Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali

Transkript

Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Perge büyük hamamının doğusunda çalışan üç posta da öğle dinlencesindeydı. 8 Numaralı
kazı alanının posta başısı öğrenci Gülçin ile sıcak güneşin altında hala çalışmayı
sürdürüyorlardı yazıt uzmanı. Çok çalışkan ve yetenekli bir kız olan Gülçin yazıtbilime
meraklıydı. Yeni bilgiler edinmek için hocasına yardım ediyordu. Dün sabahın ilk saatlerinden
itibaren 8 numaralı alandan çıkmaya başlayan ak mermerden yazıt parçaları bugün öğleye dek
aralıksız sürmüş ve seksen parçayı aşmış bulunuyordu. Parçalar oracıktaki bir düzlüğe serilmiş,
yıkanıp temizlenerek tümlenme işlemine geçilmişti. Her parça çıkarıldığında, sevinç çığlığı
atarak gelir, yerini bulup da yerleştirebilirse iki kat sevinçle dönüp yenisini arardı. İki gündür bu
sevinci kız defalarca yaşamıştı.
Onu yemeğe gönderdi, kendisinin şu anda yemek canı istemiyordu. Gülçin, “Hocam ben sizin
yemeğinizi ayırır bir kenarda saklarım!” diyerek koşup gitti.
Bir Bizans chapel (küçük kilise) kalıntısının duvarı dibindeydi. Vespasianus (69-79) için dikilmiş
latince in situ (dikiliği yerde duran) bir yazılı taşa belini dayamıştı. Hamamın kuzey duvarının
gölgesi, bulunduğu yeri henüz kapatmamıştı. Birleştirilebilen parçalardan profıl ve yan oyuk
çizgileri ortaya çıkmış yazıtın kare bir levha biçiminde olduğu görülüyordu. Bir yapının duvarına
yapıştırılmak üzere hazırlanmış ve daha sonraki çağlarda, Bizans dönemindede yapılmış olan
bu küçük kilisede taban levhası olarak kullanılmıştı. İlk bakışta harflerin süslü görünümü ve
diğer biçimsel özellikleri, yazıtın birinci yüzyıla ait olduğu izlenimini veriyordu. 80’ni aşan bu
parçalardan iki ayrı yazıt levhası oluşmuştu. 69 parçanın birleştirildiği birinin sadece ortasında
bir kaç harf eksikti. Artık okunabilirdi. Parçalar bulunmasa bile yazıtı çözebileceğine inanıyordu.
Gülçin’i göndermeden önce bu levhanın özel estampaj kağıdı kullanarak kalıbını almışlardı. Bu
oldukça basit bir işlemdi; taş temizlenip ıslatılır ve taşın üzerini kapatacak olan kağıt da
ıslatılarak tüm yazının üstüne serilirdi. Sonra düzgün ve saplı kıl fırçayla vura vura ıslak kağıdın,
mermere kazınmış harflerin iyice içine girmesi sağlanıyordu. Kağıt taşın üzerinde kuruyunca,
artık yazılı taşları yanınızda taşımanıza gerek yoktur; evinizde, büronuzda, hatta yatağınızında
yazıtı çözmek için üzerinde çalışabilirsiniz.
Hava sıcak olduğundan kağıt çabucak kurumuştu. Onu dikkatle inceledi, en küçük harflerin bile
izleri açık seçikti. Bir kalıp da, birleştirilen taşlar restoratör tarafından, müzeye kaldırılmak üzere
özel yapıştırıcılarla yapıştırıldıktan sonra alacaktı. Şimdi yazıtı küçük harflerle bır kağıda
yazmaya başlamıştı, bir yandan da yüksek sesle kendikendine okuyarak anlamaya çalışıyordu.
Gülçin’in kazı işçilerinin başında, görevli olduğu bu 8 numaralı mekan sanki bir buluntu
deposuydu. Geçen iki kazı mevsimi boyunca çok önemli heykeller, sikkeler ve yazıtlar
bulunmuş, bu yıl da değerli buluntular verme özelliğini koruyordu. Burası büyük hamamın palae
stra
’sı
nda (gymnasion) bir portik, yani sütunlu gezinti yeriydi. İki yıl içerisinde sütun kaidelerinin
1 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
hemen tümü ortaya çıkarılmış, bazıları sağlam kalmış siyah renkli mermer sütun parçaları bu
kaidelerin önüne sıralanıp düzenlenmişti.
Bu sırada Frigidarium’a (soğukluk havuzu) yakın sütun kaidelerinden biri üzerinde işçilerden
Durmuş Ali, tek başına çıkınını açmış öğleliğini yiyordu. Gülçin’in postasının diğer işçileri ise
altışar kişilik iki küme oluşturmuş. Septimus Severus çeşmesinin arkasındaki bizans kemerinin
altında, gölgeye çekilip sofra kurmuşlardı. Gelenekleri bir güzeldi Toparlar'lı kazı işçilerinin;
herkes açıp öğleliklerini ortaya koyuyor ve getirdikleri yemeklerden öbürleri de tadıyor ve
ortaklaşa yiyorlardı. Durmuş Ali'nin tek başına yemesinin nedeni, gıdıklanma hastası
olmasından dolayıydı. Karşısında birisi unutup da kaşındımı, çılgına dönüyor ve ana-avrat
küfrediyordu. Bazan da onu kızdırmak için kasten yapıyorlardı. Böylece zavallı rahatça yemeğini
yiyemiyordu. Bu yüzden çok kere tek başına yemeğe oturuyor. Bazan da kardeşi veya çok
yakın bir arkadaşıyla öğleliklerini bölüşüyorlardı. Bugün tekti işte. Gölge kaplamış kaidenin
üstüne bağdaş kurmuş, çıkınını ise önündeki sütun kasnağı üzerine açmış, bir parça peynir ile
incir tatlısını yufka ekmeğiyle atıştırıyordu. Önündeki yazıtla uğraşan İhsan hocayı da çağırdı,
yemeğini paylaşmak için. O, teşekkür ederek, aç olmadığını söyledi. Aralarında 10-15 m.
uzaklık vardı. Bunları söylerken kaşınma gereksinmesi mi duymuştu yoksa kasten mi
kaşınmıştı; Durmuş Ali birden, “Ananı...! Yapma hocam!” diye bağırarak ayağa fırladı. Ağzındaki
lokmalar çevreye saçılmıştı. Kemerin altındakiler fırsat bulmuş, kahkaha atıyorlardı. “Kusura
bakma Durmuş Ali” dedi. “İnan kasten yapmadım. Gerçekten unutmuştum böyle uzaktan da
gıdıklandığını!”
Sustu ve yeniden daldı yazıtı yüksek sesle okuyup Türkçeye çevirmeye:
“İmparatorlar kültünün baş rahibi, her dört yılda bir yapılan büyük Caesereia ve Artemisia
Vespasiana şenliklerini, kendi öz servetinden düzenleyen, vatan ve imparator seven ve kentin
yüksek erdemli oğlu Gnaius Cornutus Postumius…”
Birden önünde sonsuz bir boşluk belirdi. Sanki dibi olmayan derin bir kuyunun içindeydi. Boşluk
dönüyordu, zaman boyutunun ötesinde yitip gitmişti. Büyük görkemli Perge hamamının
Palaestrasının önündeydi. Agoranın gürültüsünden kalabalığı yarıp çıkarak zor kurtulmuştu.
Kendi kendine düşündü: Az önce agoranın güney stoasının bir köşesinde saçı sakalı birbirine
karışmış bir
kinik filozof konuşuyordu.
Kentin
demiourgosuna,
yani belediye başkanına ve güvenlik görevlilerine küfrediyordu. Zamana, düzene, düzenin
2 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
koruyucularına; zenginliğe, iki yüzlülüğe erdemsizliğe sövüyor. Arkasından,
Kommogene’
yi (Adıyaman ve çevresi) Roma'ya bağlayıp, Arabica'ya geçtiği söylenen yaşlı imparator
Vespasianus'a verip veriştirmeye başlamıştı. Dinleyenler gülmekten kırılıyorlardı. Arada bir ona
laf atarak daha da kızdırıp, sövgülerini bollaştıranlar oluyordu. Bir sütunun dibinde eğilmiş
sandaletlerinin sırımlarını bağlarken bunları duymuştu.
Daha fazla dinlemeyi anlamsız bulup ayrıldı oradan. Bu kez dün akşamki duyuruyu anımsadı:
Perge'nın yetiştirdiği ve yüzyılın büyük hekimi Miron oğlu Asklepiades'in Cornutus
gimnazyumunda öğleden sonra konferens verecekti. Sevindi buna. Söylendiğine göre, sık sık
gidip konferenslar verdiği ve hastaları tedavi ettiği Pamphylia Seleukiası ona fahri hemşehrilik
vermiş, oraya yerleşecekmiş. Perge'nın bu büyük hekime karşı ilgisizliği yüzünden kaçmak
istediği kulağına çalınmıştı. Doğruydu, spor yarışmaları, gladyatör oyunları dışında, kültürel
etkinliklerden hak getire! On dört bin kişilik koca tiyatro binasının tribünleri yosun bağlamıştı;
dram ya da komedi oynanmıyor, yarıya kadar su doldurulup deniz savaşları (naumakhia=naum
acia
)
gösterileri yapılıyordu. Sezar adına kurulmuş dört yılda bir yapılan imparatorlar
Caesareia
şenlikleri yetmiyormuş gibi, Vespasianus'un kente hediye ettiği Vespasiana Artemisia
şenlikleriyle birleştirilip genişletildi. Yarışmalar, şenlikler, bayramlar! İnsanların neredeyse basit
zevklere yönelmeleri sağlandı; bağırıyor, çağırıyor ve haykırıp boşalıyor! Artık Apollonius gibi
matematikçiler yetişmez oldu bu kentte. Bunları düşünerek kalabalığın arasından ana caddeye
çıkmış. Sonra omuzundan kayan
himation
u bronz
fibula
(çengelli iğne) ile berkitip, “konferansa daha çok zaman var” diyerek, Hellenistik kapıdan geçmiş
ve
palaetsra
nın önündeki Vespasianus alanına ulaşmıştı sonunda.
Bir iki tanıdığı selamlayıp geçerken, az ileride bağırıp çağırarak gelmekte olan ve hep tartıştığı
bir bölük monomakhos (gladyatör) hastalarını görünce, hemen Vespasianus heykelinin önünde
durup kaidesindeki latince yazıtı okumaya girişti. Büyük hamanın kuzey portiğinin girişine
dikilmişti. Onlar arkasından gürültüyle geçip,
palaestranın öbür
köşesinden hamam girince, sessizliği kavuştu alan. Yazıtta Perge'de yaşayan Roma kolonisi
mensuplarıyla, Perge halkının ortaklaşa bu keykeli diktiği yazılıydı. Roma asıllı zengin vatandaş
Claudius Piso ön ayak olmuş. Bütün harcamalarını kendisi yaptığı halde,
demiourgos
luk seçimleri sırasında politik yatırım olsun diye Romalı ve Pergeli vatandaşların adını
kullanmıştı. O sıralarda, Pergeli büyük devlet adamı Plancius Varus, Bithyna-Pontus eyaleti
(Marmara bölgesinin doğu kısmı ile Batı Karadeniz kesimi) valisi olarak, imparator Vespasianus
3 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Parth seferine çıktığında, Nikaia’da (İznik) adına yaptırdığı imparatorluk evinde onu ağırlamış,
öyle deniliyordu.
Palaestra’nın içine doğru yürüdü. Yeni bir gençler grubu arasından birkaç gladyatör ve koşucu
antreman için giriyorlardı. Alkışlar ve haykırışlar göğü tutuyordu. Bir sütuna yaslanıp bu çılgın
grubu seyretti. Peşlerinde köleleri hamam giden Pergeli vatandaşlar da onlara alkış tutuyorlardı.
Hamaımn
frigidariumuna uzanan portik, bir heykel galerisi görünümündeydi. Claudius
Piso'nun
Paros'dan, Marmara adasından mermerlerini getirtip, P
amphylia’
nın en tanınmış heykel yontucularına hazırlattığı heykeller süslüyordu bu galeriyi. Kalkanlı
Aphrodite, Athena, Herakles
,
nympha
(nehir ve pınar tanrıçası) ve
musa
(sanatçılara ilham veren tanrıçalar) heykellerinin en güzel klasik kopyaları örnekleriyle
donatılmıştı. Özellikle dev boyuttaki, siyah ve beyaz mermerlerden yontulmuş, iki renkli bir
dansöz heykeli çok dikkat çekiciydi. İnce bukleli saçlar meçlenmiş. Vücuduna yapışarak
yuvarlak hatlarını ortaya çıkaran
khiton
u beyaz, kıvrak bir dans hareketiyle yelken gibi geriye doğru açılmış
himaton
u (manto) ise siyahtı. Öylesine içiçie yerleştirilmişti ki bu iki renk, sanki siyah-beyaz damarlı tek
mermer kütlesinden yapılmış izlenimi veriyordu. Kaidelerinde Grekçe “Klaudios Peison
anethken (Claudius Piso dikti)” yazılı tam 12 heykel vardı.
Bu sanatsever Roma asıllı Perge vatandaşı, eşsiz heykellerle süslediği sanat galerisini kente
hediye etmişti. Ama ne yazık ki onun bu sanatseverliği, yani Roma kentinin en üstün sanat
anlayışını yaşadığı, Augustus altın çağının klasik yunan özentisi sanat çizgisini Perge'ye
taşıması, kente demiourgos (belediye başkanı) seçilmesine yetmemişti. Bule’nin (Kent meclisi)
en ileri gelen üyelerinden olarak, Latince konuşmalarında sanattan, felsefeden, mitolojiden
sözediyor; Vergilius'dan Ovidius'dan şiirler okuyordu. Kentin varlıklı atlılar ve
konsul
sınıfından vatandaşların oluşturduğu
Bule
ve
gerusia’
da
(
yaşlılar meclisi) bile onun konuşmaları zor anlaşılıyordu.
Demos
’un (halk meclisi) kavraması olası değildi. Halkı peşinden sürükleyebilecek bir
4 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
rhetor
(hatip)değil, bir
didaskalos
(öğretmen, öğretici), yada bir
sophist
(filozof) gibi konuşuyordu. Bir öğle vakti yazıt uzmanının kayıp gittiği geçmişte, heykelleri tek tek
ve hayranlıkla seyrederken, birden bir düzüne koruyucusu ve köleleriyle Claudius Piso göründü.
Yanında bir de Roma'dan gelmiş konuğu vardı. Birlikte hamam sefasına gidiyorlardı. Belini
vermiş dinelerek, dansöz heykelini seyrettiği granit sütunun önünde durdular. Sütunun öbür
yanında olduğundan kendisini görmüyorlardı. Latinceydi konusmaları.Biraz zorlanıyorsa da
anlıyordu. Piso anlatıyordu:
“İşte böyle sevgili dostum Silvius, demiourgos seçimlerini yitirdim. İyi bak şu girişteki küçük
yuvarlak soyunma binasına! Güzelim Paros mermerlerinden yaptırdığım heykellerin süslediği bu
portik’e karşılık Gnaius Postumius Cornutus,
hamam
palaestra’sının anıtsal girişini
oluşturan soyunma binası içinde, değişik renklerde 12 sütunun çevrelediği ve ortasından 4
büyük gri mermerden sütunun konik damını desteklediği özel soyunma odası yaptırmıştı.
Burada sadece ödüller kazanmış ünlü atletler soyunup giyiniyor; sanat ve sanat severlik adına
ne utanç verici durum!”
Sonra Silvius'u, yuvarlak yapının önüne götürdü ve duvardaki çevresi çifte bordürlü mermer
kare içindeki yazıtı okumaya başladı. Epigraf İhsan hoca, üzerinde çalıştığı yazıtı anımsadı
gelecekteki. Elinde rulo yapmış olduğu kağıt kalıba baktı ve sütunların arkasına gizlene gizlene
onlara iyice yaklaştı. Okuyup çözdüğü ve kalıbını aldığı yazıttı bu. Bina da yazıtta adı geçen ve
ayrıntılarına dek tanımlanan yapıydı. İkinci yazıt da aynı kişiden sözediyordu, ama birbirini
tamamlayan parçalar az bulunduğundan okuyamamıştı. Kendini çok acayip bir durumda
hissetmeye başlamıştı; şu anda geçmişte yaşayan bir gelecek konuğuydu. Şu anın, geçmişin ve
geleceğin olayları üzerindeki bilgiler kafasında içiçeydi. Bazan yer değiştiriyorlar bir çağdan
öbürüne geçirtiyorlardı gelecekten gelen konuğu. Claudius Piso yazıtı okuyarak Latinceye
çeviriyordu. Onu dikkatle dinledi; sonlara doğru bir sözcük çarptı kulağına. Piso onu ikinci kez
yineleyince, baştan iki karfi kırık olduğundan, tahmin ettiği üç olası sözcükten,
‘imatiofulakeion(giysilerin saklandığı yer, vestiyer binası) olduğunu anladı. Nereden çıktıysa,
elindeki kurşun kalemle kağıt kalıp rulosunun üzerine kocaman harflerle yazdı. Bu sırada Silvius
elini arkadaşının omuzuna koyarak şunları söyledi:
“Dostum Claudio Piso, 100 yılındayız. Aradan yıllar geçti, hala bu yenilgiyi unutamadın. Gnaius
Postumius Cornutus benim Roma'da okul arkadaşımdı, aynı hatip-filozofdan ders almıştık.
Grekçenin neredeyse bir Demosthenes'iydi. Biliyorsun, Roma kentini kuran geleneksel 12 tribus
dan (kabile)
5 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Collina
'ya ulaşıyor soyları. Babası Quintus Postumius Fronta, Iulius Cornutusun damadıydı. Dayıları
Cornutus Bryionianus ve Trebonnianus, şu anda yaşamadıkları halde, hala Küçük Asya'da
ünleri dillerde dolaşıyor. O zamanlar Henüz Atina akademisinde öğrenci olan en küçük dayısı
Cornutus Tertullus, şimdi Roma'da
consul
aday adayı, gelecek yıl Roma senatosuna girecek!”
“Çok doğru konuşuyor, diye içinden geçirdi geleceğin konuğu Epigraf, babalarını Etenna ve
Ariassos (Bademağacı köyü) halk meclisleri onurlandırmıştı. Oğlu Bryionianus da Kilikia
Klaudiopolis'i tarafından bir yazıtla onurlandırılıp, Perge'ye diktirilmiş. Bunları geçen yıl
saptamıştım.”
Silvius akıllıca sürdürüyordu konuşmasını:
“Demen o ki, Perge halkı onu senden daha iyi tanıyor ve kendine yakın buluyordu. Dedesi ve
dayılarının hizmetleri bile yeterliydi seçilmesi için. Üstelik babası kentin üç jimnazyonunun
başkanlığını yapmıştı. Kaldıki şu küçük, ama anlamlı bina, onun halkın zevklerini iyi bildiğini ve
onlara nasıl kendi anlayışları içinde hitap ettiğini gösteriyor.
“Nasıl yani?” diye sordu Piso.
Silvius'un açıklarmaları, ikinci yazıtta saptayabildiği bazı sözcükleri cümlelere
tamamlayabilmesine yardımcı olmuş. Böylelikle Gnaius Postumius'un dedesini, babasını,
kardeşi ve dayılarıyla birlikte mensup olduğu tribus'unu tanımasını sağlamıştı. Ama bu son
cümleyi Epigraf da kavrayamamamıştı. Silvius gülerek sürdürdü:
“İki gün önce emekli büyük devlet adamı Plancius Varus'un ziyaretine gitmiştim. Kızı Plankia
Magna da oradaydı. Çok akıllı ve yetenekli, bilgili bir kadın. Onu da Roma'dan tanıyordum; eski
kölesi ve çok yakın arkadaşı atlet Aleksandros ve Plankia'yla çok geniş tartışmalarımız olmuştu.
Hele bir günü hiç unutmuyorum: Bir keresinde, babasının Roma'da yaptırdığı Diana Planciana
tapınağını günün bu vakitleri ziyaret etmiştik. Sonra Foruma indiydik. Bütün öğleden sonrayı ve
o geceyi aralık vermeksizin, hiç birşey yemeksizin tartışmayla geçirdik. Her ikisinin de çok geniş
kültürü var; Latinceyi, kendi ana dilimi bile benden iyi konuşuyorlar. Genç kadın Ovidius'un ve
6 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Lucretius'un kitaplarını ezbere biliyor. Birbirine zıt bu iki yazarın bilgilerinden bir sentez
oluşturma yaklaşımını, Klasik Grek felsefe ve edebiyatına her yönüyle egemen oluşu sayesinde
başarabiliyor. Şimdilerde Vareia Themisi (bayram) hazırlıkları içinde. Kardeşi Caius Plancius bu
şenliklerin düzenleyicisi, o da yardım ediyor. Göreceksin bu genç kadın ileride Perge'nin
yönetimini yaşam boyu-nasıl deniyordu Grekçe?, ha anımsadım ‘dia biou’ evet, dia biou ele
geçirecek.”
Piso küçümseyerek konuştu:
"O kadar da değil canım! Hem imparatorluk geleneğinde kadınlardan kent yöneticisi, eyalet
valisi yok. Benimle de kent meclisinde sık sık sanatsal tartışmalar yapar, severim kendisini.
Birkaç dil biliyor, ağzı iyi laf yapıyor. Üstelik inatçı da!”
“Bu senin düşüncen sevgili dostum. Ne dedi biliyor musun senin bu yenilginle ilgili olarak?
‘Şimdi olsaydı bu seçim, ben şahsan oyumu bu büyük sanatsevere verirdim. Ancak yüzyılımızın
vatandaşlarında, ne Perikles klasik çağı Atina'sı insanlarının ve ne de Augustus dönemi
edebiyat ve sanatın altın çağını yaşamış Romalının yüksek ve ince zevki vardır. Pergeliler
stadyum tribünlerinde bağırıp çağırmak, haykırmak istiyor. Bilimi ve felsefe ve sanatı bir yana
atmışlar. Oysa bu kent üç yüzyıl önce Ptolemaios Euergetes zamanında Apollonius gibi bir
matematikçi yetiştirmiştir. Syracusaelı Archimedes (Arşimed), onun kuramlarından yararlanıp,
kentini savunmak için aygıtlar yaptı. Kentimizin giriş kapısının konik çatılı kuleleri, onun
matematiksel planlarıyla yükseldi ve bu güne dek sapasağlam kaldı.’
“ Yani onların zevklerine mi hitap etmeli? diye sorduğumda: ‘Elbette dedi, Pergeli vatandaşların
politik eğilimi bu basit zevklerinin doyumuna bağlı. Bu insanların bağırıp çağırmaları, haykırıp
boşalmalarını ve rahatlamalarını sağlayarak kendine bağlayacaksın. Düşünme yetilerini
alacaksın ellerinden!’
“Ben karşıkoymaya giriştim, sözümü ağzıma tıktı. ‘Biliyorum, sen de kardeşim Caius Plancius
Varus ve kuzenim Rutillus gibi: ‘İnsanları koşullandırarak, düşünme ve karar verme
yeteneklerini zincirlemek ne Doğu ne de Yunan felsefelerinden hiçbirinin adalet biçimiyle
bağdaşmaz’ diyeceksin! Peisistratos ve onu izleyen Tiranlar çağı anlayışı bu diyeceksin’
doğrudur. Ama bugün klasik çağ Atinasının demokrasisi mi var imparatorluk kentlerinde? Ama
biçimsel olarak eski Yunan sitelerinin kurumlarını yaşatıyoruz. Mademki bu insanlar basit
beğenileri var, görsel zevklerin peşinde koşuyorlar: Bunların senden geleceğini ya da geldiğini
kavradıkları an, sana güven duyar ve körükörüne bağlanırlar. İşte o zaman onları doğru bildiğin
7 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
yolda sürükleyerek, bir bakıma eğiterek, büyük adaletini gösterebilirsin. Ben Ganius Postumius
Cornutus’u kişi olarak sevmem. Ama bunu çok iyi kavramış ve uygulamıştır. Kenti beş altı yıl
elinde tutabilmesi başlangıçta yaptırdığı o küçük, fakat gösterişli atlet soyunma binası
sayesindedir. İşlevi önemliydi! O yılların Caesareia ve Artemisia Vespasiana yarışma
şenliklerinin düzenleyicisi olarak, atletlerle doğrudan ilişkili kıldı bu yapıyı. Piso'nun eşsiz sanat
yapıtları olan heykellerinin bulunduğu galeriden çok daha büyük başarı gösterdi seçimler
açısından. Çünkü hamama giden Perge vatandaşları, her sınıftan Perge halkı bu güzelim
ölümsüz yapıtları değil, o vestiyer odasına girip çıkan tanınmış atletleri seyrediyor, bağırıp
çağırarak gösteri yapıyorlardı. Böylece kafalarına sürekli olarak Gnaius Postumius Cornutus adı
kazındı durdu. Onu unutturacak yeni bir olayın veya yapının ortaya çıkmasına değin sürmüştür
bu heyacan’ diye bağlamıştı Plancia Magna.” Az soluklanıp, kendi düşüncelerine geçti Silvius:
"İşte böyle sevgili dostum, politika sanatı bu. Sen artık bıraktın biliyorum. Ama demiourgosluk
için düşündüğün biri varsa, genç adayına bunları tavsiye etmelisin! Bununla birlikte, eğer
Plancia Magna aday olursa, sakın onun karşısına çıkartma. Bu güzel kadın imparatoriçeliğe
oynamazsa, mutlaka Perge'nın başında olacaktır, göreceksin.”
Onları en yakın sütunun arkasında dinlemekte olan Epigraf, birden öne çıkarak onu alkışladı ve
“Bravo Silvius dedi, çağının insanlarını çok iyi tanıyorsun. Plancia Magna için ben de aynı
kanıları taşıyordum. Birinci tahminin için çok çabaladı, ama gerçekleştiremedi. İkincisini…”
Cümlesini tamamlayamadı. Claudius Piso'nun korucuları sırtlarındaki sopaları ve baltaları çekip
çevresini sardılar bu kendini bilmezin! Piso, “Bırakınız dedi, Kimsin sen? Pergeli değilsin,
Latinceyi de bir acayip konusuyorsun. Üstündeki grek khitonu, ama başındaki şu acayip başlık
ne?” Epigraf İhsan, elini başına attı. Başında Vietnam işi, hasırdan silindir şapka vardı güneşte
çalışırken giydiği. Onu da birlikte taşımıştı birinci yüzyıla. İnanmaycaklarını bile bile anlatmaya
koyuldu:
"Ben gelecek zamandan geliyorum, yirminci yüzyıldan. Yıkıntıya dönüşmüş olan şu güzel
kentinizi kazıyoruz. Sizden kalan yapıtları ortaya çıkarma çabası içindeyiz. Claudius Piso!
Diktirdiğin heykellere attığın imzalarda, adın yaşıyor senin. Arkadaşın Silvius'u tanımıyoruz.
Ama anlattıkları ve özellikle Plancia Magna için tahminlerini doğrulayan sayısız yapıtlar ve
yazıtlar ortaya çıkardık. Defalarca demiourgos seçilmiş, kentin çok sevgili ve erdemli kızı olarak
çeşitli inançların
dia biou (ömür boyu)
rahibelikleriyle onurlandırılmış. Plancia Magna, Silvius'un sözünü ettiği Hellenistik kulelerin
kuzeyinde, çok görkemli bir tören salonu yaptırdı imparator Hadrianus için. Traianus
dönemindesiniz, imparatorlığunun 3.yılı. Suriye valiliği yapan Hadriaianus’u belki
tanımıyorsunuz bile. Size haber vereyim birkaç yıla kadar Traianus onu karısından boşatıp,
yeğeni Sabina ile evlendirecek ve evlat edinecek kendine, neyse geçelim bunu. Ganius
Postumıus Cornutus’un üzerinde tartıştığınız binanın yazıtı altmış dokuz kırık parça olarak
bulundu. Bakın şu elimdeki rulo, onun kalıbı. Bu sizin bildiğiniz
8 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Tabula Pergamoni
(parşömen levha) ya da
Papirus Aigyptae
(Mısır papirusu) değil. Biz kağıt diyoruz buna, iyi bakınız!” Yerinden kıpırdamadan şaşkın şaşkın
onu seyrediyorlardı. Faltaşı gibi açılmış gözlerinin önüne serdi kağıttan çıkarılmış kalıbı.
Claudius Piso: “Olur şey değil. Aynı yazı, kırık parçaların izi de belli” Grekçe konuştu bu kez:
“Açılın şöyle, adam doğru söylüyor. Hey Tanrılar, iki bin yıl sonra yaşayacak olan bir insanla
karşı karşıyayız, olur şey değil bu! Ve bizi tanıyorlar.” Aynı sözleri bazı ufak değişikliklerle
Latince olarak Silvius'a tekrarladı.
“Claudus Piso! Zaman öylesine değiştiki, sizin aklınızın alamıyacağı gelişmeler içindeyiz” diye
söylenerek, konuşmayı yine ele aldı yirminci yüzyıldan gelen konuk: “Tanrılarınızın yaşadığını
tasavvur ettiğiniz göklerde dolaşıyor insanlar yirminci yüzyılda. Mitolojideki İcarus çok gerilerde
kaldı. Ovidius, Metamorphoses (Değişimler) kitabında Jupıter’e Samanyolu üzerinden Tanrılar
toplantısı yaptırıyordu? Benim çağımda
Selene’ye (Ay) insan
indirildi, tanrıçalığı kalmadı artık. Gezegenlere saatte onbinlerce mil uçabilen araçlar gönderildi,
sırlarını çözmek için resimler çekiyor. Silvius, söylesene! Roma'dan Perge'ye ne kadar zamanda
gelebildin?” Şaşkın şaşkın bakarak yanıtladı: “Kara ve deniz yolculukları yaptım. Çok para
harcayarak en hızlı kadırgalar ve at arabalarıyla yolculuk ettim…”
Claudius Piso girdi araya: “Silvius rekor kırdı, iki ayda geldi Atteleia'ya (Antalya). Orada ben
karşıladım”
“Benim çağımda Roma'dan Atteleia'ya uçan araçlarla iki buçuk saatte gelinebiliyor.
İnanmıyorsunuz biliyorum,ama benim çağımda yaşasanız; sabah kahvaltısını Roma'da yapar,
Piso öğle yemeğine başlamadan gelip ona katılabilirdiniz. Silvius, bu arada sana çok teşekkür
etmeliyim, Gnaius Postumius Cornutus hakkında demin verdiğin bilgiler için. Bütün akrabalarını
tanımış oldum. Eğer çağıma dönebilirsem, öbür yazıtı bu bilgilerle tamamlayacağımı
umuyorum…”
Doğu sütunlu galeride yavaş yavaş ilerliyorlardı. Birden Claudius Piso, hamamın frigidariumu
önündeki sütunlardan birinin dibine oturmuş, yemeğini yemekte olan Durmuş Ali'yi gördü. O
gerçek kılık ve kıyafetiyle birinci yüzyıla atlamıştı. Piso ve Silvius ayaklardan omuzuna kadar
vücudunu saran beyaz Roma
toga
sı üzerine erguvani mantolarını atmış, diğerleri ise sınıfına göre uzun ve beyaz
khiton
lar içindeydi. Beyaz bulutlar gibi bir grubun üzerine doğru aktığını gören Durmuş Ali'nin lokması
9 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
ağzında kaldı. Şaşırmış, bir onlara, bir de kendisine bakarak ayağa kalktı. Aralarında, başındaki
hasır şapka dışında, onların kılığında yazıt uzmanını görünce biraz ferahladı, güçlükle ağzındaki
lokmayı yuttu.Tüm perişanlığıyla yirminci yüzyıldan Pergeli bir Türk vatandaşı, birinci yüzyıl
Pergeli şaşaalı giysileri içindeki Roma vatandaşlarının önünde dikeliyordu. Çaprazlama çelişkili
bir tablo oluşturuyordu bu görünüm. Claudius Piso bir ona, bir de uzak gelecekte aralarına
düşdüğünü iddia eden kişiye baktı.
“Ya bu adam kim? diye sordu, paçavralar içindeki? Bu da herhalde bizden bin yıl önceki bir
dönemden gelmiş olmalı! Kimsin? Ne yapıyorsun? Burada böyle çıkın açılıp da yemek yenmez!”
Zavallı Durmuş Ali korkudan titremeye başlamıştı, çevresini Piso'nun adamları sarınca. Yazıt
uzmanı araya girdi:
“O da benim gibi yirminci yüzyıldan geliyor ama dilinizi bilmez! Kentinizin doğu surlarının dibinde
bir köyde yaşıyor, kazı işçilerimizden biri. Adına Durmuş Ali derler.”
“Yani köleniz mi? diye Silvius sordu bu kez. Bu ne kılık böyle? Bu adam yiyip içmez mi doğru
dürüst? Bakalım ne yiyor? Caseus, panis et Carica!”
“Evet peynir, ekmek ve kuru incir!”
Piso:
“Et yemez mi? Şarap içmez mi?”
“Gücü yetmez et yemeğe, yani parası yoktur et satın alacak kadar! Şarap içmeyi de dini
yasaklamıştır.” Piso bir kahkaha atarak, iri kıyım birini yakalayıp konuştu:
“Bir de benim kölelerime bak, nasıl da gürbüz, sıksa taşın suyunu çıkarır. Nasıl beslemişim
onları? Ya sen? Hiç yemek yedirmemişsin zavallıya, hey Firmius! Şu adama bir çömlek gümüş
para ver, içinde yeni Traianus gümüşü de bulunsun!” Piso'nun hemen arkasındaki
10 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
muhasebecisi, iki kölenin taşıdığı süslü kocaman para çekmecesini açarak, Piso'nun buyruğunu
yerine getirdi. Bu arada, “Bizim çağımızda senin düşündüğün anlamda kölelik yok”diye
açıklamaya girişti yazıt uzman: “Hiç kimseye köle diye çağırılmaz. Taşınır-taşınmaz mal veya
hayvan gibi alınıp satılmaz. Antik çağın, yani sizin çağınızın yüz karasıdır kölelik. Yirminci yüzyıl
insanları, sizleri köleci toplum diye anıyor. En ağır işleri yapanlar onlar. Tüm değerleri onlar
yaratırlar, ama siz mallanırsınız. Zevkiniz için onlara yapmadığınızı da bırakmazsınız,
zevklerinize doyum sağlayan araçlardır onlar! Bir filozof da olsa, oyun olsun diye kolunu
bacağını kırmaktan çekinmezsiniz. Şu güzelim heykellerin mermerlerini, en ağır koşullarda
çalışarak çıkarıp kesenler kölelerdir. Taşları yontarak, şu güzellikleri gözönüne seren ve
ölümsüzlüğe maledenler de onlardır. Ama hepsinde senin imzan var, elini bile sürmedin oysa!” Silvius:
“Ama efendisine gerekli parayı ödeyen ya da olağanüstü bir hizmetle bir köle özgürlüğünü satın
alabilir” diye itiraz etti.
“ Ama bu da efendisinin arzusuna bağlı. Bir epelevteros (azatlı) ne tam bır vatandaş, ne de
köledir artık, arada kalmıştır. Kulağındaki delikler ve boynundaki halka izleriyle iki sınıfta da yeri
yoktur. İki yüzlü yaşar, bazan vatandaş bazan da köleden yanadır. Örneğin, çok iyi tanıdığın
Plancia Magna'nın azatlısı Marcus Aleksandros Varus! Plancius Varus'un villalarında büyüdü.
Samosata (Samsat), Ancyra (Ankara), Nicaea (İznik) ve Ephesos'da Plancia Magna ile birlikte
eğitildi, onun çocukluk kölesi olduğundan. Yeniyetmelikten başlayarak cinsel zevklerinin aracı
oldu.Bir filozofca bilgili olduğu kadar, sayısız ödüller kazanmış büyük bir atlet. Bu genç
filozof-atlet üç-beş yıldır azatlı, ama hep Plancia'nın hizmetinde. Köle çocuğuydu ama sınıfının
acılarını tatmadan yetişmişti ve azatlı şimdi. Ona tam bir özgür vatandaş gözüyle bakabilir
misiniz? Bizim çağımızın utancı ise sömürü, insan emeğinin sömürülmesi! Sözde köle sınıfı yok.
Ama ezilen sınıflar var, yani emeğiyle geçinenler! Burjuva patronlar, yani parababaları var. Tüm
üretim araçlarına ve yüksek değerlerin hepsine onlar sahipler. Yaşam biçimini seçen onlar,
yöneten onlar, yargılayan ve cezalandıran onlar. Düzenlerini korumak için ordular besliyor ve
sizin aklınızın köşesinden bile geçmeyen öldürücü silahlar üretiyorlar aralıksız. Durmuş Ali'nin
mensup olduğu işçi ve köylü emekçiler yaratıyor değerleri. Ama asla yararlanamıyorlar emekleri
sayesinde ortaya çıkan güzelliklerden. Kendilerine verilen en az ücretlerle yaşamaya
çalısıyorlar. Uygarlık aklınızın alamıyacağı kadar ilerledi demiştim. Roma'dan Atteleia'ya 2,5
saatte havada uçan araçlarla gelinebildiğni söylemiştim. Ama Durmuş Ali'nin sınıfından bir
kimse bu araca asla binemez. Kimse binmesine engel olmaz, demokrasi vardır temel
özgürlükeri özünde saklayan! Ama Durmuş Ali parası olmadığından ömrü boyunca uçan
araçlara binemez, uygarlığın yeniliklerinden yararlanamaz. Çünkü özgürlükleri belirleyen paradır
çağımızda, bedeli de insan yaşamıdır.”
Claudius Piso ve Silvius can kulağıyla dinliyorlardı. Koruyucu ve kölelerin ilgilendikleri yoktu.
Onlar Durmuş Ali'yi hayret ve şaşkınlık içinde seyrederken, bazıları da üstündeki yırtık gömlek
11 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
ve toz-toprak içindeki pantolonunu elliyorlardı. Çıplak ayaklarına geçirdiği siyah gıslavet lastik
ayakkabılarına dokununanlar da vardı. -Durmuş Ali gıdıklandığından dolayı sürekli kıpırdıyor.
Kendi diliyle onlara ana-avrat küfrediyor ve çevresindekiler de onunla birlikte yer
değiştiriyorlardı. Piso ile Silvius ikisi aynı anda sordu:
“Ya sen? Sen hangi sınıftan oluyorsun? Kimsin? Yerin neresi?”
"Durmuş Ali ile aynı kökendenim, diye anlatmaya başladı yazıt uzmanı: İlk yirmi yılım kırsal
bölgede ev-tarla-ahır üçgeni arasında geçti. Çalışmaya beş yaşlarımda koyun kuzu otlatmak ve
buğday sapı yüklenmiş eşekleri tarlalardan harmana götürüp, yüklerini yıkmakla başladım.
Köyde yaşamak için çalışmıyor, çalışmak için yaşıyorduk sanki, çünkü yaşamak gerekiyordu
üretmek için! Köylülüğün ekonomik düzeyinde, yani varlıksızlığın en kötü koşullarında yaşarken,
kafamızı burjuva değerleriyle süsleyen eğitimi sonuna dek sürdürdüm. Bir bakıma Plancia
Magna'nın kölesi Aleksandros gibi.. Onu, soyluların, yani siz senato sınıfından olanların
eğitimine, hanımına daha iyi hizmet etsin diye yönlendirmişlerdi. Ben de bir kurtuluş aracı olarak
sarıldım eğitim-öğretime. Sınıfıma tümüyle yabancı, toplumumun inançları ve yaşam gerçeğinin
ötesinde, göklerden sarkan bilgilere gücümün ötesinde çaba harcayarak sarıldım. Sarmal
sarmal dolanıp, kendimi havada asılı buldum. Burjuvazinin en yüksek ve en acımasız
değerleriyle yüzyüze ve içiçeyim kafamda. Ama ekonomik düzeyim, geldiğim sınıfla eş düzeyde.
Kafamla onlara alabildiğine yabancılaşmışım. Yönetimi elinde tutan ve kendini devlet olarak
bize kabul ettirmiş kapitalist burjuvaziye hizmet veriyorum. Ama hiçbir zaman onların yaşam
biçimini oluşturan araç ve gereçlerden yararlanmam söz konusu değil. Kafamın düzeyiyle, ilkel
yaşama düzeyim arasındaki büyük çelişkinin kişiliğimde yarattığı bunalımla mücadele
halindeyim. Burjuvazi: "Duur! diyor, topraktan geldin; yirmi yıl dağda taşta çoban sopası taşıdın
ve kara sapan tuttun. O zaman beni besliyor ve kalan kırıntılarla da karnını doyuruyordun.
Mademki sopayı elinden atıp, kalem tuttun; benim kültürümü bir iyice özümsedin. Onları sana
ben verdim. Doğrusu önüne çektiğim tüm engelleri aşarak zorla aldın. Haydi şimdi benim için
yeni bilgiler üret! Hizmetini sürdürmek zorundasın, sana rütbe verdim, makam verdim; paranın
ne değeri var? Parayla mutluluk olur mu? Bırak onunla ben uğraşayım. Dönüp saban
tutamazsın, ellerin benimkine benzedi. Köyünde yaşayamazsın, zevlerin inceldi. Konuşup
tartışamazsın köylülerinle, dilin değişti, söylediklerini hiç anlamazlar ve küfrediyorsun sanırlar.
Sen arada kaldın oğlum, buyruğumda olmak zorundasın. Toprak dam altında oturuyordun,
şimdi apartman katındasın. Maaşının yarısından fazlasını kiraya veriyorsan bana ne?
Hanlarıma apartmanlarıma göz dikme, gözünü oyarım! Köyünde eşekle gidip geliyordun işine
gücüne; şimdi otobüsle, trenle koşuyorsun görevine. Ayakların yerden kesiliyor daha ne
istiyorsun? İş takipleri için, bir uçaktan inip öbürüne binmeme kafa yorma, kafanı patlatırım..!”
“Yeter, kes artık, dedi Claudius Piso, gerçekten sen arada kalmışsın. Sana acıyorum doğrusu.
Ben kölelerime gözüm gibi bakarım; onlar benim malım avuç dolusu para saydım onlara. Şu
yirminci yüzyıl Pergelisi, kazı işçisi dediğin kişi, kendi kültür düzeyi içinde senden çok mutlu
12 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
olmalıdır. Küçük çömlekte oniki gümüşü alınca nasıl da gözleri parladı! Sana da bir koca çömlek
versem, ben hak etmediğim parayı kabul etmem der, almazsın. İnsanlık onurun, yüksek
erdemin bırakmaz!...”
Vespasianus’un heykel kaidesi yazıtına belini vermiş, hemen sağındaki bir mimarı parça üzerine
kolunu dayayıp, önüne yaydığı yazıt parçalarına bakarken uyuya kalmıştı yazıt uzmanı. Elindeki
kalem ve kağıt parçası düşmüş, kolunun üzerine koyduğu kafasından hasır sapka bir yana
fırladığından ter içindeydi. Durmuş Ali ayağa kalmış ona doğru bağırıryordu:
“Hocam, Hocam! Bir küçük çömlek buldum, içi para dolu!” Kafasını kaldırıp gözlerini oğuşturdu
yazıt uzmanı, şaşkındı. Düşünün bitmiş olmasına pek sevinmiş gözükmüyordu. Ayağa
kalkarken seslendi:
“Durmuş Ali, sen kıpırdama yerinden geliyorum. Bulduğunu yeri saptamamız, ölçüsünü ve
çizimini yapmamız gerekiyor. İşte Gülçin de geliyor, çizimini tanımlarını kağıda geçirir o.”
Gülçin uzun saçlarını savurarak onlara doğru koştu. O Durmuş Ali’yi duymamış, konuşuyordu:
“Hocam, yemeğinizi ayırdım; siz gidip yemeğinizi yiyiniz! Ben Yazıtların yanında dururum.
Onları okuyup çözdünüz mü?” Hoca gülerek yanıtladı:
“İki yazıttan birini okudum. Öbürü de aynı kişiye, yani Gnaius Postumius Cornutus'a ait. Çok
parça eksik, ama ipuçlarını az önce düşümde Romalı Silvius fısıldadı.” Bu son cümleden birşey
anlamıyan kız öğrenci yanlarına gelmişti. Durmuş Ali anlatmaya başladı:
“Hocam aha şurada, şu sütunun üzerinde yemeğimi yemiş, bir çöple toprağı karıştırıyordum ki
bu çömleği buldum.”
Küçük bir para kesesini andıran çömleği yazıt uzmanına uzattı. O: “İçinde tam on iki tane gümüş
para olmalı, bazıları da Traianus gümüşü olacak!”diye mırıldandı onu alırken. “İçindekileri
çıkarmadan, bulduğun yere koyalım. Gülçin, iyi ki fotograf makinesi yanında hemen; fotoğrafını
çek!”
13 / 14
Pergeli Claudius Piso Ve Kazı İşçisi Durmuş Ali
Küçük çömleğin özel olarak kalıbı alınmışçasına izi vardı, yerine yerleştirdi. Gülçin, makinasını
ayarlayıp birkaç fotoğrafını çekti yerinde. Yerinin tanımlaması ve çizimini yaparken, öbürleri
çömlekteki paraları sayıyorlardı. Yazıt uzmanı şaşkınlık içinde, paraların okuyabildiklerinden beş
tanesinin Traianus gümüş parası olduğunu gördü. İki tane de Vespasianus parası vardı. Elinde
olmadan iki kez saydı, on bir taneydi.
"On iki olacaktı Durmuş Ali, dedi gülmeye çalışarak, Claudius Piso sana on iki tane vermişti.
Birini ne yaptın?” Durmuş Ali kızardı. Hocanın “birini çaldın mı?” demek istediğine yormuştu.
“Vallahi hocam ben içinden birşey almadım!” deyip gömleğinin ve pantolunun ceplerini ters
çevirdi. Hoca:
“Yanlış anladın Durmuş Ali, ben öyle bir şey demedim” diyerek onu teselli ederken, Gülçin
bağırdı:
“Hocam işte bir tane para da ben buldum. Çömleğin yerinde toprağa sıkışmış duruyordu.”
“Bak gördun mü Durmuş Ali, işte on ikiye tamamlandı” dedi Uzman. Kızın uzattığı parayı
alırken, “Çok güzel okunuyor, Titus (80-89) parası bu. Öbür yüzünü birlikte okuyalım Gülçin: Epi
Pansa presbeutou etous deka (epi Pansa presbeutou etous deka) Bu para Titus zamanında,
Pansa, Kappadocia-Armenia impartorluk valisi iken bastırılmış, yani eyalet parası. Belki de,
birinci yüzyılda, Perge’ye gezmeye gelen Meliteneli (Malatya) bir hemşehrimden düşmüştür.” Durmuş Ali birşey anlamamıştı. Gülçin güzel dişlerini gösterek uzun uzun güldü.
14 / 14

Benzer belgeler