi içiĢleri bakanlığı ülkede her ne sebeple olursa olsun gösteri ve yürüyüĢleri Ġslam Ģeriatına uygun olmadığı gerekçesiyle yasakladı. Aslına bakarsanız böyle bir hak hiçbir zaman olmadı zaten. Ama bu karar, rejimin yaĢadığı panik halini göstermesi bakımından manidardır. ĠçiĢleri bakanlığı gerekli bütün tedbirlerin alınacağını açıklayarak gözdağı vermeyi de ihmal etmedi. Geçtiğimiz Cuma namazı sonrası baĢkent Riyad‟da bazı mescidlerde cılız da olsa yapılan gösteriler, sessizlik ve korku duvarının bütün bir ülke sathında çatlamaya baĢladığının göstergesi. Bilindiği gibi Kral Abdullah Bin Abdülaziz, yaklaĢık üç aylık bir tedavinin ardından döndüğü ülkesinde yaĢanabilecek olayların önüne geçebilmek amacıyla bir dizi karar açıkladı. Ekonomik ve sosyal reformlar içeren bu kararların ekonomik maliyeti 37 milyar doları buluyor. AnlaĢılan krallık halkın taleplerini anlamak istediği Ģekilde değerlendirmek yoluna gitmiĢ. Kanaatimizce diğer birçok yönetimde de gördüğümüz bu rüĢvet mantığı, Suudi 48 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Arabistan‟da da ters tepecektir. Çünkü içerisinde Ġslamcılar, liberaller ve ġiileri barındıran halk dalgası, ülkede seçimler yapılmasını ve siyasi özgürlükler istiyorlar. Suudi Arabistan rejimi olayların önüne geçmek için her türlü yöntemi kullanıyor. Bu kapsamda ulema heyeti gösterilerin haramlığına dair bir fetva yayınladı. Facebok gibi sosyal ağlar yoluyla organize olmaya çalıĢan muhaliflere karĢı rejimi destekleyen sayfalar açılarak karĢı propaganda yapılıyor. 11 Mart'ı öfke günü ilan eden muhaliflerin gücünü ve takatini hep birlikte göreceğiz. Ama Ģimdiden Ģunu söylememiz mümkün; Libya‟dan daha ürkütücü bir senaryoyla karĢı karĢıyayız. Çünkü Suudi rejimi, Kaddafi‟den daha yumuĢak bir tutum takınmayacaktır. Olayın mezhebi boyutunun geliĢmesinin doğuracağı siyasal reaksiyonun bölgede meydana getireceği etki, ürkütücü senaryolara zemin hazırlıyor. Birçok kiĢi Suudi Arabistan‟da yaĢanacak bir devrimin sadece bölgede değil dünya sisteminde de bir deprem etkisi yapacağını dile getiriyorlar. Bu anlamda 11 Mart, sadece bölgemizde değil bütün dünya için yeni bir miladın ilk iĢareti olmaya aday bir gün. Obama‟nın gerçek sınavı baĢlıyor… 8 Mart 2011, Dünya Bülteni 49 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM ġam , Kahire değil - Michael Bröning Devrimler Tunus‟tan Bahreyn‟e kadar otoriteryan rejimleri sarsarken uzmanlar hemen bir sonrakinin Suriye rejimi olacağını söylediler. Bölgedeki diğer ülkeler gibi Suriye de çok fakirleĢtirilmiĢtir. ġam otoriteryanizmi ile Tunus, Mısır ve Libya otoriteryanizmi arasında görünüĢteki benzerlik çarpıcıdır. Tunus ve Mısır‟da olduğu gibi Suriye‟de de tek parti rejimi ülkeyi yıllardır demir yumrukla yönetmektedir. Ülke elli yıldır tıpkı Kuzey Afrika‟daki muadilleri gibi olağanüstü hal kanunlarıyla yönetilmekte, siyasi katılım çağrıları bastırılmaktadır. Ancak benzerliklere rağmen Suriye‟ye yakından bakıldığında Esad rejiminin – on yıldır BeĢĢar Esad‟ın nezaretindedir – devrilmesi muhtemel değildir. Paradoksal olarak, Suriye‟nin vahim ekonomik durumu ve baskıcı mekanizmanın koruması altındaki Alevi azınlık yönetimi, muhalif güçlerin yakın gelecekte kritik bir kitle olmasını önleyecektir. Suriye son yıllarda yıllık yüzde dört oranında büyüme kaydediyor ama ülke sarsıcı bir iĢsizlik, artan hayat pahalılığı ve yaygın bir yoksulluk pençesindedir. ġam‟ın resmi verilerine göre (ġam aĢırı iyimser hesaplamalarıyla meĢhurdur) 2010‟un ilk çeyreğindeki iĢsizlik oranı yüzde 8; ancak bağımsız kaynaklar bu oranın yüzde 20 civarında olduğunu, iĢsizliğin en çok genç nesil arasında yaygın olduğunu tahmin ediyor. ĠĢsiz ve hayal kırıklığı yaĢayan gençlik Tunus ve Mısır‟daki devrimlerin itici gücü olduğundan dolayı gözlemciler Suriye gençliğinin iĢsizlik oranını potansiyel devrim iĢareti olarak kaydettiler. Suriye gençliğinin Tunus ve Mısır‟dakiler gibi ekonomik Ģikâyetleri var elbette ama yaygın yoksulluğun ve iĢsizliğin ani rejim değiĢikliğine katalizör olması Ģu an ihtimal dâhilinde değildir. Esad‟ın 2000 yılında cumhurbaĢkanı olduktan sonra baĢlattığı ihtiyatlı ekonomik liberalleĢme politikasına rağmen Suriye toplumu halen yüksek eĢitlikçi niteliği ile malumdur. Doğru, seçkinler batılı lüks ürünlere gitgide daha fazla eriĢebilmekte ve Esad ailesinin kimi üyeleri akrabacılık ve vurgunculukla itham edilmektedirler. Bununla birlikte, büyük bir servetin oligarĢik siyasi seçkinlerin elinde birikmesi kural olmaktan ziyâde istisnâdır. Siyasi tecrit ve ülke içi otoriteryanizm, ekonomik bakımdan güçlenmiĢ, siyasi bilinci olan bir orta sınıfın geliĢimini ciddi Ģekilde bastırmıĢtır. Dolayısıyla da ġam‟daki durum, devrim öncesi Tunus, Mısır ve Libya‟daki durumdan baĢkadır. Üç ülkede de halkın öfkesini alevlendiren, geniĢ bir seçkinler sınıfı ile marjinal çoğunluk arasında hayli görünür olan ve gitgide artan uçurumdur. Suriyelilerin aksine, Tunus ve Mısır‟daki – Ģimdi de Libya‟daki – göstericiler yoksulluklarının mutlak değil izâfi olduğunu – yani rejimin adâletsizliğinden neĢet ettiğini – anladılar. Yıllardır ülkeye hâkim olan Esad ailesi, orduyu rejimle bütünleĢtirerek güçlü bir siyasi emniyet ağı geliĢtirdi. BeĢĢar‟ın babası Hafız Esad, Suriye ordusunda yükseldikten sonra 1970‟te iktidarı ele geçirdi ve kilit görevlere Alevileri yerleĢtirerek sâdık bir alevi Ģebekesi kurdu. Doğrusu, ordu, yönetici seçkinler ve acımasız gizli polis öylesine iç içedir ki Esad rejimini güvenlik seçkinlerinden ayırmak artık imkânsızdır. BeĢĢar Esad‟ın göstericilere karĢı güç kullanma tehdidi Tunus veya Mısır‟a nazaran daha olasıdır. Bu yüzden, ordunun profesyonel olarak eğitim gördüğü, bağımsız bir rol oynamaya eğilimli olduğu Tunus ve Mısır‟ın aksine, Suriye rejimi ve ona sâdık güçler en kararlı ve korkusuz muhalif güçleri bile caydırabilecek durumdadır. Suriye‟deki durum, bu bakımdan Saddam Hüseyin‟in Irak‟taki Sünni azınlık hâkimiyetiyle kıyas edilmeye daha musaittir. Aynı zamanda, ordunun vahĢi ve rejime sâdık olduğu ama eğitimli ve disiplinli bir ordudan ziyâde militan çapulculara benzediği Libya‟dan da çok farklıdır. 50 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Esad‟ın iĢbirlikçi seçkinleri hâricinde çok az destekçisi olduğu da doğrudur ama rejimin muhalifleri bile daha az halk desteğine sahiptir. Rejimin muhaliflere karĢı güç kullanması farazi değildir. Hafız Esad 1982‟de Hama‟da Müslüman KardeĢler ayaklanmasını ezmiĢ, binlerce sivil hayatını kaybetmiĢti. 2004 yılında BeĢĢar Esad‟ın güvenlik güçleri Kürt protestocuları bastırdı ve onlarca kiĢi öldü. Suriye rejiminin içinde bulunduğu tecrit, tekrar bu Ģekilde güç kullanma ihtimalini artırmaktadır. Dostane ikili iliĢkiler tarihinin olduğu ve ABD önderliğindeki diplomatik çabaların ordunun göstericilere verdiği tepkiyi Ģekillendirdiği Mısır‟ın yahut ordunun Amerikan eğitimi aldığı Tunus‟un aksine, Batının Suriye üzerinde neredeyse hiç manivela gücü yoktur. Bu nevi siyasi tecridin neticeleri Libya sokaklarında görülebilir: Aynı Ģekilde dıĢlanmıĢ Muammer Kaddafi, kendisini durduracak hiç kimse olmadığından dolayı iktidarını korumak için çıplak güce baĢvurdu. Libya rejiminin Ģiddetli tepkisi, pek çok Suriyeli nazarında azimli bir zalimin halkına neler çektirebileceğini göstermektedir. Suriye‟nin bir diğer özelliği, Esad‟ın dini bir azınlıkla olan bağıdır: Aleviler. Siyasi gözlemciler, Esad‟ın azınlık statüsünün uzun vadeli istikrarı yok ettiğinde neredeyse ittifak halindedirler. Bu değerlendirme makûldür ama Suriye‟nin kendine has Ģartlarını hesaba katmıyor. Esad‟ın dar bir seçkinler grubunun ötesinde Zeynel Abidin bin Ali ve Hüsnü Mübarek‟ten bile daha az ateĢli destekçisinin olduğu doğruysa da rejimin muhalifleri daha az halk desteğine sahiptir. Bölgedeki diğer diktatörlerin aksine, pek çokları Esad‟ı hizbi çıkarların savunucusu olarak değil hizbi bölünmenin önünde bir karĢıt ağırlık olarak görürler. Dahası, Suriyeliler Irak ve Lübnan‟daki hizbi çatıĢmaların yıkıcı neticelerine sıksık ve doğrudan mâruz kalmaktadırlar. 2005 ve 2006 yıllarında yüzbinlerce Lübnanlı ve Iraklı mülteci ġam‟a akın etti ki Suriyelilere hizipçiliğin ateĢlediği kıyımın müthiĢ sonuçlarını hatırlatmıĢtır. Hizipçiliğin Lübnan ve Irak‟ta nasıl hüner sergilediğini görünce, Suriye‟nin aynı derecede çoğulcu toplumunun Esad liderliğini kabullenmesi için iyi nedenleri vardır. Esad‟ın nispeten genç oluĢu (Esad 45, Bin Ali 74, Mübarek 82, Kaddafi 68 yaĢındadır) ve güvenilir Batı karĢıtlığı sicili, ona diğer liderlerin sahip olmadığı bir koruma katmanı sunmaktadır. Pek çok Suriyeli, ABD liderliğindeki Irak iĢgaline sergilediği muhalefeti ve Ġsrail karĢıtı politikalarını arzu edilir ve ulusal çıkarlara uygun buluyor. Esad‟ın Batı‟daki eğilmeyen parya Ģöhreti kendi ülkesinde rağbet görmesini sağlayan Ģeydir. ABD‟ye karĢı durma istekliliği bölgede göstericilerin toplanmasını sağlayan Arap haysiyeti temasıyla bağdaĢır. Benzer bir batı karĢıtı duruĢu Kaddafi de sergiledi ama Suriye‟nin Arap-Ġsrail çatıĢmasına olan coğrafi yakınlığı (ve Suriye‟nin bu çatıĢmanın doğrudan tarafı olması) Esad‟ın direniĢ söylemine Kaddafi‟ninkinden – hassaten de Kaddafi‟nin 2000‟lerde ABD‟yle iliĢkilerinin iyileĢmesinden sonra - daha fazla güven katmıĢtır. Suriye rejimi, bölgesel geliĢmelere büsbütün kayıtsız kalmıĢtır demek değil bu. Esad, Tunus ve Mısır‟daki muadillerinin devrilmesinden duyduğu rahatsızlığı belirtircesine “toplumu açmak” ve “diyaloğa baĢlamak” gibi reform vaatlerinde bulundu. Reformları Ģimdilik maaĢ artıĢı ve (ĢaĢırtıcıdır) sosyal medya ağları üzerindeki kilidi açmakla sınırlı kaldı. Suriyelilerin ümitlerini belirsiz ve Ģiddetli bir devrim yerine yavaĢ ama istikrarlı bir reform sürecine yatırmaları daha muhtemeldir. Facebook‟ta “öfke günü” çağrıları Ģimdiye değin cevapsız kaldı. 51 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Esad‟ın reform vaatlerinin yeterli gelip gelmeyeceğinin ilk testi bu yılın sonunda yapılması planlanan yerel seçimlerde ve meclis seçimlerinde görülecektir. Bu seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Suriye, otoriteryanizm karĢıtı bu dalgayı büyük ölçüde atlatacak gibi duruyor. Ġroniktir, Batılı liderlerin devrildiğini en çok görmek isteyecekleri bir Arap rejimi bölgedeki diğer çaylak rejimlere kıyasla nispeten güçlenebilecektir. ġam‟da sarsılmadan duran bir rejimin Mısır‟da yeni seçilmiĢ bir liderlikle yakınlaĢmayı ciddi ciddi düĢüneceği ihtimaline bakınca hassaten rahatsız edicidir bu. Batı‟nın Esad‟la nasıl yakınlaĢacağı sorusu, ki Tunus ve Mısır‟daki Batı destekli liderlerin yok oluĢun Esad rejimini yastıklamıĢtır, kısa bir süre içerisinde daha keskin bir Ģekilde ortaya çıkacaktır. Kaynak: Foreign Affairs, 9 Mart 2011 Çeviren: Ertuğrul Aydın 52 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kabilecilik gerçeği ve Libya kabileleri – Farac Necm Ġnsani özlü ve modern görünümlü toplumlar ancak güçlü bir toplumsal yapı ve uyumlu tuğlalardan kurulmuĢ onurlu bir birliktelik üzerinde gerçekleĢir. Mükemmel bir cemaat ortaya çıkar ve mükemmel bir ümmete yükselir. Daha sonra geliĢir yayılır ve bütün dünyaya yayılarak umumi bir hal alır. Bu bakıĢtan hareketle Libya'nın bu temel üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kabileli bir yapı arz etmektedir. Kabileciliğin avantajlı ve dezavantajlı yanları vardır. Tuzakları olduğu gibi... KiĢi, insan topluluklarının yapısına ve katmanlarına yakından, dikkatli bir Ģekilde baktığında onların bir dereceye kadar bir arada yaĢayan homojen inanç grupları tarzında ağlar biçiminde kompleks bir örgü ve iĢlemeden ibaret olduğunu görür. Bazı küçük azınlıklar dıĢında Libya halkı baĢtan beri toprak birliğinden daha çok antropolojik bütünlükle bir birlerine bağlıdırlar. Arap olmayan diğer küçük azınlıklarla daha güçlü bir bağ olan Ġslam inancıyla bir birlerine bağlıdırlar. Libya, bütün vatandaĢlarının Maliki mezhebine bağlı olduğu Müslüman bir ülkedir. %5 oranında Berberi, %3 Afrikalı ve %1 Tuarekler vardır. Yahudi azınlık ise 1967'de Libya'dan ayrıldı. Ġtalyanlar da 1970 yılında Libya'dan çıkarıldı. Kabile sisteminin, on dört asırdır Libya'da Müslümanlığın ve Arapça dilinin korunmasında büyük etkisi olmuĢtur. Bunun kaynağı, asırlar boyunca bütün yıkım ve parçalama çabalarına karĢı kitleleri yapısında birleĢtiren kabilenin kimliğinin korunması üzerine gösterilen büyük arzudur. Yani kurumlar üzerine inĢa edilmiĢ Libya devletinin oluĢmasında kabileciliğin büyük bir rolü olmuĢtur. Aynı zamanda Ġslam'ın korunması ve Ġslam düĢmanlarının püskürtülmesi anlamında da net bir rolü olmuĢtur. DüĢmana karĢı koyma, can ve malını feda etme konusundaki yetenek ve hazırlıklı oluĢlarını da unutmamalıyız. Libya toplumu bütünüyle kabilecilik temeli üzerine oturmaktadır. Her bir kabilenin fertlerini kabilenin kurucusuna kadar uzanan bir dizi nesep bağı bir birine bağlamaktadır. Arap dünyasının diğer yerlerinde de olduğu gibi. Libyalıların zihinlerinde nesep bağı önemli, hatta abartılı bir yere sahiptir. Öyle ki iki kabile arasında nesep iliĢkisinden baĢka bir iliĢki tasavvur edemiyorlar. Hatta kabileler arasında ekonomik çıkarlardan dolayı oluĢmuĢ komĢuluk iliĢkilerini bile nesep iliĢkisi olarak açıklıyorlar. Hatta kendilerini birleĢtiren ortak bir nesep olduğuna dair deliller ortaya koyma derecesine kadar gidiyorlar. Her bir kabilenin kendilerini ilk kuran atalarıyla ilgili hikayeleri vardır. Ancak bu 'Ģecereler' çağdaĢ bilimsel bir gözle incelendiğinde kimi zaman ortada net bir açıklaması olmayan bir çeliĢkinin olduğu belirginleĢiyor. Ancak Libyalılar kabileler arasında kan, çıkar ve komĢuluk bağlantısı kurmak için sürekli olarak nesep bağına sığınıyorlar. Nesep, Libya'da kabile sisteminin ana direği, bir arada yaĢamanın emniyet supabı ve aralarında kimlik kartıdır. Bundan dolayı Libyalılar nesep iliĢkisine sahip çıkıyor ve onu nesilden, nesile ulaĢtırıyorlar. Nesebin geçmiĢ nesillerde büyük bir önemi vardı. Bir kiĢi bu 53 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM yada Ģu kabileye bağlı olmadıkça toplumda kabile meclisine üyelik ve korunma gibi hukuka sahip olması mümkün değildi. Bu bir seçim değildi kaçınılmaz bir toplumsal zorunluluktu. Köleler, azledilenler ve zayıf kiĢiler hayatlarını daha kolay yaĢamak ve ayrıcalıklardan yararlanmak için kabilevi yapı içerisine girerek bu haktan faydalanmıĢlardır. Zayıflara örnek, Libya topraklarında ortaya çıkıĢlarının baĢlangıcındaki ve bağımsız bir yapı oluĢturmadan önceki dönemdeki Murabıtları'dır. Libya toplumunun yelpazesine derinlemesine bakan orada Libya toplumunu oluĢturan birkaç sınıf olduğunu görür. Bunların en önemlisi Arap kökenlilerdir. Yani Beni Süleym ve Hilal oğulları, Fezare ve diğer halefleri. Fatımi halifesi Muntasır Billah tarafından, kendisine karĢı ayaklanan Ġbn-i Badis devletine ve onunla birlikte Tunus ve Trablus'ta bulunan direniĢçilerden kurtulmak için batı tarafından Mısır'dan kullanarak baskı yapmak üzere bu kabilelere1050yılında bağımsızlık tanımıĢtı. Beni Süleymin çoğunluğu Libya'nın doğusundaki Burga'da yerleĢti. Benu Hilal ise batıdaki Trablus ve Fas'a yerleĢti. Seadi kabileleri –söylencenin dediğine göre- anneleri Sa'de'ye dayanmakta ve üç kola ayrılmaktadır: 1- Harabi 2- Cebarine 3- Beragis. Harabi kabilesi ise: Ubeydat, Hasse, Derse, Evlad Fayet ve Evlad Hamd olmak üzere beĢ kola ayrılıyor. Cebarine kailesi; Cevazi, Avakir, Megaribe, Mecabire, Ureybat ve Celalat kollarına ayrılıyor. Beragis kabilesi ise Ubeyd ve Arefe olmak üzere iki kola ayrılmaktadır. Diğer bir grup ise Araplar, ancak Murabıtlar olarak tanınıyorlar. Neseplerini oğlu Hasan – bazen de Hüseyin- yoluyla Hz. Ali'ye dayandırıyorlar. Çoğunluğu Ģu anda Cebaliye olarak isimlendirilen Cebel Garbi ve Cebel Nefuse'de yaĢayan Berberiler ise ibadi mezhebine bağlıdırlar. Kabile yapıları yapısı ve sınıfları anlamında Arap kabile yapısı gibidir. Bu yüzden bazıları Araplarla aralarındaki büyük benzerlikten dolayı kökenlerinin Arap olduğunu söylüyorlar. Berberilerin liderliği geçmiĢ iki asırda, bazılarının kökenlerini Umman'daki Beldetü el-Düreyz'e (Cebel Nefuse'ye Ġbadi olarak geldiler ve BerberileĢerek onlarla birlikte yaĢadılar deniyor)dayandırarak Arap olduklarını söylediği Al Baruni'nin elindeydi. Ġlim geleneği olan bir ailede doğan Ġstanbul'daki Osmanlı sultanının fermanıyla Trablus'a vali olarak atanan mücahit edip Süleyman El- Baruni (Cebel Nefuse'de Beldetü Cadu'da doğdu) onlardandır. Aynı zamanda kökenleri Osmanlının Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Yunan ve Bulgar kökenli mücahid askerlerine ve kendilerine bu bölgeden katılan -özellikle de Berberilerunsurlara uzanan Keragule yada Kulukaliye kabilesi. 1551 yılında Osmanlı ordusu Kanuni'nin komutanlarından Murat paĢa komutasında St. Jhon Ģovalyelerini yenerek Trablus'u ele geçirdi Daha sonra Murat paĢa Kanunin emriyle buranın valisi olarak atandı. Bu askerler Trabluslu (Arap, Berberi yada diğer kökenlerden) bayanlarla evlendiler. Bunlardan meydana gelen nesil Arap Müslüman bir nesil oldu. Onların siyasi haritada ilk görünüĢleri Kirmanlılar Devleti iledir (1711-1835). Bu, daha sonra bağımsız Libya devletinin ilk nüvesi olacaktır. Milli anlamda bir vatandaĢlık duygusunun Libyalılarda yer etmesinde onların büyük bir etkisi vardır. Toplumda, siyasi ve ticari alanda 54 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM etkileri geniĢledi. Çoğunluğu Ģu anda Zaviye, Trablus, Zeltan, Mısrata, Bingazi ve Derne'de yaĢamaktadır. Keragule sayı ve etki olarak geliĢtiğinde kabile ortamı baskın geldi ve onlar da bir kabile yapısı içerisinde toplandılar. Onların kendilerine has alıĢılmıĢ bir kabile yapıları var. Hala Keragul ile Murabıtlar arasında güçlü bağlar vardır. Kirmanlılar Murabıtlara özel bir muamele uyguluyorlardı. Cihad çağırısı yapıldığında onların diğer Libyalı kabileler arasında önceliği vardı. Bazen onları vergiden muaf tutuyorlardı. Kimi zaman Murabıtlar devletle ayaklanan kabileler arasında arabulucu oluyordu. Evlad Bu Seyf kabilesinin 1842 yılında Kirmanlı hükümetiyle Evlad Süleyman kabilesi (Arap, Benu Süleym kökenli) arasına girdiği gibi. Evlad kabilesi hacim olarak Kuzey Afrika'daki en büyük kabile olarak kabul ediliyor. Nüfusu 3 ila 5 milyon arasında hesaplanıyor. Libya kökenli (1670) Arap-Mısır kabilelerinin en büyüğü ve en yaygın olanı olarak kabul ediliyor. Batı'da, Libya'nın doğusundaki Tobruk civarındaki El-Batnani'den doğuda Mırsın kalbi Nil'e, kadar uzanıyorlar. Kolayca anlaĢılıyor ki Merkezi idarenin bu geniĢ mıntıkada varlığını hissettirmesi çok zor. Bundan dolayı herkesin adaletine baĢ vurduğu geleneksel bir yapı oluĢturdular. Üstad Hayrullah Atyuve'nin aktardığına göre El-Batnani'deki Evlad Ali kabilesinin Ģeyhleri ve ileri gelenleri 1653 yılında altı ay boyunca toplandılar ve 'Evlad Ali (Ali Oğulları) yolu' olarak yada daha doğrusu 'Çöl kanunları' olarak isimlendirilen bir sistem ortaya koydular. Ġsim ve kısmi olarak Ġslam Ģeriatına dayanan bu 'yol' -yada gelenek- bir ceza kanunu mesabesinde oldu. Kabile içi ve kabileler arası iliĢkileri belirleyen 67 maddeden oluĢuyordu. Evlad Ali eksenindeki bütün kabileler bu kanunlara uydu. Bu 'yol' kabile üyeleri arasında, aralarındaki Ģahsi ve toplumsal sorunlara çözüm getiren bir emniyet supabı haline geldi. Bu sistemin ana unsurları Ģunlardır: 1- Devletin etkisinden uzak bir Ģekilde isim olarak ve kısmen Ġslam Ģeriatına dayanmaktadır. 2- Ölüm ve diyet içeren konularda ağırlıklı olarak Ġslam Ģeriatına baĢvuruluyor. Kırkla ve ağır yaralanmalarla sonuçlanan dövmelerde ve aynı Ģekilde nikâh, boĢanma ve diğer konularda da ağırlıklı olarak Ģeriata baĢvuruluyordu. 3- Cinayet iĢleyenlerin ve yakınlarının –Hatta kimi zaman bütün kabile- sürgün edilmesi anlamına gelen 'Nezale' yukarıda da zikrettiğimiz gibi günümüzde hala Libya'nın bir çok bölgesinde geçerlidir. Bingazi gibi büyük Ģehirlerde dahil olmak üzere. 4- 'El-Miad' yada 'El-Mesar' geleneksel bir meclistir. Sorunların tartıĢılması için geniĢ katılımlı bir kabilevi toplantıdır. Diğer kabilelerin tanıklığıyla suçlu ile mağdur arasındaki çekiĢmenin bitirilmesin ve kabileler arasındaki anlaĢmadan sonra hüküm açıklanır. Ve bu karar bağlayıcı olur. 5- 'Elberave': Kabileyi –Ġleride bazı fertleri ya da aileleri tarafından iĢlenebilecek- güvenliği ve insanların huzurunu bozacak suçlardan ve kötü fiillerden tezkiye etmek. Aynı Ģekilde kabileden ayrılmak isteyen kiĢiler için de, kabilenin bunların yaptığından sorumlu olmadığını gösteren bir 'berave' yayınlanır. Suçlunun kabilesi değil kendisi yaptıklarından sorumlu hale 55 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM gelmiĢ oluyor. Ve sonuca kendisi katlanıyor. Ve kabilesi onun intikamını almak için harekete geçmiyor. Bu durum genellikle kabile Ģeyhleri ve ileri gelenlerinin düzenlediği ve kabile üyelerinin çağrıldığı açık bir oturumda serkeĢ kiĢi ve ailesinin Ģahitler huzurunda resmi bir biçimde yaptığı/yapacağı iĢlerin sonuçları üzerine uyarılmasından sonra gerçekleĢir. Burada kabile bu kiĢinin fiilleriyle iliĢkisi olmadığı yönünde kararını açıklar. Kaynak: El Cezire, 10 Mart 2011 Çeviren: Metin Ünlü 56 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Livni Arap demokrasisine kılavuz olursa - Robert Grenier Ġsmimin önünde dizi dizi ünvan yok ki klinik yargılarda bulunabileyim. Ancak bana öyle geliyor ki Ġsrail baĢbakanı Ariel ġaron 11 Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra bir süreliğine çıldırmıĢtı. 4 Ekim 2001 tarihinde bir konuĢma yapmıĢ – daha çok atıp tutmaya benziyordu – ve Washington‟ın resmi kanadını Ģok etmiĢti. Amerika‟nın yaklaĢan terörle savaĢ için Arap ülkelerinden destek alma çabasına saldırmıĢtı. “Arapları bize rağmen yatıĢtırmaya çalıĢmayın” demiĢti. “Ġsrail Çekoslovakya olmayacak.” Ġsrail liderinin bir Amerikan baĢkanını Nazi yatıĢtırıcısı Neville Chamberlain‟le kıyaslayan ham, duygusal sözleri, Afganistan‟da pek yakın bir zamanda patlak verecek husûmetlerle ve teröre karĢı uluslararası bir koalisyon kurmakla meĢgul George W. Bush ve kabinesi için hiç beklenmedik bir hücumdu. Ertesi gün, Ġsrail lideri II. Ġntifada‟nın baĢladığı zamandan beri Filistin tarafının kontrolündeki topraklara karĢı en ağır askeri saldırıyı baĢlattı ve FKÖ lideri Yaser Arafat‟ın kısa bir süre önce kabul ettiği ateĢkesi sona erdirdi. O zamanın DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell “ġaron‟un son birkaç gündür sergilediği davranıĢlar akıldıĢı olmanın eĢiğinde” demiĢti. Fakat ġaron‟un asabi kafasının nasıl çalıĢtığına ve ABD-Ġsrail iliĢkilerinin tarihine âĢina olanlar nezdinde bu öfke patlamalarının açık bir izahı vardı. Ġsrail nezdinde onlarca yıl önemli tek iliĢki, ABD ile olan iliĢkileriydi. Amerika kenarda tutulduğu müddetçe Ġsrail bölgesel veya uluslararası baskılara dayanabilir diye düĢünülüyordu. O halde Amerikan politikası üzerindeki hayati nüfuz Ģansa bırakılacak bir Ģey değildi. Ve Pearl Harbor‟dan beri en yıkıcı sürpriz saldırının ertesinde, Amerikan politikasının hızlı bir geçiĢ sürecine girdiği bir anda, ABD‟nin ne yapabileceği hakkında hiçbir fikir yoktu. Bir tehdit olarak Demokrasi Amerika Ġslam‟dan ilham alan terörizme karĢı etkili bir eyleme girecekse, Ġslam‟a karĢı savaĢmadığını ispatlamak için Müslüman ülkelerin desteğini almaya ihtiyacı olduğu 11 Eylül ertesinde belliydi. BM‟de ilan edilmek üzere yeni bir Ġsrail-Filistin barıĢ inisiyatifi baĢlatmaktan bahsediliyordu; hatta bir Filistin devletine ABD desteğinden bahsediliyordu. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 11 Eylül‟ün ardından kilit Ortadoğu ülkelerine destek turuna çıktı; Tel Aviv‟de durma zahmetine girmedi. Böylesi bir atmosferde, Ariel ġaron‟un düĢünce tarzına sahip olanlar için, paranoya günün nizâmıydı. Çoğu Amerikalı henüz noktaları birleĢtiriyor değildi ama ġaron‟un cürm-ü kasdı anlaĢılmıĢ, el Kaide‟nin Müslümanları cezbetmesinin merkezinde yatan Ģeyin ġaron‟un ve Ġsrail‟in Filistin topraklarında yürüttüğü iĢgal ve baskı olduğu göze çarpmıĢtı. ġaron Ġsrail‟de yayınlanan Yedioth Ahronoth gazetesine düĢüncelerini Ģöyle açmıĢtı: Arkanızdan iĢ çevrildiğini keĢfettiğiniz anlar vardır. Karar verdim, bu kadarı yeter, daha fazlasına gerek yok. Kısa bir süre sonra savaĢ baĢlayacak. Ġsrail‟den Filistinlilere aĢırı taviz vermesi istenecek. Reddettiği takdirde de savaĢın kuyusunu kazmakla suçlanacak. Hareket etmek için son dakikadır.” 57 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Birkaç gün önce Tzipi Livni‟nin Arap Ortadoğusu‟nda yaĢanan “demokratik devrimler” hakkında kaleme aldığı, Washington Post‟ta yayınlanan op-ed makaleyi okuduğumda ABDĠsrail iliĢkilerinin uzun zamandır unutulmuĢ bu kısmını hatırladım. Bu Ġsrail liderinin sözlerini veya sözlerinin ardına saklanmıĢ korkuyu anlayacak Ģekilde mücehhez çok az Amerikalı olduğuna bahse girerim. ABD‟nin Ortadoğu politikası bir kez daha dönüm noktasında. Doğrusu, tüm bir bölgenin tarihi bir dönüm noktasındadır. Ve bir kez daha, ABD BaĢkanı, Arapların arzularıyla tehlikeli bir dayanıĢma sergiliyor. Amerikan yönetimi, demokratik Mısır‟da Müslüman KardeĢlerin siyasi katılım yeri olduğuna iĢaret etmiĢti; yani baĢka ülkelerde de Ġslamcıların demokratik katılımına bir yer vardı. Livni‟nin sözleri bize Ġsrail liderlerinin bir kez daha korku ve telaĢ yaĢadıklarını çıtlatıyor ki yaklaĢık 10 yıl evvel Ariel ġaron‟u kıskıvrak yakalayan korku ve telaĢa benzemez değil hani. EndiĢeli olabilirler. Bölgede serbest kalan devrimci güçlerin gelecekteki yönelimini ve nihâi semereyi bekleyip görmek gerekecek. Fakat Ġsrail‟in en büyük tehdit algısının siyasi kaosa düĢmek ve bölgesel terörizm olduğunu farzedenlere Livni‟nin yazısını dikkatlice okumalarını öneririm. Kendine hizmet eden boĢ laflarını çekip çıkardığınızda, dilin Ģifresini çözdüğünüzde, Kadima Partisi liderinin – ve pekâla diğer Ġsrailli siyasi liderlerin – bölgede en çok korktukları Ģeyin bizzat demokrasi olduğu âĢikar olur. GayrimeĢrulaĢtırma Ġsrail‟in ister Filistin olsun ister baĢka bir yer, Araplar arasında demokrasi görmek istemediğini hatırlamak önemlidir. Oslo‟dan sonra Filistin demokrasisi lehine baskı uygulama fırsatı olmasına rağmen Ġsrailliler tam tersini yaptılar: Seçmenlerine karĢı hassasiyet taĢıyan sahih politikacılar yerine kendileriyle kuĢkulu anlaĢmaların yapılabileceği, halk baskısından nispeten muaf liderlerle iĢ görmek. Sözde demokratik bir liderin Amerikalı bir dinleyici kitlesi önünde Arap demokrasisine karĢı çıkması münasebetsizlik olacaktır. Fakat Ġsrail için risk o kadar çok ki yapacak baĢka bir Ģey yok. Livni‟nin sözleriyle: “….sırf kaygı/daraltı, her hangi bir lider için bir politika değildir.” Dahası, Ġsrail 2006‟daki hatasını hani Ģu Filistin seçimlerine müsaade ettiği ve Hamas yani yanlıĢ parti kazandığında da makabline Ģâmil çabalar sarfetmek zorunda kaldığı o hatayı tekrarlayacak değildir. Hayır, bu kez Livni‟nin çok daha zekice bir fikri var: Varlığını uygun bulmadığı partiler daha bir seçime katılmazdan evvel onları gayrimeĢrulaĢtırmak. Çözüm? Demokratik seçimlere katılım için evrensel kurallar ihdas etmek ve bu kuralların uluslararası kabulünü sağlamak. Bu tezgaha göre, seçimlere katılmak isteyen her parti evvela bir dizi demokratik ilkeyi hem sözleriyle hem de davranıĢlarıyla benimsemelidir: ġiddeti kınamak, devletin güç kullanım tekelini kabul etmek, amaçlara barıĢçıl araçlarla ulaĢmak, hukukun üstünlüğüne bağlılık, hukuk önünde eĢitlik ve ülkelerinin imzaladıkları uluslararası anlaĢmalara bağlılık. Livni‟nin beklentisi o ki bilhassa da Ġslamcı partiler bu kriterleri karĢılayamayacaklar ve sahih demokrasiye yaklaĢan her hangi bir Arap ülkesi “gayri demokratik bir partinin seçilmesi 58 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM olumsuz uluslararası neticelere gebedir” diye uyarılacak. Hâsılı, Ġsrail ABD ve Avrupa‟nın gözünü bağlayıp bu “demokratik ilkeleri” kabul ettirse, Ġslamcı partilerin Hamas gibi muamele görmelerini sağlamak, tüm bir demokratik süreci gayrimeĢrulaĢtırmak ve Amerika‟nın Arap dünyasıyla arasında zaten devam eden yabancılaĢmayı sağlama almak zor olmayacaktır. Sahih bir demokratik parti olarak tasdik edilmek için önerilen uluslararası kriterde küçük bir uygunsuzluk var elbet: Ġsrail‟deki partilerin büyük bir çoğunluğu ve bizâtihi Livni bu kriterleri karĢılayamaz. “ġiddetin kınanması…amaçlara barıĢçıl araçlarla ulaĢmak?” GeçmiĢte Ġsrail‟in güç kullanarak çıkarlarının peĢinden gitmesine bakınca, Livni elbette ki ciddi olamaz. ġu Ģiddet meselesi üzerinde düĢünmek için burada biraz duralım. Benim ülkem, baskıya ve devredilemez hakların ihlaline karĢı Ģiddetli bir ayaklanmanın sonucunda kurulmuĢtu. ġiddet? Amerika Ģiddet kullanmaktan veya meĢru müdafaa yahut zulme direniĢ için kendi adlarına Ģiddet uygulayanlara destek vermekten asla çekinmemiĢtir. Ancak Amerika, söz konusu olan Ġsrail olduğunda, Ģiddet kullanımına muhalefeti terörizme muhalefetle bir tutmaya müsaade etmiĢtir. Tam aksine, terörizme muhalefet, muharip olmayan masumlara karĢı gayri meĢru güç kullanımına muhalefettir. Terörizme muhalefet zulme karĢı meĢru direniĢe muhalefet değildir katiyen. Filistinlilere verilecek en iyi tavsiyenin güce baĢvurmamaları olduğuna zira doğru bir Ģekilde uygulandığında, Ģiddet dıĢı direniĢin mücadeleleri bağlamında davalarına çok daha iyi hizmet edeceğine inanıyorum. Terörle mücadele I'll gladly compare counter-terrorism credentials with anyone – fakat bir zalime karĢı meĢru direniĢte güç kullanımına ilke olarak hiçbir zaman itirazım yoktur. ġiddetin kınanması ve güç kullanımı üzerinde devlet tekelinin kabulü, bir devletteki siyasi aktörlerin meĢru talepleridir ancak Livni‟nin endiĢesi bu değil. Ġsrailliler Ģiddetin kınanmasını talep ettiklerinde, kastettikleri Ģey, cezadan muaf kalarak Filistinlilere kötü davranma hakkına sahip olduklarını herkesin kabul etmesi gerektiğidir. Ya peki “hukukun üstünlüğü ve hukuk önünde eĢitlik” nedir? Livni‟nin Ġsrail‟in Arap vatandaĢlarının Filistinli olarak görülmesinde defalarca ısrar ettiği, iki devletli çözüm uygulandığı takdirde ise, Ġsrailli Arapların vatandaĢlıktan çıkarılmalarına ve rızaları olmaksızın onları Filistin devletine nakledecek Ģekilde Ġsrail sınırlarının ayarlanmasına destek vereceği Palestine Papers‟da ifĢa edilmiĢti. Hukukun önünde eĢitlik dediği böyle bir Ģey. Uluslararası anlaĢmalara bağlılık var bir de: Ġsrail‟in, kurulduğu günden itibaren onlarca yıldır alınan ve uzun bir silsile oluĢturan BM kararlarını arsızca küçümsemesine bakınca, Livni ciddi olabilir mi? AnlaĢmalara “söz ve davranıĢla” bağlılık sergilemeye gelince, Ġsrail liderlerinin, mükellefiyetlerini hükmi olarak kabul etmelerine rağmen Oslo sözleĢmelerinin Ģartlarını yerine getirmeyi sistematik olarak reddettiklerini kim unutabilir? 59 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Arap dünyasının önemli bir kesiminde demokrasiye beklenen geçiĢin daha ilk günlerdeyiz. YanlıĢ gidebilecek çok Ģey var; kötümserlik için pek çok neden var. Fakat süreç ilerledikçe, ABD çıkarları Amerika‟nın çıkarlarıyla örtüĢmeyen sözde dostların tavsiyelerinden sakınmalıdır. Ġsrailli bir politikacının bu sinik ve kurnaz makalesi, Arap demokratikleĢmesine Amerikan desteğini baltalamak için yürütülecek uzun bir Ġsrail kampanyasının ilk salvosudur. Amerikalı politikacılar bu çabaların ardında yatan amaçları anlamalı ve her ne pahasına olursa olsun onlara direnmelidir. Kaynak: El Cezire, 11 Mart 2011 Çeviren: M. Alpaslan Balcı 60