etkinlik kitabını indirmek için tıklayınız.

Transkript

etkinlik kitabını indirmek için tıklayınız.
www.yaygara.info
Curating: Yaygara
Project Assistant: Sera Marshall
Director of Cermodern: Zihni Tümer
Katalog Metinleri: Barış Acar
Savaş Ergül
Katalog Tasarımı: Veysel Şayli
Davetiye Fotoğrafı: Erdal Duman
YAYGARA Güncel Sanat Topluluğu
Şevket Arık
Serkan Demir
Erdal Duman
Mustafa Duymaz
Veysel Şayli
Mehmet Ali Uysal
Baskı: Afşar Matbaacılık
Bu Katalog “Fasafiso” sergisi için
1000 adet basılmıştır.
www.yaygara.info | www.cermodern.org
Melih Apa / Şevket Arık / Volkan Aslan/ Zoé Baraton - Maud Lemaitre Sümbül Keçelioğlu / M. Ali Boran / Serkan Demir / Erdal Duman
Mustafa Duymaz / Refa Emrali / Fırat Engin / Juan Botella Lucas
Ferhat Özgür / Serkan Özkaya / Ben Rivers / Esra Sağlık / Matthias
Schamp / Goran Skofic / Veysel Şayli / Roi Vaara / Erinç Ulusoy
Mehmet Ali Uysal / Ümmühan Yörük
“GÜNCEL SANAT”I
GÜNCELLEŞTİRMEK; AMA NASIL?
BARIŞ ACAR
Dolaşıma sokulduğu ilk günden beri üzerinde bir türlü anlaşmaya varılamayan;
içerimi belirsiz, bununla birlikte sanat alanında en çok dile getirilen
adlandırmalardan biri oldu “güncel sanat” terimi. Modernizm-postmodernizm ikilemi henüz kültürel ufkumuzda adam akıllı şekillenmeden; kavramsal
ayrımları örüntü kalıpları üzerinden biçemsel eğilimler olarak anlamak yerine politik saflaşmalar gibi düşünerek inşa etmek tutkusundan kurtulmadan
başlayan böylesi bir tartışmanın sağlıklı bir sonuca ulaşması da beklenemezdi
elbette. Neticede şöyle bir tablo çıktı karşımıza: Bir yanda geçmişin aristokrat
ya da akademik belirlenimciliğini andırır garip bir “modern” tutum, bir yanda
“çağdaş” adı altında elitisist bir geç 60’lar avangardizmi, öte yandaysa bu
ikisinin de şiddetle dışladığı, kendini özerk olarak ifade edebilmek için henüz
sağlam bir gerekçelendirme bulamamış görünen “güncel” konumlanışlar.
Bütün bu kavramsal karmaşa içinde bir Goya tablosunun karşısındaymışız
gibi görünüyor; sonsuz ve edilgen bir tanıklığın tüm atmosferi tedirginliğin
örtüsü altında bıraktığı, hiçbir figürün tam anlamıyla kendini “suç”un dışında
tutamadığı kesif bir karanlık. İşin daha ilginç yanı ise kimsenin gerçekten
bu problemin çözümüyle ilgili bir kaygı duyuyor gibi görünmüyor oluşu.
Sanki kavramların bu belirsizliği güvenli bir alan sağlıyor tabloyu örten sisin altındakilere, tanımsızlığın ve belirsizliğin arenasında herkes dilediğince
“özgür” olabiliyor.
6
Baudelaire’in “Modern”ini Yeniden Düşünmek
Burada bir sorun görenler için öncelikle kavramsal ayrımlar yapmak önemli
görünüyor. Bunun ilk basamağı olarak da, herkesin ve her şeyin “modern”
olmak iddiasında olduğu bir çağda, “modern” olgusunun aslında ne olduğunu
yeniden saptamak gerekliliği öne çıkıyor. Bu noktada, modernizm açısından
başlangıçlara dönmekte ve Modern Hayatın Ressamı’nda “modern insan”ın
anlatıldığı şu satırları yeniden anımsamakta fayda var:
“İşte gidiyor, koşuyor, arıyor. Peki ne arıyor? Benim resmettiğim şekliyle bu
adamın, büyük insan çölünün ortasında durmaksızın gezen, canlı imgelem
gücüne sahip bu yalnız adamın, basit bir flâneur’den daha yüksek bir
amacı, rastlantıların getirdiği uçucu zevklerden daha genel bir hedefi vardır
kuşkusuz. O, modernite adını vereceğim şeyi aramaktadır; buna modernite
diyorum, çünkü zihnimdeki düşünceyi ifade edecek daha uygun bir sözcük
bilmiyorum. Bu adam, modadan, tarih içerisinde barındırabileceği her türlü
şiirselliği devşirmekte, geçici olandan ebedi olanı damıtmaktadır.”1
“Modern”i bir ilke haline getirip akademide onayladığımız günden beri göz
ardı ettiğimiz bir noktanın altını çiziyor Baudelaire: Modern insanın özünün
“gelip geçici olan”ın imbiğinden sonsuzluğu damıtmak olduğunu söylüyor.
Peki, şairin “sonsuzluğu damıtmak”tan muradı ne olabilir? Salt şiirsel bir
imgelemin dışında neye karşılık geliyor şairin sözlüğünde “ebedi olan”. Burada Baudelaire’in dehasını bulgulamak mümkün. Henüz 19. yüzyılın ikinci
yarısında Baudelaire, önerdiği kavramsal yaklaşımla, Aydınlanma düşüncesinin
çizgisel tarih anlayışını yapıbozumuna uğratıyor. Aydınlanmanın ortaçağ
mirasından devraldığı teleoloji sorunsalıyla boğuşuyor. Aydınlanmanın en
büyük paradoksu olarak görebileceğimiz olgu, onun kökensel olarak, Antik
dönemin döngüsel tarih anlayışı yerine ortaçağın “tek tanrı” düşüncesini takip
ederek belirli bir ereğe doğru ilerleyen teleolojik tarih fikrini benimsemesidir.
Kişiyle tanrı arasındaki yolun aşamaları olarak da düşünülebilecek bu ereksellik fikri, bütüncül, anıtsal, bu yüzden de birey için üstesinden gelinemez olan
bir tarih yapısını doğurmuştur. İşte, Baudelaire’in “modernite”de gördüğü
sarsıcı unsur, bu fikrin paramparça edilmesinde kendini gösterir. Modern olan,
tarihi “an” lehine bozmaktadır; “fragman”da bütünlük görür; “an”dan tarih
devşirir. Uzaktan Bergson’unkini andırır bir zaman kurgusuyla tarihin anda
çözünen dokusunu ön plana çıkartır: Sonsuz bir şimdinin içinde “yaşanan
tarih”i keşfeder. Baudelaire’e göre 19. yüzyılın tarih kurgusu, “büyük bir insan çölü”nden başka bir şeye benzememektedir. O, modern bir şair olarak, bu
çöle bakmak yerine insandaki “canlı imgelem gücüne” bakmayı tercih eder.
Canlı imgelem gücünün somutlaştığı “modern” kılık değiştirendir; kılıktan
kılığa girendir. Lefebvre, bunu, felsefecilerin ve sosyologların ciddiye
almadığını söylediği gündelik olanın tesadüfi-oluşuyla açıklar. Böylece 20.
yüzyıl sanatçısı, dikkate alınmayan, ama küçümsenmesine karşın yirminci
yüzyıla ruhunu veren, “gündelik olguları, mobilyaları, nesneleri ve nesneler
dünyasını, zamanın kullanımını, çeşitli olguları, gazetedeki ilanları”, kısacası
“bilinmeye layık olmayanları” yeniden gruplama ve hesaba katma görevini
üstlenir. Aynı zamanda hem polemikçi hem teorik olan bir yöntemle, “gündelik yaşam”ı çözümleyerek onun bilgisini görünür kılmayı dener.2
Öyle sanıyorum ki, buradaki tanımların barındırdığı avangard özü göstermek
için daha fazla zorlamaya gerek yok. Bir adım öteye geçerek şunu da öne
sürebilirim; güncel sanatçının aradığı “ilişkisellik”i de Baudelaire’in “modadan
şiirsellik devşiren” canlı insanında bulgulamak güç değil.
Bu noktada sorunun birbirine eklemlenmiş pek çok parçadan oluştuğunu
saptayabiliriz. Buradaki karmaşa ancak, “modernite”nin, “modern olan”ın ve
“modernizm”in birleşim ve ayrımlarından başlayarak, tanımlama ve kavram
oluşturma ediminin doğasına kadar bir dizi öncül problemin çözümlenmesine bağlı olarak açıklığa kavuşturulabilir. Bununla birlikte sorunu tanımlayan
en önemli parça “modernizm”i tanımlarken onu tek parçaymış gibi düşünme
yanılgısından kaynaklanmaktadır. Modernizmin yalnızca moderniteden
devraldığı ilerlemeci ya da inşacı gelenekten oluşmadığını fark edersek,
“güncel sanat” konusundaki kafa karışıklığını gidermek noktasında önemli
bir adım atmış oluruz. Öncelikle gelenekle modernizm arasındaki bağları kurmak; sonra da modernizm içindeki yıkıcı yönleri ayıklayarak, bunları “modern olan”ın kurgusuna içkin kabul etmek farklılıkları anlamlandırmak yolundaki en önemli adım olabilir. Böylece “yaşam”ı öneren avangard gelenek de
“ilişkisellik”i öneren güncellik de tarihsel dinamik içinde, ansızın günyüzüne
çıkarak bağlamsızca çarpışan kaotik durumlar olmak yerine, birbiriyle
ilişkilendirilebilen çağruhlarına (zeitgeist) dönüşebilirler.
Öyleyse sorun şöyle bir veçheye kayıyor: Modern, çağdaş ve güncel olan
arasındaki ayrımlara gerçekten gereksinmemiz var mı? Baudelaire’in
7
“modern”i nerede, nasıl ve kimler tarafından yeni “insan çölleri” üreten bir
kabuğa dönüştü? Aksi taraftan, “güncel”i “modern”den ya da “çağdaş”tan
büyük bir hırsla ayırmaya çalışanlar; modernizmin sınır çizme paradigmasını
aynı şekilde kendi lehlerine yeniden üretmeye çalışan sahte mesihler görünümü vermiyorlar mı?
Güncel Sanat ve Kamusal Alan Paradigması
Türkiye’de 90’lı yıllarla birlikte belirgin bir ivme kazanarak bugün “güncel sanat” terimiyle ifade edilen uygulamalara imza atan sanatçıların en
çok üzerinde durdukları olgu, “politika”. Güncel sanat ve güncel sanatçılar
“contemporary”in “modern olan”a göre özgülüğünü, onun “kamusal alan”da
yer alması olarak tanımlıyorlar. Oysa ne bu ifadedeki kamusal alan (public
sphere) terimi yeterince tanımlanmış durumda ne böylesi bir “kamu”nun hâlâ
var olup olmadığına dair yeterince işaret var. Kavramsal temellendirme daha
başından çürük kurulmuşa benziyor; keza kendi söylem ağı içinde bile gerçek
anlamda tutarlı değil.
Modernle ciddi anlamda kan bağı bulunan “kamu”nun bulgulanışı, toplumsal
yaşantısına kendi yön veren kitlelerin sosyal sorunlar üzerine geliştirdikleri
“sağduyu”da somutlaşır3. Kamu, gündelik yaşamı ilgilendiren siyasi, politik
ve ekonomik problemlerin özgür bir tartışma ortamında ele alınarak dile
getirilmesini ve buradan harekete geçen bir siyasi konjonktürü gereksinir.
Gerçekte tümüyle yönetsel erki belirleyen sınırlı bir çevreyi işaret eden bu
tür konjonktür geliştirmelerin tarih içinde ne kadar olanaklı olduğu bir yana,
“kamusal alan” adlandırmasının ortaya çıktığı döneme bakıldığında, söylemin kendisinin, 1968 hareketinin getirmiş olduğu “Yapılar sokağa çıkmaz!”
(Structures don’t go down into the streets) duvar yazısında özetlenen aktif
politik yaklaşımı sosyal demokrasinin çerçevesi içinde yumuşatma eğiliminin
bir uzantısı olduğu görülebilir. Buradan yola çıkılarak “kamusal alan” terimi
tümüyle politikasızlaştırılmış bir politika, etkisizleştirilmiş bir muhalefetle
özdeşleşiyor. Bürger’in yeni-avangard’a atfen işaret ettiği ütopyanın terk
edilmiş olması fikri4 güncel sanata ilişkin “politik açılımı” etraflıca özetliyor.
Güncel sanatçı politik olduğu savını öne sürüyor, ne var ki politikasının ne
olduğu hiçbir zaman açıklıkla ifade edilmiş değil. Ne kadar içinde yaşadığımız
kavramsal karmaşanın öncülerinden biri olsa da, Baudrillard’ın değişim değeri
konusundaki müthiş saptaması; “Bir şeyin artık bırakalım kullanım değerine
8
karşılık gelmeyi, değişim değeri olarak bile neye tekabül ettiği belli değildir”i
politika konusunda müthiş bir tutarlılıkla işler halde görünüyor.5
lüsü düşünülemeyecek olan kaostan evren çıkarma halidir. Sessizlik yaygaradan sonra gelir.
Güncel sanatın yaklaşımının gerçek anlamda politik olduğunu iddia etmek henüz çok zor. Toplumsal muhalefetle hiçbir bağ taşımayan, dahası
politik olmanın toplumsal alanda ses olmak biçiminde tanımlandığını fark
etmemiş güncel sanatçı için “kamusal alan” tartışmaları sadece bir “niyet
belirlenimi” olarak işe yarıyor. Sergi salonlarının şık şıkırdım açılışlarından,
sanatçı peşinde dolanan yatırımcıların garip beğenilerinden, sanat adına
söz alındığında pespaye tanımlarla konuşanların zulmünden kurtulmak için
sanatçının çırpınışının en somut örneği bu.
Yalnızca sergileriyle değil, sanat üretimi ortamına panellerle, ortak
çalışmalarla ve sanat ortamını da kapsayacak şekilde daha geniş bir
düşünce alanında yaptığı etkinliklerle katkıda bulunmayı hedefleyen topluluk, bireysel özelliklerin grup lehine silinip gitmediği bir çerçeveyi ön planda
tutmayı amaçlamaktadır. Çağına homojenleştirilmiş bir tek ses olarak değil,
bireyselleşmiş manifestolarla katılan Yaygara üyeleri, bu anlamıyla, tarihsel
avangardın rolünü üstlenmiştir. Güncel sanatçıları zinde tutan ruh hali, belki
de, bu tutum içinde bulunabilir. Ele aldıkları tarihsel birikimi güncelleştirmek
derdindeki bu sanatçılar, diyalektik anlamdaki bir “karşıt-oluş”la ya da sınırları
önceden çizilmiş bir kavramsallıkla değil de, kendi küllerinden doğan simurg
misali “gelip geçici”nin/ “belli belirsiz”in içinde kendine inanmanın ruh haliyle
vücut bulmaktadırlar.
Bütün bunlarla beraber, güncel sanat etkinliklerinin, Bourriaud’nun önerdiği
şekliyle, “ilişkisel estetik”6 anlamında bir araya getirilebilecek dokusu,
sanat yapıtının varlık yapısında meydana gelen bir dönüşümü ele vermesi
anlamında önem taşımaktadır. Bu süreci, Bourdieu’nün “habitus” kavramı
ışığında, modernitenin bireyselleştirici etkisinin geri çevrilmesi olarak da
okuyabiliriz. Benzer yaşama biçimlerine sahip ve bir diğerini tanımakta
güçlük çeken kendi içinde barışık bağımsız alanlar oluşmakta ve bu alanlar
kendi kavramsal çerçevelerini çevrelerine dayatmakta gibi görünmektedir.
Buradan çıkacak “politika”nın neliğini ise herhalde zaman içinde görmekten
başka şansımız yok.
Yaygara ve Fasa Fiso
2007 yılında bir araya gelmiş bir inisiyatif olan Yaygara Güncel Sanat
Topluluğu, Ankara’da kurulmuş bir topluluk olarak bu alan tanımlamaları
içinde kendine özgü bir yer edinir. Kendini bir coğrafya ve onun idealleriyle paralellikler ve çatışmalar üzerinden kuran Yaygara, bünyesine kattığı
farklı seslerle sanat ortamına müdahalelerde bulunmayı amaçlar. Ürettiği
öznelik konumu farklı seslerin aynı bünyede barınmasına el verecek şekilde
devingen ve çağa dönüktür. Çağıyla bir konuşma olarak sanatçılara, sanat
kuramcılarına, eleştirmenlere açık bir platform kurar. Yaşayan tini birlikte
üretmenin yerinde duramazlığı Yaygara’nın adından başlayarak bütün
işlerinde kendini gösterir. Uzun zamandır birbirini görmemiş bir grup insanın
bir sokak başında karşılaşıp, anlamı kolay kolay ayırt edilemeyecek bir sürü
ses çıkartarak birbirleriyle hemhal olma halidir yaygara. Yaygara, başka tür-
Fasa Fiso sergisi Baudelaire’in ütopyasını güncelleştirmek gibi bir misyon
taşıyor. Elde olan malzemenin yalınlığından, sıradanlığından, zaten hep gözümüzün önünde olmaklığından yola çıkıp tarih kurmanın derdine düşüyor. Ne
ki bu tarih artık bugüne kadar bildiğimiz anlamda tarih değildir. Teleolojiyi
reddetmiş, “yüce”yi ayıklamış, Michelet’in deyimiyle “aşağıdan tarih”7 olarak
bu anlayış bugün üzerinde dikkatle durmayı öneriyor.
Sadece Yaygara grubunun daimi üyeleriyle değil, geniş katılımlı bir sanatçı
kolektifiyle birlikte gerçekleştirilen sergide çok çeşitli malzeme ve medyalarda işler bulmak olanaklı. Ümmühan Yörük’ün tual üzerine karışık teknikle
gerçekleştirdiği işlerinde günlük gazetelerden çıkartılmış üçüncü sayfa haberlerine konu olan imgeler var. Foucault’nun gündelik olanın anıtsallaştırılması
olarak adlandırdığı Pierre Riviere’nin hatıratını8 andıran bu işlerde, gündelik
yaşamı tanımlayan malzemelerin Türkiye’de pek üzerinde durulmayan “kolaj”
formuyla tuale girmiş olması öne çıkıyor. Kumaşın teni sarıp sarmalayıcılığı
adeta kâbusu bizim üzerimize geçiriyor. Serkan Özkaya’nın “Esinti”si, minimalist bir form aracılığıyla bizi Michelangelo heykelinin dokunsallığına geri
götürüyor. Rönesans tarafından canlandırılan Antik düşüncenin illüzyona
dayalı temsil anlayışının dönüştürücü karakterini yeniden düşünmemize
neden oluyor. Pieta heykelinin kumaş kıvrımları kâğıdı andıran seri üretim bir
metal kutuyla tekrar ediliyor. Üzerine yerleştirilmiş fotoğrafla geçip gitme9
kte olan rüzgârı paketleyen Serkan Özkaya, sanatçı olarak bu illüzyona imza
atıyor.
Erdal Duman, sergi için inşa ettiği bir tankla, silah sanayine odaklanan işlerine
devam ediyor. Daha önce Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin zeminine çakılmış olan
uçağı gibi, bu tank da ilk örneğinin aksine tümüyle geçirgen bir şekilde,
amacına aykırı olarak kurulmuş. Ana hatlarıyla belirlenmiş bu maket, bir
yandan tasarımla gerçek arasındaki uğursuz boşluğa dikkatimizi çekerken
bir yandan da böylesi bir inşa sürecinin anlamını sorgulamaya açıyor. Serkan
Demir, ilk bakışta kendini ele vermeyen, hastane paravanlarının parlak dokusunun oluşturduğu bir kapatma rejimi oluşturuyor Fasa Fiso için. Mehmet
Ali Boran kendini stylites (sütunlarda yaşayan azizler) gibi göndere çekerken
simgelerin kullanımına ilişkin sahihliği sorguluyor. Ferhat Özgür’ün askeri
tören görüntüleri üzerine odaklanan çalışması da, serginin merkezi problemi
olarak öne çıkan anıtsallaştırma girişiminin yapısökümünü hedefliyor.
Bu serginin Cer Modern’de yer alması, Ankara’nın kimliğinde somutlaşan ve
Cumhuriyet idealiyle birlikte başlayan modernleşme ülküsünün gelişimiyle de
yakından ilgili. Cumhuriyetin kurulmasıyla Gazi Eğitim Enstitüsü’nde toplanan Osmanlı’nın son dönemine ait resimlerin, 1937 yılında yeniden İstanbul’a
götürülerek Resim Heykel Müzesi’nin açılmasıyla kesintiye uğrayan bir sürecin
yeniden düşünülmesini beraberinde getiriyor. Çünkü, ulus inşasının itici gücü
olan Ankara, belki de, tarihinde yaptığı bu hamleyle ikinci Louvre’u kurma
fikrinden vazgeçmiştir. “Eşitler arasında ilk” olma ayrıcalığını bir kez daha
İstanbul kazanmıştır. Tarih, inşa edilmekte olan bugünü bir kez daha galebe
çalmıştır. Ankara’nın başkent olma kimliğiyle yeniden gün yüzüne çıktığı;
tepelerinden, Etnografya’nın, Resim Heykel Müzesi’nin, Anıtkabir’in, Gençlik Parkı’nın gözünü diktiği bir alandan başgösteren Cer Modern, Fasa Fiso
sergisiyle tarihe bir kez daha “şimdi”yi öneriyor. Modern’in ruhunu güncel
sanatçıların elinden bir kez daha başkent fikriyle buluşturuyor. Yaşayan tin’i
tarihin dokusuna dahil etmek için yeni bir girişimde bulunuyor.
Yaygara, omzunun üzerinden dönerek gözlerini gökyüzüne dikmiş Goya’nın
Dev’ini bir kez daha geri çağırıyor. Gücünün görkemiyle yalnızlaşmış, kendi
yarattığı yıkımla karanlıklar içindeki bedenine tutsak olmuş bu hüzünlü dev,
az sonra yeniden ayağa kalkacak. Gökte bir yerde aradığı izi sürerek tarihe
karşın özgür olunabilecek mi; ona bakacak!
10
Dipnotlar:
1. BAUDELAIRE, Charles. Modern Hayatın Ressamı, (Çev. Ali Berktay), İstanbul, İletişim Yayınları,
2004, s. 213-214.
2. LEFEBVRE, Henri. Modern Dünyada Gündelik Hayat, (Çev. Işın Gürbüz), İstanbul, Metis Yayınları,
1998, s. 33-34.
3. Aslında buradaki problem, köken olarak, “sağduyu”/ “ortak duyum” kavramının dikte edici
karakterinden kaynaklanmaktadır. Kant’ın geliştiricisi olduğu “sensus communis” kavramı, genel
geçer bir ahlâk yasasını temellendirmek için, herkeste duyumun yönlendiği farz edilen genel bir ilke
olduğu düşüncesinin sorunlarını taşımaktadır.
4. BURGER, Peter. Avangard Kuramı, (Çev. Erol Özbek), İstanbul, İletişim Yayınları, 2004.
5. BAUDRILLARD, Jean. Tüketim Toplumu, (Çev. Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1997, s. 49-51.
6. BOURRİAUD, Nicolas. İlişkisel Estetik, (Çev. Saadet Özen), İstanbul: Bağlam Yayınları, 2005.
7. BURKE, Peter. Fransız Tarih Devrimi - Annales Okulu, (Çev. Mehmet Küçük), Ankara: Doğu Batı
Yayınları, 2002, s. 31.
8. FOUCAULT, Michael. Annemi, Kız Kardeşimi, Erkek Kardeşimi Katleden Ben, Pierre Riviere, (Çev.
Erdoğan Yıldırım), İstanbul, Ara Yayınları, 1991.
11
UPDATING “CONTEMPORARY ART” BUT HOW?
BARIŞ ACAR
Contemporary art, Since the first day of its putting into circulation, an agreement have not been all over, unclear intension, however, “contemporary art”
term became one of the denotations that mostly expressed. Such a discussion which has started Before Modernism-postmodernism dilemma has not
shaped yet wisely in our cultural horizon, before rescuing from the passion to
build considering like a political group instead of comprehending conceptual
distinctions over pattern forms, of course could not be expected to reach a
healthy outcome. In the end, such a picture emerged: At one side, a strange
“modern” attitudes reminiscenting the past aristocratic or academic determinism, at the other side, an elitists late 60s avant-gardism under the name
of “modern”, on the other hand, contemporary positionings which both
strongly exclude, that seems could not found a solid justification to signify
itself as the self-autonomy. In all this conceptual confusion, it seems that we
are in the face of a Goya paintings; an infinite and a passive witness has left
the whole atmosphere under the cover of unrest, a thick dark that no figure
could not exclude itself from the sense of “crime”. The more interesting side
of this is not occurring anyone that really concerned about the solution of
this problem. As if, this uncertainty of the concept provides a safe area to the
ones that covers the mist under the painting, as if everyone can be free in the
arena of the absence of definition and uncertainty.
12
Rethinking of Baudelaire’s “Modern”
For the ones who see a problem here, it seems that it is important to make
firstly conceptual distinctions. As a first step of this, the requirement to define
actually what the “modern” phenomenon is comes forward in an age that
everyone and everything is at the claim of being “modern”. At this point,
it is useful to remember following lines that has returned to the beginning
in terms of modernism and that been described the “modern human” in the
“Painter of Modern Life”:
“Here going, running, looking for. So, what is looking for? As for the type
of this man that I painted, travelling non-stop in the middle of big human
desert, this lonely man that has the power of alive imagination, has a higher
purpose than a simple flâneur, has a more general goal than volatile taste
brought by coincidence, definitely. He, is searching the thing that I will name
modernity, I am saying this modernity, because I don’t know a more appropriate word that will express the idea in my mind. This man is recruiting
from fashion, all kinds of poetics that can keep in the history, is distilling the
eternal one from finite one. .”1
“Baudelaire underlines a point that we ignore since the say that we made
Modern as a policy and we approved in the academy: He says that the essence of modern man is to distill the infinity from the retort of “who is finite”.
So, what can be the aim of the poet from “distillation of infinite”? What is
equivalent in poet’s dictionary to “Infinite one” apart from absolute poetic
imagination. Here it is possible to find Baudelaire’s genius.
Baudelaire, with his proposed conceptual approach, he leads to structural
damage of linear historical structure of enlightenment idea at very second
half of 19th century.
Inherited from the medieval heritage of the Enlightenment is grappling with
the problem of teleology. The phenomenon that we can see as a greatest
paradox of enlightenment, as its primordial, is adopting the idea of teleological history which is advancing to a specific target by following “monotheism “ of ancient medieval period, instead of cyclical history understanding of
archaic period.
The idea of this ideal holistic that can be thought as the phases of the road
between the person and the god, brought a monolith, monumental, for that
reason which cannot be overcame for individual , historical structure.. Here,
the shocking lament that Baudelaire has seen in “modernity”, reveals itself
in breaking into pieces of an idea. The modern one, is breaking the history
in favor of “moment”; sees integrity in “trailer; recruits history from “moment”. Highlights the texture of history resolutes in moment with the fiction
of history that resembles Bergsons from remote: discovers “living history” in
“eternal present-day”. According to Baudelaire, the fiction of history of 19th
century, does not resembles any other thing than “a great human desert”.
He, as a modern poet, prefers to look “alive imaginary power” in human
instead of looking to this desert.
Vivid imagery of the concrete strength becomes “modern” disguise; change
disguise to disguise. Lefebvre, explains this with being random of daily one
which he has said that philosophers and sociologists do not take seriously.
Thus, the artist of 20th century, takes the task of re-grouping and taking
into account, not being taken into, but despite being despised who gave his
spirit to twentieth century,” daily phenomenon, furniture, objects and object
world, the use of time, various cases, newspapers advertisements”, in short,
“the ones that is non worthy to know. At the same time, with a method which
is both polemical and theoretical, by resolving “daily life”, tries to make its
knowledge visible.2
I think that, in order to show the essence of avant-garde that the definitions
hosted here, there is no need to force. Through a step further, I can also suggest that; it is not difficult to find “relational” that the contemporary artists
look for in alive people who “ recruit poetry from fashion”.
At this point, we can determine that the problem is consist of many pieces
that has been articulated to each other. The confusion here, can clarified
only by starting from union and separation of “modernity”, the one which
is “modern” and “modernism”, to the nature of definition and concept of
creation act depending on resolving a number of preliminary problem. However, the most important part that defines the problem while defining the
“modernism” stems from misconceptions that describes it as a single piece.
If we realize that Modernism has not only been consist of the tradition of
13
the progressive or the construction process inherited from modernity, we
will have taken an important step in the point of eliminating the confusion
about , “contemporary art”. Primarily, to establish links between modernism and tradition, then to accept them the fiction of immanent of “modern”
one by extracting the destructive aspects inside the modernism, can be the
most important step towards defining the differences. Thus, both avantgarde tradition suggesting “life”, and “the actual” suggesting “ relational”,
may return to zeitgeists that can be associated with each other in historical
dynamics, instead of being a contextually fighting chaotic situations by suddenly appearing to the sky.
Then, the problem is shifting to such a following aspect: do we really need
the differentiation between modern, contemporary and current ones? Where,
how and by whom Baudelaire’S “modern” turned out to a shell which creates
“ human desert”? Opposite side, the ones who are trying to distinguish “current” from “modern” or from “contemporary” with a great ambition; don’t
they giving false Christ’s impression trying to reproduce boundary drawing
paradigm of modernism in the same way in their favor?
Contemporary Art and Public Space Paradigm
In Turkey, the most focused case of the artists who has signed the applications that gained a specific acceleration with 90s years and is expressed
today with the term of ““contemporary art”, is “politics”. Contemporary art
and contemporary artists are defining the individuality of “contemporary”
according to the “the modern” one as its taking part in “public sphere”.
Whereas, neither the term of “public sphere” is sufficiently defined nor there
are enough signs whether such a “public” still exists or not.
Conceptual justification seems to have been established decay at the very
beginning; also it is not consistent in real terms even within their own discourse network.
The discovery of “public” which has blood interconnection dramatically with
modern becomes concrete in “common sense” developed on social issues by
the audience who direct their own social lifes.3 Public is in need of political
and economical problems which concerns daily life to be expressed in a free
14
debate and a political conjuncture which taken act from here. In fact, apart
from how much all administrative powers that define a limited environment
indicates that such cyclical improvements are possible inside the history,
when the period of “public sphere” naming emerged looked, the discourse
itself, it can be seen as an extension of softening trend inside the framework
of social democracy active politic approach which is outlined in “structures
don’t go down into the streets” graffiti which 1968’s movement has brought.
Being advanced from here, “public sphere” term becomes synonymous with
a policy which has become entirely without policy, with a neutralized disaffection. The idea of abandonment of utopia pointed by Bürger in reference
of new-avant-garde is summarizing the “political expansion” about contemporary art in detail. Contemporary artist is suggesting his political argument,
but it was not clearly expressed what his policy was. Although he is one of
the pioneers of conceptual complexity we experience, terrific determination
of Baudrillard about change value; “It is not even clear what something corresponds to as change value let alone corresponding to use value” seems to
be functioning in a great consistency about policy.5
It is now so difficult to claim that the approach of modern art is truly politic.
Discussions about “public sphere” just function as an “intention determination” for contemporary artist who bears no link to social opposition and even
has not realized that being politic is defined as being voice in public sphere.
This is the most concrete example of artist’s struggling to get away from
flashy opening ceremonies of exhibition halls, weird tastes of investors riding
herd on artists and those speaking for art with vulgar definitions upon taking
the floor.
Along with those, texture of modern art activities that may be gathered
together in the meaning of “relational aesthetics” 6 in the way Bourriaud
proposes is important in terms of revealing a transformation occurring in
the structure of an art work. We can also interpret this process as reversing individuation effect of modernity under the light of “habitus” concept of
Bourdieu. It seems that independent spheres at peace in themselves which
have similar life styles and difficulty in recognizing the other one occurs and
those spheres impose their own conceptual frameworks to surrounding ones.
There is no other chance to wait and see what we can conclude about what
“policy” is.
Yaygara and Fasa Fiso
Yaygara Contemporary Art Group, an initiative which came together in 2007
gets a distinctive place in such sphere definitions as a community established
in Ankara. Yaygara, establishing itself upon the parallelism to and conflicts
with a place and its ideals, aims to intervene with art environment with different voices within itself. Its subjectivity is dynamic and contemporary in a
way to enable different voices to exist in the same structure. It creates an
open platform for artists, art theorists and critics as a speaking to its era. The
desire to create living spirit shows itself in all activities of Yaygara including
its name. Yaygara is the situation when people who have not seen each other
for a long time meet in the street and get into the same state with making sounds whose meaning is difficult to recognize. Yaygara, is creating a
universe out of a chaos which cannot be imagined otherwise. Silence comes
after Yaygara.
This community which aims to contribute to art environment through not
only its exhibitions, but also panels, mutual activities and other activities carried out in a wider thinking environment including art environment aims prioritize a framework which does not remove individual characteristics for the
benefits of the group. Yaygara members who contribute to their era not with
a single homogenized voice but with individualized manifests have taken
the role of historical advanced guards within this context. The state of mind
keeping contemporary artists active may be found in this attitude. Those
artists struggling to update historical background they deal with come into
existence not through “anti-existence” in a dialectic sense or a conceptualism with pre-defined borders but via the state of mind for believing himself
/ herself within “temporary” / “indistinct” just like as phoenix coming into
existence out of ashes.
Faso Fiso exhibition undertakes the mission of updating the utopia of Baudelaire. It is deeply occupied with building up history considering the fact that
the material on hand is plain and ordinary and it is always in our sight. However, history is no longer same as the history we have known so far. This
intellection, which rejects teleology, does not recognize “the almighty” and
which is called “history from below”7 by Michelet, suggests to closely focus
on today.
15
It is possible to find works of various materials and media in the exhibition
which is carried out not only with the permanent members of Yaygara group
but also with a collective of artists with broad participation. There are images
of third page news taken from daily newspapers in the works of Ümmühan
Yörük, which were created on canvas through mixed technique. In these
works, which resemble Pierre Riviere’s memoir8 called as monumentalization
of daily things by Foucault, it is prominent that materials that define the
daily life have been reflected on canvas with the form of collage which is not
elaborated on in Turkey. The fabric wrapping the body looms over us like a
nightmare. “Esinti” (breeze) of Serkan Özkaya carries us back to the tactility of Michelangelo sculpture through a minimalist form. It makes us rethink
about the transformative characteristic of the illusion-based representation
of the Antique thought revitalized by renaissance. Fabric curls of Pieta sculpture are repeated through a mass production metal box resembling paper.
Packaging the passing wind with a photograph, Serkan Özkaya creates this
illusion as an artist.
Erdal Duman continues his weapon industry focused works by the tank he
built for the exhibition. This tank was built against its purpose in a permeable way contrary to its first example like the plane that was installed to the
ground of Modern Arts Center. This model designated by its mainline on one
hand draws attention to the dark gap between design and reality on the other
hand makes us question the building process. Serkan Demir builds an interim
regime for Fasa Fiso not giving itself up at first sight and comprises of bright
texture of hospital paravanes. Mehmet Ali Boran questions his authenticity
regarding use of symbols while he raises himself like Stylites (saints living on
columns). Ferhat Özgür’s work focusing on military ceremony aims deconstruction of monumentation initiative that emerges as the main problem of
the exhibition.
The fact that this exhibition was at Cer Modern is closely related with development of modernizing ideal that becomes concrete in the identity of Ankara
and that begins with the ideal of Republic. It brings along reconsidering the
process which is cut by bringing of the paintings of the last period of Ottoman
collected at Gazi Education Institute by the establishment of he Republic to
Istanbul in 1937 by opening of the Painting-Sculpture Museum. As Ankara,
the city which is driving force for building a nation, perhaps dispensed with
16
building the second Louvre by this drive in its history. Istanbul has won the
“first among the equals” privilege once again. The history has overcome the
today within building stage. Cer Modern in which Ankara came to light again
with its capital city feature and which arises on the hills where Ethnography ,
Painting-Sculpture Museum, Anıtkabir (Ataturk’s monumental tomb), Youth
Park aspire suggests the history again the “now” with the Fasa Fiso exhibition. It brings together the soul of the modern and capital idea once again
with the help of the contemporary artists. It attempts to include the living
spirit to the texture of the history again.
Yaygara, again calls the Giant of Goya who turns his head over his shoulder
and stares to the sky. This giant who got alone with the majesty of his power
and is confined to the body in the darkness he created with destruction will
again arise. He will see whether or not he will be free scenting the trace he
has been looking at the sky somewhere despite the history.
17
“FASAFİSO’NUN ZAYIFLIĞI OLAN KONUM
YOKSUNLUĞU AYNI ZAMANDA ONUN MUTLAK
GÜCÜDÜR.”
SAVAŞ ERGÜL
Fasafiso günümüzün tanrısı konsensüs ve istikrardan uzakta bir eşik, bir
boşluk noktası oluşturmaya ve oradan konuşmaya, seslenmeye adım atar.
Eşik ve boşluk arasındaki karanlık çizgilere işaret ederek kendisini asla bütünüyle teslim edemeyen yeğinleşmiş düşünce anlarına çevirmek ister. Her
şeyin sabitlenmiş ve ölçülmüş tarzlarının ağırlığı karşısında bir karşı ağırlık
olarak kimileyin yüksüz kaçışların hafifliğini ve parıltısını kimileyin ise her an
uçverecek bir sıkıntının, bir dehşet imgesinin bilinmezliğini bildirir. Kendisini
söyleme tarzında veya bir konum tutma çabasıyla değil de henüz kendisinin
de bilmediği ve nasıl bir tutumda bulunacağını kestiremediği açmazları dolulukla belirlenen merkezlerin üzerine kararsızlık efektleri salarak gösterir.
Fasafisonun zayıflığı olan konum yoksunluğu aynı zamanda onun mutlak
gücüdür. Kurulu olan alanda her öğe, bir şekilde görülmüş, sayılmış, hakkı teslim edilip kendince bir yer tutmuştur. Tüm bu kapalılık ve doluluk alanlarından
kaçan, herhangi bir noktada mevzilenmeyen ama kaçtığı mesafenin ölçüsünü
sanatsal sekanslara dönüştürmeye çalışmakla fasafiso kolayca ölçüye gelebilen
bir alanın sınırında ölçülemez olanla komşuluk kurma çabasındadır. Bu ölçülemezlik ise kimsenin ulaşamayacağı hepten kör bir noktada meydana gelmez.
Bu tarzda bir bilmeyi veya sezmeyi, var kıldığı etkilerde veya daima kendi
duruşuna eklediği eksik ve fazlanın gerilimli ilişkisinde yakalarız. Yarattığı
etkiler ya fazlanın aşırılığını ya da eksikliğin geciken henüz olmamışlığını
gösterir ama asla hesabı görülüp çıkarılanın doluluğunu değil.
18
Fasafiso’nun etrafında külfetsizce dolaşmak bir yana kendisini onlarla varettiği
boşluk, eşik, ölçülemezlik, eksiklik ve fazlalık temaları, her gün olup bitenin
sıradanlığının karşısında olumlu ve olumsuzlukla kur yapmaktan geri kalmayan nadir olanın hemen her an yoldan çıkarıcı ya da yol açıcı olabilecek
taşlarını biraraya getirirler. Güvenli olanın mutlu diyarının terk edilip henüz
bilinmeyenin riskine girmek. Modern zamanlarda her şeye sirayet eden konsensüsün vaatsiz ve tüm yaratıcılık potansiyelini yitiren nihilizmi karşısında
bir denemede bulunmak. Yerlerin terk edilmesini bu denemenin başlangıcı
saymakla, mekanı yeni biçimlerle bükmenin yollarını keşfetmeye dair bir
çağrıda bulunulur. fasafiso’yla atılan adımda, sadece eserlerin ve hareketin
kendisine değil, onunla karşılaşacak olanlara da hitap eden bir yer değiştirme
çağrısı yankılanır durur: eserle karşılaşmada kişilerin perspektifinde yaratılan
bir bükülme veya yarılma. Karşılaşmanın nadirliğinde ve bu yer değiştirmede
yoldan çıkaran veya yol açan anında, henüz bilinmeyen ve yeni olanın benzersiz koşullarına tanık olabiliriz.
Anlam düzeneklerinde yarılmalar yaratan ve koşulları zorlamak isteyen her
sanatsal olayı bir mucize olarak almalıyız. Mucize, daha önce olduğumuz
şeyin dışında bizi bir yabancılık etkisine maruz bırakan karşılaşmanın adıdır.
Yerin terk edilmesiyle kendisini gösteren her karşılaşma ise, kestirilemeyecek
olasılıklara açılan bir zaman ve mekanı var eder. Zaman ve mekanı dolduran bir eylem ve üretim kadar bu doldurma/biçimlendirme işleminde
boşluk noktalarını faş eden yaratıcı bir müdahale de gereklidir. Ama tüm
olasılılıklardan önce, gündelik hayatımızın olağan ritminde içinde devinip
durduğumuz belirlenmiş kodlarda henüz kim olduğumuzu bilemediğimizi
apaçıktır. Apaçıktır çünkü aşındırmaya ve tahribata uğratılmayan kodların
düzenliliğinde bir karşılaşmadan, kendimizle ve durumlarla yüzleşebileceğimiz
bir karşılaşmadan söz edilmesi mümkün değildir. Zaman ve mekan
karşılaşmanın doğal çerçeveleri değil, karşılaşmayla kendini gösteren ve
çeken kırılma ve bağlantı noktalarıdır.
Bir sanatsal olay aynı zamanda bir karşılaşma için yapılan bir hazırlıktır. Bu
karşılaşmanın koşulları ve adının ne olması gerektiğine dair bir hazırlık. Biz
şimdi kendimiz, üretimimiz, eylemimiz ve karşılaştığımız durumlar ve olaylar
için ne diyeceğiz? Bugünümüz için ne diyeceğiz? Adlandırılamayan için nasıl
bir ad vereceğiz ya da adlandırabilecek miyiz? Adlandırılamayan bölgelere
nasıl adım atacağız? Bir adlandırmada bulunup onun rehberliğinde adım
attığımızda bu adın gücü ve kudreti bizi nerelere götürebilir? fasafiso aynı zamanda bütün bu soruların adıdır. Bütün bu soruların yanıtlarının bilinerek yol
alınmasından çok bu soruların ortaya çıkaracağı başa gelecek olan deneyime
dair keşfin adıdır fasafiso.
19
THE LACK OF POSITION, THE WEAKNESS OF
HOOEY, IS AT THE SAME TIME
ITS ABSOLUTE POWER
SAVAŞ ERGÜL
Fasa Fiso our today’s god consensus and a threshold point away from stability
takes a step to create a gap and to speak, to call over there. It wants to convert into violent thought moments which can never confide itself completely
by pointing the dark lines between threshold and gap. As a contrary burden
against the burden of manners of everything fixed and measured, declares
sometimes the relief and glance of escape without burden and sometimes the
darkness of an anxiety that will fly away at any moment and a horror image.
It reveals itself, not at method of uttering or not with the effort of keeping
a position, but it reveals the dilemmas that it also does not know itself yet
and could not estimate how to have an attitude by releasing indetermination
effects on the centers determined by fullness.
The lack of position, the weakness of hooey, is at the same time its absolute
power. Each item installed in the area, was seen in a way, was considered,
regarded as a self-styled place after its right has been delivered. Escapes from
all these clause and fullness areas, not deploying at any point, but by trying to
convert the distance measurement escaped into the sequence of art, hooey
is in the effort of building neighborhood with the immeasurable one at the
border of an area that can be measured easily. As for this immeasurability
does not happen in an entirely blind point that no one can reach. At the effects that is created or at the strained relation of missing and excess that
effects always its position, we catch up a cognition or detection at this kind.
The effects , that it has been created, shows the extreme of excess or not yet
immature of deficiency which in delay but never the fullness of the one that
has been accounted and removed.
20
Besides moving around the hooey without difficulty, the themes of gap,
threshold, deficiency and excess which has been created itself with them,
bring the pieces of scarcity which has not staying behind to flirt with positive and negative together which may deviate at any moment or may elicit
against the mediocrity of each day going. To enter the risk of unknown abandoning the happy land of safe one.
To attempt a trial against lack of assurance of consensus that complains in
modern times and nihilism that lost its all creative potential. They call for
discovering the ways of bending the place with new styles by considering the
abandoning the places as the start of this trial. At the step taken with hooey,
not only to the works and movement itself, but also the call for replacement
which also appeals to the ones that will meet them continue: the bending
or splitting created in the perspectives of people at the meet with the work.
We can witness what is yet unknown and unique circumstances of the new
one at the rareness of this meet and at the moment of deviating and eliciting
at this replacement.
We should consider as a miracle every artistic event which causes splits in the
meaning mechanism and which wants to force the conditions. Miracle is the
name of meet which leaves us the effect of exposure of unfamiliarity out of
what we had before. As for each encounter which shows us itself by replacement, creates a time and place which opens into possibilities that cannot be
estimated. As well as an action or production which fills the time and place,
a creative intervention which faces those gap points in the process of this
filling/formatting is also necessary. But, before all probabilities, it is obvious
that we are moving in the usual rhythm of our daily life, we do not know yet
who we are at the defined codes. It is obvious, because, it is not possible to
mention about an encounter in the regularity of codes which are not subject
to abrasion and destruction and about an encounter that we can confront
ourselves and the situation. Time and space, are not the natural framework
of the encounter, but they are the fracture and connection points which show
and draw themselves with encounter. At the same time, an artistic event is
also a preparation for an encounter. A preparation about what the conditions
and the name of this encounter should be. What we are going to say now
for ourselves, our production, our act and the situations and events that we
encounter?
What we are going to say for our today? How we are going to name to the
one that cannot be named, or will we manage to name? How will we step
forward to the sections that cannot be named? When we proceed in its guidance after finding a name, to where the strength and the power of this name
can take us? Hooey, at the same time, is the name of all these questions.
More than advancing by knowing the answers of all those questions, hooey
is the name of exploration about experience that those questions will reveal,
will happen.
21
MELİH APA / Antakya
Tipoloji
Typology
Bu çalışmada, hafızanın uzanabildiği alan içerisinde ‘kamu’ya yansımış, kendilerine derin devlet aracılığıyla görevler verilmiş kişilerin imajları katmanlar
aracılığıyla bir araya getirilmeye çalışılmış ve bunun sonucunda da çeşitli olay
örgüleri içerisinde adları sürekli bir arada anılan kişilerin bir görsel tipolojisine
ulaşılmaya çalışılmıştır. Fotoğraflar üzerinde sadece geçirgenlikleri üzerinde
değişiklikler yapıldığı için, bu çalışma bir ‘belgesel’ niteliği taşımaktadır.
In this wok, it has been tried to attain the visual typology of persons, whose
identities have been reflected in the ‘public’ as long as the memory can go
back, who have been assigned some duties by means of the state, and therefore the images of those whose names have always been mentioned together
in various plots have been brought together. As only the transparency of the
photos displayed is interfered with, this study bears the quality of a ‘documentary’.
22
Tipoloji 1,2,3,4,5
dijital baskı
digital print
2009
23
ŞEVKET ARIK / Ankara
Saltanat-rekabet, buda-lezbiyen, mafya-moda ve doğa…
Reign-competition, budha-lesbian, mafia-fashion and nature…
Modern hayatın kalabalıkları biteviye devinimi sürdürürken, meçhul
mesleklerin doğduğu, yeni kimliklerin şekillendiği ve kentin kamusal karakterinin belisizliğinin devam ettiği, çağdaş bir kargaşa ortamı yaratılmaktadır.
İktidarın ve aczin maskelerini takmış suratlar, konformist bir geleceğe doğru
yol almaktadır. Toplum deşifre olmaya devam etmekte, aynası olan medya
üzerinden kendini izleyip hayretler içinde kalmaktadır. İşte bu katmanlara bölünmüş toplum; Modern zamanların yaratım alanından beslenmeye
çalışarak, sürekli bir sorgulama ve değer arayışı içerisindedir. Bu durum
bir yönüyle, estetik alanla toplumsal yapı arasındaki uzlaşmazlığı yansıtan
eleştirel bir duruma da dönüşmektedir.
As the crowds of modern lives maintain the ceaseless motion, a context of
modern turmoil is created in which unknown professions are born, new identities are shaped and ambiguity of the city’s public character proceeds. Faces
that have pot on masks of competence (power) and incapability are moving
toward a conformist future. Society continues to be deciphered, and monitors itself by medium of media, which is its mirror, and feels amazed. Society
that has been divided into these layers is in a quest for worth and questioning as it tries to live on by creation field of modern times. Such a situation
transforms into a critical situation that reflects the controversy between the
aesthetic range and the social structure.
Saltanatın, demokrasinin gücüyle de elde edilebileceği fikri temelinde oluşan
monarşinin zevk ve sefa durumu, günümüz insanının yaşamının her anında
ortaya çıkan rekabet hali ve saf doğa.
Pleasure and joy states of monarchy, which is formed based on the idea that
reign can also be acquired by the power of democracy, competition state and
pure nature that ocurs in every moment of present day’s individual.
“Lezbiyen, aşırıya vardığı ahlaksızlığı sayesinde, tanrıyla ve doğayla
bağdaştırılan klasik ahlakçılığı teşhir eder.” Alternatif cinsel tercihler etrafında
şekillenen yeni ahlak algısı, bir derin düşünme anının anıtsal durağanlığında
aydınlanma yolu ve hayret eden doğa.
“Lesbian, through extreme indecencey it has reached, exposes classical
moralism that is associated with god and nature”. The new perception of
morality shaped around alternative sexual preferences, enlightenment road
in monumental stableness of a deep thinking moment and nature that is
amazed.
Korku ve şiddet üzerine kurulmuş gayri meşru bir iktidar (mafya), sürekli
yeni olanın peşine düşen moda ve onun idealize edilmiş taşıyıcı bedeni ve
hesapsız doğa.
24
Illegitimate reign (mafia) founded on fear and violence, fashion that constantly goes after the new, and its idealized bearing body and measureless
nature.
Saltanat-Rekabet
Reign-Competition
Tuval Üzerine Akrilik
Acrylic on Canvas
150x150 cm
2010
Buda-Lezbiyen
Budha-Lesbian
Tuval Üzerine Akrilik
Acrylic on Canvas
150x150 cm
2010
Mafya-Moda
Mafia-Fashion
Tuval Üzerine Akrilik
Acrylic on Canvas
150x150 cm
2010
25
VOLKAN ASLAN / İstanbul
Volkan Aslan’ın “AYNI TİŞÖRTÜ GİYENLER” isimli videosu, kimlik duygusu
üzerinden hareket eden, üzerinde Türk Bayrağı imgesi olan tisörtleri giyen
insanlar ile yapılan söyleşiler ile temelleniyor.
2008’den bu yana, İtalya (“save as”, Triennial Bovisa Museum), Almanya
(Frankfurt - Weimar) ve Fransa’ da (Strasbourg) sergiler açan Aslan bu sezon
Depo’ da yer alan İade-i Ziyaret, Manzara Perspectives’ deki “Bir Sahneleme
Meselesi” ve Istanbul 2010 “Geçici Rahatsızlık” sergilerinde yer aldı. Mart
2010 ayında Londra bir residency programına katılacak olan Aslan, 201011 sezonunda ise Almanya Münih şehrinde residency programlarına katılıyor.
Those Who Wear the Same T-shirt is a video installation based on the interviews with people wearing Turkish flag T-shirts.
Since 2008, Volkan Aslan opened exhibitions in Italy (‘save as’, Triennial Bovisa Museum), Germany (Frankfurt – Weimar) and France (Strasbourg). This
season he joined the exhibitions; Reciprocal Visit at Depo, ‘a question of
stage’ in Manzara Perspectives and ‘Temporary Harassment’ with in Istanbul
2010 events. Aslan will participate residency programs in London in March
2010 and in 2010-11 Munich, Germany.
Sanatçının, “nasıl bir his” sorusunun peşine takılmasıyla başlayan ve yapılan
konuşmalarla ortaya çıkan video yerleştirmesi, 25 Şubat Perşembe günü Pi
Artworks Galeri 2’de izleyiciyle buluşuyor:
Sıradan, ılık bir yaz aksamı. Kalabalık bir cadde. Benden daha kısa boylu bir
adama bana doğru yaklaşıyordu ve aynı tişörtü giymiştik. Acaba aynı mıydık?
Video installation idea came up with the question of ‘What kind of a feeling?’
and emerged with many speeches with many people living in different cities.
Ordinary, a warm summer evening. A crowded street. A man shorter than I
am, is comings towards me, he has the same T-shirt on him, just like mine.
I wonder if we are a like?
Sanatçının, bir merakın ardından başlayan bu görüntüleri, ulusal bir sembolün farklı coğrafyalarda farklı insanlar üzerinde nasıl bir duygu yarattığı sorusunun peşine düşerken kimi zaman bizi kurgu ve gerçeğin arasında bırakan
bir video yerleştirmesine dönüşüyor. Farklı şehirlerde çektiği görüntüleri bir
araya getirerek aynılık üzerinden farklılıklara doğru uzanan bir serüven sonucunda ortaya çıkan bu video çalışması kurgu, gerçek, aynılık, farklılık, ulus,
millet... gibi kavramlar etrafında dolaşmaktadır.
Aslan is curious about how different people in different geographies react to
a “national symbol”, The Flag. Questioning this feeling, in his video installation Aslan leaves us in a gray zone of reality versus fiction.
26
He is putting together video images that he filmed in different cities. Extending an adventure through the sameness of the differences this video work
underlines concepts such as fiction, reality, sameness, differences, nation…
Aynı tişörtü giyenler
those who wear the t-shirt
video 8’ 46’’
2010
27
ZOÉ BARATON (Fransa)
“Kimlik fikri üzerine çalışıyorum. İşlerimi öğretme, öğrenme, ve deneme
kavramları ile ilişkili farklı protokoller üzerine inşaa ediyorum. Aynı zamanda
dil(lisan) hakkında ve bir sistemin diğerine çavirimi hakkında çalışıyorum.
“I am working about the idea of identity. I am building my work around
different protocols dealing with the concept of teaching, learning, and exercise. But also about language and translation between one system and its
codes to another.
Çoğu zaman malzeme olarak video yu kullanıyorum. Antropolojik belgesel
ve kurgu arasındaki durumların görüntülerini kullanıyorum. Aynı zamanda
bu işlere paralel olarak sergileme mekanına göre değişen desen serisi üzerine çalışmalar yürütüyorum. Aynı konular üzerine kurkuladığım desenlerim,
sergilediğim videoların algılanabilmesi için akincil bir yol sunuyor, yada
viedeoların yorumlanmasını muğlak hale getiriyor.”
I am using most of the time video, trough some situations I am “putting in
scene”, between anthropologic documentary and fiction. At the same time
and in parallel, Im working on drawing’s sets, flexible according to the exhibition space. Build on the same topics, its like a second way to understand the
videos or, in the contrary, a way to blur there interpretation.”
Bir Bauhaus Filmi, Süre: 9’ 11’’, 2010
A Bauhaus Film, Duration: 9’ 11’’, 2010
This film is the result of a collaboration. The starting point was an exhibition
project about Bauhaus. We decided to focus on the topic of architecture. Big
part of the work was to emphasize the labyrinthine feeling of a building and
give a unusual perception of this space.
This film is the result of a collaboration. The starting point was an exhibition
project about Bauhaus. We decided to focus on the topic of architecture.
Big part of the work was to emphasize the labyrinthine feeling of a building
and give a unusual perception of this space.
28
Otoportre
Karışık Teknik
Mixed Media
2010
Bir Bauhaus Filmi
A Bauhaus Film
9’ 11’’
2010
ZOÉ BARATON / MAUD LEMAITRE / SÜMBÜL KEÇELIOĞLU
Ortak Proje / Collective Project
29
MAUD LEMAITRE (Fransa)
Size bir şey öğretebileceğimi farzedelim. Ve sanatıda araştırma yapmak için
boş zaman olarak görelim. Herneyse, doğru yada yanlış. Öğreniyor olmanız
yada olmamanız. Sizin anlamadığınız bir dilin benim aracım olduğunu bir an
unutalım. Benim çıkış noktam “hiç” kelimesidir. Sözlükteki akademik bilgi ile
birlikte, değer bazı ornekler gibi bu kelimeyi geliştirdim. İlk ve ikinci çizim var
olmak ve olmamakla ilişkili. Üçüncü çizim ise Fransızca dlinin bir problemi:
birşeyli yada hiçbirşeyli. Dördüncü çizim ise hiçbirşeyin herkese ait olduğunda
kullanılan Fransızca tanımlamalar üzerine yapılan grafiksel çevirilerdir. İşim
Fransızca dili hakkında olmasına karşın, eğer çizimlerin anlamını anlarsanız,
evrensel grafik şiiri mümkündür.
Let’ s try to imagine that i’m abble to teach you something. And to considerate art as a free time to make researchs. Anyway if it’ s true or not. Anyway if
you learn something or not. Let’ s forget that my tool is a language that you
don’t understand. My starting point was the word “nothing”. With the academist knowledge that is the dictionary, i developed this word with some
others that are inherent. The first and second drawings are relative with
presence and non-attendance. The third one is a typical french language
problem that could be translated by with anything or without anything. The
fourth one is the graphic translation of french expressions, when nothing
belongs to all. The dictionnary is most of times imprecive. Whereas my work
is about french language, if you understand the meaning of my drawings it
means that international graphic poetry is possible.
Bir Bauhaus Filmi, Süre: 9’ 11’’, 2010
A Bauhaus Film, Duration: 9’ 11’’, 2010
This film is the result of a collaboration. The starting point was an exhibition
project about Bauhaus. We decided to focus on the topic of architecture. Big
part of the work was to emphasize the labyrinthine feeling of a building and
give a unusual perception of this space.
This film is the result of a collaboration. The starting point was an exhibition
project about Bauhaus. We decided to focus on the topic of architecture.
Big part of the work was to emphasize the labyrinthine feeling of a building
and give a unusual perception of this space.
30
je suis présent
je suis absent
je suis présent
il est présent
je suis présent
je suis absent
je suis absent
il est présent
il est absent
il est absent
je suis présent
je suis présent
je suis présent
je suis absent
je suis présent
il est absent
je suis présent
je suis présent
je suis parti
il est absent
il est présent
avec rien.
un complément d’ information.
chose
A
comment buvez vous votre thé ?
ce qu’ il faut ajouter à une chose pour la rendre complète.
mot ou proposition qui dépend d’ un autre mot ou proposition et en complète le sens.
B
T
+
T
un complément d’ information
soit T+T+A
soit T avec rien = T+T+A-T
= T+A
Bir Bauhaus Filmi
A Bauhaus Film
9’ 11’’
2010
rien du tout
niveau de l’ oeil
le tout est incomplet.
niveau du sucre
niveau de la cuillère
rien n.m. litt. pas du tout cela ne fait rien de rien du tout trois fois rien
sol
cuillère pleine vue de dessus
1
2
niveau de l’ oeil / de la cuillère
3
4
5
rien n.m. rien adv. populaire
6
7
niveau du sucre
importance
en nombre
en force
en quantité
1
5
sol
cuillère pleine vue de face
ZOÉ BARATON
MAUD LEMAITRE
SÜMBÜL KEÇELIOĞLU
Ortak Proje
Collective Project
sans rien.
2
6
3
7
TOUT
4
comment buvez vous votre thé ?
T
soit sans rien = T- ( T+A )
soit T sans rien = T
0
importance
en nombre
en force
en quantité
31
MEHMET ALİ BORAN / Mardin
SARMAŞ DOLAŞ
THE CLOSE EMBRACE
Neye, kime, nasıl tepki göstereceğini duygu karmaşıklığı içerisinde, sarıp
sarmaladığı nesneye beslediği yoğun duyguların, kontrolden çıkma halidir.
Bu çok hasas bir andır.Sarılmış bulunduğu nesneye, gösterdiği sevgi dozunun fazlalığından kaynaklı, nesneye manevi bir tahribat vermektedir. Buda
eylemlilik sürecini yeni bir boyuta taşımaktadır. Severken saldırmaktadır da
aynı zamanda.
Is a situation of intense feeling’s going out of control that one has for the
object he wraps up in the complexity of how to react to what and to whom…
This is a very sensitive moment as it gives spiritual destruction because of
the overdose love he shows to the object he embraces.And this carries actuality process to a new dimension. He attacks also ,while loving.
Yani bu çalışma, sevgi eylemini gerçekleştiren bireyin, duygularının,
kontrolsüzlüğü ile ortya çıkan bir şiddet eyleminin anlatımıdır.
32
Namely this work is the expression of violence that comes out with the uncontrolled feelings of the man who actualizes this love act…
Hazırol Durumları
Devere Arası
Sarmaş Dolaş
The Close Embrace
Dijital Baskı / Digital Print
100x150 cm
2009
33
SERKAN DEMİR / Ankara
Yaradılışında yer almadığım gibi bu tarihin sonuçlarından da sorumlu değilim.
Bütün bildiğim bu yeni dünyanın amansız bir mantığının olduğu, bana hazır
bir yapıyı dayattığı ve benim bunun seyrini değiştirmeyide, tam şu anda
bulunduğumuz bir yere varmak için onun aldığı yolu geri geri gidebilmeyi
de beceremediğimdir. Açıkcası, ben neredeyim? Tarihsel koordinatlarım bütünüyle başka.
Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç
I am not responsible for the consequences of this history as I was not there
when it was created. All I know is that this new world has a merciless sense,
that it imposes upon me a prepared structure and that I cannot manage to
turn it nor go back the way it advanced to the point in which we are. Frankly,
where I am? My historical coordinates are all different.
Daryush Shayegan
34
Arsa
5x5x10 cm
Metal
2008
Paravan
250x250x175 cm
Metal
2010
Dünyaya Giren Bayrak Sapı
10x10x15 cm
Metal
2009
El Mescidi
10x8x32 cm
Metal
2010
35
ERDAL DUMAN / Ankara
Modern kapitalist iktidarın bireylere sunduğu iktidara katılım projesi
yurttaşın bir çok unsuru şartsız kabulüyle gerçekleşmekte. Yurttaş, katılımı
zamanla sahiplenmeye dönüştürmekte ve varlığını taşıdığı alanlarda kendisinin ve dolayısıyla iktidarın karşıtı her unsuru ortadan kaldırmak adına müdehaleler yapmaktadır. Kendini, siyasi, sosyal, askeri politikaların parçasına
dönüştürdüğü ölçüde güçlenen yurttaş, gerçekle-yapay arasındaki ayrımı
yapamayacak bir birey modeliyle, iktidarın organları içinde huzurlu yaşamına
devam eder. İktidarın kalabalıklar üzerinde yarattığı maniplasyonlardan biri
gerçekle olan bağını kopararak, kavramlar ve olaylar üzerinde yarattığı bozulmayla bireyin gerçeğe ulaşmasını engellemekte. Süreç bu şekilde olunca, bunun üzerine binen, biriken şeylerin pek bir önemi olmuyor. Tek tek olayları ya
da nesneleri kendi başına ele aldığımızda ortaya garip bir anlamsızlık çıkıyor.
bir savaş uçağının varlığının zihinlerde neye karşılık geldiği ve bu nesnenin
hangi kavramlarla birleştiği sorusu kendiliğinden ortaya çıkıyor. inşaa ettiğim
bir savaş uçağının kavram ve nesne ilişkisinde nesneyi sonradan ortadan
kaldırarak bir enkaza dönüştürüyorum. Dolayısıyla artık ne türden bir kavram
gelecekse bu enkazın üzerine binecek.
Erdal Duman
Participation in government Project, which is introduced by modern capitalist government to the public, is becoming true with citizen’s accepting many
components unconditionally. The citizen eventually transforms participation
into its own and interferes in the name of eliminating every component
contrary to him/her, thus, to the government, in contexts where he/she
embodies his/her existence. Becoming stronger as much as he/she transforms himself/herself as a component of political, social, military policies,
the citizen continues his/her peaceful life together with components of the
government, in a model of individual that cannot differentiate between the
reality and the artificial. One of the manipulations that government creates
on crowds corrupts the relation of the individual to the reality. This corruption prevents the individual from reaching reality as the notions and events
are also disrupted. The process being like this, things that are built up or
accumulate on this seem to lose their importance. A weird inexpressiveness
arises when events or objects are handled one by one. The questions what
corresponds to the existence of a war craft in minds and which notions this
object combines with arises by itself. I am transforming the war crafts I have
built up to debris by removing the object later from notion-object relation.
Thus, whatever a notion comes, it will be added on this debris.
Çeviri: Canay Doğulu
36
Osuruktan Tayyare, Düzenleme, Karışık Teknik 2009
37
MUSTAFA DUYMAZ / Ankara
Çarpık bir mimariyle gökyüzünü kaplayan beton yığınlarıyla inşa edilmiş yüksek binalar, daralan sokaklar, egzoz dumanları, sanayinin kent merkezleriyle
birleşmesi kentin doğal dokusunu yok etmektedir.
High- rice constructions, which cover sky, concrete heap with crooked architect, narrowed streets, exhaust fume, uniting industry with business quarter
destroy the natural issues of city.
Kapitalizmin yönlendirmesiyle kentler kamusal alanlardan uzaklaştırılarak özel
alanlar konumuna getirilmiştir. Dolayısıyla insan özgürlüğünün kısıtlandığı, ok
işaretleriyle kişileri yönlendiren, sığ bir düşünce çemberine hapseden zihniyetin, özel alanlar da oluşturmaları zor olmasa gerek. Bu durumda gözlem ve
yaşanmışlıklar sonucu yaratım süreci devreye girmektedir. Yaşadığımız mekanlarda büyük sorunlarla karşılaşıp mücadele ettiğimiz ve zaman kavramıyla
olayların yarattığı değişimler karşısında direndiğimiz gerçeği yansıtılmaya
çalışılmaktadır.
Cities with collimation of capitalism take away from public areas. Consequently, for mentality, that limits human liberty, always guides society for
same way, imprisons, people in a shallow thougt circle, it is not hard to from
private areas. In this situation, creation process which is the result of obseriations and experiences take part. It is tried to reflect that the reality of
struggling with huge problems in places that we live and insisting on changes
that is created by events with the concept of time.
---
38
Raman, T.Ü Karışık Teknik / Mixed Media on Canvas, 200x360 cm, 2009
39
REFA EMRALİ / Ankara
CİN, kendisini sarı bakırdan yapılmış küpten kurtaran balıkçıya anlatır:
“Bil ki ben bir cinim ve ben Davud’un oğlu Süleyman’a başkaldırdım. Yenildim.
Davud’un oğlu Süleyman, Tanrı’ya imana çağırdı beni, ama ben reddettim.
Kral beni bu küpe kapattı. Ve onun ağzını Yüceler Yücesi’nin adıyla mühürledi.
Sonra, sadık cinlerine küpü okyanusun ortasına atmalarını buyurdu. İçimden,
“Kim beni kurtarırsa onu sonsuza dek zengin yapacağım,” dedim. Ama tam
bir yüzyıl geçti, kimse beni kurtarmadı. O zaman kendi kendime, “Kim beni
kurtarırsa ona yeryüzünün tüm sihir sanatlarını açıklayacağım,” dedim. Ama
dörtyüz yıl geçtiği halde ben hala denizin dibindeydim. O zaman dedim ki:
“Kim beni kurtarırsa onun üç dileğini yerine getireceğim.” Ama dokuzyüz
yıl geçti. O zaman, çaresizlik içinde Yüceler Yücesi’nin adı üzerine yemin ettim: “Kim beni kurtarırsa, onu katledeceğim. Ölmeye hazırlan bakalım, ey
kurtarıcım!”
Binbir Gece Masalları
Üçüncü Gece
40
DJINNI talks to the fisherman who saves it from the cube made of yellow
copper:
“I am a djinni and I disobeyed Suleyman, the son of Davud. I was beaten.
Suleyman, the son of Davud invited me to have faith in God but I disobeyed.
The king imprisoned me in this cube and he sealed its mouth with the name
of the Holiest. Then, he ordered his loyal djinnis to throw the cube to deep
in the ocean. I said to myself “Whoever saves me; I will make him rich forever and ever”. But after a century, nobody saved me. Then I said to myself
“Whoever saves me; I will teach him all the magic arts on the earth.” But
nine century passed. Then, I swore on the name of the Holiest in desperation:
“Whoever saves me, I will slay him. Get ready to die, my dear saver!”
A thousand and One nights
The Third Night
İçindeki Cin
The Jinn Inside
Video Yerleştirme
2’ 10’’
2010
41
FIRAT ENGİN / Ankara
“Herkesle ve her şeyle oyun oynar gibi ilişki kurulabilir ve kurulmalıdır. Olmayacak hiç bir şey yoktur ve bu nedenle her şey uyar ve uyan her şey okey dir”.
“Relation may establish with everyone as if playing a game and it should be
so. There is nothing impossible and for this reason everything works and if it
is works everything okay.”
Rainer Funk, (2007:55)
Rainer Funk, (2007:55)
macart galeri tarafından temsil edilmektedir.
42
Represented by macart gallery.
1+1+1+1+1 sergisinden
from 1+1+1+1+1 exhibition
43
JUAN BOTELLA LUCAS / Mersin
“SVMMUM IVS SVMMA INIURIA”
Havuz ortasında yerleştirilmiş anıtlar var. Dilekler gerçekleştirilsin diye demir
paralar içeriye fırlatılır.
“SVMMUM IVS SVMMA INIURIA”
There are monuments situated in the middle of a fountain. Coins are thrown
for requests become reality
Sevilmiş veya nefret edilmiş, kahramanları temsil eden anıtlar var.
There are monuments representing loved or hated heros.
There are monuments that with the time changes its aspect, are destroyed
or transported.
Zamanla görünüşü değişen, yok edilen ya da tasınmış olan anıtlar var.
Kaidelerine yerleştirilmiş Latince yazıtlı anıtlar var. Bu dili bilmeden de
hayranlıkla bakılır.
(“Summum ius summa iniuria” Cicero’ya ait, meraklı olanlar için…)
İlgi olmadan öğrenilmez, tutku olmadan ne sevilmez ne de nefret edilmez, dikkatli bakılmadan değişiklikler fark edilmez, inanmadan dilekler
gerçekleştirilemez.(demir para olmazsa… etraftaki bir kafeterya’da para bozdurabilir)
44
There monuments with phrases in Latin. Without kwnowing this language
can also be admirated. (“Summum ius summa iniuria” belongs to Ciceron,
for he courius ones…)
Without interest you can’t learn, witout passion you can’t love neither hate,
without attention you can’t apreciate the changes, without faith requests
doesn’t become into reality. (without coins… you can change money in some
cafe of the sorrounds)
Svmmum Ivs Svmma Iniuria
140x80x60 cm
karışık teknik
mixed media
2004-2007
45
FERHAT ÖZGÜR / Ankara
O Gün
That Day
Küreselleşen dünyamızda değişen şey, sermayenin, metanın, bilginin ve
doğal olarak insanların serbest dolaşımı oldu. Bu dolaşım ‘Etnisite’nin biçimlenmesinde son derece güçlüydü ve yersiz yurtsuz kimlikler ve kültürel melezlik homojen bir yapı olarak farz edilen ulus devlet kavramına karşı meydan
okudu. Öte yandan, her şeye karşın kimi ülkelerin ulus kavramına sıkı sıkıya
bağlı kaldıkları da aşikar. Bu ülkelerde kendini adama ve ulusa itaat günün
buyrukları arasında. ‘Vatanseverlik’ ilk yıllardan itibaren yurttaşlar üzerinde
etkili olan ve onların bağrına bastıkları bir olgu ve daha da ötesi bu duygu
yasal olarak da korunmakta. Ferhat Özgür’ün ‘O Gün’ (2009) adlı videosu, bu
bağlamda, izleyiciyi bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasının orijinal çekimleriyle
dolaysız olarak karşı karşıya getiriyor. Yakın plan çekimlerin ağırlıklı olduğu,
koreografik bir bütünlükte sunulan video Wagner’in, ‘Bütüncülsanat’ dediği
ve bir çok totaliter rejimin kendi ideolojilerini somutlaştırdıkları bir kavramı
akıllara getiriyor. Bir nevi bütünleşme çağrısı bu.
What has changed in the globalised world is that the free flow of capital,
commodities, information and also of people, is strongly shaping the ‘ethnoscapes’, where deterritorialised identities and cultural hypridity are challenging the concept of the nation state as a homogeneous unit. On the other
hand, however, we are also witnessing the tendency among some countries
to cling even more tightly to the concept of the nation. In these countries,
devotion and obedience to the nation are the orders of the day . ‘Patriotism’
is cherished and imposed on the citizens from an early age and, morever
is legally protected. Ferhat Özgür’s ‘That Day’ (2009) is trying to highlight
these facts. The video confronts the viewer in a very straightforward way
with the original footage of the celebration of the Republic Day ceremony,
which contains different close-up shots, aestheticised choreographies, reminds us of the parades, conceived as the concept of Wagner’s ‘Gesamtkunstwerk’, through which many totalitarian regimes have ‘materialised’
their ideology. It seems a sort of call for unification.
‘O Gün’, kimi zaman izleyici üzerinde tehdit edici boyutta izlenimler bırakan
bu kutlama görüntülerinden hazır imgeleri aynı anda ve mekanda üç ekranda
birden sunuyor. Ortadaki ekranda elindeki Türk bayrağını sürekli olarak sallayan bir çocuğu, ulusa karşı bir minnettarlık göstergesi olarak görüyoruz,
sağdaki ekranda savaşçı birlikler ulusu yücelterek coşkuyla yürümekteler,
soldakinde ise koruma görevlileri, ziyaretçiler ve diğer askerlerin portreleri
aracılığıyla kayıtsız şartsız bir ulus aidiyetliğine tanık olmaktayız.
Lorena Tadorni
46
‘That Day’, transmits excerpts from found footage of the ceremony, which
have a strong or even threatening impact on the viewer, all the more so since
it shows them as three-channel projections, one after another in the same
room. In the middle a child keeps waving a Turkish flag as a sign of gratitute
to the nation, on the right the soldiers, youngsters and other combatant
units march enthusiastically, glorifying the nation state, and on the left the
blue prints of the security guards, visitors, and other soldier portraits depict
an indispensible fact of the state of belonging to the nation.
Lorena Tadorni
O Gün
That Day
3’40’’
3 kanal video yerleştirme
3 channel video installation
2009
47
SERKAN ÖZKAYA / İstanbul
48
Esinti
Breathing
Yerleştirme
Installation
210x297 mm
2008
49
BEN RIVERS / İngiltere
Kate MacGarry, London tarafından temsil edilmektedir .Video Dağıtım: LUX
Karanlık eski ev, terkedilmiş, sahipsiz. Eve ait tarihin canlı parçacıklarının
kalıntılarının olduğu. Sessiz çürüme. Parçalanan iç kısımlar. Lekelenmiş dokular, kağıtları dökülmüş duvarlar ve unutulmuş mobilyalar. Toz çürüyen zemini
kaplar. Kırık pencereler.
The old dark house, abandoned, derelict. Where only fragments remain of a
once animated domestic history. Silent decay. Crumbling interiors. Pattern
stained, paper peeling walls and forgotten furniture. Dust sheets on rotting
floorboards. Shattered windows.
Tamamı hatırlanamayan öykülerin işaretleri için bu manzarayı araştırmak. Bir
zamanların önemli nesnelerinin fonksiyonları ve formu. Maketler yapmak ve
unutulmuş mekanı araştırmak ve açığa çıkarmak için filme almak. Evin Tahta
ile kapatılmış kalıntılarını nazikçe parçalara ayırmak.
Investigating this landscape for signs of half remembered narratives. The
form and function of once vital objects and settings. Making models and film
that reveal and explore the hidden in the forgotten space. The boarded up,
gently decomposing remnants of home.
Proje, o mekanın sahiciliğini sorgularken, anlama biçimlerimizi araştırır,
yönlendirir ve çevremizdekilerle tartışır. Haritalandırma arazi bölge geleneksel araştırma ulaştığının ötesinde arazi ve bölgenin hayali yerleştirmesini
(haritalnadırmasının) yapmak. Terketme, çürüme yenilnme sürecicini
açıklayan, yolların ve yaya yollarının ana hatlarını belirlemek. Kalıntıların ve
çöpün içinde olmak, dünya yapmanın yollarını aramak.
The work explores the ways we understand, navigate and negotiate our
immediate surroundings, while questioning the authenticity of that space.
Making imaginative mappings of terrain and territory beyond the reach of
conventional exploration. Charting routes and pathways through the unfolding process of abandonment, decay and renewal. Being amongst the rubbish
and ruin, exploring ways of world making.
Film karanlık eski ev üstüne yaptığım araştırmanın devamıdır. Filmle
mekanın nasıl göründüğünün,ışığın ve etraftaki nesnelerin nasıl hareket
etiğinin büyük bir ölçüde kontroulünü sağlamak istedim. Buna ulaşmanın
en iyi yolu deneyimimde bir sürü kez kullandığım bir araç olarak maketler
oldu. Maketlerin kullanımı gerçekliğin ve suniliğin doğasına olan sürekli ilgimi
şekillendirmekte, ve özellikle film bu iki durum arasındaki ince çizgi boyunca
sürekli olarak gidip gelmektedir.
The film is a continuation of my investigation into the old dark house. With
the work I wanted a great deal of control over what the space looked like,
the lighting and how objects moved around. The best way to achieve this was
through models, which is a device I have returned to a number of times in my
practice. The use of models forms part of an ongoing interest in the nature
of reality and artifice, and particularly how film consistently works along the
fine line between the two.
Özellikle sinema tarihi ile onun dünyayı algılama biçimini şekillendirmesi
arasındaki var olan ilişki, işimde videonun baskın kullanımı için önemlidir.
Hayal edillen ile gerçek olanın bir birine geçtiği ve neyin gerçek neyin hayali
olduğunun tanımlanamadığı mekanlarle ilgileniyorum
The predominant use of film in my work is also important, in that there is a
strong relationship with the history of cinema, and how this forms perceptions of the world. I’m interested in spaces where the imagined and the real
become intertwined to a point where it is no longer possible to define what
is real, or what real actually means.
Ben Rivers
Ben Rivers
50
this is my land
shoe explode
House
16mm film,
duration: 5 mins
2005
coming race still 2
51
ESRA SAĞLIK / Ankara
“İnsan yaşamının en önemli anları, bireyin bir özne olarak kendisinin bilincine vardığı kişisel anlardır. Bu kişisel ve öznel öğeler, yalnızca nesnel öğeleri,
tüm insanlarda ortak olan nitelikleri dikkate alan rasyonel düşünce tarafından
açıklanamaz. Oysa her insanın, her kişinin biricik varoluşunu meydana getiren
bu öznelliktir. Tanınmaya ve açıklanmaya muhtaç olan budur.”
52
Kierkegaard
“The most significant moments of human life are those when individual
comprehends himself as a subject. These personal and subjective elements
cannot be explained through rational thought which considers only objective
elements and human characteristics common for everyone. However, what
creates the unique existence of each person, each individual is the subjectivity. This is the one what needs to be recognized and explained.“
Kierkegaard
görümlük
tual üzerine karakalem
60x100 cm
2009
diyalog
tual üzerine karakalem
120x140 cm
2010
hâlâ
tual üzerine karakalem
70x100 cm
2009
53
MATTHIAS SCHAMP / Almanya
Buharlı Vapur Bacası Performansı
Linz Auwiesen, Mayıs 2009
Steamship-Chimney-Performance
Linz Auwiesen, May 2009
Sanatçı Matthias Schamp Linzde Mühlbach kanalının ucu boyunca baca
kostümü içinde yürüyor. Aniden sis düdüğü ile yüksek sesler çıkartmaya
başlıyor. büyük emici pamuktan bir top şeklindeki saç modeli baca kostümünü
tamamlıyor. Kostüm gökyüzünde bacadan çıkan buhara benziyor. İzleyiciler
kanal boyunca giden buharlı vapor izlenimini edinirler.
The artist Matthias Schamp walks in a Steamship-Chimney-Costume along
the top of the dyke of the Mühlbach in Linz. Once in a while he produces with
a foghorn loud noises. The chimney-costume is completed by a headdress in
form of a huge ball of absorbent cotton. It looks like steam rising up out of
the chimney in the sky. Viewers get the impression of a steamship driving
slowly behind the dyke.
VITRIN OKUMALARI
SHOPWINDOWREADING
Üzerinde Vitrin Okumaları yazan T-Shirtler giyen ve megafon taşıyan bir kaç
oyuncu/aktör yerel bir alışveriş bölgesinde yürürler. Yürürlerken, dükkanların
ve binaların üzerindeki yazıları sesli bir şekilde okumaya başlarlar. Dükkanların
camlarındaki, yayaların çantalarının üzerindeki okurlar ve insanları yarı bilinli
halde maruz kaldıkları bilgi yüklemesi konusunda uyarırlar. Bu kısa ortaya
çıkıştan sonar, mesajlar bilinçsizliğe doğru kaybolur.
54
A few Actors wearing T-shirts with the insription SHOP/WINDOW/READING
and carrying megaphones, walk along the local shopping precinct. As they
stride along, they deliberately read out loud nothing but the words and
messages found on front of buildings, in shop windows, or on the bags and
clothes of pedestrians, thus alerting people’s minds to the kind of information that normally works on a subconcious level. After this brief emergence,
the messages fade back into the uncounscious.
Steamship-Chimney-Performance
Linz Auwiesen, May 2009
55
GORAN ŠKOFIĆ / Hırvatistan
VÜCUT (GÖVDE)
Goran Škofić’in “vücut” başlıklı videosunun en önemli endişesi gündelik hayattan ve bir sürü toplumsal zorunluluktan kaynaklanan dolaysız
(doğrudan) hayatın olanaksızlığıdır. Yazar bir vücudun dünya rekoru kırmak
için nasıl aşırı derecede gerildiğini, nasılda başarmak için on kat gerginliğinin
arttırıldığını kaydeder. Farkedilebilir hızlar yetersiz gelmiştir. Arzulanan amaca ulaşmak için vücut bütün limitleri kırmak zorundadır. Bu sebeple Škofić,
farketilebilir dozdaki ironisi ve gülünç elemanlarla, dinlenme bilmeyen vücudu sunabilmek için kısa video kayıtları kullanır. Vücut, sanatçının bu durumunda, video görüntüsünün ve düzenleme prosedürü içinde kullanılan bir
manipulasyon nesnesi olmuştur. Vücut on video görüntüsünde ivmesi artmış
ve çeşitlenmiştir. Yerleştirme boyuncca yürürken, bir izleyici vücudun maruz
kaldığı farklı durumalrı gözlemler, ve sorar. Hangi vücut gereçek? Cevap çok
basittir. Yetersiz olduğundan beri vücut yok olmuştur.
56
CORPUS
It seems as if impossibility of reaching life’s immediacy deprived of everyday
spectacle and numerous social imperatives is the central preoccupation of
the video installation by Goran Škofić, titled “Corpus”. The author records
how “a body is overstretched with a desire to break ‘the world speed record’,
so it is increased tenfold in order to succeed. Recognizable speeds have become insufficient so the body has to break all the limits in order to achieve
a desired goal.” Therefore Škofić, with a noticeable dose of irony and subversive humorous elements, uses short video recordings to present the body
which no more knows a stage of repose. The body, in this case the artist’s
(yet, Goran Škofić adds, “it could be yours as well”) becomes an object of
manipulation through using the video image and editing procedures. The
body becomes accelerated, simultaneous and manifold in scenes that appear at ten video screens. Walking through the installation, a visitor passes
through various situations the body is subjected to, asking: Which body is the
real one? The answer is very simple. The real body has disappeared since it
has became insufficient. (from the Introduction)
corpus (vücut) serisinden
11 videos for video installation
2008
57
VEYSEL ŞAYLİ / Ankara
Korku, belirlilikten belirsizliğe olan hareket olarak adlandırılır. Korkuya
kapılmış bir zihin, karmaşa ve çatışma içinde yaşar, dolayısıyla şiddet yüklü,
çarpık ve saldırgan olması kaçınılmazdır.
Fear is named as the movement from certainty to uncertainty. The mind
taken with fear lives in complication and conflict. Thus, its’ violence installed,
distorted and offensive situation is inevitable.
Jiddu Krishnamurti
Jiddu Krishnamurti
58
Korku
Fear
Dijital Baskı
Digital Print
120x240 cm
2010
59
ROI VAARA / Finlandiya
“Sanatçının İkilemi”
“Artist Dilemma”
Performansı yapan kişinin bir aracın gelmesini mi beklediği yoksa hangi yönde
gitmesi gerektiğinin bilmediğinin anlaşılması güçtür. Performans Helsinkiye
50 km uzaklıktaki bir donmuş deniz üzerinde yapılmıştır.
It is obscure, if the performer is waiting for some vehicle to come or if he is
just dithering which direction he should take. The performance was made for
video camera on the frozen sea about 50 kilometers feast of Helsinki.
60
Photography: Naranja
Sanatçının İkilemi
Artist’s Dilemma
Video
2’23’’
1997
61
ERİNÇ ULUSOY / Ankara
“
İstekler, ihtiyaçlar, ihtiyaçları karşılayamayanlar, karşılandığında daha çok
ihtiyaç yaratanlar,
boşluk, boşlukta yaşayanlar, boşlukta yaşananlar, boşluğu dolduranlar,
doldurmayıp orada kaybolanlar,
inananlar, kaybedenler, boşa kürek çekenler, küreği olmayanlar,
sevenler, sevilenler
sevildiğini zannedenler.
-Bu işi sevmedim.
-Şuradaki nasıl?
“
62
“
Demands, needs, unattainable demands, more demands upon reaching previous demands ,
emptiness; the ones live in it, ones fill in it, and ones can`t fill it and get
lost in it,
ones that belives, ones thatloses,ones that paddle aganist the flow, ones that
don`t have a paddle,
ones that love and ones that are loved, ones that think they are loved
-I don’t like this work.
-What about that one?
“
a thousand words / video
fcd belgesel
duvar
gcd belgesel
63
MEHMET ALİ UYSAL / Ankara
“Roma haçı öncelikle bir yontu değildi, Cimbaué’nin Madonna’sı öncelikle bir
tablo değildi, Phidias’ın Athéna’sı bile öncelikle bir yontu değildi.”
“Roman’s cross was not a sculpture at first. Madonna of Cimbaué’ was not a
painting also. Even Phidias’s Athéna was not a sculpture”
MALRAUX, A. “Museum Without Walls”, Secker & Warburg,1967: 73
MALRAUX, A. “Museum Without Walls”, Secker & Warburg,1967: 73
64
İsimsiz / Untitled
Polyester Döküm
Polyester Casting
150x50x10 cm
2010
65
ÜMMÜHAN YÖRÜK / Ankara
1. K. S., Tuval üzerine polar kumaş kolaj,150x150cm,2010
K. S., Polar fabric collage on canvas,150x150cm,2010
2. O. C., Tuval üzerine polar kumaş kolaj,150x150cm,2010
O. C., Polar fabric collage on canvas,150x150cm,2010
3. H. A., Tuval üzerine polar kumaş kolaj,150x150cm,2010
H. A., Polar fabric collage on canvas,150x150cm,2010
4. N. K., Tuval üzerine polar kumaş kolaj,150x150cm,2010
N. K., Polar fabric collage on canvas,150x150cm,2010
Polar kumaşlardan oluşturulan bu kolaj-resim dizisi, çoğunlukla gazetelerin
üçüncü sayfa haberlerinde tanık olduğumuz,şiddete maruz kalmış, her anlamda suistimal edilmiş, tacize ve tecavüze uğramış, bazen de öldürülmüş
olan, kimliği belirsiz çocuk kurbanların hikayelerinden yola çıkıyor.Gazetelerde adları ve soyadları bir iki büyük harfle kısaltılıp sembolize edilen bu
kurbanların hikayeleri, bir yanda bizde şiddete ve ölüme yönelik bir duyarsızlık
ve kanıksama hali yaratırken öte yanda gazete sayfalarını bir tür ‘realityshow’lara döndüren bir dekor işlevi de görüyorlar.Artık şiddetin ve ölümün
yanı başımızda olduğunun pek çoğumuz açısından bir önemi yok.Hikayesini
okuduğumuz, resmini gördüğümüz çocuk kurbanlarla aramıza öyle ya da
böyle bir mesafe koymakta, onların kaderleriyle özdeşleşmekten kaçınacak
yolları bulmakta bir biçimde uzmanlaşıyoruz.
The collage-canvas series made by polar fabric derive from the stories of
unidendifed child victims, who are subjected to violence, abused in all sense,
assaulted and raped, or even sometimes killed, whose stories we we are
largely familiar with in the third page of daily papers. The stories of these
victims, whose names and surnames are abbreviated and symbolized by one
or two capital letters in papers, on the one hand cause inside us a tengible
insensitivity and acceptance of violence and death, on the other hand function as ornaments decorating newspapers, looking like ‘reality-show. Violence and death that stand near to us are of no importance any longer. We
are specializing in one way or another in finding a proper way out to put a
distance between fates of child victims and ourselves, abstaining from being
identified with their stoies.
Söz konusu kolaj-resim dizisi şiddetin ve ölümün aramızdan alıp götürdüğü
masum çocuk kurbanlarla tam bir özdeşleşme deneyimine işaret etmektedir.
Resimlerdeki figürlerde model olarak kendimi kullanıyorum.Buradaki kendimin temsili, istismar edilmiş çocukların karşılığıdır.Kurbanlarla aramda
kurduğum bir ortaklık ve özdeşleyim deneyimidir, mesafenin kapanmasıdır.
The collage-canvas series indicate a wholly identification experience with
child victims who are taken away from us by violence and death. I use myself
as a model in the canvases. Thus the self-representation in the canvases are
sort of reflexion of children abused. It is an experience of empathy and proximity between me and them. It is an enclosure of that distance.
66
1
3
2
4
67
68
69
70
REKLAM SPONSORU
71
72

Benzer belgeler