Aralık 2012 - Bilişim Uzmanları Derneği

Transkript

Aralık 2012 - Bilişim Uzmanları Derneği
Bilişim Uzmanları
Bülteni
Cilt 2, Sayı 7
7 Aralık 2012
Sunuş

Gök Medrese
Hayranlığından
Fahri Rize Hemşeriliğine

Libya’dan Esen
Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100. Yıl Anısına

Bir Taşınma Hikayesi

Kilise Bahçesine
Dimitri ile Beşiktaş - Galatasaray
Muhabbeti: Rodos’ta Bir Cuma

Şiir: Mevsim Güz

Hayatın Peşinde

Ayın Konuğu:
Mustafa Güneş
Bu bültende yer alan yazılarda ifade edilen yorum ve
görüşler yazarlarına ait
olup, Bilişim Uzmanları
Derneği’nin görüşlerini
yansıtmamaktadır.
19’uncu sayımızla merhaba,
Mevsimler birbiri ardınca geçiverdi,
günler haftaları, haftalar ayları kovaladı.
Böylece 2012 yılının son ayına da girmiş
olduk.
Son dönemde sıkça merak edilen bir
konu var, Kurum hizmet binası ile ilgili
gelişmeler ne durumda? Kurum binasındaki gelişmeler, her ay birim amirleri ile
yapılan Koordinasyon toplantılarının ilk
gündem maddesini oluşturuyor. Yapılan
son toplantıda Destek Hizmetleri Dairesi
Başkanımız Sayın Bayram Aslan tarafından verilen bilgi ise şu şekildedir:
“Kurum hizmet binamızın da yapılacağı
arsa üzerinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hizmet binası ile Türkerler İnşaat
firmasına ait bir AVM yapılacaktır. TOKİ
tarafından yapılan ilk imar planına Çankaya Belediyesi tarafından bir kez, sonraki imar planına da yine Çankaya Belediyesi ikinci kez ve Türkerler İnşaat
firması tarafından bir kez itirazda bulunulmuştur. Yapılan itirazlar kurum hizmet
binamızın yapılacağı alan veya inşaatla
ilgisi bulunmamaktadır. Nihai aşamada
tüm itirazların dikkate alındığı imarla ilgili
plan not değişiklikleri Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının resen onayına sunulmuştur.
Bakanlığın onaylayacağı plan değişikliklerine Türkerler İnşaat firmasınca itiraz
edilmeyeceği tarafımıza sözlü olarak
söylenmiştir. Çankaya Belediyesinin de
itiraz etmeyeceği düşünülmektedir.
Gerekçe ise, TOKİ’nin hizmet binamızı
yapacak yüklenici firmaya yer teslimi
yaparak fiilen hafriyat alınması için iksa
direklerinin (veya duvar) yapılmasına
başlanması yönünde talimat vermiş
olmasıdır. Hali hazırda hizmet binamızın
bulunduğu alan üzerinde bulunan Söğütlü Bahçe adındaki işletmeci bu hafta
itibariyle taşınmaya başlamıştır. Bir hafta
on gün içerisinde bu alana hizmet binamızın inşaatı ile ilgili büyük bir bilgilendirme panosu yüklenici firma tarafından
konulacaktır. Diğer taraftan hizmet binamızla ilgili uygulama projeleri henüz
tamamlanmamış olup 1-2 hafta içerisinde
tamamlandıktan sonra TOKİ’nin onayına
sunulacaktır. Onayı müteakip asıl inşaat
işine başlanabilecektir. Bu sürecin yaklaşık olarak 1-2 ay içerisinde tamamlanması beklenmektedir. Özetle, uygulama
projelerinin tamamlanması normal sürecinde ilerlerken, imar planı ile ilgili itirazların da aynı döneme gelmiş olması
hizmet binamızın yapımına ilişkin olarak
bir gecikme oluşturmamıştır.
Sonuç olarak, önümüzdeki kış şartları da
dikkate alındığında genel itibariyle Kurum
hizmet binasının yapımı ile ilgili bir sorun
bulunmamaktadır.”
Konu hakkında yetkili olan birincil ağız
tarafından yapılan bu açıklamayı sizinle
paylaşmak istedim.
Bu ayki konuğumuz Ankara Bölge Müdürümüz Sayın Mustafa Güneş oldu. Mustafa Beyi hatırlarsınız, Derneğimizin de
kurucu üyelerinden. Çok tecrübeli, çok
düşünceli ve hakikaten çok yönlü bir
insan. Çalışanlarına çok değer veriyor,
bu da Ankara Bölge Müdürlüğündeki
arkadaşlarımızı oldukça motive ediyor.
Geçen hafta Bölge Müdürlüğü personeli
ile yaptığımız bir toplantıda, sorunlarımıza çözüm önerileri getiren arkadaşlarımı-
Elif Özdemir, BiliĢim Uzmanları Derneği BaĢkanı
zı görünce, personel ve amir arasındaki inanç ve güvenin önemine bizzat
şahit oldum ve açıkçası gıpta ettim.
Röportajımıza gelince, bu röportajda
hem ruhumuz, hem de karnımız doydu. Mustafa Bey bize sürpriz yapıp,
kendi yaptığı ekmekleriyle bir sofra
hazırlamıştı. Sağlıklı beslenme ekseninde çok keyifli bir röportaj oldu,
umarım siz de beğenirsiniz.
Bültenimizde yine devam eden yazılarımız var. Katkı sağlayan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle yeni yılınızı da tebrik ediyorum.
2013 yılı sağlık, başarı ve mutluluk yılı
olsun ve tabii ki bu yıl da umudunuz
hiç sönmesin.
Selam ve saygılarımızla.
Sayfa 2
Gök Medrese Hayranlığından Fahri Rize Hemşeriliğine...
Her şey 1978 yılında Fransa’da İslam sanatı okumakta olan Amerikalı bir genç
kızın derslerinden birinde görerek hayran olduğu Gök Medrese’yi yakından görmek üzere ailesinden habersiz Sivas’a gelmesiyle başlar…
AyĢe Gül Mirzaoğlu,
BiliĢim Uzmanı
BTD, BTK
13. yüzyılda inşa edilen ve Türk-İslam mimarisinin sembollerinden olan bu Anadolu Selçuklu eserine ve Türk kültürüne duyduğu hayranlık, Amerikalı Katharine’ in
hayata bakışını değiştirmiştir. Aradan geçen yarım ömür diyebileceğimiz sürede
yaşadığı Türkiye serüveninde ülkemizin ekonomik, sosyal ve politik alanda geçirdiği büyük değişime şahit olan bu genç kız, 32 yıl boyunca aldığı notları bir 2010
yılında yayımlamış olduğu bir kitapta bir araya getirmiştir.
”Evet, bir çay daha lütfen” adıyla Türkçeleştirilen bu kitabın yazarı Amerikalı sanat
tarihçisi Katharine Branning, belki de bizi
bizden daha iyi tanıyan batılı bir kadın yazarın gözüyle Türk kültürünün kendine has
güzelliklerine ışık tutmaktadır.
“Türk kadınlarının
en büyük süsü Türk
oluşlarıdır.”
(Lady Mary
Montagu)
Branning, kitabını bundan 3 asır önce de benzer şekilde Türk kültürünü batıya
tanıtmayı amaçlayan bir başka batılı kadın yazar Lady Mary Montagu’nun “Şark
Mektupları”ndan esinlenerek ve ona cevap yazıyormuşçasına kurgulamıştır. Lale
devrinde İstanbul’da görev yapan bir İngiliz elçisinin eşi olan Lady Montagu da o
dönemin Osmanlı kültürü’nü söz konusu kültüre karşı büyük bir önyargı duyan
İngiliz arkadaşlarına son derece olumlu bir şekilde tanıtan mektuplar yazmıştır.
Daha sonra bu mektuplar “Şark Mektupları” adlı eserde derlenmiştir.
“Şark Mektupları”nda Türk kültürünün
güzelliklerini vurgulayan Lady Montagu,
“Türk kadınlarının en büyük süsü Türk
oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas
veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve
kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her
Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.” der.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 3
Branning, “Evet, bir çay daha lütfen” kitabında misafirperverliğin ve diyaloğun
sembolü olarak gördüğü ve “Türkiye’nin mayası” dediği Türk çayı ekseninde Türk
kültürünü ve yaşayışını özetlemektedir. Bu sene Ramazan ayında “Bir bardak çay
ailedir.” sloganıyla ekranlara gelen Çaykur reklamında da rol alan ve kendisine
Rize Belediyesi tarafından fahri hemşerilik beratı da verilen Branning’e göre konuğu olduğu fakir bir Anadolu ailesinden, Cumhurbaşkanı Gül’e kadar herkes tarafından kendisine aynı şekilde ikram edilen Türk çayı, Türk insanı arasındaki seviye farkını ortadan kaldıran “demokratik bir içecek”tir.
AyĢe Gül Mirzaoğlu,
BiliĢim Uzmanı
BTD, BTK
“Türk insanının hiç
değişmeyen
Kitabında gerek Lady Montagu’nun kaleme aldığı 3 asır öncesine kıyasla ortaya
çıkan, gerekse Türkiye’de bulunduğu 30 küsur yılda bizzat şahitlik ettiği değişiklikleri anlatan Branning, bu değişikliklere rağmen Türk insanının hiç değişmeyen
nitelikleri olduğunu savunmaktadır. Ona göre, bu nitelikler; aile bağları, büyüklere
saygı, herşeye iyi tarafından bakan kaderci bakış açısı, hayattan keyif alma eğilimi ve umutlu olma halidir. Branning’in bu tespitlerin hala geçerli olduğuna tüm
kalbimle inanmak istiyorum.
Branning’in geçtiğimiz yıl içinde sosyal
medyada epeyce izlenen ve beğeni toplayan Türk çayı ve Türk kültürü hakkındaki
videoyu mümkünse kendisinin vurgularını
daha iyi kavramak için İngilizce haliyle
youtube’dan izlemenizi tavsiye ederim.
Gök Medrese gibi nice eşsiz eserler barındıran Türkiyemizin kendine özgü kültür
ve sanatıyla Amerikalı bir genç kızı olduğu kadar, ülkemizdeki gençleri de heyecanlandırmasını ve bizi öz benliğimizi kavramaya yaklaştırmasını dilerim.
Sevgilerimle…
Kaynaklar: http://www.usasabah.com/Guncel/2010/11/09/amerikali_yazarin_turkiye_aski
http://www.medyaloji.net/haber/caykur_un_yeni_reklam_yuzu_rize_nin_fahri_hemsehrisi.htm
nitelikleri; aile
bağları, büyüklere
saygı, herşeye iyi
tarafından bakan
kaderci bakış açısı,
hayattan keyif alma
eğilimi ve umutlu
olma halidir.”
(Katharine Branning)
Sayfa 4
Libya’dan Esen Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100.
Yıl Anısına
M. Bilal Ünver
Daire BaĢkanı
SRD, BTK
Transit bir yolcu olarak Trablus’da bulunuşum, hiç aklımdan geçmeyen ihtimal hesaplarının
kaderle buluşması karşısında aciz ve mecbur kaldığım bir yolculuk, diğer yandan zihnimde
oldukça uzayan bir 15 saatten ibaretti. Benim tercihimse bu kısa ve zorunlu seyahatin bende uyardığı duygu ve düşünce dünyasına kendimi atmak oldu. Bunu yapmamın önünde bir
dizi engel vardı ve bunları aşmak çok da kolay olmadı. Bir önceki uçağın gecikmesi nedeniyle yaptığım son dakika ısrarlarına gümrüktekilerin kulak tıkayışını ve muhatap bulamamam neticesinde yaşadığım hayal kırıklığını burada zikretmem gerek. Bu hayal kırıklığı çok
hızlı bir şekilde sinema şeridinden geçen bazı karelerle buluşunca benim için ucu dipsiz bir
tünele girişten farksızdı. Yani, Libya ve ben günlerden bir gün buluşacaktık ve kimin aklına
gelirdi bu durum ve çaresizliğim? Çaresizliğim ve sorularım karşısında yetkililerin bana havaalanındaki bankı göstermeleri, “Birkaç gün içinde gidersin elbet” ya da “Bakarız bir çaresine” tarzındaki yaklaşımları tam beynimdeki kanın sıçramasına sebebiyet verecekti ki;
Türkiye’den çok uzaklarda, bir Kuzey Afrika ülkesinde olduğum aklıma geldi ve savaş sonrasını yaşayan dramatik ve belki de zavallı bir coğrafyada bulunduğum gerçeğini kendime
hatırlattım. Ülkenin genel manzarasını sadece havaalanındaki genel başı boşluk bile anlatmaya yetiyordu ama ben yine de iyimserliğimi kaybetmemeye çalışıyordum, belki de nafile
bir çabayla…
Muhataplarımı seçmeye kısmen de olsa özen gösteriyor, derdimi anlatacağım ve İngilizceden anlayan birisini bulana kadar da bir yandan kafamda planlar kuruyordum. Ben ne kadar
plan kursam da planlarının işe yaramadığını görüp, çoğu kez iradem dışı bir planın beni
sürüklediğine hayatında şahit olanlardanım. Nitekim bu sefer de öyle oldu. Paramın yetersizliği, ertesi güne çıkma derdi düşüncesi derken, bir adamın dükkanı kapatırken sakin ama
bende farkındalık uyaran bir bakış yöneltmesiyle kendimi toparladım ve kendisine banka
veya kredi kartıyla para bulabileceğim bir yer olup olmadığını sordum. İçine düştüğüm sıkıntılı durumu anlatınca adamın yardımsever hali ve tutumu umutsuzluğumu gölgeledi.
Ertesi günün biletini ayarlamış olsam da geceyi nasıl geçireceğim hala meçhuldü ve bu
belirsizliği gidermek için Hakim isimli bu yeni dostumun rehberliğine başvurdum. Güven
telkin eden hali İngilizce birkaç kelime dahi olsa kendini ifade etmesiyle birlikte benim o
gece can simidim oldu. Derken düştük yola… Gideceğimiz otelin ucuz olmasını gözeterek
çıktığımız yolda sağa sola bakınırken gördüğüm savaş sonrası Trablus manzarası, buraya
sadece acının düştüğünün değil, aynı zamanda ülkedeki telafisi zor bir yıkımın izlerinin de
canlı şahitleriydi. Yolun izin belli olmadığı, pek çok yerde çöp yığını ve moloz birikintisi görebileceğiniz ve dolayısıyla dışarıdan gelen birisi için iç karartıcı bu tablodan sonra, beklentilerimi bir hayli düşürsem de otelin tüm beklentilerimi tepe taklak hale getirdiğini söylemem
mübalağa olmaz. Ben yanılmak istemiyor, dostumun önüme düşüp yol göstermesinden
dolayı tarihi dostluklar ağında gidip geliyor isem de gördüğüm manzara gerçekten de tam
bir fiyaskoydu.
Kaldığım otel katından bir fotoğraf
Havaalanına giden yolda bir şehir manzarası
(Trablus, Aralık 2012)
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 5
Rutubetli, ıslak ve sürekli su sızdıran, bir tuvalet kağıdından mahrum banyosundan mı, yoksa priz
telleri görünen soğuk duvarlardan, yerlerdeki toz ve yatağın içler acısı halinden mi dem vurayım bilemiyorum. Fakat bütün bunlar, benim içimdeki Trablus mazisini yok edecek cinsten değildi. Evet, bu
yaşanılanlar bana havaalanında gördüğüm yerel kıyafetli halkın aynı yerellik ve cesaretle Kurmay
Binbaşı Mustafa Kemal’in talimatlarını dinlerken sıraya dizilişlerindeki manzarayı zihnimden silmeye
yetmedi. Bu coğrafyada tam yüzyıl önce yaşanılanları, aynı yıl cereyan eden Balkan Savaşları biraz
gölgelese de benim bunları unutmaya hiç niyetim yoktu. Otel odasında gördüklerim ve hissettiğim
soğuğun, yüzyıl öncesindeki rüzgarı dindirmeye hiç hakkı yoktu. Libya’nın kanaat önderlerinden
(1920’de Anadolu’ya gelerek Milli Mücadele’ye katılan) Şeyh Sünusi’ye verdiği desteği oraya gönderdiği askerlerle kanıtlayan ve Libyalı Bedevileri eğiterek savaşa hazırlayan Osmanlı ordusuna verilecek
nişane, duvarda asılıydı ve bu bir günden az süren Libya yolculuğu, bu asıl ve uzun yolculuğa bir davetiyeydi.
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Bedevi Kuvvetleri
önünde emirlerini yazdırırken (Derne, 1912)
Enver Bey ve Nuri Conkerbey Bey Trablusgarp’da
Asıl yolculuğun beni sürüklediği tarihi günlere gidiyorum. İtalyan saldırılarına dur diyecek hal ve kuvvetimizin olmadığı, Osmanlının seferber olmakla beraber elinden gelenin sadece çoğu gönüllü olan subayları göndermekten ibaret olduğu acı dolu yıllara… Başta Binbaşı Enver Bey, Mustafa Kemal
(Atatürk), Eşref (Kuşçubaşı) ve Ali Fethi (Okyar) olmak üzere pek çok önemli ismin değişik kılık ve
kıyafetlerde İngiltere kontrolündeki Mısır üzerinden, özellikle Eşref Bey’in Arapça bilgisi ve yerel halkla
sıkı diyaloğu sayesinde Trablusgarb’a ulaşması ve onları organize etmeleri tek başına önemli bir başarı olarak kayda değer. Ancak ortaya konulanlar bununla sınırlı kalmamış ve 900 kişilik Arap direnişçilerin sayısı yirmibine çıkmış, bunlar eğitilip organize edilerek savaşa hazır hale getirilmişti 1. İtalyan ordusunun hiç ummadığı savunma muharebelerine adını yazdıran yerel direnişçilerin İtalyanların kabusu
olmasında adı geçen komutanların payı hiç azımsanmayacak kadar büyüktü. Ve sonuç: Ekim 1911’de
çıkarma yaptıkları Derne, Tobruk ve Bingazi limanına sıkışıp kalan İtalyanlar Libya içlerine ilerleyememiş, ateşkes için Babıali’ye Almanya aracılığıyla mesaj göndermişlerdi. Gönüllü direnişin bu başarısı
karşısında söz konusu mesaja olumlu cevap vermemeyi tercih eden İstanbul’u zor günler beklese de
bu moralle başlayan direnişin uzun yıllar devam ettiğini ve İtalyanların tam bir üstünlüğü 1920’lerde
kurduğunu belirtmek gerek.
İtalyan donanması Trablus’u
kuşatıyor (Ekim 1911)
İtalyan askerleri Trablus’a yapılan
çıkartma sırasında (Ekim 1911)
Trablus’u bombalayan İtalyan zeplinleri
İtalyan bataryaları Bingazi’yi
bombalarken (1911)
Gerçekten de Osmanlı kurmaylarının gidişi önemli denecek ölçüde Libya halkının yarasını sarmış,
onları cesaretlendirmişti. Aldıkları eğitimi ve dayanışma ruhunu vatanlarını kurtarma azmiyle birleştiren
Bedevilerin İtalyanları püskürtmesi inanılası gibi değildi. Buna misilleme olarak İtalya’nın önce Beyrut’u
bombalaması, ardından Boğazlara yönelmesi ve oniki adayı işgali Osmanlıların Balkan Savaşları
1
Bu yöndeki gayretlerin ve dayanışmanın bu bölgedeki Hamidiye Alayları’nın oluşturulmaya başlandığı bir 30 yıl kadar öncesine dayandığını belirtmekte de fayda var.
M. Bilal Ünver
Daire BaĢkanı
SRD, BTK
Sayfa 6
Libya’dan Esen Rüzgar: Trablusgarp Kahramanlarının 100.
Yıl Anısına
M. Bilal Ünver
Daire BaĢkanı
SRD, BTK
nedeniyle kıskıvrak yakalandığı bir döneme rast gelmişti ve netice hazindi. 1912 yılı boyunca, tüm bu olup bitenlere rağmen müdafaayı kesmeyen ve İstanbul’a sürekli direniş yönünde telgraf mesajları gönderen Enver Bey’in bu çabaları sonuçsuz kaldı. 14 Ekim 1912’de
imzalanan Uşi Anlaşmasıyla önce Libya’dan, ardından da (ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra
resmen Yunanistan’a bırakılan) oniki adadan çekilmek zorunda kaldık. Bu duruma kanlı
savaşlarla sürüklenilmesi hem üzücü hem de düşündürücüydü. Zira, ne Cezayir-Tunus’un
Fransa tarafından işgalinde, ne de İngiltere’nin Mısır’daki kontrolü ele alışında bu tür bir
karşı direniş olmamıştı ve Trablusgarp’daki halkın yabancı güçlere karşı tutumları diğer
ülke halklarından daha farklıydı. Şeyh Sünusi’nin Libya’dan ayrılmasını istemediği, kendisine kılıcını hediye ettiği, ancak Osmanlı’nın geri çağırması karşısında buradan ayrılan Enver
Paşa’nın (25 Kasım 1912 tarihli günlüğündeki) şu ifadesi tarihe not düşmektedir:
“Nihayet! Karar verildi. O halde İstanbul’a dönmek, orada yarbay olarak tekrar görev yapmak için çok sevdiğim Krallığım Sirenayka’yı 2 ve
gerçekten bağımsız bir görevi terk ediyorum”
Tek Enver Bey’in değil, yerel halkın da içine düşen acı tarifsizdi ve Sultan olmasa dahi ona
bağlı kalacaklarına söz veren Sünusilere, Kuloğullarına, Karamanlılara denebilecek çok bir
şey yoktu ve yine Enver Bey’in ifadesiyle, vatanın çıkarları nerede gerektiriyorsa orada
göreve devam edilecekti. Ancak, Enver Bey’i buraya tutkun kılan ve onu Libyalılara sevdiren neydi? Sanırım Libya’nın kendine has Osmanlılığıydı ve bunu tarihî ve kültürel kodlarına taşımasıydı. Nitekim bu kodlar yıllar sonra kısa süreliğine de sonra bir Türkün Libya’da
Başbakan olmasına zemin hazırlayacaktı. Evet yanlış duymadınız. 1559’da Osmanlı’ya
bağlanan Trablusgarp uzun süre “Dayı” denen yerel beylerle yönetilmiş, ama bunların gerektiğinde birbirlerine karşı Avrupalılarla işbirliği yaptığı fark edilince bölgenin idaresi ve
güvenliği için merkezden asker sevkiyatına karar verilmişti. Ağırlıklı olarak Aydın, İzmir,
Manisa, Muğla gibi Batı Anadolu’dan toplanan çoğu devşirme levendlerin ve yeniçerilerin
oraya gitmesi sonucu Türk-Arap-Bedevi karışımı Kuloğulları denen toplumsal bir kesim
ortaya çıkmış ve bu silsileden gelen Salih Koloğlu, 1950’de Libya’nın ilk Başbakanı olarak
görev yapmıştı.
Libya’daki Turgut Reis Camii ve Türbesi
Yüzyıllar öncesinde göçlerle Türklerin bu bölgeye gitmesinin bu tür meyvelerini
vermesi tarihin garip bir cilvesi değil mi? Ne var ki; biz bu tarihî ve kültürel köprüleri global bakışın ve medyanın etkisiyle çoğu zaman görmezlikten gelmeyi tercih
ediyoruz. Bu bağı maziden geleceğe taşımak şöyle dursun, söz konusu birikimin
farkında bile olamıyor; çoğu zaman kayıp Türkleri kendi kaybolmuşluğuna terk
2
Sirenayka, Bingazi ve Trablusgarp ile birlikte bugünkü Libya’yı oluşturan üç bölgeden biriydi. Bu üç bölge Trablusgarp Beylerbeyliği’ne
bağlı olarak Osmanlı Garp Ocaklarından birini oluşturuyordu.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 7
ediyoruz. Bu tarihî köprülerin kurulması zor olduğu gibi zihnî ve tarihî belleğimizden silinmesi de o kadar kolay olmuşa benziyor. Linç edilerek öldürülen devrik
diktatör Kaddafi’nin son zamanlarında bu tarihî bağlara atıf yaparak bazı hatırlatma ve taleplerde bulunması da trajikomik bir olgu olarak duruyor karşımızda. Bu
tür bir hamlenin politik koz niteliği belirgin olsa da politik olmayan ve karşımızda
dimdik duran tarihin Trablusgarp sayfasını yeniden açmamız ve bundan öğrenmemiz gereken çok şey olduğu açık. Tarihin kendi mahzeninde saklı olan Trablusgarp direnişi, ardından geçen yüzyıla rağmen kendini bize şerh etmiş, sırlarını
açmış değil ve belli ki her vesileyle bu sorumluluğu yerine getirmek istiyor. Sırtındaki bu yükten kurtulmak istiyor adeta… Öyle bir yük ki; Osmanlı buralardan ayrıldıktan sonra Albert Houran’nin ifadesiyle on yıl can çekişen bir ruhu ve şuuru temsil ediyor o. Bunu hatırlatan gerçekler o kadar çok ki. Sadece benim dönüş günü
tanıştığımız babası Libyalı, annesi Türk bir gence rastlamam dahi bu gerçeğe parmak basan basit bir anekdot.
Kaddafi’yi deviren Ulusal Geçiş Konseyi Askerlerinin
Trablus’daki zafer görüntüsü
Savaş sonrası Trablus’dan bir görüntü (Aralık, 2012)
Savaş sonrası Trablus’dan bir görüntü (Aralık, 2012)
Osmanlının çöküş döneminde gevşeyen ilişkilere rağmen akraba topluluklar arasındaki
bağın nelere kadir olduğunu Trablusgarp direnişi tek başına gösteriyor. Bu bağ sayesinde
daha önce kendilerini İtalyanlara karşı savunan Libyalıların şimdi içinde bulunduğu çaresizlik ve takatsizlik karşısında tarihin açtığı menfezlerden onlara bakabilsek. Onların beden
diliyle bize yönelttikleri taleplerine kulak verebilsek? Bu taleplerinin sadece onların şahsî ve
ulusal çıkarlarıyla değil, ülkemizin de çıkarlarıyla örtüştüğünü fark edebilsek? Sadece inşaat şantiyeleri, müteahhitlik anlaşmalarıyla değil, bu insanları içinde bulundukları akıl tutulması ve güvensizlik ortamından çıkararak bunu başarabilsek..? Sanırım bunları yapabilirsek, oralara ellerindeki imkanları sonuna kadar zorlayarak gitmeyi başaran Osmanlı ordusu
ve subaylarının başarılarını taçlandırmış ve onların buradan ayrılık hüznünü bir nebze de
azaltmış oluruz.
M. Bilal Ünver
Daire BaĢkanı
SRD, BTK
Sayfa 8
Bir Taşınma Hikâyesi - 2
Abdurrahman Er
BiliĢim Uzmanı,
SDD, BTK
Kâhin bizim heyete han içerisinde tahtakurularının cirit attığı, böceklerin
gezintiye çıktığı, farelerin kol gezdiği kötü, pis bir baraka gösterdi. Yerde pis yataklar vardı ve anlaşılan onların üzerinde uyumaları gerekiyordu. Söz meclisten
dışarı köpek bağlansa dahi orada duramazdı. Heyetten bazıları bu kâhin olsa olsa
sahtekârdır; kimse geleceği bilemez ve bu kadar pis olamaz diyor, lakin bir kısmı
da onca yolu boşu boşuna tepmedik ya, elbet bize bu kâhini tavsiye edenlerin bir
bildiği vardır diyordu. Hatta o kötü pis yerde birkaç gün sabretmenin her şeye değeceğini söyleyenler de yok değildi. Tüm bu tartışmalar sürerken kâhin insafa gelmiş ve bizimkilere acımış olmalı ki barakanın önünde peyda oldu ve barakayı bir
güzel temizletti. Odaya baştan aşağıya gül suyu döktürdü ve nihayet oda eline
yüzüne bakılır bir hale geldi.
Aradan birkaç gün geçmişti ki kâhin hazırlıklarını tamamladığını söyledi.
Öyle bir iksir yapmıştı ki “Nereye Taşınmalı” sorusunu bir mermere yazıp üzerine
iksiri serpince cevap aşağıya kendiliğinden yazılacaktı. Fakat heyetten birinin yardımına ihtiyacı vardı, kâhin iksiri serperken o da iksir şişesini elinde tutacaktı.
Öyle bir iksir
yapmıştı ki “Nereye
Taşınmalı”
sorusunu bir
mermere yazıp
üzerine iksiri
serpince cevap
aşağıya
kendiliğinden
yazılacaktı.
Artık her şey hazırdı, kahin şu şişeyi şöyle tut beyzadem dedi ve ne olduysa o anda oldu; şişeyi tutan eğik mi tuttu, kahin ölçüyü mü tutturamadı veya yanlış
bir hesap mı yaptı nedir bilinmez; nasıl olduğunu kahin kendisi bile anlayamadan
bizim heyet adeta hayal süratiyle kendini 2012 yılının Ankara’sında buluverdi. Bir
anda zaman ve mekan değiştirmişlerdi; o şaşkınlıkla kimi feryat figan ediyor, kimi
Allah’ın hikmetinden sual olunmaz diyordu. Birkaç tanesi de kalakalmıştı ve tirtir
titriyordu. Uzatmayalım, neden sonra şaşkınlıklarını atıp kendilerine gelebildiler.
Heyetteki adamcağızlar bir de ne görsünler; etrafta hareket eden demirler ve içlerinde insanlar vardı. Ortalıkta at filan gözükmüyordu. Devasa çok katlı yapılar ve
sokaklarda farklı kıyafetler giyinmiş birileri vardı. Onlarda insandı ama giyim kuşamları bambaşkaydı. Hemen oracığa Ankaralılar sökün etmeye başlayıp, bizimkilerin etrafına toplandılar. Allah’tan zar zor da olsa anlaşabiliyorlardı; ne garipti ki
onların kullandığı bazı kelimeler 2012 yılında halen kullanılıyordu. Anlaşamadıkları zaman mimik hareketleri, beden dili, gözlerdeki manalı bakışlar kısacası işaret
dili imdatlarına yetişti.
Her zaman olduğu gibi halk yardımseverdi; derhal ilgili kurumlara haber
verildi, bizim heyet bir devlet kurumunun misafirhanesinde ağırlandı. Para keselerinde bulunan akçeler tarihi eser değeri üzerinden alındı ve karşılığında yüklü miktarda para verildi. Kendilerine bir de rehber tayin edildi ve öncelikle hemen gidilip
kılık kıyafet alındı.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 9
Bir Taşınma Hikâyesi - 2
Günler gelip geçiyor bizim heyettekiler bir taraftan kendi dönemlerine,
ailelerinin yanına dönmek istiyor bir taraftan da araba, telefon, internet, TV… gibi
hayatı kolaylaştıran bu güzel imkanları bırakmak istemiyorlardı. Fakat bu dönemde koşuşturmaca, vakit kıtlığı, gibi şeylerin hayatı ne denli zorlaştırdığını da fark
etmişlerdi.
Abdurrahman Er
BiliĢim Uzmanı,
SDD, BTK
Birkaç ay içerisinde 2012 yılına alışmaya başladılar ama onlara göre her
şey değişmişti; insanoğlu fezanın derinliklerini keşfetmiş, arabalar, uçaklar yapmıştı. Kalp ve beyin ameliyatları yapabiliyorlardı, hatta Ay’a bile çıkmışlardı. Her
konuda ne kadar da ileri gitmişlerdi. Şaşmamak, hayretler içerisinde kalmamak
mümkün değildi. Fakat öyle ki; her konuda fersah fersah ileri giden, binlerce şeyi
keşfeden insanoğlu halen kendini, kalbini, ruhunu keşfedememişti; Kendisini
elemlere boğan birçok şeyin farkında değildi,maddi şeyler çok ön plandaydı, büyüklere saygı ve komşuluk gibi insanlık namına bazı değerler yok olmuştu…
Kısacası çok şey değişmişti, fakat ne gariptir ki insana müteallik bazı sorunlar asla değişmiyordu; mesela, asırlar sonrasına gidip de halen kendileri gibi
yer bulamayan, taşınamayan devlet erkanı olacağı asla akıllarına gelmezdi. Bu
taşınma işi öyle kolay halledilecek mesele olsaydı şu teknoloji devrinde Ankaralılar hallederdi; demek o kadar uğraşmamız, yollara düşmemiz yersiz değilmiş diye
moral bulmadılar da değil hani.
Ve sonunda çok
şükür biz cevabı
bulduk da Allah
Heyettekiler ailelerinin yanına dönmek istiyor, fakat bunu nasıl yapacaklarını bir türlü bulamıyorlardı. Üniversitelere, TÜBİTAK’a da müracaat ettiler ama
nafile. Bizimkiler uğraşadursun nasıl olduğunu bir Allah bir de kâhin kendisi bilir
heyet tekrar geçmişe döndü. Ha, bu arada kahin sorunun cevabını da bulmuştu,
mermerin altında şunlar yazıyordu;
“Siz taşınmak istediğinizi zannediyorsunuz, fakat bu istek dilden gönüle
inemiyor; çünkü farkında olmasanız da çoğunuz kurulu düzenini bozmak istemiyor. İnsanoğlu var olalı her zaman değişime direnç göstermiştir. Ne zaman ki taşınmayı kalben çok arzularsınız nereye taşınacağınız kendiliğinden ortaya çıkacaktır.”
Bunu okuyunca cevabı almış oldular, nasıl olmuştu da hiçbiri bunu akıl
edememişti. Ve sonunda çok şükür biz cevabı bulduk da Allah Ankaralılara yardım etsin diyerek ülkelerine döndüler.
Ankaralılara yardım
etsin diyerek
ülkelerine döndüler.
Sayfa 10
Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray
Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2
Dr. Ahmet E.
ÇavuĢoğlu ,
Daire BaĢkanı, UĠD
BTK
Biraz daha
yürüyünce İbrahim
Paşa Camii
beliriveriyor. Bir
Osmanlı Camii,
Rodos’un çalışır
vaziyetteki tek camii.
Biraz daha yürüyünce İbrahim Paşa Camii beliriveriyor. Bir Osmanlı Camii,
Rodos’un çalışır vaziyetteki tek camii. Kapının önünde turistleri görüyorum.
Herhalde onlar da tarihi camiyi merak etmişler ki ziyaret etmeye çalışıyorlar.
Günlerden Cuma ama henüz namaz saati değil. Belki içeride yerli birini görüp, konuşurum düşüncesiyle içeri giriyorum. İçeride minberin yanında birisini görüp yanına gidiyorum, karşımdakini selamlayıp kendimi tanıtıyorum.
Caminin imamıymış. İlter Hoca ile tanışıyoruz. “Rodoslusunuz herhalde diyorum”. Hayır diyor Ben İskeçeliyim. Hocayı bulmuşken buradaki Türklerin ve
diğer Müslümanların durumunu soruyorum. Hoca çok dertli, buradaki Türklerin maalesef bir kısmının asimile olduğunu, karma evliliklerinde bir hayli fazla
olduğunu söylüyor. Burada bir Vakıf var bu camii de vakfa bağlı. Bu gördüğünüz camii sadece öğlenleri açılıyor. Vakıf başkanı bana camiinin anahtarını vermiyor, biliyor ki verse ben 5 vakit camiyi açacağım. Ama yine de ümitsiz değil bir Türk Dostluk Derneği açtıklarını, açılışı Türkiye Büyükelçisinin
yaptığını söylüyor. Bu dernek binasında Kuran dersleri veriyorlarmış. Bazı
etkinlikler yapıyorlarmış. Ev ev dolaşıyorum diyor. Sahip çıkılmazsa bunların
hepsi Yunanlaşacak. Dernek açmaları da bayağı olay olmuş. Yunan basınında ve etrafta bayağı tepki görmüş. Doğrusu bu çalışmaları takdir ediyoruz.
Hocaya varsa Türk lokanta, esnaf onlara destek olmak için gitmek istediğimizi söylüyorum. Yürüyerek gidilecek kadar yakında Türk lokantası olmadığını
ancak arabayla gidilebileceğini söylüyor. Ama diyor cumadan sonra gelin
karşıda bir Yunan lokantası var, bizi tanıyor, etleri de ona göre ayarlıyor, fiyat da makul diyor. Cuma namazına daha bir iki saat var. Hocayla bilahare
görüşmek üzere vedalaşıp, gezimize devam ediyoruz.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 11
Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray
Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2
Camiden aşağıya doğru dar sokaktan inince yine bir meydana çıkıyoruz. Burada da da tarihi taş binaların içerisinde genellikle turistlere yönelik eşyalar
satan dükkanlar ile kafe ve restoranlar var. Kırlent, masa örtüsü gibi elişleri
ile hediyelik eşya satan bir dükkanın önüne gelince eşim bunlara biraz ilgi
gösteriyor ve hemen biri yanımıza geliyor ve gayet güzel bir İngilizce ile bize
yardımcı olmaya çalışıyor. Adama Türkçe de bilip bilmediğini soruyoruz. “Ben
bilmem ama arkadaşım bilir” diyor içerideki birisini işaret ederek biz de içeri
geçip onunla bu defa Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Adamın Türkçe’yi çok iyi
konuştuğunu görünce eşim “Türkçeniz çok iyi” diyor. Adam da “Çünkü ben
Türküm” diyor. İsmi Yusuf’muş, işletmenin de sahibi imiş Yusuf. Bizi dışarıda
karşılayan Yunan genci ise Yusuf’un yanında çalışıyormuş. Biz de sevindiğimizi söylüyoruz. O da bizi gördüğüne çok sevindiğini söylüyor, çünkü bu vesile ile Türkçe konuşabiliyormuş. Yoksa Türkçe konuşacak kimse pek yok diyor. Yusuf’un dükkânından aslında hiç ihtiyacımız olmamasına rağmen sırf
bir nebze olsun destek olabilmek için ufak bir alışveriş yapıyoruz.
Dr. Ahmet E.
ÇavuĢoğlu ,
Daire BaĢkanı, UĠD
BTK
“Burada 36 camii
Sonra gezmeye devam ediyoruz. Bir yerden kafeden serinletici bir şeyler alıp
yolumuza devam edecekken, birden Türkçe konuşan bir başka esnafla karşılaşıyoruz. O da burada kuyumcuymuş. Burada Türk esnaf başka var mı diyoruz. Yanındaki mağazayı gösteriyor, “işte Eşref” diyor. Eşref de geliyor yanımıza biraz da onlarla sohbet ediyoruz sevinerek. Eşref bizi yanındaki bir başka Rodoslu Türk ile tanıştırıyor. Ankara’dan geldiğimizi öğrenince, ben Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum, Ankara’da 4 yıl kaldım diyor. Peki, dönünce burada ne yaptınız? Diye soruyorum. Burada hiçbir şey yapmadım, İsveç’e gittim. Stockholm’de öğretim üyesiyim ben, diyor. Sonra konuşmaya devam ediyor bakın bu gördüğünüz çarşının tamamı Türklerindi. Ama şimdi çok
az kaldı. Bu dükkanlar vakıf malı, ama vakfın başına kendilerinden Yunan
gibi bir Türk’ü getirdiler. O da bu dükkanları ya yok pahasına sattı, ya da 100
yıllığına kiraya verdi. Bu çarşı da Türk azaldı. Oysa İtalyanlar döneminde bile
bu gördüğünüz surların kapıları akşam kapanır Müslüman olmayanların hepsi
dışarı çıkar, gece burada sadece Müslümanlar kalırdı. Yahudiler ticarette çok
iyidir. Çok Yahudi tüccar burada ticaret yapardı ama gece onlarda dışarı çıkardı. Burada 36 camii vardı ama şimdi sadece İbrahim Paşa açık bir de Süleymaniye Camiini bu bayram açtılar. Bayram namazı kılındı. Oysa adada 4
bin Türk var. “Türkiye de bize hiç yardım etmiyor” diyince devletine toz kondurmak istemeyen bir refleksle atıldım: “Ama burada bizim bir Başkonsolosluğumuz var” Evet, yok denecek kadar az sayıda vatandaşımızın yaşadığı Rodos gibi küçük bir adada bir başkonsolosluk açmanın tek sebebi herhalde,
daha önce İtalyan şimdiyse Yunan vatandaşı olarak burada yaşayan 4 bin
Türk olmalıydı. “Evet var ama bize pek bir faydaları yok” diyince, buna verebilecek bir cevaba çok hazırlıklı değildim. Eşim imdadıma yetişti, biraz da yukarılara doğru gitmeyi önerip kibar bir şekilde veda ederek.
vardı ama şimdi
sadece İbrahim
Paşa açık bir de
Süleymaniye
Camiini bu
bayram açtılar. “
Sayfa 12
Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray
Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2
Dr. Ahmet E.
ÇavuĢoğlu ,
Daire BaĢkanı, UĠD
BTK
Bu arada Cuma
namazı saatinin
yaklaştığını görünce
yine gezerek İbrahim
Paşa Camiine doğru
yol aldık.
Bu arada Cuma namazı saatinin yaklaştığını görünce yine gezerek İbrahim Paşa
Camiine doğru yol aldık. Camiye vardığımızda burada tıpkı ABD ve Avrupa’da
olduğu gibi bayanların da Cuma namazını kılabilmeleri için üst katta yer ayrılmış
olduğunu gördük. Camiye girdiğimizde ezanın okunmasına henüz biraz daha vardı ve Hoca Türkçe olarak vaaz veriyordu. Vaazda Hoca domuz eti yemenin haram
olduğunu anlatıyordu. Herhalde bu konuda aydınlatılmaya buradaki insanların
daha çok ihtiyacı var diye düşündüm. Daha sonra tıpkı Türkiye’de olduğu gibi içeride okunan ezan, sünnet namazı, hutbe, farz ve diğer namazlar. Cemaatin çoğu
Rodoslu değil. Türklerin bir kısmı bizim gibi turist olarak gelenler. Cemaatin yarısı
ise Afrikalı, Filistinli, Iraklı, Pakistanlı, Bangladeşli veya Uzakdoğulular. Eşim cemaatteki bayan bir Filistinli ile konuşmuş, Filistinli Hanımefendi anlayamadığı vaaz
ve hutbenin herhalde Yunanca verildiğini sanıyormuş. Eşim burası Türk Camisi,
imam da Türkçe vaaz ve hutbe veriyor diyince çok şaşırmış.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 13
Kilise Bahçesinde Dimitri İle Beşiktaş-Galatasaray
Muhabbeti, Rodos’ta Bir Cuma - 2
Cumadan çıkınca doğru bir taksiye binmek üzere surların dışına, limana doğru yol
alıyoruz. Amacımız yine sahibi Türk olan STANİ pastanesine gitmek. Bu pastanenin bir zincir halinde birkaç şubesi olduğunu ve çok güzel dondurma ve tatlı yaptığını okumuştum. Bindiğimiz taksi şöförüne STANİ pastanesine gitmek istediğimizi
söylüyoruz. İngilizce konuşan şöför de oranın buralardaki en iyi dondurma ve pasta salonu olduğunu söylüyor. Bizim Türk olduğumuzu anladığından, bize Türkiye’ye birkaç kez geldiğini anlatıyor. Kendisi Meis’liymiş ve Kaş’a defalarca gitmiş. Bu
arada başka yerleri de gezmiş. Sonunda bizi eski şehrin biraz uzağında yeni binaların bulunduğu bir semte getirip, STANİ pastanesinin tam önünde bizi indiriyor.
Burası pastanenin aynı zamanda imalat yeriymiş görüntüden öyle anlaşılıyor. İçeride Türkçe konuşabilenlerle karşılaşacağımı sanıyorum ama yanılıyorum. Ne
tezgâhtar kızlar ne garsonlar ne de imalatta çalışanlar Türkçe bilmiyorlar. Benimle
İngilizce konuşmaya çalışıyorlar ama bende de inat işte, patronu Türk olan bir
işletmede illa Türkçe konuşmaya çalışıyorum. Sonunda aralarında “Hafize” dediklerini duyuyorum herhalde “Hafize”yi çağıralım diyorlar. İnatla bekliyorum, ama
anlaşılan Hafize’nin de gelmesi uzun sürecek, kızım bana yaklaşıp “Baba istersen
ben bunlarla İngilizce konuşup, siparişi vereyim yoksa çok bekleyeceğiz” diyor.
Haklı da sonunda siparişimizi İngilizce olarak veriyoruz. Şimdi empati yapıyorum
da benim bir dükkanım olsa ve müşterim benimle Türkçe yada İngilizce değil de
“Yunanca” konuşmak için ısrar etse “Ben acaba buradakiler kadar sabırlı
olurmuyum?”
Dr. Ahmet E.
ÇavuĢoğlu ,
Daire BaĢkanı, UĠD
BTK
… Marmaris şehir
merkezinden
Rodos
görünmüyor ama
Rodos’tan Türkiye
çok net gözüküyor
hemen karşısı
Türkiye.
STANİ pastanesinden ayrılırken eşim bir taksi çağırmak yerine yürümeyi öneriyor.
Biraz uzun bir yol ama “bir yer en iyi yürüyerek öğrenilir” diyor. Kah sokaklarda
yürüyerek, kah parklarda dinlenerek, kah tarihi bina ve eserlere bakarak başladığımız noktaya geliyoruz. Özellikle deniz kenarından Türkiye’ye bakmak çok etkileyici, Marmaris şehir merkezinden Rodos görünmüyor ama Rodos’tan Türkiye çok
net gözüküyor hemen karşısı Türkiye.
Akşam gelince de limana gidip yine bir gemiye binip karşıya Türkiye’ye geçiyoruz.
Tabii kalbimiz de ince bir sızı ile “Niçin daha önce Rodos’a hiç gelmedik? Ve artık
burası daha çok ziyaret edilmeli, çünkü burada ecdat yadigârı çok şey var, boyunları bükük ziyaret edilmeyi bekliyorlar.
Sayfa 14
Şiir
Mesut Tekkoyun ,
BiliĢim Uzman Yrd.,
YED, BTK
MEVSĠM GÜZ
Firkat hüznü sararmakta şimdi mevsim güz
Bedir dehlizde gülümseyen nazenin yüz
Geceleri küçük bir çocuk ağlar dağda
Hasret yüreciğini kavurmuş ilk çağda
Ağaç dalından yere sızar ab-ı hazan
İhtiyar elleri dua eder anbean
Toprak ıssız hava ayaz derya dalgalı
Ulu tuğrul geçti semadan sim gagalı
Mazi denizi tutuştu şimdi mevsim güz
Dişini sık kulaç at ve nevbahara yüz
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 15
Hayatın peşinde...
Yaklaşık iki üç haftadır NASA’nın Mars’ta canlı organizma (mikroorganizma veya fosili)
tespit etmiş olabileceğine ilişkin dedikodular internette alıp başını yürümüştü. En sonunda
beklenen açıklama geldi ama büyük ölçüde hayal kırıklığı yarattı. Mars’ta bir süredir gezinen 2,5 milyar dolarlık tekerlekli robot-laboratuar Curiosity’nin örnek inceleme modülünün
karmaşık organik bileşikler tespit etmiş olabileceği söylendi. Tabi teyit için örneklerin dünyada incelenmesi gerekiyordu. Kısacası dağ fare doğurdu. Bu durum doğal olarak
NASA’nın başarısız bir halkla ilişkiler denemesi olarak eleştirildi.
Curiosity Mars’a gönderilen en son robotik araç. Geçtiğimiz on yıl içinde Mars’a bir dizi
robotik keşif aracı gönderildi. Bu robotların öncüsü Mars Pathfinder 1996 yılında uzaya
fırlatılan yaklaşık 10 kiloluk bir araçtı. 1999’da fırlatılan Mars Polar Lander yaklaşık 3,5
kiloluk bir araçtı. Amacı Mars’ın güney kutbuna inmek ve robot kolu yardımıyla yüzeyi kazarak donmuş su aramaktı. Uzayda kayboldu. Bu başarısızlığı 2003’de uzaya gönderilen
Mars Keşif Robotları, her biri 180 kilo gelen Spirit ve Oppurtunity izledi. Bu küçük robotlar
üç aylık kısa bir dönem için görev yapmaları planlanmasına karşın yıllar boyu çalışır vaziyette kaldılar. Mars Phoenix, Mars Polar Lander’ın görevini devam ettirecek yeni bir robottu. Ancak Mars’a indikten sonra iletişim kurulamadı. Mars Bilim Laboratuarı veya namı diğer Curiosity ise bu robotik keşif araçlarının sonuncusu, en irisi ve iddialısı. Nükleer bozunmaya dayalı bir güç kaynağı var ve yaklaşık iri bir araba büyüklüğünde. Amacı Mars’tan
kaya ve toprak örnekleri alarak organik bileşikler aramak. Mars’ın yörüngesinde de gezegeni sürekli inceleyen çalışır durumda araçlar var. Kısacası tüm bu görevlerin tek bir amacı
var su ve dolayısıyla hayat arıyorlar. En azından izini.
Hayatın nasıl ortaya çıktığı sorusu bilimsel çevreleri uzun süredir meşgul ediyor. Bilim insanları evrenimizin yaşını büyük patlamadan bu yana 13,75 milyar yıl olarak tahmin ediyor.
Güneş sistemi ve dünyamızın yaşını ise 4,54 milyar yıl. Bilimsel kanıtlar en azından 3,55
milyar yıl önce dünyada karmaşık bir hayatın var olduğunu gösteriyor. Hayatın nasıl oluştuğu hakkında sayısız hipotez var. Bunlara uzaylıların uzay gemileriyle canlı organizmaları
dünyaya gönderdikleri gibi hipotezler de dahil. Ancak bilim insanlarının asıl test etmek istediği hayatın belli bir kurala göre doğal bir süreç olarak ortaya çıkıp çıkmadığı. Diğer bir
deyişle, nasıl bütün yere düşen bütün cisimler yerçekimi kanuna uyuyorsa belli fiziksel şartlar yerine geldiğinde de canlı organizmalar zaman içerisinde doğal olarak oluşabiliyor mu?
Canlıları oluşturan elementler karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen, sülfür ve fosfor.
Yavuz Göktaylar ,
BiliĢim BaĢuzmanı,
SAD, BTK
Ancak bilim
insanlarının asıl test
etmek istediği
hayatın belli bir
kurala göre doğal bir
süreç olarak ortaya
çıkıp çıkmadığı.
Son yirmi otuz yılda dünyanın aşırı uç ortamlarında (derin okyanus çukurları, mağaralar ve
volkan kenarları gibi) yapılan çalışmalar hayatın hiç beklenmeyecek ortamlara dahi uyum
sağlayabildiğini gösterdi. Bu sonuçlardan umutlanan bilim insanları güneş sisteminde su ve
hayat izi aramaya başladı. Bu çalışmaların odak noktalarını Mars gezegeni, Satürn’ün uyduları (Titan, Enceladus) ve Jüpiter’in uydusu Europa oluşturuyor. Bizim anladığımız anlamda hayatın oluşması için su gerekli. Yakın zamana kadar bilim insanları dünya dışında
güneş sisteminde suyun bolluğu konusunda kötümserdiler. Ancak robotik uzay araçlarıyla
yapılan çalışmalar sonucunda şaşırtıcı bir şekilde Ay’da, Mars’ta ve Merkür’de en azından
donmuş halde su bulunduğuna dair kanıtlar elde edildi.
Bu konuda ki gelişmeleri bültenin ilerleyen sayılarında sizinle paylaşmaya devam edeceğim.
Kaynaklar:
1.
http://mars.jpl.nasa.gov/programmissions/missions/
2.
http://en.wikipedia.org/wiki/Age_of_the_universe
3.
http://en.wikipedia.org/wiki/Age_of_the_Earth
4.
http://www.americanscientist.org/issues/feature/the-beginnings-of-life-on-earth/1
5.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25403662/
Mars
Sayfa 16
2012 Yılının Önemli Olayları
GüneĢ Sisteminde
dünya dıĢında hayatın oluĢup oluĢmadığını araĢtırmak amacıyla yapılan çabalar
kapsamında NASA
Curiosity adlı araç robotu Mars yüzeyine baĢarıyla indirdi.
Olimpiyat yarıĢmaları Londra’da gerçekleĢtirildi.
Barack Obama ikinci kez ABD BaĢkan’ı seçilirken, Vladimir Putin Rusya’nın BaĢkanlık
koltuğuna bir kez daha oturdu.
Sayfa 17
2012 Yılının Önemli Olayları
Suriye istihbarat uçuĢu yapan uçağımızı düĢürdü. Ġki
subayımız Ģehit oldu.
Honduras’ta hapishane de
çıkan yangın 350’den fazla
kiĢinin ölümüne yol açtı.
ABD ve AB tek taraflı olarak
Ġran’a kapsamlı petrol ambargosu uygulamaya baĢladılar.
Ġspanya, AB’den 100 milyar
Avro’luk finansal yardım paketi almak zorunda kaldı.
Sayfa 18
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Elif Özdemir
BUD BaĢkanı,
YED Dai. BĢk.V.
BTK
Mustafa GüneĢ
Ankara Bölge Müdürlüğü, BTK
Yavuz Göktaylar
BiliĢim BaĢuzmanı,
SAD, BTK
Bu sayımızın
Sayın GüneĢ Röportaj talebimizi kabul edip bize vakit ayırdığınız için öncelikle teĢekkür ediyoruz. Bildiğiniz gibi köĢemizde konuklarımızın kamuoyunda fazla bilinmeyen farklı yönlerini ortaya koyup keyifli bir sohbet yapmaya
çalıĢıyoruz. Sizi sakin ve beyefendi bir insan olarak tanıyoruz. Aynı zamanda www.ekmeksanati.com gibi bir web siteniz ve hobileriniz var. Günümüz
Türkiye’sinde çoğu insan sadece zorunlu olduğu iĢleri yaparak rutin bir hayat döngüsü içinde ömrünü dolduruyor. KiĢisel düĢüncem bunun üzücü
olduğu yönünde. Hayat zorunluluklardan ibaret olmamalı. Okuyucularımıza
bu sitenin ortaya çıkma hikâyesini paylaĢabilir misiniz?
konuğu olduğu için
Bilgi Teknolojileri
ve İletişim Kurumu
Ankara Bölge
Müdürü Sayın
Mustafa Güneş’e
teşekkür ederiz.
Fotoğraflar:
Sevinç Ünal
Bu yıl saatler sanırım son kez
değişiyor. Kış saatine girince erken bastıran karanlık insanın ruh
haline pek iyi gelmiyor. En azından benim için bu böyle. Yine de
bu ay şanslıyım çünkü bu ayki
konuğumuz Ankara Bölge Müdürü Mustafa Güneş. Kısacası, aynı
binada olunca trafik endişesine
kapılmam gerekmiyor. Bu sayımızda sağolsun Sevinç Hanımda
(Sevinç Ünal) bizi kırmıyor ve
güzel fotoğraflarıyla katkıda bulunuyor. Bu sefer de Dernek Başkanımız trafiğe takılıyor ama fazla
geçmeden keyifli sohbetimize
katılıyor:
Modern hayat yavrularımızla ortak zamanlarımızı ve faaliyetlerimizi bizden çalıyor.
Bizim neslin geriye doğru baktığında heyecana sevk eden, gah sevindiren, gah hüzünlendiren çok fazla anısı var. Kinestetik
olmam sebebiyle bunu fazlasıyla yaşıyorum. Oysa evlatlarımızın bu şansı yok. Daracık bir ortam, mıknatıs gibi bir televizyon
ve kara delik İnternet. Bu faaliyetin temelinde yavrularımızla ortak zaman geçirebileceğimiz, ortak tatlar tadabileceğimiz, hem
gözlerinde hem de dimağlarında iz bırakacak, ileride anı olabilecek bir şeyler yapma
arzusu yatmaktadır. Gerisi ise vesileler
olmuştur. Netice itibariyle bunu da başardığımızı sanıyorum. Sıcacık ekmekler, ev
yapımı makarnalar, tatlılar, dondurmalar
sayesinde tatlı mı tatlı, lezzetli mi lezzetli
bir çok ortak anımızın ortaya çıktığına inanıyorum.
Cilt 2, Sayı 7
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Ev ekmeklerinin itici yanı, fırınlarımızda yapılan ekmeklerin kekimsi olması, taş
fırın ekmeğine benzer kıtır kabuk ve çiğnemlik dokuya sahip olmamasıdır. Beni
düşündüren ve endişelendiren bu konunun Ekmek Yapma Makineleri (EYM) ile
aşılabildiğini görünce satın aldığım EYM’ler ile macera başlamış oldu. Bir müddet
sonra EYM ekmeğinin maalesef bizim damak tadımıza uymadığını anlayınca arayış hızlandı. Bu arada ilginçtir, “tepe kümbeti”, “maya sönüm yırtığı” gibi literatürde olmayan terimler ortaya çıktı ve sonradan kullanılmaya da başlandı. EYM’de
bu güne kadar uygulanmayan yavaşlatılmış mayalamalı ve yoğrulmayan ekmek,
ya da çifte kavrulmuş teknikleri geliştirildi. Aynı zamanda “el emeği” dediğimiz,
artizan ekmek uygulamaları başladı. Bu arada yurt dışından bol miktarda kitap
satın almak zorunda kaldım. İnternetten temin ettiğim dokümanlarla birlikte ciddi
bir kütüphane oluşturdum.
Evimizde yapılan ekmeklerden komşularımıza, özellikle de bu konularda ihtisas
sahibi bir akademisyen büyüğümüze takdim edip hijyen dahil her konuda fikrini
sürekli aldım. Bu da bana bu bilgilerin paylaşıldığı bir web sitesi hazırlamam gerektiği ödeviyle geri döndü.
Sayfa 19
Sayfa 20
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Kütüphane şeklinde olan http://www.ekmeksanati.com’un yanında, yine bu işe
gönül veren bir arkadaşımızdan http://www.ekmeksanati.info formu önerisi geldi.
Bu forumda 1300’den fazla üye, 10.000’den fazla ekmek üzerine mesaj bulunmaktadır. Ekmek üzerine hemen her türlü soru ve yorumun bulunduğu, çevrim içi
cevaplar bile alabildiğiniz bu platform da şu anda ülkemizde alanında tekdir.
Sitenizi incelediğimde ciddi
miktarda kılavuzun özenli bir
Ģekilde hazırlanmıĢ olduğunu
gördüm. Örneğin “Evde El
Emeği Ekmek Yapım Teknikleri” adlı 161 sayfalık harika bir
ekmek yapmak kılavuzu var.
Doğrusu tutarlı ve özenli bir
metin yaratmanın çok ciddi bir
öz disiplin, zaman ve emek
gerektirdiğini kendi deneyimlerimden biliyorum. ĠĢ yaĢamı
da göz önüne alındığında okuyucularımız bu hobiye nasıl ve
ne kadar zaman ayırabildiğinizi merak ediyorlardır.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 21
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Sitede ciddi emek sarf edilmiş çok
miktarda özgün çalışma var ve
tamamı ücretsiz olarak indirilebiliyor. Bu tür hobiler genelde akşamları ya da hafta sonları, az da olsa
sürekli zaman ayırmayı gerektiriyor. Damlaya damlaya göl olur
misali. Son zamanlarda vakit ayıramadığım için tamamlayamadığım çalışmanın adı “ekşi mayada
ustalaşmak” idi ve ülkemizde alanında tek kaynak olacaktı.
Ekmek Sanatı’nı incelediğimde dikkatimi çeken bir diğer hususta herhangi bir maddi kaygı gözetilmemiĢ
olması. Yani herhangi bir reklam
alma gibi bir durum söz konusu olmamıĢ. Ancak ciddi bir takip edeni
de var. En azından yaptığınız masrafların bir kısmını çıkarmayı hiç
düĢünmediniz mi?
Hem sitede, hem de forumda reklam
ya da sponsorluk tekliflerine sıcak
bakmadık. Bu bize ürün testlerine tarafsız yaklaşmamızı sağladı. Ayrıca
ürün belirterek satın almak isteyen,
maya vb temin etmek isteyen, yurt
içinde ve dışında yatırım için yardım
isteyen, ürün geliştirme esnasında
yaşadığı sıkıntılar için yardım isteyen,
yüz yüze tanışmak isteyen, uygulamalı ders almak isteyen, ortak iş yapmak
isteyen gibi ilginç çok teklifler ile karşılaşıyorum. Elimden gelen yardımı da
muhtelif şekillerde yapmaya çalışıyorum.
Sayfa 22
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Anladığım kadarıyla eĢinizin www.cennetsofrasi.com adında da bir yemek
sitesi var. Amacı da unutulmaya yüz tutmuĢ geleneksek lezzetlerin yaĢatılması. Buradan değiĢik lezzetlere ailece gönül verdiğiniz anlaĢılıyor. Merak
ettiğim bir husus bu iĢe sizin mi yoksa eĢinizin mi önce gönül verdiği?
Eşim, Allah vergisi bir yeteneğe sahiptir. Sitenin ortaya çıkış sebebi de yemek
konusunda eşin dostun telefonlarına ciddi zaman ayırmak zorunda kalması olmuştur. Günün belli bir kısmı tarif benzeri konuşmalarla geçince siteyi kurmasını
istedim, soranları da oraya yönlendirince bizim için ayrılan zaman artmış oldu.
Mutfak sanatına olan sevginiz ve düĢkünlüğünüz size göre kaynağı nedir?
Konuyu dağıtmak istemiyorum
ancak beni yakinen tanıyanlar
güzel sanatlara yatkınlığımı bilir.
Her ne kadar dış görüntüm tersini söylese de şiir konusunda
derecelerim olduğu gibi resme
kabiliyetim konusunda da sevgili
Hale Metya Hocam’dan gönüllü
resim dersleri almamı sağladığını ifade etmem yeterli olacaktır.
Benim ile özel ilgilenmiş ve ciddi
bir eğitim vermişti. Yazı konusunda kendimce denemelerim
olduğu gibi, İnternette Manisa ile
ilgili çalışmamı gören yerel bir
gazeteden gezi yazıları yazmam
konusunda teklif almıştım.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 23
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Belki içimde kalan bu hisleri ekmek yaparak tatmin ediyorum, bilemiyorum. Yukarıda da değindiğim gibi kinestetik olmam hamurla oynamama farklı bir mana katıyor sanırım. Ayrıca ilginçtir, tarifleri ikinci kez denemedim. İlk defa uygulasam da,
bazı tariflerimin orijinalinden çok daha iyi olduğunu söylediler.
Mustafa Bey, günlük olarak piĢirdiği ekmeği tatmamız için ikram etti. Bize de tadına bakmak düĢtü. Gerçekten çok lezzetli...
Mustafa Bey, gıdaların mümkün olduğunca doğal ve lezzetli olmasına özen gösteriyor.
Sayfa 24
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Sevdiğiniz bazı yemekleri bizimle paylaĢır mısınız?
Damak tadıma düşkünüm. Yalın lezzetler ararım. Karmaşık, ne olduğu anlaşılamayan ya da maskelenmiş lezzetleri sevmem. Bu nedenle iyi kalite bir peynir ve
el yapımı bir ekmek lezzet olarak eşsiz olabilir.
Günlük esmer ekmek
Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre
yapılmıĢ kekikli ekmek
Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre yapılmıĢ ayçiçekli ekmek
Yoğrulmayan ekmek tekniğine göre yapılmıĢ tam buğday ekmeği
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 25
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Sıcak bazlama içinde gerçek bir bal lezzet olarak tarifsizdir.
Önceleri yabancı bir takım mutfaklarda arayışlarım olduysa da sonunda gerçek
damak tadımın çiğden pişirilen sebzelerde olduğunu anladım. Yemekler hem kolay hazırlanmalı, hem de mümkün olduğunca sade olmalı diye düşünüyorum.
Mesela tadı damağınızda kalacak
basit bir taze fasülye tarifi vereyim.
Fasülyeyi yıkayıp ayıklıyor ve kırıyorsunuz. Uygun bir kaba yuvarlak
dilimlenmiş soğan ve biberi koyduktan sonra üzerine fasülyeyi
yayıyorsunuz. En üste kabukları
soyulmuş ve ince doğranmış yeterince domates, zeytin yağı ve tuzu
koyup kapağını kapatıyorsunuz.
Çok kısık ateşte 3-4 saat pişiriyorsunuz. Ortaya çıkan lezzeti tatmayan bilemez.
Farklı konularda oldukça
yetenekli olduğunuz anlaĢılıyor. Geriye dönüp baktığınızda üniversite zamanında yaptığınız seçimlerden memnun musunuz?
ġu an ki bilinç düzeyinize
o zaman sahip olsaydınız
farklı bir Ģeyler yapmak
ister miydiniz?
Sayfa 26
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
O yıllarda Manisa’da hızlı gelişen
sanayi arkadaşlarımızı henüz okul
bitmeden istihdam ediyordu, gayet
iyi ücretler de ödeniyordu. Dolayısıyla ben de aynı gruptan olarak
erken hayata atılmak amacıyla
Teknik Lise Elektrik-Elektronik Bölümünü bitirdim. Sonradan arkadaşlarımın aksine Üniversiteye gitmeye karar verdim ve daha sonraları isabetli karar verdiğimi müşahede ettim. İş hayatına atıldıktan sonra kendi alanımda severek çalıştım.
Geçen süreçte Mühendislik yerine
sosyal bilimlere, belki de beşeri
bilimlere yönelmem gerektiğini fark
ettim. O zamanlar çok fazla seçim
şansım olmadığı için tercihimden
pişmanlık duyamıyorum.
Ekmek Sanatı’ndan ilgi
alanlarınızın müzik, sinema
ve kiĢisel geliĢim olduğunu
öğreniyoruz. Tercih ettiğiniz müzikler ise Ömer Faruk Tekbilek, Türk San’at
Musikisi, Türk Halk Müziği
ve “Maalesef biraz da Arabesk”. Neden maalesef?
Ömer Faruk Tekbilek
Arabesk, hani derler ya, biraz “damardan” yakalıyor ve
beni ziyadesiyle etkiliyor.
Anlayamadığım bir büyüsü
var. Bu da beni ürkütüyor.
Biraz bundan “maalesef”
diyorum.
Cilt 2, Sayı 7
Sayfa 27
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
Arabesk denilince ilk akla gelen isimlerden Orhan Gencebay
Zeki Müren
Müzeyyen Senar
Emel Sayın
Sizde iz bırakan bazı sinema filmlerini okuyucularımızla paylaĢır mısınız?
Ciddi bir film arşivine sahibim. Sadece bunun için Sharp, Marantz ve
Kenwood’dan müteşekkil sıkı bir
sistemim var. Eskiden beri ailecek
özellikle animasyon filmlerini bu
ortamda seyretmeye bayılırız. Şahsen efektlerle bezenmiş, derinliği
olmayan ve bilinçli olarak gözükulağı-duyguyu hapseden filmleri
izlesem de anlık oluyorlar. Pek adı
sanı duyulmayan “Little Miss
Sunshine”, “The Notebook” ya da
“The Magic of Belle Isle” gibi filmler
hoşuma gidiyor.
Sayfa 28
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
“Papillon”, “Marathon Man”, “Man on Fire”, “The Departed”, “Shutter Island”,
“Inception”, “Memento”, “The Hunting Party”, “Crash” aklıma bir çırpıda geliveren
ve beni etkileyen filmler. Liam Neeson’un ses rengi ve “Taken”da çizdiği baba
karakteri ilgimi çekmiştir. “The English Patient”i izlediğimde abartısız üç gün kendime gelememiştim. Tabii ki, zamanında bir çok gençte olduğu gibi Anthony
Quinn’in ¶ Er-Risale∙ ve ¶ Çöl Aslanı filmlerinde canlandırdığı¶ Hz. Hamza∙ ve
Ömer Muhtar unutulmazların başına yerleşmiştir.
1996 yılında vizyona giren English Patient toplam 9 dalda Oscar ödülü aldı.
Son olarak nasıl bir teknoloji kullanıcısı olduğunuzu öğrenmek istiyoruz.
Kendinizi nasıl bir teknoloji kullanıcısı olarak görüyorsunuz. Evinizde internet bağlantısı var mı? Akıllı telefon kullanıyor musunuz? Yeni çıkan geliĢmiĢ
ürünleri hemen dener misiniz? Bir tarafta hiç kullanmıyorum bir tarafta teknoloji bağımlısıyım yazan bir sıkala yapsak kendinizi nereye koyarsınız?
Cilt 2, Sayı 7
Ayın Konuğu: Mustafa Güneş
İnternet yaygınlaşmadan öncesinde
dial-up bağlandığımız Bulletin Board
Systems (BBS) dediğimiz bir ağ mevcuttu ve telnet’le bağlanarak bilgi paylaşımında bulunurduk. Şu an isimlerini
bile hatırlamakta zorluk çekiyorum.
1995 senesinde ilk Web sayfamı tasarladığımda kimler bakacak diye merak ediyordum. Kısacası işim gereği
teknolojiyi takip etmek zorundayım.
Evimizde ya da çevremizce İnternet
bağlantısı sürekli olmuştur.
Evimizde sürekli birden fazla bilgisayar bulunmuştur. Bilgisayarlar da gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda hep güncel kalmıştır. Akıllı telefonum daha önceden mevcuttu. Donanımdan ziyade yazılım konusunu güncel tutmaya çalışıyorum. Örnek
olarak geçenlerde hem Windows 8, hem de ofis 2013’ü denemiştim. Teknoloji
bağımlısı ifadesinden ziyade Teknoloji kullanıcısı olarak kabul edilmesi daha uygun olacak sanırım. Bu durumda beni altına yazabilirsiniz. İşlerimizi teknolojiyi
kullanarak hafifletmek amaçlarımdan biridir.
Sayın GüneĢ konuk olduğunuz, bize vakit ayırdığınız ve sorularımıza samimi
yanıtlar verdiğiniz için size teĢekkür ediyoruz.
Dergiyi ilk sayısından itibaren hem merakla okuyor, hem de katkıda bulunmaya
çalışıyorum. Arkadaşlarımı da dergiye yazmaları hususunda uyarıyor ve cesaretlendiriyorum. Sizlerin destek ve emekleri ile Dergimiz çizgisini buldu ve güzel yerlere geldi. Böylesi özel ve seviyeli bir dergide yer alabilmek şahsen beni mütehassis etmiştir. Bu imkânı bana sunduğunuz için bilhassa teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.
Sayfa 29
Sayfa 30
ÇEKTİKLERİMİZ
Aysel Deniz Çaycı
BiliĢim Uzmanı
SAD, BTK
Hollanda Gouda
Peyniri, Amsterdam
Amsterdam
Cilt 2, Sayı 7
Bu Ay Ankara’da Ne Var?
“Disney
Live! Mickey’nin
Müzik Festivali” Aralık ayında Türkiye turuna çıkıyor
ve 12 - 16 Aralık 2012 tarihlerinde Ankara’ya geliyor. Congresium Ankara’da
izleyebilirsiniz.
13 Aralık 2012, MEB Şura Salonu
Sayfa 31
BĠLĠġĠM UZMANLARI DERNEĞĠ
BĠZ KĠMĠZ?
Bilişim Uzmanları Derneği, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nda çalışan bilişim uzmanları tarafından 11 Ekim 2010 tarihinde kurulmuştur.
YazıĢma Adresi
Anadolu Bulvarı Öz Ankara
Toptancılar Sitesi 1. Blok No:
41 Yenimahalle
Ankara
AMACIMIZ NEDĠR?
Amacımız, Derneğimiz üyeleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik ve mesleki
yardımlaşmayı sağlamak; üyelerimizin meslekî gelişmesini teşvik edecek faaliyetlerde bulunmak ve ülkemizde bilgi teknolojileri ve iletişim alanlarında farkındalığın
artırılmasını sağlamaktır.
Telefon
0 (123) 456 78 90
Faks
0 (123) 456 78 90
E-posta:
BĠLĠġĠM UZMANLARI DERNEĞĠ YÖNETĠM KURULU
[email protected]
Elif
Özdemir
bilisimuzmanlari.org
Salim
Ketevanlıoğlu
Cengiz
Eken
Ahmet E.
Turgut
Beytullah
Kuşcu
Nigar
Samsa
Mehmet
Özcan
Editörün Notu
2012’de geçti...
Bültene Katkıda
Bulunanlar
Abdurrahman Er
Ahmet E. Çavuşoğlu
A. Deniz Çaycı
Ayşe Gül Mirzaoğlu
Elif Özdemir
M. Bilal Ünver
Mesut Tekkoyun
Mustafa Güneş
Nur Saygı
Sevinç Ünal
Yavuz Göktaylar
BİLİŞİM
UZMANLARI
BÜLTENİ
2012 yılının sonuna geldik.
90’lı yılların başında henüz
lisedeyken 2000’li yıllar denince hep uçan arabalar aklıma gelirdi. 2000 yılını aşınca
her taraf uçan araba dolacaktı. En azından Bilim ve Teknik dergisinin o zamanki
sayılarından bu izlenimi ediniyordunuz. Yıl oldu 2013.
Etrafta uçan araba göremesek de epey bir normal taşıt
var. Ankara’nın yollarının bir
kısmının halen çukur, bozuk
ve yamalı olduğu konusuna
hiç girmeyeceğim.
2012 yılı sonunda geriye
dönüp baktığımda bazı olayları tatsız ve iç karartıcı bazılarını da oldukça heyecan
verici buluyorum. Diğer bir
deyişle, dünya dönmeye devam ediyor. 21 Aralık’ta
dünyanın sonu gelecek mi
doğrusu bilmiyorum. Bakalım Maya’lar takvimlerini
dünyanın sonunu öngördükleri için mi sona erdirmişler
yoksa bu kadar hesap yeter
mi demişler hep birlikte göreceğiz. Dünya’nın sonu
demişken aklıma Arthur C.
Clark’ın bir klasik olan 1953
tarihli Childhood’s End adlı
romanı geldi. Kitap okumaya
sevenlere ve özellikle bilim
kurgu veya gizem sevenlere
okumalarını tavsiye ederim.
Yavuz Göktaylar
BiliĢim BaĢuzmanı
SAD, BTK
Yayın politikamızı hatırlatmak gerekirse yaptığınız iş,
Aralık sayımızla Bülten’in 19.
etkilendiğiniz filmler, kitapsayısını sizlerin katkılarıyla
lar, gezilerini, anılarınız, belli
çıkarmış olduk. Bu sayımızda
bir konuda paylaşmak istediAnkara Bölge Müdürü Musğiniz düşünceler … İlginiz
tafa Güneş ile yaptığımız ve
olan ve vakit ayırmaktan
keyifle okuyacağınızı düşünhoşlanacağınız her konuda
düğümüz bir röportajımız
bize yazabilirsiniz. 2013 yılıvar. Eğlenceli yazılarımız da
nın sizlere sağlık ve mutluluk
tabi ki. Orijinal Vücut düngetirmesini temenni ediyoyası sergisi bu ay sona eriyor.
rum.
Hala görmemiş olanlara bir,
Saygılarımla;
bir buçuk saatlerini ayırıp
gidip görmelerini öneririm.
Yavuz Göktaylar
[email protected]

Benzer belgeler