Elvan Mert UĞURLU ERİYEN SAATLER Uzun zamandır “zaman

Transkript

Elvan Mert UĞURLU ERİYEN SAATLER Uzun zamandır “zaman
Elvan Mert UĞURLU
ERİYEN SAATLER
Uzun zamandır “zaman” kavramı hakkında düşünüyorum. Zaman nedir; zaman var olan bir şey midir,
yoksa insanların değişimi ifade etmek için kullandıkları bir araç mıdır...? İşte, tam da bu sorular
kafamda uçuşurken internette tesadüfen gördüğüm bir resim beni oldukça heyecanlandırdı. “Belleğin
Azmi” adlı bu eser ünlü ressam Salvador Dali tarafından tuvale dökülmüş. Resim koyu pastel renklerle
çizilmiş ve kargaşadan öte sade, ama kafa karıştırıcı figürlere yer verilmiş: resmin ortasında yer alan,
gözlerini kapamış insan suratına benzeyen beyaz “örtü” mesela. Göze çarpan diğer bir etmense, belki
de resmin en önemli kısmı, farklı şekillerde çizilmiş cep saatleri. Birisi ağacın dallarından sarkmakta,
bir diğeri erimekte, bir diğeriyse gözünü kapayan surata benzeyen örtüye sarılmış. Her biri farklı bir
şekilde, ancak hepsinin ortak bir noktası var. Bu saatler bildiğimiz saatlere benzemiyor, bu saatler
esnek, yumuşak ve akıcı. İşte tam da bunu fark ettiğim anda âdeta Dali’nin dünyasına giriveriyorum
ve hayatı onun gözüyle inceleme fırsatına sahip oluyorum.
Zamanın ne olduğunu kavramak gerçekten zor, belki de imkânsız. Zamanı soyut ya da somut olarak
ayırt etmek de bu yüzden bir o kadar zor. Evet zamanı ne görüyoruz ne duyuyoruz ne de ona
dokunabiliyoruz. O hâlde neden zaman soyut olmasın ki? Ama bir anda saatler geliyor aklıma, iyi de
biz zamanı ölçebiliyoruz: bir saniye, bir dakika, bir saat... Yani insanoğlu zamanı ölçebilen somut
gereçler yaratmış. Peki, bu zamanı somut kılar mı? Ölçtüğümüzü sandığımız şey gerçekten akan
zaman mı, yoksa bu sadece bizim onu algılayış biçimimiz mi? Dali’nin eriyen saati mesela. Hani
sevdiklerimize ayırdığımız, çok mutlu olduğumuz zamanlar vardır ya, hemencecik geçiverir. Eriyen
saat bana o zamanlarımızı hatırlatıyor işte, hızlıca akıp giden zamanı. Ancak zaman her daim o kadar
hızlı akıp gitmiyor. Haftanın son gününde, günün son saatlerinde girdiğiniz bir dersi düşünün mesela.
Ne kadar geçti acaba diye saate baktığınız her an farkına varıyoruz aslında bunun. Zaman;
bulunduğumuz çevreye, duruma ve koşullara bağlı farklı hızlarda akıp gidiyor. Peki, ya zaman herkes
için aynı hızda mı akıyor? Bence hayır. Sizin için hızlı akan zaman, aynı anda bir başkası için yavaş
akıyor olabilir. Zaman da zaten bu yüzden böylesine esrarengiz değil mi?
Dali’nin resminde dikkatimi çeken bir diğer öge ise yapraklarını kaybetmiş, tek dalı kalmış çelimsiz ve
üzgün ağaç. Çaresizlikten boynunu bükmüş bir insan gibi durmuş, âdeta ağlıyor... Bu ağaç benim için
yaşanmışlıkların, güzel anıların, mazinin ağacı. Bu ağaç, dalına tünemiş akıp giden o cep saatinin
yükünü üstünde hissediyor. Ama vazgeçmiyor, direniyor, azmediyor. Belki de resmin ismindeki
“bellek” bu ağaçtır, belleğimizdeki güzel şeylerin bir sembolüdür bu ağaç ve yok olmaya, zamanın
acımasız akışına karşı koyuyordur. Her ne kadar Dali’nin bunları çizerken neleri hayal ettiğini üstüne
kafa yorsak da bunu asla bilemeyeceğiz. Ama belki de Dali’nin yapmak istediği onun ne hissettiğini
anlamamızdan öte hepimizin bildiği ama önem vermediği bir gerçeğe dikkat çekmektir: Zaman akıp
gidiyor ve zamanın akışına karşı koymak imkânsız. Geçen her saniye ömrümüzden kopan bir sayfa
gibi. Evet, maalesef zaman gaddar, ama bir o kadar da cömert. Bizlere hayallerimizi gerçekleştirmek
için bir fırsat sunuyor ve geri saymaya başlıyor. Şimdi yazamanın değerini bilerek her anı doyasıya
yaşarız ya da çaresiz bir şekilde zamanın akıp gidişini izleriz. Seçim bizim!