Kürd ile istan - Erol Dündar

Transkript

Kürd ile istan - Erol Dündar
www.freekitap.com
www.epubkitap.com
www.sizolsaydiniz.com
Erol Dündar, 1972 yılında Sivas Koçgiri
Karaibo (Çaypınar) köyünde doğdu.
Siyasi faaliyetlermden dolayı 1991-1996
ve 1998 yıl­
larında tutsak düştü. Son tutsaklığında
müebbet hapis cezasına çarptınldı. Hala
Kandıra 1 No'lu F Tipi Ha­ pishanesi'nde
bulunmaktadır.
Yazarın ilk kitabı olan Uygarlığın
Çöküşü ve Sosya- lizmin Dirilişi, 2000
yılında Bibliotek Yayınları tarafından
yayımlandı. Daha sonra, 2008 yılında
Bel­ ge Yayınları'ndan Dört Mevsim
Bahar adlı şiir kita­
bı; 2011 'de Nasıl Bir Sosyalizm İçin ...
Marksizm
ve Sosyalizm
Üzerine
Eleştirel Notlar çalışması Erol DündarSuat İncedere imzasıyla yayınlandı.
EROLDÜNDAR
KÜRD İLE İSTAN
Gerçeğin efsaneye
Efsanenin gerçeğe dönüştüğü yerde Ütopik bir hayaldi
Mutluluktan geriye kalan. İşte bu yüzden
Eskidikçe anlamlar çoğaltan Kavuşmasalar da
Adları yan yana yazılan
Eski masallardaki aşklar gibi Yan yana yazıyoruz adımızı
Kürd
ile
İstan
BELGE YAYlNLARI: 748
Poetika Dizisi
KÜRD ile iSTAN
© Erol Dündar
Kapak Tasarım 1 Emel Akgül
Sayfa Düzeni 1 Aristan
Birinci Baskı ı Şubat 2013
Baskı ve Cilt 1 Ceylan Matbaa (Ahmet Uçar)
Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi 83- 317-318-319
Topkapı-Zeytinburnu 1 istanbul O (212) 613 1O 79
Sertifika No: 23352
BELGE ULUSLARARASI YAYINCILIK
Cemal Nadir Sokak, Büyük Milas Han No: 121-130 D: 26-28
Cağaloğlu-Fatih 1 istanbul
Tel: O (212) 517 44 53
E-mail: [email protected]
www.belgeyayinlari.com.tr
Sertifika No: 11206
KÜRD ile iSTAN
Erol Dündar
belge
yayınları
Kalbimizin kırsalında yurt toplayanlara ...
İÇİNDEKİLER
KOÇGiRi iSYANI .............................7
ŞEYH SAiD iSYANI....................... 57
ARARAT -AGiRi- iSYANI ............ 103
DERSiM iSYANI .........................153
KOÇGİRİ iSYANI
"Koçgiri* başladı harbe
Ses gitti şarka garbe
Bir ordu asker geldi
Dayanamadılar bu harbe"
Alişer
*
Koçgiri -Qoçgiri, Qoçkiri- Goça gır = Büyük Göç demektir.
I
Maviden başka düş
Aşktan başka renk tanımazken gökyüzü
Alınteriyle sulanırken toprak
Ne sınır ne çit
Bir büyük babçeydi dünya
Çağ şiir çağıydı
Hesaba kitaba vurulmazdı hayat
Şiir gibi
Durmak bilmez bir coşkuydu yaşamak
Metelik yok nitelik çoktu
Ekmek, süt ve hürriyet için
Tartıya teraziye gerek yoktu
Bütün renkler eşit
Bütün sesler özgür
Gece ile gündüz kardeşti
Beyaz düşmanı değildi siyahın
Ölüm ile yaşam
Birbirine yol verirdi
Kafeste kuş
Gözde yaş
Karanfile ağıt, yas yoktu
Pusu kurulmazdı kardelene
Güneş doğmanın
Çiçek solmanın vaktini bilirdi
İlkbahar gecikmez vaktinde gelirdi
Azalmazdı kelebeğin ömrü
Kimse çıkmazdı karıncanın yoluna
Dağlar kin tutmaz
Ovalar kan kusmazdı
Nehirler süt ve bal akar
Vakitsiz ölmezdi insan
Mutsuzluk yasaktı
Daima sevgi kazanırdı
Çizilebilirdi mutluluğun da resmi
Kardeşliği ve özgürlüğü
Baş göz üzerine kutsal saydılar
Kulağına fısıldayıp
Adına "cennet" dediler
Mezopotamya'nın koynuna ektiler
Ekilip başak verdiler
Öğütülüp un oldular
Alınterinden tuz
Gözpınarından ışık
Gönül çeşmesinden sevgi katarak FıratDicle ile yoğruldular
Ateş olup harlandılar
Gökyüzü gibi açılıp tandıra vuruldular
Nar gibi kızarmış
Bir mutluluk oldular
Güller ekmeğin kokusunu kıskanıyordu
Ve tufanlardan kurtulan kuşlar
Gelip tandırın başına konuyordu
Gerçeğin efsaneye
Efsanenin gerçeğe dönüştüğü yerde
Ütopik bir hayaldi
Mutluluktan geriye kalan
İşte bu yüzden
Eskidikçe anlamlar çoğaltan
Kavuşmasalar da
Adları yan yana yazılan
Eski masallardaki aşklar gibi
Yan yana yazıyoruz adımızı
Kürd ile İstan
Bireysel egemenlik
Toplumsal kölelik
Ve sömürgecilik çağında
Çok parçalı
Çok lehçeli
Diyalektik bir aşktır
Kürd ile İstan
Kürd ile İstan
Sarı
Kırmızı
Yeşil dağlar, nehirler arası
Bir gönül yarasıdır
Ve dağları yurt tutan
Bir halkın bağımsız, birleşik, yeminli sevdasıdır
Aşk,
Yüreksiz çağların
En yürekli düşmanı
Ve tüm zamanların
En tehlikeli isyanıdır
Çünkü esaret çağında
Özgürlük için
Dövüşenlerin anadili
Aşkın dilidir
Çünkü resmiyet
Ve teslimiyet çağlarında
Aşk istisnadır
Kaideyi bozar
Kendi tarihini yazar
II
En eski zamanlardan beri
Hurriler diye bilinsek de
Sümerlerden bu yana
Kurti * derler bize, adımız dağlı
Serhıldanlarımızın başlangıcı
Zulmün başlangıcında saklıdır
Ve tarihimizde serhıldan
Özgürlüğün vazgeçilmez ilk şartıdır
İşte bu yüzden
O günden beri
Bir başımız dağda, bir başımız darağacındadır!
Sığmayız esir şehirlere
İnatçı sevdalar taşıyoruz içimizde
Bir derviş sabrıyla
Yeminli sırlar kuşanıyoruz patikalarda
Ve serhıldan çiçeklerine
abıhayat taşıyoruz çıplak yüreklerle
* Kurti, dağ halkı, dağlılar anlamındadır. Kur=dağ, ti eki ise
çoğulu ifade eder. Yıldızlar anası demektir.
Güneşler bacısı
İştar'ın* çocuklan
Devrimci, demirci Kawa'nın çıraklarıyız
Ateşin ve güneşin soynndan
Fırat, Kızılırmak suyundan
Elini
Yüzünü
Yüreğini ışıkla yıkayan
Koçgiri'nin kızları oğullarıyız
Yalan değil doğuştan eşkıya sayılırız
Anamızın sütü insan mayası
Ninnimiz isyan türküsü
Masalımız kanun kaçağıdır
Çeyiz sandığımızda
Sarı, kırmızı, yeşil sevdalar sakladık
Elimizdeki kınayı isyan işareti saydık
Sevinçlerimiz hoyrattı sınırlara sığmadık
Renk renk çiçek
Toprak toprak insan
Diyar diyar isyan sevdik
* İştar, Aryen mitolojisinde aşk ve bereket tanrıçasıdır. Istenk,
Sterk, Star olarak da söylenir. Bütün ifadeler yıldız anlamına gelir.
20. yüzyılın başında
Tepeden tırnağa silahlı uluslar
Ve savaşlar çağında
Zemini çimen yeşili
Ortası güneş motifli bayrağıyla
Kürdistan Teali Cemiyeti, İstanbul' da
Gurbet elde kuruldu
Yankısını ışık yurdu Koçgiri' de buldu
Kalbimizin kuzeyinde
Kızılırmak boylarında derlendik
Ankara' daki Selanikli Sarı Paşa'ya
Haber gönderdik
Anamızın sütü insan mayası
Zulmün olmaz kimseye faydası
Gelin hep birlikte
İlkesi özgürlük
Ülküsü kardeşlik olan
Bir ülke kuralım
Çiçekler çeşit çeşit açsın
Çocuklar özgür ve eşit doğsun!
Ankara'nın yüzü maskeli
Kardeşliği muskalı
Kapamış gözünü
Tıkamış kulağını
Selanikli Sarı Paşa'nın
Aklında Osmanlı-Bizans oyunları
Cebinde şark ıslahat fermanı
Dili zehirden acı
Sözü ölümden ağırdı.
"Yıldızeli'nden
Çamlıbel'inden
Anadilinizden vazgeçin" diyor.
"Dağların şafağından
Ovaların başağından
Gelinlerinizin başına bağladığınız
Sarı, kırmızı, yeşil duvağınızdan
Bir de
Alişer'in başının altından çıkan
Adına özgür Kürdistan dediğiniz
Bu sevdadan vazgeçin!"
1920'nin hemen başında
Mezopotamya'nın dağı, düzü kar altında
Ve Koçgiri'nin ilikleri kurutan ayazında
Rüzgar bahardan
Ve kurtuluştan yana esmektedir
Kangal'ın Yellice bucağında
Hüseyin Abdal Tekkesi'nde
Herkesin eli kalbinin üstünde
Aşk ve inanç üzerine
Bir yeminle Kürdistan'ı sevmişiz diye
İsyanın gönlüne düşmüşüz
Işığın ve başağın kardeşleri der ki;
-Bugün sözünü kurşun eyleyen zalim
Yarın silahını, süngüsünü kuşanacaktır
Öyleyse bu mesele
Tarihimizde de olduğu gibi
Bundan böyle kalbin
Ve kavganın kanunlarıyla konuşacaktır
-Göğe bakan dağların
Denize akan nehirlerin kardeşleri;
Mutluluğun ilkesi özgürlüktür
Öyleyse
Özgürlük özeleştiriyle başlayacak
Sevgi, sadakat ile ölçülecek
Ve ışık ülkesi
Sonuna dek savunulacaktır
Kardeşler!
Ateş çemberinde
Kerbela çöllerinin yalnızlığıyla sınanacak
Pazarlıksız sevmenin sadakatiyle tartılacağız
Zifiri karanlıklarda
inancın ışığıyla ölçüleceğiz
Yenilirsek şayet
Zulmü yiğit ölümlerle karşılayacağız
Haber, kavim kardeşlere ulaştı
Koçgiri, Canbegan, Kurmeşan, Şadan,
Ginnian, Çarkan, Atma, Dırejan, Parçıkan
Ve Dersimli canlar buluşup sözleşti:
- Mademki birlikte çıkacağız
Sarı, kırmızı, yeşil yolculuklara
Elimizi kınalayıp
Koyduk kalbimizin üzerine
Başımız
Gözümüz
Gönlümüz üstüne ant olsun ki
Zifiri karanlıklar çöktüğünde de
Al şafaklar söktüğünde de
Birlikte karşılayacağız
Sazımız
Sözümüz
Özümüz üstüne ant olsun ki
Kanlı kıyametler koptuğunda da
Kızıl güller açtığında da
Birlikte karşılayacağız
Söz söylendi
Sıra yürekte ve bilekte
Dağın ardında şafağın eli tetikte
Mesele zulme karşı
Başı dik durabilmektir
İşte tam da bu vakitlerde
Mahmut Berzenci, Süleymaniye'den
İsmail Simko, Urmiye'den
Serhıldan bayrağını açarak
Koçgiri'ye selam vermektedir.
Zamanı gelince
Gözü tok
Gönlü tok dervişler
Sözün, özünü kuşanıp yola düşerler
Cesaret
Bilgelik ve inançla
Bozmadan karıncanın, kuşun yuvasını
Ürkütmeden uykusundaki tavşanı
Gül dalını kırmadan
Başlatırlar
Serhıldan denilen sevdayı
Devleti, derebeyi
Padişahı, paşası ve maşası
Karşımızdadır.
Açılsın kardeşlik sancağı
Sönsün zulmün ocağı
Kapansın yezitlik çağı
Diyen nice Pir Sultan yoldaşı
Yani kardeş Anadolu'nun
Yiğit Türkmen boyları yanımızdadır
Koçgiri'de aşık ile ışık buluşur
Şiirler dağa çıkar
Yürek ile tüfek buluşur
Türküler silahlanıp düze iner
Kurdun, kuşun hekimi
Dersimli Baytar Nuri
Alişan ile Haydar Koçgiri'nin liderleri
Alişer, halkının beyni, hüneri
Zarife, Kürdistan'ın aklı yüreğidir.
Koçgiri'den Dersim'e mekik dokur
Zalimin zorbanın canına okur
Alişer, halkının ozanıdır
Dilinde şiiri
Döğüşmektir ilkesi
Elinde mavzeri
Taşır yürek gibi
Alişer'in şiiri
Çok parçalı, çok lehçeli
Üç renkli, üç heceli bir yurttur
Ne servet ne şöhret
Ne ün ne şan
Şiiri insan
Şiiri isyan
Şiiri Kürdistan
Sözü gönüldendir
Nabzı eşkıya atar
Patikalardan derlenmiştir
Yola gelmez
Hoyrattır, evcilleşmez
Türküsü yürüktendir
Newroz ateşiyle ısınmıştır
Zulme boyun eğmez
Düşlerini dik yokuşlara sürer
Resmi törenlerde görülmez.
Zarife aşıktır
İnsan özünden
Ceylan gözünden damıtılmıştır
Yüreğinde kandiller yanar
Alnında şafaklar söker
Zarife'nin adını duyunca
İnançsız türkünün yüzü kızarır
İsyansız felsefenin maskesi düşer
Kapanır nazar ve Pazar çağı
Sıcak bir ekmek gibi
Hürriyet kokar dağlar
Kızarmış taze güller gibi
Gürül gürül fışkırır hayat
Zarife Kızılırmak kızı
Kızıldağ'ın yıldızıdır
Onun adını duyunca
Yüksek sesle konuşamaz zulüm
Karanlık köşe bucak kaçar aydınlıktan
Diktatörlük korkar özgürlükten
Zarife'nin olduğu yerde
Baharda, yazda, hazanda
Karda, kışta, kıyamette
Döğüşmeye hazırdır Mezopotamya
Ortaçağın ortasına
Yeniçağın çanağına tüküren
Kanından
Ve karnından Koçgiri'yi çoğaltan
Fırat, Kuruçay, Kızılırmak kadınları
Tek kavime peygamber olana güvenmez
Irkçı kavimlerin kitabına inanmaz
Elini kınalar
Şafağı mayalar
Güneşi dua ile karşılar
Kızıl güle, kızıl güne sevdalanıp
Aşkın diline düşen
Kesk û sor û zer duvaklar taşıyan
Koçgiri, Kürdistan kadınları
Zarife'nin çağrısıyla
Hayata dağlardan bakarak
Mavzerlerini inançla öperek
Toprağın, başağın hakkı için
Kuşanıyor aşkın ve özgürlüğün adaletini
Çekiyor kalbinin pimini
Yabanıl bir çığ
Kırsal bir tufan gibi
Akıyorlar zulmün üstüne
Bundan sonra
İsyan
Direniş
Ve destandır Kürdistan
III
Aynı göğün altında
Acı soğan
Aşkı
Acıyı
Ve aydınlığı paylaştık diye
İki ırmak arasında secde ederek
Sarı, kırmızı, yeşil bir duaya
Amin dedik diye
Katlimize ferman yazmışlar
Havaya, suya, toprağa cemre
Koçgiri 'ye isyan düşmüştü
Baharda el ense çekilmiş
Yaz mevsimine gelinmişti
Zara-Panza köyünden Mısto
Kardeş Türkmen halkıyla sözleşti
Yüreği yandı közleşti
Pir Sultan ile özleşti
1920 Temmuz sıcağında
Koçgiri yiğitlerinin başında
Ferman padişahın, paşanın
Kürdistan bizimdir dedi
Varılıp Çulfaali karakoluna
Altı üstüne getirildi
Sömürgecinin konforu bozulmuş
Yeniçağın makyajı dökülmüştü
Ve Selanikli Sarı Mustafa 'ya haber tez ulaşmıştı
"Zo diyenleri imha ettik
Lo diyenlerin kökünü de ben kazıyacağım" diyen
Tarih denilen mezbahada
Soy kesip soy türeten kasaplardan
Çıktığı her seferden
Padişaha kelle getiren paşalardan
Sakallı Nurettin Paşa
Ve damadı Abdullah Alpdoğan'ı
Bir de
Suçları halkların sayısına eşit
Günahı boyundan büyük Topal Osman'ı
Göreve çağırmışlar
İlk hedefiniz Koçgiri diyerek
Çakalı çıyanı üstümüze salmışlar
Kızılırmak dolana dolana
Bafra'dan Karadeniz' e can katar
Zalimi, zorbası, faşisti, puştu
Çevremizde dolana dolana
Koçgiri'ye zehirini kusar
Ağustos ateşten sıcak
Gölgeler ha yandı ha yanacak
Kuruçay'a cephane taşıyan haramiler
Daha da taşıyacak iken
Poşeye Şadi Hızır gibi yetişir
Yiğitliğin kitabını yazar
İşgalcinin oyununu bozar
Refahiye'de açar Kürd'ün bayrağını
Güneşe su içirir Fırat'tan
Mutludur kırmızı karamuk, kızıl şilan
Yemişler kızarmış sarkıyor dallardan
Ekimin başında ve ortasında
Alişer ve Ovacıklı Mustafa
Kılıçlara keskinlik ve asaleti
Silahlara ahlak ve adaleti öğreten
Nice yoldaşıyla iner Kemah'a
Zalimi yere çalar, başlarlar semaha
Mani'nin soylu güneşi şahittir
Bundan böyle
Herkes kendi safında
Kendi bayrağının altında döğüşecektir
20 Ekim' de Topal Osman çeteleri
Yani devşirilmiş devlet çocukları
Koçgiri'nin kanını içmek
Hayata nefret katmak, utanç biçmek için
Eğin' e cephane taşıyordu
Bunlar ki devşirme kabadayı
Zamanın yeniçeri bozuntuları
Kuruçay -Kamho civarında kesilince yolları
Çetenin benzi beti külrengi
Diz çöküp dökerler gazelleri
Dönüyor mevsim
Dökülüyor kar
Bayrağı ve bağımsızlığı savunan
Canbegan yiğidi canlar
Aralık rüzgarı gibi eserler
Sivas-Kangal-Divriği postasını durdurur
Posta müdürü Ayhanoğlu Mustafa'nın
Hesabını keserler
Ve Sivas-Balya Madeni'nde çalışan
Bin iki yüz Kürt işçi, kırdı zincirlerini
Bileğini vatan için biledi
Emeğini alınterini kurşun eyledi
Ve özgürlük adını verdikleri
Ama uzun zamandır tadını unuttukları
Eski bir dosta merhaba dediler
Geçmişini yitirenlerin
Ve hesabını yarım bırakanların
Tarih henüz yazmamıştır zaferini
Çünkü kendi tarihini unutmakla başlar her yenilgi
16. yüzyılda Pir Sultan'ı astıran
Sivas valisi Hızır Paşa unutulur mu?
Ve 20. Yüzyılın hemen başında
Koçgiri lideri Mustafa'yı zehirleyen
Sivas valisi Deli Reşit'in yaptığı zulüm
Yenilir yutulur mu?
1920 yılının sonunda
Kelle avcısı Osmanlı paşası
Gürcü Deli Raşit bir kez daha
Dikilmiştir Koçgiri davasının karşısına
Dersimli Nuri 'yi attırmıştır zindana
Ama Ankara 'nın üzerinde
Yankılanınca Seyid Rıza'nın gür sesi
Açılır demir kapıların kilidi
Toprak büyük, gökyüzü geniş
Kursağında kalıyor valinin sevinci
Zaman devriliyor 1921 yılı ocak ayına
Karacaviran-Kapıkaya civarında
Sivas jandarma taburu belasını arıyor
Şadan'lı Hüseyin Çavuş 'u karşısında buluyor
Orada bulanık sular durulur
Taburlar kalbur olur
Komutan derdest, erler serbest
Ak kim, kara kim belli olur
Kar çiçekleri güneşe gönül düşürmüş
Mezopotamya baharını müjdeliyor
Miralay Halis altıncı süvari alayıyla
Şubat ortasında Ümraniye üzerine yürüyor
Üç beş adım attı diye
Koçgiri'yi babasının çiftliği sanıyor
Yazı -Hacı bölgesinde
Gökyüzü uykudayken
Yıldızların nöbetini tutan
Sabahları umutla karşılayan Şadanlı Hüseyin
Kızıltepeli Rıfat ve Karamanlı Nuri 'yi
Ve karanlığa secde etmeyen
Ateş çiçeklerini karşısında görünce
Yaptığı zulüm
Yediği haram olan
Özgüdüğümüzün karşısında duran miralay
Önce korkudan pusuyor
Koçgiri'nin iki kurşunuyla
Sonsuza dek susuyor
İmranlı, üç renkli bayrağını, açmış dalgalandırıyor
Bu kavgada
Boyuna, posuna, postalına güvenen
Nicesinin boyunun ölçüsü alınmıştır
Nicesinin diz çöktüğü
Nicesinin topuna, tüfeğine rağmen
Ardına bakmadan tüydüğü görülmüştür
Kar erir, su yürür
Fırat, Kuruçay
Kızılırmak köpürür
Güneş öper toprağın döşünden
Koçgiri'ye cemre düşürür
Her dağın ardından
Her taşın altından isyan çıkar
İşte Mezopotamya'mn şimali
Medya yakmış mart ateşini
Divriği ve Ümraniye' de Alişer, Nuri
Munzur ve İbrahim'le birlikte
Nice kavga neferi tutmuş geçitleri
Kaşlar çatılmış tetiktedir yürekleri
Kemah Terkilo dağları, Erkigan geçidinde
Yüzlerce Dersimli savaşçı
Newroz'un müjdesini veriyor
Çatlıyor tohum
Çatlıyor tomurcuk
Çiçekler renk renk güldükçe
Yeşeriyor orman
Genişliyor mevsim
Sabırsızlanıyor yaz
Hagos dağında Seid Abbas
İliç ve Şeytan köprüsünde Munzur
Koçgiri ordusunun başında
Namlular hesap sorma yarışındadır
Gün dönüyor kurşun dönüyor
Yuvasından bir kuş havalanıyor
Kanadında düş gezdiriyor
Yağmur neşeli bir şarkıya başlıyor
Toprak berekete bağuluyor
Bir çocuk doğuyor
Işıldıyor annesinin gözleri
Ve dilinde özgürlük sözleri
Bağlama dağlarında kanat açmış
Anadilinde türküler söylüyor Filik Ali
Kurmeşanlı Gozel liderleri
Beş yüz kişi hep bir ağızdan yeminli
Tutmuşlar Koçhisar yollarını
Örgütlüyarlar bağımsızlık baharını
Kangal-Divriği hattı
Çelik gibi sert
Toprak kadar mert
Beş yüz yiğitle savunulur
Burayı geçmeye çalışan boşuna yorulur
Çünkü orası toptan
Hüseyin Çavuş'tan sorulur
Işık yurdu burada
Bir adım bile geri atmadan savunulur
Azimet, Taki, Haydar
İşgal edilmiş toprakta sevda
El değmiş dalda yuva kurulamaz
Kürt dağlarına zincir vurulamaz
Diyen yüzlerce savaşçıyla
Boğazviran ve Karataş'taki mevzinin
Sahipleri, şehitleri, gazileriydi
Alişan, Mahmut, Nuri
Ve namluları seher yeliyle yıkanan
Eğilmez, bükülmez Koçgiri neferleri
Ellerinde mavzerleri
Tutmuşlar Tuzlagözü, Çamözü köylerini
Kurşunu sürmüşler namluya
Göğü yere indirmişler aydınlanmış dünya
Yürek sevdasız
Zafer kavgasız olmaz
Yurdumuz pazarlık konusu yapılamaz diyen Mahmut
Kanımızdan kızıl gül yoğurmak
Acımızdan tatlı bal doğurmak üzere
Yüz elli yoldaşıyla birlikte
Kuruyor mevzisini Karaibo Köyü'nde
Kangal cephesinde Ginni, Canbeg
Ve Şahanlar kurdular savunma hattım
Sarı, kırmızı, yeşil
Bir türküdür Koçgiri dağları
Alişan oğlu İzzet ve devrim hamalları
Divriği-Hamo civarında
Esir alırken candarmayı
Menekşeler kuşatmıştır ovaları
"Yemin edenler elmaya
Zülfikar u Martaza'ya
Geriden teller çektiler
Biz uymayız eşkıya ya"
Alişer
IV
Ankara'daki Selanikli
Sarı Paşa anladı ki
Bilek hakkıyla yenihniyor Koçgiri
Osmanlı oyımlannda karar kıldı
Nasihat heyetleri
imha ve inkar ayetleri
Ajaniaştırma faaliyetleriyle
Tav ettiler yüreksizleri
Dava ortaklığına
Söz verip, sözünden dönenler
Koçgiri'yi sırtından vuranlar olur
Dal gibi yiğitler solarken
Dağlar düşerken bir bir
Düşmanın koynuna girenler
Huyundan alanlar
Suyundan içenler de olur
Kim kaderde ayn tutarsa kalbini
Sevinçte ve kederde
Ayrı saflarda bulacaktır kendini
Karanlıkta birlikte saf tutmayan
Şafağı birlikte karşılayamaz
Ve hiçbir omurgasız
Güneşi dik karşılayamaz
"Dıloyaman yaman
Çiya gırtu berfu duman
Mera bışin şahı-merdan
Ew hem derde hemu dermane"
Alişer
Ruhlara yerleşen yalan, yılandan beterdi
Yürekte başlayan talan akrebi bile zehirlerdi
Karda, kışta, kıyamette
iliklerine buz basarak
Taşa gül ekerken Koçgiri
Nasıl da zor gelir
Dostun davadan el çekmesi
Hozat çekmez gayreti
Tuz basar Alişer'in yüreğine
Kureşan ve Balahan karşı saflarda
Bitlisli Aziz, Kangallı Hacı Ağa
Ginnian reisi Murat Paşa
Hepsi de işgalcinin elinde birer maşa
Kaplumbağa yavaş yürür diye
Kalbi de yavaş atar sanma
Bir yokla nabzını
Göreceksin yürekteki umudun hızını
İşte ayaklarında Hedik ve Lakan
Yüzü Koçgiri'ye bakan
Ovacıklı iki bin beş yüz militan
Yüreğini karlı yollara sürüyor
Kurumuş çiçek bunu görünce
Yeniden açıp umuda duruyor
"Ovacığın aşireti
Zapt eyledi memleketi
Geriden yardım gelmedi
Hozat çekmedi gayreti"
Alişer
İnancın inatçı kardelenleri
Pezgavır, Maksudan, Çarpazın
Ve Arslanan'lardan oluşan Ovacık birlikleri
Kuşanmış kardeşliğin erdemini sallıyor Kemah'ı
Ne mevki kalır
Ne makam ne kaymakam
Ne saray kalır
Ne saltanat ne devlet
Hızlanır nabız
Artar cesaret
Zafere türkü yakılır
Kuruçay kaymakamı tutsak alınır
Ümraniye yollarına çıkılır
Ve sürer amansız kavga
Varılır 1921 yılının ilkbaharına
Mart ayında, gelincik zamanında
Mahmut Divriği yöresinde dik durur
Azimet ile Aşki kuzeyde vuruşur
Arapgiri' den Divriği 'ye gelen jandarmanın
Dostan ve Lordan geçidinde
Hesabı görülür
"Kürdistan orduları
Kahrettiler barbarları
Vatan için öleceğiz
İstemeyiz Moğolları
Alişer
Koçgiri der ki,
Eline
Beline
Diline sahip bir efsane,
Bir inanç, bir felsefeyim
Yiğitlerin öldüğü
Kardelenlerin güldüğü yerde
Gözüme tuz
Gönlüme buz basarak
Kaç asır
Elim ayağım nasır
İnancımı bir sır saklayarak
Alnımda güneş gibi taşıyarak
Zulme diz çökmeden
Biat etmeden geldim bu güne
Bundan sonra da böyle biline
Feodal ve ulusal egemenliğinizi
Devşirme çetelerinizi
Nasihat heyetlerinizi alın başınıza çalın
Kanlı postalınızı üstümüzden çekin
Sömürgeciler çoban
Koçgiri koyun değil
Siz efendi
Biz de uşak değiliz
Ağası, paşası
Devleti, derebeyi
Çekilen resti görmüştür
Dağa, taşa asker yığmış
içerden ihanet ağları örmüştür
Koçgiri'nin dili susturulmalı
Gözündeki ışık soldurulmalı
Ocağındaki ateş söndürülmeli, denmiştir
Kangalın köpeği bile
Kurda kuşa yem etmezken koyununu
Şimdi nasıl anlatmalı Ginni reisi
Murat Paşa'nın oyununu?
Yılanlı dağlarında
Kangallı Hacı Ağa ile verilip baş başa
Kanlı tuzaklar kurulmuş kınalı kuzulara
Oysa en eski zamanlardan beri
Yılandan korkmaz Koçgiri
Şahmaran kutsal sayılır
Bolluk bereket onunla anılır
Ve yılanlı dağları ziyaret yeridir
Sultan Melek tepesinde ibadet edilir
Tuzaktır
Kurulmuş bir kere
Onunda işleyecektir saati
Yılancıklı Seid Eziz
Şadanlı Hasan, Hüseyin kardeşler
Derdest edilip düşmana sunulmuştur
Hasan Hüseyin'in dedikleridir:
-Bu kavganın balı var, tuzu var
Kışı var, güzü var
Dikenli gülü
Ateşi külü var
İnsanın özünü hal belledik
Zakkumun zehirini bal eyledik
Darda kalmasın diye Kürdistan
Şafağın huzurunda dar'a geldik
Baş eğıneden darağacına d a gideriz
Kül gider gül geliriz
Halka, hayata, kurtuluşa selam olsun
Alınları yıldız geçidi
Yürekleri tanyeri
Eski bir masalın
Sayfasını çevirir gibi
Sarı
Kırmızı
Yeşil bir destanla
Ve başı dik bir inançla
Şafak sönmeden önce
Geçtiler darağacından
Bitlisli Aziz, Celallı bölgesinde
Davaya fitne fesat taşıyan
İhaneti kaşıyan bir hayındır
Ayağımızın altına döşenmiş bir mayındır
İlk kurşun sesinden korkup kaçan
Sahibinin ayağının altında yatandır
Bir gedik kapanırken
Başka yerden bir yenisi açılır
Kıtlık-kırım kapıya dayanır
Kadın, çocuk iki bin kişi
Başlarında Haydar, hedefi Dersim' dir
Gel gör ki kuzu dediğin kurt
Kardeş dediğin puşt olmuştur
Çayırlı, Tercan yöresinde
Karataş, Koşmusat önlerinde
Kureşen reisi Kör Paşo
Ve Fırat köprülerini tutan Balahan reisleri
Ellerinde silahlar
Kendi kavimine doğrultmuşlar
İki bin yaşlı, hasta, kadın ve çocuk
Adım atsalar vurulacaklar
Haydar'ın boynu bükülür, yere tükürür
Elbet bu düşkünlüğün de hesabı görülür
Solan gülün
Batan güneşin
Sönen ateşin acısıyla
Ölümlü pusulardan geçilerek
Döndüler Koçgiri dağlarına
Yurt sürdüler yaralarına
V
Mart, nisan, mayıs 'ta
Döğüşüldü bahar tadında
Kurmeşan lideri Gozel
Koçgiri dağlarının yeli
Bahar yağmurunun seli
İnancın eli, beli, dilidir
Daldaki kiraz çiçeklerini gördükten
Nisan çiğdemlerini öptükten sonra
Yumduysa gözlerini
Şimdi ölü mü denir ona?
Sağ yanına mavzer
Sol yanına düş koyan
Kızılırmak'tan öte yana
Sarı, kırmızı, yeşil sevdalar koyan
Yıldızlardan ışık yontan Koçgiri kadınları
Ölümsüz bir destanın
Ölümü bölüşmüş nakışlarıydı
Sadık anasının ak sütü
Azimet çoban ateşinin alevidir
Bahri Pir Sultan öğüdü
Sabit eline, beline, diline Alevidir
Koçgirili Beko zerrede alemi görendir
Ve daha nice halk önderi
Bağımsızlık neferi
Mezopotamya'nın kalbinde almıştır yerini
Yüreğindeki sesi dinleyen herkes
Tanır nabzındaki isyan, ateşini
Bin yılların zulmüne karşı
Berfinler açtığında başkaldıran
Kızılırmak, Fırat boylarında bayrak açan
Nabzının attığı her yerde bağımsızlığı haykıran
Başı dik mevsimlerin ve halkların
Söylenmiş türküsüdür Koçgiri
1921 yazı, haziranda
Kangal, Kuruçay, Hafik ve Zara'da
Ekmeğin, toprağın, yüreğin hakkını savunmuş
Yeminli bir sevdadır
Suşehri, Refahiye, Divriği ve Kemah'ta
Ahlaklı acılar çekerek
Namuslu sevinçlerin diyetini ödeyerek
Güller açtığında yenilmiştir
Her şey göze alınarak başlanmış
Yenilse de inanarak savaşmıştır
imha ve inkarın dayatıldığı
Bu eşitsiz, ahlaksız
Ve kuralsız savaşta
Bireysel ve toplumsal
Katliamlardan geçilmiştir
Bir halk kurşuna dizilmiş
Bir ülke ateşe verilmiştir
Kan ve kül altında
Karartılmış gündüzlerden
Esir gecelerden geçilmiştir
Ceylan bakışlı
Güvercin gülüşlü
Oğulların, kızların kanına girilmiş
Eşikte yaşlıların
Beşikte bebeklerin canına kıyılmıştır
Kuşlar yıldızlar vurulmuş
Kelebekten ömür çalınmıştır
Ormanlar, harmanlar ateşe verilmiş
Evler, türküler, yürekler yakılmıştır
Işıksız ve kanatsız kalmış gökyüzü
Büyüdükçe büyümüş karanlık
Ulusal acılar çoğaltmışız
Koçgiri'de düşen can
Sel gibi akan kan yanında
Okyanusta
Bir damla sayılırdı Kerbela!
Döğüşene yiğitlik kadar
Vakti geldiğinde ölmesini bilmek de yakışır
Acısını sabırla yaşamak
Bayrağını onurla taşımak da
Eğilip öpüyoruz
Kalbimizin kırsalında yurt toplayan
Ölülerimizin alnından
Ve yarasından
Biraz kan alıp işaretparmağımıza
Sürüyoruz alnımızın ortasına
Yasını tutuyoruz
Birlikte yola çıkan
Ve sırt sırta döğüşen kardeşlerimizin
Çoğunun
, Belki de hiçbir zaman
Bilinmeyecek nerde
Ne zaman
Nasıl vurulduklan
Ve belki de olmayacak bir mezarları
Ama isyan
Ve destanla anılan
Yükü ağır bir tarihtir adları
Aranırsa bulunur
Anlaşılır anlamları
VI
Krallar
Şahlar
Padişahlar
Ezel ile ebed arasına
Kanlı pusular kurdular
Kendilerini kavim-i Necip
Bizi de katli vacip saydılar
Suyu balıklara
Göğü kuşlara dar ettiler
Hayata zehir
Türkülere kan kattılar
Ekmeğimizde, aşımızda haram
Huyumuzda, suyumuzda yılan
Aklımızda, başımızda şeytan aradılar
Saçımızda bit
Boynumuzda günah
Koynumuzda suç aradılar
Gönlümüzdeki karanfili yoldular
Neden kırmızı açtığını sordular
Rengimizi isyana teşvik
İnancımızı ömür boyu isyankar saydılar
Göçebe takvimler kuşandık
Dağ, taş izimizi sürdüler
Uçan kuşa adresimizi sordular
Kuş sustu...
Göğün kanadını kırdılar
Nice ölümler
Nice zulümler gördük
Kurşundan ağır yaralar
Darağacında fidanlar gördük
Daha gün doğmadan
Yeniden doğacağımızdan korktular
Ölü ya da diri
Başımıza ödül koydular
Nereye göçersek göçelim
Tenimiz sürgün
Uykularımız göçebe olsa da
Rüyalarımız yerleşik kalmış kendi yurduna
Ama
Eğer uğrunda döğüşenler varsa
Rüyalar da gerçeğe dönüşür
Masallar da yazılır yeniden
ŞEYH SAiD iSYANI
I
Adem ile Havva Ana
Cennet yurdu Mezopotamya'da
Van yaylalarında yaşardı
Mutluluk yitirildiği günden beri
Herkes inanç ve ibadetle
Biraz masal içinde
Biraz hayal düş peşinde
Kendi cennetini arıyor hala
Hazreti İbrahim
Çadırını Urfa'da kurdu
Zulme karşı ateşler içinde
Özgürlüğü savundu
O günden sonra
Tüm cihanda
Nemrutlar nefret ve utançla anıldı
Zerdüşt düşünceye, söze
Eyleme doğruluk verdi
Aklını şaşırmış
Kalbi yoldan çıkmış halklara
Hayatlara
Ve aşka ahlak kattı
Mardinli Mani
Halkların kardeşliğine
İnançların birliğini savunmanın
Barışı vazetmenin bedelini
Derisi yüzülürken ödedi
Işık yurdu
Ne isyandan vazgeçti
Ne yolundan döndü
Zerdüşt böyle buyurdu:
"Bu yol
Bolışıklı olan
Bir yoldan geçmektedir
Akıllılık ve doğruluk
Bu yolun hedefidir
Temiz düşünce ve ruh
Bu yolun işaretidir...
Kurallar sevgi tarafından
Kontrol altında tutulmalıdır
Gelecek günün şafağı
Gecenin gölgesini kovacaktır
Şimdi
Ve sonra
Mutluluk bizim de payımız olacaktır"
Koçgiri 'nin kanı soğumadan
Sarılmadan ağır yarası
Dinmeden derin sancısı
Kemalizm'in mihenk taşı
Faşizmin köşe taşları
Kürdistan' ın kesilen başına
Kanlı gözyaşına basarak döşenmeye başlandı
Zulüm çok güçlüyken
Karanlık en koyusundan yaşanırken
Başkaldırmak delilik sayılır kimi yerde
Ve macera denilir belki de
Ama kalbi
Unutulmamış destanların koynunda sabahlayan
Nabzı eskitilmemiş isyanlarla atan
Hangi halk kendini sakınabilir ki aşktan
Evet, bu bir maceradır
Yola çıkarken
Dönüp ardına bakmadan
Kelle koltukta yaşayan
Ölümün üzerine yürürken
Gözünü kırpmayan
Bir halkın macerasıdır
II
Gün olur devran döner
Ateş söner
Dağılır sis duman, savrulur kül
Ağıtlar diner
Hüzünler eskimeye başlar
Yaralara düş sürülür
Yenilgiler mazide kalır
Her şey bitti denilen yerde
Yarım kalan macerayı tamamlamak
Yeniden başlatmak için hayatı
Su nasıl yürürse dallara
Kan nasıl yürürse damarda
Öylece girilir savaş meydanına
Yıl 1923 Temmuz sıcağında
Erzurum-Hınıs bucağında
Çiçeklerin yüzü renk verdi
Yürek yüreğe denk geldi
Önderimiz Cibranlı Halit'le
Sevinçler tazelendi
Umutlar yeşerdi
Söz öze erişince kuruldu AZADİ!
Cennet vatan Mezopotamya
Küllerinden yeniden doğdu
İsyanın ve ihtilalin ışığında
Özgürlüğü savundu
Tefeci bezirgan saltanatı
Haberdar olunca Azadi'nin hayalinden
Aklı oynar yerinden
Gözüne k a n ve kin dolar
Zulmü düşürmez dilinden
1924 sonbaharında
Henüz düşleri için
Döğüşmeye başlamadan daha
Cibranlı Halit, Bitlisli Yusuf Ziya
Ve nicesi tutsaktır zindanlarda
Ama dağlar dik tutar başını
Vadiler siper eder göğsünü
Nehirler yürek diretir
Gözler barikat başında
Yıldızlar örgütlenip tutmuşlar nöbeti
Aşk geçit vermiyor zalime
Bir uzun hava
İle yarılıyor gece
Öyleyse vakit geliyor
Şafak sökmek üzere
1925 yılı zemheri ayında
Şeyh Sait altmış yaşında
Ak pak sakalına
Yurt kokulu, kızıl kınayı yakmıştır
Dili Kurdi
Dini imanı AZADi*
Doğasının rengi
Sarı,kırmızı,yeşildir
Kişneyen beyaz atın üzerindeki
Deringözlü
Güleryüzlü
Yaşlı Kürt Şeyhinin sözleri
Piran' dan dağa düze doğru yankılanmıştır
-Ey kader ortakları!
Serhıldan ne hesaba sığar ne kalıba
Kitap biziz, hitap bizdedir
Uzun uzadıya durup düşünmek
Cesaretimizi köreltir
Zamansız başlangıçlar da
Uykumuzu daraltır
Ama zamanında başlayanına da
Pek rastlanmamıştır
*
Özgürlük.
Mem biziz, yürek bizdedir
Zin biziz, gönül bizdedir
İntifada başladı mı bir kez
Sonuna kadar gidilmelidir
Aklı yitik
Vicdanı bitik Cumhuriyet'in
Gözü perdeli
Gönlü mühürlü haramileri
Karakışta üstümüze vardılar
Yurdumuza kor ateşler saldılar
Cibranlı Halit, Yusuf Ziya ve daha
Nice dava ortağımız tutsak
Her yanımız sisli, puslu
Kanlı bir tuzak
Zaferimiz uzak
Yolumuz uzundur
Ama başka çaresi yoksa
Döğüşmek de boynumuzun borcudur
Berfinler uzatıp başını
Bir yaprak kımıldarsa ansızın
Bir yıldız, birdenbire yarınca geceyi
Yuvarlanınca bir taş yamaçlardan
Başlamış sayılır isyan denilen heyecan
Artık zamansız
Zorunlu
Ve karla karışık
Bir başlangıçtır serhıldan
Hedefimiz bağımsız Kürdistan
Zulmün gölgesi mezramızın ışığını kesmeden
Üzerimize çökmeden sömürge karanlığı
Kara, kışa güneş ekelim
Bahar, yaz biçelim
Kaderimizin meşalesini yakalım
Kaderimizin çaresine bakalım
Aylardan şubat
Diyarbekir Mezopotamya'nın başkentidir
Piran serhıldanların başlangıç yeridir
Piran pirlerin yurdu
Başlarında Şeyh Sait
İsyancılar binleri buldu
Avucunun içinde buğday yeşerten
Duasını şafağın alnına yerleştiren
Kimi yaya kimi atlı
Kiminin ayağında çarık
Kiminin ayağı çıplak
Oraklı, tırpanlı rençberler
Ve taşlı sopalı
Kamalı, kılıçlı ameleler
Eski tüfeklerle donanmış halk ordusu
Ateşten sıcak yürekleri
Alınları açık, kaşları çatık
Gözleri keskin bıçak
Önlerinde kesk u sor u zer bayrakları
Sökmüştür özgürlük şafağı
III
Ovuştura ovuştura ellerini
Ayaklarını yere vura vura
Kar eriten kızgın soluklarıyla
Sarı, kırmızı, yeşil bir çığ oldular
Kesildi telefon
Telgraf telleri
Bahar bayramı namluya sürmüş
Üç yüz elli Kürdistan mücahidi
Dinlemeden kar, fırtına, tipiyi
İlerledi Piran'dan Genç' e doğru
Diyarbekir cephesinde Şeyh Said
Melekanlı Şeyh Abdullah, Muş cephesinde
Çabakçur cephesinde Şeyh Şerif...
Yani okuduğu duayı hayrayoran
Kuran'ı şahit gösterip
Kıyam buyuran Kürdistan Şeyhleri
Yüzünü güneşle yıkar
Orucunu ateşle açar
Silahını da tesbihi kadar
Huzurla çekmesini bilir
Umudu isyanla birleştirir
Kurşunu zulmün göğsüne yerleştirirler
Erzurum'dan Urfa'ya doğru
Her yer savaş meydanı
Bingöl dağlarıyla
Şerafettin dağlarının ortasında kalan
Köy, kasaba, ova yangın alanı
Ve Genç, Hani, Palu
Göğüs göğse döğüşülen mahşer yeriydi
Serhıldana sırtını dönenler
Davanın ardında ecnebi
İngiliz, Fransız parmağı aradılar
Bir de karanlığa teslim olmamış yıldızlar
Yaprağını hiç dökmemiş ağaçlar vardır
Bir de gözümüzün içine bakan
Kalbimizden geçeni okuyan
Soframıza bağdaş kurup
Düşümüze ortak olanlar vardır
İşte onlardan bir yiğit
Çerkez Halit der ki
-Sütünü içtiğim koyunun kuzusu
Gülünü kokladığım bağın goncası için
Kapı komşunuz
Düş ortağınız olarak yanınızdayım
Fırat'tan su içmiş
Dicle' den abdest almış
Toprağı öperek namaz kılmış
Yerden göğe dek
Haklıyı, haksızı ayırmış Hamit Ağa
Hacı Hüsnü ve Şevket Efendi önderliğinde
Yiğit Türk halkı
Ergani yöresinde ayağa kalktı
Haddini bilmeze karşı
İsyanı farz bildi
-Çektiğimiz kahır
Gösterdiğimiz sabır yeter
Komşu biziz, kül bizdedir
Kardeş biziz, gül bizdedir
Beş vakit namaz gibi
Beş vakit savaşmayı helal saydılar
Kazılan kardeşlik siperinde
Şahadeti kutsal bildiler
Kürdistan için sıvadılar kollarını
Seçtiler yollarını
Namluya kurşun sürdüler
Diktatörlüğe karşı döğüştüler
Şubat'ın her günü her saati
AZADi'nin kalbine sığmayan kalbi
İçi ateş dolu
Bir dağ gibi
Gümbür gümbür yanıyor
Çünkü
Kawa gibi cesur
Selahaddin kadar inançlı
Mem u Zin kadar gönülden
Bir sevdayla bağlıdır yurduna
1925 Şubat'ı bitmeden
Palu, Hani, Genç, Piran
Ve Lice' de kurulmuştur halkın iradesi
Silvan, Siverek, Maden ve Ergani'de
Sağlanmıştır serhıldanın adaleti
Genç, halk iktidarının
Geçici başkenti
Hasan Fehmi halkın
Seçilmiş Vali'si
Kaldırılır aşar
vergisi
İşte budur mazlumların beklentisi
Budur isyanın ilkesi
Ve AZADi devriminin ilk dersi
Yiğit dediğin
Serhıldanın sesini, soluğunu duyar da
Muş zindanında durur mu?
Yüreği kafesini yırtarken
Başını yastığa koyarak uyur mu?
Berazi aşiretinden Alican
Hemide Heci, Seyidxane Seydo
Zulmün koynundan
Özgürlüğün anahtarını çekip aldılar
Göğün genişliğini
Toprağın kokusunu doya doya yaşamak için
Serhıldanın yolunu yol eylediler
Seyidxan Muş 'ta gerilla derliyor
Zirkanlı Kerem, Göksun'da ihtilal yapıyor
Malazgirt ve Bulanık'ta
Hesenanlı Halit ile Ferzende varsa
Her yer aydınlık
Her şey yolundadır orda
Bulanık sular durulur
Dalgalanır mazlumların sancağı
Tek tek düşer zorbalığın kaleleri
Kimi ölü, kimi esir
Kaçmıştır gerisi
Azılı milliyetçi egemenliğin
Ve ulusal diktatörlüğün amirleri
Aşka amin diyenleri
Kurtuluşa yemin içenleri
Vurun demişler
Toprak buram buram hayat kokusu
Gelincikler pırıl pırıl yar gülüşü
Ve gökyüzü bir çocuk yüzü kadar güzel iken
İlkbaharın ilk günü asılır mı insan
Milli aşiretinin dört liderini
Darağacına götürmekle biter mi isyan
Bu gözdağından korkar mı
Her yanı dağ olan Kürdistan
Esmekten vazgeçer mi rüzgar
Ayçiçeği güneşe uzanmaktan
Kuşlar kanat açmaktan cayarmı
Kan, kin, kibirdir diktatörlüklerin künyesi
Yüzünü maskeler
Derisini yeniler
Rengini değiştirir
Ama değiştiremez huyunu
Daima kötülükten beslenir
Allaha beddua ile seslenir
İşte martın dördü
Takrir-i Sükun kanunu ile
Bir kez daha göründü
Çağdaş ulusların gerçek yüzü
Kalbimiz doğduğumuz yerde attığı
Mutluluktan payımıza
Mezopotamya düştüğü için
Toprağa ana dedik
Bereketini kutsal saydık
İçine gömülüp saygı duyduk
Acıyı dert bildik
Sevgiyi yurt tuttuk
Nerede ne zaman
Eli koynunda hüzünler görsek
Eski bir dost saydık
Yaşlı göze yürek serdik
Şirin söze dağlar deldik
Firari sevdalarla sırt sırta verip
Gönül hakkı için döğüştük
Mart ayında
Toprağı, suyu, çiçeği mülk
İnsanı, sürü mal
Kendisini de malik sayandan
Esaretin ve hasretin
Hesabını sormak için efendilere beddua ettik
Bağımsızlığa amenna dedik
İsyanı mazlum halkların ibadeti bildik
Kuşatıp Diyarbekir kalesini
Üç cepheden Dehak ile savaştık
IV
Ot bitmez yerde çayırlar yeşertmek
Yaprak kımıldamaz zamanlarda fırtınalar estirmek
Nehirleri denizle buluşturmak
Dağı dağa kavuşturmak
Kardeşi kardeşle barıştırıp
Birleştirmektir her devrimin dini imanı
İşte Şeyh Şerif
Elaziz'i Azadi'ye katmış
Zafer coşkusuyla çıkmış Malatya yoluna
Dersim' e sarı, kırmızı, yeşil
Kutsal bir selam
Yeminli bir umut göndermiştir
Önümüzün yaz
Yaktimizin az olduğunu bilen Şeyh Sait
Yoldaşlarına dönerek giriyor söze;
-Diyarbekir kalesi serhıldanımızın şahdamarı
Kavgamızın aslı astarı
Zafere giden yolun anahtarıdır
Diyarbekir alınamazsa
Kozadaki kelebeğin hayali
Daldaki tomurcuğıın
Çöldeki çiçeğin hakkı
Mezradaki çocuğun aşkı tehlikededir
Bebeğin ninnisi
Dengbej 'in dili
Gündüzlerin düşü
Gecelerin rüyası tehlikededir
Hakkari'nin ters halayı
Muş ovasının ters lalesi
Misk u Amber kokusu
Van kedisinin mavi, sarı bakışı
Göğün yedi rengi, gülün yaprağı
Yarin kaşı, gözü, kirpiği
Yani demem o ki, Mezopotamya'nın
Güzü, kışı, baharı, yazı
Yani güneşin ışığı
Yani ışığın yurdu
Üzerinde yaşayan her canlı tehlikededir
Mardin, Urfa, Botan'ın gözleri üzerimizdedir
Diyarbekir'i alırsak serhıldanın kabesidir !
Huri, Guti, Kasit Mittani
Sünni, Alevi, Ezidi
Kurmanci, Dımıli gücünü birleştirdi
Mart boyunca ay ışığında, gün ışığında
Amansızca sürdürüldü kavga
Medya-Mezopotamya-Kürdistan
Uğruna ölümüne çarpışılan sevda pınarıydı
Surlarda gedikler açılmış
Bayrağın burçlara dikilmesine ramak kalmıştı
Diyarbekir mart yağmuru
Ve Azadi şehitlerinin kanıyla yıkanmıştı
Provakatörler, şal şapık kuşanmış
Kişkırtıyor halkı
Ajanı, işbirlikçisi karışıp saflara
Bulandırıyor serhıldanı
Kardeş bildiğimiz girmiş sıraya
Teslimiyet telleri yığıyor Ankara'ya
Oysa annelerimizin dizinde
Duyduğumuz ninniler kardeşti
Dengbej dilinden dinlediğimiz
Öyküler de gözyaşımız ortaktı
Kavgaları
Uslanmaz dağlarda isyanla başlayan
Sevdaları
Başları kesilerek, köy köy dolaştırılan
Davaları
Darağaçlarında destanla sonuçlanan
İsyanları yenilmiş
Şafakları çalınmış
Şarkıları yarım kalmış
Aşiret çocuklarıydı
Yaraları ağır
Acıları derin
Ayrılıkları ve yalnızlıkları uzun
Gecesi gündüzü birbirine erişmeyen
Öyküsü yaralı sömürge çocuklarıydık
Aynı Tanrıya inanırdık
El bastığımız kitap
Dinlediğimiz hitap
Amin dediğimiz dua
Ayet aynıydı
Aynı yaraları taşımaktan dolayı
Tanırdık birbirimizi, aynı acılardan
Aynı sevinçlerdi paylaştıklarımız
Şimdi kavganın finalinde
Bu ayrılık gayrılık niye
Bazı Diyarbekir Siverek aşiretleri
Biz Azadi'ye uymayız
Devlete isyan etmeyiz dediler .
Esareti ve ihaneti mübah
Serhıldanı günah saydılar
Zalime secde ederek
Kardeş kanına girmek için
Cehalet gömleğini giyerek
Silahlanıp dikildiler Azadi'nin karşısına
Toprak damlarda yan yana uzanarak
Birlikte yıldızları sayarak büyüdüğümüz
Sesi aynı pınarların tadı
Kahkahası aynı nehirlerde durulanmış
Aynı ağacın gölgesinde yürek dinlendirilmiş
Mardin-Cizre-Nusaybin aşiretlerinin çoğu
Bu zor, bu kor ateş günlerde
Yalanı hakikat sayan
Talanı nimet
Haramı ganimet bilen
Kanlı Kemalizm' e bağlılık sundular
Yalnızdık
Yaralıydık
Yalnızca inançlı ve inatçı
Halk devrimlerine inandık
Top ve mitralyöz ateşi altında
Kahramanca savaşıldı Diyarbekir surlarında
Şehitlerini yüreğine gömerek
Acılarını erteleyerek başka zamanlara
Ağıtlarını dişlerinin arasına kilitleyerek
Azadi yoldaşları
Belki de bir yenilgiye doğru
Çekildiler geriye, Genç' e doğru
Mart ortası
Efil efil esiyor serin bir yel
Newroz'lar uç vermiş
Ters laleler selamlamış güneşi
Bahar bayram kokuyor Muş ovası
Alevi-Sünni
Kurmanc-Dımıli
İnancı ve umuduyla döğüşüyor Medya
Varto kurtulmuş kurtların pençesinden
Bayrağını göğe asmış
Sıradaki hedef Muş
Ama kardeş yarası
Sevincimize yine kan doğramış
Üç renkli umut açılırken Varto'da
Yiğitlikte ve yoldaşlıkta
Alevi Abdalan'lardan üstünü yoktur
Fakat Varto, Kiği, Hınıs üçgeninde
Halkının kalbine basarak
İnançtan ve isyandan dönenlerde olmuştur
Lolan ve Hormek gibi
Bayrağımıza kurşun sıkanlar
Murat köprüsünde
Leylak dağında
Elini, belini, dilini
Kirletenler de çıkmıştır
Koynunda serhıldan emziren
Sevdayı ve kavgayı paylaşarak
Çocukların gözyaşları için
Gökyüzüyle döğüşen Kürt kadınlarından ikisi
Ferzende'nin anası, eşi
İki can, vatan yoldaşı
Biri dövülmüş .demirin közü
Biri işlenmiş çeliğin suyu
Kürdistan kırlarının ters lalesi
Bilirler ki, Murat suyu
Fırat'a kavuşmadan ermez muradına
Ve duydular ki nisan ayında
Haramiler Murat kıyısında
Azadi savaşçılarına kurmuş tuzağı
Geçit vermez
Asiye Ana
Gelin Besra
Ters yönden gelerek
Ordulara ders vererek
Girdiler saldırı hattına
Azadi, çıkmıştır ablukadan
Ermiştir muradına
Yer gök selam durmuştur
İki yiğit kadına
Berfinler, gelinciklere emanet ederken zamanı
Göçmen kuşlar baharı
Devralıp getirmiştir kanadında Nisan'ı
Hani, Genç, Palu ve Çabakçur'da
Güneş kovalıyor gölgeyi
Gece gündüze çıkmak
Bahar yaza erişmek
Azadi zafere kavuşmak için yarışırken
Serhıldan kuşatılıyor dört bir yandan
Kalbini korkuya esir veren
Kemiriyor kavgayı
Öğütüyor haklı davayı
Kalleş savaşların elleri
Acıya benzin döküp çakıyor kibriti
Yanıyor köy kasaba
Toprakta karınca
Yuvasında yavru kuş yanıyor
Bir ülkenin baharı bayramı kanıyor
Utanıyor gökyüzü
Hani ve Piran arasında
Son bir çabayla
Direniyor Şeyh Abdurrahim
Şeyh Şemsettin, kuşanmış Zaloğlu kuvvetini
Savunuyor Silvan'ı
12 Nisan' da esir düşünce Darahini
O vakit bahar yitiriyor bereketini
V
Doğanın sesi ve yedi rengi
Selamlarken başkaldıranların coğrafyasını
Sarı, kırmızı, yeşil bir yurt için
Düşünenler
Düş kuranlar!
Yani Azadi'nin akıl gönül kardeşleri
Seid Abdülkadir, oğlu ve yoldaşları
12 Nisan 1925 yılında
Tutsak edildi İstanbul' da
Bu macera
Tepeden tırnağa
Yiğitlikten örülmüştür
Bu macerada nicelerinin
Ardına bakmadan tüydüğü görülmüştür
Kavganın en çetin en zor
Sevdanın en sancılı
En kor vaktinde
İnanç, yiğitlik sınanır
Işığa bakmaktan korkup karanlığa saklanan
Bulanık sularda kahramanlık taslayan
Kalbini mühürleyip zalime yaslanan
Mutkili Hacı Musa
Bir hiç uğruna
Sattı yoldaşlarını celladına
Mazlum halkın ordusunu terk etti
Karşımıza geçti
Muş-Bulanık yakınlarında
Binbaşı Kasım derler adına
Fikri de zikri de bulanık
Vartolu bir kapıkuludur
İçimize sızmış işgalci koludur
Hısım iken
Hasım olan Şeyh Said'in bacanağı
Yılan gibi dolanıp sarıyor isyanın bacağını
Söndürüyor Azadi'nin ocağını
Mezopotamya'da köpekler bile
Zalimi kokusunda tanır, zulme havlardı
Emanete ihanet edenden
Karıncalar bile utanırdı
Bahar utanır
Söz utanır
Saz utanırdı
Murat suyu üzerinde
Seyda köprüsünde
1925 yılı Nisan'ın on beşinde
Oynadığı oyunun son perdesinde
Bir kez bile utanmadı Kasım
Şeyh Said ile Azadi direnişçilerini
Tuzağa düşürüp
Sundu sömürge ordusuna
Erdi muradına
Koynunda serhıldan besleyen şehirlere
Güvenen beş adam
Karanlıkta yolunu kaybetmeyen nehirlere
İnanan beş adam
Yenilse bile umudunu yitirmeyen devrimlere
Sevdalı beş adam
Beşi de öleceğini bilerek
Onurunu ve cesaretini bileyerek
Hazırlandılar son kavgaya
Gözleri gökyüzünün kardeşi
Elleri toprağın dostu beş adam
Mele Abdurrahim, Ali Rıza
Yusuf Ziya ve Faik Bey' i
Art arda dizdiler kurşuna
Acısına acı katarak
İzlettiler beşinci adama
Beşinci adam
Cibranlı Halit, Azadi'nın lideri
Gözünü kırpmadan, dizleri titremeden
Göğsünü gere gere
Yoldaşlarının cesaretini gururla izledi
Ve kan akarken yarasından
Huzurla kapadı gözlerini
Tarih 15 Nisan 1915'ti
Hayat ağacından koparılan
Beş adamın cesedindeki kurşunlar
Gökteki yıldızlardan daha çoktu
23 Temmuz 1923 tarihinde
İsviçre 'nin Lozan kentinde
Kürdistan'ı bölüp parçalayan
Sınırlan çizen ellerde
Tapusunu imzalayarak
İşbirlikçilerine veren parmaklardan biri Fransız
Diğeri İngiliz emperyalizmine aittir
Azadi
Halkın ayrı düşmüş kaderini birleştirmek
Buluşturmak için parçalarını
Göğe kaldırınca isyan bayrağını
Fransızlar tuttular Suriye sınırını
Açtılar Bağdat demiryolunu
O yoldan üstümüze
Yürüttüler otuz beş bin kişilik sömürge ordusunu
İngiliz emperyalizmi
Barzani 'nin yardıma gelmesini
Engellemek için Irak sınırına mevzilendi
Ve Alman eğitimli
İşbirlikçi Kemalizm' in hava kuvvetleri
Alman gaz bombalarıyla
Gökten ölüm yağdınp
Elbirliğiyle katlettiler bizi
Düşman dediğin
Daima biliyor duracağı yeri
Ama ya dost bildiğin
Onlar da her zaman mazlumun yanında alır mı yerini?
İşte kanlı emperyalizmin eli
Kolu
Demiryolu
İşte katil ecnebinin parmağı
Uçağı
Kimyasal gazı
İşte tepeden tırnağa
Ezilen Kürdistan'ın karşısında
Emperyalizmin ana gövdesi dururken
Ey ulusların kendi kaderini belirlemesini
Ve kardeşliğini savunan dostlar
Hala Azadi'nin ardında
Ecnebi parmağı aramanın manası nedir?
Mazlum halkın yarasını sarmak varken
Kanadı kırık kuşları yalnız bırakarak
Avcıya yem etmenin faydası kime?
Bilcümle ecnebi emperyalizmi
İttihat ve Terakki Cumhuriyeti
Ajanı, muhbiri, işbirlikçisi
Azadi'nin karşısında kol kola girdi
Ve 23 Mayıs 1925'te
Kürdistan'ı yargılayan Şark İstiklal Mahkemesi
Aldığı emri yerine getirdi
27 Mayıs şafak sökmeden
Said Abdülkadir ve altı yoldaşı
"Kürdistan üzerine düş kurmaktan dolayı"
Diyarbekir Ulu Cami önünde
Asılacaktı gün yüzü gösterilmeden
Sordular esirlere son sözlerini
Said "önce beni asın
Oğlumu gözümün önünde asmayın" dedi
Acıyı tattırmak, zevkle izletmek için
Said'in gözleri önünde
Önce oğlu Muhammed'i astılar
Dost değildik elbette
Hazırdık yenilginin diyetini de ödemeye
Acı olan ölüm değil
Ama bize dert olan
Mert bir düşmana
Sahip olmamaktı ölürken bile
Ağaç biziz, gölge bizdedir
Şehirlerimizin ve şehitlerimizin
Mezarlarımızın ve mezralarımızın
Üzerinde zulmün gölgesine razı olmadık
Genç, Hani, Palu'da
Fakir fukaranın duasını aldık
Azadi ile halkın elini kınalayıp
Ülkemizin şafağını mayaladık
Sırtımızı dağlara yaslayıp
Savaştık, ışık yurdu için
Doğunun dört mevsimi
Kar çiçekleri, kır çiçekleri
Akarsuları, asi rüzgarları
Ve mazlum halkları şahidimizdir
Kimsenin ekmeğinde, aşında
Bir karış toprağında
Taşında gözümüz yoktu
Kara kışta, sarı sıcağı
Kara yaşta baharı, bayramı
Kör karanlıkta, al aydınlık zamanları gördük
Evet, yenildik belki
Ama kim söyleyebilir ki
Düşlerimize sırt çevirdiğimizi
Gülün dikenini
Aşk eylediğimizi
Kim inkar edebilir ki?
28 Haziran'da
Diyarbekir'de Şark İstiklal Mahkemesi
Henüz açıklamamışken kararını
Dağkapı ile Mardinkapı arasında
Yan yana
Aynı boyda
Çoktan kurulmuştu kırk yedi sehpa
Ve seyirciler için
Tribünler inşa edildikten sonra
Şark İstiklal Mahkemesinin savcısı
Yiğide teslim eder, yiğidin hakkını
"Şeyh Said İsyanı
Sakin bir kış gününde
Dağların tepesinden kopup gelen
Çığ yuvarlandıkça
Cüssesi büyüyüp, ağırlığı artan
Ve kütlesi büyüdükçe hızı çoğalan
Korkunç bir çığ
Önüne geleni ezip geçen
Sosyal, siyasal bir afet olmuştur"
Ve kırk yedi idam kararı onaylanmıştır
VI
Savaşarak yenilenler yeraltında
Eski çağların mirasını taşıyan
Yosun tutan, küfkokan zindanlarda
Hiç kimse ile görüştürülmeden
Ölüm vaktini beklediler
Bileklerinden zincirlenmişti
Ayakları elleri
Bu yüzden birbiriyle
Kucaklaşamayacaktı hiçbiri
KIRK YEDİLER
Başından sonuna
Dağdan, darağacına kadar yoldaştı
Birbirine boynunu dolayarak helalleşti
Ve bir el bile sıkışamadan vedalaştılar
Vakit gelince
KIRK YEDiLER
Sıraya dizilip
Söylediler son sözlerini:
-Şark Islahat Planı
Şark İstiklal Mahkemesi
Takrir-i Sükun Kanunu
Hepsi de emperyalizmle kol kola giren
İttihat ve Terakki faşizminin
Kürdistan'a kefen biçme oyunuydu
Zalim ulusların elinde
Yurdumuz esir
Halkımız Hazreti Yusuf gibi
Atılmışsa derin bir kuyuya
Kim inanır
Zalim ile mazlumun kardeş olduğuna
Barış dedik, savaş açtılar
Kanımıza, ayakbastılar
Eşitlik dedik, başımızı astılar
Acımıza, gülerek baktılar
Gayrı bilinsin!
Artık kardeş değil dağlarımız
Denk değil acılarımızın terazisi
Hangi buyruk, dağlardan daha büyük
Hangi ferman, vadilerden daha derindir
Hangi Fatih, aşktan daha cesur
Hangi imparatorluk, denizden daha engindir
Mesele Mezopotamya olduğunda
Günahsız bir devlet var mıdır Ortadoğu da
Eğer sorulursa künyemiz
Dağlar ve darağaçları işte aynamız
İnat bizde, isyan bizdedir
Biz baharı namluya sürdükten sonra
Kim durdurabilir çiçeğin açmasını
Kim engel olabilir yağmurun yağmasını
Toprağın kokmasına kim!
Kavganın kanunudur bu
Berfinler bahara
Baharlar yaza değmeden
Zulüm diz çöküp baş eğmeden
Hiçbir zafer
Zafer sayılmaz henüz
Elbette çınarın gölgesinden dal
Dalından yapraklar yitirilecektir
Çünkü döğüşenlerin tabiatında
Yaprak dökmek de bir yaşama biçimidir
Yeniden açmak şartıyla
Söndürıneyelim kalbirnizin ışıklarını
Derleyelim yanılgılarımızı, yenilgilerimizi
Ne sahipsiz
Ne de hesapsız kalmasın acılarımız
İnanç ve düş sürelim yaralarımıza
Damla biziz, derya bizdedir
Zerre biziz, alem bizde gizlidir
"Oğlumun
Darağacında çırpınışını görmeyeyim
Önce beni asın" dedi
Hanili Mustafa
İpi en önce Mustafa'nın oğlu
Mahmud'un boynuna geçirdiler
Babasına izletip keyif çatmayı
Büyük bir marifet saydılar
Ve 29 Haziran 1925'te
Gün ışığa kavuşmadan
Dağlar
Ve sular uykudayken daha
Bir halk
Bir mazlum ülke
KIRKYEDİ kere çıkarıldı darağacına
KIRKYEDİ kez asıldı Mezopotamya
Durdu KIRKYEDİ yürek
Kurudu KIRKYEDİ ırmak
Soldu KIRKYEDİ bahar dalı
Sarı, kırmızı, yeşil
Bir ülkedir adları
Yurdumuz
Alnımızdaki ak yazımız
Gönlümüzdeki derin sancımız
Nabzımızda taşıdığımız sevincimiz
En sıcak yazımız
En soğuk kışımız
Bakışımıza işlenmiş ilkbaharımız
Bulutlanan sonbaharımız
Kilime dokuduğumuz nakışımızdır
Ve yurdumuzda
Doğumun bir vakti vardır
Ölümün bir vakti
Nicedir vakitsizdir ayrılıklar
Nehir ile dağ
Güneş ile yıldız
Hayat ile ölüm
Arasında bir yerde
Bir karanfil yanığıdır vedalar
Ama şu da iyi bilinsin ki
Yurdumuzda açılan bayraklar
Zalimin bıçağı
Boynumuza dayandığı için değil
Özgürlüğü boyun borcu bildiğimizden
Ve bir yemin gibi gönülden
Sevdiğimizdendir o renkleri
Sedasına kuşlar konmuş
En eski isyanları
Karanfil gülüşlü masalları anlattılar
Kardelen dirençli destanları hatırlattılar
Bahar kokulu türküler söylediler bize
Ve uzun ömürlü öyküler
Bırakarak gittiler
Haziran'ın yirmi dokuzu
Artık bundan sonra
Güneşin alev alev yanarken
İliklerine dek üşüdüğü
Bir güz günüdür
Işık yurdunda
Ve açıyor koynunu Mezopotamya
Azadi çınarının döktüğü
İsyan tohumlarını
Bağrına basıyor
Bugünden sonra
Devlet törenleri
Devlet terörü sayılacaktır Medya' da
Ve şafak söker sökmez
Güllere su taşımak için
Hazırlanılacaktır yeni serhıldanlara
ARARAT- AGiRi- iSYANI
I
Işık yurdu
Dörde bölünmüş bir ulu yurt
Etrafını sarmış çakal,k u r t
İran, Turan, Irak, Suriye
Mezopotamya'yı açıp sömürüye
Halkı katıp sürüye
Diriyi ölüye
Bülbülü dilsize çevirdiler
Şafağı namluya sürdük
Açıldı gözlerimiz
Uyandık kör uykulardan
Anladık güllerin neden gülmediğini
Vazgeçtik sessiz sevmelerden
Çözüldü mutluluğun dili
Güneşin şarkısını haykıra haykıra
Çıktık körkuyulardan aydınlıklara
Kırkyediler'in başı toprağa değmeden
Binlerce şehidin, kanlı naaşı soğumadan
Ölülerimizin son sözleri
Uğul uğul dolaşırken güneş yurdunda
Ve gözlerindeki fer nehirlerin üzerinde
Akşam güneşi gibi ışıldarken hala
Bir ülke düşündü
Bir halk düş kurdu
Günahı mazlumlara
Sevabı zalimlere yazılan ilk tufanda
Terk edildi şehirler
1926 yılında
Ararat'da Bıro, Mardin'de Haco
Hakkari' de Beytüşşebab yiğitleri
Dersim'de Koçan aşireti isyan eyledi
Mazlumlar dağlara
Kuşlar masallara
Aşk kendi yurduna geri döndü
Azadi'nin uzağında
Hatta karşısında duran Bıra İbrahim
Kürdistan' ı darağacında
Faşizmin kapısında, bacasında
Kendini avcının tuzağında görünce
Uyandı gaflet uykusundan
1926 yılının ilk ayları
Kışın sonu, bir şafak vakti
Omuzlar tüfeğini
Çapraz takar fişekliğini
Özeleştiri meşalesini yakar
Ararat yoluna çıkar
Devralır umudun nöbetini
Körükler çoban ateşini
Ve Kurmanci türküler eşliğinde
Başlatır yarını kalmış bir öyküyü
Taşır yere düşen savaşçının bayrağını
Sarmaya başlar halkın yarasını
5 Ekim 1927 tarihinde
Lübnan'ın Bihamdun kasabasında
Kürdistan'ın eli kolu
Gözü kulağı
Beyni yüreği
Yani serhıldanın örgütlenmiş öncü gücü
Mirceladet Bedirhan'ı
Başkan seçer HOYBUN* kongresi
Din, inanç, mezhep ayrımı yapmadan
Aşiret farkı gözetmeden
Herkesi birleşmeye
Ve bağımsızlık için mücadeleye çağırdı
(Xoybun), Bağımsızlık, kendi olma -özgürlük, özgür olmaanlamlarını içerir.
*
-Ey Dicle, Fırat oğulları kızları
Tarih biziz, masal bizdedir
Gerçek biziz, hayal bizdedir
Artık hiç kimse
Aldanmasın ilk yağmurda
Çiçeklerini döken yalancı baharlara
Toprak biziz, kök bizdedir
Tohum biziz, çiçek bizdedir
Zamanın eskitemediği sözleri taşıyan
Karanlığa karşı savaşan
Kendi sabahlarını yaratanlar bizdedir
Güvenmeyin
Yüzünü her yöne dönen
Sırtını herkese çeviren rüzgarlara
Çünkü ardınızdan itince güçlü
Yüzünüze vurunca suçlu gösterirler sizi
Unutmayın
Uçurtmayı gökte tutan
Rüzgar değil elinizdeki iptir
Kurtuluşu başka yerlerde aramak
Köksüz bir garipliktir
Bu yüzden köylerimiz harap, bitap
Şehirlerirniz, ağır yaralı ve tutsak
Kendi yurdumuzda eşkıya sayılımışız
Şehitlerimizi anmak bile suç ve yasaktır
Zerdüşt'ün ışığı ve doğruluğu
Kawa'nın çekici ve örsü
Zaloğlu 'nun kılıcı, kuvveti bizdedir
Mutluluğun bir reçetesi varsa eğer
Özgür yaşamak için
Birleşrnek ve savaşmaktır
Dava bizim, devran bizim
Serhıldan bizimdir
Bitlisli İhsan Nuri
1925 yılında Hakkari cephesinde
Azadi serhıldanının kader kardeşiydi
Hain pusularda
Kanlı tuzaklarda
Süngü uçlarında
Ve idam sehpalarında
Yenilgiyle sonuçlansa da isyan
Davasını ve kavgasını terk etmedi İhsan
Bunun üzerine
Beşikteki bebenin ümidi
Ulusal kurtuluşun Kabesi
Halkın derlenmiş gücü HOYBUN
Kalem,
Güneş
Hançer
Ve buğday başağı bayrağıyla
İhsan Nuri'yi
Ulusal kurtuluş ordusunun lideri olarak
Halkın ve ülkenin
Sorumluluğunu omuzlarına yükleyerek
Ararat' a gönderdi
Ararat ulu
Zirvesi daima karlı
Başı dört mevsim sisli
Bulutlu bir dağdır
O dağda nicesinin gözü vardır
Ama cesareti az gönlü dardır
O dağın yamaçlarında
Nicedir serhıldan çadırları kurulur
Yiğit kadınlar
Çocuklarını oçadırlarda doğurur
Omuzlara mavzer
Yıldızlara salıncak asılır
Güneşten uçurtma yapılır
Ararat ya da Agiri derler adına
Hamuru yiğitlikle karılmıştır
Baş eğmez korur onurunu
Kendine sığınana açar koynunu
Sürdürür töresini
Teslim etmez ruhunu
Burada yiğitler
Terini kılıçla silerler
Tufanlara göğüs gerer
Yaralarına ateş sürerler
Karanlığın içinde bir ateş
Kızıl bir ışık
Ararat' a yaklaştık
Işığın ve ateşin içinde insanı gördük
İnsanın içine baktık
İsyanı gördük
Topraktaki tohumun
Daldaki tomurcuğun
Sökecek şafağın nöbetini tutan
Yiğitlikte söylenecek sözü
Yürekte harlanacak közü
Ve özgürlükte gözü olan
Hoybun üniforması giyen savaşçılar gördük
Bu ne çıkmaz sokaklarda
Ağız dalaşıdır
Ne kuytu köşelerde
Gölge savaşıdır
Bu tepeden tırnağa
Uluorta özgürlükte karar kılmış
Kırlarda umudunu namluya sürmüş
Sevdasını kurşun eylemiş
Bir halkın zulme meydan okumasıdır
II
1926'da başlayan serhıldan
Uçaklarla gökten
Tank, top, tüfekle yerden saldıran
Yine de başarısız olan Romi orduları
Sermayenin ve silahların efendileri
Kirli oyunlara, kurnaz tezgahlara başvurdular
-Hem özgür
Hem eşit
Hem de kardeşiz
Kız alıp kız vermişiz
İşte et ile
Tırnak gibi birleşmişiz, diyenler
Dağların yamaçlarında
Yaşayanları batıya sürelim
Suyunu keselim, balıkları ezelim
Ararat'ı yalnızlaştırıp
Derisiniyüzelim
Bundan sonra adına "Ağrı" diyelim
Kürdün kalbine
Derin bir "Ağrı" saplayalım dediler
Henüz kavgamn daha başlarında
1926'dan sonra
1928'den önceydi
Hey kardeşler!
Hey dostlar, komşular hey!
Bu kısacık zaman aralığında
Nice nice zulümler geldi
Kürt
İle
İstan'ın başına
Kış ortası zemheri ayında
Dağlar buz tutmuş
Sıcaklık sıfırın altında
Yollar karla kaplanmış
Toprak nefessiz kalmıştı
Serhat dolaylarında
Ararat diyarında
Serhıldana ekmek ve yürek veren
Yüz binlerce Kürt köylüsü
Kuşundan, kuzusundan
Ocağından, bucağından
Sevdalandığı yarinden
Bağlandığı yurdundan kovulur
Zulmün, zorbalığın dipçiği altında
Sürgün yollarındadır
Nicesi kılıç, kırbaç altında inleyerek
Nicesi süngü ucunda kanayarak
Kan içinde
Kar üstünde, soğuktan titreyerek solmuş
Kırmızı beyaz bir ölüm olmuştur
Ve faşist namluların gölgesinde
Nice canın ırzına el uzatılmıştır
Ana göğsündeki sütün donduğu
Çocuk ölümlerine kurtların indiği zamandı
Birçoğundan
Asla haber alınamayacaktı bir daha
Ne öldüğü duyulacak
Ne yaşadığı anlaşılacaktı
Nicesi vardığı sürgün ellerde
Gülüşü günah
Öksürüğü ayıp
Dili yasak sayılacaktı
Mırıldandığı şarkı
Çaldığı ıslık bastırılacak
Çektiği hüzün
Döktüğü gözyaşları için suçlanacaktı
Esir kamplarında
Ve kapatıldığı sürgün gettolarında
Yurtsuzlaştınlmış halkların kaderini paylaşarak
Doğduğu topraklara dönmenin hayaliyle yaşayarak
Özlemlerini kanata kanata solacak
Gözleri açık bir veda olacaklardı
Geri dönenlerin anlattıkları
Ancak Dengbej 'in yüreğine, diline sığardı
Yüz binlerden her biri
Parçalanmış bir ülkenin
Kan ve kar altında kalmış
Kayıp öyküsüydü
1927 yılında Lice'de
Ve Hani'nin kuzeyinde
Murat ırmağının güneyinde
Batısında Kulp 'un
Doğusunda Palu'nun
Azadi serhıldanından beri
Dağlara sırtını dayarnış iki bin kişi
Söndürmüyor savaş meşalesini
Bir serhıldandan bir serhıldana
Taşıyıp kavgayı selamlıyorlar Hoybun'u
Önderleri Aliye Unis
Zerikli Selim ve Şeyh Abdurrahman
Garzan'da da yakılmış ateş
Başlatılmış serhıldan
Ezidi, Sünni cümle alem ayaktadır
Kürdistan ve orda
Güzelliği dillere destan
Kürt kızı Rındexan
Eli kirli, emeli kirli düşmana
Yaralı ve tutsak düşmüştür
Rındexan Malahadi köprüsünden
Bırakır kendini hırçın suların koynuna
Ölüme varır zalime varmaz
Bunu anlatmayana Dengbej denilmez
Yazmayan tarih namuslu
Dizmeyen şiir soylu sayılmaz
Modern zamanların beslemesi
Burjuva saltanatının kibirli
Kılık kıyafet devrimcileri
Kafalarını şalvarımıza
Sarığımıza
Çarığımıza takımışlar
Kadının saçındaki örgüye
Başındaki tülbende bakmış
"Feodal" diye kestirip atmışlar
Günahkar mutluluklarla sevinen
Haram ekmekle karnını doyuran
Modern zamanın sahipleri
Alimleri, aydınları
Amirleri, memurları
Kravat, papyon, pantolon kuşanan
Kılık, kıyafet ihtilaliyle yenilenen
Şapka İnkılabı'yla maskelenen faşizmlerin
Sömürgeci fetihlerini hak görmüşler
Kıtlık, kırımilra göz yummuş
Kanlı soygunları mubah saymışlar
Serhıldanımızı da yenilgiye yazılı
Feodal bir günah
Beyhude bir çaba görmüşler
Oysa 1926'dan beri
Mirceladet Bedirhan, Seyit Resul
Mele Berzenci, Şeyh Abdurrahman
Ve nicesi sarığı, çarığı, şalvarıyla
Nasırlı el
Bükülen bel
Susturulan anadil
Soldurulan güzel gül için
Dağ başında, halk savaşındadır
Ve kadınları Mezopotamya'nın
Başında yazması
Saçında kınası
Yüzünde yeşil dövmesi
Burnunda hızmasıyla
Besra, Asiye
Yaşar Hatun, Dilber ve Zeyno'lar
Yani Serhad'ın kız kardeşleri
Ararat-Agiri'nin can yoldaşlan
Yüreklerindeki sevdayı mavzer yapmış
Dağlarda Kürdistan'ın nöbetini tutmaktadır
III
Yakılıyor kızıl ateş
Sürülüyor ocağa ham demir
Veriliyor su, dövülüyor örste
Güneşin kızları
Ateşin oğulları
Bilekleri çelik sertliği
Yürekleri kılıç keskinliği
Gözleri ışık hızı
Ve sevdaların sınandığı
Efsanelerin yazıldığı yerde
Ararat yamaçlarında
Çakılıyor kutsal kurtuluşun kıvılcımı
Kuruluyor kavga
Su duruluyor
Güneş uykusundan uyanıyor
Açılıyor halkın bayrağı
Dost kim Düşman k i m biliniyor
Ürküyor uluyan kurt
Kendi gölgesinden çekiniyor çakal
Kendi sesinden korkuyor sırtlan
Ve 1927 kışında
Yaşanan büyük çarpışmada
Zafer Ararat'ın defterine yazılıyor
Yenilgi zehir gibi
Acı bir ders olup
İşgalcinin belleğine kazınıyor
1928 Ocağın son günü
Bitlis geçidi, delikli taşta
Sürüyor kavga üç gün, üç gece
Kar altındaki toprak
Gurur duyuyor cesur çocuklanyla
Ve rüzgar öpüyor
Kış gününde terleyen oğullarının
Kızlarının alnından
Çatlıyor tohum
Çatlıyor toprak
Berfın'ler sığınıyor kabına
Kaldınp başını söylüyor zafer şarkısını
Düşler yeşeriyor
Ufkumuz genişliyor
Çatlıyor düşman
Ve başkaldıran
Direnen, döğüşen halklardır
Hayatı güzelleştiren
Dört Şubat geldiğinde
Zulmün soy ortağı
Emperyalizmin kan kardeşi
İşbirlikçi Kemalizm'in ordusu karada mağlup
Uçaklanyla bombalar savurup
Havadan üstümüze varmakta
Ararat semalarında
O uçaklardan ikisi
İki kurşunla yenik düşüyor yerçekimi kanununa
İsyanımız gönüldendir, sevene yakışır
Aklını fikrini devrimle bozmuş
Gönlünü asi dağlara kaptırmış
İsyanımız kırlardan derlenmiştir
Berfin, Beybun, Kekik
Kan ter, toprak ve yoksulluk kokar
Kelebek düşleri kurar
Uzun hava çeker
Köy düğünlerinde govend'e durur
İsyanımız, çocukluğunda dağa
Gençliğinde darağacına
Yediden yetmişe
Faili meçhule gider
Her yaşta zindana düşer
Ama asla gecikmez
Daima vaktinde yakar Newroz ateşini
Mart ayının sonu
Hızlanmış Fırat'ın nabzı
Terlemiş Dicle 'nin yüreği
Beyazıd' da apaydınlık iki gün
Kapkaranlık iki gece süren
Amansız kavganın galibi
Yine sarı
Yine kırmızı
Yine yeşil bayraklı halktı
IV
Mademki
Gizlisi saklısı olmadan
Başladık hayatımızın parçalarını toplamaya
O zaman neden Pepuk kuşu olduğumuzu
Kendimizi neden dağdan dağa
Daldan dala vurduğumuzu da anlatalım
Yirminci yüzyılın başında
Aklımızın şaştığı
Dostu düşmanı karıştırdığı 1915 yılı
Hamidiye Alayları'na yazılıp
Elimizi vicdanımızdan çektiğimiz zamanlardı
Kutsal ayetler ardına gizlenip
Zalimin yanına adımızı yazdırdığımız günlerdi
Bu başıboş
Bu nahoş vakitlerde
Biri Ermeni
Biri Asuri
İki kenger için
Kanattık iki kavim
Komşumuzu
İnsan idik
Kuşa döndük
Turabidin'den Ararat'a dek ölüm
Dicle'den Aras'a kadar zulüm olduk
Başı göğe değen
Dağlar kadar günahkar
Ayağı denizlere değen
Ovalar kadar suçluyduk
Karacayı kan kokusundan usandırmış
Karıncayı ölüm korkusundan utandırmıştık
İşte on üç yıl sonra
Kırdığımız yüreklerden
Kanattığımız gönüllerden özür dileyerek
Serhat boylarında kardeşlik serhildanındayız
İşte ulu Ararat'da başkaldırdık zulme
Yinede başımız eğik
Diz üstünde
Secde ediyoruz acılarımızın karşısında
Ama açıktır kalbimiz yeni başlangıçlara
İlle de savunulacaksa Kuran
Sure
Ve ayet
Biz çoktan seçtik safımızı
"kahrolsun zalim toplum"*
"zalimler asla kurtuluşa varamaz"* * diyerek
Açtık sancağımızı
*
Hud suresi 44. Ayet
** Enam suresi 135. Ayet
1928 sonbaharının birinci ayı
Serhat'ta kardeş türküleri kurşun eyledik
Kırdık hasretin ve esaretin paslı kilidini
Kaldırdık göğe barışın kadehini
Toprağın, bayrağın kurtuluşunu
Güllerin ve gönüllerin eşitliğini şart koştuk
İki güneş zamanı
İki ay aydınlığında
Dikildik diktatörlüğün karşısına
Colemerg elimizde özgür
Beyazıd valisi elimizde esir
Ülke bizim isyan bizim
Gün gelir valiler de ölür
Bu ülke bizim
Ortak vatan Mezopotamya'da
Serhat'ın çıkılmaz, inilmez dağlannda
Kardeş halkların kurtuluş birliği Hoybun
ARARAT CUMHURİYETİ'ni ilan ediyor
"Körler görüyor
Kötürümler yürüyor
Cüzamlılar temizleniyor
Sağırlar duyuyor
Ölüler diriliyor
Ve yoksullar müjdeyi duyuyor"*
*
Matta-bap ll,4-6
V
Mezopotamya'nın
Mir, Mele, Şeyh ve Said'ler
Din iman, mezhep alimleri
Aşiret ve kavim kardeşleri
Serhıldan liderlerimizdi
Abraham Paşa ile Zilan Bey
Ararat serinliğinde, Zilan'ın derinliğinde
Karanfil kokulu türkülerle
Girdiler kardeşlik siperine
Genç ve yaşı gönüllerde
Dilden dile dolaşan
Yiğit bir efsaneydi, Hesenan'lı Seyithan
Mehmet ve Nadir kardeşler
Dağlardan da büyük cesaretleriyle
İhanet zincirini yere çaldılar
Çağ açıp, çağ kapattılar
Sipkanlı Halis, Zirkanlı Kerem
Tahir'e Asaf ve nice halkkahramanı
Medya güneşi altında aldı yerini
Sövene karşı dilsiz
Dövene karşı elsiz değiliz artık
Eşi ve anasıyla
Dağdan dağa, isyandan isyana
Halk önderi gerilla lideri
Sırası geldiğinde
Sıra neferidir Hesenanlı Frezende
Kuzuları, çocukları gibiseven
Çocukları gül diye koklayan
Fırat, Dicle, Aras kadınları
Ne güze sığarlar ne kışa
Güneşi emzirir yaza çıkarlar
Tanyerinden güneş içmiş
Zulme zorbalığa boyun eğmemiş cennet kızları
Sevinince Berfınler kaplar yüreğini
Üzülünce, karanfiller dökülür gözlerinden
Ve silkelese kelebekler uçuşur gönüllerinden
O yüzden
Elleri daima bereketli
Yüzleri aydınlık
Yürekleri de sıcak ve merhametlidir
Ak undan ekmek yağuran
Gerilla doğuran
Elinin hamuruyla bayrak tutan
Tetik çeken
Çocukların yarasını öperek iyileştiren kadınlar
Yeniden hatırlatmak için
Ölümün kar etmediği
Namuslu, cesur zamanları
Akın akın doldurdular Hoybun saflarına
Asiye ile gelini, Besra
Azadi isyanından
Hoybun isyanına, sek sek oynayan
İki asi ceylandır Kürdistan dağlarında
Zeyno ile Sılo 'nın aşkı
Karanlığa yan bakmış
Yıldızlara göz kırpmış
Türkü yakmıştır mutluluğa
Mem u Zin'i
Edule u Derweş'i
Siyabend u Xece'yi Ararat'ta buluşturmuş
Ellerine Kesk u sor u zer tutuştumuştur
Yaşar Hatun Serhat Türklerindendi
İhsan Nuri 'nin düşlerine eş
İsyan yoluna yoldaştı
Ezilen vatan, Kürdistan uğruna
Girdi Hoybun saflarına
Döğüştü Ararat dağında
Yüreklerini mavzer gibi taşıyarak
Aşkın nöbetini tutan kadınlar
İsyanlar ve dağlar
Serhat'ta birbirlerine çok yakıştılar
Başladığı günden beri
Bazen hızlanan bazen durulan
İşgalci ile direnişçi arasındaki kavganın
Adım adım finaline gelindi
Yıl 1929 Eruh'ta Zilan ve Bekiran
Tendürek'te Sakan aşireti serhıldanında
1930'da Agir'i Tutak'ta Alican isyanında
Ve Oramar
Ve Plümür'de silahlar
Ararat'ın sevdası için patlar
Dağların başı gökte
Ovaların çiçeği burnunda
Mezopotamya kardelenleri sürüldükçe namluya
Çıkıyor bahara
Çözülüyor toprağın dili
Sona eriyor esaret günleri
Zirvesi, ovası, havasıyla Ararat dağı
Çimeni, çiğdemi, nergisiyle
Zilan vadisi
Direnmektedir
Kar erimiş, açmış yolları
O yollardan burjuva Kemal orduları
Kuruyor kapanı örüyor ağlarını
Ararat yamaçlarında kadınlar, bebelerini emzirirler
Saçları sarı çiğdemli
Hoybun'un genç ve asil kızları
Doğmamış çocuklarının mutluluğu
Ve yarının umudu için kavgaya hazırlanırlar
Gökyüzü sırtlanacak
Mavi mavi döğüşülecektir
inat ve isyan burada sınanacaktır
Haziranda kiraz gülüşlü zamanlardayız
Yüz binlik ordusu ve uçaklanyla
Başlayınca Romi'lerin kanlı saldınları
Agiri' de babalar, oğullar, torunlar
Analar kızlar
Yıldızlar kirazlar
Yani toprağın çınarlan, sevdamn filizleri
Dolunaylı bir akşamda sarıldılar mavzerlerine
Seher vaktinde
Uçaklardan bombalar düşüyordu payımıza
Yaşar Hatun Hoybun saflarında
Kanıyla suluyor isyanını
Savunuyor kardeşliğin onurunu
Mevsim ateşten sıcak
Belli ki kavga daha da kızışacak
İnkar edilen
Ve ezilen halkların nabzı Ararat
Ve Zilan'da atacak
Ya ak ellere
Kızıl kına yakılacak
Kürt ile İstan'ın nikahı kılınacak
Ya da lanetli zamanların paslı süngüsü
Namert zamanların tüfeğiyle
Bir isyan daha
Kanla bastınlıp toprağa verilecektir
VI
Maskeleri eşitlik, kardeşlik, adalet
Makyajları uygarlık, demokrasi, hürriyet
Cilası, ilericilik, çağdaşlık, Cumhuriyet
Gerçeği ise mülkiyet-devlet-milli hakimiyet
Dostları sömürgeci
Yoldaşlan emperyalist
Orduları ve saldırıları faşist
Dağlan barut, yamaçları kan
Köy kasaba, şehirler duman kokuyor
Hoybun liderleri bunu okuyor
Bekire Qulikan, Nadir ve Mehmet kardeşler
Şebabe Mısto, Reşoye Silo
Seyid Resul ve Usıve Mero
19 Haziran'da
Çılkani yaylasında karar aşamasındadır
-Mademki her dava
Kendi ahlakıyla sınanır
Mademki her sevda
Kendi ateşinde yanar
Eğer uğrunda ölen yoksa
Sevmek neye yarar
İnançla yoğrulan, yiğitçe doğrulan
Ateşte kavrulup, kül ile savrulan yoksa
Sabaha varmaz hiçbir dava
Işığın namluya sürüldüğü yerde
Gündüzlerin geceyle
Uzlaştığı nerede görülmüştür
Kardelenlerin mavzere
Mermi yapıldığı yerde
Baharın, kışa boyun eğdiği
Nerede duyulmuştur
Şiirin kurşun olduğu yerde
Hangi türkünün başı eğilmiş
Hangi şarkının dili tutulmuş ki
Yıldızlar namluya sürüldükten sonra
Şafağın sökmediği görülmüş müdür
Umutsuz bir çiçeğe
Gözleri ışıldamayan
Bir çocuğa rastlanmış mıdır?
Güllerin tetik çektiği yerde
Aşksız kalmış bir dağı
Sevdasız akmış nehri
Yuvasız kalmış bir kuşu
Gören, duyan
Bilen var mı?
Öyleyse kardeşler
Anlaşıldı ki bu soylu kavga
Mezradan, merkezlere dek yayılmalıdır
Vakit azalıyor
Çember daralıyor
Eller çabuk tutulmalı
Adımlar hızlı atılmalı
Tefeci bezirganlığın karargahları
Tarumar edilerek başlarına yıkılmalıdır
Seyid Resul ve Ermeni İbrahim Paşa
Söz biter bitmez çıkar yola
Varıp Hasan Abdal karakoluna
Kattılar tozu dumana
Norşad karakolu harabeye çevrildiğinde
Bekire Qulikan en öndeydi
Subaylar esir, erler evlerine gidebilir dedi
Ve Zeylan karakolu teslim olduğunda
Dalgalanan bayrağı
Reşoye Sılo taşımaktaydı
Ve art arda
Erciş
Patnos
Begıri şehir merkezleri
Bağımsızlığa ve bayrağa ant içen
isyan dervişlerinin
Hünerli elleriyle özgürleşti
Bu kavga
Dağından deresine
Nehirlerinden göllerine kadar
Tepeden tırnağa
Başından sonuna kadar
Kadından erkeğine
Yedisinden yetmişine dek
Yiğitlikten örülmüştür
Zulmün yedi ceddine meydan okunup
Yüzüne sövülmüştür
Sıcak, kanlı temmuz günlerinde
Soluk soluğa direnirken Hoybun
Zordur serinkanlı düşünmek
Silahlar sınırlı
Cephane az
Erzak tükenmek üzere
İhanet cephesi çağalmıştır günden güne
Mezopotamya ablukaya alınmış
Dostlar azalmış, parmakla sayılacak kadar
Böyle zamanlarda
Ezen ulusların, beyaz orduları
Daima ahlaksız ve kuralsız oyunlarla hatırlanırlar
Bunu bilen isyan ve destan kuşakları
Gelecek için daima
Kullanışlı sözler bırakırlar geriye
-Yiğit düşmanlar kavgaya şan katarlar
Mertçe bir savaşta kazanırken de
Yenilirken de saygı duymaktan
Vazgeçmeyiz rakibimizden
Bu hünerli
Ve ahlaklı kavgaların erdemidir
Düşmanın mertliğinden, sertliğinden
Kuvvetlerinin çokluğundan
Silahlarının üstün oluşundan değil
Düşmanımızm korkaklığından korkar
Ahlaksızlığından
Alçaklığından utanır
Çekiniriz namertliğinden
Korkar olduk burjuvaziden
Çünkü sömürü ve soygun onun özü
Hile, entrika, fitne, fesat onun sözü
Katliam, kırım onun şan, şöhretidir
İşte sonradan görme Kemalist burjuvazi
Fevzi Çakmak, Salih Omurtak
Ve Abdullah Alpdoğan gibi
Ellerini serhıldanlarımızın kanında yıkamış
Ölülerimizin üzerine basarak yükselmiş generaller
Ararat'ı
Ruhumuzda derin bir acı
Çekilmez bir "Ağrı" yapmak için
Yürürler üstümüze
Nereden geçseler, diri diri canımızı yakarlar
Köylerin damarındaki kanı
Kasabalann memesindeki sütü
Şehirlerin gözlerindeki yaşları yakarlar
Bebekli kadın
Yedisindeki çocuk
Yetmişindeki ihtiyar
Cerenler kadar güzel
Ve günahsız kadınlar
Yeri çatlatan
Göğü çıldırtan çığlıklarla sığındılar Zilan'a
Zilan açmış kucağını
Çocuklarını almış koynuna
Ama her türlü kıtlık, kırım
Sığar sömürgecinin kitabına
Yazın en sıcak ayında
Ararat ve Zilan' da
Titrek bir serçe gibi üşüyor zaman
Ne sığınacak bir dulda kaldı
Ne tutunacak bir dal
Ne yaslanacak bir dost
Lakin düşman gırla
Saldırgan çok
Kürd ile İstan
Ne zaman el ele verse
Burjuva bir ayin ve tapınma ile
Ya "feodal" diyorlar sevdalarımıza
Ya ihanetin paslı kılıcı giriyor aramıza
Ya da ecbebi parmağı aranıyor
Umudumuzun ardından
İşte Mem u Zin
Işte sevda ziyaretgahlarımız
Aşk kıblegahımız
Ve işte ortasında ihanetin mezar taşı
Işte Adem ile Hava ananın yaşadığı
Bu cennet mekanda
Yine kovuluyoruz kendi yurdumuzdan
Mesele Kürd ile İstan olunca
Binlerce yıl İran-Turan diye savaşanların
Bir günde dost olduğu da görülmüştür
Hoybun' a saldırması için
Turan'ın, İran'a Ararat yamaçlanndan
"Ana" diye bellenen "vatan"ı sattığı da görülmüştür
Ararat'ın sağı solu, önü ardı
Zalim sobe, harami sobe
Neredesin ey kardeşlik
Dostlar çıksanıza ortaya
Bugün değilse hangi güne
İşçilerin, köylülerin, kadınların
Ezilen halkların, mazlum ulusların dostu Sovyetler
Serhıldanımızı "emperyalizmin Kafkasları
Ele geçirme planı" sayıyor
Aras Nehri'ni geçmiş
Beyaz Ordu'ların yardımına koşmuş
Hoybun'un ardında dış mihrak arıyordu
Davamızın karşısında duran Kızıl Ordu
Kalbimizde kızıl bir yara oluyordu
Oysa en sevdikleri nota sol
En sevdikleri renk kırmızı
Orak çekiç ve yıldızları sarı
Peki, günahkar mıydı yeşil?
Hoybun'un ardında
Gizli eller dış mihraklar aramak bahane
Saklı erneller düşünmek, beyhude bir kurgu
İsyanımızın ardında değil
Tam karşısında
Uçakları, tankları, toplarıyla
Emperyalizmin kirli emelleri
Azılı faşizirnlerin kanlı elleri vardı
Davamızın ardında değil tam ortasında
Yoksul ırgatın, nasırlı elleri
Körpe sevdaların, kınalı parmakları vardı
Hamur yoğuran, çorap ören, çarık diken
Orak tutan, tırpan sallayan eller
Kalem tutan, tetik çeken parmaklar vardı
Bizi kuşlar yoldan çıkardı
Yıldızlar isyana teşvik etti
Ceylanlar baştan çıkardı
Bize dağlar, dereler yardım yataklık etti
Nehirler su
Ağaçlar yemiş verdi
Ateş böcekleri yoldaşımız
Kelebekler düş ortağımız
Ters laleler suç ortağımızdı
Nergisler, Newrozlar işbirlikçimiz ·
Şiirler, şarkılar, türküler
Silah arkadaşlarımızdı
VII
Bu haklı
Ve ahlaklı serhıldanda
Hoybun dişe diş, kana kan
Sonuna kadar özgür vatan
Sonuna dek kavga dedi
İhsan Nuri yoldaşlarını derleyip
Savaşın son mevzisine çekildi
Serhat'a yağan kurşun
Yağan yağmurun damlasından daha çoktu
Ve akan kan
Sonbahar selinden daha fazlaydı
Van, Hakkari, Hınıs ve Iğdır'da
Yaprak yaprak dökülürken
Dal budak kırılıp
Kök gövdeden sökülürken
Toplu bir kırım
Toplumsal bir kanama oldu Mezopotamya
Mazlumların yoktu
Mazlumlardan başka dostu
Onlarda bugünlerde
Ne bir el uzatmış
Ne bir omuz verebilmişti
Yaramız ve acımızla
Baş başa kalmıştık çoğunlukla olduğu gibi
Ararat yangında, Süphan'ı kan tutar
Buz kesilir Cilo Dağları
Van gölü ölülerine ağlasa
Ağıdını Hazar yakar
Yasını Urmiye tutar
Aras'ın feryadı ulaşınca
Öfkesinden kıyıları dövmez mi Hazar Denizi
Fırat, Dicle
Kollarını dolayarak birbirine
Ağlarsa eğer Basra' da
Bir okyanus kucaklamaz mı öksüz çocuklarını
Musul'dan Barzani
Urmiye'denSimko
Rojava'dan Haco
Birer Ebabil kuşudur dar günde
Nemrut ateşinde kavrulurken medya
Gagalarında damla damla
Su taşıdılar ışık yurduna
Sonbahar sonunda
Zilan al al bir kan
Ağzına kadar ölü can
Geride kalanın acısı yürekte volkandır
Vurula vurula, kırıla kırıla
Simurglar veda ederken hayata
Sağ kalanlar dağları siper ederek
Girerler zemheri ayına
1930 kışında
Silahlarıyla yaşayan
Onuru için savaşanlar çekilir dağlara
Tendürek-Devetaş civarında sürer kavga
Reşoye Sılo
Hesen Evdal Medresesinde
Okumuştur bilge Ehmedi Xani'yi
Öğrenmiş Mem u Zin'in yüreğini
Tükürmüş Beko'nun kalıbına
Güneşi karşılamak için yürümüş kırlara
Zeyno ateşte eğitmiş yüreğini
Bilir Zin gibi sevmesini
Sevdası için direnmesini
Zeyno masallardan süzülmüş bir kuştur
Dağdan dağa güneşi selamlayan
Akıldan, yürekten bir düştür
Serhad'da sarı, kırmızı, yeşil bir gülüştür
Tendürek'te Kurmanci kılamlar söylerken
Yıldızlara göz kırparken görülmüştür
İki gönül yoldaşı
Nice civan parçası
Tendürek'te kar kış içinde
İnadına savunuyor Hoybun'un davasını
Bir aşk kaç kere bölünür
Beko kaç kez ölür dirilir
Kaç nesil sürer ihanetin soyu
Bıra İbrahim'i kurşunlarken Emirhan
Usıve Evdal'ı
Tebriz zindanında öldürürken İran
Kürd ile İstan
Daha kaç kez çeker bu acıyı
Kaç kez söyler aynı ağıdı
Tendürek dağında her yer kar beyazdır
Peto ile Mısto'nun ihanetiyle
Gönül bayraklarımızın esir düştüğü
En karanlık, en kara zamandır
Zeyno yakalandığında saçı kınalıydı
Başında İran tülbendi
Üzerinde kadife fistanı
Ayaklarında beyaz çarıkları vardı
Zeyno ile Sılo'nun boynunu vurdular
Başları ayrıldı gövdelerinden
İsyanın kalbine kar yağar
Buz tutarken Kürdistan'ın sevinçleri
Şimdi aşkın ve savaşın uzağında
Bir aynanın karşısında
Eşsiz benzersiz bir huri olsa
Kimin umurunda
Kavgamızın ve sevdalarımızın kesilen başları
Köy köy dolaştırılırken kanlı hain ellerde
Anfar'ın sırtında kırk bin ışıldayan
Yahut bir istiridyenin karnında parlayan
Pirüpak bir inci olsan neye yarar
Zindanlarda çığlık ve tifüs
Öksürük ve inleme sesleri
Sabahlara dek titreme nöbetleri
Ve süngü uçlarında
Bilinmez yerlere atılan cesetlerimiz
Meçhul diyarlara, sürülen sürgünlerimiz
Şimdi ana nerede yar nerede
Baba nerede, bebe nerede
Görenkim
Feryadımızı, figanımızı duyan kim
Ölen nerede, kalan nerede bilen yok
Acımız dağlardan büyük
Yaramız derelerden derin
Ne ağıtlara sığar ne kağıtlara
Derdimizi anlayan kim
Dağlar, dereler, kuytular cesetlerle doludur
Ölülerimiz yerde ot
Gökte yıldız kadar çoktur
Ay tutuldu
Güneş tutuldu
Ölülerimizin kaydı tutulamadı
Kiminin ardında
Ne bir ağlayanı kalmıştı
· Ne acısını taşıyanı
Geride kalanların gözyaşları
Bulutları bile utandırmıştı
Bu paslı, puslu namert zamanlarda
Ararat, dişe diş savunduğumuz canımızdı
Zilan, kanımızla suladığımız sol yanımızdı
Bu katliamı yapanların soyu
Gençlerimizin beyinlerini yılanlara yediren
Dehak'lara kadar uzanırdı
Ararat'ın başında kar var
İçinde kızıl ateşler yanar
Leş kargaları gözünü oyar cesetlerin
Köpekler kemiklerini dişler ölülerin
Zilan güzel mi güzel
Yeşil, derin bir vadiydi
Azrail'in bile bakmaktan utandığı
Her yanı ölümlü yara bere idi
Nicesi ana kucağında bebe idi
Zilan vaha iken seraba döndü
Yeşil Kunduk vadisi
Bembeyaz insan kemikleriyle örtüldü
Damla iken sele döndük
Bir nefeste yele döndük
Gözlerimiz kurudu çöle döndük
Gönlümüz yandı köze döndük
Döndük durduk
Acılarımızla sarmaş dolaş
Dağlar, dereler, göller
Gözler, gönüller kanamıştır
Ama mesele yenilmek değil
Davasını nabzında taşıyarak
Umudunu terk etmeden yaşamaktır
Ararat'ın Zilan'ın başı sağolsun
Kürd ile İstan'ın aşkı var olsun
Hoybun'a nice selam olsun
Gün gelir
Küllerinden yeniden doğar Anka
Sevda sözleri
Yeniden onarır kendini
Şafağın işçileri çıkar dağlara
Açılır bayrak
Kurulur kavga
Ellerine yeniden
Kına yakar Mezopotamya
DERSiM iSYANI
I
Dost bilir
Düşman bilir
Dersim ezelden beri soylu bir direniştir
Göğe yakındır Zümrüt dağları
İnkar etmez aslını, eğmez başını
Kendi yalnızlığında tetikdüşürmüş
Özgür bir inattır adı
Dersim demek
Yastığının altında isyanla yaşamaktır
Haraç verilmez, sadaka alınmaz
Kutsaldır güneş, su, toprak, hava
Başından beri ekmek hür
Sevmek hürdür
Ovalar saz çalar, cem cıvat tutıılur
Dağlar Munzur'a gönül düşürür
Açılır yürekler, kollar
Turnalarla beraber semah dönülür
Kaç kez Fatihler gelmiş geçmiş buradan
Kaç kez başını vurmuşlar
Nice fırtınalar boranlar
Kolunu kanadını kırmışlar
Nice isyanlara zorlanmış
Nice belalar sarmışlar başına
Kaç süngü yemiş
Kaç ölüm görmüş
Nice nice sürgün vermiş
Ne kaydına rastlanmış
Ne hatırında tutabilene
Ne matematiğe vurabilene
Dersim onca asrın pususundan geçerek
Ermiş gerçeğin manasına
Kendi yarasını kendi sarmış
Varmış ölümsüzlüğün sırrına
Suyundan bir yudum almış
Öpmüş taşını toprağını
Koklamış çimeni, çiğdemi, yaprağı
Düş ve umut beslemiş
Halay tutmuş, diz kırmış
El açmış güneşe
Ateş koymuş yüreğine
Kendi hamurunda
Harcında yoğrulan
Kendi dağında, taşında doğrulan
Kızıl bir sevdadır Dersim
Serden vazgeçmiş
Vazgeçmemiş yeminle taşıdığı sırdan
Nice ölmüş, nice dirilmiş
Kendini bildi bileli aman dilememiş
Minnet etmeyi yazdırmamış kitabına
Dersim çiçekteki an
Kovandaki baldır
Eline, beline, diline
Tek bir haldır
Gökte yedi açan renk
Yerde yediveren bir daldır
Sarı, kırmızı, al
Eski bir masal
Zaman denizinde eskitilmemiş en eski hayaldir
Kalubeladan beri
Uygar zulümlerle savaşan
Uslanmaz bir türküdür
Kerbela'dan beri
Kanlı bir çöl
Mazlum bir ağıt
Yaralı bir öyküdür
Gündüz avcılar
Gece yarasalar
Ardımızdan iz sürdüler
İsim isim, kısım kısım kaydımızıtuttular
Dersim raporunu elden ele dolaştırıp
Koçgiri, Piran ve Zilan'dan sonra
Dersim tertelesinde karar kıldılar
Mustafa Kemal'in karşı gelinmez emirleri
Sağır İsmet'in "sel seferleri"
General Abdullah Alpdoğan'ın geniş yetkileriyle
1935 yılında plan hazır
Saldırgan nazırdır
General der ki:
-Okumanız için okul
Köprü ve yol yürümeniz için
Güvenliğiniz için kışla
Ve karakol yapıyoruz
İşte size uygarlık getiriyoruz
Barış elimizi uzatıyoruz
Getirin silahları teslim edin
Efendinize verginizi ödeyin
Direnmekten vazgeçin, secde edin
Dağları bırakın
Gelin devlete yaslanın
Dersim'in adı Tunceli olsun
Bu dava son bulsun
II
1936 baharının başında
Dersim' in çarpan yüreği
Başı dik iradesi
Toplandı Munzıır'un kıyısında
En önde
Gökte Turna sırdaşı
Yerde derviş haldaşı
Dağda mazlum yoldaşı Seyit Rıza
Ve Kureşan lideri Ali
Demanan önderi Cebrail
Bir de Yusufan reisi Kamber
Verip baş başa, başladılar kelama:
-Ey inancımızı sınayan dağlar
Derdimizin dermanı sular
Terimizle sulanan toprak
Toprakta demlenen tohum
Ey meşe gölgesi
Halvori gözeleri
Ey sarı Çiğdem
Kırmızı menekşe, yeşil çayırlar
Cümle alem, kar bahar çiçekleri
Şahidimiz sizsiniz
Duyun sesimizi, saklayın sözümüzü
Vakti gelince çözün dilinizi
Konuşun gizlediğiniz gerçeği
Bizden sonra gelene açıklayın emaneti
-Kemalizm Kemalizm dedikleri
Biraz feodal toprak beyi
Biraz da sonradan görme burjuva beygiridir
Aslı astarı ırkçılıkla yoğrulmuş
Asker, banker, Junker faşizmidir
Biraz eskiden kalma paşalık
Dün ki devşirme maşalık
Emperyalizme göbekten bağımlı uşaklıktır Kemalizm
Cumhuriyetin başına geçen
Dünün saray saltanat paşası
Hakkımızda vermiş fermanı
Tunceli ferman ise
Dersim dermandır
Dersim halklara açık
Devletlere kapalıdır
Bir yandan okul, yol
Köprü, kışla, karakol yapıyorlar
Bir yandan silah
Bir yandan hain topluyorlar
Bunlar kendilerini ehil
Kürdistan' ı cahil sanıyorlar
Başımızda kanlı belalı uçakları dönerken
Barış elçileri gönderip
Dersirn'e oyun oynuyorlar
Bunların geviş getire getire
Ağızlarına sakız yaptıkları
Övüne övüne, uygarlık medeniyet dedikleri
Sömürüyü, soygunu geliştirmek
Toprağa yerleştirmek
Başına bekçi dikerek devletle pekiştirmektir
Mazlumun gözüne mil vur
Başını yılanlara yedir
Altına halkların cesedini göm
Üzerine zorbalığın tahtını kur
Tekelci siyasal hiddeti
Teknolojik şiddeti
Bilimin ardına gizlen
Özgürlüğü kafese kapat
Diktatörlüğe, demokrasi kıyafeti giydir
Köleliğe, çağdaşlık etiketi uydur
Havayı, suyu, toprağı
Ağacın gölgesini, güneşin ışığını sat
Süsle, parlat, kitabına uydur...
İşte binlerce yıldan beri
Kurulmuş bulunan uygarlık tarihi
Ve muasır medeniyetin seviyesi budur
Barış dedikleri
İşgal ve istila edilmiş topraklarda
Halkları iğfal etme yarışıdır
Dersim'de Yusufanlı
Genç bir kıza uzanan Tunç eli
Sevda çiçeklerimize uzatılan azı dişleri
Bebeğin rızkına dikilen göz
Derin uykularımıza kurulan tuzaktır
Eşitlik diye belledikleri
Göğsümüzde postal izi
Etimizde tayyare mermisidir
Kardeşlikten anladıkları kalleşliktir
Dersim'in ayağında paslı zincir
Boynunda yağlı urgandır
O yollardan ve köprülerden
O kışlalardan, karakollardan
Üstümüze gelecek olan
Kanlı bir tufandır
Okullarda okutulacak kitap
Sunulacak hitap
Çiçeği kökünden kopartacak talandır
Işığımızı karartacak olan
Kapkara bir yalandır
Dersim'in aklı bunu bilir
Dili, dudağı bunu söyler
Bereketini ve cesaretini kuşanır
Munzur'un yeli, seli
Sazın teli, tezenesi
Mezopotamya'nın üç kutsal rengi
Üzerine ant içer
Yetmiş iki milletin eşitliği
Yetmiş iki dilin kardeşliği için söz keser
-Kemalizm yüzlerce yıllık hükümranlığın devamıdır
Onlar ki sermayenin, silahların
Ve zindanların sahipleridir
Ki onların arabaları, yatları, katları
Arsaları, borsaları, banka kasaları
Devlet yasaları vardır
Onların çelik miğferleri
Demir pençeleri, tunç eli vardır
Ama yoktur onların bir Dersim' i
Hiçbir zaman da olmayacaktır
Ve haramiler
Bir tek gün bile
Korkuyla değil, coşkuyla yaşayarak
Elini kolunu sallayarak
Ardına bakmadan Dersim'de dolaşamayacaktır
İlk yağmurda
Çiçeğini döken ağacın heybetine güvenilir mi?
İlk rüzgarda savrulan
Ağır sözün kıymeti olur mu?
Duyuldu k i Alpdoğan'ın sözüne kanan
Ferhadan ve Karabalan
Silahlarını kendi elleriyle paşaya sunmuşlar
Sırtlarını sıvazlatıp aferin almış
Tunç askerine yolu açmışlar
Dersim adına
Düşmanla bir görüşmeden dönen
Seyit Rıza'nın oğlu Bıra İbrahim
Kırgan aşiretinin Deşt Köyü'nde konuktur
Kırgan gül bağındaki ayrık otu
Dersim'in bağrına sokulmuş kalleş koludur
Elin
Belin
Dilin töresini bir çorbaya satmış
Bıra İbrahim'i uykudayken soldurmuştur
Kırgan artık Dersim içinde değil
Dışında, dış mihraktır
Areyan ve Alan yanımızda değil
Karşımızda durmaktadır
Seyit Rıza kuşatır Kırgan-sin köyünü
Boşaltır yağlı kurşunu
Sorar soldurulmuş gülün hesabını
Öte yandan
Ak ile karayı şaşıran
Öz kardeş oğlu Rayber
Hakikat ile hıyaneti karıştıran
Kardeşten öte Rayber
Ruhunu üç kuruşa
General postalının altına atarak
ihanete çanak tutarak
imha ve inkar ordusuna rehberlik etmektedir
Gül gibi sevdaları
Dağ gibi adamları satarak
Dersim'i tuzağa çekmektedir
Dersim'in başı darda
Bu zor ve çetin sınavda
Demanan, Yusufan, Haydaran, Abbasan
Bahtiyaran ve Kureşan-Sexan Dımıli'leri
Yani dağlardan, derelerden
Saçından, sakalından
Dişinden, tırnağından direniş derleyen
Kavga kadınları
Dava adamları
Dersim'in genç oğulları, kızları
Yalçın dağların koynunda, kovuğunda
Halk savaşındadır
Soy kırıp, soy kurutan
Irkçılıkta nam salan Tunç generalleri
1932 yılında demişler ki:
-Kürdistan şark çıbanıdır
Dersim o çıbanın Kızılbaşıdır
O çıbanın Kızılbaşı
Ve o dilin şarkısı
Tez elden vakit yitirmeden
Kesilip atılmalıdırDersim oynanan oyuna gelmez
Söylenen yalana kanmaz
Başını kasabın önüne uzatmaz
Bunu bilen yılan çıkarır dilini
Kusmak için bütün zehrini
Yürür halkın üzerine
Dersim çıbanbaşı değil
Direnen vatan parçası, Kürdistan odağıdır
Dağlarda yuva kurmuş
inatçı sevdaların ortağıdır
Eşit değilse de kavganın terazisi
Ateşe ve acıya
Direnmenin zamanıdır
Bu kavga, devlet çocuklarıyla
Dersim halk çocukları arasında
Eşitsiz ve kıyasıya yaşanacaktır
Bukavgada
Kürdistan uğruna
Çıplak ellerle döğüşenler de
Unutulmayacaktır
III
1937 yılı baharının
Ve Newroz bayramının sabahı
Tujik dağının eteğinde Ağdat Köyü .
O köyde ulusal kurtuluş bayrağını
Üzerinde efil efil dalgalandıran
Seyid Rıza'nın evi
Havadan uçaklarla vuruldu
O uçağı kullanan
O bombanın düğmesine dokunan el
1915 yılında soykırıma uğratılan
Tehcir yollarında kanatılan bir halkın
Öz ve öksüz kalmış çocuğunun eliydi
O kendi geçmişinden habersiz
Devşirilmiş devlet kızı
Mustafa Kemal'in manevi evladı
İlk kadın pilot Sabiha Gökçen di
Kendi atalarına analarına
Dersim'in nasıl kol kanat gerdiğini
Bilmediği gibi
Hiçbir zaman kendi gerçeğini de öğrenemeyecekti
Koçgiri ve Zilan'ı kana boğan
General Abdullah Alpdoğan'ın
Ve Sabiha Gökçe'nin demir kuşları havada
Erzurum, Erzincan kolorduları karadan
Tank, top, zehirli gazlanyla her yandan
Dersim' e zehir ediyorlar baharı
Artık başlamıştır "Şark Islahat" programı
Ve işlemektedir Sağır İsmet'in "sel seferleri"
Bu terazinin bir kefesinde
Sömürge düzeninin oyunu, hilesi
Kanlı tuzağı, hain planı
Nice nice silahlı orduları var
Terazinin diğer kefesinde
Üç beş eski tüfek
Az biraz domuz kurşunu
Ata yadigarı, eski kama
Meşeden çoban sopası
Ekmek bıçağı, ırgatın orağı
Bilgenin asası
Gerisi elde avuçta taş parçası
Yoksulun bedduası, mazlumun ahı
Bir de Dersim'in yasası
Direnme mirası var
Güneşi alnından öperek
Bir bıçakla rüzgarı ikiye ayıran
Yağmurun gözlerinden öperek
Bir kurşunla suları ikiye bölen
Kadını erkeğiyle Bahtiyaran'lar
Başlarında Şahan Ağa der ki:
-Zend Avesta benim dilim, benim kitabım
Nice zaman Hürmüz'ün ışığını taşıdım
Her yerde karanlık zulümlerle savaştım
İnanç denizinde yoğruldum, ışıkla doğruldum
Sarı, kırmızı, yeşili başımda taşıdım
Türküyü türküye uladım
Şeleme'mi belime doladım
Geceyi geceye
Gündüzü gündüze ekledim
Halklar deryasında karıldım
"Horasan'dan geldim"
Munzur'un kıyısında bağdaş kurdum
Dostu dosta ekledim
Düşmanı düşmana kattım
Yaprağı, toprağı kutsal bildim
Huyuna, suyuna kardeş oldum
Doğduğum,doyduğum
Sevdiğim yurdumu çiğnetmedim ...
Yiğit Bahtiyaran
Tutmuş Munzur dağı geçidini direniyor
Can canan saf tutmuş aman vermiyor
Ağalar, paşalar, maşalar
Dersim'in kolay lokma olmadığını
Orada öğreniyor
Nice cephane yığdılar
Nice kolordular çağırdılar yardıma
Seyid Rıza'nın
Uzun Meşe yöresinde olduğunu
Öğrenince burjuva Kemal ordusu
Yöneliyor meşelere doğru
Bir yanımız Fırat
Bir yanımız Murat
Ortasında Munzur, direnen umuttur
Seyid Rıza der ki:
-Dersim'in her tarafı bizim
Bizi koruyacak bir kayanın oyuğu
Bir ağacın kovuğu bulunur mutlaka
Gidelim bir başka mevziye girelim
Kavganın hakkını verelim
Döğüşerek ölelim
Ovacık-Uzun Meşe yöresinde
Yiğit Kürt kızı Bese dedi
-Hedi Beso
Mademki kavga isteniyor
Öyleyse sonuna kadar
Ve Seyid Rıza'nın oğlu Hasan ölene
Bin Kürdün başı toprağa değene
Kan, sel olup akana dek
Sürdü kavga
Faşizmin kara orduları, karadan
Tayyareleri havadan
Direnen Dersim' e nefes aldırmadan
Geçirmiş dişini, pençesini toprağın sırtına
Giriyor sabi, sübyanın kanına
Elbette durmuştu nice yürek
Solmuştu gözlerimizin rengi
Ama Dersim Kürdistan'da umudun adıdır
Kimse umuda kefen biçemez
Munzur' dan bir tas su içmeyen
Bunu bilemez
Düşene, döğüşene bin selam olsun
Seyid duydu ki
İçlerinde eşi Bese, oğlu Hasan
Kızları, damatlan, torunları kırk yedi kişi
Dersim'in devrilmiş bin uzun meşesi
Ocağımızın yitirilmiş bin neşesi
Bin şehidi var
Seyid saçının telinden
Ayağının tırnağına dek titreyerek
İçi dolu hüzün
Bin yaprağını döken hazandı
Gözleri büyüdü, mavi mavi
Kalbi yandı yanardağ misali
Dudaklarında kirletilmemiş zamanların onuru
Yüreklerinde çiğnetilmemiş mevsimlerin direnci
Gözlerine gölge düşmeyen
İşgalciye secde etmeyen ateş çiçekleri
Zarife, Alişer ve Nuri
Dersim inancının aşıklan
Kürdistan davasının ışıklarıdır
Turna dönüşlü semahların ortağı
Başından beri Seyid'in yanında duran
Lekesiz umutlar
Helal mutluluklar taşıyan yoldaşlarıdır
Söz onlarındır:
-Kürdistan gül bağıysa
Dersim o bağın kızıl gülüdür
Gül yansa, dumanı tütse
Her yanımızda isi kalır
Gül sönse, külü savrulsa
Her yanımızda izi kalır
Yaprak olsak, gül ile dökülür
Toprak olsak, gül ile sökülürüz
Dal olsak, gül ile kırılır
Diken olsak, gülle kanarız
Vakit ağıt yakıp ağlama değil
Yürekleri Dersim'e
Dersim'i Kürdistan'a bağlama vaktidir
Bin kez vuruldu
Kanadı kolu kırıldı bin kez
Bin kez yüreği oyuldu, nabzı durdu
Gözleri bin kere sel oldu, kurudu
Ama Seyid Rıza
Bir kez bile şaşırmadı yolunu
Ruhunda bin yara
Başında bin bela varken bile
Serin düşündü, derin düşündü
Dağdaki, mağaradaki
Köşedeki, kuytudaki sebi sübyanı düşündü
Düşündü Koçgiri'yi, Piran'ı, Zilanı
Çağırdı iki can yoldaşını
Alişer'i aldı sağına, Nuri'yi verdi soluna
Gözleri birbirine dokununca
Girdi söze Seyid Rıza:
-Gündüzlerimiz barut kokuyor, kan akıyor
Gecelerimiz yas tutup yara sarıyar
Zalimin, zorbanın ordusu
Dünyanın gözü önünde Dersim'i boğazlayarak
Cesedimizi ve mezarımızı soyarak
Üzerimize saldırıyor
Dağda yaşlımız gencimiz
Sevdalısını bekleyen gelinimiz
Kınalı elimiz zordadır
Vakit dar
Sözü uzatmak ölüm çoğaltmaktır
Kısa keselim
Rüzgar gibi eselim...
Bıra Nuri, bu kavgada
Her şey ana sütü kadar helaldir sana
Sengin gibi bir yiğit daha
Olsaydı şu Dersim diyarında
Çoktan kazanılırdı bu dava
Şimdi var git
Anlat derdimizi cümle aleme
Duyur sesimizi, vicdanı olana
Dost olan gelsin beri
Solmasın şu Dersim'in gülü, çiçeği
Baytar Nuri anladı ki
Bu aynlık vakti
-Babo Rıza
Sen ki, ocağımızın közünde işlenmiş demir
lşıldayan, paslanmaz çeliğimizsin
Yurdumuzun nabzı, yüreği
Çocuklarımızın, gözlerinin ışığısın
Seni tanımak şereftir bana
Ölsem de gözüm kalmaz ardımda
Öyleyse durmak olmaz çıkayım yollara
Bu bir dağın, bir dağa sarılması
Bir dağın, bir dağdan ayrılması
Gece ile gündüzün vedalaşmasıdır
Munzur suyu
Bu uğurlamanın gözyaşiandır
1937 yazının en sıcak zamanı
Çiçekler bürümüş iken her köşeyi, bucağı
Seyid Alişer' e çevirdi başını
-Alişer, sen bizim gönül gözümüzsün
Eğilmez, bükülmez sözümüz
Hilesiz hurdasız özümüzsün
Çok dönenler oldu bu davadan
Daha çok da dönenler olur
Ama sen, sazından, sözünden dönmezsin
Herkes düşer, ayakta kalırsın
Azrailin üzerine yürür başı dik ölürsün
İşte hararmiler kuşatıyor dört bir yanımızı
İşler sarpa sarıyor, zaman daralıyor
Ölüm burnumuzun dibinde kol geziyor
Cephanemiz az
Azığımız kıt
Kuvvetimiz azdır
Bize bir dost eli
Bir kardeş omuzu lazımdır
Şimdi varsan gitsen Serhad'ın ötesine
Acep Kafkas diyarından
Bir kardeş eli uzanmaz mı Dersim' e
Alişer, başladı söze:
-Laco Baboyi
Sen en karanlık zamanlarda
Kör kuytularda
Gökyüzünü avucunda taşıyanımızsın
Başımız sıkıştığında
Çekildiğimiz gölgenin çınarı
Sırtrmızı yasladığımız dağın pınarı
Gözüne mil çekileceğini
Görsen
Ağzından dil kesileceğini
Duysan
Darağacına başın asılacağını
Bilsen bile
Yine de sarı, kırmızı, yeşil gülenimizsin
Sen külden gül, acıdan sevinç yeşerten
Dersim'de Kürdistan'ı kuran, koruyanımızsın
Nice adam gördüm, nice yiğit
Tanımadım kimseyi senin üzerine
Sözün, başım gözüm üzerine
Uzun uzun kucaklaştılar
Koçgiri ile Dersim gibi kaynaştılar
Kanın damardan
İliğin kemikten boşalmasıdır bu vedalaşma
Tuzun ekmekten
Gülün kokusundan
Ateşin renginden ayrılmasıdır
Bir tohumun
Bir damla suyun ikiye bölünmesidir bu
Dersim yalnızlığın girdabında
Konuşur kendi suskunluğuyla
...Ey kardeş halklar
Ey bayrağına selam durduğumuz dostlar
Dersim yanıp yanıp sönerken
Kürdün kanı oluk oluk akarken nerdesiniz
İşte ezilen ulus Kürdistan
İşte kendi suyunu, toprağını savunan
Kendi kaderini tayin hakkı için
Dağ dağ direnen, kurşun atan, ölen
Kadın erkek, çoluk çocuk savaşanlar
İşte yanıyor Dersim
Neden çıkmaz sesiniz
Köy, kasaba, şehir, meydan sis duman
Gelincikler is duman
Hani uzağınızda da değiliz
Neden uzanmıyor eliniz
Güller barut kokuyor
Dost omzunuz nerede
Mevsim yaz
Dersim ayaz
Direniyor bir türkü, bir saz
Yaramıza bir şiiriniz
Acımıza bir şarkınız
Bir sıcak selamınız da yok mudur bize
Ne Sovyet ülkesi
Ne Enternasyonalin kızıl kuvvetleri
Anlamaz hiçbiri Dersim'in halini
Dersim' e, "medeniyete kafa tutan gericiler" derler
Kemalist diktatörlüğü ilerici sayar
Egemenlere prim verirler
Mezopotamya'nın dağında, taşında
İkiyüzlü bir zulüm olurken Cumhuriyetin felsefesi
Kendi yüreğinde harlaşan sevdaların
Suç mudur kendi diliyle sözleşmesi?
Zalim ulusun kibri ilerici de
Gerici midir mazlum halkın direnmesi
Üniformalı, apoletli, postallı faşizm ilericilik
Şal Şapık Şeleme kuşanırsa bir halk
Hedik, Laka, eşarp, fistan giyerse bir ülke
Gerici mi olur bağımsızlık
İlericilik, jöleli, permalı saçın
Kınalı saçımıza bomba yağdırmasıysa
Ojeli ellerin, nasırlı elimizi sömürmesi
Kınalı elimizi hor görmesiyse
Rujlu dudaklann
Çatlayan dudağımıza dudak bükınesi
Hızmalı burnumuza, burun kıvırmasıysa
Papyonlu, kravatlı zulmün
Mubah sayılınasıysa ilericilik, çağdaşlık
O vakit ayıp nedir, günah nedir?
Vicdan nedir, suçlu kim?
Gericilik kimdedir?
İstiklal göklerdedir diyen
Dersim'e bomba yağdıran tayyaresi
Montajlı, montajsız burjuva sanayisi
Bilcümle ezen ulusun teknolojisi, bilimi
Ve devletli devletsiz kapitalizmi
Dersim komünal
Kürdistan aşiretçi, feodal olsa bile
Sömürgeciliğin sicilini aklar mı?
Alçaklığı düze çıkarır mı?
Ay yıldızlı sömürgecilik hakta
Nahak mıdır sarı, kırmızı, yeşil özgürlük
Ve Allah Allah, Allah
Nidalarıyla dökülen kan
Haklı kılar mı Tanrı dinini?
Köleliğe yapıştınlan çağdaş demokrasi
Katliama giydirilen cumhuriyet kılıfı
Temize çekmeye yeter mi tarih bilimini
Utanmaz mı gerçeğin diyalektiği
Tunceli serbest
Dersim derdest edilse
Tunceli yasal
Dersim masal ve hayal olsa bile
Tunceli uydurulmuş kılıf olabilir
Ama Dersim minare değil
IV
Özgürlüğümüz onurumuzdur
Bunu bilen
Daima içimizden vurdu
Yalnız kalınca dağlar
O dağlarda nakışlanan sevdalar
Çok çakal üretirdi böylezamanlar
Araya mal-mülk-metelik girince
Ham insan da nitelik kalmazdı
Üç kuruş etmez adamlar
Üç kuruşa nice dağları satar
Kandan kına yakardı
İşgalcinin kara gölgesi üzerine düşünce
Işığını yitiren gözler
Hançerini kendi halkına saplardı
Sevdamızın odağı Tujık dağı
Alişer dürbünüyle tarıyor sağı solu
Zarife elini siper etmiş gözüne
Endişeyle izliyor üç gölgenin geldiği yolu
Karşı dağda Seyit Rıza
İzledi üç kara lekeyi
İçlerinde görünce Rayber'i, sezdi ihaneti
Dedi-eyvah
Kardeşlerimin başı belada
Derhal koşun Alişer ile Zarife 'nin yardımına
Tarih dokuz temmuz 1937
Dersim' e uzak, devlete yakın duran
Kendi yurdunda işgalci icazetiyle yürüyen
Kirvesinin kellesine avcı olan Rayber
Zeynel ve Vanklı Efendi
Tujık dağına dost gibi geldiler
Selam verip, selam aldılar
Zarife ayran getirdi, içtiler
Alişer mendil verdi, terlerini sildiler
Tütün sardı, sundu, içtiler
Güldüler güven verdiler
Alişer sırtını dönünce
Fırsat bilip sırtından vurdular
Zarife dedi-vurmayın vurmayın hevalimi
Kıymayın can yoldaşımaKoptu çığlık sarsıldı Tujık dağı
Davrandı silahına öldürdü Vanklı Efendi'yi
Ve hain kurşunlada dalından kopan
Koçgiri'nin kızıl gülü
Alişer'in göğsüne düştü
Bu kırmızı elmanın ikiye bölünüşü
Tuzun ekmekten ayrı düşmesidir
Dersim' e ihanet ekenler
Kirvelerinin başını biçenler
Alişer ile Zarife'nin kanlı başını
Alpdoğan' a sunmak için
Elaziz yollarına düştüler
Onlardan önce yaşanan
Onlarla başlayan
Ve onların ölümüyle sonuçlanan
Üçe bölünmüş bir zaman
Bir mekandır Dersim
Kırılan dalları, yolunan gülleriyle
Dersim temmuzda hazandır
Yarım bakışlı, yarım gülüşlü
Tek gözlü bir hüzündür
Kirvesiz, sevdasız kalmış
Tek kol
Tek ayakla sürdürülen
Kör topal bir direniştir Dersim
Seyit çöl kadar yalnız
Ölüm kadar sessiz
Ve ilk kez bu kadar çaresizdi
Ama onurludur çöl
Sadıktır güneşin aşkına
Kalbinin kapısını kapatmaz ışığa
Yanıp yanıp savrulsa
Kendi yalnızlığında kavrulsa da
Meyletmez
Gönül vermez üzerinden geçen her buluta
Halkının umudunu yazan
Düşmanın oyununu bozan
Aşkın ve kurtuluşun ozanıdır Alişer
Medya'nın özü
Mezopotamya'nm sözü
Kürdistan'ın gönül gözü
Yürekte harlanmış sevdaközüdür Zarife
Şimdi onlara
Kanatılmış birer baş
Bir mezar, bir taş mı denir
Gözümüzde iki damla yaş nn denir
Kalbirnizin kırsalında kalnnş bir mezra
Kalbirnizin kuzeyinde başsız
Taşsız bir mezar değil onlar
Koçgiri'den Dersim' e
Kelle koltukta kavgaları ve sevdalarıyla
Kesk u Sor u Zer destanlarıyla
Gelip geçerken tarihin orta yerinden
Onlar dağlara
Dağlar onlara çok yakıştılar
Alişer ile Zarife'nin sevdasına ant olsun
Koçgiri ile Dersim'in başı sağ olsun
Kürdistan'a aşk olsun
V
Dağ cesarettir
Koynunda kimi beslese kendine benzetir
Bahtiyaran önderi Şahan, ekmekteki tuz
Dağların başını yasladığı omuzdur
Sosın yaylalarında gece gündüz
Döğüşmekten yorgun ve uykusuzdur
Nöbeti devredip dalıyor uykuya
Başlıyor özgürlük rüyasına
Üvey kardeşi Pırço'nun oğlu
Hıdo yatıyor kanlı pusuya
Sırtından vurupŞahan'nımızı
Gövdesinden ayırıyor başını
Almak için başlık parasını
Düşer Hozat yollarına
Koşar paşaların kollarına
Rüya gören
Düş kuran Şahan'ın kızıl başı
Başımızdır
Geleceği özgür kılan
Geçmişe verilen sözdür
Ne çark hep zalimden yana döner
Ne rüzgar hep karşıdan eser
Tutuldu Hozat'ın dönüş yolu
Soruldu Şahan'ın hesabı
Devrildi Hıdo'nun devrilesi boyu
Kemalizm'in milli kııvvetleri
Devşirme çetelerin aç gözleri
Manevi evlatların elleri
Muasır medeniyetin uçakları
Kürdün istiklalini ezerken
Aynı vakitlerde
İkisi de zulmün pençesinde iki şair
İkisi de destan yazmaktaydı
Sanatçının yüreği, özgürlüğün tanyeri
Mazlumlarla saf tutmak onun hüneridir
Gönlümüzün coğrafyası ve acısı gibi
Devrimi de dörde bölünen bir ülkenin kalbi
Koçgiri, Piran
Ararat, Zilan
Ve Dersim'de
Elbette sorgulayacaktır sanatçının şiirini
Kürdistan ozanı Alişer
Mavzeri ve kalemiyle
Kellesi koltukta
Dağdan dağa aşkın ve kurtuluşun
Sarı, kırmızı, yeşil'in destanını yazmıştır
Zincirlere bağlanıp, satır satır doğranmış
Dizi dizi kurşuna dizilmiş
Katar katar sürgüne yollanmış
Dersim'in ne ekmeği kalmış ne mermisi
Ne acıdan başka sermayesi
Ne dost selamından başka bir beklentisi
Hal böyleyken
Dersim kardeş arar iken acısına
Bursa mahpusunda yatan, kalbi soldan atan
Büyük şair Nazım Hikmet
Kurulup masasının başına
Satır satır, nakış nakış
Kuvayi Milliye destanını yazmıştır
Söylesene Nazım usta
Şimdi nerede şairlerin ve şiirlerin kardeşliği
Acıların ve aşkların birliği nerede
Kanatılmış nehirler nereye akar
Çıplak dağlar hangi yüreğe konar
Nerde kalır suların
Mahpusların ve mazlum ulusların kardeşliği
Alişer ile Zarife'nin aşkına
Kesilerek faşizme sunulan başına
Bir çift sözün, sıcak bir selamın
İki satır şiirin de yoksa
Bu ayıbı alıp nereye koymalı
Oysa kafesteki kuşun göğe özlemini
Kör bir ressam bile çizebilirdi
Sağır bir besteci anlayabilir
Dilsiz bir şarkıcı bile anlatabilirdi
VI
Sene 1937 güz mevsimi
Aylardan eylülün beşi
Kiminle göz göze gelse isyana teşvik
Durup kime selam verse
İdam gerekçesi sayılan
Kıblesi dağ olan Seyid Rıza
Yaprakların savrulduğu bu güz gününde
Birkaç dostuyla birlikte
Düşmüşse "Sıkıyönetim"li yollara
Bir sebebi vardır mutlaka
Mutlu Köprüsü sisli, puslu
Asker kurmuş pusuyu beklemekte
Anlaşıldı k i bu yolun sağı solu hinlik
Başı sonu hainlik dolu
Asker inceliyor gecenin içinden
Çıkıp gelen atlı adamları
Diyor, bu adamların atları
Ne düz yola alışık
Ne devlet memurlarıyla barışık
Diyor, bu adamların teri dağ
Elleri ayakları barut
Ağzı soğan,bıyıkları Nardank kokuyor
En öndeki adamın yaşı geçmiş yetmişi
Saçı kır, sakalı ak
Gözleri gök mavisi
Böyle gece yarısı
Kendi kovanında gezen bal arısı
Gibi üzerimize sürüyorsa atını
Demek ki Allahtan başka
Kimseden yoktur korkusu
Öyleyse bu adam Dersim'in başı
Kürtlerin Seyid Rıza'sıdır...
Mutlu Köprüsü'nde
Dersim'in ocağına incir dikmek için
Bileğe kelepçe, kola zincir vurularak
Seyid yoldaşlarıyla birlikte esir alınarak
Önce Erzincan
Sonra Elazığ zindanına koyulmuştur
Esaret altında gecesi bitmez, gündüzü gülmez
Geçmek bilmez iki aydan sonra
On kasımda devletin avcısı
Elazığ İstiklal Mahkemesi'nin savcısı
Mahkemeye sundu Tunceli'nin davasını
Dedi, "yüksek mahkemeye sunduğumuz bu dava
Tunceli'nin Dersim' e açtığı davadır
Vereceğimiz karar Dersim'i tarihe gömerek
Onun yerine Tunceli'ye ebediyet yaşatacaktır"
Mehkeme başlamadan belli olan kararı
Beklemenin kimseye yoktur hiçbir yararı
Elazığ-Buğday Meydanı'nda
Erkenden hazırlanmıştı darağacı
Seyid sıvazlayıp sakalını
Dersim Kürdistan' dır, dedi girdi öze
Dokundu saza, başladı söze:
-Avcınız da savcınız da doğru söyler
Bu dava Tunceli ile Dersim'in davası
Haklıyla haksızın
Mazlum ile zalimin kavgasıdır
Bu dava
Kürdistan' da taşlara, kayalara
Diş ile tırnak ile kazınmıştır
Nehir boylarında
Kil tabletleri, kan ter ile yazılmıştır
En eski kitabelerde
Ve bütün isyanlarda adına rastlanmıştır
Dersim
Ozanın dilden dile aktanldığı
Bir efsane, bir masaldır
Saz çalınarak söylenen
Kurmanci, Dımıli
Göçebe... Yerli bir türküdür
Cem-Civat tutulup
Semah dönülerek anlatılan
Kainatın
Tabiatın ve hakikatin öyküsüdür
Tunceli çağdaş çapulculuk
Modern harami, zamane haydutluktur
Dersim tohuma, tomurcuğa terini takmış
Kırk göze, kırk pınardan akmış
Ulu meşe, ulu çınar açmış
Kökü derinde bir huduttur
Tunceli 'nin oyunu marifet, soygunu ziyafettir
Yalan dolan, fitne fesattır
Dersim'in toprağı teberik, taşı ziyarettir
Dört kapıdan geçilerek varılan hakikattir
Tunceli, ordu polis, kışla karakol
Dersim el bel dil, edep erkan yoldur
Tunceli diktatörlük
Dersim özgürlüktür
Bugün çığlıklarımız uçurumları yırtan
Kanımız okyanusları utandıran bir gerçek
Yarın hayal, düş olsa bile
Dersim'in bilgesi çok, yiğidi boldur
Nereye giderse gitsin döner
Bulur dağın, bağın anahtarını
Sorar hesabını
On kasımda görüldü dava, açıklandı karar
Seyid ve yoldaşları çıkarılacak darağacına
Seyid Rıza ve oğlu Resık Hüseyin
Demananlı Hasan, Yusufhanlı Fındık
Kureşanlı Hasan, Hüseyin ve Mirzaoğlu Ali
Darağaçlarının önünde
Başladılar son sözlerini haykırmaya:
-Irmağın akışı
Ceylanın bakışı
Kilimin nakışı için ölünecek zamandır
Doğacak çocuk, açacak çiçek
Sökecek şafak için ödenecek bedeldir
Darağacında asılır, çeker gideriz
Nar ağacında açılır, çiçek geliriz
Damla gider, derya döneriz
Yaprak gider, orman geliriz
Güzde kışta, dar'a geldik
Baharda, yazda yine geliriz
"Kırılan testi, dökülen sudur"
Bu uğurda bizden evvel geçene
Bizden sonra gelene selam olsun
Seyid Rıza "oğlumu benden önce asmayın
Birde onun acısını yaşatmayın" dedi
17 Kasım 1937'de şafak sökmeden önce
En önce Seyid'in oğlundan başlayarak
Elaziz Buğday Meydanı'nda
Art arda astılar buğday başaklarını
Dersim başsız kalmış bir yurttur
İçi kemiren, dışı uluyan k u r t t u r
Yusufan şaşırmış pusulayı
Karakışta saldırıyor kavim kardeşine
Areyan, Alan, Kırgan girmiş işgalcinin emrine
Yine de doğuyor güneş, eriyor kar
38 baharında döğüşmekte ustalaşmıştır Haydaran
Lideri Yusuf, kahramanı Kopo Hüseyin varken
Yerinde durabilir mi yiğit Koçan
Demanan, Kalan ve Ovacıklılar çarpışa çarpışa
Son bir çabayla çekildiler Laç Deresi 'ne
Gönlünde gül yakan
Gözleri ışık saçan Kürt kadınları
Esir düşmektense düşman eline
Uçurumlardan atladılar cesur ölümlere
Dersim kırılmış bir dal gibi
Dağlara darılmış gibi
Sığınıyor kuytu köşelere
Onbaşı, yüzbaşı, binbaşılar toplu kırımlara
Onar yüzer, biner biner
İmza atmaya başlarlar
Tujık dağının eteğinde, İkser vadisi
Orada diyor ki düşmanın en adisi:
-Bu mağaraya beton dökülsün
Ötekinin ağzına ateş yakılsın
Diğerinin içine zehirli gaz sıkılsın
Çıkan olursa süngüye takılsın
Dersim'in kökü kazılsın
Sönen ocak, solan ömür
Yanmış cesetler, kara kömür
Dağlar kaynayan volkan
Ovalar kızıl kan
Harçik, Laç, Munzur
Ve Kutuderesi kanlı birer umman
Salkım saçları kökünden kazınan kadınlar
Ana karnında kanatılan tomurcuklar
Çoğalan kayıp kızlar, öksüz oğullar
Ozanın kesilen başı, kırılan sazı
Ve komşu halkların kapısını
Bacasını döverken Dersim'in çığlıkları
Sürgün yollarında Kurmanci, Dımıli
Lehçe lehçe kanıyor Kürdistan
İşgalciyle birlikte davranınca
Kurtulacağını sanan Alan, Areyan
Ve Kırgan reisi Şatoğlu Salman
Ve eşi Hatice
Meydanlarda kurşuna dizildiler neticede
Celladına yardım etmenin ödülü
Samanlıklara doldurulup
Diri diri yakılarak, çığlıklar içinde bir ölümdü
Zulümdendir elbette
Toprağın kan, rüzgarın ölüm kokması
Munzur'un sürgüne akması
Ve gurbetler arası yollarda
Dersim'in eşkıya sayılması
Ve ardından gözyaşı döküyorsa karınca
Kır çiçeği ağıt yakıyorsa
Yas tutuyorsa kelebek
Yaşadığımız zulümdendir elbet
Anavatanlardan
Anayasalardan
Anacaddelerden kovulduk
Sürülmediğimiz kent
Sövülmediğimiz kent kalmadı
Çağdaş uluslardan, modern zulümler gördük
Uygar milletlerin gazabına uğradık
Uzay çağında
Kimyasal deneylere kobay
Kitlesel kırımlara kurban edildik
Bilim çağında
Entelektüel zulümler gördük
Acılarımıza edebiyat minareleri diken
Yaralarımıza estetik kılıflar uyduran
Vicdansız filozofları
Edepsiz, edebiyatçıların
Yüreksiz şairlerin
Meydanlarda tezgahlanan linç kampanyalarını da
Unutmadık
Dün doğruydu
Bugün ve yarında doğrudur direnmek
Ama mesele direnmekte değil
Artık kazanmak gerek
Geleceğini kazanmak isteyen halklar bilirler
Zafere giden yol
Geçmişini zalimlerin elinden
Kurtarmakla başlar
...Yanılgılı, yenilgili isyanlardan
Gül kırımı mevsimlerden sonra
Resmiyet, teslimiyet ve
Tasmalı hürriyetin kol gezdiği zamanlardı
Yalana gerçek, talana tarih deniliyor
Halkların güneşinin battığı yerde
Apoletli alçaklık yükseliyordu
Bireysel kurtuluş, toplumsal ihanetle sonuçlanıyordu
Şiirimizin ortasından kurşunların geçtiği
Kanlı bıçaklı türkülerin
Dilimize yuva kurduğu zamanlardan
Yüksek avazlı ağıtlardan
Derin ve uzun matemlerden geçilerek
Varıldı Heval zamanı 'na
Tarih:
Bağımsız birleşik bir sevdayla sorgulandı
Unutulmuş olan yeniden hatırlandı
Işık yurdunda isyan
Eskitilmemiş en eski yemindir.
Kırlara gönül verip uçurumları yar bilen
Ölüme erken çıkıp
Mutluluğa geç kalan kuşakların emanetidir
Zulme baş eğmemiş kardelenlerin geleneği
Özgürlüğünden vazgeçmeyen karanfillerin ibadetidir
Doğduğunda kulağına özgürlük fısıldanan
Dağ kavminin kızları oğulları
Işığı gösterip güneşe şirk koştular
Kuşlar ve düşler ardına düşüp
Başlattılar dağın takvimini
Kürd ile İstan patikalarda buluştu
Mitoloji ile ideoloji el ele verdi
Ezel ile ebed an'da birleşti
Örgütlendi umut
Savruldu ölü toprak, savruldu kül
Diriliş başladı, ayaklandı kırmızı gül
Güneş Mezopotamya'nın nabzında bağdaş kurdu
Yolunmuş kır çiçeklerinin
Kırılmış kır çocuklarının hesabı soruldu.
Kalbimizin kırsalında yurt toplayanlar
Dağda, darağacında, özgürlük orucunda
Dört parçada dört mevsim
Işık yurdunu savundu
Toprak türkü koktu
Çiçekler bal açtı
Ağıtlar başı dik marşlara
Matemler sarı, kırmızı, yeşil halaylara dönüştü
Özgürlük aşkına başlayan bu dava
Henüz kazanılmamış olsa da
Ters laleler yüzünü güneşe dönene dek
Sürecektir bu kavga
Dağ gibi sevdaları ve kavgalarıyla
Önce şiirlere indiler
Ellerinde toprak, tohum ve güneşle
Elbet bir gün şehirlere de inerler
Şimdi "dağ" denilince
Yediden yetmişe bir halk
Elini kalbine götürüyor...
Canımızla, kanımızla seninleyiz başkan, diyen
Çocuklar ve analar
Anacaddelerden resmi ideolojiler kovuyorlar ...
www.freekitap.com
www.epubkitap.com
www.sizolsaydiniz.com