Gezi 52 - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

Gezi 52 - Sağlik Ve insan Dergisi
gezelimgörelim
A’DAN Z’YE POLONYA
Dr. Bekran SARSILMAZ
Polonya
hakkında
yazılarıma
Krakow’dan başladım ancak ülke
Krakow’dan çok daha fazlasına sahip. Buraya yaptığım gezilerde, hadi
şurayı da görelim, hadi araba kiralayıp baştan başa kat edelim diyerek
sadece bir senede herhalde ortalama bir Polonyalı’nın tüm hayatında
gördüğünden fazlasını görüp gezmiş oldum. O yüzden kendimi Polonya hakkında atıp tutabilir olarak
görebiliyorum bazen :) Daha önce
internette ve medyada pek yazılıp
çizilmemiş, zaten gezginlerin de
hep es geçtiği bu ülkede gördüğüm
her yeni yer ve adını bile daha önce
duymadığım şehirlere yapılan her
gezi beni herhangi bir klasik Avrupa
turundan çok daha fazla tatmin etti.
Eyfel Kulesi’ni gören 100 milyonuncu kişi olmaktansa arabaya atlayıp
Polonya’nın kuzey sahillerine doğru
yol gezisi yapmak daha eğlenceli kesinlikle. Daha önce de bahsettiğim
gibi Polonya yurtdışı turları arasında
öne çıkan ülkelerden değil ama en
74
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
büyük temennim zamanla bu güzel
ülkenin bilinirliğinin artması ve hak
ettiği değerine de kavuşması.
VARŞOVA
Polonya’nın başkenti, ülkenin siyasal
ve ekonomik alanda kalbinin attığı
şehri. 2. Dünya Savaşı’ndaki bombardımanlar sonucu büyük oranda
yıkıldığı (%85’i yıkılmış ve 1000’e
yakın tarihi önemi olan binadan sadece 64’ü ayakta kalmış) için savaş
sonrası dönemde adeta sıfırdan inşa
edilip 90’lara kadar birbirinin kopyası
çirkin, gri komünist tipte bina bloklarıyla dolan Varşova, Sovyetler’in
düşüşüyle adeta 180 derece dönüş
yaptı ve şehir silüeti günümüzde
gökdelenlerle anılır hale geldi. Ana
tren istasyonunun çevresi şehir
merkezi olarak biliniyor ama bu bölgeyi sembolize eden bir bina var ki,
bence tüm Polonya’nın en görkemli binası. Pałac Kultury i Nauki, yani
Kültür ve Bilim Sarayı’ndan bahsediyorum. New York’taki Empire State
Building’e benzettiğim bina yapıldığında Stalin’e adanmış ancak Rusların gidişiyle hem ismini kaldırmışlar
isminden, hem de içindeki heykelini
yıkmışlar. 1955’te yapımı Polonya
halkına hediye olsun diye tamamen
Sovyet kaynakları ve oradan getirilen
insan gücü ile tamamlanmış toplam
231 metre uzunluğunda, 42 katlı,
3288 odalı bir dev Pałac Kultury. v09
Yapılışından beridir temel olarak kültür sanat etkinliklerinin düzenlendiği
bir yer, 1967’de Rolling Stones buraya gelerek Demir Perde’nin ardında
konser veren ilk rock grubu olmuş.
Şu anda da çeşitli sergilerin düzenlendiği, ofislerin yer aldığı, büyük
bir sinema, iki müze, konser salonu
ve yüzme havuzu barındıran, tepesine çıkılıp şehrin en iyi manzarasının
izlendiği çok amaçlı bir kompleks.
Özel günlerde de akşam olduğunda
şahane aydınlatmalar eşliğinde kutlamaların bir parçası olarak kullanılıyor. Varşova halkının büyük kısmı
Sovyet dönemini hatırlattığı için binadan nefret ediyor. Bina yıkılsın diye
protestolar düzenlenmiş de neyse ki
öyle çılgın bir karar almamışlar. Ancak Pekin, Patyk (çubuk), Pajac (palyaço), Rus pastası gibi takma isimler
koymaktan da geri kalmamışlar. Kısacası oldukça tartışmalı bir bina, ancak
başkente ilk geldiğimde gördüğüm
binaydı ve kolay kolay etkilenmeyen
biri olmama rağmen uzun uzun bakakaldığımı hatırlıyorum bu binanın
gölgesinde.
Varşova’nın asıl güzel tarafı tarihi şehir merkezinin olduğu Plac Zamkowy
(Kale Meydanı). Şehir 1596’dan beridir başkent görevi görmüş, Kraliyet
Yolu da kralın oturduğu sarayla bu
meydandaki Kraliyet Kalesi’ni bağlarmış. Tarihi binaların çoğu yıllar
içinde hummalı bir restorasyon çalışmasından geçerek oldukça renkli
ve dolaşması keyifli bir semtin oluşması sağlandı. Varşova’ya üç sefer
gittim şu ana dek ve her seferinde
tarihi merkezde yürüyüp kendimi
sokaklarında kaybetmeden dönmedim. Tarihi merkezi tepeden izlemek
için 150 basamaklı merdivenden
çıkarak vardığınız taras widokowy
en güzel manzaraya sahip (giriş 5zl3, 5TL). Özellikle güneşli bir günde
günbatımına yakın çıkın ve ulusal
stadyumdan Pałac Kultury’e kadar
360 derece keyfini çıkartın şehrin.
Her büyük Polonya şehri gibi Wisła
(Vistula) Nehri’nin kalbinden geçtiği
Varşova’da özellikle nehir kıyısı dolaşıp dinlenmek için en güzel yerler.
Krakow kadar kültürel zenginliği
olmadığı için Varşova’da çok fazla
zaman geçirmeye gerek yok bence.
En fazla 3 gün yeterli olacaktır. Savaş
tarihine meraklıysanız Varşova Ayak-
lanması Müzesi’ne (Muzeum Powstania Warszawskiego) uğrayın. 1944’te
büyük acılara sahne olan ve Almanlara karşı yapılan ayaklanma hakkında
çok detaylı bilgiler edinebilirsiniz. Kopernik Bilim Merkezi (evet, dünyanın
güneş etrafında döndüğünü söyleyen bilimadamı) ve Mayıs’tan Eylül’e
her akşam belli saatte yapılan ışık
şovlarının büyülediği Park Fontann
çocuklu aileler için birebir. Ucuzluğunun rahatlığıyla istediğiniz yerde yiyin için, kötü restauranta denk gelme
ihtimaliniz düşük. İlerleyen saatlerde
eğlence arıyorsanız seçeneğiniz bol.
Konaklama fiyatları da nitekim çok
uygun, Plac Zamkowy’de kalenin
hemen karşısındaki burjuva evlerinden birinde koca bir daire tutmuştuk
(resimdeki yeşil bina hatta), belki de
şehrin en pahalı yeriydi ama gecelik 230TL verdik. Ama Varşova’nın
Krakow’dan farkı, bir yerden diğerine
giderken hep vasıtaya binmek zorunda olmanız. Büyük bir şehir ve tüm
cazibe noktalarının toplandığı belli
bir bölge yok. O yüzden Krakow’un
bolluğu ve rahatlığını bulamıyorsunuz.
Şehirde ne yapın edin ama Krakow yazımda bahsettiğim Zapiecek
Restaurantları’nın Varşova’daki 8
şubesinden herhangi birine gidip
pierogi yemeden dönmeyin. Onun
dışında milk bar’lardan çok sayıda
bulacaksınız bu şehirde. Genç Var-
şovalılarla kaynaşmak içinse Nowy
Świat Caddesi’nde sıra sıra dizilmiş
isimsiz Speak Easy barlar biçilmiş kaftan.
Nehrin hemen karşısındaki Praga semti, eskiden suç oranının çok
yüksek olduğu bir yerken şu anda
canlanma sürecinde ve şehrin
sanat&eğlence merkezi haline gelmeye doğru adım adım ilerliyor. Eski
Varşova’nın yaşantısının korunduğu,
sokak kültürünün en yoğun hissedildiği bu bölgede eminim ilginç anlar
yaşayacaksınız. Akşamları gençler
buraya adeta akın ediyor.
Mayıs ortasında kutlanan Noc
Muzeów, yani Müze Gecesi’nde tüm
müze ve sergilere giriş gecenin sonuna dek ücretsiz. Hava da güzel olunca, elde dondurma müze müze gezip
oldukça keyifli zaman geçirebilirsiniz.
O döneme denk gelenler kaçırmasın.
TORUŃ
Toruń Biz Varşova’da geçirdiğimiz
birkaç günün ardından araç kiralayıp
kuzeye gitmeye karar vermiştik. Yeni
kullanıma açılan ve daha benzincisinin bile olmadığı A1 otobanı sayesinde, başkentten kuzey sahillerine
varmak en fazla 3-4 saat sürüyor. Ancak yolda dinlenmek isteyenler için
Toruń şehrinde birkaç saat mola verip zencefilli kurabiyelerinden (gingerbread) denemek şart. Tarihi şehir
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
75
merkezinde sayısız dükkan var, özellikle noel zamanı çok popüler olan
bu kurabiyeler Toruń’dan tüm ülkeye
dağıtılıyor. Zencefilli heykeller, oyuncaklar, evler, kısaca hayal gücünüzü
sınırlayan her şeyi bulabilirsiniz.
GDAŃSK
Kuzey Polonya’nın en büyük şehri
olan Gdańsk aynı zamanda büyük turist yoğunluğuna sahip. Yerlisi dışında çoğunluğu komşu Almanya’dan
ve Baltık Denizi’nin ötesinden gelen
turistler özellikle yaz aylarında uzun
plajlarla çevrili sahillere akın ediyor.
Gdańsk’ın güzelliği mimari anlamda tipik kuzey estetiğini Polonya’ya
özgü tarihi motiflerle süslemesinden
geliyor. Gittiğimde noel arifesiydi ve
şehir merkezi özenle işlenmiş birbirinden ilginç evleri ve harika ışıklandırmalarıyla tam Andersen’in masallarından çıkmış gibiydi. Tarihi merkez
çok küçük. Ünlü Długa Sokağı’na
çıktığınızda ilk göreceğiniz görkemli
Neptün Çeşmesi’nin bulunduğu ve
Amsterdam’ı çağrıştıran evlerin sıralandığı Długi Targ Meydanı’ndan ilerleyip Brama Złota, yani Altın Kapı’dan
geçtiğinizde kendinizi Motława
Nehri kıyısında bulacaksınız. g02 Bu
tarafta da pastel renkli, Almanların
uzun yıllar yönettiği dönemden (Almanlar şehre Danzig ismini vermişti)
kalma ahşap tavanlı ve pencereli evler var ancak köprüyü geçince tarihi
şehir de son buluyor. Kanal boyunda
76
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
bir bina var ki, simsiyah boyası ve kanala doğru yaptığı çıkıntı ile hemen
dikkat çekiyor. 15. yüzyılda inşa edilen Żuraw isimli bina esasen tarihte
şehre varan gemilerin yüklerini boşaltmak için kullandığı bir vinç ve
bu tür yapılardan kuzey Avrupa’nın
liman şehirlerinde sık sık rastlanıyor.
Şu anda Ulusal Denizcilik Müzesi’ne
bağlı olarak turistlere hitap ediyor,
5zl verip içine girebiliyorsunuz. Yine
nehir kıyısına demirlemiş, 2. Dünya
Savaşı’ndan kalma SS Sołdek başta
olmak üzere içine girip gezmelik tarihi gemiler var.
Kiliselere meraklı olanlar, burada
aradığını fazlasıyla bulabilir. Şehre
tepeden bakan ve dünyanın tuğladan yapılma en büyük kilisesi olan St.
Mary Bazilikası (Bazylika Mariacka)
başta olmak üzere Oliwa Katedrali
(Oliwa Park), Kraliyet Şapeli (Kaplica
Królewska) gibi birçok güzel yapı var.
Ancak Gdańsk’ın en gezilesi tarafı o
şatafatlı dönemlerden kalma, özellikle ünlü Flaman mimar Abraham van
den Blocke’nin birçoğuna imzasını
attığı binalar. Gotik ve Barok estetiğinin buluştuğu Camdaki Hanımefendi
Evi (Panienka z okienka), eski burjuvazinin ikametgahı Uphagen Evi
(Dom Uphagena), tepesi mitolojik
heykellerle süslü Altın Ev (Złota Kamienica) ve şövalyelerin, tüccarların,
aristokratların buluşma yeri olan Artus Sarayı (Dwór Artusa) bunlardan
sadece bir kaçı. Şehrin tarih kokan
sokaklarında öylesine yürüseniz bile
önemi büyük birçok binaya denk geliyorsunuz, bilgi almak için duvarlardaki plakalara dikkat edin.
Gdańsk’ın arabayla yarım saat kadar
dışında ise 2. Dünya Savaşı sırasında
Polonyalıların en büyük kahramanlıkları anısına dikilen Westerplatte
Anıtı var. 1 Eylül 1939’da işgale gelen
nazilerin kara ve deniz saldırılarına
karşı altı gün boyunca direnmişler
ve sonunda teker teker öldürülene
kadar da yerlerinden ayrılmayıp korumuşlar topraklarını. Arabanız varsa
buraya uğramanızı öneririm.
Gdańsk’ta en az bir gün kalıp gündüzünü ve gecesini ayrı görmelisiniz.
Tarihi şehir merkezi bir iki saatte gezilebilir. Ama her ara sokakta enteresan
sürprizlerle karşılacaksınız, zamanı
unutun ve bu dar sokaklarda amaçsızca yürüyün. Eğer Krakow’da ve
Varşova’da fazla zaman geçirip deniz
ürünlerini özlediyseniz, kanal boyunda şahane restaurantlar var. Bunların
arasında Tawerna Dominikańska hiç
fena değil. Ancak Alman döneminden kalma, “altın su” diye isimlendirdikleri bitkisel likör goldwasser
şehrin resmi içeceği, onu denemeyi
unutmayın. Tadı votkaya benzeyen
içkinin içinde 22 karat altın parçaları
bulunuyor, ismini nereden aldığı malum.
Açıkçası Gdańsk şehri beklediğimden
daha fazla etkileyici bir yer oldu. Şu
anda Krakow’dan sonra Polonya’daki
ikinci favori yerim.
SOPOT
Gdańsk, Gdynia ve Sopot’a topluca
Trójmiasto (Tricity) deniyor, Sopot
38000 kişilik nüfusuyla bu üçlünün
içinde en küçüğü. Ancak kilometrelerce uzanan tertemiz kum plajı,
merkezine kurulmuş Avrupa’nın en
büyük iskelesi ve oldukça eğlenceli
mekanlarıyla Polonya’nın belki de en
ünlü sahil kenti.Kuzeyin sert havası
yılın sınırlı sayıda gününde denize
girmeye izin veriyor ancak güneşin
çıktığı her gün halkın kendini sahile
atıp güneşlenmesi için bir bahane.
Kışın da boş kalmıyor burası, yürüyüş
yapıp denizin dalgaları eşliğinde kafa
dinlemek için birebir. Yüzlerce martının, kuğunun eşliğinde huzurun tanımını tekrar yapıyorsunuz, eminim
emekliliği gelmiş her Polonyalı’nın
hayalidir buraya yerleşmek :)
Sopot’un etrafında tahmin edileceği
gibi çok büyük beş yıldızlı oteller var.
Biz bunların içinde en güzellerinden
biri olan Mera Spa Hotel’de kalmıştık (oda fiyatı 220TL idi). Kışın da
açık olan ısıtmalı açık-kapalı
havuzları ve spa’sı ile otel o
dönemde bile tıklım tıklım
doluydu. Açık büfe kahvaltısı
ise resmen Antalya’daki tüm
işletme sahiplerine ders ola-
rak gösterilmesi gerekiyor. Pek büyük
otel yanlısı biri değilim zaten ama o
öve öve bitirilemeyen güzide otellerimizin, son derece kalitesiz ürünlerle hiç hijyenik olmayan koşullarda
hazırladıkları yemekleri her öğün
tadıcam diye gecesine bayıldığımız
yüzlerce lirayı kesinlikle haketmediklerini şahsen bu tür yurtdışı gezilerimde çok daha iyi anlıyorum. 2016
turizm krizinde büyük yara alan ve almaya devam edecek işletmelerimizin
yerli turiste karşı yıllardır sergiledikleri düşmanca fiyat politikasını gözden
geçirmesi ve hizmet kalitesini artırması için çok güzel bir zaman aslında.
Bunun hakkında söylenecek çok şey
var ama konudan sapmayalım :)
Sopot’un merkezi çok küçük ve gündüz alışveriş yapmak için, gece de
barlarına gitmek için tercih ediliyor.
Yoğun bir genç nüfus var Sopot’ta ve
ülkenin zengin kesmine hitap eden
bir yer olduğu için mekanlar da son
derece lüks. Diğer şehirlerdeki gibi
tarihe yolculuk yapma imkanı bulamayacaksınız belki ama ilginç binalardan nasibini almış. “Yamuk Ev”
olarak geçen ev, Bohaterow Monte
Cassino Sokağı’nda bulunuyor,
farketmemeniz imkansız :) Bunun
dışında ana meydandaki deniz
fenerine çıkıp Sopot iskelesi ve
marina başta olmak üzere çok
güzel bir manzaraya tanık olma
şansına kavuşabilirsiniz.
POZNAŃ
Poznań Wrocław ve Krakow gibi
renkli binalarla çevrili meydanlardan
daha fazla görmek istiyorsanız batıya doğru ilerleyip Poznań’a gidin.
Poznań aslında ülke tarihinin en eski
yerleşim yerlerinden biri olduğu için
birçok kişi tarafından Polonya ulusunun beşiği olarak anılıyor. Stary
Rynek ve çevresinde dolaşıp müzelerine girmek, her saat başı kafa
çarpıştıran keçilerin bulunduğu saat
kulesinin başında beklemek, akşam
da oldukça canlı gece hayatına kendini bırakmak için ideal bir yer burası.
Yurtdışında pek bilinen bir yer olmamasına rağmen, Ryanair ve Wizzair
başta olmak üzere Avrupa’nın birçok
noktasından kolaylıkla ulaşılabiliyor.
Berlin-Moskova tren hattındaki duraklardan biri olduğu için birçok maceracı gezginin aslında Polonya’daki
ilk durağı Poznań. Buradan Berlin’e
geçmesi sadece 3 saat sürüyor ve
20€ ücreti var. İki yere de daha önce
gitmediğim için ikisini birleştirip tur
yapması şart. Bu arada Avrupa’nın
ayakta kalan son buharlı trenine ev
sahipliği yaptığını söylesem daha
fazla ilgisini çeker miyim okuyucularımın ama belirtmeden edemedim.
Poznań Główny Tren İstasyonu’ndan
sabah 8:15’te kalkan bu trene binip
Wielkopolska Ulusal Parkı’na kadar
gitmesi çok keyifliymiş.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
77
CZĘSTOCHOWA
Częstochowa (Çeustohova diye okunuyor) aslında turistlerin pek tercih ettiği bir şehir değil. Ünlü Jasna
Góra Manastırı sayesinde ülkenin
dini merkezi olarak daha çok kutsal
günlerde dindar halkın çevre illerden gelip ziyaret ettiği bir yer görevi
görüyor. Katolik Polonya’da genç ve
yaşlılar büyük oranda aktif olarak kiliseye gidiyorlar (%65). Tüm Avrupa’da
dine bağımlılık her geçen sene düşerken Polonya’da ateizm %8 gibi
düşük bir rakamda kalmış. Aga’nın
memleketi olması dolayısıyla ziyaret ettiğimizde yılın en önemli dini
törenlerinden birine denk gelmiştik,
ülkenin her tarafından binlerce insan
şehre akın edip manastırın bahçesinde toplanmış, şezlonglara yayılıp dini
liderlerinin kendilerini kutsamasını
bekliyordu. Bir müzik festivalini andırıyordu aslında ama tek farkı eğlence
çadırları yerine kürtaj karşıtı propaganda yapıp imza toplayan gençlerin
olduğu tezgahlar ve müzik grupları
yerine dini sembolleri üzerine bastıkları t-shirt’leri satma derdindeki
gençlerdi. İlginç bir yerdi açıkçası,
özellikle manastırın içine gezmek
için girdiğimizde karşılaştığımız kalabalığın ortasında ezilme tehlikesi
atlatıp dünyaca ünlü Siyah Meryem
tablosunu görebildikten sonra (sadece özel günlerde gösteriyorlar) şehri
78
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
izlemek için kulesine çıkmaya koyulduk. Manastırda birçok bina var, eski
hazinelerin sergilendiği müzesiydi
katedraliydi derken saatler geçirilebilir burada.
Częstochowa’nın 12km kadar dışında Olsztyn Kalesi var, kaleden kalan
yıkıntılar desek daha doğru olur aslında. Kalenin bulunduğu tepenin
etrafında çok güzel restaurantlar ve
parklar var, ismini kaleye veren kasaba da oldukça şirin. Arabası olanlar
bu ve benzeri kaleleri görmek için
Kartal Yuvası Yolu denilen ve Krakow
ile Częstochowa arasında toplam 25
kaleyi içeren rotayı takip edebilir.
Bu arada İstanbullu gezginlerin dikkatini çekmiş olabilir, İstanbul’daki
Polonezköy’de de Częstochowa Kilisesi var. Siyah Meryem’i görmek için
buraya da gidebilirsiniz.
WROCŁAW
Wrocław (Breslau) ülkenin en renkli
şehri, vırotslav diye okunuyor. Mecazi
anlamda söylemedim, gerçekten sokaklarına ve binalarına baktığınızda
renklerin her tonunu görebileceksiniz. Özellikle Market Square (Rynek)
etrafındaki tarihi evlerin hepsi tam
kartpostallık, burada elimizde kamera durmadan fotoğraf çekmekle geçti zamanımız.
w03 Rynek’in ortasındaki muhteşem
Belediye Binası (Ratusz), şehrin orta
çağ mirasını yaşatan 600 yıllık John
ve Margaret Evleri (Jaś i Małgosia),
bir mimarlık harikası olan Wrocław
Üniversitesi ve Kraliyet Sarayı (Pałac
Królewski) ilk göze çarpan yerler. Genel olarak da çok şirin bir yer Wrocław,
mesela şehrin çeşitli yerlerine kimisi
gizlenmiş, kimi açıkça sergilenmiş
300 tane cüce heykeli var. İlk olarak
anti-komünist Turuncu Hareketi’nin
sembolü olarak 2001’de şehrin meydanına konulan bir heykelcikle başlanıp zamanla ilgi çekince sürekli yenileri eklenmiş, hepsi de birbirinden
farklı karaktere bürünmüş. Şu anda
internetten ya da telefonunuza uygulama indirip bu heykellerin peşine
düşebiliyorsunuz, birçok turist de aslında sırf bu cüceler için geliyor şehre. Yine ana meydanda heykeller hakkında bilgi veren Cüce Müzesi var. Biz
herhalde toplamda 50 tanesine falan
denk geldik, bazen şehrin dışında
bile hiç beklenmedik yerden cüceler
çıkıyor. İlginç ama turistik olarak bir
şehre marka değeri katmak için sınırsız seçenek olduğunun en güzel
örneklerinden biri.
Wrocław’da görülecekler tarihi merkezle sınırlı değil. Polonya’nın bu 4.
en büyük şehri oldukça büyük bir
alanı kapsıyor ve yer yer tramvaya
binmeniz gerekebilir. Śródmieście’de
bulunan Katedral Adası (Ostrów
Tumski) şehrin ortasındaki Oder
Nehri üzerinde bulunan birbirinden
güzel adacıklara toptan verilen isim.
Adaya girişteki, aşıkların kilitler taktığı Tumski Köprüsü’nden geçtikten
sonra geçmişi 900’lü yıllara kadar
uzanan bu dini binalar kompleksine
varıyorsunuz. Savaş zamanı büyük
yıkıma uğramış ve son yıllarda tamamen yenilenmiş bu bölgenin yıldızı
tabi ki St. John Katedrali. Tepesinde her zamanki gibi mükemmel bir
manzara bekliyor. Katedralin ardından Arnavut kaldırımlı sokaklarında
ilerleyip görkemli malikeneler ve
yemyeşil bahçelerle süslü sokaklarında dolaşmanızı kesinlikle tavsiye
ediyorum.
Şehrin biraz dışında, merkezden 2,
4 ve 10 no’lu tramvaylar ile varabileceğiniz çok güzel bir dinlenme alanı
var: Bir tarafta hayvanat bahçesi bir
tarafta da Japon Bahçeleri (Ogród
Japoński) ile çevrelenmiş Hala Stulecia binası ve önündeki 10, 000 metrekarelik dev süs havuzu. Burası halkın
akın edip, özellikle Nisan’dan Ekim’e
kadar aralıksız düzenlenen ışık ve su
şovlarını hayranlıkla izlediği gerçe-
küstü bir yer. 1913’te yapımı tamamlanan, kubbesi İtalya’daki Pantheon
ile yarışır Hala Stulecia zamanının en
büyük binalarından biriymiş. Şu anda
bile oldukça etkileyici bir izlenim
uyandırıyor insanda, zaten UNESCO
da kültür mirası listesine hemen dahil etmiş.
Yeme-içme konusuna gelince, bu
şehirde seçenek sınırsız. Hayatımda
yediğim en lezzetli bagel’leri birbirinden farklı peynir ve soslarla hazırlayan Central Cafe, tarihi bir Gotik su
kulesi binasının altında konuşlanmış
ve görür görmez insanı şaşkına çeviren Wieża Ciśnień Bistro, kahvaltısı
mükemmel Giselle ya da uzakdoğu
mutfağı arıyorsanız sizi pek memnun
edecek Szajnochy 11. Şaşılacak kadar
çok sayıda birbirinden kaliteli restaurantlara sahip Wroclaw. Moa Burger
de yeni bir şube açtı, aklınızda olsun
:) Akşamın çökmesiyle neon ışıklarla
çevrili, şu an daha çok açık hava sergisi işlevi gören Galeria Neonów’da
oturup birşeyler içmek şart. Graciarnia Pub da içindeki antikalarla
çok ilginç bir yer. Havalar güzelse ve
dışarıda oturup halkla kaynaşabileceğiniz bir sokak arıyorsanız Pasaż
Pokoyhof’da birçok mekan var, yer
bulmak zor olabilir yalnız. Wrocław
aynı zamanda 2016 yılı Avrupa Kültür Başkenti. Eminim uluslararası
bilinirliği bu sayede hızla artacak ve
zamanla kıtanın en gözde turist noktalarından biri haline gelecektir.
ZAKOPANE
Zakopane Polonya’nın güneyinde
Tatra Dağları’nın eteklerindeki Zakopane, yazın doğa gezileri, kışın da
kayak için Polonyalıların bir numaralı tercihi. Gitmedim, ama şu anda
Polonya’da en çok görmek istediğim
yerlerin başında geliyor. Özellikle kış
aylarında gidip kayak keyfi yapmak
şart :) Yazın da büyüleyici dağ manzaları eşliğinde uzun yürüyüşlere
katılabilirsiniz (Slovakya sınırına yakınsanız “denizin gözü” Morskie Oko
Gölü’ne mutlaka uğrayın). “Zakopane
stili mimari” ile inşa edilmiş ahşap
dağ evleri bölgeye kültürel değer katıyor, özellikle Zakopane’nin merkezindeki Krupówki Caddesi etrafında
çok sayıda bulunan bu evleri komple
kiralayıp mükemmel bir kış tatili geçirebilirsiniz. Krakow’dan günde beş
tren gidiyor Zakopane’ye, fiyatı da
25zl (19TL) ve yol üstündeki küçük
kasabaların bir kısmında duruyor.
Ya da 15zl verip otobüslerle 2 saat
gibi kısa sürede direk gidebilirsiniz,
Polonya’da şehirlerarası ulaşım gerçekten sudan ucuz. Zakopane hakkında şu an yazabilecek çok şeyim
yok haliyle ancak deneyimledikten
sonra burayı güncelleyeceğim.
SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016
79

Benzer belgeler