BÜLTEN 73 tamamı
Transkript
BÜLTEN 73 tamamı
Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM BÜLTEN’DEN BÜLTEN BSV Bülten’in Yaz döneminde yap›lan faaliyetleri kapsayan 73. say›s› ile karfl›n›zday›z. May›s-A¤ustos 2010 Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz, Mustafa Demiray, Salih Pulcu, F. Samime ‹nceo¤lu, Semih Atifl Bask› Elma Bas›m Bask› Tarihi Ekim 2010 Vefa Cad. No. 35 34134 Vefa ‹stanbul Tel: 0212. 528 22 22 pbx Faks 0212. 513 32 20 e-posta [email protected] www.bisav.org.tr Ücretsizdir. Dört ayda bir yay›nlan›r. Kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir. Yay›nlanan yaz›lar›n sorumlulu¤u yazar›na aittir. ‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R BSV HAVAD‹S 2 K A M Küresel Araflt›rmalar Merkezi 5 MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 35 M A M Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 36 MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 46 S A M Sanat Araflt›rmalar› Merkezi 47 MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 60 TA M Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi 61 SEYRÜSEFER MESNEV‹ Princeton Postas› / Serhat Aslaner 80 Nûr olmay›nca renkler görünmez! 88 Bilim, kültür ve sanat alanlar›ndaki faaliyetleriyle yirmi dört y›ld›r bu topraklardaki birikime katk›da bulunmaya çal›flan Bilim ve Sanat Vakf›, May›s-A¤ustos 2010 döneminde de faaliyetlerine ara vermeden devam etti. Bu ba¤lamda, Küresel Araflt›rmalar Merkezi (KAM) 15 May›s 2010’da “Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat› ve Rusya ile ‹liflkiler” ve Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi (TAM) 8 May›s 2010’da “Gelenler, Gidenler, Kalanlar” bafll›klar›yla birer sempozyum düzenlediler. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi (MAM) de 15 May›s 2010 tarihinde çeflitli üniversitelerden gelen ve çal›flmalar›n› Zeydilik üzerinde yo¤unlaflt›ran akademisyenlerin kat›l›m›yla düzenlenen Zeydilik Atölyesi’ne ev sahipli¤i yapt›. Geleneksel Yaz Program› ise, 28 Haziran-3 Temmuz 2010 tarihleri aras›nda “flehir ve tarih” üst bafll›¤› alt›nda yap›ld›. Bu programlar haricinde Yuvarlak Masa toplant›lar› da devam etti. Yuvarlak Masa toplant›lar› ile KAM ve TAM’›n düzenledi¤i sempozyumlara dair ayr›nt›lar› ilgili merkezlere ayr›lan sayfalarda bulabilirsiniz. 15 Ekim 2010 tarihinde bafllayacak 42. dönem Güz seminerlerine ilim merak› olan herkesi bekliyoruz… Hay›rda kal›n! 1 Y›l 21 Say› 73 BSV HAVAD‹S Haz›rlayan: Remzi fiimflek Türk d›fl politikas› sempozyumda tart›fl›ld› Küresel Araflt›rmalar Merkezi 15 May›s 2010 tarihinde “Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat› ve Rusya ile ‹liflkiler” bafll›kl› bir sempozyum düzenledi. Dört oturumda toplam on tebli¤in sunuldu¤u sempozyumun kat›l›mc›lar›, çeflitli üniversitelerin siyaset bilimi ve/ya uluslararas› iliflkiler bölümlerinden ö¤retim üyeleri ve araflt›rma görevlileri ile lisansüstü ö¤renciler idi. Sempozyumda ‹ran, Filistin, Irak, AB, ABD, Rusya, Orta Asya ve Kafkasya ile iliflkiler çeflitli yönleriyle ele al›n›rken, Özal ile AK Parti dönemlerinin karfl›laflt›r›lmas›ndan Ermenistan ile iliflkilerde düflünce kurulufllar›n›n rolüne kadar genifl bir alanda Türk d›fl politikas›nda yaflanan dönüflüm tart›fl›ld›. Küresel Araflt›rmalar Merkezi, Türk d›fl politikas› ile ilgili benzer faaliyetlere önümüzdeki dönemde de devam Dîvân 28 ç›kt› 2 Dîvan Disiplinleraras› Çal›flmalar Dergisi’nin 28. say›s›, özel bir dosya konusuna sahip olmasa da “gelenek” kavram›n›n felsefeden tefsire, kelâmdan f›kha farkl› disiplinlerde tafl›d›¤› anlam(lar)›n ve bu anlam(lar)›n tarih içinde ve modern zamanlarda alg›lan›fl flekillerinin ayr›nt›l› olarak ele al›nd›¤› befl yaz›dan olufluyor. ‹smail Kara’n›n “fierh ve Hafliye Meselesine Dair Birkaç Not” bafll›kl› makalesi derginin ilk yaz›s›n› oluflturuyor. Bunun yan›nda M. Suat Merto¤lu, Muhammet Fatih K›l›ç, Mustakim Ar›c›, Nail Okuyucu bu say›ya katk›da bulunan di¤er isimler… Sözlü Tarih ‹htisas Sempozyumu: Gelenler, Gidenler, Kalanlar Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde bir süredir yürütülen Sözlü Tarih Atölyesi’nde teoriye yönelik baz› okumalar yap›lm›fl ve atölye kat›l›mc›lar› taraf›ndan gerçeklefltirilen sözlü tarih görüflmeleri analiz edilmiflti. 8 May›s 2010 tarihinde, 10.30-18.00 saatleri aras›nda vak›f binas›nda gerçeklefltirilen ihtisas sempozyumu ile sözkonusu atölyenin kat›l›mc›lar›n›n yapt›¤› sözlü tarih projeleri birer tebli¤ halinde kat›l›mc›larla paylafl›ld›. “Gelenler, Gidenler, Kalanlar” bafll›¤›n› tafl›yan sempozyum temelde göç meselesini konu edindi. Faysal Soysal ile K›sa Film Atölyesi bafllad› Faysal Soysal’›n Sanat Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde yürüttü¤ü K›sa Film Atölyesi yeni dönem (20102011) çal›flmalar›na bafllad›. Seçilen kat›l›mc›larla y›l boyu sanat yönetmenli¤i, görüntü yönetmenli¤i, kurgu, ses, müzik, senaryo, yönetmenlik konular›nda çal›flmalar gerçeklefltirilecek. Daha sonra pratik k›sa film çal›flmalar›na yer verilecek. BSV HAVAD‹S Zeydilik Atölyesi gerçekleflti 2010 Güz Seminerleri bafll›yor Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 15 May›s 2010 Cumartesi tam gün süren bir Zeydilik Atölyesi düzenledi. Atölyede, Zeydilik mezhebi tarihsel geliflimi içerisinde ele al›nd› ve baflta Zeyd b. Ali ve Kas›m erRessi olmak üzere, önemli temsilcileri ve bunlar›n kelâm, tefsir, hadis ve f›k›h gibi ilimlere dair yaklafl›mlar›, Türkiye’nin çeflitli üniversitelerinden gelen ve çal›flmalar›n› bu konular üzerinde yo¤unlaflt›rm›fl olan akademisyenler taraf›ndan tart›fl›ld›. Bilim ve Sanat Vakf›’n›n düzenledi¤i 42. dönem seminerleri 15-16 Ekim 2010 tarihinde bafll›yor. Bu dönemki seminer program›nda, edebiyat, sinema, tarih, felsefe, iktisat, iletiflim psikolojisi, sosyal teori, sosyal bilim gibi farkl› disiplinlerden seminerler yer alacak. 2010 Güz seminerleri, Cuma ve Cumartesi günleri vakf›n Vefa’da yer alan merkezinde 8 hafta sürecek. Seminerler ücretsiz olup, kat›l›m için önceden kay›t yapt›rmak gerekmektedir. Hayal Perdesi sitesi yay›nda ‹hsan Fazl›o¤lu ‹stanbul’dayd› 17 Temmuz 2010’da MAM ile ortak gerçekleflen TAM Sohbet program›nda ‹hsan Fazl›o¤lu, Kanada’da, ‹slâm/Osmanl› medeniyetine iliflkin yap›lan felsefe ve bilim tarihi çal›flmalar› üzerine konufltu. may› hedefliyor. Derginin 17. say›s› (Temmuz - A¤ustos 2010) “Düfllerin Eskizleri: ‹lk Filmler, ‹lk ‹zler”; 18. say›s› (Eylül-Ekim 2010) “Mutsuz Filmler” dosyas›yla yay›nda. 3 Ocak-fiubat 2010 say›s›ndan itibaren e-dergi format›nda yay›n hayat›na devam eden Hayal Perdesi sinema dergisinin site aya¤› da yine ayn› adreste aktif hâle geldi: www.hayalperdesi.net. Sürekli güncellenen ve sinemayla ilgili haberlerin, vizyon de¤erlendirmeleri ve söyleflilerin yer ald›¤› site ayn› zamanda “Sinefil” ve “Neden Film Seyrediyoruz?” köfleleri sayesinde takipçileriyle interaktif bir iletiflim kur- BSV HAVAD‹S Notlar 20-21 ç›kt› Bilim ve Sanat Vakf› Sanat Araflt›rmalar› Merkezi 2007 y›l›nda içeri¤iyle farkl› bir panele ev sahipli¤i yapm›flt›. “Çocu¤u Anlayan Edebiyat” bafll›kl› bu panelde sunulan konuflmalar BSV Notlar serisinin yirmincisi olarak yay›nland›. Ayn› flekilde 2009 y›l›nda düzenlenen “Çocuk ve Sanat Buluflmas›” bafll›¤› alt›ndaki etkinlikler kapsam›nda gerçeklefltirilen “Çocuk Dilinde Sanat” bafll›kl› panel de yirmibirinci Notlar olarak yay›nland›. Mimari Düflünceler Program dizisi nihayetlendi fiimdiye kadar Saadettin Ökten, U¤ur Tanyeli, ‹hsan Bilgin, Bülent Tanju, Emine Ö¤ün, Mehmet Ö¤ün, Yusuf Civelek’in kat›ld›¤› “Mimari Düflünceler” program dizisi, 27 May›s tarihinde Ahmet Ersen’in “Türkiye’de Koruma Kavram›n›n Geliflimi ve Otantiklik” bafll›kl› sunumuyla yedinci ve son oturumunu gerçeklefltirdi. “Kültür ve Mimari” ve “Türkiye Mimarl›¤›” alt bafll›¤›nda yürütülen dizi, ilgili konuk ve kat›l›mc›lar eflli¤inde derinleflen bir mimarî tart›flma zeminine imkân sa¤lad›. 12. dönem Osmanl›ca Seminerleri bafllad› Geleneksel iftar›m›z yap›ld› Üç seneyi aflk›n süredir baflar› ile devam eden Osmanl›ca okuma grubu 12. dönemine 19 Haziran’da yap›lan seviye tespit s›nav› neticesinde Matbu ve Yazma olmak üzere iki ayr› seviyede aç›lan 2 grup (yaklafl›k 66 kifli) ile 26 Haziran’da bafllad›. Bilim ve Sanat Vakf› geleneksel iftar yeme¤i bu y›lda genifl kat›l›mla vakf›n Vefa’daki merkezinde yap›ld›. Yeme¤in ard›ndan Vak›f Baflkan›m›z Dr. Mustafa Özel’in yan› s›ra Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Prof. Dr. Ömer Dinçer ve Prof. Dr. Ahmet Davuto¤lu birer k›sa konuflma yapt›lar. 4 11 Ekim-28 Ocak 2010 tarihleri aras›nda Matbu, Yazma ve Arfliv olmak üzere 3 ayr› seviyede devam edecek 13. dönem seminerleri için baflvurular 20 Eylül-1 Ekim 2010 tarihleri aras›nda al›nacakt›r. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM KAM Tezat KAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› Çocuk Yarg›lama Sistemimizin Siyasal Boyutu TEZAT Faik Akçay 17 Nisan 2010 De¤erlendirme: H ü s e y i n A l i U ¤ u r ‹lkö¤retim kurumlar›nda yaklafl›k 30 y›l ö¤retmenlik ve yöneticilik yapt›ktan sonra emekli olan, halkla iliflkiler ve uluslararas› iliflkiler alanlar›nda iki yüksek lisans› bulunan Faik Akçay, çeflitli dallarda yapt›¤› araflt›rmalardan birisini, Türkiye’deki çocuk yarg›lama sisteminin siyasal boyutuna iliflkin araflt›rmas›n› sundu. Bu çerçevede Akçay, Türk yarg› sisteminin çocuk yarg›lama alan›na nas›l yans›d›¤›n›, bu yans›malar›n taraf oldu¤u uluslararas› hukuk sözleflmelerine uygunlu¤unu ve suç iflleyen çocuklar›n ceza verilmek yerine topluma faydal› birer birey hâline nas›l getirilebilece¤ini ele ald›. Çocuk Yarg›lama Sistemimizin Siyasal Boyutu Faik Akçay 17 Nisan 2010 ‹stanbul’un Yeni Yoksulluk ve D›fllanma Pratiklerine Ayazma’dan Bakmak Özgür Sevgi Göral 24 Nisan 2010 ‹slâm Dünyas› ve Darfur? Türkiye’nin Darfur Politikas›n›n S›n›rlar› ve ‹mkânlar› Mehmet Özkan 17 May›s 2010 Yaz›l› Bas›nda ‹deolojik Söylemler: Elefltirel Bir Söylem Analizi ‹brahim Efe 20 May›s 2010 ÖZEL ETK‹NL‹K Akçay’a göre, 1991’den sonra dünya genelinde güvenlik konular› ön plana ç›karken, Türkiye de bu e¤ilime uygun olarak 1991’de Terörle Mücadele Kanunu’nu kabul etti. Devlete karfl› ifllenen suçlar› düzenleyen bu ve benzeri kanunlar›n çocuk yarg›lama alan›na yans›mas›na bak›ld›¤›nda çok vahim durumlarla karfl›lafl›ld›. “Tafl atan çocuklar” olarak Türk siyasî tarihine geçen olaylarda tutuklanan çocuklar, bu kanunlar kapsam›nda yarg›land› ve çok a¤›r cezalara çarpt›r›larak hapse kondu. Türkiye, 1989’da Uluslararas› Çocuk Haklar› Sözleflmesi’ne –3 maddeye çekince koyarak– taraf olmas›na ra¤- Orient in Europe Jerzy Zdanowski 20 Nisan 2010 Pasif ve D›fllay›c› Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye Ahmet Kuru 25 May›s 2010 Turkey in Far East Michael Mikhalis 14 Haziran 2010 The Myth of Islamic Exceptionalism: Religion and Politics in Muslim Societies (KAM-MAM ortak) Mohammed Ayoob 24 Haziran 2010 DÎVÂN TOPLANTILARI (KAM-MAM ortak) Civil Society, Christianity and Islam: A Clash of Civilizations or Multiple Modernities? Robert W. Hefner 13 May›s 2010 M‹LL‹YETÇ‹L‹K KONUfiMALARI 5 Sovyetlerden Ba¤›ms›zl›k Sonras›na Azerbaycan Ulusçulu¤u fiammas Salur 15 Haziran 2010 Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Faik Akçay, Türk yarg› sisteminin çocuk yarg›lama alan›na nas›l yans›d›¤›n›, bu yans›malar›n taraf oldu¤u uluslararas› hukuk sözleflmelerine uygunlu¤unu ve suç iflleyen çocuklar›n ceza verilmek yerine topluma faydal› birer birey hâline nas›l getirilebilece¤ini ele ald›. AVRUPA KONUfiMALARI Identity and Corruption in Turkey-EU Relations Tim Jacoby 30 Nisan 2010 Türkiye-AB Müzakereleri Sürecinde Türkiye-‹spanya ‹liflkileri Ak›n Özçer 8 May›s 2010 ETK‹N YÖNET‹M SÖYLEfi‹LER‹ Çin’den Dünyaya Bak›fl Haluk Dortluo¤lu 3 Nisan 2010 Bir Üst Düzey Yöneticinin Hayat›ndan Kesitler Ahmet Ertürk 8 May›s 2010 Sivil Toplum Kurulufllar›nda Yönetim ve Yönetiflim Bar›fl Görgüç 22 May›s 2010 Yönetimin Say›sallaflt›r›lmas› ve Etkin Yönetim Yakup Bilgin Koçal 5 Haziran 2010 men, çocuklara devlete karfl› iflledi¤i suçlarda en a¤›r cezalar› verdi. Çocuklar›n bireylere karfl› iflledi¤i suçlarda verilen cezalar, devlete karfl› iflledi¤i suçlarda verilenlerin üçte biri kadar ki bu da devlete karfl› ifllenen suçlarda verilen cezalar›n adaletsizli¤ini gözler önüne seriyor. Güvenlik güçlerine tafl atarken yakalanan çocuklar 35 y›l gibi çok a¤›r cezalara çarpt›r›l›rken, bireylere karfl› suç iflleyen çocuklara verilebilecek en a¤›r ceza 12 y›lla s›n›rland›r›lm›fl durumda. DOKTORA TEZ TEKL‹F TARTIfiMALARI The Logic of Defection and Collaboration in Ethnic Conflicts: Kurdish Insurgencies in Turkey, Iran and Iraq Kutbettin K›l›ç 2 Temmuz 2010 Religion, Historical Legacy and Weltanschauungs: The Cases of Turkey, India and South Africa Mehmet Özkan 7 Temmuz 2010 Jeo-mentalite: Türkiye’de Jeopolitik Gerçekliklerin Rolü Murat Yefliltafl 15 Temmuz 2010 Akçay’›n araflt›rmas›ndan ç›kan bir di¤er sonuç, 1997-2007 y›llar› aras›nda yarg›lanan çocuk say›s›n›n 140.000 civar›nda olmas›. Türkiye’de 9-18 yafl aral›¤›nda bulunan suç ifllemifl çocuklar, uygun olmayan ortam ve koflullarda tutuklan›yor ve yarg›lan›yor. Amerika’da çocuk suçlular›n yakalanmas› ve yarg›lanmas› s›ras›nda uzman psikologlar›n bulundurulmas› zorunlu; suçlu çocuklar›n tutuldu¤u yerlerde görevli olan personel de çocuk psikolojisi ve SEMPOZYUM 15 May›s 2010 6 Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat› ve Rusya ile ‹liflkiler Sempozyumu Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ‹stanbul’un Yeni Yoksulluk ve D›fllanma Pratiklerine Ayazma’dan Bakmak e¤itimi konusunda e¤itimden geçiriliyor. Türkiye’de ise çocuklar›n tutuklu kald›klar› ortam ve koflullar çok a¤›r. Cezalar›n› tamamlayan çocuklar, topluma ve devlete karfl› daha düflman olarak buralardan ayr›l›yorlar ve örgütün propagandas›na daha aç›k hâle geliyorlar. Bunun önlenmesi için devlete karfl› suç iflleyen çocuklar›n daha k›sa sürede yarg›lan›p daha az cezalar almalar› gerekiyor. Ayr›ca çocuk psikologlar› taraf›ndan bu sürecin devaml› takip edilmesi ve çocuklar›n psikolojik olarak desteklenmesi lâz›m. En önemlisi ise yarg›lanan çocuklar›n topluma tekrar kazand›r›lmas› için hangi ortamlarda ne tür cezalarla cezaland›r›lmas› gerekti¤inin tart›fl›lmas›. Özgür Sevgi Göral 24 Nisan 2010 De¤erlendirme: G ü l n u r K › l › ç o ¤ l u Fransa’da EHESS Tarih ve Medeniyet Bölümü Osmanl› ve Türk Tarihi doktora program›na devam eden Özgür Sevgi Göral, yeni yoksulluk ve d›fllanma siyasetini ‹stanbul/Ayazma semti örne¤i üzerinden anlatt›. Göral’›n Türkiye tarihi, Türkiye’deki kad›n çal›flmalar›, yoksulluk ve d›fllanma pratiklerinin toplumu nas›l etkiledi¤i üzerine ulusal ve uluslararas› yay›nlar› bulunuyor. Akçay, çocuklar›n suçtan al›koyulma ve topluma geri kazand›r›lmas›na yönelik en iyi örnek uygulaman›n fianl›urfa’da gerçekleflti¤ini dile getirdi. fianl›urfa’da h›rs›zl›k yapan, turistleri rahats›z eden, yan kesicilik yapan çocuklar tespit ediliyor ve hapis cezas› yerine turistlere rehberlik etmesi amac›yla yabanc› dil ve rehberlik e¤itimi veriliyor. E¤itimden sonra rehberlik etmeye bafllayan çocuklar hem harçl›klar›n› kazanacaklar› bir yol bulmufl hem de suçtan uzak durmufl oluyorlar. Oysa bu çocuklar hapis yatm›fl olsalard›, hapisten ç›kt›ktan sonra suç ifllemeye devam edeceklerdi. Çocuklar› topluma kazand›racak bu tür uygulamalar›n çeflitlendirilip gelifltirilmesi gerekiyor. Terör örgütünün ne oldu¤unu alg›layacak yaflta dahi olmayan çocuklar›n terör örgütü propagandas› yap›yor diye gözalt›na al›n›p yarg›lanmas› ve hapse at›lmas›, onlar› devlete düflman hâline getiriyor ve terör örgütünün kuca¤›na itiyor. Bunun önüne geçilmesi için çocuklar› topluma kazand›racak yeni düzenlemelerin ve yeni uygulamalar›n yap›lmas› gerekiyor. Göral, 1990’l› y›llar boyunca ‹stanbul’daki kentsel alanda yaflanan ciddi dönüflümün en önemli belirleyicilerinden biri olarak Kürt göçüne iflaret etti. Buradaki “etnik” meselenin sistematik bir biçimde göz ard› edilip akademik çal›flmalar›n içine yerlefltirilmedi¤ine dikkat çekti. Göral’a göre bunun bir sebebi, Kürt meselesiyle ilgili bütün toplumsal ve siyasal olaylar›n muazzam bir biçimde kriminalize edilmesi ve ilgili akademisyenlerin “terör” paradigmas› içinde damgalanabilmesi; bir di¤er sebebi de “akademinin –etnik de¤il ama bak›fl aç›s› olarak kriminalize– Türklü¤ü”. Alan›nda ilk say›labilecek bu çal›flmas›n› Göral, dört temel saikle gerçeklefltirmifl: 7 1. Türkiye’deki kent çal›flmalar›nda ço¤unlukla birbirine karfl›t ve ket vuran fleyler olarak ele Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Özgür Sevgi Göral’a göre Türkiye’deki kentsel dönüflüm projelerinin dünyan›n geri kalan›ndan fark›, o mahallelerde yaflayanlar›n hiçbir aflamada fikrinin al›nmamas›… Oysa ev basitçe bir ev de¤ildir, bir evden at›lmak da basitçe bir evden at›lmak de¤ildir. al›nan etnik köken, s›n›f, cinsiyet gibi farkl› varolufl biçimlerinin, gerçekten birbirini d›fllayan m› yoksa birbirini kuran, besleyen, çeliflkiler oluflturan kavram setleri mi oldu¤una Ayazma örne¤inden bakmak. 2. ‹stanbul’un gecekondu bölgelerindeki kentsel dönüflüm projelerinin yaratt›¤› “yeni kentsel tutsakl›k/kapat›lma” biçimlerini anlamak. 3. 90’lardaki Kürt göçünün politik ve kentsel sonuçlar›n›, ‹stanbul’u nas›l de¤ifltirdi¤ini, yeni ve farkl› kavramsal karfl›tl›klar› nas›l ortaya koydu¤unu incelemek. 4. Kürt göçmenlerin buna verdikleri cevaplar› tespit etmek. 1990’larda Türkiye’nin Güneydo¤u’sunda yaflanan Göral’›n tasviriyle Ayazma, ‹kitelli’de Atatürk Olimpiyat Stad›’na bakan bir tepelikteki gecekondu mahallesi ve kentsel dönüflüm hikâyesi de stad›n inflas›yla bafll›yor. Ayazma iki bölgeden olufluyor: Biri, 60’lar, 70’ler ve 80’lerde daha ziyade Karadenizlilerin göçüyle oluflan 3-4 bin nüfuslu Tepeüstü; di¤eri, 90’lardaki göçle kurulan ve %90’› Kürt olan yaklafl›k 3 bin nüfuslu Ayazma. Ayazma havas›yla, içinden akan nehirle yemyeflil ve çok güzel bir mahalle. Ancak sa¤l›k oca¤›, bankas›, postanesi, okulu olmayan; en yak›n ulafl›m arac›n›n 1,5 kilometre ötede oldu¤u bir yer. Gündeli¤e giden gençlerin d›fl›nda kad›nlar›n ço¤u d›flar›da çal›flm›yor, çok az paraya evde parça bafl› ifl yap›yorlar. Erkeklerin hepsi enformel sektörde çal›fl›yor, hiçbir sosyal güvencesi olmadan. Burada tamamen “nöbetlefle yoksulluk” denen bir örüntü sözkonusu. E¤itim, sa¤l›k gibi kamusal haklar›n da örselenerek ve h›rpalanarak verildi¤i bir yer. çat›flma ortam›nda, devletin rakamlar›na göre 300 ila 450 bin, STK’lara göre ise 2 ila 3 milyon Kürt yurttafl yaflad›¤› yerleri terk etmek zorunda kald›. ‹flte Ayazma’daki ailelerin bir bölümü köyü yak›l›p da gelenler, di¤er bir bölümü ise çat›flmalar bölgedeki mevcut ekonomiyi ortadan kald›r›nca göç etmek zorunda kalanlar –ki bu ikinci grubun göçü, yasal mevzuat çerçevesinde “gönüllü göç” kabul ediliyor. ‹lk ma¤duriyeti zorunlu göçle ‹stanbul’a gelerek yaflayan Ayazmal›lar, ikinci ma¤duriyeti de Ayazma’n›n kentsel dönüflüm çerçevesinde y›k›lmas› nedeniyle TOK‹’nin yapt›rd›¤› Bezirganbahçe Toplu Konutlar›’na giderek yafl›yorlar. Tapusu veya tapu tahsis belgesi olanlara belli bir miktar para veriliyor. Ald›klar› para peflinata say›l›yor, gerisini ödeyemediklerinde evlerden ç›kar›l›yorlar. Kirac›- 8 lar›n ise zaten hiçbir hakk› yok. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ‹slâm Dünyas› ve Darfur? Türkiye’nin Darfur Politikas›n›n S›n›rlar› ve ‹mkânlar› Göral’›n vurgulad›¤› bir husus dikkat çekici: Türkiye’deki kentsel dönüflüm projelerinin dünyan›n geri kalan›ndan –sadece Bat›’dan de¤il Hindistan’dan, Bangladefl’ten– fark›, o mahallelerde yaflayanlar›n hiçbir aflamada fikrinin al›nmamas›… Oysa ev ba- Mehmet Özkan sitçe bir ev de¤ildir, bir evden at›lmak da basitçe bir evden at›lmak de¤ildir. Bu insanlar›n içinde varol- 17 May›s 2010 De¤erlendirme: B i l a l Y › l d › r › m duklar› bütün bir ekonomik, siyasal, kültürel dayan›flma iliflkilerini ve anlam dünyalar›n› y›k›yorsunuz; onlar› ayakta tutan dayan›flma a¤lar›n› ortadan kald›r›yorsunuz. Bu insanlar giderken ayn› yere, ol- Sevilla Üniversitesi’nden doktora aday› Mehmet Özkan, genelde ‹slâm Dünyas›n›n özelde Türkiye’nin Darfur politikas› üzerine kaleme almakta oldu¤u makalesini bizimle paylaflt›. Konuflmas›n›n bafl›nda ‹slâm Dünyas›n›n en önemli problemlerinden biri olmas›na karfl›n kaynak-literatür eksikli¤inden dolay› Darfur sorunu üzerine çal›flma yapman›n zorlu¤una de¤indi ve çal›fl›lmas› gereken bakir bir alan›n varl›¤›na iflaret etti. Özkan sunumunu; ‹slâm Dünyas›n›n Darfur politikas›, bu genel çerçeve içerisinde Türkiye’nin Darfur politikas› ve gelece¤e dair yans›malar› olmak üzere üç bölümde gerçeklefltirdi. mazsa yak›n mahallelere gitmeye çal›fl›yorlar. Fakat asla Ayazma’daki gibi olmuyor. Onlar için Ayazma, “yitik bir cennet”; ‹stanbul’un onlar› ba¤r›na basan, onlar›n son derece travmatik bir göçten ötürü yaralar›n› saran tek yeri. Kentsel dönüflüm projesine bu yüzden muazzam bir nefret duyuyorlar. “TOK‹ ‹srail, biz Filistin” retori¤i dönüyor hep. D›fllanma konusunda Göral flu hususlara vurgu yaparak konuflmas›n› sonland›rd›: Eskiden devletin resmî söylemine göre, Kürt yoktu, hepimiz Türk’tük; onlar “da¤larda yürüyen, kart-kurt sesi ç›karan insanlar”d›. fiimdi devlet Kürtlerin varl›¤›n› kabul etti. ‹lk bölümde, Darfur’da yaflanan olaylar neticesinde 200.000 ila 400.000 kiflinin hayat›n› kaybetti¤ine ve bunun, Bosna Savafl›’ndaki ölümlerin 2 ya da 4 kat› olmas›na ra¤men Darfur sorununun, sivil ve uluslararas› toplumun gündeminde Bosna Savafl› kadar h›zl› ve genifl bir yer bulmad›¤›na, dolay›s›yla bu durumun, yabanc› medyada “‹slâm Dünyas›n›n yüz karas›” olarak de¤erlendirildi¤ine dikkat çekti. Ama yeni bir ›rkç› tan›ma biçimi ortaya ç›k›yor; Cenk Saraço¤lu’nun kavramsallaflt›rmas›yla “tan›yarak d›fllama” sözkonusu ve bu çok daha tehlikeli… Bu insanlar sadece gündelik d›fllanma ve afla¤›lanma pratiklerine maruz kalan “zavall› özneler” de¤iller. fiehirde çok tuhaf bir imkâns›z alan yarat›yorlar kendilerine. O alan kay›p duygusuyla, a¤›tla, ac›yla, ama ayn› zamanda bir itirazla, mücadele etmeyle, öfkeyle örülüyor ve bütün bu duygular›n bi- Özkan, ‹slâm Dünyas›n›n ve Türkiye’nin Darfur sorununa bak›fl›n›n anlafl›labilmesi için bu sorunu 9 rikiminden yeni ve kentli bir Kürtlük ortaya ç›k›yor. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Mehmet Özkan, Darfur sorununun, sivil ve uluslararas› toplumun gündeminde Bosna Savafl› kadar h›zl› ve genifl bir yer bulmad›¤›na; bu durumun, yabanc› medyada “‹slâm Dünyas›n›n yüz karas›” olarak de¤erlendirildi¤ine dikkat çekti. dört aflamada inceledi: Birinci aflama çat›flmalar›n ortaya ç›kt›¤› ve ölümlerin yaklafl›k yar›s›n›n gerçekleflti¤i fiubat 2003-Aral›k 2004 dönemi; ikinci aflama, Aral›k 2005’ten Uluslararas› Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Sudan Devlet Baflkan› Ömer el-Beflir hakk›ndaki karar›n› aç›klad›¤› Temmuz 2008’e kadar olan dönem; üçüncü aflama, bar›fl görüflmelerinin ve seçimin gerçekleflti¤i Temmuz 2008-Nisan 2010 dönemi; dördüncü aflama ise bundan sonras›na dair beklentileri içeren dönem. Özkan’a göre, ölümlerin en yo¤un yafland›¤› ilk dönemde Darfur sorununun gündemde olmamas›n›n temel nedeni, uluslararas› toplumun ve ‹slâm Dünyas›n›n dikkatinin Irak’a yo¤unlaflmas›. Çat›flmalar›n azald›¤› daha sonraki aflamada ise ABD’de Cumhuriyetçilerin, medyan›n ve “Darfur’u Koru” koalisyonunu oluflturan STK’lar›n propagandas› neticesinde uluslararas› gündem Irak’tan Darfur’a kayd›. Çin’in Afrika’da etkin olma giriflimleri esnas›nda Bat›, meseleyi Çin’e b›rakt› ve ‹slâm Dünyas›n› soyk›r›mla suçlad›. Bunun üzerine ‹slâm Dünyas› savunmac› bir tav›r tak›nd› ve bu ba¤lamda Baflbakan Tayyip Erdo¤an “Darfur’da soyk›r›m yoktur” söylemini dillendirdi. Irak Savafl›’n›n gerekçelerinin as›ls›z ç›kmas›, ahlâkî bak›mdan ABD ve ‹ngiltere’yi haks›z, ‹slâm Dünyas›n› ise hakl› bir konuma getirdikçe, bu haks›zl›¤› unutturman›n en iyi arac› Darfur’u gündeme tafl›mak oldu; yani Darfur meselesi Bat›l›lar için araçsallaflt›. Üçüncü döneme gelince, UCM’ye havale ettikten sonra Bat›’n›n meseleye ilgisi iyice azal›rken, sorumluluk art›k ‹KÖ ve çat›flan taraflar aras›nda arabuluculuk için devreye giren Katar’a düfltü. ‹slâm Dünyas›n›n, meselenin iyice fark›na varmas› ve savunmac› tepkiden sahiplenici bir tutuma yönelmesi de bundan sonrad›r. Katar’›n baflkenti Doha’da gerçeklefltirilen bar›fl görüflmelerinin ard›ndan Sudan’da yap›lan ve el-Beflir’in kazand›¤› seçimlerle bafllayan dördüncü dönem ise, zaman›n ne getirece¤ine ba¤l› olarak geliflecektir. ‹kinci bölümde Özkan, Türkiye’nin konumunu anlamada üç hususun önemli oldu¤unu ifade etti: 1. Teröre karfl› savafl söylemi: Müslümanlar›n potansiyel terörist olarak alg›land›¤› bir ortamda terör soyk›r›mla bir araya getirilmeye çal›fl›ld› ki bu, ‹slâm Dünyas›n›n savunmac› bir flekilde, Türkiye’nin de soyk›r›m› reddeder bir tav›rla meseleye yaklaflmas›n›n önemli bir nedeni oldu. 2. Türk d›fl politikas›n›n çok boyutlulu¤u ve bu 10 durumun küresel siyaset ortam›ndaki s›n›r- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM BSV’deki bu sunumunu merak edenler, Birol Akgün ile birlikte kaleme ald›¤› ve SETA Policy Brief, Temmuz 2010’da yay›mlanan “Why Welcome Al Basheer? Contextualizing Turkey’s Darfur Policy” makalesini okuyabilir. lar›: Türkiye, nas›l ki Irak Savafl›’nda ABD’nin yan›nda ya da karfl›s›nda yer alma ikilemi yaflad›ysa, Darfur sorununda da ya Bat›’n›n soyk›r›m söylemini kabul etmek ya da –son dönemde iyi iliflkiler gelifltirmeye bafllad›¤›– Arap ülkelerinin sanki hiçbir fley olmam›flças›na tak›nd›¤› tavr› benimsemek aras›nda tercih çeliflkisiyle karfl› karfl›ya geldi ve Darfur meselesinde a¤›rl›¤›n› koyamad›. Yaz›l› Bas›nda ‹deolojik Söylemler: Elefltirel Bir Söylem Analizi 3. Türkiye’nin Darfur yaklafl›m›n›n teorilefltirilebilir olup olmad›¤›: Özkan’a göre Türkiye’nin yaklafl›m›, “sessiz diplomasi”nin bir örne¤i ve bu, karar al›c›lar taraf›ndan bilinçli olarak tercih edilmese de do¤al süreçte ortaya ç›kan bir durum. ‹brahim Efe 20 May›s 2010 De¤erlendirme: A b d u l l a h A y a s u n Son bölümde Özkan, “sessiz diplomasi”nin tan›m›, türleri ve ona yöneltilen elefltiriler ba¤lam›nda Darfur meselesinin gelece¤ine nas›l etki edece¤ini ortaya koymaya çal›flt›. Güney Afrika’n›n Zimbabve yaklafl›m›na dayanan (aktif) sessiz diplomasi hem iç ve d›fl bask›y› k›smen görmezden gelerek hem de taraflarla do¤rudan görüflmeleri sürdürerek sorunu çözmeye çal›flan bir çaban›n kavramsallaflt›r›lmas›d›r ki aktif ve pasif olarak ikiye ayr›labilir. Türkiye’nin, Darfur ba¤lam›nda, Devlet Baflkan› Beflir ile Ankara’da iki defa görüflmesi ve uluslararas› forumlarda görüflmeyi sürdürmesi, di¤er devletlerin iliflkileri gözden geçirdi¤i bir ortamda ekonomik ve siyasî iliflkileri gelifltirme çabas›nda olmas›, pasif sessiz diplomasinin bir örne¤idir. ‹ngiltere, Lancaster Üniversitesi’nde dilbilimi alan›nda yapt›¤› doktora çal›flmas›na devam eden ‹brahim Efe, sunumunda “‹slâmc›l›k” ile “laiklik” aras›ndaki mücadelenin dilbilimsel ve söyleme özgü özelliklerini tart›flt›. Tez çal›flmas›nda metodoloji olarak elefltirel söylem analizini kullanan Efe’nin temel sorunsal›, her iki olgu aras›ndaki iliflkinin mahiyetine iliflkin: ‹slâmc›l›k ile laiklik aras›nda ne türden bir iliflki sözkonusu? Bir çat›flma m› yoksa devam eden bir uzlaflma m›? Efe, metodolojisini aç›mlamadan önce “‹slâmc›l›k” ve “laiklik” kavramlar›na iliflkin baz› tan›mlar aktard›. Buna göre ‹slâmc›l›k, “politik uygulamalar›n merkezine ‹slâm’› yerlefltirmek, her türlü program ve projenin oda¤›na ‹slâm’› koymak; hayat›n her Pasif sessiz diplomasinin temel ö¤elerine ve sessiz diplomasiye yönelik elefltirilere de Türkiye’nin Dar- 11 fur politikas› ba¤lam›nda de¤inen Özkan’›n Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Cumhuriyet, Hürriyet, Zaman ve Vakit gazetelerinde en fazla yer alan kavram ve terimleri say›sal analize tâbi tutarak s›n›fland›ran ‹brahim Efe, ‹slâmc›l›k ve laiklik gibi kavramlar›n ele ald›¤› üç dönemde hangi ba¤lamlarda kullan›ld›¤›n› ele al›yor. aflamas›nda ‹slâmî oluflum ve geleneklerin gündelik davran›fl boyutuna yans›mas›, aksetmesi” anlam›nda kullan›l›yor; laiklik de “bir devlet ideolojisi” olarak tan›mlan›yor. Michel Foucault ba¤lam›nda laiklik söylemi ise “süreklilik ifade eden, kurumlar aras›nda ifllev gören bir materyal ve dilbilimsel uygulamalar silsilesi”. Bu tan›mlar› aktard›ktan sonra Efe, elefltirel söylemin ve elefltirel olman›n ne anlama geldi¤i üzerinde durdu. Buna göre elefltirellik ve elefltirel söylem, negatif anlamland›rmalar›n ötesinde düflünsel iflleve ve de¤ere sahip. Elefltirel olmak, “olaylar› ve fleyleri oldu¤u gibi kabul etmemek” anlam›na geliyor. “‹ndirgemecili¤e karfl› koymak; dogmatik ikili karfl›tl›klardan uzak kalmak; ‘self-reflective’ olmak; kendi pozisyonunu elefltirmek; bulan›k iktidar yap›lar›n›, ideolojileri ve güç iliflkilerini aç›k hâle getirmek” elefltirel söylem analizinin kap- analize tâbi tutarak s›n›fland›ran Efe, ‹slâmc›l›k ve sam›n› oluflturuyor. Di¤er söylem analizlerinden laiklik gibi kavramlar›n bahsi geçen süreçlerde farkl› olarak elefltirel söylem analizi, tan›mla yetin- hangi ba¤lamlarda kullan›ld›¤›n› ele al›yor. Efe’nin meyip alternatif bir çözüm önerisi sunma hedefiyle bu gazeteleri seçme nedeni ise, Hürriyet ile Za- de dikkat çekiyor. man’›n tirajlar›n›n yaklafl›k ayn› olmas›, Cumhuri- Efe, çal›flmas›nda üç dönemi ele al›yor: yet ile Vakit’in farkl› (karfl›t) ideolojik uçlarda yer alan dar ve marjinal çevrelerin temsilcileri olmalar› 1. 28 fiubat (1997) süreci. ve ayn› zamanda düflük tirajlar›. 2. fiubat 2008’de baflörtüsü ile ilgili Anayasa’da “Derlem analizi” olarak da tan›mlanan metodun ve YÖK Kanunu’nda de¤ifliklik öngören tekli- (program›n) kolayl›klar sa¤lamakla birlikte iflin fin TBMM’ye sunuldu¤u dönem. önemli k›sm›n›n yine analizciye düfltü¤üne dikkati 3. ‹ktidardaki AKP’ye kapatma davas›n›n aç›ld›- çeken Efe, havuzda toplanan kavramlar›n salt ma- ¤› 2008’in Mart ay› ve müteakip süreç. tematiksel kompozisyonunun pek bir anlam ifade etmedi¤ini vurgulad›. Buna göre, Cumhuriyet gazetesinde “›l›ml› ‹slâm” teriminin s›kl›kla yer almas› bilgisayar dilbilimi program› kullanarak bu dört ga- tek bafl›na bir anlam ifade etmiyor; analizcinin biz- zetede en fazla yer alan kavram ve terimleri say›sal zat metne giderek terimin hangi çerçevede kullan›l- 12 Bu dönemleri incelerken Efe, dört gazeteden yararlan›yor: Cumhuriyet, Hürriyet, Zaman ve Vakit. Bir Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Din-devlet ve din-toplum iliflkilerinde sürekli vurgulanan “Türkiye’nin biricikli¤i” ön kabulünü elefltiren Ahmet Kuru, “devletin resmî dininin olup olmamas›” ve “dinin hukuka egemen olup olmamas›” kriterleri üzerinden farkl› ülkelerdeki din-devlet iliflkilerini s›n›fland›rd›. d›¤›n› ortaya koymas› gerekiyor ki bahsi geçen kavram genel olarak bu gazetede olumsuz bir kip içinde kullan›lm›fl. Bu noktada nicel ve nitel araflt›rman›n tutarl› bir biçimde birlikte kullan›lmas›n›n önemi ortaya ç›k›yor. Efe de zaten sunumunun ilerleyen bölümünde amac›n›n, tez çal›flmas›nda nicel ve nitel boyutu elefltirel söylem analizi çerçevesinde birlefltirmek oldu¤una vurgu yapt›. Sunum, metodolojiye iliflkin elefltirel sorular›n yöneltildi¤i soru-cevap fasl›yla sona erdi. KAM Özel Etkinlik devlet iliflkilerini s›n›fland›rd›: (i) Devletin resmî dininin olup olmamas›; (ii) dinin hukuka egemen olup olmamas›. Bu iki ilkenin geçerli oldu¤u 12 ülke, yaln›zca birinci ilkenin geçerli oldu¤u 60 ülke var iken; her iki ilkenin de geçerli olmad›¤› laik ülkelerin say›s› ise yaklafl›k 120. Dine karfl› bir yap›lanma içinde olan ülkelerin say›s› ise yaln›zca 5. Pasif ve D›fllay›c› Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye Ahmet Kuru 25 May›s 2010 ‹deolojik saiklerle aç›klanabilecek iki tip laiklik bulundu¤unu savunan Kuru, dinin kamusal alandan d›fllanmas›n› ve dini, vicdanî bir çerçeveye yerlefltirmeyi içeren sosyal bir mühendislik projesi olan laiklik anlay›fl›n› “d›fllay›c› (assertive) laiklik”; devletin kamusal alanda da bireysel ba¤lamda da dinî tercihlere müdahil olmad›¤› daha yumuflak laiklik anlay›fl›n› ise “pasif laiklik” olarak tan›mlad›. Ard›ndan Kuru, “Her üç ülke de laik olmas›na ra¤men ABD’de dine yaklafl›m neden yumuflak?” sorusu üzerinden bu ülkelerin laiklik anlay›fllar›n› De¤erlendirme: V e y s e l K u r t San Diego Üniversitesi ö¤retim üyesi Dr. Ahmet Kuru, Türkçeye çevrilmekte olan doktora tezi üzerinden din politikalar› uygulamalar›n›n üç farkl› örne¤i ABD, Fransa ve Türkiye’yi karfl›laflt›rd›. Sunumuna, birçok konuda oldu¤u gibi, din-devlet ve din-toplum iliflkilerinde sürekli vurgulanan “Türkiye’nin biricikli¤i” ön kabulünü elefltirerek bafllayan 13 Kuru, flu iki kriter üzerinden dünya ülkelerinin din- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM yand›¤›n› savunur. Hâlbuki en bariz örnek olarak baflörtüsü yasa¤›, bu uygulamay› savunan politik yöneticilerin ne siyasî ne de ekonomik bir kazanç elde etmedi¤ini gösteriyor. karfl›laflt›rd›. Buna göre farkl›l›¤›n temel sebebi, –güç mücadeleleri hâlen devam etse de– ABD’de pasif laiklik, Fransa ve Türkiye’de ise d›fllay›c› laiklik anlay›fl›n›n hâkim olmas›. Kuru bu farkl›l›klar› aç›klayabilecek alternatif yaklafl›mlardan üçünü Alternatif yaklafl›mlar› bu flekilde elefltiren Kuru, kendi aç›klama biçimini ideolojik saikler üzerinden kurdu. Buna göre, ayn› medeniyete mensup olmalar›na ra¤men ABD ile Fransa’n›n laiklik yaklafl›mlar›n›n çok farkl›, farkl› medeniyetlere mensup olmalar›na ra¤men Türkiye ile Fransa’n›n laiklik anlay›fllar›n›n benzer olmas›n›n temel sebebi, bu ülkelerdeki yönetici elitin ideolojik tercihleri. ele ald›: 1. Modernleflme Teorisi: Ekonomik kalk›nma refah seviyesinin yükselmesine yol açt›¤›, refah seviyesi de bireylere alternatif hayat tarz› sundu¤undan, bireylere daha seküler bir anlay›fl hâkim olur. Ancak hem ülkelerin geliflmifllik seviyeleri ile laiklik uygulamalar› aras›ndaki ters orant› hem de refah seviyesi aç›- Pasif laiklik anlay›fl›n›n geçerli oldu¤u ABD’de bireysel haklar vurgusu hâkim. Dinî sembollerin kamusal alana girifli noktas›nda farkl› görüfller bulunsa da, bu tart›flmalar›n temel ekseni dini d›fllay›c› de¤il; uygulaman›n di¤er din ya da mezhep mensuplar›n› nas›l etkileyece¤i yönünde. Fransa’da ise mücadele, radikal laikler ile pasif laikler aras›nda. Türkiye’deki mücadele de, laikler ile din savunucular› aras›nda de¤il, özellikle son 10 y›ld›r radikal laikler ile pasif laiklik savunucular› aras›nda cereyan ediyor. s›ndan birbirine yak›n ülkelerin laiklik uygulamalar›n›n farkl› olmas› bu teorinin yetersizli¤ini ortaya koyuyor. 2. Medeniyet Yaklafl›m›: Bernard Lewis ve Samuel Huntington’›n temsil etti¤i bu yaklafl›ma göre, dinlerin farkl› tabiatlara sahip olmas›, laiklik uygulamalar›n›n ana motoru. Hristiyanl›k’›n özünde sekülerli¤i bar›nd›rmas›, ‹slâm’›n ise buna uygun olmamas›, Bat› ülkelerinin laikleflmesinin temel sebebi. Ancak bu yaklafl›ma göre, her ikisi de Bat› medeniyetinin birer parças› olan Amerikan ve Frans›z laiklik biçimlerinin birbirine benzemesi gerekirken, hem teorik yaklafl›m hem de uygulama aç›s›ndan biri Bat› di¤eri ‹slâm medeniyetine ait olan Fransa ile Türkiye birbirine benziyor ve ABD bunlardan ayr›l›yor. Peki, bu farkl› laiklik uygulamalar›n›n kayna¤› ne? Kuru’ya göre bu, tarihî mirasla aç›klanabilir. Bu noktada en önemli kavram “devr-i sâb›k” (old regime) kavram›. Bir ülkedeki tarihî flartlar flu dört kritere karfl›l›k geldi¤inde d›fllay›c› laiklik ya da dinin tamamen d›fllanmas› ortaya ç›kar: (i) Meflrûtî monarflinin varl›¤›; (ii) hâkim bir dinin varl›¤›; (iii) bu monarfli ile dinin iflbirli¤i içinde olmas›; (iv) bu iflbirli¤ine karfl› baflar›ya ulaflan cumhuriyetçi bir hareket. Bu ba¤lamda ABD’yi Fransa ve Türkiye’den 3. Rasyonel Seçim (Rational Choice): Bu yaklafl›m, yönetici elitin politik tercihlerinin siyasî 14 ve ekonomik aç›dan kâr-zarar hesab›na da- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ‹slâm’›n ‹stisnaili¤i Miti: Müslüman Toplumlarda Din ve Siyaset farkl› k›lan tarihî flartlar, ilk üç aflaman›n bu ülkede yaflanmam›fl olmas›. Ayr›ca ABD’de pasif laikli¤in benimsenmesinde kritik nokta, 1791 Anayasal De¤iflikli¤i’nde kabul edilen “devletin hiçbir dini veya mezhebi desteklemeyece¤i ve hiçbir din ya da mez- (The Myth of Islamic Exceptionalism: hebin yok say›lamayaca¤›” ilkesi. Di¤er iki ülkeye Religion and Politics in Muslim Societies) gelince, Fransa’da 1875-1905 y›llar› aras›nda cum- Mohammed Ayoob huriyetçi-monarfli çekiflmesi, Türkiye’de ise 1949’a kadar laiklik-din çat›flmas› yafland›. 24 Haziran 2010 De¤erlendirme: A s e n a D e m i r e r Bu üç ülke halk›n›n din konusundaki tercihlerine iliflkin istatistiklere bak›ld›¤›nda, en dindar ülke Türkiye, ikincisi ABD, üçüncüsü Fransa. Kuru’ya göre, ABD’nin pasif laiklik anlay›fl›, halk›n›n din- Küresel Araflt›rmalar Merkezi ile Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i “Özel Etkinlik” çerçevesinde Michigan State Üniversitesi Muslim Studies Program› Koordinatörü Prof. Mohammed Ayoob, ‹slâm’›n istisnaili¤i miti üzerine bir sunum gerçeklefltirdi. Ayoob, Bush yönetiminin son dönemlerine hâkim olan “Müslüman toplumlar›n takip edebilece¤i bir model olarak Türkiye” alg›s›n›n, son y›llarda yerini “‹slâm Dünyas› ile Bat› aras›nda seçim yapmas› gereken Türkiye” alg›s›na b›rakt›¤› tespitiyle bafllad› konuflmas›na. Bat›’n›n Türkiye alg›s›ndaki bu kayman›n, ‹srail’le iliflkilerin bozulmas›yla ilgisi olmakla beraber, kökeninde “‹slâm’›n istisnaili¤i miti”nin yatt›¤›n› vurgulayan Ayoob, bu konuda flunlar› söyledi: darl›¤› ile bir soruna yol açm›yor; Fransa’da dindarl›k oran›n›n düflüklü¤ü, d›fllay›c› laikli¤i büyük bir sorun olmaktan ç›kar›yor. Ancak bu durum, hem halk›n›n büyük bir kesimi dindar hem de d›fllay›c› laiklik anlay›fl›n›n hâkim oldu¤u Türkiye aç›s›ndan büyük bir paradoksa yol aç›yor. Bu sorunun afl›lmas› için de ya Türk halk›n›n büyük bir k›sm› sekülerleflmek ya da Türkiye’deki laiklik anlay›fl› yumuflamak durumunda. Bu tespit ile sunumunu tamamlayan Kuru, bir soruya verdi¤i cevapta, kitab›n›n en çok Türkiye’yi ilgilendirmesine ra¤men en az tepkiyi Türkiye’den ald›¤›n› ve bu tepkilerin de maalesef ön yarg›lara dayanan çok sathî de¤erlendirmeler oldu¤unu ifa- Bu mit ‹slâm’›n özsel olarak demokrasi ve ço¤ulculu¤a karfl› oldu¤unu varsay›yor. Ancak mesela ABD, Evanjelik Hristiyanl›¤›n ciddi anlamda yükselifline; ‹srail, devlet kimli¤ini ›rksal-dinî terimlerle tan›mlamas›na; Hindistan, Gujarat’taki Müslümanlara karfl› 2002’de devlet destekli pogrom uygulamas›na 15 de etti. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM “Model Türkiye” alg›s›n›n, son y›llarda yerini “‹slâm Dünyas› ile Bat› aras›nda seçim yapmas› gereken Türkiye” alg›s›na b›rakt›¤›n› vurgulayan Mohammed Ayoob’a göre Bat›’n›n Türkiye alg›s›ndaki bu kayman›n kökeninde “‹slâm’›n istisnaili¤i miti” yat›yor. ra¤men hâlâ demokratik ve ço¤ulcu olabiliyor da sözkonusu ‹slâm oldu¤unda durum de¤ifliyor! Demokrasi ve ço¤ulculuktan sapma olarak düflünülebilecek bütün bu durumlar Hristiyanl›k’a, Yahudilik’e ya da Hinduizm’e içkin olarak düflünülmemesine karfl›l›k, s›ra Müslümanl›¤a geldi¤inde her fleyin ‹slâm’a yüklenmesi, ‹slâm’›n istisnaili¤i mitinden kaynaklan›yor. Bütün bu analizlerin arkaplan›nda, demokrasi ve ço¤ulculuk kayg›s›ndan ziyade, Müslüman Dünyan›n Bat›’n›n empoze etti¤i düzenin meflruiyetini reddetmesi yat›yor. Hem bar›fl hem de savafl sanat›nda as›rlar boyunca Bat› karfl›s›nda son derece üstün olan Müslümanlar, Bat› sömürgecili¤inden –Afrika ve Asya’n›n di¤er toplumlar›na k›yasla– çok daha fazla rahats›z oldular. Dahas› bu durum, di¤erlerinden üstün oldu¤unu varsayan Müslümanlar aç›s›ndan do¤al düzenin tersine çevrilmesi anlam›na geliyordu. Bu sebepledir ki Müslüman co¤rafyalarda ‹slâm, sömürgecili¤e direncin bir ideolojisi hâline geldi. 19. yüzy›lda Cezayir’de Emir Abdülkadir’in, Sudan’da Mehdi’nin, Somali sahillerinde Muhammed Abdullah el-Hasan’›n ve Kuzey Hindistan’da fiah ‹smail fiehîd’in ön-milliyetçi cihad hareketlerinde ‹slâmî bir terminoloji kullan›ld›. nin ayr›lamazl›¤›, (ii) ‹slâm’›n demokrasiyle ba¤daflmazl›¤› ve (iii) ‹slâm’›n ulus-afl›r›c›l›¤› mitleri çerçevesinde yan›tlad›: “‹slâm’da siyaset ve dinin ayr›lamazl›¤› miti”nin yayg›n kabul görmesi, Hz. Peygamber’in hem dinî hem de dünyevî bir lider olmas›n›n bir model teflkil etmesinden ve Müslümanlar›n bu modelden sapamayacaklar› düflüncesinden kaynakland›. Oysa ‹slâm’›n klâsik döneminde –Arap Hilafeti ve Osmanl› ‹mparatorlu¤u–, siyasal ve dinî alanlar aras›nda Ortaça¤ Hristiyanl›¤›ndan çok daha net bir farkl›laflma sözkonusuydu. Ulema ile dünyevî yöneticiler aras›nda yaz›l› olmayan bir sözleflme vard›; uleman›n etraf›nda oluflan kalabal›¤a siyasal olarak sessizliklerini korumalar› tavsiyesinde bulunmalar›na karfl›l›k devlet de toplumla ilgili konulara gayet düflük oranda müdahale ediyordu. Bu siyasal sessizlik davran›fl›, dinî ve dünyevî alanlar›n büyük oranda birbirinden ayr›lmas›n› mümkün k›ld›. ‹slâm’›n Bat›’ya karfl› bir direnifl ideolojisi olarak kullan›m›, 20. yüzy›lda da sürdü ve Bat› ile ‹slâm Dünyas› aras›ndaki iliflkinin arkaplan›n› oluflturdu. Tüm di¤er milliyetçi cihad hareketleri Bat› karfl›s›nda baflar›s›zl›¤a u¤rarken, sadece Anadolu cihad› yani Türk ‹stiklal Savafl› baflar›ya ulaflt›. 16 Ayoob “Neden Bat›’da ‹slâm’a yönelik muazzam bir korku var?” sorusunu, (i) ‹slâm’da siyaset ve di- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ‹slâm’›n yüksek derecede siyasallaflmas›, Bat› ile et- ba¤lamlar›n›n ürünleri. ‹slâm’›n gerçek yüzü gibi sunulan el-Kaide ve benzeri hareketler de ‹slâm Dünyas›ndaki farkl› toplumlar›n ve siyasî yap›lar›n kayg›lar›n› temsil etmekten oldukça uzak. kileflimine bir reaksiyon ve ayn› zamanda Bat› ile etkilefliminin bir ürünü. Avrupa’n›n Müslüman Dünyay› sömürgelefltirme süreciyle Müslümanlar›n Müslümanlar› yönetti¤i eski paradigma ortadan kalkt› ve yabanc› siyasî bask›ya direnme, dinî bir vazife olarak görülür hâle geldi. Bu geliflmeyle beraber ‹slâm Dünyas›nda önsel-reformasyon yaflan- KAM-MAM Dîvân Toplant›lar› maya baflland› ve befl mezhebin hiçbirini taklit gere¤ine inanmayan âlimler ortaya ç›kt›. Bugün ‹s- Sivil Toplum, Hristiyanl›k ve ‹slâm: Medeniyetler Çat›flmas› m›, Çoklu Moderniteler mi? lâmc›l›k ya da siyasal ‹slâm dedi¤imiz olgunun 19. yüzy›lda ortaya ç›k›fl› da bu önsel-reformasyonun etkisiyle oldu. “‹slâm’›n demokrasi ve plüralizmle ba¤daflamazl›¤› (Civil Society, Christianity and Islam: A Clash of Civilizations or Multiple miti”ne gelince, bu mit Kur’an ve hadislerin demokrasi ile ba¤daflmad›¤› varsay›m›na dayan›yor. Modernities?) Oysa Eski Ahit, Yeni Ahit ya da herhangi bir dinî Robert W. Hefner metinin de hiçbir yerinde bir 19.-20. yüzy›l olgusu olan demokrasiden bahsedilmez, bahsedilmesini beklemek de anlams›z. Di¤er taraftan, bugün Müs- 13 May›s 2010 De¤erlendirme: Ö z g ü r D i k m e n lüman Dünyan›n üçte ikisi muhtelif demokratik rejimlere göre yönetiliyor. “Demokrasi a盤›” büyük oranda bir Arap olgusu ve bunun kökenleri de ‹s- Küresel Araflt›rmalar Merkezi ve Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i “Dîvân Toplant›lar›”n›n May›s ay› konu¤u, Boston Üniversitesi Kültür, Din ve Dünya Araflt›rmalar› Merkezi (The Institute on Culture, Religion, and World Affairs - CURA) Direktörü Prof. Dr. Robert W. Hefner idi. Hefner’dan ‹slâm ve Hristiyanl›k ba¤lam›nda modernleflme, sivil toplum ve demokrasi üzerine bir sunum dinledik. Uzmanl›k alan› antropoloji olmakla birlikte karfl›laflt›rmal› din sosyolojisi çal›flmalar› da yapan Hefner’›n ilgi alan›nda genelde lâm’›n istisnaili¤inde de¤il, Arap toplumlar›n›n kendi ba¤lamlar›nda aranmal›. Siyasal ‹slâm’›n, ulusal s›n›rlar› aflan yayg›n ve topyekûn bir a¤ oldu¤unu öngören “‹slâm’›n ulus-afl›r›c›l›¤› miti” de inand›r›c›l›ktan çok uzak. Nitekim Müslüman Dünyada tek bir ‹slâmî model yok; kendilerini ‹slâmî yönetim modeli olarak sunan ‹ran ve Suudi Arabistan kadar birbirinden farkl› iki siyasal sisteme rastlamak zor. ‹slâmî hareketler ise çok da- 17 ha büyük farkl›l›klar tafl›yorlar ve hepsi de kendi Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Din ve modernleflmenin modern ulus-devletler üzerindeki flekillendirici etkisine iflaret eden Robert W. Hefner’a göre ‹slâmî yap›larda meydana gelen dinamizm, bu flekillendirici etkiyle ve sözkonusu iki olgunun da de¤iflikli¤e u¤ramas›yla ba¤lant›l›d›r. Güneydo¤u Asya, özelde ise Endonezya ve Malezya toplumlar› bulunuyor. gözlemlerine de¤inerek bafllayan Hefner, bu dö- Sunumuna, din ve modernleflmenin modern ulusdevletler üzerindeki flekillendirici etkisini anarak bafllayan Hefner, ‹slâm co¤rafyas›n›n de¤iflik yerlerindeki ‹slâmî yap›larda meydana gelen dinamizmin, din ve modernleflmenin bu flekillendirici etkisiyle ve bu iki olgunun da de¤iflikli¤e u¤ramas›yla ba¤lant›s› oldu¤unu belirtti. Bir anekdot olarak Samuel Huntington’›n “Medeniyetler Çat›flmas›” tezine de¤inen Hefner, bu tezin Amerikan siyasetindeki etkisinden ve ‹slâm alg›s›nda yapt›¤› de¤ifliklikten bahsettikten sonra, art›k Amerika’da da giderek reddedildi¤ini sözlerine ekledi. rasisi ile piyasa ekonomisinin geliflimine katk›da nemde dinin, sivil toplumun ve Amerikan demokbulundu¤undan söz etti. Ancak Tocqueville’in gözleminin bu ülkedeki ço¤unlu¤un diniyle s›n›rl› oldu¤unu; b›rak›n tüm dinleri, tek bir dinin çat›s› alt›ndaki farkl› mezhepler aras›nda bile demokrasi, piyasa ekonomisi ve sivil toplum aç›s›ndan ciddi farkl›l›klar bulundu¤unu kaydetti. Buradan hareketle Hefner, farkl› co¤rafyalardaki ‹slâmî geleneklerin tâbi olduklar› de¤iflkenlere göre farkl› alternatifler gelifltirdiklerine ve din-demokrasi, dinsivil toplum aras›ndaki iliflki incelenirken bu noktan›n göz önünde bulundurulmas› gerekti¤ine iflaret etti. Konuflmas›n›n “din ve modernleflme” iliflkisine ay›rd›¤› bölümünde Hefner, uzunca bir dönem Bat› siyasetinde önemli bir köfle tafl› olan modernleflme teorisinin, toplumlar modernlefltikçe dinin toplumsal hayattan çekilece¤i ve bireysel alanla s›n›rlanaca¤› öngörüsünün bofla ç›kt›¤›na; dinî canlanman›n yaln›zca ‹slâm Dünyas›nda de¤il, dünyan›n pek çok yerinde farkl› din mensuplar› aras›nda da yafland›¤›na vurgu yapt›. Bu ba¤lamda modernleflme teorisinin ve bu teorinin öngörüsü olan sekülerleflme varsay›m›n›n akademik dünyada yeniden düflünülmesi gerekti¤ine dikkat çekti. Nitekim “sosyoloji teorisyenleri Bat› Avrupa’daki yanl›fl ülkeleri (Fransa gibi) model olarak ald›klar› için bu sonuca vard›lar; e¤er bireylerin dinî yaflant›lar›nda modernleflmenin oldukça olumlu bir etki yapt›¤› ABD model al›nsayd›, mevcut teoriler daha farkl› olurdu.” ‹slâmî canlanman›n siyasî, kültürel ve örgütlenme yönüyle dünya üzerindeki di¤er dinî uyan›fl hareketleriyle kimi yönlerden benzeflti¤ini kimi yönlerdense ayr›flt›¤›n› belirten Hefner, Türkiye’nin genel ‹slâmî canlanma sürecine bir istisna dahi olsa örnek gösterilebilece¤ini ve Türkiye’de –birçok Latin Amerika, Asya veya Afrika ülkesinde oldu¤u gibi– dinî canlanman›n, k›rsal alanda yaflayan iki neslin flehirlere göçüyle ortaya ç›kan sosyal otorite kayb›na ra¤men gerçekleflti¤ini belirtti. Nitekim belli dönemlerde dünyan›n pek çok yerinde yaflanan kente göç dalgas›, geleneksel sosyal otoritenin etkisinin azalmas›na, hatta yok olmas›na yol açarken, buna z›t olarak dinî canlanma ortaya ç›kt›. Hefner’a göre, k›rdan kente göçün yol açt›¤› sosyal otorite kayb›n›n bir sonucu da, ulusçu elitin Müslüman nüfusa yeni bir ahlâk anlay›fl› ve sosyalleflme “Din ve sivil toplum”a dair anlat›m›na Alexis de Tocqueville’in 19. yüzy›l Amerikan toplumundaki 18 modeli benimsetmeye çal›flmas›. Ulusçuluk bu Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM reketlerinden çok da farkl› bir yol izlemedi¤ini, gelecekte de küresel mânâda di¤er canlanmalarla benzer bir yolu takip edece¤ini belirtti. amaçla en ciddi flekilde ulusal e¤itimi kulland› ve ‹slâm Dünyas›nda toplumsal dönüflüm bu yolla gerçeklefltirilmeye çal›fl›ld›. Ancak kitlesel e¤itimin bireylere teknik beceriler kazand›raca¤› ve ulusal bir bütünleflme sa¤layaca¤› varsay›l›rken, Müslümanlar›n yaz›l› kaynaklar üzerinden dini ö¤renme çabalar›n› ve dolay›s›yla ‹slâm’a ilgiyi art›rd›. Bu, ‹slâmî kültürün aktar›m›nda okuma-yazman›n merkezî bir öneme sahip olmas›yla ba¤lant›l›yd›. Bu durumun dolays›z bir sonucu da f›k›h ve fleriat kavramlar›na dair ciddi sorular›n sorulmas› ve f›khî kavramlar›n anlam ve kapsamlar›n›n toplumun haf›zas›ndan yaz›l› kaynaklara geçifliydi. ‹slâm bu yolla Hristiyanl›k’tan ayr›ld›. ‹slâm’da Tanr›’n›n buyru¤unun ve Kur’an’›n merkezîli¤inden ötürü metinsellik ciddi bir gelenek hâline geldi. Dolay›s›yla okuryazarl›¤›n yükselifliyle birlikte Müslümanlar aras›nda fleriat›n anlam› konusunda cereyan eden tart›flmalar, baz› çevrelerce ‹slâmî canlanman›n di¤er dinlerdekinden farkl› olarak alg›lanmas›na yol açt›. fieriat›n baz› Müslüman çevrelerce “tamamlanm›fl bir kavram” olarak düflünülmesi ve bir ba¤lama oturtulmas› için herhangi bir çabaya gerek görülmemesi, ‹slâmî canlanman›n kat› bir fleriat bilinci getirdi¤i ve bu tarz bir ‹slâm’›n bu ça¤›n gereklilikleriyle uyum sa¤layamayaca¤› düflüncesindeki Bat› Dünyas›nda kayg› uyand›rd›. Ancak mevcut sosyolojik gerçekler bundan farkl›yd›; fleriat, buna ba¤l› hukuk doktrinleri ve kamu ahlâk›yla ilgili sorular›n daha çok gündeme tafl›nmas›, Müslümanlar›n ‹slâm’› kaynaklar›ndan okuyarak ö¤renebilmesinden ötürü ortaya ç›kt›. KAM Avrupa Konuflmalar› Türkiye-AB ‹liflkilerinde Kimlik ve Yolsuzluk (Identity and Corruption in Turkey-EU Relations) Tim Jacoby 30 Nisan 2010 De¤erlendirme: H a r u n K ü ç ü k a l a d a ¤ l › Küresel Araflt›rmalar Merkezi’nin düzenledi¤i “Avrupa Konuflmalar›”n›n ikincisinde, Manchester Üniversitesi ö¤retim üyesi Dr. Tim Jacoby ile Türkiye-Avrupa Birli¤i iliflkilerinde kimlik ve yolsuzluk aras›ndaki iliflki tart›fl›ld›. Programda Jacoby, Review of International Studies dergisinde “Turkey and Europe: Culture, Capital and Corruption” bafll›¤› ile yay›mlanan makalesi çerçevesinde Türkiye’nin AB üyeli¤i önündeki engellerden biri olarak resmî belgelerde s›k s›k gündeme getirilen yolsuzluk konusunu farkl› bir aç›dan de¤erlendirdi. Jacoby, tarihsel ve kültürel arkaplan›n, di¤er konularda oldu¤u gibi yolsuzluk konusunda da Türkiye- Tüm bu ifadeler ›fl›¤›nda Hefner, ‹slâmî canlanma tecrübesinin dünya üzerindeki di¤er canlanma ha- 19 AB iliflkilerinde önemli bir rol oynad›¤›n›, bu unsur- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Tim Jacoby, Türkiye’nin AB üyeli¤i önündeki engellerden biri olarak resmî belgelerde s›k s›k gündeme getirilen yolsuzluk konusunda da tarihsel ve kültürel arkaplan›n önemli bir rol oynad›¤›n›, bu unsurlar› göz ard› ederek yap›lacak analizlerle sorunun anlafl›lamayaca¤›n› savundu. lar› göz ard› ederek yap›lacak analizlerle sorunun yolsuzluk konusunda Türkiye’den çok daha kötü anlafl›lamayaca¤›n› savundu. Türkiye’nin Avrupa durumdaki Do¤u Avrupa ülkelerini Birli¤e ald› ve ile bütünleflmesine iliflkin sürekli geliflen bir litera- ayr›cal›kl› muamele etti. AKP’nin 2002’de iktidara tür olmas›na karfl›n, yolsuzluk konusunun, kültürel gelmesiyle birlikte de Türkiye ile Avrupa aras›ndaki uyumsuzlu¤a dair tart›flmalardan ziyade iktisadî farkl›l›klara iliflkin kimlik temelli sorular etraf›nda iliflkilerde gündeme geldi¤ine dikkat çekti. Türkiye kültürel tart›flmalar ortaya ç›kt›.” Jacoby, yönetime örne¤inde bunun eksik bir de¤erlendirme olaca¤›n› dindar geçmifli olan bir hükümetin gelmesini, Tür- savunan Jacoby, kimlik ve kültürel de¤erlerin Avru- kiye’nin Avrupa kültürüne dâhil olmad›¤›na en pa’n›n Türk alg›s›n› belirledi¤ini; Türklerin bu de- önemli dayanak olarak sunan yazarlardan da ör- ¤erlerle birlikte tarihsel perspektiften bak›ld›¤›nda nekler verdi ve ekledi: Avrupa kimli¤ine göre “öteki” oldu¤unu; hilekâr, AKP’nin eflcinsel evlili¤i ve zinay› yasaklayan yasa tekliflerini haz›rlamas›, AB taraf›ndan ‹slâmî kurallar çerçevesinde al›nm›fl kararlar fleklinde nitelenerek elefltirildi. Türkiye örne¤inde dinkanun iliflkisine vurgu yap›l›rken, ayn› yasay› ç›karan Romanya örne¤inde karar sadece insan haklar› çerçevesinde de¤erlendirildi. Bu çifte standard›n kayna¤›nda ‹slamofobi bulunuyor. doland›r›c›, kurnaz Türk alg›s›n›n zihinlerde infla edildi¤ini vurgulad›. Bu iddias›n› da Oxford’un 24 ciltlik sözlü¤ünde Türk kelimesinin zalim, insafs›z, kurnaz gibi anlamlarla karfl›lanmas›n› örnek göstererek destekledi. Jacoby, Avrupa’n›n siyasî ve kültürel s›n›rlar›n› belirlerken geleneksel bak›fl aç›s› çerçevesinde “medeni Bat›/barbar Do¤u (Osmanl›Türk)” anlay›fl›n›n hâkim oldu¤unu siyasîlerden ve Jacoby, yolsuzluk konusunu iktisadî aç›dan da ele ald›. “AB’nin yolsuzlukla mücadele program› do¤rudan sorunun üstesinden gelmek için yap›lmad›. Gerçek amaç yabanc› yat›r›mc›lar›n kâr aray›fllar›n› desteklemek ve Bat› sermayesinin Türk pazar›na giriflini kolaylaflt›rmakt›. Avrupa’da yolsuzlu¤un en önemli arac› olan rüflvet, kiflisel olarak verildi¤inde suç teflkil ediyor; fakat flirketler rüflvet verdi¤inde bu, suç de¤il kolaylaflt›r›c› ifllem olarak tan›mlan›yor ve tamamen yasal bir durum.” Buradan yola ç›karak yolsuzlukla mücadelenin etik de¤erlerden ziyade iktisadî getiriler için yap›ld›¤›n› söyleyen Jacoby, yolsuzlu¤un gündemde tutulmas›yla Türkiye üzerinde siyasî bask› kurulmaya çal›fl›ld›¤›na da dikkat çekti. akademi çevresinden yapt›¤› al›nt›larla aç›klad›. Jacoby’ye göre “yolsuzlu¤a bak›fl, So¤uk Savafl sonras› dönemde dönüflüme u¤rad›. So¤uk Savafl döneminde pek gündeme gelmeyen yolsuzluk, 1990’dan itibaren ulusal-uluslararas› kamuoyunda ve bas›nda çok yo¤un bir flekilde tart›fl›ld›; uluslararas› organizasyonlar (BM, Dünya Bankas›, OECD, AB) taraf›ndan yolsuzlukla mücadele için çeflitli giriflimler devreye sokuldu”. Jacoby burada da konuya farkl› bir aç›dan yaklaflarak So¤uk Savafl sonras› dönemde yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetim konular›n›n gündem hâline gelmesini, hemen her konuda oldu¤u gibi, “kültürcülü¤ün” geçmiflten bu- 20 güne süregelen hâkimiyetiyle ba¤lant›land›rd›. “AB Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM ‹spanya’n›n AET/AB üyelik sürecindeki ve sonras›ndaki söylemlerini, Türkiye’nin söylemleri ile karfl›laflt›rmal› bir flekilde izah eden Ak›n Özçer, Türkiye-‹spanya iliflkileri ve iki ülkenin yak›n siyasî tarihindeki paralellikler ba¤lam›nda ufuk aç›c› bir konuflma yapt›. Jacboy, sunumunun sonunda, AB’nin yolsuzlukla mücadele çal›flmalar›n›n tam olarak anlafl›labilmesi için yap›lan de¤erlendirmelerde kültürel miras›n mutlaka göz önünde bulundurulmas› gerekti¤ini bir kez daha vurgulad›. Program, dinleyicilerden gelen sorular çerçevesinde AKP Hükümeti ve Avrupa, Avrupa’da Müslüman alg›s›, ›rkç›l›k, ‹slamofobi, kültürel farkl›l›k gibi konulara iliflkin tart›flmalarla sona erdi. Türkiye-AB Müzakereleri Sürecinde Türkiye-‹spanya ‹liflkileri kitaplar› bulunuyor. Ayr›ca Newsweek Türkiye dergisinde güncel meseleleri de¤erlendiriyor. Özçer sözlerine, 1995’te ‹spanya’n›n AB Dönem Baflkan› olmas›yla birlikte ivme kazanan Türkiye‹spanya iliflkilerinin, bundan on y›l öncesine göre çok geliflti¤i ve çeflitlendi¤ini belirterek bafllad›. Ard›ndan ‹spanya’n›n AB üyeli¤i ve demokratikleflme sürecinin seyrini ana hatlar›yla ortaya koydu. Ak›n Özçer 8 May›s 2010 De¤erlendirme: E b r u A f a t ‹spanyolca ile ‹spanya tarihi ve siyasetine iliflkin derin bilgisinin yan› s›ra Türkiye’nin AB ile iliflkilerinin geliflmesine yapt›¤› katk›larla tan›nan emekli diplomat Ak›n Özçer, Türkiye-‹spanya iliflkileri ve iki ülkenin yak›n siyasî tarihindeki paralellikler ba¤lam›nda ufuk aç›c› bir konuflma yapt›. Gerek ‹spanya’daki ayr›l›kç› milliyetçilikler gerekse bu ülkenin askerî yönetim sonras› demokratikleflme süreci konusunda uzman olan Özçer’in Euskal Herria: ‹spanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçili¤i (2 cilt, Do¤an Kitap, 1999) ve Ço¤ul ‹spanya: Anayasal Sistemi ve Ayr›l›kç› Terörle Mücadele Modeli (‹mge, 2007) adl› 21 ‹spanya’y› So¤uk Savafl boyunca Avrupa siyasetinin periferisinde b›rakan askerî dikta yönetimi, ‹kinci Dünya Savafl›’n›n hemen öncesinde yaflanan ‹spanya ‹ç Savafl›’n› (1936-39) Cumhuriyetçilerin kaybetmesiyle ülkeye hâkim oldu. Kendisi için “El Caudillo/fief, Önder” nitelemesini kullanan ve 1947’de “‹spanya Krall›¤›’n›n Naibi” s›fat›n› alan dikta lideri General Francisco Franco, özellikle Latin Amerika’da çok etkili olan caudillismo (otoriter, popülist sivil/asker liderlik) gelene¤inin ‹spanya’daki örne¤iydi. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM 1975’te Franco’nun ölümünün ard›ndan, Juan Car- dat Kanunu ile askerî e¤itim program›n›n müfreda- los’un Kral ve Devlet Baflkan› olmas› ve 1976’da t› siviller taraf›ndan belirlenir hâle geldi. Adolfo Suárez’in baflbakan olarak atanmas›yla bafl- Demokratikleflme sürecinden geçen ‹spanya, Avrupa Ekonomik Toplulu¤u’na (AET) üyelik hedefini de gündemine ald›. Askerî diktatörlük ile yönetildi¤i için daha önce reddedildi¤i AET’ye 1977’de bir kez daha baflvurdu. Uzun ve oldukça zorlu bir sürecin ard›ndan 1986’da Portekiz ile birlikte AET üyesi oldu. layan ‹spanya’n›n demokrasiye geçifl süreci, Ekim 1982’de düzenlenen genel seçimler ile tamamland›. Bu sürecin dönüm noktalar›, serbest seçimler ve yeni anayasayd›. Bütün antidemokratik kurumlar ve kanunlar kald›r›ld›, yasaklanan bütün siyasî partiler yeniden aç›ld› ve 1977’de yap›lan demokratik se- ‹spanya’n›n AET/AB üyelik sürecindeki ve sonras›ndaki söylemlerini, Türkiye’nin söylemleri ile karfl›laflt›rmal› bir flekilde izah eden Özçer, iki ülkenin politikalar› aras›ndaki paralelliklere de dikkat çekti. ‹spanya ve Portekiz’in gerçek anlamda Avrupal› olmad›¤›n› öne süren Frans›z politikac›lara karfl› ‹spanyol politikac›lar, sürekli olarak ‹spanya’n›n Avrupal›l›¤›na vurgu yap›yorlard›; bugün de Türkiye, Fransa ve Almanya’n›n benzer tezlerine Avrupal› oldu¤u iddias›yla karfl› ç›k›yor. Ayr›ca, ‹spanya Avrupa ile Akdeniz ve Avrupa ile Latin Amerika aras›nda bir köprü oldu¤unu iddia etti¤i gibi Türkiye de Do¤u ile Bat› aras›nda bir köprü oldu¤unu ifade ediyor. çimlerle oluflan parlamento taraf›ndan haz›rlanan yeni ‹spanya anayasas›, 1978’deki referandumun ard›ndan yürürlü¤e girdi. Yeni anayasan›n haz›rlanma süreci ve demokratik hukuk devleti üzerinde önemle duran Özçer’e göre ‹spanya, anayasalar›n –demokratik olmak kayd›yla– kurucu meclisler taraf›ndan yap›lmas› gerekmedi¤inin baflar›l› bir örne¤i. Demokratik anayasay› ortadan kald›rmaya dönük bir darbe giriflimi, orduda hiyerarfli d›fl›na ç›kan bir grup asker taraf›ndan 23 fiubat 1981’de ‹spanyol Temsilciler Meclisi’nin bas›lmas›yla gerçekleflti. Ülkeyi bölünmeye sürükledi¤i gerekçesiyle –ki 1978 Anayasas› Bask, Katalanya ve Galiçya bölgelerine Tarihsel olarak ‹spanya hep bir Akdeniz gücü olageldi. Ayr›ca 15. yüzy›l›n sonlar›ndan itibaren Latin Amerika’da bir sömürge imparatorlu¤u kurarak 19. yüzy›l›n sonuna kadar bu bölgeyi do¤rudan idare etti. ‹spanya, iflte bu tarihsel geçmifline dayanarak kendisini, AB’nin Kopenhag Kriterleri’ni Latin Amerika’ya aktaran ülke pozisyonuna oturtmaya çal›fl›yor. Di¤er yandan ‹spanya, Türkiye üzerinden Ortado¤u ve Orta Asya’ya aç›l›rken; Türkiye de ‹spanya üzerinden Latin Amerika’ya aç›l›yor. ‹spanya Baflbakan› Zapatero’nun, Baflbakan Tayyip Erdo¤an ile birlikte Medeniyetler ‹ttifak› çerçevesinde simetrik özerklik getiriyordu– demokratik yönetime isyan eden bu grubun darbe giriflimi, Juan Carlos’un engellemesiyle baflar›ya ulaflamad› ve 29 ordu mensubu yarg›land›. Bundan sonra ‹spanya’da asker-sivil iliflkilerinin demokratikleflme sürecine uygun bir flekilde yeniden tan›mlanmas› süreci h›zland›. Ordu do¤rudan Milli Savunma Bakanl›¤›’na ba¤lanarak askerin sistem içindeki özerkli¤i kald›r›ld›. Askerin iç güvenlikten çekilerek tamamen yurt savunmas›na ve uluslararas› misyonlara odak- 22 lanmas› sa¤land›. 1989’da ç›kar›lan Askerî Müfre- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM dan birisi olmaya devam ediyor. Son zamanlarda özellikle Karaba¤ meselesiyle Türkiye kamuoyunu meflgul eden Azerbaycan-Ermenistan geriliminin önemli bir kolu olan Azerbaycan ulusçulu¤unu ve onun Sovyetlerden günümüze uzanan de¤iflim ve dönüflümünü Fatih Üniversitesi ö¤retim üyelerinden fiammas Salur ile konufltuk. ‹slâm Dünyas› ile Hristiyan Bat› aras›ndaki önyarg› ve problemleri afl›p karfl›l›kl› diyalo¤un gelifltirilmesi yönündeki çabalar›, bunun bir yans›mas›. ‹spanya, 1990’lar›n sonundan beri AB’nin temellerini atan Fransa-Almanya ikilisinin Avrupa’daki egemenli¤ine karfl› mücadele yürütüyor ve bu çerçevede Türkiye’nin AB üyeli¤ini destekliyor. Türkiye’nin Bafllarken, milliyetçili¤in toplumdaki “yüksek de¤erler”e eklemlenen bir ideoloji oldu¤unun ve her devletin milliyetçi bir altyap›s› bulundu¤unun alt›n› çizen Salur, ulus-devletlere ait “kutsallar”›n sadece asker-bürokrat-polisten ibaret olmad›¤›n›, ö¤retmenlerin de bu ideolojinin aktar›lmas›nda ve benimsetilmesinde ciddi roller oynad›¤›n› hat›rlatt›. Ö¤retmenlerin üstlendi¤i bu aktif role binâen kaynak olarak ders kitaplar›n› ve okullardaki görsel malzemeleri inceledi¤ini ve semboller üzerinden bir milliyetçilik okumas› yapt›¤›n› ifade etti. ‹spanya ile iliflkilerinin geliflmesinde AB ç›pas› çok önemli. Özçer tam bu noktada, Türkiye’nin tüm Avrupa kurulufllar› içinde yer almas›na ra¤men AB’nin baz› koflullar›n› yerine getirme hususunda, “kendine özgü koflullar›”n› öne sürerek ayak diremesinin, AB üyeli¤ini zorlaflt›rd›¤›na vurgu yapt›. Türkiye’nin, ‹spanya’n›n demokratikleflme deneyimlerini dikkatle incelemesi ve AB üyeli¤i için daha yo¤un çaba harcamas› gerekti¤ini dile getirdi. Azerbaycan ulusçulu¤unun do¤uflunda 1813, 1828 ve 1830 tarihlerinin oldukça önemli oldu¤unu kaydeden Salur, tarihî arkaplan› flu flekilde özetledi: KAM Milliyetçilik Konuflmalar› Mezkur tarihlerde Rus Çarl›¤›’n›n bölgede dizayn çal›flmalar› vard›; birtak›m spot Ermeni yerleflim Sovyetlerden Ba¤›ms›zl›k Sonras›na Azerbaycan Ulusçulu¤u yerleri oluflturuldu ve Ermeniler buralara göç ettirildi. Azerilerin alg›lar›ndaki “yak›n öteki”nin Ermeni olmas›nda göç, “uzak öteki”nin ise Rus olma- fiammas Salur s›nda Rusya’n›n s›n›r›n› güvenceye alma çabalar› etkili oldu. 1905’te Erivan’da Müslüman say›s› Er- 15 Haziran 2010 meni say›s›ndan çok daha fazla oldu¤u gibi, Ba- De¤erlendirme: M e h m e t S a b r i A k g ö n ü l kü’de de Ermeni nüfusu Müslümanlardan oldukça fazla idi. Rusya’da 1905-1917 y›llar› aras›ndaki otorite bofllu¤u millî duygular›n “yükselme”sine im- günümüzün en mühim ve en tart›flmal› konular›n- kân sa¤lad›. Daha sonra Sovyetler döneminde Eri- 23 Hakk›ndaki bütün kehanetlere ra¤men milliyetçilik Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM fiammas Salur, ders kitaplar›nda Ermenilerin ve Azerilerin bir araya gelmelerinin sosyolojik aç›dan mümkün olmad›¤› gibi temalar›n ifllendi¤ini; ayr›ca Mete’nin düflmanlar›yla nas›l “kahramanca” savaflt›¤› gibi konular›n bulundu¤unu aktard›. van’›n Ermenilefltirilmesi ve Bakü’nün Azerilefltirilmesi gibi politikalar uyguland›. Kruflçev (19531964) döneminde belli bir kültürel canlanma sözkonusu oldu. Stalin’in paranteze ald›¤›, tamamen yasaklad›¤› ve içini boflaltt›¤› kültür formlar canland›; onun döneminde (1922-1953) öldürülen ayd›n ve kanaat önderlerine iade-i itibar verildi ve bu insanlar›n kendilerini yeniden “keflfetme”sine olanak sa¤land›. Gorbaçov döneminde (1985-91) “B›rak›n›z kendi yollar›na gitsinler” diye özetlenen politikayla ulusal sosyalizmlerin kurulabilece¤i düflüncesi, Azerbaycan ulusçulu¤unun tarihinde önemli üzerinden ya da Azerilerin/Türklerin cesurlu¤u üzerinden ö¤retiliyor. bir etki yapt›. Sembollerin meta-linguistik bir de¤eri vard›r. Sem- Son olarak Salur, Türkiye’de Azerbaycan milliyetçili¤i üzerine yaz›lan metinlerde varolan bir eksiklikten bahsetti: bollerin bu etkisine dayanarak milliyetçili¤in Azerbaycan okullar›nda ve ders kitaplar›nda nas›l ifllendi¤i hakk›nda Salur flunlar› söyledi: Haydar Aliyev döneminde (1993-2003) Azerbaycan milliyetçili¤i için farkl› bir kavram ortaya ç›kt›. Devletin resmî ideolojisi hâline gelen bu kavram, devlet milliyetçili¤i ya da Azerbaycanc›l›k ideolojisi olarak betimleniyor. Milliyetçili¤in sözel ve görsel yans›malar›nda (ikonografiler ve duvarlarda as›l› olan sözler) çok bariz tutars›zl›klar fark edilmesine ra¤men temel tutarl›l›¤›n Ermenilerin ötekilefltirilmesine yönelik oldu¤unu gözlemledim. Yak›n öteki Bu dönemde Azerbaycan’da “Azerbaycanl›lar›n etnogenesisini kim(ler) oluflturuyor?” tart›flmalar›n›n bafl gösterdi¤ini ifade eden Salur, bu soruya verilen farkl› cevaplar› flöyle s›ralad›: Bu yap›y›, (i) tarih öncesinde arayan perspektif, (ii) Mo¤ol ‹stilas› sonras›na götüren anlay›fl ve (iii) ‹slâmiyet’le karfl›lafl›lmas› sonras›na götüren bak›fl aç›s›. olarak Ermenileri, uzak öteki olarak da Ruslar› düflmanca hedef alan birçok ikonografik malzeme gördüm. Salur, ders kitaplar›nda Ermenilerle olan tarihsel düflmanl›k, Ermeni ve Azerilerin bir araya gelmelerinin sosyolojik aç›dan mümkün olmad›¤› gibi temalar›n ifllendi¤ini; ayr›ca Türklerin misafirperver- Sunumunun ard›ndan soru-cevap fasl›nda Salur, Karaba¤ meselesine, Ermenistan-Azerbaycan aras›ndaki sorunlara ve Türkiye’nin bu sorunlar karfl›s›ndaki tutumuna dair sorular› cevaplad›. li¤i, Mete’nin düflmanlar›yla nas›l “kahramanca” savaflt›¤› gibi konular›n bulundu¤unu aktard›. K›sa- 24 ca Azerbaycan’da tarih, daima düflman ve savafl Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Haluk Dortluo¤lu’na göre Çin’in kadim tarihî birikimiyle kendini dünyan›n merkezinde görmesi, Çinlilerin -oranlar› de¤iflse de- niçin birçok uluslararas› markay› Çin markas› olarak alg›lad›¤›n› aç›klayabilir. KAM Etkin Yönetim Söyleflileri Çin’den Dünyaya Bak›fl Haluk Dortluo¤lu 3 Nisan 2010 De¤erlendirme: M e l i h T o r l a k B‹M Finansman Direktörü Haluk Dortluo¤lu, Mart ay›nda gerçeklefltirdi¤i 10 günlük Çin ziyaretinin ard›ndan bu ülkeye iliflkin izlenimlerini rakamsal verilerle de destekleyerek bizimle paylaflt›. Çin tarihine de¤inerek söylefliye bafllayan Dortluo¤lu’nun dikkatimizi çeken sözleri flunlard›: • fiehirleraras› nüfus hareketi s›n›rl›; bir yerden baflka bir yere ancak hükümetin izniyle geçile- • Yaklafl›k 1,5 milyar nüfusa sahip Çin’de 22 ayr› dil konufluluyor ve bu dilleri konuflanlar kendi aralar›nda anlaflam›yor. biliyor. • Pasaport kontrolü sonras›nda polislere oy verilebilen bir ayg›t bulunuyor ki bu, Çinlilerin • Budizm inanc› genifl bir kitle taraf›ndan sahipleniliyor. hizmet odakl› bir yaklafl›ma ülke olarak geçtiklerinin bir göstergesi. • E¤itim kalitesi giderek art›yor. Çince önümüzdeki 20 y›l içerisinde dünyada önemli bir yere gelecek. • Çin’deki dönüflüm 1977’de Mao’nun ölümüyle bafll›yor, 1990’larda meyvesini veriyor. • Çin’de ‹ngilizce iletiflime müsaade ediliyor. Bu konuda kat› bir milliyetçi politika güdülmüyor. • Çinliler serbest piyasa uygulamalar›yla planl› • Hiçbir gayrimenkul sat›lm›yor, 99 y›ll›¤›na devletten kiralan›yor. • Yo¤un altyap› yat›r›mlar›n›n yap›ld›¤› Çin’in • Dünyan›n en kirli 20 flehrinin 19’u Çin’de bulunuyor. Londra’dan çok farkl› de¤il; ancak halk bu de- • Köyden kente göçün giderek artt›¤› Çin’de McKinsey araflt›rmas›na göre, 2025 y›l›nda halk›n %80’inin kentte yaflayaca¤› öngörülüyor. • Kriz döneminde 200 milyar dolarl›k altyap› ya- ekonomiyi entegre etmifl görünüyorlar. fianghay flehri, görünüm olarak New York ve ¤iflime tam anlam›yla adapte olamam›fl. t›r›m› yap›larak krizin etkisi en aza indirilme- 25 ye çal›fl›lm›fl. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM • H›zl› büyüme sürecinde Çin’deki en büyük s›- kadim tarihî birikimiyle kendisini dünyan›n k›nt›, “kalifiye eleman” noktas›nda kendini merkezi olarak görmesinin bu durumu aç›k- gösteriyor. lamada yard›mc› oldu¤unu düflünen Dort- • Çinliler, gayriinsanî flartlarda çal›flt›r›l›yor; an- luo¤lu, böyle bir alg›n›n varl›¤›n›n yabanc› cak bu durum giderek de¤ifliyor. Asgarî ücre- flirketlerin de ifline geldi¤ine dikkat çekiyor. tin yükselmesiyle iç pazar giderek büyüyor ve önümüzdeki dönemde Çin iç pazar›n›n hacmi, ABD iç pazar›n›n hacmine ulaflabilir. Bir Üst Düzey Yöneticinin Hayat›ndan Kesitler • Yat›r›m olanaklar› ve bürokratik ifllemler Türkiye’ye göre daha rahat. • Dünyan›n bütün büyük flirketlerinin Çin’de Ahmet Ertürk yat›r›m› bulunuyor. • Taklit aflamas›nda kalmayan Çinliler, AR- 8 May›s 2010 GE’ye büyük yat›r›m yap›yorlar. 2008’de dün- De¤erlendirme: N e s l i h a n S ö z e r i yada en çok patent alan flirket, Çinli bir flirket ve ilk 10 içinde ABD flirketi bulunmuyor. “Baflar›l› insanlar›n karar an›”, “Onlar nas›l yöneti- • Dünya domuz eti tüketiminin %50’si Çin’de yorlar?”, “CEO’lar›n bilgeli¤i”, “Yöneticinin k›lavu- gerçeklefliyor. zu”… Bu bafll›klar, herhangi bir kitapç›n›n yöneti- • Çin’de gazl› içecek ve süt-yo¤urt kültürü bu- me dair raflar›n› doldurabilecek kitap isimleridir. lunmuyor. Özellikle süt kültürünün olmay›- Hepsi bize, yönetime dair karanl›kta kalm›fl nokta- fl›ndan dolay› Çinlilerde kalsiyum eksikli¤i ya- lar› âdeta bir gece, “haminnenin kula¤›m›za bir s›r- flan›yor. Devlet bu konuya el atm›fl durumda. r› f›s›ldamas›” gibi anlataca¤›n› vaat eder. Yönetim ustas›n›n herkesten saklad›¤› “püf nokta”s›n›n ken- • McKinsey araflt›rmas›na göre; di sayfalar›nda oldu¤unu söyler, ba¤›r›r, 盤›rtkan- - Çin’de 3.000’e yak›n KFC (Kentucky Fried l›k yapar. Bir tanesini dayanamaz al›p okuruz. Kita- Chicken) var ve bu zincir bütün flehirlere ya- b›n son sayfas›na gelip kapa¤›n› kapatt›¤›m›zda ise y›lm›fl durumda. dilimizde kekremsi bir tat vard›r. Oysa “Etkin Yöne- - Çinliler daha çok yerli ürünlere güveniyor ve tim Söyleflileri”ne davet etti¤imiz Ahmet Ertürk, 6 sat›n al›yor. y›ll›k TMSF ve öncesindeki 29 y›ll›k yönetim tecrübesinden yola ç›karak, teoride s›radan gibi görünen oldu¤unu düflünüyor. Birçok uluslararas› ama pratikte gerçeklefltirilmesi zor ve irade isteyen markada bu oran çok daha yüksek. Çin’in güzel noktalar› bizimle paylaflt›. “Kamu yöneticili¤i, 26 - Çinlilerin %41’i Coca Cola’n›n Çin markas› Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Ahmet Ertürk, 6 y›ll›k TMSF ve öncesindeki 29 y›ll›k yönetim tecrübesinden yola ç›karak, her zaman gözümüzün önünde oldu¤u için “basit” alg›s› uyand›ran, fakat uygulamas› irade ve bilinç gerektiren ve sadece iyi bir yönetici olmaya de¤il, nitelikli bir insan olmaya da götüren önemli maddelere de¤indi. insanî de¤erler üzerine infla edilir” veciz sözüyle beraber Ertürk, “Kamu yöneticisi nas›l olmal›? Hangi de¤erlere, karaktere ve bak›fl aç›s›na sahip olmal›?” gibi sorular›n cevaplar›n› aktard›. Bir kamu yöneticisinin insanî de¤erlere sahip olmas›, baz› hususlarda iradeli ve ilkeli olmas›na ba¤l›d›r. Bir yönetici, özellikle de kamu yöneticisi, afla¤›daki maddelere dikkat etmelidir: • Makam›n kendisine sa¤lad›¤› faydalara karfl› “müsta¤ni” kalabiliyor mu? • Ekibini kimlerden oluflturdu? Yol arkadafllar›n› seçerken kriterleri neydi? • fiirketler için yap›lan SWOT (Üstünlükler, Zay›fl›klar, F›rsatlar ve Tehditler) analizini kendisi için (yani bireysel SWOT analizi) yapt› m›? Ömer’in kendisine hediye edilen bir elmay› tekrar geri gönderdi¤i anlat›l›r. Sebebi soruldu¤unda ise flu cevab› verir: “Ben burada yönetici olmasayd›m bu bana hediye edilemezdi. Devlet, bana buradaki eme¤imin karfl›l›¤›n› veriyor. Bu elma, haramd›r.” • Çizgisinden ayr›lmaya bafllad›¤›nda harekete geçen, “kendisini hakl› gösterme mekanizmalar›”n›n fark›nda m›? “Makam› kötüye kullanmak, bilinçli ya da bilinçsiz olarak ç›karlara araç edinmek” son madde ile çok ba¤lant›l›d›r. Zira kifli, belli ilkelere sahip olsa bile çizgisinden ayr›lmaya bafllad›¤› zaman –bu, makam›n› kötü kullanmak ya da kiflisel hayat›ndaki de¤erlerinden ödün vermek olabilir– devreye hemen “ama” mekanizmalar› girer. Ya “Ben bunu yapt›m ama herkes yap›yor” ya da “Bu yapt›¤›m do¤ru de¤il; ama ben bunu, flu de¤erleri gerçeklefltirmek için yapt›m” der. Unutmamak gerekir ki hayra haramla ya da flerle var›lamaz. Süte damlayan bir damla zehir bile onun içilemez olmas›na kâfi gelir. “Herkes yap›yor” mant›¤› ise, herhangi biri olmay› kabul etmifllik demektir ki bu da baflar›s›z bir yönetime ad›m atmakt›r. Ertürk’ün bahsetti¤i bu maddeleri söylefliye dayanarak açal›m: 27 Kamuda görev alan bir kiflinin öncelikli amac›, özel flirketlerde oldu¤u gibi, sadece kâr etmek de¤ildir. Kâr› sadece kamu hizmetini devam ettirebilmek ad›na gerçeklefltirir. Buradan anlayabiliriz ki kamuda yönetici olmak, evvela insanî de¤erleri ön planda tutmay›, makam›n getirebilece¤i gayriahlâkî rantlar ve faydalar u¤runa kamu hizmetini feda etmemeyi gerektirir. Aksi takdirde yönetimin durumu, genel fayda için infla edilmifl bir kurumu, tüm basit insanlar›n yapt›¤› gibi –bir fare misali– kemirmekten baflka bir fley olmayacakt›r. Bir k›ssada, Hz. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM çevrili olmas›ndan kaynaklan›r. “fieyh uçmaz, Bir ekibi kimlerden oluflturdu¤unuza bakarak iflin sonucunu rahatl›kla tahmin edebilirsiniz. Zira herkes kendinden bir renk, bir usul katacakt›r o ifle. E¤er çal›flkan, ahlâkl›, ekip ruhuna sahip insanlar seçmiflseniz baflar›ya yar› yar›ya ulaflm›fls›n›z demektir. Sizin fikirlerinize z›t, nemalanma zihniyetinde, kendini ön plana ç›karma çabas›nda insanlar seçmiflseniz bu insanlar en yak›n zamanda bunlar› ortaya koyacaklard›r. Çal›flmak zorunda kalsan›z, “ahlâks›z ama çok çal›flkan biri” yerine “ahlâkl› ama çal›flkan olmayan kifliyi” tercih etmelisiniz. Çünkü ahlâks›zl›k bulafl›c›d›r, tembellik ise de¤ildir. uçurulur” deyimi bunu yeterince özetler. Ertürk, iyi yöneticili¤e dair birkaç madde verdi bize. Bunlar, her zaman gözümüzün önünde oldu¤u için basit alg›s› uyand›ran, fakat uygulamas› irade ve bilinç gerektiren önemli maddelerdir. Sadece iyi bir yönetici olmaya de¤il, nitelikli bir insan olmaya da götüren yollard›r. Herkes evinde –anne ve baba olarak-, iflinde –iflveren, ö¤retmen vs. olarak– yönetici oldu¤u için, en az›ndan “insan” olmaya çal›flt›¤›m›z için, bu maddeler kuflat›c›d›r ve herkesi ilgilendirir. Zaten yönetici olmak da en baflta nitelikli insan olmaktan geçmez mi? fiirketler için yap›lan SWOT analizleri, birçok flirketin güçlü ve zay›f yönlerini ve sektördeki durumunu objektif olarak ortaya koyar. Dahas› flirket, SWOT analizindeki sonuçlara göre hangi stratejiyi izleyece¤ini de belirler. SWOT analizi flirketler için hayatî bir tahlil, erken teflhis imkân› verir. Erken teflhis ise ço¤u zaman hayat kurtar›r. Kifli, kendi SWOT analizini yapabilirse, pek çok hatay› önleyebilir. “Hatalar, en büyük ö¤reticidir; ancak kariyer hayat›n›z› da sonland›rabilir.” Hatalar› engellemenin yolu, kiflisel SWOT analizinden geçer. Ancak bu analizi yapmak, flirketlerde yap›ld›¤› kadar kolay de¤ildir. Çünkü kifli eksik ve zay›f yönlerini kendine itiraf edemez ya da bunlar› kendinde göremez. Bu durumda kifli, güvendi¤i insanlar›n uyar›lar›n› göz önüne almal›, gurur meselesi yapmamal›, bilakis bu tür uyar›lara sevinmelidir. Zira hükümdarlar›n ve krallar›n iktidarlar›n› kaybetmeleri, etraflar›n›n “flakflakç›lar” ile Sivil Toplum Kurulufllar›nda Yönetim ve Yönetiflim Bar›fl Görgüç 22 May›s 2010 De¤erlendirme: M e l i h T o r l a k Mobilya Sanayi ‹fl Adamlar› Derne¤i (MOBSAD) Genel Sekreteri Bar›fl Görgüç, “Sivil Toplum Kurulufllar›’nda (STK) Yönetim ve Yönetiflim” konulu söyleflisine STK’lar›n tan›m› ile bafllad›. Bu tür kurulufllar›n asl›nda yeni olmad›¤›n›, kendi tarihimizde Ahîlik gibi kurulufllar›n bulundu¤unu sözlerine ekledi. Bugüne kadar Türkiye’de kurulan dernek 28 say›s›n›n 215.560, hâlen faal olanlar›n say›s›n›n Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Bar›fl Görgüç’e göre yönetim, de¤iflmekte olan çevre koflullar›nda k›t kaynaklar› verimli kullanarak iflletmenin amaçlar›na etkin bir flekilde ulaflmak için baflkalar›yla iflbirli¤i yapmak anlam›na gelirken; yönetiflim ço¤ulculu¤a dayanan, birlikte yönetim ve üretimin esas al›nd›¤› bir kavramd›r. 84.594, ‹stanbul’da yer alanlar›n say›s›n›n ise 17.285 oldu¤unu ifade eden Görgüç, amaç ve ifllevlerine göre STK’lar› flu flekilde s›ralad›: • Makro ekonomik amaçl› olanlar, • Belirli ekonomik grup ve mesleklerin sözcüleri olanlar, • Yard›mlaflma ve dayan›flma amaçl› olanlar, • Do¤a, çevre, hayvan, kültürel varl›klar gibi alanlarda ihtisaslaflanlar, • E¤itim, sa¤l›k, hukuk gibi alanlarda uzmanlaflanlar. Görgüç’e göre “yönetim”, de¤iflmekte olan çevre koflullar›nda k›t kaynaklar› verimli kullanarak iflletmenin amaçlar›na etkin bir flekilde ulaflmak için • fieffaf olmak, baflkalar›yla iflbirli¤i yapmak anlam›na gelirken; • Aç›k ve dürüst olmak, “yönetiflim” ço¤ulculu¤a dayanan, birlikte yönetim • (Yukar›da ifade edilen tüm ilkeleri) yaflayarak ve üretimin esas al›nd›¤› bir kavramd›r. Yönetim örnek olmak. daha dar kapsaml› iken, yönetiflim gönüllü kurulufllar› da içine ald›¤› için kapsam bak›m›ndan daha Dünyadaki ve Türkiye’deki örneklerden hareketle genifltir. Yönetim tepeden inmeci iken, yönetiflim Görgüç söyleflisini flöyle sürdürdü: Küresel STK’la- farkl› sistemleri yönlendirmeyi esas al›r. Yönetim ra örnek olarak Greenpeace, Do¤al Hayat› Koruma daha sert, yönetiflim ise daha kat›l›mc› ve esnektir. Vakf› (WWF), S›n›r Tan›mayan Doktorlar, Soros STK ve yöneticileri için yönetiflimin baz› ilkeleri Vakf› ve Bill&Melinda Gates Vakf› verilebilir. Ancak mevcuttur: politik ve iktisadî konularda öne ç›kan söylem ve davran›fllar› sebebiyle bu kurulufllar› sadece sivil • Toplumun ç›karlar›n› kendi ç›karlar›n›n önün- toplum kurulufllar› olarak görmek pek mümkün de tutmak, de¤il. • Finansal olarak baflkalar›na ba¤›ml› hâle geti- Ülkemizde STK’lar çeflitli yazarlar taraf›ndan “kir- recek ba¤lant›lardan kaç›nmak, lenmifl bir kavram”, “oryantalist bir kavram”, “uluslararas› siyasetin ‘fetifl’ kavram›” olarak nite- • Hesap verebilir olmak, lendiriliyor. Türkiye’deki STK’lar de¤iflik kategori- 29 • Tarafs›z olmak, Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM MÜS‹AD, TUSKON, TÜMS‹AD; TOBB, ‹SO, ‹TO, kat›l›mlar›na kadar birçok ifli yapar hâle geldiklerine dikkat çekti. ATO, DENSO; Bakkallar Federasyonu, Al›flverifl Sonuç olarak; ler alt›nda flu flekilde örneklendirilebilir: TÜS‹AD, Merkezleri ve Perakendecileri Derne¤i; Türkiye • STK, dünyada ve Türkiye’de yeni de¤ildir, yeni anlamlar yüklenmifltir. Bankalar Birli¤i, Barolar Birli¤i; ‹nsan Haklar› Derne¤i, Genç Siviller Hareketi, MAZLUMDER, ‹HH; • Hiçbir STK, tabiat› gere¤i tam ba¤›ms›z ol(a)maz. KALDER; TÜRK-‹fi, D‹SK; LAS‹AD, BU‹KAD; KAG‹DER, ÇYDD, TED. Bu kurulufllar›n hepsinin özünde nusu; ancak uygulamada iç ve d›fl politik etkenler • ‹letiflim ve etkileflim her STK için vazgeçilmezdir. oldukça bask›n. • Her STK, özünde bir lobi örgütüdür. Öte yandan Bilim ve Sanat Vakf›, Sabanc› Vakf›, • Her STK, yönetimden yönetiflime geçemez. Ehl-i Beyt Vakf›, TEV, LÖSEV, TEMA vb. STK olarak • Yönetimden yönetiflime geçifl, STK’lar›n etkinli¤ini art›r›r. belirli insan gruplar›n›n haklar›n› korumak sözko- ifade edilebilecek vak›f ve derneklere birer örnek. Meslek grubu olarak faaliyette bulunan STK’lar aras›nda ise Türkiye Gemi ‹nfla Sanayicileri Birli¤i (G‹SB‹R), Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve ‹fladamlar› Derne¤i (TETS‹AD), Uluslararas› Nakliyeciler Derne¤i (UND), Otomotiv Sanayi Derne¤i KAM Sempozyum (OSD), Türkiye Süt, Et, G›da Sanayicileri ve Üretici- Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat› ve Rusya ile ‹liflkiler Sempozyumu leri Birli¤i (SETB‹R) ve MOBSAD s›ralanabilir. Bu kurulufllar›n etkinlikleri, de¤iflik alanlardaki “güç”leri çerçevesinde flekillenmektedir. Mesela yan sanayisiyle birlikte 200-250 bin civar›nda çal›flan› ve büyük miktarda yapt›¤› vergi ödemeleri ile 15 May›s 2010 G‹SB‹R, hükümet ve çevredeki kurulufllar ile olan De¤erlendirme: V o l k a n Y a h fl i iliflkilerinde güçlü bir rol alabilmektedir. D›fl politikada son dönemde artan süreklilik ve de- Genel sekreterli¤ini yapt›¤› MOBSAD’›n görece küçük olmakla birlikte Türkiye mobilya üreticilerinin %80’inin bu derne¤e dâhil oldu¤unu ifade eden Görgüç, ifle ilk bafllad›¤›nda maafl›n› alamayacak durumda oldu¤una ama yap›lan çal›flmalar sonucunda k›sa sürede dergi ve katalog bas›m›ndan fuar ¤iflim tart›flmalar›n›n, uluslararas› iliflkiler alan›ndan çeflitli isimler taraf›ndan mercek alt›na al›nd›¤› “Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat› ve Rusya ile ‹liflkiler” bafll›kl› sempozyum, her biri 30 tematik olarak bölünmüfl dört oturumda gerçeklefl- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM “Ortado¤u’da ‹yi Niyetli Tarafs›zl›ktan Arabuluculu¤a” bafll›kl› ilk oturumda Kemal ‹nat, Türkiye-‹ran; Ali Balc›, Türkiye-‹srail iliflkilerini tarihsel süreci de dikkate alarak ele ald›. Mesut Özcan ise, Türkiye’nin Irak politikas›n›n mesafeli bir durufltan müdahil ve faal bir politikaya dönüflümünü üç dönemde inceledi. ti. KAM Koordinatörü Sevinç Alkan Özcan’›n daha önceki çal›flma, sempozyum ve faaliyetleri tan›t›c› konuflmas›n›n ard›ndan, Vak›f Baflkan› Mustafa Özel’in aç›l›fl konuflmas›yla bafllayan sempozyum oturum konular›na göre ilerledi. 1. Oturum: Ortado¤u’da ‹yi Niyetli Tarafs›zl›ktan Arabuluculu¤a Sempozyumun ilk konuflmac›s› Doç. Dr. Kemal ‹nat, Türkiye-‹ran iliflkilerinde rekabet ve çat›flmadan uzlafl› ve iflbirli¤ine geçifli, son on y›lda ekonomi, güvenlik ve siyaset alanlar›ndaki geliflmelere odaklanarak ele ald›. Osmanl›-‹ran aras›nda hep bir rekabet iliflkisi sözkonusu iken, son y›llarda ikili iliflkilerde yaflanan dönüflümü “Yeni Osmanl›c›l›¤›n s›n›n Avrupal›laflmas›n›, komflularla iliflkilerin dü- bir tezahürü” olarak okuman›n çok absürt oldu¤u- zelmesini, ‹kinci ‹ntifaday› ve ekonomik krizi, aske- na dikkat çekti. Ticaret hacmi on y›lda on yedi kat rin güvenliklefltirme siyasetini zay›flatan ve sivil si- artm›fl, enerji (do¤algaz) ve güvenlik (PKK terörü) yaseti devreye sokan unsurlar olarak ele ald›. alanlar›nda iflbirli¤ine gidilmifl vs. olsa da ‹nat, ikili Yrd. Doç. Mesut Özcan, Türkiye’nin Irak politikas›- iliflkilerde henüz kat edilmesi gereken uzun bir me- n›n mesafeli bir durufltan müdahil ve faal bir politi- safe oldu¤unu vurgulad›. kaya dönüflümünü üç dönemde inceledi: 1999’da Öcalan’›n yakalanmas›, güvenlik endiflesinin azal- laflt›rmal› bir analize tâbi tutarak de¤iflim ve sürek- mas› ve AB adayl›¤›, Türkiye’nin komflular›yla iyi lilik unsurlar›n› ortaya koydu. ‹ç politika-d›fl politi- iliflkilerinin önünü açt›. 2003’te 1 Mart Tezkere- ka ayr›m›n›n hem klasik yaklafl›m hem de sözkonu- si’nin Meclis’ten geçmemesi, d›fl politikada demok- su inceleme aç›s›ndan yetersiz ve engelleyici oldu- ratik aktörlerin etkinli¤ini art›rd›. 2007-2008’de ¤unu belirterek, Türkiye’de siyasal ‹slâm’›n yükseli- PKK’n›n Da¤l›ca ve Aktütün karakollar›na sald›r›la- flinin güvenliklefltirilmesi üzerinden ikili iliflkilerin r› karfl›s›nda Türkiye, beklentinin aksine, Irak’la te- ilerledi¤ine dikkat çekti. 1990’larda ‹srail’le iliflkile- maslar›n› artt›rd›. Özcan, Türkiye’nin risk alarak rin askerî-bürokratik elite ayr›cal›kl› bir konum ka- yeni politikalar üretti¤ine ve karfl›l›kl› güven için zand›r›rken, 2000’lerde sivil politikalar›n askerin yeni bir dil infla etti¤ine vurgu yapt›. Ticarî iliflkiler, tahakkümünü azaltt›¤›n› savundu. Öcalan’›n yaka- d›fl yard›mlar ve medya üzerinden artan etkileflim lanmas›n›, Marmara Depremini, Türk d›fl politika- sonucunda Türkiye’nin, Irak siyasetinde aktifleflir- 31 Dr. Ali Balc›, Türkiye-‹srail iliflkilerini tarihsel karfl›- Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM 3.Oturum: Tarihi Miras ve Yeni Aktörler Ba¤la- ken, ekonomik faktörlerin de gitgide önem kazand›¤›na dikkat çekti. m›nda Türk D›fl Politikas› Yüksek lisans ö¤rencisi Enes Tüzgen, Türk d›fl poli- 2. Oturum: Bat›’ya Ra¤men Bat› ile Birlikte Hareket Etmek tikas›ndaki süreklilik ve kopufl unsurlar›n› Turgut Özal ve AK Parti’nin uygulamalar›n› karfl›laflt›rarak ‹kinci oturumun ilk konuflmac›s› Doç. Dr. Ali Resul ele ald›: Özal So¤uk Savafl’›n, AK Parti ise 11 Eylül Usul, AB-Türkiye iliflkilerini bir modernleflme mo- sald›r›lar›n›n akabinde Türkiye’nin potansiyelini deli, demokratikleflmenin parças›, ekonomik en- harekete geçirdi. Özal’›n “köprü ülke” kavramsal- tegrasyon meselesi, kimlik sorunu, K›br›s meselesi, laflt›rmas›, Ahmet Davuto¤lu’nda “merkez ülke”ye tarihî ve co¤rafî unsurlar gibi çeflitli boyutlarda ele dönüfltü. Her ikisinde de mevcut olan çok kimlikli ald›. Yap›sal dönüflümleri anlamak için iliflkileri söyleme, Davuto¤lu “medeniyet” kavram›n› da ek- dört safhada de¤erlendirdikten sonra Usul, Aral›k ledi. Ç›kar alg›lar›nda ise farkl›l›klar sözkonusu: 2004’teki Brüksel Zirvesi ile karfl›l›kl› diyalog baflla- Özal’›n d›fl politikas› ekonomiye endeksli, pragma- sa da AB geniflleme politikas›n›n de¤iflti¤ine; müza- tik ve kâr-zarar iliflkisine dayal›yd›. AK Parti ise eko- kerelerin ucunun aç›k olmas›, “özümseme”nin ilk nominin yan› s›ra siyasî, kültürel ve sosyal iliflkileri kez uygulanacak olmas›, yap›sal dönüflüm için ge- güçlendirmeye çal›fl›yor; kazan-kazan stratejisine rekli finansman›n gelmemesi ve K›br›s meselesinin dayan›yor; bar›fl ve denge politikas› izliyor. AB-Türkiye iliflkilerinin gidiflat›n› mu¤laklaflt›rd›¤›- Yüksek lisans ö¤rencisi Ezgi Uzun, devlet d›fl› aktör- na dikkat çekti. lerden Türk düflünce kurulufllar›n›n Türkiye-Ermenistan normalleflme sürecinde oynad›klar› rolleri 2000’li y›llardaki de¤iflimi Kuzey Irak ve Kürt soru- ele ald›. Ba¤›ms›z uzmanlar›n ve akademisyenlerin, nu üzerinden de¤erlendirdi. Kuzey Irak ve PKK, iki- düflünsel kaynaklar sunarak siyasî giriflimcilik ro- li iliflkileri tehdit eden ve stratejik ortakl›¤›n içini lüyle politika yap›m›na müdahil olduklar›n›, at- boflaltarak Amerikan karfl›tl›¤›n› körükleyen unsur- mosfer etkisi (genifl bir toplumsal etki) yaratarak k›- lar iken; PKK ile mücadelede etkin iflbirli¤ine geçil- sa ve orta vadeli gündem ve mikro politikalar üret- mesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak’la ekonomik ve tica- tiklerini anlatt›. Örne¤in USAK Azerbaycan’la üst rî iliflkiler gelifltirmesi, zamanla ç›karlar›n ve güven- düzey toplant› tertip ederken; TESEV olumsuz lik alg›lar›n›n örtüflmesine yol açt›. ABD’nin, Kuzey imajlar› yok etmek, GPOT Ermenistan bas›n›ndaki Irak’taki istikrar› koruma ve ‹ran’›n yükselen etkisi- olumsuz alg›y› kald›rmak için çal›flmalar yap›yor. ni frenlenme çabas› Türkiye’ye olan ihtiyac›n› art›r- Di¤er yandan bu kurulufllar elçi görevi görüyor; Er- d›. ‹flte iç içe geçmifl bu ekonomik, siyasal ve top- meni yöneticilerle flahsî iliflkiler kurup bilgi al›yor lumsal hareketlilik, Ertem’e göre, ABD-Türkiye ilifl- ve Türk hükümetine iletiyorlar. Ayr›ca sivil toplu- kilerini Kuzey Irak özelinde olumlu yönde etkiledi. mu ve özel sektörü organize ediyorlar. 32 Dr. Helin Sar› Ertem, Türkiye-ABD iliflkilerinde Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM Dördüncü oturumda Güljanat K. Ercilasun, Ankara ile Moskova’n›n Orta Asya politikalar›n›; Ali F. Demir, Ankara’n›n Güney Kafkasya politikalar›n› ele ald›. Vügar ‹manov ise, Ankara-Moskova iliflkilerinde yak›nlaflma dönemlerini mercek alt›na alarak tarihsel bir karfl›laflt›rma yapt›. 4. Oturum: Yak›nlaflma-Uzaklaflma Sarkac›nda Rusya ile ‹liflkiler Yrd. Doç. Vügar ‹manov, Ankara-Moskova iliflkilerinde yak›nlaflma dönemlerini mercek alt›na alarak tarihsel bir karfl›laflt›rma yapt›. ‹lki Napolyon’un M›s›r’› iflgaline karfl› Osmanl›’n›n askerî yard›m talebiyle, ikincisi Mehmet Ali Pafla’n›n iflgaline karfl› Hünkar ‹skelesi Anlaflmas›’yla, üçüncüsü 1920’lerde yine bir askerî ittifakla gerçekleflen bu yak›nlaflmalar›n ortak özellikleri, tehdide karfl› askerî ittifak niteli¤inde ve k›sa süreli olmalar›, öncesinde veya akabinde savafllar›n yaflanmas›yd›. “So¤uk Bar›fl” olarak da adland›r›lan son yak›nlaflma ise di¤erlerinden farkl›: Taraflar›n ticaret ve yat›r›mlarla ekonomik ba¤›ml›l›¤› artt›; turizm sayesinde insanî temaslar s›klaflt›; iktidardaki yeni hükümetler siyasî diyalo¤u art›rd›... ‹manov, 1933’te Sovyet Heyeti’nin ‹stanbul’da karfl›lanma görüntülerini içeren bir belgesel gösterimiyle sunumunu tamamlad›. geyle iliflkilerini gelifltirebilece¤ini sözlerine ekledi. Sempozyumun son konuflmac›s› Doç. Dr. Ali Faik Demir, Ankara’n›n Güney Kafkasya politikalar›n› ele ald›. Kafkasya’daki flehirlerin adlar›n› dahi telaffuz edemedi¤imiz, dinleri ve etnik kökenleri hatta Karaba¤ sorununu bile tam olarak bilmedi¤imiz gerçe¤iyle söze bafllad›. Ermenistan konusunda uzun vadeli çözümler aranmas› gerekti¤ini ve ancak halklar anlaflt›¤›nda sorunlar›n tolere edilebilece¤ini söyledi. Türkiye-Kafkasya iliflkilerini dört dönem alt›nda inceledikten sonra “Rusya Abhazya’n›n ba¤›ms›zl›¤›n› desteklerken Çeçenlerinkini neden desteklemiyor?”, “Kafkasya’da bar›fl mümkün mü?”, “Petrol flirketleri bar›fl istiyor mu?”, “Otoriter liderler bar›fl› m›, korkuyu mu tercih eder?” gibi çarp›c› baz› sorular soran Demir, “Bar›flç› savafllara ihtiyac›m›z var” diyerek son noktay› koydu. Yrd. Doç. Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun, Ankara ile Moskova’n›n Orta Asya politikalar›n› karfl›laflt›rd›. Türkiye’nin Orta Asya’yla iliflkisi 1991’de romantik bir yak›nlaflma süreciyle bafllarken, Ruslar 18.-19. yüzy›ldan itibaren bölgede hâkimiyet kurdu. Türkiye’nin bölgeyle iliflkisi daha ziyade kardefllik vurgusuna, ‹pek Yolu’nun canland›r›lmas›na, piyasa ekonomisine geçifle, demiryoluna ve televizyon dizilerine dayan›rken; Rusya hâlihaz›rda bölgede siyasî, ekonomik ve kültürel aç›dan oldukça etkin. Mesela Türkiye’nin ticaret hacmi 4 milyar dolarken, Rusya’n›nki 17 milyar dolar. Ercilasun, Türkiye’nin imaj çal›flmas›yla, demiryolu a¤›n› gelifltirerek, uçak biletlerini ucuzlatarak, okullar açarak, do¤rudan günlük bilgi ak›fl›n› sa¤layarak böl- 33 Sempozyumun sonunda Muzaffer fienel ve Mesut Özcan, Türk d›fl politikas›ndaki umut verici dönüflümün kal›c› olmas›n› temenni ederek oturumlarla ilgili genel bir de¤erlendirme yapt›lar. Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM KAM SEMPOZYUM B i l i m v e S a n a t Va k f › K ü r e s e l A r a fl t › r m a l a r M e r k e z i T Ü R K D I fi P O L ‹ T ‹ K A S I N D A D ÖN Üfi ÜM: O R TA D O ⁄ U , B AT I V E R U S YA ‹ L E ‹ L ‹ fi K ‹ L E R 15 May›s 2010 C u m a r t e s i I. OTURUM 10.30–11.45 III. OTURUM 14.00-15.15 ORTADO⁄U’DA ‹Y‹ N‹YETL‹ TARAFSIZLIKTAN ARABULUCULU⁄A TAR‹H‹ M‹RAS VE YEN‹ AKTÖRLER BA⁄LAMINDA TÜRK DIfi POL‹T‹KASI Oturum Baflkan›: F a h r e t t i n A l t u n Oturum Baflkan›: M. A k i f K a y a p › n a r K e m a l ‹ n a t / Türkiye’nin ‹ran Politikas› A b d u l l a h E n e s T ü z g e n / So¤uk Savafl Sonras› Türk D›fl Politikas›nda Süreklilik ve Kopufl: Özal ve AK Parti Dönemi A l i B a l c › / Türkiye- ‹srail ‹liflkilerinin Tarihsel Karfl›laflt›rmal› Bir Analizi E z g i U z u n / Türkiye-Ermenistan ‹liflkilerinin Normalleflmesi Sürecinde Yeni Bir Aktör: Türk Düflünce Kurulufllar› M e s u t Ö z c a n / Mesafeden Müdahaleye: Türkiye’nin Irak Politikas› II. OTURUM 12.00–13.15 IV. OTURUM 15.45-17.00 BATI’YA RA⁄MEN BATI ‹LE B‹RL‹KTE HAREKET ETMEK YAKINLAfiMA - UZAKLAfiMA SARKACINDA RUSYA ‹LE ‹L‹fiK‹LER fi e n e l Oturum Baflkan›: M u z a f f e r fie Oturum Baflkan›: S e v i n ç A l k a n Ö z c a n A l i R e s u l U s u l / Türkiye-AB ‹liflkileri: Karmafl›k Siyasette Dönüflümler V ü g a r ‹ m a n o v / Türk-Rus ‹liflkilerinde Yak›nlaflma Dönemleri: Süreklilik ve De¤iflim H e l i n S a r › E r t e m / Türk-Amerikan ‹liflkilerinde De¤iflen Güvenlik Alg›lamalar›: Kuzey Irak ve Türkiye’nin Kürt Sorunu G ü l j a n a t K u r m a n g a l i y e v a E r c i l a s u n / Orta Asya’da Türkiye ve Rusya A l i F a i k D e m i r / SSCB Sonras› Türk D›fl Politikas›nda Güney Kafkasya 34 De¤erlendirme 35 Mestâne gelip mest-i perîflân gittim. Dünyâda ne iflledim ne yapt›m bilmem Giryân giryân gelip peflîmân gittim Bu deyr-i harâbdan ki hayrân gittim Yeniflehirli Avnî K›t‘a MOLA Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM MAM Tezgâhtakiler MAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› Felsefe 8 Kant’›n Tanr› Anlay›fl› DÎVÂN TOPLANTILARI Sivil Toplum, Hristiyanl›k ve ‹slâm: Robert W. Hefner Medeniyetler Çat›flmas› ya da 13 May›s 2010 Çoklu Moderniteler? (MAM-KAM Ortak Etkinlik) Mehmet Günenç 20 Nisan 2010 De¤erlendirme: A r i f B i l i r Fatih Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Dr. Mehmet Günenç, 2009 y›l›nda ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde tamamlad›¤› “Kant’›n Tanr› Anlay›fl›” bafll›kl› tezinin temel iddialar›n› dinleyicilerle paylaflt›. ‹slâm’›n ‹stisnaili¤i Miti: Müslüman Toplumlarda Din ve Siyaset (KAM-MAM Ortak Etkinlik) Mohammed Ayoob 24 Haziran 2010 De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur: Kanada’da ‹slâm/Osmanl› Medeniyeti’nde Felsefe ve Bilim Tarihi Çal›flmalar› (MAM-TAM Ortak Etkinlik) ‹hsan Fazl›o¤lu 17 Temmuz 2010 Modern dönemde felsefenin bir infla, daha do¤rusu, yeni bir özne inflas›ndan hareket etti¤ine iflaret TEZGÂHTAK‹LER eden Günenç, bu inflan›n bafl aktörünün Descartes Felsefe-9: Hidâyetü’l-Hikme fierh Gelene¤i ve Mevlânâzâde’nin Hidâyet’ül-Hikme fierhi Abdullah Yormaz 28 May›s 2010 Felsefe-10: Türkiye’de Otantik Felsefe Yapabilmenin ‹mkân› ve Din Felsefesi Recep Alpya¤›l 15 Haziran 2010 Felsefe-11: Whitehead Felsefesinde ‹nsan Yaylagül Ceran 13 Temmuz 2010 ‹slâmî ‹limler-11: Osmanl›’da Uleman›n Bürokratikleflmesi (1300-1600) Abdurrahman Atç›l 17 Temmuz 2010 oldu¤u kabul edilse de, Kant’›n Descartes taraf›ndan aç›lan yolu daha da derinlefltirdi¤ini ve rafine hâle getirdi¤ini ileri sürdü. Buna göre, Kant, Descartes’in bilme temelli teorik inflas›na, eylemeyi, yani pratik alan›, ahlâk› da katarak tamamlamaktad›r. Günenç’e göre infla edilen modern özne, herhangi bir hakikat aray›fl›ndan öte bilimsel bilginin peflindedir ve Kant’›n ifadesiyle bu bilginin sentetik a priori olmas› gerekmektedir. Bilginin kriterinin sentetik a priori olmas›, onun evrenselli¤ini ve zorunlu- ‹HT‹SAS TOPLANTILARI lu¤unu da garanti etmektedir. Kant, Descartes’ten Kant Sonras› Metafizik Tart›flmalar›-5: Martin Heidegger Kaan H. Ökten 12 May›s 2010 Kant Sonras› Metafizik Tart›flmalar›-6: Ludwig Wittgenstein Ali Utku 28 Haziran 2010 farkl› olarak bilgiyi sadece düflünmenin bir ürünü olarak görmemifl, buna duyumlamay› da eklemifltir. Duyumlaman›n temelini oluflturan zaman ve me- 36 kân ise bilgilerimizin s›n›r›n› göstermekte ve bu fle- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Modern dönemde felsefenin bir infla, daha do¤rusu, yeni bir özne inflas›ndan hareket etti¤ine iflaret eden Mehmet Günenç, bu inflan›n bafl aktörünün Descartes oldu¤u kabul edilse de, Kant’›n Descartes taraf›ndan aç›lan yolu daha da derinlefltirdi¤ini ve rafine hâle getirdi¤ini ileri sürdü. munu, gerçek bir “varl›k” olarak Tanr›’ya yer vermeyen bu anlay›fla Kierkegaard taraf›ndan yöneltilen elefltirilere dair tespitleriyle sona erdirdi. Felsefe 9 Hidâyetü’l-Hikme fierh Gelene¤i ve Mevlânâzâde’nin Hidâyetü’l-Hikme fierhi Abdullah Yormaz 28 May›s 2010 De¤erlendirme: M . C ü n e y t K a y a kilde bilgiye/bilmeye dayal› bir gerçeklik alg›s› oluflmaktad›r. Duyumlama gücünün d›fl›nda olan “fleyler” art›k bilginin konusu olamamakta ve dolay›s›yla gerçeklik sahas›n›n d›fl›na ç›kmaktad›r. Günenç’e ‹slâm ilim gelene¤inde flerh ve hâfliyelerin nas›l bir konuma sahip oldu¤u, bugün bizim için ne ifade etti¤i ve hangi usul ve yöntemlerle tetkik edilebilece¤i gibi sorular son y›llarda gittikçe daha yüksek bir sesle dillendiriliyor. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi, bu sorular› ‹slâm felsefesi gelene¤i aç›s›ndan soran ve Hidâyetü’l-hikme flerh gelene¤i çerçevesinde cevaplar bulmaya çal›flan tezi vesilesiyle Abdullah Yormaz’› a¤›rlad›. göre, bu tür bir bilgi anlay›fl› Tanr›’y› d›flar›da/kenarda b›rakmaktad›r. Her ne kadar Tanr›, Kant aç›s›ndan teorik ak›lda bir ideal olarak bulunsa da, bu onun varoldu¤unu göstermemektedir. Klasik metafiziklerin de Kant’a göre en büyük yan›lg›s›, insan akl›n› döngüsellikten korumak için varolmak durumunda olan Tanr›’y› gerçek anlamda/bilfiil varolarak tasarlamalar›ndan kaynaklanmaktad›r. Gönenç’in de belirtti¤i üzere Kant, Tanr›’n›n varl›¤›n› ‹bn Sînâ sonras› ‹slâm felsefesi gelene¤inin en etkili eserlerinin bafl›nda Esîrüddîn Ebherî’nin Hidâyetü’l-hikme’si gelmektedir. ‹bn Sînâ felsefesini k›sa ve özlü bir flekilde ele alan Hidâyetü’l-hikme, medreselerde ders kitab› olarak okutulmas› sebebiyle üzerine çokça flerh ve hâfliye kaleme al›nm›fl bir eserdir. Yormaz’›n tespitlerine göre, eser üzerine 17 teorik ak›l yerine pratik ak›l aç›s›ndan anlaml› bulmakta ve insan›n ahlâkî eylemlerini temellendirmek için Tanr›’ya sisteminde bir yer vermektedir. Descartes taraf›ndan ortaya konan mekanik âlem anlay›fl›n›n Kant taraf›ndan daha sistematik ve fel- 37 sefî hâle getirildi¤ine dikkat çeken Günenç, sunu- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Abdullah Yormaz, ‹slâm ilim gelene¤inde flerh ve hâfliyelerin nas›l bir konuma sahip oldu¤u, bugün bizim için ne ifade etti¤i ve hangi usul ve yöntemlerle tetkik edilebilece¤i gibi sorulara Hidâyetü’l-hikme flerh gelene¤i çerçevesinde bulmaya çal›flt›¤› cevaplar› aktard›. flerh, 67 hâfliye ve yaklafl›k 10 hâfliyetü’l-hâfliye ya- Son olarak özellikle bir eser üzerine kaleme al›nan z›lm›flt›r. Hidâyetü’l-hikme’nin telifinden yaklafl›k flerh ve hâfliyelerin tespiti noktas›nda, kütüphane bir yüzy›l sonra bafllayan bu flerh faaliyeti, ‹slâm kay›tlar› ve bibliyografik eserlerdeki yanl›fll›klar se- co¤rafyas›n›n neredeyse tamam›n› kapsayacak fle- bebiyle yaflanan zorluklara iflaret eden Yormaz, 13. kilde 20. yüzy›la kadar sürmüfltür. yüzy›l ve sonras› ‹slâm felsefe gelene¤ini anlayabil- Hayat› hakk›nda herhangi bir bilgi bulunmayan mek için kilit bir role sahip olan flerh ve hâfliyelerin Mevlânâzâde de, Yormaz’a göre, hicrî 8. yüzy›lda hangi yöntemlerle incelenebilece¤i sorusuna he- yaflam›fl bir Hidâyetü’l-hikme flârihidir. Esere yaz›- nüz esasl› cevaplar üretilememifl olmas›n›n, bu lan ilk flerhlerden birisi olan Mevlânâzâde flerhinin alan önündeki en büyük engel oldu¤unu belirterek en önemli özelliklerinden birisi, Mübârekflâh’›n sunumunu sonland›rd›. flerhini esas alarak ve bir anlamda onunla hesaplaflarak yaz›lm›fl olmas›d›r. Mevlânâzâde flerhinin birçok yerinde Mübârekflâh’›, Ebherî’nin görüfllerini do¤ru anlamamakla, getirdi¤i yeni tan›mlar ve delillerle filozoflar›n çizgisinin d›fl›na ç›kmakla Felsefe 10 elefltirmektedir. Türkiye’de Otantik Felsefenin ‹mkân› ve Din Felsefesi Yormaz’a göre, pek çok üst düzey flerh gibi Mevlânâzâde’nin flerhi de sadece Hidâyetü’l-hikme metnini aç›klayan bir eser olmay›p konuyla ilgili delile Recep Alpya¤›l getirilen itirazlara cevap veren, Ebherî’nin delillendirmesini uygun bulmay›p yeni deliller ortaya ko- 15 Haziran 2010 yan, flerh etti¤i metne ekleme ve ç›karmalar yapan, De¤erlendirme: M e t i n D e m i r yeni tan›mlar getiren dinamik bir metindir. Dolay›s›yla eserin bu özellikleri, flerh yaz›m türünün met- Bizde felsefe var m›? Neden bizden filozof ç›km›yor? ni daha anlafl›l›r k›lmas›n›n yan›nda, metinle canl› Özgün bir felsefemiz var m›?... Modern dönem Türk bir iliflki içinde olan bir yöntem oldu¤unu göster- düflüncesinin evladiyelik sorular›… dâyetü’l-hikme’nin de içinde bulundu¤u felsefe Felsefe sahnesinde yerini almak isteyen Türk düflün- külliyat›n›n di¤er metinleriyle de (özellikle ‹bn Sî- cesinin s›k›nt›l› geliflimine, mezkur sorular ba¤la- nâ’n›n eserleri ile Râzî ve Tûsî’nin ‹bn Sînâ’n›n el- m›nda uygun çözümler bulma aray›fl›na bir katk› ‹flârât ve’t-tenbîhât’›na yazd›klar› flerhlerle) irtibat olarak, ‹stanbul Üniversitesi ‹lahiyat Fakültesi’nden hâlindedir ve flerh boyunca bu metinlere s›k s›k Yrd. Doç. Dr. Recep Alpya¤›l ile yak›n bir tarihte ‹z at›fta bulunulmaktad›r. Yay›nc›l›k’tan ç›kan Türkiye’de Otantik Felsefenin 38 mektedir. Di¤er yandan Mevlânâzâde’nin flerhi, Hi- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Recep Alpya¤›l’a göre otantik olmak, “kendi olmak”, “taklit olmamak” ya da “sahte olmamak” gibi anlamlara gelmektedir. Ancak, “kendi olma” durumu bir özdefllik durumu de¤il, aksine baflkal›kla mümkün olan bir fleydir ki öteki ile dinamik bir diyalektik içerisinde varolma sürecidir. ‹mkân› ve Din Felsefesi: Paul Ricoeur Örne¤i Üzerinden Bir Soruflturma adl› son kitab› üzerine konufltuk. Türkiye’deki sorun, kendilikteki bu diyalektik ikili¤i Alpya¤›l, konuflmas›yla ilgili özellikle iki noktaya dikkat çeki: Öncelikle, otantiklik meselesini Bat›l› bir filozofu örnek göstererek tart›flmas›n›n bafll› bafl›na bir çeliflki olsa da, buradaki amac›n›n Türkiye’deki felsefî camian›n kabul edebilece¤i Bat›l› bir düflünür üzerinden analoji ile sorunu aç›klamak oldu¤unu belirtti. Ayr›ca konuflma üslubunun burhanî de¤il, hatabî olaca¤›n› da bildirdi. alma meselesidir. Ülkemizde maalesef gelenekle Sunumunu muhtelif al›nt›larla zenginlefltiren Alpya¤›l, öncelikle kendi problemati¤ini Tanp›nar’dan yapt›¤› bir al›nt› ile flu flekilde ortaya koydu: fiimdinin devingenli¤inin ve orijinalli¤inin içersin- Kim olursak olal›m, nas›l yetiflirsek yetiflelim, hayat tecrübelerimizin mahiyeti ve geniflli¤i ne olursa olsun, bizim a¤z›m›zdan hâlâ okudu¤umuz Frenk kitaplar› konuflmaktad›r. T›pk› bizden evvelkiler gibi... flan›p sadece bir zaviyeden kayda geçirilmifl tozlu, görememe, sadece Bat› düflüncesini nazar-› itibara s›hhatli bir iliflki kurulamam›flt›r; hatta âdeta bir hissizlik hâli sözkonusudur. Oysa Alpya¤›l’a göre, yaflanan hâlin bir yans›mas› olan felsefe ameliyesi, gelene¤e dayanmadan s›hhatli bir flekilde ayakta duramaz. Burada kastedilen gelenek yal›nkat, sabit, kendinde bir öz olan gelenek de¤il, kendi içinde devinen ve bugünün ufku ile kaynaflan “Gelen-ek”tir. den ç›kabilece¤i zengin, velud bir geçmifltir kastedilen. Bu geçmifl, tarihin bir an›nda bir flekilde yatedavülden kalkm›fl bir miras de¤il, bilakis flimdiki zaman›n k›lcal damarlar›nda akan, flimdinin her yan›na hayat tafl›yabilecek kadar ak›flkan ve farkl› yönlere dallanabilir bir geçmifltir. “Gelen-ek” de- Kendini her alanda yeniden tan›mlamak isteyen cumhuriyet dönemi siyaseti, felsefe konusunda da bir s›f›r noktas› arama aray›fl› içerisine girmifl, “bizde bir felsefe gelene¤i yok” diyerek geçmifliyle ba¤›n› kesmifltir. Kökleriyle ba¤›n› kesen felsefe, kendini Bat› felsefesine dayand›rm›fl ve taklit olma derdine düçar olmufltur. yince, Alpya¤›l bu tarz bir geçmifli anlamaktad›r. Alpya¤›l’a göre, bu co¤rafyada gelenekten bahsetmek dine referans yapmakla eflde¤er olacakt›r ve otantikli¤e gidecek yol e¤er gelenekten geçen bir yol ise, bu yolun tafllar› ancak din felsefesi ile döflenmelidir. Bu noktada Bat›l› düflünürler örnek teflkil edebilirler. Bahse konu olan Paul Ricoeur, dini, Alpya¤›l’a göre otantik olmak, “kendi olmak”, “taklit olmamak” ya da “sahte olmamak” gibi anlamlara gelmektedir. Buna ra¤men, “kendi olma” durumu bir özdefllik durumu de¤il, aksine baflkal›kla mümkün olan bir fleydir. Alpya¤›l, otantiklikten, yerelci-ulusalc› anlamda bir kendi içine kapal› olma durumundan ziyade, öteki ile dinamik bir diyalektik içerisinde varolma sürecini anlamaktad›r. felsefesinin içerisine tafl›m›fl, kitaplar›nda Kitab-› Mukaddes üzerine düflünmüfl ve teolojiye dair yaz›lar kaleme alm›flt›r. Ayr›ca bu yegâne örnek de de¤ildir; Emmanuel Lévinas, Michel Henry, Gabriel Marcel, Gadamer hatta Habermas dâhil birçok muteber ça¤dafl filozof din felsefesine taalluk eden 39 metinler kaleme alm›fllard›r. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Kendilerine meftun oldu¤umuz Bat›l› düflünürler, yan›nda, ayn› dönemde yaflayan ‹smail Hakk› Bur- Türkiye’deki gibi sorunlar› “ya/ya da” ba¤lam›na sevî’den veya Niyazi M›srî’den bahsedilmemesinin s›k›flt›rmamakta, köprüler kurarak bu engelleri afl- bir kadirflinass›zl›k örne¤i olarak telakki edilmesi maya çal›flmaktad›r. gerekti¤ini belirtti. Demek ki sahih bir felsefe yapman›n yolu, din fel- Osmanl› döneminin, Ali Suavi, Ahmet Vefik Pafla ve sefesi üzerinden gelenekle tekrar s›hhatli bir iliflki Ahmet Mithat Efendi gibi münevverlerinden yapt›- içerisine girmektir. Ricoeur’ün tarih yaz›m›n›n fel- ¤› al›nt›larla, o dönemin gelene¤iyle yo¤un bir iliflki sefî temellerini sorgulad›¤› Zaman ve Anlat› adl› ki- içinde olan ayd›n›n›n büyük bir özgüvene sahip ol- tab›ndaki “anlat›” kavram› üzerinde duran Alpya- du¤unu ifade eden Alpya¤›l, Türkiye’de felsefe tari- ¤›l’a göre, gelenekle iliflkiye girebilmek için, Türki- hinde önemli bir figür olan Macit Gökberk ile bun- ye’de felsefenin öyküsü yeniden yaz›lmal›d›r. Bu- lar› karfl›laflt›rarak, bu alg›n›n nas›l de¤iflti¤ini orta- nun için de, ideolojik bir biçimde kurgulanm›fl tek ya koymaya çal›flt›. yönlü bir anlat› yerine, anlat› zenginli¤i üretebile- Yaklafl›k iki saat süren toplant›, bu tan›d›k anlat›n›n cek bir keflf-i kadime yönelmek gerekir. Ayr›ca ona imkân›, bugüne aktar›labilirli¤i, somut örneklerin göre bu yeni anlat›, sadece eskisinin yerine ikame eksikli¤i gibi elefltiriler üzerinden devam ederek ye- edilecek bir baflka anlat› de¤il; yüzlerce farkl› anla- ni sorulara ilham kayna¤› oldu. t›n›n bir arada bulundu¤u, “yorumlar›n çat›flmas›” neticesinde en güçlü anlat›lar›n baki kalabilece¤i bir anlat›lar pazar› olmal›d›r. Bu noktada Bernard Russell’›n Bat› Felsefesi Tarihi Felsefe 11 ile Macit Gökberk’in Felsefe Tarihi’ni karfl›laflt›ran Whitehead Felsefesinde ‹nsan Alpya¤›l, eserinin ad›n› özellikle “Bat› Felsefesi” diye belirten Russell’›n ‹slâm Felsefesi’ne on iki sayfa Yaylagül Ceran dahi olsa yer verdi¤i hâlde, Gökberk’in “Felsefe Tarihi” gibi kapsay›c› bir bafll›k alt›nda ‹slâm Felsefe- 13 Temmuz 2010 si’nden hiç bahsetmemifl olmas›n› bir skandal ola- De¤erlendirme: K ü b r a fi e n e l rak de¤erlendirdi. Yine, Ahmet Cevizci’nin yazd›¤› 17. Yüzy›l Felsefe Tarihi gibi mukayyet olmayan bir 2010 y›l›nda Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din dan bahsetmemesini örnek gösterdi ve Osmanl› Bilimleri Bilim Dal›’nda “Whitehead Felsefesinde düflünürleriyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda felsefî ehemmi- ‹nsan” bafll›kl› doktora tezini tamamlayan Yaylagül yeti olmayan Hobbes gibi yeni dünyan›n sömürge- Ceran, bu konuyu seçerken “modern öznenin yafla- ci zihniyetinin teorisyeni mesabesindeki bir zat›n d›¤› problemler, Bat› felsefesi gelene¤i içinde kala- 40 bafll›k içerisinde Bat› d›fl›nda hiçbir felsefî çal›flma- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Yaylagül Ceran’›n sunumu ba¤lam›nda Whitehead’in insan›, kutsal› anlayan, anlamland›rabilen ve bilfiil varl›klarla iliflkisinde içkin olan Tanr› ve bütün bilfiil varl›klar› geçmifl, flimdi ve gelecek çerçevesinde aklî iradesiyle dönüfltürebilen bir canl›d›r. si içerisinde insan› nas›l konumland›raca¤›z? (iii) Bilinç ve özgürlük iliflkisinde süreç içinde insan nedir? (iv) Feminist söylemler aç›s›ndan cinsiyete dayanan insan anlay›fl› süreç felsefesinde var m›d›r? Bu dört sorunun temellendirilmesi için Whitehead’›n kozmoloji, yani do¤a anlay›fl›n›n nas›l tan›mland›¤›n›n bilinmesi gerekir. Çünkü Whitehead daha çok kozmoloji ve teoloji üzerinde durmufltur. Bu ikisi anlafl›ld›¤›nda insan›n bilfiil varl›k olarak konumu ortaya ç›kmaktad›r. rak nas›l afl›labilir ya da yirmi ve yirmi birinci yüzy›lda, ‘modern özne’ olarak tan›mlanan insan Bat› felsefe gelene¤inde hangi sistem içinde ele al›nd›¤›nda sorunlar çözülebilecektir?” gibi sorulara verilen cevaplar›n varoluflçuluk, bilim felsefeleri üzerinden temellendirilen insan felsefesi anlay›fllar› ve Whitehead taraf›ndan gelifltirilen süreç felsefesi fleklinde üç grupta ele al›nabilece¤ini ve araflt›rmas›nda gelene¤i aflan, kuflat›c› bir cevap sundu¤u için süreç felsefesini seçti¤ini ifade tti. Whitehead kozmolojisinin temel kavramlar› süreç, ba¤lant›, bilfiil varl›k, sonsuz nesne ve ontolojik ilkedir. Ceran’›n özellikle üzerinde durdu¤u kavram ise bilfiil varl›k yani actual entitydir. “Bilfiil varl›k” bütün bir âlemin temelinde varolan, herfleyin kendisinden yap›ld›¤›, elektronlardan Tanr›’ya kadar bütün bir sistemin içinde yer alan en temel yap› tafl›d›r. Whitehead iliflkisellik üzerinden sistemini kurdu¤u için, monadlardan k›smen farkl› ve atomcu bir do¤a anlay›fl›na tam anlam›yla sahip de¤ildir. Newton’un sonlu-sonsuz mekân, sonlu-sonsuz zaman iliflkisi içerisinde bütün atomik varl›klar›, yani bilfiil varl›klar› iliflkilendirerek tan›mlay›p yeniden konumland›rm›flt›r. Acaba hem atomik hem bütünsel bir do¤a anlay›fl›na sahip bu kozmoloji içinde insan›n varl›¤› nas›l ele al›nm›flt›r? En genel anlamda insan, bütün bilfiil varl›klar›n iliflkisiyle evrenin tümünü içerebilen bir varl›k olarak tan›mlanmaktad›r. Âlemdeki her fley bilfiil varl›ktan oluflmufltur. ‹nsan da bu bilfiil varl›¤›n bir parças›d›r ve bilfiil varl›klar›n iliflkisinden meydana gelmifltir. Peki di¤er varl›klardan insan› farkl› k›lan nedir? Süreç felsefesinde âlemde bütün bilfiil varl›klar, zihinsel ve fiziksel kutup olarak, birbirinden ba¤›ms›z ol- Ceran’a göre, “‘Whitehead felsefesinde insan’ denildi¤inde, zihinde canlanacak olan ve modern öznenin bunal›mlar›na çözüm üretecek bir felsefî antropoloji anlay›fl› var m›d›r?” sorusuna Whitehead, klasik anlamda bir felsefî antropoloji de¤il ama varl›k ve tanr› anlay›fl› ba¤lam›nda canl›c›, dinamik ve iliflkiler içinde tan›mlanacak olan bir felsefî antropoloji sunmufltur. Baflka bir ifadeyle, süreç felsefesinde insan›n tan›m› üzerinde s›n›rlar› belirlenmifl temel bir argüman olmasa da, Whitehead’›n çizmifl oldu¤u kozmoloji ve teoloji çerçevesinde, Bat› felsefe gelene¤inde yaflanan ontolojik bunal›mlara gelene¤i aflan bir çözüm üretilmifltir. ‹nsan felsefesi ba¤lam›nda dört temel problem üzerinden giderek bu sorunun çözümünü arayan Ceran, sözkonusu problemleri flöyle s›ralad›: (i) ‹nsan›n deneyimleri ve do¤as› iki ayr› alan olarak al›nabilir mi, e¤er al›n›rsa bu iki alan aras›ndaki iliflki nas›l temellendirilmelidir? Özellikle Descartes’la birlikte düflünen ve yer kaplayan insan anlay›fl›na, insan› iki ayr› töz olarak de¤erlendirilen ikici yaklafl›ma Whitehead nas›l bakm›flt›r, bunu bir problem 41 olarak görmüfl müdür? (ii) ‹yi, kötü ve günah iliflki- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM mayan ve birbiriyle iliflki içinde olup birbirini ta- lefltirememesi durumu olarak de¤erlendirilmektedir. Whitehead’a göre, do¤ufltan insanda hem zihin fonksiyonlar› hem de ahlâkî deneyimler olarak hiçbir fley haz›r de¤ildir. Herfley deneyimle ve iliflkiler içinde ortaya ç›kar. Burada Whitehead’›n kozmolojisine bakmak gerekir. Çünkü Whitehead, kozmolojisinde geçmifl, flimdi ve gelecek iliflkisinde bilfiil varl›k olan insan, sürekli bir ak›fl içerisindedir. Geçmifl, flimdi ve gelecek içinde herfley bir anda var olup yok olmalar›na benzer flekilde insanlar›n eylemleri de bir anda var olup yok olmaktad›r. Whitehead’in süreç felsefesinde sonsuz nesne olarak tan›mlanan bu yok olma süreci, bütün bir olufl sürecini dinamik olarak özünde bar›nd›ran bir varl›kt›r. Burada sonsuz nesneyi önemli k›lan nokta, bütün âlemi kendi içerisinde resmetmesi, olan ve olmakta olan herfleyi içerisinde tafl›yan bir form olmas›d›r. Her bilfiil varl›¤›n geçmiflte yapt›¤› herfley hem flimdisini hem de onun bir sonraki yapacaklar›n› belirlemektedir. Böylece insan sürekli iyi düflünmek ve iyi davranmakla varl›¤›na dair anlam›, deneyimleri ve di¤er bilfiil varl›klarla iliflkisinde infla edebilecektir. Bu noktada, Whitehead felsefesinde insan›n sürekli iyi olmaya davet edildi¤ini ifade eden Ceran, bütün varl›¤›n ortaya ç›kt›¤› temel ilkenin “sevgi” kavram› oldu¤unu belirterek kötülü¤ün yarat›lmad›¤›n›, insan›n kendini gerçeklefltirememesi durumunda ortaya ç›kt›¤›n› ve bu durumdan kurtuluflun bilinç uyan›kl›¤›n› gerektirdi¤ini vurgulad›. Günah meselesinin de en çok bu esnada gündeme getirildi¤ini ve elefltirildi¤ini iddia eden Ceran’›n ifade etti¤i üzere Whitehead, Keltik Hristiyanl›¤›’n›n devam› olan bir Hristiyanl›k yorumu gelifltirerek klasik kilise kurumunu ve dogmalar›n› elefltirmifltir. mamlayan iki yöne sahiptirler. Dolay›s›yla, bu yaklafl›m›yla Whitehead, Descartes’›n ikici varl›k anlay›fl›n› aflt›¤› gibi insan do¤as› aç›s›ndan da tart›flmalar› birci bir yaklafl›m ba¤lam›na tafl›m›flt›r. O halde Whitehead Bat› felsefesinde farkl› bir durufla sahip midir? Özellikle Antik Yunan’dan bafllayarak madde-form iliflkisiyle tan›mlanan bir insan anlay›fl›n›n bulundu¤unu ifade eden Ceran, bir yanda “Tanr› imaj›ndaki insan” anlay›fl›yla di¤er yanda “Tanr›n›n yaratt›¤› fakat do¤ufltan ve tür olarak günahkar olan insan” anlay›fl›n›n Bat› felsefe gelene¤indeki iki temel problem alan›n› oluflturdu¤unu belirtti. Buna ek olarak, gelene¤e ana rengini veren Ayd›nlanma felsefesi, temel bak›fl aç›s›n› Kant’›n ayd›nlanma ça¤r›s›nda somutlaflan “kendi akl›n›n erginli¤iyle ayakta durabilen insan anlay›fl›”, ak›l ve kutsal aras›nda bir k›r›lmay› belirginlefltirmifltir. Ceran’a göre, Whitehead, Bat› felsefe gelene¤inin bu problemlerini insan›n akl›n› kutsalla birlefltirmesiyle afl›labilece¤ine inan›r. Whitehead, Ayd›nlanma’n›n rasyonel insan kurgusuna ek olarak ikna ve sevgiye dayal›, kutsal ile bar›fl›k bir insan anlay›fl› getiriyor. Ayr›ca, insan›n ancak kutsal olana yaklaflarak aklî iradesiyle problemleri aflabilece¤ini söyleyen Whitehead, insan do¤as›n› ikici yap›n›n ve indirgemeci yaklafl›m›n d›fl›nda de¤erlendirmifl oluyor. Peki iyilik, kötülük, günah iliflkisinde insan› nas›l konumland›rabiliriz? Ceran, süreç felsefesinde Tanr› yarat›c› olarak tan›nmad›¤› için Whitehead düflüncesinde kötülü¤ün yarat›lmad›¤›n›, sadece iyili¤in yoklu¤unda ortaya ç›kt›¤›n› belirtti. ‹yilik ve 42 kötülük iliflkisinde kötü, insan›n kendisini gerçek- Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Bu anlay›flla hem Hz. ‹sa’n›n peygamber ya da veli Sonuç olarak, Ceran’›n sunumu ba¤lam›nda Whitehead’in insan›, etik ve estetik deneyimleri çerçevesinde varl›¤› biçimlendiren, deneyimleriyle Tanr›’ya yönelen, kutsal› anlayan, anlamland›rabilen ve bilfiil varl›klarla iliflkisinde içkin olan Tanr› ve bütün bilfiil varl›klar› geçmifl, flimdi ve gelecek çerçevesinde aklî iradesiyle dönüfltürebilen bir canl› olarak tan›mlad›¤›n› söyleyebiliriz. Ayr›ca onun bu yaklafl›m› çerçevesinde, Whitehead’in Bat› felsefesi gelene¤i içinde farkl› bir insan anlay›fl› ve teoloji okumas› gerçeklefltirdi¤i de iddia edilebilir. Oturum soru-cevap fasl›n›n ard›ndan nihayete erdi. olarak kabul edilip Tanr›’n›n yeryüzündeki simgesi ve kefaret olma durumu ortadan kald›r›lm›fl hem de özgür iradesini kullanarak insana kendi deneyimleriyle iyi-kötü ve günah olan› infla etme imkân› sunulmufltur. Dolay›s›yla, sonuçta, ilk günah anlay›fl› sistemden ç›kar›larak, insan›n günahs›z bir flekilde var k›l›nd›¤› ve deneyimleriyle kendini gerçeklefltirdi¤i vurgulanm›flt›r. Whitehead felsefesi aç›s›ndan özgürlük ve bilinç konular›nda ise Ceran flunlar› söyledi: ‹nsan ancak toplum, do¤a ve Tanr›’yla olan iliflkisi ve deneyimleriyle kendi özgürlü¤ünü elde eder. Ona göre, do¤ufltan kimse özgür de¤ildir. Dolay›s›yla özgürlük, süreç içinde ve insan›n aklî iradesiyle kendi varl›¤› üzerine düflünebilmesiyle ortaya ç›kan bir “insan olma” durumu olarak tan›mlanabilir. Bu nedenle Whitehead’in iyiyi, kutsal›, güzeli, özgürlü¤ü dene- ‹slâmî ‹limler 11 yimleyebilen bir varl›k olarak insan üzerinde dur- Osmanl›’da Uleman›n Bürokratikleflmesi (1300-1600) du¤undan söz edilebilir. Ayr›ca cinsiyet ayr›m›, feminizm söylemi çerçeve- Abdurrahman Atç›l sinde konuyu de¤erlendiren Ceran, Whitehead felsefesinde bilfiil varl›¤›n yap›s› aç›s›ndan iliflkiselli¤in temel al›nmas›yla, cinsiyet ayr›m›na dayal› in- 17 Temmuz 2010 De¤erlendirme: H a l i s K a y a san anlay›fl›n›n elefltirildi¤ini ve sistemin d›fl›na itildi¤ini ifade etti. Kozmolojisi nedeniyle Whitehead’in bu yaklafl›m›n›n feminist felsefelere aç›k bir Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi ile Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i toplant›da Abdurrahman Atç›l, Chicago Üniversitesi’nde bitirmifl oldu¤u “The Formation of Ottoman Learning Class and Legal Scholarship 1300-1600” bafll›kl› doktora tezinin bir bölümünü “Osmanl› Ulemas›n›n Bürokratikleflmesi 1300-1600” bafll›¤› alt›nda sundu. kap› b›rakt›¤› iddialar›n›n ortaya at›ld›¤›n› belirten Ceran, özellikle 1980’den sonra feminist söylemlerde, tanr›-insan ve do¤a ba¤lant›s›nda kendilerini gerçeklefltirdikleri sürece kad›n-erkek ayr›m›n›n farkl› bir de¤erlendirmeye tâbi tutulamayaca¤›n› 43 savundu. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM Abdurrahman Atç›l, uleman›n tan›m›n› ve ayr› bir s›n›f olarak ortaya ç›k›fl›n›n tarihsel koflullar›n› ortaya koyduktan sonra siyasî meflruiyetin kayna¤› olan din konusunda otorite konumundaki ulema s›n›f›n›n, otonom bir yap› olarak ortaya ç›k›fl›n›n en önemli muhatab›n›n siyasî iktidar oldu¤unu vurgulad›. Atç›l, sunumunun girifl k›sm›nda, uleman›n tan›m›n› ve ayr› bir s›n›f olarak ortaya ç›k›fl›n›n tarihsel koflullar›n› ortaya koydu. Daha sonra, siyasî meflruiyetin kayna¤› olan din konusunda otorite konumundaki ulema s›n›f›n›n, otonom bir yap› olarak ortaya ç›k›fl›n›n en önemli muhatab›n›n siyasî iktidar oldu¤unu vurgulayan Atç›l, Mihne Hadisesi’nin iki taraf›n karfl› karfl›ya geldi¤i ilk vak›a oldu¤unu belirtti. Atç›l’a göre, ‹stanbul’un fethi daha önce Timurlula- Atç›l, sunumuna uleman›n otoritesini kuvvetlendiren geliflmelere de¤inerek devam etti. Medreselerin ortaya ç›k›fl›, uleman›n otonomisini sa¤layan vak›f imkânlar›na kavuflmas› aç›s›ndan önemli bir kurumsal geliflme iken; Mo¤ol istilas› da, siyasî meflruiyetin kayna¤› olarak dinin yerine soyu getirmesiyle bafllatt›¤› fleriat-yasa tart›flmas›nda, uleman›n tart›flman›n fleriat taraf›n› temsil etmesi nedeniyle otoritesini ön plana ç›karan bir geliflme olmufltur. luyla mîrî topra¤a dönüfltürülmesiydi. Al›nan bu Atç›l, çal›flmas›n›n merkezî kavramlar›ndan “bürokratikleflme”yi “varolan pozisyonlar›n hiyerarflik olarak bir düzene sokulmas› ve devlet hizmetinin geçici bir atama olarak de¤il, daha çok kariyer olarak alg›lanmas›” fleklinde tan›ml›yor. Osmanl›’dan önce ‹slâm ülkelerinde olmayan bu yap› Memlûklular taraf›ndan belli bir düzeyde hayata geçirilmeye çal›fl›ld›ysa da, fiam ulemas› gibi yerel uleman›n direnci nedeniyle baflar›l› olamam›flt›. muriyet makamlar›n›n ve atamalar›n kanuna ba¤- Osmanl› co¤rafyas›ndaki ulemadan, sadece Osmanl›’n›n merkezinde bulunan ya da merkezle iliflki içerisinde kalarak her daim merkezi temsil eden ulemay› “Osmanl› Ulemas›” diye tan›mlayan Atç›l, bunun d›fl›nda kalanlara örnek olarak da ‹bn Nuceym, Molla Fenârî, Seyyid fierif Cürcânî ve Cemâleddîn Aksarâyî gibi âlimleri veriyor. kavufltu¤unu ve sultanla iliflkilerin daha gayriflah- ra yenilen Osmanl›’n›n kendisine bak›fl›nda çok köklü bir de¤iflim meydana getirdi. ‹mparatorluk vizyonuyla siyasetine yön vermeye bafllayan Fatih, devlette merkeziyetçi bir sistem infla etmeye bafllad›. Ulema s›n›f› da bürokratikleflerek bu sistemdeki yerini alm›fl oldu. Merkeziyetçi yap›ya geçiflteki önemli ad›mlardan birisi de baz› vak›flar›n nesh yotür önlemlerle çeflitli güç odaklar› ve kaynaklar› kontrol alt›nda tutuluyordu. Merkeziyetçilik yönündeki en önemli ad›mlardan birinin de Fatih Kanunnamesi oldu¤unu belirten Atç›l, Kanunname’nin otantisesi tart›flmalar›na de¤inse de, kendisi aç›s›ndan önemli olan kanunnamenin üçüncü bölümündeki devlet memurlar›n›n hiyerarflisi ve atama kurallar› üzerinde durdu. Melanmas›, sistemde bir öngörülebilirlik oluflturdu¤u için hem sistem içindeki hem de sistem d›fl›ndaki ulemada bir beklenti oluflturmufl ve bu da merkez etraf›nda bir ba¤l›l›k ve taliplik halkas› meydana getirerek merkeze güç sa¤lam›flt›r. ‹kinci Bayezid ve Yavuz döneminde adalet ve kanuna yap›lan vurgunun artm›fl olmas›na dikkat çeken Atç›l, bu sayede uleman›n daha otonom bir statüye sî/resmî bir mahiyet kazand›¤›n› ifade etti. Buna delil olarak da, bu dönemde yap›lan atamalar›n kanuna uygun olarak yap›lm›fl olmas›n› gösterdi. Ayr›ca, bu dönemde ‹slâm topraklar›ndaki idarî istikrars›zl›klar ve Osmanl›’daki patronaj sistemi ule- 44 man›n Osmanl›’ya yönelmesine neden olmufltur. Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi MAM MAM ATÖLYE B i l i m v e S a n a t Va k f › M ed en iy e t A r a fl t › r m a l a r› Mer ke zi Z E Y D ‹ L ‹ K AT Ö LY E S ‹ 1 5 Ma y›s 201 0 C u m a r t e s i Kanuni döneminde en dikkat çekici geliflmenin bürokratik yap›n›n hem genifllemesi hem de geliflmesi oldu¤unu belirten Atç›l, bu geliflmeyle birlikte uleman›n tedris ve kaza alanlar›ndaki rollerinin daha da ön plana ç›kt›¤›n› belirtti. Bu genifllemede fethedilen Arap topraklar›n›n da etkisi olmufltu. Kazaî faaliyetler daha önceleri bahse konu olan bölgeden seçilen ve merkezden onaylanan yerel ulema taraf›ndan yürütülürken, art›k merkezden gönderilen ulema bu faaliyetleri üstlenmeye bafllad›. Aç›fl Oturumu (09:00-09:30) Aç›fl Konuflmas›: E y y ü p S a i d K a y a I. OTURUM (09:30 -10:50) Oturum Baflkan›: M e h m e t A l i B ü y ü k k a r a E r e n G ü n d ü z / “Zeyd b. Ali ve ‹slâm ‹limleri Tarihindeki Yeri” fl a r o ¤ l u / “Taberistan Zeydili¤i” H a s a n Ya fla Bunun d›fl›nda, Kanuni döneminde ortaya ç›kan yeni bürokratik tekniklerin do¤urdu¤u yeni uzmanl›klara da de¤inen Atç›l, uleman›n bu dönemde bürokratik ve malî ifllerin görüldü¤ü merkezlerden giderek uzaklaflt›r›ld›¤›n› aktard›. Bu bürokratik merkezler kendi uzmanlar›n› flakird-kalfa sistemi arac›l›¤›yla kendileri yetifltirmeye bafllad›lar. Bunun bir sonucu olarak ilmiyye kendi içinde daha fazla kurumsallaflm›flt›r. II. OTURUM (11:10-12:30) fl o ¤ l u Oturum Baflkan›: A l i H a k a n Ç a v u flo Yu s u f G ö k a l p / “Zeydili¤in Yemen’de Yay›l›fl› ve Kurumsallaflmas›” M e h m e t Ü n a l / “Zeydi Tefsirinin Karakteristikleri” III. OTURUM (13:30-14:50) Oturum Baflkan›: M u s t a f a S i n a n o ¤ l u M e h m e t Ü m i t / “Zeydiyye – Mutezile Etkileflimi ve Kas›m er-Ressî” R e s u l Ö z t ü r k / “Kas›m er-Ressî’nin Sistematik Kelâma ‹liflkin Görüflleri” Atç›l’a göre, “Osmanl› ulemas›” denen tip bütün unsurlar›yla (Osmanl› gibi giyinen, davranan, hisseden) bu dönemde ortaya ç›km›flt›r. Bunlar için kanuna ve gelene¤e itaat çok önemliydi. Bürokraside en üst makamlara ç›km›fl olanlar›n verebildi¤i ve terfi için gerekli olan “mülâzamet belgesi” uygulamas› sayesinde merkez, kültürünü yayma ve ideal tiplerini yetifltirme mekanizmas› oluflturmufltu. IV. OTURUM (15:10-16:30) Oturum Baflkan›: S a m i E r d e m K a d i r D e m i r c i / “Zeydiyye’nin Hadis Anlay›fl›” F a t i h Y ü c e l / “Zeydi Usûlünde Kaynak Anlay›fl›” Sunumunun sonunda Atç›l, bahsedilen bürokratikleflmeyi neden Osmanl›’n›n baflarabildi¤i sorusuna; “zira Osmanl› mevcut bir medrese sisteminin olmad›¤› Hristiyan topraklar›na do¤ru genifllemifl ve burada kendi sistemini infla edebilme olana¤› bulmufltur.” cevab›n› vererek sunumunu noktalad›. 45 De¤erlendirme Oturumu (16:30-17:30) 46 Mahrem-i temâflâ-y› cemâl eyleme yâ Rab Çeflm ü dil-i nâ-flâduma yârâ-y› nazar ver Âyînemi rû-pûfl eyleme yâ Rab ‹drâkimi muhtâc-› misâl eyleme yâ Rab Yeniflehirli Avnî K›t‘a MOLA Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM SAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› SAM K›rkambar Tez / Sohbet / Kitap KIRKAMBAR TEZ/SOHBET/K‹TAP Onalt›nc› Yüzy›la Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i Onalt›nc› Yüzy›la Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i Berat Aç›l 21 Nisan 2010 Nam›k Kemâl’in Edebiyat Elefltirisinde Modernlik ve Öznellik Fatih Altu¤ 5 May›s 2010 Münîrî’nin Manzum Siyer-i Nebî’si Reyhan Çorak 9 Haziran 2010 21 Nisan 2010 De¤erlendirme: Z e y n e p G ö k g ö z Metinler Aras› Ba¤lam›nda ‹hsan Oktay Romanlar›nda Kutsal Metinlerin ‹zleri Mehmet Sar› 16 Haziran 2010 Hâlihaz›rda ‹stanbul fiehir Üniversitesi Türk Dili ve ÖZEL ETK‹NL‹K Edebiyat› Bölümü’nde ö¤retim görevlisi olan Berat Belgesel Gösterimi: Bedr: Sinemada Bir Dolunay, Kani Karaca, Tuncel Kurtiz Berat Aç›l Aç›l, 2010 y›l› itibariyle Bo¤aziçi Üniversitesi’nde Mehmet Ery›lmaz 27 Mart 2010 tamamlad›¤› doktora tezini bizlerle paylaflt›. M‹MAR‹ DÜfiÜNCELER Doktora döneminde ald›¤› bir ders neticesinde ale- Türkiye Mimarl›¤›: Ça¤dafl Mimarimiz, Gelenek ve Tektonik Kültür: Betonarme Yap›n›n S›n›rlar› Yusuf Civelek 30 Nisan 2010 Türkiye Mimarl›¤›: Türkiye’de Koruma Kavram›n›n Geliflimi ve Otantiklik Ahmet Ersen 27 May›s 2010 goriyle ilgilenmeye bafllad›¤›n› söyleyen Aç›l, bu konu hakk›nda çal›flma iste¤i duymufl, tek bir eser üzerinden yap›lan incelemenin daha sa¤l›kl› olaca¤›n› düflünerek Muhyî’nin 16. yüzy›la ait Hüsn ü Dil adl› mensur eserini kendine konu olarak seçmifl ve OKUMA GRUPLARI Farsça olarak Fettâhî-i Niflâbûrî taraf›ndan yaz›lan Sanat Okumalar› eserle Osmanl› Türkçesi ile yaz›lan eserlerin (Lami‘î, Ahî, Keflfî ve Vâlî taraf›ndan yaz›lan eserlerin) ‹slam Esteti¤ine Girifl (Oliver Leaman, Küre Yay›nlar›, 2010) Sunum: Ayfle T. Demirkaynak / 11 May›s 2010, 6 Temmuz 2010 karfl›laflt›rmas›yla ifle bafllam›fl. Bunun için flah›s Çocuk Edebiyat› Okuma Grubu kadrosunun, olay ve durumlar›n, anlat› için hayati Melike Erdem Günyüz / Mart 2010- (‹ki haftada bir Sal›) öneme sahip âb-› hayât tan›mlar› ile mekân isimlerinin mukayesesine giriflmifl, böylece hem eserin ATÖLYELER zaman içinde geçirdi¤i de¤ifliklikleri, hem de bir- Hayal Perdesi Film Atölyesi I-II birlerinden ne flekilde etkilendiklerini ortaya ç›kar- Nisan m›fl. Daha sonra Muhyî’nin hayat› ve üslubu üze- Dersu Uzala / Akira Kurosawa, Japonya-S.S.C.B 1975 ‹zsürücü / Andrey Tarkovsky, S.S.B.C 1979 Ah Güzel ‹stanbul / At›f Y›lmaz, Türkiye 1966 rinde duran Aç›l, son bölümde araflt›rmas›n›n as›l amac› olan alegorik incelemeye yönelmifl; “alegori 47 nedir, hangi kavramlarla kar›flt›r›lmaktad›r, Bat› ve Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM May›s Paris, Texas / Wim Wenders, Bat› Almanya-Fransa-‹ngiltere 1984 Dekalog: Kadere Yan Bakmayacaks›n / Krzysztof Kieslowski, Polonya 1990 Kaybolan Güvercin Gerdanl›¤› / Nas›r Hamir, Tunus-Fransa 1991 Kiraz›n Tad› / Abbas Kiyarüstemi, ‹ran 1997 Do¤u edebiyat›nda nas›l ortaya ç›km›fl ve geliflmifl- Haziran May›s S›k›nt›s› / Nuri Bilge Ceylan, Türkiye 1999 Eve Yolculuk / Yimou Zhang, Çin 1999 Düz Hikâye / David Lynch, Fransa-ABD, ‹ngiltere 1999 Büyük Yolculuk / ‹smail Faruki, Fas-Fransa 2001 tir, Muhyî’nin eserinde alegorinin iflleyifli ne flekilde olmufltur?” gibi sorulara cevap arayarak tezini biçimlendirmifl. Akl’›n o¤lu, Beden fiehri’nin padiflah› Dil bir gün âb-› hayâttan bahsedildi¤ini duyar. Onu aramak Temmuz Karpuz Kabu¤undan Gemiler Yapmak / Ahmet Uluçay, Türkiye 2004 Sar› Köpe¤in Yuvas› / Byambasuren Davaa, Almanya 2005 Yumurta / Semih Kaplano¤lu, Türkiye 2007 Kar / Aida Begiç, Bosna-Hersek-Almanya-Fransa-‹ran 2008 için flehrin gözeticisi Nazar’› Do¤u’ya gönderir. Bu yolculuk s›ras›nda rastlad›klar›na âb-› hayât› soran Nazar bir gün Aflk’›n k›z› Hüsn’ün Dil’e âfl›k oldu¤unu ö¤renir. Dil de bu aflka karfl›l›ks›z kalmaz. Görünen anlam›n› bir aflk hikâyesi olarak özetleyebile- Senaryo Atölyesi II ce¤imiz eserin di¤er anlat›s› gönül ve güzellik ara- Gökhan Yorganc›gil / Mart 2010- (Her Cumartesi) s›ndaki iliflki üzerinden, yazar›n›n tasavvufî anlamda ak›ldan aflka yol alan, kendi yaflad›¤› seyr-i sülû- K›sa Film Atölyesi kunun bir özetidir sanki. “Sanki”nin alt›n› çizen Faysal Soysal / Temmuz 2009- (Her Cumartesi) Aç›l bu yorumunun, tasavvufî anlamda “ne ifade Türk Sinemas› Atölyesi ediyor olabilir”in bir denemesi olarak okunmas›n› ‹hsan Kabil / Nisan 2010 (‹ki haftada bir Sal›) ister. Bunun imkân›n› Muhyî’nin tasavvuf ehli olufluna ve Gülflenî tarikat›na mensubiyetine ba¤lar. Nisan Aysel, Batakl› Dam›n K›z› / Muhsin Ertu¤rul, 1934 Eserden belki bir Divan edebiyat› alegorisi de ç›kar- May›s t›labilecekken tezin iki anlam katman› üzerinden Hal›c› K›z / Muhsin Ertu¤rul, 1953 ‹stanbul’un Fethi / Ayd›n Arakon, 1950 da mümkün olabilir. Mesela Hüsn ü Aflk’›n bar›n- ilerlemesi tercih edilir. Yoksa daha baflka katmanlar d›rd›¤› yedi anlam katman› bilinmesi gereken Haziran önemli bir örnek olarak karfl›m›zda durmaktad›r. Kanun Nam›na / Ömer Lütfi Akad, Türkiye 1952 Düflman Yollar› Kesti / Osman F. Seden, 1959 Hatta Hüsn ü Aflk’a alegorinin alegorisi yak›flt›rmas› yap›l›r. Bu flekilde birden fazla anlat› metnin için- Temmuz de parça parça de¤il de bafltan sona devam eden bir K›r›k Plak / Osman F. Seden, 1959 Üç Arkadafl / Memduh Ün, 1958 nitelik arzederek birlikte yürürler. Bunun için yazar A¤ustos bir dil tutturur. Çünkü alegorilerde “bir fley söyle- Gecelerin Ötesi / Metin Erksan, 1960 nir, baflka bir fley kastedilir”. Tan›m›n› bu flekilde hem her kelimesini önemle seçer hem de müphem 48 ortaya koydu¤umuzda alegori ile yak›n anlaml›, ka- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Muhyî’nin 16. yüzy›la ait Hüsn ü Dil adl› mensur eserini inceleyen Berat Aç›l, benzer eserlerin flah›s kadrosunu, olaylar›n›, anlat› için hayati öneme sahip âb-› hayât tan›mlar› ile mekân isimlerini mukayese ederek, hem eserlerin zaman içinde geçirdi¤i de¤ifliklikleri hem de birbirlerinden ne flekilde etkilendiklerini ortaya ç›karm›fl. r›flt›r›lmas› mümkün baflka kavramlar hemen akla gelir: mecâz, istiâre, temsil, metafor, teflbih, sembol gibi. Hepsinde de bir anlam aktar›m› sözkonusudur. Fakat bunlar alegori gibi birden çok anlam katman›na sahip olmay›p birer söz sanat›d›r. Oysaki alegori bunlar› da içinde bar›nd›rabilen bir anlat›m tekni¤i, bir türdür. Zikredilen çok anlaml›l›k ve müphemiyetin d›fl›nda alegorik metinlerde rastlanan di¤er temel özellikler ise flunlard›r: • Kiflilefltirme (Teflhis) • ‹ç çat›flma (ki genelde erdem ve kötülük aras›nda cereyan eder) 1. fiah›slar Kadrosu: Canland›rma veya flekillendirme fleklinde ayr›l›r. Hüsn ü Dil’de yer alan flah›slar›n ço¤u canland›rmad›r; çünkü bu flah›slar›n ço¤u birer kavramdan mülhemdir. • Aray›fl (Bu genelde bir yolculuk olur) • Metinleraras›l›k (Modern anlamda de¤il de yazar›n ayn› metnin bir di¤er bölümüne ya da daha önceki metinlerine veya baflka metinle- 2. Ba¤l› eylemler serisi: Epizodik veya olay örgülü diye ayr›l›r. Hüsn ü Dil olay örgülü bir yap› sunar, çünkü neredeyse tüm olaylar âb-› hayât aray›fl› çerçevesinde sunulur. re gönderme yapmas› fleklinde) • Tenasüp (Bat›l› eserlerde olmayan bir özellik) • Zaman d›fl›l›k (Gene müphem b›rakma iste¤inin devam› olarak) 3. ‹flaret, emare ve yap›lar serisi: ‹flaret daha çok flah›slara yönelikken, emare ise olaylarla ilgilidir. Ama bu eser için bu uygulama pek oturmaz. Çünkü iflaret ve emare kullan›m›na pek fazla rastlanmaz. Yukar›da s›ralanan yap›sal unsurlara dayal› bir alegori tart›flmas›n› daha elveriflli bulan Aç›l, anlam›n anlam›n›n dahi mu¤lâkl›¤›na vurgu yaparak bu yönde inceleme yapmak yerine Williams’›n* iflletimsel yöntemini s›nar. Bunun için anlat›y› üç ana Tezine eserin transkripsiyonlu metnini ve t›pk›bas›m›n› da ilave eden Aç›l’a sunumunun sonunda yöneltilen ilk soru niçin alegorik bir anlat›ma ihtiyaç duyuldu¤u fleklindeydi. Dilin yetersizli¤i, tasavvuf sözkonusu oldu¤u için hâl dilinin gerektirdi¤i direkt anlatamazl›k, hatta yazar›n kendi müritleri için giz- bafll›kta inceler: 49 * Arnold Williams, “Medieval Allegory: An Operational Approach”, The Bulletin of the Midwest Modern Language Association 1 (1969): 77. Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM ma ilgiyi hak ediyor. Sanat Araflt›rmalar› Merkezi’ne doktora teziyle konuk olan ‹stanbul fiehir Üniversitesi ö¤retim üyesi Fatih Altu¤ bu türden saiklerle yola ç›km›fl. li anlamlar kullanmak iste¤i, belki siyasî bask› gibi nedenler neticesinde yazar bu yola baflvurmufl olabilir denildi. Özellikle 16. yüzy›l›n bu tür anlat›larda bereketli oldu¤unu, bu yüzy›l›n özellikle bu ba¤lamda incelenmesi gerekti¤ini aktaran Aç›l, dinleyenlerine yeni bir araflt›rma sahas›n›n kap›lar›n› aralayarak sunumunu nihayete erdirdi. Bugün Türkiye’nin renklerini oluflturan farkl› görüflteki insanlar›n s›kça baflvurdu¤u karizmatik bir ismin üzerinde çal›flmak iki sorumlulu¤u devralmak anlam›na geliyor Altu¤’a göre: ‹lkin, Nam›k Kemâl ve kufla¤›na neleri borçlu oldu¤umuz; ikincisi, bu sanc›l› dönemin fikir adamlar›ndan hangi zaaflar› devrald›¤›m›z sorular›n›n cevab›n› aramak. Nam›k Kemâl’in Edebiyat Elefltirisinde Modernlik ve Öznellik Altu¤’un, Nam›k Kemâl’in bugüne nas›l aktar›ld›¤›na dair tespiti flöyle: Yaflad›¤› devirde “öncü” konumundan dolay› fazlaca göklere ç›kar›l›yordu, bugün ise edebî de¤eri tart›flmal› eserleri sebebiyle hak etti¤inden daha de¤ersiz bir konuma itilmekte. Burada, kendisinin de tecrübe etti¤i gibi, araflt›rmac›lar›n içine düfltü¤ü, bugünü eskiden daha iyi, daha do¤ru sanma yan›lg›s›yla hesaplaflma f›rsat› da do¤uyor. Fatih Altu¤ 5 May›s 2010 De¤erlendirme: N e s l i h a n D e m i r c i Nam›k Kemâl’i nas›l bilirsiniz? ‹ster edebî, ister siyasî kiflili¤iyle, Türk edebiyat›nda Bat›l›laflma hikâyesinin izini sürerken u¤ramadan geçemeyece¤imiz duraklardan biridir. Tanzimat Devrinde Bat›’ya aç›lan edebiyatç›lar›n hedeflerinden biri, Divan fliirinin içine düfltü¤ü bofllu¤u f›rsat bilerek eskiye kap›y› bir daha açmamak üzere kapamakt›. Eski fliire ilk darbeyi vuran ise hürriyet, vatan, millet romantizmini bafllatan Nam›k Kemâl’di (1840-1888). Nam›k Kemâl’in elefltiri dili de edebî dilinden farkl› de¤il; öznel, duygusal, öfke ve heyecan dolu. Gençlik y›llar›ndan itibaren yazd›¤›, çok say›daki elefltiri metinlerinde savafl terminolojisini kullan›yor, eserleri acizlik veya iktidar kavramlar›yla de¤erlendiriyor. Bilhassa sadme yaflad›¤› devrin edebiyat deneyimini anlat›rken Nam›k Kemâl’in baflvurdu¤u karakteristik kavramlardan biri; vurma, çarpma, darbe gibi anlamlara geliyor. Bat›l› marifet günefli bu topraklara ulafl›rken bunun “sadme”sine maruz kalan en bariz alan edebiyatt›. Her fley yerli yerindeyken bir darbeyle, sars›nt›yla yerle bir oldu; tam bir altüst olma hâli yafland›. Bundan sonra hiçbir fley eskisi gibi olmayacakt›. Eski türler ifllevini 50 Tanzimat Devrinin –genelde içerik aç›s›ndan da olsa yenilikçili¤in– öncülerinden olan Nam›k Kemâl’in edebî kiflili¤i üzerine yap›lan akademik çal›flmalar tatmin edicilikten uzak ne yaz›k ki. Eserlerinin ciddi bir k›sm›n›n hâlâ Latin harfleriyle bas›lmad›¤›n›, yani gün›fl›¤›na ç›kmad›¤›n› düflünürsek, Nam›k Kemâl’in elefltirilerine odaklanan bir çal›fl- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Fatih Altu¤’un, Nam›k Kemâl’in bugüne nas›l aktar›ld›¤›na dair tespiti flöyle: Yaflad›¤› devirde “öncü” konumundan dolay› fazlaca göklere ç›kar›l›yordu, bugün ise edebî de¤eri tart›flmal› eserleri sebebiyle hak etti¤inden daha de¤ersiz bir konuma itilmekte. katinde bulunan bat›l yönünü temizlemek, onu kendi hakikatine döndürmek anlam›ndad›r. kaybetti, yeni türler ithal edildi; bu ikisinin bir araya gelmesinden melez türler do¤du. Tanzimat’›n ilk nesline mensup her ayd›n›n›n darbe sonras› takip edilecek yol haritas›na yönelik önerdi¤i çözüm yollar› dikkate de¤erdir. Altu¤, Nam›k Kemâl’in önerisini Frans›z felsefeci Alain Badiou’nün özne kavram›yla ortaya koydu¤u teze benzetiyor. Buna göre “özne olman›n imkân›, o toplumdaki sars›nt›lar›n fark›na varmak ve o olaylar›n açt›¤› imkânlarla özdeflleflmek yoluyla gerçekleflir.” Nam›k Kemâl de Bat›l› edebiyat anlay›fl›n›n yol açt›¤› travma sonras›nda do¤an imkânlara sahiplenme çabas›nda bir özne olarak yeni bir edebiyat kurmaya çal›flmaktad›r. Türkçedeki edebiyat kavram›n› da, bugünkü ba¤lam›yla ilk kez kullanan Nam›k Kemâl’e borçluyuz. Kavram 17. yüzy›l metinlerinde farkl› bir anlamda geçer; ama bütün türleri ayn› flemsiye alt›nda toplayan estetik bir kategori olarak kullan›lmas› Bat›’dan iki yüzy›l kadar sonraya denk düflüyor. Nam›k Kemâl’in bak›fl›na göre edebiyat evrenseldi ve ak›l-hakikat-tabiat esas›na göre kurulmufltu; Hint’ten Yunan’a, oradan da Araplara geçerek evrenselli¤ini sürdürdü. Zamanla bu medeniyetler evrenselliklerini kaybettiler, Bat› da bu de¤eri ald› ve kendinin k›ld›. Di¤er bir deyiflle biz Bat›’dan bünyemize yabanc› bir unsuru de¤il, zaten bizim olan› geri al›yoruz. ‹ntibah’›n mukaddimesinde hakikat ile hikâyeyi karfl›laflt›r›rken, hakikati ç›plak bir genç k›za, hikâyeyi ise güzel giyinmifl koca kar›ya benzetiyor. ‹lki do¤all›¤› sebebiyle çirkin gelirken, di¤eri allan›p pullanm›fl bir çirkinliktir. Kad›n-elbise-örtünme metaforlar›na s›kça baflvuran Nam›k Kemâl’in gözünden bak›nca edebiyat eyleminin temelinde de yer alan budur asl›nda; ç›plak gerçekten hofllan›lmaz, sahtenin göz boyay›c›l›¤›na aldan›l›r. Fatih Altu¤, Nam›k Kemâl’in Fars edebiyat› ve Divan fliirinden, güzel giydirilmifl bir ceset metaforuyla veya pisli¤in kayna¤› olarak bahsetmesinin Julia Kristeva’n›n “zillet” kelimesiyle karfl›layabilece¤imiz abject kavram›yla örtüfltü¤ünü dile getiriyor. Kristeva’ya göre her insan yüce ve süfli de¤erlerle yarat›l›r ama özneye dönüflmesi, süfli taraf›n› yok saymas›yla mümkün olur. Tanzimat ayd›n›n›n yeni bir edebiyat üretme sanc›s› bu çabayla benzefliyor. Bat› etkisindeki edebiyat›n ilk elefltiri metni olma özelli¤ini tafl›yan, 1866’da Tasvir-i Efkâr’da “Lisan-› Osmaniyenin Edebiyat› Hakk›nda Baz› Mülâhâzat› fiâmildir” bafll›¤›yla yay›nlanan makalesinde Nam›k Kemâl, edebiyat›n fonksiyonlar›n›, iktidarla iliflkisini ele al›rken k›y›c› bir dille “sadme öncesi” edebiyat›m›z› hiçlefltiriyor. Eski, ileri-geri kavramlar› üzerinden elefltiriliyor, çocuksu olmakla suçlan›yor. Altu¤, Nam›k Kemâl’in eskiye dair bir boflluk üreterek kendi projesine yer açt›¤›n› söylüyor, flairin çözüm önerisi ise edebiyat›n ›slah›ndan yanad›r. Kritik kavram›n› karfl›lamak için “tenkit” ve “muâheze” kelimelerini öneriyor, tercihini ikincisinden yana koyuyor. Buna göre tenkit, nesneler aras›nda hakiki ve sahteyi ay›rmaya yarar; muâheze ise bir fleyin kendi haki- 51 Devrinin ço¤u ayd›n› gibi Nam›k Kemâl de bir ikilemin içindeydi. Sade yazmak isterken babas›na yazd›¤› mektupta bile sanat yapmaktan kurtulamamaktan yak›n›yordu. Altu¤’un alt›n› çizdi¤i gibi, hararetli tart›flmalar›nda fliddetle elefltirdikleri, kendinde bar›nd›rd›¤› e¤ilimlerdi bir yandan da. Beflir Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM 16. yüzy›l bafllar›nda yaflanan “mahallileflme cereyan›”ndan bahseden Reyhan Çorak, Dîvân fliirine Türkçeyi de ihmal etmeden atasözlerinin, deyimlerin, günlük hayata dair birtak›m unsurlar›n dâhil olmaya bafllad›¤›n›, Münîrî’nin de bu cereyan›n içinde oldu¤unu ifade etti. Fuat gibi kendisinden daha radikal kalemler ortaya ç›k›nca, Nam›k Kemâl’i eski fliir ve Fars edebiyat›na karfl› daha insafl›, fikirlerinde daha itidalli bir konumda görüyoruz. Münîrî’nin Manzum Siyer-i Nebî’si Reyhan Çorak 9 Haziran 2010 De¤erlendirme: B e r r a K e p e k ç i siyerler; manzum siyerler ve mensur siyerler fleklin- Reyhan Çorak, Marmara Üniversitesi Türkiyat de iki k›sma ayr›larak incelenmektedir. Araflt›rmalar› Enstitüsü’nde tamamlad›¤› “Münî- Çorak, tezinin birinci bölümünde flairin hayat›, do¤- rî’nin (öl.1521?) Manzum Siyer-i Nebî’si (‹nceleme- du¤u yer ve y›l, ad›, mahlas›, ailesi, mesle¤i, eserleri Metin)” bafll›kl› doktora tezini sundu. ve yaflad›¤› dönem ile ilgili araflt›rmalar yapt›¤›n› Yedi cilt ve otuz üç bin beyitten oluflan Siyer-i Nebî ifade ederek flu bilgileri verdi: fiair Amasyal›’d›r, adl› eserin, iki hoca gözetiminde dört ö¤renci ara- ölüm tarihi 1521?, yaflad›¤› dönem II. Bâyezid devri- s›nda paylafl›ld›¤›n› ifade eden Reyhan Çorak, 2. ve dir ve o devirde Amasya’da II. Bâyezid’in o¤lu fieh- 3. ciltlerini çal›flt›¤›n› ve bu nedenle tespitlerinin de zade Ahmed bulunmaktad›r. Münîrî, fiehzade Ah- sadece bu iki cildi kapsad›¤›n› belirtti. med’in nedimlerindendir. Tezkirelerde flairin ad› Manzum Siyer-i Nebî’nin konusu Hz. Peygamber’in Münîr, Münîrî, Münîrî ‹brahim Çelebi ya da Meh- hayat› oldu¤u için tezin girifl bölümünde “siyer” ke- med Çelebi fleklinde geçmektedir. Münîrî’nin flairli- limesinin mânâs›, bir ilim olarak “siyer”in do¤uflu, ¤inden ziyade çok nazik, kibar ve zarafet sahibi bir klasik Türk edebiyat›nda bir tür olarak önemi ve ye- devlet adam› olmas› ön plana ç›kmaktad›r. fiairli¤i ri, manzum ve mensur siyerler, Türk edebiyat›nda ikinci planda olmas›na ra¤men siyeri otuz üç bin beyitten oluflmaktad›r. Dîvân adl› eserinde Münîrî, Ali lid, miraçnâme, hicretnâme, mucizât-› Nebî, hilye ve Ferah isminde iki çocu¤undan, Mihr-i Müflteri gibi di¤er türler hakk›nda bilgi verilmektedir. Bun- ad›nda uzunca mesnevîsinde de kendisinin sipahî larla birlikte Türk edebiyat›nda yaz›lm›fl müstakil oldu¤undan ve hat meflk etti¤inden bahseder. Ölü- 52 Hz. Peygamber’i konu alan esma-i nebî, naat, mev- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM mü ile ilgili sadece Evliya Çelebi’nin Seyâhatnâmesi’nde Amasya’da öldü¤üne dair bir kay›t bulunmaktad›r. Siyer-i Nebî’den baflka Mihr-i Müflteri ad›nda mesnevîsi, Türkçe Dîvân›, Farsça Dîvân› ve Tezkiretü’l-Vefâyî, Risâle, Münfleât Mecmûas› adl› üç küçük eseri tespit edilmektedir. Tamamen teknik bir bölüm olan ve bibliyografya Amasya’y› da ele alan Çorak, o dönemde Amasya’n›n flehzade sanca¤› olmas› nedeniyle Münîrî’nin medeniyet ve kültür aç›s›ndan çok canl› bir flehirde yetiflti¤ini ve yaflad›¤›n› ortaya koydu. kripsiyonlu hâlini verdi¤ini söyleyerek flu bilgileri 16. yüzy›l bafllar›nda yaflanan edebî bir geliflmeden bahisle Çorak, ‹ran edebiyat› ürünü olan Dîvân fliirine Türkçeyi de ihmal etmeden atasözlerinin, deyimlerin, günlük hayata dair birtak›m unsurlar›n dâhil olmaya bafllad›¤›n›, buna da Fuat Köprülü’nün “mahallileflme cereyan›” dedi¤ini ve Münîrî’nin de bu cereyan›n içinde oldu¤unu ifade etti. Dolay›s›yla Siyer-i Nebî, 15. ve 16. yüzy›l geçifl dönemi Türkçesi özelliklerini göstermektedir. çim yaparak bir sözlük oluflturuldu. Kafiyesi cinas ile biten üçüncü bölümde Çorak, yazma nüshan›n tan›t›m›n› yaparak metnin transkripsiyonu esnas›nda nelere dikkat etti¤ini, Arapça, Türkçe ve Farsça eklerin ve terkiplerin nas›l yaz›ld›¤›n› anlatt›. Reyhan Çorak, dördüncü bölümde metnin transpaylaflt›: Beyitlerin her birine numara konuldu. 15. yüzy›l sonu 16. yüzy›l bafl› aras›ndaki Türkçe dil özelliklerini gösteren arkaik kelimelerden birer sesistemi üzerine kurulan metinden bir tür “Cinas Sözlü¤ü” denemesi yap›ld›. Münîrî’nin Siyer-i Nebî’si Türk edebiyat›n›n bilinen en uzun manzum siyerdir. Tezin ikinci bölümünde eserin yaz›l›fl sebebinin, flekil flartlar›n›n, dil-üslup özelliklerinin, edebî sanatlarla ilgili birtak›m hususiyetlerinin incelendi¤i, siyer olmas› hasebiyle eserde âyet ve hadislerin mevcut oldu¤u, deyim, atasözleri, sosyal hayata ait birtak›m özelliklerin ele al›nd›¤› ve sekiz bin beytin genifl özetiyle tamamland›¤› dile getirildi. Metinler Aras› Ba¤lam›nda ‹hsan Oktay Romanlar›nda Kutsal Metinlerin ‹zleri Mehmet Sar› Eski Anadolu Türkçesi döneminde, 15. yüzy›l sonu ve 16. yüzy›l bafl›nda yaz›lm›fl ve istinsah hatt›yla tek nüsha olan Siyer-i Nebî’nin mesnevî naz›m fleklinde yaz›ld›¤›, kafiye sisteminde cinas›n kullan›ld›¤› ve tahkiye, nasihatnâme, sanatkârane ve mükâleme fleklindeki dört farkl› üslupla kaleme al›nd›¤› örneklerle anlat›ld›. 16 Haziran 2010 De¤erlendirme: E l i f S e z e r Mehmet Sar›, edebiyat elefltirisinin önemli tart›flmalar›ndan biri olan “kurmaca-kutsal metin” tar- 53 t›flmas›n› ‹stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Post-modern roman›n özelliklerinden bahseden Mehmet Sar›, ‹hsan Oktay Anar’›n kutsal metinlerden (Kur’an, Tevrat, ‹ncil) farkl› metinleraras› yöntemlerle ald›¤› k›ssalar› “tarihsel üstkurmaca” diyebilece¤imiz flekilde romanlar›na nas›l ustal›kla yerlefltirdi¤ini anlatt›. titüsü’nde haz›rlad›¤› “Metinler Aras› Ba¤lam›nda ‹hsan Oktay Romanlar›nda Kutsal Metinlerin ‹zleri” bafll›¤›n› tafl›yan tezinin etraf›nda ele alarak kurmaca metin ile kutsal metin aras›ndaki iliflkiye ve s›n›ra de¤indi. Sunumuna, genel çerçevede post-modern roman›n özelliklerini anlatarak bafllayan; üstkurmacan›n, yazar›n okurla oynad›¤› alan ve Mihail Bakhtin’in kulland›¤› anlamda bir “ço¤ul söylem” alan› oldu¤unu ifade eden Sar›, baflta Julia Kristeva olmak üzere birçok edebiyat elefltirmeninin metni, baflka metinlerin kesiflim alan› olarak belirledi¤ini söyledi. Sar›, böylece bunun bizi post-modern kurmacan›n üstkurmaca, ço¤ul ses gibi özelliklerinin yan›nda “metinleraras›l›k” özelli¤ine götürdü¤ünü belirtti. kilde romanlar›na nas›l ustal›kla yerlefltirdi¤ini an- Mehmet Sar›, bu noktada bir parantez açarak bizim latt› ve al›nt›lar yaparak bol bol örnek verdi. Mesela gelene¤imizde bir metinde di¤er metinlerin kulla- Amat kitab› bafltan sona Nuh k›ssas› üzerine kurul- n›m›na nas›l bak›ld›¤›na de¤indi. Sar›, fieyh Ga- mufltur. Kitapta geçen “sakar” güvertesi, Kur’ân-› lip’in meflhur “Çald›ysam mîrî mal› çald›m” deyi- Kerîm’de geçen cehennemin yedi kat›ndan birisidir ve kitapta ayete gönderme yap›lm›flt›r. Suskunlar kitab›n›n karakteri Zahir, birçok göndermeyle bir- ma), telmih (kutsal metinlerde geçen bir k›ssay› ha- likte Hz. ‹sa’y› hat›rlat›r. Hz. ‹sa’n›n meflhur “Tan- t›rlatma), nazire (baflka bir yazar›n-flairin metnini r›m! Tanr›m! Beni neden terk ettin?” sözü Zahir’in üslup fark›yla yeniden yazma) gibi özellikleri ifade a¤z›ndan “Ah be babal›k niye çamura yatt›n?” flek- etti. Sar›, “Gökkubbe alt›nda söylenmemifl hiçbir linde duyulur. Hz. ‹sa’n›n son akflam yeme¤i Za- fley yoktur” sözüyle anlat›lmaya çal›fl›lan olgunun, hir’in son iftar yeme¤ine ilham olacakt›r. Mehmet modern hatta post-modern dönemde (1950’lerden Sar›, roman okurken bu tür göndermeleri daha iyi sonra) “metinleraras›l›k” ad›n› ald›¤›n› söyledi. anlamak için Y›ld›z Ecevit’in Türk Roman›nda Post- Sunumun ikinci ve as›l bölümünde Mehmet Sar›, modernist Aç›l›mlar kitab›n› önerdi. ‹hsan Oktay Anar’›n kutsal metinlerden (Kur’an, Sorular bölümünde tart›flma kutsal metne yap›lan Tevrat, ‹ncil) farkl› metinleraras› yöntemlerle ald›¤› göndermelerin s›n›r› ne olmal›d›r sorusu etraf›nda k›ssalar› “tarihsel üstkurmaca” diyebilece¤imiz fle- flekillendi. Kurmaca metinle kutsal metin hangi 54 flinden hareketle, Osmanl›-Türk edebiyat›ndaki iktibas (kutsal metinlerden ve hadislerden al›nt› yap- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM noktaya kadar kesiflebilir, bu tür bir metinleraras›l›k alanda bu durum oran kavram›yla ve dolay›s›yla kutsal metnin kutsall›¤›na zarar verir mi, dinî de¤er estetikle alakal›. Geçmiflte fiziksel ve yap›sal çevre- ve imajlar›n baflka amaçlarla kullan›lmas› sözkonu- nin özellikleri kan›ksanm›fl hâldeyken günümüzde su mudur gibi tart›flmalarla sunum sona erdi. art›k bizler için birer güzellik nesnesi olmaya bafllad›lar. Civelek, oran meselesini çelikten de sonra ortaya ç›km›fl en son tektonik kültür olma özelli¤ine sahip betonarmeye ve betonarmeleflme sürecine ba¤l›yor. SAM Mimari Düflünceler Tarihsel sürece flöyle bir göz gezdirecek olursak; 19. yüzy›l ortalar›nda Alman mimarl›k düflüncesinden Türkiye Mimarl›¤› Ça¤dafl Mimarimiz, Gelenek ve Tektonik Kültür: Betonarme Yap›n›n S›n›rlar› kaynaklanan bir söylem tektonik kültür. Meâlen bir fleyleri ba¤lamak, üst üste koymak denilebilir k›saca. Genel olarak ikiye ayr›l›yor: Birincisi y›¤ma üzerine kurulan bir sistem; toprak, tafl, kerpiç ve tu¤la vs. ‹kincisiyse çatk›c›l›k üzerine, ahflap ve son dö- Yusuf Civelek nemlerde de çelik kullan›l›yor. Bu iki unsurun her toplumda oluflturdu¤u geleneksel tektonik kültür yap›s›na de¤inen Civelek, bizde görülen ba¤dadî 30 Nisan 2010 De¤erlendirme: K ü b r a T u r a n g i l duvarlar, ahflap evler, karma teknolojiler gibi unsurlar›n her birinin yap›y› meydana getiren bilgi bi- Günümüzde birço¤umuz için apartman hayat› rikimi ve kültürle ba¤lant›s›na, k›sacas› bir co¤raf- pek de cazip bir fley de¤il. Özellikle nüfusu yo¤un yaya nas›l yerleflece¤inizle ilgili oldu¤una vurgu ya- kentlerde eskiden oldu¤u gibi müstakil tip konut- p›yor. Türkiye’nin bu konuda çok zengin oldu¤unu, lar daha yaflan›las› bulunuyor art›k, bir eskiye yö- do¤usundan bat›s›na fark› uygulamalar görmenin nelifl sözkonusu. Eski evlerimiz çok güzel; yenileri imkân›n› anlatan Civelek, tektonik kültür ile do¤ru- çirkin, ama neden? Eskiden bugünkü teknolojiye dan kültürün birbiriyle alakal› oldu¤unu düflünü- göre daha basit flekilde infla edilen yap›lar günü- yor. Betonarme yap›n›n kendi ilkelerini ortaya koy- müzdekilere nazaran neden daha göze hitap eder mas›ndan sonra yap›sal çevreyi alg›lay›fl tarz›m›z›n bulunuyor? Sunumunda bu ve benzeri birkaç soru da de¤iflti¤ini söyleyen Civelek, Frans›zca “güçlendirilmifl beton” anlam›na gelen betonarmenin do- tesi ö¤retim görevlisi Dr. Yusuf Civelek günümüz- ¤ufl hikâyesini de flöyle anlat›yor: 19. yüzy›lda yafla- de s›n›rlar› aflman›n daha kolay oldu¤u bir dünya- nan krizle yani Avrupa’da klasik düflüncenin çök- da yaflad›¤›m›za vurgu yap›yor. Özellikle mimarî meye bafllamas›yla beraber devrin mimarlar› bun- 55 ile yola ç›kan Uluda¤ Üniversitesi Mimarl›k Fakül- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Türkiye’nin s›kl›kla yüz yüze geldi¤i deprem gerçe¤inin bir getirisi olarak çeli¤e yöneliflin oldu¤unu dile getiren Yusuf Civelek, tektonik kültür düflüncesini Türk mimarlar› aras›nda ve Türk toplumu içerisinde yayg›nlaflt›rma ve mimariyi bir de bu yönde alg›lamalar›n› sa¤lama gayretinin önemine de¤indi. dan böyle yap›lar› hangi üslûpta infla edece¤iz diye düflünür olmufl. O esnada çok farkl› düflünceler ortaya konulmufl. Kimi neoklasizmden yana, kimisi neogotik, kimiyse eklektikten yana olmufl ve akabinde materyalizm ortaya ç›km›fl. Tüm bu geliflmeler yaflan›rken Alman Karl Böttcher yaflad›¤› dönemde art›k tafl›n kullan›labilirli¤inin bitti¤i, taflla yap›labilecek bir fley kalmad›¤› ve gelecek dönemde yeni bir malzeme olmadan yeni bir mimarî üslûbun yakalanamayaca¤› tezini savunmufl. O dönemde Fransa ve ‹ngiltere’de demir kullan›larak yap›lm›fl önemli yap›lar mevcut. Crystal Palace’›n 1851 y›l›nda Joseph Paxton taraf›ndan çelik ve metal malzeme kullan›larak Londra’da infla edilmesi Avrupa’da büyük yank› uyand›r›yor örne¤in ve Böttcher de bu durumu mimarinin gelece¤i olarak de¤erlendiriyor. fiüphesiz ki Böttcher bu konuda yan›lm›yordu. 20. yüzy›lda çelik önemli bir mimarî malzeme; bugün dahi pek çok geliflmifl ülke betonarmeden ziyade çeli¤i tercih ediyor. Ancak ilginçtir ki modernizm ak›m›n› ortaya ç›karan unsur çelik de¤il de betonarme oluyor. ‹lerleyen dönemde Le Corbusier betonarmeyle ilgili befl ilke öne sürüyor: (i) Birincisi serbest plan yani kolonlardan ba¤›ms›z bir bölme sistemi düflünebilmenin rahatl›¤›. (ii) ‹kincisi serbest cephe, d›fl duvarlar›n yap›y› tafl›ma ifllevi olmad›¤›na göre pencereleri istedi¤imiz flekilde konumland›rabilme serbestisi ve buna ba¤l› olarak (iii) üçüncü ilke yatay bant pencere ilkesi, cephe serbest konumda oldu¤una göre pencereyi de bant fleklinde yapabilme kolayl›¤› sunuyor. (iv) Dördüncüsü yükseltilmifl zemindir; zira Corbusier’e göre tüm kötülükler yerden gelmektedir. Haflereler, rutubet ve sair etkenlerden dolay› ki o y›llar- da, 1920-1930’larda modernistler için hijyen oldukça önemli bir konu. O hâlde zemini yerden yükseltti¤imiz takdirde binan›n alt k›sm›n› da rahatl›kla kullanabiliriz. (v) Beflinci ve son ilke çat› bahçesi, pitoresk bir görüntü verdi¤i için yerde kaybedilen bahçeyi çat›da kullanabiliriz. Bu bir k›r›lma noktas› çünkü art›k geleneksel tektoni¤i devam ettirmeme yönünde önemli bir ilk ad›m. 56 Avrupa’da süreç böyle ifllerken Türkiye’deki betonarmeleflme sürecine bakacak olursak, 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda Türk konut tipinin yang›nlara karfl› dayan›ks›z olmas› ve hijyenik aç›dan kullan›fls›zl›¤›na vurgu yap›ld›¤›n› görürüz. 1865 y›l›nda ‹stanbul’da meydana gelen Hocapafla Yang›n› akabinde bütün bir mahalle kârgir olarak yeniden infla ediliyor ve 1866 y›l›nda o bölgede ahflap inflaat yap›m› yasaklan›yor. Birinci Ulusal Mimarl›k ak›m›n›n önde gelen isimlerinden Mimar Kemaleddin Bey’in geleneksel tektonik kültürü modernize etme çaba- Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM s›yla 1922 y›l›nda ‹stanbul’da infla etti¤i Harikzedegân (Tayyare) apartmanlar› ise ilk betonarme yap› örnekleridir. 1927 y›l›ndan itibaren tamam›yla modern mimariye geçiflle beraber geleneksel tektonik kültür de Türkiye’de art›k terkedilmifl oluyor. 1930’lu y›llar›n modernizm anlay›fl›yla beraber Birinci Milli Mimari Dönemine ulaflt›¤›m›zda Kemaleddin Bey ve Vedat Tek zaman›nda kullan›lan kubbeler ve kemerler dinî kültürü ifade eden formlar olarak kabul edilip cami mimarisi olarak ayr› tutuluyor. Bu noktada Sedad Hakk› Eldem’in “Türk evi” Türk modernleflme ideolojisinde çok önemli bir yer tutuyor ve Türk’e has, ‹slâm’la ilgisi olmayan, seküler yap›lar olarak benimseniyor. bu imitative kolayc›l›¤›n›n di¤er tektonik kültürle- 1940’lara gelindi¤inde modernizmin özellikle Almanya’da bask› alt›na girmesiyle beraber Türk modernleflmesinde melezleflme ihtimali do¤uyor ve bu yönde geçmiflteki ba¤lar›ndan tamam›yla kopart›l›p bir imge, bir estetik nesne olarak modernlefltiriliyor, betonarmelefltiriliyor. Betonarmenin kolay evrilebilen yap›s›, taklit gücü ve taflla, ahflapla uygulayabildi¤iniz hemen her formu alabilme yetene¤i sayesinde kolayca tercih edilen bir yap›ya dönüflüyor. Betonarme dedi¤imiz öyle bir yap› eleman› ki ister temel yap› malzemelerini, ister sembolik biçimleri, isterseniz de tipolojik elemanlar›n her birini betonarmeyle gerçeklefltirebilmek mümkün ve bu noktada akla tak›lan soru flu: Bu denli basit, ö¤retilmesi ve infla edilmesi kolay bir malzeme elimizde olmasa idi daha baflka bir tektonik kültür gelifltirip buna daha uyumlu bir çevre oluflturabilir miydik? Zira ahflab›n, kârgirin hatta çeli¤in bile ülkemizde ve geliflmekte olan birçok ülkede tam mânâs›yla geliflemeden kald›¤› âflikar. Betonarmenin de flekillerin d›fl›nda baflka bir perspektiften mima- rin zarar›na iflledi¤i söylenebilir. Geleneksel tektonik kültürde çok farkl› ustal›k alanlar› vard› ve insanlar o kültürün içerisinde usta-ç›rak iliflkisi içerisinde yetifliyorlard›. Betonarmede ise böyle bir zanaat sözkonusu de¤il; çok k›sa sürede ö¤renebilinir bir sisteme sahip betonarme. Konuflmas›n› bitirirken Türkiye’nin s›kl›kla yüz yüze geldi¤i deprem gerçe¤inin bir getirisi olarak çeli¤e yöneliflin sözkonusu oldu¤unu dile getiren Civelek, tektonik kültür düflüncesini Türk mimarlar› aras›nda ve Türk toplumu içerisinde yayg›nlaflt›rmaya ve mimariyi bir de bu yönde alg›lamalar›n› sa¤lama gayretinin önemine de¤indi. Civelek, ancak o sayeriyi görmenin mümkün olabilece¤ine dair inanc›n› ifade ederek sunumunu nihayete erdirdi. Türkiye Mimarl›¤› Türkiye’de Koruma Kavram›n›n Geliflimi ve Otantiklik Ahmet Ersen 27 May›s 2010 De¤erlendirme: F e y z a K ö s e ‹stanbul Teknik Üniversitesi Mimarl›k Fakültesi Restorasyon Bölümü hocalar›ndan Prof. Dr. Ahmet 57 Ersen, koruma ve restorasyonun ortaya ç›k›fl›n› ve Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM Mimarî Düflünceler program›n›n son konu¤u Ahmet Ersen, koruma ve restorasyonun ortaya ç›k›fl›n› ve bilimsel bir disiplin olarak geliflim sürecini, Türkiye’de tart›flmal› bir alan olan koruma alan›ndaki tecrübeleri üzerinden de¤erlendirdi. bilimsel bir disiplin olarak geliflim sürecini, Türkiye’de tart›flmal› bir alan olan koruma alan›ndaki tecrübeleri üzerinden de¤erlendirdi. Ahmet Ersen konuflmas›nda öncelikle otantiklik kavram›n›n ve bu kavram›n mimarî korumada nas›l bir anlam tafl›d›¤›n›n üzerinde durdu. Ard›ndan koruma düflüncesinin 19. yüzy›l Avrupa’s›nda nas›l ortaya ç›k›p geliflti¤ini, hangi süreçlerle olgunlafl›p bilimsel koruma disiplinine ulaflt›¤›n› ve Türkiye’de nas›l yer buldu¤unu, tarihî çevre üzerinde nas›l bir etkiye sahip oldu¤unu 1869-1996 y›llar› aras›ndaki dönem aral›¤›nda de¤erlendirdi. Günümüz koruma disiplininde temel anlay›fl›n otanti¤i koruma oldu¤unu vurgulayan Ersen otanti¤in kelime anlam›n› gerçek, dürüst; sahte, ikinci üretim yahut replika olmayan fleklinde aç›klad›. Otantiklik kavram›n›n mimarî korumadaki uygulamalara yans›mas›n›n 1960’lardan sonra bafllad›¤›n› ve 1990’larda belli bir noktaya geldi¤ini aktard›. Otantikli¤in korunmas›n›, bir fleyin, tafl›d›¤› de¤erin arkas›ndaki soyut kültürle birlikte, yani inançlar› ve felsefesiyle bütün olarak korunmas› fleklinde aç›klayan Ersen, tafl›n›r objelerde otantikli¤in çok net olmas›na karfl›n, mimaride daha belirsiz oldu¤unu vurgulad›. Yap›lar›n zaman içinde ifllev de¤iflikli¤ine u¤rayabilece¤ini ve çeflitli tamirler geçirebilece¤ini, bu aç›dan yap›lar›n geçirdi¤i çeflitli evrelerin de tarihsel otantiklik kavram›n›n bir parças› olarak orijinal kabul edildi¤ini aç›klad›. flen süreçler oldu¤unu aç›klad›. Bu ba¤lamda, restorasyon düflüncesinin ortaya ç›k›fl›ndaki di¤er önemli faktörler flunlard›r: Sanayi Devrimi ile yeni yap› malzemeleri ve yap› tiplerinin ortaya ç›k›fl›; kentlerdeki nüfus art›fl›yla yeni konut tiplerinin yap›l›fl›; motorlu tafl›t trafi¤i ile yeni yollar›n aç›lmas› ve Frans›z Devrimiyle burjuvazinin aristokrasiye düflmanl›¤› sebebiyle onu temsil eden an›t ve yap›lar› tahrip etmesi. Bundan önceki dönemlere ait yap›lardaki tamirlerin ve yeni eklerin dönemin mimarî üsluplar› ile yap›ld›¤›n› söyleyen Ersen, 19. yüzy›la gelindi¤inde üsluplar›n çözülmesi, malzeme morfolojisindeki de¤iflimler, yeni yap› tekniklerinin ortaya ç›k›fl› ve modern mimariye geçiflin erken sanc›lar› gibi sebeplerin süregelen iflleyifli de¤ifltir- Konuflmas›n›n ikinci bölümünde Ersen restorasyon düflüncesinin Avrupa’da ilk defa 19. yüzy›l›n ortalar›nda belirmeye bafllad›¤›n›, bu süreçte en önemli faktörün Sanayi Devrimi ve sonras›nda geli- di¤i belirtti. Tüm bu faktörlerin o zamana kadar varolmayan koruma ve restorasyon düflüncesini orta- 58 ya ç›kartt›¤›n›, Fransa’da Viollet le Duc isminin bu Sanat Araflt›rmalar› Merkezi SAM alandaki yeni yaklafl›m›yla öne ç›kt›¤›n› söyleyen Ersen, Viollet le Duc’ün ayn› zamanda Frans›z merkezî ulus-devletinin idaresi ve deste¤i alt›nda yapt›¤› uygulamalarla bu alanda öncü oldu¤unu ifade etti. Duc’ün düflüncesine göre “restorasyon korumak ve onarmak de¤il yap›y› hiçbir zaman varolmad›¤› kadar bir bütünlük içinde sunmakt›r” diyen Ersen’e göre bu düflünce Avrupa’da da etkili bir biçimde yay›l›r; fakat bu anlay›fl yap›lar› özgün hâllerinden farkl›laflt›r›r. Ersen, zaman içinde yap›lar› tahrif eden restorasyon anlay›fl›na da tepkiler do¤du¤unu, bu alanda en önemli muhalif ismin modern koruma kuram›n›n öncüsü olan ‹skoç kökenli John Ruskin oldu¤unu aç›klad›. Fransa’da do¤an bu restorasyon anlay›fl›na ciddi elefltiriler getiren Ruskin, Ersen’in ifadelerine göre teknik olarak bir fley söylemese de ilkesel olarak ortaya koydu¤u düflünceleriyle önemli oranda kabul görmüfltür. Di¤er taraftan 20. yüzy›lda modern restorasyon kuram›n›n do¤du¤u yerin ‹talya oldu¤unu söyleyen Ersen’e göre, ‹talya’n›n ekonomik güçsüzlü¤ünden dolay› bu tart›flmalar› geriden takip etmesi, ona bu avantaj› sa¤lam›flt›r. Bu iki z›t düflüncenin sentezi olan bilimsel restorasyonun ilkeleri 1930’larda ‹talya’da ortaya konmufltur. ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda Avrupa’da yaflana tahribata karfl› ayd›nlar, bilim adamlar› ve sanatç›lar UNESCO alt›nda toplanarak an›tlar›n korunmas› için ICCROM kurarlar, 1964 Venedik Toplant›s› ve Venedik Tüzü¤ü modern restorasyon kuram›n›n temel ilkelerini tan›mlar. Venedik Toplant›s›’ndan sonra kurulan di¤er bir sivil toplum örgütü olan ICOMOS “Dünya Kültür Miras”› kavram›n› ortaya ç›kart›r. Ersen, bu süreçleri koruma kuram›n›n olgunlaflmas›nda önem- li aflamalar olarak aç›klarken, ayr›ca “Dünya Kültür Miras›” kavram›n›n insanl›k tarihinin tan›mlanmas› bak›m›ndan öne ç›kan önemli an›tlar ve sitlerin özgün ve otantik bir flekilde korunmas› ilkesini kapsamas› aç›s›ndan çok önemli oldu¤unu vurgulad›. 59 Ersen, bizde koruma düflüncesinin ortaya ç›k›fl› ve yerleflmesinde etkili olan yasal geliflmelerin kronolojisini de aç›klayarak konuflmas›na devam etti ve yasal süreçlere karfl›n tarihî çevrenin korunamamas›, toplum içinde koruma bilinci ve duyarl›l›¤›n›n yetersizli¤i gibi meseleler üzerinde durdu. Bu durumu, 1923’ten sonraki dönemde cumhuriyetle birlikte siyasî, toplumsal ve kültürel de¤iflimin çevreye bak›fl› da etkilemifltir. Ersen, bir yandan Osmanl› Devleti’nin yaratt›¤› fiziksel çevre içinde yaflarken di¤er taraftan onun kültürel miras›n› reddederek infla edilen yeni rejimin yaratt›¤› yeni anlay›fl›n tarihî çevrenin tahribat›n›n alt›nda yatan en temel sebep oldu¤unu aç›klad›. Ahmet Ersen, son olarak art›k küreselleflme ve uluslararas› iliflkiler yoluyla Türkiye’nin de evrensel ortak kabullerin içinde yer ald›¤›n›, koruma ilkelerindeki geliflmeleri resmiyette dünya ile paralel kabul etti¤ini söyledi. Bu kabulün tarihî çevrenin korunmas›nda yeterince etkili olamamas›n› da modernleflme ile toplumda meydana gelen zihinsel dönüflümle yaflanan kültürel kopufl karfl›s›nda koruma ve restorasyon ilkelerinin ifllerlik kazanamamas›na ba¤lad›. 60 Endiflenin meziyeti medhûflluktad›r Hayrettedir nicesi idrâk-i ârifin Nutkun me‘âl-i hikmeti hâmûflluktad›r Akl›n kemâl-i dânifli bî-hûflluktad›r Yeniflehirli Avnî K›t‘a MOLA Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM TAM Tez / Makale Sunumlar› Siyasal fiiddet, Korku ve Ac›: Türkiye’de Kürtlü¤ün ‹nflas› TAM Yuvarlak Masa Toplant›lar› TEZ/MAKALE SUNUMLARI Ramazan Aras 26 Nisan 2010 De¤erlendirme: S e n a T e k Ramazan Aras, Western Ontario Üniversitesi’nde tamamlad›¤› “Political Violence, Fear and Pain: The Formation of Kurdishness in Turkey” bafll›kl› doktora tezinde, siyasal fliddet, korku ve ac›n›n Kürt toplumu taraf›ndan nas›l tecrübe edildi¤ini incelemektedir. Tez, bu üç olgunun sadece bireysel tecrübeler olmad›¤›n›, fliddet, ac› ve korku hikâyelerinin nesilden nesile aktar›lmas› ile toplumsal haf›zan›n flekillenip bireysellikten kolektifli¤e geçildi¤ini, bu durumun da Kürtlük bilincini ortaya ç›kard›¤›n› savunmaktad›r. Elias Riggs (1810-1901) ve Osmanl›’da Amerikan Misyonerlik Faaliyetleri Mehmet Ali Do¤an 24 May›s 2010 Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi Merce¤inden Osmanl›’da Sosyo-Ekonomik Durum Mustafa Öztürk 21 Haziran 2010 Türkiye’de Üniversite: Dârülfünûn ve Edebiyat Fakültesi (1900-1923) Mustafa Selçuk 19 Temmuz 2010 Ondokuzuncu Yüzy›l Osmanl› Irak’›nda “fiiili¤in Yükselifli” Faruk Yasl›çimen 2 A¤ustos 2010 TAM SOHBET Çal›flmaya kaynakl›k eden hayat hikâyeleri Aras’›n memleketi olan Mardin Dargeçit’ten bafllayarak, Batman, ‹stanbul, Fransa ve Almanya’ya kadar uzanmaktad›r. Burada, “çok alanl› araflt›rma tekni¤i” kullan›larak yaflanm›fll›klar›n, Kürt bölgesinde yaflayanlar üzerindeki etkileri kadar, farkl› merkezlerde, kad›nl›k ve erkeklik ba¤lam›nda farkl› insanlar, farkl› yafl gruplar› ve ideolojik görüfllere sahip kifliler üzerindeki etkileri mercek alt›na al›nmaktad›r. Tezin kurgusu aflamas›nda ise Kürt olarak küçük yafllarda kendi deneyimledi¤i fliddet hikâyesinden yola ç›kt›¤›n› belirten Aras, meselenin Kürtlü¤ün ve Türklü¤ün ötesinde bir fliddet sorunu oldu¤unu tespit ederek, ulus-devletlerin hâkim oldu¤u Yerel Tarihçilerle Bulufluyoruz-4: Bir Ömür Bursa Tarihi Raif Kaplano¤lu 31 May›s 2010 Bir Osmanl› Taflras› Di¤erine Bak›yor: Beyrut Bas›n›nda Balkan Krizi, 1876-1908 A. Rahim Abu-Husayn 2 Haziran 2010 De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur: Kanada’da ‹slâm-Osmanl› Medeniyeti’nde Felsefe ve Bilim Tarihi Çal›flmalar› ‹hsan Fazl›o¤lu 17 Temmuz 2010 Taflran›n ‹mparatorlu¤u: Ali Yayc›o¤lu Osmanl› Dünyas›na Merkezden Bakmamak 9 A¤ustos 2010 TAM SEMPOZYUM 61 Sözlü Tarih Atölyesi ‹htisas Sempozyumu: Gelenler, Gidenler, Kalanlar… 8 May›s 2010 Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Ramazan Aras, Kürt toplumu taraf›ndan tecrübe edilen siyasal fliddet, korku ve ac›n›n sadece bireysel tecrübeler olmad›¤›n›, fliddet, ac› ve korku hikâyelerinin nesilden nesile aktar›lmas› ile toplumsal haf›zan›n flekillenip bireysellikten kolektifli¤e geçildi¤ini, bu durumun da Kürtlük bilincini ortaya ç›kard›¤›n› savunmaktad›r. modern dönemde fliddetin nas›l alg›land›¤›, devlet fliddetinin nas›l ortaya ç›kt›¤›n› sorgular. Aras, fliddetin farkl› versiyonlar› bulundu¤unu, devlet taraf›ndan uygulanan fliddetin yan›s›ra, PKK’n›n ya da korucular›n uygulad›¤› fliddetin de bölge halk› üzerinde ciddi bir etkisi oldu¤unu kabul etmekle beraber hâlen çat›flman›n devam etti¤i bir bölgede alan çal›flmas› yapman›n riskleri ve uygulanan fliddet formlar›n›n farkl› yap›lara sahip olmas› nedeniyle doktora tezinde sadece devlet taraf›ndan uygulanan fliddete yer vermektedir. Tezin ana çerçevesi içerisinde, öncelikle devletin korkuyu kullanma biçimleri ve Kürtlerin devlet fliddetini nas›l alg›lad›¤› ortaya koyuluyor. Ard›ndan, ac›n›n hem erkeklik ba¤lam›nda hem de kad›nl›k ba¤lam›nda Kürtler taraf›ndan nas›l tecrübe edildi¤i meselesine hayat hikâyeleri, flark›lar ve a¤›tlar üzerinden cevap aran›yor. Sonraki aflamada ise, tecrübe edilen yaflanm›fll›klar›n Kürtler taraf›ndan hangi kanallarla ifade edildi¤i meselesi üzerinde duruluyor. f›zas›n› flekillendirmesine, sadece bu dönemde de¤il meselenin tarihsel arka plan›nda da s›kça rastlan›ld›¤›na dikkat çekiliyor. Otuz sene boyunca yaflanan fliddet olaylar›n›n hukuk zemininde karfl›l›k bulamamas›, fliddete maruz kalanlar›n, suçlular›n bedel ödediklerini görememeleri, yaflad›klar› ac› hikâyelerini anlatacak muhatap bulamamalar› travmalar›n derinleflmesine neden olmaktad›r. Aras’›n ifadesine göre, travma üzerine çal›flan antropologlar›n önemli tezi, paylafl›lamad›kça travman›n derinleflerek kuflaktan kufla¤a aktar›ld›¤›, bunun sonucunda ortaya intikam duygusunun ç›kt›¤›, nefret ve ötekilefltirilmifl olma duygusunun bunlara efllik etti¤idir. Kürt meselesinin belli aral›klarla tekrar tekrar gündeme gelmesinin en temel nedenlerinden biri de budur. Bu zamana kadar zulmedenlerin cezaland›r›lmamalar› ötekilefltirilme sürecini katlayan bir etmen olmufltur. Dolay›s›yla, meselenin çözümü için Türkler, Kürtler ve devleti yöneten mekanizmalar yüzleflmeye aç›k olmal›d›r. Tezde ifade edilen önemli bir husus; devletin, ilk aflamada, uygulayaca¤› fliddeti meflrulaflt›rmak için kendini “korkan” olarak sunmas›. ‹kinci aflamada ise devlet, kendisini “korkutan” bir özne olarak kurup, öldürme, afla¤›lama, gözalt›nda kay›p, iflkence, derin ve hayalet devlet, gözlemleme, sürekli kontrol alt›nda tutma, ajanlaflt›rma ve fiflleme stratejilerini kullan›yor. Aras’a göre devlet, 1923 öncesi varolan uzlaflma dönemi sonras›, II. Meclis sürecinde Kürtleri kontrol etmek ve asimile etmek için “bölünme korkusu”nu bilinçli olarak oluflturmufltur. 62 Bununla birlikte çal›flmada, devletin uygulad›¤› fliddet ve terör travmas›n›n Kürtlerin toplumsal ha- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Elias Riggs (1810-1901) ve Osmanl›’da Amerikan Misyoner Faaliyetleri ile kendisi hakk›nda torunu taraf›ndan yaz›lan bir Mehmet Ali Do¤an lar›n dine yönelmesi ile ortaya ç›kan dinin ikinci biyografi de tezin önemli kaynaklar›ndand›r. Tezde, birçok olay› tetikleyen önemli meselelerden biri olan sekülerizm gibi ak›mlar sonras›nda insanyeniden inflas› hareketine dikkat çekilmektedir. Binlerce insan›n bir araya gelerek ibadetler yap›p 24 May›s 2010 De¤erlendirme: T u b a n u r S a r a ç o ¤ l u vaazlar dinledi¤i, bir müddet sonra ise bu cemaatlerin örgütlenerek yeni dinî hareketleri do¤urdu¤u gözlenmektedir. Dinin ikinci yeniden inflas›nda Misyonerlik faaliyetlerinin h›zl› bir flekilde artt›¤› 19. yüzy›l dünyas›nda, Osmanl› topraklar›nda, Avrupa ve Amerika menfleli birçok misyoner grup okul, hastane, kilise, matbaa açmak suretiyle faaliyet göstermifltir. “American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) and ‘Nominal Christians’: Elias Riggs (1810-1901) and American Missionary Activities in the Ottoman Empire” bafll›kl› doktora tezi bu konuya odaklanan tezlerden biri. Mehmet Ali Do¤an’›n Utah Üniversitesi’nde tamamlad›¤› tez, Osmanl›’da Amerika merkezli, özellikle Protestan misyonerlerin faaliyetlerini 1810’da ABD’de kurulan American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) adl› teflkilat ve Elias Riggs (1810-1901) adl› misyonerin hayat› özelinde incelemektedir. önemli bir baflka geliflme ise misyoner örgütlerin kurulmas›d›r. ABD’de kurulan, ilahiyat e¤itimi veren okullar ilk misyonerlerin yetiflti¤i önemli merkezler hâline gelir. ABD’nin co¤rafî aç›dan genifllemesi, göçler ve buna ba¤l› olarak geliflen nüfus hareketi kiliselerin hay›rsever cemaatleri kurmas›na neden olur. ABCFM teflkilat› da ABD’de ve di¤er toplumlarda ‹ncil’i yaymay› kendisine vazife edinen misyoner bir örgüt olarak ortaya ç›kar. ABD d›fl›na misyoner yollayan ilk örgüt olan ABCFM, Yahudileri, Do¤u Hristiyanlar›n› ve Müslümanlar› hedef alarak faaliyetlerini sürdürmüfltür. Elias Riggs de bu örgütün bir mensubu olarak 69 sene Osmanl›’da misyonerlik yapm›flt›r. Do¤an’›n tespitlerine göre Elias Riggs, misyon okullar›nda ö¤retmenlik, misyon dergilerinde edi- Tezde ön planda tutulan meseleler, Amerikal› misyonerlerin ABD d›fl›ndaki faaliyetlerinin nas›l bafllad›¤›, Elias Riggs’in faaliyetlerinin Osmanl› toplumundaki gruplar› nas›l etkiledi¤i, Riggs’i önemli k›lan hususlar›n neler oldu¤u, materyal bas›m› ve da¤›t›m›n›n ABD’li misyonerler için önemidir. Çal›flma s›ras›nda yurt içinden ve yurt d›fl›ndan birçok arfliv belgesi kullan›lm›flt›r. Elias Riggs’in günlü¤ü törlük gibi vazifeler ifa eder. Dinî broflür ile Ermeni ve Yunan alfabesinde kitap bas›m› yapar. 69 sene gibi uzun bir süre misyonerlik yapmas› onu önemli k›lan hususlar›n bafl›ndad›r. Yirmiyi aflk›n dili vaaz verecek ve çeviriler yapacak düzeyde konuflup yazabilmektedir. Dil bildi¤i için Yunan bölgesine 63 gönderilmifl, Atina ve Argos’ta bulunmufltur. Daha Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Mehmet Ali Do¤an’›n tespitlerine göre yirmiyi aflk›n dili vaaz verecek, çeviriler yapacak düzeyde konuflup yazabilen ve 69 sene gibi uzun bir süre misyonerlik yapan Elias Riggs, misyon okullar›nda ö¤retmenlik, misyon dergilerinde editörlük gibi vazifeler ifa eder. sonra ‹zmir’e gönderilir. Osmanl› s›n›rlar› içindeki bunlar›n zaman zaman yasakland›¤›n› belirtir. Abdülhamid döneminde e¤itim faaliyetlerinin bafllamas› misyoner okullar›yla birebir irtibatl›d›r. Bir Hristiyan mezhepten di¤erine geçifl problem de¤ildir; fakat bu gruplar d›fl›nda faaliyet gösterenlere birtak›m s›n›rlamalar getirilmifltir. Birinci Dünya Savafl›’ndan sonra birçok istasyon faaliyeti ask›ya al›nm›fl, Cumhuriyet’in ilk y›llar›nda misyonerlik faaliyetleri yasaklanm›flt›r. Daha önce misyoner okullar› olarak bilinen kolejler ise, 1930’dan sonra hay›rsever kifliler taraf›ndan aç›lan, Bat› tarz› e¤itim veren yabanc› okullar statüsündeki kurumlar olarak Türkiye’de varl›klar›n› devam ettirmektedir. bütün dillerde ‹ncil basan, Malta’dan ‹zmir’e nakledilen misyon matbaas›nda 20 dil bilmesi dolay›s›yla editör olarak çal›fl›r. 1852’de matbaa ‹zmir’den ‹stanbul’a nakledilince Riggs de ‹stanbul’a gelir. Aile üyeleri aras›ndan da birçok misyoner yetiflmifl, Riggs ailesi uzun y›llar misyonerlik faaliyetlerinde bulunmufltur. Elias Riggs’in de içinde yer ald›¤› ve tezin konusunu teflkil eden ABCFM teflkilat› ilk misyonerlerini 1820’de ABD d›fl›na gönderir. Teflkilat ulaflt›¤› yerlerde okullar, kolejler açar. Her misyonun bir merkezi vard›r ve bu merkezler de ‹stanbul’a ba¤l›d›r. Misyon istasyonlar› olarak adland›r›lan bu merkezlerde en az bir Amerikan misyonerin bulundu¤u kaydedilmektedir. Bir okul, bir kitapç›, bazen de bir Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi Merce¤inden Osmanl›’da Sosyo-Ekonomik Durum hastanenin misyon merkezinde yer ald›¤› görülür. Bu istasyonlarda yetiflen kifliler ise daha küçük bölgelerdeki flubelerde faaliyet göstermektedirler. ABCFM, Do¤u Hristiyanlar›, özellikle Ermeniler Mustafa Öztürk aras›ndaki faaliyetleri güçlü olan bir örgüt. 1870 y›l›ndan sonra Ermeniler ve baz› Rumlar için Anado- 21 Haziran 2010 De¤erlendirme: O s m a n S a f a B u r s a l › lu’nun birçok bölgesinde kolejler aç›lm›flt›r. ‹lden ile ö¤renci portföyünün de¤iflti¤i gözlenen okullarda e¤itim ö¤retim dilinin de gelen ö¤rencilere göre farkl›l›k gösterdi¤i tespit edilmifltir. 1824’te ilk ola- Mustafa Öztürk ile 19. yüzy›l›n son çeyre¤inde Hü- rak Beyrut’ta aç›lan okullardan amaç, halka ulafl- lâsatü’l-Efkâr gazetesi ba¤lam›nda Osmanl›’n›n mak ve misyoner yetifltirmektir. günlük yaflam›ndaki sosyal ve ekonomik geliflmeler Do¤an, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun misyonerlik üzerine tart›flt›k. “Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi ve 1873-1875 Aras› Osmanl› Devleti’nin Ekonomik ve Sosyal Durumu” bafll›kl› yüksek lisans tezini Mar- manlara ve Hristiyanlar d›fl›ndaki gayrimüslimlere mara Üniversitesi’nde tamamlayan Öztürk tezinde, yönelik faaliyetlerin takibine dikkat edildi¤ini ve gazeteye yans›d›¤› kadar›yla sözkonusu y›llar dâhi- 64 faaliyetlerini hiçbir zaman yasaklamad›¤› fakat denetimden geçirdi¤ine iflaret ederek özellikle Müslü- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Tarihin farkl› alt-dallar›nda araflt›rmalar yapanlar; özellikle sosyal ve ekonomik tarih üzerine çal›flanlar için en temel araflt›rma kaynaklar›ndan olan gazetelerin önemine binâen Osmanl› bas›n tarihine yer veren Öztürk’e göre, Tanzimat dönemini konu edinen çal›flmalarda, gazetelerin etkisini göz ard› etmemek gerekir. linde günlük hayatta ne gibi sosyal ve ekonomik geliflmeler yafland›¤›n› tespit ve analiz ediyor. Tarihin farkl› alt-dallar›nda araflt›rmalar yapanlar; özellikle sosyal ve ekonomik tarih üzerine çal›flanlar için en temel araflt›rma kaynaklar›ndan olan gazetelerin önemine binâen, tezde öncelikle Osmanl› bas›n tarihine yer veriliyor. Öztürk’e göre, Tanzimat dönemini konu edinen çal›flmalarda, bilhassa 1860 sonras› say›lar› artan gazetelerin etkisini göz ard› etmemek gerekir. Bu düflünceden hareketle Öztürk, dönemin gazetelerinden, 22 Haziran 1873’te yay›na bafllayan, Hülâsatü’l-Efkâr gazetesini mercek alt›na al›yor tezinde. Bazen gün içinde iki kez bazen de cumartesi günleri yay›nlanmak suretiyle haftada alt› kez ç›kt›¤› tes- lendiren haberler bulunmaktad›r. Gazete, misyonu pit edilen gazete ilk 67 say›s›ndan sonra Matbuat itibariyle “tarik-i terakki”ye hizmet etmeye yönelik ‹daresi taraf›ndan kapat›l›yor, ancak k›sa bir süre bir yay›n yapt›¤›n› deklare etmektedir. Öztürk’e gö- sonra tekrar yay›n›na devam ediyor. Gazetenin ya- re bu do¤rultuda, günlük hayatta yaflanan prob- y›n hayat›na veda etti¤i tarih ise 22 Temmuz 1874. lemler gündeme getirilerek yöneticilerin gereken 135. say›s›yla kapanan gazetenin niçin kapat›ld›¤›- düzenlemeleri yapmalar›, flartlar› iyilefltirmeleri na dair ayr›nt›l› bir bilgi yoktur. Ayr›ca, gazetenin sahibi olarak görünen Antuan Efendi’nin kimli¤ine hedefleniyor. iliflkin gerek arflivde gerekse ikincil literatürde yap›- Gazete genelde dört sayfa olarak ç›km›flt›r. ‹lk say- lan inceleme sonucunda da henüz bir bilgiye ulafl›- fada sarayla ilgili haberlere, devlet görevlilerinin lamam›flt›r. Yaz› iflleri müdürü olarak zikredilen yükselmelerine, önemli toplant›lara yer verilmifltir. Lütfi Efendi d›fl›nda gazeteyi ç›karan veya haberleri ‹kinci sayfa sosyal olaylara tahsis edilmiflken, üç ve yazan baflka bir isme ço¤u zaman rastlanmamakta- dördüncü sayfalarda reklamlar bulunmaktad›r. Ga- d›r. Ancak isim yerine bazen haberi yazan kiflinin zetenin ilk say›lar›nda d›fl haberler de mevcuttur. hangi sosyal pozisyonda bulundu¤unu gösteren Öztürk çal›flmas› ba¤lam›nda sosyal ve ekonomik haberler ile ulafl›ma iliflkin haberleri tarayarak, ikincil literatür eflli¤inde analiz etmektedir. Ula- çe yer verilen siyasî yahut fikrî tart›flmalar gazetede fl›mla ilgili haberlerde demiryollar›, ‹stanbul’daki daha az yer almakta, ço¤unlukla günlük hayat› ilgi- flehir içi kara ve deniz ulafl›m›yla ilgili sorunlar› 65 ipucu say›lacak baz› ibarelerin kullan›ld›¤› görülmektedir. Dönemin di¤er birçok gazetesinde genifl- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM zalardan bahsedilmektedir. Türkiye’de Üniversite: Dârülfünûn ve Edebiyat Fakültesi (1900-1923) Öztürk, sosyal içerikli haberlerde öncelikle, e¤itim Mustafa Selçuk yans›tan haberler öne ç›kmaktad›r. Burada halk›n bu konudaki s›k›nt›lar›ndan ve meydana gelen ka- konusundaki düzenlemelere yer veriyor. Ayr›ca edebî tart›flmalar, tercüme faaliyetleri gazete haber- 19 Temmuz 2010 De¤erlendirme: C u m h u r E r s i n A d › g ü z e l lerinden izlenebilmektedir. Yine bu dönemde gerçeklefltirilen okul ve hastane inflaatlar›, sa¤l›k hizmetleri konusunda karantina uygulamalar› s›kça Mustafa Selçuk’un ‹stanbul Üniversitesi’nde tamamlad›¤› “‹stanbul Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi (1900-1923)” bafll›kl› doktora tezi çerçevesinde ‹stanbul Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi özelinde Türkiye’de üniversite mevzusu üzerine konufltuk. Tez, 23 y›ll›k süreçte (1900-1923) geçirdi¤i aflamalar, akademik kadrolar›, ders programlar›, ö¤rencileri ve bilimsel faaliyetleri ba¤lam›nda Türkiye’de ilk Dârülfünûn kurma teflebbüslerinden itibaren üniversitenin flubeleri aras›nda yer alan Edebiyat Fakültesi’nin Türk kültür ve e¤itim hayat›na katk›lar›n› incelemektedir. haberlere konu olmaktad›r. Kad›nlar›n sosyal statüleri üzerine de baz› haberler göze çarpmaktad›r. Ekonomik alanda ise, özellikle k›tl›k ve buna ba¤l› ma¤duriyetlerin, ma¤durlara yap›lan yard›mlar›n yan›s›ra Osmanl› Devleti’ndeki genel malî s›k›nt›n›n günlük ekonomik hayata olan yans›malar› haberlerden takip edilebilmektedir. Zira Osmanl› Devleti bu y›llarda art›k borçlar›n› ödeyemeyece¤ini (moratoryum) alacakl›lar›na ilan etmifltir. Ancak ekonomik aç›dan böylesine dar bir durumda dahi yap›labilen yat›r›mlar gazetenin sayfalar›nda yer almaktad›r. Gazete hakk›nda daha önce yap›lan baz› de¤erlen- Genelde Türkiye’de üniversite özelde Dârülfünûn çal›flman›n kaynaklar› üzerinde duran Selçuk’un bafll›ca kaynaklar›, Maârif-i Umûmiye Nezâreti ve bu nezarete ba¤l› olan Tedrisât-› Âliye Dairesi kay›tlar›, Meclis-i Müderrisîn zab›tlar›, ‹radeler ve Dârülfünûn talebe rehberleridir. Bu kaynaklardan Tedrisât-› Âliye kay›tlar›, bir hocan›n göreve bafllama tarihinden, verdi¤i dilekçelere kadar tüm evraklar› ihtiva etti¤inden; Meclis-i Müderrisîn zab›tlar› fakülte hakk›nda al›nan kararlar› gösterdi¤inden; talebe rehberleri ise ö¤renci hakk›nda oldukça zengin malzeme sundu¤undan konu ile ilgili bafll›ca kaynaklar› teflkil etmektedir. dirmeleri de elefltiren Öztürk’e göre, gazetenin kamuoyu oluflturmay› hedefleyen bir yay›n takip etti¤ini; ancak bunu baflaramad›¤›n› iddia edenler detayl› bir analiz yapmadan bu sonuca ulaflm›fllard›r. Öte taraftan gazete salt ekonomik ve sosyal aç›lardan de¤il, siyasî, hukukî vb. aç›lardan da araflt›rma- 66 ya konu edilebilir. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’nin e¤itim-ö¤retim faaliyetleri, teflkilat yap›s› gibi konulara de¤inen Mustafa Selçuk’a göre ilk kuruldu¤u dönemlerde fakültenin pek de istikrarl› görünmeyen bir manzara çizmesi, esas›nda sa¤l›kl› iflleyen bir ortaö¤retim sisteminin bulunmay›fl›ndan kaynaklanmaktad›r. baren e¤itimin üç y›la ç›kar›ld›¤›na dair ipuçlar› vermektedir. 1910’lu y›llar›n sonuna do¤ru M. Fuad Köprülü, Ziya Gökalp, M. Ali Aynî, ‹smail Hakk› Uzunçarfl›l› gibi hocalar kadroya al›nm›flt›r. Ayr›ca bu dönemde baz› Alman hocalar da istihdam edilmiflse de, hepsi iki y›l kadar sonra ülkelerine dönmüfltür. Fakültenin e¤itim ve iflleyiflinde Alman etkisi görülmektedir. Alman yüksek ö¤retim sisteminde uygulanan konferans sistemi, serbest defter, tatbikat fleklinde uygulamalar Edebiyat Fakültesi’nde de uygulanm›flt›r. Edebiyat Fakültesi 1915’te Felsefe, Edebiyat ve Tarih-Co¤rafya olarak üç bölüme ayr›lm›flt›r. ‹nâs Dârülfünûnu 1915’te aç›lm›fl ve 1919’da kapat›lm›fl; 1919’dan 1922’ye kadar sabahtan ö¤lene kadar erkekler, ö¤leden sonra ise k›zlar ö¤renim görmüfltür. Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’nin e¤itim-ö¤retim faaliyetleri, hocalar› ve mezun olan ö¤rencileri üzerinde duran tez, fakültenin teflkilat yap›s›na ve çeflitli aral›klarla idarî iflleyiflindeki de¤iflikliklere de yer vermektir. Di¤er taraftan ilk kuruldu¤u dönemlerde Dârülfünûn’un pek de istikrarl› görünmeyen bir manzara çizdi¤ini ortaya koymakta ve bu durumun esas›nda sa¤l›kl› iflleyen bir ortaö¤retim sisteminin bulunmay›fl›ndan kaynakland›¤›n› tespit etmektedir. Sonraki y›llarda, özellikle savafl y›llar› ve mütareke döneminde mezun say›s›nda önceki y›llara göre bariz düflüfller görülmüfltür, hatta 1917 ve 1918’de Edebiyat Fakültesi hiç mezun verememifltir. Fakülte mezunlar› ise genellikle çeflitli devlet kademelerinde görev almaktayd›. Ondokuzuncu Yüzy›l Osmanl› Irak’›nda “fiiili¤in Yükselifli” Faruk Yasl›çimen 2 A¤ustos 2010 De¤erlendirme: M . T a l h a Ç i ç e k Münih-Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde doktora ö¤rencisi olan Faruk Yasl›çimen, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlad›¤› “Sunnism Versus Shi’ism? Rise of The Shi’i Politics and of The Ottoman Apprehension in Late Nineteenth Century Iraq” bafll›kl› yüksek lisans tezinde Irak bölgesinde “fiiili¤in yükselifli” söyleminin neye tekabül 67 Daha önce üç y›l okunarak mezun olunan Edebiyat Fakültesi’nde e¤itim 1902’de iki y›la indirilmifltir. Aç›k bir kay›t yoksa da ders programlar›nda yap›lan de¤ifliklik ve düzenlemeler 1908-1909’dan iti- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Irak’taki fiiilerin durumu hakk›nda literatürdeki baz› temel kabulleri tart›flmaya açan Faruk Yasl›çimen, bu ba¤lamda fiiilerin Irak’la olan ba¤lant›s›n›n ve fiii yay›lmas› söyleminin nas›l anlafl›lmas› gerekti¤ine dair ‹ngiliz ve Osmanl› arflivlerinde yapt›¤› araflt›rmalar neticesinde vard›¤› sonuçlar› aktard›. etti¤inin yan›s›ra Irak’ta yaflayan fiiilerin ayn› bölgede yaflayan Sünniler ve Osmanl› idarecileri ile olan karmafl›k iliflikler a¤›n›n izini sürüyor. ‹lk olarak, 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›na kadar, gelenekselleflti¤i varsay›lan Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun Irak politikas›n› ele alan Yasl›çimen, bu politikan›n 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren, bilhassa son çeyre¤inde, yaflanan de¤iflimi anlamak ve anlamland›rmak aç›s›ndan oldukça önemli oldu¤una iflaret etmektedir. Yasl›çimen’in ifade etti¤i üzere bu konuda, böyle bir geleneksel politika oldu¤una dair devlet vesikalar›nda aç›kça belirtilmifl bir fikre rastlanmamaktad›r. ‹kinci olarak, Irak’taki fiiilerin durumu hakk›nda literatürdeki baz› temel kabulleri tart›flmaya açan Yasl›çimen, bu ba¤lamda bir taraftan fiiilerin Irak’la olan ba¤lant›s›n› di¤er taraftan da fiii yay›lmas› söyleminin nas›l anlafl›lmas› gerekti¤ine dair ‹ngiliz ve Osmanl› arflivlerinde yapt›¤› araflt›rmalar neticesinde vard›¤› sonuçlar› dinleyicilerle paylaflt›. ¤indi. Son olarak, Osmanl› devletinin fiiilere karfl› kulland›¤› resmî söylem ile fiilî muamelesi aras›nda ayr›m yap›lmas› gerekti¤i sonucuna ulaflan Yasl›çimen’e göre, Osmanl›lar›n fiiileri “potansiyel olarak sadakatsiz” gördükleri, hatta fiiilerin kendilerine karfl› düflman olduklar›n› düflündükleri do¤rudur. Yitzhak Nakash, Meir Litvak, Gökhan Çetinsaya gibi Irak fiiili¤i üzerine çal›flm›fl akademisyenlerin tezlerini de de¤erlendiren konuflmac›, bu yazarlar›n Osmanl› merkezileflmesinin Bedevi-fiii kabileler üzerindeki tesirine ve Irak’ta fiii yay›lmas›na dair vard›klar› sonuçlar›n, kendi çal›flmas› penceresinden bak›ld›¤›nda k›smen do¤ru olabilece¤ini ifade etti. Lâkin bu türden kanaatler genellikle Osmanl› tebaas› olmayan fiiiler için geçerlidir. fiii sorununun varl›¤›n› zaman içinde de¤iflen Osmanl› bürokratik zihniyetine borçlu oldu¤u gerçe¤i göz ard› edilmemekle birlikte fiii sorunu üzerinden kurulan bütün bu söylemin “hayalî bir kurgu” oldu¤unu iddia etmek de mümkün de¤ildir. Bu konuda dikkate de¤er en temel husus, “rakamlar›n› bilme- Akabinde, Osmanl›lar›n varl›¤›ndan flüphe etmedikleri fiii yay›lmas› karfl›s›nda ald›klar› tedbirlerin neler oldu¤unu anlatan Yasl›çimen, buna müteakip belgeler ve mevcut bilgiler elverdi¤i ölçüde Irak’ta fiiiler ile Sünniler aras›ndaki toplumsal iliflkilere de- sek de fiiilik yay›lm›fl olmal› ama as›l önemlisi fiiili¤in artan tesiri ve zaten say›ca fazla olan fiiilerin si- 68 yaseten bir anlam ifade etmeye bafllamas›d›r”. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Raif Kaplano¤lu, hem siyasî iradeyi etkilemede hem de flehrin do¤al zenginliklerini korumada en önemli unsur olarak karfl›m›za ç›kan yerel bilinci ve bu bilincin inflas›nda yerel tarihçilerin rolünü Bursa örne¤i üzerinden de¤erlendirdi. TAM Sohbet Yerel Tarihçilerle Bulufluyoruz 4 Bir Ömür Bursa Tarihi Raif Kaplano¤lu 31 May›s 2010 De¤erlendirme: M u s t a f a Ö z t ü r k Son dönemde yapt›¤› çal›flmalarla Bursa flehir tarihi alan›nda dikkate de¤er ürünler ortaya koyan Raif Kaplano¤lu ile yapt›¤›m›z sohbet, gerek tarih ilmiyle u¤raflanlara gerekse de farkl› disiplinlerde çal›flanlara önemli bir bak›fl aç›s› sundu. Kaplano¤- yapt›ktan sonra flehir tarihine yönelir ve çabas›n› Bursa üzerine yo¤unlaflt›r›r. lu bir flehrin tarihini yazmak için yerel bilincin ne kadar önemli oldu¤una de¤indi. Çünkü yerel bi- Bursa Araflt›rmalar› Vakf› ve Avrasya Etnografya Vakf›’n›n kurucular›ndan Kaplano¤lu, bu vak›flar sayesinde irtibat kurdu¤u akademisyenlerle ortak çal›flmalar da yürütüyor. Özellikle Bursa Araflt›rmalar› Vakf›, büyük hedeflerle yola ç›km›fl. Bursa’n›n en zenginlerini kurucu üye olarak bünyesinde bar›nd›ran vak›f, Bursa tarihi üzerine çok önemli çal›flmalar gerçeklefltirmektedir. Örne¤in vak›f taraf›ndan bir kent müzesi kurulmufltur. Müze, Türkiye’de kurulan ilk kent müzesi olma özelli¤ini tafl›maktad›r. Kaplano¤lu’na göre flehir alg›s›n›n ortaya ç›kmas›, tarihî ve kültürel miras› bünyesinde bar›nd›ran kent müzeleriyle olacakt›r. linç, hem siyasî iradeyi etkilemede hem de flehrin do¤al zenginliklerini korumada en önemli unsur olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Bu bilincin sa¤lanmas›nda ise yerel tarihçilerin rolü önemlidir. Kaplano¤lu, son dönemde Bursa’da tarihî eserlere belediyelerin gösterdi¤i ilgiyi yerel bilince ba¤lamakta ve flehrin bu anlamda önemli bir örnek teflkil etti¤ini söylemektedir. Raif Kaplano¤lu 1958 Bursa Orhangazi do¤umlu. ‹lk ve orta ö¤renimini Orhangazi’de, yüksek okulu Bursa E¤itim Enstitüsü’nde tamamlad›ktan sonra ‹stanbul’da 1979-1985 y›llar› aras›nda çeflitli liselerde tarih ö¤retmenli¤i yapar. Ayr›ca ‹stanbul Üni- Kaplano¤lu, 1994 y›l›nda en önemli çal›flmalar›ndan biri olarak de¤erlendirdi¤i Osmanl›’n›n kurulufluna dair araflt›rmalar›n›, Halil ‹nalc›k hocayla bir- versitesi’nde Tarih Bölümü’nde lisans e¤itimini ta- 69 mamlar. Bir dönem genel tarih üzerine çal›flmalar Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Bir Osmanl› Taflras› Di¤erine Bak›yor: Beyrut Bas›n›nda Balkan Krizi, 1876-1908 likte yürütmeye bafllar. 6 y›l süren faaliyette tarihî bilgilerle topo¤rafik verileri bir araya getirerek, Afl›kpaflazâde’nin eserinde zikredilen yerleflim yerlerini tespit eder. Ayr›ca arkeolojik kaz›lar da yaparak, kurulufl döneminin toprak alt›nda kalm›fl eserlerini gün yüzüne ç›kartmaya çal›flmaktad›r. Bu çal›flma- Abdul Rahim Abu-Husayn lar Avrasya Etnografya Vakf› Yay›nlar› taraf›ndan 2000 y›l›nda Osmanl› Devleti’nin Kuruluflu ad›yla ve 2 Haziran 2010 De¤erlendirme: Z . T u b a K o r Halil ‹nalc›k’›n girifl yaz›s›yla yay›nlanm›flt›r. Bursa’n›n dününü gün yüzüne ç›kart›p bugününü yeniden infla etme ad›na flehrin kültür envanterini yapan ve bu minvalde Bursa Yer Adlar› Ansiklope- Osmanl› tarihi denince akl›m›za payitaht›n merke- di’sini, Bursa An›tlar Ansiklopedisi’ni, Bursal› fiair zi ‹stanbul gelir hep. Osmanl› tarihçileri ço¤unlukla ya merkeze odaklan›r ya da merkezden taflraya Yazarlar ve Ünlüler Ansiklopedisi’ni yay›nlayan veya taflradan merkeze bakar. Bu aç›dan Beyrut Kaplano¤lu, ayr›ca Bursa ekseninde Cumhuriyet’in Amerikan Üniversitesi Tarih ve Arkeoloji Bölümü ilk y›llar›ndaki mübadeleye dair araflt›rmalar›n› Baflkan› Prof. Abdul Rahim Abu-Husayn’›n, Bal- Bursa’da Mübadele (1923-1930 Yunanistan Göç- kanlarda yaflanan krizlerin Beyrut bas›n›na nas›l menleri) ad›yla kitaplaflt›rm›flt›r. yans›d›¤›na dair konuflmas› farkl› bir perspektif Konuflmas›nda flehir tarihi çal›flmalar› için önemli sundu bize; çok az bilinen bir konuya, bir Osmanl› kaynak türlerine de yer veren Kaplano¤lu, Bursa ör- taflras›n›n di¤erine bak›fl›na ve dolayl› olarak Bey- ne¤i üzerinden di¤er flehir tarihi çal›flmalar› için yol rut/Lübnanl›lar›n emperyal merkezi alg›lamas›na gösterici bilgileri bizlerle paylaflt›. Kendi araflt›rma- ›fl›k tuttu. Abu-Husayn, Osmanl› ve Arap-‹slâm tari- lar›nda özellikle salnâmeler çok önemli bir yer tu- hi alan›nda, özellikle de Bilâd-i fiam bölgesi konu- tuyor. Kaplano¤lu’na göre maliye ile ilgili çal›flma- sunda uzman akademisyenlerden. larda, bütçeleri ihtiva etmesinden dolay› vilayet za- Bu çal›flmas› için Abu-Husayn, 1870’lerde yay›n ha- b›tlar› dikkate de¤er veriler sunmaktad›r. fiehir tari- yat›na bafllayan flu dört bas›n organ›n› seçerek iki hi için önemli bir di¤er kaynak ise temettuat defter- meflrutiyet aras› dönemdeki (1876-1908) yay›nlar›- leridir. Bununla birlikte bir flehrin tarihine daha iyi n› incelemifl: Katolik Cizvitlerce kurulan ve Fran- nüfuz edebilmenin yolu sözlü tarih çal›flmalar›n- sa’ya yak›n duran dinî e¤ilimli el-Beflîr gazetesi; dan geçmektedir. Beyrut’un önde gelenlerinden fieyh Abdülkadir elKabbanî öncülü¤ünde yerel Sünni bir grup taraf›n- 70 dan kurulan dinî e¤ilimli Semerâtu’l-Fünûn gazete- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Abdul Rahim Abu-Husayn’a göre Beyrut bas›n›n›n Balkanlardaki krize yönelik de¤erlendirmeleri ideolojik arkaplanlar› ve bölgeye iliflkin bilgileri sebebiyle farkl› olsa da; Beyrut bas›n› özünde ayr›l›kç› de¤il, Osmanl›c›d›r. si; Lübnan’›n en önemli entelektüellerinden Butros el-Bustanî taraf›ndan kurulan seküler çizgideki siyasî dergi el-Cinân; el-Cinân ile ayn› entelektüel gelenekten gelen Halil Serkis’in kurdu¤u ve 1976 Lübnan ‹ç Savafl›’na kadar yay›n hayat›na devam eden seküler çizgideki Lisânu’l-Hâl gazetesi. Abu-Husayn Balkanlardaki krizler hakk›nda Beyrut bas›n›nda, ideolojik arkaplanlar› ve bölgeye iliflkin bilgilerine paralel olarak farkl› de¤erlendirmelerin sözkonusu oldu¤unu belirtti. Buna göre, dinî e¤ilimli Semerâtu’l-Fünûn ile el-Beflîr, sadece d›fl bas›nda ç›kan haber ve yorumlar›n tercümesiyle yetinirken; seküler çizgideki el-Cinân ile Lisânu’l-Hâl ise sosyal ve siyasî meseleleri derinlemesine inceliyor, Osmanl›’n›n Balkan krizlerini ele al›fl biçimini Cinân, hem Balkanlardaki hem de Suriye bölgesin- de¤erlendirip çözüm tekliflerinde bulunuyordu. Bu deki problemlerin çözümü ve farkl› mezheplerin nedenle Abu-Husayn’›n konuflmas›n›n oda¤›nda s›k entegrasyonu için Osmanl›c›l›¤› ve 1856 Islahat s›k al›nt›lar yapt›¤› el-Cinân ve Lisânu’l-Hâl vard›. Ferman›’ndaki “bütün dinlerin eflitli¤i prensibi”ni uygun bir zemin olarak savundu. Ancak Osman- Peki, Balkan meselesi nas›l yans›d› Beyrut bas›n›na? l›’n›n isyanlar› baflar›yla bast›rmas›na ra¤men Av- Bustanî ve Serkis, sahibi olduklar› dergi ve gazete- rupal›lar›n müdahalesiyle topraklar›n› isyanc›lara lerdeki yaz›lar›nda genel olarak Balkanlara karfl› vermek zorunda kalmas› karfl›s›nda Bustanî, re- elefltirel yorumlar›yla dikkat çektiler. Buradaki ayak- formlar›n yetmedi¤i, uluslararas› konjonktürün de lanmalar Osmanl›’n›n siyasî, iktisadî ve askerî gücü- uygun olmas› gerekti¤i sonucuna vard›. Serkis de nü k›rd›¤› için imparatorlu¤un di¤er bölgelerindeki Osmanl›’n›n yaflad›¤› problemlerden ve reform ça- problemlerden dolay› da Balkan halklar›n› suçlad›- balar›n›n baflar›s›zl›¤a u¤ramas›ndan dolay› Bal- lar. Hatta onlara göre Balkan halkalar›n›n ço¤u dev- kan Hristiyanlar›n› suçlad›; yaflananlar›n, Müslü- lete ihanet ediyordu, do¤u eyaletleri ise sad›kt›. manlar ile Hristiyanlar aras›ndaki dinî bir çat›flma de¤il, baz› Hristiyan milletlerin devlet içinde kendi manl›’n›n modernleflme probleminin bir sonucu kadim geleneklerini canland›rma çabas›n›n bir so- olarak görüp çat›flmalar›n önlenebilmesi ve bölge- nucu oldu¤una dikkat çekti. Avrupal›lar›n Balkan- nin sisteme entegre edilebilmesi için s›k s›k sosyal larda Osmanl›’n›n iç ifllerine müdahalesinden duy- ve idarî reform ça¤r›s›nda bulundular. Özellikle el- duklar› rahats›zl›klar› da s›k s›k dile getirdiler. 71 Bafllang›çta Balkanlardaki kronik sorunlar› Os- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur: Kanada’da ‹slâm-Osmanl› Medeniyeti’nde Felsefe ve Bilim Tarihi Çal›flmalar› Öte yandan Balkanlarda savafl ihtimalinin artt›¤›n› hisseden Beyrut bas›n› meselelerin bar›flç›l ve diplomatik yollarla çözülmesi için ça¤r›lar yapt›. Serkis bir makalesinde (1908), gerekti¤i takdirde sadece Suriye Hristiyanlar›n›n de¤il, Kuzey ve Güney Amerika’daki binlerce Lübnanl› göçmenin de gelip Os- ‹hsan Fazl›o¤lu manl› ordusu saflar›nda savaflmaya haz›r oldu¤unu yazd›. Yine 1908’de Bosna-Hersek’in Avusturya- 17 Temmuz 2010 De¤erlendirme: C a h i d fi e n e l Macaristan taraf›ndan ilhak› üzerine bafllat›lan Avusturya mallar›na boykot ça¤r›s›na el-Beflîr d›fl›ndaki bas›n tam destek verdi. Abu-Husayn bu dönemde Beyrut bas›n›n›n ayr›l›k- ‹lginin do¤as›n› amaç belirler! ç› de¤il Osmanl›c› oldu¤unu özellikle vurgulad›. ‹ki y›ld›r Kanada McGill Üniversitesi’nde çal›flmalar›n› sürdüren ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü ö¤retim üyesi ‹hsan Fazl›o¤lu, Türkiye ziyareti s›ras›nda kalabal›k bir dinleyici kitlesiyle sohbet etti. Genel olarak Bat›’da özelde ise Kanada’da felsefe ve bilim tarihi araflt›rmalar› hakk›nda bireysel deneyimleri çerçevesinde flahsî kanaatlerini dinleyicilerle paylaflt›. Fazl›o¤lu özetle flunlar› aktard›: Ona göre bunun en iyi göstergesi, Balkanlarda yaflanan krizleri ele al›fl tarzlar›. Çünkü “E¤er Hristiyan Beyrut bas›n› milliyetçi karakterde veya Osmanl›c›l›¤a mesafeli olsayd›, en az›ndan Balkan krizlerindeki duruflu farkl› olur, Balkanlardaki milliyetçi hareketlere ve Hristiyan kardefllerine sempati duyarlard›”. Özellikle Bustanî ve Serkis’in Balkanlardaki krizler hakk›ndaki yaz›lar›ndan hareketle (ki Birinin bir baflkas›n› merak›, tan›ma iste¤i ve bu bu entelektüel gelenek ‹stanbul’a tam ba¤l›yd›) yöndeki çabas›n›n alt›nda yatan nedir ve bu ba¤- Abu-Husayn, art›k günümüz tarihçilerinin “Os- lamda oryantalistler nerede durmaktad›r? ‹lk or- manl› Hristiyanlar›, Müslümanlara göre daha az yantalist çal›flmalar denilince Frans›z hariciyesinin Osmanl›c› ve daha fazla milliyetçiydi; Bat›l› idealle- bir görevlisi olan Guillaume Postel’in ad›n› anmak re çok daha aç›k ve Bat› medeniyetinin büyüsüne gerekir. Postel ve ard›llar›n›n amac› o dönemde “güçlü olan› tan›mak” ve bu güçlü organizasyonun daha fazla kap›lm›flt›” fleklindeki faraziyelerini göz- temellerini araflt›rmakt›. ‹lk Do¤u-Bat› iliflkisi (her den geçirme zaman›n›n geldi¤ini vurgulayarak ko- ne kadar Do¤u-Bat› kavramsallaflt›rmas› sorunluy- nuflmas›n› tamamlad›. sa da) güçlüyü tan›mak üzerinden kurulur. Osmanl›’n›n Bat› karfl›s›nda ateflli gücü yitirdi¤i ikinci aflamada Bat›’n›n tavr› “yönetme ve kontrol etmeye” 72 evrilmifltir; buna Napolyon’un M›s›r üzerine yapt›r- Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Genel olarak Bat›’da özelde ise Kanada’da felsefe ve bilim tarihi araflt›rmalar› hakk›nda bireysel deneyimleri çerçevesinde flahsî kanaatlerini dinleyicilerle paylaflan ‹hsan Fazl›o¤lu’nun iflaret etti¤i üzere ilginin do¤as›n› amaç belirlemektedir. d›¤› çal›flmalar örnek olarak verilebilir. ‹lginin do- anlamda objektif çal›flma tarz›yla ifl görmüfl, ¤as›n› amaç belirlemektedir. Amaç de¤ifltikçe ilgi- elden geldi¤ince dine bir faktör olarak dikkat nin do¤as› da de¤iflmektedir ve bu da eserlere yan- etmifl ve bir ekol de oluflturmufltur. Dimitri s›maktad›r. Birinci Dünya Savafl› sonras›nda “ilgi, Gutas ise ‹slâm düflünce gelene¤inin inflas›n- ortaya ç›kan yeni durumu kontrol etmek” üzerin- da, entelektüel çal›flmalarda dinin bir faktör den iflliyor. 1800’lerin sonunda bafllamakla birlikte olarak al›nmas›na karfl› dikkatlidir. Birinci Dünya Savafl› sonras› Do¤u’daki araflt›rma- 11 Eylül sonras› Bat› Dünyas›ndaki ‹slâm medeni- c›lar da “Bat›l› tarzda” Do¤u araflt›rmalar›na yöne- yetine yönelik araflt›rmalar bir tür “medeniyet sor- liyorlar. Fakat birço¤unun maksad› “Bat› Dünyas›- gulamas›”na dönüflmüfltür ve bu medeniyet sorgu- n›n, ‹slâm medeniyet perspektifini de¤ifltirme lamas›nda iki tür alg›ya rastlamak mümkündür: amaçl›” yeni bir perspektif gelifltirmek. ‹kinci Dün- 1. Frans›z merkezli bir grup araflt›rmac›n›n “‹s- ya Savafl› sonras› Bat›’ya göç eden Do¤u kökenli ai- lâm medeniyeti rasyonel bir perspektif gelifl- lelerin çocuklar›n›n bu araflt›rmalara (oryantalist tirmifl midir, bu rasyonalite bugüne tafl›nm›fl çal›flmalara) dâhil olmas› da bir baflka önemli fak- m›d›r ve bugün ortaya ç›kan geliflmeler bu tördür. rasyonalitenin neresine düfler?” sorular› etra- Buradan itibaren üç tür araflt›rmac› profili gözlem- f›nda verdikleri cevaplardaki temel tezleri ‹s- lenmektedir: lâm medeniyetinin bu tarz bir rasyonileteyi 1. Bat›l› oryantalistler. gelifltirmedi¤i yönündedir. 19. yüzy›l oryanta- 2. Bat› metodolojisini kullanan Do¤ulu araflt›r- lizmi, ‹slâm medeniyetini Antik miras› al›p oldu¤u gibi Bat›’ya aktaran bir “postac›” olarak mac›lar. görmüfltür. 3. Bat›’da do¤up büyümüfl ve kendi kültürlerin- 2. ‹kinci yaklafl›m ise ‹slâm medeniyetinin her den uzak yetiflen araflt›rmac›lar. Bu kategori- aç›dan özgün bir yere sahip oldu¤unu ileri sü- dekiler ya kendilerini tamamen Bat› ya da ren bir grup araflt›rmac›n›n fikrine dayan›r. medeniyet mensubiyeti bak›m›ndan kendi- Felsefede Dimitri Gutas, Bilim Tarihinde Co- sini Do¤u içinde görüp Bat›’n›n kendi için- lumbia Üniversitesi’nden George Saliba ve Ah- den yapt›klar› çal›flmalara dâhil oluyorlar. Bu med Dallal ile Jamil Ragep’in ismi an›labilir. ikinci gruptakiler zamanla objektif bir yakla- ‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda ortaya ç›kan bir vermek mümkündür. Özellikle 1950’lerden baflka yaklafl›m tarz› da Bat› kökenli bilim tarihçile- (1957) sonra Do¤u kökenli araflt›rmac›lardan rinin ‹slâm medeniyetinde üç etnik yap›y› öne ç›- etkilenerek Edward Kennedy “saf entelektüel karmalar›d›r: Arap, Türk ve Fars. Son zamanlarda kayg›yla” araflt›rmalarda bulunmufl, Bat›l› ise Berberî ve Kürt etnisitesi de ön plana ç›kar›l›yor. 73 fl›m gelifltirmifllerdir; buna pek çok örnek Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Yine Bat›’da özellikle Farslar ayr›cal›kl› bir yere sa- fiu s›ralarda Kanada ölçe¤inde neler incelendi¤i so- hiptir. Fârisîlerin Aryan ›rk›na mensup olmalar›n›n rulacak olursa: Yap›lan çal›flmalarda Amerikan zih- bunda etkin oldu¤u düflünülebilir; ayr›ca “Fars Ak- niyetinin bask›n karakter hâline gelmesiyle esas l›” ve “Fars Medeniyeti” terkipleri Bat›l›lar aç›s›n- amaç “sosyal fonksiyonu ve pratik de¤eri” olan ça- dan kula¤a hofl gelen ifade flekilleridir. Arap kültürü l›flmalar›n öncelenmesidir. fiu s›ralar ‹slâm Dünya- ise “daha köfleli” ifadelerle ve daha sert bir flekilde s›ndaki ‹slâmî cemaatler, bu cemaatlerin ekonomik dile getiriliyor. Türkler ise ‹slâm’›n organik bir üye- iliflkileri, kad›n hareketleri, sosyal hayat, marjinal si gibi ele al›nm›yor. Türkler ya d›flar›dan gelen, gruplar, az›nl›klar ve mahallî idarelerdeki sosyal Arap ve Fars kültürünü bozan yabanc› bir güç ola- hayat üzerine yap›lan çal›flmalar ön plana ç›kmak- rak görülüyor ya da sanki Müslüman de¤ilmifl gibi tad›r. Özellikle etnisite problemi olan bölgelerden bir anlay›flla ele al›n›yor. gelen doktora ö¤rencileri geldikleri bölge ve etnik Bat›’da ‹slâm felsefe-bilim araflt›rmalar› ço¤unlukla problemler üzerine çal›flmalar› için yönlendirilmektedir. Doktora müracaatlar›nda kavramsal ça- Ortado¤u Araflt›rma Merkezlerinde (Middle East l›flmalar dikkat çekmemekle birlikte herhangi bir Studies) yap›l›yor ve bu da baflka problemleri ba- marjinal cemaatin ekonomik altyap›s›na yönelik r›nd›r›yor. Buradaki çal›flmalar genelde iki temayü- bir teklif hemen kabul görebiliyor. lü içeriyor: 1. ‹slâm felsefe-bilim birikimini Yunan’a indir- Taflran›n ‹mparatorlu¤u: Osmanl› Dünyas›na Merkezden Bakmamak geme çabas› içinde bulunanlar. 2. Bat› felsefe-bilim birikimini ‹slâm’a indirgeme çabas› içindekiler. Neden bu çal›flmalar Bilim Tarihi ve Felsefe Bölü- Ali Yayc›o¤lu mü içerisinde yap›lm›yor? Bat›’daki ‹slâm felsefebilim gelene¤ine yönelik çal›flmalar art›k Felsefe ve 9 A¤ustos 2010 Bilim Tarihi bölümlerine kayd›r›lmal› ve o disiplin De¤erlendirme: F . S a m i m e ‹ n c e o ¤ l u içindeki yeri belirginlefltirilmelidir. Ortado¤u Araflt›rma Merkezlerinde yap›lan çal›flmalar problematik olmaktan çok tarihî, tasvirî, biyografik ve mo- Fairfield Üniversitesi’nde, Ortado¤u tarihi, Osman- nografik çal›flman›n s›n›rlar›n› aflam›yor. Ayr›ca, l› ve global etkileflimler üzerine dersler veren, Har- felsefe ve bilim tarihi bölümlerinden mezun olanlar vard Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlad›¤› doktora çal›flmas›n› The Provincial Challenge: Regi- mezun oluyorlar. Bu durum akademik çal›flmalara onalism, Crisis and Integration in the Late Ottoman da ister istemez yans›yor. Empire, 1792-1812 bafll›¤› ile yay›na haz›rlayan Ali 74 ‹slâm felsefe bilim gelene¤inden habersiz olarak Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM Osmanl› taflras›nda do¤an, yetiflen, daha sonra yollar› ‹stanbul’a düflen Osmanl› flair ve düflünürlerinin ‹stanbul’daki ilmî çevreler ile iliflkilerini de¤erlendiren Ali Yayc›o¤lu, her birinin hayat hikâyesi üzerinden merkez-taflra aras›ndaki iliflkinin farkl› veçhelerini ortaya koyuyor. Yayc›o¤lu ile 18. yüzy›l Osmanl›’s›nda, Osmanl› merkezî otoritesi ile periferisinde kalan taflra elitleri aras›ndaki güç iliflkileri üzerine konufltuk. Konuflmas›na öncelikle Kânî, fieyh Galip, Erzurumlu ‹smail Hakk›, Mütercim Âs›m gibi Osmanl› taflras›nda do¤an, yetiflen, daha sonra yollar› ‹stanbul’a düflen Osmanl› flair ve düflünürlerinin ‹stanbul tecrübeleri ve ‹stanbul’daki ilmî çevreler ile iliflkilerini de¤erlendirerek bafllayan Yayc›o¤lu, burada her birinin hayat hikâyesi üzerinden merkez-taflra aras›ndaki iliflkinin farkl› veçhelerini ortaya koyuyor. Tokatl› flair Ebu Bekir Kânî Efendi ‹stanbul’da arad›¤›n› bulamam›fl, Rusçuk a¤as›, ayan›, daha sonra da Eflak voyvodas› taraf›ndan himaye edilmifl bir flairdir. fieyh Galib önce Konya’ya gitmifl, Babas› Bu noktada merce¤i taflradan ‹stanbul’a gelenlere de¤il, taflrada kalanlara çeviren Yayc›o¤lu, Osmanl› taflras›n›n flairlere, mutasavv›flara, mühendislere, bahç›vanlara, haydutlara, bankerlere, müteflebbislere sundu¤u farkl› olanaklar›n üzerinde duruyor: Taflra, ‹stanbul’da, Viyana’da, Paris’te tutunamayanlar için yeni merkezler sunmaktad›r. Buradaki önemli ayan a¤alar›, aileler taflran›n yeni egemenleridir. Tepedelenli Ali Pafla’n›n Venedikli mimar›, Frans›z bahç›van›, Rusyal› mühendisleri vard›r. Türkçesi zay›f olan Arnavutça ve Rumca bilen Tepedelenli, torunlar›na Türkçe ö¤retmek üzere ‹stanbul’dan iki âlim getirtmifltir. Yanya bu figürler için önemli bir merkeze dönüflmüfltür. 18. yüzy›l Rum ayd›nlanmas›n›n önemli figürleri, ‹stanbul’daki Fenerli Rum aileler, Rum ayd›nlamas›ndan hofllanmad›klar› için Tepedelenli’nin etraf›nda küçük bir Rum akademyas› kurmufllard›r. Eflak, Petersburg ve ‹stanbul’da ofisi bulunan Eflakl› Manuk Bey, Rusçuk- Mustafa Reflid Efendinin bask›s› üzerine ‹stanbul’a dönmüfl, Galata Mevlevihanesi’ne atanm›flt›r. Erzurumlu ‹smail Hakk› ‹stanbul’da ona gösterilen büyük itibara karfl›n Tillo’ya dönmüfltür. Mütercim Âs›m, Gaziantep’ten ç›km›fl ve vakanüvis olmufltur. Alemdar Mustafa Pafla Rusçuk’tan ç›km›fl, veziriazam olmufltur. Bu minvalde Yayc›o¤lu’nun dikkat çekti¤i bir baflka husus gerçekte 18. yüzy›l›n hem do¤ululaflma hem de bat›l›laflma yüzy›l› oldu¤udur. ‹shak Pafla Saray› ‹ranl› bir Ermeni taraf›ndan yap›lm›flt›r mesela. Çapano¤ullar›n›n Barok camisini yapan ‹stanbullu Rum mimarlard›r… Asl›nda o dönemin edebiyatç›lar› da, astronomlar› da, mutasarr›flar› da, Hint’i, ‹ran’› ve Türkistan’› ilgiyle izlemektedir. Edebiyatta Sebk-i Hindi ak›m› ortaya ç›km›flt›r. Bir yandan Ba- 75 t› bir yandan Do¤u… Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM lu ‹smail A¤a’n›n ve Alemdar Mustafa Pafla’n›n Öte taraftan taflradaki ekonomik, askerî, entelektü- uluslararas› bankeridir. Osman Pazvanto¤lu Bel- el yap›lar› kontrol eden bu liderlikler, vezirlik, vali- grad yeniçerileri için bir s›¤›nma olmufltur… lik, mütesellimlik, muhass›ll›k gibi görevler üstle- Ortaya ç›kan bu foto¤raf bize neyi göstermektedir? nerek Osmanl› Devleti’nin kurumsal yap›s› içinde Tüm bunlar 18. yüzy›l Osmanl› dünyas›nda güç ilifl- kalm›fllar, bir yandan da o yap›y› dönüfltürmüfller- kilerinin Osmanl› taflras› lehine dönüflümünün dir. Çapano¤lu ve Karaosmano¤lu gibi Osmanl› ku- ipuçlar› m›d›r? Çapano¤ullar› Yozgat’› kurduktan rumsal yap›s›n›n kendilerine sundu¤u statüleri, po- sonra Tokat ve Kayseri’de Ermeni tüccar konaklar zisyonlar› reddedip, ancak bu flartlar alt›nda impa- yapm›fllar, büyük ticaret a¤lar› kurmufllard›r. 18. ratorluk ile uzlaflanlar da olmufltur. Zira imparator- yüzy›l taflras›nda ‹stanbul’a ya da ‹stanbul’un tafl- lu¤un taflrada varolabilmesi ancak bu yerel seçkin- radaki geleneksel merkezlerine alternatif yeni mer- lerle yapt›¤› iflbirli¤ine ba¤l›d›r. Baflka türlü varol- kezler mi oluflmaktad›r? Bu merkezler ‹stanbul’u mas› mümkün de¤ildir. Çapano¤ullar›n›n büyük devre d›fl› b›rakarak kendi aralar›nda ve dünyadaki K›z›lbafl dedeleri ile yak›nl›¤› üzerinden devlet bu farkl› bölgeler ile yeni iliflkiler mi kurmaktad›r? büyük dedelere ve yörüklere ulaflmaktad›r mesela. Ama bu durum ayn› zamanda taflra elitlerini Os- Yayc›o¤lu’na göre, 18. yüzy›lda taflra, Osmanl› Dev- manl›laflt›rm›flt›r. Netice itibariyle taflra ‹stanbul- leti’nin zenginli¤inin üretildi¤i yerdir. Yerel bilginin suz, ‹stanbul taflras›z yapamaz. Burada ayr›ca bu li- kaynaklar› ve üretimi de taflra elitinin kontrolünde- derliklerin dünya ile iliflkisi, bir kozmopolitizm de dir. Kurulan bu yeni merkezler, taflradaki di¤er aile- sözkonusudur. Bunlar›n büyük ço¤unlu¤u, Adriya- ler, dinî liderlikler, eflk›yalar ve ‹stanbul ile irtibatl› tik’e, Rusya’ya, ‹ran’a yelken açm›fllard›r. belli ailelerin kontrolü alt›ndad›r. Merkezin taflra üzerindeki dolays›z kontrolü oldukça azalm›flt›r. Son olarak, bu dönüflümü taflran›n imparatorlukla Taflra kendi liderlerini, yerel seçkinlerini üretmifltir. iliflkisi aç›s›ndan; bir yerel-merkez çat›flmas›, bir re- Bu liderlikler kendi bölgelerindeki yerel halk, dinî kabet, adem-i merkezileflme, da¤›lman›n erken liderlikler, halk ozanlar›, flairlerle kurduklar› iliflki- aflamas›, merkezin gücünün azalmas›ndan kaynak- lerle birlikte bir tür regionalizm, bir bölgeselleflme- lanan bir kaos ve gerileme olarak de¤erlendiren ye do¤ru evrilmeye bafllam›fllard›r. Yozgatl›l›k Ça- farkl› yaklafl›mlar› tart›flan Yayc›o¤lu’na göre, bu pano¤ullar›ndan, Yanyal›l›k Tepedelenli Ali Pa- iliflkiyi çat›flma olarak kurgulamak zordur. Yöneti- fla’dan ayr›lamaz. Yerellik ile yerel seçkinler iç içe min her alan›nda merkezî otoritenin, gücünü taflra bir yap› arzeder. Mesela Çukurova’n›n hikâyesi, Ça- eliti ile paylaflt›¤› 18. yüzy›l›n bu düzeninde impa- pano¤ullar› ile Kozano¤ullar› aras›ndaki mücadele- ratorlu¤un, taflras› ile öncekinden farkl› bir enteg- nin hikâyesidir. Padiflah›n yeri yoktur orada. Bölge- rasyon sürecine girdi¤i aç›kt›r. Bu süreçte “impara- sel liderliklerin oluflturdu¤u bir imparatorluk göze torluk taflralafl›rken, taflra Osmanl›laflm›flt›r”. 76 çarpar, bu dönemde. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM “Gelenler, Gidenler, Kalanlar…” bafll›kl› sempozyumda, Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde üç dönemdir yürütülen sözlü tarih yöntemine ve prati¤ine yönelik çal›flmalar›n son döneminde her bir kat›l›mc›n›n do¤rudan sözlü tarih görüflmeleri gerçeklefltirerek elde etti¤i kay›tlar Türkiye tarihi ba¤lam›nda analiz edildi. TAM Sempozyum Sözlü Tarih ‹htisas Sempozyumu: Gelenler, Gidenler, Kalanlar 8 May›s 2010 De¤erlendirme: K a z › m B a y c a r “Gelenler, Gidenler, Kalanlar…” bafll›kl› Sözlü Tarih ‹htisas Sempozyumu Bilim ve Sanat Vakf› Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi’nin yaklafl›k dört senedir sürdürdü¤ü Sözlü Tarih Atölyesi’nde yap›lan çal›flmalar›n bir ürünü. Sözlü Tarih Atölyesi’nin kat›l›mc›lar›nca haz›rlanan tebli¤lerin sunuldu¤u bu programla, daha sonra yap›lmas› ön görülen daha yüksek niteli¤e ve niceli¤e sahip çal›flmalar›n bir ilk ad›m›n› oluflturmay› hedefledik. sorusundan öte, geçmiflte olan ya da oldu¤u düflünülen, varsay›lan olaylar›n bireylerin dünyalar›nda nas›l anlamland›r›ld›¤›, farkl› toplumsal kesimlerce Bir tarih araflt›rma metodu olarak karfl›m›za ç›kan “sözlü tarih” bütün dünyada oldu¤u gibi Türkiye’de de akademinin yeni çal›flma sahalar›ndan biridir. Tarih disiplininin klasik temel kayna¤›n› oluflturan yaz›l› belgelere ve metinlere mukabil belli bir yafl›n üzerindeki kiflilerin yaflamlar›nda tan›kl›k ettikleri olaylar› alternatif bir kaynak olarak sunmaktad›r. Sözkonusu bu yeni kaynaklardan hareketle sözlü tarih, klasik tarihçilikte kendilerine yer bulamam›fl kesimlerin seslerini tarihte duyurabilme iddias›yla ortaya ç›km›flt›r. nas›l alg›land›¤› ile ilgilenmektedir. Bu ba¤lamda sözlü tarihçilik tek bir bilgiye de¤il, farkl› kiflilerce farkl› flekilde alg›lanan bilgi çeflitlili¤ine dikkat çekiyor. Yüzy›llar öncesine dayanan köklü bir sözlü kültüre sahip Türkiye sözlü tarih çal›flmalar› aç›s›ndan son derece ciddi bir potansiyel tafl›maktad›r. Ancak dünyan›n pek çok yerinde oldu¤u gibi sözlü tarihçilik, akademik çal›flmalarda etkin bir yere henüz sahip de¤ildir. Bilim ve Sanat Vakf› Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde üç dönemdir yürütülen Öte yandan sözlü tarih sadece yaz›l› kaynaklarda ulafl›lamayacak nitelikli bilgileri ulafl›labilir k›lmakla kalmam›fl ayn› zamanda tarihsel bilginin niteli¤inde de radikal bir de¤iflim önermifltir. Bu yeni yöntemi kullanan tarihçilik, art›k geçmiflte ne oldu sözlü tarih yöntemine ve prati¤ine yönelik çal›flmalar bu aç›dan daha da anlaml›d›r. Atölyenin son döneminde her bir kat›l›mc› do¤rudan çal›flma saha- 77 s›na inip sözlü tarih görüflmeleri gerçeklefltirerek Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM elde etti¤i kay›tlar› Türkiye tarihi ba¤lam›nda analiz etti. Atölye kat›l›mc›lar›nca yap›lan görüflmelerin genel içeri¤ine bak›ld›¤›nda göç meselesinin yo¤un bir flekilde ifllendi¤i görüldü¤ü için, önceden planlanmamakla birlikte, çal›flmalar›n göç meselesi etraf›nda kurgulanmas› ve “Gelenler, Gidenler, Kalanlar…” bafll›¤›yla sunulmas›na karar verdik. Sözlü tarih atölyesi olarak böylesi bir sempozyumla daha sonra yap›lacak daha nitelikli çal›flmalar›n ilk ad›m›n› oluflturmay› hedefledik. Sempozyumun ikinci oturumunda Türkiye’de mukim ve s›radan vatandafl olarak tan›mlanabilecek dört kiflinin hayat hikâyeleri üzerinden yaflanan dönemin analizi yap›lmaya çal›fl›lm›flt›r. Oturumun ilk konuflmac›s› Meryem Babacan, ‹stanbullu Garbis Horasanc›yan’›n bir Ermeni olarak Türkiye’deki yaflam tecrübesini konu edinmektedir. ‹kinci olarak söz alan Süleyman K›nl›, Tavasl› bir köy kad›n›n›n anlam dünyas›nda ölüm temas›n›n cezaland›r›c› ve disipline edici rolüne de¤inirken, üçüncü konuflmac› Bilal Emre Biral da sözlü tarih kaynaklar›ndan hareketle milli mücadelenin Kütahya-Emet mahallî direnifline odaklan›yor. Oturumun son konuflmac›s› Ayfle Celep, Türkiye’nin zorlu y›llar› olan 1960’lar›, ‹stanbul do¤umlu Kastamonu as›ll› bir berberin aynas›ndan hikâye ediyor. Sempozyum bafll›¤›ndaki her bir kelimenin bir oturuma karfl›l›k geldi¤i sempozyumun ilk oturumu çeflitli zamanlarda Anadolu topraklar›na yerleflmek için göç eden insanlar›n hayat hikâyelerinden oluflmaktad›r. Oturumun ilk konuflmac›s› Elif Konar “Buhara’dan Sibirya’ya Sibirya’dan Konya’ya Uzanan Yol” bafll›¤›n› tafl›yan tebli¤inde Naci ‹dil Beyin ço¤unlu¤u siyasî ve kültürel kayg›lar›n neticesinde ortaya ç›kan göç serüvenini kendi formasyonuna paralel olarak edebî bir üslupla ele al›yor. Daha sonra söz alan Selma Y›lmaz, Makedonya’dan Türkiye’ye göç eden ve geldi¤i yeni vatan›nda gerek siyasî, gerek iktisadî anlamda baflar› sa¤layan Eyüp Uçak Beyin hayat hikâyesini aktarmakta, Eyüp Beyin yaflam›n› kendi dilinden iktibasla “Biz göçmen de¤il, muhaciriz” sözüyle özetlemektedir. Üçüncü tebli¤in sahibi Zeynep Akgün de benzer biçimde, anlatt›¤› Balkan muhacereti tecrübesini bu defa bir kad›n›n, Cemile Han›m›n dünya penceresinden tasvir ediyor. Oturumda son olarak söz alan Rahime Demir ise Kartal ilçesi kapsam›nda gerçeklefltirdi¤i genifl çapl› sözlü tarih projesinin bir örne¤ini “Kartal’da Küçük Bir Evin Sessiz Sakini: Zümrüt Düzgöz” özelinde sunuyor. 78 Sempozyumun son oturumu Türkiye’den çeflitli nedenlerle yurtd›fl›na giden kiflilerin hayat tecrübelerini ele al›yor. Zeynep Bayrak, Sümeyye Do¤an ve Osman Çetin, Türkiye’den Almanya’ya çal›flmak amac›yla yap›lan göç sürecini üç ayr› kiflinin perspektifinden inceleyerek entegrasyon, yabac›laflma, asimilasyon gibi bugünün de temel meseleleri olan konular› bu farkl› perspektiflerden de¤erlendirdiler. Cumhuriyet döneminin önemli mütedeyyin kad›n figürlerinden biri say›labilecek Hümeyra Ökten’in bir doktor ve dindar bir Müslüman olarak yaflam›nda tan›k oldu¤u s›ra d›fl› durumlar ve vazgeçemedi¤i Hac yolculuklar› ise oturumun ve sempozyumun son konuflmac›lar› Emel Öncel ve Fatma Y›ld›r›m taraf›ndan aktar›ld›. Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi TAM TAM SEMPOZYUM B i l i m v e S a n a t Va k f › T ü r k i y e A r a fl t › r m a l a r› M e r k e z i S Ö Z L Ü TA R ‹ H ‹ H T ‹S A S S E M P O Z YU M U : G E LE N LER , G‹ DE N LE R , K A LA N LA R 8 M ay›s 2 010 C u m a r t e s i S i n e v i z y o n G ö s t e r i m i 10:30 As›rl›k Bir Ömür: Hasan Ifl›k S ü l e y m a n K › n l › / “Gitti, gara yerin gara toprak oldu”: Tavasl› Naile Nine’nin Dünyas›nda Ölüm B i l a l E m r e B i r a l / Sözlü Tan›kl›klar Üzerinden Milli Mücadele’de Kütahya-Emet Mahalli Direnifli AÇILIfi OTURUMU 10:50 Neden Sözlü Tarih? Konuflmac›lar Mus tafa Ö zel K a z › m B a y c a r / Önce Söz Vard›: Tarihsel Araflt›rma Yöntemi Olarak Sözlü Tarih fl e C e l e b / Bir Berberin Aynas›ndan 1960’lara Ay fle Kadar Türkiye ÜÇÜNCÜ OTURUM 16:00 EVDEN UZAKLARDAK‹ YAfiAMLAR B‹R‹NC‹ OTURUM 11:15 Oturum Baflkan›: S u a t M e r t o ¤ l u ANADOLU’NUN YEN‹ SAK‹NLER‹ Oturum Baflkan›: A b d u l h a m i t K › r m › z › Z e y n e p B a y r a k / “Bir evimiz olsun diye gittik”: Terzi Naciye Han›m’›n A¤z›ndan Almanya’ya Göç’ün Öyküsü E l i f K o n a r / Buhara’dan Sibirya’ya, Sibirya’dan Konya’ya Uzanan Yol: Naci ‹dil S e l m a Y › l m a z / “Biz göçmen de¤il muhaciriz”: Eyüp Uçak’›n Baflar› Öyküsü S ü m e y y e D o ¤ a n / Aflkale’den Alamanya’ya R›fk› Bey’in Hayat› Z e y n e p A k g ü n / “Ne dinimize kar›flan oldu ne de bayram›m›za”: Yunanistan Göçmeni Cemile Han›m’›n Anlatt›klar› O s m a n Ç e t i n / Dedemin Anlatt›klar›: Kafkasya’dan Sakarya’ya, Sakarya’dan Avusturya’ya R a h i m e D e m i r / Kartal’da Küçük Bir Evin Sessiz Sakini: Zümrüt Düzgöz E m e l Ö n c e l / Cumhuriyet Döneminde Bir “tabibe-i haz›ka-y› mütedeyyine”: Hümeyra Öktem ‹K‹NC‹ OTURUM 14:00 F a t m a Y › l d › r › m / Hac Yolunda T›bbiyeli Bir ‹stanbul Han›mefendisi: Hümeyra Öktem B‹R ZAMANLAR TÜRK‹YE’DE fi e v k e t K a m i l A k a r Oturum Baflkan›: fie De¤erlendirme 79 M e r y e m B a b a c a n / Gidenlerin Ard›ndan: Garbis Horasanc›yan’›n Anlatt›klar› 80 14 fiubat 2010. 9 ay 10 günlük Amerika seferinin ilk günü. Sabah 10.30 civarlar›nda kalkan uça¤›m›z 14.30 gibi New York J. F. Kennedy Havaliman›’na inifl yapt›. Vak›a do¤u vilayetlerimizin erken iftar açmas› vesilesi ile ne idü¤ünü anlad›¤›m›z meridyen fark›ndan kaynaklanan saat farkl›l›¤›n›, ziyadesiyle tecrübe ediyoruz. 11 saat süren yolculuk me¤er 4 saat sürmüfl, ömrüm 7 saat uzam›fl gibi… Güneflli bir hava ve fakat ayn› zamanda keskin bir ayaz. Bir türlü öteleyemedi¤im –hararetten mütevellid– çay içme arzusu, alt›ndaki dört tekerin dördünün de bir ifle yaramad›¤› bavulum ve elimdeki kaba yol tarifi ile New Jer- Serhat Aslaner Princeton Postas› SEYRÜSEFER 81 sey/Princeton’a revan oluyorum. Yol, iz bilmezli¤imi hesaba katarsak benimkisi “revan olmak”tan ziyade “Ya nasip” deyip yola düflmek. Gelgelelim her ne kadar yol, iz bilmesem de karamsar de¤ilim. Darda kald›¤›m zamanlarda, ellerinde adresleri dahi olmaks›z›n Avrupalara giden Jön Türkler ve bâhusus Amerika’y› teflrif eden Ubeydullah Efendi hat›r›ma geliyor ve ferahl›yorum. Haddizât›nda fakir de onlarla hemdem olmaya gayret etmiyor muyum?! Al iflte bana f›rsat… Havaliman›ndan d›flar›ya ad›m atar atmaz flöyle bir durup etrafa bak›yorum. “Ulan Amerika ya ben seni fethedece¤im ya sen beni” makam›nda de¤ilim ama herhalde bu durup bakmada Yeflilçam filmlerindeki Haydarpafla sahnelerinin de etkisi olsa gerek. Aman efendim, limuzinlerin biri geliyor biri gidiyor… Demek filmlerde gördü¤ümüz kadar varm›fl diye geçiriyorum içimden, ama daha Penn Station’a giderken bu ilk izlenim yerle bir oluyor. New York’un en sünepe hâl ve mahallerini bu yolculuk esnas›nda gördüm. Sonra; yola ç›kmadan önce bir bir önümden geçen Amerikan arabalar› yavafl yavafl yerlerini Asya arabalar›na b›rak›yor: Honda, Toyota, Nissan zibil gibi. ‹lk flaflk›nl›¤›m. Demek ki adamlar kast-› mahsusla kendi arabalar›n› kullan›yorlar filmlerde. Vatandafl›n tercihleri bambaflka. ‹mdi; bu yaz›n›n maksad› Amerika, Amerikal›lar yahut New York hakk›nda malumat vermek olmay›p Princeton ve daha ziyade Princeton Üniversitesi izlenimlerini aktarmak oldu¤undan sair yerlere dair fazla kelam etmeyece¤im. Mamafih bir parça görmüfllü¤üme nazaran New York hakk›nda diyece¤im ki: Azizim, bu New York dedi¤imiz eyalet ile ortalama bir Türk’ün zihnindeki New York imaj› aras›ndan epeyce fark vard›r herhalde. Bizim New York’umuz Manhattan’dan müteflekkil bir dünya. Velakin, Manhattan New York’un mühim bir cüzü olmakla beraber sadece bir cüzü. Siz ne düflünürsünüz Manhattan hakk›nda bilmem ama; buras› yetmifl iki milletin bir arada oldu¤u, kalabal›k, genifl ama pis kald›r›ml›, berbat trafikli, homelessten geçilmeyen bir metropol. Bir de metrosu var ki, herhalde, diyor insan, inflas›ndan beri temizlenmemifl. Havas›z, fena bir pis koku ve elbette fareler. ‹nsan bu hâli gördükten sonra Ninja Kaplumba¤alar’›n ve terbiyecileri olan farenin metroda yaflamalar›na flafl›rm›yor. Bir de hakk›n› yememek için baflta Central Park olmak üzere muhtelif parklar›n› zikretmek gerekir. Her ne kadar bu muhtelif parklar yüksek yüksek binalar aras›nda kaybolsalar da… Keflke mümkün olsayd› da Evliya Çelebi’den okuma imkân›m›z olsayd› New York’u diye geçirmifl durmuflumdur içimden. Belki öbür tarafta dinleriz… fiimdilik Selim Karl›tekin’i bekleyece¤iz… Her ne ise; New York Penn Station’dan binece¤im New Jersey treninden Princeton Junction dura¤›nda inecek ve oradan da 82 30.000 civar›nda bir nüfusa ve ortalaman›n üzerinde bir gelir düzeyine sahip küçük bir kasaba olan Princeton, New Jersey’nin de refah seviyesi en yüksek kasabas› ayn› zamanda. New Jersey’nin baflkenti Trenton’a 15 dakika New York’a ise 1 saat mesafede (trenle) yer alan Princeton asl›nda Anadolu’da örneklerine fazlas›yla rastlayaca¤›m›z türden tek caddeli bir flehir. Bizde umumiyetle “Cumhuriyet” tesmiye k›l›nan caddelerin buradaki muadili Nassau Setreet. Caddenin bir yan› meskûn mahaller ve ma¤azalar di¤er yan› ise bilimsel mekânlar. Mekânlar diyorum; zira Princeton’daki kayda de¤er tek akademik merkez Princeton Üniversitesi de¤il. Ayr›ca; çal›flmalar›n› tamamen araflt›rmalara hasreden ve alanlar›nda birer otorite mesabesinde pek çok Nobel ödüllü hocay› da bünyesinde bar›nd›rm›fl olan/bar›nd›ran Institute for Advanced Study de burada yer al›yor. Üniversite ile kurumsal olarak herhangi bir ba¤› bulunmamakla beraber Institute for Advanced Study’deki hocalar›n bir k›sm› dün de bugün de Üniversite’de ders vermeye devam ediyor. Yeri gelmiflken Albert Einstein’in kadrosunun da esas itibari ile Institute for Advanced Study’de oldu¤unu, bununla beraber Princeton Üniversitesi’nde de dersler verdi¤ini bir örnek olarak belirtelim. Mevzu dâhilere intikal etmiflken, Ak›l Oyunlar› ile popülaritesi epeyce artan John Nash’in de Princeton’da yaflad›¤›n› dedikodu mahiyetinde bir bilgi olarak paylaflay›m. Bu üniversitenin en kayda de¤er mekân› benim aç›mdan hiç flüphesiz Firestone Library. Üniversite bünyesinde irili ufakl› 12 kütüphanenin (buradaki ufakl› s›fat›n› pek ciddiye almay›n zira bir kaç istisnay› d›flta tutarsak her birinin ‹SAM’dan daha fazla kitap ihtiva etti¤ini söyleyebilirim) en büyü¤ü. Di¤er kütüphaneler belirli bir disipline hasredilmifl yahut yo¤unlaflm›flken Firestone ana kütüphane olarak hizmet veriyor ve hâliyle pek çok disiplinden kaynaklar ihtiva ediyor. Türkiye standartlar›n›n fazlas›yla üzerinde olan bu kütüphane –kendi istatistiklerine göre– 6 milyondan fazlas› matbu kitap olmak üzere 13 milyon civar›nda Akflam 6:30 gibi nihayet Princeton’day›m. Çay fasl› ve hemen ard›ndan k›sa bir Princeton turundan sonra sabah ola hayrola deyip uykuya geçiyoruz. Efendim, okudu¤um yazd›¤›m benim olsun, ben flimdi size kalemim yetti¤ince izlenimlerimi aktaray›m. 146 senedir hizmette olan Dinky’ye binerek Princeton’a varaca¤›m. Princeton’a varmadan önce flunu da belirtmek isterim ki bu memleketin trenlerinde de ifl yok. Ne h›zl› trenleri pek h›zl› ne de normal trenleri bizim TCDD’den h›zl›. Bir hayal k›r›kl›¤› daha. Demek ki diyorum, bu adamlar Keynes’ten sonra bir arpa yol alamam›fllar ya da dünya ile ilgilenmekten kendilerine vakit ay›ramam›fllar. Geçelim… SEYRÜSEFER 83 matbu/gayr›matbu kitap/yazma/belgeye sahip ve bu rakama ilaveten her ay yaklafl›k 10.000 yeni eseri bünyesine kat›yor. Buna bir de kütüphane üyelerinin Yale, Brown, Columbia, Pennsylvania, Cornell ve Dartmouth üniversitelerinin kütüphanelerinden kitap getirtebilme imkan›n› da ekleyince Türkiye ile aradaki mesafe çok daha fazla aç›l›yor. Firestone’un kayda de¤er bir baflka özelli¤i ise, aç›k raf sistemi ile iflleyen bir kütüphane olmas›. ‹nsan›n bu kadar çok kayna¤a bu kadar kolay eriflebiliyor olmas› ‹SAM’›n banilerine duahan olan benim için ayn› zamanda bir teessür, teessüf ve sövgü sebebi de. “Niçin böyle bir kütüphanemiz yok?” ya da “bizde de böyle kütüphaneler olsa herhalde dünyaya kök söktürürdük” meâlinde beyhude temenniler gelip gelip gidiyor. Herhalde mesele, bizde kütüphane olmamas›ndan ziyade iddia olmamas›. Öyle ya baflka türlü Milli Kütüphane’deki rezaleti yahut di¤er kütüphanelerdeki fukaral›¤› nas›l izah edebiliriz… Firestone’a dair bahsetmem gereken bir di¤er husus kitaplar›n güvenlik sistemi ile alakal›. Bu kütüphanede ki- 84 taplar›n kay›t d›fl› bir flekilde d›flar›ya ç›kar›lmalar›n› önlemeye yönelik her hangi bir uyar› ve güvenlik sistemi bulunmuyor. Güvenlik ad›na yap›lan tek fley kütüphane ç›k›fl›nda görevlilerin çantan›za flöyle bir bakmas›ndan ibaret. Pekala pek çok flekilde bahaya gelmez kitaplar› d›flar›ya ç›karabilmek mümkün. Bu durumu, “Amerika’da ya da Princeton’da insanlar o kadar dürüsttür ki …” fleklinde bafllayan cümle veya cümleler ile izah etmek isteyenler olabilir mi bilemem ama fikrimce bunun “miskinlik”ten öte bir aç›klamas› olmasa gerek. Kald› ki, resmen do¤rulanm›fl olmasa da baz› zevat›n hususî kütüphanelerini neredeyse buradan ç›kard›klar› binlerce kitapla oluflturduklar›na dair hikâyeler a¤›zdan a¤›za, kulaktan kula¤a dolafla gelmekte. Son olarak; Osmanl›ca-Türkçe, Arapça, Farsça ve ‹branice a¤›rl›kl› olmak üzere 230.000 ciltlik Near Eastern koleksiyonunun da bu binada oldu¤unu belirterek bu bahsi kapatay›m. SEYRÜSEFER 85 lamakla yetinelim. * Bu yetmifl iki millet içerisinde Türkleri yaklafl›k 50 kiflilik bir ö¤renci grubu temsil ediyor. Yaklafl›k 30 civar›nda olan lisansüstü ö¤rencileri a¤›rl›kl› olarak Bilkent ve Bo¤aziçi Üniversitesi mezunlar›ndan olufluyor. Uzun zamand›r (1960 sonras› istatistiklerine intizaren) her sene Türkiye’den 5 lisans ö¤rencisi kabul eden Princeton’da 20’ye yak›n da Türk lisans ö¤rencisi bulunuyor. Galatasaray, Koç, Sabanc› liselerinin son y›llarda ö¤renci göndermeye bafllamalar›n› d›flta tutacak olursak bu vadide Robert Kolej ve Üsküdar Amerikan Koleji mezunlar›n›n önemli bir yer iflgal ettiklerini belirtelim. Türk ö¤renciler ayr› bir yaz›ya mevzu teflkil edecek mahiyette oldu¤u için burada ele al›nmad›lar. fiimdilik istatistikî mahiyetteki bu bilgiler ve lisanslisansüstü ö¤rencilerinin düflünce dünyalar›n›n ve birbirleri ile irtibatlar›n›n zay›fl›¤›n› vurgu- Princeton gayrimüslim dünyadaki kampüsler içerisinde en büyük üçüncü kiliseye sahip. Pek tabi, kilisenin büyük olmas› üniversite mensuplar›n›n çok da dindar olduklar› anlam›na gelmiyor. fiu ana kadar lebalep dolu oldu¤una flahit olmad›¤›m gibi neredeyse dolmufl mesabesini de görmüfllü¤üm yok. Kiliseye âbidlerden ziyade yerli turistler ra¤bet gösteriyor. Bir de dü¤ünler için s›kl›kla kullan›l›yor. Bununla beraber; Amerikal› ve çekik gözlüler baflta olmak üzere yetmifl iki milletten* ve muhtelif dinlerden ö¤rencilere sahip Dinî Hayat 86 Princeton Üniversitesi, College of New Jersey ad›yla 1746 y›l›nda New Jersey – Elizabeth’te kurulmufl ilk kez. 1756 y›l›nda ise Princeton’a tafl›narak faaliyetlerine Nassau Hall’da devam etmifl. Princeton’›n baflkentlik yapt›¤› 4 ay boyunca Meclis fonksiyonu da gören Nassau Hall flu anda k›smen müze olarak hayatiyetini sürdürüyor. Nassau Hall Princeton Üniversitesi kampüsünde yer alan en eski bina olma özelli¤ini de tafl›makla beraber kampüs içerisindeki di¤er binalar da onu aratmayacak denli eski ya da eski gibi. Son derece modern çizgiler tafl›yan birkaç binay› d›flta b›rakacak olursak kampüs tarihî bir hüviyete ve mimarî haysiyete sahip izlenimini ziyadesi ile veriyor. Buna, –asl›nda bunu New Jersey’inin ya da di¤er ad› ile Garden State’in tamam› için söyleyebiliriz; zira bu bölge yerleflim mekân› olmadan önce ya¤mur ormanlar› ile kapl› imifl– pek ço¤u binalar kadar ya da binalardan daha yafll› duran devasa a¤açlar› da eklersek tablo biraz daha net hâle gele- *** olan Princeton’da dinî hayat bu kiliseden ibaret de¤il. Kilisenin hemen çapraz›nda bulunan Murray-Dodge Hall ayn› zamanda dinî ofis olarak hizmet veriyor. Bu çerçevede Müslüman ö¤rencilerin dinî ihtiyaçlar›n› karfl›lamak üzere kurulan Muslim Student Association ve onun baflkan›, cemaatin imam›, nikâh da dâhil olmak üzere bütün dinî ifllerden sorumlu olan ve ayn› zamanda Princeton Üniversitesi personeli/memuru olan Suhaib N. Sultan’›n ofisi bu binada yer al›yor. Binan›n en üst kat›nda Müslüman ö¤rencilerin vakit namazlar›n› k›labilmeleri için abdesthane ve küçük bir mescid bulunuyor. Cuma namazlar› ise daha kalabal›k oldu¤u için –kad›nlarla beraber 40 kifli civar›nda– binan›n girifl kat›nda bulunan salonlardan birisinde ifa ediliyor. Hâkeza, Ramazan ay› boyunca da gâh üniversitenin gâh sair Müslümanlar›n maddi yard›mlar› ya da ö¤renciler taraf›ndan haz›rlanan yemeklerle donat›lan iftar sofralar› da bu salondayd›. Türkiye’de oldu¤u gibi en kalabal›k cemaate sahip olan namaz oldu¤u için üniversite bayram namazlar› için daha genifl bir salon tahsis ediyor. Ramazan› burada geçirmifl olmam münasebeti ile flunu da ilave etmek isterim ki, 30 gün boyunca muhtelif mutfaklardan yedi¤imiz iftar yemekleri içerisinde en lezzetlilerinin bafl›nda kesinlikle Türk mutfa¤› geliyor. Müteakip s›ralar ise Osmanl›’n›n taht-› hâkimiyetinden ya da rahle-i tedrisinden geçmifl ülkelerde. SEYRÜSEFER 87 Ne kadar uzak bize… Mabadi var… cektir. Zannederim kampüsün, birbirinin mütemmim cüzü olarak görebilece¤imiz mimarî ve do¤al hususiyetleri Princeton ö¤rencilerinin kimlik alg›lar›n› ve üniversiteye aidiyet duygular›n› müspet yönde etkiliyor. Bugüne kadar Türkiye d›fl›ndaki akademik geleneklerle karfl›laflmam›fl ve hatta devlet üniversitesinden d›flar›ya ad›m atmam›fl birisi olarak beni en çok etkileyen, düflündüren ve yer yer flafl›rtan meselelerden birisi buradaki üniversite ve ö¤renci iliflkisinin yahut da biraz önce bahsetti¤im aidiyet duygusunun kuvveti oldu diyebilirim. Zira devletten çok az yard›m alan yahut da almayan bu özel/vak›f üniversitesinin temel gelir kayna¤›n› mezunlar›n›n yapt›¤› ba¤›fllar teflkil ediyor. Mevzunun ehemmiyetini vurgulamak için birkaç rakam vermem gerekirse: Princeton Üniversitesi’nin ba¤›fl havuzunda 12,6 milyar dolar bulunuyor (Bu rakam›n kriz sonras›ndaki tutar oldu¤unu ve üniversitenin kriz esnas›nda bu miktara yak›n bir mebla¤› kaybetti¤ini de ayr›ca belirtmem gerekiyor). Üniversitenin 1995-2000 y›llar› aras›nda mezunlar› bünyesinde yürüttü¤ü bir kampanyada toplad›¤› 1,14 milyarl›k ba¤›fl ya da kampüs içerisindeki pek çok tafl›nmazda (tafl, bank, bina, s›ra, masa vs.) görebilece¤iniz ve sözkonusu tafl›nmaz›n ba¤›fl oldu¤unu gösteren mezun isimlerinin çoklu¤u, hem ba¤›fl›n üniversite aç›s›ndan tafl›d›¤› önemi hem de –art›k mezun olmufl– ö¤rencilerin üniversiteleri ile kurduklar› ba¤lar›n kavili¤ini göstermesi aç›s›ndan kayda de¤er. Di¤er taraftan üniversitenin de –özellikle lisans– ö¤rencileri ile ziyadesiyle ilgilendi¤ini belirtmek gerekiyor. Bu tavr›n Princeton’a has olmad›¤›n› hat›rdan ç›karmamak kayd› ile Princeton Üniversitesi’nin ö¤rencilerine en fazla fon ay›ran üniversitelerden birisi oldu¤unun da alt›n› çizelim. Örne¤in; 5000 civar› lisans ve 2500 civar› lisansüstü ö¤rencisi olan Princeton Üniversitesi’nin 2002-2003 dönemi içerisinde ö¤rencilerine yapt›¤› yard›m 13,25 milyon dolar. Bizde emsaline rastlanmayan bu nev‘i üniversite-ö¤renci iliflkisinin tebârüz etti¤i faaliyetlerden birisi ise mezuniyet töreninin hemen ard›ndan düzenlenen ve üç gün süren mezunlar buluflmas›. Bizde liselerin mezunlar dernekleri taraf›ndan düzenlenen ve –birkaç üniversiteyi istisna olarak kabul edersek– üniversite düzeyinde esamesi okunmayan pilav günlerine muadil olan bu etkinlikteki (ücretli olmas›na ra¤men) kat›l›m yo¤unlu¤u ve neredeyse yürümeye mecali olmayacak kadar ihtiyar mezunlar›n dahi turuncu-siyah (Princeton Üniversitesi’nin bu renkleri kullan›yor) elbiseleri ile ifltirak etmeleri herhalde yukar›da alt›n› çizmeye çal›flt›¤›m aidiyet duygusunun en bariz göstergelerinden birisi. 88 Varl›k âleminde, Allah nûrunun z›dd› yoktur ki z›d ile meydan ç›k›p görünsün! flu hâlde nûrun z›dd› ile flu flunu anlad›n Gece nûr olmad›¤› için renkleri göremedin, flu flüphesiz ki– nûrun z›dd› olan karanki: Önce nûr görünür, sonra renk… Bunu da –flü fiu hâlde sen nûru, nûrun z›dd› ile bilirsin. Çünkü z›d meydana ç›kal›kla anlars›n! fiu rak z›dd› gösterir. flin ve süha y›ld›z›n›n ›fl› fl›¤›yla; iç âlemin renkleri ise AlD›fl âlemin renkleri günefli lah’›n yücelik nûrlar›n›n aksi ile belli olur. Asl›nda gözün nûru da, gönüllerin nûrundan meydana geldi¤i için gönül nûrunun aksidir. Gönül nûrunun nûru, Allah’›n nûrudur. Allah’›n nûru ise, hem ak›l hem de duygu nûrundan pâkt›r, tamam›yla ayr›d›r. fl›k olmayan yerde k›rm›z›, yefli flil, sar›; bu üç rengi ne vakit, nas›l görebilirsin? Nûr, ›fl› Fakat senin akl›n fikrin renklere tak›ld› kald›; renklerde kayboldu da, bu renkler nûru görmene perde oldu. Gece gelip de renkleri örtünce, renkler görünmez olunfl›¤a, nûra ba¤l› oldu¤unu anlars›n. Gönül âleminin hâli de böyca, rengi görmenin ›fl› ledir; nûr olmay›nca iç âlemin renklerini de göremezsin. Nûr olmay›nca renkler görünmez! MESNEVÎ’DEN