örgüt teorilerinin sınıflandırılması ve tartışmalar

Transkript

örgüt teorilerinin sınıflandırılması ve tartışmalar
ÖRGÜT TEORİLERİNİN SINIFLANDIRILMASI VE
TARTIŞMALAR
Yrd.Doç.Dr.Suna TEKEL*
ÖZET
Örgüt teorileri, inceleme nesnesine ilişkin bakış açılarındaki farklılık nedeniyle
çeşitlilik göstermektedir. Bu teori çeşitliliği aynı zamanda, hem teorik hem de pratikteki
problemlere uygun cevap bulma konusunda bir karmaşa yaratmaktadır. Bu makalede bu
sorunu giderme amacıyla Burrell-Morgan’ın ontoloji, epistemoloji, insan doğası ve
metodoloji sayıltılarına ve Astley-Van de Ven’in örgütsel analiz düzeyi ve insan doğası
sayıltılarına dayanan sınıflamaları incelenmektedir. Bu sınıflamalar, örgüt teorilerini
belirlenmiş sayıltılar temelinde benzerlik ve farklılıkları açısından kategorize etmekte ve
araçsal bir yarar sağlamaktadır. Ama hangi bakış açısının rasyonel olarak seçileceğine
ilişkin soruyu cevapsız bırakmakta ve paradigma kıyaslanamazlığı tezi çerçevesinde yeni
tartışmaları da ortaya çıkarmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Örgüt teorileri, Örgüt Teorilerinin Sınıflandırılması, Paradigma
Kıyaslanamazlığı.
ABSTRACT
Different approaches to organization give rise to many different types of
organizational theories. This diversity of theories creates problems when dealing with
theoretical and practical issues. This article examines two classifications, one by Burrell
and Morgan on the basis of ontology, epistemology, human nature and methodology of
theories, and the other by Astley and Van de Ven on the basis of the level of organizational
analysis employed and human nature. These classifications categorize theories of
organization on the basis of the criteria specified, examine the similarities and differences
between them, and thus serve an instrumental purpose. However, they leave the question of
which approach to choose unanswered, and give rise to new debates in the context of the
thesis of the incommensurability of paradigms.
Key Words: Organizational Theories, Classification of Organizational theories,
Incommensurability of Paradigms.
GİRİŞ
Genel olarak bakıldığında bir paradigma, araştırmacının amacı ile ilgili
temel sayıltıları, incelenen objenin özelliklerini (ontoloji) ve objenin incelenmesine
*
İnönü Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
1
uygun metodolojiyi göstermektedir. Diğer bir deyişle paradigma, sosyal olgunun
açıklamasını elde etme yolu olarak tanımlanabilir ( Scherer and Patzer : 2007:
1218). Thomas Kuhn’nun (1991 :35) ileri sürdüğü gibi, doğa bilimlerinde ama
özellikle sosyal bilimlerde bilim insanlarının neyi araştıracağı yani geçerli
sayılabilecek bilimsel sorunların neler olduğu, teori geliştirilmesi ve elde edilen
bilginin
gerçekte
ne
anlama
geldiği
konusunda
ortak
bir
anlayışları
bulunmamaktadır. Böylelikle hangi metodun daha iyi olduğu veya hangi sonucun
daha doğru olduğu konusu üzerinde bir anlaşmaya varılamamaktadır.
Örgüt araştırmaları alanında genel olarak iki disiplin görülmektedir: Örgüt
teorileri ve örgütsel davranış. Her birinin örgütsel sorunlarla ilişkili olarak kendine
özgü bakış açısı, farklı değişken ve kavramsal şemaları vardır. Bu iki disiplin
arasındaki en önemli farklılık, odaklandıkları analiz birimleridir. Örgütsel davranış
örgüt içindeki birey ve grup davranışlarına odaklanırken genellikle, psikolojik
açıdan tutumlar, kişilik, motivasyon, karar verme gibi hususları inceler. Burada
örgüt, bağımlı değişken olarak ele alınan birey ve grupların davranışlarını etkileyen
bağımsız bir değişkendir. Örgüt teorilerinde ise, birey ve gruplar, tek analiz birimi
olarak ele alınmaz, daha geniş bir bakış açısıyla sosyoloji, ekonomi, klasik
bürokrasi teorisi ve post modern yaklaşım gibi çeşitli disiplinlerden hareketle örgüt
yapısı, örgütsel çevre, biçimlendirme (formalization), teknoloji, otorite, gruplar ve
örgüt bölümleri (department) gibi konular üzerine odaklanır (Tosi 2009: 3). Örgüt
teorileri alanı, farklı disiplinleri içermesi nedeniyle çok çeşitlilik göstermektedir.
Yukarıda belirtilen sorunlardan dolayı, bu çeşitliliği analiz etmek için örgüt
teorilerini sistematize etme çabaları ortaya çıkmıştır. Bu makalede, Gibson BurrellGareth Morgan ve Graham Astley –Andrew Van de Ven’in örgüt çalışmalarını
sınıflandırma şemaları ele alınmakta ve sonuçta bir değerlendirme yapılmaktadır.
GIBSON BURRELL- GARETH MORGAN
Burrell ve Morgan, Sosyolojik Paradigmalar ve Örgütsel Analizler
(Sociological Paradigms and Organizational Analysis) başlıklı kitapta tüm örgüt
teorilerinin bir toplum teorisi ve bilim felsefesi üzerine temellendiği düşüncesinden
hareketle, ilk önce sosyal bilimlerdeki farklı yaklaşımları- var olan felsefi
sayıltılarına göre- ontoloji, epistemoloji, insan doğası ve metodoloji açısından
analize başlamaktadır.
2
Yazarlara göre, tüm sosyal bilimciler sosyal dünyanın doğası ve araştırma
tarzına ilişkin, açık veya zımni sayıltılar ile inceleme konularına yaklaşırlar.
Bunlardan birincisi, incelenecek olgunun özü ile ilgili (ontolojik) sayıltıdır. Yani
incelenecek olan gerçeklik bireyin dışında mı-bireyin bilinci dışında etkileyen
olarak- yoksa birey bilincinin bir ürünü müdür? Gerçekliğin objektif bir doğası mı
vardır yoksa bireysel idrakin mi ürünüdür? Gerçeklik dışarıda verili/belirlenmiş
olarak var mıdır yoksa bireyin aklının bir ürünü müdür?
Bu ontolojik soruna eşlik eden diğer bir sayıltı ise epistemolojik doğa,
diğer bir deyişle, bilginin temeli ile ilgilidir. Yani, birey dünyayı nasıl
anlayabilmekte ve iletişim kurabilmektedir? Hangi bilgi biçimleri edinilebilir
olandır ve bu bilgiler doğru veya yanlış olarak nasıl sınıflandırılmaktadır? Doğru
ve yanlış sınıflaması aslında epistemolojik bir duruşu gerektirmektedir. Bilgi,
doğası gereği gerçek, somut, tanımlanabilir midir yoksa daha sübjektif, ruhsal,
hatta doğaüstü ve her bir bireye göre farklılık mı göstermektedir? Buradan bilginin
ya herkes için elde edilebilir nitelikte olduğu ya da kişisel deneyim ile elde
edilebildiği sonucu ortaya çıkmaktadır.
Ontolojik ve epistemolojik doğa ile ilgili ama onlardan kavramsal olarak
ayrılan üçüncü bir sayıltı ikilemi de, insan doğasına ilişkin, özellikle de insanın
çevresiyle ilişkisi üzerinedir. İnsan, karşılaştığı dışsal dünya durumlarına
mekanistik hatta deterministik bir tarzda mı tepki/karşılık vermektedir? Yani, insan
ve deneyimleri dışsal çevrenin bir ürünü müdür ya da dışsal şartlarla mı
koşullanmıştır? Yoksa insan daha yaratıcı bir rolle serbest iradesini kullanarak
çevresini yaratan, kontrol eden midir? Buradan,
insanın ya çevresi tarafından
belirlendiği ya da iradi davranışlar gösterdiği sonuçları çıkmaktadır. Yazarlar,
birçok sosyal bilimcinin bu iki kutbun arasında bir yerde duruş sergilediğini ileri
sürmektedir.
Bu üç sayıltı, metodolojik doğa üzerine doğrudan etki yapmaktadır. Farklı
ontolojik, epistemolojik, insan doğasına ilişkin sayıltılar farklı metodolojileri
gerektirmektedir. Bu durumda sosyal dünya, ya doğa dünyası gibi ele alınıp,
bireyin dışında bir gerçeklik olarak tanımlanacak ve inceleme nesnesinin
kapsamında olan çeşitli unsurlar arasında düzenli ilişkilerin analizine odaklanıp
evrensel yasalar aranacaktır. Ya da sosyal dünya, daha sübjektif, kişisel, bireyin
deneyimlerinin sonucu olarak tanımlanacak, bu durumda bireyin kendisini içinde
bulduğu dünyayı algılama, yorumlama, yaratma tarzlarına odaklanıp genel ve
evrensel olandan ziyade, bireye özgü olan açıklama ve anlama aranacak, yani
3
sosyal dünyanın göreliliği vurgulanacaktır. Sübjektif-objektif boyuta ilişkin
ifadeler şu şekilde şemalaştırılmıştır:
Sosyal Bilimlere
Sosyal Bilimlere
Sübjektif Yaklaşım
Objektif Yaklaşım
Nominalizm
Ontoloji
Realizm
Anti-Pozitivizm
Epistemoloji
Pozitivizm
İradecilik
İnsan Doğası
Determinizm
İdeografik
Metodoloji
Nomotetik
( Burrell-Morgan 1979: 3)
Nominalist konuma göre, sosyal dünya, bireyin bilinci dışında yer alan
sosyal yapı için kullanılan etiketler, kavramlar ve isimlerden başka bir şey değildir,
bu kavramlarla tanımlanmış dünyanın gerçek bir yapısı yoktur. Kullanılan isimler
suni yaratımlar olarak görülür. Bunlar dışsal dünyaya anlam verme, tanımlama
araçlarıdır.
Diğer tarafta realist konum ise, bireyin bilinci dışındaki sosyal dünyanın
göreli olarak değişmez, somut yapılar olduğunu kabul eder. Bu yapılar biz
algılasak da algılamasak da deneysel bütünlükler olarak varlıklarını sürdürür. Yani
sosyal dünya bireyin anlamasına bağlı olmaksızın vardır. Birey kendi gerçekliği
olan, yani ontolojik olarak insan bilinci ve varlığından önce var olan bir sosyal
dünyada doğar ve yaşamını sürdürür. Sosyal dünya tıpkı doğa dünyası gibi somut
niteliktedir.
Epistemolojik boyutta pozitivizm, sosyal dünyada bütünü oluşturan
parçalar arasındaki nedensel ilişkileri ve düzenlilikleri arayarak, ne olduğunu
tahmin etmeyi açıklama amacındadır. Pozitivist epistemoloji, özünde doğa
bilimlerine hâkim olan geleneksel yaklaşım üzerine temellenmiştir. Örneğin var
olan düzenliliklere ilişkin oluşturulmuş hipotezler, bunlara uygun deneysel
araştırma programları ile ya doğrulanır ya da bu hipotezlerin hiçbir zaman
doğrulanamayacağı sayıltısı ile yanlışlanabilir. Ancak hem doğrulama hem de
yanlışlama taraftarlarınca, var olan bilgiye yenilerinin eklenmesi ile, mevcut
bilgide artış elde edileceği de kabul edilir.
Anti-pozitivizm ise farklı biçimler almasına rağmen temelde sosyal
dünyadaki düzenliliklerin altında yatan unsurları ya da yasaları aramanın yararına
4
karşı çıkar. Anti-pozitivizme göre sosyal dünya aslında görelidir ve ancak
incelenen eylemlere doğrudan katılan bireylerin bakış açıları yoluyla bilgiye
ulaşılabilir. Bu nedenle, pozitivist epistemolojinin insan eylemlerini anlamak için
gerekli gördüğü nesnel, objektif gözlemci duruşunu kabul etmez. Yani, anlama
dışarıdan değil içeriden, eyleme katılanın referans çerçevesinden anlaşılabilir. Bu
bağlamda, anti-pozitivist epistemoloji, öznel/sübjektif bir girişimi gerekli görür.
Genel olarak bilimin nesnel/objektif bilgi oluşturabileceği düşüncesini de reddeder.
İnsan doğası boyutundaki ikilem ise, sosyal bilim teorilerinde hangi tip
insanın yansıtıldığı konusu üzerinedir. Determinist bakış açısı, insanın ve
eylemlerinin, tamamen içinde bulunulan çevre veya durum tarafından belirlendiği
anlayışını savunur. Diğer tarafta iradecilik bakış açısı ise, insanı tamamen otonom
ve serbest irade ile tanımlar. Sosyal bilim teorileri, insan eylemlerini toplumla
ilişkileri bağlamında anlamak amacında olduğu için, bu iki uçtan biri ya da diğerini
açık ya da zımni olarak seçmek ya da her ikisinin de etkili olduğu bir anlayışla
ortada bir duruşu benimsemek durumundadır.
Metodoloji boyutunda idiografik yaklaşım ise, sosyal dünya hakkındaki
bilginin, ancak inceleme nesnesinin birinci elden bilgisi ile elde edilebileceği
düşüncesi üzerine temellenmiştir. Bu bağlamda inceleme nesnesi yakından
incelemeye alınır, arka planı ve tarihçesi ayrıntıları ile ortaya çıkarılır. İdiografik
yaklaşım, günlük yaşam akışı içine katılan ve durumların içinde yer almakla ortaya
çıkan sübjektif açıklamaların analizine odaklanır. Bu bağlamda sosyal dünyaya
ilişkin görüşler, günlükler, biyografiler ve gazete kayıtlarından elde edilir.
Nomotetik yaklaşım ise, doğa bilimlerinde kullanılan, bilimsel ilkelere
uygun olarak hazırlanmış hipotezlerin test edilmesi metodunu kullanır. Verilerin
analizi için niceliksel tekniklerin kullanımı ve bilimsel testlerin oluşturulması
önemlidir. Anket, alan araştırması, kişilik testleri ve standartlaştırılmış araştırma
araçlarını kullanır.
Burrell ve Morgan’a göre(1979:7) sosyal bilimlerin doğası hakkındaki bu
dört sayıltı dizisi, sosyal teoriyi analiz etme açısından elverişli bir araçtır. Bu dört
sayıltı dizisi içindeki uç konumlar, sosyal bilime ait iki temel entelektüel gelenek
içinde yansıtılmıştır. Bunlardan birincisi, genellikle sosyolojik pozitivizm olarak
adlandırılmaktadır. İnsani ilişkiler alanına, doğa bilimlerinde kullanıla gelen metot
ve modellerin uygulanmasını içermektedir. Sosyal dünyayı tıpkı doğa dünyası gibi
ele alır, ontolojik olarak realist, epistemolojisi pozitivistik, insan doğası açısından
determinist, metodolojisi ise nomotetiktir. İkinci entelektüel gelenek ise birinci
5
geleneğe karşıt bir duruşu olan Alman İdealizmidir. Evrenin nihai gerçekliğinin,
duyusal algılamalardan elde edilen verilerden ziyade, “ruh”, “düşünce”de
temellendiğini kabul eder. Sosyal gerçekliğe bakışında nominalisttir, doğa
bilimlerine karşıt
olarak insani
ilişkilerin sübjektif
doğasına
odaklanır,
epistemolojik olarak anti-pozitivisttir, insan doğasına bakışında ise iradenin
önemini vurgular, metodolojisi ise idiografiktir. Sosyolojik pozitivizm ve Alman
İdealizmi Burrell ve Morgan’ın modelinde sırasıyla objektif ve sübjektif uçları
temsil eder.
Yazarlara göre, birçok örgüt ve sosyoloji teorisyeni Alman İdealizminin
temel ilkelerinin tesiri olmaksızın sosyolojik pozitivizm geleneği içinde yer
almıştır. Ancak bu iki gelenek arasında gittikçe artan ölçüde –özellikle de sosyofelsefi düzeyde- ortaya çıkan etkileşim, her ikisinin ortasında bir yerde sayıltıları
olan teoriler, yaklaşımlar ve düşünceler üretmiştir: fenomenoloji, etnometodoloji
ve eylem çerçevesi (action frame) gibi. Bu bakış açıları, sosyolojik pozitivizmi
eleştirmiş ve rakip düşünce okulları arasında tartışmalar da ortaya çıkmıştır. Burrell
ve Morgan (1979:8) bu tartışmaların doğasının, ancak farklı yaklaşımların
temelinde yatan kendine özgü bakış açıları ile anlaşılabileceğini ve bu bağlamda
kendi analitik şemalarının bu amaca hizmet ettiğini ileri sürmektedir.
Burrell ve Morgan toplumu inceleyen yaklaşımları sübjektif-objektif
boyutlar yanında bir de düzenleme (regulation) ve radikal değişme (radical change)
başlıkları altında toplar. Düzenleme sosyolojisi; toplumu, temelinde yatan birlik ve
uyum/yapışıklık (cohesiveness) açısından inceler. Temelde, toplumun nasıl bir
“bütün” olarak varlığını sürdürdüğü sorusu üzerine odaklanır. Toplumun varlığını
bir “bütün” olarak sürdürmesinin ardındaki sosyal güçleri anlamaya çalışır.
Durkheim’ın dayanışma ve sosyal uyum/yapışıklık üzerine çalışmaları bu
bağlamda açıklayıcıdır. Bu yaklaşıma karşıt olan radikal değişme sosyolojisi ise,
toplumdaki radikal değişim, çok derin yapısal çatışma, hâkimiyet tarzları ve bu
yaklaşımı benimseyen teorisyenler tarafından modern toplumun bir özelliği olarak
görülen yapısal çelişkiler üzerine odaklanır. Bireyin, gelişme potansiyelini
engelleyen ve sınırlayan yapılardan özgürleşmesi bağlamında temel ilgi, hem
fiziksel hem de ruhsal anlamda bireyin yoksunluğudur. Ütopik bir duruşu vardır, ne
olduğu değil neyin mümkün olabildiği, statükonun kabulü değil alternatiflerin neler
olduğu üzerinde durur.
Burrell ve Morgan, bilimin doğasına ilişkin sayıltıları temsil eden
Sübjektif-Objektif boyut ve toplumun doğasına ilişkin sayıltıların temsil edildiği
6
Radikal Değişme- Düzenleme kriterleri ile dört paradigma ileri sürmektedir. Bu
paradigmalar ve bu paradigmalara uygun düşen örgütsel analizleri içeren temel
ekoller şöyle sınıflandırılmaktadır:
RADİKAL HUMANİST
Anti-Örgüt Teorisi
RADİKAL YAPISALCI
Radikal Örgüt Teorisi
YORUMCU
Etnometodoloji –Fenomonolojik
Sembolik Etkileşimcilik
FONKSİYONALİST
Çoğulculuk-Eylem Teorisi-Bürokratik
Disfonksiyon Teorileri-Sosyal Sistem
Teorisi-Objektivizm
Düzenleme
(Burrell-Morgan 1979:30)
Fonksiyonalist Paradigma içinde (Morgan 1980:613), davranışın, gerçek
dünyanın somut sosyal ilişkileri içindeki şartlar bağlamında ortaya çıktığı
düşünülür. Olgular; deneysel olarak kullanılabilir bilgiyi üretebilecek şekilde ele
alınır ve objektif tarzda incelenir, böylelikle bu paradigmanın temel yönelimi
öncelikle pragmatik, düzenleyici ve denetleyicidir. Örgüt teorilerinde verimlilik
artışı ve rasyonellik üzerine yoğunlaşan Taylor’un ekonomik insan anlayışı,
Fayol’un yönetimin temel ilkeleri ve Weber’in bürokrasi ideal tiplemesi her biri
vardıkları sonuçlar açısından farklılık gösterse de birer örnektir. Nasıl ki makineler
belirli bir çıktıyı elde etmek üzere tasarlanmış ise örgütlerde tıpkı bir makine gibi
belirlenmiş amaçlarını gerçekleştirmek üzere tasarlanır, bireylerde yapı içinde
kendi yeteneklerine uygun olacak şekilde, tıpkı makinenin bir parçası gibi iş
görürler. Örgüt, kapalı ve durağan bir yapı olarak ele alındığı için, biçimsel yapı ve
kullanılan teknoloji incelemelerin odak noktasıdır,. Açık sistem anlayışı -ki örgütü
oluşturan unsurlar ve çevresel koşullar, örgütün amacını gerçekleştirmesi
bağlamında birbirine karşılıklı bağımlılığı içinde ele alınır- fonksiyonalist
paradigma içinde yer alır. Hawthorne incelemeleri, Parsons ve Selznick’in yapısal
fonksiyonalist çalışmaları, sosyo-teknik sistem yaklaşımı, genel sistem yaklaşımı
ve durumsallık teorisi birer örnek teşkil eder. Yine örgüt üyelerinin psikolojik
düzeyde gereksinimlerinin karşılanması bağlamında Trist ve Bamforth’un
çalışmaları, Mc Gregor ve Likert’in yönetim tarzları, Woodward’ın teknoloji,
Lawrence ve Lorsch’un farklılaşma, bütünleşme tarzları ve çatışmayı çözme
üzerine çalışması, Miles, Child ve Snow’un stratejik seçim ve kontrol üzerine
7
Objektif
Sübjektif
Radikal Değişme
çalışmaları birer örnektir. Bu teorilerin ortak özelliği örgütün, sürekli bir akış ve
değişim ortamı içinde, çevresiyle kendi gereksinimlerini karşılamak üzere
etkileşimde bulunan yaşayan bir varlık olarak ele alınmasıdır. Örgütleri sibernetik
anlayışla ele alan örneğin Buckly, Hage, Argyris ve Schön’ün yönetim ve
organizasyon çalışmaları, sibernetiği örgütsel kontrol tekniğini geliştirme amacıyla
kullanan Lawler ve Rhode’un çalışması ve Weick’in gevşek bağlı sistem anlayışı
Morgan tarafından bu kategoride değerlendirilmektedir. Örgütlerin çevresine
uyumu yerine örgütler arasındaki rekabet ve seçilim üzerine odaklanan Hannan ve
Freeman’ın çalışması, örgütün üyelerini rolleri, formel ve informel davranışları
açısından inceleyen Goffman’ın çalışması ve örgütsel yaşamın sembolik
görünümünü ele alan Turner, Pondy ve Mitroff’un çalışmaları bu kategori içinde
ele alınmaktadır.
Diğer taraftan yorumcu paradigma ise, sosyal gerçekliğin somut değil,
bireyin sübjektif ve etkileşimle oluşan deneyimleri sonucunda oluştuğunu düşünür
(Morgan 1980:608-609). Sosyal olgular, gözlem yapandan ziyade, katılanın bakış
açısından anlaşılmaya çalışılır. Fonksiyonalist paradigma gibi yorumcu yaklaşımda
da sosyal dünyada bir kalıp ve düzen olduğuna ilişkin sayıltı ve inanç vardır.
Ancak, yorumcu teorisyen, fonksiyonalistin objektif sosyal bilim kurma çabasını
ulaşılamaz bir amaç olarak görür. Bilim, bilim uygulayıcılarının keşfettiği ve takip
ettiği kural ve fikirlerle, sübjektif olarak belirlenen duruşlar temelinde, dil oyunları
ağı gibi görülür. Örgütler, dili kullanan sosyal eylem kalıpları olarak yaratılmıştır
ve bu şekilde varlığını sürdürür. Bu bağlamda örgütler, belirli bir söylem
biçiminden fazla bir şey değildir. Yorumcu örgüt teorisyeni, örgütsel faaliyeti
sembolik bir doküman olarak ele alır ve hermönetik metot analizi ile doğasını ve
anlamını çözer. Örgütsel dokümanları inceleyen Huff ve örgütsel konuşma ve
eylemi inceleyen Manning gibi. Örneğin Garfinkel’in etnometodolojisi, bireyin
sosyal durumları, hem kendi kendilerine hem de diğerleri ile anlaşılır kılması ile
başarılabilir ve sürdürülebilir olması üzerine odaklanır.
Radikal hümanist paradigma, tıpkı yorumlayıcı paradigma gibi, gerçekliğin
sosyal olarak oluşturulduğu ve sürdürüldüğü üzerine vurgu yapar ancak bunu
insanın kendi oluşturduğu ve sürdürdüğü gerçekliğin sınırları içine mahkum olmuş
bilincinin patolojisine bağlayarak açıklar. Gerçekliğin oluşma süreci, insanın
gerçek doğasında bulunan potansiyellere onu yabancılaştıran, aklını kontrol eden,
yönlendiren ve engelleyen ruhsal ve sosyal süreçlere dayanır. Çağdaş radikal
hümanist teori, endüstriyel yaşamda yer alan çeşitli eylem ve düşünce kalıpları
8
içinde bireyin yabancılaşması üzerine odaklanır. Örneğin kapitalizm özellikle
totaliter olarak görülür; sermaye birikimi kavramı iş, teknoloji, rasyonellik, mantık,
bilim, roller, dile şekil verir ve kıtlık, boş zaman vb. ideolojik kavramların
anlaşılmasını
zorlaştırır,
anlamını
bulanıklaştırır.
Fonksiyonalist
teorisyen
tarafından sosyal düzenin yapı taşı ve insan özgürlüğü için dayanak olarak görülen
bu kavramlar, radikal hümanist için ise ideolojik hâkimiyet tarzı olarak algılanır.
Radikal hümanist, yabancılaşmanın aşılması anlamında eylem ve düşünceyi nasıl
birleştirebileceğini keşfetmeye çalışır. Örgütün üyeleri, ideolojik süreçlerle
şekillendirilen ve kontrol edilen bilincin esiri olarak ele alınır. Marcuse’nin amaçlı
rasyonellik, Clegg’in örgütsel yaşamın dili, Dickson’ın teknolojiye tapınma,
Anthony’nin işin ideolojisi üzerine çalışmaları bu kategoriye birer örnek teşkil
etmektedir. Ayrıca, Freud, Jung ve diğer psikoanlistlerin bireyin davranışları
üzerinde bilinçaltının etkisini vurgulayan bakış açıları da radikal hümanist
paradigma içinde etkili olmuştur.
Radikal yapısalcı paradigma ise, radikal hümaniste benzer şekilde,
toplumun hakim bir güç olduğunu kabul eder ama, sosyal dünyayı ontolojik olarak
gerçek somut, ve katı biçimde tanımlayan materyalist düşünce ile bağlantılıdır.
Gerçekliğin, insanların günlük yaşam faaliyetleri içinde tekrar doğrulama ve
algılamalardan bağımsız olarak var olduğu kabul edilir. Bu gerçeklik, bir bütün
olarak sistemde kaçınılmaz değişimi oluşturan, karşıt unsurlar arasındaki kendine
özgü çatışma ve gerilimlerle tanımlanır. Radikal yapısalcı, bu kendine özgü
gerilimleri ve çeşitli hâkimiyet tarzları ile bunları kontrol altına almaya çabalayan
güçleri anlamaya çalışır. Weber’in klasik bürokrasi analizini fonksiyonalist
teorisyenlerden farklı olarak, hâkimiyet tarzı olarak ele alan analizler, örneğin
Michels’in oligarşinin demir yasası analizi, Baran ve Sweezy, Braverman, Benson
gibi örgütlerin Marksist analizlerini yapan teorisyenlerin çalışması Morgan
tarafından radikal yapısalcı paradigma içinde gösterilmiştir. Friedman’ın örgüt
kontrolünü ekonomik, politik ve ideolojik araçlarla üyeleri üzerinde hâkimiyet
kurma açısından inceleyen çalışması, Barnet ve Muller’ın dünya politik ekonomi
alanı içinde çok ulusluluğun rolünü inceleyen çalışma, Holloway ve Picciotto’nun
modern devletin rolünü analiz eden çalışmaları ve Bateson’un örgütlerde hizipçiliği
inceleyen çalışması bu kategori içinde değerlendirilmiştir.
9
W.GRAHAM ASTLEY VE ANDREW H. VAN de VEN
Astley-Van de Ven (1983:245-273)’e göre örgüt literatüründe ortaya çıkan
teorik çeşitlilik, hem örgüt olgusunun karmaşıklığı konusunda farkındalık
yaratmakta ve hem de örgüt teorisyenlerinin ilgi ve bakış açılarını sergilemektedir.
Bu durum, örgüt teorisyenlerini, örgüt yaşamının yeni boyutları incelemeye teşvik
ederken diğer taraftan da teorik çeşitlilik aşırı derecede bölünmeye yol açmakta ve
düşünce okullarının birbiri ile ilişkisini görmeyi zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda
yazarlara göre, teoriler arasında bütünleştirme çabaları, analitik bakış açılarının
farklılığını da muhafaza etmelidir. Astley ve Van de Ven, kendi yaklaşımlarının,
örgüt teorilerini metateorik düzeyde sınıflama gereksinimini karşıladığını
düşünmektedir. Bu çalışmaları ile Morgan’ın teorik bakış açısının paradigmatik
temellerini tanımlama amacında olduklarını ifade etmektedirler.
Astley ve Van de Ven ‘in şemaları örgüt ve yönetim konusundaki düşünce
okullarını dört temel görüş içinde sınıflandırmaktadır. Bu görüşlerin iki analitik
boyutu vardır: 1.Mikro ve makro olmak üzere örgütsel analiz düzeyi 2. İnsan
doğasına ilişkin belirleyici (deterministic) ve iradeci (voluntaristic) yönelim.
İradeci yönelimde bireyler ve oluşturdukları kurumlar kendi kendini idare eden
(özerk), proaktif (değişiklikleri yaparak geleceğini denetim altına alabilen), kendi
kendini yöneten birimler olarak ele alınır. Belirleyici yönelimin araştırma nesnesi
bireyler değildir; eylemin yer aldığı bağlamın yapısal unsurlarıdır. Bireylerin
davranışları ve tepkileri, örgütsel yaşama istikrar ve denetim sağlayan yapısal
zorunluluklarla belirlenmiş olarak görülür.
Mikro düzeydeki örgütsel analizler tek bir örgüt incelemesini kapsarken
makro düzeyde örgüt incelemeleri ise tek bir örgütte görülmeyen kendine özgü
unsurları ve dinamikleri olan örgüt nüfusu üzerine yapılmıştır. Mikro-makro ayrımı
yapılmasının nedenini yazarlar, parça-bütün ilişkisinin vurgulanması olduğunu ileri
sürmektedir.
Bu iki boyuta göre, örgütsel düşünce okulları dört sınıfa ayrılıyor: Sistemyapısal, stratejik seçim, doğal seçilim ve kolektif eylem. Bu dört bakış açısı; örgüt
yapısı, davranış, değişme ve yönetimsel rol açısından birbirinden niteliksel
düzeyde farklılık göstermektedir.
Sistem –Yapısal bakış açısı, mikro düzeyde, hâkim bir örgütsel düşünce
okulu olan Yapısal Fonksiyonalizm ve Sistem Teorisidir. Başlangıçta Klasik
Yönetim teorisinden (Gulick ve Urwick,Fayol), bürokrasi teorisinden (Metron,
10
Blau ve Scott), daha sonra ise Durumsallık teorisinden (Woodward, Lawrence ve
Lorsch, Thompson) etkilenmiştir. Bu teoriler arasında önemli tartışma ve
farklılıklar bulunsa da ortak yönleri, belirleyici unsurları -örneğin dışsal bir
zorlayıcı olarak kişisel olmayan mekanizmalar ile örgütsel davranışın biçimlenmesi
gibi-kabul etmeleridir. Birbirleriyle ilişkili olan yapısal unsurlar, örgütsel amaçların
gerçekleştirilmesinde araçsal oldukları için fonksiyoneldir. Yapının temel unsuru
ise rollerdir. Örgüt içinde mevcut bir pozisyon ile ilgili sorumluluklar, görev ve
davranışsal beklentiler roller ile tanımlanır. Yapılandırılmış olan rollerdir, bireyler
değil; bireyler bu rolleri işgal ederler bu nedenle, ilgili pozisyonun gereklerini
karşılamaları için seçilir ve eğitilirler. Paylaşılan ortak örgütsel amaçlar, bireyleri
uyum ve bağlılığa zorlar. Bireyler, birbirine bağlı olan bütünün bir parçasıdırlar ve
bu yapı, davranışlarını belirler ve biçimlendirir. Yöneticinin rolü ise tepkiseldir.
Örgütün karşılaştığı acil durumlarla baş edebilmek için, teknisyenin ince ayar
rolünü üstlenir. Değişme, dışsal çevredeki değişimlere uyum biçiminde ortaya
çıkar. Yönetici süreci algılamalı, değişen çevreye cevap vermeli, içsel örgüt
yapısını, örgütün varlığını sürdürebilmesi, verimliliğin sağlanması için uyum
sağlayıcı tarzda yeniden düzenlemelidir. Yönetimsel karar vermenin odaklandığı
konu seçim yapmak değil, çevresel çeşitlilikle ilgili doğru bilgiyi toplamak ve
alternatif taleplere verilecek tepkinin sonuçlarını analiz etmek için, teknik kriterleri
kullanmaktır.
Stratejik Seçim bakış açısı içinde eylem teorisi, örgütsel analizi yaparken,
karar verme durumunda, stratejik seçimi vurgulamaktadır. Bu bakış açısına göre
seçenek zaten örgütsel yapının tasarımında vardır, bu nedenle seçim yaparken
teknik kriterleri kullanmak yerine politik müzakerelere uygun olarak karar
verilebilir. Stratejik seçim, örgütün çevresiyle ilgili ilişkilerine de uygulanabilir.
Böylelikle stratejik seçim ve kaynak bağımlılığı teorisyenleri çevresel unsurların
kolay kontrol edilemeyen zorlamalar olarak görülemeyeceğini, üst yönetimin
amaçlarına uygunluk gösterecek şekilde politik müzakereler yoluyla değiştirilip,
düzenlenebileceğini ileri sürer. Pfeffer ve Salancik, Lorange’ın çalışmalarında
olduğu gibi. Aşağıdaki şemada görülebileceği üzere, stratejik seçim bakış açısı
sistemde fonksiyonel karşılıklı ilişkiler ve görev rollerinin sınırlayıcılığına karşıt
olarak bireylere odaklanır ve onların etkileşimlerine, sosyal yapılarına, özerkliğine
ve seçimlerine dikkati çeker. Hem örgütün yapısı hem de çevresi, bireylerinözellikle iktidardaki- eylem ve yorumlarına bağlı olarak yasalaşmıştır. Yöneticiler
11
proaktif bir rolde görülür, seçimleri özerktir ve eylemleri örgütsel dünyayı
biçimlendiren dinamik güç olarak değerlendirilir.
Makro
düzey
Doğal Seçilim
Kolektif Eylem
Okullar:
Nüfus
Ekolojisi,
endüstriyel ekonomi, ekonomik tarih.
Yapı: Çevresel rekabet ve önceden
belirlenmiş
konumu
taşıma
kapasitesi.
Endüstriyel
yapı,
ekonomik
ve
teknik
açıdan
belirlenmiştir.
Değişme: Çevresel çeşitlilik, seçilim
ve muhafazanın doğal evrimi.
Ekonomik
koşullar
örgütsel
büyümenin boyutları ve yönünü
kısıtlar.
Davranış: Rasgele, doğal veya
ekonomik, bir davranış, çevresel
seçilim ön plandadır.
Yöneticinin Rolü: Etkisiz
Okullar: İnsan Ekolojisi, Politik
Ekonomi, Çoğulculuk
Yapı: Ortak çevresini, kurallarını ve
fırsatlarını oluşturma veya düzenleme
için etkileşimde bulunan topluluklar
veya yarı özerk yandaş gruplar ağı.
Örgüt, bireysel eylemi genişleten,
özgürleştiren, kontrol eden bir kolektif
eylemdir.
Değişme: Kolektif pazarlık, çatışma,
müzakere ve uzlaşma ile yandaş
grupların karşılıklı uyumu.
Davranış: Ilımlı, kolektif olarak
yapılandırılmış ve politik müzakerelerle
oluşturulmuş bir düzen.
Yöneticinin Rolü: Etkileşim temelli.
Sistem-Yapısal
Stratejik Seçim
Okullar: Sistem Teorisi, YapısalFonksiyonalizm,
Durumsallık
Teorisi.
Yapı:
Sistemin
fonksiyonlarını
yerine getirmek üzere etkin bir
şekilde
düzenlenmiş
rol
ve
pozisyonlar.
Değişme:
Çevresel,
teknolojik,
örgütün büyüklüğü ile ilgili, kaynak
gereksinimleri ile ilgili değişimlerin
gereklerini karşılamak için alt
sistemlerin
uyumunu
sağlayan
ayrılmış ve birleştirilmiş roller.
Davranış: Belirlenmiş, zorlayıcı ve
uyum sağlamaya yönelik.
Mikro
Yöneticinin Rolü: Tepkisel
Okullar: Eylem Teorisi, Stratejik
Yönetim, Çağdaş Karar Verme Teorisi.
Yapı: İktidardaki insanların amaç ve
seçimlerine hizmet etmek için organize
edilmiş ve sosyalleştirilmiş insanlar ve
bunların ilişkileri.
Değişme:
İktidardaki
insanların
eylemlerinin anlamlarını içeren ve
bunları yasalaştıran çevre ve yapı.
Davranış: Yapılandırılmış, özerk ve
yasalaşmış.
Yöneticinin
Rolü:
Proaktif
(Değişiklikleri yaparak geleceğini
denetim altına alan)
düzey
Belirleyici Yönelim
(Astley-Van de Ven 1983:247)
İradeci Yönelim
Doğal Seçilim bakış açısı, örgüt-çevre ilişkisine makro düzeyde bakar ve
hem sistem-yapısal hem de stratejik seçim bakış açılarına karşıt bir duruşu vardır.
Analizlerde tek bir örgüt yerine, belirli bir endüstri veya toplam örgüt nüfusunun
12
yapısal ve demografik özelliklerine odaklanır. Nüfus ekolojisi modeline göre,
çevresel kaynaklar, tek bir örgütün kontrol etmekte zorlanacağı bir konumdatoplum bütününde yer aldığı ve dağıtıldığı bağlamında- yapılanmıştır. Sonuçta
belirleyici bir yönelimle, stratejik seçimin sınırlı olduğunu ileri sürer. Aynı
zamanda örgütlerin, kendi içsel yapı biçimlerini farklı çevresel konumlara
uyarlama yetenekleri de sınırlı görülür. Sonuçta örgütler Hannan ve Freeman’ın
çalışmasında olduğu gibi bir nevi çevresel şartların insafına bırakılmıştır, bu
nedenle ya içinde bulunduğu çevreye uyacak ya da başarısız olacaktır. Bu bakış
açısı aynı zamanda, bir tek örgütün eylemlerine bakılmaksızın örgüt nüfusunun
varlığını sürdürmesi ya da yok olması düzeyinde incelemelere odaklanır. Nüfus
ekolojistlerine benzer şekilde endüstriyel ekonomistlerde endüstriyel yapı
kavramına vurgu yaparlar. Endüstrinin ekonomik ve teknolojik boyutları rekabetin
oluştuğu şartları ortaya çıkarır. Caves ve Porter’ın ileri sürdüğü gibi endüstriyel
yapı, pazarlar arasında hareketi “giriş engeli” koymak ve belirli bir endüstride
farklı stratejik alternatifleri sınırlandırmak yoluyla engeller. Porter’ın ileri sürdüğü
gibi bir firmanın stratejisi, sadece çevresel şartları yansıtır görüşü kabul edilir.
Ekonomik tarihçilerin görüşüne göre, geleneksel küçük işletmeler arasındaki borsa
işlemleri ile işleyen rekabetçi ekonomi giderek büyük işletmelerin işlemleri ile
düzenlenmiş ekonomiye doğru evrim gösterir. Bu durum, tek tek örgütlerin çok az
kontrol edebildikleri değişen çevresel güçlere, ancak tepki vermeleri suretiyle
ortaya çıkar. Dolayısıyla, kişisel olmayan ekonomik yasalara göre idare edilen
endüstriyel çevre içinde, yönetim stratejisinin çok fazla önemi kalmaz, yönetimsel
faaliyetler etkisiz ya da sembolik olarak görülür.
Kolektif eylem bakış açısı, örgütü çevresel şartlarla belirlenmiş olarak
görmek yerine, ortak seçim ve amaçlarla yönlendirilmiş ve yapılandırılmış olarak
ele alır. Sosyal ekolojist Emery ve Trist, insan ekolojisi üzerine çalışan Hawley ve
sosyal planlama teorisyenleri Vickers, Schon, Michael, Ackoff, Warren’ın
çalışmalarında bu bakış açısı işlenmiştir. Bu yazarların ortak görüşleri, çağdaş
toplumsal koşulların, ancak kolektif düzeyde amaçlı eylemlerle ve iradi olarak
düzenlenebileceği ya da düzenlendiği yönündedir. Örgütler, içinde bulundukları
dışsal çevrenin zorlamaları ile mücadele eden değil, bu çevrenin kontrolü ve
düzenlenmesi için örgütler arasında işbirliği oluşturmak yoluyla kolektif varlığı
sürdüren olarak görülür. Ortak varlığı sürdürmeyi sağlayan, örgütler arası ağlardır.
Ağlar, çevrelerini biçimlendirmek üzere farklı örgüt üyeleri arasında müzakereye
dayanan ilişkiler sisteminin, birbirine bağlanmasından oluşur. Yöneticinin rolü de
13
etkileşim temellidir; diğerleri ile kolektif pazarlık, müzakere, uyum, politik
manevra ve benzeri yollarla iletişim kurar.
DEĞERLENDİRME
Örgüt araştırmalarında, paradigmalar ve rolleri üzerindeki tartışmalar, 1979
yılında Gibson Burrell ve Gareth Morgan’ın yayınlamış olduğu “Sosyolojik
Paradigmalar ve Örgütsel Analizler” ( Sociological Paradigms and Organizational
Analysis) başlıklı kitapla hız kazanmıştır. Kitabın temel tezi; düşünsel geleneklerin
belirli bilimsel ve toplumsal sayıltılar ile temellendiği anlayışıdır (Kelemen
2007:1216). Araştırmacıların belirli bir zaman dilimi içinde, birbirinden farklı ve
tek bir paradigmanın sayıltılarını benimseyerek çalışmalarını sürdürdükleri bir
ortamda Burrell ve Morgan, çeşitlilik gösteren örgüt analizlerini bir tarafta
araştırmaların amacına yönelik düzen ve değişme sosyolojileri, diğer taraftan
metodolojik sayıltılarla ilişkili objektif ve sübjektif kriterler ile sınıflamıştır. Bu
bağlamda 4 paradigma oluşturulmuştur: Fonksiyonalist, Yorumcu, Radikal
Yapısalcılık ve Radikal Humanizm.Bu şemaya Astley ve Van de Ven tarafından
analiz düzeyleri ile ilgili makro ve mikro kriterleri eklenmiştir.
Genel olarak kabul görmüş olan bu çalışma örgüt araştırmalarının
çeşitliliğinin anlaşılması için yararlı bir araç olarak da kabul edilmiş (Scherer and
Patzer 2007), ama aynı zamanda paradigma kıyaslanamazlığı tartışmaları
çerçevesinde rasyonel olarak, hangi paradigmanın araştırmalarda seçileceğine bir
cevap verememesi açısından eleştirilmiştir.
Kıyaslanamazlık terimini Kuhn, bir doğa bilim paradigmasının, yerini
diğer bir paradigmaya bıraktığı zaman ortaya çıkan kognitif çelişkiyi tanımlamak
için
kullanmıştır(McKinley
2007:644-647).
Bir
paradigmanın
diğeri
ile
kıyaslanamazlığı, aynı nesnel olgunun iki farklı mercekten tamamıyla farklı
görüldüğü anlamına gelmektedir. Bu durumda, her iki paradigmayı kıyaslamak için
objektif bir referans noktasının bulunmaması nedeniyle, birbiriyle kıyaslanamayan
paradigmaların uzlaştırılamayacağı ifade edilmektedir.
Örgüt incelemeleri alanında ise paradigma kıyaslanamazlığı iki ya da daha
fazla bakış açısını değerlendirebilecek objektif bir standardın olmadığını göstermek
için kullanmıştır (Scherer-Steinmann 1999:520).
Scherer (1998:4-5) kıyaslanamazlığın 3 durumda ortaya çıktığını
belirtmektedir: Birincisi en az iki paradigma arasında radikal farklılıklar olması,
ikincisi belirli bir problemin çözümü ya da tanımlanması veya kullandıkları dil
14
açısından birbirleriyle rakip ya da çatışmalı bir ilişki içinde olması, üçüncüsü ise
birbirine rakip olan bu paradigmaları değerlendirmek için kabul edilmiş objektif
standartların olmaması durumudur.
Örgüt incelemelerinde paradigma kıyaslanamazlığı tezine ilişkin görüşler
dört
kategori
içinde
değerlendirilmektedir
(Kelemen
2007:1216-1217)-
Bütünleşmeci (Integretionist) örgüt teorisyenleri; örgüt teorilerinin, paradigma
öncesi düzeyde olduğu ve henüz bilimsel olgunluğa ulaşmadığını ileri sürerek,
kapsayıcı bütünleştirici bir paradigmanın gerekliliğini savunmaktadır. Örneğin
Pfeffer (1993:618); tıpkı siyaset ve ekonomi bilimlerinde üzerinde fikir birliğine
dayanan paradigmalara ulaşıldığı gibi, teorisyenler arasında yoğun ağ tipi ilişkiler
ile birleşmiş bir bakış açısına ulaşılamaması durumunda, örgüt analizleri alanının
bir geleceğinin olamayacağını ileri sürer. 2- Korumacı (protectionist) örgüt
teorisyenleri her bir paradigmanın ayırt edici özelliği ve kimliğinin korunması
gerektiğini savunmaktadır. Aynı olgulara farklı düşünsel merceklerden bakan
paradigmaların, birbirleri ile yarışmak suretiyle tamamlayıcı olamayacaklarını ileri
sürerek, her birinin kendine özgü dünya görüşünün saygınlığının korunması
gerektiğini savunurlar. Paradigmalar arası sınırların belirsizleştirilmesi, örgüt
analizlerinin
gelişmesine
engel
olarak
görülmekte
ve
paradigmaların
kıyaslanamazlığı tezini savunarak, pozitivizm gibi dominant paradigmalara karşı
alternatifler
geliştirilebileceğini
savunmaktadır.
Yukarıda
ayrıntılı
olarak
açıklanmış Burrell ve Morgan’ın şeması korumacı yaklaşım içinde yer almaktadır.
Astley ve Van de Ven’in şeması ise paradigma kıyaslanmazlığını kabul etmekte,
paradigmalar arasında farklılıkları olduğu gibi benzerlikleri de vurgulamaktadır.3)Çoğulcu (pluralist) örgüt teorisyenleri paradigma kıyaslanamazlığı tezini
reddederek, örgüt olgusunun en iyi, farklı bakış açıları olan örgüt paradigmaları ile
anlaşılabileceğini savunmaktadır. Böylelikle araştırmacılar, pragmatik düzeyde
çeşitli paradigmaların birbiri ile çatışan bakış açıları ile paradoksal düşünme
yetisini de geliştirebilecekler ve örgütsel yaşamın karmaşıklığı, muğlaklığını ve
çeşitliliğini görebileceklerdir. Felsefi düzeyde ise paradigma çeşitliliği, örgütsel
olgu hakkında daha fazla düşünümselliği (reflexivity) cesaretlendirecektir. 4)- Bir
kısım örgüt teorisyeni de, mantıksal ve kültürel bir yapı olan paradigma kavramının
kullanışsızlığını ileri sürerek, örgütsel araştırma ve yönetim teorilerinin söylemsel
doğasına dikkat çekmektedir. Post modern örgüt teorisyenleri aslında, söylemsel
yapı dışında ki örgütsel gerçekliğin varlığını sorgulamaktadır.
15
Sonuç olarak, çeşitlilik gösteren örgüt teorilerinin sınıflandırılması, örgüt
araştırmalarında
kolaylık
sağlayan
bir
araç
olmaktadır.
Ancak
örgüt
teorisyenlerinin, bu sınıflamaya ilişkin yorumları ve yukarıda dört grup içinde
toplanmış olan
farklı görüşleri göstermektedir ki, örgüt olgusu ve araştırma
yöntemleri hakkında henüz bir fikir birliği yoktur. Kimileri bu çeşitliliğin örgütsel
olgunun farklı boyutlarının anlaşılması için gerekli olduğunu ileri sürerken,
kimileri örgüt teorilerinin geleceği açısından hakim bir bakış açısının olması
gerektiğini savunmakta, kimileri de örgütsel analizlerin söylemsel yapısına vurgu
yapmaktadır.
Ne yapılabilir? Belki de öncelikle şu soruyu cevaplandırmak gereklidir.
Örgüt teorileri neden bu kadar çeşitlilik göstermektedir? Örgütler birbirinden farklı
olduğu için mi örgüt teorileri çeşitlilik göstermektedir?
Örgütler, belirlenmiş bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş
insanlardan oluşan sosyal yapılar olarak tanımlandığında (Leblebici 2008 : 116);
öncelikle bu amacı gerçekleştirmek üzere gerekli personeli olmalı, sonra amaca
uygun faaliyetlerde iş bölümü yapılmalı, görevler arasında koordinasyon ve kontrol
sağlanmalı, örgüt faaliyetleri için yeterli kaynak bulunmalı ve nihayet ürettikleri
her neyse (mal ya da hizmet) bunları çevre ile paylaşmalıdır. Bunlar tüm örgütler
için ortak olan hususlardır.
Peki farklılıklar nereden kaynaklanmaktadır? Örgütler, işlevleri (ticari
işletmeler, sendikalar, gönüllü kuruluşlar, siyasi partiler, meslek kuruluşları vb.) ve
büyüklükleri (çalışan sayısı, işlem miktarı, gelirleri, işyerinin alanı) açısından
farklılıklar göstermektedir. Yapısal farklılıklar da vardır, örneğin kimi örgütlerde
hiyerarşi, yüksek piramit şeklindeyken; kimilerinde basık bir yapı vardır. Kimileri
bağımsız
bir
yapıda,
kimileri
de
diğer
örgütlerle
ilişkili
olarak
ağ
görünümündeyken, proje, matriks gibi örgütlenme biçimleri de vardır. Kimi
örgütler, amaçlarına uygun tüm faaliyetleri kendi bünyesinde gerçekleştirirken
kimileri de bazı işlerini dışarıdaki örgütlere yaptırmayı tercih edebilmektedir.
Dolayısıyla örgütler arasındaki bu farklılıklar, araştırmacıların ilgi alanlarını da
farklılaştırmaktadır. Yine örgüt araştırmaları, giriş bölümünde belirtildiği üzere,
farklı disiplinlerin ilgi alanına girmiş olması nedeniyle de çeşitlilik göstermektedir:
siyaset bilimciler güç ilişkilerine, sosyologlar, statü ve rol ilişkilerine, iktisatçılar
kaynak dağılımı ve verimliliğe, psikologlar çalışanların motivasyonu ve bireysel
özelliklere, antropologlar ise değerler sistemine yönelmektedir.
Araştırmalarda
kullanılan yöntemler de farklılık göstermektedir; kimileri örgütü bir bütün olarak
16
anlama amacında iken, kimileri örgütlerdeki sorunlara odaklanmaktadır. Analiz
düzeyi açısından örgütsel çalışmalara bakıldığında, çalışanların davranışları
(psikolojik düzey), örgütsel yapının işleyişi ( yapısal düzey), bir bütün olarak
örgütün ele alınması (ekolojik düzey) gibi farklı düzeyler görülmektedir. Son
olarak bir diğer farklılık da örgüt araştırmacılarının kuramsal yaklaşımlarıyla
ilgilidir. Yukarıda ki sınıflamalarda açıklandığı şekilde, araştırmacılar belirli bir
kuramsal yaklaşımı benimseme eğilimi gösterebildiği gibi, farklı kuramsal
yaklaşımların bir bileşimini de araştırmalarında kullanabilmektedir.
Son söz olarak yukarıdaki sorumuzu yinelersek: Ne yapılabilir? Bu farklı
görüşlerin bir araya getirilerek tartışılmasına imkân verecek olan bir dergi
çıkarılması ya da konu ile ilgili kongre, sempozyum gibi uluslar arası bilimsel
toplantılar
düzenlenmesi,
sorunun çözümlenmesi
açısından bir
başlangıç
olabilecektir.
KAYNAKÇA

ASTLEY, W. Graham-Andrew H. Van de Ven
Central
Perspectives and Debates in Organization Theory, Administrative
Science Quarterly, 28 (1983):245-273

BURRELL, Gibson-Gareth Morgan Sociological Paradigms and
Organizational Analysis, Heinemann Educational Books Inc.,
1979.

DEAN, J. Champion the Sociology of Organizations, McGraw Hill
Book Company, 1975.

HANDEL, J.Michael (editor)
The Sociology of Organizations;
Classic, Contemporary and Critical Readings, Sage Publications,
2003.

GRUSKY,
Oscar
–George
A.
Miller
the
Sociology
of
Organizations; Basic Studies, The Free Pres, New York, 1970..

KELEMEN,
Mihaela.
"Paradigm
Incommensurability."
International Encyclopedia of Organization Studies. 2007.
SAGE Publications. 22 May. 2009. <http://www.sageereference.com/organization/Article_n415.html>.
17

KUHN, Thomas Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev: Nilüfer Kuyaş,
Üçüncü Baskı, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1991.

LEBLEBİCİ, Doğan Nadi,
Örgüt Kuramının Temelleri, C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:9, Sayı:1, 111-129, 2008.

MARCH, G.James Handbook of Organizations (editor), Rand Mc
Nally & Company, 1965.

McKinley, William. "Incommensurability." International
Encyclopedia
of
Publications.
Organization
22
Apr.
Studies.
2009.
2007.
SAGE
<http://www.sage-
ereference.com/organization/Article_n221.html>

MORGAN, Gareth
Paradigms, Metaphors and Puzzle Solving in
Organization Theory, Administrative Science Quarterly, 605-622,
1980.

PFEFFER, Jeffrey
Barriers to the Advance of Organizational
Science: Paradigm Development as a Dependent Variable,
Academy of Management Review, Vol: 18, No: 4, 599-620, 1993.

PUGH,
S.Deren-David
J.Hickson
(editors),
Writers
on
Organizations, Sage Publications, Fifth Edition, 1997.

SCHERER, Andreas Georg, and Moritz Patzer. "Paradigms."
International Encyclopedia of Organization Studies. 2007.
SAGE Publications. 22 May. 2009. <http://www.sageereference.com/organization/Article_n416.html>.

SCHERER, Andreas Georg, Introduction to the Special Issue:
Theory
Pluralism
and
Incommensurability
in
Strategic
Management and Organization Theory: A problem in Search of a
Solution, Organization, 1998, Vol: 5, 147-168.

SCHERER, Andreas G. - Horst Steinmann, Some Remarks on the
Problem of Incommensurability in Organizational Studies,
Organization Studies, 1999, 20/3, 519-544.

TEKEL, Suna
Örgüt Kuramları: Fonksiyonalist Yaklaşım
Açısından Örgüt
Kuramlarının Değerlendirilmesi,
Sosyoloji
Derneği Yayınları No:19, Ümit Ofset, Ankara, 2008.

TOSİ, L.Henri
Theories of Organization, Sage Publications,
2009.
18

Benzer belgeler

ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Koşul Bağımlılık

ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Koşul Bağımlılık açısından anlaşılmaya çalışılır. Fonksiyonalist paradigma gibi yorumcu yaklaşımda da sosyal dünyada bir kalıp ve düzen olduğuna ilişkin sayıltı ve inanç vardır. Ancak, yorumcu teorisyen, fonksiyona...

Detaylı

Tam Metin

Tam Metin Örgüt araştırmaları alanında genel olarak iki disiplin görülmektedir: Örgüt teorileri ve örgütsel davranış. Her birinin örgütsel sorunlarla ilişkili olarak kendine özgü bakış açısı, farklı değişken...

Detaylı