2006 • 4(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi

Transkript

2006 • 4(2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2006 • 4( 2)
2006 4( 2)
Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi
iletişim : araştırmaları Dergisi
Çenter for
Communication Research
Ankara University
communication: research Journal
iletişim : araştırmaları Ankara
Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi tarafından çıkarılan
hakemli bir dergidir. Derginin amacı
iletişim alanının disiplinlerarası yapısı
içinde düşünce üreten araştırmacılar
için uluslararası bir forum oluşturmak;
teorik analiz ve tartışmalar kadar
ampirik araştırmaları yayınlayarak
iletişim alanında bilgi/veri üretiminin
sağlanmasına katkıda bulunmak; kitap
ve araştırma raporları ile ulusal ve
uluslararası konferans ve kongrelerin
değerlendirilmesini yapmaktır. Bu
amaçları gerçekleştirmek için derginin
kendini konumladığı sınır bilimsellik,
akla uygun olmak ve eleştirelliktir.
iletişim : araştırmaları yılda iki kez.
Nisan ve Kasım aylarında yayınlanır.
Dergi Türkçe, İngilizce, Almanca ve
Fransızca dillerinde yazılmış yazılara
yer verir. Hakemli bir derginin gereği
olarak gönderilen yazılar, yazarın
kimliğini bilmeyen uzman hakemler
tarafından değerlendirmeye alınır.
communication : research is a
refereed academic journal published by
the Çenter for Communication
Research Ankara University. The
journal seeks to establish an
international forum for communication
researchers within the interdisciplinary
field of communication studies; to
contribute to the production of
knowledge and data by publishing
theoretical analyses as well as
empirical research; and to assess
national and international meetings in
addition to publishing book and
research report revievvs. İn order to
attain these goals, the journal
identifies its extent as the limits
marked by scientificity, accountability,
and critical thinking. communication :
research is published twice a year in
April and October. Journal's languages
of publication are Turkish, English,
French and German. Submissions are
sent out to anonymous referees for
blind review.
Sahibi Publisher
Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) adına
Doç. Dr. Nuran Yıldız, Müdür
Yayın Danışma Kurulu Advisory Board
Nilgün Abisel
Korkmaz Alemdar
Aysel Aziz
Seçil Büker
Stuart Ewen
Raşit Kaya
Metin Kazancı
Levent Kılıç
Mehmet Küçükkurt
Alois Moosmüller
Vincent Mosco
Filiz B. Peltekoğlu
Dan Schiller
Oya Tokgöz
Ahmet Tolungüç
Nuri Tortop
Aydın Uğur
Dilruba Çatalbaş Ürper
Konca Yumlu
Yakın Doğu Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Arel Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
The City University of New York
(Hunter Collage)
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Münih Ludvvig Maximilian Üniversitesi
(Almanya)
Oueen's University
(Ottavva, Kanada)
Marmara Üniversitesi
Illinois üniversitesi, ABD
Ankara Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Bilgi Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Editörler Kurulu Editorial Board
Editör Editör
Nuran Yıldız
Editör Yardımcıları Assistants Editör B. Pınar Özdemir
Melike Aktaş Yamanoğlu
Tasarım Design
Mehmet Sobacı
iletişim Adresi Contact Address
Tel Phone
Faks Fax
E-Mail
http://
Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları
ve Uygulama Merkezi
Çenter for
Communication Research
Ankara University
Cebeci, 06590, Ankara • Turkey
(♦90.312)319 7714
(♦90.312) 362 2717
[email protected]
ilefdergi.ilef.net
ISSN 1303-7900
iletişim : araştırmaları dergisi Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama
Merkezi tarafından yayınlanmaktadır.
@ 7011 iletişim : araştırmaları. Tüm hakları saklıdır.
communication : research journal is published by Çenter fo r Communication
Research Ankara University.
© 2011 communication: research. Ali rights reserved.
Baskı: Ankara Üniversitesi Basımevi
incitaşı Sokak No: 10 Beşevler 06510 Ankara
Tel: (0.312) 213 66 55
Basım tarihi: 21 Ekim 2011
İçindekiler
5
Nuran Yıldız
Editörden
Makaleler
9
Elif Küçük Durur
2004 Referandumu Sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk
Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi
45
Diııu Minteanu
Nuances of 'Culture', 'İslam' and ’Conflict': A Selective
Qualitative Analysis of International Newspaper
Discourses in the Year 2008
Nejat Ulusay
Sinemada Queer Göçmen Temsilleri
79
Etkinlik Değerlendirmesi
105
Deniz Sezgin
Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi
ve İletişimi Sempozyumu
Kitap Eleştirisi
111
Derya Tellan
Yeni Savaşlar
117
Bu Sayıdaki Yazarlar
ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 )
5
Editörden
Nuran Yıldız
Merhaba,
iletişim : araştırmalarının sekizinci sayısını sizlere sunmaktan
mutluluk duyuyoruz. Ülkemizde özellikle iletişim alanında yayınlan­
makta olan hakemli akademik dergi sayışırım sınırlı olması nedeniyle
iletişim : araştırmaları dergisinin yaym hayatına devam etmesinin
çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kısa aralıklarla çıkarmayı planla­
dığımız üç sayının oluşması için derginin editörler kuruluna destek
veren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Eser
Köker'e ve makalelerini bizlerle paylaşan tüm değerli yazarlara içten­
likle teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Yaym hayatı boyunca iletişim alanmm çok disiplinli yapısını her
zaman göz önünde bulundurmaya ve yansıtmaya çalışan dergimizin
yeni sayısında da iletişim alanının farklı disiplinlerinden gelen üç
farklı makaleye, bir etkinlik değerlendirmesine ve bir de kitap eleştiri­
sine yer verdik.
Bu sayımızda yer verdiğimiz çalışmaların ilki, Dr. Elif Küçük
Durur tarafından yazılmış olan "2004 Referandumu Sürecinde Kuzey
Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi" başlıklı
makale. Türkiye'de sosyal bilimler alanında yapılmakta olan Kıbrıs'a
ilişkin çalışmalara değerli bir katkı niteliği taşıdığına inandığımız bu
makale geçmişten bugüne Kıbrıs'ı 'sorun' haline getiren milliyetçilik
ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 5 -8
6 • iletişim : araştırmaları
söylemlerini Kuzey Kıbrıs basını bağlamında ele alıyor. Küçük Durur,
makalesinde 1974 müdahalesinden sonra, Kıbrıs Türk toplumunda
yeşeren ve hegemonik Türk milliyetçilik söylemine karşı Kıbrıslıtürk
milliyetçilik söylemini inşa eden çerçeveleri tartışıyor ve bu anılan
milliyetçilik söyleminin, Annan Planı'nm halk oylamasma sunulduğu
24 Nisan 2004 referandumu sürecinde Türk milliyetçilik söylemi çer­
çevesine eklemlendiğini ve bu söylemin meşruiyetini korumaya
devam ettiğini ortaya koyuyor.
İkinci makale Dinu Minteanu'nun "Nuances of 'Culture', 'İslam'
and 'Conflict': A Selective Qualitative Analysis of International
Newspaper Discourses in the Year 2008" başlıklı İngilizce çalışması.
Çalışma,
'kültür' kavramının küresel olarak gazeteciler tarafından
kullanılma biçimlerinin kavramsal mekanizmalarını, 'çatışma' ve
'İslam' kavramlarıyla ilişkilendirerek ele alıyor ve uluslararası haber
medyası makaleleri ömeklemi üzerinden çerçeveleme analizi ve kül­
türel söylem analizi uygulayarak inceliyor. Minteanu, makalesinde
uluslararası gazete başlıklarında kendisine yer bulan 'kültür' veya
'kültürel' kelimelerinin kullanımının, İslam ve çatışmayı içeren kutup­
laşmış bir söylemden daha çok ince farklılıklara işaret ettiği sonucuna
ulaşıyor. Çalışma, 'ince farklılıklara sahip' ve 'kutuplaşmış' anlatılara
ilişkin örneklerle oldukça ilgi çekici, aynı zamanda çalışmanın verilere
ulaşmada kullandığı veritabanmm da araştırmacılara yol gösterici
olacağını düşünüyoruz.
Yıldız ■Editör'den • 7
iletişim : araştırmaları nın bu sayısında yer alan üçüncü maka­
lemiz, Doç. Dr. Nejat Ulusay'ın sinamadaki cjueer göçmen temsillerini
ele aldığı çalışması. Ulusay, "Sinemada Queer Göçmen Temsilleri"
başlıklı makalesinde kahramanlarının queer göçmen figürlerinin oldu­
ğu sinema örneklerini ele alıyor ve söz konusu örnekleri iki kategori
içerisinde inceliyor. Yazarın üzerinde durduğu ilk kategori belli kültü­
rel stereotipleri yemden üreten ve güldürü türünün uylaşımlarını
taşıyan filmleri içerirken, ikinci kategorideki filmler ise, herhangi bir
ülkede göçmen ve queer olmanın karmaşıklığına odaklanmakta ve
göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, ait olma ve diaspora
gibi kavramlar çerçevesinde sorunsallaştırmakta. Çalışma, Türkiye'de
bu konuya ilişkin yazılmış olan ilk çalışmalardan birisi olması niteli­
ğiyle alana önemli bir katkı sağlıyor.
Bu sayımızda son olarak Dr. Deniz Sezgin tarafmdan kaleme alı­
nan "Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve İletişimi Sempozyumu"na
ilişkin bir etkinlik değerlendirmesine ve Doç. Dr. Derya Tellan'm
İletişim Yayınları tarafmdan yayınlanan ‘‘Yeni Savaşlar" başlıklı kitaba
ilişkin hazırladığı kitap değerlendirme yazışma yer verdik.
iletişim : araştırmaları dergisine gönderilen makale sayısını
çoğaltmak, dergiye ulaşan makaleleri mümkün olan en hızlı zamanda
sonuca ulaştırmak için gösterdikleri yoğun çabalan ve emekleri nede­
niyle editör yardımcıları Yrd. Doç. Dr. B. Pınar Özdemir ve Yrd. Doç.
Dr. Melike Aktaş Yamanoğlu'na; değerlendirme raporları ile dergimiz­
8 • iletişim : araştırmaları
de yayınlanan makalelere değerli katkılarını esirgemeyerek hakemlik
yapan çok değerli öğretim üyelerine, "acil" tasarımımızı her zamanki
gibi "acil" olarak yetiştiren sevgili Mehmet Sobacı'ya çok teşekkür
ederim.
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...
9
2004 Referandumu Sürecinde
Kuzey Kıbrıs Türk Basınında
Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi
Elif Küçük Durur
Özet
Kıbrıs jeopolitik konumu ve ada üzerinde yaşayan toplumların ortak bir anlaşmaya varamaması nedeniyle
bir 'sorun' olarak uzun zamandır güncelliğini korumaktadır. Geçmişten bugüne Kıbrıs'ı 'sorun' haline getiren
milliyetçilik söylemlerinin Kuzey Kıbrıs basınında temsiline yönelik bu çalışma, Kuzey Kıbrıs milliyetçiliklerini
birer söylemsel oluşum olarak ele almakta ve Kuzey Kıbrıs basınını bu bağlamda incelemektedir. 1974
müdahalesinden sonra, Kıbrıs Türk toplumu içerisinde yeşeren ve hegemonik Türk milliyetçilik söylemine
karşı Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini inşa eden çerçevelerin, Annan Planı’nın halkın onayına sunulduğu 24
Nisan 2004 referandumu sürecinde Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlendiği ve bu söylemin
meşruiyetini korumaya devam ettiği öne sürülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, milliyetçilik, söylem, basın
Cypriot Ttırk Nationalism Discourse in Northern Cyprus
Turkish Press during the 2004 Referendum Process
Abstract
Due to its geopolitical position and the fact that communities living on island could not come to an
agreement, Cyprus has been preserving its currency as a "problem" tor a long time. This study related to the
representations ot the nationalism discourses that have made Cyprus become a “ problem" on Northern
Cyprus press from past to present discusses the nationalisms of Northern Cyprus as a discursive formation
and examines the Northern Cyprus press vvithin this context. İt is put forward that after 1974 intervention,
frameworks which form Cypriot-Turk nationalism discourse against the hegemonic Turkish nationalism that
has begun to develop vvithin Cyprus-Turkish society are articulated to the Turkish nationalism discourse
framevvork during April 24th, 2004 referendum when Annan Plan was submitted to the approval of the public
and that this discourse has been continuing preserving its legitimacy.
Key Words: Cyprus, nationalism, discourse, press
ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 9 -4 4
10 • iletişim : araştırmaları
2004 Referandumu Sürecinde
Kuzey Kıbrıs Türk Basınında
Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi
1990'lı yılların sonundan itibaren Kuzey Kıbrıs Türk toplumunda
görünür olmaya başlayan ve Türk milliyetçilik söylemine sahip statüko­
ya karşı, sol siyasetin başını çektiği toplumsal muhalefet, 2000'li yılların
başında Birleşmiş Milletler tarafından Kıbrıs'taki her iki toplumun ona­
yına sunulan Kapsamlı Çözüm Planı (BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın
adıyla anılan Arınan Planı)'nm müzakere edildiği süreçte yükselişe geç­
miştir. Bu hareket, birçok sivil ve siyasi örgüt bazında da hararetle des­
teklenmiş ve bu durum Kuzey Kıbrıs'ta sol tandanslı örgüt temsilcileri,
yazarlar ve akademisyenler tarafından toplumsal bir bilinç dönüşümü
olarak kabul edilmiştir. Denktaş ve UBP (Ulusal Birlik Partisi)'nin temsil
ettiği statükonun bu dönüşüm karşısında yenilgiye uğrayarak (UBP'nin
Aralık 2003 seçimlerinde, Denktaş'ın 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerin­
de) iktidardan düşmesi ve 24 Nisan 2004 referandumunda Annan
Plam'na sandıktan çıkan % 64.91 oranındaki 'Evet' oyu da bu dönüşü­
mün göstergeleri olarak değerlendirilmiştir.
Bu çalışma, Kuzey Kıbrıs'ta hegemonik Türk milliyetçilik söylemin­
de bir kırılma noktası olarak okunabilecek bu sürecin, her şeye rağmen
bu söylemin hegemonyasım değiştirmediğini öne sürmektedir. Türk
milliyetçilik söylemine muhalif yeni bir milliyetçilik kurgusu olarak Kıb­
rıs ya da Kıbrıslıtürk1 milliyetçilik söylemini kuran çerçevelemenin Türk
1
'Kıbnslıtürk'lük Kuzey Kıbns'ta 1970'li yılların sonuna doğru yeşermeye başlamış
bir kolektif kimlik kurgusu olarak, bu kurgu temelinde inşa edilen milliyetçilik
söylemine sahip Kıbrıslı yazarların ve akademisyenlerin sıklıkla atıfta bulunduğu
bir kavramdır ve Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan yerli halk da kendisini 'öteki'lerden ayıran
bu kimlikle tanımlamaktadır. Bu sebeple çalışmada da bu haliyle ele alınmakta ve
kullanılmaktadır.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 11
milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenmesini, referandumda 'Evet'i
destekleyen basm organlarında Arınan Planı tartışmaları kapsamındaki
anlamlandırma pratiklerinin çözümlenmesi vasıtasıyla ortaya koymayı
amaçlamaktadır.
Kuzey Kıbrıs'ta yayınlanan gazetelerden çalışmaya konu olan
dönem itibariyle en çok satan ilk üç gazete olan2 Kıbrıs, Yeni Düzen ve
Afrika gazetelerinin arşivlerinde, Annan Planı ve referandum sürecine
dair haber, köşe yazıları ve propaganda ilanları incelenmiştir. Bu gazete­
lerden (Asil Nadir tarafından 11 Temmuz 1989'da yayınlanmaya başla­
yan) Kıbrıs en çok satış rakamma sahip3 olmasının yanında her dönemde
siyasi iktidar yanlısı bir yayın politikası benimsemesiyle dikkat çekmek­
tedir. Yeni Düzen (12 Aralık 1975) gazetesi incelenen dönemde siyasi
iktidar olan CTP-BG (Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler)'in
yayın organıdır ve bu partinin söylemini benimsemektedir. Afrika (17
Eylül 1997'de Avrupa adıyla Şener Levent tarafından yayınlanmaya baş­
layan 15 Aralık 2001'de bu isimle yayın hayatına devam eden) gazetesi
ise, siyasi yelpazenin solunda radikal üslubuyla tanınmaktadır. Çalışma,
günlük olarak yayınlanan bu üç gazetenin 1-30 Nisan 2004 tarihleri ara­
sında yayınlanan nüshalarını analiz etmektedir.
Milliyetçiliği yalmzca milli kriz ya da milli mücadele dönemlerinde
ortaya çıkan, aşırı-sağcı siyasi projelerle ilişkili bir siyasi ideoloji olarak
2
Gazetelerin satış rakamları KKTC Yay-Sat Bölge Müdürü Halil Paşa'dan alınmıştır.
3
Kıbrıs gazetesinin tek başma günlük satış rakamı, diğer yerel gazetelerin satış
rakamlarının toplamına denk gelmektedir.
12 • iletişim : araştırmaları
gören ve buna bağlı olarak milli kimliği verili ve sabit kabul eden yak­
laşıma karşı, bu çalışma, milliyetçiliğin günlük yaşamın pratikleri içine
yerleşmiş ve bu pratikler vasıtasıyla sürekli yeniden üretilen hegemonik
bir söylem4 ve milli kimliğin de kimliklerime süreci içinde 'öteki'ne göre
değişip dönüşebilen bir kurgu5 olduğu önkabulüne dayanmaktadır. Bu
bağlamda, toplumsal alanda inşa edilmiş bir gerçeklik olarak milliyetçi­
lik söyleminin de toplumsal ve bireysel alanların anlamlandırılışında
baskın çerçeve olduğu öne sürülmektedir. Milliyetçilik söylemlerinin
basında temsilinin çözümlenmesi, egemen ve karşıt milliyetçi çerçevele­
rin yeniden üretimi ve aralarındaki etkileşimin ortaya konmasına yöne­
lik olan bu çalışmanın araştırma yöntemi, ideolojinin maddiliğine daya­
lı olan ve anlamlarla ilişkili olduğunu kabul eden, anlam ve öznenin
4
Son döneme kadar milliyetçilik literatürünü oluşturan çalışmalarda kuramcılar
genel olarak milliyetçiliğin ve milletlerin 'ne zaman' ortaya çıktığına dair ortak
bir sorunsal etrafında fikir üretmişlerdir. Milletlerin en eski etnik yapıların devamı
olduğunu (Edward Shils, Clifford Geertz gibi yazarlann savunduğu) 'ilkçi'
yaklaşıma karşı, bunların modem çağa ait olgular olduğunu öne süren (Emest
Gellner, Eric J. Hobsbawm, Michael Hechter, Benedict Anderson gibi yazarların
temsil ettiği) 'modemist' yaklaşım bu konudaki literatürü ikiye bölmüştür. Ayrıca,
milletlerle modem öncesi etnik yapılar arasında güçlü bağlar olduğunu ifade eden
ve milletleri oluşturan etnik kavram ve yapıların modemite ile alanımn genişleyip
derinleştiğim vurgulayan (John Armstrong ve Anthony Smith'in adlarıyla
amlan) 'etno-sembolcü' görüş de bu alanda farklı ve üçüncü bir yaklaşım olarak
yerini almıştır. Milliyetçiliğin modemitenin ürünü olduğunu savunan modernist
yazarlarm, bu süreç sona erdiğinde milliyetçiliğin de etkisini kaybedeceğine dair
iddiasının geçersiz kalmasına ek olarak; milliyetçilik üzerine literatürde de yaygın
bir görüş birliği bulunan iyi ve kötü milliyetçilikler kategorileştirmesinin bu ikisi
arasındaki ortaklığı gözlerden silmesi ve dolayısıyla 'iyi ve gerekli vatanseverlik'
halinin doğallaşması; zamana, coğrafyaya ve koşullara göre değişiklik göstermesi
nedeniyle genel geçer bir tamnu yapılamayan milliyetçilik olgusunun farklı ve
tamamen zıt kabul edilebilecek ideolojilerle eklemlenebilen çok boyutlu bir yapıya
sahip olduğunun anlaşılması gibi nedenler bu konuda farklı bir perspektife ihtiyaç
olduğunu göstermiştir. Bu da milliyetçiliği bir söylem olarak ele alan Calhoun (2007)
ya da 'banal milliyetçilik' olarak tarif eden Billig (2002) gibi, milliyetçilik olgusunu
tek bir değişkene bağlı kalmaksızın, zamana ve toplumsal bağlama göre şekil alan,
değişip dönüşebilen bir yapı olarak kabul edilmesi gerekliliğidir.
5
Hail'ün ifadesiyle, "kimlikler asla tamamlanmaz, asla bitirilmezler; öznellik olarak
daima inşa halindedirler"(1998:70).
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 13
kuruluşunu aynı süreçte gören inşacı yaklaşım içinde geliştirilen çerçe­
veleme analizi6 olarak belirlenmiştir.
İnşacı yaklaşım içinden çerçeveleme, gerçekliğin ve bu gerçekliğe
dair algılamanın toplumsal alanda yapılandırıldığı önkabulüne dayan­
maktadır. Bu kavramı ilk kez kullanan Goffman da, "çerçeveler" olarak
etiketlenen "yorumlama şeması"nın, bireylerin meydana gelen olayları
ya da bilgileri yerleştirmek, algılamak, tanımlamak ve etiketlemek gibi
durumları gerçekleştirmelerini mümkün kıldığım ifade etmektedir
(1974: 24). Dolayısıyla toplumsal alanda kültürel yapı ile bağlantılı ola­
rak inşa edilen çerçeveler, baskm ideolojinin ya da egemen söylemin de
taşıyıcısı7 olmaktadırlar. Bu bağlamda, bu çalışmada toplumsal gerçekli­
ği inşa eden ve bu gerçeklik içinde anlamlandırılan medya metinlerinin8,
medya profesyonelleri tarafından, üretim sürecindeki birtakım kodlamalarla üzerinde uzlaşılmış toplumsal çerçevelerle uyumlaştırılarak
kurgulandığı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, bir medya metni üzerin­
de yapılan çerçeve analizi de, medya metninin söylemini oluşturan çer­
çeveleme araçlarım çözümleyerek, metne konu olan şeyin 'nasıl' ortaya
konduğunu ve bu şekilde toplumsal alandaki egemen çerçevelerin nasıl
yeniden üretildiğim açıklamaya çalışmaktadır.
6
Çerçevelemeyi ve çerçeveleme analizim inşacı yaklaşım içinde ele alan çalışmalar
için bakınız Z. Pan ve G.M. Kosicki (1993) ve B. Van Gorp (2007).
7
Gitlin (1980) The Whole VVorld is Watching başlıklı çalışmasındaki verilerle bu görüşü
ortaya koymaktadır.
8
Gerçekliğin toplumsal inşasını konu alan çalışmalanyla Berger ve Luckman, tüm
gerçeklikler içinde 'gündelik yaşam gerçekliği'ne vurguda bulunarak bu gerçekliğin
nesneleştirme ile sağlandığım ve nesneleştirmenin işaretlerin üredmi ve dilsel anlam­
landırma ile sürdüğünü ifade etmektedirler. Dilin 'burada ve şimdi'yi aşabilme kapa­
sitesi nedeniyle gündelik yaşam içindeki farklı bölgeleri birleştirerek anlamlı bir bütün
oluşturduğunu ve bireyin kendi gerçekliğini ve öznelliğini dil aracılığıyla ortaya koya­
bildiğim vurgulamaktadırlar (1966:38-39).
Dolayısıyla, toplumsal gerçekliğin kuruluşunda dil en önemli öğedir. 'Gerçeklik tammları’, 'gerçek olana' ilişkin tanımlann seçici biçimde temsil edilmesiyle ve bu temsi­
lin içinde oluştuğu dilsel pratikler dolayımı ile taşınır ve üretilir. Bu bağlamda, günde­
lik yaşam içerisinde gerçekleşen bir faaliyet olması temelinde, kendisini bir uzlaşmalar
dizgesi tarafından yönlendirilen işaret ve simgeler olarak değil 'gerçek' temsiller ola­
rak sunan haber (Tuchman,1978:108) metinlerinin egemen söylemlerin (ya da egemen
çerçevelerin) yeniden üretildiği bağlamlar olarak ele alınması gerekmektedir.
14 • iletişim : araştırmaları
K ıb rıs T ü rk T o p lu m u n d a U lu s la ş m a S ü re c i
v e T ü rk M illiy e tç ilik S ö y le m in in İn ş a s ı
19. yüzyıldan itibaren dünya üzerindeki tüm insan toplulukları
arasında etkinlik kazanmaya başlayan uluslaşma ve milliyetçilik olgula­
rı 1878'de İngiltere'nin sömürgesi olan Kıbrıs'ta da görünür olmaya
başlamıştır. Bu bağlamda Kıbrıs'ta milliyetçilik hareketleri, dünya kon­
jonktüründeki gelişen ve değişen dengelere paralel olarak ada üzerinde
yaşayan toplumların 'anavatan' olarak kabul ettikleri toplumlardaki
milliyetçilik tezahürlerine bağlı olarak gelişmiştir.
18. yüzyıl sonlarında kurulan Filiki Eterya örgütünün 'Megalo
İdea' ülküsünü yaygınlaştırması ve 19. yüzyıl başında adada yaşayan
Rumların anavatan olarak kabul ettikleri Yunanistan'ın bağımsızlığını
kazanması ile Rumlar, Türklerden daha erken dönemlerde milliyetçilik
olgusu ile tanışmış ve uluslaşma sürecine girmiştir. Ada üzerinde yaşa­
yan Rumların Türklerden sayıca fazla olması etkeninin yam sıra Yunan
Devleti'nin kendi sınırları dışındaki Helen toplumlarmdan Kıbrıs'ta
yaşayanları da kapsayan 'Megalo İdea' hedefi çerçevesinde giriştiği siya­
si ve kültürel seferberlik de Rum toplununum etnik kimliğini siyasallaş­
tırmasını sağlamıştır. Buna karşılık, İngiliz sömürge döneminin başlama­
sıyla adada daha önce hakim dinsel toplum olan Türklerin bu hakimi­
yetlerini kaybetmeleri onları bir kaosa sürüklemiş, Rum toplumu arasın­
da hızla yayılan milliyetçilik hareketlerine bir tepki olarak kendi milli­
yetçilik kurgularım oluşturmaya çalışmışlardır.
Başka bir ifadeyle, Kıbrıs Türk toplumu, Rum toplununum kendisi
için bir tehdit oluşturmaya başladığı anda kendi kollektif kimliğini
tanımlama ve birlik oluşturma çabasma girmiştir. Bryant'm da vurgula­
dığı gibi, Kıbrıslı Türkler, Atatürk dönemi öncesinde etnik kimlik farkındalığıyla ilgili bir iddiada bulunmazken, Kıbrıslı Rumlar etnik bağlarıyla
ilgili bir farkmdalığa 'ezelden beri' sahip olduklarım iddia etmişlerdir
(2007: 285). Bu durum her iki toplumun milliyetçilik söylemlerinin fark­
lı kurgulamşımn da kaynağıdır. Kıbrıslı Rumlar ada üzerindeki varlıkla­
rını ve iktidarlarım 'soy birliği' üzerinden soyut bir saflık (ezeli ve ebedi
Helen ruhu) anlayışına dayandırıp meşrulaştırırken, Kıbrıslı Türkler
milliyetçilik söylemlerini fetih ve 'dökülen kan' vurgularıyla daha somut
bir dayanak oluşturarak kurgulamalardır.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 15
1900'lü yılların başında Kıbrıs Türk aydınları, Osmanlı hükümeti­
nin sürgün etmesiyle ya da baskılardan kaçarak Kıbrıs'a gelen Jön Türklerin fikirlerinden etkilenmiş9, toplum üzerinde milli bilinç oluşturmaya
yönelik faaliyetlerde bulunmuşlardır10. Kıbrıs Türk toplumunda padişa­
hın emanetçisi olarak değerlendirilen sömürge yönetimi ile iyi ilişkiler
geliştirmek yönünde politika oluşturan bu çoğunluk11, politikalarım
adanın hâlâ Osmanlı toprağı olması zemininde meşrulaştırmışlardır.
İngiltere'nin adayı ilhakından sonra Rum toplumu arasmda yükselen
'Enosis' talepleri eşliğinde büyük bir güvenlik ve gelecek endişesi içinde
bulunan Türk toplumunda bu yıllarda, Anadolu'nun işgal altındaki böl­
gelerinde yaşayan diğer halklarla kendilerini özdeşleştirmeye dayalı bir
kolektif kimlik kurgusu oluşturulmuştur. O zamana kadar siyasi ege­
menliğe sahip bürokratlardan ve sayıca onlardan daha fazla olan fakir
köylülerden, ki bunlar çeşitli sürgün fermanları ile adaya gönderilen
aşiretlerdir (Beratlı, 1991: 29; Çevikel, 2007:34), oluşan Türk halkı arasın­
da Osmanlı devlet sistemi nedeniyle etkin bir burjuva sınıfı oluşmamış,
politik eğilimleri 'Enosis'e karşı durmak ve birgün Osmanlı'ya geri veri­
leceklerini umarak sömürge yönetimiyle iyi ilişkiler içinde bulunmak
şeklinde olmuştur.
Kıbrıslı Türkler kendi milliyetçiliklerini inşa ederken Türkiye'deki
milliyetçilik projelerinden etkilenmişlerdir. Fakat bu noktada şunu da
ifade etmekte yarar var ki; "doğuş halindeki Türk milliyetçiliği ile
Osmanlı sonrası Kıbrıslı kimliği arasmda her ne kadar etkileşim söz
9
O dönemde, 'halk' tarafından 'gavur' veya 'con' diye hakir görülen bu muhacirlere
uyan Kıbrıslı aydınlar da aynı sıfatla tanınırlardı (Ateşin, 1999:11).
10 Bu yıllarda Kıbrıs'taki Türkçe gazetelerden Kıbrıs ve Zaman gazetelerinde Türklerin
iktisadi zenginliğe ulaşabilmeleri için zirai, dokuma ve dericilik üretimine yönelik
sanayinin geliştirilmesinin ve girişimciliğin önemine, bu doğrultuda memuriyet ye­
rine ticari yatırımların tercih edilmesi gerekliliğine vurguda bulunan Jön Türkler,
bu yolla elde edilecek birikimin eğitimin modernleştirilmesinde kullanılarak Türk
milletinin ilerlemesini sağlayacağım ifade eden yazılar yayınlamışlarsa da (Yetkin,
2002:293-304) Kıbrıs Türk toplumu bu çabalara karşıhk vermemiştir.
11 Con Sırrı olarak bilinen Kıbrıslı aydınlardan birinin 14 Eylül 1908 tarihli Mir'atı Za­
man gazetesindeki makalesinde yer alan "... milletin özverili çocuklarım otuz üç sene
özgürlük gölgesinde konuk edinen görkemli İngiliz bayrağı, gözümüzde kendi bay­
rağımız denli yücedir, saygındır..” (aktaran Ateşin, 1999: 11) ifadeleri bunu örnekle­
mektedir.
16 • iletişim : araştırmaları
konusu ise de, ortak bir sorunsal ya da gelişim çizgisinden bahsetmek
çok mümkün değildir" (Canefe, 2006: 53). İngiltere'nin 1914'te adayı
ilhak ettiğini açıkladığı dönemde sömürge yönetimi ile bütünleşme eğili­
mi gösteren Kıbrıslı Müslüman eliti, 1919-1923 arası dönemde Türki­
ye'deki milli mücadeleden ve Kemalist Türk milliyetçiliğinden etkilenilmeye başlandığında önemini ve etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Yine bu
dönemde Kıbrıslı Türk aydınları, İngiliz sömürgeciliğine karşı eleştirel
bir tavır almaya yönelmiştir. Eklemek gerekir ki, Kıbrıslı Türk aydınları­
nın bu dönemdeki milliyetçi hareketinde emperyalist güçlere karşı topyekün savaş, vatan toprağına sahip çıkma ya da 'gavurdan' kurtulma
temaları büyük ölçüde eksiktir. Bu hareket içindeki tartışmalar, daha çok
kadı ile müftü arasındaki çekişmeler, dini elitin meşruiyetten mahrum
kalmış otoritesi konusuna çözüm bulunması ya da eğitim ve vergilendir­
me gibi elzem görülen konularda Müslüman Türklerin hak ve sorumlu­
lukları türünden konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Kıbrıs Türk milliyet­
çiliği ancak 1940'lardan sonra Türkiye'deki Türk milliyetçiliğinin etki
alamna girmiştir (Canefe, 2006: 54-56). 1950'li yıllar itibariyle Türk milli­
yetçiliğinin geniş toplumsal kesimlerce benimsenip yaygınlaşmaya baş­
ladığı bu süreçte, Kıbrıs Türk toplumunun milli kimliği, kendi dışındaki
coğrafyada yaşayan Türk milletinin bir parçası şeklinde kurgulanmıştır.
Kolektif bir toplumsal kimliğin inşası yönünde çabalamayan sömür­
ge yönetiminin, kendi denetimine tabi olmak kaydıyla geleneksel önder­
lerin yetkilerinin devamlılığım sağlaması ve eğitim sistemi, kent meclis­
leri ve seçmen listelerinin dini çizgilere göre ayrıştırılması yöntemleriyle
güçlendirilen farklı cemaat kimlikleri, sömürgecilik karşıtı mücadele
sürecinde etnik-ulusal kimliklere dönüşmüştür. Dolayısıyla bu süreçte
toplumların kendi kolektif kimlikleri, sömürgeciye olduğu kadar birbir­
lerine karşıtlığı üzerine de inşa edilmiştir12 (Cockburn, 2005: 75-76).
12 Özellikle Rumlar arasında yükselen milliyetçi ve aym zamanda sömürge karşıtı
mücadeleyi bastırmaya çalışan İngiliz Sömürge Yönetimi, Kıbrıs Türk toplumunu
kendi satma çekerek, toplumlararası gerilimi tırmandırmış ve böylelikle iki toplum
arasında daha önce varolan gündelik paylaşımlar da günbe gün azalmışür. Örneğin,
"Sömürge yönetimi, EOKA'ya ('Enosis'i gerçekleştirmek amacıyla kurulan Rum yer
altı örgütü) karşı, büyük çoğunluğu Kıbrıslı Türklerden oluşan 'Yardımcı Polis Gücü'
oluşturmuştu. Bu önlem hayli etkili olacaktı çünkü Kıbnslı Türklerle Kıbrıslı Rumları
karşı karşıya getirecek olan 'ilk vuruşma', EOKA ile yardımcı polis güçleri arasında
gerçekleşecekti" (Kızılyürek, 2005b: 235).
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 17
Başlangıcından itibaren Rum milliyetçiliğine karşı bir kontra-milliyetçilik olarak inşa edilen Kıbrıs Türk milliyetçiliği, karşı olunan bu
milliyetçilikten beslenerek üretilmiştir. Rumların kültür ve soy birliği
temelinde Yunanlılarla tek bir ulus oluşturdukları ve dolayısıyla birleş­
meleri gerektiği yönündeki 'Enosis' fikrine karşı Kıbrıslı Türkler tarafın­
dan Türkiye'deki Türk ulusu ile kültür ve soy birliğine dayalı bir 'biz'
kategorisi inşa edilmiş ve Türk etnik kimliği kolektif kimlik olarak
benimsenmiştir. 'Öteki' üzerinden inşa edilen bu kurguda, başka sömür­
ge toplumlarmda görülen anti-sömürgeci ulusal bağımsızlık hareketle­
rinden farklı olarak sadece 'Enosis' tehlikesine karşı direnme hedefi
belirleyici unsur olmuştur. 'Enosis' karşıtlığı temelinde şekillenen bu
tepkisel kimliklerime sürecinde kendi ulus-devletini kurmaya yönelik
bir milliyetçi proje geliştirmemiş olan Türk toplumu, 'Anavatan
Türkiye'ye sığınma ve adanın eski sahibi olan Türkiye'ye geri verilmesi
yönünde bir politika izlemiştir.
1950'li yıllarda Kıbrıslı Türk eliti, Türkiye'deki Pantürkçü kesim ve
İngiliz sömürge yönetiminin desteğiyle Kıbrıs Türk toplumunun milli
politikası haline gelmiş olan 'Taksim Tezi'13, her ne kadar ayrı bir toprak
parçası üzerinde yaşama amacına yönelik olsa da, 1960'lı yılların sonla­
rında kendi yönetim organlarım oluşturmaya başladıkları döneme
kadar, milliyetçi ideolojinin ana hedefi olan ulus-devlet kurma anlayışın­
dan yoksun bir karaktere sahiptir. Toplumlar arasmda çatışmaların
yoğunlaştığı dönemde gettolaşmaya başlayan Türk toplumunun kesin
teritoryal sınırlarını çizen 1974 askeri müdahalesi ise, Kuzey'de Türk
milliyetçilik söyleminin hegemonyasını tesis eden en önemli gelişme
olmuştur.
13 Bu yıllarda 'Taksim Tezi' doğrultusunda, 'ticarette Türk'ten Türk'e kampanyası',
'vatandaş Türkçe konuş' ve 'köylere Türkçe isim' gibi Türk milliyetçiliğini yaygın­
laştırmaya yönelik birtakım projelerin uygulandığı görülmektedir. Kıbrıs Türk toplu­
mu içerisinde Rumcanın da konuşma dili olarak varlığım sürdürdüğü bu dönemde,
Türkçenin yaygınlaştırılması ve Rumcanın dışlanmasına yönelik bu milliyetçi strate­
ji, resmi milli dilin yerleştirilip yaygınlaştırılarak rakip dillerin ortadan kaldırılması
yönündeki milliyetçilik söylemlerinin hegemonya tesisine bir örnek oluşturmakta­
dır.
18 • iletişim : araştırmaları
K u z e y K ıb r ıs 'ta K im lik T a r tış m a la r ı:
T ü rk lü k m ü r K ıb rıs lılık m ı?
Tarihi boyunca farklı ötekiler tarafından zapt ve iskan edilmiş ve
dolayısıyla kimliğin ve 'biz'in sınırlarının hep yeniden tanımlanmak
zorunda kaldığı (İlter ve Alankuş, 2009: 43-48; 71) Kıbrıs adası üzerinde
yaşayan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar ortak bir 'Kıbrıslılık' bilinci
altında birleşememişlerdir. Alankuş, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla birlikte
tek bir Kıbrıslılık bilinci geliştirememiş olmasını Rum milliyetçiliğinin
tahrip edici ve dışlayıcı doğasına bağlamakta, adanın bütününü ezeli ve
ebedi olarak kendisine ait gören bu zihniyetin, adanın sahiplerinden biri
olarak Türklerin bu coğrafyaya bağlılık ifade eden bir kimlik geliştirme­
lerini engellediğini ifade etmektedir. Alankuş buna ek olarak, Türklerin
coğrafi ve kültürel bir aidiyet geliştirememelerinin ve nadiren de olsa
görülen iktidar edenlere -valilere, ağalara, papazlara, patronlara- birlik­
te direnme geleneğine sahip çıkamamalarmm kanıtlarının, belirsizlik
duygusu, can güvenliği endişesi, ekonomik ve siyasal yaşamda ikincil
statü gibi nedenlerle ada dışına göç verilmiş olmasında ve Kıbrıslı Türk­
ler arasında anti-emperyalist ve sol düşüncenin fazla destek bulamamış
olmasında bulunabileceğini söylemektedir (1995: 31).
Sıcak iklim koşullarına dayalı 'siesta' kültürü, Akdenizliliğin verdi­
ği hoşgörü kültürü ve yeme-içme kültürü gibi kültürel ortaklıkların Rum
toplumu ile Türk toplumu arasındaki yapısal farklılıkları (Rum toplumunda Kilise'nin dini, siyasi, ekonomik belirleyiciliğine karşılık Türk
toplumunun daha laik olması)14 tolere etmede yetersiz kaldığım ifade
eden Hasgüler, her iki toplumdaki sol güçlerin sahip çıktığı Kıbrıslılığın,
özellikle Rum toplumunda AKEL ile kilisenin birbirine yakınlığından
dolayı samimiyetten uzak bir birleştirme aracı olduğunu vurgulamakta­
dır (2008: 6-9). Kıbrıs'ın kültürel çeşitliliğinin, Kıbrıslı kimliğinin tek bir
köken üzerinden açıklanamayacağının bir göstergesi olduğunu söyleyen
14 Yazar, Rum toplumunda, rektörün atanmasından evlilik kurumunun onaylanmasına
kadar hemen her alanda dini kutsama gerekirken, Türklerin camileri bayramdan
bayrama kullanmasını, ya da Rum toplumunda Kilisenin 'Cikko' adıyla birçok
alanda faaliyet gösteren ve bütün gelirleri vergiden muaf tutulan büyük bir
holding olmasımn Türkler açısından anlaşılmayacak anakronik bir gelenek olarak
görülmesini bu bağlamda örneklemektedir.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 19
İlter ve Alankuş ise, bu nedenle Kıbrıs'la ilgili olarak, geçişkenlikler,
melezlikler, başkalıklar, kültürel farklılıklar toplandığında ortaya yekpa­
re bir bütün çıkmadığı gibi Kıbnslıları anlatırken başvurulan bütün
cemaat, ulus, bölge, hatta uluslararası nitelikli bölünmez bütünlük iddi­
alarının da sorunlu hale geldiğini ifade etmektedirler (2009:49). Her şeye
rağmen, 1974 sonrasında ada üzerinde güvenli bir yerleşiklik kazanma­
larıyla demokratik toplumsallaşma sürecine giren Kıbrıslı Türkler ara­
sında, 80'li ve özellikle 90'lı yıllar boyunca sol siyasetin yükselişe geçme­
sini sağlayan 'Kıbrıslılık' bilincinin geliştiği gözlenmektedir.
1974 müdahalesi sonrasında adaya aktarılan Türkiyeli göçmenler
vasıtasıyla kendilerinin Kıbrıslı olduğunu farkettiren diğer 'öteki'yi
karşılarında bulan Kıbrıs Türk toplumu arasında 'Kıbrıslıtürk' kimliği
gündeme gelmiştir. Türkiyelilerle aralarındaki kültürel farklılıklara
vurgu yapan bu kimlik arayışı, 1983'te ilan edilen KKTC'nin uluslarara­
sı alanda tanınmamasıyla ne tam 'Türk' ne de tam 'Kıbrıslı' olamayan
Kıbrıslı Türkler arasında bir kimlik bunalımına dönüşmüştür15.
Egemen söylemde dış düşman 'Rum' ötekine ve iç düşman 'Rumcu'
ötekine karşı kendi hakimiyetim tesis eden 'Türklük' kimliğine karşı,
70'li yılların gençleri arasında muhalif bir söylem olarak ortaya çıkan
Kıbrıslılık, özellikle 90'lı yıllarda kitlesel bir kimlik hareketi haline gel­
miştir. Annan Plam'nın müzakere edildiği süreçte de toplumun içinde
bulunduğu ekonomik ve sosyal bunalım, plamn öngördüğü Federal
Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında birleşme ve Kıbrıs'ın bir bütün olarak
Avrupa Birliği'ne gireceği vaadi ve beklentisi, kimlik mücadelesinde
Kıbrıslılığa olan vurguyu pekiştirmiştir16.
15 Zeybek'in ifadesiyle, "...hiç kuşkusuz, biliyorduk: Biz Türk değildik, Kıbrıslı
Türktük. Hatta Kıbrıslıtürk'tük(!) Anavatanın bizi yeterince Türk bulmamasının
şiddetli dili bizi öyle bir baskı altına alıyordu ki, insan olma kimliğimizi ortaya
koymaktan çekiniyor ve kendimizi Kıbns Türkü, Kıbrıslı Türk, Kıbrıslıtürk vb.
kavramlara vurgu yaparak savunma ihtiyacına itiyordu" (2006:54).
16 Bu noktada milli kimliğin iyi tanımlanmış ülkelere / topraklara ve yasaları ve kurumlarıyla tek siyasi iradeye sahip siyasi bir topluluğu gerektirdiğim ifade eden Smith
(1999:24-26)' in bu tanımlamasından yola çıkıldığında, Annan Planı temelinde öngö­
rülen bir siyasi proje olarak Kıbnslıhğm Türkler ve Rumlar arasında inşa edilebilme­
sinin, ancak tek bir Kıbrıs Devleti çatısı altında mümkün olabileceği düşünülebilir.
20 • iletişim : araştırmaları
Milliyetçilik söylemi 'biz'i ' diğerleri'nden ayırırken 'biz' içinde de
aynılık, homojenlik kurmaktadır. Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçilik söy­
lemi içinde inşa edilen 'Türklük', büyük Türk ulusunu imleyen 'biz'
kurgusuna dahil edilmiştir. Bora'nın ifadesiyle; Kıbrıslıtürk kimliği Tür­
kiye Türklüğüyle aynılaştırılmıştır. Kafkasya, Orta Asya ve Balkan Türkleri gibi dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan soydaşlardan beklenme­
yen bu aynılık resmi Kıbrıslıtürk milliyetçiliğince de onaylanmış, Kıbrıslıtürkleri anlam ve retorik itibariyle Türkiye Türklüğünün şubesi olarak
konumlandırmıştır (1995b:18). Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler arasında Türk
milliyetçiliğinin kurmaya çalıştığı homojenliğe bir karşı duruş olan Kıbrıslılık söylemleri, baskın çerçeve olan Türk milliyetçiliği içinde erimesi
gereken yapay bir farklılığı temsil etmiştir.
Etnik kimliğe vurgu yapan bu milliyetçi anlayış, Kıbrıslılığın mes­
netsiz bir şey olduğunu savunmuş, varlığım kabul etmemiştir. Kıbrıs
Türk toplumunun en önemli lideri Rauf Denktaş da yalnızca Kıbrıs top­
raklarında yaşayan eşeklerin Kıbrıslı olabileceğini söyleyerek17 bunu
desteklemiştir. Kıbrıslı milliyetçi yazarlardan Sebahattin İsmail18 "Kıbrıs
bir coğrafya parçasıdır. 'Kıbrıslılık' ise bir coğrafya parçasına olan belirli
bir ilişkiyi belirler. Başka türlü söylersek, 'Kıbrıslılık' coğrafi bir olgudur.
Ancak Türklük 'Kıbrıslılıktan' farklı olarak kültürel ve tarihi bir olgu­
dur" (1998: 96-97) ifadeleriyle Kıbrıslılığı Türk milliyetçiliği içinde her­
hangi bir coğrafi bölge ya da yerleşime dayalı (Karadenizlilik, Erzurumluluk gibi) bir aidiyet olarak, fakat Türklük ortak paydasında erimesi
gereken bir alt kimlik şeklinde konumlandırmaktadır.
Bu bağlamda, Kıbrıs'ta Türk milliyetçiliğinin 'Türklük' kimliğine
vurgusunu 'diyasporik kimlik' olarak niteleyen İlter ve Alankuş, 'yavruvatan' Türklerinin kimliklerini, köklerini dayandırdıkları ve kendilerini
ait saydıkları esas evleri/yurtları olan anavatanlarından uzaklıkları ya
da kopuklukları temelinde eksik bir kimlik tahayyülü olması nedeniyle
anavatanlarına referansla tanımladıklarım; diğer yandan Kıbrıslıtürk
muhalefetin ise bu eksiklikleri (anavatamn kendilerini itham ettiği yete­
rince Türk ve Müslüman olamamalarıyla ilgili aşağılamalarını) kendi
17 Ortam Gazetesi,13 Kasım 1995
18 Yazar, Rauf Denktaş'm uzun yıllar danışmanlığını da yapmıştır
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 21
farklılıklarının göstereni olarak görüp olumladığını ve anavatanın
'üvey'liğini kanıtlamak amacıyla kullandığını vurgulamaktadırlar. (2009:
48-59).
Türk milliyetçiliğinin coğrafi bir aidiyete indirgediği ve sadece bir
alt kimlik olarak tasavvur ettiği 'Kıbrıslılık', Kıbrıs Cumhuriyeti devleti
vatandaşlığı merkezinde ele almdığmda ada üzerinde yaşayan her iki
toplumun etnik kimliklerini ikincil bir konuma indirgeyerek bir üst kim­
lik halini almaktadır19. Bu bağlamda, Türk ve Rum kimliklerine anayasal
bir statü veren fakat uluslararası alanda tek bir 'Kıbrıslı' kimliğini tara­
yan Annan PlanTnm öngördüğü 'Kıbrıslılık'ı savunmak da aslında milli­
yetçi bir karaktere sahiptir. Çünkü, Kıbnslılığı vatandaşlık üzerinden
inşa eden ve (Birleşik) Kıbrıs Cumhuriyeti'nin meşruiyetini sağlamak
üzere işleyen bu şekildeki bir kimlik söylemi Anderson'un (2007) ifade­
siyle kendi hayali cemaatini kurma amacına yönelik bir vurgu taşımak­
tadır. Kuzey Kıbrıs Türkleri arasında son yıllarda 'Kıbrıslılık' yönünde
yaşanan bilinç dönüşümüne değmen ve bunun 'siyasi eşitlik' temelinde
savunulan bir olgu olduğunu ifade eden Kızılyürek, "Kıbrıslılık, Türk
milliyetçiliğinin aynılaşürıcı baskısına karşı anlamlı bir direnç olabilir
ama, Kıbrıslı Rumlarla oluşturulacak bir siyasi birliğin temeli olamazdı.
Kıbrıs'ta kurulacak olası siyasi birliği 'Kıbrıslılık' üstünden savunmak,
özcü ve romantik bir yaklaşım olduğu kadar, üniter devlet modeline
dayalı bir ulus-devlet inşasına götürür ki, bu da 19. yüzyıla geri dönmek
anlamına geleceği gibi, çoğunluğu oluşturan ulusal toplumun tahakkü­
müne açık olmak demektir. Oysa, istenilen 'farklılık içinde birlik' anlayı­
şına dayalı, çağdaş, çok kültürlü bir federal demokrasidir" (2005: 275)
sözleriyle, Kıbrıslılığm üniter devlet yapısı içinde bir milliyetçilik tasav19 Bu konu üzerine kavramsal bir tartışma yapan Evre; "Politik söylemdeki Kıbrıslılık
daha ziyade Türk ve Rum kimliklerini de içeren bir üst kimlik olarak kullanılmakta­
dır. Bu bağlamda Kıbrıslılık, ulusal bir kimlikten ziyade, ulusaşırı bir kimlik olarak
kavranmaktadır. Nitekim Kıbrıslılığa vurgu yapan politik aktörlerin hemen hemen
hiçbiri, kendilerini milliyetçi olarak tammlamamakta ve bir 'Kıbrıs milleti' inşa etme
projeleri bulunmamaktadır" (2004:31) derken Kıbrıslılığm taşıyıcısı olabilecek, özel­
likle genç toplumsal kesimlerin bunu milliyetçi reflekslerle içselleştirme potansiyeli­
ne de dikkat çekmektedir.
22 • iletişim : araştırmaları
vuru olabileceğini ve farklılıklara dayalı federatif bir yapı içerisinde
bunun aşılabileceğini vurgulamaktadır20.
Kıbrıslılık ile Kıbrıslıtürk milliyetçiliği arasında bir ayrım yapan
Bizden, KKTC ile doğup büyüyen ve 'Cumhuriyet Kuşağı' olarak adlan­
dırdığı Kıbrsılıtürk gençlerinin, konuştukları Kıbrıs ağzı21 ve diğer kül­
türel özellikleri ile Türkiye Türklerinden farklılıklarına22 ve Kıbrıslırumlarla olan ortaklıklarına23 vurgularıyla şekillenen Kıbrıslıtürk milliyetçi­
lik kurgusuna dikkat çekmektedir. Bizden, anavatan Türkiye'nin Kıbrıs
Türk halkını siyasi ve ekonomik alanda bir 'yük' şeklinde tanımlamasına
ve bu küçümseyici tavrına karşı, Türkiye'den ithal edilen faşist örgütle­
rin ağırlığı, Güney Kıbrıs'ta yükselen şoven eğilimler ve yıllardır çözü­
mü beklenen Kıbrıs sorununun çözümünü Türkiye, Yunanistan ya da
AB ve BM gibi uluslararası örgütlere bırakmanın getirdiği teslimiyetçilik
gibi etkenlerle Kıbrıslıtürk milliyetçiliğinin etnosentrik bir görünüme
büründüğünden bahsetmektedir (1997: 79-91). Aym şekilde Ratip de,
Kıbrıslılığm yeni bir elitist şovenizm akımım beslediğini, Kıbrıs'ta filiz­
lenip yeşeren soyağacının köklerini 1974 öncesine uzatabilen her
20 Bu bağlamda Kıbns Türk toplumunda Arınan Plam'm onaylayan kesimler, milliyet­
çilik kategorileştirmelerinden Batı tipolojisine girerken, onaylamayan ve Türkiye ile
olan soy birliğini vurgulayan kesimler Doğu tipolojisine dahil edilebilirler. Fakat so­
nuç itibariyle, farklı söylemsel stratejiler içinden olsa da, her ikisi de bir milliyetçilik
söyleminin tezahürü olarak değerlendirilmelidir.
21 Kıbnslıtürk yerel halk ağzında konuşma dilinde kullanılan, geniş zaman kipinde
devrik cümleler, soru ekleri kullanılmadan ses vurgusu ile soru cümlesi kurma gibi
özelliklerin zaman zaman yazı dilinde de kullanıldığı görülmektedir. Diğer gazete­
lerde de zaman zaman rastlanmakla birlikte özellikle Afrika gazetesinde, kimi haber
başlıklarında ve yoğunlukla köşe yazılannda kullanılan halk ağzı Kıbrıslıtürk mil­
liyetçiliği söylemsel çerçevesini yeniden üreten bir unsur olarak göze çarpmaktadır.
Yerel şivenin ve kimi zaman argonun Afrika'da bu şekilde kullanımı, ötekilerin (Tür­
kiye ve Türkiyelilerin) desteğiyle hegemonyasını sürdüren, 'Kıbrıs'ın 'gerçek sahip­
lerinin' varlığını ya da iradesini hiçe sayan ve böylelikle kendi halkına yabancı olan
statükoya karşı, yerel kültürün temsili yoluyla muhalefet etmenin bir yolu olarak
değerlendirmek mümkündür.
22 Bu farklılık kurgusu, adada yaşayan Türkiyeli Türklerin 'karasakal, gara, gaco, fica'
gibi takma isimlerle ötekileştirilmesini de kapsamaktadır.
23
Bu ortaklık kurgusu Akdeniz kültürüne sahip olmanın getirdiği rahatlık, daha batılı
ve çağdaş bir yaşam tarzı gibi özelliklere dayandırılmaktadır.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 23
KKTC'linin, acemi bir ırkçılıkla her türlü kültürel detayı, farklı olan
ötekileri, bizden olmayan onları, dost olmayan düşmanı, safkan Kıbrıslı
ol(a)mayanı tanımlamak, damgalamak için kullanma eğilimine sahip
olduğunu (2008:50-51) ifade etmektedir24. Bir başka Kıbrıslı yazar Hasgüler de, Kıbrıs'ta farklı bir kültür ve yaşayış hali olduğunu, fakat bunun
farklı olma güdüsüyle kanşık bir aşağılamaya dönüşmesini bir tür ırkçı­
lık olarak okumamn mümkün olduğunu söyleyerek (2008: 11), Kıbrıslıtürk kavramında ifade bulan bu kimliksel duruşun etnosentrik bir milli­
yetçilik söylemine dönüştüğünü vurgulamaktadır25.
24
Kıbrıslıtürk kimlik kurgusunda Türkiyeli'den farklılığın önemli bir göstergesi de
Rumca bilmek ve konuşmaktır. Bu bağlamda Copeaux çiftinin Kıbrıs toplumu üze­
rine yaptıkları araştırmada da ifade ettikleri gibi; "1974'ten beri birçok Kıbrıslı Türk
Rumcayı, Anadolulular tarafından anlaşılmadan kendi aralarında iletişim kurmaları­
nı sağlayan gizli bir dil olarak kullanıyorlar. Böylelikle, bir dilden ötekine geçerek, çift
kültürlü bir topluma ait olduklarını beyan etmeyi sürdürüyorlar" (2009: 256-257).
25 Afrika gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Şener Levent'in 10 Mart 2006 tarihli
'Bizi Saymayın' başlıklı yazısı, Kıbrıslıtürk milliyetçilik söyleminin zaman zaman
etnosentrik bir niteliğe büründüğünü ortaya koyan, Türkiyeli ve Kıbrıslı karşıtlığına
dayalı oryantalist çerçevede ötekileştirmenin güzel bir örneğidir:
"Nüfus sayımı mı var? Beni saymayın... Trabzonlu Mustafa'yı sayın... Eskişehirli
Mehmet'i, Adapazarlı Yaşar'ı ve Diyarbakırlı Bahadır'ı saym... Tanti'nin mahalle­
sinde eski çocukluk arkadaşım Erkan'ı saymayın... Evlerde uyuyanları saymayın...
Pansiyonlarda, parklarda, garajlarda ve eski hurda otomobillerde uyuyanları sayın...
Uçakla gelenleri değil feribotla gelenleri sayın... Hataylı İbrahim'i saym... Hiçbir kriminali yok İbrahim'in... Polis kayıtlarına geçmemiş daha... Her akşam arabesk din­
ler Deveciler sokağında... Bir işi bitirmeden başka işe başlar... Bazan garson... Bazan
bulaşıkçı... Parası yoksa kıraathanede sabahlar... Efkar bastıkça bir 'Samsun' yakar...
'Samsun' içenleri saym... 'Benson' içenleri saymaym... Kahve içenleri bırakın... Çay
içenlere bakın... Camide boş yer kalmayınca, namazım arka sokakta kılacak kadar
mümin olanları sayın... Paris modası şapka giyen hanımlara boşverin, türban giyen
hanımları sayın.. 'Yahu' diye söze başlayanları saymayın, 'Lan' diye söze başlayan­
ları saym... Soyadını büyük Kartaca kumandamndan aldığı için Lefkoşa'nm bir nu­
maralı kebapçısı Saffet Anibal'ı saymaym... Sayacaksanız, bir gecede yedi evi birden
soymayı başaranları saym..."
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, 'Türkiyeli', 'Kıbrıslı'dan daha az modern,
daha çok dindar, daha çok görgüsüz, daha çok kaba ve daha çok suçludur. Bu yüz­
den 'Türkiyeli' biz kategorisinin dışında kötü olan ötekidir.
24 • iletişim : araştırmaları
Kuzey Kıbrıs'ta Türkiye'den göçlerle meydana gelen demografik
yapıdaki dönüşüm Kıbrıslıtürkler arasında bu anlamdaki milliyetçi ref­
lekslerin yükselmesine sebep olmaktadır26. Bu konuda zaten Türk milli­
yetçiliği söylemini benimsemiş olan sağ kesim soydaşlık vurgusu üze­
rinden "giden de Türk gelen de Türk" şeklinde bir yaklaşım sergilerken,
Kıbrıslılığa en çok atıfta bulunan sol kesim arasında da iki farklı söyle­
min geliştiği gözlenmektedir.
Bunlardan ilki adaya taşman Türkiye Türklerinin adanın yerli hal­
kını oluşturan Kıbrıslıtürklerden sayıca fazla olmalarının da etkisiyle
kültürel dokunun bozulmasına ve Kıbrıslıtürklerin siyasal iradelerinin
ortadan kalkmasına sebep olduklarım düşünen ve Kıbrıslıtürk milliyet­
çiliğinin etnosentrik görünümüne dahil edilebilecek bir yaklaşıma sahip­
tir27. İkincisi ise, solun enternasyonalist, barışçı ve eşitlikçi değerleri
temelinde, adaya daha sonra gelen bu insanların da 'Kıbrıslı' olabilme
haklarının olabileceğini savunan daha 'insan' merkezli bir yaklaşım içe­
ren söylemsel oluşumdur. Bu söylemi benimseyen Erhürman da, Kıbrıs
Türk solunun Kıbrıs merkezli kimlik üretme projesinin Kuzey Kıbrıs'ta
yaşayan Türkiyeli Türklere yönelik böylesi bir ötekileştirmenin ve dola­
yısıyla ayrımcılığın altım çizerek bunun solun evrensel değerleriyle
bağdaşmadığını ifade etmektedir (2006: 103)28.
'Kıbrıslıtürk' kavramıyla ifade edilen, Kıbrıslırum ve Türkiyeli öte­
kilerine karşı kim olduğunu değil kim olmadığım vurgulayarak kendini
tanımlayan bu kimlik tasavvuru, farklılığım ve eşitlik talebini ortaya
koyarken, kendi ötekilerinin kimliklerini yine kendi ötekilerinin söylem­
lerine karşı (Kıbrıslı + Türk = Kıbrıslırum ötekine karşı Türklüğünü,
26 Bu bağlamda, 2000'li yılların başında oluşturulan onlarca sivil ve siyasi örgütün dahil
olduğu 'Bu Memleket Bizim Platformu'nun isminde geçen 'bizim' vurgusunu da em­
peryalist güçler gibi dışsal olanlar yaranda Türkiyeliler gibi içsel ötekileri dışlayan
bir milliyetçilik söyleminin temsili olarak okumak mümkündür.
27 Afrika gazetesi bu söyleme sahip bir yaym politikası izlemektedir.
28
Erhürman, Türkiye'den gelen herkesin (turistler, askerler, öğrenciler, kaçak işçiler,
Kıbrıs'ta ikamet ve çalışma iznine sahip olanlar, KKTC vatandaşı olanlar) yekpare bir
homojen yapı olarak kabul edildiği ve haklarının görmezden gelindiği bu anlayışa
karşı, solun, hak ve yükümlülüklerin insanlarm dahil oldukları hukuki statülerden
hareketle belirlenmesini talep etmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2006:103-105).
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 25
Türkiyeli ötekine karşı Kıbrıslılığıru) kullanmak durumundaki politik
sıkışmışlık içerisindedir. Bundan dolayı Kıbrıslıtürklük, Annan Plam'mn
tartışıldığı ve referanduma sunulduğu süreçte, ayırt edici özelliklerini ve
meselelerini ortaya koysa da insanları Kıbrıslıtürk özneler olarak çağıra­
cak bir ideoloji ve ayırt edici bir kimlik siyaseti biçimini almamıştır
(Derya, 2006: 46).
'K ıb r ıs lıtü r k ' M illiy e tç ilik S ö y le m i
Ç e rç e v e le n d irm e s in d e B ir Ö te k i F ig ü rü O la ra k
D e n k ta ş 'ın T e m s ili
Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi içinde (daha önce de ifade edildiği
gibi), Kıbrıslılığı "Kıbrıs adasmda yaşayan eşeklere has bir özellik", Kıb­
rıs Türklerini de soy ve kültür birliği temelinde 'Türklük Dünyası'mn bir
parçası olarak değerlendirmesi nedeniyle Rauf Denktaş hep öteki olarak
temsil edilmiştir. Denktaş, Annan Plam'mn oylandığı referandum süre­
cinde de plana 'Hayır'ı destekleyen tarafta olması nedeniyle barış ve
çözümden yana tavır koyan kişi ve gruplarca dışlanmış ve geçmişten
bugüne Kuzey ve Güney arasında gerçekleşen barış ve çözüm müzake­
relerinde uzlaşmayı reddeden lider olduğu için de sürekli eleştirilmişür.
Kendi ifadesiyle 'çözümsüzlük çözümdür' siyasetini yürüten ve bu
nedenle de Kuzey Kıbrıs'ta statükoyu temsil eden Denktaş, statükoya
muhalif kesimin 'öteki'si olmuştur.
Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini benimseyen söz konusu kesim
tarafından Denktaş, işgalci olarak nitelenen Türkiye ile özdeş kabul edil­
miştir. Fakat Türkiye'de Kıbrıs siyasetinin milli dava ekseninden kaydır­
dığı iddia edilen AKP iktidarı dönemiyle birlikte, AKP hükümetinin
Kıbrıs'ta çözümü destekleyen politikaları ile sempati kazanması sonucu
muhalif kesim için 'Denktaş = Anavatan' ikiliği bozulmuştur. Dolayısıy­
la, bu kesim tarafından referandum sürecinde Denktaş, kendisini destek­
leyen Türkiye'deki Türkçü ve Ülkücü kesimle birlikte bu söylem içinde
ötekileştirilmiştir.
'Evet'i destekleyen gazetelerde (Yeni Düzen, Kıbrıs, Afrika),
Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta iktidar ve iktidarın politikalarını destekle­
yen örgüt temsilcilerinin söylemlerine yoğunlukla yer verildiği;
Denktaş'ın açıklamalarına dair haberlerinse, "Denktaş yine şaşırttı",
26 • iletişim : araştırmaları
"Kimse ne söylediğim anlamadı", "Denktaş'tan garip açıklama", "Denktaş bilinen görüşlerini açıkladı" gibi yorumlu üst başlıklarla verildiği
dikkat çekmektedir. Bu 'Evetçi' gazetelerde, Erdoğan ve Denktaş'm bir­
birine zıt açıklamalarına aym haberde veya aynı sayfada yer verilmesi
suretiyle, yukarıda bahsedilen 'Anavatan = Denktaş' birliğinin bozuluşu
kurgulanmaktadır. Fakat, 'anavatan' iktidarının söylemlerinin Denktaş'a
karşı da olsa bu şekilde desteklenmesini Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçi­
liği söylemine eklemlenme olarak okumak mümkündür. Kuzey Kıbrıs'ta
Türk milliyetçilik söylemine sahip Denktaş ve UBP iktidarları dönemin­
de 'anavatan-yavruvatan' metaforunu besleyen en önemli faktör 1974
müdahalesiyle kurtarılmanın yaratüğı minnet duygusu olmuştur. CTPBG iktidarının başım çektiği ve statükoya karşı muhalefetin yükseldiği
bu dönemde ise, siyasi belirsizlik ve ekonomik bunalımlardan çıkış yolu
olarak görülen Annan Plam'mn kabulünü kendileri gibi destekleyen
'anavatan' yine bir kurtarıcı olarak konumlandırılmaktadır. Dolayısıyla
'anavatan'm 'anavatan'lığı bu yolla bir kez daha onaylanmaktadır.
24 Nisan d a ya pılacak tarihi refera nd um için Türkiye ve KKTC’nin
en üst düzeydeki m akam ları arasındaki restleşme iyice kızıştı...
Erdoğan: EVET
Denktaş: HAYIR
»E R D O Ğ A N 'IN SESİNE KULAK VERİN: Türkiye
Başpokanı Recep Tayyip Erdoğan. Kıbri3 Türk halkına,
referandumda ‘ © ve r demesi yönünde aüçtü
mesajlar voflrkon. ret cephesindeki Cumhurbaşkanı
Rauf Denktaş be halkın yüreğine korku salmoya
d eva m ediyor
O DENKTAŞ. ''HAYIR** BAYRAĞINI AÇTI-, Türkiye'deki temaslarından
u m d u ğ u d e ste ği bulam ayan v© K K TC 'ye eli boş dönen
Cumhurbaşkanı Denktaş. resmen “hayır" kampanyası başlattığını
açıkladı. A nnan Planı'm her g e çe n gün şeytanlaştıran Denktaş.
"Hayır kampanyasını başlattığımı 2-3 gün önce söyledim zaten.
Bar bar bağırıyoruz" dedi
• 4. «..vfa.ia
8 Nisan, Kıbrıs
Kıbrıs gazetesinin yukarıdaki 1. sayfa manşet haberinde, "...restleş­
me iyice kızıştı..." üst açıklamasından da anlaşılabileceği gibi, birbirinin
karşıü olarak konumlandırılan Erdoğan ve Denktaş arasında, Erdoğan'ın
açıklamaları olumlu ("..'Evet' demesi yönünde güçlü mesajlar verir­
ken..") Denktaş'ınkiler ise olumsuz ("...halkın yüreğine korku salmaya
devam ediyor..") imalarla temsil edilmektedir. Gazetenin bu karşıtlıkta
'Evet'ten yana tavrı, manşete eşlik eden, Erdoğan'ı gülerken Denktaş'ı
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 27
ise 'düşünceli' halde gösteren fotoğraflarla haber metninin bu söylemini
desteklemektedir.
Cumhurbaşkanı Denktas: M f
\
“
Başbakan
Erdoğan, Kıbrıs
meselesinde
9 1
kandırılmıştır f r A *
• PLAN BİLİNMİYOR...
;
Cumhurbaşkanı Denktas.
r
■
Türk hükümetine Annan
' ■
Planı na ilişkin her bilginin
'7 W
verilmediğini belirtti ve
Başbakan Recep Tayyip
:
"
Erdoğan'ın Kıbne konusunda “
kandırıldığını savundu. Denktas. Planın ne anlama
geldiği lam olarak bilinmiyor'' dedi
*7 . şayiada
tu n u n ııı
yakışt
COK
ve bir ülkenin başb
• ERDOĞAN'DAN ScF"
CEVAP ...Türkiye Ba-mmam
Recep Tayyip Erdoçm.
Cumhurbaşkanı Denuas n
"Başbakan. Kıbrıs
meselesinde kandırılmanı'
sözlerinin cok çirkin slduğunu
ı için söylenecek sözler
i ' savlada
13 Nisan, Kıbrıs
Kıbrıs gazetesinin 13 Nisan tarihli yine 1. sayfasında verilen yukarı­
daki haberde de Denktaş ve Erdoğan'ın tokalaşırken çekilmiş fotoğrafı­
nın ortadan yırtılmış hali, bir zamanlar var olan birlikteliğin bozulduğu­
nu simgelerken, fotoğrafın her iki yarımdaki açıklamalarda Erdoğan ve
Denktaş arasındaki polemiğe yer verilmektedir. Haberde Denktaş'a ait
dolaylı anlatıdaki "... Erdoğan'ın Kıbrıs konusunda kandırıldığını
savundu" ifadesinde geçen 'savundu' fiili, haber söyleminde Denktaş'm
açıklamasına dair okuyucuda şüphe uyandıran ya da sorgulamaya
yönelten bir strateji olarak dikkat çekmektedir.
Erdoğan ve Denktaş arasında oluşturulan bu zıtlık kurgusunun bir
diğer 'Evetçi' gazete olan Yeni Düzen gazetesinde de yer aldığı görülmek­
tedir. Yeni Düzen'de yayınlanan aşağıdaki haber başlığında "Polemik"
başlığı altında, Erdoğan ve Denktaş arasında karşılıklı konuşma şeklin­
deki haber kurgusu, birbirine doğru bakan fotoğraflarla desteklenmek­
tedir.
28 • iletişim : araştırmaları
KKTC Cumhuıbaşkanı Rauf Denktaş.
Türk huıuimeftne Aıman (kanma pfkın nar
MgMn vortlm«a>Oir» bui-tlı ve Başbakan
Recep Tayyrp Erdoğan'ın Kıbrıs Konusunda
kandırıldığını savundu Erdoğan «a
Denktaş'jı -Başbakan. Kılın* maaaKnunae
kandırılmıştı»" »aPermo karşılık, *Bon
söylenmesi gorokımtari söyledim' ded.
Rauf Denkta», Haber Türk TV kanalında
kalın!iği hır programda. Aıınan planı ve
konuya ilişkin son gelişmelere yönelik
değerlarvUrmeiorde butundu 'Aman
olanını kabul etmeyeceklerin “ ifrıdn «den
Denktaş. "Boı egemon bir hn« olmaktan
çıkarıp, belirsiz bir duruma getornok kltr-aenm hakkı değlkfir" det*.
KKTCdekl referandumdan hayır çık­
masını DokleıSğiRi kaydeden Denktaş.
çeten bir sttr rnücadetosinin alacağını,
ancak aşın davranışlardan kaçınılması
R. Denktaş:
"B a ş b a ka n .
Kıbrıs
m eselesinde
kandırılmıştır"
TBMkTde konuşmak için davel aldığını
söyledi.
'SERDAR OENKTAŞ EVET DERSE
ÜZÜLÜRÜM”
KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denklaş'ın
Dahisinin referanduma iBşkin tutumunun no
R. T. Erdoflan:
“Ben.
söylenmesi
gerekenleri
söyledim"
bir soru üzerine, "Neticeyi göreyim, karar
vorinm. İstilaya gemk yok 13 Hatıranda
seçim utacak. İster girerim, istet girmem’
diye konuştu.
Bir soru üzerine. "New York'a giİliğinde
Annan'ın hakemliğinin kabul edildiğinden
habort olmadığını" belirten Denktaş.
ERDOĞAN: BEN SÖYLENMESİ
GEREKENLERİ SÖYLEDİM
Japonya'du bulunan Başbakan Rucop
Tayyip Erdoğan ise KKTC CumnufbnşKanı
Rauf Denklaş’ın "Başbakan. Kıbns meşe-
13 Nisan, Yeni Düzen
CTP'nin yayın organı olan Yeni Düzen'de zaman zaman CTP Başka­
nı Talat'ın bu zıtlık kurgusunda Erdoğan'la yer değiştirdiği de görül­
mektedir. Birbirinin ötekisi olarak temsil edilen Talat ve Denktaş arasın­
daki bu karşıtlıkta da Talat ve Türkiye temsilcileri aynı kategori içinde
yer bulmaktadır. Dolayısıyla Talat/Denktaş karşıtlığı Erdoğan/Denktaş
karşıtlığına eklemlenmektedir.
9 Nisan, Yeni Düzen
Yeni Düzen gazetesinin yukarıdaki manşet haberinde Talat ve
Gül'ün açıklamalarından oluşan 'Evet' tarafı ile Denktaş, Eroğlu ve
Papadopulos'un açıklamalarından oluşan 'Hayır' tarafı kutuplaştmlmakta, 'Evet' kelimesinin ünlem işaretiyle vurgulanması ve 'Evet' tarafı-
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 29
ran açıklamalarının yeşil fon üstünde diğerinin siyah fon üstünde olma­
sı nedeniyle gazetenin 'Evet'ten yana tavrı açıkça görülmektedir.
Kıbrıs gazetesi yazarlarından özellikle Haşan Hastürer'in bazı köşe
yazılarında Kıbrıslı Türkler ve Talat'a karşı Denktaş'ı öteki olarak
konumlandırdığı aşağıdaki örneklerde de Talat/Denktaş karşıtlığını
gözlemlemek mümkündür:
"...Yıllarca müzakere masasında hiçbir kazanım elde edemeyen Denktaş'ın
yerine masaya oturan Başbakan Talat başkanlığındaki Kıbrıs Türk heyeti,
Türkiye ile eşgüdüm içinde çalışıp tarihi bir başarıya imza atmıştır..." (1
Nisan)
"...Sayın Denktaş, artık yeter, yakamızdan düşünüz. Bırakın yolumuza
devam edelim. Çekilin yolumuzdan. Kırk yıldır sizin başaramadığınızı
Kıbrıs Türk Halkı yeni liderleriyle başarıyor. Hem de Ankara ile mükem­
mel bir uyumla..." (25 Nisan)
"...Denktaşlara hiç ama hiç taviz vermeden bu tarihi yürüyüşü başarmak
hem Kıbrıs Türk halkı, hem Türkiye, hem de tüm Kıbrıs için yaşamsal bir
zorunluluktur." (26 Nisan)
Yazarın köşe yazılarından alıntılanan yukarıdaki cümlelerde geçen
"Türkiye ile eşgüdüm içinde", "Ankara ile mükemmel bir uyumla",
"hem Kıbrıs Türk halkı, hem Türkiye" ifadelerinde Kıbrıs Türk halkı ve
siyasi yönetiminin anavatan ile birlikteliği ve uyumuna yönelik vurgula­
rı da Türk milliyetçilik söylemine eklemlenme olarak değerlendirmek
mümkündür.
Kıbrıslıtürk milliyetçiliği söylemi içinden Denktaş'ın 'öteki' olarak
temsiline en çok Afrika'da rastlanmaktadır. Afrika gazetesi referandum
süreci dışında da Denktaş'a muhalif yayınlarıyla bilinmekte ve hatta bu
yayınlar sebebiyle birçok hukuki yaptırım ve şiddet eylemine maruz
kaldığı ifade edilmektedir. Bu çalışmada da, ele alman süreç içerisinde
Afrika, 'Hayırcılar'm açıklamalarına, 'Hayır1mitinglerinin ilanlarına yer
vermemesi buna karşılık 'Evetçiler'in açıklamalarına yer vermesi, 'Evet'
mitinglerine dair haberlerde olumlu bir üslup kullanması ve bazı köşe
yazarlarınca her şeye rağmen 'kötünün iyisi' olarak değerlendirilen
Annan Planı'na 'Evet' denmesinin savunulması nedeniyle 'Evet'i destek­
30 • iletişim : araştırmaları
leyen yayın organları arasında kabul edilmektedir29. Bu bağlamda Afri­
ka'daki köşe yazılarında Denktaş'ı ötekileştiren söylemlerden bazıları
şöyledir:
"... Artık ‘Fotoğrafçı Rauf dayı' gibi 'hayırcı' kullumakkalar bizde kalma­
yacak! Abbas öyle ya da böyle yolcudur!..." (Serhat İncirli, 15 Nisan)
"... Bak seni destekleyenlere bak! Uluyun kurtçuklar! Başbuğunuz Denktaş için üç kere; Bauuu, bauuu, bauuu!..Bırakın da havlasınlar! Denktaş da
beraber!.. Siz uluyun biz 'evet'imizle Avrupalı olalım.." (Serhat İncirli, 20
Nisan)
"... Ne ki 80 yaşındaki Denktaş Türkiye'den beklediği desteği alamayınca,
Kıbrıstürkü'nün 'evet'i bilumum Denktaşçıların 'hayır'ını yendi.... Oysa
onun adı Denktaş'tır ve şu yer küredeki en pişkin politikacı olarak nam
salmıştır... İnönü Meydanı tek bir sloganla inledi: - Denktaş Güney'e! Bu
sesi dünya duydu da galiba bir tek sarayın şişmanı duymadı." (Turgut
Afşaroğlu, 25 Nisan)
"... Peki bunu sandalyeye en güçlü golla ile yapışmış Fotoğrafçı Rauf dayı
ile yapabilir miyiz? Kesinlikle yapamayız... Bre Cumhurbaşkanı sıfatını
nereden bulduğu şüpheli olan fotoğrafçı dayım, Bre hey demokrasi tanımaz
ihtiyar, yüzde 65 'evet, sen 'hayır' diyorsun ve utanmadan da 'kazandım'
diyebiliyorsun... Çünkü Denktaş demokrat değil, diktatördür. Demokrasiyi
hazmedemeyecek bir mideye sahiptir...." (Serhat İncirli, 25 Nisan)
Örneklerde görüldüğü gibi, Kıbrıslıtürkleri temsilen birinci
çoğul şahıs kipi kullanılmakta ve Denktaş bu 'biz'in dışında konumlandırılmaktadır. Denktaş'a yönelik, "fotoğrafçı Rauf Dayı", "sarayın şişma­
nı", "demokrasi tanımaz ihtiyar", "pişkin politikacı" gibi nitelemelerle
ötekileştirilen Denktaş'm bu temsilleri Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi­
ni yeniden üretmektedir.
29 Eklemek gerekir ki, gazetede yazan yazarların bir kısmı tarafından Annan Planı 'ba­
rış senaryosu', 'Ortadoğu projesi oyunu', 'emperyalist bir plan' olarak nitelenmekte
ve Ada üzerinde yaşayan insanlann ortak projesi olmayan bu çözüm planının kabul
edilmemesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Bu yazarlar savundukları 'Hayır'ı pla­
na karşı çıkan ve statüko taraftarı olan diğer 'Hayırcı'lardan farklı anlamlandırmak­
tadırlar.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 31
Diğer 'Evetçi' gazetelerde olduğu gibi, Denktaş-Erdoğan karşıt­
lık kurgusuna Afrika gezetesinin haber söyleminde de rastlanmaktadır.
Gazetenin manşet haberini gösteren aşağıdaki örnekte bu durumu göz­
lemlemek mümkündür. Haberin spot cümlesinde evet-hayır kampanya­
larının bir 'yarış' olarak nitelendirilmekte ve bunun 'iktidar kavgası'na
dönüştüğü ifade edilmektedir. Manşet altındaki ifadede birbirine rakip
olarak konumlandırılan Denktaş ve Erdoğan arasındaki bu rekabette,
yarışta ya da iktidar kavgasında "Denktaş'ın Erdoğan'a karşı büyük bir
zafer kazanması "ndan bahsedilmesi bu yönde bir söylemsel stratejinin
kurulduğunu göstermektedir:
h a f t a
v<
1 - i d h3
G i i r t & y A I t i ı n s ' t a "/ / m /a- "
A k & s i n l i / c / c a z c ı m r A x - '« ,
A 'iis r e v V / c ? ^ / c"i -c r t -h c t ^ v/~ Y 'a r -ı .y t i / < r i c / c ı r - /c q \ ? $ *cı& ırıci c i c i n î i . y ü f y o n ..
Denktaş’ın
y
iiî tim i
i1 ...
■
■ Kuzey Kıbrıs’tan hayır çıkması demek, Denktaş’ın
Erd°ğ 3 h ’a karşı büyük bir za fe r kazanması demek...
19 Nisan, Afrika
Tüm bunlara ek olarak, Kıbrıslıtürk milliyetçilik söyleminin 'öteki'si
Denktaş'ın, 'Evetçi' gazetelerdeki haber söylemi içinde Denktaş'ın açıkla­
malarına dair haber metinlerine eşlik eden Denktaş fotoğraflarının seçi­
minde de yukarıda bahsedilen ötekileştirme stratejisini gözlemlemek
mümkündür:
32 • iletişim : araştırmaları
Denktaş bu kez ‘hayır1 mitingine katılacak mı'
13 Nisan, Yeni Düzen
Referandum Yasası konusunda mahkeme tamam,..
22 Nisan, Yeni Düzen
O E M K T A Ş 'İ N A K E L 7 . V R E E E R A NT> i ’M V
E R T E L E T M E T A L E B İN E Y O R U M U :
“DEMEK Kİ AKEL DAHA DOYMAMIŞTIR.
DAHASINI DA İSTEMEKTEDİR”
De tıkla;. liUncv Ktırıslokı narı ilenleri
\KHL-.ıı B irleşim * M ıltcller den
efcranüunıun bir kav nv ertelenmesi
»lebini tlcgcrleıulirirkırıı. "İteinek kı AKI.t.
lalıu ılayn u u n ııiıi, dolın.ııııı d»
»temekledir kı uzatmak inliyor'' detti
|
tum l!m EAnm n rianı'nı kıihuf etmeniz I
Çin 12 neden vardır' diye büyük bir proVInamla faaliyeti Patlattıklarım. AKI L'ın
le kendi gazetesinde 'islediğimiz hctşcyı
ildik diye beyanatların gırla gittiğini
taydcdcrek , değerlendirilmesi gereken bir
«mu olduğunu kaydetti.
Denktaş, •'Görelim bokstun netice ne
alacaktır. Zannedersem pazartesiye kadar
hırşeylori vardır, kendi bilecekleri iştir. 1
AUlaklarının üstünde daha da isledikler t için
ıluku da alnınk için girişim yapmış
oluyorlar" dedi. Cumhurbaşkanı Kaul' ,
Denk tuş bazı televizyon kanallarında
temaslarda bulunmak üzere önceki gün
gllliği İstanbul'dan önceki gün akşam saat
Dön toplanan Anayasa Mahkemesi Referandum Yasası'ran anayasaya aykırı olmadığına
oybirliğiyle karar verdi... Böylelikle Denktaş'm “meşru değil" iddiaları havada kaldı!
10 Nisan, Afrika
Temaslarının yararlı, konferansın da
coşkulu geçtiftini ifade eden Denktaş.
haklın "dedi.
••Burada dn faaliyete geçmemiz kızını
dıyeıı Dcııkınş. halka An uıı Plam’nı
netlen kabul edilem ez olduğunu
Irnıle vo^ovlnrın halkta olduğunu v
12 Nisan, Afrika
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, haber metinlerinde
Denktaş'm üzgün, düşünceli ve asık suratlı fotoğrafları kullanılmakta30
ve 'Evetçi' gazetelerden özellikle Yeni Düzen ve Afrika'da Denktaş bu
şekilde ötekileştirilmektedir.
Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemi içinde, bir öteki figürü olarak
Denktaş'm, Annan Planı'na yaklaşımlarındaki ortaklık ve dolayısıyla
'Hayırcı' olmaları temelinde Güney Kıbrıs'ın siyasi lideri Papadopulos'la
birlikte amlması da bu söylemin çerçevelenmesinde bir araç olarak kul­
lanılmaktadır.
30 Araştırma yapılırken Denktaş'ı destekleyen hayırcı gazetelerde ise çoğunlukla
Denktaş'm daha sevimli ve gülümseyen fotoğraflarının kullanıldığı görülmüştür.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 33
8 Nisan, Afrika
Yukarıda Afrika gazetesinin 1. sayfa manşet haberini gösteren örnek­
te, 'Hayır'da birleşen Papadopulos ve Denktaş birlikte temsil edilmekte­
dir.
9 Nisan, Yeni Düzen
19 Nisan, Yeni Düzen
Denktaş'm Rum 'öteki' ile aynı kategoriye dahil edilmesi son tahlil­
de Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenmekte ve bu söylemin
meşrulaştırılmasını sağlamaktadır.
'E v e t'e Y ö n e lik P ro p a g a n d a İla n la rın d a
'K ıb r ıs lıtü r k ' M illiy e tç ilik S ö y le m in in Ç e rç e v e le n iş i
Arınan Plam'nın kabulü veya reddine yönelik referandumun bir
seçim süreci olması dolayısıyla 'Evet'i veya 'Hayır'ı destekleyen siyasi ve
34 • iletişim : araştırmaları
sivil toplum örgütleri basın organları aracılığıyla bu süreçte propaganda
faaliyetleri yürütmüşlerdir. Örnekleme dahil edilen gazetelerden Afika ve
Yeni Düzen'de sadece 'Evet'e yönelik propaganda ilanlarına yer verilir­
ken, Kıbrıs gazetesinde her ikisine de yer verildiği görülmektedir.
Milliyetçilik söyleminin açık bir şekilde yeniden üretildiği 'Hayır'
ilanları yaranda 'Evet' propagandası yapan ilanların da farklı anlamsal
içeriklerle de olsa bu söyleme eklemlendiği dikkati çekmektedir.
G a z e te c ile r in
B a s ın a
s o n
Ç a ğ d a ş
h a p s e d ilm e m e s i,
k e y fi d a v a la r a
v e r ilm e s i,
d ü n y a n o r m la r ın d a
g a z e te c ilik
✓
KIBRIS T Ü R K D E VI. F.T Ü M ANAVATANIN G ARANTİSİ ALTINDA
SONSUZA KADAR YAŞATMAK.
/
DÜNYA VE ANAVATAN İL E BÜTÜNLEŞM EK,
/ ANAVATAN’ IN Ö NÜNÜ AÇMAK VE ÇIKARLARIN I KORUMAK.
/ RUM D E V L E Tİ’ NE YAMA D E L İL EGEM EN E Ş İT ORTAK
OLMAK.
/ GENÇ İNSANLARIMIZIN GÖÇMEMESİ, G İD EN LERİN GERİ
DÖNMESİ,
-/ AD ALETLİ BİR DÜZEN , K A L İTE L İ BİR YAŞAM V E REFAHA
KAVUŞMAK,
K ıb r ıs
T ü r k i y e ’n i n
y a p ıla b ilm e s i,
T ü rkü
v e
d ü n y a d a h a k
e tt ik le r i y e r i a la b ilm e s i,
v e
Ç o c u k la r ım ız a p a r la k
g e le c e k
b ır a k a b ilm e k
b ir
iç in
/ GEÇMİŞİN ACILARINI TE K R AR YAŞAMAMAK.
/ ÜLKEMİZİ ULUSLAR ARASI HU KUK İÇİNE SOKMAK.
/ TÜ K K İY E KÖKENLİ K ARBEŞLERİM İZİN, Y E N İ KIBRIS
VATANDAŞLARI OLARAK TE SC İLİ
İÇ İN
VAHİ N
“EVET
İŞAD
KKTC İŞADAMLARI D ERN EĞ İ
23 Nisan, Kıbrıs, Yeni Düzen
5 KIBRIS TÜRK GAZETECİLER BİRLİĞİ t
23 Nisan, Yeni Düzen ve Afrika
Popülist milliyetçilik söylemi çerçevesinde 'Sağcı veya solcu' herke­
sin 'Evet' demesi gerekliliğine vurgu yapan TKP (Toplumcu Kurtuluş
Partisi) tarafından yayınlatılan aşağıdaki ilanda, bu şekilde Türkiye'ye
borcun ödeneceği, bunun kurtarılmanın bedeli olduğu ifade edilmekte­
dir. Türkiye'nin AB üyeliği hedefine ulaşabilmesi için Annan Plam'na
'Evet' denmesinin 'Kıbrıs Türkleri'nin görevi olarak yorumlandığı bu
ilanda da anavatan-yavruvatan metaforunun yeniden üretimi ve Türk
milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenme söz konusudur.
Kuçuk Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 35
"Belki de mrihin cilvesi... Türkıve 1 9 7 4 ’ie Kıbrıs Türklüğünü kurtarmıştı. Simdi sıra Kıbrıs
Türklerine geldi. Bu kez K K T C vatandaşları, Türkiye'nin kad erin i ellerin e almaya
Haşan
hu’irlantyorlar. Belki de bir borcun ödenmesi söz konusu..."
Haşan Cem
Cem alal- Milliyet
Milliyet
Kurtarılmanın da bir bedeli vardır. İster şükran borcu deyin,
ister diyet borcu... İster sağcı olsun, ister solcu...
20 Nisan, Kıbrıs
R e fe ra n d u m S o n u ç la rın ın T e m s ilin d e
v e R e fe ra n d u m S o n ra s ın d a
T ü rk M illiy e tç ilik S ö y le m in in Ç e rç e v e le n iş i
Referandum öncesinde, özellikle Annan Planı'na dair kazanmaların
öne çıkarılması suretiyle gündem oluşturan 'Evetçi' gazetelerde, referan­
duma katılacak iki taraf bir spor müsabakasının birbirine rakip takımları
gibi temsil edilerek bir çatışma söylemi kurgulanmıştı. Kendileri gibi
'Evet' demelerini bekledikleri karşı tarafı (ya da rakibi) oyunu kuralları­
na uygun oynamaya davet eden bu söylemde, böyle olmadığı takdirde
(yani plana 'Hayır' dediklerinde) cezalandırılmalarının gerektiğine dair
beklentiye eşlik eden tehditkar bir üsluba yer verilmekteydi. Referan­
dumdan sonra plana % 75.83 oramnda 'Hayır' diyen Rum tarafı, referan­
dum öncesindeki bu söyleme bağlı olarak 'Evetçi' gazeteler tarafından
eleştirilmiştir. 'Evet'i destekleyen bu gazetelerde % 64.91 oramnda 'Evet'
oyu veren Kıbrıslıtürkler yüceltilirken, daha önce 'kardeşlerimiz' ya da
'komşularımız' şeklinde temsil edilen Rum toplumu olumsuz niteleme­
lerle ötekileştirilmiştir31. Türk-Rum karşıtlığı çerçevesini yeniden üreten
bu söylem Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir. Referandum­
da Annan Plam'na 'Evet' oyu veren Kıbrıslı Türklerle ortaklığı kabul
etmeyen Kıbrıslı Rumlar'ın 'kötü' oluşu, milliyetçilik söyleminde
'öteki'nin 'biz'i sevdiği ölçüde 'iyi' olabileceğine dair kuralı ortaya koy­
maktadır.
31 Bu türdeki ötekileştirme, Rum tarafının en güçlü siyasi oluşumu ve sol partisi
AKEL'in referandumda 'Hayır'ı destekleyeceğini açıkladığı dönemde de görülmek­
tedir.
36 • iletişim : araştırmaları
Afrika gazetesinde yayınlanan bazı haber başlıkları ve köşe yazıla­
rından bu konudaki örnekler32 şöyledir:
"... Rum hayır dedi, biz evet dedik ama büyük ikramiye onlara çıktı yine....
Türkiye'ye kızıyorduk eskiden, şimdi ise Rum'a kızıp duruyoruz...Barış
elimizi geri çevirdiğiniz için bin pişman edeceğiz sizi...Biz evet dedik ve
sizden ne kadar daha barışçı olduğumuzu anlamayan kalmadı işte bu dün­
yada!..." (26 Nisan, Şener Levent)
"Şimdi biz kime kızalım? Başımızı hangi taşlara vuralım? Resmen kandı­
rıldık. Üç kağıda getirildik Biz evet dedik. Rum tarafı yüzde 75'le hayır
dedi. Ama ödülü onlar alacak..." (26 Nisan, Turgut Afşaroğlu)
"... Kıbrıs'ta barışı engelleyenler bellidir. Şimdi onların kapısına gidip
'Kıbrıs'ta barış engellenemez' diye haykırmalıdır..." (26 Nisan, Erdoğan
Baybars)
"... Komşunun adam olacağı yok. Bir yandan referandumda çıkardıkları
yüzde 75 'hayır’ı hem Kıbrıstürklerine hem de dünyaya anlatmakta zorla­
nırken, diğer yandan da barikatlarda yapmadıkları rezillik kalmıyor...
Dostluk değil düşmanlık sergiliyorlar..." (28 Nisan, Turgut Afşaroğlu)
32
Afrika gazetesi yazarlarından Şener Levent'in 28 Nisan tarihli köşesinde bahsettiği,
Güney'e geçmek isteyen bir Kıbrıslı Türkün Ledra Barikatı'nda Rum polisi tarafın­
dan çınlçıplak soyundurularak uyuşturucu kontrolü yapılması ile ilgili olay da refe­
randum ertesinde Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlenme olarak okuna­
bilecek önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Bu olaya dair Afrika gazetesin­
deki yorumlar, olayın faili Rum'a karşı 'biz'in nasıl kurulduğunu göstermektedir:
"... Bizim polis şimdiye dek Ledra barikatında hiçbir Ruma bu muameleyi yapmadı. Biz Rum
kardeşlerimizin Kuzey’e pasaportsuz geçebilmeleri için burada bayrak açarken, onlar Kıbrıslıtürklere bu kapılarda neler yapıyorlar meğer! Dostluk.. Kardeşlik.. İç içe yaşama.. Birleşik
Kıbrıs.. Havanda ne kadar su dövmüşüz hal..." (28 Nisan, Şener Levent)
"... Geçiş noktalarında Rum polisleri Kıbrıslıtürklere, insanlık dışı, hayasız ve aşağılayıcı
davranışlarda bulunuyorlar!... Amaçları kuzeyden güneye geçişleri böylesine pis yöntemlerle
ortadan kaldırmaksa, merak etmesinler, kısa sürede bu amaçları büyük ölçüde gerçekleşebi­
lir!... Barikatlarda insanımıza reva gördükleri hayasız davranışlar, referandumda kötünün
iyisini ellerinin tersiyle iterek çok ezici bir çoğunlukla hayır demelerinin tercümesidir!.." (30
Nisan, Mehmet Levent)
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 37
"... Bizi överler, Urum'a kızarlar ama, Urum'u ihya ederler, biz da ağzımı­
zı poyraza açarık..." (29 Nisan, Arif Haşan Tahsin)
"... Helen merkezcilikten bir türlü kurtulamayan ve Kıbrıslıtürkleri her­
hangi bir ortaklığa layık görmeyen Kıbrıslırumlar ise ‘hayır'larını çerçeve­
leyip duvarlarına assınlar; bizi aşağıladıklarının en güzel hatırasıdır..."
(30 Nisan, Ümit İnatçı)
Yeni Düzen gazetesinde de referandumda 'Hayır' dediği için öfke
duyulan Rum toplumunu ötekileştiren bazı haber başlıkları ve köşe
yazılarından bu konudaki örnekler şöyledir:
"... Kıbrıslı Türkler kazanmış, Kıbrıslı Rumlar ‘buruk’ ve 'mahcup' olarak
Avrupa'ya adım atmış, vicdanlarda ve dünyanın gözleri önünde kaybet­
mişlerdir..." (25 Nisan, Cenk Mutluyakalı)
Yukarıdaki ifadede, 'kazanma' ve 'kaybetme' kavramlarıyla gön­
derme yapılan ve bir spor karşılaşmasının rakipleri olarak konumlandı­
rılan Türk ve Rum tarafları, karşıtlık çerçevesinde kurgulanmakta ve bu
temsil Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir.
"... Elbette bedelini ödemelidirler ve ödettirilecektirler ama onlar Annan
Planı'na hayır dedi diye, hiç kimse Kıbrıslıtürklerin evet dediğini görmez­
den gelip, Rum bayırının, Türk evetinin önüne geçirilmesine çalışamaz bu
saatten sonra..." (26 Nisan, Nazım Beratlı)
"TC Bakanlar Kurulu: Çözümsüzlüğün kaynağı Rum tarafıdır" (27
Nisan, 7. sayfada haber başlığı)
"TC Dışişleri Bakanı Gül: Statükocu Rumlar!.." (28 Nisan, 5. sayfada
haber başlığı)
Yukarıdaki aktarma ifadelerde de referandumda 'Hayır' diyen Rum
tarafı genelleştirilerek temsil edilmekte ve tırnak işareti kullanılmadan
aktarılan bu ifadeler halkın ortak sesine dönüştürülmektedir. Türk milli­
yetçilik söylemine eklemlenen bu ifadelerle bu söylem yeniden üretil­
mektedir. Aynı anlamlandırma stratejisini aşağıda evetçi Kıbrıs gazete­
sinden verilen örneklerde de gözlemlemek mümkündür:
38 ■iletişim : araştırmaları
"Alman Partilerinden Kumlara Veryansın" (26 Nisan, 5. sayfada haber
başlığı)
"Çiçek: Kıbrıs'ta Çözümsüzlüğün Açık Kaynağı Rum Tarafıdır"
Nisan, 7. sayfada haber başlığı)
(27
"... Rumlar 1950'de gerçekleştirdikleri Enosis plebisitinde yüzde yüzlük
çoğunlukla Türklerle hiçbir şeyi paylaşmama kararlılıklarını tarihe yazdır­
mışlardı..Ve 54 yıl sonra yapılan halk oylamasında paylaşımcı ruha kor­
kunç derecede uzak olduklarını bir kez daha gösterdiler. Zaman değişir,
onlar değişmez..." (27 Nisan, Ahmet Tolgay)
“İşte tarihi referandumun sonuçları da gösterdi; Türkleri beğenmiyorlar!
Kendilerine eşit görmüyorlar!.. Sergiledikleri çağdışı karakteri 'güvenlik
kaygısı' gibi bir mazeretle kamufle etmeye çalışıyorlar. Ama boşuna çaba.
Yutturamazlar..." (30 Nisan, Ahmet Tolgay)
Kimlikler verili ve sabit olmayıp kimliklenme süreci içinde ötekine
göre konumlanırlar. Bu temelde, referandumdan çıkması muhtemel her
iki taraftan 'Evet' sonucunun, bu tarafları ortak vatan idealinde birleşti­
receği beklentisinin boşa çıkmasının, kendilerini 'Kıbrıslıtürk/Kıbrıslı
Türk' olarak konumlandıran kesimde yarattığı öfke, bu kimlik kurgusu­
nun çerçevelendirilişinde 'Türklüğü', 'Kıbrıslılıktan' bir adım öne taşı­
mıştan Dolayısıyla, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, referan­
dumda 'Hayır' diyen yaklaşık % 76'lık kesimle birlikte 'Evet' diyenler de
dahil, bütün Rumlar genelleştirilerek aym kategoride değerlendirilmek­
te ve bu şekilde 'biz'e karşı 'onlar' kurgulanmaktadır.
Ayrıca yukarıda 'Evetçi' gazetelerden verilen örneklerin bir kısmı­
nın Türkiye'de konu ile ilgili görüş bildiren siyasetçiler ve kurum ve
kuruluşların temsilcilerinden aktarılanlar olduğu göze çarpmaktadır.
Türkiye'ye bağımlılığı reddeden bazı 'Evetçi' grupların sözcüsü olan bu
gazetelerde Türkiye'den görüşler aktarılması bu bağlamda bir ironi oluş­
turmaktadır.
Referandum öncesinde 'Evetçi' basın tarafından kurgulanan Erdo­
ğan/Denktaş karşıtlığının da referandum sonrasında çözülmeye başla­
dığı gözlemlenmektedir. Afrika gazetesi yazarlarından Mehmet Levent,
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 39
referandum sürecindeki bu karşıtlık halini 29 Nisan tarihli köşe yazısın­
da evli bir çiftin kısa süreli ayrılığı olarak şöyle betimlemektedir:
"Önceki gün Denktaş, AKP'ye hayranlık ve övgüler döşeyerek, ilan-ı aşk
tazelemişti! Tıpkı nikah tazeler gibi! Erdoğan, anında yanıt verdi Rauf
Bey’e. 'Denktaş'a sevgim ve saygım aynen devam etmektedir!' Böylece iş
tatlıya bağlandı! Onlar, 'birlik beraberlik ve dayanışma ruhu' içinde bir
yastığa baş koymaya devam kararı alırken, olan da ‘köprüleri attılar, artık
bu iş bitti' diye dedikodu yapanlara oldu! Tıpkı karı-koca kavgaları arasına
girilmez, örneğinde olduğu gibi!... Onlar barışır siz arada kalırsınız!..."
Referandumun sebep olduğu toplumsal kutuplaşmanın yerini birlik
beraberliğe bırakması gerektiği vurgularıyla birlikte ele alındığında bu
dönüşüm, anavatan-yavruvatan ikiliğinin tekrar oluşturulması bağla­
mında Kuzey Kıbrıs'ta Türk milliyetçiliği söyleminin yeniden üretimini
sağlamaktadır.
Referandum öncesinde 'Evet'i destekleyen gazetelerin 30 Nisan
tarihli sayılarının birinci sayfalarına bakıldığında, Avrupa Birliği Adalet
ve İçişleri Bakanları Konseyi'nde Kıbrıs'ın durumuyla ilgili olarak alman
kararlara dair haberler bağlamında, haberlere eşlik eden fotoğraflarda,
Türkiye ve KKTC hükümet yetkililerinin bir arada görüntüleri kapsa­
mında, Türkiye ve KKTC hükümetlerinin 'biz', kuzeyden 'Evet' çıkması
halinde vadettiği sözleri yerine getirmeyen 'Avrupa'nın ve AB'de
Kıbrıs'la ilgili alman kararları olumsuz yönde etkileyen 'Güney Kıbrıs
yönetimi'nin 'onlar' kategorisinde temsili de, anavatan-yavruvatan
metaforu çerçevesinde Türk milliyetçiliği söylemine eklemlenmektedir.
m
S|M
YenİDLİZEN
Yanı vizyon
40 • iletişim : araştırmaları
D e ğ e rle n d irm e v e S o n u ç
Kıbrıslılığı öne çıkaran 'Kıbrıslıtürk' kimliğinin, şartlar dahilinde
kimi zaman Türkiyeli'yi kimi zaman Kıbrıslırum'u 'öteki' olarak konum­
landıran bir kimlik tasavvuru olarak ortaya konulduğu görülmektedir.
Bu konumlandırmada ise öteki olarak belirlenenin dışında zayıf kalan
diğer öteki 'biz' kurgusuna dahil edilmekte, yani 'Kıbrıslıtürk' kimliği­
nin bileşenlerinden kimi zaman Rum ötekine karşı Türkiyeli ile birlikte
'biz'(=Türk) olunurken, kimi zaman Türkiyeli ötekine karşı Rum ile
birlikte bir 'biz'(=Kıbrıslı) kurgusu inşa edilmektedir. 'Evetçi' ya da
'Hayırcı' gruplar, ortak bir şekilde Türk ve Rum kimlik kategorilerini bir
karşıtlık çerçevesinde kurmaktadır33. Kıbrıslıtürk kimlik tasavvurunun
33
Hamasi Türk milliyetçilik söylemine sahip 'Hayırcı' basmda açık bir şekilde Türk
kimliği 'biz', Rum kimliği 'öteki' olarak konumlandırılırken, araştırmanın örnekleminin de dahil olduğu 'Evetçi' basmda da Türk-Rum karşıtlığım kurgulayan çerçe­
velendirme dikkati çekmektedir. Aşağıdaki başlıklarda da görüldüğü gibi, gazeteler­
de bu iki kimlik 'Rumlar' ve 'Türkler' şeklinde genelleştirilerek, hatta kimi zaman
yalmzca 'Türk' ve 'Rum' şeklinde kişileştirilerek temsil edilmekte ve bu temsil Türk
milliyetçilik söylemine eklemlenmektedir:
Kıbrıs Gazetesi
"Türkler Memnun Rumlar Rahatsız" - 2 Nisan, 5. sayfada üst başlık
"Rumlar Tek Başına 'Hayır' Derse, Cezasını Türkler Çekmez" - 11 Nisan, 4. sayfada
üst başlık
"Rumlar Çözümün Gerçekleriyle Karşılaştılar ve Korktular" - 1 7 Nisan, 5. sayfada
üst başlık
"Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ne Türklerden Evet, Rumlardan Hayır" - 25 Nisan, 1.
sayfada manşet
"Rumların 'Hayır'ı Türklerin Kararım Ortadan Kaldırmaz" - 26 Nisan, 9.sayfada
üst başlık
"Rum'a Şamar" - 28 Nisan, 1. sayfada manşet
Afrika Gazetesi
"Türk ve Rum Partiler Liderleri Ledra Palace'da Görüştü" - 6 Nisan, 7. sayfada
haber başlığı
"Türk Listesi Sır Gibi Saklanıyor!" - 12 Nisan, 6. sayfada haber başlığı
"Tehditle Ruma Evet Baskısı" - 17 Nisan, 1. sayfada manşet
"Ambargonun Kaldırılmasına Rum Engeli!" - 26 Nisan, 3. sayfada haber başlığı
"Talat: Rumların Üyeliği Dondurulsun" - 27 Nisan, 7. sayfada haber başlığı
Yeni Düzen Gazetesi
"Başbakan Talat: Rumlar Çözümden Korktular" - 1 7 Nisan, 7. sayfada üst başlık
"ABD'den Rumlara Uyarı!" - 1 7 Nisan, 8. sayfada haber başlığı
"Rumlar Fena Başlayacak!" - 24 Nisan, 4. sayfada haber başlığı
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 41
değişken ötekilik konumlan göz önüne alındığında ise, Kıbrıslılığın
etnik aynmı kapsayan bir kimliksel duruş ve bu kimlik üzerine kurulan
milliyetçilik söyleminin de etnik karakterde bir milliyetçilik söylemi
olduğu sonucuna varılmaktadır. Tüm bu saptamalar ışığında ise Kıbrıslıtürk kimlik tahayyülünün sabitlenmiş bir milli kimlik olmadığı tespiti
doğrulanmaktadır.
Referandum sürecinde, 'anavatan' Türkiye'deki siyasi iktidarın,
Annan Plam'nın desteklenmesi gerekliliğine dair açıklamalarına, 'Evet'i
destekleyen gruplar tarafından sıklıkla kullanılan 'Yes be annem!' sloga­
nıyla karşılık verilmektedir34. Bu bağlamda, yukarıda da ifade edildiği
gibi, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının ortak çıkarlarının vurgulanması,
statükoya muhalif olan bu grubun karşı olduğu ve baskın çerçeveyi
oluşturan statükocu Türk milliyetçilik söylemine eklemlenmesini sağla­
mıştır. Hatta bazen bu durum, 1974 müdahalesiyle can güvenliğine
kavuşturulan Kıbrıslıtürklerin Annan Plam'na 'Evet' diyerek, Avrupa
Birliği üyelik sürecinde 'kurtarıcısTnın önünün açılmasını sağlamak
anlamındaki 'diyet borcunun ödenmesi' olarak da ifade edilmiştir.
Sonuç olarak, Kıbrıs'ta 24 Nisan 2004'te yapılan referandum sonuç­
ları, % 75.83 oranında 'Hayır' oyu çıkan Güney'de Rum (ya da Helen)
milliyetçiliğinin baskın çerçeve olarak hegemonyasını sürdürdüğü şek­
linde yorumlanmıştır. Buna karşılık, % 64.91 oramnda 'Evet' oyu çıkan
Kuzey'de ise bu durum, toplumsal bir dönüşüm olarak değerlendirilme­
sine rağmen, çalışma kapsamında yapılan analizlerde, bu süreçte ortaya
çıkan Kıbrıslıtürk milliyetçilik söylemini inşa eden çerçeveleme araçları­
nın, aslmda Kuzey'de de baskın çerçeve olarak yeniden üretilmeye
devam eden Türk milliyetçilik söylemi çerçevesine eklemlendiğini ve
Türk milliyetçilik söyleminin meşruiyetini korumaya devam ettiğini
ortaya koymuştur. 2004 referandumuna giden süreçte, kendilerini 'Kıbrıslıtürk' olarak tanımlayan kesimin özellikle 'Türkiyeli Türk'e karşı inşa
ettiği ve kimi zaman etnosentrik karakter taşıyan bir milliyetçilik söyle­
mini de içine alan toplumsal muhalefetin, genel olarak ekonomik buna­
lımlar ve siyasi belirsizlik ortamından beslendiği sonucuna varılmıştır.
34 Referandum sürecinde meydanlarda sıklıkla tekrarlanan bu slogan, daha önce Kıbrıs
Türk milliyetçilik söylemi içinde üretilen 'Şükran sana anavatan' sloganıyla yer de­
ğiştirmiştir.
42 • iletişim : araştırmaları
Nitekim, referandum sonrasındaki süreçte coşkulu havanın ortadan
kaybolmasıyla birlikte taşlar eski yerlerine oturmuştur. Kuzey Kıbrıs'ta­
ki reel politika alamnda, önce 19 Nisan 2009 parlamento seçimlerinde
Türk milliyetçilik söylemine sahip UBP'nin % 43.97'lik oy oramyla 50
milletvekilinden oluşan meclise 26 milletvekili ile girmesi ve akabinde
18 Nisan 2010 cumhurbaşkanlığı seçiminde UBP lideri Derviş Eroğlu'nun
% 50.38 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmesi de bu çalışmada ortaya
konan Türk milliyetçilik söyleminin hegemonyasım sürdürdüğüne dair
iddiayı destekleyen sonuçlar olmuştur.
Kaynakça
Alankuş, Sevda (1995). "Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıslı Türk Kimliği." Birikim 77:
27-38.
Aliefendioğlu, Hanife ve Nurten Kara (der.) (2009). Kuzey Kıbrıs'ta Medya ve
Temsil. Ankara: Dipnot Yayınları.
Anderson, Benedict (2007). Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökenleri ve
Yayılması. Çev., İskender Savaşır. İstanbul: Metis Yayınlan.
Ateşin, Hüseyin M. (1999). Kıbrıslı Müslümanların 'Türkleşme ve ’Laik’leşme
Serüveni (1925-1975). İstanbul: Marifet Yayınları.
Baştürk Akça, Emel (der.) (2007). Kimlik, Medya ve Temsil. Ankara: Nobel
Yaym Dağıtım.
Beratlı, Nazım (1991). Kıbrıs'ta Ulusal Sorun (yaymevi ve basım yeri yok)
Berger, Peter L. ve Thomas Luckman (1966). The Social Construction ofReality:
A Treatise in the Sociology of Knoıvledge. New York: Anchor Books.
Billig, Michael (2002). Banal Milliyetçilik. Çev., Cem Şişkolar. İstanbul:
Gelenek Yayıncılık.
Bizden, Ali (1997). "Kıbrıs (lı/Türk) Milliyetçiliği." Birikim 97: 79-91.
Bora, Taml (1995a). Milliyetçiliğin Kara Baharı. İstanbul: Birikim Yayınları.
Bora, Taml (1995b). "Milli Dava Kıbns: Bir Velayet Davası, Türk
Milliyetçiliği ve Kıbrıs." Birikim 77:18-26.
Bryant, Rebecca (2007). Tebaadan Vatandaşa Kıbrıs'ta Modernite ve Milliyetçilik.
Çev., Seyhan Özmenek. İstanbul: İletişim Yayınları.
Küçük Durur •... Kuzey Kıbrıs Türk Basınında Kıbrıslıtürk Milliyetçilik Söylemi • 43
Calhoun, Craig (2007). Milliyetçilik. Çev., Bilgen Sütçüoğlu. İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınlan.
Canefe, Nergis (2006). "Türklük Tarihi ve Kıbns: Kıbnslı Türk Kimliğinin
Hikayelenmesinde Bir Yolağzı." Hatırladıkları ve Unuttuklarıyla
Türkiye'nin Toplumsal Hafızası, (der.) Esra Özyürek. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Cockbum, Cynthia (2005). Hat, Kıbrıs'ta Kadınlar, Taksim ve Toplumsal Cinsiyet
Düzeni. Çev., Selda Somuncuoğlu. İstanbul: İletişim Yayınları.
Copeaux, Etienne ve Claire M. Copeaux (2009). Taksim! Bölünmüş Kıbrıs 19642005. Çev., Ali Berktay. İstanbul: İletişim Yayınları.
Çevikel, Nuri (2007). "Kıbns Türk Tarihi." Suya Düşen Sancak, (der.) Nihat
Öztoprak ve Bayram Ali Kaya. İstanbul: 47 Numara Yayıncılık. 13-59.
Derya, Doğuş (2006). "Cinlenmiş Özgürlüğümüz, Çatlaktaki Özgünlüğümüz!
Bir Eşiktelik Hali Olarak Kıbrıslıtürk Kimliğini Okumak." Kıbrıs
Yazıları 2: 36-46.
Entman, Robert M. (1993). "Framing: Toward Clarification of a Fractured
Paradigm." Journal of Communication 43(4): 51-58.
Erhürman, Tufan (2006). "Kıbns Türk Solunda Kıbrıs Merkezli Kimlik
Arayışları, Ötekiler ve İnsan Hakları." Kıbrıs Yazıları 3: 93-106.
Finlayson, Alan (1998). "Ideology, Discourse and Nationalism." Journal of
Political Ideologies 3(1): 99-118.
Goffman, Erving (1974). Frame Analysis. Philadelphia: University of
Pennsylvania Press.
Hail, Stuart (1998). "Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etniklikler." Kültür,
Küreselleşme ve Dünya Sistemi, (der.) Anthony D. King. Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Hasgüler, Mehmet (der.) (2008). Kıbrıslılık. İstanbuFAgora Kitaplığı.
İlter, Tuğrul ve Sevda Alankuş (2009). "(Üvey) Ana-Yavru Vatan
Diyalogunun Kuzey Kıbns'taki Değişen Temsilleri." Kuzey Kıbrıs'ta
Medya ve Temsil, (der.) Hanife Aliefendioğlu, Nurten Kara. Ankara:
Dipnot Yayınları.
44 • iletişim : araştırmaları
İsmail, Sabahattin (1998). Kıbrıs Üzerine Bildiriler. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma
ve Yayın Merkezi Yayınları.
Kızılyürek, Niyazi (2005). Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Öztoprak, Nihat ve Bayram A. Kaya (der.) (2007). Suya Düşen Sancak, Kıbrıs
Türk Kültürü Üzerine İncelemeler. İstanbul: 47 Numara Yayıncılık.
Ratip, Mehmet (2008). "Kıbnslılık 'Beytambal Galsın'." Kıbrıslılık. (der.)
Mehmet Hasgüler. İstanbul: Agora Kitaplığı.
Searle, John R. (2005). Toplumsal Gerçekliğin İnşası. Çev., Muhittin Macit ve
Ferruh Özpilavcı. İstanbul: Litera Yayıncılık.
Tannen, Deborah (2009). "Framing and Face: The Relevance of The
Presentation of Self to Linguistic Discourse Analysis." Social
Psychology Quarterly 72(4): 300-305.
Tuchman, Gaye (1978). Making Neıvs: A Study in Construction ofReality. New
York: The Free Press.
Yetkin, Sabri (2002). "Türkçe Kıbrıs basımnda Milli İktisat-Milli Burjuvazi
yaratma çabaları." Türkler 14: 293-304.
Yücel, Hakkı (2003). "Tarih, Kimlik ve Siyaset Üçgeninde Kıbrıslı Türkler."
Birikim 167:31-38.
Zeybek, Tijen (2006). "Milliyeti Her Türlü Kimliğin Üzerine Çıkarmamn
Sonucu: Küreselleşen Dünyada Kimliksiz Kalma Başarısı." Kıbrıs
Yazıları 2: 47-55.
45
Nuances of'Culture', 'İslam'and 'Conflict':
A Selective Qualitative Analysis of
International Nezvspaper Discourses
in the Year 2008
Dinu Minteanu
Abstract
Follovving a discussion of the theoretical and practical ambiguities/dilemmas posed by the topic at hand,
this paper applies framing-analysis and cultural discourse analysis unto a sample of International
news-media articles. in order to investîgate the conceptual mechanics specific to the manner in which the
term 'culture' is globally employed by journalists, in relation to the vvords 'conflict' and 'İslam'. Having used
a constructivist approach tovvards the subject matter, the author condudes that the literal presence of the
term 'culture' or 'cultural' in the articles' headlines is a likely indicator of nuanced, rather than polarized
discourses involving 'İslam' and 'conflict'. The notions of 'nuanced' and 'polarized' narratives will be
defined, exemplified and highlighted throughout the paper, in an effort to provide a complementary
methodological-hermeneutical System to that of quantitative, statistically-driven analyses.
Keyvvords: İslam, conflict, discourse, nevvspapers
'Kültür', 'İslam've 'Çatışma' Arasındaki Nüanslar: 2008 Yılı Seçilmiş
Uluslararası Gazete Haberlerinin Niteliksel Analizi
Özet
Bu makale, alandaki kuramsal ve uygulamaya dair belirsizliklere/ikilemlere ilişkin bir tartışma çerçevesinde
kültür kavramının küresel olarak gazeteciler tarafından kullanılma biçimlerinin kavramsal mekanizmalarını,
'çatışma' ve İslam' kavramları ile ilişkilendirerek uluslararası haber medyası makaleleri örneklemi
üzerinden çerçeveleme analizi ve kültürel söylem analizi uygulayarak araştırmaktadır. Ele alınan konuya
ilişkin inşacılık yaklaşımını kullanarak yazar, gazete başlıklarında 'kültür' veya 'kültürel' sözcüklerinin
kullanımının, İslam ve çatışmayı içeren kutuplaşmış bir söylemden daha çok ince farklılıklara işaret ettiği
sonucuna ulaşmıştır. Makalede, 'ince farklılıklara sahip' ve 'kutuplaşmış' anlatılar, niceliksel, istatistiksel
analizleri tamamlayan metodolojik-hermeneutik bir sistem sunma çabasıyla tanımlanacak, örneklendirilecek
ve vurgulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: İslam, çatışma, söylem, gazeteler
iletişim : araştırmaları • © 2 0 0 6 •4(2): 45-78
46 • iletişim : araştırmaları
Nuances of 'Culture', 'İslam'and 'Conflict':
A Selective Qualitative Analysis of
International Neıvspaper Discourses
in the Year 2008
T h e C u ltu re R id d le: A N e c e s s a ry In tr o d u c tio n
The Central focus of this specifically targeted, exclusively qualitative investigation into the written discourses of several English-written newspapers is the concept of 'culture' — more precisely, the manner in which this Cardinal notion is constructed, used, or taken for
granted by various joumalists, in relationship with two other key
words — 'İslam' and 'conflict'. Before going into the methodological
and empirical details of this analysis, several preliminary, general
parentheses drawn around these key concepts will not only prove
fruitful, but will also play an essential role in anticipating the meth­
odological choices later made by the author.
'Culture', perhaps more in the 21st century than during the one
preceding it, is a notion that has clearly become politically, socially and
psychologically charged, as VVestemers live and vote in a context of
global eth(n)ical uncertainties. Liberal democracies across post-modem Europe are faced with a number of trials, attributable as much to
the economic vagaries of a globalized financial system, as to the mutating social fabric of the world itself. Liberals and conservatives alike
seem to acknowledge the dilemmas posed by such socio-political challenges as mass immigration, youth unemployment, demographic
downturns, or the many blurry issues of 'multicultural' societies.
Although Solutions put on the table by various parties (political or not)
differ considerably, formulations of many of these problems are frequently articulated using key notions such as 'culture', 'civilisation' or
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 47
'identity'. To these terms, popular labels such as 'İslam' or 'VVestern'
are frequently attached and counterpoised, marking the birth of particular rhetorical discourses, the details of which we vvill examine
shortly. Yet before reviewing a process that was made transparent by
Edward Said (1997) well before my own modest analysis was conceived, one should take the time and reveal the intrinsic ambiguities
pertaining to what I would cali a complex constructivist algebra generated by such a seemingly simple ter m as 'culture'.
Firstly, although it may appear somewhat axiomatic when formally stated out, it might nonetheless prove instructive to briefly consider the fact that, more so today than ever before, the world takes an
enormous amount of things for granted. Interestingly enough, the
more "civilized" — or, as Ingleheart (2008) would put it — the more
post-material a society is, the more it seems to rely on presupposed
physical and mental structures. Surely enough, we value and use
credit cards not because of their explicit value (as would have been the
case with a Medieval golden coin), but because of certain implicit
attributes with vvhich this ubiquitous piece of magnetized plastic is
associated (such as bank account balances, credit thresholds or access
to ATM machines). Furthermore, knovving how something functions is
not a necessary condition for us claiming it for usage and expecting it
to perform adequately. This observation obviously concerns, but is not
limited to the technical repertoire of the modem world (computers,
mobile technology ete.); it also covers much more abstract, yet none-
48 • iletişim : araştırmaları
theless influential, Central structural notions of our daily lives.
'Democracy' is one such notion, and 'culture' is another. These two
concepts, the former serving as an auxiliary example and the latter
being of direct interest to us, are undoubtedly familiar and are generally taken for granted by most people. Hovvever, on a closer mental
inspection, both will generate highly complex dialectics and will prove
to be equivocal, and thus difficult to exhaustively define. Democracy
is, of course, much more than a political system in which leaders are
appointed by popular vote. While scholars such as Held (2006) continue to articulate the complexities, limitations and manifold implications of various democratic models (for it is, indeed, more sensible to
talk about democracies than about 'democracy' per se), such academic
ventures do not lessen the sharp relevance of what Winston Churchill
önce said: "The best argument against democracy is a five minute conversation with the average voter". Keeping the same undertone, one
may argue that an equally strong argument against culture (or at least
against some customary aspects of it) is a five minute talk with a contemporary European right-wing popülist1.
Such things considered, one should tread carefully when trying to
grasp what 'culture' actually is. The distinguished cultural anthropologist and proponent of symbolic anthropology Clifford James Geertz
sees culture as a "historically transmitted pattern of meanings embodied in symbols, a system of intended conceptions expressed in sym­
bolic forms by means of which men communicate, perpetuate and
develop their knowledge about and attitudes towards life" (Geertz,
1973: 5). The problem with such a broad definition is that it allows
itself to be stretched to the point when almost everything and anything
can be considered 'culture'. Not surprisingly, other scholars adopted a
differently divergent approach, which resulted in the formulation of
1
See Betz and Johnson (2004) and Cuperus (2003) to understand how the notion of
culture has implicitly and explicitly been used by contemporary right wing popülist
parties throughout Europe to sketch out simplistic, uncompromising ethno-national
policies in a world in which such Solutions do not only fail to resolve crises, but are
often a product of media use-and-abuse and of the shallow forms of "symbolic"
politics.
Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 49
över 150 definitions of 'culture', ranging from "leamed behaviour" to
"intrinsic ideas of the human mind", a "construct of logical nature",
"psychological defence-mechanism", "statistical fiction" ete. (Kroeber
and Kluckhohn, 1952, cited in VVhite, 2003: 2). To lessen the confusion
and nonetheless add to the complexity, one should also keep in mind
that 'culture' may well be seen as one of Gallie's (1964) 'essentially
contested', or fundamentally controversial notions: it is highly complex, it contains an evaluative element, is susceptible to being defined
divergently, and can trigger new debates as historical contexts change.
T h e C o n te m p o ra ry In te r p la y of
'C u ltu r e ', 'C o n flic t' and 'İs la m '
Narrowing down the definition of 'culture' according to how it is
portrayed and used in present-day political and social affairs will not
only bring us eloser to the topic of this research paper, but it will also
provide a hermeneutical basis tor understanding the analyzed newspaper narratives themselves. Raymond VVilliams (1995) discerns three
connotations of culture that seem to have melted together in today's
public perception: culture as civilization, culture as way of life and
culture as monument. Culture thus becomes a complex system of values, ideas and practices. It is prevailing in its specificity and tends to
be diseriminatory by nature. It creates a polarisation between those
who belong to it and those who do not (hence the apparent strong
validity of the "cultural conflict" construct, i.e. the 'democratic West'
vs. a 'violent İslam' — an issue that will be specifically addressed later
on). That is to say, "people fail back on these elements to reflect on
their identity and position" and to react to societal and political changes (Koenis and Roder, 2008: 5).
Shortly after the fail of the Iron Curtain, in a keen anticipation of
emerging political and ideological uncertainties, the well-known Harvard seholar Samuel Hunhngton (1993) suggested that the murky
waters of international politics need not and, indeed, will not prove to
be that murky after ali. Hunhngton sketehed out a post-Cold War
globe distinctly divided into several "civilizations" (Western, Islamic,
50 • iletişim : araştırmaları
Hindu, Confucian, Latin American, Slavic-Orthodox and possibly
African), ali implacably ordained to clash with one another, due to
their essential and irrevocable cultural2 differences — 'İslam' and the
'VVestern VVorld' are especially seen as antagonist future forces, in a
scenario that is basically reduced to a 'West against the rest' story-line.
In putting forward his now (in)famous Clash o f Civilisations thesis,
Huntington not only sparked a lively debate3 among social and political scientists, but also became influential on a wider political scale,
especially following the September 11,20014 terrorist attacks on Amer­
ican soil. It was not uncommon during the following years for
high-level American officials to allude to Huntington or to his paradigm when referring to the (ongoing) global war on terror, its implications, causes or ramifications. Alongside Huntington, Princeton University Professor Bernard Lewis and Daniel Pipes (director and
founder of a Middle East Forum think tank and an influent scholar of
Middle Eastern history) are two more eminent members of what Gerges (1999) identifies as an erudite, "confrontationalist" camp of Amer­
ican scholarship activists who firmly believe that "political İslam" (an
ominous, yet somewhat obscure idiom) and "democracy" are incompatible realities.
2
Ideological, economical and even fundamentally geo-political state-dynamics are
more or less shoved aside, in the face of what for Huntington seems to be the exponentially increasing relevance of "civilizational" rifts and incompatibilities. For a
brief summary of alternative explanations put forward by other scholars, see Munteanu (2008).
3
See, for example, Huntington et al. (1996), Brown (1999) or Holton (2000). Even the
Encyclopaedia Britannica Editorial Board appointed Harvard Professor of Anthropology James Watson (2003) to update their article on globalization with a section called
Emergerıce of global subcultures; the text extensively quotes Huntington's work, while
taking a consistent, nuanced and highly critical approach towards it.
4
The September 11 attacks were a series of coordinated suicide attacks by terrorist
organisation al-Qaeda upon the United States of America, on September 11, 2001.
Nineteen terrorists managed to crash two commercial airplanes into the Twin Towers of the New York World Trade Centre (which consequently collapsed), and a third
airliner into the Pentagon.
Minteanu • Nuances of ’Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 51
It is interesting to observe how Huntington manages to interchangeably use the highly intricate notions of 'culture' and 'civilization', and how he tends to overlook hundreds of years of history5, in
the process of creating conflicting islands of civilizational distinctiveness. Moreover, it remains curious t ha t, despite elaborate and rather
exhaustive critiques (e.gv VVedeen, 2003; Said, 2001; Huntington et al.,
1996) and empirical refutations (Fox, 2005; Mungiu-Pippidi and Mindruta, 2002; Henderson and Tucker, 2001; Russett et al., 2000), his ideas
surface, in one form or another, on the political or mental agendas of
global political actors6. A long time critic of the Huntingtonian paradigm, and an outspoken proponent of Arab issues, Edvvard Said (2004)
claimed that not only is the Clash o f Civilisations thesis a "reductive and
vulgar notion" (p. 226), but it is also an illustration "of the purest
invidious racism, a şort of parody of Hitlerian Science directed today
against Arabs and Muslims" (p. 293). In this sense, Said's monumental
works on (anti-)Orientalism, cultural imperialism and the politics of
dispossession might have raised several important critical questions
for at least some of Huntington's readers. Also because his observations are directly relevant to our research topic, Mr. Said's work is
worthy of being quoted at large:
"My concern [...] is that the mere use of the label «İslam», either
to explain or indiscriminately condemn «İslam», actually ends up
becoming a form of attack [...] «İslam» defines a relatively small
proportion of what actually takes place in the Islamic world,
which numbers a billion people, and includes dozens of countries,
5
Explicitly referring to Huntington, Amartya Sen (1999) points to the fact that "diversity is a feature of most cultures in the world. VVestern civilization is no exception.
The practice of democracy that has won out in the modem West is largely a result of
a consensus that has emerged since the Enlightenment and the Industrial Revolution,
and particularly in the last century or so. To read in this a historical commitment of
the West — över the millennia — to democracy, and then to contrast it with nonWestem traditions (treating each as monolithic) would be a great mistake" (p. 16).
6
For example, in Belgium in texts signed by popülist Filip Devvinter (Vlaams Belang),
and in the Netherlands in political statements by Christian politician Andre Rouvoet
or VVD party-leader Mark Rutte (Stoffers, 2008: 9).
52 • iletişim : araştırmaları
societies, traditions, languages and, of course, an infinite number
of different experiences. It is simply false to try to trace ali this
back to something called «İslam», no matter how vociferously
polemical Orientalists [...] insisted that İslam regulates Islamic
societies from top to bottom, that dar al-Islam is a single, coherent
entity, that church and State are really one in İslam, and so forth."
(Said, 1997: xvi)
Indeed, as early as the 1970's scholars such as Abu Zahra argued
that İslam vastly varies contextually and historically. Sections from the
Koran that assert equality for men and women have been pointed out
and, most importantly, warnings have been issued regarding the very
significant gaps that may (and do) exist between erudite, theologically
nuanced readings of the Koran on one hand, and widely-held popular
views and practices on the other. Also, embracing an already problematic "bulk" of İslam as an explanation for social and cultural phenomena might not only prove unproductive, but is also a rather flawed
endeavour, since it ignores or neglects specific state-policies and interventions (Zahra, 1970, cited in Goddard et al., 1994: 66).
Moreover, even decades after being formulated, fundamental
questions such as what İslam means for Muslims themselves in the
modem vvorld are stili "an issue for debate and action in the context of
the politics of nation states, the struggle for etıergy supplies, superpoıver
rivalry, and dependency. What is the «umma», the Islamic community,
and how and where is «ijma», or consensus to be formed?" (Gilsenan,
1982, cited in Lukens-Bull, 1999: 15, added italics). Similar arguments
have been woven around the term 'fundamentalism', a "slippery concept [...], and word that has come to be associated almost automatically with İslam, although it has a flourishing, usually elided, relationship with Christianity, Judaism and Hinduism" (Said, 1997: xvi). It has
been suggested that "the deliberately created associations between
İslam and fundamentalism ensure that the average reader comes to see
İslam and fundamentalism as essentially the same thing" (Said, 1997:
xvi). Indeed, Müslim countries such as Indonesia and Tunisia have a
hard time fitting into Huntington's fierce Weltanschauung, while his
Minteanıı • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 53
prediction that Turkey might decide to follow some şort of imperial
past becomes less plausible by the day, as even newly elected "Islamic" Turkish conservative leaders turn towards Brussels, and not Tashkent, when contemplating foreign affairs.
M a s s -m e d ia an d th e D e p lo y m e n t o f T ru th s :
A T h e o re tic a l Fram evvo rk
While I subscribe to Olivier Roy's observations (2004: 10-11)
regarding the striking character of how ready-made cliches regarding
'İslam' ha ve permeated both academic and political mediums, another
fact is at least equally confounding. The above quoted French author's
surprisingly comprehensive and balanced covering of "globalized
İslam" does not mention it explicitly7, but one can hardly ignore how
majör news-outlets perpetuate exactly this type inexact, uneducated
formulas regarding 'İslam', 'culture' and 'conflict'. In a fast-pacing,
almost runaway world of instant information delivery, editorial deadlines, global media coverage and massive media dispersion throughout society, the importance (hegemony?) of what is now already an
intemational news industry can hardly be understated.
Even long before the Internet arouse as the inexhaustible, highly
flexible and constantly changing information platform that it is today,
scholars were pointing out the fact that "things like newspapers, news
and opinions do not occur naturally; they are made, as the result of
human will, history, social circumstances, institutions, and the conventions of one's profession" (Said, 1997: 49). Therefore, aims such as
press objectivity, factuality, realistic coverage and accuracy may also be
seen as "highly relative terms, [expressing] intentions, perhaps, and
not realizable goals" (Said, 1997: 50).
7
Roy's own engagements with joumalism might have something to do with him
not attacking or questioning the way in which the news industry (dis)functions. Of
course, it is also true that one can only adequately address a limited number of issues in a book, and Roy's effort (2004) definitely adds up to one of the best and most
authoritative volumes on "real-world" İslam today.
54 • iletişim : araştırmaları
Processes of deliberate selection-and-expression in media coverage may be inevitable, but they should not be taken lightly or at face
value, especially it we set out to qualitatively analyze nevvspaper discourses. For example, even in the midst of the Cold War„ Robert Damton (1975) described the "symbiosis as well as antagonisms that grow
up between a reporter and his sources" (p. 183), the "pressures of
standardizing and stereotyping" (p. 188) and the way in which journalists "bring more to the events they cover than they take away from
them" (p. 192).
I thus believe that a constructivist approach to ali journalistic
subject-matter is the sensible way to proceed, as this permits a multifaceted understanding of the contingent relationships betrvveen 'culture', 'İslam' and 'conflict'. Taken for granted assumptions conceming
values, attitudes, identities and other collectively shared expectations
do not follow a logic of consequentiality, but rather one of moral or
social appropriateness (Campbell, 2002: 23-24). In the case of newspapers, such normative frameworks may converge and form what con­
structivist theorists have simply called frames, denoting "normative
and sometimes cognitive ideas that are located in the foreground of
debates, with the purpose of legitimization" (Campbell, 2002: 26).
Having roots in cognitive psychology and anthropology, the definitions and practical implementations of framing-analysis are quite
eclectic8, and there are currently no uniform methodological standards
governing them.
What is relevant for this research is that framing also covers the
connection between the journalistic shaping of news "within a frame
of reference and according to a latent structure of meaning" and the
"stimulation of the public to adopt these frames and to view reality
from the same perspective as the journalists do" (McQuail, 2000, cited
in Gorp, 2005: 485). Examples of popular works that make use, at a
meta-level, of this type of constructivist approaches, include Said's
acclaimed volüme "Covering İslam — How the Media and the Experts
Determine How We See the Rest of the World" (1997), or Lewis's
8
See Gorp, 2005: 484-485, for a brief discussion regarding this issue.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 55
(2005) acute observations regarding the role of media and culture in
global terror and political violence. However, the academic forum
does not abound with empirical analyses concerned with how the
concept of 'İslam' is employed in and by various newspapers around
the globe. There are, of course, islands of sober analysis, such as John
Richardson's "[Mis]Representing İslam: The Racism and Rhetoric of
British Broadsheet Newspapers" (2004), in which the author exposes
how Britain's right-wing press perpetuates an ontological framework
in which "İslam equals backward, and the West equals progress" (p.
101). The same Richardson (2001) applied a rather elaborate type of
argumentative discourse theory (to be more precise, pragma-dialectical argumentation) in scrutinizing British "letters to the editors", in
which İslam and/or Muslims were cited as actors, and the "letters
represented an example of a discourse of spatial management — the
national space being the space in question, and the managers being the
dominant elites, as represented by the broadsheet newspaper readership" (p. 143). Other studies concluded that 'İslam' was being marginalized and instrumentalized by the press in Algeria, Morocco and
Tunisia (Garon, 1997), or that the perpetuation of stereotyped 'enemy
images' obstructed journalists from analytically covering various
intemational conflicts (such as the Iraqi invasion of Iran in 1980 or the
Iraqi invasion of Kuwait in 1990) (Ottosen, 1995; Karim, 2000). Similar
conclusions were formulated in the case of German newspaper articles
by Hafez (2000), while Poole (2002) argued that Muslims and "British"
moral values were portrayed as incompatible in several media outlets.
In analysing post-9/11 representations of İslam in the American
elite press, Mishra (2008) exemplarily uses the hermeneutical framework provided by Said's critical work on Orientalism, while also
drawing on Foucault's more philosophical, yet nonetheless relevant
writings on the concept of discourse9, defined as "the location where
power and knowledge are joined together" (Foucault, 1990, cited in
Mishra, 2008: 160). Mishra's recent study revealed a generally unipo9
In this sense, Luke (1995-1996) has also explored how truths and perceptions are first
constructed and then taken for granted, serving as tools for further definitions and
popular points of reference.
56 • iletişim : araştırmaları
lar, indiscriminate U.S. elite press, which consistently portrayed any
politically assertive role for İslam, violent or peaceful, as a threat to
VVestern civilization and democracy (p. 171). Intense debates such as
those regarding the role of secularism10 in constructing a viable
democracy, or the finer nuances between temperate traditionalism and
uncompromising fundamentalism were not adequately explored (or
even touched upon), the press often assuming that "any visibility of
religious commitment in the public and political spheres automatically
implied a lack of commitment to democracy, human rights, and women's rights" (p. 173). Distinguished journalists from nevvspapers such
as The New York Times or The Washington Post did not hesitate to prescribe formulas for the reformation of İslam, a process which was often
defined as a "journey from Islamism to secularism, from tradition to
VVestern modernity, from anti-Westem to pro-Western attitudes" (p.
173).
R e s e a rc h A rg u m e n t an d M e th o d o lo g y
I have so far sketched out the controversial, intricately divisive
relationships that exist betvveen the notions of 'culture', 'conflict' and
'İslam'. Needless to say, my analysis strives to harbour a neutral, academic point of view, and this rather exploratory endeavour was built
upon a paramount qualitative, constructivist approach towards these
texts. Being aware of the evasive aura that covers the concept of 'cul­
ture', I aimed at understanding how those articles that included the
vvord 'culture' or 'cultural'11 in their headline present themselves. Of
course, the in-text markers of 'İslam' and 'conflict' were also included
in the search, in an attempt to investigate how these three keywords
10 See, also, Fox's (2006) analysis on separation of religion and State into the 21st century, or Esposito's (1999) work The Islamic Threat: Myth or Reality? Burleigh's (2006)
Sacred Causes: Religion and Politics from the European Dictators to Al Qaeda also provides
a useful, yet at times fuming perspective över similar issues.
11 Although I have initially expected for the keyword "cultural" to predominantly yield
articles covering cultural events such as art exhibitions, this has not proven to be the
case. Even when this did happen, I found the respective articles nonetheless relevant
for the analysis.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 57
shape the content of media narrations, and whether this constellation
increases or decreases the possibility of framing 'conflict' and 'İslam'
in a polarized, antagonist manner.
Therefore, an important methodological aspect of this research
focuses on headline probing. Today, information not only abounds, it
virtually floods almost every aspect of our modern lives, from the isles
of supermarkets to the invading, ubiquitous commercials or the millions of online-accessible information pools. Print, film, magnetic, and
optical storage media produced approximately 5 exabytes of new
information in 2002 alone (Felföldi, 2004). Suffice to say is that if we
vvould digitize (with full formatting) the seventeen million books in
the U.S. Library of Congress, we vvould contain about 136 terabytes of
information. Five exabytes of information vvould cover the informa­
tion contained in approx. 37,000 nevv libraries the size of the Library of
Congress book collections (Felföldi, 2004: 3). This creates a context that
makes Herbert Simon's famous observations no less relevant today
that they vvere thirty years ago: "What information consumes is rather
obvious: it consumes the attention of its recipients. Hence a vvealth of
information creates a poverty of attention, and a need to allocate that
attention efficiently among the overabundance of information sources
that might consume it." (Simon, 1971, cited in Davenport and Beck,
2001).
Nevvspapers too have to compete for attention, and the construction and diffusion of headlirıes are among the first and foremost means
employed by editors and reporters to contend for readers' attention.
Added to this is the obvious importance of the actual location of an
article vvithin the publication's body — front page, book revievv sections, local nevvs or comment-and-debate pages ali imply their ovvn
force field of rhetoric, influence and attention-grabbing. Some articles
are contributed by "regular", professional journalists, other by academics, and other by anonymous readers. As vvill be evident in the
interpretation of the results, I have taken these factors into consideration, vvhere applicable.
58 • iletişim : araştırmaları
Again, this is an exclusively qualitative approach to primary-sources research. VVhile statistical or other similarly "flattening"
methods have the practical advantage of providing centralized, easily
manageable (and thus apparently ready-to-interpret) results, they
often miss out on important nuances. In the less felicitous of cases,
establishing arbitrary search-and-selection criteria will result in generating outcomes that a re, to say the least, obtained via a semiotically
dubious framework. This, in turn, produces empirically debatable
(incomplete or biased) conclusions. Take, for instance, the study conducted by D'Haenens and Bink (2007), which focused on how 'İslam'
(added quotation marks) was covered by the popular Dutch newspaper Algemeen Dagblad in the period betvveen 1998 and 2004. The methodology employed by the authors may be flawed at several levels.
Firstly, in searching for the words "İslam" and "fundamentalism" in
the headlines, one does more than probing into how journalists
approach the issues at hand — one actually frames12 the search process
itself. That is to say, the construction of the keywords themselves is
biased, and the presumption that "this procedure would yield the bulk
of the articles with İslam as key topic" (p. 138) may prove inexact. As
the previous chapters of this paper tried to demonstrate, both "İslam"
and "fundamentalism" are two contestable constructs that, when used
in contemporary discourses, have proved perniciously standardized
and prejudiced. VVhen looking for such cues in nevvspaper headlines,
one is indeed prone to finding "conflict frames" more often than not
(which, incidentally or not, the above-quoted study did). VVhile this
may describe a section of the press, it may also disregard more
nuanced articles, which precisely because of their nuanced nature, do
no use such headlines. Secondly, another questionable variable which
the authors employed in their analysis was that of "Müslim actors"
(these were defined as "speakers on behalf of İslam", p. 140). Three
objections can be addressed here: (1) it may be possible that not ali
Muslims' comments are argumentative or well informed; (2) even if
12 In this case, if I am allowed to express myself somewhat metaphorically, it is like
swimming in the ocean with a freshly amputated foot, vvondering if the sharks will
bite or not.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 59
they are, the actors may fail in getting them across to the newspaper
and (3) Muslims themselves may be biased tovvards 'İslam', which
makes the appointed title of "speakers for İslam" altogether contentious; surely using such an ethnically-defined filter for academic
research is at least as risky as it is in contemporary intemational relations.
In te r n a tio n a l N e w s p a p e r S a m p le
I have employed the professional L ex is N exis ® A c a d em ic Interna­
tional Newspapers search engine, using the Boolean13 search string
[H ea d lin e (culture) OR H ea d lin e (cultural) AND (conflict) AND
(İslam)], ranging from 30/11/2007 to 01/11/2008 (the latter date being
the point in time when the analysis started). The following international newspapers are included in the Lexis Nexis database:
The Australian
The Canberra Times
Daily News
The Daily / Sunday
Telegraph
The Express
Financial Post
Investing
Financial Times
The Guardian
VVall Street Journal
The Herald (Glasgovv)
The Independent
International Herald
Tribüne
The Irish Times
Los Angeles Times
The Mirror
The Moscow Times
The Nevv York Times
USA Today
The Observer
The Straits Times
The Sun
The Sunday Express
Sunday Herald
The Sydney Moming
Herald
The Times and Sunday
Times
The Toronto Star
The VVashington Times
The VVashington Post
Out of this database, the following relevant hits were extracted
(the number placed between parentheses denotes the initial number
of articles matching the search string criteria):
13 A Boolean search strategy for information retrieval refers to a logical combinatorial
System (e.g. Boolean algebra) that symbolically represents relationships between entities (in this case, semantic units).
60 • iletişim : araştırmaları
The Australian (5)
The Guardian (London) (5)
The Observer (England) (4)
Korea Herald (3)
Financial Times (London) (2)
Omaha World Herald (2)
The Straits Times (Singapore) (1)
The Canberra Times (1)
The Daily News of Los Angeles (1)
Global News VVire (1)
Herald Sun and Sunday Herald Sun
(Melbourne) (1)
Independent on Sunday (1)
Los Angeles Times (most recent 6
months) (1)
The Washington Times (1)
Out of the initial number of 30 matching news articles, six of them
were clone hits (i.e. the same article published on consecutive days, yet
registered as separate entries). Another article from the cultural section
of The Australian was left out, being a review of one of Salman Rushdie's latest novels, which proved to have no relevant connection with
our research topic. The rest of the data has been carefully analyzed.
In -D e p th A n a ly s is
We shall start with the five pieces from The Guardian, not only
because they distinguish themselves through a typically well-phrased,
elaborate journalistic style, but also because they display a highly analytical attitude towards contemporary political and/or social "cultural" stereotyping. Especially resolute and strongly connected with the
ideas elaborated earlier in this paper is Gary Younge's article. He
bluntly States from the title that believing in a "European utopia before
Muslims arrived is delusional" (p. 26), and that it is pernicious to consider prejudiced views within migrant communities as exclusive to
them or their cultures. He accuses Europe's political class of being
voided of any "sense of humility, self-awareness and historical literacy", when acting as though immigrant communities "not only manifest homophobia, sexism, anti-Semitism, political violence and social
unrest, but also as though they invented them and introduced them to
an othervvise utopian continent" (p. 26). He continues by dealing with
and deconstructing various examples of conservative or popülist cul­
tural stereotyping throughout Europe (from England, to France, to the
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 61
Netherlands), while exposing the Westem public's double standards
when dealing, for instance, with child sex abuse cases in the Catholic
church14. Using a less subtle undertone, Cambridge lecturer and constant Guardian contributor Priyamvada Gopal urges Britain to engage
in a "nuanced language to debate race, class and culture, away from
headline-grabbing, superficial provocations" (p. 34, added italics). She
directly addresses the issues of cultural discrimination and boldly
applies them to the context of the prestigious academic institution that
she herself belongs to, noting that "we at Cambridge are too polite and
politic to acknowledge, let alone address, awkward hierarchies of ethnicity, class and culture" (p. 34). The article discusses what for Gopal
is a predictable, superficial "race row", pick- your-side reactions that
George Steiner15 (also a Cambridge academic) provoked when braking
the "Oxbridge silence on race and class" (p. 34). However, much more
than being a piece of well-phrased ironies, Gopal's article touches on
topics of direct interest to our paper, when suggesting that "putatively
daring truth claims («İslam is the problem», «Racism is natural») allow
for silences to be broken dramatically and temporarily, while closing
off the possibility of sustained and knowledgeable debate. Pronouncement, outcry, apology — so unfolds the soap opera after which we
return to business as usual" (p. 34).
Furthermore, she connects this type of attitudes with "the kind of
spurious legitimation that underlie [...] bogus theories o f the ’clash of
civilisations' which both sides use to justify violent contemporary conflicts" (p. 34, added italics).
In another, more technical article of the same Guardian, Polly
Toynbee argues that a "my-rights culture" (p. 41) could edipse the
14 In this sense, the joumalist interestingly claims that "no one who vvants to be taken
seriously has tried to hold each Catholic collectively responsible for these abuses or
claim Catholics are inherently predisposed to child abuse, or that the abuse was essentially religious. Even as these scandals have run parallel with the war on terror, no
one is claiming that Catholicism represents a threat to our civilisation" (p. 26, added
italics)
15 Steiner publicly suggested his aversion to "acquiring noisy and «fecund» Jamaican
neighbours" (cited in Gopal, 2008: 34).
62 • iletişim : araştırmaları
needs of people deserving an urgent protection of the State; she touches not only upon the problem of immigrant communities which are
neglected or harassed by VVestem governments, but also on the problematic extension of the "detention without trial" time periods, in the
wake of recent terrorist attacks.
Jim Al-Khalili, professor of physics at the University of Surrey,
contributed an enlightening Guardian article on how "in this era of
intolerance and cultural tension, the West needs to appreciate the fertile scholarship that flowered with İslam" (p. 25). Being on a declared
mission to "dismiss a crude and inaccurate historical hegemony and
present the positive face of İslam" (p. 25), Al-Khalili reminds the vvorld
not only that Arabic was for över 700 years the intemational language
of Science, but also that fundamental works such as those of Copernicus, Newton or even Darwin were not entirely new, and definitely not
a monopoly of VVestem thought16".
Two relevant book reviews belong stili to the British newspaper
landscape. For The Guardian, Giles Foden discusses Michael Burleigh's
Cultural History o f Terrorism. Based on similar points underlined by us
in the first chapter, Foden critiques Burleigh for not clearly defining
the concept of "cultural history" (p. 10, added italics), and especially its
representations in terrorism. Aside from suggesting that the portrayed
relationship between Britain and Ireland is "unbalanced to the point of
perversity" (p. 10), he also notes that Burleigh openly ignores many
conditions and structural factors that drive desperate people to terror­
ism, and that the "more nuanced approach of [other] vvriters could
have helped broaden his education on the subject" (p. 10). A similar
(celebration of) nuances seems to define Jason Burke's (The Observer)
review of Lavvrence Freedman's A Choice ofEnem ies: America Confronts
the Middle East. Burke notices how the author "elegantly negotiates the
16 Symbolically, we are reminded that even the genius of Leonardo da Vinci had been
at least equalled centuries before, by the Persian scholar Abu Rayhan al-Biruni. Not
only did Biruni make significant breakthroughs as a brilliant philosopher, mathematician, astronomer, theologian, linguist, historian, geographer, pharmacist and physician, but he is also considered to be the father of geology and anthropology.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 63
Shia-Sunni split and its (fantastically complex) effect on local, regional
and national politics", or his articulacy in suggesting that a lesson
which the world has repeatedly leamed the hard way is connected
with the fact that America "has difficulty coming to terms with the
limits of power" (p. 26). We are left with the impression that the book
is reasonable, balanced and worth reading.
Another quite original and nuanced article is contributed to The
Ohserver by Archbishop of Canterbury Rowan Williams. He suggests
that a way out of the "culture of blame" that we live in (p. 33, added
italics) can be found in the Easter story. Discussing how "the Bible
shows the (arbitrary) way in which groups and societies work out
their fears and frustrations by finding scapegoats", he suggests that
contemporary "cultural" conflicts can be understood in similar terms,
and may be defused by mutual understanding, spirituality and
self-acknowledgment. In this sense, he points out the flaws of scenarios developed by "repressive and insecure States in the Islamic world,
(who) demonise a mythical Christian 'VVest', while culturally confused, sceptical and frightened European and North American socie­
ties cling to the picture of a global militant İslam, determined to
«destroy our way of life»" (p. 33). Rowan Williams is known for his
ecumenical approach towards religion, social and political affairs,
which is why he is sometimes accused of being too much of a Progres­
sive, or liberal cleric. However, his articles provide valuable insight
and altemative viewpoint in a world which seems to profoundly miss
such options. Concurrently, The Financial Times features an interesting
"letter to the editör", in which a reader deplores, along the same lines
as VVilliams does, the "culture of fear" that, according to him, dominates US and Italian realities. In the published piece, Mr. Antonio sug­
gests that this culture of fear "is aimed at hiding the real problems of
the two countries behind a «we-must-defend-ourselves» façade".
The article from The Daily Neıvs o f Los Angeles covers the lives of
Israelis and Palestinians in Los Angeles, and concludes that working
towards peace and accord is gradually becoming possible, after the
sparked mutual criticisms and community rifts following the 9/11
64 • iletişim : araştırmaları
attacks. Rabbi S. Diamond, executive vice-president of the Board of
Rabbis of Southern California is quoted saying: "Living here in Los
Angeles is a long way away from Jerusalem and Ramallah [...] We are
guilty of woeful ignorance of each other's faith traditions. We are
guilty of resorting to naive and often dangerous stereotypes of the
other — anti-Semitism and Islamophobia, to name but tvvo of the most
pernicious forms of hatred" (p. 1).
Other articles obviously deal with more prosaic cultural issues,
such as artistic events. These accounts prove nonetheless vvorthy of
investigation, for they too fit into the nuanced discourse portrayed
above. The Strait Times (Singapore) features an article entitled "povver
through culture" (p. 22), in which maverick American filmmaker Spike
Lee suggests that America's global influence is not connected with
military power, but rather defined by the dispersion of "Hollywood,
Coca-Cola and Mickey Mouse". In talking about (American) pop-culture and how it has influenced global opinion, Lee nonetheless mentions that Americans' sometimes inadequate understanding of the
world proves to generate unfortunate stereotyping — the fact that
"«terrorists» and people from Islamic or Arabic States" (p. 22) become
the villains in Hollywood movies is specifically addressed and critiqued.
The Omaha World-Herald (Nebraska) described a picnic event
vvhich "helps area Muslims demystify their faith while having fun and
showcasing the «diversity of İslam»" (p. 8). Two days earlier, the same
journal covered a public speech (by John Nielsen), which was aimed at
"stressing cultural bridges", enhancing the public's perception of how
various people lead their life, and explaining (in a very American
style) that "many (immigrant) groups retain elements of separate identities while being unified by common language and social assumptions in the way a salad dressing binds the lettuce, tomatoes, mushrooms and croutons" (p. lb). The Korea Herald shovvcased an Arab
culture festival, arguing that (South) Koreans need to familiarize
themselves much more with what Arabic or Islamic countries mean,
and need to shake off negative connotations such as Islamic funda-
Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 65
mentalism and the Middle East war. The same paper also dedicated a
large (2500 words) piece on how 'culture' should be the hasis for
Korean ties with the Middle East. Seo Jeong-min suggests that "without mutual understanding17, it is unrealistic to hope for reciprocal
respect for each other's history and culture", and urges Korea "to
move beyond negative stereotyping and discrimination" (p. 1). The
Financial Times (London) published an article regarding Baalbeck, the
oldest cultural event in the Middle East, who "thanks to Hezbollah
pragmatism" (p. 8) is back to reawaken Lebanon's cultural life.
Although Palestinian militants did not miss the propagandistic chance
of opening a "Hezbollah" museum nearby, they nonetheless showed
definite interest in attracting the Lebanese-bom, famous VVestern
pop-singer Mika to sing at Baalbeck. In practical, yet nonetheless cul­
tural cases such as this, one finds it, indeed, hard to identify Huntington's civilizational rifts, or their predicted manifestations.
The Observer dedicates some space on their foreign-news page to
cover the gloomy situation that Iraqi artists face in their home-country.
In adding to the nuances necessary to understand global conflicts,
such reports provide much needed "real-world" glimpses into countries such as Iraq, where a top-to-bottom, VVestem-inspired democratic
System proves yet unstable. Numerous examples of killed Iraqi artists,
especially singers, are stated. The surviving ones are planning to flee
the country, and one of them, Muthana al-Jaffar is quoted saying that
"people had stopped listening to music in public because of fears they
would come to the attention of the extremists; [...] we are packing and
next Monday I should be far from Iraq, a country that one day inspired
my songs but today is just a disgrace" (p. 41). indeed, it is also mentioned that the Iraqi Ministry of Culture estimated that about 80% of
Iraqi singers and other artists have fled the country.
17 Pointing out to the serious need for knovvledgeable, real experts on the region, the reporter mentions the case when the Korean Ministry of Foreign Affairs and Trade sent
Arabic language professors to Afghanistan in order to collect information regarding
the situation of the 23 kidnapped Korean citizens in that country. Rather embarrassingly, The Ministry soon realized that it was not Arabic, but Pashto that is spoken in
Afghanistan.
66 • iletişim : araştırmaları
One of The Australian's weekend-editions proposes an article dealing with the film Fitna (released by right-wing Dutch politician Wilders), and manages, despite the paper's right-wing oriented editorial
policy, not to lose itself in a free-speech-against-all-odds rhetoric.
Nuances such as Francesco Merlo's following comment were firmly
articulated: "promoting mediocre works of art, films and books that
are gratuitously blasphemous [...] lifts unsavoury characters such as
Wilders to the rank of persecuted artists, [and] is a way of killing freedom of expression"; the article ends with an equally challenging question: "How many innocents have to die before the European govemments decide to rein in the sick men who have made a career out of
their pathological hatred for İslam and Muslims?" (p. 28). Canberra
Times also features an analytical article, signed by the award-winning
journalist irfan Yusuf, titled 'Sidelining the loud-mouthed cultural
warriors'. The author deplores the artificially constructed, defective
bipolar image of clashing civilisations: "as time goes by, the loudest
voices from both camps are the most extreme. Caught in the middle
are the vast majority of people, who just want to get on with their lives
and who are quite happy to live with people who don't share their
culture or religion" (p. 2). He further explores and exposes the twists
of the "prejudiced, ignorant views" that fit the ideas of the contemporary "cultural warriors", ranging from Daniel Pipes' "lunar right"
America, to radical and obscure Al-Qaeda-supporting Arabs (p. 2). In
a less belligerent manner, The Strait Times (Singapore) presented an
article in which the reporter, Tan Shzr Ee, phenomenologically
describes the experience of an Easter dinner date "with cultural tolerance" (p. 1), where devout Christians (including himself) and practising Muslims sat together at the dinner table and eventually ate together a "giant organic, halal chocolate Easter bunny from Marks and
Spencer" (p. 1). The fact that they ali "could sit down together and
have light-hearted conversations about religion, in a city where religious fundamentalism and terrorism continue to be real issues" struck
him as "both a miracle and a comfort of the everyday" (p. 1). On a
more rarefied level, however, the reporter stili expresses his doubts
that this rather elite religious cosmopolitanism (which, we are also
Minteanu • Nuances of 'Culture1, 'İslam' and 'Conflict':... • 67
vvarned, runs the risk of "shoving things under the carpet", p. 1) could
prove to be a realistic solution to the much more complicated challenges of global sectarian strifes.
Finally, the Independent's February 1 0 * 2008 Sunday edition
included a report regarding the recently declassified "culture apprehension manuals" that were handed out by the British Ministry of
Defence to soldiers deployed on Middle-Eastern fronts. In what seems
to be a crash-course in Western imperialism and Middle-Eastern history gun-yielding readers are informed of precisely the nuances that
we have portrayed, discussed and exemplified throughout this paper,
such as the fact that "VVesterners are often perceived as [sic] culturally
ign oran t, regarding their culture as inherently superior to that of the
Arabs", or the fact that "VVestem pronouncements against the human
rights records of Arab govemments [...] ring hollow for many in the
region when held up against what are perceived to be the gross human
rights abuses committed against the Palestinian population, apparently with the sanction of VVestem govemments" (p. 6).
P o la riz e d N a r r a t iv e s : t h e ‘C u ltu r e W a r s ‘ C a m p
Three articles stand out from the rest, their discourse being similar
to that underlined by Mishra's (2008) study, and use an antagonistic,
polarising approach towards the notions of 'İslam', 'conflict' and 'cul­
ture'. One of them is from The U.S. capital's dominant nevvspaper, The
VVashingtotı Post. It took two particular individuals, Nir Boms (the
vice-president of the 'Centre for Freedom in the Middle East') and
Jonathan Spyer (senior research fellow at the 'Global Research in Inter­
national Affairs Centre'), to build up an 800 word attack directed
against Unesco's decision of appointing Damascus as the Arab Capital
of Culture for 2008. In a language that is eerily reminiscent of U.S.
"special reports" prior to the invasion of Iraq, the article viciously condemns Damascus for being a nexus of terrorist organisations, headquarters of Hamas and the centre for an otherwise left undescribed
"Islamist Jihad" (p. A19). Using the obscure tags of "U.S. defence and
intelligence reports", or simply quoting "other reports", Damascus is
68 • iletişim : araştırmaları
painted in a pitch-black narrative of violence, conspiracy and anti-Semitism — even the "active chemical weapons program" and the "clandestine nuclear program" (p. A19) wildcards are deployed, in a flamboyant attempt at "exposing" Unesco's dubious decision-making. Not
one moment do the distinguished authors stop and think that Unesco's
goal is not to grind any şort of political axes, but to — quite literally
— promote international collaboration in education, Science, and culture. Among the ancient urban centers of the world, Damascus is perhaps the oldest continuously inhabited city (Devlin and Houghton,
2003). Its name is of pre-Semitic etymology, dating back to a time
before history was even recorded. Even prior to becoming the monumental capital of a luxurious, enlightened and extensive Müslim
empire in 661, it was a thriving metropolis of the Hellenistic world for
almost a millennium. In the face of such acknowledgeable cultural
heritage, the pettiness of the "Islamist Jihad" argument becomes
apparent — in a way, it resembles the judging of an elephant's weight
by the dirt hanging on its tail.
Another article that takes for granted the notion of "cultural war"
is the one belonging to a weekend edition of The Australian. Candidly
titled 'Uni row the new front in culture war', the reporter asks himself
vvhether "a postmodernist interpretation of terrorism is braimvashing
our next generation of military leaders" (p. 1). This seemingly philosophical dilemma stems from the appointment to the Australian
Defence Force Academy of Professor Anthony Burke. Burke came
under heavy attack from fellovv academics (and, considering the tone
and placement of quotations18, from the reporter as well) when he
published apparently "unpatriotic" ideas regarding the contentious
nature of today's cultural war dialectics (happily, no similar accusations were ever directed towards the author of this article, although he
seems to be doing the same thing as Prof. Burke). Statements that
18 Although maintaining the obligatory aura of "objectivity" in providing information
from ali sources involved in the debate, not only are Professor Burke's points of
view inserted fragmentarily throughout the article, but the news-piece ends with a
peculiarly long and violent quotation from one of Burke's fiercest opponents.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and ’Conflict':... • 69
should be self-evident for any fair-minded cultural anthropologist or
constructivist psychologist (such as the fact that "national values and
way of life are vast ideological abstractions", or the fact that "enemies
of freedom" are constructed, and do not exist by themselves) were
nevertheless depicted as possibly brainwashing material.
A last piece of joumalism the headline of which hangs on the
implicit assertion of "culture wars" (in this case enriched by the adjective "global") is an editorial page of the Los Angeles Times, entitled
' Adding to division. The tensions vvithin the Anglican Communion are
a reflection of the global culture wars'. Curiously, the main body of the
article pertinently discusses the Anglican Communion's recent, önce
in a decade congregation, explaining how the differences of opinion
(mainly regarding same-sex marriages and the ordaining of gay clerics) were handled and how a schism över homosexuality was averted.
However/ during the last paragraph, as if realizing the article's title did
not fit too well into the argument, the joumalist briefly notes that consequences of globalisation and tensions between "the W es t and İslam"
(p. 18, added italics) put African Anglican Bishops on a somewhat
defensive position, since they fear that "an endorsement of homosexuality by VVestem churches puts Christians at a disadvantage with Muslims". It seems that in putting the issue of sexual orientation on the
table, the reporter was nonetheless simultaneously framing it within
the "global cultural wars" context.
R e s u lts O v e r v ie w an d C o n c lu s io n s
From a geographical dispersion point of view, the search results
have yielded a heterogeneous sample of joumalistic narratives, spanning across four continents (Europe, North America, Asia and Australia). From a discourse-related point of view, it appears somevvhat
surprising — considering much of the reviewed literatüre — that
almost ali of the analysed articles are eligible to be included into what
I would cali a highly nuanced, well informed, multilevel approach to
'culture', 'İslam' and 'conflict'. With the exception of what have been
identified as three "culture war" articles, the remaining pieces draw
70 • iletişim : araştırmaları
away from the Huntington-like typecasting of 'İslam', while many go
one step further and outspokenly criticize such stereotyping, while
steadily exposing Western biases towards the intricacies of 'Islamic'
realities. As we have seen, many alternative explanations regarding
'İslam' and 'culture' are discussed, and the subterranean social, political or anthropological issues behind them are highlighted.
The preoccupation for nuances evident in much of the articles
sampled here is an interesting phenomenon. It will take further, more
substantial and long-term analyses to make any şort of empirically
valid regressions or chartable observations. A possible explanatory
factor accountable for these results is the hypothesis that, when used
in headlines which are not stereotyped (the cliche-like use of the "cul­
ture wars" syntagma was evident in two of the articles), the word, as
well as the concept of 'culture' is employed authoritatively, at length
and in a nuanced manner. In other words, the journalists in question
seemed to be aware of the conceptual aura of ambiguity and complexity that the notion of 'culture' generates, and, consequently, dealt with
it accordingly. This is not to suggest that the frequency of biased arti­
cles has changed in 2008 (it was not my goal to determine such a thing;
it would, hovvever, prove to be a viable question for further research,
provided that sensible search criteria are developed), but I would dare
to forvvard the general assumption that such stereotyped or stereotyp­
ing articles did not use the word 'culture' in their headline. The articles
that did contain this keyword in their title, however, proved to be
critical of the insular perception of a global, monolithical İslam.
Another explanatory factor could be connected with a possible
revitalizing impact that recent books such as Davies' (2008) Fiat Eartlı
News: An Aıvard-Winning Reporter Exposes Falsehood, Distortion and
Propaganda in the Global Media might have had on news production
worldwide. One may go one step further and assume that Edvvard
Said's lifelong work dealing with the post-colonial cliches involved in
the covering of 'İslam' by journalists has been (re)read by an increasing number of reporters.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 71
It is also worth mentioning that the British daily newspaper The
Guardian lived up to its Standard of taking up an independent editorial policy, liberal stances and great width and depth in news coverage.
In this sense, a relevant observation concems the fact that four of the
five (one was a book review) articles from The Guardian were published in the comprehensive "Comment and Debate Pages" section,
with two of them having been contributed by academics.
Out of the widely-read American publications analysed, The
VVashington Post and the Los Angeles Times yielded two articles that did
use the concept of culture and İslam in a polarized, stereotyped manner (backing up Mishra's 2008 study results). However, two articles
from the modest, less influential Omaha World Herald (Nebraska) took
a pacifist, constructive and explanatory attitude towards 'İslam' and
'culture', in attempts to demystify the faith and maintain a proper
understanding of (already well-adjusted) American Müslim immigrants.
The one polarized article in The Australian, which presented constructivist definitions of 'terrorism' or 'freedom' as possible brainwashing material for the patriotic troops engaged in Iraq, can probably
be integrated into what some regard as The Australian's tradition of
relying on "Orientalist tropes such as that of «Oriental despotism» and
the «Clash of Civilizations»", instead of fostering "varied debate and
discourse on the democratisation of Iraq, especially given Australia's
involvement in the «Coalition of the VVilling»" (Isakhan, 2008). However, although Australian newspapers, especially those owned by the
media mogul Rubert Murdoch have been described as displaying "an
intellectual orthodoxy and an ideological uniformity that is remarkable, overt and long-standing" (McKnight, 2005, cited in Isakhan, 2008:
2), I did find information in The Australian and The Canberra Times that
displayed less partiality in covering controversial issues such as the
anti-Muslim short film Fitna or the complexities of multiculturalism.
In this respect, analyses and comparisons should best be made on a
case by case basis.
72 • iletişim : araştırmaları
In sum and to a large extent, this study revealed several instances
(and I believe these to be examples of a generally valid rule) that suggest that such a superficially constructed idiom as 'cultural conflict'
surfaces and gains momentum only when it is, quite simply, taken for
granted, rather than self-consciously (de)constructed. It is only when
one analyses the multiplicity of elements that supposedly add up to
these 'conflicts', that it becomes evident how the terminological
appendix of 'cultural' is an excessively vague pseudovariable of an
already ambiguous equation. As the majority of the analyzed nevvspaper narratives have shown, there is no simple explanation to account
for how 'İslam' and 'conflict' are woven into the tapestry of modem
(VVestern and non-Westem) cultural perception(s). What do exist, however, are a series of ready-made answers, ranging from Huntington's
precariously unequivocal 'Clash of Civilisations' thesis, to Al-Qaeda's
bizarre combination of defunct Marxist-Leninist (in truth, 'Islamized'
rather than authentically Islamic) ideas, calling for a revolutionary
vanguard meant to evaporate the inauthentic otherness of a deprived,
idolatric and imperialist VVestern world. Ironically, these two camps
fuel each other's prophetic illusions. In practice and in theory, both of
these simplistically prescriptive pseudo-ideologies are based on the
presumption that 'cultures' or 'civilisations' exist in and by themselves, serving as a fundamental explanatory basis for ali societies or
human endeavours. This is, of course, a norı secjuitur, and the bulk of
nevvs-articles examined here exposed this falseness' simplicity from
multiple angles.
Bibliography
Betz, H. G. and C. Johnson (2004). "Against the Current — Stemming the
Tide: the Nostalgic Ideology of the Contemporary Popülist Right."
Journal ofPolitical Ideologies 9(3): 311-327.
Brown, C. (1999). "History Ends, VVorlds Collide." Revieıv of International
Studies 25: 41-57.
Burleigh, M. (2006). Sacred Causes: Religion and Politics from the European
Dictators to Al Qaeda. London: Harper Collins.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 73
Campbell, J. L. (2002). "Ideas, Politics and Public Policy." Annual Revieıv of
Sociology 28: 21-38.
Cuperus, R. (2003). "The Popülist Deficiency of European Social Democracy."
Ipg 3: 83-109.
Davies, N. (2008). Fiat Earth Neıos: An Award-winning Reporter Exposes
Falsehood, Distortion and Propaganda in the Global Media. London:
Chatto & VVindus.
D'Haenens, L. and S. Bink (2007). "İslam in the Dutch Press: VVith Special
Attention to the Algemeen Dagblad." Media, Culture and Society 29(1):
135-149.
Damton, R. (1975). "VVriting News and Telling Stories." Daedalus 104(2):
180-192.
Davenport, T. H. and J. C. Beck (2001). "The Attention Economy". http:/ /
www.acm.org / ubiquity / book/ t_davenport_2.html. Retrieved:
20.10.2008.
Devlin, J. F. and L. C. Houghton (2003). "Damascus." Article contributed for
the Encyclopaedia Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003.
Esposito, J. L. (1999). The Islamic Threat: Myth or Reality? (3rd ed.). New York:
Oxford University Press.
Felföldi, S. (2003). Redesigning Information: Professional Competencies for
Cultural VVebsites. International Federation ofLibrary Associations and
Institutions (IFLA) (electronic version). http://dspace-unipr.cilea.it/
bitstream/1889/478/1 /Felföldi. Retrieved: 21.10.2010
Fox, J. (2005). "Paradigm Lost: Huntington's Unfulfilled Clash of
Civilizations Prediction into the 21st Century." International Politics 42:
428-457.
Fox, J. (2006). "VVorld Separation of Religion and State into the 21st Century."
Comparative Political Studies 39(5): 537-569.
Garon, L. (1997). "Marginality and Instrumentality in the Central Maghreb
Press." Social Compass 44: 53-70.
Gallie, W. (1964). Philosophy and Historical Understanding. London: Chatto and
VVindus.
74 • iletişim : araştırmaları
Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. London: Hutchinson.
Gerges, F. A. (1999). America and Politıcal İslam: Clash of Cultures or Clash of
Interests. Cambridge: Cambridge University Press.
Goddard, V., et al. (1994). The Anthropology ofEurope: Identity and Boundaries
in Conflict. Oxford: Berg.
Gorp, B. V. (2005). "Where is the Frame? Victims and Intruders in the Belgian
Press Coverage of the Asylum Issue." European Journal of
Communication 20(4): 484-507.
Hafez, K. (2000). "Irnbalances of Middle East Coverage: A Quantitative
Analysis of the German Press." İslam and the West in the Mass Media:
Fragmented Images in a Globalizing World (ed.) Kai Hafez. Cresskill:
Hampton. 180-197.
Held, D. (2006). Models of Democracy. Cambridge: Polity Press.
Henderson, E. A., and Tucker, R. (2001). "Clear and Present Strangers: The
Clash of Civilizations and International Conflict." International Studies
Quarterly 45: 317-338.
Holton, R. (2000). "Globalization's Cultural Consequences." Annals 570: 140157.
Huntington, S. P. (1993). "The Clash of Civilizations?" Foreign Affairs 72(3):
22-49.
Huntington, S. P., et al. (1996). The Clash of Civilizations? The Debate. New
York, NY: Foreign Affairs Press.
Inglehart, R. F. (2008). "Changing Values Among VVestem Publics from 1970
to 2006." West European Politics 31(1): 130-146.
Isakhan, B. (2008). "Democracy Under Fire: the Uses and Abuses of
Democracy in the Public Sphere: 'Oriental Despotism' and the
Democratisation of Iraq in The Australian." Transformational Journal 16
http:/ / transformationsjournal.org/joumal/issue_16/article_07.shtml.
Retrieved: 21.10.2010.
Karim, K. H. (2000). The lslamic Peril: Media and Global Violence. Montreal:
Blackrose.
Minteanu • Nuances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 75
Koenis, S. and J. Roder (2008). Make it new! Problems ofCultural (Re)production.
Arts and Sciences Course, Faculty of Arts and Social Sciences,
Maastricht University Press.
Lewis, J. (2005). Language Wars: the Role ofMedia and Culture in Global Terror
and Political Violence. London: Pluto Press.
Luke, A. (1995-1996). "Text and Discourse in Education: An Introduction to
Critical Discourse Analysis." Revıeıv of Research in Education 21: 3-48.
Lukens-Bull, R. (1999). "Between Text and Practice: Considerations in the
Anthropological Study of İslam." Marburg Journal ofReligion 4(2)
http: / / www.uni-marburg.de / fb03 / ivk / mjr/ past issues /1999-2001.
Retrieved: 21.10.2010.
Mishra, S. (2008). "İslam and Democracy. Comparing Post-9/11
Representations in the U.S. Prestige Press in the Turkish, Iraqi, and
Iranian Contexts." Journal of Communication Inquiry 32(2): 155-178.
Mungiu-Pippidi, A. and D. Mîndrujâ (2002). "Was Huntington Right? Testing
Cultural Legacies and the Civilization Border." International Politics
39(2): 193-213.
Munteanu, D. (2008). "Multi- or Anti-culturalism? Contemporary Dialectics
of 'Culture' and 'Conflict'." A Dijferent Vieıv (IAPSS Publications) 26:
12-16.
Ottosen, R. (1995). "Enemy Images and the Joumalistic Process." Journal of
Peace Research 32(1): 97-112.
Poole, E. (2002). Reporting İslam: Media Representations ofBritish Muslims.
London: I. B. Tauris.
Richardson, J. (2001). ""Now is the Time to Put an End to ali this":
Argumentative Discourse Theory and "Letters to the Editör"".
Discourse and Society 12(2): 143-168.
Richardson, J. (2004). (Mis)Representing İslam: The Racism and Rhetoric of
British Broadsheet Neıvspapers. Discourse Approaches to Politics, Society
and Culture. Amsterdam: John Benjamins Publishing Company.
Roy, O. (2004). Globalized İslam: The Searchfor a Neıv Ummah. NY: Columbia
University Press.
76 • iletişim : araştırmaları
Russett, B. M., et al. (2000). "Clash of Civilizations, or Realism and
Liberalisin Dejâ Vu? Some Evidence." ]ournal ofPeace Research 37:
583-608.
Said, E. W. (2004). From Oslo to Iraq and the Road Map. New York: Pantheon.
Said, E. W. (2001). "The Clash of Ignorance." The Nation. http:/ /www.
thenation.com/doc/20011022/said. Retrieved: 21.10.2010.
Said, E. W. (1997). Covering İslam. How the Media and the Experts Determine
Hoıv We See the Rest of the World (Fully rev. ed.). New York: Vintage
Books.
Sen, A. (1999). "Democracy as a Universal Value." Journal of Democracy 10(3):
3-17.
Stoffers, M. (2008). New Politics — Media, Intellectuals and the Rise ofCultural
Conflict at the Turn of the Millennium. Arts and Sciences Coursebook,
Maastricht University Press.
Watson, J. (2003). "Globalisation." Article contributed for the Encyclopaedia
Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003.
VVedeen, L. (2003). "Beyond the Crusades: Why Huntington and Bin Laden
Are Wrong." Middle East Policy Online Archive. http: / / conconflicts.
ssrc.org/archives/mideast/. Retrieved: 21.10.2010.
VVhite, L. (2003). "Culture." Article contributed for the Encyclopaedia
Britannica Ultimate Reference Süite Cd-Rom 2003.
Williams, R. (1995). The Sociology of Culture (Forew. by Robbins, B.). Chicago:
University of Chicago Press.
Cited Nevvsarticles
The Australian. March 22nd, 2008. Culture Challenging İslam (n.a.), Section:
Features, p. 28.
The Australian. September 20th, 2008. Uni row the new front in culture war.
Jamie VValker. Section: Local, p. 1.
The Canberra Times. January 8th, 2008. Sidelining the loud-mouthed cultural
warriors. irfan Yusuf, p. 2.
Minteanu ■Nııances of 'Culture', 'İslam' and 'Conflict':... • 77
The Daily News of Los Angeles. Israelis and Palestinians in L.A. have a
common goal: working toward peace. Tony Castro, Section: News, p.
Al.
The Financial Times (London). July 26th, 2008 (2nd edition). Festival
rekindles Lebanon's cultural life. Roula Khalaf. Section: World News,
p. 8.
The Financial Times (London). May 21st, 2008. A Culture of Fear Cloaks US
and Italian Realities, Letter to the Editör, p. 10.
The Guardian (London), March 15th, 2008. Book review: Michael Burleigh's
"A Cultural JTistory of Terrorism". Giles Foden, p. 10.
The Guardian (London). December lOth, 2007. To believe in a European
utopia before Muslims arrived is delusional. Gary Younge, Section:
Comment and Debate Pages, p. 26.
The Guardian (London). December 14th, 2007. Liberty and the State: The left
should bevvare the rightwing wolf in civil liberties sheep's clothing: A
my-rights culture must not overshadow the needs of those most
urgently deserving of the protection of the State. Polly Toynbee.
Section: Comment and Debate Pages, p. 41.
The Guardian (London). January 30th, 2008. It's time to herald the Arabic
Science that prefigured Darvvin and Newton. Jim Al-Khalili. Section:
Comment and Debate Pages, p. 25.
The Guardian (London). September 5th, 2008. Comment and Debate:
Maverick dons inspire only those who hate, not think: Britain needs a
nuanced language to debate race, class and culture, away from
headline-grabbing, superficial provocations. Priyamvada Gopal.
Secion: Guardian Comment and Debate Pages, p. 34.
The Independent on Sunday. February lOth, 2008. MoD's 'culture manuals'
give troops insight into Arab life. Robert Verkaik, p. 6.
The Korea Herald. May 26th 2008. Arab Culture Showcased in June Festival
(n.a.). Online.
The Korea Herald, March 21st, 2008. Culture: the Basis for Ties with Middle.
Seo Jeong-min. Online.
78 ■iletişim : araştırmaları
The Los Angeles Times (Home Edition). August 9th, 2008. Adding to
Division: The Tensions within the Anglican Communion Are a
Reflection of the Global Culture Wars. Section: Main News (Editorial
Pages Desk, Part A), p. 18.
The Observer (England). March 23rd; 2008. We Live in a Culture of Blame
— but There is Another Way: The Archbishop of Canterbury Telis
Why the Easter Story Can Help Humanity Escape a Lethal Cycle of
Fear and Resentment. Rowan Williams. Section: Observer Comment
Pages, p. 33.
The Observer (England). September 21st, 2008. Book Review: Lawrence
Freedman's "From Washington to Kabul the Hard Way". Jason Burke,
p. 26.
The Observer (England). May llth, 2008. Iraqi Artists and Singers Flee Amid
Crackdown on Forbidden Culture. Afif Sarhan, Baghdad and Caroline
Davies. Section: Observer Foreign Pages, p. 41.
The Omaha VVorld-Herald (Nebraska). July 6th, 2008 (Sunrise Editions).
Annual Event Helps Area Muslims Demystify Their Faith while
Having Fun and Showcasing the Diversity of İslam. Speaker to Stress
Cultural Bridges. David Hendee. Section: News, p. 01B.
The Strait Times (Singapore). Power through Culture. (2008) News Section, p.
22. Online.
The Strait Times (Singapore), March 20th, 2008. Dinner date with cultural
tolerance. Tan Shzr Ee. Section: Life! Life Arts. Online.
The VVashington Times. February 26th, 2008. A Dubious honor; Damascus
called Capital of Arab culture. Nir Boms and Jonathan Spyer (p. A19).
79
Sinemada Queer Göçmen Temsilleri
Nejat Ulusay
Özet
Uluslararası göç ve queer kimlikler arasındaki ilişki, göçmenlikle ilgili çalışmalarda üzerinde en az durulan
konulardan biri sayılmaktadır Oysa bu, ulusal kimlik, vatandaşlık ve aidiyet gibi soruları gündeme getiren
karmaşık bir konudur. Öte yandan, Batı merkezli queer çalışmalarının, küresel, homojen ve farklılığa alan
tanımayan bir queer konumdan söz ettiğini ve evrensel bir gey kimliği tahayyülünü öne çıkardığını da
hatırlamak gerekir. Bu çalışma, yukarıda kısaca belirtilen tartışmalar ışığında, kahramanlarının queer göçmen
figürler olduğu sinema örneklerini incelemeyi amaçlamaktadır. Söz konusu örnekler iki kategori içinde ele
alınabilir, ilki, belli kültürel stereotipleri yeniden üreten ve güldürü türünün uylaşımlarını taşıyan filmleri
içermektedir, ikinci kategorideki filmler ise, herhangi bir ülkede göçmen ve queer olmanın karmaşıklığına
odaklanmakta ve göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, ait olma ve diaspora gibi kavramlar
çerçevesinde sorunsallaştırmaktadırlar.
Anahtar kavramlar: uluslararası göç, sinema, queer diaspora, kültürel stereotipler, karmaşık metinler.
Represatiotıs of the Immigrattt Queer in Films
Abstract
İt can be argued that the relation between international migration and queerness has been one of the least
researched issues in migration studies. İt is also interesting to remember that queer studies talk about a
global, homogeneous, and a less diverse queer position and imagines a universal gay identity. This imagery,
however, has been inadequate to explain the diversity of "queer diaspora" in terms of national identity, class
origin and belonging. İn the light of the above argument, this paper aims to focus on particular films featuring
homosexual/gay/queer characters as immigrants vvhich are constructed as leading figures of narratives.
These films can be explored in two categories. The first category consists of comedies which reproduce
cultural stereotypes and depict hoşt country as a civilized and welcoming land. The films in the second
category, on the other hand, explore the complexities of being an 'immigrant and queer' and they
problematize the gay-immigrant subject within the contexts of national identity, cultural difference,
belonging, and diaspora.
Keywords: international migration, cinema, queer diaspora. cultural stereotypes, complex narratives.
iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 79-103
80 • iletişim : araştırmaları
Sinemada Queer Göçmen Temsilleri
Kadınların göç deneyiminin ihmal edilmiş bir konu olmasına ben­
zer biçimde, uluslararası göç ve eşcinsellik arasındaki ilişkinin, göç­
menlikle ilgili çalışmalarda en az araştırılan konulardan biri olduğu
söylenebilir1. Bu, göç ve eşcinsellik arasındaki yakın ilişkinin gözden
kaçırıldığı anlamına gelmektedir. Söz konusu ilişki aslında iç göçle
başlamakta, eşcinseller açısından taşradaki gözetimden kurtulmanın
bir yolu olarak büyük kentlere göç olgusu, on dokuzuncu yüzyılda
ortaya çıktığım söyleyebileceğimiz modern eşcinsel kimliğin her şey­
den önce kentli bir kimlik olduğunu göstermektedir (Binnie, 2004: 91).
Uluslararası göç ise farklı cinsel kimlikler açısından ulusal kimlik,
vatandaşlık ve aidiyet gibi soruları gündeme getirmekte, bu çerçevede
göçmenin kendi ülkesi ile ev sahibi ülke arasındaki farklılık, kimliğin
idaresi ve oluşumunda merkezi bir önem kazanabilmektedir (94)2.
1
Kadınların göç deneyimine ilişkin çalışmalar için bakınız: Oliva Espin (1999), Wometı
Crossing Boundaries: The Psychology of Immigration and the Transformations of Sexuality.
Londra: Routledge, 1999; Pamela Sharpe (2001), Women, Gender and Labour Migration:
Historical and Global Perspectives, Londra: Routledge, 2001.
2
Jon Binnie'nin The Globalization ofSexuality (Londra: Sage, 2004) adlı kitabının, eşcin­
sellik ve göçmenlik arasındaki ilişkiyi ele alan az sayıdaki çalışmadan biri olduğunu
belirtmek gerekir.
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 81
Queer3 bireylerin daha fazla hak ve özgürlüğe sahip olmak ve
yasal kazananlardan yararlanmak için belli bir ülkeye göç etmeleri
basit ve sorunsuz bir konu değildir. Bu, her şeyden önce ülkelerin
kendi yasal düzenlemeleriyle ilgili bir çerçevede değerlendirilebilir.
Örneğin, ABD'nin göçmenlikle ilgili kontrol politikalarımn, potansiyel
göçmenler arasında, tarihsel olarak cinsiyete, toplumsal cinsiyete, ırk,
sınıf ve diğer faktörlere dayalı bir ayrımcılık üzerine kurulduğu belir­
tilmektedir (Luibheid, 2005: xii). Eşcinseller onyıllar boyunca ABD'ye
yasal göçmen olarak girmekten men edilmişlerdir. Bazı araştırmacılar
eşcinsel göçmenlerin göçmenlikle ilgili yasalar çerçevesinde ayrımcılı­
ğa uğramalarım 1917'e kadar geri götürmektedir (xü). ABD'nin 1917
tarihli Göçmenlik Yasası, "bünyesel olarak psikopat", 1952'deki Göç­
menlik ve Uyrukluk Yasası da "psikopatik, epileptik ya da zihinsel
engel"li kişileri sınır dışı etmeyi öngörmüş, 1952'de ise, ülkedeki yay­
gın paranoyadan göçmenlik yasası da etkilenmiştir. Bu dönemde
eşcinsellik, yalnızca popüler kültür tarafından değil, Komünist
Parti'nin eşcinselliği reddetmesine rağmen, hükümet tarafından da
komünizmle ilişkilendirilmiştir (Espin, 2000: 388-389). 1990'da cinsel
3
1980'lerde ABD'de, erkek ve kadın eşcinseller, biseksüeller, trans kimliklerle onlarm
yakınları ve aileleri AIDS krizine karşı savaşmak üzere bir araya geldiklerinde, bu
koalisyonun içinden birçok aktivist, "farklı bir topluluğu" tammlamak üzere, geniş
bir cinsel kimlik ve davranış çeşitliliği içeren queer kavramım kullanmaya başladı. Bu
koalisyonda biseksüeller, cross-dresserlaı, trans kimlikler ve farklı ırklardan karşıcinsel ya da eşcinsel çiftler yer aldılar (Benshoff ve Griffin, 2004: 5). Queer, "karşıcinsel
olmayan cinsel kimliklerin çeşitli biçimlerini bir araya getiren şemsiye bir kavram"
olarak kullanılmaktadır (Aaron, 2003: 5).
82 • iletişim : araştırmaları
oryantasyona bağlı sınır dışı edilme durumu göçmenlik yasasmdan
nihayet çıkarılmıştır (Luibheid, 2005: xiii). Ancak aynı yıllarda, HIV /
AIDS nedeniyle dışlanma durumu, bütün göçmenler için belirleyici
bir konu haline gelmiştir. 1987'de, ABD Göçmenlik Kanunu, sürekli
oturma başvurusu yapan herkesin HIV testine tabi tutulmasını zorun­
lu kılmıştır (xiii-xiv). Eşcinsellerin sımr dışı edilmeleri, "düzgün" bir
cinsellik ve toplumsal cinsiyet düzenini garantiye alarak üremeyi
beyaz ırkın ayrıcalığına yönelik bir biçimde korumayı amaçlayan ve
yoksulların sömürülmesini sağlayan geniş ölçekli federal göçmenlik
kontrolü rejiminin bir parçası olarak değerlendirilmektedir (Luibheid,
2005: xiv). Yasal düzenlemelerdeki değişime rağmen, ayrımcılık,
yabancı düşmanlığı, kültürel farklılık ve daha başka nedenlerle ulus­
lararası göç ve eşcinsellik arasındaki sorunlu ilişki sürmektedir.
Eşcinsellik, modernite ve göçmenlik arasındaki ilişkilerin konu­
muz açısından bir başka önemli veçhesi daha bulunmaktadır. Bu da,
modernitenin ve onun bir ürünü / aracı olarak ulus-devletin eşcinselle­
re yönelik başlangıçtaki yaklaşımıyla bugün gelinen noktadaki tavrı
arasındaki uçurumdur. Modernite açısından, eşcinseller ve beyaz
olmayanlar uygarlaşmamış ötekiler ve ulus devletin moral düzenine
birer tehdit olarak değerlendirilmiştir (Binnie, 2004: 75). Greenberg ve
Bystry, rekabetçi kapitalizmin gelişimi ve toplumsal örgütlenmeye
ilişkin bürokratik ilkelerin yayılmasının eşcinselliğe karşı ayırt edici
bir modern karşılığın biçimlenmesinde önemli olduğunu belirtirler
(1996: 85). Yazarlar, bürokratik toplumlarm farklı bir toplumsal kont­
rol mekanizması geliştirdiğini ve "toplumsal ilişkilerin bürokratikleşmediği toplumlarda eşcinselliğe karşı tutumların görece daha hoşgö­
rülü olduğunu" ileri sürmektedirler (97). Modernleşmenin küresel bir
olgu haline geldiği postmodern çağda ise, eşcinsel hakları, ironik
biçimde, bir gelişme ve modernleşme konusu haline gelmiştir. Binnie,
eşcinsel haklarına ilişkin önem kazanan bu anlatıya paralel biçimde
yeni bir ırkçılığın geliştiğine dikkat çeker (2004: 75). Yazara göre, man­
tık şöyle işler: "siz bizden daha az gelişmişsiniz çünkü eşcinsellere
kötü davranıyorsunuz". Böylece, lezbiyen ve gey haklarının garantörü
haline gelen Batılı devlet bu haklara ilişkin aktivizmi modernitenin
medenileştirme misyonunun bir parçası olarak görebilir (75). Öte yan­
Ulusay • Sinemada ûueer Göçmen Temsilleri • 83
dan, Batı merkezli c\ueer çalışmalarının, küresel, homojen ve farklılığa
alan tanımayan bir cjueer konumdan söz ettiğim ve evrensel bir gey
kimliği tahayyülünü öne çıkardığım da bu noktada hatırlamak gerekir.
Ancak durum göründüğünden daha karmaşıkür ve bunun için
sinemamn, konunun farklı veçhelerine ilişkin hikâyelerin anlatıldığı
örneklerine bakmak zihin açıcı olabilir. Bunlar arasında, göçmenlik ve
eşcinsellik arasındaki ilişkiyi fazla derinleştirmeden, kültürel karşıtlık­
ları öne çıkararak ve popüler sinemanmkine yakın bir tavırla ele alan
filmler olduğu kadar, konuyla ilgili tartışma alanını genişleten, sorular
soran ve durumun karmaşıklığını hatırlatan anlatılar da bulunmakta­
dır. Bu çalışma, yukarıdaki yer alan tartışma çerçevesinde, uluslarara­
sı sinemanın, eşcinsel, gey ya da cjueer göçmen karakterlerin
hikâyelerinin anlatıldığı belli filmleri üzerinde durmayı amaçlamakta­
dır4. Bu filmler iki kategori içinde değerlendirilebilir. İlki, belli kültürel
stereotipleri yeniden üreten ve ev sahibi ülkeyi, (eşcinsel) göçmeni
sorunsuz biçimde kucaklayan uygar bir mekân olarak resmederken
genellikle güldürü türünün uylaşımlarını taşıyan filmleri içermekte­
dir. Bu kategoride Düğün Yemeği (Xi yan /The Wedding Bancjuet, Ang
Lee, ABD-Tayvan, 1993), Gönülçelen (Chouchou, Merzak Allouache,
Fransa, 2003), Mambo Italiano (Emile Gaudreault, Kanada, 2003) ve
Pembe Dokunuş (Touch of Pink, lan Iqbal Rashid, Kanada/Britanya,
2004) adlı yapımlar yer almaktadır. İkinci kategorideki filmler ise, her­
hangi bir ülkede göçmen ve eşcinsel olmanın karmaşıklığına odaklan­
makta ve gay-göçmen özneyi ulusal kimlik, kültürel farklılık, özdeşleş­
me, ait olma ve diaspora gibi kavramlar çerçevesinde sorunsallaştırmaktadırlar. Bu kategori içinde tartışılacak filmler ise, Benim Güzel
Çamaşırhanem (My Beautiful Laundrette, Stephen Frears, Britanya, 1985),
Hamam (II bagno Turco / Hamam: The Turkish Battı, Ferzan Özpetek,
İtalya/Türkiye/İspanya, 1997), Head On (Ana Kokkinos, 1998, Avust4
Bu çalışmada, yalmzca erkek eşcinsel ya da queer karakterlerin hikâyelerinin anla­
tıldığı filmler ele alınmaktadır. Sinemadaki temsilleri açısından bu konuda da ka­
dınlar aleyhine bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Kadm eşcinselliği ve
göçmenlik ilişkisinin yer aldığı filmlerin sayısı çok azdır. Bunlar arasında Frenıde
Haut (Angelina Maccarone, Almanya-Avusturya, 2005) ve Yaşamın Kıyısında (Aufde
anderen Seite, Fatih Akın, Almanya-Türkiye-İtalya, 2007) gibi yapımlar sayılabilir.
84 ■iletişim : araştırmaları
ralya) ve Lola ve Bilidikid (Lola und Billy the Kid, Kutluğ Ataman, Alman­
ya, 1999) adlı yapımlardır.
K ü ltü r e l s t e r e o t i p le r
Ev sahibi ülkenin eşcinsellere sağladığı rahatlığın öne çıkarıldığı
ilk kategoride yer alan filmlerin merkezinde, c\ueer göçmenin cinsel
kimliğini ailesinden ve çevresinden gizleyerek yaşama eğiliminin
sorunsallaştırılması yer alır5. Bu filmlerde, eşcinsel hakları çerçevesin­
de idealize edilen ülkeler ABD, Kanada, Britanya ve Fransa olurken,
göçmen queer ve ailesinin kimlik konusunu travmatik bir meseleye
dönüştürmesi üzerinden Uzak Doğu, 'üçüncü dünya' ve Akdeniz kül­
türlerinin konuyla ilgili sorunlu yaklaşımları eleştirilir. Bu filmlerin
kahramanları genellikle üst orta sınıfın üyeleridir. Steril bir burjuva
çevrede, tüketime ve eğlenceye açık, rahat ve sorunsuz bir ortamda
yaşamlarım sürdüren bu göçmen figürler, ebeveynleri ve akrabaları
öyle olmasalar da, ev sahibi ülkenin kültürel yaşantısına entegre olma­
yı başarmış kişilerdir. Söz konusu entegrasyonun, kendileri açısından
neredeyse mucizevi bir biçimde göç süreci başlamadan önce gerçek­
leşmiş olduğunu düşünebileceğimiz bu kurmaca kişilerin bir bölümü,
kendileri gibi mesleklerinde başarılı olmuş hayat arkadaşlarıyla birlik­
te, küçük de olsa özenle döşenmiş evlerde yaşarlar; şık restoranlarda
yemek yer, diskolarda eğlenir, gösterişli düğünlerle evlenirler. Bu
filmlerin, en çetrefilli durumları bile tatlıya bağlamasını becerebilen
güldürü türünün uylaşımlarıyla inşa edilmiş anlatıları, kahramanları­
nın içinde yaşadıkları dünyanın sunduğu huzur ve rahatlığa paralel
biçimde, nihai olarak izleyiciyi tedirgin etmeyen ve onu resmettiği
dünya ile uzlaştıran bir söyleme sahiptir.
5
New York'ta yapılan bir araştırma, Filipinli eşcinsel erkeklerin, 'dolaptan çıkma'nın
birinci sorunları olmadığım; bunun, diğer etnik ve ırksal gruplardan eşcinselleri meş­
gul eden bir konu olduğunu belirtmişler ve daha önemlisi, cinsel kimliklerini sınır
dışı edilmemek için açığa vurmadıklarını ve ticari gey ortamdan dışlandıklarım söy­
lemişlerdir (aktaran Binnie, 2004; 80). Binnie, söz konusu araştırmanın, cinsel kimli­
ğin açıklanmasını gey özgürlük politikalarının temeli olarak görme eğilimindeki queer kuram/lezbiyen ve gey çalışmaları içindeki yazarlara meydan okuduğu görüşün­
dedir ve kimliklerini gizleyenlerin 'yanlış bilinçlilik' konumunda bulundukları ka­
bul edilerek bu kişilerin gey özgürleşme politikaları tarafından 'kurtarılmadıkları'm
kaydeder (2004: 80).
Ulusay • Sinemada ûueer Göçmen Temsilleri • 85
Düğün Yemeği'nin kahramanları yukarıdaki tarife uygun bir ikili­
dir. Yoksul semtlerdeki evleri kiraya veren Tayvan-Çin asıllı girişimci
Wai-Tung ile Amerikalı beyaz fizik tedavi uzmanı Simon, modern bir
gey çift olarak Manhattan'da mutlu bir yaşam sürmektedirler. Oğulla­
rının evlilik haberini ve ondan torun bekleyen VVai-Tung'un Tay­
van'daki anne ve babasının yanlarına gelmesiyle düzenleri bozulur.
Simon, partnerinden ailesine gerçeği açıklamasını beklerken, WaiTung, yeşil kart peşindeki kiracısı Wei Wei'yi devreye sokarak anne ve
babasma karşıcinsel bir evlilik oyunu hazırlar. Geleneklere uygun
biçimde gerçekleşmesi için her türlü ayrıntının titizlikle üzerinde
durulduğu düğün töreni sırasında ritüelleri yerine getirmek için elle­
rinden geleni yapan YVai-Tung ve Wei Wei sarhoş olurlar ve kendileri
için ayrılan otel odasında geceyi birlikte geçirirler. Bu gecenin ardın­
dan hamile kalan Wei Wei bebeği aldırmak ister. Simon ise bütün bu
olup bitenler karşısında öfkelidir. Bayan Gao'ya durum anlatılır. Bu
arada, eski bir asker olan VVai-Tung'un babası kalp krizi geçirmiştir ve
oğlu ile Simon arasındaki konuşmalardan da durumu anlamıştır.
Simon bebeğe ikinci baba olmayı kabul eder ve film herkesi memnun
edecek mutlu bir finalle noktalanır.
Düğün Yemeği, Amerikan ve Çin kültürleri arasında, cinsellik, aile,
evlilik, ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi konulardaki farklılıkları anlatısının
merkezine taşır. Simon özgür, seçimini yapmış ve cinsel kimliğiyle
barışık bir yetişkindir; iyi bir mesleğe, bir eve ve beklentilere uygun
gey bir yaşam tarzma sahiptir. Film boyunca Simon'un ne anne-baba­
sını ne de başka bir yakınım görmediğimiz gibi onlarla ilgili herhangi
bir bilgi de edinemeyiz. Simon'ın başka gey arkadaşları bulunmakta­
dır ve akşamlan onlarla dışarı çıkar. Wai-Tung ise ne ailesine ne de
başkalarına cinsel kimliğini açıklamaya hazır değildir. Düğün sonra­
sında durumunu annesine açıklamak zorunda kaldığında, annesi
bunu babasından gizlemesini rica eder. Baba da zaten durumu bilmek­
tedir ve Simon'dan bunu gizlemesini isterken, bu talebini önce İngiliz­
ce aktarır: "Hayır! Ne Wai Tung, ne annesi, ne de Wei Wei sırrımızı
bilmemeli."; sonra da Çince sürdürür: "Eğer onların yalan söylemesi­
ne izin vermeseydim, hiçbir zaman bir torunum olmayacaktı." Bu
sahte evlilik oyunundaki rolünü benimsemiş görünen Wei Wei ise,
86 • iletişim : araştırmaları
Wai-Tung'u olduğu gibi kabul ettiğinde ve Simon'm ikinci baba olma­
sıyla durumu kabullenir.
Düğün Yemeği, yukarıda aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi, anla­
tısını ortak bir yalan üzerine inşa etmektedir. Wai-Tung, cinsel kimliği­
ni ailesine açıklamaktansa durumu kılıfına uydurma çabasındadır.
Filmin bu temel meselesi, Çin geleneksel kültüründeki aile kurumuna
ilişkin değerler bağlamında yapılacak bir analize uygundur (Cheshire,
2001; Kloet, 2005). Buna göre, yönetmen Ang Lee'nin, 'Çin aile
ideolojisi'ni bir tür yapı bozumuna uğrattığı söylenebilir. Bu ideolojide
dört unsur - uyum, hiyerarşi, patriarki ve anne-babaya saygı - iç içe
geçmiştir ve bunlar herkesi yerinde tutacak bir ağ oluşturmaya çalışır
(Kloet, 2005: 120; 122). Gerçekten de, Wai-Tung ile anne ve babası,
ortadaki büyük yalanın bilincinde olmalarına karşın, bunun aile için­
deki uyumun bozulmaması için gerekli olduğunun da farkındadırlar.
Böylece, nihai olarak, ailenin kendisine yönelik bir ihanetin gerçekleş­
mediği filmde, 'Çin aile ideolojisi' günümüz ABD'sine ve ırklararası
bir gey ilişkinin içine taşınarak kendi coğrafyasında genellikle görün­
mez olan bir durum sergilenmiş olur (124). Temel argümanlarımıza
döndüğümüzde; eşcinsel göçmen, onun ailesi ve yakın çevresinin
yaşadıkları bu ciddi durum daha da travmatik bir soruna dönüşme­
den çözümlenirken, göçmenin kendi ülkesinin cinsel kimlik ve cinsel
özgürlük gibi çağdaş meselelere bakışındaki geri kalmışlık ve ikiyüz­
lülük karşısında ev sahibi ülkenin bu konulardaki özgür ve sorunsuz
yaklaşımının onaylandığını görürüz.
Öykü örgüsünün inşası açısmdan Düğün Yemeği'ni hatırlatan ve
bu filmde olduğu gibi gösterişli bir düğün sahnesi içeren Pembe
Dokunuş'da, bu kez, Londra'da birlikte yaşayan Güney Asya asıllı
Kanadalı Alim ile Britanyalı beyaz Giles'in hikâyesi anlatılır. Alim
sinema endüstrisinde lobi fotoğrafçılığı yapmakta, ekonomist olan
Giles ise UNICEF için çalışmaktadır. Alim Ffollywood filmlerine tut­
kundur ve kendisinin bir tür oyun arkadaşı olduğunu söyleyebileceği­
miz Cary Grant'm ruhuyla birlikte yaşadığını düşünür. Alim'nin
Kanada'daki annesi gelene kadar iki sevgili mutlu bir biçimde hayat­
larını sürdürür. Toronto'da yaşayan Alim'in dul annesi Nuru, oğlunun
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 87
Londra'daki ilişkisinden habersizdir. Bu arada Nuru'nun kız kardeşi
Dolly'nin oğlu Khaled'in düğün hazırlıkları sürmektedir. Nuru ise,
oğlunu bir Muson düğününde güzel bir kızla evlendirmeye kararlıdır.
Alim, Wai-Tung'un yaptığı gibi, annesinden cinsel kimliğini gizler.
Düğün Yemeği'nde, yaşlı konuklar New York'a gelmeden önce iki sev­
gilinin yaşadıkları eve çeki düzen verilmesine benzer biçimde, Alim
de annesinin ziyaretinden önce duvarlarda ve odalarda yer alan, gay
kültüre referans olabilecek her türlü resim, fotoğraf ve kitabı ortadan
kaldırır. Bir önceki filmin Amerikalı eşcinsel kahramanı gibi, Giles de
partnerinin annesine gerçeği anlatmasını ister. Alim ise 'dolaptan çık­
mak' konusunda karasızdır; öyle ki, bir ara annesine, Giles'in kız kar­
deşini nişanlısı olarak tanıtır. Ancak nihayetinde, annesine, kendi
çektiği Giles'in çıplak fotoğrafını göstererek cinsel kimliğini dolaylı
biçimde de olsa açıklar. Bunun üzerine, Alim'in partneriyle ilişkisi
bozulur, annesi de Kanada'ya geri döner. Durumu düzeltmek amacıy­
la, teyzesinin oğlu Khaled'in düğün törenine katılmak üzere Kanada'ya
giden Alim, bu kez Khaled'in taciziyle karşılaşır. Düğünden bir gece
önce sarhoş olarak Alim'in yanma gelen Khaled, çok eskiden yaşadık­
ları bir deneyimi bahane ederek onu zorla kendine çeker ve öpmeye
çalışır; ancak Alim onu iterek geri çekilir. Khaled, Alim'e normal
olmadığını söyler, o da Khaled'i "gizli bir sarhoş ve gizli bir queer"
olmakla eleştirir. Bu arada, bir kenarda sessizce duran Nuru bütün
olup bitenlere tanık olmuştur ve ertesi akşam, düğün başlangıcında
kız kardeşine durumu açıklar. Ancak olanlardan Dolly'nin de haberi
vardır ve bu yüzden şaşırmamışür. Nuru'ya, "Bana mükemmel anneyi
oynama" diyerek çıkışan Dolly, tek istediğinin gösterişli bir düğün ve
torun olduğunu belirtir. O sırada, Alim'le barışmak için Londra'dan
gelen Giles, davetlilerin şaşkın bakışları arasında birbirlerine sarılarak
öpüşürler. Nuru, oğlunun dürüstlüğü karşısında etkilenmiş görün­
mektedir.
Pembe Dokunuş, kültürlerarası karşıtlıkları, hem fars tadında bir
güldürü için ve aynı zamanda anlatının ilerlemesine hizmet edecek bir
dramatik çatışma imkânı yaratmak amacıyla, hem de bir kültürü diğe­
rine göre daha üstün kılacak biçimde eleştirel bir bağlam oluşturmak
üzere kullanır. Alim'in içinde bulunduğu durum, Wai-Tung'unkine
88 • iletişim : araştırmaları
çok benzemektedir. İkisi de cinsel kimliklerini gizlerler; ikisi de birlik­
te yaşadıkları kişilerle kıyaslandıklarında yeterince olgunlaşmamış,
birey olamamış görünürler. Giles'in anne ve babası, Alim ile oğulları­
nın tamşma yıldönümlerini onlarla kutlamak için birlikte diskoya
giderlerken, Nuru oğlunun durumundan habersizdir. 'Öteki' kültürün
ikiyüzlülüğü, Alim'in teyzesi ve oğlunun, yukarıda aktarılan davra­
nışları ve sözleriyle sergilenir. Filme adım veren 'pembe dokunuş'
etkileyici ve baştan çıkarıcıdır: Anlayışlı, duyarlı, sakin, entelektüel ve
karizmatik bir genç adam olan ve bir anlamda gey kültürün iyi bir
temsilcisi sayılabilecek Giles, Nuru'yu bir gün boyunca Londra'da
gezdirerek etkiler ve ona gençlik yıllarını hatırlatır. Alim'in alt benliği
Cary Grant ise, annesini 'üçüncü dünyalı' bir kadın olarak küçümser­
ken, Giles, annesini "cahil bir Pakistanlı" olarak gördüğü için Alim'i
eleştirir. Böylece, Giles'in kimliğinde ev sahibi kültür temize çıkarken,
"üçüncü dünyalı" Alim ve annesine de yaşadıkları deneyimin ardın­
dan doğru ve dürüst davranmayı öğrenmiş olurlar.
Kültürel stereotiplerin anlatırım hizmetine sunulduğu filmler ara­
sında en çarpıcı olanı Mambo Italiano'dm. Steve Gaccio'nun sahne
oyunundan uyarlanan film, Montreal'in İtalyan mahallesinde yaşayan
yirmili yaşlarının sonundaki Angelo'nun ailesine ve çevresine karşı
verdiği özgürleşme mücadelesini anlatan bir güldürüdür. Bir turizm
şirketinde çalışan ancak televizyon yazarı olmayı düşleyen Angelo
eşcinseldir ve artık aile evinden ayrılıp kendine bir hayat kurmaya
karar vermiştir. Öğretmen ablası Arma ise hiç evlenmemiş, sürekli
yatıştırıcı ilaçlar kullanan ve zamanını terapistlerde geçiren mutsuz bir
genç kadındır. Angelo, uzun boylu ve maço görünümlü okul arkadaşı
Nino ile birlikte yaşamaya başlar. Nino polistir ve cinsel kimliğini giz­
lemektedir. Angelo ve Nino'nun beraberlikleri ortaya çıktığında, anne
ve babası ile Nino'nun, cinsiyetçi ve homofobik söylemiyle dikkati
çeken annesi için durum travmatik bir hal alır. Ancak film, güldürü
türünün ve Mambo Italiano ile aym kategoride yer alan filmlerin uyla­
şımlarına uygun olarak, mutlu bir finalle son bulur: Nino, okuldan
tanıdığı Pina ile evlenerek annesini mutlu eder; Angelo'nun anne ve
babası ise, cinsel kimliğiyle barıştıkları oğullarım ve onun Kanadalı
sevgilisini bağırlarına basarak yeni bir hayata kucak açarlar.
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 89
Mambo Italiano, yukarıda anılan diğer filmlerde olduğu gibi,
'dolaptan çıkma' konusunu temel meselesi haline getirirken ev sahibi
ülkenin eşcinsel kültürün imkânları açısından ne kadar gelişmiş oldu­
ğunu gösterir. Gey Yardım Hattı ('Gay Help Line') ve Gey Kasabası
('Gay Village'), bu gelişmişliğin filmde sıkça vurgulanan başlıca gös­
tergeleridir Angelo'nun ablası bile, filmin bir sahnesinde, ona şöyle
sitem eder: "Tüm gey dünyası elinin altında. Bir kasaban bile var."
Diğer yandan, göçmenin geldiği ülkedeki kültürün bu konuda ne
kadar hoşgörüsüz olduğunun vurgusu yapılır. Film, Angelo'nun Gey
Yardım Hatü'na içini dökmesiyle başlar. Angelo'ya göre, "İtalyanlar
aile evinden ancak iki şekilde ayrılırlar: Evlenerek ve ölerek"; ayrıca,
"İtalya'da gey olmaktan daha kötü bir şey olamaz".
Filmde, ev sahibi kültürün açıklığına karşılık göçmenlerin kültü­
rel ikiyüzlülüğü, Nino ve annesinin sözleri ve davranışlarıyla sergile­
nir. Angelo, Nino'yla, beraber olduklarım kimsenin bilmemesi konu­
sunda bir anlaşma yapmışür; ancak bu yüzden de pişmandır. İlişkile­
rini öğrenen ve hemen kabullenen ablası Arına da, gizli yaşamanm
berbat bir şey olduğunu söyler. Angelo, nihayet anne ve babasına
gerçeği açıklar; onlar da durumu Nino'nun annesine aktarırlar ve iki
taraf arasmda kimin oğlunun daha erkek olduğu tartışması yaşamr.
Bu arada, Nino ile arası açılan Gino'nun kafası karışıktır. Nino, onu
"anti-îtalyan" olmakla suçlar. Nino'nun annesi "hiçbir şey olmamış
gibi davranmaya hazırdır", çünkü cinsel açıdan güçlü ve aktif bir genç
erkek olarak gördüğü oğlunun içinde bulunduğu durumu "geçici bir
dönem" olarak değerlendirmektedir. Nino, daha soma iyi bir oğul ve
eş olur; ancak çok önceleri Angelo ile yaptığı gibi, hafta sonlarında
erkek arkadaşlarıyla kamplara gitmeye devam eder.
Angelo'nun anne ve babası da, 1950'lerde Kanada'ya gelmiş ilk
kuşak İtalyan göçmenlerden oldukları halde, filmin finaline kadar, ev
sahibi ülkenin kültürüne entegre olamamış görünürler. Patetik bir
yaşlı çift olarak resmedilen anne-baba, İtalyan'lıkla ilgili genel geçer
hemen her olgunun kimliklerinde karşılığını bulduğu ağır bir temsil
yükünü üstlenirler. Kendi ailesini "suçluluk, korku ve yalan hapisha­
nesi" olarak tammlayan Angelo, anne ve babasını ağır sözlerle eleşti­
90 • iletişim : araştırmaları
rir. Böylece, eşcinsel göçmenin ve ailesinin yaşam tarzlarını belirleyen
ikiyüzlü ideoloji, ev sahibi ülkenin yaşam pratiğinin kendisine sağla­
dığı öngörü sonucu bu geri kalmış taşra kültürünün defolarının ayrı­
mına varabilmiş biri olarak ebeveynlerini yargılayan Angelo tarafın­
dan faş edilir:
"Yaptığınız tek yararlı şey İtalya'daki kasabayı terk edip buraya
gelmekti. Ama asla gerçekten gelmediniz, değil mi? Çünkü bura­
ya geldiğinizde o kasabayı da yanınızda getirdiniz ve bu evi de
onunla inşa ettiniz. Ve bu kadar yolu geldikten sonra bile, aptal
hayatınızın otuz-kırk yılını o kasabanın ruhu ile yaşayarak geçir­
diniz."
Fransa'da 2003 yılının gişedeki en başarılı filmlerinden biri olan
Gönül Çelen, farklı kültürler arasındaki karşıtlıkları sergilerken, bunu,
yukarıda değinilen filmlere göre daha yumuşak bir biçimde yapar.
Darren VValdron'a göre, Gönül Çelen'in başarısı, filmin bir güldürü
olmasının yanısıra, azınlık etnik gruplarla Fransız kültürü arasındaki
ilişkinin daha az antagonist bir biçimde resmedilmesinden de kaynak­
lanmaktadır (2006: 36). Merzak Allouache'nin yönetitiği ve Gönül
Çelen'in oyuncusu Gad Elmaleh'in başrolünde yer aldığı, ancak daha
az ilgi gören 1996 yapımı Salut cousin! adlı film, Fransa'nın göç ve
etnik farklılık politikalarının sınırlılığını çarpıcı bir biçimde ele alırken,
Gönül Çelen, ülkenin, farklılıkları bütün biçimleriyle asimile etme bece­
risinin idealize edilmiş bir görünümünü sunar (36).
Cezayir'den, eşcinselliğini ve travestiliğini özgürce yaşamak için
ayrıldığı anlaşılan Couchou, üzerinde Peru'ya özgü bir panço ve
başında bir bere ile Fransa'ya gelir ve kendini Pinochet'nin zulmün­
den kaçan Şilili bir mülteci olarak tanıtarak Paris'te bir kilisede kalma­
ya başlar. Bunun ardmdan, kadın kılığında çalışmasına izin veren bir
psikanalistin ofisinde temizlikçi olarak iş bulur. Daha sonra ise, bir
travesti kulübünde 'kadın garson' olarak işe alınır. Burada drag cjueen
olarak, diğer Mağribi göçmenlerle birlikte sahneye çıkan Couchou,
kulübün müdavimlerinden bir adamla mutlu bir sonla noktalanacak
bir ilişki içine girer. Kendisine bütün kapıların açıldığı Fransa'da cinsel
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 91
kimliğini gizlemeden yaşayabileceği güvenli bir ortama kavuşan
Couchou, bir yandan bunun tadını çıkarırken diğer yandan ev sahibi
ülkenin kültürüne de kısa sürede entegre olmayı başarır. Çevresine
kolaylıkla uyum sağlar; çalıştığı yerlerde patronlarının ve o mekânlara
gelenlerin sevgisini ve güvenini kazanır; kulüpte, diğer drag cjueenlerle
birlikte 1980'lerin popüler Fransız şarkılarını seslendiren kadın şarkı­
cıları taklit eder; Akdenizli teninin makyajla tonu açılır ve beyaz ve
gösterişli bir gelinlikle geri döndüğü final sahnesinde, filmin başında
onu sığınmacı olarak kabul eden Katolik rahip de, sanki bir 'nikâh
töreni'nin davetlileri gibi bekleyen herkesle birlikte oradadır.
Yukarıda aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi, ev sahibi ülke ken­
disine sığınan mülteciyi kucaklamakta; sığınmacı göçmen ise bu ülke­
ye ve kurumlarma kısa sürede uyum sağlamayı başarmaktadır. Ger­
çekten de, Paris'te, büyük ölçüde bir burjuva mahallesinde çekilen
film, VValdron'un da işaret ettiği gibi, psikalaniz ve kilise gibi burjuva
Batı kültürünün iki saygın kurumunu perdeye getirirken, bu iki kuru­
mun da düşünüldüğü kadar muhafazakâr olmadıklarını gösterir
(2006: 43). Böylece Gönül Çelen, her ikisi de etnik azınlıklara ve eşcin­
sellere kapılarını açan kurumlar aracılığıyla "Fransa'nın, kendi kültür­
lerinin hoşgörüsüzlüğünden kaçan göçmenler için bir sürgün ülkesi
olduğu mitini destekler" ve bu ülke ile ilgili olarak, "özgeçmişine
bakılmaksızın herkesin aynı seviyede konumlandırıldığı ve (...) cum­
huriyetçi Fransız toplumuna başarıyla entegre olmalarının sağlandığı
bir görünüm" sunar (43; 45).
Ç o k k a tm a n lı a n la t ıla r
Uluslararası göç ve queer kimlikler ilişkisini konu edinen ikinci
gruptaki filmler, güldürünün iyimser dünyasından uzak, gerçekçi
anlatılardır. Yukarıda değinilen filmlerin aksine, entegrasyonu, queer
göçmenin her türlü çelişkiden arî bir biçimde deneyimlemeye hazır
olduğu ve sorunsuz bir süreç olarak ele almayan bu yapımların kahra­
manları, hem kendileriyle hem de çevreleriyle çatışma içinde olan,
huzursuz ve çoğu kez uzlaşmaz figürlerdir. Genellikle orta sınıftan,
hatta kimi örnekte olduğu gibi yoksul sayılabilecek bu kişiler, ilk kate­
92 • iletişim : araştırmaları
gorideki filmlerin kahramanlarının pırıltılı dünyalarına çok da benze­
meyen ortamlarda yaşamlarını sürdürürler. İkinci kategoride yer alan
filmlerin anlatılan, dönemsel olarak belli bir zaman dilimine ait siya­
sal, toplumsal ve kültürel olguları açıkça yansıtmaları nedeniyle de ilk
gruptakilerden ayrılmaktadırlar. Günümüz Britanya'sı ya da Kuzey
Amerika'sından söz ettikleri belli, ancak herhangi bir siyasal ya da
toplumsal referanstan itinayla kaçınarak c\ueer özgürlükleri ve hakları
açısından ev sahibi ülkeye ilişkin neredeyse ilelebet sorunsuz bir
atmosfer tahayyülüne dayalı pembe bir tablo çizen ilk kategorideki
filmler, anlatılarına mekân olan coğrafyaları idealize etmektedirler.
İkinci kategoride yer alan yapımlar ise, hikâyelerinin yaşandığı ülke­
lerin ve kentlerin tarihsel olarak belli bir dönemeçte bulunduklarına
ilişkin farkmdalıklanm, anlatılarının dramatik çatışma noktalarını söz
konusu dönemecin kimi sonuçlarıyla ilişkilendirmek suretiyle dolay­
sız biçimde ifade ederler. Örneğin, Benim Güzel Çamaşırhanem,
1980'lerin Brtianya'sıru kuşatan Thatcher döneminin ruhunu, yükse­
len bireycilik ve ırkçılık gibi sorunlara değinerek ekonomik ve siyasal
sonuçlarıyla sıradan bir fon olmanın ötesine taşırken; Hamam, tarihi
hamamın bulunduğu mahalleye kurulmak istenen alışveriş merkezi
projesi üzerinden Türkiye'nin 1980 sonrası dönemde yaşadığı ekono­
mik dönüşüme referans yapar ve anlatırım finali de bunun neden
olduğu çatışmayla bağlantılandırılır. Lola ve Bilidikid, Doğu'su ile
Batı'sını ayıran duvarın yıkılmış olduğu ve yabancı düşmanlığının
giderek tırmandığı 1990'lann sonundaki Berlin'den söz ederken; Head
On, ikinci kuşak Yunanlı-Avustralyalı kahramanının gözünden, aym
yıllarda, dünyanın farklı yerlerinden göç almış kozmopolit bir Avust­
ralya fotoğrafı sunmaktadır. Bu filmler, ilk kategoride yer alan filmle­
rin resmettiği korunaklı dünyalarm ve sahip oldukları steril söylemin
yerine, tekinsiz ve gerilimli bir atmosferde şiddetin farklı biçimlerini
karşımıza çıkarırken, kimi örneklerde açıkça gözlenebileceği gibi, ger­
çekçi bir sinema anlayışına sadık kalmak koşuluyla melodramdan
gerilim filmine ve aym zamanda sanat sinemasının uylaşımlarına
görece geniş bir söylem çeşitliliği sergilemektedirler.
İkinci grupta yer alan filmlerden Benim Güzel Çamaşırhanem, kült
olmuş bir yapımdır ve daha önce birbirleriyle okul arkadaşı olan
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 93
Britanya'da doğmuş Pakistan asıllı Omar ile punk Johrıny'nin, eski bir
çamaşırhaneyi restore edip yeniden açmak üzere biraraya gelmeleri
sürecini anlatır. Omar, varlıklı amcasımn desteğiyle ticarete atılıp başa­
rılı olmayı hedefleyen hırslı bir göçmendir; ırkçı geçmişinden kurtul­
mak isteyen kafası karışık Johnny ise yoksul bir beyazdır. Başlangıçta,
erkek dostluğu ya da dayanışması üzerine bir 'buddy film' gibi değer­
lendirilebilecek olan Benim Güzel Çamaşırhanem, iki kahramanı arasın­
daki ilişkinin kendiliğinden eşcinselleştirilmesiyle farklı bir yörünge­
ye girer. Çoğul kimlikler ile kültürleri ve bunlar arasındaki ilişkileri
öne çıkaran film, Omar'in girişimci ve baskıcı amcası ile onun oğlu
üzerinden patriarkiye ve Johrıny'nin faşist arkadaşları aracılığıyla ırk­
çılığa karşı geliştirdiği tavrı nedeniyle de önem kazanır. Film, çarpıcı
ve neredeyse uzlaşmaz çelişkileri bir araya getirerek ve bunları kimlik­
lerin oluşumuna ilişkin karmaşık süreçlere ustaca yerleştirerek yukanda anılan, kültürel klişelere dayalı filmlerden hemen ayrılır. Omar
Asyalı bir göçmen ailenin oğlu, Johhny ise ırkçı arkadaşlarıyla görüş­
meyi sürdüren eski bir faşisttir. Omar, iki farklı kültür, Britanyalılık ve
Asyalılık arasında bir konumdadır. Daha sabit bir kimliğe sahip oldu­
ğu söylenebilecek olan Johnny ise Omar ile yeniden karşılaştıktan
sonra değişmeye başlar. İki arkadaş arasında çatışmalı kimlikler üze­
rinden kurulan ilişkinin, ne aralarındaki işbirliğinin ne de duygusal
yakınlaşmalarının üzerinde olumsuz bir etkisi olmaz; ancak bu ilişki
başmdan itibaren sert ve sorunlu bir biçimde gelişir.
Benim Güzel Çamaşırhanem, Britanya'da 1980'lerde ortaya çıkan,
ancak bugün etkisini kaybetmiş olduğu görülen bağımsız "siyah sine­
ma" hareketi içinde değerlendirilebilecek bir filmdir. Bu ülkede yaşa­
yan Afrikalı, Karayipli, PakistanlI ve Hintli göçmenlerin yaptıkları
filmler, "siyah sinema" çerçevesinde ele alınmıştır. "Siyah" senaryo
yazan ve yönetmenler, o zamana dek göçmen grupları ve sanat pratik­
leri ile ilişkilendirilmemiş olan ihlal, imgelem, aydınlanma ve haz gibi
kavramlarm hâkim olduğu bir sinema fikrini geliştirmişlerdir (Alexander, 2000:109). Filmin senaryo yazarı, PakistanlI bir baba ile İngiliz
bir annenin oğlu olan, oyun ve senaryo yazarı, romancı ve film yönet­
meni Hanif Kureishi, göçmenleri konu alan filmlere katkısıyla bilin­
mektedir. Kureishi, Benim Güzel Çamaşırhanem'den başka, Sammy and
94 • iletişim : araştırmaları
Rosie Get Laid (Stephen Frears, 1987), kendisinin yönettiği London Kilis
Me (1991) ve My Son the Fanatic (Udayan Prasad, 1997) gibi, ana figür­
lerinin göçmenler olduğu filmlerin senaryolarını yazmıştır. Bu neden­
le, anılan filmler kimlik ve melezlik tartışmaları açısından önem
kazanmaktadır. Ancak, üzerinde en çok konuşulanlarından biri olan
Benim Güzel Çamaşırhanem'in dikkati çeken özelliği, etnik ve cinsel
kimliklerle ilgili yaklaşımıdır. Filme ilişkin yorumlar durumu yeterin­
ce açıklamaktadır: "iki erkek, iki ırk ve iki siyaset arasında bir aşk
hikâyesi", "toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite, cinsellik ve sınıf bariyerle­
rini kontrollü biçimde aşan önemli bir film", "sinemada, gelmiş geç­
miş en haz verici gey temsillerinden biri" (aktaran Geraghty, 2005:
22-24). Kendisi de Karayipli bir göçmen olan sosyal bilimci Stuart Hail,
Benim Güzel Çamaşırhanem ve benzeri diğer filmlerin de açıkça göster­
diği gibi, "siyah özne sorununun, konunun sınıf, toplumsal cinsiyet,
cinsellik ve etnisite boyutlarına referans yapmadan temsil edilemeye­
ceğini" belirtmiştir (aktaran Geraghty, 2005: 24). Steven Paul Davies
de, filmin karşıtlıkları ustaca sergilemedeki ustalığına işaret etmekte­
dir:
Omar ile Johnny arasındaki romantizm, İngilizler ile PakistanlI
göçmenler arasındaki ırkçı savaşı; liberalizm ile muhafazakârlık
arasındaki ahlak savaşını; idealizm ile faydacı kapitalizm arasın­
daki entelektüel savaşı; ve Başbakan Thatcher ile banliyölerde
yaşayan işçi sınıfı arasındaki siyasi savaşı son derece başarılı bir
biçimde yansıtır (2010: 155).
Benim Güzel Çamaşırhanem'i ilginç kılan yanlarından biri, eşcinsel
ilişkiden çok, etnik farklılıkların ortaya çıkardığı çatışmanın üzerinde
durmasıdır. Pascual'a göre,
"Om ar'ın ailesine yönelik ırkçı şiddet
filmdeki sabit tek eylem" olarak öne çıkar (2002: 65). Anlatı, ne karma­
şık duygular içindeki Omar'ın durumuna açıklık getirir, ne de iki ana
karakteri arasındaki çatışmak ilişkiyi çözmeye yeltenir. Benim Güzel
Çamaşırhanem, Pascual'ın da belirttiği gibi, "gerçekliği"n parçalı, göre­
celi ve çatışmak bir temsili üzerinden "kimlik" olgusuna ilişkin geçer­
li kavramların sorgulanması için bir uzam yaratır (68).
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 95
Binnie, queer göçmenlere atfen, "[B]irçok insan bir gey kimliği
kavramım bütünüyle reddedebilir", diye yazar (2004: 94) Hamam, hem
bu saptamayı doğrulaması, hem de Benim Güzel Çamaşırhanem ile ortak
yanlarının bulunması nedeniyle ilginç bir örnektir. Ferzan Özpetek'in
bu çok tartışılan filminde6, eski bir hamamın teyzesinden kendisine
miras kaldığım öğrenen İtalyan mimar Francesco'nun, hamamı elden
çıkarma düşüncesiyle geldiği İstanbul'da hayatının nasıl değiştiği
anlatılır. Bir inşaat şirketi, hamamın da bulunduğu tarihi bölgeye bir iş
ve alışveriş merkezi inşa etmek amacındadır ve Francesco için bu
proje, hamamı satmak için iyi bir fırsat oluşturmaktadır. Ancak genç
mimar, annesine yazdığı mektuplardan teyzesinin sırrını ve hamamın
tarihim öğrendikten sonra onu satmak yerine restore edip yeniden
açmaya karar verir. Filmde hiç görmediğimiz, ancak Francesco'nun,
mektuplarını okurken çerçeve dışı sesini duyduğumuz teyze,
1940'larda ülkesini terk ederek İstanbul'a yerleşmiştir. Francesco, ayrı­
ca, hamamın bitişiğinde oturan ve son günlerinde teyzesine bakan
Türk ailenin konukseverliğinden etkilenir ve hamamı yeniden açma
kararı nedeniyle ailenin desteğini kazanır. Bu arada, Francesco ile aile­
nin genç oğlu Mehmet arasında başlayan yakınlaşma tensel ve duygu­
sal bir biçim alarak anlatının yörüngesini değiştirir. Hamamı satması
için kocasmı ikna etmek üzere İstanbul'a gelen Francesco'nun karısı
da bu yakınlaşmanın tanığı olur.
Hamam, Benim Güzel Çamaşırhanem'de Omar ve Johnny'nin eski
bir çamaşırhaneyi elden geçirip yeniden açmalarına benzer biçimde,
gene farklı kültürlerden iki kahramanın bu kez eski bir hamamı resto­
re etmeleri sürecini anlatır ve bu çerçevede bir 'erkek dostluğu filmi'
6
Bakınız: Tuna Erdem, "Bu hamamda yıkanmam!", Gazete Pazar, 2 Kasım 1997; Serena
Anderlini-D'Onofrio (2004), "Bisexual games and emotional sustainabilitiy in Fer­
zan Özpetek's queer films", New Cirıemas, 2004, 2 (3): 163-174; Derek Duncan (2005),
"Stairway to heaven: Ferzan Özpetek and the revision of Italy", New Cinemas, 2005,
3 (2): 101-113; Elisabette Girelli (2007), "Transnational Orientalism: Ferzan Özpetek's
Turkish dream in Hamam", New Cinemas, 2007, 5 (1): 23-38; Barış Kılıçbay (2002),
"Queer as Türk: A Journey to Three Queer Melodramas", Queer Cinema in Europe
içinde, editör: Rodin Griffiths, Bristol: Intellect Books, 2008; Bülent Diken ve Carsten
B. Laustsen (2010), "Hamam: Şark'm Posta Ekonomileri", Filmlerle Sosyoloji içinde,
çeviren: Sona Ertekin, İstanbul: Metis Yayınları, 2010,
96 ■iletişim : araştırmaları
olarak değerlendirilebilir. Gene Benim Güzel Çamaşırhanem'de olduğu
gibi, Hamam'ın erkek kahramanları arasındaki ilişkinin anlatının bir
noktasında eşcinselleştirilmesi suretiyle filme ilişkin farklı bir okuma­
nın yolu açılır. Burada ilginç olan, göçmen konumundaki kahramanın,
yani Francesco'nun, Doğu'dan Batı'ya değil, günümüz İtalya'sından,
yani Baü'dan Doğu'ya gelmiş bir figür olmasıdır. Bu ise, kaçınılmaz
olarak, akıllara oryantalizmle ilgili yaklaşımları getirmektedir ve filme
ilişkin eleştirilerin merkezinde de bu konu yer almaktadır. Gerçekten
de filmde, İstanbul'un bir Batılının gözünden egzotikleştirildiği, 19.
yüzyıldakine benzer bir anlayışla Doğu'da özgür cinsel deneyim ara­
yışının ve hamamın bu çerçevedeki rolünün vurgulandığı, tarihi bir
hamam üzerinden Doğu'ya ait değerlere Batıkların sahip çıküğına
ilişkin oryantalizmle ilgili eleştirilerdeki temel bir argümamn filmin
anlatısında önemli bir yeri bulunduğu söylenebilir.
Kılıçbay, ilginç bir biçimde, Hamam’ı oryantalist bir metin haline •
getiren özelliğinin, İstanbul'u ve sakinlerini egzotikleştirerek onları
yarı turistik bir biçimde resmetmesinden çok, hamamı, ima ettiği
bütün egzotik farklılığından arındırıp onu küresel bir c\ueer mekan
olarak sergilemesi olduğunu belirtir (2008 :124). Hamam, Batı'da
eşcinsellere hizmet veren sauna-banyo benzeri meta değerine sahip bir
mekân olarak, onu restore etmek isteyen filmin Batılı kahramam için
güvenli bir cennet haline dönüşmektedir (123). Ancak çok katmanlı bir
sinemasal metin olarak film, bütün bunların ötesine geçen bir analizi
de mümkün kılmaktadır. Örneğin Girelli, Hamam ile oryantalizm ara­
sındaki ilişkiyi değerlendirdiği ilginç yazısmda konunun farklı veçhe­
lerine değinerek, "filmin Türkiye'ye ilişkin saf ve samimi vizyonunu"
daha geniş bir bağlama yerleştirmenin mümkün olduğunu ileri sürer
(2007: 32). Yazara göre,
Özpetek'in filmi, belki de, yalnızca geçmişin Türkiye'sine değil,
Maria ve Francesco'nun terk ettikleri steril modern ulusla karşıt­
lık oluşturacak ve ilkine eşit bir yoğunlukla mitleştirilmiş geçmiş
bir dönemin 'kayıp' İtalyası için de bir arzu içermektedir. Öyleyse,
yönetmenin, gerçek Türkiye'ye İtalyan kahramanlar aracılığıyla
gerçekleştirdiği dönüşü, belki de, onun daha yoksul, basit ve daha
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 97
mutlu bir yer olarak fantezileştirdiği ideal bir İtalya'ya dönüşün
de metaforudur (32).
Özpetek'in, İtalya'yı ve Türkiye'yi içine alan ikili konumu, kendi­
sine, hikâyesine ve kahramanlarına her iki taraftan da bakabilme pers­
pektifi kazandırır ve bu perspektif filmdeki kültürel farklılıkların,
kimliklerin ve ilişkilerin, nihai tahlilde, birer stereotipe dönüşmesine
engel olur. Kılıçbay'm hoş bir biçimde ifade ettiği gibi, Hamam eşcin­
selliğin mutlu yüzünü resmederken, Lola ve Bilidikid tartışmalı ve
tahripkâr bir eşcinsellik tasviri yaparak karakterlerinin trajik bir
biçimde deneyimlediği toplumsal cinsiyet normlarına ilişkin sorunla­
rın altını çizer (2008:125). Kutluğ Ataman, Lola ve Bilidikid'de, Türkiye
kökenli travesti ve maço karakterler aracılığıyla, queer göçmenlerin
huzursuzluğu üzerine sert ve karanlık bir hikâye anlatır. Film, hem
Alman gey toplumu hem de Almanya'daki Türk toplumunun dışla­
mayı tercih ettiği bir çevreye, Berlin'in Türk gey ve drag alt kültürüne
odaklamr (Clark, 2006: 555). Annesi ve abisi Osman ile birlikte yaşa­
yan on yedi yaşındaki Murat, cinsel kimlik krizi içindedir. Murat'ın
diğer ağabeyi, Lola adıyla ve iki travesti arkadaşı ile birlikte bir gece
kulübünde drag şovlara çıkmaktadır. Lola'mn maço sevgilisi Bili, onun
cinsiyet değişimi ameliyatı geçirmesini ve birlikte Türkiye'ye yerleşe­
rek "normal bir hayat" sürmelerini ister. Lola ve Bili'nin arkadaş gru­
bundan İskender ise, annesiyle yaşayan orta yaşlı mimar Friedrich ile
birliktedir ve onun şoförlüğünü yapar. Lola, bir gün aile evine gittiğin­
de kapıyı açan Murat'ın kardeşi olduğunu öğrenir. Baba mirasından
Lola'ya düşen payı vermeyen Osman, onu eve sokmaz ve Murat'ı da
uyarır. Lola ve Murat, biri travesti diğeri de eşcinsel olduğu için, bir­
kaç kez üç neo-Nazi gencin sözlü ve fiziksel saldırısına maruz kalırlar.
Lola bir gün ölü bulunur ve Bili bunu Nazi gençlerin yaptığını düşü­
nür. Murat'ın, Lola'mn kılığına girdiği, iki grup arasındaki gerilimli
hesaplaşma sekansında, Bili gençlerden birini hadım eder, bir diğerini
öldürür ve kendisi de ölür. Lola'yı neo-Nazi gençlerin öldürmediğini
anlayan Murat, Osman'la yüzleşmek üzere eve döner.
Bir 'travesti melodramı' olarak tanımlayabileceğimiz, ancak kimi
sahneleriyle bir gerilim filmini andıran Lola ve Bilidikid, yukarıdaki
98 • iletişim : araştırmaları
özetten de anlaşılacağı gibi, karmaşık bir kimlikler ve ilişkiler bütünü
sunar. Filmin travesti ya da maço erkek kahramanlarının hiçbiri ken­
dilerini eşcinsel olarak tanımlamaz. Bili ve İskender para karşılığı
erkeklerle birlikte olurlar, ancak bu ilişkilerde aktif bir konumda
bulundukları gerekçesiyle kendilerini kategorize etmezler. Bili, Lola
ile ilişkisini kendi gözünde ve yakın toplumsal çevresinde meşrulaştır­
mak için, onun cinsiyet ameliyatı olmasını ister. Ancak Lola, bu ilişki­
nin sürmeyeceğinin farkındadır; Bili'ye, beraberliklerinin sonrasını
metaforik bir biçimde hikâyeleştirirken, "Bili, Lola'yı neden terk
etmiş?" diye sorar ve karşılığını gene kendisi verir: "Çünkü evlendiği
kadın, âşık olduğu erkek değilmiş artık." İskender ile Friedrich arasın­
daki ilişkinin sınıfsal ve kültürel bariyerleri aşarak bir tür dostluğa
dönüşme eğilimi ise, filmin kimlikler ve ilişkiler düzleminde sıradan
sayılamayacak yaklaşımının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Lola ve Bilidikid'm en ilginç yanlarından biri, cjueer göçmenin,
eşcinsel haklarımn ve gey kültürün gelişmiş olduğunu varsayabilece­
ğimiz bir ülkede yaşadığı ağır yabancılaşmaya dikkati çekmesidir. Bu
"cjueer diaspora" filminde, travestiler, hem kendi toplumları içinde
hem de dışında homofobikbir tepkiyle karşılaşırlar. Çünkü, Garber'ın
da belirttiği gibi, travesti figürü sembolik olanın varlığına işaret ede­
rek bir kategori krizine neden olur (1992: 122). Lola ve arkadaşları,
yalnızca, patriarkal ideolojinin sabit cinsiyet rollerini belirlediği kendi
toplumlarmın perspektifinde değil, onları 'erkeklik ve üstün ırk' nos­
yonlarına karşı en büyük tehdit olarak algılayan neo-Nazi gençlerin
gözünde de sınırları ihlal ettikleri için homofobik ve ırkçı nefretin
hedefi haline gelirler. Bu mutlak bir diaspora durumu, aynı zamanda,
filmin travesti figürleri için artık hiçbir yerin bir 'yuva' olarak düşünü­
lemeyeceğini anlatır. Filmin finalinde, Lola'nm öldürülmesinden
sonra şehirden ayrılan travesti arkadaşlarından birinin, "Elveda Ber­
lin. Canın cehenneme..." sözleriyle dile getirdiği sitem, bu bağlamda,
önem kazanır. Daha Nazi rejimin yükselişe geçmediği dönemlerde,
yani 20. yüzyılın başlarında Avrupa'da eşcinsel haklarının yeşerdiği
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 99
bir coğrafya olmakla hatırlanan Berlin'e yönelik bu ilenme, böylece
daha da anlamlı bir hale gelmektedir7.
Kimlik karmaşası ve huzursuzluk, Yunan asıllı AvustralyalI kadın
sinemacı Ana Kokkinos'un Head On adlı filminin kahramanı için de söz
konusudur. Christos Tsiolkas'ın, Loaded adlı yarı-otobiyografik roma­
nından uyarlanan bu küçük bütçeli film, Melbourne'da ailesiyle birlik­
te yaşayan ondokuz yaşındaki Yunanlı-AvustralyalI Ari'nin hikâyesini
anlatır. Ari uyumsuz bir gençtir; ne kendi, ne ailesi, ne de içinde yaşa­
dığı Avustralya toplumuyla barışık değildir. Kendini kuşak, kültür ve
cinsel kimlik çatışmalarının tam ortasında bulan Ari'nin yaşadığı, çok
boyutlu bir yabancılaşmadır. Taşınabilir cd çalarımn kulaklığıyla
müzik dinleyerek sokaklarda tek başma dolaşan, arkadaşlarıyla bulu­
şan, tanımadığı kişilerle sokak aralarında ayaküstü ilişkiye giren ve
gey kulüplere giden Ari'nin, yirmi dört saatten biraz fazla bir süre
içinde başından geçenlerin anlatıldığı filmde eşcinsellik, Benim Güzel
Çamaşırhanem ve Hamam'da yapılana benzer biçimde, adı konulmuş,
7
Yukarıda da belirtildiği gibi, Lola'yı, neo-Nazi gençler değil, abisi Osman'ın öldür­
müştür. Yönetmen Ataman da, filminde queer figürlere karşı sergilenen şiddetin kay­
nağının Türkiyeli göçmen toplumundaki homofobi olduğunu belirtir (aktaran Kılıçbay, 2008:121). Batı ve Doğu kültürlerinin barışçıl bir biçimde buluştukları Hamam1ın
tersine, Lola ve Bilidküi'de Türk ve Alman kültürleri arasındaki çatışmanın yanında
patriarki ve eşcinsellik arasmda süre giden bir savaşın da vurgulandığını yazan Kılıçbay, İkincisinin, birçok yönden, [Alman yönetmenler ve ilk kuşak Türk sinemacı­
ların yaptıkları filmleri kategorize eden bir kavram olarak ve Deniz Göktürk'e atfen
(2001: 133)] bir "görev sineması" ("cinema of duty") örneği olduğu görüşündedir
(2008: 121, 125). Yazara göre [elbette, söz konusu filmlerin söylemleri açısından],
Hamam'daki iki kahramanın deneyimledikleri eşcinsellik küresel açıdan kabul edi­
lebilir, şık ve batılı(laştırılmış) iken, Lola'daki eşcinsellik geri kalmış ve ilkeldir ve
(Berlin'de yaşanmasına rağmen) yeterince AvrupalI sayılmaz (125). Ancak Lola'nm,
filmde resmedilen haliyle karanlık ve tekinsiz bir kent olarak Berlin'in çeşitli (ve kimi
sembolik açıdan önemli) mekânlannda karşımıza çıkarılan neo-Nazilerin neden ol­
dukları tedirginlik, homofobi ve şiddeti, ev sahibi kültürün bir parçası ve tam da bu
nedenle Avrupalı, ancak istenilmese de varlığım sürdüren bir geri kalmışlık örneği
olarak sergilemesi de, getirdiği eleştirinin tek taraflı olmadığının önemli bir gösterge­
si sayılmalıdır.
100 • iletişim : araştırmaları
belli kültürel referanslara sahip, kendine özgü bir yaşam biçimine kar­
şılık gelen sabit bit kimlik olarak resmedilmez. Aslında sabit olmayan
bir başka kimliğe, Avustralyalılığa ilişkin melez bir yaklaşımın söz
konusu olduğu filmde, "'öteki', (...) bütün çoğul post-yapısalcı karma­
şıklığıyla, 'öteki' olarak kalır." (Simpson, Murawska ve Lambert, 2009:
121). Ari, aykırı ve hiçbir yere ait olmayan bir kişiliktir; "bununla bir­
likte, hayatı, hâkim kültürün ve toplumun temellerini sorgulayan ve
kesintisiz bir biçimde süren bir melezlik projesidir" (122).
Ari, Benim Güzel Çamaşırhanem ve Hamam'm, adını koymadıkları
kimlikleri nedeniyle herhangi bir rahatsızlık duymadıkları anlaşılan
queer kahramanlarından farklı olarak, anlatı boyunca, izleyiciye de
bulaşan sürekli bir huzursuzluk içinde resmedilir. Jennings ve
Lomine'nin de işaret ettikleri gibi, gey kültürün ve gey kimliğinin ola­
ğan semiotiği Ari'ye uymamaktadır (2004:148). Ne gey ne de karşıcinsel sayılamayacak olan Ari'nin cjueerliğmin temsilinin, onun kendi
queer\ıği kadar karmaşık ve çoğul olduğuna dikkati çeken yazarlara
göre, Ari, en iyi biçimde, farklı olmak, öteki olmak ya da queer olmak­
la tanımlanabilir (2004: 149). Böylece, Jennings ve Lomine'nin isabetli
bir biçimde belirttikleri gibi, Head On, queerm, bir kavram olarak değil,
ancak somut bir deneyim olarak pratikte ne demek olduğunu resmet­
meye yönelik bir çaba olarak değerlendirilebilir (149)8.
S o n u ç y e rin e
Göç çalışmalarında ihmal edilmiş bir konu olarak göçmenlik ve
queer kimlikler arasındaki ilişkiyi konu alan filmlerin, sayıca fazla
olmamakla birlikte, konunun farklı veçhelerine ilişkin yönleriyle deği­
şik analizleri mümkün kılacak bir toplam oluşturdukları söylenebilir.
Bu çalışmada, queer karakterlerin anlatılarının merkezinde olduğu,
ABD, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya ve Avustralya yapımı filmler
iki kategoride ele alınmıştır. Eşcinsel hakları konusundaki özgürlükçü
tavırlarıyla bilindiği ve bu hakların güçlü yasal düzenlemelerle koru8
Head On adlı filme ilişkin bir başka analiz için bakınız: Dimitros Papanikolaou (2008),
"New queer Greece: thinking identity through Constantine Gianaris's From the Edge
ofthe City and Ana Kokkinos's Head On", New Cinemas, 2008, 6 (3): 183-196.
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 101
ma altına alınmış olduğu Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya gibi
ekonomik ve demokratik açılardan gelişmiş coğrafyalardan gelen bu
filmlerin bir bölümü güldürü türünün uylaşımlarım kullanmakta ve
ev sahibi ülkelerininki ile göçmen karakterlerin kendi ülkelerinin kar­
şıt cinsel kimliklere ve onlarm yaşam biçimlerine ilişkin yaklaşımlarını
karşı karşıya getirmektedirler.
Ev sahibi kültürün hemen bütün yönleriyle olumlandığı, 'öteki'
kültürün ise genellikle geri kalmışlıkla yargılandığı ilk kategorideki
yapımlara karşılık, ikinci kategoride yer alan filmlerin, konuyu çok
boyutlu bir biçimde ele alma çabasında oldukları görülmektedir.
Ancak 'öteki' kültürlere ilişkin belli stereotipleri harekete geçiren ilk
kategorideki yapımların da, queer göçmen kimlikleri ve onların dene­
yimlerini kurmaca hikâyelere dönüştürürken yeterince derinleşeme­
miş olsalar bile, "evrensel bir gey kimliği" inşası üzerine kurulu Batı
merkezli bir tartışmayı dolaylı olarak gündeme getirmek suretiyle
belli bir yaklaşımın sergilenmesi açısından işlevsel oldukları söylene­
bilir. Farklı Cjueer diaspora biçimlerini, ulusal kimlik, kültürel farklılık,
sınıf, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve aidiyet gibi kavramlar bağlamın­
da ele alan ve başlıca özellikleri yukarıda belirtilen filmlerden farklı
biçimde, kahramanlarını Batı merkezli "evrensel bir gey kültür"le
birebir örtüşen eşcinsel figürler olarak resmetmek konusunda ısrarcı
olmayan ikinci kategorideki filmler ise, queer diaspora biçimlerinin
homojenleştirilmemesi gerektiğini ifade eden Binnie'nin görüşüne
paralel biçimde, "birbirinden çok farklı queer diaspora biçimleri
bulunduğu"na (2004: 183) işaret etmektedirler.
Bu çalışmada ele alman filmlerin, iki ayrı kategorileştirmeyi
mümkün kılmakla birlikte, kimi açıdan ortak yanları bulunduğu da
ileri sürülebilir. Bu ise, özellikle, çalışmanın amaç ve sınırlarının dışın­
da kalan bir konu olarak performans olgusuyla ilgilidir. Gerçekten de,
metinde değinilen hemen her film toplumsal cinsiyet rollerinin sergi­
lenmesi bağlamında performans kuramıyla yakın biçimde ilişkilendirilebilir görünmektedir. İlk kategorideki filmlerin ana karakterlerinin,
kendileri eşcinsel oldukları halde, 'dolaptan çıkma'yı reddederek
ailelerine karşısincel gibi görünmek çabasmda olmaları; ikinci katego­
102 • iletişim : araştırmaları
ride yer alan Benim Güzel Çamaşırhanem, Hamam ve Head On gibi
yapımların queer kahramanlarının herhangi bir tanımı reddeden
durumları ve özellikle Lola ve Bilidikid'in maço ve travesti kahramanla­
rının konumları, queer kuramın önde gelen isimlerinden Judith
Butler'ın, toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin mutlak kimlikler olmayıp
performansa dayalı eylemler olduğu görüşünü destekler nitelikte
olduğunu göstermektedir. Çünkü, dışavurum ile performatiflik ara­
sındaki farkın hayati önemde olduğuna işaret eden Butler, "[TJoplumsal cinsiyet niteliklerinin dışavurumsal değil de performatif olmaları­
nın, bu niteliklerin ifade ettikleri, dışavurdurdukları veya ortaya koy­
dukları söylenen kimliği aslında fiilen oluşturdukları anlamına geldi­
ğini" söyler (2008: 231).
Kaynakça
Aaaron, Michele (2003). "New Queer Cinema: An Introduction." Neıo Queer
Cinema: A Critical Reader. (der.) Michele Aaaron. Edinburgh:
Edinburgh University Press. 3-14.
Alexander, Karen (2000). "Black British Cinema in the 90s: Going Going
Göne." British Cinema of the 90s. (der.) Robert Murphy. Londra: BFI.
109-114
Benshoff, Harry ve Sean Griffin (2004). "General Indtroduction: Queer
Cinema, The Film Reader." Queer Cinema: The Film Reader. (der.) Harry
Benshoff ve Sean Griffin. ABD: Routledge.1-16
Binnie, Jon (2004). The Globalization of Sexuality. Londra: Sage.
Butler, Judith (2008). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. Çev.,
Başak Ertür. İstanbul: Metis Yayınları.
Clark, Christopher (2006). "Transculturation, Transe Sexuality, and Turkish
Germany: Kutluğ Ataman's Lola und Bilidikid." German Life and
Letters 59 (4): 555-572.
Davies, Steven Paul (2010). Eşcinsel Sineması Tarihi: Sinemada Görünür Olmak.
Çev., Ali Toprak. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Ulusay • Sinemada Oueer Göçmen Temsilleri • 103
Garber, Marjorie (1992). "The Occidental Tourist: M. Butterfii/ and the Scandal
of Transvestism." Nationalisms and Sexualities. (der.) Andrew Parker,
Mary Russo, Doris Sommer ve Patricia Yaeger. New York: Routledge.
121-146.
Geraghty, Christine (2005). My Beautiful Laundrette. Londra: L.B.Tauris &
Co.Ltd.
Girelli, Elisabetta (2007). "Transnational orientalism: Ferzan Özpetek's
Turkish dream in Hamam." New Cinemas 5 (1): 23-38.
Jennings, Ross ve Loykie Lomine (2004). "Nationality and New Queer
Cinema: Australian Film." Neıv Queer Cinema: A Critical Reader. (der.)
Michele Aaron. New Jersey: Rutgers University Press. 128-144.
Kılıçbay, Barış (2008). "Queer as Türk: A Joumey to Three Queer
Melodramas." Queer Cinema in Europe. (der.) Robin Griffiths. Bristol:
Intellect Books. 117-129.
Kloet, Jeroen de (2005). "Saved by Betrayal? Ang Lee's Translations of
'Chinese' Family Ideology." Shooting the Family: Transnational Media
and lntercultural Values. (der.) Patricia Pisters. Amsterdam: Amsterdam
University Press. 117-133.
Luibheid, Eithne (2005). "Introduction: Queering Migration and Citizenship."
Queer Migrations: Sexuality, U.S. Citizenship, and Border Crossings. (der.)
Eithne Luibheid. ABD: University of Minnesota Press. ix.
Pascual, Mönica Calvo (2002). "My Beautiful Laundrette: Hybrid Tdentity', or
the Paradox of Conflicting Identifications in 'Third Space' AsianBritish Cinema of the 1980s." Misceldnea: A Journal ofEnglish and
American Studies 26: 59-70.
Simpson, Catherine, vd. (2009). Diasporas of Australian Cinema. Bristol:
Intellect.
VValdron, Darren (2007) "From critique to compliance: Images of Ethnicity in
Salut cousin (1996) and Couchou (2003)." Studies in European Cinema
4(1): 35-47.
105
Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi
Sempozyumu
Deniz Sezgin
"Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve İletişimi Sempozyumu”, 11-13
Nisan 2011 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleşti. Sağlığın geliştirilmesi ve
sağlık iletişimi konulu, Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen sempozyum,
Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi ve Teşviki Daire Başkanlığı tara­
fından düzenlendi. Sağlık Bakanlığı'mn titiz ve sıcak ev sahipliği, sem­
pozyumun tüm katılımcılarını memnun etti. Uç gün süren sempozyum­
da, 9 oturumda, 18 konuşmacı yer aldı. Hacettepe Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Çağatay Güler ve Pittsburg Üniversitesi'nden Doç. Dr. Cari
Fertman'ın açış konuşmalarımn ardından, Sağlık Bakanı Recep Akdağ
açış konuşmalarını yaptı. Bakan Akdağ, doğuştan kazanılmış bir hak
olan sağlığın önemine vurgu yapü. Günümüzde hastalıkların önlenme­
sine değil, sağlığın geliştirilmesine odaklanıldığına; sağlığın geliştirilme­
si ve sağlık iletişimi faaliyetlerinin son derece önemli olduğuna dikkat
çekti. Sağlığın geliştirilmesi amacıyla, tütün kullanımı ile ilgili yapmış
oldukları iletişim kampanyasından söz etti. Bakan Akdağ, bu kampanya
ile sağlanan başarıda halkın desteğinin büyük payı olduğunu ekledi.
Devam eden ve yeni başlayacak el yıkama, aile hekimliği, obezitenin
önlenmesi ve fiziksel aktivitenin teşviki gibi diğer kampanyaları, kam­
panya görselleriyle birlikte tanıttı. Bireyin kendi sağlığının farkında
olmasımn Sağlık Bakanlığı'nın en büyük hedeflerinden biri olduğunu,
sağlıklı yaşamak için birey olarak farkındalığın sağlanması gerektiğini
belirtti. Bakan Akdağ, sağlıkla ilgili farkındalığın yaratılması sürecinde,
İletişimcilerin önemli rol oynadığını, o nedenle bu alanda İletişimcilerle
birlikte çalıştıklarını belirtti.
iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 105-109
106 • iletişim : araştırmaları
Birinci günün ilk oturumunda, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Bölgesi
Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Sağlık Promosyonu Bölüm Direktörü
Dr. Gauden Galea, "Dünyada Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Uygula­
maları" başlıklı konuşmasında, sağlığın geliştirilmesi kavramının ne
anlama geldiği ve dünyada sağlığın geliştirilmesi uygulamaları ile ilgili
genel bir çerçeve çizdi. Ardından, Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr.
Çağatay Güler, "Ülkemizde Sağlığın Geliştirilmesinde Yeni Açılımlar"
başlıklı konuşmasında, sağlık eğitimi, sağlığın geliştirilmesinin önemi ve
koşulları konularına yer verdi.
İkinci oturumun ilk konuşmasını Pittsburg Üniversitesi'nden Doç Dr.
Cari Fertman yaptı ve konu başlığı "Sağlığın Geliştirilmesi ve Teşviki
Programları" idi. Fertman, sağlığın geliştirilmesi ve yaşam kalitesi ara­
sındaki ilişki, sağlığın tanımları, sağlığın geliştirilmesi programları, bun­
ların kuramsal temelleri, sağlık kuramları ve planlama modelleri, tarihsel
bağlamı hakkında konuştu, ikinci oturumun diğer konuşmacısı, CDC'den
(Çenter for Disease Control and Prevention- Hastalık Kontrol ve Koruma
Merkezi) Dr. Diane Allensworth idi. Allensvvorth, "Sağlık Sorunlarım
Elimine Etmek İçin Tasarlanmış Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Prog­
ramları" başlıklı konuşmasında, sağlık sorunları konusunda riskli grup­
lardan söz ederek, bu riski azaltmak için ne tür programlar geliştirilmesi
gerektiğini, örneklerle zenginleştirerek anlattı.
Birinci günün son oturumunda Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr.
İzzet Bozkurt "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi ve Sosyal Pazarlama"
başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında, sağlık sektöründe yaşanan
problemler, sağlık sektöründe sosyal pazarlama, Türkiye'den ve dünya­
dan sosyal pazarlama kampanya uygulamaları konularına yer verdi.
İkinci günün ilk oturumunda, Yeditepe Üniversitesi'nden Prof Dr.
Osman Erol Hayran "Küreselleşme ve Sağlık" başlıklı konuşmasında
küreselleşmenin sağlık üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerine yer
verdi. Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şevkat Bahar Özyarış ise,
"Destekleyici Sağlık Çevreleri" başlıklı konuşmasında sağlığı geliştirme
kavramından, risk faktörlerinden, sağlık davranışlarını etkileyen faktör­
lerden ve sağlığı geliştirmede gelecekte neler yapılması gerektiğinden
söz etti.
Sezgin • Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve iletişimi Sempozyumu • 107
İkinci oturumda Güney Connecticut Eyalet Üniversitesi'nden Prof. Dr.
Jean M. Breny, "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programlarında Uygu­
lama Araçları, Program Personeli ve Bütçe" başlıklı konuşmasında
zaman çizelgeleri, pilot testler, personel seçimi ve yönetimi, materyaller,
eylem planları, modellemeler ve değerlendirmeler üzerinde durdu. Bir
eylem planının nasıl yapılacağı konusunda bilgi verdi. San Jose Eyalet
Üniversitesi'nden Prof. Dr. Edvvard Mamary'nin yapüğı konuşma ise,
"Bir Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programını Değerlendirmek ve
Geliştirmek" başlığını taşıyordu. Bu konuşmada, program değerlendir­
me nedir, değerlendirme tipleri nelerdir, değerlendirmenin çerçevesi
nasıl çizilir ve değerlendirme nasıl tasarlanır konularında bilgiler aktarıl­
dı ve Kaliforniya Tütün Kontrolü Programı'ndan örnekler verildi. Teksas
Üniversitesi'nden Louise Villejo "Sağlık Hizmeti Kuramlarında Hasta
Odaklı Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programlan" başlıklı konuşma­
sında, sağlığın teşviki ve hasta haklarının geliştirilmesi konularında
sağlık kuruluşlarında ve onlarla birlikte ne tip uygulamalar yapılabilece­
ğine değindi. Sağlık hizmeti veren kuruluşlarda sağlığın geliştirilmesine
katkıda bulunmak için etkili programların nasıl yürütülebileceğinden
söz ederek, MD Anderson Kanser Merkezi'nde yürütülen sağlığın geliş­
tirilmesi programları hakkında örnekler verdi.
İkinci günün son oturumunda, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ayla
Okay "Sağlık İletişiminin Sağlık Okur Yazarlığı ile İlişkisi" başlıklı
konuşmasında sağlık okuryazarlığı kavramı, sağlık okuryazarlık seviye­
leri, kitle iletişim araçlarıyla sağlık okuryazarlığını yükseltmek konuları­
na yer verdi. Galatasaray Üniversitesi'nden Doç Dr. İnci Çınarlı "Medya­
da Savunuculuk ve Risk İletişimi" başlıklı konuşmasında medya ve
kamu sağlığı, medyada savunuculuk, risk iletişimi konularına değindi ve
risklerin nasıl doğru tanımlanabileceğini anlattı. Ankara Üniversitesi'nden
Dr. Deniz Sezgin " Sağlığın Medyada Sunumu" başlıklı konuşmasında
medyanın sağlık konulu haberleri sunma biçimlerine değinerek, sağlığın
korunması ve geliştirilmesi sorumluluğunun medyamn da desteğiyle
bireye verildiğinden söz etti ve sağlığın teşviki konusunda bireyin yanı
sıra kamu otoritelerine düşen göreve de vurgu yaptı.
Son günün ilk oturumunda ilk konuşmacı, Çevresel Tıp ve Eğitim
Hizmetleri'nden, (Environmental Medicine and Educational Services
108 • iletişim : araştırmaları
Branch-ATSDR Agency for Toxic Substances and Disease Registry) Dr.
Michael T. Hatcher idi. "Yerel Sağlık Departmanları ve Toplum Sağlığı
Örgütlerinde Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi" başlıklı konuşmasmda
Hatcher, yerel sağlık departmanları ve toplum sağlığı kuruluşlarının
neler olduğunu sıralayarak, sağlığın teşviki programlarına toplumu
dahil etmenin zorluklarına ve dikkat edilmesi gereken konulara değindi;
sağlığın geliştirilmesi için yapılması gereken kamu sağlığı hizmetleri, bu
süreçlerde kaynak temini ve kaynakların yönetimi konularına yer verdi.
Kanada Sivil Toplum Örgütü olan SMARTRISK'den Dr. Philip Groff
"Akılcı Düşünce İle Yaralanmaları Engellemek" başlıklı konuşmasında,
önemli bir kamu sağlığı sorunu olan kazaları önlemek üzere uygulana­
bilecek program ve stratejileri anlattı. Kazalarm önlenmesinde sosyal
pazarlamanın öneminden söz etti. Minnesota Eyalet Üniversitesi'nden
Doç. Dr. Marlene Tappe "Okullarda ve Üniversitelerde Sağlığın Teşviki
ve Geliştirilmesi" başlıklı konuşmasında, eğitim kurumlarında yürütüle­
cek programlarda temel prensipler, yapılabilecek girişimler, kaynaklar
ve araçlarla ilgili bilgi verdi.
Kuzey Carolina Üniversitesi'nden Doç. Dr. Laura A. Linnan ise "İşyeri
Ortamlarında Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programları" başlıklı
konuşmasmda, bu alanda gündemde olan yeni eğilimler konusunda
bilgi verdi. İşyerlerinde sağlığın geliştirilmesi kavramımn önemine dik­
kat çekerek, kronik hastalıkların iş gücü kayıpları ile ilgisine değindi ve
işyerlerinde kapsayıcı bir sağlığın geliştirilmesi programının nasıl tarif
edilmesi ve nasıl düzenlenmesi gerektiği konusuna yer verdi.
"Avrupa'da Sağlık İletişimi Çalışmaları" başlıklı bir konuşma yapmak
üzere, NIVEL'den (Hollanda Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü) Dr.
Sandra Van Dulmen ve "Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Programları­
nın Katılımcılarının İhtiyaçlarının Değerlendirilmesi" başlıklı bir konuş­
ma yapmak üzere Toledo Üniversitesi'nden Prof. Dr. James H. Price
sağlık sorunları nedeniyle sempozyuma katılamadılar. Katılamayan
konuşmacıların yerine Pittsburg Üniversitesi'nden Doç Dr. Cari Fertman
ikinci bir sunum daha yapü. Fertman bu konuşmasında, sağlığın gelişti­
rilmesi programlarındaki karar alma süreçlerinde katılımcıların ihtiyaç­
larının doğru belirlenmesinin ve bunların göz önünde bulundurulması­
Sezgin • Uluslararası Sağlığın Geliştirilmesi ve iletişimi Sempozyumu • 109
nın önemine dikkat çekti; ihtiyaç belirlenmesi, karar alınması ve değer­
lendirme yapılması süreçlerini örneklerle detaylandırdı.
Üç gün boyunca yüksek bir kafalımın sağlanan ve izleyiciler açısmdan
çok verimli geçen sempozyum, yerli ve yabancı katılımcıların memnuni­
yet ifadeleri, sempozyumun devamlılığı temennileri ve Sağlık
Bakanlığı'mn önümüzdeki yıllarda daha yüksek katılımlı, daha büyük
organizasyonlara ev sahipliği yapacağı haberleriyle sona erdi.
111
Kitap Eleştirisi
Derya Tellan
Yeni Savaşlar
H e r fr ie d M ü n k le r - Ç e v ire n : Z e h r a A k s u Y ılm a z e r
İs ta n b u l, ile tiş im Y a y ın la rı, 2 0 1 0 , 2 2 8 s a y fa .
Tarihsel olanın sosyo-kültürel olan ile ilişkilendirilmesi yaklaşık
yarım yüzyıllık bir geçmişe sahiptir. Akademik tarih çalışmalarının bu
son evresine değin, tarih biliminde ana akım, devletlerin egemenliğinin,
güç politikalarının, yönetim stratejilerinin ve de savaşlarm tarihi olarak
görülen dar bir koridor içerisinde gelişim göstermiştir. Cari von
Clausevvitz'in savaşı, "tarafların karşısındakine kendi iradesini kabul
ettirme amacıyla başvurduğu şiddet hareketi ve gündelik yaşamdaki
siyasetin uzantısı" şeklinde tanımlamasının üzerinden henüz iki asır bile
geçmemiş olmasına karşın; savaşm ve şiddetin gerekçelendirilmesinin
topyekün biçimde değişmiş olması şaşırtıcıdır. Siyasi tarihin -yakın
dönemde dahi- yapılan savaşların kronolojisi olarak sunulması temelde
gayri-akademik bir yaklaşımdır! Savaşlar, ekonomik, politik, coğrafi,
kültürel ya da her ne türden sosyal gerekçeye dayandırılırsa dayandırıl­
sın, insanlık tarihinin en buhranlı ve bunalımlı zaman kesitleri olarak
sosyolojik, psikolojik ve etik boyutlarıyla okunmak zorundadır. Bu çer­
çevede Alman siyaset bilimcisi Herfried Münkler'in 2002 yılında yayım­
lanan ve dilimize Zehra Aksu Yılmazer tarafından kazandırılan 'Yeni
Savaşlar' (Die neuen Kriege) başlıklı çalışmada, savaş olgusunun karakte­
ristik özelliklerindeki dönüşümler ile bu dönüşümlerin neden olduğu
yeni buhranların ve bunalımların tartışılması büyük önem taşımaktadır.
iletişim : araştırmaları • © 2006 •4(2): 111-116
112 • iletişim : araştırmaları
Münkler, eserin daha ilk satırlarında önermesini açık biçimde orta­
ya koymaktadır: "Siyasi kamuoyu tarafından uzun süre fark edilmediy­
se de, savaşın çehresi son on-yirmi yılda adım adım değişti: Soğuk Savaş
senaryolarına bile büyük ölçüde damgasını vurmuş olan klasik devletler
savaşı bir savaş modeli olarak artık miadını doldurtmuşa benziyor;
savaşların gerçek tekelleri olmaktan çıkan devletlerin yerini giderek
devlet-benzeri aktörler, hatta kısmen özel aktörler -yerel savaş lordları,
gerilla grupları, dünya çapında faaliyet gösteren paralı askerlik şirketle­
rinden uluslararası terör ağlarına kadar- aldı ve savaş, bu aktörler için
verimli bir faaliyet alanı haline geldi" (s. 11). Savaşların devletlerin ve
milletlerin kontrolünden çıkarak ekonomik bir süreç haline geldiğini
vurgulayan Münkler, gelişmelerin tek bir unsura dayandırılamayacağı­
nı; farklı etmenlerin bileşkesi olarak algılanması gerektiğini belirtmekte­
dir: "Kişisel iktidar hırsı, ideolojik kanaatler, etnik-kültürel karşıtlıklar,
açgözlülük ve rüşvetten oluşan karmaşık bir bileşimle körüklenen yeni
savaşların çoğunlukla belli bir amacı ya da hedefi yoktur. Bu savaşlara
son verilmesini ve kalıcı bir barış kurulmasını zorlaştıran da, özellikle bu
farklı saik ve nedenlerden oluşan bileşimdir" (s. 20).
Yeni savaş olgusunun karakteristik özellikleri, devlet kurma değil
yıkma amaçlı olma; kısa süreli değil uzun erimli, düşük yoğunluklu ve
toplum içi dinamikleri harekete geçiren bir yapı sergileme; orduları değil
sivil halkı kurban konumuna düşürme; açlık, salgın hastalıklar ve mül­
teci kampları ile özdeşleştirilme; klasik orduların aksine paralı askerlik
şirketleri ile çocuk savaşçılar tarafından yürütülme; iç savaş, küçük
savaş, korsan savaş gibi tek bir kavram ile betimlenememe ve ulus dev­
let güçleri arasındaki dengesizliklere değil ağır silahlı devlet gücüne
karşı geliştirilmiş medyatik terörizme dayalı bir asimetriklik açığa çıkar­
ma şeklinde sıralanmaktadır. Münkler bu süreci şu değerlendirmesi ile
özetlemektedir: "Yeni savaşlar ile geçmiş dönemlerdeki devletler savaşı
öncelikle iki gelişimle birbirinden ayrılır: Birincisi, özelleşme ve ticarileşmedir; yeni savaşlara siyasi saiklerden ziyade ekonomik saiklerle hare­
ket eden özel aktörler nüfuz etmiştir. İkincisi asimetrikleşmedir. Temelde
çatışan farklı askeri stratejiler ve siyasi rasyonellikler, özellikle de son
dönemdeki yoğun çabalara inat, devletler hukukunun kurallarım ve
sınırlamalarım giderek daha az dikkate alırlar. Bu gelişimin doruk nok-
Tellan ■Yeni Savaşlar • 1)3
tasma henüz ulaşmadığını düşünmek için pek çok neden vardır" (s. 57).
Yeni savaşların devletlerin kontrolünden çıkması, savaşı yürütmenin
ucuzlamasına dayandırılabilirken; asimetrikleşmesi ise savaşı yürüten
ve savaşın şiddetine doğrudan maruz kalanın sivil halk olması ile açık­
lanabilecektir. Yaşanan gelişmeler, düzenli orduların savaş üzerindeki
kontrolü yitirmesine ve bu kontrolün eşitler arası askeri çatışma niteli­
ğindeki klasik savaş olgusuna yabancı yeni aktörlerin eline geçmesine
neden olmuştur.
Savaşın modern ulus devletlerin oluşumu sürecinde bir araç olarak
görüldüğünü ve ateşli silahlarla icra edilmeye başlandığı son beş yüzyı­
lın, ayrımlar ve sınırlamalar süreci olarak tanımlanması gerektiğini bil­
diren Münkler'e göre "savaşın devletleştirilmesi ve savaşta muharebele­
rin artması büyük ölçüde birbirine paralel süreçlerdir. Karmaşık sorun­
ların askeri karara indirgenmesi, sonrada bunun tartışmalı meselelerin
çözümü olarak kabul edilmesi için belirli sınırlamalar getirilmesi şarttır.
Bunun hiç de kendinden menkul olmadığım, askeri bir çözüme kavuşturulamadan sürüp giden yeni savaşlar gösterir" (s. 67). Savaş olgusunun
tarihsel gelişimini ulus-devlet ve silah sektörünün sınaileşmesiyle ilişkilendiren yazar, 15. yüzyıldan itibaren savaşın devletlerce kontrol edilebi­
lirliğini şu ifadelerle açıklamaktadır: "Devletin savaş üzerinde tekel
kurmaya başladığı koşullarda, askeri aygıtının ciddiye alınmasını iste­
yen bir ülkenin öncelikle eğitimli bir piyade sınıfına ve modern bir topçu
donanımına sahip olması gerekiyordu. Bunların aşırı boyutlara varan
maliyetini artık sadece teritoryal devlet karşılayabilecek durumdaydı.
Dolayısıyla Avrupa'daki şiddet piyasalarını ellerinde bulundurmuş olan
savaş girişimcileri, karlı bir iş olmaktan çıkan bu alandan çekilmek
zorunda kaldılar. Nispeten güçlü bir birliğin ön finansmanı, daha sonra
kiralanmasıyla elde edilecek kârdan daha yüksekti artık. Fakat savaş
kârlı bir iş olmaktan çıkmışsa da, savaşta ve savaşla kazançlı işler yapı­
labiliyordu hâlâ. Tabii bundan kazanç sağlamak isteyenler artık ordu
kurmak yerine, düzenli orduların donanımını ve iaşesini üstleniyor ya
da giderek artan bir talebi karşılayabilmek için silah fabrikası kuruyor­
du" (s. 105-106). Ulus-devletlerin keyfilikten çok sistematikleştirmeye ve
sanayileşme sonrası bürokratikleştirmeye dayalı savaş politikalarına
(ordularının finansmanı için vergiler konması, kamu mâliyesinde birin­
114 • iletişim : araştırmaları
cil gider kaleminin askeri harcamalar olması, savaşacak birey temini için
zorunlu askerlik uygulamasının oluşturulması ve savaş hukukuna dev­
letlerarası nitelik kazandırılarak şiddetin düzenli ordular arasında meşrulaştırılması), 19. yüzyılda asimetrikleşme stratejisi de (gerçek bir düş­
man yerine olası tehditler için silahlanma da) eklenmiştir. I. Dünya
Savaşı ve sonrasında ise ulus-devletlerin tüm kaynaklarını seferber ettiği
ve cephe gerisi tanımının anlamım yitirerek savaşın kitlesel ölçekte üre­
tildiği bir aşamaya geçilmiş ve şiddet topyekünleşmiştir. Soğuk Savaş
döneminin 'bloklar arası pat' koşulu ise, güçlerin birbirlerine karşı
savaşmak yerine; karşı güçle savaşacak olan küçük devletleri kendi
savaş ekonomisi ve saldırı sistemi içerisine çekmesine neden olmuştur.
Yazara göre, yeni savaşlar, arük devletlerarası hukuk kurallarıyla ve
askeri stratejilerle yönetilen savaşlar olmaktan çıkmış ve ticarileşmişözelleşmiş bir karakter sergilemeye başlamıştır. Günümüzde, savaşlar­
daki ulus-devlet tekeli sona ermiş, askeri sisteme özgü ya da savunma
sanayilerinin egemen olduğu şiddet biçimleri bağımsızlaşmış ya da
özerkleşmiş ve savaş birçok grup için bir iş ve yaşam biçimi haline gel­
miştir. Dünya genelinde, barış talebinde bulunmayan çok sayıda grubun
ortaya çıkmasının da temel nedeni budur. Ticarileşen savaşla birlikte
adeta bir 'silah borsası' oluşmuş, artık her nitelikle ve fiyatta silaha ulaş­
mak çok kolay hale gelmiştir. Silah temininin ucuzlaması ve kolaylaşma­
sı, savaşın özerkleşmesi ve hukuksal boyutunun tanımlanamayacak
ölçüde muğlak hale gelmesiyle birlikte dünyanın pek çok bölgesinde
insanlık, ulus-devlet erkinden sıyrılmış silahlı şiddet olaylarıyla iç içe
geçmiş koşullarda varoluşunu sürdürmeye çalışmaktadır. Münkler'in
yorumuyla neyin savaş olarak tanımlanacağı özellikle 11 Eylül 2001'den
sonra salt entelektüel çevreleri ilgilendiren bir soru olmaktan çıkmış ve
tüm dünya fertlerini alâkadar eden önemli bir konu haline gelmiştir.
Yine bu süreçte savaşın büyük ya da küçük olarak nitelenmesi de muğ­
laklaşmış; büyüklük adeta üretilen şiddetin ekonomik değeri ile özdeş
kılınmıştır: “Büyük savaşların döneminin artık kapandığı kanaati, pek
çok kişinin umduğunun aksine, ebedi barış sağlanacağı anlamına gel­
mez, tersine bu gelişim küçük savaşların yayılmasını da beraberinde
getirir. Fakat küçük savaşlara küçük denmesinin nedeni kısa sürmeleri,
az zarara yol açmaları ya da kurban sayısının düşük olması değil, esasen
Tellan • Yeni Savaşlar »115
hafif silahlarla ve ancak kısmen düzenli ordularla yürütülmeleridir.
Küçük savaşlarm yıkıcı etkisi uzun vadede en az klasik savaşlarınki
kadar büyüktür" (s. 62-63).
Yeni savaşların ekonomik tabamna vurgu yapan Münkler, şiddetin
finans biçiminin değişmiş olmasının savaşların süresini uzatüğına ve
içeriğini dönüştürdüğüne dikkat çekmektedir: "Savaşı sürdürmek için
gereken kaynaklan sağlayan hammaddeler ya da doğal zenginlikler
yoksa, coğrafya ve iklim koşulları afyon ya da koka bitkisi yetiştirmeye
elverişli değilse, geriye kalan tek seçenek büyük çaplı operasyonlarla
kaçırılan genç kadınları OECD ülkelerinin genelevlerinde fuhşa zorla­
maktır... Buradaki cinsel şiddet stratejisinin amacı savaşı finanse etmek­
tir, dolayısıyla köleliğe geri dönüş olarak tanımlanabilir. Savaş lordları
ve milis liderlerinin son bir seçeneği daha vardır; daha önce de belirtil­
diği gibi, açlık ve sefaletin medyada görüntülenmesiyle birlikte harekete
geçen uluslararası örgütlerin sağladığı gıda maddeleri ve tıbbi malzeme­
lerden ilk önce savaş lordlarımn askerleri yararlanırlar. Dolayısıyla
günümüzde kapalı savaş ekonomisine dayanan bir savaş lordu yapılan­
ması yok denecek kadar azdır" (s. 161-162). Şiddetin savaş lordları açı­
sından kârlılığı ve verimliliği ise tartışmasızdır: "Paralı askerlik şirketle­
rinin sayısının artmasının yanı sıra, savaş lordlarımn da yine iş başında
olması, savaşın -en azından hafif silahlarla, ucuz savaşçılarla ve küresel­
leşmiş ekonomiyle büyük iş bağlantıları kurularak yürütüldüğündeyeniden kârlı bir iş haline geldiğinin en güvenilir göstergesidir. Şiddet­
ten randıman alınamasaydı, savaş özelleştirilemezdi" (s. 152).
Yeni savaşların can alıcı noktasını "nihai muharebeden yoksunluk”
olarak betimleyen yazar, şiddetin sistemli devamlılığının sonuçlarını ise
çalışmasının son iki bölümünde analiz etmektedir. İlk olarak, çağımızda
evrensel egemenlik peşindeki güçlerin iletişim stratejisi olarak kabul
ettikleri uluslararası terörizmi demonstratif bir tehdit olarak gören
Münkler, "saldırılan güce sürdürdüğü politikanın bedelinin giderek
artacağı mesajı verilirken, (varsayılan) siyasi yılgınlığına ve kayıtsızlığı­
na son verilmek istenen ilgili üçüncü kişilere silahlı mücadeleye katılma
çağrısında bulunulur. Çifte mesajın hangi kısmının daha önemli olduğu
münferit duruma bağlıdır ama genelde bir saldırının mesajı, boyun eğe­
ceğini düşünmek için neden varsa, saldırılan güce yöneliktir; fakat
116 • iletişim : araştırmaları
boyun eğmiyorsa ve uzun bir mücadeleyle yıpratılıp yok edilecekse,
öncelikle ilgili üçüncü kişilere yöneliktir" (s. 168) demektedir. Uluslara­
rası terörist güçlerin, bir yandan dünya kamuoyuna "artık hiç kimsenin
güvende olmadığı" mesajını iletmeye çalışırlarken; diğer yandan da
dayandıkları ve kazanmaya çalıştıkları hedef kitleye "hayallerini ve
ümitlerini sürdürebilecekleri bir ortamın var olduğu" inancını aşılamaya
çalışmalarının yeni savaşların doğal sonucu olduğunu ifade eden yazar,
şiddetin psikolojik sonuçlarımn ekonomik düzeni tahrip eden yönüne
işaret etmektedir. İkinci olarak ise egemen güçlerin askeri müdahaleleri­
nin yeni savaşlara eklemlenmesine vurgu yapan Münkler, günümüzde,
Batı dünyasının geçmişteki "insan haklarının korunması, iç savaşların
sona erdirilmesi, devletlerin var oluş haklarına sahip çıkılması" gibi söy­
lemlere dahi başvurmaksızın, doğrudan "askeri riskleri azaltma strateji­
si" gerekçesine sarılarak "önleyici savaş'1 politikasını benimsediğini
belirtmektedir. Önleyici savaşın yüksek maliyetleri ise savaş lordlarmın
paralı askerleriyle desteklenmiş özel birliklerin ele geçirdikleri bölgeler­
deki yeni girişimlerle karşılanmaya çalışılmaktadır. Askeri müdahale
yapılan bölgede petrol ya da doğal gaz sondajı yapma, maden arama,
toprak vergisi toplama hakkı; haraç ve fidye alma, adam kaçırıp şantaj
yapma, reçetesiz ilaç, uyuşturucu, silah ve insan ticaretine girme gibi
örgütlü suç pratiklerinin tamamı savaş lordlarmın girişimleri olarak
anlam kazanmaktadır.
Münkler, çalışması boyunca savaşın değişen doğasını ve bu deği­
şimden kimlerin nasıl etkilendiğini sorgularken, bizler için bir çözüm
önerisi geliştirmekten çok, günümüz savaşlarının çözümsüzlüğüne atıf­
ta bulunmaktadır. Yazarm birkaç yerde tekrarlara düşmesine -belki de
anlatmak istediği konunun öneminin gözden kaçmaması için başvurdu­
ğu bir yöntem olarak görülebilir- ve çalışmayı bir bütün olarak toplayan
'Sonuç' bölümüne yer verilmemesine rağmen 'Yeni Savaşlar', savaşların
medyada görülenin ötesinde karmaşık ve çapraşık ilişkilere, karanlık
pazarlıklara ve yanıltıcı oyunlara dayandığının belirtildiği ve "son dere­
ce endişe verici, karışık dönemlerin eşiğinde olduğumuzu" düşündüren
bir çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır.
117
Bu Sayıdaki Yazarlar
E lif K ü çü k D u ru r
1978 yılında Erzurum'da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim
Fakültesi'nden 1999 yılında mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı'ında doktorasmı tamamlayan yazar halen
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görev yapmaktadır.
D inu M u n te a n u
YVith a background in psychology, cultural anthropology and the liberal
arts, Dinu's eclectic academic interests have resulted in papers on themes ranging from youth culture and multiculturalism to Victorian erotic iconography.
He is currently vvriting his doctoral thesis under the sponsorship of the
Nottingham Trent University's School of Arts and Humanities.
D e n iz S e z g in
Dr. Deniz Sezgin, 1992 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünü bitirdi. Yüksek lisans derecesini
"Türkiye'de ve Avrupa Birliği'nde İlaç Reklamcılığında Düzenlemeler", dok­
tora derecesini "Sağlık İletişimi Paradigmaları ve Türkiye: Medyada Sağlık
Haberlerinin Analizi" başlıklı tezleriyle aldı. Sezgin'in "Tıbbileştirilen Yaşam
Bireyselleştirilen Sağlık" adlı kitabı 2011 yılında Ayrıntı Yayınevi tarafından
yayınlandı. Halen Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve
Tanıtım Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.
ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 117-118
118 • iletişim : araştırmaları
D e ry a T e lla n
Doç. Dr. 1975 yılında Ankara'da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Ankara'da
tamamladıktan sonra 1993-1997 yılları arasında Ankara Üniversitesi İletişim
Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde lisans eğitimine devam ederek mezun oldu.
Aynı Üniversitesi'nin Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana
Bilim Dalı'nda yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayarak 2005 yılında
Doktor unvanı aldı. Tellan, 2002 yılından beri Atatürk Üniversitesi İletişim
Fakültesi bünyesinde görev yapmaktadır.
N e ja t U lu s a y
Doç. Dr. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve
Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı öğretim elemanı. Doktorasını
İngiltere'de Warwick Üniversitesi Film ve Televizyon Çalışmaları Bölümü'nde
yaptı. Günümüz dünya sineması, sanat sineması, film kuramı ve politik sine­
ma konularında dersler vermektedir. "Melez İmgeler: Sinema ve Ulusötesi
Oluşumlar" adlı bir kitabı yayımlanmıştır.
119
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilecek yazılar MS VVord programında yazılmış olmalıdır.
2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4
sayfanın tek yüzüne basüan yazılar 2 adet kopya olarak ve bir adet disket
kaydıyla birlikte teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır.
3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir.
Yazıların ve özetlerin üzerinde yalmzca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayrı bir
kapak sayfasında yazarm ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaralan ile
varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır.
4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar
girintili olmalıdır.
5. Yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme
aşamasında bulunmaması gerekir.
6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gön­
derilen yazı yazarm kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi
sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazar­
lardan yazılarını geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın
konusundaki son karar Yayın Kuruluna aittir. Yayın Kurulu'nun yazı
hakkmdaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres
Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi
İLAUM
(İletişim Araştırmaları Dergisi)
Cebeci 06590 Ankara
[email protected]
Tel: (+90.312) 319 77 14'254 / 249 / 283
ile tiş im : a r a ş tır m a la r ı • © 2 0 0 6 • 4 (2 ): 119-121
120 • iletişim : araştırmaları
Kaynakçaların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez
içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı
yöntem uygulanır. Örnek: (Morley, 1997:1-5).
2. "vs.", "vb.", "a.g.e", "bkz." gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda
kullanılmaz.
3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazarın kaynakçada sadece bir
eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek
yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi
hikayelerimizi anlatarak... (12-19).
Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta
bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29).
4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır.
Örnek: (Morin ve Kem, 2001).
5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonra "vd." ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986).
6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle
ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998:12; VVilliams, 1987: 25).
7. Notlar ve referanslar ayrılmalıdır. Notlar metin içinde numalarandırılmalı ve
metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce
yerleştirilmelidir.
8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadma göre alfabetik sıra izlemelidir.
9. Bir yazarın birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aym yılda yapılan çalışmalar için
"a,b,c..." ibareleri kullanılmalıdır.
10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek
tırnak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun alıntılar, tırnak
kullanılmadan, bir küçük punto ile ("10") girintili paragrafla verilmelidir.
Yazı Teslim Kuralları • 121
Kitap
Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları.
Çeviri Kitap
Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark
Yayınları.
Derleme Kitap
Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage.
Derleme Kitapta Makale
Hutchby, lan (1991). "The Organization of Talk on Talk Radio." Broadcast Talk.
(der.) Paddy Schannel. London: Sage. 154-178.
Dergide Makale
Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in Turkey Since 1990." Kültür ve İletişim 4(2):
45-55.
Bildiri
Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). "Kitle İletişim Tarihyazımları Üzerine." I. Ulusal
İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs 2000. Ankara.
İnternette Yazı
Kellner, Douglas (2003). "Critical Theory and the Crisis of Social Theory." http:ll
www.uta.edu/huma/illuminationslkell5.htm. Erişim tarihi: 01.04.2003.

Benzer belgeler

Kıbrıslı Türk Gazetecilerin Mesleki ve Etik Değerleri

Kıbrıslı Türk Gazetecilerin Mesleki ve Etik Değerleri dönem itibariyle en çok satan ilk üç gazete olan2 Kıbrıs, Yeni Düzen ve Afrika gazetelerinin arşivlerinde, Annan Planı ve referandum sürecine dair haber, köşe yazıları ve propaganda ilanları incele...

Detaylı