tanzimattan günümüze türkçemiz - Journals of Qafqaz University

Transkript

tanzimattan günümüze türkçemiz - Journals of Qafqaz University
 TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE TÜRKÇEMİZ Salih SAVAŞ Qafqaz Üniversitesi Bakü / AZERBAYCAN [email protected] ÖZET Tanzimat döneminden itibaren Batıya yönelme ve Batılılaşma hareketleri neticesinde özellikle Fransızca, Almanca ve İngilizceden binlerce kelime Türkçeye girmiştir. XX. yüzyılın başlarında başlayan dili yabancı keli‐
melerden temizleme (tasfiyecilik) hareketleriyle Türkçede bulunan Arapça, Farsça kelime ve terkipler atılmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşından sonra önce Türk cumhuriyetlerinde ve ardından 1928 yılında Türkiye’de Latin alfabesi kabul edildi. Dilde yapılan tasfiyecilik hareketlerinde aşırıya gidilince Arapça ve Farsça kelimelerin ya‐
nında Türkçe kelimeler de atılıp yerine uydurma kelimeler türetildi. Son zamanlarda teknolojinin de gelişmesiyle gerek internet ve gerekse basın‐yayın aracılığıyla çok sayıda yabancı kelime dilimize girmiştir. Bu kelimeler Türkçeye uydurulmadan alındığı için de dilin gramer yapısında bozulmalara yol açmaktadır. Anahtar kelimeler: Türkçe, yabancı kelime, dil TURKISH FROM TANZIMAT UP TO NOW ABSTRACT During Administrative Reforms in Turkey, as a result of movements of westernization, thousands of words were transferred from French, German and English into Turkish in the name of “adopting European practices”. At the beginning of the 20‐the century, as a result of word cleansing movements (language purism), many words and word compositions taken from Arabic and Persian languages were cleaned from Turkish. After the Second World War, the Latin alphabet was officially adopted by Turkic Republics for the first time and later by Turkish Republic in 1928. In this period, Language purism movements were so exaggerated that many Turkish words, besides Arabic and Persian words, were completely thrown out of the Turkish language and instead, numerous fabricated words were reproduced. Recently, with the improvement of technology, many foreign words have entered Turkish language by means of internet and mass media as well. These words weren’t adjusted to Turkish when adopted, which engenders degeneration in the grammar structure of the language. Key words: Turkish Language, foreign words, language 1839’daki Tanzimat Fermanı ile Osmanlı’‐
nın içindeki ilim ve sanat adamları Batılı‐
laşma yönünde birtakım girişimlerde bu‐
lunmuşlardır. Batı eksenli gelişen bu aydın‐
ların amacı; Türk milletinin yeniden millî benliğe kavuşturulması ve unutulmuş de‐
ğerlerinin bulunup ortaya çıkarılması idi. Ayrıca Tanzimatçıların önemli hedeflerin‐
den birisi “Türkçeyi sevmek; onun büyük‐
lüğüne, üstünlüğüne inanarak varlığını ko‐
54 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY rumak ve sadeliğini sağlayarak güçlü bir edebiyat dili haline getirmekti.” (10,14) Tanzimat dönemindeki Batıya yönelişte en fazla temasta olunan ülke Fransa olmuş ve özellikle dil ve edebiyat alanında Fransız‐
cadan daha çok etkilenilmiştir. Fransız dil ve kültürünün yayılması için Bâb‐ı Âli’de Tercüme Odası, Tophane Müdürlüğü Kale‐
mi, Mâbeyn Kalemi, Gümrük Kalemi ve Encümen‐i Dâniş müesseseleri kurulmuş‐
Philology and Pedagogy
Tanzimattan günümüze türkçemiz tur. 1831’de ilk resmi Türkçe gazete olan Takvim‐i Vakayi basılmıştır.(10,16) Tanzimat devrinde Türkçenin sadeleşme‐
sine hizmet eden şair ve yazarların başında “ Tercüman‐ı Ahvâl” gazetesini çıkararak, mümkün olduğu kadar, Türkçe ifade kulla‐
nılması gerektiğini savunan Şinasi gelmek‐
tedir. Ardından Ziya Paşa ve Nâmık Kemal de Türkçenin sadeleşmesi konusunda eme‐
ği geçen önemli şahıslardandır. Bunlara ila‐
ve olarak bu konuda çalışma yapan Ali Suavi, Ahmed Midhat, Şemseddin Sâmi, Ahmed Vefik Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Süleyman Paşa ve Muallim Nâci de sade‐
leşme konusunda emeği geçenlerdendir. (10,18) Osmanlı tarihinde Türkçe ilk defa Sultan Abdülhamit devrinde 1876 Anayasasında devletin resmi dili olarak açıkça belirtilmiş ve millet meclisi üyelerinin ve memurların Türkçe bilmeleri şart koşulmuştur.(10,30) Tanzimat dönemindeki Türkçeye karşı yö‐
nelme, ondan sonra gelen Edebiyat‐ı Cedîde topluluğu tarafından sekteye uğrasa da II. Meşrutiyetin ilanından sonra tekrar canlılık kazanır. “Tasfiyeciler” olarak vasıflandırı‐
lan yazarlar topluluğuna itirazlara rağmen dilin sadeleşmesi adına önemli çalışmalar yapılmıştır. Değişik dergilerde yayımlanan makaleler sade bir Türkçe ile yazılmış, yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark azaltıl‐
maya çalışılmış, Türkçe içinde Arapça ve Farsça terkipler kullanılmamış, Türkçe kar‐
şılığı olan Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeleri kullanılmaya başlanmıştır. Tanzimat döneminden beri Osmanlı Dışiş‐
leri Bakanlığı’nın yazışma dili Fransızca idi. Osmanlı Dışişleri Bakanlığı ile Osmanlı dış temsilcilikleri arasında yazışmalar Fransızca olarak kaleme alınıyordu. XIX. yüzyılın sonlarında gerek Türk şair ve yazarlarının Fransızca hayranlığı ve gerek‐
se Fransızcanın o dönemde milletlerarası anlaşma dili olması münasebetiyle Fran‐
Number 29, Volume 1, 2010 sızcadan birçok kelime dilimize girmiştir. Ayrıca Batı kültürünün merkezi olan Fran‐
sa’nın başkenti Paris’ten tüm dünyaya fikir hareketleri yayılıyordu. Birçok Avrupa ve Ortadoğu memleketlerinde Fransızca ikinci dildi. 1955 yılında basılan Türk Dil Kuru‐
mu sözlüğünde 2482 Fransızca kelime bu‐
lunmaktadır.(12,269) Bu sayı TDK sözlüğü‐
nün 2005 yılı baskısında 4645 adet olarak tespit edilmiştir. Osmanlı elçilikleri, Dışişleri Bakanlığı dı‐
şındaki başka bir Osmanlı makamı ile ya‐
zışırken Türkçe kullanıyorlardı. Arap alfa‐
besi uluslar arası telgraf yazışmalarında geçmediği için de Osmanlı elçilikleri Türk‐
çe yazmaları gereken yazıları Latin harfle‐
riyle kaleme alıyorlardı. Bundan dolayı Türkçe zamanla Fransızcadan etkilendi. Aynı zamanda Latin alfabesine geçmekle Batı ile olan ilişkilerin artacağının ve Batı dillerinden birçok kelimenin Türkçeye gire‐
ceğinin bir işaretiydi. 1901 yılında Servet‐i Fünûn dergisinin ka‐
panmasından sonra yaklaşık yedi yıllık bir durgunluk dönemi geçiren edebiyat, 1908 tarihinde II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte millî değerlere dönüş konusunda bir can‐
lanma ve hareketlilik yaşamaya başlamış‐
tır. Bu edebî harekete katılanların amaçları gerek nesirde ve gerekse nazımda yabancı kelime ve terkiplerden arınmış Türkçe ile yazmak ve aruzun yerine hece ölçüsünü kullanmak idi. Ayrıca kendi benliğimize, geleneklerimize ve kendi değerlerimize uy‐
gun olan alanlarda yazılar yazmaktı. Bun‐
dan dolayı bu akıma Millî Edebiyat Akımı denilmiştir. Millî Edebiyat fikri sayesinde Türkçe yeni‐
den sadeleşme evresine girmiş, uzun za‐
mandır süren Batılılaşma mücadelesi, so‐
nunda halkın düşüncesine uygun olarak gelişmeye başlamıştır. Bu dönemde dilde tasfiyecilik hareketleri hızlanmaya başlamış ve dildeki sorunlara 55
Salih Savaş çeşitli fikirler öne sürülerek çalışmalar ya‐
pılmıştır. Türk Dilinin sadeleştirilmesi ve kolay anla‐
şılır bir dil haline getirilmesi maksadıyla 1908 yılında içinde elliden fazla üyesi bulu‐
nan “ Türk Derneği” adı altında ilmi bir cemiyet oluşturulmuştur. Ayrıca bu dernek üyeleri, maksatlarını ve fikirlerini telkin et‐
mek ve yaymak için “Türk Derneği Der‐
gisi” çıkarmışlardır. Dernek üyelerinin maksatları şunlardır: 1. Osmanlı Türkçesi millî bir dil olacak ve Türkçe öğretimindeki güçlükler ortadan kaldırılarak Türk Dilinin bugüne kadar geçirmiş olduğu evreler araştırılacak. 2. Osmanlı Türkçesindeki Arapça ve Fars‐
ça kelimelerden istifade edilecek; ama Türkçe karşılığı olan kelimeler çıkarı‐
lacak. 3. Dernek, yayınlayacağı tüm eserlerde en sade Osmanlı Türkçesini kullanacak. 4. Diğer Türk topluluklarında ilim ve fen dallarında Türkçe yazılmış eserler araş‐
tırılacak. 5. Resmi yazışma dilinin halkın anlayacağı bir dil olması için imparatorluk sınırları içinde çeşitli dillerde yazılan ilan ve lev‐
halarda Türkçenin kullanılması hükü‐
met yetkililerinden istenecektir.(10,63) Sultan II. Abdülhamit devrinin sonunda Türk toplumu üzerinde Batı kültürü ve özellikle de Fransız kültürünün etkisi yük‐
sek derecede olmuştur. Tevfik Fikret’in ba‐
şını çektiği Edebiyat‐ı Cedideciler Tanzi‐
mat edebiyatçılarından farklı olarak tama‐
men Batıya yönelmişlerdir. “Sanat için sa‐
nat” anlayışı içinde eserler yazmışlardır. Eserlerini halkın anlayacağı konuşma dilin‐
den daha ziyade süslü ifadeler kullanmada birbirleriyle yarışmışlardır. Bu dönemde dilin sadeleşmesi konusunda şair ve yazarlar arasında bazı tartışmalar ve ayrılıklar yaşanmıştır. Bir kısım yazarlar 56 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeyi zenginleştirdiğini ve isteyenin is‐
tediği şekilde kullanabileceğini savunurken bazı yazarlar da Türkçenin üç dilin karışı‐
mından oluşan bir dil olduğunu ve içindeki Arapça ve Farsça kelimelerden ayıklanması gerektiğini savunmuşlardır. Servet‐i Fünûn edebiyatçılarından nazım ustası Tevfik Fikret; Türkçe içinde bulunan Arapça ve Farsça kelimelerin ve terkiplerin kaldırılmasına gerek olmadığını, bunların kaldırılması halinde yerlerine konulacak kelimelerin dili daha fazla bozacağını savunmuştur. Yine Servet‐i Fünûn edebiyatçılarından ne‐
sir alanında üstat sayılan Halit Ziya Uşak‐
lıgil de dili sadeleştirmede uzun zamandır kullanılan ve dile yerleşmiş olan Arapça ve Farsça kelimeleri, terkipleri ve gramer un‐
surlarını atmanın imkânsız olduğunu söy‐
ler. Bunlara bulunacak Türkçe karşılıkların aynı mânâyı ifade edemeyeceğini ve aynı zarafeti veremeyeceğini vurgular. Servet‐i Fünûn döneminde edebiyat “havas” için, yani üst tabakadaki insanlar için ya‐
pılmıştır. Alt tabaka olan “avam” yani halk bunu anlayamaz. Halit Ziya Uşaklıgil, Servet‐i Fünûn döne‐
mindeki eserlerinde kullandığı dilin ağır olduğunu elli yıl sonra şu cümleleriyle ifa‐
de ediyordu: “Bir maraz hadisesi, refikleri‐
min affedeceklerine, hatta benimle beraber itiraf eyliyeceklerine kanaatle söyliyeceğim, zînet ve san’at ibtilâsıydı. Bu ibtilâ nazım‐
da olsun nesirde olsun, yazıları fazla yüklü, sonradan bulunmuş bir tabiri kabul eder‐
sek ağdalı bir hale getiriyordu. Öyle ki o tarihten uzaklaştıkça hele bugün ben bizzat bunları tekrar okurken sinirlenmekten hâlî kalmıyorum.”(19,141) Edebiyat‐ı Cedidecilerin genel görüşleri şu şekilde idi: Türkçeye yüzyıllar boyunca yerleşmiş olan kelimeler dili zenginleştir‐
miştir. Bunların atılmasına gerek yoktur. Philology and Pedagogy
Tanzimattan günümüze türkçemiz Bu kelimeler atılırsa karşılığı olabilecek ke‐
lime bulmak imkânsızdır. XX. yüzyılın başlarından itibaren dilde tas‐
fiyecilik ve yabancı kelimelerin Türkçeye uydurulması hareketleri başlamıştır. Bu dö‐
nemde özellikle Şemseddin Sâmi ve Necib Âsım bu konudaki fikirlerini değişik yazı‐
larında dile getirmişlerdir. Şemseddin Sâmi, “Sabah” gazetesinde yazdığı “Edebiyat‐ı Müstakbelemiz” adlı yazısında, “Dilimizi sadeleştirelim, dilimizi Türkçeleştirelim di‐
ye bağırmaktan vazgeçmeyeceğiz.” fikrini savunmuştur. (15,3343) Dilde sadeleşmeyi isteyenler İstanbul Türk‐
çesini temel olarak kabul edip mevcut hata‐
ların düzeltilmesinden sonra bütün Türkler tarafından kabul göreceğine inanıyorlardı. Dilde düşünülen bu sadeleştirme hareket‐
lerinin yanında Türkçe bir sözlüğe ve gra‐
mer kitabına ihtiyaç duyulduğu da aşikâr‐
dı. Bu eksikliği gidermek maksadıyla Şem‐
seddin Sâmi 1901 yılında, Arapça, Farsça kelimelerin ve Türkçe karşılıklarının da yer aldığı “Kamûs‐ı Türkî” adında bir sözlük hazırladı. (14,1073) Şemseddin Sâmi’ye göre dil, yavaş yavaş sadeleştirilmeli idi. Sadeleştirmenin birden yapılması dile zarar verebilirdi. (13,7) Edebiyat‐ı Cedide devrinde terimlerin kul‐
lanılma biçimleri de farklılık arz eder. Ba‐
zen terimlerin yalnız Fransızcası yazılır. Meselâ; “action”. Bazen de Fransızcası ve Türkçesi yan yana verilmiştir. Fakat Türk‐
çesi verilirken kullanıcılara göre kelimeler farklılık göstermektedir. Meselâ; Fransız‐
cadan tercüme edilen “travail” kelimesi “iş, hades, amel, hareket‐i mihanikiyye, fi’l, şugl” şeklinde farklı kelimelerle ifade edili‐
yordu. Bu da büyük bir karışıklığa yol aç‐
maktaydı. Dilin sadeleştirilmesinde ayrı bir çalışma da şiir alanında gerçekleştirilmiştir. 1897 Yunan Harbinin kazanılması ve ardından Number 29, Volume 1, 2010 yapılan Berlin Anlaşmasıyla ülkede millî ruh ve millî heyecan canlanmaya başlamış ve şairler millî ruh ağırlıklı şiirler yazmaya başlamışlardır. Meselâ; Mehmet Emin Yur‐
dakul’un 1897 yılında hece ölçüsüyle yaz‐
dığı “ Cenge Giderken” şiiri millî ruhu ön planda tutmuştur: Ben bir Türküm dinim cinsim uludur, Sînem özüm ateş ile doludur, İnsan olan vatanın kuludur, Türk evlâdı evde durmaz; giderim. Şair bu dörtlükle başlayan şiirini ve ardın‐
dan Yunan Harbi sırasında yazdığı diğer şiirlerini de toplayarak “Türkçe Şiirler” adında bir kitap bastırdı. Bu kitap birçok yerli ve yabancı şair ve yazar tarafından övgü ile anıldı. Yapılan bu çalışma, aruz vezni kullanmadan sade bir dille şiir yazı‐
labileceğini gösteren güzel bir örnekti. 1923–1928 yılları arasında dil konusunda tartışılan en önemli meselelerden birisi “imlâ” diğeri de “alfabe” olmuştur. Eski‐
den beri devam eden dilin sadeleştirilmesi meselesindeki tartışmalar, az da olsa, de‐
vam etmektedir. Yazılarında Arapça ve Farsça terkipleri kullanan ve dildeki sade‐
leşmeye itiraz eden yazarlarımız vardı. Dönemin en yaşlı yazarlarından olan Hüseyin Rahmi “ İkdam” gazetesinde yaz‐
dığı “Türkçemiz Yine Çetrefilleşiyor” adlı yazısında belli bir dönemden sonra yine Arapça ve Farsça terkipler kullanarak yazı yazanlara şu şekilde sitem ediyordu. “Bu‐
gün bana tahlis‐i giriban, şahid‐i nazende‐i hürriyet, gül‐ çehre‐i hakikat, gonce‐i letâ‐
fet, sefîl ü ru‐gerdan…küflü terkipler kara‐
göz tekerlemesi gibi geliyor.”(11,45) Servet‐i Fünûn döneminden itibaren adına sıkça rastladığımız ve dildeki değişimin halk arasında ikilik oluşturacağı fikrini savunarak dildeki sadeleşmeye karşı çıkan Şehabeddin, 27 Ağustos 1925 tarihinde Servet‐i Fünûn dergisinde kaleme aldığı “Lisanımızın İhtiyaçları” adlı yazısında önemli noktalara temas etmektedir. Latin 57
Salih Savaş alfabesi kabul edildikten sonra dilin tasfiye ve tespite ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Ay‐
rıca aynı anlama gelen kelimelerin tümünü atmaktansa en uygun olanı bırakmak gere‐
kir. Meselâ; “güneş, şems, aftâb, hurşîd, mihr” kelimeleri anlam bakımından aynı‐
dır. Bunlardan öz Türkçe olduğu için “güneş”i, astronomi terimi olduğu için de “şems”i alıp diğerlerini atabiliriz. Ama ara‐
larında az da olsa anlam farkı olan kelime‐
leri atmamak gerekir. Meselâ; “mükedder, melûl, mağmum, mahzun, münkesir, me’yus” gibi kelimeler arasında bir anlam inceliği bulunmaktadır. Esas zor olan kıs‐
mın ise dilimizde karşılığı olmayan kelime‐
lere karşılık bulmak olduğunu belirtmiştir. Yabancı dilden olup Türkçe karşılığı bu‐
lunmayan kelimeye bir Türkçe kelime uy‐
durulmalıdır. Bu, cümle ya da tamlama de‐
ğil, sadece bir kelime olmalıdır.” Demek‐
tedir. (2,1515) 1923 yılının şubat ayında İzmir’de toplanan iktisat Kongresinde Kongre Başkanı Kazım Karabekir Paşa konuşmasında, Latin harf‐
lerinin kabul edilemeyeceğini, bu konuda kesinlikle başarılı olunamayacağını, Avru‐
palıların bizim için, “Hıristiyan oldular.” diye İslâm âlemine duyuracaklarını ve bu durumun bizi İslam âlemine düşman ede‐
ceğini belirtmiştir. Böylece harflerin değişi‐
mi hakkındaki tartışmalar hız kazanmıştır. 1924 yılı bütçesinin konuşulduğu bir top‐
lantıda dönemin maarif vekili Şükrü Sara‐
coğlu, büyük fedakârlıklar yapıldığı halde hâlâ halkın yüzde ikisinin ya da yüzde üçünün okuyabildiğini ve bu problemin tek sebebinin de Arap harfleri olduğunu, harflerin Türkçeyi yazmaya müsait olma‐
dığını vurgulamıştır. Alfabe değişikliğini kabul etmeyenlerin en‐
dişesi; uzun yıllardan bu yana süregelen manevi bir bağın kopacağı ve eskiye ait eserlerin unutulup gideceği idi. O dönemde Batı’da meydana gelen hızlı değişimlere ayak uydurmak ve dış dünya 58 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY ile iletişimi sağlamak için alfabenin değiş‐
mesi gerekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki elçileri telgraf çekerken Latin alfabesini kul‐
lanıyorlardı. Yaklaşık yetmiş yıl bu şekilde devam etmiştir. 1928 yılında yeni alfabe ile ilgili çalışmalar yapmak maksadıyla “Dil Encümeni” kurul‐
muştur. 26 Haziran 1928’de faaliyete başla‐
mış ve sonunda bir rapor hazırlayarak yeni alfabeyi sunmuşlardır. Daha sonra Atatürk’‐
ün Sarayburnu’ndaki söylevlerinden sonra harf devrimi yapılmış ve yeni alfabeyi öğretmek için seferberlik başlamıştır. Alfabe değiştikten sonra Türkçe içinde bu‐
lunan Arapça ve Farsça kelimelerin Türk‐
çeye karşı olan yabancılıkları daha da belir‐
gin bir hal almış ve bu kelimelerin Türkçe karşılıklarını bulma ihtiyacı ortaya çıkmış‐
tır. Bu amaçla çeşitli üniversite ve ilim ku‐
rumlarının başkanlarının katıldığı toplantı‐
da Türkçe sözlüğe ihtiyaç olduğu belirtil‐
miş ve bu görevi Dârülfünun heyeti üze‐
rine almıştır. Heyet ayrıca ayda bir defa top‐
lanarak o güne kadar yaptıkları çalışmaları gözden geçirme kararı aldı. Sözlük hazırla‐
mada dikkat edilecek husus; öncelikle Türk‐
çenin kelime hazinesini oluşturmak ve dile uymayan yabancı kelimelerin karşılıklarını bulmak olacaktı. Dil Encümeni öğretmenler yardımıyla halk ağzında kullanılan kelimeleri toplama giri‐
şiminde bulunmuş; ancak belli bir zaman sonra çalışma tamamlanmadan ödeneğin kesilmesi sonucu durdurulmuştur. Sözlük çalışmalarının yanında terimler, eti‐
moloji araştırmaları, gramer ve dilimizin diğer dillerle olan ilişkisini incelemek gibi geniş bir çalışmayı Dil Encümeni yapama‐
yacağından 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Çalışmalara başlamadan önce Türk dilinin geçmişini, bugününü ve geleceğini görüş‐
mek maksadıyla Dolmabahçe Sarayı’nda Philology and Pedagogy
Tanzimattan günümüze türkçemiz Atatürk’ün huzurunda I. Türk Dil Kurul‐
tayı toplanmıştır. Bu kurultayda söz alan Hüseyin Cahit, dili halka kabul ettirirken zorlama yapılamayacağını ve dili tabii sey‐
rine bırakmak gerektiğini savunur. Halk dilinde yerleşmiş olan kelimeleri atmanın doğru olmayacağını belirtir. Meselâ; tayya‐
re icat olunduğunda biz buna “tayr” kö‐
künden bir isim arayacağımıza bunu öz di‐
limizden çıkan “uçku”, “uçkaç”, “uçuşkan” diye tespit etmiş olsaydık daha iyi olurdu. Fakat herkes tayyareyi kabul ettikten sonra bunu kaldırıp atmak yerine Türkçe kelime koymak gereksizdir. Toplantıda önemli kararlar alınmıştır. Bun‐
lardan bazıları: Türkçenin eski Türk dilleri ile mukayesesi yapılmalı, mukayeseli ve tarihi gramer ya‐
zılmalı, lehçeler lügati ve Türk lügati hazır‐
lanmalı, Türk dili hakkındaki eserler top‐
lanmalı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti, “Halk Ağzından Söz Derleme” çalışması sonunda 130 bin kelime toplamıştır. Bu Cemiyet tarafından yürütülen çalışma‐
lardan birisi de “ Karşılık Arama Kılavuzu” oluşturmaktı. Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe karşılıkları bulunacaktı. Bu çalışmada her gün 10‐15 kadar kelime yayımlanacak ve halk bunlara karşılık bu‐
lacaktı. İlk gün şu kelimeler yayımlanmıştı: “âdab, âferin, âfet, âgâh, âhenk, âlet, âma‐
de, âmir, âsayiş, âsude, âyin, âyîne, âzade. Üç buçuk aylık bir zaman içinde 1382 söz yayımlanmış ve bunlardan 640 tanesinin kar‐
şılığı merkez tarafından kabul edilmiştir. Yabancı kelimelere karşılık bulmak ama‐
cıyla yerli ve yabancı sözlüklerle yerli ve yabancı tanınmış eski eserler taranmış ve 125 binden fazla fiş hazırlanarak “Osman‐
lıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” oluşturulmuştur. Ayrıca terimler, gramer ve sözlük çalışmaları da yapılmış‐
tır. II. Kurultaydan sonra da sözlük çalış‐
Number 29, Volume 1, 2010 malarına ağırlık verilmiş, taranan sözlük‐
lerde tespit edilen Arapça ve Farsça sözlere Türkçe karşılıklar uydurulmuş ve 1935 yı‐
lında “Osmanlıcadan Türkçeye, Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu” yayımlan‐
mıştır. Atatürk, uydurulan yeni kelimelerle ilk ko‐
nuşmasını, İsveç veliahdının Ankara’ya gelmesi sebebiyle Çankaya’da yapmıştır. Bu konuşmada otuzdan fazla yeni kelime kullanmıştır. İlk cümle şu şekilde başla‐
maktadır. “Bu gece, ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum, tükel özgü bir kıvançtır.” (9,424) Bu ilk cümlede “tükel, özgü, kıvanç” keli‐
meleri Tarama Dergisinde yer alan yeni kar‐
şılıklardı. Bunlar daha önce tükel (tam), özgü (hususî), kıvanç(zevk) olarak kullanıl‐
maktaydı. Bunun yanında konuşmanın devamında özenç (gıpta) ve gönenç (saadet) gibi uydu‐
rulmuş kelimeler de vardı. Bu şekilde ya‐
bancı kelimelere karşılık bulma çalışması 1935 yılı sonuna kadar devam eder. Herkes yeni bulduğu kelimelerle yazı yazarken, bazen yazdığı yazıyı kendisinden başka kimse anlamıyordu. Hatta durum o derece üzücü bir hâl almıştı ki Türkçe kelimelere dahi karşılık bulunup yeni kelime diye su‐
nuluyordu. Daha sonra bu durum hakkın‐
da bir soruşturma açıldı ve kelimelerin kökleri araştırılarak kökü herhangi bir yere dayanmayan kelimelerin eski durumları kullanıldı. 1936 yılında “ Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin adı değiştirilerek “ Türk Dil Kurumu” adını almıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra bazı çevreler tarafından yapılan çalışmalara engel olmak istendi. Fakat Türk Dil Kurumu çalışma‐
larına devam etti. 1940 yılında Tahsin Ban‐
guoğlu tarafından, “Ana Hatlarıyla Türkçe Grameri” adında bir eser hazırlanmış ve okullarda öğretmenlere kaynak kitap ola‐
rak kullanmaları için tavsiye edilmiştir. Ardından Türk Dil Kurumu sözlük çalış‐
59
Salih Savaş maları neticesinde “Türkçe Sözlük” hazır‐
lamış ve “Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü”‐
nün bir kısmı tamamlanmıştır. Gazetelerde, dergilerde, eserlerde ve halkın konuşma dilindeki ifadelerde Türkçeleşme görülmekteydi. Fakat resmi dairelerde hâlâ eski ibareler yer alıyordu. Özellikle hukuk terimleri eskiden olduğu gibi devam ediyor‐
du. Dışarıda “suçlu”, mahkemede “mücrim” diyorlardı. Bu ikiliği ortadan kaldırmak ve bu terimlerin Türkçe karşılıklarını bulmak amacıyla bir komisyon kuruldu ve 1945 yılında çalışmalarını tamamlayan komisyo‐
nun sunduğu tasarı kabul edilerek resmi dairelerdeki ibareler de Türkçeleştirildi. 1952 yılında Anayasadaki Türkçe kelimele‐
rin değiştirilmesi için İstanbul milletvekili Fuat Köprülü ve 203 arkadaşı Büyük Millet Meclisine önerge verdiler. Hazırlanan tas‐
lakta “belirir” yerine “tecelli eder”, “kuru‐
lur” yerine “teşekkül eder”, “belli” yerine “muayyen”, “güven” yerine “itimat”, “açık” yerine “aleni” vb. kelimeler konulmuştur. Anayasa komisyonu daha ileri giderek öne‐
rideki kimi Türkçe kelimeleri de kaldırmış, yerlerine yabancı kelimeler koymuştur. Örneğin; “çoğunluk” yerine “ekseriyet”, “boşalınca” yerine “inhilâl edince” gibi. Daha sonra yapılan oylama neticesinde Teşkilât‐ı Esasiye Kanunu’nun yeniden yü‐
rürlüğe girmesi hakkındaki önerge kabul edilmiş ve Anayasa metninin yürürlükten kaldırılmasına karar verilmiştir. (9,465) 1950–1960 yılları arasında Türk Dil Kuru‐
mu’nun çalışmalarında belli bir duraklama görülmüştür. 1960’ta yönetimin el değiştir‐
mesiyle dildeki değişme faaliyetleri tekrar hızlanmıştır. Önceki hükümet zamanında kesilen ödenek tekrar verilmiştir. Devlet Başkanı tarafından Bakanlıklara gönderilen yazıda Türkçe karşılıkları bulunan yabancı kelimelerin kullanılmaması bildirilmiştir. Önceki hükümetin “vekâlet” olarak değiş‐
tirdiği “bakanlık” kelimesi tekrar kabul edilmiştir. Dildeki yabancı kelimelere kar‐
60 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY şılık bulma işi tekrar hızlandırılmış ve 1961’de hazırlanan yeni Anayasada eski ke‐
limelerin yerine Türkçe kelime ve terimler konulmuştur. 1965 seçimiyle iktidara gelen AP hükümeti zamanında dil devrimine karşı tekrar iti‐
razlar ve saldırılar başlamış, yapılan çalış‐
maların bilim dışı ve uydurmacılık olduğu, dile müdahale yapılmaması gerektiği vur‐
gulanmıştır. 1900’lü yılların başında dilin sadeleştiril‐
mesi hakkında farklı fikirler ve tartışmalar vardı. Bir yandan dilin sadeleştirilmesi ge‐
rektiğini savunanlar, bir yandan da sade‐
leştirildiği zaman Türkçenin çok basit ve bayağı olacağına inananlar vardı. Millî şai‐
rimiz Mehmet Akif Ersoy iki taraf arasın‐
daki bu tartışmadan rahatsızlığını dile geti‐
rerek dilin sadeleştirilmesinde yarar oldu‐
ğunu şu cümleleriyle belirtmiştir: “… Evet, lisanın sadeleştirilmesi farzdır. Gazeteler‐
de zabıta vukûâtı öyle ağır bir lisanla yazı‐
lıyor ki avâm onu bir dua gibi dinliyor. ‘Mehmed Beyin hânesine leylen fecre‐yâb duhûl olan sârik sekiz aded kaliçe‐i giran‐
bahâ sirkat etmişdir.’ deyüb de ‘Mehmet Beyin bu gece evine sekiz hırsız girmiş, se‐
kiz halı çalmış.’ dememek âdeta maskara‐
lıkdır. Avâmın anlayabileceği me’âni avâ‐
mın kullandığı lisân ile edâ edilmeli, lâkin bir icmâl‐i siyasi Çağatayca yazılmamalı. Çünkü iki taraf da anlamayacak. Lisanımız bu hale gelebilmek için asırlar geçmiş. Bu‐
nu bir senede yıkıp, yenisini yapmaya ça‐
lışmak garip bir teşebbüs olmaz mı?” (3,96) Yine o dönemde Mehmet Akif Ersoy ile aynı görüşü paylaşan Necib Âsım da dili sadeleştirmede asıl maksadın yazı dili ile konuşma dilindeki farklılığı gidermek ol‐
duğunu; yoksa dildeki Arapça ve Farsça kelimeleri atarak, gerekmeyenleri ortadan kaldırmak olmadığını ifade etmiştir. (1,1038) Bunlardan başka kesinlikle dilin sadeleşti‐
rilmeyeceğini ve özellikle dildeki Arapça Philology and Pedagogy
Tanzimattan günümüze türkçemiz ve Farsça kelimelerin dilde atılamayacak derecede yerleştiğini iddia edenler de var‐
dı. Bunlardan birisi de Ebuzziyâ Tevfik Beydir. Edebiyat‐ı Cedidecilerin bir devamı olarak kabul edebileceğimiz Fecr‐i Âti topluluğu da dilde sadeleşme hareketine karşı idi. Yazılarında çok fazla Arapça ve Farsça ke‐
lime ve tamlamaya rastlanmaktaydı. Bu topluluk da aralarında çıkan görüş farklı‐
lıklarından dolayı kısa sürede dağılmıştır. Türkçenin sadeleştirilmesinde önemli rol oynayan ve Selânik’te basılan “Genç Ka‐
lemler” dergisinin önceki ismi “Hüsn ve Şiir” idi. Daha sonra Ali Cânib Beyin tek‐
lifiyle “ Genç Kalemler” adını almıştır. Bu derginin en önemli yazarları Ali Cânib, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp idi. Bu üç yazar da Türkçenin sadeleştirilmesi, Arap‐
ça ve Farsça terkiplerden temizlenmesi ta‐
raftarı idiler. Ömer Seyfettin Bulgaristan sınır boyunda bölük komutanı ve üsteğmen iken Ali Cânib Bey’e yazdığı mektubunda bunu şu cümle‐
leriyle açıkça belirtmekteydi: “Arapça ve Farsça terkiplerin hiç lüzûmu yoktur. Bun‐
lar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teş‐
hir edecek fikri yoksa, onları çok kullanır. Eğer terkipler terk olunursa tasfiyede bü‐
yük bir adım atılmış olmaz mı? Bunu yal‐
nız olarak başaramam. Geliniz Cânib Bey, edebiyatta, lisânda bir ihtilâl vücûda geti‐
relim.” (20,31) Ziya Gökalp de “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında şu ifadesine yer vermektedir: “Türkçeyi ıslah için bu lisandan bütün Arabî ve Farisî kelimeleri değil, umûm Arabî ve Farisî kaideleri atmak. Arabî ve Farisî kelimelerden de Türkçesi olanları terk ederek Türkçesi bulunmayanları lisan‐
da ibrâ etmek.” (4,9) Genç Kalemlerin II. cildinin ilk sayısında Ömer Seyfettin, “Yeni Lisan” başlıklı yazı‐
sında gençlere sesleniyor. Millî edebiya‐
Number 29, Volume 1, 2010 tımızın olmamasını, eskiden Doğuya yöne‐
lip Farsça divanlar yazanların yerini şimdi Batıya yönelip Fransızcaya rağbet edenle‐
rin aldığını, Türkçe konuşma dili ile yazı dili arasındaki farkı azaltacaklarına daha da artırdıklarını belirtiyor.(16,8) Ayrıca ya‐
zısının devamında yapılması gereken mad‐
deleri şu şekilde sıralıyor: 1. Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bü‐
tün terkipler terk olunacak. Fevkalâde, darb‐ı mesel… gibi klişe olmuş kelime‐
ler müstesna. 2. Türkçe cem’i edatından başka katiyen ecnebî cem’i edatları kullanılmayacak: İhtimalât, mekâtib, memurîn, hastegân kelimeleri yerine ihtimaller, mektebler, hastalar yazacaksınız. Tabi kâinat, ah‐
lâk, Müslüman gibi klişe haline gelmiş‐
ler müstesna. 3. Diğer Arabî ve Farisî edatları da atacak‐
sınız. Eya, ecil, ez, men, ân, ender, bâ, beray, bî, nâ, ter, çi, çend, zehî, alî, fî, kâin, gâh, kâr, gîn, âsa, veş, ver, nâk, yâr… gibi edatlar terk olunacak; ancak dile yerleşmiş, tamamıyla Türkçeleşmiş olan: ama, şayet, şey, keşke, lakin, nâşî, hemen, hem, henüz, yani… gibileri kul‐
lanılacak.(16,8) Genç Kalemlerin “Yeni Lisan” hareketin‐
deki Türkçenin sadeleştirilmesi çalışmala‐
rına bir destek de Macar Türkolog İgnac Kunos’tan geldi. Yazmış olduğu mektupta Türkçenin sadeleştirilmesi için Türkçeleş‐
miş ecnebî kelimelerin – Arabî, Farisî, Av‐
rupalı olsun‐ kaldırılıp yerine Türkçe karşı‐
lıklarının konması gerekir. Meselâ; “ leyl ü nehar” yahut “rûz u şeb” yerine “gece gün‐
düz”, “ enfiye” yerine “ burunotu” vb. Kul‐
lanılabilir. Ecnebi kelimelerin yerine kulla‐
nılacak Türkçe kelimeleri Eski Türkçeden ve ahali arasında konuşulan halk lisanın‐
dan bulmak gerekir. Ayrıca bu işin hemen olmayacağını ve uzun zaman alacağını be‐
lirtmektedir.(8,14) 61
Salih Savaş Genç kalemlerin savunduğu “Yeni Lisan” hareketi konuşulacak dilde İstanbul Türk‐
çesinin esas olarak alınmasını istiyordu. Yazı dili için eski İstanbul hanımlarının yu‐
muşak ve zarif Türkçesi esas alınıyordu. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki, “ Yeni Lisan” hareketine itiraz eden önemli şair ve yazarlar da o dönemde yazdıkları makale‐
lerde bunu açıkça ifade ediyorlardı. “Ede‐
biyat‐ı Millîye” başlıklı yazısıyla ilk itiraz Köprülüzâde Mehmed Fuad’dan gelmiştir. Bu hareketin boş bir gürültüden ibaret ol‐
duğunu ve dillerin üç beş kişinin keyfiyle meydana gelemeyeceğine ve yeni sıfatını alacak şekilde değişmeyeceğine kesinlikle inandığını belirtir. (7,1041) Bu harekete bir başka itiraz da “Rübâb” dergisinde çıkan “Netâyic” başlıklı yazı‐
sıyla Yakub Kadri Karaosmanoğlu’ndan geldi. O, yazısında yapılacak olan yeniliğe tamamen karşı olduğunu şu cümleleriyle açıkça belirtmiştir: “Yeni lisan, sizin için muhakkak kullanılması pek güç bir ziynet olacaktır. Dilimizi ırsî, kisbî, bütün i’tiyâd‐
lardan tecrîd edeceksiniz. Yeni lehçeniz olacak. Meselâ; “millet” kelimesi bilmem nasıl bir istihâle ile “budun”a inkılâb edecek. Yaşasın millet! diyemeyeceksiniz. Yaşasın budun! diyeceksiniz. …İş bu kadar da kalsa iyi; fakat îcâbında dilimizi tersine de çevireceksiniz. “Nazar‐ı dikkat” yerine “dikkat gözü”, “nefhâ‐ı ümîd” yerine “ümid üfürüğü”… demeye mecbur olacaksınız. (6,14) Bu itiraz halkasına Cenab Şehabeddin de “ Oğluma İkinci Mektub” adlı yazısıyla katı‐
lır ve bu hareketin Türklüğü ikiye bölecek kadar tehlikeli bir hareket olduğunu belir‐
tir. Tabii ki bu itirazlara gerek “Perviz” imza‐
sıyla yazdığı yazıda Ömer Seyfettin ve ge‐
rekse “Yeni Lisan Hakkında Bir Hasbıhal” yazısıyla Mehmed Şükrü Bey tarafından cevap yazılmıştır. 62 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY Yeni Lisan hareketine itiraz edenlerin I. Dünya Savaşı sonrası bir yumuşama gös‐
terdikleri görülür. Bunların arsında Fuad Köprülü ve Yakup Kadri de vardır. Tabii eski inatçı fikirlerini devam ettiren dildeki sadeleşmeye karşı çıkanların başında da Cenâb Şehâbeddin gelmektedir. Dilin bünyesine ve kaidelerine uygun ol‐
mayan eklerle yapılan, mânâca yanlış keli‐
meler uydurma kelimelerdir. Dilin yapısı‐
na uygun olarak yapılan kelimeler ise tü‐
remiş kelimelerdir.(17,127) Eklerin yanlış kullanılmasıyla ortaya çıkan garip uydurma kelimelere günümüz Türk‐
çesinde de rastlamaktayız. Meselâ bunlar‐
dan birkaçına bakalım: sevinç, gülünç, kıs‐
kanç, korkunç, utanç…gibi kelimeler fiilin sonuna getirilen “‐inç, ‐ünç, ‐nç, ‐ç” ekle‐
riyle türetilmiştir. Peki, “ilginç” kelimesi nasıl türetilmiştir? “İlgimek” diye bir fiil Türkçemizde mevcut değildir. “ilgi” diye isim vardır. Burada ismin sonuna “‐nç” eki getirilmiştir. Buna benzer olarak “‐t” eki de fiillerin sonuna getirilmesi gerekirken ba‐
zen de isimlerin sonuna getirilerek yeni ke‐
limeler türetilmiştir. Meselâ; geçmekten‐
geçit, ummaktan‐umut, binmekten‐binit kelimeleri oluşturulurken karşıdan‐karşıt, örgüden‐örgüt, anıdan‐anıt, yapıdan‐yapıt kelimeleri türetilerek isimlerin sonuna geti‐
rilmiştir. Yine “‐sel, ‐sal” ekleri ile oluştu‐
rulan yöresel, çevresel, töresel, düzeysel, toplumsal, yapısal, yaşamsal, kamusal, kumsal, kurumsal… kelimelerinde olduğu gibi isimlerin sonuna gelmesi gerekirken eğitsel (eğitmek), görsel (görmek), işitsel (işitmek) kelimelerinde olduğu gibi ekler fiillerin köklerine getirilerek uydurma keli‐
meler türetilmiştir. Bu konuda “Türkçenin Karanlık Günleri” adlı kitabında Necmettin Hacıoğlu’nun ilginç bir tespiti var. Bir ara Millî Eğitim Bakanlığı okullara gönderdiği bir bildiride, öğrencilerin “tinsel” ve “ten‐
sel” gelişmelerini sağlamak için lüzumlu tavsiyelerde bulunmuştur. Burada “ruh” Philology and Pedagogy
Tanzimattan günümüze türkçemiz yerine “tin”, “beden” yerine “ten” kulla‐
nılmıştır. Eski Türkçedeki “nefes, can” an‐
lamına gelen “tin” değil “tın”dır. Bu kelime de artık unutulmuştur. Beden kelimesi ye‐
rine kullanılan “ten” ise Türkçe değil Fars‐
çadır. Ayrıca “ten” kelimesi “beden” yerine kullanılmaz; çünkü “cilt” manasındadır. Üstelik buna Türkçede olmayan “‐sel” eki getirilmiş ve “tensel” kelimesi türetilmiştir. (5,75) Fransızcadan gelen “–al,‐el” eki bazen “‐
sal, ‐sel” bazen de sadece “‐l” olarak getiril‐
miştir. “genel, özel, tekel, sözel, doğal, tü‐
zel, toplumsal, bölgesel, sayısal, yapısal…” Dilimizde isim köküne getirilen “‐ç” eki yoktur. Fakat uydurmacılar “aracı” yerine “araç” türetmişler. “gereç” kelimesinde ise kök “gere” olması gerekir. Fakat Türkçede böyle bir kelime mevcut değildir. Kelime türetilirken Türkçenin yapısına uy‐
gun olmayan ekler kullanılmış ve yanlış uygulamalarla kelime türetilmiştir. Meselâ; görev, ödev, sınav, söylev gibi kelimeler türetilirken fiil köküne “‐v” eki getirilmiş‐
tir. Türkiye Türkçesinde fiilden isim yapma eklerinde böyle bir yapım eki mevcut de‐
ğildir. “zorunlu, özgür, özet, önem, uygar, özgü, tüm, amaç, birim, bağımsız, neden, imge, değinmek, öngörmek, doğal, ilginç, yaşam, yanıt, yaşıt, öykü, serüven kelime‐
leri de Türkçenin gramerine uymamakta‐
dır. Yine dilimizde mevcut olmayan “‐ay,‐ey,‐
man,‐men” ekleri sonradan uydurulmuş‐
tur. “olay, birey, dikey, yapay, yüzey, dü‐
zey…”, “eğitmen, gözetmen, öğretmen, okutman, kocaman, şişman,…” Bunlardan başka “okul, evrensel, organ, imge” keli‐
meleri Fransızca kelimelere benzetilerek yapılmıştır. Moğolcadan dilimize gelmiş olan “‐tay” eki ile birçok kelime türetilmiştir. Yargıtay, Sayıştay, Danıştay, kurultay… “‐tay” eki eskiden Moğollarla münasebet sonucu Number 29, Volume 1, 2010 Türkçemize girmiş fakat daha sonra kul‐
lanılmadığından unutulmuştur. Bu kelime‐
lerden sadece “kurultay” eskiden beri kul‐
lanılan bir kelimedir. Diğer kelimeler ise sonradan türetilmiştir. Peyami Safa “Osmanlıca, Türkçe, Uydur‐
maca” adlı kitabında her iki şeklini de kul‐
landığı kelimelerin şunlar olduğunu belirti‐
yor: Hülâsa‐özet, mânâ‐anlam, alâka‐ilgi, tercüme‐çevirme, lisan‐dil, mevzu‐konu, temenni‐dilek, ziraat‐tarım vb. (12,244) Halk tarafından kabul görmeyen ve kulla‐
nılmayan kelimeler de türetilmiştir. Bunlar‐
dan bazıları: Vicdan‐buluç, şimşek‐çakın, şelale‐çavlan, ferahlamak‐genelmek, engel‐
gerelti, karakter‐ıra, manevi‐içlek, irade‐
istem, kanaat‐kanıklık, lütuf(ihsan)‐kavra, makam‐orun, silah‐savut, kısmî‐tikel, mâ‐
nevi‐tinsel, ahlâki‐törel, vaziyet‐tutsa, rehin‐
tutu, ihtar‐uyartı, gevezelik etmek‐yanşa‐
mak, niyet‐yasan, tercih etmek‐yeğlemek, nifak‐ayırga, vasıf‐ayırt, izâfi‐bağıl, hüküm‐
başatlık, iflâs‐batkı, senet‐belgit, akademi‐
bilimtay, fesat‐bozut…vb. Birçok kelime uydurulduktan sonra halk tarafından rağbet görmeden unutulup git‐
miştir. Meselâ günümüzde hiç kimse “ge‐
relti” demez “engel” der. “tutsa” demez “vaziyet, durum” der. “ürem” demez “faiz” der. Bunlar gibi yüzlerce kelime halk tara‐
fından rağbet görmemiş ve unutulup git‐
miştir. Dilimizin ne kadar değiştiğini görmek ba‐
kımından sporda kullanılan, dilimize gir‐
miş terimlerin bir kısmına bakmak yeterli‐
dir. “antrenör, abluka, atak, avantaj, ama‐
tör, antrenman, averaj, atmosfer, basket, basketbol, futbol, hentbol, voleybol, branş, centilmen, defans, gol, deplasman, dezava‐
raj, ekarte, ekip, forvet, favori, final, fina‐
list, frikik, form, federasyon, file, faul, fiks‐
tür, inisiyatif, kontratak, korner, klas, ka‐
rambol, kritik, kadro, klüp, kupa, klasman, lig, lisans, marke etmek, maç, menajer, ma‐
63
Salih Savaş raton, markaj, nakavt, ofsayt, penaltı, pas, pozisyon, plase, puan, ribaunt, stad, stad‐
yum, skor, sportif, santrfor, şut, şampiyon, taç, turnuva, tempo, transfer, tur, turne, vole, degaj… Bunun gibi sinema, tiyatro, resim ve müzik gibi sanat dallarındaki terimlerin de bun‐
lardan aşağı kalır bir tarafı yoktur. Sonuç ve Öneriler Dilimiz her geçen gün biraz daha yabancı‐
laşmakta ve değişmektedir. Bir yandan tek‐
nolojinin hızlı ve sürekli değişmesiyle ya‐
bancı kelimelerin dilimize aynen alınması ve dil bilgisi kurallarına göre uydurulma‐
ması, bir yandan da kendi dilimizde kar‐
şılığı olduğu halde onu kullanmadan ya‐
bancı kelimeleri kullanma hevesimiz bu değişimi hızlandırmaktadır. Bir vatandaş olarak görevimiz; dilimizi asıl biçimiyle ko‐
rumak, yaşatmak ve bizden sonraki nesille‐
re bozulmamış olarak aktarmaktır. KAYNAKLAR 1. Âsım, Necib,(1911)“Dilimiz”, Servet‐i Fünûn, Cilt 40, sayı 1038 2. Cenap, Şehabeddin,(1925) “Servet‐i Fünûn” 27 Ağustos 1925, sayı 41 12. Sâmi, Şemseddin,(1901) “ İkdam gazetesi” 13. Sâmi, Şemseddin, (1901) “ Kamûs‐ı Türkî”, Kapı Yayınevi, İstanbul, 1073 sayfa 14. Sâmi, Şemseddin, (1899) “Edebiyat‐ı Müstakbe‐
lemiz”, Sabah gazetesi, sayı. 3343 15. Seyfettin, Ömer, (1911) “Genç Kalemler”, Cilt II, sayı 1 16. Timurtaş, Faruk K.,(1977) “Türkçemiz ve Uydur‐
macılık”, Boğaziçi Yayınları, Boğaziçi Basın ve Yayınevi, İstanbul 17. Toynbee, Arnold J. (1929) “ The Adaption of the Latin in place of the Arabic Alphabet in Turkey and in the Turkish States Members of the USSR ( 1918‐1928), in Survey of İnternational Affairs, 1928, London 18. Uşaklıgil, Halit Ziya,(1936) “ Kırk Yıl”, IV Cilt, İstanbul 19. Yöntem, Ali Cânib,(1942) “ Ömer Seyfettin ve Değeri”, Çınaraltı Neşriyat, sayı 31 3. Ersoy, Mehmed Akif,(1910) “Hasbıhal”, Sırat‐ı Müstakîm, Cilt IV, Sayı 96 4. Gökalp, Ziya,(1958) “Türkçülüğün Esasları”, Ankara 5. Hacıeminoğlu, Necmettin,(1972) “Türkçenin Karanlık Günleri”, İrfan Yayınevi, İstanbul 6. Karaosmanoğlu, Yakub Kadri,(1912) “Netayic” Rübâb, sayı 14 7. Köprülü, M. Fuad, (1911) “ Edebiyat‐ı Millîye” Servet‐i Fünûn, Cilt 41, sayı 1041 8. Kunos, Ignac,(1911) “Genç Kalemler”, Cilt II, sayı 14 9. Levend, Agâh Sırrı,(1972) “Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri” TDK Yayınları, Ankara 10. Öksüz, Yusuf Ziya, (1995) “Türkçenin Sadeleş‐
me Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hare‐
keti”, TDK Yayınları, Yüksek Öğretim Kurulu Matbaası, Ankara 11. Safa, Peyami, “Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca”, Ötüken Yayınları 64 JOURNAL OF QAFQAZ UNIVERSITY Philology and Pedagogy

Benzer belgeler