çalışma raporu - Sosyal-İş

Transkript

çalışma raporu - Sosyal-İş
DİSK
SOSYAL-İŞ SENDİKASI
Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret,
Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası
8. Olağan
Genel Kurulu
ÇALIŞMA RAPORU
25-26 Haziran 1994
"Yılmaz Güney Sahnesi"
Ankara
DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI 10. OLAĞAN MERKEZ GENEL KURUL
GÜNDEMİ
1. Gün : 25 Haziran 1994 Cumartesi Saat 10.00
1) Yoklama ve Açılış
2) Genel Kurul Başkanlık Kurulu (Divan) Seçimi ve Saygı Duruşu
3) Genel Başkanın Açış Konuşması
4) Konukların Genel Kurula Tanıtılması ve Konuşmaları
5) Komisyonların Oluşturulması
a) Hesap Tetkik Komisyonu
b) Tahmini Bütçe Komisyonu
c) Tüzük Değişikliği Komisyonu
d) Genel Kurul Kararları Komisyonu
6) Genel Yönetim ve Genel Denetim Kurulları Çalışma Raporlarının Görüşülmesi
7) Hesap Tetkik Komisyonu Raporunun Görüşülmesi
8) Kurulların (Genel Yönetim, Genel Denetim ve Genel Disiplin Kurulu) Aklanması -İbra9) Tüzük Değişikliği Komisyonu Raporunun Görüşülmesi
10) Tahmini Bütçe Komisyonu Raporunun Görüşülmesi
11) Genel Kurul Kararları Komisyonu Raporunun Görüşülmesi
12) Genel Yönetim Kuruluna Verilecek Yetkilerin Karara Bağlanması
13) Sendika Organlarına ve Üst Kurul (DİSK) Delegeliklerine Aday Üyeliklerin Kesinleştirilmesi
II. Gün : 26 Haziran 1994 Pazar Saat 10.00
14) SEÇİMLER
a) Genel Yönetim Kurulunun 5 Asıl (Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreter ile 2
üye) ve 5 Yedek Üyesinin Seçimi
b) Genel Denetim Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi
c) Genel Disiplin Kurulunun 3 Asıl ve 3 Yedek Üyesinin Seçimi
d) Üst Kurulun (Konfederasyon DİSK’in) (38) Delegesinin Seçimi
15) KAPANIŞ
YER : Ankara Çankaya Belediyesi “YILMAZ GÜNEY SAHNESİ”
Maltepe Pazarı Karşısı ANKARA
DİSK SOSYAL-İŞ SENDİKASI
(TÜRKİYE SOSYAL SİGORTALAR KURUMU, EĞİTİM, TİCARET, BÜRO,
KOOPERATİF VE GÜZEL SANATLAR İŞÇİLERİ SENDİKASI)
I – Genel Yönetim Kurulu
1 – Genel Başkan
2 – Genel Başkan Yrd.
3 – Genel Sekreter
4 – Üye
5 – Üye
6 – Üye
7 – Üye
8 – Üye
9 – Üye
Özcan Kesgeç
Akçin Koç
H.Bedri Doğanay
Süleyman Atasayan
Ersait Şen
Mehmet Atay
Ersin Atlı
İ.Şefik Aydın
M.Naci Pamuk
II – Genel Denetim Kurulu
1 – Başkan
2 – Yazman Üye
3 – Üye
Nurhan Kavuzlu
Mehmet Gündoğdu
Muammer Özkan
III – Genel Disiplin Kurulu
1 – Başkan
2 – Üye
3 – Üye
4 – Üye
5 – Üye
Saim Yüksel
Mücahit İzkut
Ekrem Ediş
Ünal Tombak
Cahit Polat
SUNUŞ
Sendikamız, 12 Eylül 1980'de durdurulan faaliyetine yaklaşık 13 yıl sonra yeniden başlama olanağını
bulmuştu. 7.Genel Kurulumuz, yeniden etkinliklere başlamayı gerçekleştirecek olan yapı olarak, 1980
yılının kadroları ile 1992'de toplanıyordu.
8.Genel Kurulumuz, yeniden oluşan şubelerimizin belirlediği, tamamına yakını işyerlerinde
fiilen çalışan delegelerden oluşmaktadır. Doğal delege durumundaki 11 kişinin dışında 189 delege
Şube Genel Kurullarınca seçilmiş arkadaşlarımızdır. Bu tablo, 8. Genel Kurulla, sendikal mücadele
alanında yeniden varolma ve yapılanma dönemini geride bırakıp, yaygın örgütlenme ve etkin
işlevselliğe kavuşma sürecine girdiğimizin ilk fotoğrafı olmaktadır. Bu genel kurul, çok büyük
zorlukları içinde taşıyacak olan önümüzdeki süreci örgütleme görevini yerine getirecektir.
Tüm bunlara katkı sağlamak için, çalışma raporunun I. bölümünde dünyanın genel durumuna
ve ülkemizin temel sorunlarına ilişkin saptamalara yer verilmiş, kalın çizgilerle bir çerçeve çizilmeye
çalışılmıştır. Buna, bu fotoğrafın anlaşılmasında kolaylık sağlayacak, çeşitli alan ve konulara ilişkin
ekonomik çizelgeler eklenmiştir.
Sendikal çalışmalarımızın yer aldığı II:bölümde ise, daha önce sendikamız eğitim
yayınlarında yayınlanmış olan kimi konular, tekrar pahasına, rapora da aynen alınmıştır. Böyle
yapılmasının nedeni, 12 Eylül sonrası, yeniden faaliyete geçtiğimiz dönemin belgesel nitelik taşıyan
kimi yayınlarının derli toplu, bütün olarak, birarada olmasının tarihimiz açışından yararlı olacağı
düşüncesidir. Öte yandan bu döneme ilişkin olarak sendikal çalışmalarımızın bütünüyle izlenmesi, bu
çalışmaların temelini oluşturan konu ve belgelerin yinelenmesini kaçınılmaz kılmıştır.
Mali rapor, çalışma raporumuzun diğer bölümlerini oluşturmakta, Denetleme Kurulu raporu
da ayrıca yer almaktadır.
Yeniden yapılanma döneminde, bize verilen görevi, kısıtlı olanaklarımızı en rasyonel
biçimde kullanmaya çalışarak elimizden geldiğince yapmaya çalıştık.
Sosyal-İş'in üyelerine, tüm birimlerindeki yönetici ve görevli arkadaşlarımıza,
çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz.
Önümüzdeki zorlukları aşarak, Sosyal-İş'i etkin ve saygın yerine ulaştırmada, bu genel
kurula başarılar diliyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
SOSYAL-İŞ SENDİKASI
GENEL YÖNETİM KURULU
İÇİNDEKİLER
21. YÜZIYILA DOĞRU SORUNLARLA DOLU
DÜNYA VE TÜRKİYE
1 – Dünyaya Genel Bir Bakış................................................................................. 7
2 – Türkiye Nereye ? ............................................................................................. 16
3 – Türkiye’nin Güncel Sorunları ......................................................................... 31
EKONOMİYE İLİŞKİN
GÖSTERGE TABLOLARI ................................................................................ 43
SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ ..................................................................... 83
MALİ RAPOR ...................................................................................................... 179
GENEL DENETLEME KURULU RAPORU ................................................... 197
21. YÜZYILA DOĞRU
SORUNLARLA DOLU
DÜNYA VE TÜRKİYE
I - DÜNYAYA GENEL BİR BAKIŞ
Yeni Dünya Düzeni:
Yirminci yüzyılın son on yılına girerken soğuk savaşın bittiğine ve Sovyet Blokunun
çöktüğüne tanık olduk. Bunun çeşitli nedenleri üzerinde durmak istemiyoruz. Fakat ABD ve
müttefiklerinin soğuk savaş sırasında, ekonomiden askeri alana kadar tüm alanlarda uyguladıkları
baskı SSCB ve sosyalist sistemde yer alan ülkelerin bu çöküşünü hazırlamıştır. Bugün, açıkça
görülmektedir ki soğuk savaş, belki bir topyekün savaştan daha etkili olmuştur. Sovyetlerin yenilgisi
sade kendi yapılarını yıkmakla kalmamış, dünyadaki dengeleri de altüst etmiştir.
İçinde bulunduğumuz on yılın temel özelliği tek odaklı bir dünyanın ortaya çıkışıdır. Bu
odak ABD'dir. Uluslararası ilişkileri, büyük bir askeri güce sahip olan ABD belirlemektedir. Son
yıllarda Balkanlarda, Somali'de ve benzeri daha birçok yörede tanık olduğumuz olaylar bunun
kanıtıdır. ABD'nin ekonomik ve askeri gücünü kullanarak sağladığı bu tek kutupluluk, ekonomik
açıdan tam anlamıyla işlememektedir. Bir yandan gittikçe güçlenen AB ve diğer yandan Japonya ile
"Pasifik Kaplanları" olarak adlandırılan Güney Kore, Singapur, Hongkong, Taiwan gibi ülkelerin
endüstriyel alanda yaptıkları atılımlar ABD ekonomisini tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle
Japonya ile ABD ticaret dengesinin Japonya lehine büyük açıklar vermesi, aynı eğilimin AB-ABD
ticari ilişkilerinde de görülmesi, ABD'nin korumacı bir ekonomi politikası izlemesine neden olmuştur.
Bu olumsuz gelişmelere karşın ABD, askeri gücünün desteği ile dünya politikasında tek kutup olma
özelliğini korumaktadır. Diğer yandan dünyadaki sermaye içerisinde Amerikan sermayesinin başat
rolü oynaması da söz konusu tek kutupluluğa güç katmaktadır.
Amerika'nın liderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak'a yönelik harekatı sırasında Başkan
Bush yaptığı konuşmada dünyaya egemen olacak olan "yeni Dünya Düzeni"nden söz ettiği zaman
bunun ne anlama geleceği pek bilinmemekteydi. Fakat bugün "Yeni Dünya Düzeni"nin, tüm
uluslararası kuralların , ilişkilerin ABD tarafından belirleneceği anlamına geldiğini biliyoruz. Özellikle
Yeltsin'in Rusya Parlamentosunu top ateşine tuttuğunu, tüm demokratik olduğu savındaki gelişmiş
kapitalist batı ülkelerinin onu alkışlaması bizlerin gözünü açmıştır. Somali'de, ABD'nin Birleşmiş
Milletlerin kumanda sistemini de tanımayarak yürüttüğü harekat bu konudaki bir başka örnektir.
Özetlersek, "Yeni Dünya Düzeni" acımasız kapitalizmin uluslararası bir boyut aldığı, başta
demokrasi ve insan hakları olmak üzere tüm değerleri sadece kendi amacı için kullanan,
ulusların egemenlik hakların kendi çıkarı doğrultusunda, gerektiğinde hiçe sayan bir düzendir.
Bu bir anlamda emperyalizmin ve faşizmin yeni görüntüsüdür.
Rusya'da Bunalım:
Geride bıraktığımız dönemde Rusya'da önceden kestirilmesi olanaksız bir dizi gelişme oldu.
Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1.
Perestroika ve Glasnost hareketiyle başlayan reform çabaları, Sovyetler Birliği'ni
beklediği ekonomik ve demokratik aşamaya ulaştıramadı. Merkezi planlamaya dayanan ekonomik
yapıyı bir sosyalist modeli, sarstı ve çökertti. Hazırlıksız serbest piyasa düzenine geçiş, kıtlıklar ve
enflasyonu peşisıra getirdi. Toplum hızla, o güne kadar tanımadığı bir ekonomik kaosun içine
sürüklendi. Hoşnutsuzluklar derece derece arttı. Silah indirimi antlaşmalarının ekonomiye getireceği
varsayılan olumlu etkiler görülmedi. Sonuçta "Muhafazakar" diye nitelenen komünistlerin Gorbaçov'a
yönelttikleri darbe meydana geldi. Yeltsin'in ve parlamentonun direnişi sonucu darbeciler yenildi.
2.
Yeltsin döneminde kapitalist gelişmiş ülkelerin etkisi daha da arttı. Bağımsızlıklarını
ilan eden eski cumhuriyetler kendi ekonomilerini ve yapılarını özgürce değiştirme çabası içersine
girdiler. Bunlar arasında, ya da özerk cumhuriyetlerin aralarında kanlı iç savaşlar meydana gelmeye
başladı. Özellikle Kafkas Cumhuriyetlerinde çarpışmalar tırmandı. Azerbaycan ile Ermenistan,
Karabağ sorunu nedeniyle sürekli bir savaşın içersine girdiler. Gürcistan'da Abhaz özerk bölgesinin
bağımsızlık isteği bir başka yöresel savaşın çıkması sonucunu verdi.
3.
Yeltsin ile parlamentonun görüş ayrılığı kısa sürede ortaya çıktı ve büyüdü. Sonuçta
Yeltsin parlamentoyu feshederek gerginliği daha da arttırdı. Hasbulatov ve arkadaşlarının direnmesi
üzerine Yeltsin parlamentoya kanlı bir saldırıyı başlattı. Yüze yakın insan öldü. Batılı gelişmiş ülkeler
kendi parlamentosunu amansızca topa tutan Yeltsin'i demokrasi (!) adına desteklediler. Böylece Rusya
sonu şimdiden kestirilemeyecek yeni bir döneme girdi. Bütün bunlar olurken toplumsal çöküntü
inanılamayacak boyutlara ulaşmıştı. Suç oranı hızla arttı, moral çözülme ise ülkemize gelen Rus
vatandaşlarının davranışlarıyla bizim bile yakından tanıklık ettiğimiz boyutlara ulaştı.
Bosna-Hersek ve Balkanlar:
Yugoslavya'nın Tito'nun ölümünden sonra oluşturduğu rotasyonlu başkanlık düzeni Sovyet
Blokunun çözülmesi ile birlikte çöktü. Federasyonu oluşturan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan
ettiler. Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makendonya bağımsız olurken, Sırbistan ve Karadağ ise
Yugoslavya'yı meydana getirdi. Bu gelişme Balkanlardaki dengeleri de altüst etti. Slovenya ve
Hırvatistan'ın güçlüğe uğramadan federasyondan ayrılmalarına karşın Bosna-Hersek'in bağımsızlığı
Sırp ve Hırvatlar tarafından kabul edilmedi. Özellikle Sırbistan güçleri Bosna-Hersek'teki
Müslümanlara karşı acımasız bir etnik arındırma eylemini başlattı. Bosna'daki çarpışmalarda bu güne
kadar 150 000'in üzerinde insan öldü. Birleşmiş Milletler gücünün gayretleri savaşı durduramadı.
İnsani amaçlı yardım malzemelerinin bile Müslümanlara ulaşması engellendi. ABD buradaki insanlık
faciasına uzak kaldı. Silahlı müdahaleye girişmedi. Bunda Balkanlarda eski oyunlarını oynamaya
başlayan başta Almanya olmak üzere Avrupalı müttefiklerinin engellemeleri de rol oynadı. 1993'ün
ikinci yarısında yeni barış planı gündeme geldi. Bu plana göre Bosna-Hesnek resmen üç parçaya
bölünmektedir. Tarafların bu konuda antlaşmaya varmaları belki geçici bir süre için mümkün
görünmektedir. Ne yazık ki Balkan yarımadası önümüzdeki günlerde bu nitelikte çeşitli kanlı
çatışmalara sahne olacak ve kolaylıkla durulmayacağa benzemektedir.
Somali'de Başarısızlık:
Geride bıraktığımız beş yıl süresince Somali'de gelişmiş ülkelerin de üstü kapalı bir biçimde
destekledikleri kanlı bir iç savaş sürmekteydi. Bu savaşın ve doğal etmenlerin de etkisiyle yaygın bir
açlık bu ülke halkını pençesine almıştı. Yıllardan sonra dünyadaki gelişmiş ülkeler, özellikle ABD ve
AB üyeleri Somali'deki yaygın ve ölümcül açlığın farkına vardılar. Birleşmiş Milletler'in icra organı
Güvenlik konseyi bu ülkeye insani yardımın yerine ulaşmasını ve düzeni sağlamak amacıyla bir
uluslararası güç göndermeye karar verdi. Büyük ağırlığını ABD'li askerlerin oluşturduğu bu güç
Somali'de göreve başladı. Gücün komutanlığına da bir Türk Generali, Çevik BİR atandı.
Birleşmiş Milletler'in insani nedenlerle başlattığı bu girişim kısa bir süre içersinde
amacından saptı. ABD'nin Somali ulusal lideri General Aidit'e karşı yürüttüğü bir harekat biçimine
dönüştü. ABD askerleri Birleşmiş Milletler'in komutasını da gözardı ederek bu mücadelelerini
sürdürdüler. Sonuçta ummadıkları kayıplar verdiler. ABD kamuoyu Somali harekatına kuşkuyla
bakmaya başladı. Sonuçta ABD, Türkiye ve diğer ülkeler askerlerini Somali'den çektiler.
Somali, Bosna, Haiti vb. olaylar ABD'nin Birleşmiş Milletler görünümüyle dünyaya yeni bir
düzen verme çabalarının hiç de sanıldığı kadar kolay olmayacağını ortaya koydu.
Almanya ve Diğer Batı Ülkelerinde yükselen Irkçı Eğilimler:
Başta Almanya olmak üzere bir çok Batı ülkesinde ırkçı eğilimler hızlı bir biçimde
tırmanmaktadır. Bu eğilimlerin kristalleştiği siyasal partiler kurulmuş, bazıları seçimlerde hiç de
azımsanmayacak oylar almışlardır. Bu ülkelerden, özellikle Almanya ve Benelüks yöresi işçi
yurttaşlarımız açısından önemli olaylara tanık olmuştur. Almanya'da Mölln ve Solingen'de
vatandaşlarımıza yönelik kıyım hareketleri doruğa ulaşmıştır. Belçika'da yeni doğan Müslümanların
Hıristiyan ön adlar almaya zorlanması bu ırkçı baskıların bir başka yönünü oluşturmaktadır.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde işsizliğin artması yabancılara yönelik yıldırma ve ülkeden
kovmaya yönelik hareketleri de güçlendirmektedir. Almanya'da faşizmin yakın geçmişi henüz
unutulmadığı için genç kuşaklar bu tür şiddet eğilimlerine daha da yakındırlar. Nedenleri ne olursa
olsun Batı Avrupa'da faşizmin ayak sesleri duyulmuştur ve kara bulutlar hızla yaklaşmaktadır. Son
seçimlerde İtalya' da Faşistler iktidara ortak olmuşlardır.
Uluslararası Bütünleşme Çabaları:
Üretimin uluslararası bir düzeye ulaşması, ekonomik bütünleşme ve küreselleşme ve küçük
ulusların emperyalizmin yeni boyutları içersinde daha bağımlı hale gelmeleri, insan hakları,
özgürlükler ve demokrasinin pekişmesi doğrultusunda beklendiği gibi yeni iyileşmelere yol
açmamıştır. Kapitalizmin eşitsiz gelişme ilkesi zaten bu gibi iyileşmelerin kendiliğinden olmasını
engellemektedir. Yukarıda genel anlamda tanımladığımız durum, ulus devletin aşılmasını ve devletsiz
hukuku yani devletin de aşılmasını gündeme getirmektedir.
Küreselleşmeye yol açan üretim, ticaret ve finans hareketlerinin uluslararası bir yapıya
kavuşmasının nedeni çok uluslu şirketlerdir. Ne var ki bu çok uluslu şirketlerin sermayesine
baktığımızda %96'sının ulusal karakterli olduğunu görmekteyiz. Demek ki çok ulusluluk sermayenin
bileşimine göre ancak % 4 dolayındadır.
Günümüzde ulaşılan teknolojik düzeyde ilk yatırım için gerekli sermaye düzeyi çok
yüksektir. Sermaye açısından tek uluslu olan bu şirketler, başlangıçta, finans açısından kendi
devletlerinin doğrudan ya da dolaylı desteğini almaktadırlar. Bu olgu teknolojik gelişmenin devletin
ekonomiye katılımını da zorunlu kıldığını göstermektedir. Bu bakımından, aksi yöndeki tüm
söylemlere karşın, devlet kapitalizm açısından vazgeçilmez bir araçtır. Yalnız bu yargı
metropollerdeki dev ülkeler için söz konusudur. Çevre ülkeler diye nitelediğimiz ülkeler ise metropole
daha da bağımlı hale gelmektedir. Bunun sonucunda çok uluslu şirketlerin egemenliğindeki
metropollerin ulus devletleri, başka ülkeler ulus devletleri aşarken, kendi ülkeleri ve hakları yönünde
daha çok ulus devlet niteliğine bürünmektedirler.
Emperyalist karakterlerini daha da güçlendiren bu ulus devletler, Birleşmiş Milletler ve diğer
uluslararası örgütlerde egemenliklerini sürdürerek kendi kurallarını adeta dikte ettirmektedirler. Son
yıllarda Irak, Bosna ve benzeri diğer örnekler bu eğilimi açığa çıkarmıştır. Temelde geliştirilmek
istenen bir müdahale hukukudur. Daha önce de sözünü ettiğimiz "Devletsiz Hukuk" devletler
hukukunun unutulmasıdır. Böylece bütün dünyaya "Pax Emperyallistica" yani emperyalist barış
dayatılmaktadır.
Emperyalizmin Yeni Boyutları:
Son on yılda, emperyalizmin sömürü boyutları, geçmişe kıyasla dev ölçekte artmıştır. 17
000 milyar dolarlık dünya gelirinin 13 000 milyarını dünya nüfusunun %15.4'ü tüketmektedir. Geriye
kalan 4 bin milyarını ise dünya nüfusunun %84.6'sı tüketmektedir. Bu eşitsiz dağılımın gelecek
yıllarda daha da adaletsiz olacağı beklenmelidir. Emperyalizmin bugün eriştiği boyutları sergilemek
açısından aşağıdaki birkaç örneği vermek isteriz:
-Dünyadaki borçlu ülkelerin 1980'lerin başında 800 milyar dolar olan borç tutarı 1990'ın
başında 1 300 milyarı aşmıştır. Aynı dönem içersinde borçlu ülkelerin reel geliri %60 gerilemiştir.
Bugün yoksul ülkelerde yaşayan ve dünya nüfusunun %56'sını oluşturan 3 milyar insan toplam dünya
gelirinin %5.4'ünü paylaşabilmektedir.
-Gelişmiş kapitalist ülkeler son on yılda üçüncü dünya ülkelerine yatırdıklarının 4 katını kar
olarak transfer etmişlerdir. Sadece 1989 yılında verdikleri borçların 1.5 katını faiz olarak geriye
almışlardır.
-Yalnız Afrika kıtasının, dayatılan düşük ham madde fiyatları nedeniyle 1981-90 yılları
arasındaki kaybı 150 milyar dolardır.
-Dünyada açlık sınırında yaşayan insanların sayısı 1980'li yılların başlarında 820 milyon kişi
iken, 1990'lı yıllarda 1 milyarın üzerine çıkmıştır.
-Zengin ülkelerle fakir ülkeler arasındaki uçurum daha da büyümüştür. Bugün bir gelişmiş
kapitalist ülke ailesinin geliri ile Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşayan bir ailenin geliri arasında 1/100
oranı kadar bir fark vardır.
-Dünya nüfusunun %5'ini barındıran ABD dünyada üretilen enerjinin %40'ını tüketmektedir.
Bir ABD vatandaşı, bir Etiyopya'lıdan 600 kat fazla enerji tüketmektedir. 1987 yılında OECD
ülkelerinde kişi başına enerji tüketimi 6 573 kilo petrole eşittir. Yoksul ülkelerdeki enerji tüketimi
ortalaması ise kişi başına ancak 257 kilo petrole eşdeğerdir. Böyle olduğu için de dünyadaki sera
etkisinin artışında yoksul ülkelerin payı %9 iken, gelişmiş ülkelerin payı %91'dir. Green Peace
grubunun araştırmasına göre 1980'li yılların son bölümünde sadece deniz yoluyla 3 milyon 170 bin ton
tehlikeli atık az gelişmiş ülkelere gönderilmiştir.
Şurası açıktır ki, kapitalizm kendini büyüterek üretebilmek için öylesine büyük ölçüde
kaynak ve olanakları tüketiyor ki bu bir anlamda insanlığın geleceğinin tüketilmesi demek
oluyor. Soğuk savaşın bitişi emperyalizmin daha bir acımasızca yükselmesine yol açmıştır.
Emperyalizmin yeni boyutlarıyla yükselmesi faşizmi de gündeme getirmiştir. Milliyetçiliğin
gelişerek mikro milliyetçilik düzeyinde kendini göstermesi yanısıra ırkçılık da daha bir güçlü olarak
sahneye çıkmıştır. Tutucu eğilimlerin ekonomi ve diğer sosyal alanlarda güçlenmesi Asya, Afrika ve
benzeri kökenlilere karşı ırkçı saldırıları da arttırmıştır.
Açıkça görülüyor ki kapitalizmin büyüyen sorunları karşısında faşist girişimler bir çeşit
yedek silah gibi kullanılmaktadır. Bir önceki bölümde örneklerini sergilediğimiz emperyalizm gelecek
günlerde faşizme daha da muhtaç hale gelme tehlikesini içinde taşımaktadır.
Ortadoğu:
Irak'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan gerilim, ABD'nin öncülük ettiği koalisyon güçlerinin
saldırısı sonucu, Irak'ın bu ülkeden çekilmesi ile son buldu. Fakat, bugün de bu savaşın uzantısı olan
yeni sorunları bölge halkı yaşamaktadır. Bu sorunları şöyle sıralamamız mümkündür:
-Irak'a yönelik ambargo devam etmektedir. Bu ambargodan en fazla zarar gören ülkelerden
biri de Türkiye'dir. Kerkük petrolleri ile Ceyhan'ı bağlayan boru hattının kapalı oluşu yılda 1 milyar
dolara yakın bir kayıp demektir. Diğer yandan ticari ve ekonomik ilişkilerin kesilmesi de Türkiye'nin
kaybının bir bölümünü oluşturmuştur.
-Irak'ın 36 derece enlemin kuzeyinde kalan toprakları ABD'nin hava denetimi altına
girmiştir. (Çevik Güç nedeniyle). Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtlerin Saddam'ın ordusundan kaçarak
Türkiye'ye sığınmaları sonucunda bölgeye yerleştirilen Çekiç Güç, Irak'ın kuzeyinde yarı bağımsız bir
Kürt yönetiminin oluşmasını sağlamıştır.
-ABD Irak'a yönelik hava harekatlarını sürdürme konusunda kararlı görünmektedir. Bu tip
müdahaleleri yapabilmek için bir yıl önce Bush'a yönelik varsayımsal bir suikast girişimi bile neden
olarak kullanılabilmektedir.
-İsrail ile FKÖ arasında bir yılı aşkın bir süredir süren barış konuşmaları ilk meyvesini
vermiş, söz konusu iki hükümet arasında antlaşma imzalanmıştır.
-Bölgede bulunan ülkelerden Lübnan uzun yıllardan sonra nisbi bir sükunete kavuşmuş
bulunmaktadır. Diğer yandan Suriye'nin de başta ABD ile olmak üzere batılı ülkelerle ilişkileri
yumuşamıştır.
ABD, Fransa, İspanya ve Yunanistan Seçimleri:
1992 Kasımında yapılan başkanlık seçimini Bush'un önünde, önemli farkla Bill Clinton
kazandı. Clinton'un seçim kampanyası süresince sergilediği programı ekonomide devlet
müdahalesinin etkinleşeceği anlamına gelmekteydi. Ne var ki geride kalan bir yıl içersinde yeni
başkanın beklendiği kadar yeni bir programa sahip olmadığı ortaya çıktı. Özellikle dış politika
açısından önemli eleştiriler aldı. Bilhassa Somali ve Bosna'da uyguladığı politika tam bir fiyasko ile
sonuçlandı.
Fransa'da sosyalistlerin iktidarı son buldu. Özellikle işsizlik oranının artması, yolsuzlukların
geniş çaplı bir görünüm kazanması yenilginin önde gelen nedenleri arasında yer alıyordu. Fransa'daki
bu yenilgisine karşın İspanya seçimlerinde Gonzales başkanlığındaki sosyalist parti beklenenin
üzerinde bir başarı kazanarak iktidarını sürdürdü.
Geride bıraktığımız dönemde en ilginç seçim sonucu Yunanistan'da elde edildi. Başta
Koskotas skandalı olmak üzere büyük yolsuzluk iddiaları ile bir önceki genel seçimlerde iktidarını
yitiren Papandreu büyük bir atakla son genel seçimi kazandı. Böylece komşumuz Yunanistan'da
özelleştirme rüzgarlarını arkasına alan Mitçotakis yenildi. Sanırız aynı rüzgara sahip çıkmak isteyen
ülkemizdeki sözde liberal partilerin bundan alınması gereken dersler olacaktır.
Maastrich Antlaşması:
Avrupa Topluluğu siyasal birlik yolunda geride bıraktığımız dönemde önemli bir adımı attı.
Maastrich antlaşmasının oylanması sırasında Danimarka'da yapılan referandumun kıl payı olumsuz
sonuç vermesine rağmen, Fransa ve İngiltere'nin antlaşmayı kabul etmesi, nihayet Danimarka'da
yinelenen referandumun olumlu sonuçlanması büyük bir engelin aşılmasını sağladı.
Bütün bu gelişmelere karşın Avrupa'nın tam entegrasyonu açısından zorluklar geride kalmış
sayılamaz. Son aylarda topluluğa bağlı ülkelerin para değerleri konusunda çıkan bunalımlar para
birliğinin bile kolaylıkla gerçekleşemeyeceğini ortaya koymaktadır.
Uluslararası Hukukta Yeni Gelişmeler:
Körfez krizi ulusalararası hukuk üzerinde yeni tartışmaları da gündeme getirdi. Uluslararası
hukukun temeli, belli sayıdaki çıkarın dünya sahnesindeki oyuncular tarafından tanınmasıdır. Böylece
oyunun kurallarının belirlenmesi ve düzenlenmesi olanağını verir. Bir yerde güvensizliği , kargaşayı
ve zora başvurmayı sınırlayabildiği ölçüde uluslararası ahlaktan da söz edilebilir.
Körfez savaşı Birleşmiş Milletler'in izni alınarak başlatıldı. Fakat Birleşmiş milletler
tarafından gerçekleştirilmedi. Çünkü BM kuruluş bildirgesinin güvenlik konseyinin emrine verilen
bütün silahlı kuvvetlerin yönetimini konseyin 5 daimi delegesinden oluşan kurmay heyetine veren
kararı uygulanmadı. Koalisyon kuvvetleri Birleşmiş Milletler'in değil, ABD kumandası altında
toplandılar, yönetildiler. Her şey ABD'nin önerisi üzerine güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında
kararlaştırıldı. Sovyet sisteminin çöküşünden sonra rakipsiz kalan ABD kendi kararlarını kabul ettirdi.
Ablukadan harekatın başlamasına ve bitirilmesine kadar uzanan bütün aşamalara Washington'un
istediği biçimde geçildi. Kabul etmek gerekir ki Birleşmiş Milletler'in aldığı kararların uygulanması,
1945 yılından bu yana hiç bir zaman böylesine etkin olmamıştı. Bütün bu olgular, ulusların iç işlerine
karışılmaması ilkesinin çiğnenmesinin işaretidir. Zaten bu ilke IMF ve Dünya Bankası'nın
müdahaleleri ile (ekonomi alanında) fiilen kalkmıştı. Her ne kadar bütün müdahaleler insani kaygılarla
yapılmakta ise de, Birleşmiş Milletler'in son kararları tek yanlı güç kullanmayı gündeme getirmiş
bulunmaktadır. Son yıllarda ulusalararası hukuk açısından tartışılan budur. Diğer yandan Birleşmiş
Milletler Örgütünün yeniden gözden geçirilerek düzenlenmesi de gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Ekonomik Krize Doğru:
Sovyet sisteminin çöküşü, Çin'in herşeye rağmen ısrarla serbest pazar ekonomisine
geçişi,dünyanın tek bir pazara doğru gidişi açısından büyük umutlar vermişti. Ama gelişmiş kapitalist
ülkelerdeki göstergeler böyle bir umudun varlığını onaylamamaktadır. Örneğin 1989'dan bu yana
Malezya ekonomisi yılda %6.8, Şili %7 oranında büyürken, Çin'de kişi başına gelir %30 artış
gösterirken G7 diye nitelendirdiğimiz ülkelerde durum farklıdır. Kanada, İngiltere ve ABD ekonomisi
iyice vites küçültürken Japon ekonomisi son 20 yılın en zayıf noktasındadır. G7'ler diye nitelediğimiz
ülkelerdeki işsizlik hızla artmaktadır. Bu ülkelerde yaklaşık 25 milyon işsiz olduğu bilinmektedir.
Diğer yandan savunma harcamaları 1986'da ulaştığı 450 milyar dolarlık seviyeden 1993'te 350 milyar
dolara inmiştir. Bu harcamalar ABD ve Avrupa Topluluğu'nun yaptığı harcamaları kapsamaktadır.
Avrupa ve ABD'de yoksulluk hızla artmaktadır. Bu ülkelerde yaşam seviyesi ortalama olarak
düşmektedir.
Diğer yandan gelişmekte olan ülkelerin dünya ticareti içersindeki payı %23'e ulaşmıştır.
Talebin evrensel düzeyde artmasına karşın dünya ticareti içersinde gelişmiş ülkelerin payı
düşmektedir. Sanayi kesiminin büyüme hızı gelişmekte olan ülkelerde %7'lere ulaşmasına karşın,
sanayileşmiş ülkelerde sadece %2.5 dolayındadır.
Bütün bunlara karşın ücretler hala düşüktür. Sanayide ortalama saat/ücret Almanya'da 25,
ABD'de 16 dolarken Tayvan'da 5, Güney Kore'de 4, Brezilya ile Meksika'da 2.3 dolar dolayındadır.
Bütün bu göstergeler dünyamızın yeni bir ekonomik yapılanmaya doğru gittiğini gösterdiği gibi,
gelişmiş ülkelerin de eski gönençli dönemlerinden (göreli olarak) uzak olduğunu kanıtlamaktadır.
II - TÜRKİYE NEREYE?
Siyasal Yaşamdaki Gelişmeler
Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan 1993 günü vefat etti. Bu olay ülke siyasal yaşamını çok
yakından etkiledi. Boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman
Demirel meclis grubu tarafından aday gösterildi. Bu durum koalisyon ortağı olan SHP'de şaşkınlıkla
karşılandı. Uzun tartışmalardan sonra biraz da Erdal İnönü'nün baskısıyla Demirel Cumhurbaşkanı
seçildi. Bu durum Başkanlık makamının boşalması demekti. DYP'nin yeni genel başkanı seçmesine
kadar Erdal İnönü başbakanlığa vekalet etti.
DYP Genel Başkanlığı seçimi ülke politikasına etkin bir medya boyutunu getirdi. Çeşitli
televizyon kanalları, yazılı basın ve 900'lü telefon kanalları adayların seçilmesi için çalıştı, tahminler
yürüttü. Sonuçta medyanın bir anlamda desteklediği Tansu Çiller Genel Başkan ve Başbakan oldu.
Bu yeni durum koalisyon protokolünün yeniden ele alınması sonucunu doğurdu. Yeni
protokol, birinci protokolün ilke temelinde aynen korunması nedeniyle kısa bir metin olarak ortaya
çıktı. Yeni hükümette SHP'li bakanlar yerlerini korurken, DYP'li bakanların büyük bir bölümü değişti.
Türkiye'nin ellinci hükümeti geniş boyutlu ve hızlı bir özelleştirmeyi gündeme getirdi. Ne var ki başta
PTT'nin T'si olmak üzere yapmış olduğu girişimler bir yandan dayanılan yetki yasasının ve kanun
hükmündeki kararnamelerin, bir yandan da ANAP ve SHP Milletvekili Mümtaz Soysal'ın başlattığı
girişimler sonucu iptal edilmesi nedeniyle istenilen neticeye ulaşılamadı.
Koalisyon ortağı olan SHP 1993 yılı içersinde önemli kongre geçirdi. İnönü ani bir kararla,
4.Kurultay'da Genel Başkanlığa aday olmayacağını açıkladı.
İnönü'nün bu kararı parti içersinde büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla karşılandı. Belli bir
tereddüt süresinden sonra adaylar ortaya çıkmaya başladı. Önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Murat Karayalçın adaylığını açıkladı. Onu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur, Prof.
Tolga Yarman ve SHP Grup Başkan Vekili Prof. Aydın Güven Gürkan izledi. Üç ay süresince ilginç
ve demokratik bir yarış sergilendi. Genel Merkez tarafından düzenlenen bölge toplantılarında adaylar
delegelere düşüncelerini ve programlarını açıklamak fırsatını buldular.
11 ve 12 Eylül tarihlerinde yapılan Kurultayda Murat Karayalçın 559 oyla Genel Başkan
seçildi. Parti Meclisi listesi de onun önerdiği doğrultuda oluştu.
Tırmanan Terör
Geride bıraktığımız dönemin terör olaylarını dört ana grupta toplamak mümkün:
-Ünlü kişilerin öldürülmeleri: 1990 yılının ilk kurbanı Anayasa Profesörü, Atatürkçü
Düşünce Derneğinin Genel Başkanı Muammer Aksoy'du. Aksoy 1960 Anayasası'nı hazırlayan kurucu
meclisin aktif üyeleri arasında bulunuyordu. O dönemdeki Meclis tartışmalarında Anayasanın değişik
maddeleri konusunda ilginç önerileri vardı. Aksoy daha sonraki yıllarda Kemalist ilkeler
doğrultusunda etkin bir savaşım vermişti. Özellikle laiklik konusunu ısrarla ve titizlikle gündeme
getirmekteydi. Bu yapıda bir bilim adamı olan Aksoy'un öldürülmesi büyük yankılar uyandırdı. İslami
tutuculuğa karşı savaşımı nedeniyle, öldürme olayı ile İslamcı örgütler ilgili görüldü. Olaya yönelik
yazılarda öncelikle bu nokta üzerinde duruldu.
İkinci kurban Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç'ti. Emeç'in başarılı bir
yayın yönetmeni olmanın ötesinde belirgin bir politik kişiliği yoktu. Ölümünden bir gün önce yazmış
olduğu bir yazıda, ülkedeki İslami akımların yarattığı tehlikeden söz ediyordu. Bu yazının
yayınlanmasından sonra öldürülmesi dikkatleri gene tutucular üzerine çekti. Bu arada bazı telefon
mesajlarının da bu doğrultuda olması kuşkuları daha da arttırdı.
SHP Parti Meclisi Üyesi , Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyelerinden
Bahriye Üçok'un evine gönderilen bir bombalı paketin patlaması sonucunda öldürülmesi, İslami
hareketin bazı gurupları üzerinde yoğunlaşan kuşkuları daha da arttırdı. Nihayet 2000 ve Yüzyıl
Dergilerinde, İslamiyet konusundaki yazılarıyla dikkatleri üzerine çeken Turan Dursun'un
öldürülmesinde ise bağnaz dinci gruplar açıkça suçlandı. Turan Dursun eski bir din adamıydı. Ne ki
"Din Budur" adıyla yayınladığı kitaplarında topladığı yazıları ve "Kulleteyn" adlı otobiyografik
romanı aşırı dinci gruplar açısından bardağı taşıran son damla olmuştu. Nitekim "İran'ın sesi"
radyosunda Dursun'un ölümü, " Türkiye'nin Salman Rüştü'sü öldürüldü" başlığı ile ilk haber olarak
verildi. Zaten yazarın birçok tehdit mektubu aldığı da bilinmekteydi. Terörün bu dört kurbanının
gerçek suçluları bütün beyanatlara karşın bulunamadı. İslami radikalizme yönelik suçlamalarla olaylar
geçiştirildi. Bu cinayetlere son örnek de Uğur Mumcu suikastıdır. 1993 yılında Gazeteci-Yazar Uğur
Mumcu, arabasına konan bir bomba ile öldürüldü. 24 Ocak 1993 günü meydana gelen bu olaya tepki
çok büyük oldu. 27 Ocak günü yapılan cenaze töreni yakın tarihimizin en büyük kalabalığını
toplamıştır. Tüm yurtta ayrıca günlerce süren anma toplantıları düzenlenmiştir.
Bu cinayet de bugüne kadar ne yazık ki aydınlatılamamıştır.
Araştırmacı gazetecilikte öncülük eden Mumcu, karanlık odakların üstüne korkusuzca giden
kişiliği ve kalemi ile, ilerici ve aydın bir yazardı. Emeğin yanındaki savaşımını, işçi ve emekçiler
unutmayacaktır. 1975'de S.S.K'daki Sosyal-İş direnişine Cumhuriyet gazetesindeki yazı ve röpörtajları
ile verdiği destek dün gibi belleklerimizdedir.
Cinayet şebekelerinin ortaya çıkarılması haklı istemimizdir.
Bundan sonra MİT'in eski görevlilerinden Hiram Abbas'ın öldürülmesi ise daha karmaşıktı.
Kontr-Gerilla gibi ne olduğu bir türlü açıklanmayan kuruluşlardan, beyaz zehir ya da silah
kaçakçılığına kadar bir çok çevre işe karışmış olabilirdi. Bu öldürme olaylarının belli bir amaca
yönelik kışkırtma ya da MİT'in Özel Harp Dairesinin kendi içersindeki hesaplaşmalardan ileri
geldiğini söyleyen yazı ve söyleşilere de rastlandı. Bunlar arasında eski bir MİT mensubu olan Mahir
Kaynak'ın yazıp söyledikleri dikkate değerdir.
-İkinci tür terör 1971 ve 1980 dönemlerinde polisler, sıkıyönetim yetkilileri vb. kişilerin
öldürülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu terörde failler, olayın arkasından yayınladıkları bildirilerde
amaçlarını ortaya koymaktadırlar. Genellikle söz konusu dönemde işkence gören, değişik baskılarla
karşılaşan gruplar ya da onların günümüzdeki uzantıları büyük çoğunluğu ölümle neticelenen
hareketlere girişmektedirler. Emekli polisler, cezaevi sorumluları, hatta bir dönem sıkıyönetim
bölgesinde görev yapan üst düzey kumandanlar hedef seçilmektedir.
-Banka Soygunları: Geride bıraktığımız birbuçuk yıl içersinde çok sayıda işyeri banka
mutemedi ve bu nitelikteki diğer yerler soyulmuştur. Bunların bir bölümünün sorumluluğu bazı siyasal
eylem gurupları tarafından kabul edilmiştir. Fakat dikkati çeken bir nokta da ülkemizde ağır ağır
yaygınlaşmaya başlayan adli örgütlü suçun da siyasal eylem guruplarına maledilmeye çalışılmasıdır.
Özellikle güvenlik güçleri açısından bu yol, olayı kolay açıklama yönünde bir anlamda tercih
edilmektedir. Şurası açıktır ki Türkiye'de siyasal eylem guruplarının dışında örgütlü suç eğilimleri ve
faaliyetleri yaygınlaşmaktadır. Basın bile bu tip soygunlarda, dikkatsiz bir şekilde kolaya kaçmakta ve
yaygınlaşmakta olan örgütlü suç olayını görmezden gelmeyi yeğlemektedir.
- Türkiye'de bugün en yaygın terör örneğine Güneydoğu'da rastlanmaktadır. Apocu diye
anılan Kürdistan bağımsızlık hareketini temsil ettiğini iddia eden bir gurubun son beş senedir Hakkari,
Şırnak, Mardin, Diyarbakır dolaylarında yoğunlaşan silahlı eylemlerine tanık olmaktayız. Olayın
geçmişe doğru bir incelemesi yapıldığında değindiğimiz hareketin yaygınlaşmasının temel
nedenlerinden birinin 12 Eylül hareketinden sonra Kürt siyasal guruplarına karşı uygulanan yanlış
politika olduğunu ileri sürebiliriz. Şöyle ki; 1970'li yıllarda Güneydoğu'da çeşitli Kürt siyasal
guruplarına rastlanmaktaydı. Bunların hemen çoğu silahlı bir eylemden yana değildi. Ne var ki 12
Eylül'den sonra bu gurupların hemen hepsi dağıtıldı, liderleri yurt dışına kaçmağı mecbur edildi.
Böylece bu bölgede siyasal hareketliliğin başat organı Apocu guruplar oldu. Onların şiddet ve silahlı
müdahale yanlısı tavırlarını dengeleyecek diğer gruplar kalmadı.
-Güneydoğu'nun toplumsal yapısı silahlı eylemlere uygun bir ortamı yaratmaktadır. Şöyle ki,
bölgede aşiretler egemendir. Siyasal partiler ve hükümetler bu aşiretleri arkalayarak yöredeki
yönetimlerini sürdürmektedirler. Halk yığınları ezilmektedir. Bunun da ötesinde son on yıldır bölgede
uygulanan olağanüstü hal durumu, güvenlik güçlerinin ve silahlı kuvvetlerin yöre halkı üzerindeki
amansız baskısı, şiddet hareketinin haklılığına bir tür zemin hazırlamaktadır. Diğer yandan aşiretlerin
çıkarlarına uygun olan ve Abdülhamit döneminin Hamidiye alaylarına benzer bir yapıya sahip olan
koruculuk kurumu da halk üzerinde yeni bir baskı aracı olarak ortaya çıkmıştır.
-Güneydoğu'da 1990 yılında resmi bildirimlere göre 335'i ölü, 93'ü sağ, 83'ü de
kendiliğinden olmak üzere toplam 511 kişi ele geçirilmiştir. Bu sayılar sadece resmi bildiriden alınan
kayıpları göstermektedir. Oysa güvenlik güçlerinin ve bunun da ötesinde yöre halkının kayıpları
vardır.
Yukarıda dört grup içerisinde özetlediğimiz terör eylemlerinin nedenleri ise çeşitlidir.
Bunları şöyle sıralayabiliriz: Siyasal çatışmalar , sosyal nedenler, ekonomik nedenler ve dini inançlar.
Siyasal nedenler açıktır. İktidar kendi istekleri doğrultusunda politikalarını uygulamakta ve bu
politikalarının dışındaki düşünce, siyaset ve eylemleri inkar etmektedir. Bunlara karşı yasal tedbirler
aldığı gibi şiddet yöntemlerini de kullanmaktadır. Ülkede geleneksel hale gelen deyimiyle demokrasi
tüm kurum ve kurallarıyla işletilmediği için değişik siyasal eğilimler özgürce kendi düşünce ve
politikalarını kamuoyuna yansıtamamaktadırlar. Bu, o gurupları, seslerini duyurabilmek, varlıklarını
kanıtlayabilmek için değişik eylemlere itmektedir.
Bu eylemler genellikle de "silahlı propaganda" türünde olmaktadır. İnsanlar, aydınlar, bütün
siyaset yapanlar karşılıklı olarak, güven içerisinde meseleleri tartışamadığı için sözünü ettiğimiz siyasi
gruplar kendi doğrularını tek ve yanlışsız kabul etmek, bu konuda tutucu davranmak durumundadırlar.
Görülüyor ki siyasi anlamdaki terörün sona ermesi, demokrasinin noksansız yaşama geçmesiyle
mümkündür.
Terörün sosyal nedenlerinin başında sınıfsal ilişkiler gelmektedir. Özellikle Güneydoğu'daki
feodal ilişkiler silahlı eylemleri yeşerten ortamı yaratmaktadır. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında Ziya
Gökalp "Hakimiyet-i Milliye"de yayınlanan bir makalesinde feodal yapının demokratik bir toplumu
kurmada en büyük engel olduğunu ortaya koymuştur. Örnekleri de özellikle Güneydoğu'dan seçmiştir.
Fürüzan Hüsrev Tökin, Kadro yayınlarından çıkan "Türkiye'de Köy İktisadiyatı" adlı kitabında gene
feodal ilişkilerin üzerinde durarak bunların kısa sürede ortadan kaldırılmasını önemli bir çözüm
noktası olarak ortaya koymuştur. Ne var ki, Cumhuriyet bugün 80 yaşına yaklaşmasına rağmen feodal
ilişkilerin ortadan kalktığını söyleyemeyiz. İşin kötüsü bir önce de belirttiğimiz gibi iktidarlar (siyasi
görüşleri ne olursa olsun) feodal yapıyı korumayı kendi çıkarlarının vazgeçilmez koşulu gibi kabul
etmektedirler. Bugün TBMM'de grubu olan partilerin hemen hepsi feodal ilişkileri yeğleyen, şeyh ve
ağaları parti yönetimlerine getiren bir tutum içindedirler. Bu da yöre halkının bu partilere
güvensizliğinin kaynağı olmaktadır. Aşiret reisinin valiyle, bakanla, hatta silahlı kuvvetler
kumandanlarıyla yakın ilişkilerinin gören o aşiretin insanları, ağa ile beraber onunla ilişkide olan
herkesi karşısına almaktan çekinmemektedir. Genç bir sosyolog olarak yöre halkının bu yapısal
sorunlarına değinen İsmail Beşikçi gibi bir aydın cezaevlerine gönderilip, kitapları, çalışmaları
yasaklanırken hiçbir araştırma kurumumuz ve üniversitemiz yörenin sosyal yapısı ve sorunları üzerine
eğilmemiştir. Böylesine dışlanmış bir yörenin mevcut iktidara ve yönetime bağlılığı gerçekten
kuşkuludur.
Güneydoğu insanına diliyle, folklorik değerleriyle bir bütün olarak yaklaşılmadığı zaman
sorunların arkası gelmez. Nitekim bir yandan 2982 sayılı Türkçe dışındaki dillerin kullanılma yasağını
kaldırırken diğer yandan o bölge insanına güvensizliğimizi gösterecek baskı yöntemlerinden vaz
geçmiyoruz. Göstermelik bir yasak kaldırma insanları tatmin etmiyor. Unutmayalım ki o yöre insanı
tüm yasaklara karşı şarkısını, türküsünü kendi ana dilinden söyleyip çevresiyle aynı dille anlaşıyordu.
Silahlı kalkışmanın sosyal nedenlerini bütün boyutlarıyla araştırmadıkça çok kurban verilecektir.
Ekonomik nedenlerin başında (Güneydoğu yöresi için)bölgenin geri kalmışlığı gelmektedir.
Bölgenin zenginliklerinden yöre halkının yararlandığını söyleyemeyiz. Bu zenginliklerin ağalara,
şeyhlere yaradığı kuşkusuzdur. Bunların çocukları-Kamuran İnan örneği- devletin üst makamlarında
bulunabilmekte, ekonomik her türlü ayrıcalıktan yararlanabilmektedir. Çok tartışılan GAP'a gelince bu
projeden elde edilecek elektriğin hangi bölgelerce kullanılacağı, sulanan alanların kimler tarafından
yağmalanacağı daha bugünden bellidir. Bölgenin topraksız köylüsü herhalde bu tarım arazisinden
nasibini alamayacaktır. Mardin'de 80'li yılların sonunda Mimarlar Odasının yaptığı bir toplantıda
bölge aydınlarının GAP konusundaki kuşkuları iki noktada toplanıyordu. Birincisi projenin tam
anlamışla bitmesinin 2020'li yıllara doğru mümkün olabileceği idi. Böylece bugün Mardin'de, Urfa'da,
Diyarbakır'da yaşayanların GAP'tan beklentileri ancak çocukları, hatta torunları için mümkün
olabilecekti. İkinci kuşku noktası ise sulama ile mümbitleşecek toprakların ellerinde kalamayacağı
korkusu idi. Bu kuşkuları anlamamak mümkün değil.
1962'de ilk planın yapılmasından bu yana altı plan boyunca (yani 30 yıl), Güneydoğu'da
sanayinin özel olarak teşvik edilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Bugün bölge, sanayiden yoksundur.
Mevcut birkaç tesis devletindir. Yöredeki en zengin kaynak batı ve doğu Raman'daki petroldür. Bunun
da halka net bir yararı yoktur. Batman'dan Hasankeyf'e doğru arabayla seyahat ederseniz petrol
pompalayan atbaşlarının hemen yanında deta yere gömülmüş köylerin, o köylerde yaşayan insanların
çaresizliğini görürsünüz. Ekonomik kalkınma ve gerçek anlamda büyüme yoksunluğu bu yöre
insanlarının isyanını oluşturan nedenlerden biridir.
Diğer yandan Türkiye'deki çarpık kentleşme işsizliğin hızla artması, gelir dağılımının hızla
bozulması, şiddet eylemlerini adeta özendiren etmenlerdendir. Kentlerde büyüyen mahalleler arası
farklılık, bir küçük grubun gazetelere yansıyan masalsı yaşamı yanında onbinlerin, milyonların
sefaleti, isyanı beslemektedir. Bu çarpıklıklar giderilmeden, istihdam sorunu çözülmeden, okuyan
milyonların yarınlarına güvenle bakması sağlanmadan ve de bütün bunların üzerine gerçek bir adaleti
yaşama geçirmeden silahlı ortamı yok etmek biraz güç olacaktır.
Şiddet olaylarının bir başka nedeni de, öne çıkmasa bile, dini inançlar ve radikal İslami
örgütlerdir. Gerçi daha önce değindiğimiz cinayetlerle ilişkileri ortaya çıkarılmamıştır, ama bildirileri,
dergileri İslam radikalizminin Türkiye'de geniş bir örgüt tabanına sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugün yayınlanmakta olan , İslamcı akımın çeşitli eğilimlerinin, alt guruplarını temsil eden dergilerin
önde gelenleri şunlardır: Ak-Doğuş, Albatros, Altınoluk, Ayane, Aylık Dergi, Bizim Aile, Bu
Meydan, Çete, Dava, Davet , Diriliş, Dünya ve İslam, Girişim, İcmal, İktibas, İlim ve Sanat, Kararlı
Genç Adam, Kelime, Kitap Dergisi, Köprü, Mavera, Mektep, Mektup, Milli Gazete, Objektif, Öfke,
Öğüt, Oluş, Ribat, Rönesans, Sızıntı, Son Karar, Sur, Şehadet, Tavır, Tek Yol, Teklif, Tevhid, Vahdet,
Yazı, Yeni Asya, Yeni Bizim Aile, Yeni Devir, Yeni Nesil, Zafer, Zaman.
Bugün İslami hareketin içinde başat nitelikte olan gruplar, büyük ölçüde tarikat
niteliğindedir. Nakşibendi, Nurcu, Süleymancılar başta olmak üzere yurt düzeyinde etkilerini
gösterdikleri gibi, kamu kuruluşları içerisinde önemli mevkilere de gelmiş bulunmaktadırlar. İçişleri
Bakanlığının önemli yönetim kademelerinde etkileri büyüktür. Valilerden, emniyet müdürlerine kadar
tarikatçı bir ağ örülmüştür. Son Sayıştay Başkanlığı seçiminde aynı yönde neler yapılabileceği açık bir
biçimde ortaya konmuştur. ANAP içersindeki gruplar ve bunların başını çeken tutucuların kendi
politikaları doğrultusundaki başkalıdırılarını son İstanbul İl Başkanlığı seçiminde görmüş
bulunuyoruz. Diğer yandan DYP milletvekilerinden bir bölümünün Kur'an Kurslarının ortaöğretim
olarak kabulü yönünde verdikleri önerge, Milli Eğitim Bakanı'nın "istifa ederim" tehdidine karşın geri
çekilmemiştir.
Radikal İslamcı kanadın silahlı eylemlere girmesi 1990 yılına kadar pek olası değildi. Ne ki
Aksoy'dan Turan Dursun'a ve Uğur Mumcu'ya kadar uzanan çizgideki öldürmelerin görünümü bu
kesimin de silaha sarıldığı kanısını pekiştirmektedir. Gerçi 1970'li yılların sonunda patlak veren Maraş
ve Çorum olayları dini kışkırtmaların büyük rol oynadığı olaylardı, fakat bunların kitlesel bir yönü
vardı. Kişileri doğrudan hedef alan son cinayetler, bu bakımdan bir faklılığa sahiptir. Silahlı eyleme
girişmese bile radikal İslamın, özellikle İran İslam Devriminin de özendirmesiyle ciddi bir yol aldığını
söyleyebiliriz. Gene bu bağlamda türban olaylarının yaygınlığı da hareketin yoğunluğu konusunda bir
fikir verebilir. Bir başka açıdan, dini baskının da bir çeşit şiddet hareketi olduğu ileri sürülebilir.
Ramazanda kişileri oruç tutmağa zorlamak, toplu çalışılan yerlerde namaza gitmeyenler üzerindeki
manevi baskı bu tedhişe birer örnek sayılabilir.
Kürt Sorunu
Bugün ülkemizin yaşamsal sorunlarından birisi de kürt sorunudur. 19.yüzyıldan başlayarak
Cumhuriyet dönemi boyunca da varlığını sürdüren bu sorunun, sosyal, ekonomik ve terör boyutlarına
bundan önceki bölümde değinmiştik.
Burada, özünde, kürt ulusal kimliğinin tanınıp tanınmaması demek olan sorunun, bu yanına
ve önerilerimize değineceğiz.
Sendikamız ana tüzüğünde yer alan "Nesnel konumları dolayısıyla" emek sermaye
çelişkisinde taraf olan ve tüm ücretlilerden oluşan Türkiye işçi sınıfının, hak ve özgürlüklerini
kazanma ve geliştirmeye yönelik mücadelesinde birlikteliğini sağlamak için çalışmayı ve bu
birlikteliği siyasal görüş, mezhep, etnik köken vb. farklılıklar gözeterek parçalama girişimlerine karşı
açıkça tavır almayı........"
temel amaç ve ilke sayan anlayışımız, kürt sorununa yaklaşımımızda
belirleyicidir.
İşçi sınıfımız ve emekçi halkımız için demokrasinin yaşamsal önemini bilen, sendikal örgüt
olarak, kendi sınırları içinde, olanaklarıyla savaşım veren sendikamız, sorunun çözümünü, ekmek,
özgürlük ve hak mücadelesinin bütünlüğü içinde görmektedir.
Kürt sorunu; Ülkemizin bir bölümünde olağanüstü hal ve getirdiği özel uygulamalar
yaratıyorsa, Türk ve Kürt yurttaşlarımızın ölümünü getiriyorsa, kan dökülüyorsa, Türk ve Kürtler
arasında kin ve düşmanlık tohumları ekiyorsa, tüm bunların olumsuzlukları sendikal hareketimize de
yansıyorsa, şoven-milliyetçi duygu ve akımlar körükleniyorsa, sınıf kardeşliği temelinde işçi sınıfının
sermaye sınıfına karşı savaşımında zaaf oluşturuyorsa, demokrasinin ve demokratikleşmenin tümüyle
yerleşip gelişmesinin önlenmesi için, egemen kimi çevrelerce gerekçe olarak kullanılıyorsa; bizim bu
sorunla ilgilenmemiz kaçınılmaz, yaşamsal görevimizdir.
"Kürt sorunu, kürt halkının varlığının onlarca yıldır inkarı ve bunun doğal sonucu olan baskı
politikalarının bugün ulaştığı durumun adıdır."
İnkarın ve baskının, sorunu çözemediği dünya örnekleriyle de ortaya çıkmış bir gerçektir.
ULUS-DEVLET olma anlayışında direnme yerine yurttaş devleti olma demokratik anlayışı
yerleştirilmelidir.
Günümüzün devleti, içe dönük milliyetçilik yapmayan devlettir.
Türkiye Cumhuriyeti'ni; etnik kökenleri ne olursa olsun, herkesin kendi ulusal kimlikleri ile
özgürce var oldukları, halkların kardeşlik, eşitlik ve gönüllülük temelinde birarada yaşayacakları
demokratik bir yapı ve işlerliğe kavuşturmak gerekir. Demokrasinin gerçek boyut, içerik ve
kurallarıyla yerleşip kökleşmesinde bu gereğin yerine getirilmesi yine bir zorunluluktur.
Yasalara göre tersi savunulamayacak görüş ya da görüşler var olduğu sürece, demokratik
çözümler üretme olanağı bulunmaz, bulunamaz.
"Kürt realitesi"nin tanındığının devletin en yetkili ağızlarınca ifade edildiği günümüzde, bu
durum çözüm için umut verici kapılar aralamaktadır.
Bu realiteyi tanımış olmanın gerekleri yerine getirilmeli, somut uygulamalar başlatılmalıdır.
Kürtlerin politik, kültürel ve sosyal alanlarda kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenebilmeleri
ve her türlü düşüncelerini yasaksız olarak ifade edebilmeleri sağlanmalıdır.
Bunun Kürt halkının hakkı olduğu zaman yitirilmeden kabullenilmelidir.
Böyle bir yapılanma, Türk ve Kürt halklarının en sağlıklı olan çözümü üretebilmelerinin
önkoşuludur.
Bütün bunlardan sonra terörün ve şiddetin çözüm olamayacağı daha iyi anlaşılacağı gibi,
terör ve şiddete karşı en etkili mücadele de sağlanmış olacaktır.
Böylesi bir demokratik ortam ve yapılanmada biz; Türk ve Kürt halklarının kardeşlik, eşitlik
ve gönüllülük temelinde Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit yurttaşları olarak barış içinde aynı ülkenin ve
devletin yurttaşları olarak birarada yaşayacaklarına, birlikteliğin daha da pekişerek süreceğine olan
kesin inancımızı ve görüşümüzü bir kez daha belirtiyoruz.
Kökten Dinciliğin Yükselişi
Türkiye siyasal yaşamında dini etkenlerin devreye girmesi 1950 sonrasına rastlar. Daha önce
CHP iktidarının din derslerinin okullara girmesini sağlaması bu konuda küçümsenmeyecek bir
adımdır. Fakat daha etkin bir adımı Demokrat Parti iktidara gelince Arapça ezana izin vermekle
atmıştır. DP'nin halkın dini duygularını sömürerek iktidarını sürdürme çabası, ilk irtica tohumlarının
yeşermesine neden olmuştur. 1960 yıllarında kurulan dini temele dayanan Nizam Partisi ve onu
izleyen Milli Selamet Partisi İslamcı akımlarının kökleşmesine yardımcı olmuştur.
Bütün bunların ötesinde hızla çoğalan İmam-hatip Okulları, Kur'an kursları, çeşitli tarikatlar
ve onların yuvalandığı yurtlar, tekke ve benzeri odaklar kökten İslamın güçlendiği, kök saldığı yerler
olmuştur. Bugün köktenci İslam, dergileri, gazeteleri, radyoları, televizyonları ve diğer iletişim
araçları ile kestirilmesi güç bir boyuta erişmiştir. Bu duruma Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik
ve sosyal durum da yardım etmektedir. Bir türlü önüne geçilemeyen enflasyon, yüksek orandaki
işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsiz görünüm, üst gelir guruplarının lüks ve kamu ahlakını zedeleyen
yaşam biçimleri, toplumda hemen tüm değerlerin metalaşması, medyanın (kabul etmek gerekir ki)
olumsuz etkisi kökten dinci akımların mayalanıp gelişmesine neden olmaktadır. Diğer yandan
dünyadaki dine yönelişin yaygınlaşıp, güçlenmesi de Türkiye'yi etkilemiştir.
Bu açıdan iki olay 1993 Türkiye'sini yakından etkilemiş ve sarsmıştı. Bunlardan birincisi
Uğur Mumcu'nun öldürülmesi diğeri de kırkı aşkın aydınımızın yanarak öldüğü Sivas olaylarıdır.
Mumcu'nun ölümünden altı ay sonra Temmuz ayı başında Sivas'ta köktenci İslamın büyük
bir kalkışmasına tanık olduk. Pir Sultan törenleri için Sivas'a gelen yazar, aydın ve sanatçılar Madımak
Oteli'nde gerici gurupların açık bir saldırısına hedef oldular. Aralarından 37 kişi otelle birlikte
yakılarak öldürüldüler. Olayın nedeni olarak Aziz Nesin'in bir gece evvel yaptığı, Sivas kültür
sarayındaki konuşması gösterildi. Oysa bu konuşmada Nesin o güne kadar bilinen düşüncelerini bile
yansıtmamıştı. Ilımlı ve bir anlamda uzlaşmacı bir konuşmaydı. Ne var ki Sivas halkı haftalar
öncesinden Aziz Nesin'e yönelik bir kışkırtma propagandasına hedef olmuştu. Diğer taraftan kentin
Refah'lı Belediyesinin yapısı içerisinde bulunan kökten dinciler de bu örgütlenmenin içersindeydiler.
Çeşitli tarikatlara bağlı yurtlardaki öğrenciler, çevre illerden gelen tarikat mensupları önceden yapılan
hazırlıkların bir parçasıydılar. Aziz Nesin kadar, Atatürkçü karakteri bilinen Vali de hedef alınmıştı.
Hükümet yetkilileri olaya geç müdahale ettiler. Vali'nin ve otelin içinde bulunanların bütün
uyarılarına rağmen Sivas'a yardım gönderilmedi. İçişleri Bakanı pasif kaldı. Güvenlik kuvvetleri halkı
dağıtmak için en küçük bir çaba sarfetmedi. Sonraları Başbakan Çiller "Otel saran kalabalıklara hiçbir
zarar verilememiştir" diyecek kadar aymazlık gösterdi. Sivas olayı kökten dincilerin aydınlara yönelik
tepkisi, güvenlik kuvvetlerinin yetersizliği, dinci çevrelerin hangi mevkilere kadar sızdığını göstermesi
bakımından irdelenmesi gereken bir kalkışmadır. Üzerinde uzun yıllar konuşulacaktır. Yalnız burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır.
- Laiklik elden gidiyor, tedbir alalım telaşı içerisinde demokrasiden taviz verilmemeli, ordu
gelsin çözsün, tek güvence odur önerilerine şiddetle karşı çıkılmalıdır.
Dindar yurttaşlara karşı itici değil, onların sorunlarını kavramaya çalışan bir yöntemle
eğilinmelidir. Bu gibi olaylar toplumumuzla yabancılaşmamıza yol açan bir neden olmamalıdır.
Demokratikleşme Sarkacı
Demokratikleşme 1980 sonrası Türkiye'sinin temel sorunu olmuştur. Nitekim ANAP
iktidarının seçimi yitirmesi sonucunda kurulan DYP-SHP koalisyonunun yaptıkları her iki protokolde
de demokratikleşme arzusu ve niyeti birinci önceliği almıştır. Ne var ki koalisyonun bu konuda
başarılı olduğunu söylememiz mümkün değildir. TBMM'de koalisyona karşın oluşturulan gerici
ortaklık bir çok olumlu yasanın çıkmasını ya da noksan oluşmasını sağlamış ve engellemiştir. Bunun
en çarpıcı örnekleri Ceza Mahkemeleri Usulü yasasının özürlü çıkması, iş güvencesine yönelik ILO
Sözleşmesinin ise reddedilmesidir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Aynı gerici ortaklık Kürt
milletvekillerine yönelik tahrikleri ile de olumsuz ve tahrik edici bir rol oynamıştır. Kısacası hükümet
protokol ve programındaki sözlerini pek tutamamıştır. Bu arada demokratikleşme açısından üzerinde
durulabilecek örnekler CMUK ve ILO sözleşmesinin kabulüdür.
Koalisyon döneminin demokratikleşme açısından bir başka olumlu adımı da kapatılan
partilerin açılması doğrultusundaki kararıdır. Bunun sonucunda başta CHP olmak üzere tüm kapatılan
partiler açılmıştır. Açılan partilerden CHP, DP, TSİP, SDP'nin dışındakiler kendi doğal uzantıları olan
mevcut partilere katılmışlardır. CHP varlığını sürdürmeye karar vererek, Deniz Baykal'ın
başkanlığında solda ayrı parti olarak yaşamını devam ettirmiştir.
Bu dönem içerisinde demokrasi açısından olumsuz gelişmelere de tanık olunmuştur.
Bunların başında gelen basının ve düşüncenin üzerinde demoklesin kılıcı gibi bir tehdit oluşturan
"Terörle Mücadele Yasası" dır. Bu bağlamda onlarca gazeteci mahkum olmuş, dergiler ve gazeteler
kapatılmış, toplatılmıştır. İsmail Beşikçi, Yalçın Küçük ve daha nice düşünürler çeşitli süredeki hapis
cezalarına mahkum olmuşlardır. Yakın günlerde bilim adamları, gazeteciler yazdıkları kitaplar,
toplantıya gönderdikleri mesajlar nedeniyle hapis cezasına çarptırılmışlardır. Sendikacılar yine yazıları
nedeniyle hapishanelere gönderilmektedir. Öğretim üyesi Doç. Dr. Fikret Başkaya "Paradigmanın
İflası" adlı kitabı nedeniyle, yine bilim adamı gazeteci-yazar Doç. Dr. Haluk Gerger bir toplantıya
gönderdiği mesaj nedeniyle, Petrol-İş Genel Başkanı Münir Ceylan bir yazısı nedeniyle hapis cezasına
çarptırılmışlardır. Bunlar, yani yazılanlar Terörle Mücadele Yasası kapsamında suçlanmışlardır.
En az bunlar kadar acı olan bir nokta da ne üniversitelerimizden ne basın ve örgütlerinden ne
de sendikalarımızdan çok ciddi karşı koymalar yükseltilememiş olmasıdır. Dernek ve sendikaların
üzerindeki baskılar sürmektedir.
Gene son iki yıl içerisinde olumsuz olgulardan bir tanesi de Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılan siyasi partilerdir. İlginç olan nokta bu partilerin hemen hepsinin kapatılma nedeni Kürt
Sorunu'na bakış açılarıdır. Bu 4 parti şunlardır:
- Türkiye Birleşik Komünist Partisi
- Sosyalist Parti
- Halkın Emek Partisi
- Sosyalist Türkiye Partisi
Halkın Emek Partisi'nin kapatılmasıyla ilgili olarak Fehmi Işıklar'ın milletvekilliğinin
düşürülmesi mevcut Anayasa'nın gerici karakterini olanca açıklığı ile ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan
aynı davada Anayasa'nın 84. maddesi ile ilgili yüksek mahkemenin çağdaş bir yorum yapmaması da
dikkati çekmiştir. Bütün bunlar gözönünde tutulduğunda geride bıraktığımız dönemin
demokratikleşme yönünden pek de olumlu geçtiği söylenemez.
Türk Asıllı Devletlerle Gelişen İlişkiler
Sovyetlerin dağılmasından sonra Kafkaslar ve Orta Asya'da bağımsızlıklarına kavuşan Türk
asıllı cumhuriyetlerle olan ilişkiler hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Azerbaycan'la olan ilişkiler Türkiye için çok özel bir anlam taşımaktadır. Geride bıraktığımız
dönemde Azerbaycan'ın demokratik bir yaşama geçmesi doğrultusunda Türkiye büyük bir gayret
sarfetmiştir. Dağlık Karabağ ihtilafında Türkiye kesin bir biçimde Azerbaycan'ın yanında yer almış,
uluslararası platformlarda onun haklarını savunmuştur. Ne yazık ki Ermenistan Birleşmiş Milletler
Yasası, Helsinki Nihai Senedi, Paris Şartı ve diğer AGİK belgelerini kabul etmesine karşın
Azerbaycan ile savaşa devam etmektedir.
Azerbaycan petrolünün, Türkiye üzerinden Dünyaya aktarılmasını sağlayacak boru hattı
projesi üzerindeki çalışmalar batılı gelişmiş ülkelerin çeşitli engellemelerine karşın bugün de devam
etmektedir.
Azerbaycan'da demokrasi açısından kabul edilemeyecek bazı olumsuz gelişmeler olmuştur.
Ermenilerle çarpışan bir bölüm Azeri kuvvetinin kumandanı Suret Hüseyinov merkezi hükümete isyan
ederek Bakü'de bir darbeyi gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanı Elçibey Nahcivan'a gitmiş, yerine
meclis başkanı Haydar Aliev getirilmiştir. Aliev'le Türkiye'nin ilişkileri kendisinin Nahcivan
Başkanlığı görevi sırasında başlamış ve dostane bir biçimde devam etmiştir.
Türkiye, bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerini sürekli bir
biçimde geliştirme çabasındadır. Ülkemiz ile bu ülkeler arasında tarihten kaynaklanan güçlü akrabalık,
ortak dil, din ve kültür bağları mevcuttur.
Türkiye bu Cumhuriyetlerle 100'den fazla anlaşma ve protokol imzalamıştır. Bu anlaşma ve
protokoller, bu cumhuriyetlerin dış dünyaya açılmalarını ve onlarla alternatif iletişim, ulaşım yolları ve
ticari-ekonomik işbirliği araçları sağlamayı amaçlamaktadır.
Başbakan Demirel'in bölgeyi ziyaretleri sırasında imzalanan anlaşmalarla; Özbekistan'a 250
milyon, Kazakistan'a 200 milyon, Türkmenistan ve Kızgızistan'a da 75'er milyon olmak üzere toplam
600 milyon dolarlık program ve yatırım kredileri açılmıştır. Azerbaycan'a açılan 250 milyon dolarlık
krediyi de hesaba katarsak bölgeye 850 milyon dolar tutarında kredi açılmış bulunulmaktadır. Aynı
ziyaret sırasında Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan'a kredili buğday ve şeker satışı konusunda
ilke mutabakatına varılmıştır. Böylece kendilerine sağlanan kredi miktarı 1.2 milyar dolara
ulaşmaktadır. Bu ülkelerle olan ilişkilerimiz 30-31 Ekim 1992 tarihinde yapılan Ankara zirvesiyle
doruk noktasına ulaşmıştır.
Ekonomik Entegrasyon Çabaları: Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Son yıllarda yeni boyutlar kazanan Türkiye'nin dış politika gündemine Karadeniz Ekonomik
İşbirliği girişimi de eklenmiştir. Türkiye'nin öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucu 25 Haziran
1992 tarihinde İstanbul'da düzenlenen zirvede Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan,
Gürcistan, Moldavya, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan devlet ve
hükümet başkanları tarafından imzalanan deklarasyonla KEİ kuruluş aşamasını tamamlayarak resmen
işlerlik kazanmıştır.
Aradan geçen bir yıl içerisinde Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin hayata geçirilmesine
yönelik bir dizi olumlu adım atılmıştır. Bunlar arasında İstanbul'da bir sekreteryanın kurulması ile
Parlamenterler assamblesinin oluşturulması son derece önemli gelişmelerdir.
Türkiye KEİ projesini ortaya atarken iki temel düşünceden hareket etmiştir:
i- Karadeniz'in dostluk ve iyi komşuluk esasına dayanan bir barış, istikrar ve refah bölgesine
dönüştürülmesi,
ii- Bölge ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin, coğrafi yakınlık ve tarihi bağlardan
kaynaklanan avantajlarının en iyi şekilde değerlendirilmesi suretiyle geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi.
Bölgeselleşme hareketinin uluslararası hız kazandığı bir dönemde, KEİ modelini geliştirmek
isterken, bunu AB-EFTA ve Balkan İşbirliği gibi oluşumlara bir alternatif olarak öne sürmüyoruz.
Türkiye-Ortak Pazar (Avrupa Birliği) İlişkileri
Türkiye'nin Ortak Pazara tam üyelik isteği üstü kapalı sözcüklerle ileriye, ama çok ileriye
atıldı. Buna "reddedildi" demek de doğru olacaktır. Bilhassa Doğu Avrupa ülkelerindeki
demokratikleşme girişimleri Türkiye'yi Ortak Pazarın iyice dışına itmiş görünmektedir. Ortak Pazar
konusunda yapılan girişimlerde Avrupa Birliğini 1993'de oluşturmaya kararlı olan ülkeler bütünüyle
aramızdaki ilişkiler gerçekçi bir şekilde değerlendirilmemiştir. Bunun için biz buradaki
değerlendirmemizde önce yerimizi, yani tek bir devlet olma yolundaki pazar ülkelerine oranla
bulunduğumuz yeri tespit etmeye çalışacağız. Bu doğrultuda öncelikle şu saptamaları kolaylıkla
yapabiliyoruz.
a) Türkiye Avrupa'nın en yoksul ülkesi durumunu korumaktadır. Kişi başına gelir olarak bu
böyle olduğu gibi, kişi başına gelirin hesabında satınalma paritesi kullanıldığında Portekiz ve
Yunanistan düzeyine ancak ulaşılabilmektedir. Değişik sosyal ve ekonomik parametreler açısından da
durum farklı değildir.
b) Demokratik yapımız ara rejim sancılarından bir türlü kurtulamamış, evrensel boyutlara
ulaşamamıştır. Bu yetersizliği çeşitli noktalardan şöyle ortaya koyabiliriz.
- İnsan Haklarının ihlaline ilişkin sorunlar devam etmektedir. Gerek yurt içerisinde İnsan
Hakları Derneği gibi kuruluşların çalışmaları, gerekse yurt dışındaki Uluslararası Af Örgütü vb.
kuruluşların bulguları bu noktayı somut olarak gözler önüne sermektedir.
- Özgürlükçü-Çoğulcu demokrasinin temel kuralları işlememektedir. Özellikle aşağıdaki
noktalardaki noksanlıklar ve tıkanıklıklar herkes tarafından bilinmektedir:
1- Partileşmenin önünde yasaklar vardır. Seçim barajları seçme ve seçilme özgürlüklerini
doğrudan kısıtlayacak boyutlara ulaştığı gibi oy oranı ile milletvekili sayısı arasında olması gereken
doğrusal ilişkiyi de ortadan kaldırmıştır. Her yönüyle parlamenter demokrasiye bir yapaylık getirilmiş
ve kurumlaştırılmıştır.
2- Basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Yüzlerce yıla hüküm giymiş gazeteciler
sadece Türkiye'de bulunmaktadır. Bir yandan var olan özgürlüğü ortadan kaldırmayı hedefleyen
yasalar,diğer yandan tekelleşme, basınımız üzerinde bir karabasan gibidir. Yasal ortam, siyasal ve
ekonomik baskılar Türkiye'de iletişimin önüne dikilen anti-demokratik olgulardır.
c- Ulusçu eğilimlerin güçlü olması geleceğin Birleşik Avrupası ile Türkiye'nin ilişkilerini
temelden sarsmaktadır. AB ülkelerinde son yıllarda artan ırkçı, şöven eğilimler Türk vatandaşlarının
ikinci hatta üçüncü sınıf insan muamelesine maruz kalması, sadece Türkiye'ye yönelik vize
uygulamaları bir önce sözünü ettiğimiz ulusçu eğilimleri pekiştiren olgular olarak önümüze
çıkmaktadır. Türkiye'de ancak Cumhuriyet dönemiyle kimliğine ulaşan ulusçu yapı kuşkusuz ki AB
ülkelerindeki bu olumsuz gelişmelerden etkilenmektedir.
d) Ortak Pazar (Avrupa Birliği) Ülkeleri ile Türkiye arasında bir bütünleşmenin önündeki
engellerin başında gelenlerin belki de en önemli olanı din farklılığıdır. AB ülkeleri haklarının temelde
Hıristiyan buna karşılık Türkiye halkının büyük bir çoğunlukla Müslüman oluşu iki halk yığını
arasında kapatılması güç farklılıklar doğurmaktadır. Özellikle İslamın bir kamu düzeni, devlet dini
olması, birlikteliği belki de olanaksız hale getirebilecek bir temel faktördür. İslam dininin temel kuralı
insanların şeriat kurallarının dışına çıkmamasıdır. İslama göre "Özgürlüğümüzün sınırları ilahi
kurallardır. Eğer toplumsal ve siyasi düzen bu kurallara uygun işliyorsa biçimin hiç önemi yoktur. En
adil ve en ileri düzene ulaşılmış demektir... " Bu olgular AB ve Türkiye bütünleşmesini güçleştiren
temel öğelerdir.
e- AB ülkeleri ile Türkiye arasında ciddi bir kültür farklılığı vardır. Bu farklılığın bir bölümü
dinden kaynaklamaktaysa da önemli bir bölümü de eğitim düzeyinin aynı olmamasından ileri
gelmektedir. Bugün, tek devlet haline gelmek üzere hedeflenmiş olan AB ülkeleri hemen hemen aynı
kültürel mirasın sahibidirler. Bu durum da birleşmenin önündeki engellerden biridir.
f- Ortak Pazar (Avrupa Birliği) temelde uluslararası bir ekonomik işbölümüne
dayanmaktadır. Uluslararası işbölümünün başat öğelerini şu üç ürün grubunda toplamamız
mümkündür:
- Ricardo ürünleri: Doğal kaynaklara dayalı ürünler.
- Hecksher-Ohlin ürünleri: Ülke içindeki üretim faktörlerinin yoğunluğuna bağlı olarak
üretilen ürünler: Tekstil, metaller, inşaat malzemeleri vb. gibi ürünler. Bunların teknolojisi bir anlamda
sabitleşmiş ve bütün ülkelerce bilinmektedir.
- Teknolojisi değişken yapıda, üretim tekniği tüm ülkelerce bilinmeyen ürünler. Bunların
temel özelliği ürün ya da üretim sürecinin sürekli bir gelişim halinde bulunmasıdır.
Türkiye ekonomisi uluslararası iş bölümü açısından ihracatta ikinci grup ve ithalatta da
üçüncü grup ürünlere dayanmaktadır. Bu olgu AB ülkeleri açısından iş bölümünün geri bir düzeyinde
yer alması sonucunu verecek bir durumdur.
Bütün bu olguları gözönünde tuttuğumuzda Ortak Pazar ülkeleri ile ilişkimiz açısından
aşağıdaki yargının altını çizmek zorundayız:
Bağımsızlık, ulusçuluk ya da mililyetçilik, insanlarımızı korumak için gereklidir. Hepimiz
isteriz ki dünya tek bir toplum haline gelsin. Tek bir dünya olsun, orada kardeşçesine yaşayalım.
Savaşlar kalksın. Bunlar insanlığın kaç yüzyıldır ideali. Ama bunun koşulu var. Bütün bunlar sadece
istemekle gerçekleşmez. Böyle bir birliğin koşulu mutlak eşitlik, uluslararasındaki gelişmişlik farkının
kaldırılmasıdır. Bu farkı kaldırmadan tek bir dünyaya erişseniz, bizler o dünyada ikinci sınıf vatandaş
oluruz. Eşit muamele görmeyiz, horlanırız. Çünkü eşit muamele görmenin tek yolu gerçekten eşit
olmaktır. Eşit olmadan eşit muamele göremezsiniz, eşitmişsiniz gibi muamele görürsünüz. Gide gide
öbür ülkelerle bütünleşirsiniz ama bu gelişme anlamında değildir. Örneğin Bilecik gibi gerice
yörelerimizi alın. Bunların parası aynıdır, gümrük duvarları yoktur, gidiş-geliş serbesttir. Fakat bu
yöreler İstanbul'dan, İzmir'den geridir. Bu bölgeler Marmara, Ege bölgeleri ile ne kadar bütünleşti ise
Türkiye de AT ile o kadar bütünleşir. Ama gelişmiş olamaz Gelişerek birleşmeliyiz.
Dış Ticaret Politikası Açısından Gümrük Birliği ve Korumacılık
Gümrük tarifelerimizin, çok yakın bir gelecekte, AB'nin tarifeleri ile aynı düzeye getirileceği
bilinmektedir. Şu günlerde, basınımız ve televizyonlarımız terör sorunu ile meşgul olduğu için bu
konu üzerinde durmamaktadırlar. Oysa bu, ülkemizin ekonomisi açısından çok önemli bir karardır ve
nasıl bir yansıma yapacağı irdelenmelidir.
Bilindiği gibi kısaca Ortak Pazar diye bildiğimiz AB, başlangıçta gümrük birliği biçiminde
oluşmuştur. Sonraları gelişerek bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Türkiye de 1960'lı yıllarda (ileride bu
birliğe katılma amacıyla) ön anlaşmayı imzalamış, nihayet dört yıl önce de katılma arzusunu birlik
merkezine göndermiştir. Böyle bir katılmanın getireceği sonuçlardan ilki gümrük birliği olacaktır.
Yani Ortak pazar ülkeleri arasındaki mal ve hizmet dolaşımının serbestçe yapılabilmesi için gümrük
duvarlarını kaldırmak ve AB dışındaki ülkelere yönelik ortak bir gümrük resmi politikası izlemek.
Şimdi Türkiye AB'ne üye olmadan gümrük birliğini kabul etmiş durumdadır. Bu durumdaki
tek ülkedir. 1995 yılı sonu itibari ile AB ülkelerine yönelik gümrük resimlerini sıfırlayacağız. Yani
böylece topluluk ülkeleriyle olan mal ve hizmet akışını tamamen serbest bırakacağız. Buna karşın
AB dışındaki ülke mallarının gümrük tarifelerini AB ile uyumlandıracağız. Böyle bir karar
ekonomimiz açısından tam anlamıyla önemli bir dönüşümü gerçekleştirecektir.
Bu kararın sonuçları neler olabilir? Bunları şöyle sıralayabiliriz:
- Bu karar ortaklığa tam üyelik müracaatımıza daha sıcak bakılmasına neden olabilir. Fakat
bu arada AB istediği gümrük birliğine şimdiden eriştiğine göre, üyelik konusunda bazı yeni çekinceler
de ortaya koyabilir. Ne var ki bu yönden birinci olasılık, yani üyeliğin yaşama geçmesi daha bir
yakındır:
- Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkeler arasındaki mal ve hizmet akışkanlığı daha da artarak,
dış ticaret hacmimizin büyümesi sağlanabilir.
- AB mallarına yönelik gümrük resimlerinin sıfırlanması ile uğrayacağımız maddi kayıp,
diğer ülkelere yönelik, AB'nin yüksek gümrük resimlerini uygulamamızla nisbi olarak ortadan
kalkabilir.
- İçerde, dış rekabete göre işletmelerini uyumlandıramamış sanayi kuruluşları zor duruma
düşebilirler, işsizlik artabilir.
- Piyasalarımızın uluslararası rekabete açılması, ürün ve hizmet fiyatlarında düşüşleri
sağlayabilir.
Bu noktalara başkalarını da ekleyebiliriz. Bilindiği gibi bu konuda sanayici ve iş
adamlarımız arasında çeşitli düşünceler ve tartışmalar olmaktadır. Bazıları sanayinin korunması
gerektiğine inanmaktadırlar. Ne var ki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sanayii koruma ve
özendirme doğrultusunda yapılan uğraşların bugüne kadar bir sonuca ulaşmış olması gerekirdi. Dünya
ekonomisinin bugün ulaştığı yapıda tümü ile korumacılığı sürdürmemiz mümkün gözükmemektedir.
Gümrük Birliği diye adlandırdığımız AB ülkelerine yönelik gümrük resimlerinin
sıfırlanması, işçilerimiz açısından da önemli bir olguyu ortaya çıkaracaktır. Ulusal nitelikteki
sanayicilerimizin dış rekabete dayanabilmesi, maliyetleri düşürmeleri ile mümkündür. Bu, işçi
ücretlerine olumsuz yansıyacaktır. Diğer yandan aynı nedenle birçok firma da kapanabilecek, işsizlik
artabilecektir.
Diğer yandan işgücünün serbest dolaşımı konusu çok önem kazanmaktadır. AB bu alanda
anlaşma hükümlerine bugüne kadar uymamıştır. Gümrüklerin sıfırlanması, malların serbest dolaşımı
konusunda anlaşma hükümlerinin uygulanmasını isteyen birlik, gerçekleşmiş olması gereken
işgücünün serbest dolaşımına sıcak bakmamaktadır. Bu alanda Avrupa'da çalışan Türk işçileri ile
sınırlı bir serbest dolaşımı bile kabullenme konusunda son derece nazlı davranılmaktadır.
Bu konuda başta sendikalar olmak üzere duyarlı davranılması zorunluluğu vardır.
Özetle, Türkiye AB'ne üye olma, Avrupa içinde yer alma tercihini Cumhuriyetle birlikte
yapmıştır. Sorun, bunu AB'nin eşit ve onurlu bir üyesi olarak başarmaktadır.
III - TÜRKİYE'NİN GÜNCEL SORUNLARI
Ekonomik Darboğaz
Türkiye'de reel ekonominin 1993 yılı sonuna kadar önemli bir darboğazı yaşadığını
söylememiz mümkün değildir. Büyüme hızı % 7 dolaylarındadır. Otomobil ve beyaz eşya piyasası çok
canlıdır. Kronik enflasyon olmasına karşın geniş halk yığınlarında ciddi rahatsızlık belirtileri yoktur.
Ekonominin temel göstergeleri ek.1'deki tablolardan (1993 sonuna kadarki durum) izlenebilir.
Türkiye'de Ocak ayının ortasında büyük bir döviz depremi yaşandı. Reel ekonomideki
sayısal göstergelerin olumlu görünümüne karşın mali kesimde bir rahatsızlığın varlığının işaretleri
yaygınlaşmaktaydı. Ocak 1994'de dünyaca ünlü değerlendirme kuruluşu olan "Standart and Poors"un
Türkiye'nin notunu düşürmesi ilk uyarı işareti oldu. Bu değerlendirmenin nedenlerinin başında dış
ticaret dengesinin, bir başka deyimle bütçe açığının çok büyümüş olmasıydı. 1994 yılı başında
Türkiye'nin bir yıllık ithalatı 30 milyar dolar düzeyine erişmişti. İhracat ise 13.5 milyar dolardı. Dış
borçlar 65 milyar doları geçmiş, iç borçlar ise 400 trilyon TL'ye ulaşmıştır. Uluslararası değerlendirme
guruplarının Türkiye'nin notunu düşürmesinin ilk etkisi İstanbul Menkul Değerler Borsasında görüldü.
Bir ara 30 bin sınırına dayanan borsa bileşik endeksi, 20 binin altına düştü. Borsa, büyük bir sarsıntı
geçirdi. Bunun arkasından yatırımcılar dolar ve marka yöneldiler. Bir günde dolar 25 000, mark 12
000 TL düzeyini aştı. Para piyasalarında Türkiye'nin o güne kadar pek tanık olmadığı bir belirsizlik
ve onu izleyen panik hali görüldü. Bir gecede alınan kararla TL % 13.6 dolayında devalüe edildi.
Bunu Merkez Bankası Başkanının sert bir uyarı ile istifası izledi.
Para piyasalarına ve Borsa'ya yansıyan mali krizin üzerine gidilmedi. Merkez Bankası
Başkanı değiştirildi. 27 Mart yerel yönetim seçimlerine kadar, zaman zaman İnterbank ve bir gecelik
(overnight) faizlerini yükselterek ya da Merkez Bankasının kendi rezervlerini kullanarak piyasaya
müdahalesiyle bunalım geçiştirilmek istendi. Bütün bunlar kısa vadeli tedbirlerdi. Sonuçta üç ay
içersinde Merkez Bankası rezervleri 7 milyar dolardan 3 milyar dolar düzeyine indi. Bu uygulanacak
istikrar programı açısından gerekli olan döviz stoku erimiş bulunuyordu.
Seçimlerden sonra, 5 Nisan 1994'de gösterişli bir basın toplantısıyla istikrar programı
açıklandı. Programın içeriğinde üç temel öge bulunuyor.
- Kit ve hükümetin denetlediği ürün fiyatlarına zam
- Yeni vergi paketi
- Özelleştirme
Yapısı itibarıyla bu paket ne orta vadeli bir programı, ne de mali kesimi düzenleyen ve para
programını da kapsayan bir bütünlüğe sahip değildir. Daha da kötüsü paket hazırlanırken krize tam
anlamıyla bir teşhis konamamıştır. Neden olarak sadece kamu açıklarının büyüklüğüne değinilmiştir.
Bu yetersiz bir saptamadır. Oysa karşılaşılan kriz Türkiye'nin daha önce karşılaşmadığı türden bir
bunalımdır. Bunu yakın tarihimizdeki krizlere bir göz atarak göstermeye çalışalım. Cumhuriyet
tarihinde geçirdiğimiz bunalımların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
i- Cumhuriyetin ilanından sonra kısa bir süre içersinde patlak veren 1929 dünya bunalımı
Türkiye'de de etkisini gösterdi. 1930'lu yıllarda bir yandan uluslararası ekonomik durgunluktan pay
alan Türkiye, diğer yandan hızlı bir sanayileşme çabası içerisine girdi. İlk beş yıllık sanayi programını
yaşama geçirdi, ithalatı kısarak ödemeler dengesini sağlama konusunda başarıya ulaştı. Fakat 1939'da
başlayan İkinci Dünya Savaşı yeni bir ekonomik daralmayı gündeme getirdi. Fiyatlar yükseldi. Sanayi
geniş bir orduyu ayakta tutmak için seferber oldu. Dikkat edilirse bütün bu zorlukların temelinde arztalep dengesinin bozulması gelmektedir. Yani sıkıntı reel ekonominin yetersizliğinden, yapısal
sorunlarından kaynaklanmaktadır. İkinci dünya savaşının bitişinden sonra dış ekonomik ilişkileri
canlandırmak için TL devalüe edildi, bir dolar 280 kuruş olarak değerlendirildi.
ii- Demokrat Parti iktidarının ilk dört yılı tam bir ekonomik genişleme ve refah dönemi
olarak anımsanır. Oysa bu ekonomik rahatlığın kökeninde savaş yıllarında oluşan dolar ve altın rezervi
ile dış yardımlar yatmaktadır. Ne var ki 1955 den sonra büyük bir dış ödeme zorluğu içersine
girilmiştir. En zorunlu mallar bile ithal edilememiştir. Kahve, gazyağı, araba lastiği vb. bir çok mal
piyasadan çekilmiştir. ancak 1958 yılında IMF ile varılan antlaşma sonucu katlı kura geçilmiş, bir
doların değeri 9.TL olarak saptanmıştır. 1950'li yılların ikinci yarısında karşılaşılan bu ekonomik
bunalım temelde dış ödemelerdeki tıkanıklıktan kaynaklanmıştı. Oysa ekonomide hem sanayi, hem de
tarım açısından önemli yapısal değişimler olmaktaydı. Karayolları tüm yurdu bir ağ gibi sarıyordu,
sorun döviz kıtlığıydı.
iii- 1970'li yılların ilk yarısında ortaya çıkan petrol krizi batı ekonomileri kadar Türkiye'yi de
yakından etkilemiştir. Bu nedenle bu yıllarda sık devalüasyonlarla TL'nin değeri düşürülmüş, yüksek
faizlerle dışardan döviz mevduatı çekilmiştir. O dönemlerde dövize çevrilebilir mevduat olarak
(DÇM) adlandırılan bu dövizlerin geriye dönüşü, Türkiye'ye uygulanan ABD ambargosu yeni bir
döviz bunalımına girilmesine neden olmuştur. 1978-80 yılları arasındaki Ecevit hükümeti sırasında bir
yandan terör, diğer yandan TÜSİAD ve özel kesimin önde gelenleri ürün kıtlıklarını yaratarak iktidarı
sarsmak istediler. Diğer taraftan döviz yokluğu ülkeyi sarstı. Bu bunalımdan ünlü 24 Ocak kararlarıyla
çıkılmak istendi. IMF bu kararları destekledi. OECD ve diğer uluslararası kaynaklardan 10 milyar
doları aşkın dış yardım geldi. 12 Eylül darbesinin getirdiği baskı ortamının da yardımı ile bunalımdan
çıkıldı. Dış ekonomik ilişkiler açısından tam bir liberalizasyona gidildi.
Dikkat edilirse bütün bu bunalımlar mal ve döviz kıtlığından kaynaklanmaktadır. Oysa
bugün karşılaşılan bunalım çok farklıdır. Sözünü ettiğimiz farklılıklar, sorunu teşhis etmemiz
açısından da önemlidir. Bu farkları şöyle sıralamamız mümkündür.
- Bugüne kadar ki bunalımlar kapalı ekonominin varolduğu bir ortamda meydana gelmiştir.
Kontrollü döviz kuru mevcuttur. Oysa son bunalım liberal ekonomide ve dövizin konvertibl olduğu bir
zeminde ortaya çıkmıştır.
- Eski bunalımlarda reel ekonominin çeşitli kesimlerinin üretim sorunları öne çıkmış, dış
ödemelerde tıkanıklıklar etkili olmuştur. Oysa bu kez sorun mali kesimden kaynaklanmıştır.
- Bir önce de belirtildiği gibi, önceki bunalımlarda had safhaya erişmiş bir döviz kıtlığından
söz edilirken son bunalımda bundan söz etmek mümkün değildir. Kıtlık bir yana, kişilerin ve
bankaların elinde hatırı sayılır bir döviz birikimi vardır.
Yüksek enflasyon, kamu açıklarının büyüklüğü her bunalımda karşımıza çıkan unsurlardır.
Bu yıl Ocak ayının ortasında kendini gösteren ekonomik bunalımda etkin rol oynayan, mali
liberalizasyonunun hazmedilememesidir. Özellikle 1989 yılında kabul edilen konvertibilite erken bir
karardır. Bu karar kabul edilirken gerekçe olarak Türkiye'ye bu kanalla gelecek sermaye birikimi
gösterilmiştir Oysa kararın uygulanmasında bunun tam aksi olmuş, ülkeden dışarıya on milyarlarla
ifade edilebilecek bir kaynak aktarımı gerçekleşmiştir. Konvertibilitenin getirdiği kolaylık kara
paranın aklanmasını, Türkiye'de çeşitli kanallardan elde edilen kazançların dış bankalara aktarımını
sağlamıştır. Bu teşhisi iyi koymak gerekir. Aksi takdirde bunalımdan çıkmamız mümkün olamaz.
İstikrar paketi sözünü ettiğimiz bu teşhisi tam olarak koyamamıştır. Bunun için, yapısı
itibarıyla eski paketlere benzer bir dizi kararı içermiştir. Bunların başında KİT vb. gibi ürün fiyatlarına
yapılan % 100 ve daha fazla oranlardaki zamlar gelmektedir. Nitekim bu zamların etkisi kısa sürede
ortaya çıkmış, Nisan ayı enflasyonu % 25 dolayında gerçekleşmiştir. Ne var ki aynı süre içersinde
Doların 35 000 TL dolayına sıçraması yeni bir dizi zammı tekrar gündeme getirmiştir. Özellikle
akaryakıtta bu durum kendini göstermektedir. Zamlar nedeniyle ortaya çıkan talep kısılması ise bazı
mal kalemlerinde hemen etkisini göstermiştir. Bir yandan yüksek dolar fiyatı, diğer yandan yükselen
kredi faizleri maliyetleri yükseltmiş, diğer yandan azalan talep piyasayı tam bir durgunluğa
sürüklemiştir.
Mali kesimin çürümüşlüğü paketin açılmasıyla birlikte kendini göstermiş, ilk anda üç banka
batmıştır. Bu bankaların incelenmesi içlerinin tamamen boşaltıldığını ortaya koymuştur. Turgut ÖzalRüştü Saraçoğlu döneminden itibaren var olan düşük dolar kuru-yüksek faiz ikilemi bu bankaların
sonunu hazırlamıştır. Bunlara benzer diğer bankaların da (Bunlar bir kaç şubesi olan ve mali
liberalizasyondan yararlanarak sadece döviz işlemlerinde yoğunlaşan küçük bankalardır) zor durumda
olduğunu farkeden hükümet acele bir kararla Merkez Bankasının zorda kalan bankaları kurtarmak
amacıyla bir dizi kararı almak durumunda kalmıştır. Bu kararları iki grupta toplayabiliriz:
i- Merkez Bankasının özerkliğine ilişkin yasa çıkartılırken, eklenen bir madde ile isteyen
bankalara öz kaynaklarının iki katı kredi açma yetkisi Merkez Bankasına verilmiştir.
ii- Hükümet aldığı bir başka kararla bankalar bulunan mevduatı kendi güvencesi altına
almıştır.
Bu iki karar Bankalara yeni mevduat akımını hızlandırdı. Faiz yarışı başladı. Üç aylık %
160'lık faiz oranları gündeme geldi. Para faize yöneldi. Bu ise yeni sorunları yarattı. Örneğin
Türkiye'de mevcut 600 trilyona ulaşan mevduat, faizleri ile birlikte nasıl güvence altına alınabilirdi?
Diğer yandan faiz yarışı hangi orana kadar tolere edilebilirdi. Nitekim, hazine, güvence altına alınan
mevduatın faizinin büyük on bankanın verdiği faizlerin ortalaması olarak hesaplanacağını ilan etti.
Kısacası mali kesimin yapılandırılması bir yana, daha da çürümesine yol açacak bir dizi tedbir
alınarak, soygunun sürmesi doğrultusunda bir çeşit güvence verilmiş oldu. Ali Rıza Kardüz (Güngör
Uras)'ün bir yazısında net bir biçimde ortaya koyduğu gibi artık hayali mevduattan bile söz
edilebilinecek.
Banka batışlarını aracı kurumlar izledi. Nasrullah Ayan'ın "Türk İnvest'i başı çekti. Onu
diğerleri izledi. Sermaye Piyasası Kurumunun verdiği güvencelerin ya da başka bir deyimle olumlu
raporların ne kadar aldatıcı olduğu ortaya çıktı. Böylece Mali Kesimin adeta iskambil kağıtlarından
yapılmış şatolara benzediği kanıtlanmış oldu. Ne yazık ki şu ana kadar sistemi düzeltecek hiç bir
tedbir alınmadı. Alınan tedbirler ise kaosu daha artıracak ve derinleştirecek niteliktedir.
İstikrar paketinin ikinci ayağını oluşturan vergi yasaları ise amacı sağlamaktan uzaktı. Sosyal
adaleti sağlamak, istikrar paketinin yükünü yalnız emekçilerin üzerine vermemek için yapıldığı ileri
sürülen bu vergi düzenlemeleri bu amaca ulaşamayacaktır. Diğer yandan net aktifler üzerinden alınan
vergi ise, bir dönemin varlık vergisini anımsatmaktadır. ayrıca bu vergi taksitle alındığı gibi, sonra da
iade edilecektir. Paket oluşturacak yasaların ikinci grubunda ise yüzsüzlerin (yani vergilerini
ödemeyenler) kamuoyuna ilanına ilişkin madde de yasadan çıkarılmış bulunmaktadır.
Paketin üçüncü ayağını özelleştirme oluşturmaktadır. Bilindiği gibi özelleştirme Türkiye'nin
ekonomik gündeminden son on yıldır hiç inmemiştir. Özal'ın Başbakanlığı sırasında kurulan Kamu
Ortaklığı Fonu bir çok yatırımı ve projeyi desteklemeyi amaçlamaktaydı. Fondaki özelleştirme ve
zorunlu tasarruf birikimleri bir önce sözünü ettiğimiz projelerin finansmanında kullanılmıştır. Fonun
mali destek verdiği projelerin (Otoyol, baraj, içme suyu projeleri) tutarı 16.5 milyar Amerikan
dolarıdır. Bunun ödenen miktarı 11.2 milyar ABD Dolarıdır. Bu projelerin tamamlanması için daha
5.3. milyar ABD dolarına gereksinim vardır. Kamu ortaklığı fonunun diğer yükümlülükleri ile birlikte
toplam borç yükü 1993 sonu itibarıyla 7.8 milyar ABD dolarıdır.
KOİ'nin gerçekleştirdiği toplam özelleştirme miktarı 1 milyar 742 milyon dolardır. Bu
miktar beklenenin ve de koparılan gürültünün çok altındadır. Meclis'te kabul edilen yetki yasası ile
KOİ Özelleştirme müsteşarlığına dönüştürülmektedir. Diğer yandan özelleştirme de öncelik verilecek
kurumlar ise şöyle sıralanmaktadır:
Türk Telekominikasyon A.Ş.
Elektrik şirketleri (Termik Santraller)
Devlet Malzeme Ofisi
Türk Taşkömürü Kurumu
Türkiye Kömür İşletmeleri
Çeşitli Maden İşletmeleri
Türkiye Zırai Donatım Kurumu
Türkiye Gübre Sanayii
Tekel'e bağlı, içki (Bira,Şarap), Sigara ve dağıtım kurumları
TCDD Limanları
Tüm Kamu İştirakleri (Yaklaşık 200 adet)
Bilindiği gibi TOFAŞ, Sümerbank, EBK, Yem Sanayii, SEK, Turban, Erdemir, Tüpraş,
Petkim, Sümer Holding, Türk Hava Yolları, Havaş, DB Deniz Nakliyat gibi kurumların özelleştirme
kararı alınmış, bunlar KOİ'nin bünyesi içersine alınmıştı. Kamu Ortaklığı Başkanı Tezcan
Yaramancı'nın hazırladığı programa göre özelleştirmeden beklenen gelir ve gider tasarrufları ile ilgili
ön tahminler şöyledir:
1994 yılında 2 milyar 180 milyon ABD doları.
1995 yılında 24 milyar 840 milyon ABD dolarıdır.
Bu miktarın 20 milyar 6630 milyon doları satış geliri, geriye kalan bölümü ise işletmelerin
satışı ile kamunun sağlayacağı gider tasarrufudur.
Görülen odur ki özelleştirme konusu bir süre daha ekonomimizi yakından ilgilendiren bir
sorun olarak gündemde kalacaktır. Aslında belirli bir programa bağlanmayan, sadece bir gelir elde
etme çabasıyla düzenlenen satış listeleri ülkenin başını çok ağrıtacaktır. Bu konuda SHP Ankara
Milletvekili Mümtaz Soysal'ın mücadelesi önemlidir ve ne olursa olsun satalım biçimindeki bir
yağmayı engellemede ciddi bir çaba olarak öne çıkmaktadır.
Hükümet istikrar paketini açıklarken bazı işletmelerin kapanacağını peşinen ilan etmiştir.
Bunlar Karabük Demir-Çelik, Camialtı Tersanesi, Yarımca Petkim, Petlas, Zonguldak Taşkömürü
Ocaklarıdır. Bu kararlara bütün Türkiye'de yaygın bir tepki oluşmuştur. Bu tepkinin giderek
yaygınlaştığı da görülmektedir. Nitekim Hükümet ortaklarından SHP bu kurumlarla ilgili çeşitli
inceleme komisyonları kurmuştur. Bu komisyonlardan ne gibi sonuçlar çıkacaktır. Bilinemez. Ama en
azından bir duyarlılık kendini göstermiştir.
Paketin yükü ne kadardır ve kesimler arasında nasıl dağılmıştır ?
Bu sorunun yanıtı, yetkililerce şöyle verilmektedir:
Zamlardan gelen yük
204 Trilyon TL
Vergilerin yükü
70 Trilyon TL
Diğer yükler
56 Trilyon TL
TOPLAM YÜK
330 Trilyon TL
Bu bilgiler Devlet Planlama Teşkilatı tarafından paketin ilanı sırasında hazırlanmıştır. Bugün
verilen sayıların çok üzerinde bir yükle karşı karşıya kaldığımız açıktır. Yakın gelecekte yeni yüklerin
gelmeyeceğine de kimse güvence vermemektedir. Özellikle paketin orta vadeli bir programla
desteklenmemesi ekonomik politikaya güvenin yitirilmesine neden olmaktadır. IMF'nin yakında
açıklanacak olan reçetesi ise toplumu daha da korkutmaktadır.
Bugünkü bunalımdan çıkışın iki temel koşulu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi iç borçların
orta vadeli konsolidasyonudur. Diğeri ise 1989 yılında kabul edilen konvertibilite kararının yeniden
gözden geçirilmesidir. Bu kararın ortadan kaldırılması uluslararası ilişkiler açısından zor görülebilir
fakat yurtdışına döviz transferlerinin bazı kurallara bağlanması mümkün olabilir. Diğer yandan,
yedinci planın ekonomik bunalımdan çıkışı düzenleyecek biçimde ele alınması gereklidir. Oysa plan
konusunda tam anlamıyla bir umursamazlık öne çıkmış vaziyettedir. Bunların da ötesinde son on
yıldır halkımıza aşılanan aşırı tüketim, üretmeden sadece mali işlemlerle kazanılan parayı harcama
alışkanlıklarının terkedilmesi gerekmektedir.
İstikrar paketinin el atamadığı bir başka alanda kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesidir.
Son günlerde bu konuda bazı tartışmalar başlamış olmasına karşın olaya nasıl yaklaşılması gerektiği
konusunda bir belirginlik yoktur.
Kayıt dışı ekonominin gayrisafi milli hasılanın % 48'ini oluşturduğu bazı hesaplarla ortaya
konmuştur. Gerek DİE, gerekse Prof.Osman Altuğ'un kestirimlerine göre bu ekonominin hacmi 1
Trilyon 200 milyar TL civarındadır. Evde üretilen gıda, giyim vb. gibi ürünlerin yukarıdaki miktarın
% 20 sini oluşturduğunu tahmin edebilmekteyiz. Buna göre vergilendirilmesi gereken miktar 800
trilyondur ki, bu da 200 trilyonluk bir vergi kaybı demektir. Önümüzdeki günlerde en çok tartışılan
konulardan biride söz konusu vergi kaybı olacaktır.
27 Mart Seçimleri ve Siyasal İslamın Yükselişi
Mart ayı sonunda yapılan yerel yönetim seçimleri Türkiye'nin siyasal çehresini değiştirecek
boyutta sonuçlanmıştır. Bu sonuçları bazı matematik oyunları ile küçümsemek yanlış olur. Seçim
sonuçlarının sayısal analizi bazı noktaları daha bir açığa çıkarabilir. Hatta bazı partiler açısından
yenilgiye mazeretler bulma yönünden yararlı olabilir. Fakat sayısal çözümlemelere başvurmadan da
bazı noktaları öne çıkarmak, bunlar üzerinde durmak gereklidir. Şöyle ki:
a) İki büyük merkez sağ parti yaklaşık olarak birbirine eşit oy almıştır. İl Genel Meclisi
sonuçlarına göre DYP 6.037.279 (%21.49) oy alırken, ANAP 5.905.498 (%21.02) oy almıştır. Arada
sadece 120.000 dolayında fark vardır. Bu da anlamlı değildir. Merkez sağın eski oy oranlarını
düşündüğümüzde oy kaybı çok açık olarak görülmektedir.
b) Ortanın solundaki partilerin hepsi oy yitirmiştir. Toplam oyları yedi buçuk milyon
dolayında olsa da, seçmen sayısındaki artış bu düzeyin başarı sayılamayacağının işaretidir. Partilerin
tek çatı altında birleşmesi bir çözüm yolu olarak düşünülebilirse de, bu yeni parti gerçek anlamda sol
bir kimlik kazanamazsa,önümüzdeki seçimde de hüsran kaçınılmaz görülmektedir.
c)Bu seçimin galibi radikal sağ ve onun içinde de Refah ve MHP'dir. Radikal sağın toplam
oyu 8 milyona ulaşmıştır. Yani orta solun oyundan daha fazladır. Diğer yandan politik islamın partisi
olan Refah, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Büyükşehirlerde başarılı olmuştur. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da egemendir, illerin büyük bir bölümünü eline geçirmiştir.
Bu sonuçlar önümüzdeki dönemde, özellikle emekçi kesimlerin işinin çok zor olacağını
göstermektedir. Demokratikleşmenin önündeki bugünkü engeller daha da artacaktır. Sendikalar için
de, bugükünden daha zor bir dönem başlayacaktır.
Sosyal Sigortalar Kurumu Üzerine
Türkiye işçi sınıfının ve ücretle çalışanların bugünlerinin ve yarınlarının güvencesi olan
SSK, tam bir çöküş noktasına gelmiştir. Bunun değişik nedenleri vardır. Fakat bu nedenlerin hepsinin
altında işçilerin sağlık, emeklilik, analık, kaza ve benzeri hallerde güvencesini sağlayan SSK
fonlarının 1960'dan bu yana yağmalanmasıdır. Bu yağmalama ne yazık ki, planlı dönemde doruğa
ulaşmıştır. Şöyle ki, SSK fonlarının kamu tasarrufu adı altında kalkınma planlarının finansman aracı
olarak kullanılması 1960 ve 70'li yıllarda adeta alışılagelmiş, kimsenin itiraz etmediği bir stratejik
uygulama niteliğine bürünmüştür. Burada yağmalayan devlet olmuştur. Ama özel kesimde devletten
aldığı teşvik ve benzeri destekleme formülleri ile bu yağmaya dolaylı bir biçimde ortaktır.
Fonlar sanki bitmeyecek gibi yağmalanmıştır. Herkes SSK'nın fonlarına saldırmıştır.
1980'den sonra ise SSK primleri ödenmeyerek ya da gecikmeli ödenerek yağmaya devam edilmiştir.
Kamu ve özel kesim bu cinayeti birlikte işlemişlerdir. Bugün belediyelerin, KİT'lerin ve diğer kamu
kuruluşlarının SSK'ya olan borçları 8 trilyondur. Özel kesim ise işçilerden kestikleri primleri repolarda
kullanarak ya da başka amaçla değerlendirerek ya geciktirerek ödemişler ya da hiç ödememişlerdir.
SSK fonlarına yönelik bu yağmanın yanı sıra SSK'nın artık çok gerilerde kalmış olan bir
aktuarya sistemi ile yönetilmesidir. 1946 yılında işçi sigortaları kurulurken o dönemin aktuarya
kurallarına göre uygun olan model kısa sürede eskimiştir ve yerine yenisi getirilememiştir. Bu nedenle
işçi bugün dünyada mevcut olan en yüksek sigorta primini ödemektedir ve sigortadan yararlanması
için dünya ölçütlerine göre sınırlıdır.
Eksiklikler yanlış yönetim, bilinmesine karşın hiçbir tedbir de alınmamaktadır. Alınan
tedbirler prim toplamayı daha etkin hale getirmeye yöneliktir. Oysa toplanan primlerin kullanımı için
hiçbir model oluşturulmamıştır. Bu koşullar altında her ay sigorta emeklileri banka kapılarında
maaşlarının hangi gün ödeneceğini beklemektedir. Diğer yandan maaşları ödemek için SSK'nın elinde
geniş olanaklar yoktur. Aynı şekilde SSK hastaneleri ilaç politikaları ile hastalarına olması gereken
bakımı sağlayamamaktadır. Bu çöküntüyü çözüme kavuşturma içinde gayret yoktur.
SSK'nın kurtuluşunu, SSK'dan kurtulma yolu ile sağlamayı önerenler bugün kurum
yönetimindedir. SSK'nın özelleştirilmesini gündeme getirmektedirler.
Sendikalar, vakit geçirmeden SSK'nın sahiplenilmesi için etkin bir program uygulamalıdır.
Günümüz Sendikacılığı Üzerine Birkaç Not
12 Eylül'den sonra Türk sendikal sistemi tamiri güç bir deprem geçirmiştir. DİSK'in
kapatılması, geride bırakılan 14 yıl içerisinde uygulanan sendikasızlaştırma, işçi taşeronluğu gibi yeni
yöntemler sendikal sistemimizi yaralamıştır. Bugün bir yandan kamu kuruluşları, diğer yandan özel
sektör sendika ve sendikalı işçiye karşı düşmandır, açık tavır almıştır. Bu işçilerin ücretlerine göz
dikilmiştir, örgütlenmelerine göz dikilmiştir ve geleceğe yönelik umutlarına göz dikilmiştir. Bu sadece
Türkiye'ye özgü bir hal değildir. ABD'de, İngiltere'de, Fransa'da Almanya'da, diğer batı ülkelerinde
aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntılara baktığımız zaman sendika konusunun ve işçi sınıfının
örgütlenme meselesinin yeniden gözden geçirilerek etkin bir modele kavuşturulması zorunluluğu
ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından olaya eğildiğimizde şu noktaları ele almamız ve işçi sınıfının
sendikal örgütleri olarak tartışmamız ve de değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.
a) İşçi sınıfının tanımı yeniden yapılmalıdır. Artık işçi ve memur ayrımını bir yerde fiilen
gerçekleştiren kamu çalışanları sendikacılığı diye bir kavramın peşinden koşmamamız, buna karşın
tüm çalışanları aynı çatı altında toplama hedefine ulaşmamız gerekmektedir. Sağlık bakanlığında
çalışan bir memurla, herhangi bir ilaç fabrikasında çalışan işçi arasında fark yoktur. Bilgisayarın
önünde günde 8 saat göz nuru döken ama masada oturduğu için memur sayılanla, dokuma tezgahında
çalışan insan arasında fark yoktur. Evlerde, küçük üretim yerlerinde çalışanlarla fabrikada çalışanların
arasında ayrım yapılamaz. 21.yy'a girerken işçi sınıfı hem kapsam, hem de nitelik yönünden
değişmiştir; genişlemiştir, büyümüştür.
b) Sendikalar çeşitli iş kollarında alt gruplara ayrılma durumundadır. Örneğin, sağlık
konusuna yönelmiş olan bir sendika, hastaneleri, poliklinikleri, ilaç fabrikalarını ve sonuçta Sağlık
Bakanlığı gibi kuruluşları, doktorları, hemşireleri bünyesi içine almalıdır ve bunları alt seksiyonlar
halinde örgütlemelidir. Ayrıntıda iş bölümünün yaygınlaşması sendikalarında bu iş bölümüne denk
düşecek şekilde örgütlenme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
c) Sendika politikaları artık üst yönetim kurullarında değil, tabandan yukarıya doğru
oluşturulmalıdır. Çoğu kere sözde kalan üyenin söz ve karar sahipliği sloganı gerçek anlamında
yaşama geçirilmelidir.
d) Askeri yönetimlerin ve onlardan ilham alan sivil yönetimlerin pek sevdiği zorunlu tek
sendika kavramı yerini, sendikal örgütlenmede çoğulculuğa bırakmalıdır. En küçük işyerinde
örgütlenmiş bir sendika bile bütün içerisinde etkin bir biçimde yer almalıdır.
e) Sendikaların kurulmasında, sendikaya üye olmada ve toplu sözleşme hakkı kazanmada
bugün mevcut olan tüm barajlar kaldırılmalıdır.
Bundan sonra Türk sendikacılığının sloganı sendikal örgütlenmede temel politikaların
oluşturulmasında katılım ve ülke yönetiminde söz sahibi olma biçiminde özetlenmelidir.
2000'Lİ YILLARA GİDERKEN VARDIĞIMIZ NOKTA
A- Dünyada iki kutuplu oluşumun sona erdiği kesin, ama bu oluşum demokrasi ve barış
açısından bir umudu içinde taşıdığı halde, dengenin bozulması, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin
soğuk savaştan yenilgi ile çıkması, dünyada emperyalizm açısından bazı yeni gelişmelerin olacağının
işaretlerini vermektedir. Sosyalist güçlerin kendi demokratikleşme ve yeniden yapılanma sorunları ile
dolu oldukları bir dönemde, tekelci kapitalizmin dev odakları çıkarlarını en üst düzeye çıkartma
konusunda herhalde boş durmayacaklardır. Bir yandan kendi aralarındaki acımasız rekabeti
sürdürürken, diğer taraftan da üçüncü dünya ülkelerini kendi yörüngelerine çekmek isteyecekler, bu
doğrultuda da yeni bir paylaşımı başlatacaklardır. Ortadoğu, bu paylaşım odaklarından biridir.
B- Yıllardır emperyalizmin türlü oyunlarına sahne olan Ortadoğu, istikrarına
kavuşamamıştır. İsrail'in bölgeye düzenleyici ve sömürücü bir hançer gibi sokulması da yarar
vermemiştir. Bugün İsrail, dünyanın gözünde Filistin halkının tüm haklarını gasbeden bir saldırgan
ülkedir. Lübnan'da bir maşa gibi kullanılmak istenen Hıristiyan unsurlar da birbirlerine düşmüştür.
Suriye, Lübnan batağında çırpınmaktadır. Irak savaştan sonra iç yapısı itibarıyla daha bir güvensiz
konumdadır. Ortadoğu'da yeni düzeni, ama tekelci emperyalistlerin paylaşımında oluşacak yeni
düzeni kim koruyacaktır? Akla önce Türkiye gelmektedir ve hatta göreve çağırılmaktadır. İşte bu
noktada Türkiye'nin içerisinde bulunduğu durumun bazı önde gelen özelliklerini hatırlamakta yarar
vardır.
i- Son on yıl içerisinde Türkiye ekonomik bakımdan daha fazla dışa bağımlı hale gelmiştir.
Uluslararası barış ve işbirliğinin bugünkü durumunda, Türkiye uluslararası iş bölümünün hangi
noktasında yer almaktadır.? Geriye doğru baktığımızda, ülke ihracatındaki göreli artışa karşın ithal
ürünlerine daha fazla gereksinim duyan bir ülke haline gelmiştir. Bırakalım sigara gibi nispeten lüks
sayılabilecek tüketim mallarını, yaş meyve ve sebzede bile şu ya da bu biçimde dış ürünlere
gereksinim duyulmaktadır. Bir zamanlar, gıda açısından dışa bağımlı olmayan ülkeler arasında sayılan
ülkemizde, ithal gıdalar giderek aile bütçelerimiz içerisinde büyük paylar almaya başlamıştır.
Özelleştirme,
ulusal
kurumlarımızın
yabancılara
satılması
biçiminde,
alabildiğine
yaygınlaştırılmaktadır. Denebilir ki, yetmiş yaşını aşmış olan olgun cumhuriyetimizin hiç bir
döneminde Türkiye bugünkü kadar dışa bakar ülke haline gelmemişti.
ii- Sosyal yaşam her yönüyle yozlaşma, amaçsızlaşma doğrultusunda yol almaktadır. Gelir
dağılımının çok bozuk olması, yaygınlaşan toplumsal yoksulluğun yanında, bir avuç insanın sorumsuz
bir varlık içersinde yaşaması sonucunu vermiştir. Gelir gurupları arasında her gün açılan bu
kutuplaşma toplumsal dengeleri ve huzuru bozmuştur.
iii- Kültürel yozlaşma insanları toplumlarına ve kendi sorunlarına daha bir
yabancılaştırmaktadır. TV'de yayınlanan yabancı dizilerin kişiyi Amerikan ailesine özendirmekten
şiddete yöneltmeye kadar her türlü olumsuz etkisi gözardı edilmektedir. İletişim kanallarının
özgürleştirilmesi demokrasimiz açısından olmazsa olmaz bir olgudur, ama bu yeni tekellerin
kurulmasıyla değil, tüm tekellerin etkisinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilecektir. İletişim
alanındaki gidiş hiç de özgürlüğe doğru değildir. Tekeller demokrasiyi tehdit eden, onu öldüren en
büyük araçtır. Bugün tekelci yapılarda demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Yönetim ne olursa
olsun tekellerin elindedir. Sandıktan şu ya da bu parti değil tekeller çıkmaktadır. Tekeller işlerine
gelmediği dönemlerde var olan noksan, yapay demokrasiyi de rafa kaldırmaktan çekinmezler.
Eğitimden, dış politikaya kadar son söz onların olmaktadır.
iv- Demokrasiden umudun kesilmesi. Sanırız yeniden gündeme getirilen oyun bu. 1923'den
bu yana ülkemizde sürekli bir demokrasi düşmanlığı işlenmiştir. 1930'lu yılların tek parti iktidarı
döneminde bu düşmanlık basının bir çok yazısına yansımıştır. O günlerde sürekli işlenen "Çok partili
yaşam ülkelerin ve toplumların yükselmesine engeldir" savıdır. Başta Falih Rıftı olmak üzere nice
yazarın bu düşüncenin taşıyıcısı olmuşlardır. Ondan sonra özgür seçimler yapıldığında "Ne olacak
halk cahil, seçmesini bilmiyor" yargısı geçerli akçe kılınmıştır. 1970'den bu yana ise demokrasi, özgür
düşünce ile terör neredeyse eşdeğer sayılmıştır. Sonuçta umutsuzluğu, inançsızlığı ile faşizme kitle
tabanı olabilecek yığınlar yaratılmıştır.
C) Genel kanı, Türkiye'nin bir çözümsüzlüğün içersinde olduğudur. Bunu "Siyaset tıkandı"
nitelemesiyle de dile getiriyoruz. Öncelikle böyle bir yargının yadsınmasıyla işe başlamamız gerekir.
Bir gerçeği görmezden gelemeyiz: evet, mevcut siyasi partiler açısından tam anlamıyla bir tıkanma
vardır. Bugünkü iktidarın hiçbir soruna çözüm bulamayacağı açıkça belli olmuştur. Bunun yanısıra
diğer partilerden herhangi birinin de Türkiye'yi düze çıkaramayacağı açıktır. İşte insanımızda
tıkanıklık duygusunu uyandıran bu gerçeklerdir. Oysa çözüm yolu çok açık bir biçimde önümüzde
durmaktadır. Bir kere geniş bir demokrat ve ilericiler platformunu oluşturmak gerekir. Bu bir çeşit
forum biçiminde olabilir. Sendika liderlerimiz, aydınlarımız, işçi sınıfının önde gelen gurupları ya da
kişileri, ilerici olduğunu iddia eden partilerin yönetimlerindeki kişiler ya da tabanlarındaki gruplar bu
işi başlatmalıdır. Bunun halktan kopuk olması düşünülemez. Forumun içersinde şu ya da bu siyasetin
egemenliğinden ziyade birlikteliği düşünülmelidir. Hedefler önceden belirlenerek ayrıların bir çatı
altında toplanması gerçekleştirilmelidir. Bu forum bünyesi içersinde, ülkenin tüm sorunlarını,
birbirlerine ters düşse bile tartışmak ve çözüm üretmek zorundadır. Forum eğer partileşecekse somut
hedeflerin çevresinde partileşmelidir. Öncelikli hedef ülkenin bugünkü çözümsüzlüklerinin
aşılmasıdır. Şu konularda ivedi, net projeler üretilerek kamu oyuna iletilmelidir:
- Anayasanın yeniden oluşturulması için ilkeler, öneriler,
- Türkiye'deki hukuk sisteminin çağdaşlaştırılması,
- Ekonominin temel sorunlarına yanıt olabilecek seçenekler, modeller halinde sunulmalıdır.
İstihdam, çalışma yaşamı, gelir dağılımı, enflasyon, dış borç, sanayileşme akla gelen öncelikli
konulardır.
- Kürt sorunu üzerinde duyarlı ve geçerli çözümleri üreterek bunları kamuoyuna anlatmak,
uygulanması konusunda gerekli tavırları almak,
- Çevre sorunlarıyla yakından ilgilenmek,
- Çağdaş ve evrensel kültürün yaratıcı koşullarını oluşturmak,
- Sosyal yapının dünyadaki gelişmeleri de özümseyen bir biçimde yeniden yapılanmasını
sağlayacak modelleri geliştirmek...
Bunlara daha nicelerini ekleyebiliriz. Ama Forum bütün bunlar için yeni projeler üretip
kamuoyuna sundukça yeni çözümlere ilişkin seçenekler daha iyi ortaya çıkacak ve tartışılacaktır.
Böyle bir forumun ısrarla üzerinde durması gereken konu demokrasi ve
özgürlüklerdir. Hoşgörü, tam özgürlük ve noksansız demokrasi bugün Türkiye’nin temel
gereksinimi haline gelmiştir. Oluşturulacak bu forum solun tüm düşüncelerini içersinde
barındıracağı gibi, demokratları, ileri düşünceli aydınları da kapsayacaktır. Türkiye'nin adı
bilinen bütün aydınlarına görev düşmektedir. Tabandan gelişen akımlar aydınlarla halkın sağlıklı
iletişimini sağlayacaktır. Bir bütünleşmedir bu. Öncede söylediğimiz gibi ayrıların bütünleşmesi.
Ayrıların kendilerini farklı kılan noktaları öne çıkartmadan ortak doğrultuda birleşmesi. Belki bu bir
özveriyi istemektir. Ama bu özveri göze alınmadıkça geleceğimize umutla bakamayız. Zaman da
kısalıyor. 1995 yılı son fırsattır. Yararlanmak gerek.
Sol; salt eleştiren, olmazları söyleyen değil, çözüm öneren, olurları gösteren gerçek
konumuna kavuşmak zorundadır.
EKONOMİYE İLİŞKİN
(görüşlere ek)
GÖSTERGE TABLOLARI
SENDİKAL
ÇALIŞMALARIMIZ
SENDİKAL ÇALIŞMALARIMIZ
Sendikamızın 11-12 Nisan 1992 günlerinde Ankara'da toplanan 7. Olağan Genel Kurulundan bu genel
kurula gelinceye değin geçen iki yılı aşkın süre içinde Sendikal etkinlik ve çalışmalarımıza geçmeden
önce, 12 Eylül 1980 ve sonrasına çok kısa olarak değinmekte yarar var.
Sermaye sınıfının ve uluslararası odaklarının çıkar ve istemleri doğrultusunda alınan 24
Ocak 1980 kararları 12 Eylül askeri darbesiyle bütünüyle uygulamaya konuyor, ülkemizde göreceli de
olsa var olan demokrasiye paydos denilerek baskıcı ve militarist kapalı bir rejime geçiliyordu. Bu bir
anlamda ekonominin militarizasyonu anlamına da geliyordu.
12 Eylül koşullarında ülke halkına dayatılan ve uygulamaya konulan ekonomik model,
Sosyal Devlet harcamalarının ve kamu işyerlerinde istihdamın olabildiğince azaltılmasını, çalışma
koşullarının kötüleştirilmesini ve ücretlerin düşürülmesini gerektiriyordu.
Böyle bir model, olabiliyorsa Sendikaların yok edilmesi, bu yapılamıyorsa güçlerinin
kırılması demekti.
Ücretlerin yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiği konusunda Devlet Başkanı sıfatını da
taşıyan Darbe liderinin "Ben Genelkurmay Başkanıyım 40 bin lira maaş alıyorum, oysa bir otel
işçisinin aylık ücreti benimkinden çok" diyebilmesi ve TV ekranında işçi ücretlerinin yüksekliğinden
yakınabiliyor olması düşündürücüdür. Öte yandan 12 Eylül darbesinin niteliğini de çok açık bir
biçimde anlatır.
DİSK ve üyesi Sendikaların bu arada Sendikamızın da faaliyetinin yasaklanıp kayyım
yönetimlerine bırakılmasıyla, bu dönemde tek kalan TÜRK-İŞ, askeri dikta rejiminin kendisinden
beklediği "uslu ol, uslu dur!" talimat ve rolünü 12 Eylül hükümetlerine Genel Sekreterini Bakan
vererek fazlasıyla yerine getirmiş, 12 Eylülcülerle uzlaşarak Sendikal faaliyetini durdurmuştur.
Böylece 12 Eylül, DİSK'i kapatıp, TÜRK-İŞ'e gözdağı vererek, işçi sınıfının ekonomikdemokratik mücadelesini ve bu mücadelenin aracı olan sendikal örgütlülüğü bütünüyle zaptırapt altına
almış oluyor, bu anlamda kısıtlayıp, yasaklıyordu.
Bu dönemde;
Bütün güçlerin toplandığı tek odak durumundaki Milli Güvenlik Konseyi, oluşturduğu ve
vesayeti altında tuttuğu Danışma Meclisine başta yeni bir Anayasa olmak üzere rejimin hukuksal
kılıfını hazırlama görevi vermiş ve böylece güya demokrasiye geçiş ya da demokrasiye yeniden dönüş
sürecini başlatmıştır.
Anayasalar herşeyden önce insanın vazgeçilmez, devredilemez temel hak ve özgürlüklerinin
güvencesidir. Bu yanıyla yurttaşı güçlü devlete karşı koruyan, onun vatandaşlık hukukunu somutlayan
temel belge niteliğindedir.
Oysa, tek yanlı yoğun bir propaganda ve baskı sonucu % 92 gibi bir çoğunlukla kabul gören
1982 anayasası bunun tam karşıtı bir içerik taşır,82 Anayasası potansiyel suçlu olarak algıladığı
insana, yurttaşa karşı güçlü devleti koruyan kollayan bir anlayışın ürünüdür.
Bunun için de, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan değil, bunları kısıtlayan
dahası yer yer ortadan kaldıran bir Anayasadır.
Ne var ki, insan hak ve özgürlüklerine bu denli uzak kalan anayasa mimarları, geçici 15.
maddeyle ömür boyu kendilerini güvenceye almak ve hatta bu karanlık dönemde fiillerinin sonradan
sorgulanmasını önlemek için gereken önlemi almayı ihmal etmemişlerdir.
Hak ve özgürlüklerin başta gelenlerinden olan sendikal hak ve özgürlükler alanında ve
çalışma yaşamını ilgilendiren konularda, 12 Eylül hukukunun bu temel yaklaşımı daha bir belirgindir.
Çalışanların özgürce sendika kurma ve sendikasını seçme hakkından başlayarak toplu
sözleşme ve grev yapma hakkının önüne konan bir yığın engel ve kısıtlama, bu temel hak ve
özgürlükler nasıl yok edilebilir arayışından başka bir şey değildir.
12 Eylül'ün bu temel özelliği onun, Türkiye işçi sınıfının ekonomik-demokratik
mücadelesine ve sınıfın her türlü örgütlenişine karşı oluşundan kaynaklanır.
İşçi sınıfına karşı oluş ve duruşu, 12 Eylül'le başlayan ve giderek yoğunlaşan baskıları,
işkenceleri yinelemeksizin çok anlamlı ve çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür.
1980-1989 yılları esas alınarak yapılan çok basit bir araştırma sonucunda görülecektir ki;
toplam ücretlilerin (maaş ve ücret geliri olanlar) 1980 yılında Milli Gelirden aldıkları pay 1989 yılında
yarı yarıya gerilemiş buna karşılık rant, faiz ve kardan oluşan sermaye gelirlerinin aynı dönemde milli
gelirden aldığı pay ikiye katlanmıştır.
İşte bu çarpıcı örnek, kim ne derse desin 12 Eylül askeri darbesinin ardındaki gerçek nedeni
çok açık biçimde ortaya koymaktadır.
Asıl ve gerçek neden sermaye sınıfına şu ya da bu yolla kaynak yaratma, kaynak
aktarmaktır. Kaldı ki, bu yalın gerçeği 1980'li yıllarda TİSK Başkanı "Şimdi gülmek sırası bizde"
demek suretiyle açıklamaktan kaçınmamıştır.
Çalışma yaşamına ilişkin olarak bu dönemin yasaları 2821 sayılı "Sendikalar Kanunu" ve
2822 sayılı"Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu" dur. Her iki yasa da 7.5.1983 günlü resmi
gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
DİSK VE ÜYESİ SENDİKALAR
YENİDEN MÜCADELE ALANINDA
Askeri Yargıtay’ın 17 Temmuz 1991 günlü kararıyla aklanan DİSK ve üyesi sendikaların
yöneticileri, bu arada Sendikamız Sosyal-İş'in yöneticileri, hiç zaman yitirmeksizin sendikanın
yeniden yapılanması ve mücadele alanındaki etkin ve saygın yerini alabilmesi yönünden her türlü
olanaksızlığa karşın yoğun çaba içinde olmuşlardır.21 Aralık 1991 günü toplanan olağanüstü Genel
Kurulunda SOSYAL-İŞ SENDİKASI Anatüzüğünü değiştirerek 2821 sayılı yasaya uygun Tüzel
kişiliğini yeniden oluşturup yapılandırmış ve 11-12 Nisan 1992 günleri toplanan 7. olağan Genel
Kurulunda da bu yeni tüzük ve oluşuma uygun organlarını seçerek Sendikal alandaki yerini almıştır.
Böylece 1980 yılında faaliyetleri durdurularak kayyım yönetimine verilen DİSK ve üyesi
sendikalar, 12 yıllık aradan sonra 2821 sayılı yasanın ek geçici 1. maddesi uygulanarak yeniden
faaliyete başlamış oluyorlardı.
İŞKOLU İSTATİSTİKLERİ
Sendikal çalışmalarımızın ilk bölümünü araştırma ve örgütlenmeye hazırlık çalışmaları
oluşturur.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yasa gereği her yıl Ocak ve Temmuz aylarında
yayınlamak zorunda olduğu istatistiklerin 17 nolu işkoluyla ilgili dökümanı, bu Bakanlığa yazdığı
27.5.1992 gün ve 10 sayılı yazısıyla isteyen Sendikamıza bu listeler Bakanlığın, 7.7.1992 gün 021841
sayılı yazısıyla gönderilmiştir.
Böylece 1992/Ocak istatistiklerinde 17 nolu işkoluna ilişkin olarak yayınlanan Türkiye
genelindeki toplam 349.435 işçinin çalıştığı 102 bin işyeri ve bu işyerleriyle ilgili listelerde var olan
bilgiler tek tek döküman olarak elde edilmiştir.
Bu listelerde yer alan bilgi ve veriler esas alınarak yerinde ve S.S.K.'nun kayıtlarından
yararlanılarak yapılan inceleme, araştırma ve tespitler sonunda Bakanlık istatistiklerinin, en azından 17
nolu işkoluyla ilgili olanının kesinlikle gerçek durumu yansıtmadığı, % 10 işkolu barajının ya da daha
doğru bir ifadeyle sendikaların asli faaliyetlerinden olan toplu iş sözleşmesi yapabilmeleri için konmuş
önkoşulun belirlenmesinde kesinlikle kullanılamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. 17 nolu işkolu
istatistiklerinden kalkarak ve bu işkolu kadar olmasa bile bütün işkollarına ait Bakanlıkça yayınlanan
istatistiki bilgilerin gerçek dışı olduğunu söylemek mümkündür.
O kadar ki; bugün en son yayınlanan 1994/Ocak istatistiklerine bakıldığında, Türkiye'de
işçilerin örgütlülük-sendikalaşma oranının %70'lere yükseldiği görülecektir. Bu orana Avrupa
Topluluğu ülkelerinde dahi rastlamak mümkün değildir. Ülkemizde kimi işkollarında Sendikalaşma
oranı neredeyse %100'e dayanmış, istatistiklere göre bu sektörlerde Sendikasız işçi kalmamıştır.
17 nolu işkolu istatistikleri aşağıda sıralayacağımız yönleriyle gerçek dışıdır, abartılıdır.
1-) Bu istatistiklerde 17 nolu işkoluna girmediği, giremeyeceği açıkça belli olan pek çok
işyeri, çalışan işçi sayısıyla birlikte yer almaktadır.
Banka, Sigorta işyerleri , MTA Kuruluşları, Orman İşletmeleri v.b. gibi Bakanlık 300-500
işçinin çalıştığı üretim birim ve işletmelerini sadece şirket biçiminde örgütlenmiş olmalarına bakarak
ve bu işletmelerde yapılan işin niteliğini gözardı ederek bir çırpıda 17 nolu işkolu listelerine dahil
etmiştir. Öte yandan bu işletmeler belki de ait oldukları işkolu istatistiklerinde de ayrıca yer
almaktadır.
Bu duruma birkaç örnek:
İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ
- 32 060614
İŞÇİ SAYISI
17 1 0000
30
1-) Etibank Genel Müdürlüğü İSTANBUL
- 68 006885
17 2 8530
31
2-)Hotel Yıltok işyeri NEVŞEHİR
- 25 017096
17 1 8260
22
3-)Büyükşehir Belediye Bşk. Zabıta Müdürlüğü GAZİANTEP
- 35 003533 17 2 8230
86
4-)Orman Fidanlık Müdürlüğü KASTAMONU
- 03 000784 17 1 6200
227
5-)Gökhöyük Tarım İşletme Müdürlüğü AMASYA
- 33 095842
17 2 6300
36
6-)Ege Baltıca Sigorta A.Ş.
Necatibey Bulvarı no:19 İZMİR
- 33 076769
17 1 8320
39
7-)İzmir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü
Anbarlar Şube Müdürlüğü Gaziler Cad. no:373 H.Pınar/İZMİR
- 33 028422 17 2 8320
120
8-)M.T.A. Ege Bölge Müdürlüğü
61-6 Erzene Mah. PK.1 Bornova/İZMİR
- 33 092744 17 2 6300
97
9-)HSS-Hatay Sigorta A.Ş.
Dr.Mustafa Bey Cad. No:1/1 Alsancak/İZMİR
- 04 090803 17 1 6300
32
10-)Güven Sigorta A.Ş. Atatürk Bulvarı No:97 ANKARA
- 33 002665 17 1 8329
98
11-)Denizcilik İşletmesi İzmir Liman İşletme Müdürlüğü
Atatürk Cad. No:98 İZMİR
- 33 086951
17 2 8320
124
12-)Uzman Sigorta Acen.ve Ort.Ltd.Şti.
Alsancak 1379 Sok. 59/601 İZMİR
-33 000463
17 1 8320
387
13-)Karayolları 2.Bölge Müdürlüğü
Bornova Sanayi Sitesi Cad. No:41 İZMİR
-33 003047
17 2 8320
229
14-)DYO Durmuş Yaşar ve Oğulları Boya ve Vernik Fab.A.Ş.
Sanayi Cad. no:37 Bornova/İZMİR
(403 kişi çalıştırıldıklarına ilişkin tutanak var.)
- 06 001176 17 2 2051
118
15-)Söke Değirmencilik Tic.A.Ş.
Sazlıköy Söke/AYDIN
2-) Yapılan tespitler sonucu listelerdeki pek çok işyerleri ve bu işyerlerinde çalıştığı
belirtilen işçi sayılarıyla ilgili bilgiler gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Somut işyeri durumuyla
çelişkilidir. Özellikle işyerlerinde çalıştığı kayıtlı işçi sayıları bakımından bu böyledir.
Bu listelerde yüzlerce işçinin çalıştığı Bakkallar, kasaplar, eczaneler vardır. Hatta yüzlerce
işçinin çalıştığı kimi işyerleri de kapanmış ya da hiç var olmamıştır, hayalidir.
Bu durum, 2821 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1983 yılının ikinci yarısında TÜRK-İŞ
Sendikalarının, yasanın geçici 2.maddesi gereğince Bakanlığa verdikleri üye listeleriyle (EK 6
cetvelleri) nasıl %10 barajını geçip yetkili olabildiklerini de açıklıyor.
Örnekler:
İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ
İŞÇİ SAYISI
- 33 000280 17 2 6121
107
1-)Anadolu kasabı Latif Öztürk Eşrefpaşa Cad. no:8/A İZMİR
- 33 101805
17 2 6119
602
2-)Necip Ersoy Tarım Tic. San.A.Ş.
İşçiler Cad. No:126 İZMİR
- 33 016108 17 2 8320
251
3-)Göktepe Plastik San. Tic.Ltd.Şti.
Cumhuriyet Bulvarı No:77 İZMİR
- 33 091831 17 2 6123
154
4-)Tekin Tekstil San. Tic.A.Ş.İZMİR
-46 005197 17 2 6122
214
5-)Belde Eczanesi Can Feda Aydanlı Köyceğiz
Cad. No:20 Ula/MUĞLA
-06 014383
17 2 6129
79
Lapis A.Ş. Hediyelik Eşya Tic.
6-)Atatürk Bulvarı No:10-14 Kuşadası/AYDIN
-03 003148
17 2 8100
342
7-)Çaydibi Kasabası Harita Alım işi
Mustafa Demirtaş Taşova/AMASYA
-01 005017 17 2 6121
8-)Bakkaliye Bekir Turan ve Ort.
Keçeciler içi No:17 Sandıklı/AFYON
108
-31 002738
17 2 8260
104
9-)Taşucu Kasabası Silifke/İÇEL
-31 004056
17 2 8260
140
10-)Gümüşhaneliler Tanıştırma Derneği
Cami Sok. no:16-18 İÇEL
-13 056668
17 2 6123
89
11-)Konfeksiyon Ticaret Mehmet Balcı
Yavuz Selim Mah. Yener sok. No:14 BURSA
- 13 008122 17 2 6123
98
12-)Kavafiye Dük.İsmail Yıldırım
Kapalı Çarşı No:334 BURSA
(Çok eskiden kapandığı SSK'da Bilgisayarda kapanmıştı
kaydının olduğu tesbitli)
-04 000035
17 2 8320
76
13-)Z.Özyanar ve Mahdumları Kuyumculuk Koll.Şti.
Anafartalar Cad. 24/A ANKARA
(Bu işyerine gidildi Zeynel ünvanlı Kuyumcu dükkanında
1 kişinin çalıştığı görüldü.)
-13 043 17 2 2319
107
14-)Yıldızışık tekstil San. Tic.A.Ş.
Kestel Sanayi Bölgesi BURSA
-13 044310 17 2 6123
145
15-)Etay Giyim San.Serpil Özer
Kükürtlü Mah. Üstün Sok. İpek-İş Bul.D-15 BURSA
- 33 088863 17 2 6121
154
16-)Jozef Kohen Dış.Tic. Gıda San. Ltd.Şti.
Kemal Paşa Cad. no:61 Çamdibi/İZMİR
-33 089250 17 2 8320
17-)Ege Tem.San. Temizlik Sanayi ve Tic.Ltd.Şti.
220
15/Z-1 Kat Bornova/İZMİR
-33 080636 17 2 8320
104
18-)Genel Denizcilik Nakliyat A.Ş.
Gaziosmanpaşa Bulvarı 10/1 batı İşhanı K:2 No:205 İZMİR
- 33 063040 17 2 6118
265
19-)Nazi Gıda Mar.Tic.İhr.San.A.Ş. 2132 Sok. no:8-10 İZMİR
-33
062315 0 17 2 8320
91
20-)Tadpi Gıda San. Tic.A.Ş.
1643-147 Bayraklı K.Yaka /İZMİR
- 33 043208 17 2 6112
45
21-)STANDART CİVATA Tic.A.Ş.
Hürriyet Bulvarı No:11 Çankaya/İZMİR
-33 042847 17 2 6121
134
22-)Mehmet Ali Kardeşler Tarım Ür.San.ve Tic.
Sanayi Cad. No:29 Bornova/İZMİR
-33 041490
17 2 6123
38
23-)Erdoğan Sezer Gaziosmanpaşa Bulvarı No:56/7 İZMİR
-33 039625 17 2 6111
132
24-)BORNOVALI TARIMSAL ve SINAİ İth.İhr.A.Ş.
1600 17/3 Bayraklı K.Yaka/İZMİR
-33 037903 17 2 8320
114
25-)SUSİTAŞ A.Ş. 10039 6 Çiğli/İZMİR
-33 069393
17 2 6117
126
26-)Yaşar Uluslararası Tekstil San. Tic.A.Ş.
1643/98 Bayraklı/İZMİR
-33 032884 17 2 6119
27-)Raks Elektrik San. ve Tic.A.Ş.
159
Cumhuriyet Bulvarı 69/4 İZMİR
-33 056729 17 2 6111
521
28-)CANIMEKS Tarım Ürünleri İth.İhr.Tic.A.Ş.
Hürriyet Bulvarı No:14 İZMİR
(Bu işyerinde 296 işçinin çalıştığına ilişkin belge var)
-33 011482
17 2 8240
77
29-)KARATAŞ Musevi İbadethanesi
Mithatpaşa Cad. no:265 İZMİR
-33 007739
17 2 6123
84
30-)Hacılar Manifatura Tic.A.Ş.
Anafartalar Cad. No:134 Günhar Çıkmazı İZMİR
-33 005950 17 2 6129
335
31-)Jokey Kulübü Um.Müdürlüğü
Bila No F.Paşa Bulvarı İZMİR
-52 030657 17 2 6123
240
32-)Kılıç Müş. Taah.Tic.Ltd.Şti. ADANA
-43 014035 17 2 8260
83
33-)Manisa Fırıncılar Dernegi
1.Anafartalar Mah. 2.Sok. No:2/B MANİSA
-63 015962 17 2 6121
132
34-)Kuku Bakkaliyesi ZONGULDAK
-11 006772 17 2 6119
166
35-)Derman Eczanesi Esin Çalış
Kültür Mah. Akif Cad. No:4 Düzce-BOLU
-11 007310 17 2 6123
134
36-)Manav Ayhan Kilitçi Hal Pazarı No:19 BOLU
-04 071367 17 2 6124
248
37-)Muharrem Akbaş Isparta Halı Mağazası
Abidinpaşa Ekenler Sok. 2/A ANKARA
(Bu işyeri Tıp Fakültesi Cad. No:88/a adresine taşınmış ve
bir işçi çalışıyor buna ilişkin tutanak var)
-04 053746 17 2 0000
216
38-)Uluslararası Birleşmiş Müşavirler Şti.
Çankaya Çevre Sok. 54/12 ANKARA
(Bu adreste böyle bir işyeri yok Sigorta kayıtlarında da
rastlanmıyor. Böyle bir işyeri hiç olmamış.)
- 04 071178 17 2 6126
79
39-)Abdullah Gül Oto Yedek Parça
İskitler Cad. No:5/E ANKARA
(Böyle bir işyeri yok daha doğrusu adreste N:3 ve N:7
var 5 yok. Sigorta kayıtlarında da bulunmuyor. Adreste oto park var.)
3-) 17 nolu işkoluyla ilgili istatistiksel dökümanın İstanbul iliyle ilgili bölümü daha bir
ilginçtir. Yüzbini aşkın işkolumuz işçisinin çalıştığı kayıtlı onbinlerce işyerinin unvan ve adresleri bu
listelerde yoktur. Unvan ve adresi belli olmayan, kısaca var olmayan bu işyerlerinde yüzbini aşkın
işkolumuz işçisinin çalıştığının nasıl belli olabildiği ise, ilgililerce bugüne değin yanıtlanabilmiş
değildir.
4-) İşkolu istatistiklerinde rastlanan bir başka garip durum eğitim kurumları, eğitim
işyerleri ile ilgilidir.
2821 sayılı yasanın "Sendika üyesi olamayacaklar" başlığını taşıyan 21.maddesinin 5.fıkrası,
625 sayılı özel öğretim kurumları kanununa tabi okullarda çalışan öğretmenlerin, sendika
kuramayacaklarını ve sendikalara üye olamayacaklarını hüküm altına almıştır.
Bugün, bütün özel okul ve dershanelerdeki sigortalı işçi statüsünde çalıştırılan tüm
öğretmenler bu kapsama girmekte, dolayısıyla bu eğitim emekçilerinin sendikalı olmaları
yasaklanmaktadır.
Ne var ki Sendikalara üye olmaları yasak öğretmenlerin çalıştığı özel okul ve dershane
işyerlerinin tümü Bakanlık listelerinde dolayısıyla istatistiklerinde yer almaktadır.
Bugün Türkiye'de kendilerine memur denilen, kamu kesiminde Emekli Sandığına tabi
olarak çalışan öğretmenlerin Sendika kurmaları ve kurulmuş Sendikalara üye olmaları artık yasaldır.
Buna karşılık özel okul ve dershanelerde çalışan sigortalı işçi öğretmenlerin sendika kurmaları ve
sendikalara üye olmaları ise yasaktır. Ne var ki, Sendikalı olmaları yasak olan sayıları 40 bin
dolayındaki sigortalı işçi öğretmenler 17 nolu işkolunun işçisi olarak istatistiklerde yer almaktadır.
Örnekler:
İŞYERİ SİCİL NUMARASI ÜNVAN VE ADRESİ
-04 018259 17 2 0000
İŞÇİ SAYISI
145
1-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic.
Karanfil sok. No:45 ANKARA
-04 085018 17 2 8210
120
2-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic.
Karanfil sok. No:45 ANKARA
-04 087293 17 2 8210
290
3-)Arı Dershanesi Arı Özel Eğitim Öğretim Tic.
Balgat 100.Yıl Sitesi Yanı ANKARA
-04 094393 17 2 0000
30
4-)Ankara Koleji Özel Eğitim Hiz.Tic.A.Ş. ANKARA
-04 015086 17 2 8210
88
5-)Ankara Özel Yükseliş Koleji Salih Şan-Ali Demirel
Maltepe Ali Suavi sok. ANKARA
-33 091482 17 2 8210
137
6-)Özel İzmir Eğitim Öğretim Tic.San.A.Ş.
Çınarlı Ankara Asfaltı No:28 İZMİR
- 33 064068 17 2 8210
115
7-)Özel Çankaya Dershanesi İşletme A.Ş.
Gazi Osman Paşa Bulvarı No:49 İZMİR
-33 020959 17 2 8210
103
8-)Büyük Dershane M.Şener Özbodur
Alsancak 1432 Sok. N:2/3 İZMİR
-33 006577 17 2 8210
36
9-)Tatış eğitim Öğretim İşl.Tic.A.Ş.
M.paşa Cad. No:680 İZMİR
Sonuç olarak, işçilerin özgürce Sendika kurma anayasal hakkının özüne aykırı düşen %10
barajının on yıllık uygulaması ve bu uygulamaya dayanak yapılan Bakanlık istatistiklerinin bu yapısı,
antidemokratik oluşu, gerçek dışılığı bir yana Sendika haklarının önüne konan ikinci ve hatta üçüncü
bir baraj niteliğindedir.
Daha özlü anlatımla Bakanlık istatistiklerinin kendisi, açıklamaya çalışılan yapı ve
niteliğiyle %10 barajının dışında ve ondan ayrı olarak ayrıca bir baraj oluşturur. Yukarıda
açıkladığımız nedenlerle, 17 nolu işkolu için barajın aynı toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden
önkoşulun, işkolu işçilerinin %20'sini üye yapmaktan geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
1992 ÖREN TOPLANTISI
DİSK sendikalarının özellikle örgütlenme sorunlarının tartışılıp değerlendirildiği I.Ören
toplantısına Sendikamız da katılmıştır. 20-26/Haziran/1992 tarihleri arasında yapılan genişletilmiş
I.Ören toplantısında, başta örgütlenme konusu olmak üzere bir dizi kararlar alınmış ve yaşama
geçirilmeye çalışılmıştır. Sendikamız Genel Yönetim Kurulunun bu soruna yaklaşımı ve görüşü Ören
toplantısından sonra DİSK'e gönderilen aşağıdaki metinde açıklanmaktadır.
29.7.1992
31
DİSK GENEL BAŞKANLIĞINA
İSTANBUL
İlgi: 24.7.1992 gün 226/ÖD.006 sayılı yazınız.
21.7.1992 günlü DİSK Başkanlar kurulu toplantısına sunulan "Çalışma
Planı"na ilişkin rapor konusunda Sendikamız değerlendirilmesi aşağıya
çıkarılmıştır.
1-) Sendikamız görüşünün 30.7.1992 gününe kadar Konfederasyonumuza
iletilmesi istemini de gözönünde bulunduran Genel Yönetim Kurulumuz, söz konusu
rapor ve çalışmaları "örgütlenme" boyutuyla sınırlı tutarak tartışmış ve
değerlendirmiştir.
2-) Kaldı ki, anılan bu rapor, girişinde "yapılan tartışma ve alınan
kararların hepsinin yöneldiği amaç örgütlenme"dir, tespitine yer verilmiş ve üye
Sendikaların neredeyse tamamının bu konudaki öncülüğün DİSK tarafından
yapılması gerektiği görüşünde oldukları belirtilmiştir.
3-) Bize göre, hiç kuşku yok ki DİSK, bu alanda verilen mücadeledeki etkin
ve saygın yerini kazanmakla, işçi ve sendikal hareketin örgütleyicisi olarak
oluşturduğu kamuoyu desteğiyle bu harekete öncülük etmekle de görevlidir. Aynı
zamanda bu ,konfederal örgüt olmasının gereğidir.
Ancak bu durum, sendikaların her birinin özgün çalışma ve faaliyetini yok
saymak, ya da ayrı bir tüzel kişiliği olan "Sendika"nın yapması gereken çalışmayı
DİSK'e "yüklemek" anlamında alınmamalıdır.
Kaldı ki sendikalar kurulu bulundukları işkolunun ve bu işkolundaki
işçilerin özelliklerini dikkate almak, buna en uygun çalışmayı yapmak ve
geliştirmek durumundadırlar.
Kısaca sendikamızın bu konudaki görüşü odur ki "DİSK eylemi" ile her
bir sendikanın etkinliği birlikte, eşzamanlı ve uyumlu olmalıdır.
4-) Üzerinde durmak istediğimiz diğer bir konu sendikalarımız açısından
yaşamsal önemi olan %10 baraj meselesidir.
Öncelikle belirtmeliyiz ki Sendikamız, örgütlenme meselesinde çok yönlü
yoğun bir çalışma yürütmektedir. Sendikal mücadele ve faaliyetini bir takım
zorlukların ya da barajların ortadan kalkmasına bağlamış değildir, örgütlenme ve
dolayısıyla mücadelenin ertelenmesi anlamına gelebilecek her türlü görüş ve tutuma
kesinlikle karşıdır.
Bu bağlamda Sendikamız, bir yandan mevcut koşullarda dahi fiilen
örgütlenmenin yollarını açıcı çalışmalarını yürütürken öte yandan bütün fırsat ve
olanakları değerlendirmekte, etkinlik alanında 12 Eylül artığı antidemokratik
düzenleme ve uygulamalara karşı mücadele sürdürmektedir.
5-) Kamuoyunda yaygın olan kanıya göre, çalışma yaşamını ilgilendiren ve
sendikal hak ve özgürlüklere aykırı kimi antidemokratik düzenlemelerin kaynağı
1982 anayasasıdır. Dolayısıyla bunların düzeltilmesi, anayasa değişikliğini
gerektirir.
Diğer bir kısım antidemokratik düzenlemelerin düzeltilmesi ise yasa
değişikliğiyle olabilecek niteliktedir.
Bilindiği gibi ilgili Bakanlık dahi konuya böyle yaklaşmakta,-yasa
değişikliklerinin bir türlü meclisten çıkarılamamış olması bir yana- çalışmalarını bu
ikili duruma göre yaptığını açıklamaktadır.
Bu tespite katılmakla birlikte, bize göre yasa değişikliği konusunda öncelik
sırasını alması gereken kimi düzenlemeler vardır ki bunların düzeltilmesi ve
uluslararası asgari normları belirleyen ILO standartlarına uyumlu kılınması için,
anayasayı değiştirmek bir yana, deyim yerindeyse, anayasaya uymak
gerekmektedir. Örneğin 2822 sayılı yasanın, toplu iş sözleşmesi yapmak yönünden
işkolundaki sigortalı işçilerin %10'unun Sendika üyesi olması koşuluna bağlayan
12.maddesi böyledir. Ve bu yasa düzenlemesi, "İşçiler..........önceden izin almaksızın
sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahiptirler", biçimindeki mevcut
anayasa hükmüne dahi aykırıdır.
Çünkü öncelikle biz DİSK'çilerin geçmişte, 1970'lerde yaşadığımız ve her
yıldönümünde coşku ve onurla andığımız 15-16 Haziran direnişinin, işçi sınıfımızın,
antidemokratik-faşist nitelikteki düzenlemelere karşı o ünlü başkaldırışının başlıca
nedenini, hemen hemen benzer bir yasanın (1317) yasalaştırılan kimi maddeleri
oluşturuyordu.
Bunun, 2822'nin 12.maddesiyle olan farklılığı özde değil biçimdedir.
DİSK'in ve üyesi sendikaların "çanına ot tıkamak" biçiminde ifadesini
bulan faşist anlayışın ürünü olan 1970 düzenlemesi "işkolunda faaliyet
gösterebilmek yönünden" diyerek "1/3" barajını getiriyordu sadece. Toplu iş
sözleşmesi yapabilmek Sendikaların başta gelen belirgin faaliyetidir, bir anlamda
var olma ,kurulma nedenidir.
Nitekim onca tepkiye karşın yasalaştırılan bu düzenlemeyi Anayasa
Mahkemesi iptal etmiş ve iptal gerekçesini, Sendika kurma hakkı yönünden
bugünkü anayasayla hemen hemen aynı olan 1961 anayasasının bu yöndeki kuralına
aykırılığa dayandırmıştır.
Kısaca özetlemek gerekirse, 12 Eylül paşalarının yürürlüğe koyduğu kimi
"kanun"ların yanısıra 2822'nin 12.maddesi de iptali yönünden Anayasa
Mahkemesine götürülebilseydi çok büyük olasılıkla iptal edilecekti.
Konuyu bu denli açmamızın bir nedeni de her kesimi ve kuruluşu olduğu
yerde görmek, göstermek bu çifte standart tutumu sergilemek içindir.
Bugün ülkemizde iktidarın koalisyon kanatları dahil her örgüt, kesim ve
kuruluş, çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi ve en azından uluslararası
çalışma örgütü (ILO) standartlarına uygun hale getirilmesi görüşünde birleşmekte
ve bu yönde istekli bir tutum içinde görünmektedir. İlginçtir, ILO standartlarına
aykırılığı bir yana (ki ILO'nun Sendikal hak ve özgürlüklerin özüne aykırı böylesi
baraj ya da koşulların kaldırılması yönünde bir çok girişimi olmuştur.) 1982
Anayasasına dahi aykırı olan bu düzenlemenin yürürlükte kalması veya yasama
organına sunulan yasa değişiklik tasarılarında yer verilmemesi gibi çelişik görüş ve
tutumlara rastlanabilmektedir.
Öte yandan böylesi bir yaklaşımın "güçlü işçi sendikası yapılanması"
gerekçesi ile de savunulması mümkün değildir. Zira özünde "tek tip sendikacılık"
ya da zorunlu Sendikacılık anlayışına varan bu yaklaşım demokrasiyle bağlaşmaz,
demokratik olamaz.
Elbette ki biz sendikal mücadele boyutunda dahi sendikal hareketin
birliğini savunuyoruz. İşyerlerinde, işkollarında ulusal düzeyde
birlik ve
uluslararası dayanışma DİSK'in ilkeleridir. Ancak bu faşist rejimlere özgü zorunlu
birlik-teklik değildir. İşçi sınıfının mücadele içinde gerçekleştireceği gönüllü
birliktir. Ve işçi sınıfımız bu birliği gerçekleştirecek bilinç ve deneyim birikimine
sahiptir.
Bu konuda önerilerimiz;
Konfederasyonumuz DİSK; çalışma yaşamına ilişkin olarak "12 Eylül
Hukuku"nda yer alan ve Sendikal Hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı bütün
antidemokratik düzenlemeleri bir bütün içinde ele almalı, asgari ILO standartlarına
uygun kendi görüş ve önerilerini kamuoyuna sunmalıdır.
Bu konuda mevcut sendikal Merkezlerle işbirliğine gidilmeli, birlikte
toplantılar düzenlenmeli, durum basın ve kamuoyu önünde tartışılmalıdır. Varılan
ortak sonuçlar ve üzerinde birleşilen öneriler ilgili kuruluşlara , yasama organlarına
ve ulusal ve uluslararası platformlara taşınmalıdır.
Kaldırılması ya da değiştirilmesi bütün kesimlerce kabul gören,
antidemokratik ve ILO standartlarına ve sendikal hak ve özgürlüklere aykırı bütün
uygulama ve var olan düzenlemelere karşı bu kesimlerin açık ve net tutum almaları
yönünde çaba harcanmalıdır.(Bu arada, şayet DİSK %10 barajı konusunda
yukarıda belirttiğimiz düşünce ve görüşlerimize katılıyorsa meseleye sahip çıkmalı
konuyu tartışmaya açmalıdır.)
Son olarak, sendikamızın yürüttüğü çalışmaları çok kısa olarak
konfederasyonumuza iletmek isteriz.
12 Eylül kalıntılarının tasfiyesine yönelik sosyal ve hukuksal
çalışmalarımızın yanısıra, fiili örgütlenmeye hazırlık anlamında Türkiye genelindeki
17 nolu işkoluna giren bütün işyerleri ve bu işyerlerinde çalışan sigortalı işçi sayısını
belirtir listeler il-il çıkarılmış, bu işyerleri büyüklüklerine göre ayrılıp çalışanların
durumları (Sendikalı olup olmadıkları)belirlenmiş, bir program içinde bu işçilerle
ilişki kurulabilecek duruma gelinmiştir. Böylece 350 bin dolayındaki sigortalı işçinin
102 bin işyerine dağıldığı ve sendikalılaşma oranı %20 olan işkolumuzun
örgütlenme çalışmalarına büyük ölçüde yardımcı olacak veriler elde edilmiştir.
Bu arada Sendikamız, Sendikal mücadelenin önüne konan engelleri aşmak
ve özellikle yukarıda değinilen %10 barajı-koşulunu-delmek konusunda da bir
çalışma içindedir.
Bilgilerinize sunulur.
I.ÖRGÜTLENME SEMİNERİ
Tüzel kişiliğimizin yeniden kazanılmasından bugüne gelinceye değin, Sendikamız
çalışmalarında birinci gündem maddesini oluşturan, bugün de başta olan örgütlenme sorununu,
SOSYAL-İŞ'e gönül vermiş temsilci ve üyelerimizle tartışmak, değerlendirmek ve yapılabilecekleri
belirlemek amacıyla Ankara'da(26-27 Eylül 1992) günü düzenlenen genişletilmiş örgüt toplantısı ya
da örgütlenme seminerinin geçtiğimiz dönem çalışmalarında ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Bu toplantıda konu bütün boyutlarıyla ele alınmış, tartışılmış, temsilcilerimizin bölgeleriyle
ilgili raporları değerlendirilerek, örgütlenme konusunda Türkiye genelinde bir senteze ulaşılmaya
çalışılmıştır.
Toplantının sonunda, var olan örgüt birim ve kadrolarımız, her ne pahasına olursa olsun
örgütlemenin gerekliliğine ya da daha yerinde bir ifadeyle %10 barajını aşmak için üye yazılımına
başlamak ve bunu mümkün olabilecek en kısa sürede sonuçlandırmak yönünde oluşan sendikamız
görüşünü onaylıyordu.
Bütüne yakını yenilenmiş seçimli delegelerden oluşan bu Genel Kurul; Genel Yönetim
Kurulumuzun aldığı ve sorumluluğunu üstlendiği bu tarihi kararı tartışabilir, eleştirebilir. Bu
değerlendirmeyi yapmalıdır. Zira,
Genel Yönetim Kurulumuz ve temsilcilerimiz çok güç olanı, inanılmaz olanı başarmak
yolundaki bu adımı atarken, bir anlamda sendikal mücadele anlayışını ortaya koymuş oluyordu.
Bu anlayış mücadelenin "her hal ve şartta" sürdürülmesi, verilmesi zorunluluğudur. Bu görev
ve zorunluluk SOSYAL-İŞ sendikası için daha da yakıcıdır. Zira kurulu bulunduğumuz işkolunda
çalışan işçilerin ancak 1/4'ü sendikalıdır,örgütlüdür. Geri kalan 3/4'ü örgütlemek, ekonomikdemokratik mücadeleye katmak gibi onurlu bir görev önümüzde durmaktadır. 1984 yılından bu yana
geçen 10 yıllık sürede bu alanda tek olmasına, tek kalmalarına karşın TÜRK-İŞ üyesi iki sendikanın
böylesi bir görev ve sorumluluğu olmamıştır. Bugünde yoktur. Tam tersi, bu iki sendika burada
açıklamayı yersiz bulduğumuz, herkesin bilebileceği nedenlerle böylesi bir onurlu görev ve uğraşın
içinde olamazlar, bu yaklaşımı
gösteremezler. Nitekim geçen 10 yıllık dönemde de
göstermemişlerdir.
Öte yandan Sendikamız SOSYAL-İŞ için %10 barajını aşmak, önüne konan engellere
teslimiyetçi bir yaklaşımla boyun eğmemek, bir anlamda bu engelleri yıkmak demekti. Zira bu
barajların, engellerin aşılması, onları fiilen ortadan kaldıracak ,işlevsiz kılacaktı.
Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, SOSYAL-İŞ başından beri bu konuyla ilgili
mücadelesini, sendikal hak ve özgürlüklerin önüne konmuş tüm antidemokratik düzenlemelere karşı
verdiği mücadele ekseninde yürüttü. Bu anlayıştan bir an olsun uzaklaşmadı. Kısaca bugün %10 barajı
aşılmış olmasına karşın, SOSYAL-İŞ, çalışma yaşamıyla ilgili tüm antidemokratik düzenleme ve
uygulamalara bu bağlamda en baştan %10 barajının kaldırılmasına yönelik mücadelesine devam
etmektedir.
Ayrıca bu örgüt toplantısına Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Kocaeli,
Kayseri, İstanbul, İzmir, Samsun, Zonguldak illerinden katılan Sosyal-İş üye ve temsilcileri SOSYALİŞ Şubelerinin oluşumuna ilişkin düşüncelerini açıkladılar. Böylece Genel Yönetim Kurulunun,
sendikanın yeniden yapılanmasıyla ilgili aldığı önemli kararın oluşumuna katkıları oldu. Bu karar
şuydu.
İşin daha başında, ilk aşamada, Sendikamız şubeleri kurulmamalı, üye potansiyeli yönünden
gerekli görülen illerde Anatüzüğün, "Genel Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri" başlığını taşıyan
17. madde (u) fıkrasına uygun il temsilcilikleri açılmalıydı.
Örgütlenme sürecinde, bölgelerindeki üye potansiyelini kucaklayan ya da üye yoğunluğu
yönünden belli bir düzeye gelen il temsilciliklerinin Şube oluşumları bu aşamada sağlanabilirdi.
Kısaca örgüt toplantısına
gerçekleştirilmesi görüşünde birleşti.
katılan
tüm
temsilciler,
Şube
Kuruluşlarının
üyelerle
Bu görüş ve kararın ne denli isabetli olduğunu yaşayarak gördük.
Bunu daha iyi görebilmek için başa dönüp çalışmaları izlememiz gerekiyor.
İL TEMSİLCİLİKLERİ
1992 yılı yaz aylarından başlayarak bu yılın sonuna kadar olan sürede dokuz ilde
temsilciliklerimiz kurulmuş, il temsilciliklerimizin çalışma ve etkinlik alanları-bölgeleri- belirlenmiş
ve bu temsilciliklerimiz, donanımlı bürolarıyla, olanaklar ölçüsünde istihdam edilen kadrolarıyla
sendikal çalışmaları bölgelerinde yürütecek konuma getirilmeye çalışılmıştır.
DİSK (DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU) SORUYOR
Sendikamızın da çabalarıyla 28 Kasım 1992 günü Ankara'da DİSK'in düzenlediği ve
"Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü Var Mıdır? " konulu Sempozyumun iş ve sendika
çerçevelerinde yankısı oldu. Genel Başkanımızın bu toplantıda sunduğu tebliğ daha sonra sendikamız
tarafından eğitim yayınlarımızın ilki olarak yayınlandı ve büyük ilgi gördü. Sendikamız görüş ve
tutumunu açıklayıcı bu tebliği çalışma raporumuzun sonunda aynen bir kez daha yayınlıyoruz.
SOSYAL-İŞ İLK TOPLU SÖZLEŞMESİNİ İMZALIYOR
Sendikamız bu yoğun çalışmasının yanısıra 1992 yılı son aylarında bir inanılmazı daha
gerçekleştirdi. Ankara-Çankaya Belediyesine ait BELDE-A.Ş. (Çankaya Belediyesi Gıda Sanayi ve
Ticaret A.Ş.) işyerinde Borçlar Yasasının 316-317 maddeleri uyarınca Kollektif İş Sözleşmesi, diğer
bir ifadeyle Toplu Sözleşme bağıtladı.
Bu sözleşmenin imzalandığı gün Sendikamız Genel Başkan'ının yaptığı konuşma, konuyu
açıklayıcı ve açıcı nitelikte olduğundan aynen alıyoruz.
BİR İLK SÖZ:
"SÖYLEYECEKLERİMİZİN VE YAPACAKLARIMIZIN BAŞLANGICIDIR."
12 Eylül 1980 darbesinin ülkemizin yaşamında yaptığı yıkım, bugün
dünden daha net ve açık olarak görülüyor. Bu yıkım alanlarının çok önemli
bir kısmı da çalışma hayatımıza ilişkin olarak temel insan haklarından olan
sendikal hak ve özgürlükler alanıdır. Yalnızca "insan" olmaktan gelen temel
haklara ilişkin her olumsuzluk, aslında "insan"a yapılan bir saldırıdan başka
bir anlam taşımıyor.
DİSK' e bağlı sendikalara, 12 Eylül'le başlayan tüm saldırı, eziyet,
işkence ve yasaklamaların da anlamı buydu.
Bugün, bu bağlamda, 12 Eylül sonrası getirilen yasal düzenlemelerle
ülkemizde SENDİKA KURMA HAKKI yoktur.
Bu sav, ilk bakışta çarpıcı ve "canım nasıl yok, bunca sendika var
ya..." karşı çıkışını akla getirebilir. Ancak, sendikaların varlığına ve yeni
sendika kurulabileceğine, bunu engelleyen hiçbir yasal düzenleme olmadığına
bakarak, ülkemizde işçilerin sendika kurma hakkına sahip olduklarını
düşünmek, bir yanılsamadır.
Şöyle ki;
12 Eylül Generallerince çıkartılan 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi
Grev ve Lokavt Yasası'nın 12.madesi ile bir sendikanın toplu-iş sözleşmesi
yapabilmesi için "kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde
onunun" üye bulunması zorunluluğu getirildi. Ne hikmetse Tarım,
Ormancılık, avcılık ve Balıkçılık işkolu hariç tutuldu. 12 Eylül Generalleri ve
işverenler, işçileri çok sevdiklerini ve işçi sendikalarının güçlü olmasını
istediklerini, bu düzenlemeyi de güçlü işçi sendikaları yaratmak için
yaptıklarını ifade ve ilan buyurdular. Gülmeyin, ciddi ciddi böyle söylediler.
Bugün de bu gerekçeyi söyleyebilen anlı şanlı bilim adamları, sendikacılar,
politikacılar gibi "karga güldürücüler" var. Oysa bu düzenleme, sendika
kurma hakkını özünden yok etmek, silah zoruyla faaliyetten alıkonulan DİSK
ve bağlı sendikaların üyelerini yine zorla, TÜRK-İŞ sendikalarına üye
yaptıktan sonra oluşan yapıyı "ilelebet" korumak niyet ve azmi ile yapıldı.
Herkes gibi onlar da biliyorlardı ki; bir sendikanın 10,20,50 hatta
onbinlerce üye ile kurulması, şayet kurulan sendikaya temel işlevi, faaliyeti
olan toplu-iş sözleşmesi yapma hakkı verilmezse, biçimsel olarak kalır.
Örneğin 200.000 işçinin çalıştığı bir işkolunda 19.900 işçi bir spor sahasında
toplanıp sendika kursa, bu işçiler kendileri için bile, yüzde on barajını
aşmadıklarından toplu-iş sözleşmesi yapamayacakları bir sendika kurmuş
olurlar ki, faaliyetlerinin temeli yasaklandığından, sendika kurma hakları
gerçek değil, biçimsel olur.
Kaldı ki, gerçek yaşamda bu abartılı örnekteki gibi sendika
kurulmaz, kurulamaz. Sendikaların kuruluşunda faaliyeti için sınırlama
koymak, hakkı baştan yok eder. Sendika faaliyet göstererek toplu-iş
sözleşmesi yaparak kendini kabul ettirecek, yüzde onları, yüzde doksanları
böyle kazanacaktır. Aksi ,kurumazsın demenin dolambaçlı ifadesidir.;
çoğulcu, demokratik yapıya da, işçilerin özgürce sendika seçme hakkına da
gem vurmak demektir. Bu ise faşist rejimlere, totaliter rejimlere özgü bir
düzenlemedir.
Bu düzenlemeyi 12 Eylülcüler keşfetmedi. Ülkemizde 12 Eylül'den
önce, 1970'lerde de bu düzenleme getirilmek istendi.
29.7.1970 gün ve 1317 sayılı yasa ile, o gün 274 sayılı Sendikalar
Yasası'nda yapılan değişiklikle bugün yürürlükte olan 2822 sayılı yasanın
12.maddesi aynıdır. Türkiye işçi sınıfı 15-16 Haziran 1970 karşı koyuşu ile o
gün bunu engelledi. 12 Eylülcüler, karşı hareketi gerçekleştirdi.
274 sayılı yasada 1317 ile yapılan değişiklik şöyleydi: "Bir işçi
sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu bulunduğu
işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü temsil etmeleri gerekir"
Görüldüğü gibi, bu düzenlemede de sendika kurma serbestti.
Kurulabilirlerdi ancak 1/3'ü buluncaya kadar faaliyet yapamazlardı, toplu
sözleşme yapamazlardı. Şimdiki %10'u bulmayanların kurulabileceği ama
toplu sözleşme yapamayacakları gibi...
274 sayılı yasada yapılan bu değişiklik, Türkiye İşçi Partisi'nin
başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nce 8-9 Şubat 1972 gün, E.1970/48,
K.1972/3 sayılı kararla iptal edildi.
Anayasa Mahkemesi'nin ayrıntılı iptal gerekçesinin bir bölümünde,
sendika kurma hakkı açışından önem taşıyan şu görüşler yer almaktadır:
"............9.maddenin 2 sayılı bendinin (a) fıkrası kuralı ilk bakışta
sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının Türkiye
çapında görev yapabilmesi için konulmuş bir kuraldır. Bu kurala göre, belli
işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü üye olarak kendisinde toplamış
bulunmayan bir işkolu işçi sendikasının Türkiye çapında çalışmalar yapabilmesi
yasaklanmıştır. Demek ki, yazılışı bakımından yorum yapılacak olursa, kuralın
sendikaların kuruluşunu değil, yalnızca çalışma alanlarını sınırlandırmakta
olduğu görülmektedir. Ancak, her kuruluşun ereği, o kuruluşun gelişmesi ve
çalışması olduğundan, işçi sendikasının çalışma alanı için konulan bu
sınırlandırma, ister istemez onun kuruluşunu da etkilemektedir; gerçekten
çalışma alanı kuruluşundan önce sınırlandırılmış bulunan bir işkolu işçi
sendikası, daha kurulurken gelişemez durumda ortaya çıkmış bir sendika
niteliğindedir ve çalışması belli alanla sınırlı bulunan işkolu sendikasının
genişlemesi olanağı yoktur. Çünkü onun çalışmaları belli alan içinde sıkışıp
kalacaktır ve daha başka alanlarda sendika çalışmaları yaparak yeni yeni üyeler
kazanması ve......etkili bulunan bir sendika durumuna gelmesi düşünülemez.
Demek ki işkolu işçi sendikalarının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma,
sonuçta onların kuruluşunu iyice etkilemekte ve onları ölü doğmuş duruma
sokmaktadır...." denilmektedir.
Gerçekten de sözü edilen "Çalışma alanı" "faaliyet" ibarelerinin
yerine "toplu-iş sözleşmesi yapma"ibaresi konularak okunacak olursa, durum
daha da açıklık kazanacaktır.
"Başka deyişle, bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı
işçilerin 1/3'ünü üye yazamayacağından, ancak kurulduktan sonraki
çalışmaları ile kendisini beğendirip üye sayısını artırabileceğinden, Türkiye
çapında çalışma olanağı sağlanmayan sendika, yasanın aradığı 1/3 sigortalı
işçi sayısı üye yazma koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma
konusu koşul yüzünden, Türkiye çapında çalışan sendikalar kurulması
önlenmiş olacaktır." diyen iptal gerekçesi, generallerin çıkardığı 2822 sayılı
yasanın Anayasa Mahkemesi'ne götürülme olanağı olsaydı, kuşkusuz şöyle
çıkacaktı: "........ bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı işçilerin
%10'unu üye yazamayacağından.......toplu-iş sözleşmesi yapma olanağı
sağlanmayan sendika, yasanın aradığı %10 sigortalı işçi sayısını üye yazma
koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden
Türkiye çapında çalışan sendikaların kurulması önlenmiş olacaktır."
Bu açıdan, 1961 Anayasası ile 1982 Anayasasının işçilerin sendika
kurma hakkına ilişkin olarak, düzenlemeleri arasında bir fark yoktur. 2822
sayılı yasanın 12.maddesinin bu düzenlemesi 1982 Anayasasına da aykırıdır
ve sendika kurma hakkının özünü zedelemekte, yok etmektedir.
Yeniden faaliyete başlayan DİSK ve bağlı sendikalar, bu düzenleme
ile karşı karşıyalar. Biz temel insan haklarından olan sendika kurma hakkını
yok eden antidemokratik bu düzenlemenin kalkması, işlevsizleşmesi için
mücadeleye kararlıyız.
Bağıtlanan bu sözleşme; bu alanda Sendikamız tarafından
alçakgönüllü, üyemiz işçiler açısından çok büyük, işveren için ise, emeğin
hakkına saygılı ve demokratikleşmeye katkı sağlayıcı bir ilk adımın öyküsü ve
ürünüdür.
Sosyal-İş geçmişte de ülkemizde toplu iş sözleşmesi düzeninde ikili
bir yapının varlığını biliyordu. "Diğer hukuk sistemlerinde rastlanmayan bir
şekilde bizde, hukuki mahiyeti ve esasları bakımından iki çeşit toplu iş
sözleşmesi aynı anda yürürlükte bulunmaktadır." Birincisi, Toplu-İş
Sözleşmesi Yasası uyarınca yapılan ve diğeri de Borçlar Kanunu'nun 316. ve
317.maddeleri uyarınca yapılabilecek olan "umumi mukavele"dir, toplu
sözleşmedir.
Borçlar Yasası uyarınca yapılacak olan toplu sözleşme, Toplu İş
Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası'na tabi olmayan, onun yapılma koşullarını
taşımayan, dolayısıyla da ne yüzde on koşulunu gerektiren, ne de yasanın
düzenlediği yasal grev hakkını içeren bir oluşum özelliği taşımaktadır.
Öyleyse biz, Borçlar Yasası'nın bu maddelerini işletme yolu ile
Sosyal-İş'i tercih eden işçiler için toplu sözleşme bağıtlayabilirdik. Bu yol,
yasal grev hakkını içermediğinden, işverenin, sözleşmeye gelmemesi veya
anlaşma sağlanamaması durumlarında "yasal grev" yaptırımı olmadığından,
2822'ye göre yapılacak toplu-iş sözleşmesi eyleminden daha geride bir yapı idi.
Ama biz, Borçlar Kanunu'na göre yapacağımız toplu sözleşmeyi ve
düzenini, 2822'nin yerine koymaksızın, işçinin bilincine ve mücadele azmine,
sendika seçme özgürlüğü konusundaki kararlılığına güvenerek, sendika
kurma hakkını ortadan kaldıran 2822'nin 12.maddesinin %10 koşuluna karşı,
onun yanlışlığı ve antidemokratikliğinin daha da açığa çıkartılması ve işlevsiz
kılınması için bu alanı da işletmeliydik. Bu yolla çorbaya bir tutam tuz
atabilirdik. Kısıtlı da olsa alternatif üretilmesine katkımızı sağlardık diye
düşünüp, Sendikamız bu alandaki çalışmalarını geliştirdiği sırada, Ankara'da
kurulu Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. (Belde A.Ş.)'ne ait işyerlerinde çalışan 150
işçi Sendikamıza üye olmak istediklerini ilettiler.
İşyeri büyük payı Çankaya Belediyesi'ne ait, Tanzim Satış
Mağazaları idi. İşçilerle bir toplantı yaptık. Toplantıda bir konuşma yaparak
tüm yukarıdaki konuları en açık biçimiyle anlatmaya çalıştım. Ve dedim ki;
"tercihiniz Sosyal-İş olursa, yalnızca toplu sözleşmeyi istediğiniz sendika çatısı
altında yapmış olmayacaksınız, sendika kurma hakkına getirilen yasağa karşı
mücadele etmiş olacaksınız."
İşçi arkadaşlar, bu durumu değerlendirmeye ihtiyaçları olduğunu,
kendi aralarında toplanıp kararlarını bildireceklerini söyleyerek ayrıldılar.
İşçiler daha sonra kararlarını bildirdiler: "Bu mücadelede varız.
Sendikamız Sosyal-İş'tir" dediler. Üyelik işlemleri tamamlandı. İşçilerle
birlikte sözleşme taslağı hazırlandı. Taslak işverene verildi. Görüşmeler
yapıldı ve bu sözleşme işçilerin kararı ile imzalandı.
Burada belirtilmesi gereken bir önemli nokta var: Borçlar Yasası'na
göre sözleşme yapma istemimiz ve bunun
gerekleri konusunda
görüştüğümüz, şirketin büyük payının sahibi Çankaya Belediyesi'nin Başkanı
Sayın Doğan Taşdelen, işçinin sendika seçme özgürlüğü ve antidemokratik
baraj düzenlemesi konusundaki mücadelede kendisini de görevli gördüğünü
söyledi. Demokrat kişiliğini ve emekten yana bilincini yakından tanıdığım
Sayın Doğan Taşdelen'e teşekkür etmeyi kendim için bir borç bilirim.
Sözleşmenin bağıtlanmasında emeği geçenlerin tümüne, Şirket
Yönetim Kurulu'na ve Şirket Yöneticilerine teşekkür ediyorum.
Bu sözleşmeyi gerçekleştiren işçi arkadaşlarımı kutluyor ve onların
Sendikasının bir yöneticisi olmaktan onur duyuyorum.
Bu sözleşmenin önemi, ücretlerin net % 100 artırılışından,
işgüvencesinin tam olarak sağlanmış ve yargı denetimine kavuşturulmuş
olmasından, yönetime katılım adımlarının atılmasından daha ötededir.
Bu başlangıç işçi sınıfının sendika kurma ve sendika seçme
özgürlüğü mücadelesinde söylenmiş bir ilk sözdür. Söyleyeceklerimizin ve
yapacaklarımızın başlangıcıdır.
VE DİĞERLERİ
Bugün sendikamızın Borçlar Yasasına göre bağıtladığı sözleşme sayısı onları bulmuş, hatta
yukarıda nasıl yapılmış olduğunu açıklamaya çalıştığımız BELDE-A.Ş. işyerinde 2.dönem sözleşme
imzalanmıştır.
Konuyu geçerken belirtmek isteriz ki; SOSYAL-İŞ başından beri Borçlar Yasasına göre
yapılacak toplu sözleşme düzenini savunmadı, bunun peşinde olmadı. Grev silahından yoksun toplu-iş
sözleşme sistemini diğerinden öne alması başa koyması düşünülemezdi.
Ne var ki, böylesi bir olanağı kullanarak % 10 barajını delmek ve baraj konusunu sürekli
gündemde tutmak bu yönde verilen mücadelelerin bir parçası olmalıydı. Öyle de oldu.
Sendikamızın bu yolla yaptığı ilk uygulama, DİSK üyesi birçok kardeş sendika için örnek
oluşturdu. Böylece pek çok sözleşme bağıtlandı.
Bugün %10 barajını aşan Sendikamız, bu yolla gerçekleştirdiği bütün sözleşmelerini 2822
sayılı yasaya göre yeniden gözden geçirmek ve yenilemek yönünde bu yasaya uygun girişimde
bulunmuş ve bulunmaktadır.
Bu konuda söylenecek bir söz daha var. Sosyal-İş'in bağıtladığı her sözleşme, % 10 barajı
aşılmaksızın her hangi bir sözleşmenin bağıtlanamayacağı iddiasıyla yalan söylediğimizi, işçiyi
kandırdığımızı ileri süren, bu yöndeki bildirileriyle SOSYAL-İŞ' i karalamaya çalışan bilgisiz kimi
sendika "Başkan" ve yöneticilerinin niteliklerini ortaya çıkarmıştır. Sosyal-İş'in bağıtladığı her
sözleşme suratlarında patlayan şamar olmuştur.
Sendikal özgürlükleri kısıtlayıcı yasa düzenlemelerinin en başında yer alan barajlar
konusunu her platform ve ortamda ısrarla gündeme getirmemizin, tartışma konusu yapmamızın diğer
bir nedeni de sıkça vurguladığımız üzere böylesi barajların halen yürürlükteki 1982 Anayasasına dahi
aykırı oluşundan ileri gelmektedir.
Sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki antidemokratik düzenleme ve kısıtlamaları
kaldırmak için anayasa değişikliği yapmak gerektiğini, zira bu yasakların çoğunun anayasadan
kaynaklandığını ileri sürenler samimi ve inandırıcı değillerdir. Daha açık bir söyleyişle barajları
özellikle de %10 işkolu barajını kaldırmak için anayasa değişikliğine gitmek şöyle dursun, 1982
anayasasına uygun davranmak yeterlidir ve bu antidemokratik yasa düzenlemesini kaldırmak mevcut
anayasa gereğidir.
Konunun paşa tasarruflarıyla (1982 anayasasının ünlü geçici 15.maddesi) Anayasa
Mahkemesine götürülemiyor olması, düzenlemenin anayasaya uygun olduğu ya da anayasaya aykırı
olmadığı sonucu doğurmaz
Nitekim sendikamız SOSYAL-İŞ iç hukuk yollarını tüketerek bu konuyu Avrupa İnsan
Hakları Komisyonuna dahi götürmüş bulunmaktadır.
Sendikamız tüzel kişiliği ve Ankara Şubemiz üyesi Ayfer KODAŞ'ın başvurucu oldukları,
bu dava komisyonun gündeminde görüşülmektedir.
Bütün bu nedenlerle ve ILO (UÇÖ) nun çalışma yaşamını düzenleyen asgari normaları,
sözleşmeleri ortada iken hala daha açık ve net tutum almayan, alamayan hatta temel insan haklarından
sayılan sendikal hak ve özgürlükleri birilerinin istemine uygun olarak kapalı kapılar ardında pazarlık
konusu yapabilen, daha sonra ILO toplantılarında sorgulandıklarında " Sosyal tarafların bu konuda
mutabakatı var" diyebilen çevreler hiç kimseyi kandıramazlar, inandırıcı olamazlar.
SENDİKAMIZIN 2821 ve 2822 SAYILI YASALARA YÖNELTTİĞİ
ELEŞTİRİLER ve ÖNERİLERİ
1993 yılı ortalarında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın "Mevcut
Anayasa çerçevesinde 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişiklikler"
konusundaki Sendikamız görüşünün DİSK kanalıyla bizden istenmesi üzerine
yapılan çalışma aşağıya çıkarılmıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, "Mevcut Anayasa çerçevesinde
2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklere" esas olmak üzere görüş
sormaktadır.
Görüşümüz bu çerçeve ile sınırlı olarak belirtilmektedir.
Öncelikle, çalışanların sendikalaşması konusunda şu noktanın altını
çizmek gerekmektedir. Bu alanda sendikamızın temel görüşü de budur.
87, 98 ve 151 sayılı UÇÖ (ILO) sözleşmeleri uyarınca, çalışanları, "işçimemur" diye ayırarak, YASA ZORU ile ayrı sendikalarda örgütlenmelerini
dayatmak olanağı yoktur. Böyle bir yasal zorlama bu sözleşmelere özellikle de 87
sayılı sözleşmenin 2. ve 11. maddelerine açıkça aykırıdır.
Tüm çalışanlar, diledikleri sendikalara, işçilerle birlikte üye olabilmeli
veya istiyorlarsa ayrı sendikalarda örgütlenebilmelidir. Kimi çalışanların toplu-iş
sözleşmesi yapmada tabi olacakları işleyiş ve kuralların farklı olabileceği düşüncesi
bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Nitekim bugün işçiler için de bu tür farklılıklar
vardır. Bu yapılanmayı engelleyici 1982 Anayasasında bile bir hüküm mevcut
değildir.
Bu nedenlerle, tüm çalışanlar için tek bir "ÇERÇEVE" sendikalar yasası
temel istemimizdir.
Bu temel istemimiz esas olmakla birlikte, UÇÖ sözleşmeleri ve Anayasa
çerçevesinde mevcut 2821 ve 2822 sayılı yasalara ilişkin olarak görüşlerimiz
şöyledir.
2821 Sayılı Yasa ile ilgili olarak;
1- 1 ve 2. maddeler yukarıda belirtilen temel istemimize uygun olarak
değiştirilmelidir.
2- Sendikaların kuruluş ve işleyişine ilişkin olarak 87 sayılı sözleşmenin 3.
maddesine aykırı olan tüm düzenlemeler kaldırılmalı, kuruluş, üyelik, seçme ve
seçilme sendikaların kendi organlarının özgür düzenlemelerine bırakılmalı,
bunların "demokratik"liğinin denetiminde yargı yolu açık olmalıdır.
Bu nedenle, 2821 sayılı yasanın, örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan ve
koşullara bağlayan 3. madde ve 20. madde arasındaki tüm düzenlemeler
kaldırılmalı ya da özellikle 87 sayılı UÇÖ sözleşmesine uygun olarak yeniden
düzenlenmelidir.
3- 21. maddede belirtilen sendika üyesi olamayacaklara ilişkin yasaklar
kaldırılmalıdır.
4- Sendikaya üyelik ve ayrılmaların noterden yapılma zorunluluğu
kaldırılmalıdır.(2821 madde 22)
5- Üyelik aidatı, sendikaların Genel Kurullarında ve üyenin özgür
iradesiyle tüzükte belirlenecek bir husustur. Bu konuda herhangi bir sınırlama
getirilemez.(2821 Madde 23)
6- Bağlı bulundukları, kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık,
emeklilik veya malüllük aylığı veya toptan ödeme alarak işten ayrılan işçinin
sendikasındaki
üyelik ve görevinin sona ermesi kabul edilemez,
kaldırılmalıdır.(2821 Madde 25 son fıkra)
7- Sendikaların federasyon ve konfederasyon gibi üst kuruluş kurma ve
bunlara serbestçe üye olabilmeleri ile uluslararası kuruluşlara üyeliklerini
düzenleyen 2821 sayılı yasanın 26.27.28. maddeleri gözden geçirilmelidir.
Öte yandan birden fazla Sendikaya üyeliği yasaklayan Anayasa kuralı,
yasada sonraki üyeliğin geçersiz sayılacağı şeklinde düzenlenmiştir. Oysa bunun
tam tersi olmak gerekir.
8- Yukarıda belirtilen ve özellikle sendikaların kuruluşu ile sendika
üyeliğine ilişkin sınırlamaların kaldırılmasına yönelik düzenlemelerin yanısıra,
sendikaların bağımsızlıklarının korunması ve etkinlik alanlarının artırılıp,
genişletilmesi yönünden de 2821 sayılı Yasada değişiklik yapılması zorunludur.
Her ne kadar bu konularda anayasanın 51.52.53 ve 54.maddeleri önemli ve
sendikal hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan kısıtlamalar getiriyorsa da, kanun
koyucu bununla yetinmemiş, bu sınırlamaları olabildiğince genişletip,
detaylandırmıştır.
Örneğin 1982 Anayasası sadece sendikal kuruluşlara siyasi faaliyette
bulunma yasağı! getirirken bu yasak, 2821 sayılı yasada Sendika veya
Konfederasyon yöneticilerinin siyasi parti yönetim organlarında görev
alamayacakları ve Milletvekili seçilmeleri halinde sendikadaki görevlerinin sona
ereceği biçiminde genişletilmiştir.
Ayrıca Sendikaların siyasi amaç güdememesi, siyasi partilerden destek
görmemesi ve onlara destek olamaması biçimindeki anayasa kuralının, kapsamı,
yasada, "Siyasi partilerle ilişki kuramama ve işbirliği yapamama"nın yanısıra
"bunlarla hiçbir konuda hiç bir şekilde müşterek hareket edememe"ye değin
vardırılmıştır.(2821 madde 37)
9- Sendikaları bütünüyle "siyasetten" soyutlayıp, öte yandan onları
idarenin vesayeti altına sokmak, onlar üzerinde çok geniş idari ve mali denetim
mekanizmaları kurmak, sendikaları giderek bir devlet kurumuna dönüştürür.
Bunun sakıncaları açıktır.
Demokratik-sivil toplumun en önde gelen unsurları olan sendikalar bu
baskılardan arındırılmalıdır.
Ayrıca her ne şekilde olursa olsun kapanan ya da infisah eden bir
sendikanın veya konfederasyonun para ve mal varlığının sendikal bir kuruluş
dışında herhangi bir kuruma maledilmesi kesinlikle düşünülemez.
2821 sayılı yasanın 40. ve sonra gelen madde hükümleri bu anlayışla
gözden geçirilmeli, sendikaların bağımsızlığına gölge düşürücü düzenlemeler
ayıklanmalıdır.
10- Yasanın yaptırımları kapsayan II. bölümü, sendikal kuruluşlara ve
onların yöneticilerine çok ağır yaptırım ve cezalar öngörürken, yasada belirtilen
edimlerini ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverenlere karşı son derece
hoşgörülü bir yaklaşımla düzenlenmiştir.
Örneğin, sendika ve konfederasyon yöneticilerinin görevleri sırasında
işledikleri suçlardan dolayı-hatta Türk Ceza Kanununun bugün yürürlükten
kalkmış maddelerine uyan suçlardan dolayı- mahkum olmaları halinde, yöneticisi
bulundukları sendika dahi kapatılabilmektedir. Bu durum "suçun şahsiliği" ilkesine
dahi aykırıdır.
Oysa, örneğin, sendikadaki yöneticilik görevinin sona ermesi dolayısıyla
yeniden işe alınmasını işverenden talep eden bir işçinin bu isteminin yerine
getirilmemesi halinde işverenin çarptırılacağı ceza on bin liradan otuz bin liraya
kadar "ağır para cezası" dır.
Bu ise bu durumdaki işçilerin yeniden işe alınmaması ile eşanlamlıdır ve bu
konudaki işçiler açısından son derece önemli yasa kuralı işlemeyecek demektir.(2821
mad. 29 ve 59)
Bu durum tersine bir yaklaşımla düzeltilmelidir.
11- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın, Çalışma yaşamına ilişkin
olarak istatistiki bilgileri derleyip yayınlaması yararlı olmakla birlikte bu verilerin,
sendikalar için yaşamsal olan toplu-iş sözleşmesi yapabilmek durumuyla
ilgilendirilmesi son derece yanlış ve sakıncalıdır. Nitekim böyle olduğu içindir ki,
bugün Bakanlıkça yayınlanan veri ve istatistikler gerçeği yansıtmaktan kesinlikle
uzaktır.(2821 mad.60)
12- 2821 sayılı yasayla ilgili ve son olarak geçici maddelere de değinmek
gerekir.
Yasanın, "üyeliğin yeniden düzenlenmesi" başlığını taşıyan geçici 2. madde
hükmü, bilindiği gibi, DİSK üyesi sendikalarımıza, Bakanlıkça uygulanmamaktadır.
Oysa yasanın yürürlüğe girdiği tarihte faaliyetleri durdurulmuş -askıda- olan
sendikalarımıza geçici 1. madde hükmü uygulanmıştır. Geçici 2. maddenin de
uygulanması gerekir. Kaldı ki yasaya 25.5.1988 gün ve 3449 sayılı yasayla eklenen
geçici 7. madde karşısında bu yönde bir uygulama bize göre yasal dayanağını da
bulmuştur.
Yine çok iyi bilineceği üzere, Çalışma Bakanlığı'nın istemi üzerine görüş
veren Danıştay bu yönde bir boşluğun bulunduğu görüşündedir. Konunun yargıya
götürülmeden yeni düzenlemeyle çözülmesi ve açıklığa kavuşturulması uygun
olacaktır.
Ancak başta vurguladığımız gibi bu konuda sendikamız görüşü, bütün bu
koşul ve sınırlamalara gerek olmaksızın konunun temelden çözümlenmesi
yönündedir.
2822 sayılı yasa ile ilgili olarak;
Toplu-iş sözleşmesi yapılmasına ilişkin olarak temel yaklaşımımız şöyledir.
Toplu sözleşmenin yapılması prosedüründe Devlet ve kurumları tümü ile
devre dışı bırakılmalı, sorun sendika ile işverenin doğrudan istencine ve ilişkisine
bırakılmalıdır.
Sözleşme yapmak isteyen sendika, işvereni görüşmeye çağırmalı, işveren
sendikayı ciddiye alıyorsa görüşmelere gelmelidir. Görüşmelere işverenin gelmemesi
veya anlaşma sağlanamaması halinde sendika, hiçbir prosedüre bağlı olmaksızın
grev uygulamasına geçebilmelidir.
Bu sistem, kuşku yok ki bir işyerinde yalnızca tek bir sözleşme yapılması
zorunlu kuralının da olmamasını gerektirecektir.
İşyerinde, işçilerin etkin olarak örgütlü olduğu her sendika yapabiliyorsa
sözleşme yapabilmelidir. Bir çok kıta Avrupası ülkesinde durum budur. Bu aynı
zamanda işyerlerinde % 51'i bulan sendikanın % 49'nu tahakküm altına almasına
son vereceği gibi, sendikalar arası güçbirliğini ve giderek de birliği sağlayıcı özgür
demokratik bir işleyişi getirecektir.
Ancak, 1982 Anayasası bir işyerinde tek bir sözleşme yapılabileceği
hükmünü taşımaktadır.
Bu sistem için, Anayasanın bu yasağının kaldırılması istenmelidir.
Yukarıdaki temel görüşümüz saklı kalmak kaydıyla 2822 sayılı yasanın
UÇÖ (ILO) sözleşmeleri ve 1982 Anayasası karşısında önemli bazı maddelerini
irdelemek isteriz.
Hiç kuşkusuz,
Bunların en başında bir anlamda sendikaların varlık nedeni olan toplu-iş
sözleşmesi yapabilmek yönünden kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin
yüzde onunu üye yapma önkoşulu ile yetki konusu gelmektedir.
Gerek 2821 ve gerekse 2822 sayılı yasalara ilişkin olarak ve
sendikal hak ve özgürlüklerin önüne konan engel ve kısıtlamalarla ilgili
görüş, bilgi ve doküman "Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü var
başlığını taşıyan -Konfederasyonumuzca düzenlenen sempozyum
Sendikamız yayını kitapçıkta toplanmıştır.
özellikle
ayrıntılı
mıdır?"
konusu-
Ancak biz yinelemek pahasına kimi konunun altını çizmek istiyoruz.
1- Öncelikle, 2822 sayılı yasanın 12. madde hükmü yürürlükteki anayasaya
dahi aykırıdır.
Anayasanın "Sendika kurma hakkı" başlığını taşıyan 51. madde hükmüyle
çelişir.
Zira 12. maddeyle getirilen yüzde on barajı, toplu sözleşmede çoğunluğu
belirleme, yetkili Sendikayı saptama koşulu değil, bu alanda faaliyette
bulunabilmenin önkoşuludur.
O kadar ki yürürlükteki anayasa ve yasaların bizatihi kendisi dahi
Sendikaların faaliyetini sadece ve sadece toplu-iş sözleşmesi yapabilmekle sınırlı
tutmuş, buna özel bir özen göstermiştir.
Söz konusu baraja ilişkin önkoşulun -sınırlamanın- 2821 sayılı yasada değil
de; 2822 sayılı toplu-iş sözleşmesi yasasının "yetki" başlığını taşıyan 12. maddesinde
yer alıyor olması bu durumu gözlerden kaçırmak içindir.
Çünkü, yasa koyucu "Sendikal faaliyetin" önüne konan bu tür barajların
mevcut anayasaya dahi aykırı düşeceğini çok iyi bilmektedir.
1971'de yasalaştırılan 1317 sayılı yasanın konuya ilişkin maddesi, Anayasa
Mahkemesince, bugünkünden hiç farkı olmayan ve “Sendika kurma hakkı”nı
düzenleyen anayasa hükmüne aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Bize göre bu barajın 2822'nin 12. maddesine taşınmış olmasının nedeni
budur.
Bu nedenledir ki, bu tür barajların özellikle de yüzde on üye yapma
önkoşulunun yasadan çıkarılması, bu aykırılığın giderilmesi, diğer bir deyişle
"anayasaya uygunluğu"nun sağlanması anlamına gelecektir.
Bu konuya UÇÖ ilişkileri ve sözleşmeleri açısından bakıldığında ise durum
şudur. Konuyu tarihi gelişimi yönünde izlemekte yarar vardır.
Türkiye'nin 8.8.1951 tarihinde onayladığı 1949 kabul tarihli, 98 sayılı UÇÖ
sözleşmesinin özellikle 4. maddesi bu konuya ilişkindir.
UÇÖ'nün 1981 tarihinde 67. Genel Konferansı için hazırlanan Uzmanlar
Komisyonu raporunda; Toplu pazarlığın askıya alınması ve 2364 sayılı yasa ile
oluşturulan Yüksek Hakem Kurulu uygulamasının 98 sayılı sözleşmenin 4.
maddesine aykırı olduğu saptanmıştır.
24 Eylül- 5 Ekim 1984 tarihinde UÇÖ'nün SÖK (Sendika Özgürlüğü
Komitesi) iki konuya ağırlık vermiştir.
- Toplu-İş sözleşmesi bağıtlamaya yetkili sendikanın belirlenmesi sistemi ve
yarattığı sorunlar,
- Çalışma Bakanlığı'nca yayınlanan Çalışma İstatistikleri.
Bunun üzerine 1984 yılında mevcut hükümet UÇÖ'ne mektup yazarak
2821 ve 2822 sayılı yasalarda 98 sayılı sözleşmeye "tam uygunluk" sağlama sözü
vermiştir.
1985 yılında bu konuyu tartışmaya açtıklarını bildirmiştir.
1986 yılında ise mevcut Hükümetin Çalışma Bakanı Mustafa Kalemli;
-Türk-İş'in önerdiği, hükümetin kabul ettiği 2822 sayılı yasadaki
değişiklikleri kesin olarak UÇÖ'ne göndereceği,
- 2822 sayılı yasanın toplu pazarlığı ilgilendiren kurallarının yeniden
incelendiği,
- Sendikal ilişkiler konusunda mevzuat yönünden ilişkilerin "üçlülük
temelinde" yürütülmekte olduğu,
- 2822 ile ilgili inceleme sonuçlarının en kısa zamanda UÇÖ'ne rapor
edileceği ve nihayet en önemlisi,
- 98 sayılı sözleşmenin onaylanmasından doğan yükümlülükler ve UÇÖ
Anayasası'nın içerdiği Sendika özgürlüğü ilkeleri ve UÇÖ normlarına "tam
uygunluk" sağlamada uygun bir süre içinde her türlü karar ve önlemin alınacağı,
konularında UÇÖ'ne yazı ile bildirimde bulunmuştur.
1987 yılında, Türkiye 98 ve 111 sayılı sözleşme (ayrımcılık, 1402
uygulaması) yönünden yine gündeme gelmiştir.
1988 yılında Türkiye'nin bu tutumu nedeniyle Uzmanlar Komisyonunca
Kara listeye (özel paragraf) alınması istenmiştir.
1989 yılında, Türkiye hükümetinden 98 sayılı sözleşmenin 4. maddesinin
işletilmesi UÇÖ'nce istenmiştir.
1990 yılında daha çok 111 sayılı sözleşme gündeme gelmiştir.
1991 yılında ise hükümet, UÇÖ konferansında,
- Barajın kaldırılması için yasa değişikliği, sözü vermiştir.
1992 yılına gelindiğinde, UÇÖ tarafından Türkiye'de iktidar olan koalisyon
hükümetine yeni bir şans tanınmış, ancak, Türkiye'nin Endenozya ile birlikte 98
sayılı sözleşmeye aykırı davranmaktan gündeme alınacağı "Not edilmiş"tir.
Sonuç olarak, bu nedenledir ki, 2822 sayılı yasanın özellikle 12.
maddesinde sözü edilen yüzde on barajının yasadan çıkarılması herşeyden önce
Türkiye Hükümetinin 98 sayılı sözleşmeyi onaylamış olmaktan gelen yükümlülüğün
gereğidir.
Kaldı ki; UÇÖ tarafından bugünkü koalisyon hükümetine tanınan bir
yıllık süre, önceki hükümetlerin on yıla varan bir süre izlediği oyalama ve aldatma
politikasına (kimseyi kandıramamış olmaları ve Türkiye'nin itibar yitirmesi bir
yana) karşılık yaşamın her alanının demokratikleşmesini programına alan yeni
hükümete tanınmış bir şanstır.
Bu yönüyle sorun Hükümet Sorunu olmaktadır. Uygulamadan hareketle
Bakanlığın konuya yaklaşımının görüş ve tutumunun önceki uygulamalardan farklı
olup olmayacağının özenle izlenmesi ve gerekenin yapılması gerekli olan davranış
olmalıdır.
Öte yandan, şunu eklemek gerekir ki, bu tür barajların getirilmesinin
amacı kimi çevrelerin ileri sürdüğü gibi sendikal enflasyonun önünü almak, güçlü
Sendikacılığı ve birlikteliği sağlamak da olamaz.
Zira yasa zoruyla, işçinin gönüllü rızasına dayanmayan sendikal birlik ve
güçlülük sağlanamaz.
Bunun böyle olduğu, Sendikal etkinin etkisizleştirildiği, sendikalaşmanın
geriletildiği işçi sınıfının çok önemli hak kayıplarına uğratıldığı son oniki yıl içinde
yaşanarak doğrulanmıştır.
2- Bir işyerinde toplu-iş sözleşmesi yapmak yönünden yetkili Sendikanın
belirlenmesi, kısaca yetki konusu, öteden beri her zaman sorun olagelmiştir.
Başta değindiğimiz gibi parlamento ve hükümet edenler toplu-iş sözleşme
düzenine ve hatta yetki konusuna olabildiğince karışma ve müdahale etme yaklaşımı
içinde olmuşlar adeta bir taraf gibi davranmışlardır. Oysa sözleşmenin tarafları
bellidir.
Yetki meselesinde ise, Bakanlık, bu yaklaşımın sonucu neredeyse tek
belirleyici konumuna gelmiş, Sendikalar ve üyesi işçiler devreden çıkarılmıştır.
Oysa sorunun çözümü, Konfederasyonumuz DİSK'in öteden beri ısrarla
savunduğu gibi çok basit ve tektir. Referandum.
Bu yol bir yığın kırtasiyeciliği, gecikmeyi, sürtüşmeyi önleyeceği gibi
"işçinin özgürce yetki vereceği Sendikasını belirleme" hakkına saygının da
gereğidir.
Ne ki, olması gereken bu yönteme hiç başvurulmak istenmemiş, geçmişte
yargı kararlarıyla bu yolun açılması durumunda bile "irade beyanı" adı altına
işçinin sendikasını özgürce belirleme hakkı sulandırılmıştır.
Bugün, sendikanın iç işleyişine, organlarının seçimine dahi, yargı gözetimi
altında gizli oy açık sayım yöntemiyle yaklaşan 2822 sayılı yasa mantığı, her yönüyle
temel ve demokratik olan bir konuda bu anlayışından uzak kalmıştır.
İşçiye, gizli oy, açık sayım yöntemiyle belirlenecek sendikasını özgürce
seçme hakkı tanınmalı, referandum yasallaşmalı, bu konudaki tüm düzenlemeler
2822 sayılı yasadan çıkarılmalıdır.
Amaç, gerçekten yetkili sendikayı belirlemek ise bunun dışındaki hiçbir
düzenleme geçerli ve uygun olmayacaktır.
Nitekim bu amaca uygun düşmeyen 2822 'nin konuyla ilgili
düzenlemelerinin uygulamada -bunlar tam olarak uygulanmasa bile- çok önemli
sakıncaları vardır. Örneğin 2822'nin 13. madde hükmünde "... işçi sendikasının
kendisinde bulunan üyelik fişlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yetki
için başvurduğu tarihten itibaren üç işgünü içinde işverene vermek zorunda"
olduğu kayıtlıdır.
Bu durum iş güvencesinin olmadığı ve olmaması yönünden bilinen
çevrelerin yoğun baskı ve direnişiyle karşı durdukları ülkemizde, daha yetki
aşamasında, bir çok işçinin işine son verilmesi tehlikesini beraberinde getirir.
3- Önemli ve diğer yasa düzenlemeleriyle yakından ilintili olan yukarıdaki
iki konu dışında, 2822 sayılı yasada, ele alınması ve gözden geçirilmesi zorunlu pek
çok hüküm bulunmaktadır. Toplu-iş sözleşmesi bağıtlama sürecinden, greve ve
hatta arabuluculuk mekanizmasının işletilmesine değin mevcut anayasaya aykırı
düşmeyecek yeni düzenlemeler önermek ve bunları kurallaştırmak bizce
mümkündür. Yeter ki Sendikal Hak ve Özgürlüklerin çerçevesi, asgari UÇÖ
normlarına "Tam uygunluk" anlamında çizilebilsin. Hükümet edenlerde bu anlayış
egemen olabilsin.
ÖRGÜTLENME VE İŞKOLUMUZDA BİRLİK YOLUNDA ATILMIŞ
ADIMLAR
Genel Yönetim Kurulumuz, 1992 yılı sonlarında üye yazılım kampanyasını başlatırken bütün
olanaksızlığa karşın önüne bir yıllık süre koymuştur.
Hedef, 1994/Ocak istatistiklerinde birçok işkolundaki işçi sayısından daha çok sayıdaki
işçinin üye yazılımıyla barajı aşmak ve üye çoğunluğuna sahip olduğumuz işyerlerine yönelik toplu-iş
sözleşmesi yapabilecek konuma gelmek olmalıydı. Bu çalışmanın ilk aşamasında 1993/Temmuz
istatistiklerinde Sendikamız SOSYAL-İŞ'in üye sayısı 13799 ve bunun işkolumuzun toplam
355141olan sigortalı işçi sayısına oranı % 3.88 idi.
Hiç kuşkusuz 1993 yılının Haziran ayında gerçekleştirilen Fındık-İş'le birleşme olağanüstü
Genel Kurulları örgütlenme çalışmalarımıza hız ve ivme kazandırmış katkı sağlamıştır.
SOSYAL-İŞ SENDİKASI FINDIK-İŞ SENDİKASIYLA SOSYAL-İŞ ADI ALTINDA
BİRLEŞİYOR
13 Haziran 1993 günü Giresun'da toplanan Fındık-İş olağanüstü Genel Kurulunda
oybirliğiyle SOSYAL-İŞ Sendikasına katılma kararı alınıyor,19-20 Haziran 1993 günü Ankara'da
toplanan Sosyal-İş'in Olağanüstü Genel Kurulunda da tüzük değişikliği yapılarak bu birleşme ve
tekleşme kararı büyük coşku ve oybirliğiyle kabul ediliyordu.
Daha sonraları sendikal birleşmeler için de yol açıcı olduğuna inandığımız bu birleşmemizin
daha iyi anlaşılması açısından, 19.6.1993 günü yapılan Birleşme Genel Kurulunda, Genel Başkanın
yaptığı açış konuşmasını aynen buraya alıyoruz.
SOSYAL-İŞ SENDİKASININ
FINDIK-İŞ SENDİKASI İLE BİRLEŞME AMACIYLA
TOPLANAN OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULUNDA;
SOSYAL-İŞ GENEL BAŞKANI ÖZCAN KESGEÇ'İN YAPTIĞI
AÇIŞ KONUŞMASI
19.6.1993-ANKARA
Değerli Konuklar,
Değerli Basın Emekçileri
Sevgili Delege ve İşçi arkadaşlarım;
Genel Kurulumuz çok önemli bir gündemle toplanıyor. İşçi sınıfımızın
sendikal birliği yolunda önemli bir oluşumu gerçekleştireceğiz.
Diğer yandan içinde bulunduğumuz siyasal gelişmeler de, ülkemiz ve
emekçi halkımız açışından önem taşıyor. İktidarın büyük ortağının genel
başkanlığına yeni bir kişinin seçilmesi, yeni bir hükümetin kurulmasının gündemde
oluşu, koalisyonun devam edip etmeyeceği, edecekse nasıl bir program önerileceği,
koalisyonun bugüne değin demokratikleşme, özellikle de çalışma yaşamı ile ilgili ne
söz verip, neler yaptığı, emekçi örgütlerinin bu konularda neler düşündüğü,
geleceğe ne kadar hazırlıklı olduğu; çok önem taşıyor.
Emekçilerin birliğinin tüm bu soru ve sorunlarla yakın bağlantısı da, bu
genel kurulumuzun gündeminin önemini ortaya koyuyor.
İşte bu konuları birbiri ile bağlantılı olarak; özellikle çalışma yaşamını,
sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin durumu ana hatlarıyla çözümlemeye
çalışacağım.
Demokrasi ve demokratikleşme herşeyden önce emekçilerin sorunudur.
Bir başka deyişle, çalışanların hak ve özgürlükleri, demokratik bir çerçevede ise; o
ülkede demokrasinin varlığından ve demokratikleşmeden söz edilebilir.
Bunun temel ölçütü ise sendikal hak ve özgürlüklerin ne durumda olduğu,
bu alanın ne denli demokratik olduğudur.
Bugün bu alan; başta 1982 Anayasası olmak üzere tüm yasal düzenlemeleri
ile 12 Eylül rejiminin getirdiği çerçeve ile sınırlıdır. İşte bu noktada DYP-SHP
koalisyon hükümetinin bu alana ilişkin neler vaat etmiş olduğuna ve bugüne kadar
ne yaptığına bakmak gerekir.
Bu alanda 12 Eylül düzenlemelerinde; Anayasada, 2821 ve 2822 sayılı
sendikalar, toplu-iş sözleşmesi, grev ve lokavt yasası,dernekler yasası, toplantı ve
gösteri yürüyüşleri yasası, iş yasası gibi temel yasalarda herhangi bir düzeltme
yapılmış mıdır?
Nesnel olarak bu sorulara yanıt aramak zorundayız. Bu yanıt ise ne yazık
ki "Hayır"dır.
Koalisyon programında bu yasalarda değişiklik yapılacağı, çalışma
hayatının ve sendikal hakların UÇÖ standartlarına uygun kurumsallaşmasının
sağlanacağı yer almakta idi.
Bu alanda yapılan tek şey 6 UÇÖ sözleşmesinin onaylanmasıdır. Bunu
önemsemiyor değiliz. Ancak, onaylanan sözleşmelerin iç hukukta işlerlik
kazanamaması durumunda bu işlemin göstermelik yapılması tehlikesine de dikkat
çekmek istiyoruz. Aşağıda daha ayrıntılı değineceğim. Ancak belirtmeliyim ki,
toplantı halinde olan UÇÖ'daki durumumuz bu gözlemimizi doğruluyor.
Anayasadaki sendikal hakları kısıtlayan maddeler aynen duruyor.
TBMM Başkanının girişimi ile başlayan Anayasa'nın değiştirilmesi ile ilgili
çalışmalara, Mecliste temsilcisi bulunan siyasal partilerin verdikleri Anayasa
değişikliği önerileri, 1993 Martında TBMM Başkanlığınca kitap halinde yayınlandı.
Burada görüyoruz ki DYP'nin çalışma hayatı ve sendikal haklarla ilgili
Anayasa maddelerinde hiçbir değişiklik önerisi yoktur. Bunun altını çiziyoruz.
SHP ise memur denilen kamu çalışanlarının yasa ile ayrı sendikalar
kurmasının anayasa hükmü haline gelmesini öneriyor.
Bu iktidar döneminde onaylanan 87 sayılı sözleşme uyarınca, memurlara
YASA ZORU ile, işçilerden ayrı olarak sendika kurmalarını dayatmanın olanağı
yoktur.
Zira 87 sayılı sözleşme, tüm çalışanların-İŞÇİLERİN DEĞİL- özgürce
diledikleri sendikaları kurma ve üye olma hakkını garanti altına almaktadır.
Dileyen memurlar işçilerle birlikte, dileyenler ayrı sendikalar kurabilecekler veya
üye olabileceklerdir. Buna kendi özgür istençleri ile kendileri karar vereceklerdir.
Faşist ve otoriter rejimler dışında bu böyledir.
Memurlar için zorunlu ayrı sendika yasasını savunanlar, Avrupa'da da
böyle olduğunu söylemektedirler.
Almanya (sendika ve grev hakkını düzenleyen özel yasa bile yoktur,
Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya, İsveç gibi ülkelerde sendika yasalarının
çok genel çerçevede düzenlenmiş olduğu gizlenmeye çalışılmaktadır.
Kaldı ki, bugün ülkemizde MEMUR'un kim olduğu belli değildir. Daha
doğrusu bu konuya ilişkin uygulama perişandır. Aynı kurumda işçi-memur aynı işi
yaparak çalışmaktadır. Kamu otoritesini kullanan kişi olan memur, bizde adeta
kamuda çalışan olmuştur.
Koç'un üniversitesi veya Sabancı'nın lisesinde çalışanın işçi,kamudakinin
memur, Akbank'ta çalışanın işçi, Ziraat Bankasında çalışanın memur sayıldığı
garabet başka nerede vardır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.
Özelleştirmeyi, yaşamın tartışılamaz ve vazgeçilemez tek reçetesi tek
doğrusu sayanlara ve bunu sorgulamasız alkışlayanlara soruyorum. Bugün memur
çalıştırdığını söylediğimiz kurumlar özelleşince, PTT,TEK,SSK v.s. gibi kurumlarda
çalışanlar bir gecede patronları değiştiği için işçi olmayacaklar mıdır? 30 yıldır işçi
olan TÖBANK çalışanları bir gecede memur olmamışlar mıdır?
2821 ve 2822 sayılı yasalardaki kısıtlamalar aynen durmaktadır. Bunların
ayrıntısına girmeden, önemli bir yasak üzerinde duracağım. 2822 sayılı yasanın
toplu-iş sözleşmesi yapmada ÖNKOŞUL'u düzenleyen 12. maddesini ele alacağım.
Bu madde sendika kurma hakkının özünü yok etmektedir. UÇÖ'nün yıllarca önce
onayladığımız 98 sayılı sözleşmesine de 87 sayılı sözleşmesine de aykırıdır.
Türkiye 1983'den beri UÇÖ'de bu nedenle sorgulanmakta, kınanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri yıllardır UÇÖ'ne bu düzenlemeyi kaldırma sözü
vermekte, mektuplar göndermekte, ancak sözlerini tutmamaktadırlar.
Bu düzenlemeyle, 2822'nin 12 maddesi ile getirilen, toplu-iş sözleşmesi
yapabilmek için işkolunda bulunan işçilerin en az %10'unu üye yapma koşulu;
sözleşme yapmaya yetkili sendikayı belirleme değil, bu alanda faaliyette
bulunabilmenin ÖNKOŞULU'dur. Bıkmadan yinelediğim bir örnek vereceğim. 200
bin işçinin var olduğu bir işkolunda 19.999 işçi bir araya gelip sendika kursa bu
işçiler kurdukları bu sendikaları eliyle kendileri için bile toplu-iş sözleşmesi
yapamıyorlarsa, burada kurulan sendika şeklidir. Özde sendika kurma hakkı yok
edilmiştir.
Kaldı ki, hiçbir yerde ve hiçbir zaman sendikaların binlerle, onbinlerle
kurulduğu görülmemiştir. Bunun olanağı yoktur. Yaşama uygun değildir.
Şurası kesin, bu sınırlama ve baraj sendikal etkinlikte sendikal faaliyette
bulunabilmenin zorunlu ve gerekli önkoşuludur. Zira yasanın bizatihi kendisi
sendikaların faaliyetini sadece ve sadece toplu iş sözleşmesi yapabilmekle sınırlı
tutmuştur. Kısaca bir sendikanın üyeleri adına toplu iş sözleşmesi yapabilme
durumu en başta sendikanın varolma nedenidir. Bu barajın yetki meselesiyle
karıştırılması ve 2821 sayılı yasada değil de 2822 sayılı yasaya taşınması bu durumu
saklamak gözlerden kaçırmak içindir.
Aslında bu düzenleme 1970'lerde de yapılmak istenmişti. %10 yerine
sendikal faaliyet için 1/3'ü üye yapma koşulu getirilmişti. İşçilerin 15-16 Haziran
karşı koyuşları ile geriye gönderildi. 12 Eylül rejimi 15-16 Haziran'ın
yaptırmadığını yaptı. Bu gün de sürüyor.
Bugün 15-16 Haziran'ı, işçi sınıfının dar sendikal anlayışı aşarak
gerçekleştirdiği bu eyleminin sahipliliğini yapmak görevinde olanların birinci
görevi, o kazanımı geri almaktır. Bu sağlanmadıkça yapılan herşey moda deyimle
nostaljidir.
Bu antidemokratik barajın "güçlü sendika" yarattığı "sarı sendikacılığı"
önlediğini savlayanlara da söyleyeceklerimiz olacaktır.
Bizim işkolumuzda; büro, ticaret, eğitim, kooperatif ve güzel sanatlar
emekçilerinin bulunduğu 17 nolu işkolunda resmi rakamlara göre sendikalaşma
oranı %20'dir. Bu oranın sahte olduğunu yetkili ve etkililer dahil herkes
bilmektedir. Gerçekte bu rakam %10 civarındadır. Yani işkolumuzun en iyimser
rakamla %85'i sendikasızdır, işkolumuzda sendikalaşma oranı 1980'lerde %40'lar
civarında idi. Bu durum diğer işkolları için de böyledir.
Şimdi %10 barajının yarattığı güçlü sendikacılık bu mudur?
HAK-İŞ dergisinin Haziran 1993 sayısında yayınlanan yazısında Türk-İş
Genel Başkanı Sayın Bayram Meral; demokratikleşmenin, işçi sınıfının ve
çalışanların ortak talebi olduğunu, 1982 anayasasının antidemokratik koşullarda
sermaye sınıfının istemleri doğrultusunda hazırlandığını ve değiştirilmesi
gerektiğini HERKESE HER YERDE, HEMEN DEMOKRASİ istediklerini
yazmaktadır.
Türk-İş'in en son genel kurulunda 2822'nin 12.maddesi dahil pek çok
antidemokratik hükümlerinin kaldırılması karar altına alınmıştır.
Tüm bunları Türkiye'de yazıp söyleyen Türk-İş ve Sayın Genel Başkanı
UÇÖ'de %10 barajının kaldırılmasına karşı çıkmakta ve bu barajın "sarı
sendikacılığı" önlediğini ileri sürmektedir.
Doğrusu sendikaları sarı, kırmızı v.s. gibi renklerle tanımlama yanlısı
değilim. Bunu doğru da bulmuyorum.
Ancak Sayın Meral'in bu yaklaşımı ile Türk-İş için yıllardır kullanılan
"sarı sendika" tanımlamasını kabullendiğini üzülerek görmekteyim.
Zira Sendikal hareketi, sendikal alanı, sendikal örgütlenme özgürlüğünü,
işçilerin özgür istençlerine değil de; yasa ile getirilen kısıtlamalara, yasa zoru ile
örgütlenmelere bağlayan anlayış "sarı sendikacılığın" en temel tanımıdır. İşçiye
güvensizliğin, çalışanların özgür seçimine dayalı güçlülüğe inanmayışın, çoğulculuğa
hayır deyişin ifadesidir.
İş güvencesi sağlanmadan %10 barajının kaldırılmasının, işveren
denetiminde sarı sendikacılığı getireceğini, 1980 öncesi 917 sarı sendikanın
olduğunu da söylüyor Sayın Meral.
Soru bir: Bu 917 sarı sendika denilenin eti budu ne idi? Kaç işçiyi temsil
ediyorlardı? Bunlar laf. Bugün de resmi istatistiklere göre 50 civarında bağımsız
sendika var. İkisi dışındakilerin adını kim sayabilir?
Soru iki: Toplu sözleşmeler sonrası işçilerin topluca çıkarılmalarına
önceden izin ve icazet verdiği ismen basında yer alan sendikalar hangileri idi ve
renkleri ne idi?
Soru üç: İş güvencesini toplu sözleşmeye konacak hükümlerle sağlamak
olanağı yok mu?
Bizatihi sendikalaşamamayı
kaldırma rolü oynamıyor mu?
doğuran
baraj:
işgüvencesini
ortadan
Soru dört: İşgüvencesi; haklı gerekçe olmaksızın işten çıkartmaya engel
olmanın adı olduğuna göre; Türkiye gibi ekonomisi olan bir ülkede HAKLI
GEREKÇE bulma sıkıntısı olacağını mı düşünüyorsunuz?
Türk-İş'i bunları Türkiye'de kamuoyu önünde tartışmaya çağırıyorum.
Konuya ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın
Moğultay'ın basında yer alan yaklaşımlarına da değinmek istiyorum.
Sayın Moğultay UÇÖ'de yaptığı konuşmada %10 barajını kaldırmaya
hazır olduklarını, ancak bu konuda sosyal tarafların uzlaşması gerektiğini zira
çalışma yaşamının sosyal tarafların uzlaşmasına dayalı gelişebileceğini belirtmiş,
Türk-İş'i de ülkede başka, UÇÖ'de başka konuşmakla suçlamış.
Türk-İş'in bu iki yüzlü tavrı bilinmeyen birşey olmasa gerek. Ancak Sayın
Moğultay'ın bu tavrı, yaklaşımı yanlıştır.
Çalışma yaşamının sosyal tarafların uzlaşmasına dayalı gelişeceği
değerlendirmesi bir yaklaşımla doğrudur. Esasen UÇÖ'nün bizzat kendisi bu
anlayışın ürünüdür ve çalışmaları buna dayanır. Kararları bu uzlaşıya göre oluşur.
UÇÖ sözleşmeleri de bunun ürünüdür. Nitekim, 98
sözleşmeler de böyledir.
sayılı 87 sayılı
Bu sözleşmeleri onaylayan ülke bunların kurallarına uymak zorundadır. İç
hukukunu buna uydurmak görevindedir. Anayasaya göre de bunlar kanun
hükmündedir.
Hukuksal durum bu iken, onayladığınız bir sözleşmenin gereklerini yerine
getirmede yeniden bir başka koşul arayacak olursanız, sözleşmeleri niye
onayladığınız ve nasıl uygulayacağınız sorusu havada kalır.
Diğer yandan Uluslararası Çalışma Örgütü Aplikasyon Komitesinde
hükümet sözcüsü sayın Büyükelçi, Türkiye'de tarafların %10 barajının
kaldırılmaması konusunda anlaştıklarını söylemiştir. Taraflar yalnızca Türk-İş ve
TİSK'midir?
Hükümet Türkiye'de
saymamakta mıdır?
DİSK-HAK-İŞ ve yüzbinlerce işçiyi taraf
Hükümet kendisi de taraflardan birisi olduğuna göre, bu konuda, Büyük
Elçinin deyişiyle mutabakatın içinde midir? Bu sorular açık yanıt beklemektedir.
Ayrıca diğer önemli bir nokta temel insan hakları konusunun tartışma
yapılamayacağıdır. Sendika kurma hakkı da bunlardan birisidir ve pazarlık konusu
yapılamaz. Zira %10 barajı bu hakkı yok etmektedir.
Sendika üyeliğini ve üyeliklerden ayrılmayı noter koşuluna bağlayan-ki
Türkiye'de hiçbir örgüt üyeliği için böyle bir koşul yoktur-bu yolla özgür sendikal
örgütlenmeyi çok zorlaştırma bir yana, işçinin milyarlarını kelimenin tam anlamıyla
TOPRAĞA gömen zihniyet de, bu anlayışların devamından başka bir şey değildir.
Kısaca yeni hükümet oluşumuna ve yeni hükümetin demokratikleşme
alanına bakışına tüm bunları ve benzerlerini öne alan bir çözümleme ile bakmak ve
yaklaşmak zorunluluğu vardır.
Bize göre, emekçileri ve çalışanları bekleyen çok zor bir dönem
başlamaktadır.
Sendikal alanı, çalışma yaşamını, devletin hak verme alanı olmaktan
çıkartan, bu alanı özgürlükler alanı durumuna getiren bir anlayış; öncelikle işçi
sınıfında, onun memur denilen kesiminde, sendikalarda, siyasal iktidarlarda ve
işverenlerde egemen olmalıdır.
Bu anlamda sendikal alanı tümüyle toplu sözleşme düzeniyle özgürleştirip,
özerkleştirmeden, demokratikleşme gerçekleştirilemez.
İşte bu değerlendirmeler ışığında bugün karara bağlayacağımız Fındık-İş
Sendikamızla birleşmemize değinmek istiyorum.
Bu birleşmeyi %10 işkolu barajının dayatmasına bağlayanlar inanınız
yanılmaktadırlar. Bu birleşme her iki sendikanın da içtenlikle inandığı, işyerinde,
işkolunda ulusal ve uluslararası alanda sendikal birlik anlayışının somutlanmasıdır.
12 Eylül faşist rejiminin geciktirdiği; bizleri kapattığı hapishanelerde daha
da güçlenerek süren birlik gerekliliğinin ürünüdür.
Demokrasi ve demokratikleşme mücadelesine, yıllardır sürdürdüğümüz bu
uğurdaki savaşıma daha etkin ve daha katkılı devam edebilmenin adıdır. Zira
demokrasinin en önemli ölçütü, örgütlülüktür. Emeğin örgütlenmesinin engellendiği
bir ortamda demokrasiden söz edilemez.
Demokrasiyi yerleştirip geliştirmenin zahmetli kilometre taşlarını özveriyle
örmeye çalışıyoruz.
İşte, birleşme bir yönüyle de her iki sendika yönetiminde var olan bu
anlayışın sonucudur.
Fındık-İş sendikasıyla sendikamız Sosyal-İş'in birlik sürecinde ve
bütünleşmesinde, yapılmış bir pazarlık, bir protokol yoktur. Bunun önemli
olduğunu sanıyorum. Bunun örnek oluşturmasını diliyorum.
İki sendika yönetimi birleşmenin gerekliliklerini yerine getirmişlerdir.
13 Haziran günü toplanan Fındık-İş Genel kurulu oybirliği ile yasanın
öngördüğü kararı almıştır.
Fındık-İş Genel Başkanı Akçin Koç arkadaşımız başta olmak üzere, Genel
Yönetim Kurul üyelerine ve tüm delegelere teşekkürlerimi bir kez daha sunuyorum.
Sizleri de şimdiden kutluyorum.
İşkolumuzda sendikalaşma oranını %60-70'lere çıkarmaya kararlıyız.
Bunun için bir yandan örgütleniyoruz, bir yandan hukuksal savaşımımıza
devam ediyoruz. Uzun ve gerekli araştırmaların ardından çok kısa süre önce
başladığımız örgütlenme çalışmalarımız bu gün onbinlerle ifade edilen düzeye ulaştı.
Diğer yandan 2822 sayılı yasanın 12.maddesini Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne götürmeye hazırlanıyoruz. Çalışmalarımız bitme aşamasında.
Hem örgütleneceğiz, hem de hukuk savaşı vereceğiz. Barajı yıkacağız.
Özgürlükler önünde baraj bırakmayacağız. Sulara gem vuran barajlardan
aydınlıklar doğar. Özgürlüklere gem vuran barajlar ise o aydınlıkları boğar.
Ekonomik gelişme,demokrasinin aydınlığında olursa insana mutluluk verir ve
insanın insanlaşmasına katkı sağlar.
Size güveniyoruz. Kendimize güveniyoruz.
Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. 19.6.1993
GENEL BAŞKAN
ÖZCAN KESGEÇ
2. GENİŞLETİLMİŞ ÖRGÜT TOPLANTISI
2 Ekim 1993 günü Ankara'da genişletilmiş örgüt toplantısının ikincisi yapıldı. Çalışmalar
değerlendirildi. Yeni çalışma programları çerçevesinde yeni hedefler belirlendi. Bu arada il
temsilciliklerimizin, Şube oluşumları sürecinin başlatılması gerektiği üzerinde duruldu.
Birleşmenin getirdiği maddi ve moral güçle ve bütün kadrolarımızın özverili çalışmalarıyla
yoğun bir tempoda geçirilen 1993 sonbaharı sonunda 1994 yılı Ocak ayı istatistiklerinde SOSYALİŞ'in üye sayısının 38.401 ve örgütlülük oranının % 10.64 olduğu resmi gazete ile ilan ediliyordu.
Böylece SOSYAL-İŞ zor olanı bütün güçlüklere rağmen bir kez daha başarmış ve hedefe ulaşmış
oluyordu.
Bu sonucun alınmasında özverili çalışmalarıyla öne çıkan, katkı veren tüm temsilci üye ve
sendika kadrolarımızı yürekten selamlıyor ve kutluyoruz.
Ancak sadece bir engeli aşmış olduğumuzun da bilincindeyiz. Bitmeyen kavganın doğası
gereği önümüze daha bir yığın engeller güçlükler çıkacak, çıkarılacaktır. Bu engelleri birer birer
aşarak yeni mevziler kazanarak mücadeleyi sürdürmek SOSYAL-İŞ'in temel anlayışıdır.
Sendikamızın ve 1993 Ocak istatistiklerinden başlayarak en son yayınlanan 1994/Ocak
istatistikleriyle baraj engelini aşan 15 dolayındaki DİSK üyesi sendikanın bu durumu sadece
işverenlerin değil, barajların arkasına saklanarak uzun yıllar seçeneksiz kaldıkları için rahata alışmış,
koltuklarını korumaktan başka bir düşünceleri olmayan kimi TÜRK-İŞ üyesi sendika yöneticilerinin
de korkulu rüyası oldu.
Eriyip gideceklerini, koltuklarından olacaklarını gören bu yöneticiler elbetteki tepki
göstereceklerdi. Nitekim bu korkuları dolayısıyla çalışana karşı, hatta üyesi işçiye karşı ne denli
sorumsuz bir tutum içinde olabileceklerini gösterdiler.
Bu konuya geçmeden önce satır başlarıyla Sendikamız çalışmalarını izlemeyi sürdürelim.
1993 ÖREN TOPLANTISI
KAMU ÇALIŞANLARININ GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ
ÖRGÜTLENME MÜCADELESİ
23-28 Ağustos 1993 günlerinde DİSK Genel Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte DİSK üyesi
Sendikaların Genel Yönetim Kurulu üyelerinin katıldığı Ören Abdullah BAŞTÜRK tesislerindeki
toplantıya Sendikamızın Genel Yönetim Kurulu üyeleri katıldı.
Gündemin başında yine örgütlenme konusu ve bu yönde yapılan bir yıllık değerlendirilmesi
vardı.
Sendikamız, kamu çalışanları platformu temsilcilerinin de, bir bölümüne katılıp izlediği bir
toplantıda, kamu çalışanlarının (memurların) sendikalaşması sorununa ilişkin görüş ve önerilerimizi
içeren bir bildiri sundu.
Sendikamız üyelerine ve SOSYAL-İŞ'i yakından tanıyanlara bu konu ve sorunla ilgimizi
açıklamaya gerek yok. Ancak kamu oyunun bilmesi açısından çok kısa olarak değinmekte yarar
görüyoruz.
Bu konu ve ülkemizde İŞÇİ-MEMUR ayırımı olarak bilinen sorun 1966 yılındaki
kuruluşundan bugüne değin Sendikamız SOSYAL-İŞ'in çalışma ve mücadele gündeminden hiç
düşmemiştir. O kadar ki, SOSYAL-İŞ 1967 yılında ilk kez kendilerine "memur" denilerek işçi
olmaktan gelen hakları verilmek istenmeyen Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışan binlerce üyesinin
"GREV" ini örgütleyip, yürütmüş bir sendikadır.
Bir anlamda, ülkemizde, kamu çalışanlarının ilk ve tek yasal grevidir bu. Diğer bir ifadeyle
kamu çalışanlarının grevli-toplu sözleşmeli örgütlenme haklarını elde etmek yönünde verdikleri onurlu
mücadelenin başlangıcıdır.
Bugün dahi, başta öğretmenler olmak üzere kendilerine memur denilen ve sayıları
milyonlarla ifade edilen kamu çalışanlarının yaklaşık yüzde doksanı Sendikamızın kurulu bulunduğu
17 nolu işkolunun emekçisidir.
O nedenle konu, işkolumuzda sendikal birliğin sağlanması açısından ayrıca önem taşır.
Sendikamızın 1993 Ören toplantısında sunduğu bildiriyi aynen yayınlıyoruz.
DİSK ÖREN TOPLANTISINDA SENDİKAMIZ SOSYAL-İŞ'İN
SUNDUĞU KAMU ÇALIŞANLARININ (MEMURLARIN) SENDİKALAŞMASI
ÜZERİNE
GÖRÜŞ VE ÖNERİLER
Bugün Ülkemizde kamu çalışanlarının-yaygın ve bilinen söyleyişle
memurların-sendikalaşması olgusu, yıllardır bilinçli olarak engellenmiş, saptırılmış
ve biriktirilmiş bir sorunlar yumağı durumundadır.
Saptırılan konunun başında "memur" tanımı yer almaktadır.
Yalın ve basit bir anlatımla "memur" kamu gücünü, devlet adına
doğrudan kullanan ile bu kullanıma doğrudan yardımcı olanların, diğer bir deyişle
onlar olmazsa kamu gücünün kullanımında olanaksızlıklar ortaya çıkacağı
yadsınamayacak olan çalışanların adı ve hukuksal statüsüdür.
Devlet var olduğu sürece sayısı, Devletin niteliğine göre azalacak veya
çoğalacak oranda "memur"da var olacak demektir.
Başta Avrupa olmak üzere demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerde ve konu
ile ilgili uluslararası tüm platformlarda, "memur" denilince anlaşılan tanım ve
kapsam böyledir.
Ülkemizde ise bugüne kadar "memur" olarak tanımlanıp, bu hukuksal
statü içine sokulan kamu çalışanlarının durumu, 1961 Anayasasına ve hatta 1982
Anayasasına bile aykırı olarak bilinen biçimde sürdürülegelmiştir.
Bu anlayışın sonucu olarak, Ülkemizde idare hukukunun evrensel
ilkelerine ve buna bağlı olarak gelişmiş olan uluslararası normlara da aykırı ve zıt
bir "memur" tanımı oluşturulmuştur.
Bu nedenle, Türkiye'de bu konuya ilişkin olarak yaşanan kaosa son
vermek için öncelikle yapılması gereken iş "memur"u bu tanıma uygun kapsam
içine almak olmalıdır. Memuru bu çerçevede tanımlama zorunluluğu vardır.
Aksi durumda, aynı işi yapan iki insanın kamu kesiminde işçi ve memur
olarak yanyana çalıştığı, aynı görevi gören insanların özel sektörde işçi statüsünde,
kamuda ise memur statüsünde kabul edildikleri ve yıllarca işçi statüsünde
çalışanların bir gecede memur veya bunun aksinin oluverme garabetlerinin
yaşandığı hak, hukuk, adalet ve de mantık kurallarıyla bağdaşmayan bu düzen
varlığını sürdürecektir.
Bugün Türkiye'de işçi-memur ayırımı olarak bilinen bu sorun, ne fiziki ne
de hukuki hiçbir ciddi ölçüte sığmayacak denli yozlaştırılmış durumdadır.
Memur tanımı içinde düşünülemeyecek çalışanlara memur denilmek
suretiyle , kategorinin kapsamını genişletmeyi amaçlayan uygulamanın, kamu
çalışanlarının sendikasızlaştırmanın yöntemi olarak yapıldığını bilmeyen yoktur.
Kol ve kafa emeği arasındaki farkın azaldığı ve giderek yok olmaya
mahkum olduğu dikkate alınacak olursa, çalışanların örgütlenmesini engellemek ya
da sendikal hakları farklı kullandırmak amacı ile başvurulan bu yol ve yöntemin
çıkmaz bir yol olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.
Diğer bir saptırma da, Avrupa ülkelerinde memurların ayrı sendikalaştığı
ve ayrı sendika yasaları bulunduğu savıdır.
Burada dikkat edilmesi ve önemle altının çizilmesi gereken nokta şudur:
Memurların ayrı örgütlenmesi, yani
işçilerle birlikte aynı sendikalarda
örgütlenmemesi başka bir şeydir; memurların YASA ZORU ile ayrı sendikalaşma
zorunda bırakılmaları ayrı bir şeydir.
Olmaması gereken, memurların YASA ZORU ile, ayrı sendikalarda
örgütlenmeleri zorunda bırakılmalarıdır. Böyle bir zorlama olmaksızın memurlarki memur tanımını yukarıda belirttiğimiz kapsamda anlamak gerekir- kendi özgür
istençleri ile ayrı sendikalar oluşturuyorlarsa buna kimsenin diyeceği olamaz.
Avrupa'da İspanya dışında-Faşist Franko dönemi yasasıdır-memurların
yasa ile ayrı sendikalaşmasını dayatan ülke yoktur. Esasen ülkelerin bir kısmında
sendikalar yasası mevcut olmadığı gibi, çoğunda sendikalara ilişkin yasalar genel
çerçevededir.
Bu gün Almanya'da, Ülkemizde memur denilenlerin yüzde doksanı işçi
sendikaları ile aynı örgütlülük içindedir.
Türkiye'nin yeni onaylayıp kabul ettiği ve anayasaya göre yasa hükmünde
olup, anayasaya aykırılığı dahi ileri sürülemeyecek olan 87 sayılı UÇÖ sözleşmesi ve
özellikle de bu sözleşmenin 3.maddesi uyarınca, MEMURLARA YASA ZORU ile
ayrı sendikalarda örgütlenmelerinin dayatılması olanağı yoktur.
Öte yandan bugün yaşadığımız somut durumda kendilerine memur denilen
kamu çalışanlarının sendikal işçi örgütlenmeleriyle bir ve birlikte olmaları, bu
alanda verilen mücadelenin mesafe alması, ivme kazanması açısından da son derece
önemlidir.
Böylece, yıllardır farklı statü biçiminde bilinçli olarak sürdürülegelen
yapay bölünme ortadan kalkacak, sınıfın sendikal hareketi ve mücadelesi nitelik ve
nicelik yönünden güç kazacaktır.
Türkiye işçi sınıfının yarım asra yaklaşan sendikal hareketi; bu mücadele
deneyimi ve birikimiyle, örgütlülüğüyle, kadrolarıyla ve maddi olanaklarıyla
Türkiye'de kurumsallaşmış önemli bir güçtür. Bu kazanıma sahip çıkıp, katkıda
bulunmak yeni ve ayrı oluşumların yapılanmasına gitmekten çok daha doğru bir yol
olarak yeğlenmelidir.
Bu konuda bir diğer saptırma da, memurların toplu sözleşme ve grev
haklarının hiçbir ülkede işçilerle aynı olmadığının savlanmasıdır.
Bunu ileri sürenler, tüm dünyada işçilerin toplu sözleşme ve grev yapma
haklarını kullanırken sanki aynı yol, usul ve koşullara uydukları izlenimini özellikle
yaratmaktadırlar.
Türkiye'deki barajlar, grev yasakları, toplu sözleşme prosedürü gereğince
uyulması zorunlu kurallar, bir işyerinde yalnızca bir sendikanın toplu sözleşme
yapabilmesi, %49'un %51'e boğdurulması v.s. gibi çoğaltılabilecek örnekler acaba
hangi ülkelerde vardır veya aynen geçerlidir.
Bunları söyleyenler aslında, memurların toplu sözleşme ve grev haklarını
tümden yok sayanlar ve buna bağlı imişcesine de memurların ayrı sendikalaşması
gerektiğini savunanlardır.
Çalışanların toplu sözleşme hakkını yok sayan hiçbir uluslararası metin ve
demokratik ülke yoktur. UÇÖ bazı çalışanlar için, özellikle de polis ve ordu
mensupları için ülkelerin grev yasağı koyabileceğini kabullenmiştir ki bu çok özel
bir istisnadır.
Memurların toplu sözleşme yapma biçim ve yöntemlerinin kimi ülkelerde
işçilerden farklı biçimde işliyor olması bu hakkı ortadan kaldırmadığı gibi, bu
nedenle memurlara yasa zoru ile ayrı sendikalaşmanın dayatılmasını gerekli ve
haklı kılmaz.
87 sayılı sözleşmenin 3.maddesi ÇALIŞANLARIN-yalnız işçilerin değilözgürce istedikleri sendikaları kurma ve üye olma haklarını güvence altına almıştır.
Bir kez daha yineleyelim ki, demokrasi ile yönetilen ülkelerde memur
tanımı ve kapsamı kesinlikle bizdeki tanım ve kapsam değildir.
Ayrıca, bugün yürürlükte bulunan 2822 sayılı toplu iş sözleşmesi grev ve
lokavt yasası; 29 ve 30.maddeleri ile çok geniş bir işçiler ve çalışanlar grubu için
grev yasağı getirmiş bulunmaktadır. Grev yasağı içinde bulunan işçiler ile
bulunmayan işçiler aynı sendikada örgütlü durumdadırlar.
Ülkemizde kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmeleri konusundaki
egemen anlayışa uyan bir deyiş geliyor aklımıza: "korkulu rüya görmektense
uyanık olmak iyidir"
Çalışanlar örgütlenirse, grevli toplu sözleşmeli sendikal haklarını alırlarsa,
bunların ardından başka şeyler de gelir...
Bugün uygar dünyayı bize güldüren bu çağdışı anlayışla, tüm çalışanların
sendikal örgütlenmelerini korkulu bir rüya gibi görerek uyanık durmaya çalışanlar,
boşuna uykusuz kalmasınlar; halkımız ve tüm çalışanlarımız yeterli demokratik
erginliğe sahiptirler. Korkulacak hiç bir şey yoktur.
Örgütlü toplumu, yıllardır nerede ise, ülkemiz için bir potansiyel tehlike
olarak gören çağdışı bir anlayışın, devleti yönetenlere hakim olması nedeniyle
demokrasimiz bir türlü gelişememektedir.
Oysa demokrasinin en önemli ölçütü, örgütlülüktür.
örgütlenmesinin engellendiği bir ortamda demokrasiden de söz edilemez.
Emeğin
Ülkemiz için asıl tehlike, insanların örgütlenmeleri değil, bu örgütlülüğe
engel olunması, örgütlenmenin önüne yasaklar ve barajlar konulmasıdır.
Sonuç olarak yukarıdan beri açıklanan nedenlerle DİSK;
1- Ülkemizde "memur" tanımının kamu gücünü doğrudan kullanan ve
onlara doğrudan yardımcı olanlar biçimine sokulmasını,
2- Tüm çalışanların, ister işçi ister memur olsunlar, kendi özgür istençleri
ile aynı sendikalarda örgütlenmelerini, memurlara YASA zoru ile ayrı sendika
zorunluluğunun dayatılamayacağını, bunun 87 sayılı UÇÖ sözleşmesine aykırı
olduğunu,
3- Öncelikli olarak; 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yer alan sendikal hak ve
özgürlüklere ve UÇÖ sözleşmelerine aykırı antidemokratik düzenlemelerin derhal
kaldırılmasını ve ivedi olarak yine bu yasalarda yer alan "işçi" sözcüklerinin
"çalışanlar" olarak değiştirilerek, tüm çalışanların aynı sendikalarda
örgütlenebilmelerinin, toplu sözleşme ve grev haklarını kullanabilmelerinin yasal
çerçevesine kavuşturulması zorunluluğunu, saptar ve talep eder." ortak kararına
varmalıdır.
SOSYAL-İŞ GENEL KURULU
ŞUBE OLUŞUMLARI VE ŞUBE GENEL KURULLARI
1994 Martına gelindiğinde, Kayseri Temsilciliği dışında bütün il temsilciliklerimizin şube
biçiminde örgütlenişi gerçekleştirilmiş bulunuyor.(Adana, Ankara, Eskişehir, Giresun, Kocaeli,
İstanbul, İzmir ve Trabzon Şubelerimiz kurulmuştur.) Şubelerimiz oluşumlarından kısa bir süre sonra
Genel Kurullarını toplamaya hazırlanıyordu. Bu çalışma raporu Sendikamız Sosyal-İş'in 8. Olağan
Genel Kuruluna katılacak delegelere ulaştığında bütün şubelerimizin genel kurulları tamamlanmış
olacaktır.
Çok kısa başlıklarla uzmanlık daire çalışmalarımıza, daire ayrımı gözetmeksizin değinmek
istiyoruz. Zira bu rapordan da anlaşılacağı gibi SOSYAL-İŞ'in bu dönem bütün faaliyeti, sendikal
mücadele alanında var olabilmek için örgütlenme çalışmalarında odaklaşmak zorundaydı. Böyle de
olmuştur.
Ancak yapmakta olduğumuz 8. dönem Genel Kuruldan sonra oluşacak yönetimin, yetki
sorumluluk ve etkinlik sınırları belirlenmiş uzmanlık daireleri temelinde çalışmalarını yürütmek şansı
olabilecektir.
"1 MAYIS" LAR
1 Mayıs 1992 üç konfederasyonun katılımıyla Ankara'da salonda kutlandı. Salonda da olsa
sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününde sendikal örgütlenmelerin birlikteliği önemliydi.
Gelecek 1 Mayısların alanlarda hep birlikte kutlanabilmesi açısından bu bir başlangıç olabilirdi.
Ne var ki 1993 1 Mayısında bu birliktelik sağlanamıyor, İstanbul'da DİSK ve TÜRK-İŞ ayrı
ayrı tören düzenliyordu.
DİSK'in öncülüğünde demokratik kitle örgütleri ve diğer örgütlenmelerle birlikte İstanbulPendik'te kutlanan 1 Mayıs 1993, daha görkemli ve coşkulu bir tören oldu.
Üç konfederasyon 1 Mayıs 1994'de İstanbul'da yine bir araya geldi. Diğer örgütlenmelerin
katılımıyla 1 Mayıs yığınsal olarak kutlandı.
Her üç 1 Mayıs'ta da SOSYAL-İŞ vardı. Alanlarda, gelecek güzel günlere, aydınlık günlere
olan hasretimizi haykırdı.
Ayrıca Adana-Mersin'de ve İzmir'de yapılan 1 Mayıs törenlerine Sosyal-İş üye, temsilci ve
Şubeleri etkin biçimde katıldı.
SENDİKAMIZ ÇALIŞMALARINA TOPLUCA BAKIŞ
Geçtiğimiz dönem yoğun ve uzun süreli örgütlenme çalışmaları sürdürdüğümüz ve bini aşkın
işçinin çalıştığı Eskişehir-Anadolu Üniversitesi ve bu üniversite bünyesindeki işyerleri ile Fındık
Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Fiskobirlik) ve bağlı kooperatif kuruluşlarının ayrı bir yeri ve
önemi vardır. Her iki kuruluşta da 2822 sayılı yasaya göre toplu-iş sözleşmesi yapabilmek yönünden
yetki işlemleri (prosedür) başlatılmıştır.
Yine ayrıca yetki girişiminde bulunduğumuz Adana-Güney Belediyeleri A.Ş. (Mavi
Marketler ve Mavi Radyo) ile İstanbul-Beşiktaş Belediyesinin BELTAŞ (Beşiktaş Belediyeleri Halk
Pazarları İşletmesi ve Ticaret A.Ş.), Ankara Çankaya Belediyesinin BELDE A.Ş. (Çankaya Belde
Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.) unvanlı işyerlerinde Borçlar Yasasına göre bağıtlanmış sözleşmelerimiz
vardır. İstanbul-BELTAŞ işyeri 1993 yılı ortalarında üyesi oldukları ve bu işyerinde bağıtlanmış
toplu-iş sözleşmesi bulunan Tez Koop-İş Sendikasından bütünüyle istifa ederek Sendikamıza üye
olmuşlar ve 1 Ocak 1994 tarihinde başlayacak yeni dönem toplu-iş sözleşmesinin yapılması
konusunda Sendikamızı yetkili kılmışlardır.
İşyerinde bir tek üyesi kalmamış olmasına karşın yetki girişiminde bulunan ve hatta
Bakanlıktan yetki alan Tez Koop-İş Sendikasının almış olduğu bu yetki mahkemece iptal edilmiş,
Sendikamız Sosyal-İş 1994 Mart sonlarında bu işyerinde sözleşme bağıtlamıştır.
İnşaat Mühendisleri Adana Odası ile
Sözleşmesi (toplu sözleşme) yapılmıştır.
aynı Odanın Kayseri Şubesinde Kollektif İş
Yine İzmir Bornova Belediyesine ait BORMAR, (Temel Tüketim Maddeleri Tic.Ltd.Şti.)
Denizli BELTAŞ, İstanbul Kartantaş A.Ş.,(DEÇEMKO) Demir Çelik İşletmeleri Mensupları Sosyal
Yardım Vakfı ve bağlı işyerleri örgütlenerek yetki girişiminde bulunulan bazı işyerleridir.
Önümüzdeki dönem planlı, programlı ve sonuç alıcı örgütlenme çalışmalarımızın
yoğunlaştığı bir dönem olmasının yanısıra, karşı sendikanın sorumsuz yaklaşım ve tutumu nedeniyle
yetki süreçlerinde itirazların sıkça yaşanacağı bir dönem olarak görülmektedir.
Zira SOSYAL-İŞ'in kurulu bulunduğu 17 nolu işkolu işçisi, Sendikal mücadelesini bu
işkolunun Sendikasında SOSYAL-İŞ'de bütünleşerek vermek eğilimindedir. Bu durum sarı sendika
kıskacındaki işçiler için daha da geçerlidir.
Yukarıda açıklanan yoğun çalışma gündeminin arasına SOSYAL-İŞ, sendikal mücadelenin
bir bütün olduğu gerçeğinden hareketle, eğitim gibi, araştırma basın yayın ve hukuk çalışmaları v.b.
gibi sendikal etkinlikleri mücadele sürecine katmayı bilmiştir.
Sendikamızın, örneğin, işçi eğitimine yaklaşımı işçiye bir takım kuru bilgilerin aktarılması
demek değildir. İşçinin mücadele içinde yer almasını sağlayan, bunu gözeten her eylem onun eğitimi
anlamına gelir. Bu bağlamda örgütlenmeden iş ve işyeri sorunlarının tartışıldığı toplantılara, toplu-iş
sözleşme taslağının hazırlanmasına ve sözleşme görüşmelerinin yürütümüne ve grev uygulamasına
varan süreçte işçinin katılımının sağlanması büyük önem taşır.
Bu eylemde işçi, "Sendika" nın kendi örgütlü gücü olduğunun bilincine varır. Bu örgütlü
gücün ya da örgütlenmenin işlevini yerine getirebilmesi açısından yine kendi istem ve katılımıyla
tüzüksel bir yapıya, işleyişe kavuşması gerekliliğini görür. Kendine ve örgütüne olan özgüveni gelişir,
pekişir. Bu nedenle SOSYAL-İŞ SENDİKASI'nın ana tüzüğü, sık sık başvurulması gereken temel
belge niteliğindedir.
Geçtiğimiz dönemde Sendikamız bu yaklaşımla bir dizi çalışmalar yaptığı gibi, eğitsel
yayınlarla bu çalışmalara destek olmuştur. Özellikle yeniden yapılanma döneminde Sendikal
mücadelenin başarılı olabilmesi ve görevlerin yerine getirilmesi bir bakıma bilinçli yönetici
kadroların bulunmasını gerektirdiğinden bu kadroların yetişmesine önem verilmiştir.
DİSK'in Ankara ve İstanbul'da düzenlediği sendika temsilci ve yöneticilerine yönelik
seminerlere, Silivri'de ASK, DİSK ve TÜRK-İŞ'in ortaklaşa katkılarıyla düzenlenen konusunu Avrupa
Birliğinin oluşturduğu toplantıya Sendikamız Yönetici ve Temsilcileri katılmıştır. Sendikamızca
Eskişehir Anadolu Üniversitesi işyerinde çalışan üyelerimize yönelik
bir günlük seminer
düzenlenmiştir.
Önümüzdeki dönem Temsilci ve yöneticilerimizin yetkinleşmesi ve birikimlerinin
zenginleştirilmesiyle teknik bilgi donanımlarının sağlanması amacıyla düzenlenen ve daha çok bilgi
aktarımı niteliğinde olan bu seminerler ve diğer eğitsel etkinlikler önümüzdeki dönemde üyelerimizi
de kapsayacak biçimde yaygınlaştırılıp, sıklaştırılmalıdır.
Bütün bunların yanıtına SOSYAL-İŞ SENDİKASI, sınıf ve kitle sendikacılığını, diğer bir
ifadeyle işçilerin sermaye sınıfına karşı çıkarlarının birlikteliğini esas ve temel alan bir sendikal
anlayışın sahibi olarak, Sendikanın, sermaye sınıfı, devlet, hükümet ve her türlü siyasal parti
örgütlenmeleri karşısında, örgütsel ve ideolojik bağımsızlığını özenle koruyarak, politika ile yakından
ilgilenilmesi gerektiğine inanmaktadır.
Çünkü politika, toplumla ilgili, bütün kararların alınma sürecidir. Demokrasi ise bir anlamda
politikanın toplumsallaşması demektir. İşçinin, emekçinin yaşamını çok yakından ilgilendiren
politikaya ve politik oluşumlara yabancı kalması istenemez, beklenemez. Tam tersi, işçilerin bu
politikaların belirlenmesine ve politik süreçlere katılımı, katkıda bulunmaları gerekir. Bu da ancak
çoğulcu katılımcı demokrasinin uygulandığı ortamda gerçekleşir ve gelişir.
Bu bakımdan demokrasi ve demokratikleşme mücadelesinde, demokratik kitle örgütlerinin
ve temsilcilerinin böyle bir ortamın oluşup gelişmesine katkıda bulunmaları demokrat olmanın gereği
ve görevi olmaktadır.
Geçtiğimiz iki yıllık çalışma dönemi içinde Sendikamız, 11 sayı SOSYAL-İŞ GAZETESİ, 4
sayı Haber Bülteni, 3 adet Eğitim Broşürü, 2 adet Sözleşme kitapçığı, 2 adet de Anatüzük kitapçığının
basım ve yayınını gerçekleştirmiştir. Ayrıca lokal düzeyde, işyerlerine, ünite ve sektörlere ve bölgelere
yönelik yayınlarımız da olmuştur.
Lokal ve güncel sorunlar için ivedi olarak çıkarılmasını düşündüğümüz SOSYAL-İŞ Haber
Bülteni, önümüzdeki dönemde daha sık ihtiyaç duyulan bir yayın olacaktır.
Aylık periyodik olarak üyelerimize ve kamuoyuna dağıtılan sendikamız gazetesinin ise
içeriğinin, hacminin ve teknik niteliğinin daha da geliştirilip zengileştirilmesi hedefimizdir.
Gazetemize yerel haber ve görüntülerin olabildiğince yansımasının önemi vardır.
Türkiye'de Sendika Kurma Özgürlüğü Var mıdır?, ILO, (UÇÖ) Sözleşmeleri ve DYP-SHP
Koalisyon Hükümetlerinin Çalışma Yaşamına İlişkin Olarak Verdikleri Sözler, Neler Yaptılar ve
Sonuç başlıklı kitapçıklar eğitim dizisi olarak yayınlanıp dağıtılmıştır.
Geçen dönem yoğun bir çalışma içinde olduğumuz diğer bir sendikal etkinlik alanını da
Hukuksal çalışmalarımız oluşturur.
Geçtiğimiz dönemde Sendikamız, salt 12 Eylül'ün çalışma yaşamına getirdiği dar, kısıtlayıcı
ve antidemokratik hukuksal yapı ile mücadele etmek zorunluluğuyla yetinmemiş, bunun yanısıra
SOSYAL-İŞ'in 12 yıl faaliyetten alıkonulması sonucu ortaya çıkan hukuksal alandaki yeniden
yapılanma sorunlarıyla da uğraşmak zorunda kalmıştır.
Çalışmalarını Ankara, İstanbul ve Giresun'da deneyimli, geçmiş yıllarda da sendikamıza
hizmet ve gönül vermiş dört sözleşmeli avukat arkadaşımızla yürüten Hukuk Dairemizin açtığı ve
yürüttüğü davalar arasında özellikle işyeri yetki davaları, işkolu barajına yönelik dava ve ILO
sözleşmelerine aykırı olmasının yanısıra, sendika kurma özgürlüğünü sınırlamasıyla mevcut anayasaya
dahi aykırı düşen % 10 baraj konusunun Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna (mahkemesine)
götürülmüş olmasını sayabiliriz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 1993/Ocak ayı
istatistiklerine, SOSYAL-İŞ'in ve diğer Sendikaların % 10 işkolu barajını aşıp aşmadıkları yönünden
kısaca yetki yönünden değil, bu istatistiksel tespitlere ve bu istatistiklerin "Sendika kurma
özgürlüğünü" yok eden uygulama alanına iş mahkemesi nezdinde itiraz edilmiş ve dava izlenerek
diğer üst yargı organlarından biran önce çıkması sağlanıp hukuk yolları tüketilerek, dava konusu
Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna taşınmıştır.
Tahmin edileceği gibi çok önemli sonuçlar doğurabilecek bu davanın içeriği konusunda
komisyonun işleyiş ve çalışma yöntemi gereği fazla bilgi veremiyoruz.
Ancak şunu belirtmeliyiz ki bu dava, yasalarda halen yer alan 12 Eylül kalıntısı
antidemokratik düzenlemelerin ve en başında da % 10 işkolu barajının kalkması, kaldırılması yönünde
SOSYAL-İŞ'in verdiği mücadelenin bir parçasıdır.
Geçtiğimiz çalışma döneminde Genel Yönetim Kurulumuzca oluşturulmasına karar verilen
bütün uzmanlık daireleri işleyişi, yetki, sorumluluk ve görev alanları tanımlanıp belirtilmek suretiyle
yönetmeliklere bağlanmış ve 1994 yılı başından itibaren bu işleyişe uygun yazışma ve dosyalama
planı yeniden düzenlenerek yürürlüğe konmuştur.
Bu bölümü bitirirken geçen dönemde, (13 Nisan 1992 - 25 Mayıs 1994 tarihleri arasında)
Genel Yönetim Kurulumuzun 88 karar sayılı toplantıyı gerçekleştirmiş bulunduğunu, aynı daire içinde
Sendikamıza gelen evrak-yazı-sayısının 1032, Sendikamızdan çıkan evrak -yazı sayısının ise 1752
olduğunu belirtelim.
Ayrıca yine,
Geçtiğimiz dönemde, Fransa Konfederasyonu (CFTT)'nin çağrılısı olarak 30 Eylül-6 Ekim
1992 tarihleri arasında Fransa'ya giden DİSK heyetinde Sendikamız Genel Yönetim Kurulu üyesi
Mehmet Oktay'da yer almış, Genel Sekreterimiz H.Bedri Doğanay ise, DİSK heyeti içinde Bulgaristan
Bağımsız İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CITUB)'nun 8-10/Ekim/1993 tarihlerinde Sofya'da
yapılan Genel Kuruluna katılmıştır.
YETKİ İTİRAZLARININ YARATTIĞI KARMAŞA ve SENDİKAMIZ İLE
İŞKOLUMUZUN DİĞER SENDİKALARI
Önemi dolayısıyla 1994 Ocak istatistiklerindeki tespitlere karşılıklı itirazların yarattığı
karmaşayı raporumuzun bu bölümünde bir kez daha açıklamak istiyoruz.
Gerçekleri, konuya ilişkin olarak bugünkü somut durumu ve sendikaların tutumunu
yakalamak için, kanıt belgeleri aynen almak yeterli olacaktır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1994 Ocak istatistiklerinin de 17 Ocak 1994 gün
21821 sayılı resmi gazetede yayınlanarak ilan edilmesi üzerine, Sendikamıza bu istatistiklerde % 10
barajını aşmış olduğu belirtilen işkolumuzdaki TÜRK-İŞ üyesi iki sendikaya hiç zaman yitirmeksizin
17 Ocak 1994 günü aşağıdaki yazıyı göndermiştir. (Yayınlanan bu istatistikte DİSK üyesi SOSYALİŞ'in üye sayısının 38.401, işkolundaki sendikalaşma oranının % 10,64, Türk-İş üyesi TEZ-KOOP-İŞ
Sendikasının üye sayısının 44082, oranının % 12.22 ve TÜRK KOOP-İŞ Sendikasının ise üye
sayısının 38534, oranının % 10.68 olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla bu üç sendikanın, yasanın
işyerlerinde ya da işletmelerde toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden öngördüğü % 10 önkoşulunu
-barajı- aşmış bulundukları görülüyordu.) 17 Ocak 1994 günü Sendikamız SOSYAL-İŞ, Türk-İş üyesi
iki sendikaya Tez-Koop-İş'e, Türk Koop-İş'e aşağıdaki yazıyı göndermiştir.
ÇAĞRI (1)
Belge: (1)
Tarih:17 Ocak 1994
Sayı : Eş.D./201-1234
TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANLIĞINA
ANKARA
1- Tüm demokratik kamuoyunun bildiği, demokratik sendikaların da
kabul ettiği gibi, 12 Eylül rejimi, pek çok alanda olduğu gibi özellikle de çalışma
yaşamında antidemokratik, çağdışı, uluslararası ölçütlere aykırı sermaye sınıfının
çıkarlarına uygun düzenlemeler getirmiştir.
Bu düzenlemelere karşı, Konfederasyonumuzun
yürüttüğü çok yönlü mücadele ortadadır.
ve
Sendikamızın
Bu alandaki pek çok düzenlemeye üyesi bulunduğunuz TÜRK-İŞ'çe de
karşı çıkılmakta olduğu, bunun TÜRK-İŞ Genel Kurul kararları içinde de yer aldığı
tarafınızdan da biliniyordur.
Bunların önemlilerinden birisi de 2822 sayılı toplu-iş sözleşmesi Grev ve
Lokavt Yasasında yer alan, Sendikaların Toplu-İş Sözleşmesi yapabilmesinde,
işkolundaki işçilerin en a % 10'unu üye yapma önkoşuludur.
Hiçbir demokratik sendikanın, özünde sendika kurma hakkını da yok eden
bu önkoşulu benimsemesi, onun arkasına sığınması kuşkusuz düşünülemez.
İşçiler; diledikleri sendikayı özgürce seçmeli, işyerinde çoğunluğu üye
bulunduran sendika, başkaca ön koşul aranmaksızın özgürce toplu-iş sözleşmesi
yapmalıdır.
2- Baraj ön koşulu, bileceğiniz gibi, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin son
günlerde verdiği bir kararla; yasal bir düzenleme yapılmazsa, ülkemizde 1994
OCAK AYINDAN İTİBAREN 2822 SAYILI YASAYA GÖRE TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİ
YAPILMASINI FİİLEN YOK EDECEKTİR.
Yargıtay bu kararında, işkolu istatistiklerine itiraz edilmesi halinde,
istatistikler kesinleşinceye kadar, sendikaların toplu-iş sözleşmesi yetki alma
işlemlerinin yapılamayacağını hükme bağlamaktadır.
1993 yılı Ocak ayı istatistiklerine yapılan itirazların 1994 Ocak ayının şu
günlerinde bile hala sonuçlanmamış olduğu kuşkusuz bilgilerinizdedir.
3- 1994 OCAK istatistiklerine, sendikalar olarak karşılıklı itiraz etmemiz
halinde, bu itirazlar sonuçlanıncaya kadar, sendikalarımız, üyeleri adına toplu
sözleşme yapamayacaklardır. İtirazların sonuçlanmasının uzun süre alması
arkasından gelecek Temmuz istatistiklerine aynı itirazların yapılması, zincirleme
olarak, toplu sözleşme yapma hakkını fiilen yok edecektir. BUNDAN İSE İŞÇİLERİN
ZARAR GÖRECEĞİ KUŞKUSUZDUR. BUNUN SORUMLUSU İSE BU KONUDA
GEREĞİNİ YAPMAYAN SENDİKALAR OLACAKTIR.
4- Sendikamız, antidemokratik % 10 barajının kalkmasından yanadır. Bu
alanda Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna şikayet hakkını kullanma dahil her
türlü yasal mücadeleyi sürdürmektedir.
Hiçbir demokratik sendikanın; ülkemizde istatistiklerin ifade ettiklerinin
ne anlama geldiğini herkesin bildiği -istatistiklere göre barajı geçmiş görünen
sendikaların daha da iyi bildiği- bu barajın arkasına sığınmayı kabulleneceğine
ihtimal vermek istemiyoruz.
TÜM
BUNLARIN
IŞIĞINDA;
BAKANLIĞIN
YAYINLADIĞI
İSTATİKTİKLERE -KARŞILIKLI OLARAK İTİRAZ ETMEMEYİ- BU YOLLA
İŞÇİLERİN SÖZLEŞMESİZ KALMAMASINI SAĞLAMAYI- SENDİKAL REKABETİ
BARAJLARA SIĞINMADAN HİZMET YARIŞINA DÖNÜŞTÜRMEYİ- İŞYERLERİNDE
İŞÇİLER HANGİ SENDİKAYA ÜYE İSE -SÖZLEŞME HAKLARINI O SENDİKA
ELİYLE SAĞLAMAYA KAVUŞMALARINI PEKİŞTİRMEYİ ÖNERİYORUZ.
BUNU YAPMAZSAK; BU KONUDA GEREĞİNİ YAPMAYAN SENDİKANIN
İŞÇİLERİN GÖZÜNDE DÜŞECEĞİ DURUMA İŞÇİLER KARAR VERECEKTİR.
% 10 barajını aşmış bir sendika olarak; istatistiğin yayınladığı 17.1.1994
tarihinden, yasanın itiraz için öngördüğü 15 günlük sürenin bitim tarihi olan, en son
gün 31.1.1994 tarihine kadar, yanıtınızı bekleyecek ve itirazda bulunmayacağız.
İvedi yanıtınızı bekler, en iyi dileklerimizle başarılar dileriz.
GENEL BAŞKAN
ÖZCAN KESGEÇ
GENEL BAŞKAN YRD.
AKÇİN KOÇ
NOT: Bu yazımız fax'la gönderilmiş
ayrıca da iadeli taahhütlü olarak adresinize postalanmıştır.
DAĞITIM:
1- TEZ-KOOP-İŞ Genel Başkanlığı
2- TÜRK KOOP-İŞ Genel Başkanlığı
Bu çağrımıza 25 Ocak 1994 gününe kadar yanıt vermeyen TEZ KOOP-İŞ Sendikası bu
tarihte Sendikamıza 26 Ocak 1994 günü ulaşan aşağıda aynen aldığımız yazılarını gönderiyordu.
Belge: (2)
25.01.1994
SOSYAL-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANLIĞINA
ANKARA
İlgi: 17.01.1994 tarih ve Eş.D./201-1234 sayılı dağıtım yazınız.
12 Eylül Rejiminin; pek çok alanda olduğu gibi çalışma yaşamında da
Anti-demokratik, çağdışı, uluslararası ölçütlere aykırı, sermaye sınıfının çıkarlarına
uygun düzenlemeler ile işçi sınıfını kıskaca aldığı bir gerçektir.
Konfederasyonumuz TÜRK-İŞ ve Sendikamız Genel Kurullarında alınan
kararlarla bu kıskaçtan kurtulmak ve işçi sınıfı aleyhine düzenlemelerin ortadan
kaldırılması konusunda her platformda mücadele etmekte olduğumuz kamu oyunca
çok iyi bilinmektedir.
Yazınızın ikinci bölümünde sözü edilen, YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ
Kararı nedeniyle "işkolu istatistiklerine yapılan itirazlar sonuçlanıncaya kadar
toplu iş sözleşmesi akdetme" yetkisi konusunda karşılaşılacak olumsuzlukların
yaşanacağını da biliyoruz.
İşçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar olarak;
karşılaşılacak olumsuzların üstesinden gelebilmenin birinci koşulu, işkolunda
örgütlülüğün yapaysallıktan uzak gerçek boyutunun karşılıklı olarak bilinmesi ve
bu konuda tartışmasız bir GÜVENİN oluşmasıdır.
Bu anlamda; sendikanızın örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz
konusu olabilecek işçilerin çalıştığı işletme ve işyerlerinin unvan ve adresleri ile bu
işletme ve işyerlerinde bulunan sendikanız üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi
halinde, önerinizin değerlendireceğinin bilinmesini rica ederiz.
Saygılarımızla.
AHMET TAMER
ERTUĞRUL KAKMACI
GENEL BAŞKAN
GENEL SEKRETER
Ne var ki; Tez Koop-İş Sendikası, Sendikamıza gönderdiği, 17 Ocak 1994 günlü çağrımıza
verdiği ve yukarıda aynen yayınladığımız 25 Ocak 1994 günlü "yanıtıyla" birlikte 26 Ocak 1994 günü
Ankara 7. İş Mahkemesine başvurarak Sosyal-İş'in işkolu barajına itiraz ettiğine dair dilekçesini
veriyor, ayrıca bu itiraz dilekçesini de gizlemek ve böylece SOSYAL-İŞ'in 15 günlük itiraz süresini
geçirmesini sağlamak amacıyla kimi oyunlara başvuruyordu. Burası önemli değil, Ayak oyunlarını
Sendika yöneticiliği sananları, bir şekilde başına çöreklendikleri Sendikayı "dükkan" gibi görüp idare
edenleri Sosyal-İş ve işkolumuz işçisi dün de tanıyordu bugün de çok iyi bilmektedir.
Bizi asıl üzen, güya sendika yöneticisi olan bu kimselerin bu denli sorumsuz, işçiden kopuk,
işçinin yararını hiç mi hiç düşünmeyen, böyle bir dertleri olmayan konumda oluşlarıdır. Bir işçi
kuruluşunun yöneticisi olmalarının getirdiği sorumlu ve tutarlı bir tutum almalarının söz konusu
olduğu zamanlarda, kendilerince köşeye sıkıştıklarında işçiyi aldatmaktan ve kandırmaktan başka bir
düşünce içinde olamayışlarıdır.
Bu arada, Türk Koop-İş Sendikası'nın ise çağrımıza yanıt olarak Sendikamızı telefonla
aradığını, itiraz etmeyeceklerini bildirip, SOSYAL-İŞ'e başarılar dilediklerini belirtmeliyiz.
Tez Koop-İş Sendikası yöneticilerinin işkolu barajları konusunda izledikleri yol ve aldıkları
tutum, bu yöneticilerin işçiye dönük durmayan gerçek yüzlerini açığa çıkarması bakımından, ibret
vericidir.
Nasıl mı? Belgeleri izleyerek görelim.
Tez Koop-İş Sendikasının Sendikamız Sosyal-İş'e gönderdiği 25.1.1994 günlü yazının son
iki paragrafı aynen şöyledir.
"İşçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar olarak; karşılaşılacak
olumsuzlukların üstesinden gelebilmenin birinci koşulu, işkolunda örgütlülüğün yapaysallıktan uzak
gerçek boyutunun karşılıklı olarak bilinmesi ve bu konuda tartışmasız bir GÜVENİN oluşmasıdır.
Bu anlamda; sendikanızın örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz konusu olabilecek
işçilerin çalıştığı işletme ve işyerlerinin ünvan ve adresleri ile bu işletme ve işyerlerinde bulunan
sendikanız üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi halinde, önerinizin içtenlikle değerlendirileceğinin
bilinmesini rica ederiz."
Karşılıklı itiraz etmeyelim çağrımıza yanıt niteliği taşımayan bu yazının yazılmasındaki
niyet bu son iki paragrafta sırıtmaktadır. Bir sendikanın örgütlü olduğu işyerlerini , hele işkolu barajını
aşmasıyla birlikte yetki işlemlerine başlayacağı işyerlerinin unvanı ve adreslerini, bu işyerlerindeki
üye sayılarıyla birlikte, rakip sendikaya bildirebileceği, böylesine açık ve dürüst olunabileceği kaldı
ki,"işçi sınıfına karşı tarihi sorumluluk taşıyan sendikalar için bu dürüstlüğün doğal sayılması
gerektiğini düşünmek Tez Koop-İş gibi sendika yöneticilerinin akıllarının ucundan dahi
geçiremedikleri bir tutum.
Böylece SOSYAL-İŞ'in "işkolumuz işçisi! bu belgeyi kesip sakla" başlığıyla kamuoyunda
duyurduğu çağrıya karşı güya yanıt vermiş olacaklardı.
Dahası, yanıt verileceğini hiç düşünemediklerinden bu yazılarını işkolumuz işçisini
aldatmak, kandırmak için kullanabileceklerdi. Kullandılar da. Asıl çağrıyı biz yaptık, biz samimi ve
büyüğüz gibi sözcüklerle süslü, kendilerinin dahi inanmadığı bir bildiri yayınladılar. Bu bildirilerinde
SOSYAL-İŞ'i karalamaya, gerçeği işçiden gizlemeye ve işçiyi bir kez daha kandırmaya kalkıştılar.
Ancak SOSYAL-İŞ'in aşağıda aynen yayınladığımız 27.1.1994 günlü yazısı karşısında suç üstü
yakalandıkları bir yana gülünç duruma düştüler.
Belge :(3)
27.1.1994
TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANLIĞINA
ANKARA
İlgi: 25.1.1994 gün ve 19.1/143 sayılı yazınız.
17 1.1994 tarih ve Eş.D.201/1234 sayılı yazımıza yanıt olarak, Sendikamıza
gönderilen ilgi yazınız incelenmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Ocak 1994'te yayınlanan
istatistiklerinde görülen Sendikanız üyelerinin hangi işletme veya işyerlerinde
çalıştığı, toplu-iş sözleşmesinin bulunup bulunmadığı gibi konular, Sendikamızca
söz konusu edilmemesine karşın, ilgi yazınızın son paragrafında: "..... Sendikanızın
örgütlü bulunduğu ve mağduriyetleri söz konusu olabilecek işçilerin çalıştığı işletme
ve işyerlerinin unvan ve adresleri ile bu işletme ve işyerlerinde bulunan sendikanız
üye sayılarının sendikamıza bildirilmesi halinde..." önerimizin değerlendirileceği
belirtilmektedir.
17.1.1994 gün ve EŞD./201-1234 sayılı yazımızla belirtilen ve ilgi yazınızla
da paylaşılan görüşler doğrultusunda, üzerinde önemle durulması gereken konu;
öncelikle, karşılıklı yetki itirazında bulunulmayarak, 12 Eylül'ün anti-demokratik
uygulamalarına karşı ortak tavır almaktır. Bu da, sizlerin de katılacağı gibi işçi
sınıfının yararına olacaktır.
Bilindiği gibi Sendikamız Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın
yayınlamış olduğu Ocak/1994 istatistiklerinde % 10'luk işkolu barajını aşmış olup,
üye çoğunluğunu sağladığımız, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim ve Sağlık
Hizmetleri ve Bağlı işyerleri, Etam Eğitim Tanıtım ve Müşavirlik Hizmetleri
Tic.A.Ş. ve bağlı işyerleri, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü ve Bağlı işyerleri,
Anadolu Üniversitesi Güçlendirme Vakfı ve bağlı işyerleri, Denizli Beltaş Belediyesi
İç ve Dış Tic. A.Ş. ve bağlı işyerleri, olmak üzere toplam 3.502 üye adına
Bakanlık'tan toplu sözleşme yetki isteminde bulunmuştur.
Halen, Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği ve bağlı işyerleri başta
olmak üzere çok sayıda, başka işletme ve işyerleri için de, yetki isteme
çalışmalarımız sürdürülmektedir.
Ayrıca bu konuda Sendika olarak, her türlü diyaloğa ve görüşmeye de
hazır olduğumuzu bildiririz.
Bilgi alınması dileğiyle.
Saygılarımızla.
GN.YÖN.KUR.ÜYESİ
GN.YÖN.KUR.ÜYESİ
SÜLEYMAN ATASAYAN ERSAİT ŞEN
NOT: Bu yazımız fax'la iletilmiş,
ayrıca posta ile gönderilmiştir.
Bütün bu gelişmelerin ardından,Sendikamız SOSYAL-İŞ 15 günlük itiraz süresinin son günü
olan 1 Şubat 1994 günü Ankara 8. İş Mahkemesine itiraz dilekçesiyle başvurarak Tez-Koop-İş
sendikasının ve diğer sendikaların baraj tespitlerine itiraz etmek durumunda kalmıştır.
Bunun yanısıra SOSYAL-İŞ 4 Şubat 1994 günlü yazısıyla Tez Koop-İş sendikasına ikinci
bir çağrı çıkararak, işkolu barajlarına yönelik itirazların dışında, işyerlerinde toplu-iş sözleşme
çağrılarına ya da yetkilerine itirazda bulunmamayı, diğer bir ifadeyle işkolu baraj itirazlarını işyeri
yetkilerinde kullanmamayı, işçinin uzun süre toplu sözleşmesiz kalmaması için işyerinde hangi
sendika çoğunlukta ise sözleşmenin bu çoğunluk sendikasınca yapılması önerisinde bulunmuştur.
Bu çağrımızı da raporumuza aynen alıyoruz.
ÇAĞRI (2)
Belge: (4)
Tarih: 4.2.1994
Sayı : Eş.201/1297
TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANLIĞINA
ANKARA
1- 12 Eylül hukukunun ürünü olan ve antidemokratik pek çok hükmü
bulunan 2822 sayılı yasanın 12. maddesi ile düzenlenen "işkolu barajına" karşı
ortak
mücadele
önerimizi
içeren
17.1.1994/Eş.D./201-1234
ve
27.1.1994/Eş.D.201/1261 sayılı yazılarımıza rağmen, ne yazık ki 26.1.1994 günü
Ankara İş Mahkemesine itiraz etmiş bulunuyorsunuz.
Bu aşamada; Sendikamızın 17.1.1994 gün Eş.D./201-1234 sayılı yazılı
çağrısına (ki bu çağrıda "TÜM BUNLARIN IŞIĞINDA; BAKANLIĞIN
YAYINLADIĞI
İSTATİSTİKLERE,
KARŞILIKLI
OLARAK
İTİRAZ
ETMEMEYİ, BU YOLLA İŞÇİLERİN SÖZLEŞMESİZ KALMAMASINI
SAĞLAMAYI, SENDİKAL REKABETİ BARAJLARA SIĞINMADAN HİZMET
YARIŞINA DÖNÜŞTÜRMEYİ, İŞYERLERİNDE İŞÇİLER HANGİ SENDİKAYA
ÜYE İSE, SÖZLEŞME HAKLARINI O SENDİKA ELİYLE SAĞLAMAYA
KAVUŞMALARINI PEKİŞTİRMEYİ" önermekteydik.) 25.1.1994 gün 19.1/143
sayılı Sendikanız yazısını gönderip bu yazınızın yanıtını dahi beklemeksizin ya da
27.1.1994 gün Eş.D./201-1261 sayılı yanıtımızı yok sayarak (herhalde yazınıza yanıt
veremeyeceğimizi düşünmüş olacaksınız.) hemen 26.1.1994 günü yetki itirazında
bulunmak "samimiyet" ve "büyüklüğünü" ancak Tez Koop-İş gibi sendikalar
gösterebilirdi.
Şu duruma biz de 1.2.1994 günü itiraz etmek zorunda bırakıldık. Şimdi;
2- Olmaması gereken bu itirazlar yargıda süredursun, Sendikalar olarak
BU İTİRAZLARI İŞYERİ YETKİLERİNDE KULLANMAMAYI, İŞÇİLER
İŞYERİNDE HANGİ SENDİKAYI SEÇMİŞLERSE TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİNİN
O SENDİKA (çoğunluk sendikası) TARAFINDAN YAPILMASINI öneriyoruz.
Kısaca barajlara ilişkin itirazlar yargıda devam etsin. Yargı kararını
versin. ANCAK İŞÇİLER TOPLU SÖZLEŞMESİZ KALMASIN. Ne dersiniz?
Yanıtınızı bekliyoruz.
GENEL BAŞKAN YRD. GENEL SEKRETER
AKÇİN KOÇ
H.BEDRİ DOĞANAY
Tez-Koop-İş'i açığa çıkaran ilk çağrımızdaki gülünç duruma belki de ikinci kez düşmemek
için olacak bu çağrımıza uzun süre herhangi bir yanıt alamadık. ( 16 Mart 1994 tarihine kadar.)
Buna karşın SOSYAL-İŞ, bu tarihe kadar olan süre içinde Tez-Koop-İş Sendikasının üye
çoğunluğunda olduğu işyerlerinde toplu-iş sözleşmesi yapma yetki ve girişimlerine herhangi bir
itirazda bulunmamış, bu sözleşmeleri engellemeyi düşünmemiştir. Bu durumu belgelemek açısından
ilgili sendikanın sadece bir çağrısını ve SOSYAL-İŞ'in zorunlu olmamakla birlikte buna verdiği yanıtı
raporumuza aynen alıyoruz. (Belge 5-6)
Belge: (5)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
ÇALIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
SAYI : D.13.0 çgb.0.13.00.01/2981
16.02.94*05328
KONU: Yetki tespiti
SOSYAL-İŞ SENDİKASI BAŞKANLIĞINA
Necatibey Cad. Sezenler Sk. Lozan Apt.2/14
Yenişehir-ANKARA
Başvuruda Bulunan Sendika
: TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI
İşyerinin a) Unvanı
: 1. Yeni Karamürsel
Giyim ve İhtiyaç
Maddeleri Ticaret
Sanayi A.Ş.
b)Adresi
: 2. Yeni Karamürsel
Gıda ve İhtiyaç
Maddeleri Tic.San.A.Ş.
Sosyal Sigortalar
Sitesi Konak-İZMİR
Bölge Müdürlüğü Dosya No
:34956.35-29890.35
Başvuru Tarihi
:4.2.1994
İşçi Sayısı
:108(yüzsekiz)
Üye Sayısı
: 65(Altmışbeş)
Yukarıda unvan ve adresi ile çalışan işçi ve üye sayısı belirtilen işletmede
toplu-iş sözleşmesi yapmak için TEZ KOOP-İŞ Sendikasının başvuruda bulunması
üzerine Bakanlığımızca yapılan incelemede; adı geçen sendikanın Yasa'nın aradığı
gerekli çoğunluğu sağladığı tespit edilmiştir.
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'nın 13 üncü
maddesi gereğince tebliğ olunur.
BAKAN ADINA
ABDULLAH CÖRÜT
Genel Müdür Yardımcısı
DAĞITIM:
GEREĞİ :
TEZ-KOOP İŞ SENDİKASI
BİLGİ:
Bölge Müdürlüğü/İZMİR
Yeni Karamürsel
Giyim ve İhtiyaç
Maddeleri
Tic.San.A.Ş.
Koop-İş Sendikası
Sosyal-İş Sendikası
Belge: (6)
Tarih: 18.2.1994
Sayı : Ts.D.-205/1359
TEZ KOOP-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANLIĞINA
ANKARA
Yanıtsız bıraktığınız 4.2.1994 günlü Eş.D-201/1297 sayılı yazımızdaki
anlayışımız gereği yanıt bekleyerek; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının,
16.2.1994 gün ve 5327-5328-5329 sayılı yazıları ile bildirdiği, Ankara Barosu,
Ankara Barosu Yardımlaşma Sandığı ve Yeni Karamürsel İzmir Konak Mağazası
işyerleri için, Toplu-İş Sözleşmesi yapma başvurunuza verdiği yetki tespit
kararlarına itiraz etmiyoruz.
Başarı dileklerimizle.
GENEL BAŞKAN YRD. TOP.SÖZ.DAİ.BAŞKANI
AKÇİN KOÇ
ERSAİT ŞEN
Açıklamaya çalıştığımız bu gelişmeler karşısında, başta bu genel kurulu oluşturan delege
arkadaşlarımız olmak üzere SOSYAL-İŞ üyesi olsun olmasın 17 nolu işkolunun sayıları hiç de az
olmayan bilinçli, duyarlı, öncü işçilerine görev ve sorumluluk düşmektedir. İşçi sınıfına karşı tutarsız,
sorumsuz ve çıkarcı tutum ve davranışlarıyla, ihanet çizgisine düşmüş olan kişi ve yapıları açığa
çıkarmak, mahkum etmek artık kaçınılmaz bir görevdir. 12 Eylül'ün yarattığı boşluktan yararlanarak
işçinin sırtına binen ve palazlanan bu unsurların saflarımızdan uzaklaştırılması ekonomik-demokratik
mücadelenin gereğidir.
TIKANAN TOPLU SÖZLEŞME DÜZENİ
Tez Koop-İş Sendikası'nın,"İŞÇİLER MAĞDUR OLMASIN. TOPLU SÖZLEŞMESİZ
KALMASIN. Ya da TOPLU SÖZLEŞMELER UZUN SÜRE SÜRÜNCEMEDE KALMASIN"
içeriğindeki ikinci çağrımızı, 16 Mart 1994 gününe kadar yanıtsız bıraktığını belirtmiştik.
Bu tarihte Ankara 6. İş Mahkemesine verdikleri aşağıda aynen aldığımız itiraz dilekçeleriyle
bu ikinci çağrımıza yanıt vermiş oldular. Avukatları aracılığıyla mahkemeye yaptıkları bu itiraz
başvurusunda, Tez Koop-İş Sendikası, Sendikamız SOSYAL-İŞ'in örgütlü olduğu ve Toplu-İş
sözleşmesi yapmak yönünden girişimde bulunduğumuz Denizli BELTAŞ işyerlerine itiraz ettiğini
belirtiyor ve itirazını yalnızca, işkolu barajlarına yapılmış itirazlara dayandırarak, bunun bekletici
neden yapılıp Sendikamızın BELTAŞ işyerlerinde üye çoğunluğuna sahip olduğuna ilişkin Bakanlık
tespitinin iptalini istiyordu. Kısacası bir tek üyesinin bulunmadığı, adresini dahi bilmediği Denizli
BELTAŞ işyerinin yetkisinde % 10 barajına yönelik karşılıklı itirazı tek yanlı olarak
"KULLANIYOR" du.
Tez-Koop-İş Sendikası'nın çağrılarımıza yanıtını ve sorumsuz tutumunu tescil eden
16.3.1994 günlü söz konusu itiraz davasının Ankara 6. iş mahkemesinin 19.4.1994 gün
E.1994/411,K.1994/256 sayılı kararıyla reddedilmiş olduğunu, Sendikamız yetkisinin kesinleşmiş
bulunduğunu belirtmeliyiz.
Neden mi? Çok basit bir gerekçeyle Tez-Koop-İş Sendikası Denizli Beltaş işyerinin birden
fazla mağazası bulunan bir İŞLETME konumunda olduğunu, ve İşletme yetkilerine itirazın, işletme
merkezinin bulunduğu ilde, yani Denizli İş Mahkemesine yapılması gerektiği yolundaki yasa kuralını
bilmiyordu, ya da unutmuştu. Bu "Sendika" için bunu doğal saymak gerekir.
TEZ KOOP-İŞ'İN YANITI!
Belge(7)
İŞ MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE
ANKARA
İTİRAZ EDEN
(Davacı)
:Tez Koop-İş SendikasıANKARA
VEKİLİ
: Av.M.Ertuğ Sağlam
Necatibey Cad.20/20
ANKARA
DAVALILAR
: 1) Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı
ANKARA
2) Sosyal-İş Sendikası
Necatibey Caddesi
Sezenler Sok.
2/14 Ankara
KONU
: Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı
Çalışma Genel
Müdürlüğünün 10.3.1994
tarih 5195/007599 sayılı
tespit
yazısının
kapsamaktadır.
iptali
istemini
OLAYLAR
: Davalı Bakanlık, Denizli'de kurulu "Beltaş
Denizli Belediyesi İç ve Dış Tic.A.Ş." işyerlerinde çalışan üyeleri adına davalılardan
Sosyal -İş Sendikasının 19.1.1994 tarihli başvurusunu değerlendirerek, başvuru
tarihi itibari ile, işletmede çalışan 60 işçinin 33'ünün Sosyal-İş Sendikası üyesi
olduğunu tespit ederek, söz konusu davalı sendikaya tespit yazısı vermesi 2822 sayılı
Yasanın 13. maddesine açıkça aykırıdır.
Zira söz konusu madde çok açık bir biçimde:
" Bir TİS yapmak isteyen işçi Sendikası Bakanlığa yazı ile başvurarak
kurulu bulunduğu işkolunda üye sayısı itibari ile yüzde on oranını sağladığının
belirlenmesini ve... üyelerinin sayısının tespitini" isteyeceğini hükme bağlamıştır.
Davalı Bakanlıkça 17.1.1994 tarihinde yayınlanan işkolu istatistiğinde %
10 oranını sağladığı şeklinde ilan olunan Sosyal-İş Sendikasının % 10'una müvekkil
sendika tarafından Ankara 7. İş Mahkemesi nezdinde yapılan itirazın iptal davası
halen derdest olup, 1994/3 D.İş sayılı işbu davanın duruşması 31.3.1994 tarihine
muallaktır.
Görülüyor ki davalı Sosyal-İş Sendikasının kurulu bulunduğu işkolunda %
10 oranını aştığı hususu henüz kesinleşmemiştir.
Hal böyle iken, yani % 10'u kesinleşmediği sabit olan davalı sendikanın
başvurusunu dikkate alarak işletmede çoğunluk tespiti yapılması 2822 sayılı yasanın
amir hükümlerine açıkça aykırı düşmektedir.
Bu nedenle işbu itirazda bulunma zarureti hasıl olmuştur.
HUKUKİ SEBEPLER
: 2821,2822,1475,506 Sayılı
yasalar,HUMK. ve mevzuatın
hadisemizle ilgili hükümleri.
SUBUT SEBEPLERİ
: Ankara 7. İş Mahkemesinin
1994/3 D.İş Sayılı dosyası
mündecesaatı prosedür dosyası,
bilirkişi incelemesi ve
bilcümle kanuni delail.
SONUÇ VE İSTEM
: Arz olunan nedenlerle
davamızın kabulü ile
Bakanlık
kararının iptaline yargılama
giderleri ve vekalet
ücretinin davalılara
TAHMİLİNE karar
verilmesini arz ve talep ederim.
16.3.1994
Avukat M.Ertuğ SAĞLAM
Önümüzdeki günlerde önemi daha da yakıcı bir biçimde anlaşılacak ve yaşanacak olan bu
konuyu gelişmelerin bugün vardığı aşamada somut durumu özetleyerek noktalayalım.
Ocak 1994'ten itibaren 2822 Sayılı Toplu-İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasasının toplu
sözleşmesi düzeni fiilen işleyemez duruma geliyor.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi istatistiklere yapılan itirazlar KESİNLEŞMEDİKÇE o işkolunda
toplu-iş sözleşmesi yapma YETKİ'si verilemeyeceğini, yani 2822'ye göre toplu-iş sözleşmesi
yapılamayacağını karara bağladı.
Konunun öyküsü şöyle;
DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası 1993 Ocak istatistiklerinde % 10 BARAJINI AŞTI. Türkİş'e bağlı BELEDİYE-İŞ Sendikası 17 Ocak 1993 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan bu istatistiklere
itiraz etti.
Ancak bugüne değin OCAK 1993 yılı istatistiklerine (daha sonra Temmuz 1993 ve Ocak
1994 istatistikleri yayınlandı) Belediye-İş'in Ankara İş Mahkemesinde yaptığı itiraz sonuçlanmış
değildir. Mahkeme kararından sonra bir de Yargıtay safhası bulunuyor.
Genel-İş Sendikası, barajı aşmış bir sendika olarak Bursa'nın Orhangazi Belediyesi için
toplu-iş sözleşmesi yapmak üzere, gerekli prosedürü başlattı. Belediye-İş Sendikası, Genel-İş'in
yetkisine itiraz etti. Orhangazi Asliye Hukuk Hakimliği, 13.7.1993 gün 199/260 sayılı hüküm ile
Belediye-İş'in itirazını reddederek yetkiyi Genel-İş'e verdi. Belediye İş'in temyizi üzerine YARGITAY
NÖBETÇİ HUKUK DAİRESİ 19.8.1993 günü oybirliği ile 1993/11862E, 1993/12220 Karar sayılı
ilamı ile "İstatistiğe itirazın bu dava için bekletici sorun yapılarak, o dava sonucunun beklenmesi
gerekir" kararını verdi.
Aynı şekilde, SAKARYA Belediyesi için Genel-İş'e yetki veren Sakarya İş Mahkemesinin
2.9.1993 gün 316/296 sayılı kararını bu kez temyiz üzerine inceleyen YARGITAY 9. Hukuk Dairesi
11.10.1993 günlü ve 1993/13836 E,1993/14353 karar sayılı ilamı ile bu kez de oybirliği onadı.
Öte yandan, Sapanca Belediyesi için, Sapanca Asliye Hukuk İş Mahkemesi 19.7.1993 gün
ve 80/104 sayılı kararı ile yetkiyi Genel-İş Sendikasına verdi.
Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 25.10.1993 günlü 1993/14019 E, 1993/15082
sayılı kararı ile 14 gün önce verdiği karardan vazgeçerek "istatistiğin kesinleşmesi itiraz süresinin
geçmesi ya da yargı yolunun sonuçlanmış olmasına bağlıdır" diyerek mahkeme kararını bozdu.
Yargıtay'dan bir çelişkili karar daha
İstanbul'da DİSK üyesi Gıda-İş Sendikasının örgütlü bulunduğu bir işyerinde,
İŞVEREN'in Gıda-İş ile ilgili baraj itirazının soncunun beklenmesini ileri sürerek, 2822 sayılı
yasanın 15. maddesine göre yaptığı itiraz İstanbul 7. İş mahkemesinin 30.12.1993 gün
E.93/664, K.93/916 sayılı ilamı ile, dikkate alınmayarak reddedilmiş ve bu karar Yargıtay 9.
Hukuk Dairesinin 31.1.1994 gün E.1994/1445, K.1994/1198 karar sayılı ilamıyla oybirliğiyle
onanmıştır.
Bütün bu örnek yargı kararlarından sonra, DİSK-AR'IN 14. sayısında konuyla ilgili
hukuksal eleştiriyi kısaltarak raporumuza alıyoruz.
YETKİ İTİRAZLARI
YARGITAY'IN KARARI KESİN HÜKÜM TEŞKİL ETMEZ !
Ülkemizde Toplu İş Sözleşmesi yetki sürecinin kilitlenmesine ilk önce
Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesi'nin, daha sonra da Yargıtay 9. Hukuk
Dairesinin aynı doğrultuda arka arkaya verdikleri kararlar yol açmıştır.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi kararını; Ocak ve Temmuz aylarında
yayınlanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerine itiraz
edilmesi durumunda, 2822 sayılı yasanın 15. maddesinin "Mahkemeye
itirazın yapılması karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur"
hükmüne dayanarak vermiştir.
Resmi Gazetede yayınlanan işkolları istatistiklerinin ilanından
itibaren, Bakanlığın bu idari tasarrufunun hukuksal sonuçlar doğurmaya
başlayacağı temel bir idari hukuk prensibidir. Zira idarenin bütün
tasarrufları tebliğ ve ilandan itibaren hüküm ifade ederler.
2822 sy'nın 12. maddesinde, yayınlanan istatistiklere 15 gün içinde
itiaz edilebileceği belirtilmiştir.
Bu itirazın yetki işlemlerini durduracağına ve T.İ.S. ehliyeti için
bekletici sorun sayılacağına dair bir hüküm kanunda yer almamaktadır.
Tersine, 12. Madde'ye göre istatistikte belirlenen rakamlar ve TİS ehliyeti,
yeni istatistik yayınlanıncaya kadar geçerlidir. Buradaki düzenleme, itiraz
için 15 günlük sürenin hak düşürücü bir süre olduğunu vurgulama amacına
yöneliktir. İtirazların işlemleri durduracağı haller yasada açıkça
belirtilmiştir.
Çünkü bunlar kuralın istisnalarıdır. İstisnalar teker teker açıkça
belirtilmemiştir. Yorum ve kıyas yoluyla, istisnai hükümlerin teşmili hukuka
aykırıdır.
2822 sy'da düzenlenen istisnai durumlar dışında bir yürütmenin
durdurulması veya tedbir kararı olmadığı sürece, idarenin ve yargının
verdiği kararlar yürürlüktedir.
Yargıtay'ın bu kararı esasa ilişkin ve nihai olarak verilmiş bir karar
olmadığından şekli ve maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez.
Bu karar 2822 sy'nın 15. maddesine göre verilmediğinden,
Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesinin
anılan bozma kararına uymayıp, direnme kararı vermiş ve dava Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu'na gitmiştir.
Kötü niyetli bir işverenin veya sendikanın, gerçek durumu bile bile
haklı olmayan ve geçerli sonuç doğurmayacağı önceden belli itirazlarla,
işkolunda sözleşme yetkisi tespit olunmuş sendikaların T.İ.S. bağıtlama
yetkilerini % 50+1 itirazları dışında bir itiraz ile durdurması kamu düzenine
aykırıdır.
İdari veya hukuki bir davanın açılması, temyiz yoluna başvurulması,
aksi yasada açıkça öngörülmedikçe, dava konusu idari işlem ve kararların
veya mahkeme kararlarının yürütmesini durdurmaz.
Yargıtay'ın eleştiri konusu kararı TİS düzenini çalışmaz duruma
sokmuştur.
Yasada yer alan, 15 gün içinde itiraz edilmeyen istatistiğin
kesinleşeceği hükmü, 15 günlük itiraz süresinin hak düşürücü süre olduğunu
belirtmek amacıyla vazolunmuştur. Bu amaçla yer alan hükmü kanun
koyucunun amacından saptıracak şekilde yorumlayarak itiraz edilen
istatistiğin, kesin karar bağlanana kadar yetki işlemlerine esas alınamayacağı
sonucuna varmak, kanun koyucunun iradesine ve kanunun özüne aykırıdır.
Hem istatistiğe itiraz davalarının çok uzun sürmesi, hem de işyeri
yetkilerine itiraz davalarında, bu davaların bekletici sorun yapılması,
devletin sosyal yönünü düzenleyen Anayasal ilkelere, iş hukukunun işçi
yararına yorum ilkesine ve T.İ.S. düzenine aykırıdır.
Konuyu noktalarken belirtmeliyiz ki;
Belge ve yargı kararlarıyla açıklamaya çalıştığımız bütün bu gelişme ve olumsuzluklara
karşın, SOSYAL-İŞ SENDİKASI, bir işçi kuruluşu olarak, en zor koşullar altında bile, otuz yıla
yaklaşan süredir onurla taşıdığı mücadele geleneğinden ödün vermeksizin, sorunun aşılması yönünde
her türlü çabayı göstermeyi sürdürecek, böyle bir arayışın içinde olacaktır.
5 NİSAN 1994 KARARLARI
Çalışma Raporumuzun başında 24 Ocak 1980 kararlarına değinmiş, bu kararların işçi
sınıfımız ve emekçi halkımız açısından ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmıştık. Bu kararların
uygulanışını 12 Eylül sürecinde yaşayarak gördüğümüzü de vurgulamıştık.
Raporun, yurt ve dünya sorunlarına ilişkin birinci bölümünde, konuya ağırlıklı olarak yer
verildiğinden, burada birkaç cümle ile paketin önemine, işçi sınıfımız ve emekçi halkımıza ne verip,
ne götüreceğine değinmekle yetineceğiz.
5 Nisan kararlarının açıklanmasının hemen ardından 9 Nisan 1994 günü, Demokrasi
Platformu'nun Zonguldak'ta düzenlediği kitlesel miting, açıklanan ve açılan "istikrar paketi" ni çok
çarpıcı biçimde değerlendiriyordu. Bu kararların, "ATMA, SATMA KAPATMA VE ZAM PAKETİ"
olduğunu haykıran onbinlerce işçi ve emekçi, bu mitingle, sözde istikrar paketine emekçi halkımızın
yanıtını vermiş oluyordu.
Sermayenin sözcüleri "medya"yı da arkalarına alarak Ondört yıldan sonra, Türkiye
Ekonomisi bir kez daha karaya oturuyor, ülkemiz belki de tarihinin en ağır ekonomik bunalımını
yaşıyordu. Yine sahnede olan IMF'nin öngördüğü "Acı Reçete" uygulanmalı, kemerler sıkılmalı, ülke
ekonomisini bütünüyle Uluslararası Para Fonu (IMF) nin denetimine sokacak "stand-by" anlaşması
yapılmalıydı.
KİT'ler derhal özelleştirilmeliydi.
Ağız birliği etmişçesine bunları söylüyorlar, yazıp çiziyorlar ve krizin atlatılması için bütün
kesimlerin en başta da maaş ve ücretlilerin, kemerleri sıkmasını, halkımızın, acı reçetenin yükünü
paylaşmasını istiyorlardı. Artık hiperenflasyon sürecine giren, üçlü rakama ulaşan enflasyon başka
türlü önlenemezdi. Tabi, her zamanki gibi toplumun, ulusun çıkarları ve ülke ekonomisinin düze
çıkması için bunlar yapılmalıydı.
5 Nisan kararlarının birkaç aylık uygulaması dahi, söylenenlerin gerçek olmadığını, asıl
gerçeği, gizlemeye çalıştığını açığa çıkarmaya yetti.
İstikrar paketiyle birlikte, memur maaşlarına zam yapılmayacağı açıkça belirtilirken,
yüzbinlerce işçiye yürürlükteki toplu-iş sözleşmeleri gereği yapılması zorunlu ücret zamlarının
ödenmemesi için (Toplu-İş sözleşmelerinde yer alan 6 aylık ücret artışı diliminde bir önceki dönemin
enflasyon artışı artı refah payına göre ücret artışı uygulanacağı hükmü) ortam hazırlanmaya çalışıldı.
IMF'na ücretlerin arttırılmayacağı, kısaca dondurulacağı sözü verildi.
Oysa, 5 Nisan ile birlikte başta petrol ve KİT ürünleri olmak üzere iğneden-ipliğe herşeye
yüzde yüze varan ZAM yapılmış ve uygulanmıştı. Ücret ve maaşlılar diğer dar gelirli gelir gruplarıyla
birlikte bir gecede reel gelirlerini, satın alma güçlerini yarı yarıya yitirmişlerdi. Buna karşılık sermaye
cephesi hiçbir bedel ödememiş, bu yüksek zamları aynı oranda ürünlerine yansıtarak, stoklar yolu ile
bu krizden daha da kazançlı çıkmasını bilmişti. Kısaca ücretler dondurulurken, fiyatlar yükselmiş ve
KİT açıklarını kapatmak için açıldığı belirtilen "ZAM" paketinin bütün yükü emekçi halkımızın sırtına
bindirilmiştir.
Bu durum, ekonomik bunalımdan ya da ülkenin içine düştüğü krizden hiçbir şekilde sorumlu
olmayanların faturayı ödeyeceği, asıl sorumluların ise yükü paylaşmak şöyle dursun, ekonomik
darboğazdan daha da kazançlı çıkacakları gerçeğini apaçık ortaya koyar.
O nedenledir ki; raporumuzun başında belirttiğimiz görüşü yinelersek, sorun, başta
özelleştirme olmak üzere "kaynak tahsisi ve gelir bölüşümüne ilişkin" dir. En önde rantiyeler olmak
üzere sermaye gruplarına kaynak transferinden başka birşey değildir.
Elli yıldır inançla uygulanan ekonomik modelin ya da şimdilerde moda deyişle "Serbest
piyasa ekonomisinin" çözümsüzlüğünün ifadesi olduğu kadar, sermaye sınıfının emekçi halkımıza
karşı yürüttüğü politikanın ürünüdür.
Son bölümde SOSYAL-İŞ SENDİKASI 8. Olağan Genel Kurulunun değerlendirmesine
yardımcı olmak amacıyla 7. Olağan Genel Kurulumuzda alınan kararları çalışma raporuna eklemeyi
uygun görüyoruz.
11-12 NİSAN/1992 GÜNLERİ ANKARA'DA TOPLANAN SOSYAL-İŞ SENDİKASI 7.
OLAĞAN GENEL KURUL KARARLARI
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle faaliyetleri durdurulan DİSK ve bağlı sendikaların
1990/Temmuz ayı itibariyle yeniden faaliyete başladıkları bilinmektedir.
Sendikamız SOSYAL-İŞ'de 1991/Temmuz tarihinden itibaren hukuken faaliyetine
başlamıştır. Genel Kurulumuz;
12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana Sendikamız bayrağını onurla dik tutan üye,
yönetici, uzman ve personeline teşekkür eder.
I- SOSYAL-İŞ ile 12 Eylül'ün en karanlık dönemlerinden bugüne değin dayanışma içinde
bulunan uluslararası sendikal merkezlere ve kuruluşlara teşekkürü bir görev sayar.
II- SOSYAL-İŞ anatüzüğünün "Amaç ve İlkeler" maddesinde belirlenmiş bulunan konulara
bir kez daha ve özenle dikkat çeken Genel Kurulumuz, aşağıdaki öncelikli konularda savaşım vermeyi,
bununla ilgili olarak tüm Sendika organ ve üyelerini görevli kıldığını karar altına alır.
* 12 Eylül rejiminin ve sonuçlarının tümüyle tasfiye edilmesi için gerekli hukuksal
düzenlemeler yapılmalıdır.
Bu bağlamda;
* 1982 Anayasası bütünüyle değiştirilerek, en geniş kesimlerin katılımıyla çağdaş
demokratik ve özgürlükçü içerikte yeni bir Anayasa yapılmalıdır.
Çalışma yaşamı ile ilgili olarak;
* 2821 ve 2822 sayılı Yasalar kaldırılarak sendikaların işleyişine müdahale etmeyen, sendika
içi demokrasiyi etkin kılan, çoğulcu anlayışa uygun, toplu-iş sözleşmesi ve grev işleyişini sendikaların
ve işverenlerin özgürlüğüne bırakan, bu alanlarda devletin müdahaleci değil, gözetici olduğu bir yasal
düzenleme yapılmalıdır.
* Buna bağlı olarak, toplu-iş sözleşmesi yapmada, işkolunda % 10 üyeye sahip olmak koşulu
kaldırılmalıdır.
* Çalışanların hukuksal statülerinin farklılığı, sendikal hak ve özgürlüklerden
yararlanamamalarına gerekçe olamaz. İşçi sınıfının memur ve diğer hukuksal statülerde çalışan kesimi
de grevli toplu-iş sözleşmeli sendika hakkının yasal güvencesine kavuşturulmalı, bu kesim için ayrı bir
yasal düzenleme değil, işçilerle aynı sendikalarda örgütlenebilme yolu benimsenmelidir.
İşverenlerin keyfi çıkarmalarına yargı denetimi getirme çalışmalarını olumlu bir adım olarak
niteleyen SOSYAL-İŞ SENDİKASI Genel Kurulu, 1475 sayılı iş yasasının antidemokratik
hükümlerden arındırılması gereğine dikkat çeker.
Özellikle,
* İşçilerin kıdem tazminatına tavan getirme çabaları 4 temmuz 1975 gün ve 1927 sayılı yasa
ile başlamıştı. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi 3 Kasım 1980 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 12
Haziran 1980 tarihli kararı ile bu düzenlemeyi iptal etmiştir. Milli Güvenlik Konseyi 17 Ekim 1980
gün ve 2320 sayılı yasa ile kıdem tazminatı tavanını bugünkü biçimiyle uygulamaya soktu.
Mahkemenin iptal gerekçesi incelendiğinde askeri yönetim uygulamasının 1982 Anayasası'na dahi
aykırı olduğu görülmektedir. Kıdem tazminatlarını gasbeden yürürlükteki bu 12 Eylül yasası
kaldırılmalıdır.
* 12 Eylül rejimi 17.4.1991 gün ve 2448 sayılı yasası ile toplu-iş sözleşmelerine kamu
kesiminde iki, özel kesimde dört ikramiyeden fazlasına ilişkin düzenleme yasağı getirmiştir. Bu
yasanın özgür toplu pazarlık sistemine temelden aykırılığı bir yana, toplu-iş sözleşmesi olmaksızın
ödenecek ikramiyelere sınır koymadığı dikkat çekicidir. Bu yasa yürürlükten kaldırılmalıdır.
* Asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır.
Ayrıca;
* Sosyal Sigorta mevzuatında ve SSK yönetiminde 12 Eylül askeri darbesinden sonra
getirilen işçi aleyhine, kazanılmış hakları yokedici tüm düzenlemeler kaldırılmalıdır.
* Bütün Sosyal Güvenlik Kuruluşları tek bir ulusal Sosyal Güvenlik Kuruluşu altında
toplanmalı, norm farklılıkları azaltılmalı, giderek aynılaştırılmalıdır.
* SSK Yönetim Kurulunda tüm işçi konfederasyonları üyeleri oranında temsil edilmelidir.
Öte yandan;
* Ücretlerimizin satınalma gücünü azaltan enflasyon kontrol altına alınmalı, enflasyon
rakamının belirlenmesinde sendikalar mutlaka katılımcı olmalıdır.
* Ücretlerimiz gelir vergisi dilimlerinde giderek yukarılara doğru tırmanmaktadır. Bugün
brüt ücretlerden yapılan kesintiler ortalama % 55 dolayındadır. Gelir ve servet dağılımındaki
adaletsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu alanlarda yapılacak köklü değişikliklerle net ücretlerimiz
yeni saldırılardan korunmalı, gerçek ücret düzeyimizin ve net ücretin toplam işçilik maliyeti içindeki
oranı artırılmalıdır.
Sendikal harekette etkin, saygın ve güçlü yerini yeniden kazanma durumunda olan
Sendikamız SOSYAL-İŞ'i zor, zor olduğu kadar da onurlu mücadelenin beklediğini saptayan Genel
Kurul;
* İşkolunda kurulmuş veya kurulacak işçi sınıfının memur statüsündeki kesiminin
sendikaları ile yakın ilişki ve dayanışma içinde olarak aynı sendika içinde olmak perspektifinin daima
rehber ve öne alınması gereğini karar altına alır.
* Bugün işkolumuzdaki sigortalı işçilerin % 79.18'i sendikasız durumdadır. Bir başka
deyişle, sigortalı işçilerin % 20.82'si sendikalıdır. Sınıfımızın memur statüsündeki kesimi de dikkate
alındığında, sendikalılık oranının % 3-5 olarak ifade edilmesi gerekir.
İşkolumuz kapsamına perde ve sahne emekçilerini de kapsayan Güzel Sanatlar işkolu da
dahil edilmiştir. Bu nedenle Genel Kurul,
İşkolumuzdaki örgütsüzlüğü aşmak, örgütlülüğü nicelik ve nitelik olarak geliştirmek
yönünden Genel Yönetim Kurulu'nu işkolumuzla ilgili ayrıntılı bir işyeri araştırması yapmak ve/veya
yaptırmakla görevli kılar.
* Sendikal birlik sorunu dünyada ve özellikle ülkemizde her zamankinden daha çok önem
kazanmış durumdadır. Diğer ülkelerde ve uluslararası sendikal merkezlerde yönelim de bu yöndedir.
Genel Kurulumuz "Hedef Sendikal Birlik" şiarı ile sendika yönetimini, işyeri, işkolu, ulusal
ve uluslararası sendikal birliğin sağlanması yönünde önemle görevli kılar.
Demokrasi ve sendikal hareketin evrensel görevini yerine getirmenin gerekleri dışında;
birliği, hiçbir önkoşula bağlamaz.
TÜRKİYE'DE SENDİKA KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ
VAR MIDIR?
Bir ülkede sendika kurma hak ve özgürlüğünün varlığından söz edebilmek
için, bu hak ve özgürlüğün ne anlama geldiğini belirlemek zorunluluğu vardır.
Çalışanların sendika kurma ve sendikal faaliyette bulunma hakları, temel
hak ve özgürlükler kapsamı içindedir. Temel insan haklarından olup onun topluca
kullanılanlarındandır. Bütün bu nitelikleriyle evrenseldir ve her zaman yazılı
hukuku aşan bir anlam ve içerik taşır. Tüm insanlara tanınması, insan olmaktan
gelen, başkaca bir olgu aranamayacak olan zorunluluktur. İnsan hakları ile ilgili
tüm uluslararası belgelerde yer alır.
Sendikal haklar, diğer sosyal haklardan (örneğin çalışma ve sosyal
güvenlik haklarından) farklı olarak, kendililiğinden kullanılabilir, doğrudan
doğruya uygulanabilir nitelik taşıyan haklardır. Bu niteliği onu özel bir yasal
düzenleme olmaksızın kullanılabilir kılar. Batı ülkelerinde önceleri hiç bir hukuksal
dayanağı olmadığı halde toplu iş sözleşmelerinin yapıldığı, hükümlerine normatif
etki tanınarak, bunlara tarafların uydukları görülmektedir.
Sendika, toplu pazarlık ve grev hakları, geleneksel kişi hakları ile kimi
öteki sosyal haklar gibi, devletin olumlu bir edimini gerektirmez. Aksine, devletin
somut ve olumlu edimini gerektiren öteki sosyal hakları korumanın ve daha ileri
düzeyde gerçekleştirmenin toplu araçlarıdır. Bu nedenlerle, devletin bu alanda ilk
ve temel ödevi, onların kullanılmasına engel olmamak, onlara zarar vermemek,
kısıtlayıcı yönde karışmaktan kaçınmaktır. Sendikal hakları yasa koyucular,
yasaklar yaratmamıştır; yasalardan önce ve hatta kimi zaman yasakçı ve baskıcı
yasalara karşın işçisiyle, memuruyla özetle çalışanlarca yaratılmıştır.
Bu temel olgu salt uluslararası belge ve hukukta değil, ulusal planda,
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları başta olmak üzere yargısal içtihatlarda
da kabullenilmiş durumdadır.
Bunların ışığında, ülkemizde sendikal hak ve özgürlüklerin yasalarla
belirlenmiş çerçevesine bakarak; sendika kurma hak ve özgürlüğünün var olup
olmadığını inceleyebiliriz.
Bugün Türkiye'de sendika kurma ve Sendikalara üye olma hakkı, kişi
yönünden kapsamı, kuruluş ilkeleri, uluslararası dayanışma ve üyelik, güvenceler,
etkinlik ve çalışma alanı, denetim yönlerinden demokratik olmayan ve uluslararası
ilke ve ölçülerle bağdaşmayan, Anayasa ve yasalardaki sayısız kısıtlama ve
yasaklarla anlamsızlaştırılmış, göstermelik hak konumuna indirgenmiş, etkinlik ve
çalışmalarına getirilen kısıtlamalarla, sendika kurma hakkı fiilen yok edilmiştir.
Bu alandaki Anayasa, sendikalar, grev ve toplu iş sözleşmesi yasalarındaki,
yasaklama ve kısıtlamaları genel olarak şu başlıklarda görmek olanaklıdır:
1.Kişi Yönünden Kapsama İlişkin Yasaklama ve Kısıtlamalar
Aşağıda belirtilen alt kümedeki çalışanların sendika kurma, sendikalara
üye olma hak ve özgürlükleri yoktur, yasaktır.
a) Askeri şahıslar
b) 2821 sayılı Yasa'nın 40/2 maddesinde sayılan idare, kuruluş,
kurum,banka ve sigorta şirketlerinde çalışan müfettişler, kontrolörler ile müdürler
ve buna eşit ve bunların üst kademelerindeki yöneticiler,
c) Özel eğitim kurumları yasasına bağlı okullarda öğretmenlik yapanlar,
d) Kamu kuruluşları ve KİT'lerde "sözleşmeli personel" statüsünde
çalışanlar,
e) Silahlı Kuvvetler ve Polis mensupları,
f) 2495 Sayılı yasanın öngördüğü özel güvenlik personeli.
"Memur" denilen kamu çalışanlarının, -memurun tanımı ve kapsamının
hukuk dışılığı bir yana- Anayasa ve yasalarda, sendika kurmalarını yasaklayan
hiçbir hüküm olmamasına karşın, karşı karşıya bulundukları kısıtlamaları da
burada belirtmek gereklidir.
Kaldı ki; toplu-iş sözleşmesi yapma hakkından yoksun ve yasaklı olan bir
sendikalaşmanın, ne denli sendika kurma hakkının varlığını göstereceği de temel bir
konudur. Bunu ileride daha ayrıntılı olarak incelemeye çalışacağız.
12-16 Kasım 1984 tarihli ILO "Sendikal Özgürlükler Komitesi" raporunda
da belirtildiği gibi işyeri sendikalarının yasaklanması da, sendika kurma
özgürlüğüne getirilen önemli bir engeli oluşturmaktadır.
2. Sendika Üyeliğine İlişkin Kısıtlamalar
∗ Sendika üyeliğinden çekilmenin, notere başvuru tarihinden itibaren üç ay
sonra geçerli olması, bu üç aylık süre içinde gerçekleşen yeni sendika üyeliğinin de
bu sürenin bitimi tarihinde kazanılmış sayılması (2821, m.25/2 ve 3449 ile yapılan
ekleme);
∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık,
emeklilik ya da sakatlık aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin
sendika üyeliğinin sona ermesi ve bu kuralın yalnızca "çalışmaya devam edenler
hakkında" uygulanmaması (2821, M.25/5 ve 3449 ile yapılan ekleme);
∗ Aynı zamanda (ve aynı işkolunda) birden fazla sendikaya üye olamama
(AY,m.51/5 ve 2821 m.22).
3. Kuruculuk Koşullarına İlişkin Kısıtlamalar
∗ Türk vatandaşı olma (m.5);
(Bir ülkede belli bir süre oturma koşulunu yerine getiren yabancıların da
sendika kurucusu olabilmesine ve zorunlu organlara seçilebilmesine olanak
verilmesi, ILO'nun istekleri arasında yer almaktadır.)
∗ 2822'nin çeşitli maddelerine (70-77 ve 79) göre toplam altı ay ya da daha
fazla yahut 68. maddesine göre hüküm giymemiş olma koşulu (m.5);
∗ Kamu işverin sendikalarının kuruluşunda "işkolu" temeline göre
kurulma ilkesinden ayrılarak bunlara özel koruma ve ayrıcalıklı kuruluş olanağı
sağlanması (2821, m.3/2);
4. Sendika Yöneticiliğine İlişkin Kısıtlamalar
∗ İşçi sendikası ya da konfederasyonlarının genel kurul dışındaki zorunlu
organlarına seçilebilmek için en az on yıl fiilen çalışmış olma koşulu, (AY; 51/7 ve
2821, m.14/14);
∗ Sendikaların, sendika şubelerinin ve konfederasyonların genel kurul
dışındaki (zorunlu) organlarına seçilme süresinin kısıtlanması (aynı kişinin üst üstte
dört olağan genel kurulca seçilebilmesi ve aradan bir olağan genel kurulun
toplanması için gereken süre geçmedikçe yeniden seçilememesi) (m.9/5);
∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık,
emeklilik ya da sakatlık aylığı almakta olanlardan sendika, sendika şubesi veya
konfederasyonların genel kurulları dışındaki organlarında görevli bulunanlara dört
olağan genel kurul dönemini dolduruncaya kadar ve ayrıca dört olağan genel kurul
dönemi daha seçilebilme olanağı tanıması (3587 sayılı yasayla 2821'in geçici
4.maddesinde yapılan değişiklik);
∗ Sendika, sendika şubesi ya da konfederasyonların yöneticilerinin, kamu
kurum ya da kuruluşları ile bunların katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların
yönetim ve denetim kurullarında görev almaları durumunda, sendika ya da
konfederasyonlardaki görevlerinin sona ermemesi için "diğer kanunlarda hüküm
bulunması" koşulunun öngörülmesi (m.9/6 ve 3449 ile yapılan ekleme);
∗ Bağlı bulundukları yasayla kurulu kurum ya da sandıklardan yaşlılık,
emeklilik ya da sakatlık aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin,
sendika, sendika şubesi ya da konfederasyon organlarındaki görevlerinin sona
ermesi ve bu kuralın yalnızca "çalışmaya devam edenler" hakkında uygulanmaması
(2821, m 25/5 ve 34449 ile yapılan ekleme);
∗ Genel kurul dışındaki organlara seçilenlerin 5.maddede sayılan suçlardan
biri ile, özellikle 2822'in belli maddelerine göre mahkum olmaları durumunda
görevlerinin kendiliğinden sona ermesi (2821, m.9/son);
∗ 2821'in 5.maddesinde sayılan suçlardan biriyle (örneğin 2822'nin belli
maddelerine göre mahkum olan birine sendika, sendika şubesi yada konfederasyon
organlarında görev verildiğinin yönetsel makamlarca saptanması ve ilgili sendika ya
da konfederasyonlarca bu kişinin görevine son verilmemesi durumunda, sendika ya
da konfederasyonun etkinliğinin durdurulmasını ve yöneticilerin görevlerine son
verilmesini öngören kural (2821, m. 56/2).
5.Üyelik ve Sendikal Etkinlik Güvencesine İlişkin Aykırılıklar
∗İşverenin bir sendikaya üye olan işçilerle üye olmayan işçiler arasında
çeşitli yönlerden ayrım yapmama ile sendikaya üye olma yada olmama yahut
sendikacılık etkinliklerine katılma nedeniyle işten çıkarmama yükümlülüklerine
aykırı davranması durumunda, öngörülen güvencenin yetersizliği ve özellikle işe
geri dönme olanağının sağlanmamış olması (m.31/3 ve 5);
∗İşçi sendikasının kendisinde bulunan üyelik fişlerini Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığına yetki için başvurduğu tarihten itibaren üç işgünü içinde
işverene vermek zorunda olması (3451 ve 2822, m.13/1'e yapılan ekleme).
6. Uluslararası Dayanışma ve Üyelik
∗Sendika ve konfederasyonların uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına
üyeliğini siyasal iktidarın "ön denetimine" bağlı tutulması ve bu üyeliğe Bakanlar
Kurulu kararıyla son verilebilmesi (2821, m.28).
7. Sendikaların İç Yönetimini Düzenleme Yetkisini Kısıtlayan Kurallar
∗ İşçinin sendikasına ödeyeceği aylık üyelik ödentisi tutarının bir günlük
çıplak ücretini geçememesi (2821, m.23/2);
∗ Sendika tüzüklerine üyelik ödentisi dışında, üyelerden başka bir ödönti
alınacağına ilişkin hükümler konulamaması (2821, m.23/4);
∗ Mahkeme kararıyla kapatılan sendika ve konfederasyonların tasfiye
sonucu kalacak paralarının iş ve işçi bulma kurumunca belirlenecek bir milli
bankaya yatırılması ve mallarının da bu kuruma maledilmesi; para ve malların
feshedilen,infisah eden ve kapatılan sendika ve konfederasyon üyeleri arasında
paylaştırılamaması (2821, m.46);
∗ Sendikaların organlarının oluşumu, görevleri ve seçimlerde uyulacak
esaslar konularında çok ayrıntılı düzenlemeler yapılmış olması ( 2821, m.9-19);
∗ Sendikaların gelir ve giderleri konusunda son derece ayrıntılı düzenler
yapılmış olması (2821, m.40-46);
∗ Sendikaların gelirlerini sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan
bankalara yatırmalarının zorunlu tutulması (2821, m.43).
8.Sendikaların Demokratik Baskı Grubu İşlevini Yerine Getirmesine
Engel Olan Kısıtlamalar
∗ Sendikaların üyelerinin "genel kültürlerini genişletecek" kurs ve
konferanslar düzenleyememesi (2821, m.33);
∗ Sendikalara genel ve kesin siyasal etkinlik yasağı getirilmiş olması (AY,
m.52/1; 2821, m.37/2);
∗ Sendikaların derneklerle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
ve vakıflarla siyasal amaçla ortak hareket edememesi (2821, m.27/2);
∗ Bir siyasal partinin yönetim organlarından herhangi birinde görev alan
Sendika yöneticisinin sendikadaki görevinin kendiliğinden sona ermesi (2821,
m.37/3);
∗ Sendikaların kendi konu ve amaçları dışında toplantı yapamaması ve
gösteri yürüyüşü düzenleyememesi (2821, m 39/4);
∗ Yasama,yürütme ve yargı organları ile merkezi yada yerel yönetimlerce
bir karar alınmasını yada alınmış bir kararın değiştirilmesini ya da kaldırılmasını
sağlamak ya da alınmış bir kararı protesto etmek amacıyla yaşadışı grev yapan
sendika yada konfederasyonların kapatılması (2822,m.73; 2821, m. 58/3);
∗ Sendika ve konfederasyon yöneticilerinin, "faaliyet ve görevleri sırasında
ve bu faaliyet ve görevleri sebebiyle" TCK'nin kimi maddelerine uyan suçlardan
dolayı mahkum olmaları durumunda, yöneticisi oldukları sendika ya da
konfederasyonun da kapatılması (2821,m.58/2)
* Sendikalar üzerinde devletin idari ve mali denetim yetkisinin bulunması
(AY.m.52/3;2821,m.473)
∗ Devlet Denetleme Kurulu'nun "her düzeydeki işçi ve işveren meslek
kuruluşlarında (....) her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapmaya yetkili
kılınması (AY, m.108).
9.Toplu Sözleşme Hakkına Getirilen Kısıtlama ve Yasaklar
∗ Konfederasyonlara toplu iş sözleşmesine taraf olma hakkı tanınmaması
(2822, m.2);
∗ Toplu pazarlık düzeyinin sınırlandırılması (2822, m.3);
∗ Toplu iş sözleşmelerine yasa ya da tüzüklerin emredici hükümlerine
aykırı olumlu ve geliştirici hükümler konulamaması (2822, m.5);
∗ Toplu iş sözleşmesinin süresinin, sözleşmenin imzalanmasından sonra
sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde uzatılmasına, kısaltılmasına ve sözleşmenin
süresinden önce sona erdirilmesine olanak verilmemesi (2822, m.7);
∗ Siyasal iktidara toplu iş sözleşmesinin kişi ve yer yönünden uygulama
alanını genişletme (teşmil) yetkisi tanınması (2822, m.11);
∗ Toplu sözleşme bağıtlama yetkisinin, işçi sendikasının kurulu bulunduğu
işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunu temsil etme önkoşuluna bağlanması
(2822, m.12); -ki bu doğrudan sendika kurma hakkını ortadan kaldırmaktadır.∗ İşçi sendikasının yüzde on oranını sağladığının siyasal ve yönetsel bir
organca (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca) belirlenmesi (28222, m.13-14);
10. Grev Hakkına Getirilen Kısıtlama ve Yasaklar
Anayasa ve 2822 sayılı yasa, gönüllü toplu pazarlık ilkesiyle bağdaşmayan
ve uluslararası kurallara aykırı düşen aşırı kısıtlama ve yasaklarla grev hakkını
"son mücadele aracı" olma anlamında bile işlevsiz bırakmıştır. Grev hakkına amaç,
biçim koşulları,alan yani işler ve işyerleri, siyasal iktidarın müdahalesi ve grev
çeşitleri yönlerinden konulan sayısız kısıtlama ve yasaklar, çağdaş ve demokratik
bir çalışma ilişkileri düzeninin temel ilkesi olan "toplu pazarlık özerkliği"ni
zedelemiştir. Bu yasaklardan arındırılmadıkça, ne gönüllü ve özgür toplu pazarlık
düzeninden, ne de gerçek bir sosyal devlette geçerli olması gereken güçsüzleri ve
bağımlı çalışanları korumayı temel amaç edinen çağdaş ve demokratik bir çalışma
ilişkilerinden söz edilebilir.
∗ Yasal grev hakkının salt işçilerin "iktisadi ve sosyal durumlarıyla çalışma
şartlarını korumak ve düzeltmek amacıyla" sınırlı tutulması (2822, m. 25/2);
∗ Siyasal amaçlı grevin, genel grevin ve dayanışma grevinin yasadışı
sayılması ve işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler
hakkında, barışçı amaçlarla yapılsa bile, yasadışı grev yaptırımlarının uygulanması
(2822, m.25/2);
∗ Grev yasağı bulunan işlerin ve yerlerin, uluslararası ilke ve ölçülerin
sınırlarını çok dar biçimde çizdiği "temel hizmetler" kavramına aykırı olarak son
derece geniş tutulması ve böylece özerk alanın daraltılması (2822, m.29.ve 30.);
∗ Yasal grevin " genel sağlık " ve "milli güvenlik" nedenlerine dayanarak
Bakanlar Kurulu'nca ertelenmesi ve özellikle erteleme süresi sonunda uyuşmazlığın
Yüksek Hakem Kurulu'nca kesin olarak çözülmesi, böylece ertelemenin yasal grev
yasağına eşdeğer olacak biçimde düzenlenmesi (2822, m.33,52,53,);
∗ Olağanüstü Hal Yasası'nın il ya da bölge valiliklerine, Sıkıyönetim
Yasası'nın da sıkıyönetim komutanlarına grevleri bir ay süre ile erteleme yetkisi
tanıması;
∗ Serbest bölgeler Yasası'nın, serbest bölgenin faaliyete geçmesinden
itibaren on yıl gibi "geçici" sayılması olanaksız bir süre için 2822'nin arabuluculuk
ve grev konusundaki kurallarının uygulanmamasını ve çıkar uyuşmazlıklarının
Yüksek Hakem Kurul'nca karara bağlanmasını öngörmesi (geçici m.1);
∗ Yasal bir grevin işyerinde "uygulanmaması" kararıyla sonuçlanan grev
oylamasının grev hakkının düşmesine yol açması ve taraf işçi sendikasını ya grev
hakkından yoksun olarak anlaşmaya varma ya da, Yüksek Hakem Kurulun'ca
başvurma zorunda bırakması (2822, 25, 36);
∗ Yasal grev kararı alma yetkisinin, salt iş uyuşmazlığının tarafı olan işçi
sendikasına tanınması ve taraf olmayan işçi sendikaları ile işçi konfederasyonlarına
yasal grev hakkı verilmemesi(2822, m.27/2);
∗ Grev hakkının, sınırları belirsiz kimi kavramlarla kısıtlanarak "iyi niyet
kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde"
kullanılmasının yasaklanması ve mahkeme kararıyla durdurulmasına olanak
verilmesi (AY, m. 54/2; 2822, m.47/1);
∗ Grevci işçilerin kasıtlı ve kusurlu eylemleriyle işyerinde neden oldukları
maddi zararlardan sendikanın sorumlu tutulması (Ay, m.54/3; 2822, m.47/4);
∗ Anayasal bir kuruma dönüştürülen Yüksek Hakem Kurulu'nun gönüllü
ve özgür toplu pazarlık alanını daraltacak biçimde geniş yetkilerle donatılması ve
işçi temsilcilerinin katılımını sembolik düzeyde tutan bir yapıyla oluşturulması (Ay,
m. 54/5,6; 2822, m.53);
∗ Grev eylemleri nedeniyle onsekiz ay hapis cezasına (yani hürriyet
bağlayıcı bir cezaya) varacak denli ağır ve ölçüsüz yaptırımlar öngörülmesi (2822,
m. 72 ve 81);
∗ Yasanın grev hakkına koyduğu sayısız kısıtlamalardan başka, grev ve
lokavtlarda Mülki İdare Amirlerince Alınacak Önlemlere İlişkin Tüzük'ün grev
kavramını da çarpıtarak bir "polis olayı" ve "hukuk dışı" bir araç olarak
değerlendirip grevden caydırma sonucu doğurabilecek sayısız güvenlik önlemlerine
yer vermesi ve devleti grev kırıcı olarak devreye sokması.
Grev uygulamasına, grev kararının işverene tebliğinden itibaren 60 gün
içinde başlama zorunluluğu ve bu süre içinde grevin başlama tarihinin 6 işgünü
öncesinden işverene bildirme şartı aranması.
İki aylık süre içinde ya da bildirilen günde başlamayan grev hakkının
düşmesi,
toplu-iş
sözleşmesi
yapma
yetki
belgesinin
hükümsüz
sayılması(2822:Madde-37);
Bu örnekler ve bunların dayanağı yasal düzenlemeler bile, "Türkiye'de
sendika kurma hak ve özgürlüğü var mıdır?" sorusunun yanıtının olumlu
olamayacağını, hakkın varlığının biçimsel olduğunu, özgürlüğün ise olmadığını
açıkça ortaya koymaya yeterlidir.
Buna karşın, sendika kurma, toplu sözleşme yapma ve grev hakkının;
Anayasal güvenceye sahip, yasal düzenlemeleri bulunan işçiler açısından, ne
durumda olduğunu daha somut olarak inceleyelim.
1982 Anayasasının 51. maddesi işçilerin ve işverenlerin sendika kurma
hakkını düzenlemektedir. Ancak amaçlanan
"Sendika
üyelerinin çalışma
ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek" ile
sınırlanmış bir "sendika"dır.
Sendikanın işlevini tanımlar gibi görünen bu düzenleme, aslında evrensel
sendika işlevine daha baştan kısıtlama getirmektedir. Nitekim anayasanın
53.maddesinde düzenlenen toplu sözleşme hakkının sınırları da bu düzenleme ile
bütünleşmektedir. Buna göre "işçiler ve işverenler karşılıklı olarak ekonomik ve
sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu-iş sözleşmesi
yapma hakkına sahiptirler. "...Yine 54.madde ile bu işlem sırasındaki uyuşmazlıkla
sınırlı grev hakkına sahip olunmaktadır.
Anayasanın bu düzenlemelerini, yukarıda ana başlıklarıyla özetlediğimiz
yasak ve kısıtlamalarla birlikte ele aldığımız zaman; sendikal faaliyetler, toplu iş
sözleşmesinin yapılması ve uygulanması esnasında ortaya çıkabilecek sorunlarla
sınırlandırılmışlardır. Yani sendikalar, toplu pazarlık esnasında üyeleri adına
davranmak,uzlaşmazlık halinde yetkililere başvurmak, iş ilişkisinden doğan
sorunlarda üyelerine hukuki yardımda bulunmak, toplu sözleşmeler yapmak gibi
sınırlı faaliyetlerde bulunabilmektedirler. Böylece sendikalar, yasal tüm olanakları
kullanarak, üyeleri adına ve onların yaşamlarını ilgilendiren her alanda düşünce
belirlemek ve davranmak gibi özgürlüklere sahip sosyal ve sosyolojik bir
bütünlüğün temsilcileri olmaktan çıkarılmaktadırlar. Sendikalar, tüzel kişilik
olarak, sahip olmaları gereken, gerçek kişi haklarından da yoksun duruma
getirilmiş durumdadırlar.
Ayrıca, toplu sözleşme yapma hakkının "sendikal faaliyetin" çok önemli ve
temel alanı olduğunu da vurgulamak gerekmektedir.
Bu saptamalardan sonra, 2822 sayılı toplu sözleşme yasasının, toplu
sözleşme yapma hakkını kullanmak için getirdiği barajların, özellikle de yasanın
12.maddesinin düzenlediği, işkolundaki sigortalı işçilerin en az yüzde onunu üye
yapma önkoşulunun , sendika kurma hak ve özgürlüğünü, nasıl yok ettiğini
inceleyebiliriz.
Öncelikle belirtilmesi gereken şudur: Bu düzenleme 12 Eylül'ün keşfi
değildir. 2822 sayılı "generallerin yasası"ndan önce, 1970'li yıllarda benzer
düzenleme yapılmak istenmiş, işçi sınıfının "15-16 Haziran" olayları diye bilinen
demokratik direnmesi ile gerçekleştirilememiştir. Bu düzenlemeyi yapmak
isteyenler, o zaman açıkça "sendika tekliğini" zorla sağlayacaklarını ifadeden de
sakınmamışlardır.
1970'li yıllarda yapılan Türk-İş genel kurulunda, dönemin AP'li Çalışma
Bakanı Seyfi Öztürk, "DİSK'in çanına ot tıkayacağız" diyordu.
Hemen arkasından Türk-İş'in desteğinde, AP ve CHP'li sendikacı
milletvekillerinin imzasıyla TBMM'ne "274 Sayılı Sendikalar Kanunu'nun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi ve 31'inci Maddesine Bir Bent İle Bu Kanun'a 3 Geçici
Madde Eklenmesi" hakkındaki yasa önerisi sevk edildi ve bu öneri, 29.7.1970 günü
1317 sayı ile yasalaştı.
1317 sayılı yasanın 1.maddesi ile, 274 sayılı sendikalar yasasının birçok
maddesi değiştirildi. Bu değişikliklerle sendikal hak ve özgürlüklerin özü yok edildi.
Bu yasa 12 Eylül'ün ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasaların anasıdır/kaynağıdır.
Burada yalnız bir maddesini ele alarak değerlendirdiğimizde, neden sendika kurma
özgürlüğünün olmadığı daha açık bir biçimde anlaşılacaktır.
2822 sayılı yasanın 12.maddesinde yer alan, bir işçi sendikasının toplu iş
sözleşmesi yapabilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda en az % 10 üyeye sahip
olma kuralı ile 1317 sayılı yasanın 9.maddesini karşılaştırarak inceleyelim:
274 sayılı yasanın 1317 sayı ile değiştirilen 9.maddesinin 2.bendinin (a)
fıkrasında; "Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu
bulunduğu işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü....temsil etmeleri gerekir"
deniliyor ve aynı koşul konfederasyonlar için de getiriliyordu.
Böylece DİSK ve bağlı sendikaların tamamına yakını ile bağımsız
sendikaların tümü işlevsizleştiriliyor, biçim olarak kurulu sendikalar durumuna
getiriliyordu,
Bu yasa ve anlayışa göre 1/3 koşulunu sağlayamayan sendikalar
varolabilecekler (!) isteyen işçiler yeni sendikalar kurabileceklerdi (!). Ancak bir
gerçek vardı ki, o da şuydu: Mevcut sendikalar ve yeni kurulacak sendikalar 1/3
koşulunu gerçekleştirinceye kadar
FAALİYETTE
BULUNAMAYACAKLARDI.
Bu anlayışın sahipleri şunu da savunuyorlardı: Bu yeni düzenlemede,
sendika kurma hakkına aykırı bir yön yoktur ve güçlü sendikacılık dönemi
başlayacaktır!
Buna karşın, işçiler aydınlar, bilim adamlarının çoğunluğu, kamuoyu ise
bu düzenleme ve koşula "HAYIR" diyorlardı. Çünkü gerçekleştirilmek istenenin
TEK VE ZORUNLU SENDİKACILIK olduğunu görüyorlardı; her işkolunda tek ve
zorunlu bir sendika bulunmasının bir faşizan uygulama olduğunu tarihten de
biliyorlardı.
İşçi sınıfı, 15-16 Haziran'da hiçbir siyasal düşünce ve sendika,
konfederasyon farklılığına bakmaksızın, bu uygulamaya karşı DEMOKRATİK
DİRENME HAKKINI kullandı. Buna karşın yasa çıktı.
TİP, 1317 sy.nin birçok maddesinin yanı sıra, bu düzenlemenin de İPTALİ
için Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı.
Anayasa Mahkemesi 8-9 Şubat 1972 gün ve E:1970/48, K.1972/3 sayılı
kararıyla, 1317 sy.nın bir çok maddesinin yanı sıra, söz konusu düzenlemeyi de iptal
etti.
Bütün bu açıklamalardan sonra, "Toplu-iş sözleşmesi yapmak için kurulu
bulunduğu işkolundaki sigortalı işçilerin en az %10'unu üye bulundurma
kuralı/önkoşulu sendikanın kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının
toplu-iş
sözleşmesi
yapabilmesine
ilişkin
konulmuş
bir
kuraldır"
diyenlere/diyeceklere karşı, Anayasa Mahkemesi'nin sözü edilen yasa ve maddeyi
iptal gerekçesiyle de ayrıca yanıt vermek olanaklıdır.
1317 sy.nın düzenlenmesi de ilk bakışta yukarıdaki sav gibi gözüküyordu.
"Bir sendikanın var olma nedeni değil, çalışmasıyla ilgilidir" deniyordu.
Ne var ki durum, hiç de öyle değildir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararında:
".......9.maddesin 2 sayılı bendinin (a) fıkrası kuralı ilk bakışta sendikanın
kurulmasına ilişkin bir kural olmayıp, işçi sendikasının Türkiye çapında görev
yapabilmesi için konulmuş bir kuraldır. Bu kurala göre, belli işkolunda çalışan
sigortalı işçilerin en az 1/3'ünü üye olarak kendisinde toplamış bulunmayan bir
işkolu işçi sendikasının Türkiye çapında çalışmalar yapabilmesi yasaklanmıştır.
Demek ki,yazılışı bakımından yorum yapılacak olursa, kuralın sendikaların
kuruluşunu değil, yalnızca çalışma alanlarını sınırlandırmakta olduğu
görülmektedir. Ancak, her kuruluşun ereği, o kuruluşun gelişmesi ve çalışması
olduğundan, işçi sendikasının çalışma alanı için konulan bu sınırlandırma, ister
istemez onun kuruluşunu da etkilemektedir; gerçekten çalışma alanı kuruluşundan
önce sınırlandırılmış bulunan bir işkolu işçi sendikası, daha kurulurken gelişemez
durumda ortaya çıkmış bir sendika niteliğindedir ve çalışması belli alanla sınırlı
bulunan bir işkolu sendikasının genişlemesi olanağı yoktur. Çünkü onun çalışmaları
belli alan içinde sıkışıp kalacaktır ve daha başka alanlarda sendika çalışmaları
yaparak yeni yeni üyeler kazanması ve........etkili bulunan bir sendika durumuna
gelmesi düşünülemez. Demek ki işkolu işçi sendikalarının çalışma alanı için konulan
bu sınırlandırma, sonuçta onların kuruluşunu iyice etkilemekte ve onları ölü
doğmuş duruma sokmaktadır" denilmektedir.
Gerçekten de sözü edilen "ÇALIŞMA ALANI",
"FAALİYET"
ibarelerinin yerine "TOPLU-İŞ SÖZLEŞMESİ YAPMA" ibaresi konularak
okunacak olursa durum daha da açıklık kazanacaktır.
"Başka deyimle, bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki sigortalı
işçilerin 1/3'ünü üye yazamayacağından, ancak kurulduktan sonraki çalışmaları ile
kendisini beğendirip üye sayısını artırabileceğinden, Türkiye çapında çalışma
olanağı sağlanmayan sendika, yasanın 1/3 sigortalı işçi sayısı üye yazma koşulunu
gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden, Türkiye
çapında çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır" diyen iptal gerekçesi,
generallerin çıkardığı 2822 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi'ne götürülme olanağı
olsaydı, kuşkusuz şöyle çıkacaktı: "....... bir sendika kurulduğu anda o işkolundaki
sigortalı işçilerin %10'unu üye yazamayacağından.....toplu-iş sözleşmesi yapma
olanağı sağlanmayan sendika ,yasanın aradığı % 10 sigortalı işçi sayısını üye yapma
koşulunu gerçekleştiremeyecektir ve böylece tartışma konusu koşul yüzünden
çalışan sendikalar kurulması önlenmiş olacaktır."
Bu açıdan, 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası'nın işçilerin sendika kurma
hakkına ilişkin olarak, düzenlemeleri arasında bir fark yoktur. 2822 sy.nin
12.maddesinin bu düzenlemesi 1982 Anayasası'na da aykırıdır ve sendika kurma
hakkının özünü zedelemekte, yok etmektedir.
Bugün 200 bin sigortalı işçinin çalıştığını varsayacağımız bir işkolunda
19.900 işçi bir araya gelerek, birlikte bir sendika kursalar; görünürde sendika
kurmuş olacaklar, ancak kendileri için bile toplu sözleşme imzalama, temel sendikal
işlevde bulunma hakları olmayacaktır. Yaşamda, bu abartılı örnekteki gibi sendika
kurulamayacağı da açıktır.
İşte sendika kurma hakkı ile faaliyet ve toplu sözleşme yapma arasındaki
ilinti bu denli ayrılmazdır.
Önemle dikkat edilmesi gereken nokta şudur: %10 barajı , toplu
sözleşmede çoğunluğu belirleme, yetkili sendikayı saptama koşulu değil, bu alanda
faaliyette bulunabilme ÖNKOŞULUDUR. Prof.Dr.Alpaslan IŞIKLI'nın yerinde
benzetmesiyle; doğacak çocuğun doğabilmesini, göz rengi, saç biçimi, ten rengi ve
hatta dişlerinin olması gibi kurallara önceden, bağlamaktır. Bu da çocuğa ,doğum
izni verdi görünerek, doğamazsın demekle eşanlama gelir.
Ülkemizin de taraf olduğu uluslararası anlaşmaların böylesi düzenlemeleri
asla kabul etmediğini, ILO'nun bu konuda pek çok kararı ve uyarısı bulunduğu
gerçeğini ise tartışmak bile anlamsızdır.
Diğer yandan hiçbir görüş ve dayandığı gerekçe, sendikal tekelciliği, işçi ve
emekçi sınıflar yararına savunma haklılığı kazanamaz.
İşçilerin ve çalışanların, özgür istençleri ile oluşturacakları, tek sendikalar
eliyle bu alanı kullanmalarının daha olumlu olacağını savunmak ayrı şeydir. Bu
alanda yapılan demagojilere karşı uyanık olmak gereklidir.
Faşist ve otoriter rejimlere özgü, yasa zoru ile yaratılmış "tek sendika"
güçlü sendikacılığı yaratmaz, yaratamaz.
Sendikal birliği sağlamak işçi sınıfının temel görevidir ve ancak işçi sınıfı
tarafından yerine getirildiği, sağlandığı ölçüde gerçek anlam ve içeriğine
kavuşabilir. Yakın tarihimizde görüldüğü üzere, işçi hareketinin birliğini sağlama
demogojisinin ardına sığınarak, sendikacılık hareketine siyasal iktidarın yasal ve
yönetsel yollarla müdahalede bulunması, sendikacılığın bölünmüşlüğünü
artırmaktan veya sendikacılık hareketini çoğunluğu temsil etmeyen bir kliğin eline
teslim etmekten başka bir sonuç vermemektedir.
Sendikal birliğin sağlanmasının temel koşulu, sendikal özgürlük ortamının
oluşumudur.
Ayrıca barajın, güçlü sendika yarattığını savlayanlar,buna kendileri de
inanmamaktadırlar. Ülkemizdeki sendikalaşma oranı bunun açık kanıtıdır. Örneğin
sendikamızın kurulu bulunduğu 17 nolu işkolunda Bakanlığın doğru olmadığı
herkesçe bilinen istatistiklerinde bile, sendikalaşma oranı %22'dir. Gerçekte ise bu
rakam %10'dur. İşte yaratılan güçlü sendikacılık, %90'ı sendikasız olan bir işkolu
ortaya çıkarmıştır. Bu %90'nın sendikasız olmasında antidemokratik %10
ÖNKOŞULU temel etkenlerden birisidir.
Bugün, Çalışma Bakanlığınca yayınlanan istatistiklerde yüzde on barajını
aşmış görünen sendikaların pek çoğunun bu durumları gerçek değildir.
Tam ve doğru olarak işçi ve sendikalı sayıları ortaya konursa, -ki bugünkü
toplu sözleşme yapma düzenini korumaktan yana olanlarla, bu işlemleri yapmakta
tek yetkili organ konumundaki Çalışma Bakanlığı bunu gerçekleştirmekle
yükümlüdür.- Ülkemizde işkollarının en az yarısında toplu sözleşme
yapılamayacaktır. Bu da ülkemizde sendika kurma özgürlüğünün "lafta" kaldığını
daha da somutlayacaktır.
İstatistiklerin gerçeği yansıtmamasında, bu durumun ortaya çıkmaması
isteğinin çok önemli rolü vardır. Siyasal iktidarın geçmişteki yeğlemeleri bir diğer
etkendir. Bizzat yasanın kendisi, getirdiği sistemle ülkemiz gerçeklerine aykırı,
doğru uygulanabilirliği olanaksız, kırtasiyesi ve bürokratik yapısıyla sahteciliğin
kaynağı olmuştur.
2821 sayılı yasanın geçici ikinci maddesi ile düzenlenen Ek-6 uygulaması ile
7.5.1983 tarihinde sendikaların "üyem" diye bildirdiği çok sayıda sahte üyelik,
resmi kayıtlara geçmiştir. Daha sonra meydana gelen ayrılma, ölüm ve istifa gibi
durumlar dikkate alınmamıştır. İşkolu istatistikleri bu yönüyle bizatihi kendisi
yüzde on barajından ayrı olarak, ikinci bir baraj engel oluşturmaktadır. Bu
belirttiklerimizi 17 nolu işkolundan örnekleyelim.
1992 Temmuz istatistiklerine göre bu işkolunda 345 bin sigortalı işçinin
çalıştığı ve bu işçilerin Türkiye genelinde 102 bin işyerine dağılmış olduğu kayıtlıdır.
Bu işçilerin işyerlerine göre dağılımını gösterir Bakanlığın resmi yazısı, istemi
üzerine Sosyal-İş Sendikası'na gönderilmiştir.
Bu listede, 150 bin işçinin İstanbul'6a çalıştığı belirtilmektedir. Ancak
Bakanlık bu işçilerden yalnızca yaklaşık 10 bin işçinin çalıştığı işyerlerinin adresini
verebilmektedir. Geri kalan işyerlerinin isim ve adresleri Bakanlıkça
bilinmemektedir. Buralarda çalışan 140 bin sigortalı işçinin çalıştığının nasıl belli
olduğu ise Bakanlıkça yanıtlanamamaktadır.
Banka, sigorta, liman, karayolları, otelcilik gibi işyerleri 17 nolu işkolunda
adres olarak yer almaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 1989 yılı rakamları ile
sayıları 30 bini bulan özel öğretim kurumları öğretmenleri istatistiklere dahil
edilmişlerdir. Oysa bu çalışanların sendikalara üye olmaları, 2821 sayılı yasa ile
yasaklanmış durumdadır.
Yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bildiriminde bir kara mizah
görülmektedir. Bu bildirimde pek çok örneği görülen ve aşağıda birkaç örneğini
verdiğimiz işyerlerinde karşılarında gösterilen işçilerin çalıştığı belirtilmektedir:
İLİ-İLÇESİ-BELDESİ
İŞYERİ ÜNVANI
İŞÇİ SAYISI
Silifke-Taşucu
Balıkçılık Kooperatifi
Mersin
Gümüşhaneliler Tanışma Der.
140
İzmir-Eşrefpaşa
Anadolu Kasabı
107
Sandıklı
Bakkaliye
108
Amasya-Taşova
Harita İşleri
342
Ankara-Abidinpaşa
Isparta Halı Mağazası
248
Zonguldak
Kuku Bakkaliyesi
132
104
-Çaydibi
(böyle bir işyeri yok)
Muğla-Ula
Belde Eczanesi
214
(İlaç Fabrikası değil)
Yaptığımız araştırmada, bu işyerlerinin ya olmadığını ya da birer çalışanı
olan işyerleri olduğunu saptadık. Bu durum faaliyette bulunmak-toplu iş sözleşmesi
yapmak- yönünden sendikaların önüne %10 değil, bu barajın aslında uygulamayla
%20'lere kadar çıkarılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Böylesi komedilere son
vermek zamanı da gelip geçmiştir.
Sendikal alanı, tümüyle, toplu sözleşme düzeniyle
özerkleştirmek kaçınılamaz ve ertelenemez bir zorunluluktur.
özgürleştirip,
Bugün Almanya'da grev ve sendika haklarını düzenleyen özel bir yasa
yoktur, çıkarılmamıştır.
Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya gibi ülkelerde, bizde
yerleştirilmeye çalışılan anlamda sistematik grev ve sendika yasaları söz konusu
değildir. İşçi örgütleri bu hakların özel yasalarla düzenlenmesine karşıdır.
Artık, sendikal örgütleri, katlanılması gereken bir kurum olarak
görmekten Devlet de işverenler de vazgeçmeli, düzenlemeler, taraf etkinliğinden çok
Devlet etkinliğini ve vesayetini öngören anlayıştan kesinlikle çıkarılmalıdır.
Toplu sözleşme düzeninin, verimliliği ve yaratıcılığı artırıcı ve geliştirici
işlevinin; bu alanın özerk ve özgür olması ile sağlanabileceği, yapay kurulmuş ve
tanınmış işçi ve işveren örgütleriyle sağlanamayacağı, daha çok zaman yitirmeden
kabul edilmelidir.
Bürokratik , dar çerçeve içine sokulmuş, bağımsız ve özgürce kurulmamış,
demokratik işleyişe sahip olmayan işçi örgütleriyle olumlu sonuca ulaşmak olanağı
yoktur.
Unutulmaması ve daima gözönünde bulundurulması gereken nokta şudur:
Toplu sözleşmeyi yapmaya yetkili sendikanın belirlenmesi ÖNCELİKLE İŞÇİ'yi
ilgilendirmektedir. Çünkü sendika, toplu sözleşme ve grev hakları işçi haklarıdır ve
bunların gerçekten işçiler yararına işlemesi, kesinlikle işçi istencine uygun yaşama
geçirilmesi
ile olanaklıdır. Bu konu basit bir sendikalar arası rekabete
indirgenemez. Tartıştığımız kollektif sosyal hakların, hak sahibi işçilerin
istemlerine, istençlerine uygun kullanılmalarının çeşitli nedenlerle engellenmesi,
kısıtlanması ve yasaklanması, bu hakların varoluş nedenleri ile çelişir.
Biz,DİSK olarak; sendika kurma özgürlüğünün tüm boyutlarıyla
varolması için yasal ve meşru mücadelede kararlıyız.
Barajlara teslim olmayacağız. Belde A.Ş.'nde bağıtladığımız sözleşme gibi ,
barajları işlevsiz kılacağız. Yasal ve meşru yollardan bunu aşacağız. Ulusal ve
uluslararası platformlarda hukuksal ve yargısal mücadelemizi sürdüreceğiz.
Sendikal alanı, çalışma yaşamını, devletin hak verme alanı olmaktan
çıkartan, bu alanı özgürlükler alanı durumuna getiren bir anlayış, siyasal iktidarda,
işverenlerde ve hepsinden önemlisi işçi sınıfında, tüm çalışanlarda egemen olmalıdır.
İşçi sınıfını, onun memur denilen kesimini de kapsayan tek bir sendikalar çerçeve
yasası bu anlayışla bir an önce düzenlenmelidir.
Bugün TBMM'ce onaylanmış bulunan 87 ve 151 sayılı ILO sözleşmeleri
uyarınca da "memur" denilen kamu çalışanlarına YASA ZORU İLE AYRI
SENDİKALARDA ÖRGÜTLENMELERİNİ DAYATMA olanağı yoktur. Tüm
çalışanlar aynı işkolu sendikalarında örgütlenebilmelidir. Memurlar isterlerse ayrı
sendikalar kurabilirler.
Toplumumuz ve sendikal yaşamımız, yüzde ellibirlerin, yüzde
kırkdokuzlara hükmettiği bir zorbalık anlayışından kurtularak, gerçek çoğulcu
anlayışın düzenlemelerine kavuşturulmalıdır. İşyeri çalışma barışı da ancak böyle
sağlanabilir. Demokratikleşmenin ve demokrasinin yerleşmesinin gereği de budur.
Sendikal alanda özgürleşmeden demokratikleşme sağlanamaz. Bu alanda
demokratikleşme sağlanmadan da, ülkemizde demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla
kurulamaz, yerleşemez, işleyemez.
MALİ RAPOR
(1.4.1992 - 31.5.1994 dönemi)
Genel Kurulumuzun değerli delegeleri;
Sendikamızın yeniden açılmasından sonra olağan Genel Kurulumuz 11-12/Nisan/1992
tarihlerinde yapılmış ve göreve gelen Yönetim Kurulumuz, Ankara 5. İş Mahkemesinin 21.4.1992
tarih ve 991/443 esas 1992/8 karar sayılı kesinleşmiş ilamı uyarınca, Kayyumluktan 21.4.1992
tarihinde, tutanakla:
11.546.549.-TL
3.572.355.959.-TL
15.000.000.-TL
20.000.000.-TL
19.733.000.-TL
: KASA MEVCUDU,
: BANKA MEVCUDU,
: BEDELLİ ARSA,
: BEDELLİ BİNA,
: BEDELLİ DEMİRBAŞ DEĞER,
Olmak üzere toplam : 3.638.635.508.-TL'lık para ve mal varlığını teslim almıştır.
(KAYYUMLUK devir bilançosu ektedir.)
Genel Yönetim Kurulumuzun 24.4.1992 tarihli ve 1 sayılı kararı ile, Anatüzüğümüzün 40.
maddesi uyarınca Mali İşler Uzmanlık Dairesi oluşturulmuş ve parasal işlemlerimiz; 1.4.1992 tarihi
esas alınmak suretiyle, Sendikalar Yasası, aynı yasanın 47. maddesine dayanılarak Bakanlar
Kurulunca çıkartılan Tüzük, Ana Tüzüğümüz, bütçe ve Genel Kurul kararları ile muhasebe talimatı ve
hesap planımıza uygun olarak yürütülmeye başlanmıştır.
1-Kayyumlukla Sendikamız Yönetim Kurulu arasında düzenlenen devir ve teslim
tutanağında; cins, miktar ve halihazır durumları belirtilen demirbaş kıymetlerin çok önemli bir
kısmının 10 yılı aşkın bir süre sendika dışında bir depoda bulundurulması sonucu kullanılma
niteliklerini yitirmeleri ve bazılarının teknolojik geriliği nedeniyle bu demirbaşlar elden geçirilerek,
kullanılabilecekler saptanıp değerlendirilmiş, defter kayıtlarımızda takibe alınmış, kullanım olanağı
bulunmayanlar hurdaya ayrılarak terkin edilmiş ve bunların satışından elde edilen 13.340.000.-TL,
gelir hesaplarımıza intikal ettirilmiştir.
2-Maliye ve Gümrük Bakanlığınca 12 Eylül sonrası el konulmuş bulunan (06-ST-237) ve
(06-ST-238) plaka numaralı Ford marka 2 binek otosunun geri alınması yönünde titiz bir çalışma
sürdürülmüş, ilgili Bakanlıkla yapılan sürekli yazışmalar ve uğraşılar sonucunda söz konusu arabalar,
Ağustos/1993 ayı içinde teslim alınarak, muhasebe kayıtlarına intikal ettirilmiş ve gerekli onarımları,
trafik tescilleri yaptırılarak, hizmete konulmuştur.
Bu arabalardan biri halen adana Şubemiz diğeri de İstanbul Şubemiz
kullanılmaktadır.
hizmetinde
3- Dönem içinde 1 adet Fiat Tempra binek otusu ile 1 adet Fiat Şahin binek otusu, Vakıflar
Bankasından sağlanan otomobil kredisiyle peşin olarak satın alınmış, Sendikamıza Haziran/1993
tarihinde katılan Fındık-İş Sendikasından malen intikal eden 1 adet Opel Vectra binek otosu ile birlikte
3 oto, Genel Merkezimiz hizmetine konulmuştur.
4- Sendikamızın 1970'li yıllarda üyesi bulunduğu Sosyal-İş Yapı Kooperatifindeki hissesi ile
ilgili araştırma çalışmalarına hemen başlanmış ve bu çalışmalar sonucu, arsamızın, Ankara-Etimesgut
Belediye sınırları içinde bulunduğu saptanarak Eylül/1992 tarihinde tapusu alınmıştır.
5- Halen Eskişehir Şubemizin çalışmalarını sürdürdüğü Cumhuriyet mahallesi 627 ada, 17
parselde kayıtlı 24/2664 arsa paylı büro, 75 milyon bedel karşılığında satın alınmış ve mal varlığımıza
intikal ettirilmiştir.
6- Dönem içinde Genel Merkezimiz ile Genel Merkezimiz ek hizmet binası ve İstanbul,
İzmir, Adana, Antalya, Kocaeli, Eskişehir, Trabzon şubeleri ve Kayseri İl Temsilciliğimizin büro
donanımları yapılmış, ayrıca Genel Merkezimiz Bilgisayar, Faks, Video-Teyp gibi teknik araçlarla
takviye edilmiştir.
Bilgisayar dışında, aynı teknik araçlarla Şubelerimizin de donanımı bir takvime bağlanmış
olup, en kısa sürede gerçekleştirilmesi planlanmıştır.
7- Ekli tabloların incelenmesinde de görüleceği gibi, dönem içindeki gelirlerimizin büyük
bölümünü, banka faiz gelirleri oluşturmaktadır.
12 Eylül sonrası yapılan düzenlemelerin, sendikaların aidat almasını, toplu sözleşme yapmış
olması veya işyerinde yetki almış olması önkoşuluna bağlamış bulunması nedeniyle, üyelerimizden
aidat alınması mümkün olamamış, ancak Borçlar Yasası'na göre yaptığımız sözleşmeler sonucunda bu
işyerlerinde çalışan üyelerimizden aidat sağlanabilmiştir. Bu durum, aidat gelirlerimizin düşük
düzeyde kalması sonucunu doğurmuştur.
8- Genel Merkez, 9 şube ve 2 İl Temsilciliğimizce sürdürülen sendikal çalışmalarımızın
gerektirdiği harcamalarda, enflasyon ve sürekli zamlara karşın, yapılabildiği ölçüde tasarrufa özen
gösterilmiştir.
Bu cümleden olarak, Genel Yönetim Kurulumuzca oybirliği ile alınan karar gereği, Sendika
Yönetici ücretlerine, 1.4.1994 tarihinde yapılması bütçe gereği öngörülen % 40 oranındaki ücret
zammı uygulanmamış, yılda 4 maaş tutarındaki peşin ikramiye ödemesi durdurulmuş, 3 ay
dolduğunda ancak 1 ikramiye verilmesi öngörülmüştür.
9- Parasal işlemlerimiz, Genel Denetim Kurulunca (5) kez denetlenmiş, Aylık mizanlar ile
yıllık blanço ve raporlar süresi içinde düzenlenerek Genel Yönetim Kurulumuzun bilgi ve
incelemesine sunulmuş, Maliye ve Gümrük Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına ve
Üst kuruluşumuz DİSK Konfederasyonuna gönderilmesi yasa hükmü olan raporlar da, keza süresi
içinde iletilmiştir.
Değerli delegeler,
1.4.1992-31.5.1994 dönemini kapsayan, Gelir-Gider tabloları ve Bilançoları ayrı ayrı
düzenlenerek, raporumuz ekinde verilmiş ve gerekli açıklamalar aşağıda yapılmıştır.
1- GELİRLERİMİZ
:
Döneme ait gelirlerimiz toplamı : 14.309.206.844.-TL'dir.
Bu gelirlerimizin
:
7.379.403.873.-TL'si : Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankasındaki vadeli ve
vadesiz hesaplarımızdan sağlanan faiz gelirlerinden,
267.308.688.TL'si : Üye aidatı gelirlerinden,(bu döneme ait olan ancak
sendikamıza
henüz intikal etmemiş olan aidatlar bu rakama dahil edilmemiştir.)
55.000.000.-TL'si
: Gümrüklerden geri alınan (2) binek otusu
bedelinin gelir
kaydından, (Ford Taunus: 30 milyon, Ford Escord 25 milyon TL)
13.340.000.-TL'si
: Hurdaya ayrılan demirbaşların satışından, 6.897.331.-TL'si
:
Vakıflar Bankası kredisi ile alınan 2 binek otosu için Bankaca
yapılan iskontodan,
6.528.588.743.-TL'si : Sendikamıza Haziran-1993 ayında katılan Fındık-İş Sendikasından
devralınan para ve mal varlığının gelir
kaydından,(5.911.159.225.-TL. nakit,
114.647.976.-TL,'lik demirbaş kıymet,
195.781.542.-TL bedelli 1 adet binek otosu,
307.000.000.-TL hizmet ödeneği,
kıdem tazminatı ve iş avansı)
58.668.209.-TL'si
: Evvelce, kıdem tazminatı ve hizmet ödeneği alan yöneticilerin iade
ettikleri,
miktarlardan sağlanmıştır.
2- GİDERLERİMİZ :
Döneme ait giderlerimiz toplamı: 12.320.792.083.-TL'dir.
Bu giderlerimiz; Yönetici giderleri, personel giderler,idari giderler, üst kuruluş aidat giderleri
ve eğitim giderlerinden oluşmaktadır.
Gider guruplarına göre dağılımı şöyledir:
a) Genel Merkez Yönetici Giderleri:
Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 3.017.479.957.-TL'dir.
Bunun:
2.236.633.242.-TL'si ücret,
582.690.685.-TL'si ikramiye,
198.156..030.-TL'si yurt içi ve yurt dışı görev yolluğu,
ödemesidir.
b) Personel Giderleri:
Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı : 3.385.757.484.-TL'dir.
Bunun;
2.202.930.126 TL si ücret,
166.980.496.-TL si Söz.Pers.ücreti,
577.552.862.TL si ikramiye,
202.184.000.-TL si yolluk,
236.110.000.-TL'si kıdem tazminatı,
ödemesidir.
c) İdari Giderler:
Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı: 4.832.840.581.-TL'dir.
Bu ödemeler, Genel Merkezimiz, Şubeler, Temsilcilik ve irtibat bürolarımızın (Kırtasiye,
Haberleşme, Noter, Mahkeme, Genel Kurul, Basın-Yayın, Kira, Isıtma, aydınlatma, su, bina, arazi, oto
vergileri, oto işletme bakım tamir, akaryakıt, taşınır-taşınmaz mallar bakım ve tamir, ikram, temsil,
ulaşım, gelir vergisi, damga vergisi, S.S.K. primi işveren hissesi, konut edindirme fonu, tasarrufu
teşvik fonu, S.S. destekleme fonu ve diğer) harcamalarını içermektedir.
d) (Üst Kuruluş) Aidat Giderleri:
Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 642.817.600.-TL'dir.
Bunun;
537.217.600.-TL si Aidat,
105.600.000.-TL'si Katılım Payı (DİSK etkinlikleri ve DİSK
örgütlenme fonu)
giderleridir.
e) Eğitim Giderleri:
Bu hesaptan yapılan harcamalar tutarı 441.896.461.-TL'dir.
Bunun;
204.899.482.-TL'si Aylık yayın organımız Sosyal-İş gazetesi
Haber Bülteni ve bildiri basımı,
50.520.000.-TL'si Eğitim amaçlı, kitap, broşür basımı,
186.476.979.-TL'si Genel Merkez, şube ve temsilciliklerimizce
düzenlenen eğitim-örgütlenme toplantı ve seminer çalışmaları,
giderleridir.
BİLANÇO AÇIKLAMASI
(31.5. 1994 İtibariyle)
KASA : Bilançomuzun kasa hesabında görülen 89.866.557.-TL günlük ihtiyaçları
karşılamak üzere kasa'da bulundurulan miktardır.
BANKA: Bilançomuzun Bankalar hesabında görülen 3.342.681.106.-TL'nin;
2.000.000.000.-TL'si
nolu vadeli hesabımızda,
Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki
3120
500.000.000.-TL'si
nolu vadeli hesabımızda
Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki
0090
755.300.083.-TL'si
nolu vadesiz hesabımızda,
Türkiye Halk Bankası Necatibey Şubesindeki
66149
85.000.000.-TL'si T.C.Ziraat Bankası Ankara Yenişehir
Şubesindeki 692223 nolu vadeli hesabımızda,
1.436.669.-TL'si T.C. Ziraat Bankası Ankara-Yenişehir
Şubesindeki 5061 nolu vadesiz hesabımızda,
944.354.TL'si Türkiye Vakıflar Bankası Dikmen Şubesindeki
2016592 nolu vadesiz hesabımızda,
bulunan nakit miktarlarımızdır.
DEMİRBAŞLAR: Bilançomuzun demirbaşlar hesabında görülen 527.748.837.-TL'; Genel
Merkezimiz, şube ve temsilciliklerimiz bürolarında kullanımda bulunan kıymetlerin tutarıdır.
Dağılımı şöyledir
;
Genel Merkez
:
341.060.027.- TL
İstanbul Şubesi
:
41.611.800.- TL
İzmir Şubesi
:
16.459.000.-TL
Giresun Şubesi
:
74.369.646.-TL
Trabzon Şubesi
:
15.862.000.-TL
Antalya Şubesi
:
8.812.400.-TL
Eskişehir Şubesi
:
Kocaeli Şubesi
:
8.256.750.-TL
Adana Şubesi
:
11.506.200.-TL
Kayseri Temsilciliği :
7.217.014.-TL
2.594.000.-TL
SABİT DEĞERLER: Bilançomuzun bu hesabında görülen 789.855.084.- TL, mülkiyeti
Sendikamıza ait (2) daire, (1) arsa ve (5) binek otosunun kayden takip bedelidir. Dağılımı şöyledir:
(ANKARA-Etimesgut) Arsa :20.000.000.-TL
(ANKARA) Kargir daire
:15.000.000.-TL
(Eskişehir) Kargir büro
:81.000.000.-TL
Fiat Tempra Binek Otosu
:222.534.614.-TL
Opel Vectra Binek Otosu
:195.781.542.-TL
Fiat Şahin Binek Otosu
:139.038.928.-TL
Ford Taunus Binek Otosu
:60.750.000.-TL
Ford Escort Binek Otosu
:55.750.000.-TL
AVANSLAR : Bilançomuzun bu hesabında görülen 965.300.364.-TL, şube ve
temsilciliklerimiz üzerinde bulunan avans bakiyeleri, Hizmet ödeneği-kıdem tazminatı avansları ve iş
avansı tutarlarıdır.
Dağılımı şöyledir:
160.632.155.-TL
:
avanslar.
Şube ve temsilcilikler üzerinde bulunan
802.668.209.-TL
: Ücretli yönetici ve personel üzerinde bulunan
hizmet ödeneği-kıdem tazminatı avansları,
2.000.000.-TL
: Genel Merkez görevlisi üzerinde bulunan P.T.T.
(Haberleşme) iş avansı,
miktarlarıdır.
Ç.ALACAKLAR: Bilançomuzun bu hesabında görülen 5.785.000.- TL Genel Merkez, şube
ve daire bürolarının (Kira, elektrik ve su) depozitosu miktarlarıdır.
Dağılımı şöyledir:
Ankara Elektrik Dağıtım Kurumu
: 360.000.-TL (Elk.Dep.)
Trabzon Elektrik Dağıtım Kurumu : 150.000.-TL (Elk.Dep.)
Eskişehir Elektrik Dağıtım Kurumu : 150.000.-TL (Elk.Dep.)
Kocaeli Elektrik Dağıtım Kurumu
: 450.000.-TL (Elk.Dep.)
İstanbul Şube-Büro Mal sahibi
:2.500.000.-TL (Kira Dep.)
Mağdeburger Sigorta Şt./Giresun
:2.047.000.TL (Hasar Sig.)
Eskişehir Belediye Sular İdaresi
: 128.000.-TL (Su Dep.)
Ç.BORÇLAR : Bilançomuzun bu hesabında görülen 989.000.-TL, Giresun Şubemiz
çalışanlarının Nisan/1994 ayı vergi iadesi alacaklarıdır.
EMANETLER: Bilançomuzun bu hesabında görülen 93.197.679.-TL, yönetici ve
personelin Mayıs-1994 ayı ücret ve ikramiye istihkaklarından yapılan yasal kesintilerdir. (Yasal süresi
içinde yatırılmak üzere, bu hesapta bekletilmektedir.)
Dağılımı şöyledir:
70.311.670.-TL
1.219.077.-TL
19.420.300.-TL
2.246.632.-TL
: Gelir vergisi
: Damga vergisi
: Sigorta primi (işçi hissesi)
: Tasarrufu teşvik fonu,
ÖZVARLIK: Bilançomuzun devir hesabında görülen (6.948.248.923.- TL- 1.321.198.654.TL=)5.627.050.269.-TL; 31.5.1994 tarihi itibariyle sahip olduğumuz birikimlerimizin tutarıdır.
1.4.1992 tarihi itibariyle Kayyumluktan devralınan 3.638.635.508.-TL
özvarlığımız, dönem içinde 1.988.414.761.TL'lik bir gelir artışı ile bu miktara ulaşmıştır.
Genel Kurul delegelerimizin bilgi ve incelemelerine saygı ile sunulur.
BİLANÇO 1.4.1992 İTİBARİYLE
(KAYYUMLUKTAN DEVRALINAN)
AKTİF
KASA
BANKA
PASİF
11.546.549.-
3.572.355.959.
DEMİRBAŞ
19.733.000.-
SABİT DEĞERLER
35.000.000.-
BİLANÇO
DEVİR HESABI
3.638.635.508.-
tutarındaki
3.638.635.508.-
HESAP İSMİ
Personel Ücretleri
Sözleşmeli Pers.Ücretleri
Personel İkramiyesi
Personel Yolluğu
Yön.Ücret,Huzur Hk.
Yönetici İkramiyesi
Yönt.Yurtiçi Yolluk
Yönt.Yurtdışı Yolluk
Kırtasiye
Haberleşme
Noter-Mahkeme
Genel Kurul
Basın-Yayın
Kiralar
Isıtma-Aydın.Su
Bina,Arazi,Oto Vergi.
Oto İşl.Bakım.Tamir
Taş.T.Mallar Bk.Tamir
İkram,Temsil
Ulaşım
Gelir Vergisi
Damga Vergisi
Sigorta Primi (İşv.H.)
Konut Edindirme Fonu
Tas.Teşvik Fonu
Sav.San.Destek Fonu
Diğer Giderler
Üst Krl.Aidatı
Üst Krl.Katılım Payı
(Eğitim)Gazete
(Eğitim) Kitap
(Eğitim)Seminer-Konf.
Aidat Geliri
Banka Faizi
Diğer Gelirler
TOPLAM
GELİR FARKI
TOPLAM
3.638.635.508.-
(31.12.1992 İTİBARİYLE)
GELİR-GİDER FARKI TABLOSU
GİDERLER TOPLAMI
GELİRLER TOPLAMI
138.525.432.23.767.080.18.487.334.6.210.000.265.273.465.105.827.624.31.783.400.13.652.230.24.871.739.12.120.100.1.204.303.17.977.422.20.949.200.76.650.000.13.194.630.12.049.991.45.241.790.26.070.129.4.120.800.15.331.578.498.021.31.912.703.16.799.007.19.824.000.25.000.000.38.606.952.1.933.385.050.72.008.209.1.005.948.930.2.005.393.259.999.444.329.2.005.393.259.2.005.393.259.-
BİLANÇO
(31.12.1992)
AKTİF
PASİF
KASA
BANKA
17.946.047.-
3.822.447.673.-
BİLANÇO
DEVİR HESABI
BİRİKMİŞ
GELİRLER
3.638.635.508.999.444.329.-
DEMİRBAŞLAR
119.089.578.-
EMANETLER
28.647.891.-
SABİT DEĞERLER
257.534.614.-
Ç.BORÇLAR
171.900.910.-
AVANSLAR
621.610.726.-
4.838.628.638.-
HESAP İSMİ
Personel Ücretleri
Sözleşmeli Pers.Ücretleri
Personel İkramiyesi
Personel Yolluğu
Yön.Ücret,Huzur Hk.
Yönetici İkramiyesi
Yönt.Yurtiçi Yolluk
Yönt.Yurtdışı Yolluk
Kırtasiye
Haberleşme
Noter-Mahkeme
Genel Kurul
Basın-Yayın
Kiralar
Isıtma-Aydın.Su
Bina,Arazi,Oto Vergi
Oto İşl.Bakım.Tamir
Taş.T.Mallar Bk.Tamir
İkram,Temsil
Ulaşım
Gelir Vergisi
Damga Vergisi
Sigorta Primi (İşv.H.)
Konut Edindirme Fonu
Tas.Teşvik Fonu
Sav.San.Destek Fonu
Diğer Giderler
Üst Krl.Aidatı
Üst Krl.Katılım Payı
(Eğitim)Gazete
(Eğitim) Kitap
(Eğitim)Seminer-Konf.
4.838.628.638.-
(31.12.1993 İTİBARİYLE)
GELİR-GİDER FARKI TABLOSU
GİDERLER TOPLAMI
GELİRLER TOPLAMI
1.306.900.318.91.441.416.479.817.593.152.607.000.1.331.663.453.476.863.061.108.156.803.13.323.542.186.717.741.127.777.030.1.651.372.316.167.122.960.59.607.700.178.424.000.58.481.491.25.420.542.174.408.339.58.346.490.145.516.738.38.006.845.757.238.
39.694.271.751.197.3.075.000.53.383.353.909.313.121.826.184.417.393.600.63.100.000.123.896.100.49.020.000.139.370.027.-
Aidat Geliri
Banka Faizi
Diğer Gelirler
TOPLAM
GELİR FARKI
TOPLAM
8.076.497.084.2.310.169.086.10.386.666.170.-
75.269.377.3.721.538.017.6.589.858.776.10.386.666.170.10.386.666.170.-
BİLANÇO
(31.12.1993)
AKTİF
KASA
BANKA
PASİF
75.319.292.-
4.596.224.396.-
BİLANÇO
DEVİR HESABI
4.638.079.837.-
BİRİKMİŞ
GELİRLER
2.310.169.086.-
DEMİRBAŞ
501.193.804.-
EMANETLER
SABİT
DEĞERLER
AVANSLAR
789.855.084.-
Ç.BORÇLAR
Ç.ALACAKLAR
23.173.258.-
1.162.856.043.-
6.876.495.-
7.132.325.114.-
HESAP İSMİ
Personel Ücretleri
Sözleşmeli Pers.Ücretleri
Personel İkramiyesi
Personel Kıdem Tazminatı
Personel Yolluğu
Yön.Ücret,Huzur Hk.
Yönetici İkramiyesi
Yönt.Yurtiçi Yolluk
Yönt.Yurtdışı Yolluk
Kırtasiye
Haberleşme
Noter-Mahkeme
Genel Kurul
Basın-Yayın
160.902.933.-
7.132.325.114.-
(31.5.1994 İTİBARİYLE) GELİR-GİDER FARKI TABLOSU
GİDERLER TOPLAMI
GELİRLER TOPLAMI
757.504.376.51.772.000.79.247.935.236.110.000.43.367.000.639.696.324.31.240.055.82.127.605.132.878.655.148.091.871.97.587.037.29.927.000.-
Kiralar
Isıtma-Aydın.Su
Bina,Arazi,Oto Vergi
Oto İşl.Bakım.Tamir
Taş.T.Mallar Bk.Tamir
İkram,Temsil
Ulaşım
Gelir Vergisi
Damga Vergisi
Sigorta Primi (İşv.H.)
Konut Edindirme Fonu
Tas.Teşvik Fonu
Sav.San.Destek Fonu
Diğer Giderler
Üst Krl.Aidatı
Üst Krl.Katılım Payı-Fon
(Eğitim)Gazete
(Eğitim) Kitap
(Eğitim)Seminer-Konf.
Aidat Geliri
Banka Faizi
Diğer Gelirler
TOPLAM
GİDER FARKI
TOPLAM
77.319.400.39.653.970.6.839.805.156.980.695.41.516.300.63.861.502.14.910.500.43.159.000.20.549.189.925.106.2.120.000.21.164.940.574.000.42.247.062.100.000.000.17.500.000.81.003.382.1.500.000.8.500.000.3.238.346.069.3.238.346.069.-
192.039.311.1.724.480.806.627.298.1.917.147.415.1.321.198.654.3.238.346.069.-
BİLANÇO
(31.5.1994)
AKTİF
KASA
PASİF
89.866.557.-
BİLANÇO
DEVİR HESABI
6.948.248.923.-
3.342.681.106.-
GELİR GİDER
FARKI
-1.321.198.654.-
DEMİRBAŞ
527.748.837.-
EMANETLER
93.197.679.-
SABİT
DEĞERLER
AVANSLAR
789.855.084.-
Ç.BORÇLAR
BANKA
Ç.ALACAKLAR
989.000.-
965.300.364.-
5.785.000.-
5.721.236.948.-
5.721.236.948.-
(1.4.1992 - 31.5.1994) ARASI GİDERLER TABLOSU
GİDER HESABININ ADI
1.4.1992
31.12.1992
1.1.1993
31.12.1993
1.1.1994
31.5.1994
TOPLAM
Personel Ücretleri
Sözleşmeli Pers.Ücretleri
Personel İkramiyesi
Personel KıdemTazminatı
Personel Yolluğu
Yön.Ücret,Huzur Hk.
Yönetici İkramiyesi
Yönt.Yurtiçi Yolluk
Yönt.Yurtdışı Yolluk
Kırtasiye
Haberleşme
Noter-Mahkeme
Genel Kurul
Basın-Yayın
Kiralar
Isıtma-Aydın.Su
Bina,Arazi,Oto Vergi
Oto İşl.Bakım.Tamir
Taş.T.Mallar Bk.Tamir
İkram,Temsil
Ulaşım
Gelir Vergisi
Damga Vergisi
Sigorta Primi (İşv.H.)
Konut Edindirme Fonu
Tas.Teşvik Fonu
Sav.San.Destek Fonu
Diğer Giderler
Üst Krl.Aidatı
Üst Krl.Katılım Payı-Fon
(Eğitim)Gazete
(Eğitim) Kitap
(Eğitim)Seminer-Konf.
138.525.432.23.767.080.18.487.334.6.210.000.265.273.465.105.827.624.31.783.400.13.652.230.24.871.739.12.120.100.1.204.303.17.977.422.20.949.200.76.650.000.13.194.630.12.049.991.45.241.790.26.070.129.4.120.800.15.331.578.498.021.31.912.703.16.799.007.19.824.000.25.000.000.38.606.952.-
1.306.900.318.91.441.416.479.817.593.152.607.000.1.331.663.453.476.863.061.108.156.803.13.323.542.186.717.741.127.777.030.1.651.372.316.167.122.960.59.607.700.178.424.000.58.481.491.25.420.542.174.408.339.58.346.490.145.516.738.38.006.845.757.238.39.694.271.751.197.3.075.000.53.383.353.909.313.121.826.184.417.393.600.63.100.000.123.896.100.49.020.000.139.370.027.-
757.504.376.51.772.000.79.247.935.236.110.000.43.367.00.639.696.324.31.240.055.82.127.605.132.878.655.148.091.871.97.587.037.29.927.000.77.319.400.39.653.970.6.839.805.156.980.695.41.516.300.63.861.502.14.910.500.43.159.000.20.549.189.925.106.2.120.000.21.164.940.574.000.42.247.062.100.000.000.17.500.000.81.003.382.1.500.000.8.500.000.-
2.202.930.126.166.980.496.577.552.862.236.110.000.202.184.000.2.236.633.242.582.690.685.171.180.258.26.75.772.293.717.085.272.775.785.1.800.668.490.282.687.419.110.483.900.332.393.400.111.330.091.44.310.338.376.630.824.99.862.790.235.448.369.57.038.145.59.247.816.558.264.493.589.006.5.195.000.74.548.293.1.483.313.180.872.253.537.217.600.105.600.000.204.899.482.50.520.000.186.476.979.-
TOPLAM
1.005.948.930.-
8.076.497.084.-
3.238.346.069.-
12.320.792.083.-
(1.4.1992 - 31.5.1994) ARASI GELİRLER TABLOSU
GELİR HESABININ
ADI
Aidat Geliri
Faiz Gelirleri
Diğer Gelirler
TOPLAM
1.4.1992
31.12.1992
1.1.1993
31.12.1993
1.1.1994
31.5.1994
1.933.385.050.72.008.209.-
75.269.377.3.721.538.017.6.589.858.776.-
192.039.311.1.724.480.806.627.298.-
267.308.688.7.379.403.873.6.662.494.283.-
2.005.393.259.-
10.386.666.170.-
1.917.147.415.-
14.309.206.844.-
(1.4.1992 - 31.5.1994) DÖNEMİ
TOPLAM
GELİRLER TOPLAMI
GİDERLER TOPLAMI
GELİR FARKI
: 14.309.206.844.: 12.320.792.083.: 1.988.414.761.-
GENEL
DENETLEME
KURULU
RAPORU
SOSYAL-İŞ SENDİKASI
GENEL DENETLEME KURULU RAPORU
Sendikamızın 11-12/Nisan/1992 tarihlerinde Ankara'da yapılan 7. Olağan Genel Kurulumuzca göreve
getirilen kurulumuz, 12.4.1992 tarihinde toplanıp görev bölümü yapmış ve 1.4.1992 - 31.5.1994
dönemini kapsayan faaliyet süresi içinde, sendikalar yasası, anatüzüğümüzün 23. maddesi, Genel
Kurulca kabul edilen bütçe esasları çerçevesinde (5) olağan denetim yaparak düzenlemiş olduğu
(27.9.1992/1), (17.3.1993/2), (18.9.1993/3), (19.3.1994/4) ve (5.6.1994/5) tarih sayılı raporlarını
Genel Yönetim Kuruluna vermiştir.
Söz konusu ettiğimiz raporlar ektedir.
Bilgilerinize sunulan bu raporlarımızda, (İDARİ) ve (MALİ) denetim tespitleri ayrıntılı
olarak verilmiş olduğundan, burada tekrarına mahal görülmemiştir.
Genel yönetim kurulunun dönem içindeki çalışmalarının büyük bir yoğunlukla ve ağırlıklı
olarak örgütlenmeye ve yapılanmaya yönelik olduğu bir gerçektir.
Faiz gelirlerinden ve çok kısıtlı üye ödentisi gelirlerinden başka bir kaynağı olmayan, var
olan parasal kaynaklarını en ekonomik bir biçimde kullanmaya özen gösteren sendikamızın, 9 şube ve
2 temsilcilik dahil, tüm yönetici ve sendika çalışanlarının özverili çalışmaları sonucu % 10 işkolu
barajının aşılmasındaki gayretlerini ve barajların yıkılıp, ortadan kaldırılması için verilen savaşımı
burada övgü ile belirtmeyi bir görev saymaktayız.
Yeni oluşacak yönetimin çalışmalarına ışık tutabilir düşüncesiyle kurulumuzca saptanan bazı
önerilerimizi burada belirtmek isteriz:
Sendika parasal olanaklarının elverdiği ölçüde;
1Şubelerimizin binek ve eğitim otosu, faks, teyp ve video cihazı gibi araçlarla
donanımının sağlanması,
2Sendikamızın Ankara'daki imara müsait tapulu arsasının kullanım veya satışı yoluyla
değerlendirilmesi,
3Aidat ödeyen üye sayıları yeterli düzeye gelen şube yöneticilerinin kademeli olarak
profesyonelleştirilmesi ve personel ihtiyaçlarının giderilmesi,
4Sendika özkaynaklarının en ekonomik bir biçimde kullanılmasına ilişkin özenin, bu
dönemde de gösterilmesi,
5Yönetici, temsilci ve üye düzeyinde; geçmiş dönem bilinen ve anlaşılan nedenlerle
(yeniden yapılanmanın ve örgütlenmenin sorunları ile uğraşmaktan dolayı) çok kısıtlı olarak
yapılabilen Seminer-Konferans tipi eğitim çalışmalarının öncelikle planlanıp uygulanması,
Genel eğitimin yönetici düzeyinden başlayarak üyeye kadar yaygınlaştırılması,
Yararlı ve uygun olacaktır.
Genel Yönetim Kurulunun ibra edilmesi (aklanması) görüşümüz ile birlikte tüm
raporlarımızı genel kurulumuzun değerli delegelerine saygı ile sunarız. 5.6.1994
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
(imza)
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)
OLAĞAN DENETİM RAPORU:1
Kurulumuz 25/27 Eylül 1992 tarihinde, Başkan Nurhan Koyaş (Kavuzlu), üyeler Muammer
Özkan, Mehmet Gündoğdu'nun hazır bulunması ile toplandı.
YÖNETSEL DENETİM:
1-Genel Yönetim Kurulunun Anatüzüğümüzün 16. maddesi gereğince ve süresi içinde
toplandığı, denetim tarihine kadar (11) toplantı yaptığı, kararların yazılıp, katılan üyeler tarafından
imzalandığı,
2-Yasa ve anatüzüğümüzün öngördüğü dosyaların ve kayıtların düzenlendiği,
3-Genel Yönetim Kurulu çalışmalarının, genel kurul kararlarına ve anatüzüğümüze uygun
olarak yapıldığı,
4-2821 Sayılı Sendikalar yasasının 42. maddesi gereğince genel yönetim kurulu üyelerinin
mal bildirimlerini süresi içinde tevdi ettikleri, bu bildirimin verildiğini gösteren noterlik belgelerinin
kurulumuza tevdi edildiği (karar defterinin bu sayfası tarafımızdan imzalanmıştır.) yönetim kurulu
karar defterine yazıldığı,
PARASAL DENETİM:
1-Yargı kararına dayanarak Kayyumlukça yönetim kuruluna teslim edilen para ve mal
varlığının aynen muhasebe kayıtlarına intikal ettirildiği,
2-Denetim tarihi itibariyle kasa ve banka mevcutlarının kayıtlarına uygun olduğu,
3-Gelir ve giderlerin yönetim kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı,
4-Muhasebe defter ve kayıtlarının düzenlendiği, gelir ve giderlerin süreleri içinde
muhasebeleştirilerek hesaplarına intikal ettirildiği, belgelerin dosyalandığı,
5-Aylık geçici mizanların düzenlenerek yönetim kurulunun bilgi ve kararlarına sunulduğu,
incelenmiş ve yukarıda belirtildiği şekilde tespit edilmiştir.
Yaklaşık 12 yıl aradan sonra yeniden faaliyete geçen sendikamızın örgütlenebilmesi için
gayretlerini esirgemeyen yönetim kurulu üyelerine teşekkür eder, çalışmalarının devamını dileriz.
27.9.1992
BAŞKAN
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
ÜYE
ÜYE
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)
(imza)
OLAĞAN DENETİM RAPORU : 2
17.3.1993 tarihinde Ankara'da Sendika Genel Merkezinde tam üye sayısı ile toplanarak
incelemelerini tamamlayan Genel Denetim Kurulumuzun:
2821 sayılı yasanın 19. maddesi ve Anatüzüğümüzün 22. madde hükmü çerçevesinde
yürüttüğü bu çalışmaya (denetim) ilişkin rapordur.
YÖNETSEL DENETİM:
1-Genel Yönetim Kurunun karar defterinden, kurulun, 9.10.1992- 5.3.1993 tarihleri arasında
tüzüğün 16. maddesine uygun olarak gerçekleştirdiği (13) toplantıda almış olduğu kararların tüzüğe ve
genel kurul kararlarına uygunluğu belirlenmiştir.
PARASAL DENETİM:
Denetimimiz 1.9.1992 - 28.2.1993 tarihleri arasındaki her türlü mali işlemlerle (kasa tahsil,
tediye, mahsup fişleri), yasal olarak tutulması öngörülen defterler üzerinde yapılmıştır.
1- Defter tasdikleri :
a) Yevmiyeli defteri-kebir:
Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih. 25702 sayılı tasdiki, 13.1.1993 tarih 2601
sayılı 1993 yılında kullanılmak üzere ara tasdiki,
b) Envanter ve bilanço defteri:
Ankara 25. noterliğinin 4.4.1992 tarih 15667 sayılı tasdiki, 13.1.1993 tarih 2600 sayılı
1993 yılında kullanılmak üzere ara tasdiki,
c) Demirbaş defteri:
Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih 25697 sayılı tasdiki,
d) Aidat defteri:
Ankara 25. noterliğinin 27.4.1992 tarih 25701 sayılı tastiki'nin yapıldığı görülmüştür.
Muhasebe işlemlerinin yürütüldüğü fişler:
a) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde yevmiyeli defteri-kebirin 1-8 sahifeleri kullanılmış ve
kayıtlara esas olan kasa tahsil fişi sayısı 58, tediye fişi sayısı 437 ve mahsup fişi sayısı 185'dir.
1.1.1993 - 28.2.1993 tarihleri arasında defteri-kebir 10. sahifeden itibaren işlenmeye
başlanmış olup, kasa tahsil fişi sayısı 17, tediye fişi sayısı 128 ve mahsup fişi sayısı 64'tür.
b) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde bilanço ve envanter defterinin 4. sahifesine kadar
kullanılmış sahifeden itibaren 1993 yılı kullanımına başlanmıştır.
c) 1.4.1992 - 31.12.1992 devresinde demirbaş defterinin 41. sahifesine kadar kullanılmış ve
42. sahifesinden itibaren 1993 yılı kullanımına başlanmıştır.
2- Yapılan hertürlü harcamaların sendikalar yasası, bu yasaya istinaden Bakanlar Kurulunca
çıkartılan tüzük, sendika bütçesi, muhasebe talimatı ve genel yönetim kurulu kararlarına uygun
yapıldığı ve muhasebe fişlerinin süresi içinde defterlere kaydedildiği saptanmıştır. Ayrıca
Konfederasyon üye aidatının da yollanmakta olduğu anlaşılmıştır.
3- 28.2.1993 sonu itibariyle Kasa mevcudunun 13.294.555.-TL, Bankalar mevcudunun da
3.700.000.000.-TL'si vadeli, 245.770.616.TL'si de vadesiz olmak üzere hesaplarda 3.945.770.616.TL'nin mevcut bulunduğu, kasa defteri ve banka ekstrelerinin incelenmesi ile tespit edilmiş, muhasebe
kayıtlarına uygun olduğu görülmüştür.
Sendikamızın, Borçlar Yasası'na dayanarak bağıtladığı Ankara Çankaya Belde A.Ş. toplu iş
sözleşmesindeki başarısının, diğer sendikalara örnek olacağı kanısındayız.
Sendikal mücadele yaptığı yol gösterici çalışmalarından dolayı genel yönetim kuruluna,
defter ve kayıtların düzenli tutulmasından dolayı Mali Daire ve çalışanlarına teşekkür ederiz.17.3.1993
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)
(imza)
OLAĞAN DENETİM RAPORU : 3
Kurulumuz 18.9.1993 Cumartesi günü saat 10'da Sendika Genel Merkezinde toplantı.
2. Olağan denetimin yapıldığı 28.2.1993 tarihinden 31.8.1993 tarihine kadar geçen süre
içinde sendikanın idari ve mali işlemlerinin incelenmesi ve değerlendirilmesine geçildi.
Bu inceleme sonunda, aşağıda madde madde belirtilen saptamalar yapıldı.
YÖNETSEL DENETİM:
1- Genel Yönetim kurulunun 17.3.1993 - 31.8.1993 tarihleri arasında, anatüzüğün 16.
maddesi gereğince gerçekleştirdiği (18) toplantıda (119) sayıda karar aldığı, alınan bu kararların
gereğinin yerine getirildiği,
2- Alınan kararların yasa, anatüzük ve genel kurul kararlarına uygun bulunduğu,
3- Genel Merkez yönetici ve personeli ile il temsilcilikleri bünyesinde üyelerimizden
oluşturulan ekiplerin etkin çalışmaları sonucu örgütlenmenin övgüye değer bir düzeye çıkartıldığı,
4- Geniş katılımlı, örgütlenme ve eğitim ağırlıklı çalışmalar yapıldığı, temsilcilik bürolarının
yetersizliği nedeniyle kiralanan salonlarda yapılan bu toplantıların, işkolumuza giren işyerlerinde
çalışan sendikalı ve sendikasız üyeler bazında olumlu etki ve yararlar sağladığı, bunun doğal sonucu
olarak, sendikamıza çok sayıda üye kazanmak suretiyle sonuçlarının alınmakta olduğu, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Temmuz/1993 istatistiklerine göre (13799)'a yükselen üye sayımızın
denetim tarihinde (18975)'e ulaştığı, aynı çalışmaların genişletilerek ve yaygınlaştırılarak
sürdürülmesinin yararlı olacağı,
5- İki denetim süresi içinde aylık (3) gazete yayımlandığı, (ILO) ULUSLARARASI
ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ sözleşmeleri ile ilgili kitap ve TÜRKİYE'de SENDİKA KURMA
ÖZGÜRLÜĞÜ VAR MIDIR? adlı kitabın yayınlandığı, bu yayınların baskılarının yenilendiği, gazete
ve kitapların üyelerimize ulaşacak biçimde dağıtımının yapıldığı,
PARASAL DENETİM:
1- 1.3.1993 - 31.8.1993 döneminde (655) adet kasa tediye, kasa tahsil ve (265) adet de
mahsup fişi ile muhasebe kayıtlarına intikal ettirilen tüm ödemeler ve tahsilatların; sendikalar yasası,
bu yasaya istinaden Bakanlar Kurulunca çıkarılan Tüzük, sendika bütçesi, muhasebe talimatı ve genel
yönetim kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı ve süresi içinde muhasebe defterlerine intikal
ettirildiği,
2- 31.8.1993 tarihi itibariyle KASA mevcudunun 97.634.417.-TL olduğu, bankalarda
416.303.608.-TL'si vadesiz ve 7.000.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere 7.416.303.608.-TL'nin
mevcut bulunduğu, kasa defteri ve banka ekstrelerine göre hesapların birbirlerine uygun bulunduğu,
3-Ford Taunus ve Ford Escord markalı 06 ST 238, 06 ST 237 plakalı binek
otomobillerimizin gümrükten teslim alındığı, kullanılabilir duruma sokmak için gerekli tamir ve
bakımının yaptırıldığı,
4- Eskişehir il temsilciliğinin büro ihtiyacının giderilmesi amacı ile sendikaca 1 büro satın
alındığı,
5- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin, Genel Merkez ve
deftere işlendiği,
temsilcilikler olarak
6- Konfederasyon aidat ve fonlarının gönderilmesine devam olunduğu,
7- 19-20/6/1993 tarihlerinde yapılan Olağanüstü Genel Kurulumuzda sendikamıza katılma
kararı onaylanan FINDIK-İŞ sendikasının para ve mal varlığının, sendika kayıtlarına intikal ettirildiği,
8- Bütçenin GİDERLER hesabında yer alan bölümlerden yapılan harcamaların önemli bir
kısmının;
a) Noter üye giriş masraflarının sendikamızca karşılanmış olmasından,
b) Üye kazanımı ile ilgili olarak örgütlenme amaçlı toplantılar için kiralanan salon ve
katılımcılara verilen kumanya, meşrubat gibi giderlerden,
c) Genel merkezce ve temsilciliklerce oluşturulan örgütlenme ekiplerinin yolluk,
konaklama ve vasıta harcamalarının karşılanmasından,
oluştuğu saptanmış olup, bunun yukarıda da belirtildiği gibi, örgütlenmede önemli gelişme sağladığı,
9- Olağanüstü Genel Kurulumuzda yeni ihdas edilen genel yönetim kurulu üyeliklerine
seçilen Genel Başkan Yardımcısı Akçin Koç, Üye Ersait Şen, Üye İ.Şefik Aydın ve Üye M.Naci
Pamuk'u, mal bildirimlerini Noterliğe tevdi ettikleri, (Mal bildirimlerinin verildiğini gösteren noterlik
tevdi tutanakları kurulumuzca alınmış ve Genel Yönetim Kurulu karar defterinin (115) sahifesine
yazılan metin tarafımızdan imzalanmıştır.)
Sonuç: Başarılı çalışmalarından dolayı, il temsilciliklerine, Örgütlenme dairesi çalışanlarına,
genel yönetim kuruluna teşekkür ederiz. 18.9.1993
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)
(imza)
OLAĞAN DENETİM RAPORU : 4
1.9.1993- 28.2.1994 tarihleri arasında genel yönetim kurulunun (31) toplantı yaptığı,
toplantıda alınan kararların uygulandığı,
2- 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasında (6) sayı gazete ve (1) bülten yayınlandığı, ayrıca il
temsilciliklerince de broşür ve bülten bastırılarak mlahallen örgütlenilen ve örgütlenme çalışmaları
sürdürülen işyerlerindeki üyelerimize dağıtıldığı,
3- 11 Kasım 1993 tarihinden başlayarak sırası ile Eskişehir, Trabzon, Kocaeli, Giresun,
İstanbul, Adana ve Antalya şube kurucu kurullarının oluşturulduğu,
4- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Temmuz 1993 istatistiklerine göre (13799)
olan üye sayısının Ocak/1994 istitastiklerinde (38401) üyeye ulaşarak % 10 işkolu barajının aşıldığı,
denetim tarihinde bu sayının (46155) olduğu, memnuniyetle müşahade edilmiştir.
5- Sendika Genel Yönetim Kurulunun ve sendika personelinin, sendikamızın 12 Eylül'ün
tüm tahribatlarını büyük bir özveri ile çalışarak aşmasındaki paylarını belirtmemek vefasızlık
olacaktır.
Sendika personel ücretlerinin günün koşullarında benzerleri ile kıyaslandığında çok daha
açık görüleceği gibi yetersiz oluşu açıktır. Bu ancak, personelin kendilerini sıradan bir çalışan değil,
sendikamızın savaşımının içinde ve ayrılmaz bir bütünü olarak görmeleri ile izah edilebilir.
Yine kayda değer bir noktada şudur; Genel Kurulumuzda kabul edilmiş bulunan Bütçe
uyarınca, ücretli yöneticilerimizin 1.4.1994 itibariyle ücretlerine net % 40 zam hakları olmasına
karşın, Genel Yönetim Kurulu 7.3.1994 tarihli ve 76 sayılı kararı ile ve oybirliği ile bu zamları
uygulamama kararı almıştır.
Bu övgüye değer bulduğumuz tavırları, bütünü ile Sosyal-İş'i Sosyal-İş yapan bir davranışın
ürünü olduğunu belirtmekte yarar görmekteyiz.
PARASAL DENETİM:
Denetimimiz 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasındaki her türlü mali işlemlerle (kasa tahsil,
tediye ve mahsup fişleri), yasal olarak tutulması öngörülen defterler üzerinde yapılmıştır.
1- Defter tasdikleri :
a) Yevmiyeli defteri-kebirin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih ve 2167 yevmiye
numarası ile,
b) Envanter ve bilanço defterinin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih ve 2166
yevmiye numarası ile,
c) Aidat defterinin, Ankara 25. noterliğinin 11.1.1994 tarih 2165 yevmiye numarası ile,
ara tasdiklerinin yaptırıldığı ve 1994 yılı için kullanıma devam edildiği, görülmüştür.
2- 1.9.1993 - 28.2.1994 tarihleri arasında (249) mahsup fişi ile muhasebeleştirilerek defter
kayıtlarına intikal ettirilen tüm ödemeler ve gelirlerin, sendikalar yasası ve bu yasaya istinaden
Bakanlar Kurulunca çıkartılan Tüzük, sendika anatüzüğü, bütçe, muhasebe talimatı ve genel yönetim
kurulu kararlarına uygun olarak yapıldığı ve kayıtlara aktarıldığı saptanmıştır.
3- Gümrükten geri alınıp gerekli bakım ve tamiratları yaptırılarak hizmete konulmuş olan
Ford marka 2 binek otosundan birinin İstanbul Şubesine, diğerinin de Adana Şubesine (örgütlenme
çalışmalarının gerekliliği nedeniyle) tahsis edildiği,
4- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin kullanım mahalline göre genel merkez, şube
ve il temsilcilikleri demirbaş kayıtlarına intikal ettirildiği,
5- 1993 yılı mizan, gelir-gider farkı tablosu, bilanço'nun ve Eylül/1993 - Aralık/1993,
Ocak/1994-Şubat/1994 ayları geçici mizan ve raporlarının yönetim kuruluna süresinde sunulduğu,
6- 28.2.1994 tarihi itibariyle KASA mevcudunun 44.245.763.-TL olduğu, Bankalarda
404.883.558.-TL'si vadesiz ve 3.250.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere toplam 3.654.883.558.TL'nin mevcut bulunduğu, bu miktarların kasa ve banka ekstre kayıtlarına uygun olduğu, tespit
edilmiştir.
Tüm Sendikamız yönetici ve çalışanlarına özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz.
19.3.1994
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)
(imza)
OLAĞAN DENETİM RAPORU: 5
Sendikamız 8. olağan genel kurulunun 25-26/Haziran/1994 tarihlerinde yapılmasının
kararlaştırılmış bulunması nedeniyle, olağan denetim tarihimiz öne alınmış ve 1.3.1994-31.5.1994
dönemini kapsayan 3 aylık sürenin denetimi yapılmak üzere 4.6.1994 tarihinde, sendika genel
merkezinde çalışmalara başlanmıştır.
YÖNETSEL DENETİM:
1- 1.3.1994 - 31.5.1994 tarihleri arasında Genel Yönetim kurulunun (14) toplantı yaptığı,
toplantıda alınan kararların takip ve uygulandığı,
2- Aynı süre içinde sendikamız yayın organı Sosyal-İş Gazetesi'nin Mart-Nisan/1994
sayılarının yayımlandığı, yayınların örgütlenilen ve örgütlenme çalışmaları içinde bulunulan
işyerlerindeki üyelerimize dağıtılmak üzere Şube ve temsilciliklere gönderildiği,
3- Sendikamıza bugüne kadar üye olanların üye giriş fişi bilgileri ile diğer bilgilerin
bilgisayara yüklendiği ve üye hareketlerinin sağlıklı bir biçimde buradan takip edildiği,
4- Örgütlenilen çok sayıdaki işyerlerinde çalışan üyelerimiz adına toplu iş sözleşmesi
yapmak üzere, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan yetki taleplerinde bulunulduğu,
Yetki alınan işyerleri için yetki itirazında bulunan Tez Koop-İş Sendikasının bu tutumuna
karşı hukuki girişimlerin aksatılmadan sürdürüldüğü,
Sendikamızın % 10 barajına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna uzanan
mücadelesinin ne denli yerinde olduğunun, bugün sadece Sosyal-İş için değil, tüm sendikal hareket içn
ortaya çıktığının herkes tarafından görüldüğü,
5- Kocaeli, Trabzon, Giresun, Antalya, İstanbul, Adana, Eskişehir, Ankara ve İzmir
Şubelerimiz genel kurullarının yapıldığı,
25-26/Haziran/1994 tarihlerinde Ankara'da yapılacak olan merkez genel kurulu hazırlık
çalışmalarının tamamlandığı,
görülmüştür.
PARASAL DENETİM:
Parasal işlemlerdeki incelememiz; kasa tahsil,-tediye, mahsup fişleri, yasal olarak tutulmakta
bulunulan defterler ve yardımcı defterler üzerinde yapılmıştır.
1- 1.3.1994 - 31.5.1994 tarihlerini kapsayan 3 aylık sürede (108) adet mahsup fişi ile
muhasebeleştirilen tüm ödeme ve gelirlerin usulüne uygun olarak defter ve yardımcı defter kayıtlarına
yasal süreleri içinde intikal ettirildiği,
2- Dönem içinde edinilen demirbaş kıymetlerin kullanım mahalline göre demirbaş defterine
kayıtlarının yapıldığı,
3- Mart, Nisan ve Mayıs/1994 ayları geçici mizanları ile 31.5.1994 tarihi itibariyle
düzenlenen kati mizan, gelir-gider tablosu ve bilançonun ve merkez genel kuruluna sunulacak mali
rapor ve ekleri ile tahmini bütçe taslağının hazırlanarak Genel Yönetim Kuruluna sunulduğu,
4- 31.5.1994 tarihi itibariyle; KASA'da; 89.866.557.-TL BANKALAR'DA; 757.681.106.TL'si vadesiz ve 2.585.000.000.-TL'si de vadeli olmak üzere toplam 3.342.681.106 TL'nin mevcut
bulunduğu,
Bu miktarların kasa defteri bakiyesi ve banka ekstrelerine uygun olduğu,
tespit edilmiştir.
Denetimimiz sonuçlarını belirleyen bu raporumuz Kurulumuzca düzenlenmiş ve
imzalanmıştır. 5.6.1994
Nurhan Koyaş (Kavuzlu)
(imza)
Mehmet Gündoğdu Muammer Özkan
(imza)
(imza)

Benzer belgeler