ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

Transkript

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Sayı: 6, Kış 2009
● MTA TABĐAT TARĐHĐ MÜZESĐ
● 31.KEMALĐYE KÜLTÜR VE DOĞA SPORLARI FESTĐVALĐ
● ALEUTLARIN ANAVATANI ALYESKA
● MĐLLĐ PARKLARIMIZ
● ANKARA’NIN ĐLK GEZĐ REHBERĐ
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Đçindekiler ______________________________________________
3- MODERASYON’DAN “Acar Şensoy”
4- KISA/KISA Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler
6- ÜYELERĐMĐZ Engin - Funda ERSÖZ ve Esra EROĞLU
8- ANKARA’DAN MTA Tabiat Tarihi Müzesi “Turhan Demirbaş”
9- GEZ/YAZ Sarı Sıcak Pencere KÜBA “Cüneyt Göksu, Serpil Yıldız”
10- TÜRKĐYE’DEN 31. Kemaliye Festivali’nin Ardından “Ahmet Bozkurt”
13- GEZ/DĐNLE Nani “Grup Karmete”
14- DÜNYADAN Alaska “Alparslan Özyılmaz”
17- GEZGĐNCE Milli Parklarımız “Timur Özkan”
18- OBJEKTĐF “Ahmet Yay”
20- ANILARDA ANKARA “Feyha Özsoy”
22- ANKARA KÜTÜPHANESĐ Guide Touristique “Ernest Mamboury”
23- ANKARA/ANKARA... Evliya Çelebi Ankara’da
24- DĐZELERDE ANKARA “Nazım Hikmet”
.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
Kapak: MĐRAS
“Duatepe Anıtı”, Abdi Đpekçi Parkı’ndaki “El”, Cinnah Caddesi girişindeki “Su Perilerinin
Dansı” ve daha birçok eseri bulunan heykeltıraş Metin Yurdanur’un Ankara Garı önündeki bu
küçük fakat anlamlı heykeli Miras adını taşıyor. Eti Aslanı’na ters binmiş Nasreddin Hoca
şeklinde simgelenen ve Anadolu’nun çok kültürlülüğünü anlatan “Miras” 1980 yılında yapılmış.
1951 Sivrihisar doğumlu olan Metin Yurdanur, 1972 Gazi Eğitim Enstitüsü Resm-Đş Bölümü
mezunu. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanını alan sanatçının
20’si Ankara’da ve 8’i yurt dışında olmak üzere 100’den fazla eseri bulunuyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Moderasyondan ________________________
Acar Şensoy [email protected]
Sevgili Ankaralı Gezginler
Günümüzde seyahat etmek eskisine oranla daha
çok
kolaylaştı.
Artan
ulaşım
olanakları,
organizasyonu rahatlatan gelişmiş bir turizm
endüstrisi sayesinde birçok insan faklı mekanlara,
farklı ülkelere seyahat edebiliyor. Peki gezginleri
bu kalabalıklardan ayıran, farklılaştıran özellikler
var mı? Aslında gezginlik bir yaşam şekli, hayata
farklı bir bakış penceresi ve gezginin seyahat
başlangıcındaki kalkış noktası dahi çok farklı.
Gidilecek bölgenin yaşantısı, tarihiyle ilgili
araştırmalar, seyahat boyunca ilginç ayrıntıları
avlayabilmek için hazırlanan planlar tüm bunlar
gezginin seyahat öncesi vazgeçilmez ödevleri
belki de.
Gezginin yaptığı gezi planları çok farklılıklar
içerebiliyor. Gezgin sadece tüm turistlerin gittiği
meydanlar, anıtlar ile ilgilenmiyor. O biraz da
gittiği ülkenin, bölgenin yaşantısını, sosyal
hayatını, bölgedeki sosyal psikolojiyi, insan
ilişkilerini merak ediyor. Gezgin diğer turistlerin
arasına değil, gittiği yörenin halkına, sokaklarına
ve belki de biraz bilinmeze karışmak istiyor.
Herkesin
yakalayamayacağı
görüntüler,
tatmayacağı
tatlar
işgal
ediyor
gezginin
gündemini. Bu sebeple gezgin, turistlerin gezdiği
mekanlar ile sınırlı kalmıyor ve halkın gittiği
mekanları keşfetmek istiyor. Kimi zaman aklımızı
çelen bu hevesler içinde kayboluyoruz, yabancı
bir ülkede, yabancı bir şehirde. Ancak kaybolmuş
olmanın getirdiği endişe ile bilinmeyenin karşımıza
çıkaracağı
sürprizlerin
heyecanı
birbirine
karışıyor. Ve kim bilir başka turistlerin gözden
kaçırdığı nelere tanık oluyoruz doğru yolu bulana
kadar.
Gezgin gittiği ülkelerde görünenin ardındaki
görünmeyenin peşinde oluyor. Bir Orta Amerika
caddesinin renklerle dolu dükkanlarının ve
insanlarının ardındaki yaşanmış çileler, fakirlik,
siyasi kargaşa, sanki coşku ile acının gizemli bir
dansını anlatıyor. Ya da Đngiltere’nin ciddi
sokakları, ciddi insanları ardındaki alaycı kara
mizah,
Hindistan’da
Delhi’de
caddelerde
kendilerini rastgele yola atmış kalabalığın,
arabaların, çek çeklerin, üç tekerlekli rikşaların
yarattığı kargaşanın ardındaki gizli armoni, soğuk
Baltık kıyılarında
sıcaklığı.
sohbet
edilen
insanların
Aslında gezginlik bir okul gibi... Gezgin seyahatleri
boyunca kendisinden farklı kültürleri tanıyor, bu
kültürleri anlamaya çalışıyor. Bu çabayı harcarken
belki gezgin kendi önyargılarını varsayımlarını
gözden geçirmek zorunda kalıyor. Böylece gezgin
olmak engin bir hoşgörü, duyarlılık dünyasının
kapılarını aralıyor insana, yaşam daha kolay ve
daha iyi kavranıyor, kişinin vizyonu genişliyor.
Hoşgörü ve vizyon genişlemesi dışında gezginin
tahammül gücü de gelişiyor. Gidilen yabancı bir
ülkede farklı bir trafik, farklı kokular, farklı
baharatlar ve tatlar, farklı dokular, davranışlar,
kurallar, kimi zaman farklı giyinişler ve gelenekler,
gezgin bazen hoşuna giden bazen de kendisini
zorlayan bu farklılıklara tahammül etmeyi
öğreniyor.
Tabii gezginin bir başka vazgeçilmez arayışı da
gittiği ülke ve bölgelerdeki insanları tanımak, eğer
mümkünse onlarla sohbet etmek ve onları
anlamak. Ve zaman içinde gezgini saran evrensel
bir insan sevgisi... Bu insan sevgisi, farklı
kültürlere tolerans içinde ülkesi kadar dünyayı da
seviyor gezgin ve kendisini aynı zamanda bir
dünya vatandaşı olarak görmeye başlıyor.
Sevgili Ankaralı Gezginler Ankara Çiğdemi’nin bu
sayısı da diğer sayılar gibi böyle bir hoşgörü ve
sevgi, ilgi dünyasını yansıtıyor. Dergimiz hem
dünyadan hem de ülkemizden ve çok sık ziyaret
edilmeyen yörelere, yakalamak için çaba
sarfedilmesi gereken kültürlere yer veriyor.
Ülkemizde henüz hakkettiği ilgiyi bulamamış ama
dağları, kanyonları, eski evleriyle hem doğa
sporları hem de kültür gezileri için potansiyel
taşıyan bir yöremiz Kemaliye, Karadeniz’den farklı
müzik ezgileri, kuzeyin uçsuz bucaksız bir
köşesinde kendine has özellikleriyle Alaska,
sıcaklığı ve farklı yaşantısıyla bir Küba araştırması
bu yazılardan bazıları.
Sizleri Ankara Çiğdemi’nin bu ilginç gezilerine
davet ediyor ve bir başka dönem tekrar sizinle
buluşmayı diliyoruz...
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Kısa/Kısa _________________________________________________
Đnanılır gibi değil - 1
Ankara, Türkiye’nin yaşanabilir
kentlerinin en başında...
CNBC-e Business dergisi
tarafından 34 kriter esas alınarak
hazırlanan “Türkiye’nin yaşanabilir
illeri araştırması”nın sonuçlarına
göre; geçen seneki listenin de
başında yer alan Ankara bu sene
de yerini korudu. Ankara’yı
Eskişehir, Đstanbul, Antalya,
Trabzon, Edirne, Isparta, Đzmir
Artvin takip ediyor. Listenin en
sonunda Ağrı yer alıyor...
Gezgin Gözüyle 2009
hazırlıkları devam ediyor...
Koordinatörlüğünü grubumuz
üyelerinden Olcay Özgen’in
yaptığı geleneksel “Gezgin
Gözüyle” fotoğraf sergilerimizin
dördüncüsü için hazırlık süreci
başladı. Bu defa 5-11 Ocak 2010
tarihlerinde ve her sene olduğu
gibi Çankaya Belediyesi Çağdaş
Sanatlar Merkezi’nde yapılacak
olan “Gezgin Gözüyle 2009”un
halen seçici kurul çalışmaları
devam ediyor.
Đnanılır gibi değil - 2
Ankara’ya 2009 Avrupa Ödülü...
Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi’nin çevresel, sosyal,
kültürel ve uluslararası
çalışmalarını dikkate alarak her yıl
bir Avrupa kentine verdiği “Avrupa
Ödülü”nü bu yıl Ankara kazandı.
1955 yılından bu yana verilmekte
olan ve şimdiye kadar 60’dan
fazla kente verilen ödül; 1959’da
Đstanbul’a ve 1991’de Bursa’ya
olmak üzere daha önce iki kez
Türkiye’ye gelmiş. Ödülün son
yıllardaki diğer sahipleri; 2006’da
Macaristan’ın Szeged, 2007’de
Almanya’nın Nuremberg ve
2008’de Polonya’nın Katowice
kentleri olmuş.
http://assembly.coe.int/Mainf.asp?
link=http://assembly.coe.int/Com
mittee/ENA/EuropaPrize/prizeinde
x.htm
.
Gezgin Gözüyle fotoğraf
sergilerine her üye en az bir, en
çok üç fotoğrafla katılabiliyor. Bu
seneki sergi için 51 üyemiz
başvurmuş olup, seçici kurulun
çalışmaları sonucu seçilecek 100
civarında fotoğrafın sergilenmesi
bekleniyor.
Bu defa ilk üç sergiden farklı bazı
uygulamalar planlanıyor.
Öncelikle bu defa fotoğraflar
satışa çıkarılmayacak ve sergimiz
Đstanbul, Đzmir gibi farklı illerde de
tekrarlanacak.
Sergi süreci tamamlandıktan
sonra tüm fotoğraflar sahiplerine
iade edilecek.
Bir başka yenilik olarak bu yıl
fotoğraflarımız ahşap çerçeve
yerine fotoblok şeklinde
hazırlanacak panolarda
sergilenecek.
Takvim veya katalog hazırlanması
ile açılış kokteyli için sponsor
arayışları devam ediyor.
Ankaralı Gezginler Ankara
Sempozyumu’nda...
Ankara’nın başkent oluşunu 86.
yıldönümü nedeniyle 13 Ekim
2009 tarihinde Atılım Üniversitesi
tarafından düzenlenen Ankara
Sempozyumu’na katılan
grubumuz üyelerinden Necati
Kazancı “Ankara Akarsuları”
konulu bir bildiri sunarken, Timur
Özkan da “Gezgin Gözüyle
Ankara” başlıklı bir foto-sunum
gerçekleştirdi. Açılış konuşmasını
Çankaya Belediye Başkanı Bülent
Tanık’ın gerçekleştirdiği
sempozyumun diğer katılımcıları;
üniversitenin öğretim üyelerinden
Zafer Şahin ve Gül Güneş ile
Cumhuriyet gazetesinden Işık
Kansu, Ankaralılar Meclisi’nden
Ahmet Çavuşoğlu ve Anayasa
Mahkemesi Emekli Başkan Vekili
Güven Dinçer oldular.
Değerli Ankaralı Gezginler,
burada yayımlanmasını istediğiniz
kişisel etkinlik haberlerinizi ve ayrıca
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkında
her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi
ve de Ankara’dan, Türkiye’den
Dünya’dan gezi yazılarınızı
[email protected]
adresine bekliyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ'nin önceki
sayılarını; grubumuzun ana
sayfasındaki Files'dan E-dergi
"Ankara Çiğdemi" klasörünü veya
http://groups.yahoo.com/group/ankaral
igezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi
%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı
tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer
açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ
klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir,
bilgisayarınıza indirmek için aynı
şekilde sağ klikle Hedefi Farklı
Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi
Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Ankaralı Gezginler Ülke
Mutfaklarında: 1
Masala Cafe
Paris Caddesi, 49 adresinde
bulunan Ankara’nın ilk ve tek
Pakistan restoranı Masala
Cafe; 7 Kasım 2009 Cumartesi
gün Ankaralı gezginleri ağırladı.
Yakınlarıyla birlikte 30 civarında
üyemizin katıldığı ve çok
samimi bir havada geçen
yemekten sonra üyelerimizin
Pakistan anılarının anlatıldığı
ve restoran sahibinin Pakistan
Mutfağı hakkında bilgi verdiği
sohbet gerçekleştirildi.
“Ankaralı Gezginler Ülke
Mutfaklarında” serisinin gelecek
aylarda farklı ülkelerin
mutfaklarında devam ettirilmesi
planlanıyor.
Gezgin Gözüyle serisinden iki
yeni kitap projesi...
Gezgin
Gözüyle
Mısır ve
Ortadoğu
Gezgin
Gözüyle
Çin ve
Uzak Asya
Bir grup gezgin yazarın ortak
eseri olarak geçen yıl piyasaya
çıkan gezgin “Gözüyle Rusya
ve Kafkasya” adlı kitabımızın
devamı niteliğinde yeni iki kitap
için çalışmalara başlamış
bulunuyoruz.
“Gezgin Gözüyle Mısır ve
Ortadoğu” ile “Gezgin
Gözüyle Çin ve Uzak Asya”
adlarını verdiğimiz yeni
kitaplarımız 2010 Nisan ayında
raflarda olacak.
Ankara’nın Heykel ve
Anıtları...
Eser Saka’nın ikinci fotoğraf
sergisi...
Her ayın ilk cumartesi günü,
tarihi Abidinpaşa Köşkü’nde
Ankara hakkında çeşitli
konularda toplantılar
düzenleyen ve bu dönem
başkanlığını aynı zamanda
grubumuz üyelerinden olan
DPT Uzmanı Dr. Metin
Özaslan’ın yürüttüğü Ankara
Kulübü Derneği’nin 7 Kasım
2009 tarihli toplantısının
konuğu Araştırmacı
Koleksiyoner Haldun
Cezayirlioğlu idi.
Fotoğrafçı Dr. Umut Erhan
ile birlikte yürüttüğü
araştırma kapsamında
Ankara genelinde 250’den
fazla anıt ve heykelin
fotoğraf, adres ve katalog
bilgilerini derleyen Haldun
Cezayirlioğlu sadece Ulus
Kavaklıdere arasında 30’dan
fazla heykel bulunduğuna
dikkat çekiyor. Ulus
Meydanı’ndaki Zafer Abidesi
ile başlayan, Ziraat
Bankası’nın bahçesindeki
Mithat Paşa, Opera
önündeki Leyla Gencer ve
Cüney Gökçer heykelleriyle
devam eden listede bir
kısmının farkında bile
olmadığımız pek çok anıt ve
heykel yer alıyor.
Cezayirlioğu’nun sunumu
Falih Rıfkı Atay’ın şu
sözleriyle sona eriyor: Biz
Ankara’ya gelinceye kadar
şehirciliği ve mimarlığı
unutmuştuk. Türk
milletinin yapıcılık vasfını
burada tekrar dirilttik...
Ankara hakikaten
semboldür.”
Grubumuz üyelerinden Eser
Saka ilkini geçen yıl Ankara’da
düzenlediği ve 58 kareden
oluşan “Düşten Gerçeğe
Yolculuk - Doğu Türkistan”
fotoğraf sergisinin ikincisini 523 Ekim tarihleri arasında
Đstanbul’daki T.C.Ziraat
Bankası Tünel Sanat
Galerisi’nde gerçekleştirdi
Git Dergisi’nin 101. sayısında
Ankaralı Gezginler tanıtıldı...
Leman Dergi Grubu tarafından
üç ayda bir yayımlanan ve
tanınmış çevreci Timur Danış
tarafından hazırlanan Git
Dergisi’nin Kasım ayında çıkan
101. sayısında Ankaralı
Gezginler kitapları tanıtıldı.
Üyelerimizden Murat Özsoy’un
gerçekleştirdiği söyleşi
çerçevesinde; grubun kuruluşu
ve işleyişinin yanı sıra Ankaralı
Gezginler 1, 2 ve 3 (Dünyadan,
Türkiye’den ve Ankara’dan
Gezi Yazıları) adlı kitaplarımız
geniş şekilde tanıtıldı. Derginin
bu sayısında ayrıca Murat
Özsoy’un, Turkuaz belgeseli
çekimleri güncesinin Pakistan
bölümü yer alıyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Üyelerimiz ___________________________________________
Engin, Funda Ersöz ve gezilerimiz.com
Engin ve Funda Ersöz grubumuzun en aktif üyelerinden. Gezmekle yetinmeyen ve paylaşmayı
önemseyen iki değerli gezgin dostumuz gezilerimiz.com adını verdikleri kapsamlı sitelerinde
deneyimlerini bizlerle paylaşıyorlar. Uzak Asya’da yaptıkları farklı bir geziden yeni dönen Engin
ve Funda izlenimlerini ilk olarak Ankara Çiğdemi’ne anlattılar.
Önce Engin Ersöz’ü kısaca tanıyalım.
Ankara
Üniversitesi
Diş
Hekimliği Fakültesi’nde doçent kadrosunda öğretim
üyesi olarak görev yapıyorum. Bu sene meslekte 20.
yılım.
42
yaşındayım.
Yaklaşık sekiz yıl önce
hızlandırdığımız
yurtdışı
gezilerimiz gezi sitemizden
sonra tam bir tutku haline
geldi. Yurt dışı geziler kadar
öncesinde yapılan hazırlığı, dönünce de gezi
yazısını ve fotoğrafları düzenlemeyi ayrı seviyorum.
Bir dostum var isim veremem ama adı “T” ile
başlıyor “imur” ile bitiyor onun ülke sayısına
ulaşmak gibi bir hedef koydum kendime. Meslekte
20 yılımı doldurunca artık emekli olsam da gezi işini
profesyonelce yapsam diyorum ama sanırım daha
11 yıl beklemem gerekecek. Tarçın adında bir
köpeğimiz var ve gezilerin tek kötü tarafı ondan ayrı
kalmak. Sitemi çok önemsiyor ve bu kanalla bu
virüsü yaymaya çalışıyorum
Biraz özel bir soru olacak ama hayat arkadaşlığı
gezginlikle birleşince nasıl bir boyut kazanıyor?
Olumlu/olumsuz yönleriyle ailece gezmek nasıl
oluyor?
Kesinlikle bu açıdan birbirimizden çok memnunuz.
Birimiz planlamayı üstleniyorsa diğeri şehirde iyi
vakit geçirilecek yerleri buluyor. Değişik gruplarla da
geziler yaptık ama “bir” numaralı gezi arkadaşı
birbirimiz diyoruz.
gezilerimiz.com benzerleri arasında çok daha
zengin ve ticari olmayan içeriğiyle dikkat
çekiyor, böyle bir site oluşturmak ve sürekli
güncellemek zahmetli bir iş olsa gerek, nasıl
altından kalkıyorsunuz?
Bunu takdir etmeniz ve farkına varmanız çok güzel
çünkü gerçekten çok vakit ve emek istiyor. Ama
hayatta herkes bir şeye tutunuyor ve onunla mutlu
olabiliyor. Biz de başka şeylerden vakit çalıp bu
siteye vakit ayırıyoruz. Yavaş yavaş gelişen fotoğraf
hobimiz de aynı şekilde. Ama gelen pozitif yorumlar
ve ziyaretçi defterindeki yazılar yorgunluğu
unutturuyor.
Funda Ersöz’ü de kısaca tanımak istersek;
Sağlık Bakanlığı Balgat Ağız
ve Diş Sağlığı merkezinde
uzman diş hekimi olarak
çalışmaktayım.
Gerçekten
çok yoğun bir tempoda
çalıştığımız iş hayatımda tek
molalarımız yaptığımız yurt
dışı gezileri diyebiliriz. 42
yaşındayım
ve
anı
koleksiyonuna devam etmeyi
düşünüyorum.
Uzak Asya ayrı bir dünya, mutlaka anlatacak çok
şeyiniz var ve hepsini merakla bekleyeceğiz ama
bir aylık gezinizi Ankara Çiğdemi okurları için
çok kısaca nasıl özetleyebilirsiniz?
Evet neredeyse 1 ay sürdü, uzun uzun
gezilerimiz.com da yazdık. Ama kısaca özetlemek
gerekirse; En çok Singapur ve Hong Kong’u
beğendik. Malezya’yı tahminimizden çağdaş
bulurken Tayvan bizi olumlu yönleriyle şaşırttı.
Japonya bildiğimiz gibi çok medeni, Vietnam ise
beklediğimiz gibi sefil ama egzotikti. Çin hakkında
düşündüğümüz ise Çin’i hiç tanımadığımız oldu; Çin
“Made in China”dan ibaret değilmiş...
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Şili’de bir Ankaralı Gezgin; Esra Eroğlu
Grubumuzun ilk üyelerinden Esra Eroğlu bir süredir Santiago’da yaşıyor. Đş hayatı Esra’yı
önce Peru’nun başkenti Lima’ya daha sonra da Şili’nin başkenti Santiago’ya götürdü. Her
sayıda iki üyemizi tanıttığımız bu bölümün bu sayıdaki diğer konuğu Esra Eroğlu.
Kimdir Esra Eroğlu, Santiago’da ne iş yapıyor?
Ayrıca neden gezer?
Çevre Mühendisiyim. Santiago’da, maden firmaları için
boru hatları tasarımı yapan bir
kuruluşta
çevre
müdürü
olarak çalışıyorum. 8 ayı
Peru’da olmak üzere yaklaşık
1,5 yıldır Güney Amerika’dayım.
Gezmek
çocukluğumdan
gelen bir tutku, saatlerce
Atlas’taki
haritalara
ve
kartpostallara bakar uzak yerleri hayal ederdim.
Amcamın, Almanya’dan gönderdiği Köln Katedrali’nin
gece ışıklandırılmış halini gösteren bir kartpostalım
vardı. Bana çok büyülü gelirdi. Dakikalarca resimdeki
ayrıntıları inceler orada olmak için can atardım.
1994 yılında ilk kez yurtdışına çıktım. Üniversite
arkadaşlarımla Almanya’daki bir gençlik kampına
katılmak üzere... Yıllarca harçlıklarımdan biriktirdiğim
parayı o seyahate yatırmıştım. 54 saat suren otobüs
yolculuğumuz sırasında hissettiklerimi asla unutamam.
Bulgaristan’ın, Romanya’nın o zamanki bakısız
kasabaları bile çok ilginç görünmüştü gözüme. Köln’e
vardığımızda otobüs değiştirmemiz gerekiyordu.
Otobüsten indiğimiz yerde hayatimin en etkileyici
sürprizi ile karşılaştım. Köln Katedrali tüm görkemiyle
karşımda duruyordu. O anki duygularımı tarif etmek
imkansız. Kartpostalım zamanın içinden gelip beni
orada karşılamıştı. Sanki hoş geldin dünyaya, yeni
maceralara der gibiydi...
Yeni diyarları, kültürleri
görme tutkum o an daha da perçinlendi. Atlasa
baktığımda hayalini kurduğum o renkli biçimsiz şekiller
tek tek canlanmaya başlamıştı.
Kendime 40 yaşına kadar 40 ülke görme hedefi
koydum. Şu an 37’sindeyim ve 37 ülke oldu. Dünya
ülkeleri listesinde gördüğüm yerlere çentik atmak hala
ilk seferdeki gibi keyif veriyor. Yaşadığımız dünyayı
kimlerle paylaştığımızı anlamak, yeni coğrafyaları
tanımak, kendi dar penceremizden görmeye alıştığımız
yaşamın anlamını daha farklı açılardan kavramaya
çalışmak...
Gezdikçe, Bursa Ulu Cami’de dua eden bir
Müslüman’ın, Lima’da San Fransisco Kilisesi’nde haç
çıkaran Hıristiyan’ın ve Katmandu’da Budanaht
Tapınağı’nda dua çemberini çeviren bir Budist’in
yüzünde hep aynı ifade olduğunu görüyorum. Nasıl ki
Ulus’ta ayakkabı boyacılığı yapan bir ufaklık,
Hindistan’da meyve satan küçük bir kız, Şili’de trafik
lambalarında pandomim yapan bir genç birkaç kuruş
kazanınca ayni sevinç ifadesine sahipse. Kocaman
güzel bir dünyamız var... Yaşam koşullarımız,
geleneklerimiz coğrafyalarımız farklı olsa da hepimiz
ayni insanlarız... Birbirimizi anladıkça daha mutlu bir
dünyamız olacaktır...
Ankaralı gezginlerle nasıl tanıştı? Böyle bir gruba
üye olmak Esra için ne ifade ediyor?
Ankaralı Gezginlerle 2005 yılında tanıştım. Đstanbul’da
faaliyet gösteren Gezginler Kulübü’nün web sayfasında
“Ankaralı Gezginler”in kurulduğunu öğrendim. Đlk işim
üyelik için başvuru yapmak oldu. Tecrübelerimi paylaşabileceğim, diğer deneyimlerden faydalanabileceğim,
belki de beraber yeni maceralara adım atabileceğim,
benim hissettiklerimi anlayabilen gezginlerle tanışma
düşüncesi çok sıcak ve güzel geldi.
Ankaralı gezginlerin işlevi hakkında ne düşünüyor?
Bu beklentileri ne ölçüde karşılandı?
Ankaralı Gezginler amatör ruhla profesyonel isler
ortaya koyabilen, çizgisinden taviz vermeyen
gezginlerin kendilerini gezgince ifade edebildiği,
paylaşabildiği, yardımlaşabildiği keyifli bir ortam. Ben
gezmesini çok seven ama gördüklerini kaleme almaya
üşenen biriyim. Ancak, grubumuzun çıkardığı kitaplar
bu konuda çok büyük bir motivasyon sağladı ve büyük
bir keyifle anılarımı kaleme aldım. Hala kitabımızı
kitapçı raflarında görmek büyük bir haz veriyor. Ayrıca
“Gezgin Gözüyle” adlı fotoğraf sergileri, gördüklerimizi
estetik bir şekilde sevdiklerimizle ve Ankaralı
hemşerilerimizle paylaşma imkanı sunuyor. Satılan
fotoğraflardan elde edilen gelirle LOSEV’e katkıda
bulunuyoruz.
Hem gezginlere gördükleri yerleri
paylaşabilme hazzı sağladığı hem de sosyal
sorumluluk bilinciyle üyelerine topluma daha faydalı
olabilme fırsatı verdiği için gurubumuzun çok işlevsel
olduğunu düşünüyorum.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Ankara’dan ______________Turhan Demirbaş
[email protected]
MTA TABĐAT TARĐHĐ MÜZESĐ
Büyük önder Atatürk’ün emriyle 1935 yılında MTA
Genel Müdür’lüğü kurulmuş. 7 Şubat 1968 de Tabiat
Tarihi Müzesi açılmıştır. Dünya'da ilk Tabiat Tarihi
Müzesi 16. yüzyılda tabiat bilgini Gesner Conrad
tarafından Zürih’de faaliyete geçmiştir. Fen Bilimleri
Müzeleri içinde yer alan MTA Tabiat Tarihi Müzesi beş
ana bölümden oluşur.
Birinci bölüm tümüyle paleontolojiye ayrılmış, yaklaşık
6400
fosil
materyali
sistematik
bir
şekilde
sergilenmektedir. Bu bölümde ABD'den satın alınmış
olan etobur bir dinazorun fosil iskelet mulâjı, Fransa
Tabiat Tarihi Müzesi tarafından müzeye armağan edilen
ve 15 milyon yıl önce Fransa'da yaşamış fillerin
atalarından birine ait mulâj kalıbının yanı sıra
Kahramanmaraş-Gâvur Gölü bataklığında bulunan ve
MÖ 1000. yılın ikinci yarısında yaşamış olan Maraş
filinin orijinal iskelet montesi bulunmaktadır. Yine bu
bölümde, Ankara civarında 193 milyon yıl önce yaşamış
olan 1,5 metre çapındaki dev bir mürekkep balığı fosili,
Adana-Karataş sahilinde bulunmuş olan bir cüce
balinanın çene kemiği iskeleti yer alır. Bundan yaklaşık
25 bin yıl önce Manisa-Salihli-Köprübaşı’nda yaşamış
insanların fosil ayak izleri yer almaktadır. Bunlar
dünyada bu güne kadar bulunan ve korunan en iyi ayak
izlerindendir. Ankara - Kızılcahamam- Güvem
bölgesindeki diatomit kayaç çökelleri içinde bulunan ve
yaklaşık 13–15 milyon yıl yaşlı kurbağa, balık, karınca,
örneklerini içeren fosillerle birlikte, mercanlar, süngerler,
yumuşakçalar, yassısolungaçlılar vb. omurgasız canlı
fosilleri bulunmaktadır. Yine temsili resimlerle dünyanın
oluşumu ve insanlık tarihinin anlatıldığı kısım da
paleontoloji bölümündedir.
Müzenin ikinci bölümü mineralojik - petrografik
örneklere ayrılmıştır ve binlerce örnek uluslararası
standartlara uygun bir şekilde sergilenmektedir. 1972
yılında Aya giden Amerikalı astronot tarafından getirilen
ay taşı da bu bölümde bulunur. En büyüğü 1989 yılında
Sivas- Yıldızeli-Şeyh Halil köyüne düşmüş olan iriliufaklı göktaşlarının yanı sıra ülkemizdeki kıymetli, yarı
kıymetli taşlardan örnekler Türkiye'nin zengin mermer
örnekleri, son derece ilginç doğa olaylarından olan
Pamukkale travertenleri, mağara sarkıt ve dikitler, örnek
bir mağara içinde sergilenmektedir.
Üçüncü bölümü teşkil eden Madencilikte ülkemize ait
örneklerin yer aldığı Türkiye Madencilik Tarihi
bölümünde
ise
yaklaşık
200 adet materyal
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
sergilenmektedir. Yer üstü ve yer altı madencilikte
kullanılmış olan eski teknoloji çeşitli envanter ve cihaz
örnekleri de burada bulunmaktadır.
Dördüncü bölüm ise Türkiye'de yaşamış ve yaşamakta
olan hayvan ve bitki örneklerinin sergilendiği kısımdır.
Burada yer alan 100'den fazla örnek, soyları
tükenmekte olan veya tükenen bitki ve hayvan
türlerinden seçilmiş olup doğal ortamlarına uygun bir
şekilde sergilenmektedir. Nesli tükenmekte olan hayvan
türlerini, içinde yaşadıkları doğal ortamla bir bütünlük
içinde izleyicilere sunarak hayvanı, yaşadığı doğal
ortamı müzelere taşımak “diorama” sanatıdır.
Ülkemizde bulunan çok zengin bitki ve hayvan
topluluğuna ait türler ancak, onları yerinde görebilen
kişiler tarafından gözlenerek araştırılabilmektedir.
Örnekleri toplamak, korumak ve teşhir ederek gelecek
kuşakların hizmetine sunmak müzelerin başlıca
görevidir. Yakın tarihe kadar ülkemizde bu amaca
yönelik kapsamlı bir müzenin bulunmaması nedeniyle,
Tabiat
Tarihi
Müzesi
1973
yılında
diorama
çalışmalarına başlanmıştır.
Müzenin bir diğer sergi bölümündeyse MTA Genel
Müdürlüğü' nün kuruluşundan bu yana yapılan arazi
laboratuar çalışmalarında kullanılan araç, gereç ve
malzemeler sergilenmektedir. Yine bu bölüm girişinde
uzay ve gezegenlerin temsili görüntülerini içeren bir
bölüm mevcuttur. Đnsanın uzay ortamında kaç kilo
ağırlıkta
olduğunu
gösteren
terazide
burada
sergilenmektedir.
Tabiat Tarihi Müzesi haricinde MTA içersinde Jeoloji ve
Enerji Parkları faaliyettedir. Đhsan Ketin Jeoloji
Parkında, jeolojik zamanları içeren tablolar ve açık
havada Türkiye haritası üzerinde maden envanteri
sergilenmektedir. Đhsan Ketin Türkiye’nin değerli
jeologları içinde önemli bir yeri vardır. Rahmetle
andığımız Đhsan Ketin hocamız; Türkiye depremlerinin
önemli bir bölümünün oluştuğu Kuzey Anadolu Fayını
tespit etmiştir. Jeolojinin bir dalı olan Tektonik’te çok
önemli çalışmaları mevcuttur. Türkiye’deki aktif faylar
hakkında çalışmaları vardır. Parka adı bundan dolayı
verilmiş bilim duayenidir.
Gez/Yaz
Timur Özkan
[email protected]
Enerji
Parkı bünyesindeyse
çeşitli kurumların
stantlarında enerji hammaddeleri ve çalışmalar
sergilenmektedir. Su, petrol, doğalgaz, kömür, nükleer
enerji, güneş enerjisi ve rüzgar enerjilerinin nasıl elde
edildikleri anlatılan sergiler mevcuttur. Yine Türkiye’nin
önemli madenleri, elde ediliş biçimleri ve ürünleri
sergilenmektedir. Bunlar; Bor tuzları, zeolit, perlit ve taş
kömürü v.b gibi önemli madenlerdir. Enerji Parkı’nın bir
bölümünde kütüphane bulunur.
MTA Tabiat Tarihi Müzesi uzun bir süredir, tadilat
nedeniyle kapalı durumdadır. TBMM’de bir milletvekili
tarafından, Enerji Bakanı’nın cevaplanması için verilen
soru önergesinde şöyle denmektedir: Tabiat Tarihi
Müzesi’nin Evrim Teorisi’ne ilişkin fosil, bulgu ve
materyalleri içermesi nedeniyle yıllardır kapalı tutulduğu
iddiası doğru mudur? Müzedeki eserler nasıl ve nerede
muhafaza
edilmektedir?
Bu
eserlerin
tadilat
aşamasındaki tahribatından kimler sorumlu olacaktır?
TÜBĐTAK’ta yaşanan krizde olduğu gibi belli bir bilimsel
konuya karşı ideolojik bağnazlık sergilenmektedir. Bu
bağnazlık nedeniyle de ülkemizin en önemli
müzelerinden biri yıllardır kapalı tutulmaktadır.
KÜBA, Sarı Sıcak Bir Pencere, Cüneyt GÖKSU-Serpil YILDIZ
286 Sayfa, (14x21) Beyaz Vizyon, 2008
“Türkler için Küba ne gibi bir anlam taşıyor?” Küba Cumhuriyeti
Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, kitabın önsözünde sık sık bu
soruyu soruyor. Yazarlar, aylar süren araştırmalarının ışığı altında
Eylül 2003 ve Nisan-Mayıs 2005 tarihleri arasında toplam iki ay
kaldıkları Küba’da, -kendi ifadeleriyle-yalınlığıyla, inadına koruduğu
bozulmamış ama zamanla değişikliğe uğramış sistemiyle, Latin
Amerika ve dünya halkları için umut olmuş bu ülkeyi tanımaya
çalışmışlar. Sonra da gezip gördüklerini, yaşadıklarını diğer bir deyişle
Küba’nın Türkler için ne gibi bir anlam taşıdığını anlatmışlar.
Jose Marti, Che ve Fidel gibi efsanevi önderlerinin yanısıra sıradan
insanları ve sokak manzaralarıyla dünya gezginlerinin ilgi odağı
olmaya devam eden Küba bu kitapta, grubumuz üyelerinden Cüneyt
Göksu’nun ve yol-daşı Serpil Yıldız’ın yazı ve fotoğraflarıyla en ince
ayrıntısına kadar anlatılıyor.
[email protected], [email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Yayladamı Köyü Sırtları, Kemaliye (Erzincan)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Türkiye’den ________________________Ahmet Bozkurt
[email protected]
31. KEMALĐYE KÜLTÜR VE DOĞA SPORLARI FESTĐVALĐ’NĐN ARDINDAN
Kemaliye (diğer adı ile Eğin) Fırat'ın Karasu kolu üstünde, sağ kıyıda kurulmuştur. Doğudan
Munzur Silsilesi, batıdan ise Sarıçiçek dağları ile çevrili olup, deniz seviyesinden 825900 m. yüksekliktedir. Kemaliye, Erzincan'a 163 Km, Malatya'ya 175 Km ve Elazığ'a 145
Km. uzaklıktadır.
30 Mayıs – 5 Haziran 2009 tarihlerinde 31’incisi
düzenlenen Kemaliye Kültür ve Doğa Sporları
Festivaline, Fotoğraf Sanatı Kurumu’ndan küçük bir
grupla Kemaliyeli Fotoğraf Sanatçısı Sn. Sıtkı Fırat’ın
daveti üzerine katıldık. 30 Mayıs Cumartesi günü
Ankara Gar’ından Doğu Ekspresi ile başlayan
yolculuğumuz Erzincan Bağıştaş istasyonuna kadar
15 saat sürdü.
Bağıştaş istasyonunda 45 dakika sonra Kemaliye’ye
ulaştık, Öğle yemeği sonrası Karasu kıyısında
düzenlenen Cirit gösterisine katıldık. Kemaliye’de
yenen yemeğin ardından konaklayacağımız Apçağa
köyüne doğru yola koyulduk. Elazığ, Malatya yolu
boyunca gittikten sonra sağa döndüğümüzde bizi
büyükçe bir tabela karşıladı. “Apçağa köyüne hoş
geldiniz”, yanında bir dörtlük;
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Ahmet Kutsi Tecer’in o çok bilindik ve günümüzde
birçok şehirlinin duygularına tercüman olan o ünlü
şiirinden bir dörtlük. Konaklayacağımız köy işte o
ünlü köy idi. Köy meydanında “Ahmet Kutsi Tecer
Kültür Evi” tabelalı ahşap ve bakımlı yapıyı görmek
bizi mutlu etti. Konaklayacağımız, emekli öğretmen
Ahmet Berkay’ın evini taş döşeli merdivenlerden
tırmanarak bulduk. Ahmet Berkay ve eşi Ayşe Hanım
bizi güler yüzle karşıladı. Tanışma ve yorgunluk
çayının ardından odalarımıza çekildik. Sabah
erkenden sokakları turladık, ahşap evler çok güzel
görünüyordu, fakat çoğu boştu veya yaşlı insanlar
oturuyordu.
Sabah kahvaltısında Zetiri gibi bugüne kadar
tatmadığımız birçok lezzeti tanıdık. Sonra Kırkgöz
piknik alanına gittik. Burada bir kayanın altından bir
dere fışkırıyordu. Bu kadar yüksek bir noktadan, bu son
derece şaşırtıcı idi fakat aşağıdaki köyleri, bağ ve
bahçeleri bu su besliyordu. Çağatay Yolda ekibi için
yamaç paraşütü gösterisi yapan paraşütçü bizim için de
güzel kareler oluşturdu.
Daha sonra base jump etkinliğini izlemek üzere
Karanlık Kanyon’a yöneldik. 1 Haziran Pazartesi sabahı
yine 6:00 da uyanıp köyde gitmediğiz köşeleri keşfettik.
Kaya üzerine yapılmış muhteşem köşkü bulduk. Sonra
Kemaliye’de bizi bekleyen Sıtkı hoca ile buluşup,
Sırakonaklar’a doğru yola çıkıyoruz. Sırakonaklar köyü,
vadi yamacında güzel görünümlü ahşap evlerle
bezenmiş bir köy. Ahşap evlerden oluşan köyde yine
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
birçok yerde olduğu gibi kapı tokmakları, kapılar,
pencereler ilginç kareler oluyor bizler için. Kapı
önlerinde konuştuğumuz köy sakinlerinin kışları
Đstanbul’da oturduklarını yazın buraya geldiklerini
öğreniyoruz, birçok Anadolu köyünde ve kasabasında
olduğu gibi.
Taşyolu, büyük emek ve para harcanarak yapılmış,
Karanlık Kanyon boyunca giden kayalara oyulmuş
tünellerden oluşuyor. Botlara bineceğimiz noktaya
geldiğimizde araçtan inip çarşaktan aşağıya doğru
iniyoruz. Yaklaşık 70-80 kişi kano ve botlara binmek
için bekliyor. 8 kişilik bir bot ayarlayıp en son çıkmayı
planlıyoruz. Kanyon boyunca su durgun olduğu için
kürek çekmeden yol alamıyoruz. Kanyon boyunca yer
yer derin vadilerden Karasu’ya karışan dereler var. Bu
akşam, bir dostunun bağ evinde misafir olarak kalan
Sıtkı hocamızın davetlisiyiz. Akşam mangal ve ızgaralar
eşliğinde sohbetle geçiyor.
Kahvaltı sonrası bizi almaya gelen aracımızla Apçağa
köyü
meydanında
buluşup
Dutluca’ya
doğru
yöneliyoruz. Bugün Karasu’yun beri yakasında
olacağız. Ergü, Kozlupınar, Yeşilyurt köylerinden sonra,
Hıdır Abdal Türbesi, Müzesi, Helikopter pisti ile modern
bir köy olan Ocak köyüne geliyoruz.
Kadıgölü Kemaliye’ye can veriyor. Yükseklerden bir
noktadan adeta bir dere fışkırıyor, hemen yanı
başındaki cami yanından Kemaliye içinden Karasu’ya
doğru çağıldayarak akıyor. Hemen caminin altında
restore edilen bir değirmen çalışıyor. Eskiden bir de
jeneratör varmış dere üzerinde, Kemaliye’ye elektrik
sağlayan. Değirmenin hemen yanında Meşhur
Lökhaneden dut ve cevizden yapılan Lök tatlısı ve
bademle yapılan Beşateş tatlılarından yiyoruz. Akşam
yemeği sonrası Apçağa köyünde evimizdeyiz.
Çektiğimiz fotoğrafları ev sahiplerimiz ile paylaşmaktan
mutlu oluyoruz.
Đstiklal savaşından birçok belgenin de bulunduğu köy
Müzesini ilgi ile geziyoruz. Dutluca kasabası sonrası
Kekikpınarı köyüne yöneliyoruz. Burada Muhtar bizi
alabalık çiftliğine götürüyor ve muhteşem lezzetli
alabalık yiyoruz. Boylu ve Adak köylerini geçerek Sıtkı
hocamızın köyü Akçalı’ya geliyoruz. Sıtkı Hocam
heyecanlı, yetmiş küsur sene önceki anılarına dönüyor.
5 Haziran Cuma Kemaliye’de son günümüz. Bu sabah
iki gün önce belirlediğimiz patikayı yürüyoruz. Patika
yaklaşık olarak 45 dakikada yürünebilecek uzunlukta.
Fakat biz iki buçuk saat gibi bir sürede yürüyebiliyoruz.
Çiçekler, böcekler, kelebekler o kadar çeşitli ve
rengarenk ki adeta ilerleyemiyoruz.
2 Haziran Salı günü sabah Sıtkı hocamız ile
Kemaliye’de buluşuyoruz. Karasu üzerindeki köprüden
geçerek ilk olarak Yaka köyüne geliyoruz. Bu defa
Karasu’yun karşı yakasından Kemaliye’ye bakıyoruz.
Virajlı yollardan Yeşilyamaç köyüne ulaştığımızda
burada gözlerimize inanamıyoruz. Tepenin başında
manzarası güzel bir noktada barbeküsü, tuvaletleri,
masaları, bankları ile bir park var. Uzakta karlı Munzur
dağı görüntüleri eşliğinde Yayladamı, Aslanoba ve
Dolunay köylerini geçerek Başpınar kasabasına kadar
gidiyoruz. Bir daire çizerek baraj üzerinde meşhur
valilerimizden merhum Recep Yazıcıoğlu köprüsünden
geçerek Elazığ, Malatya yoluna ulaşıyoruz.
Festival organizasyonu tarafından temin edilen araçla
rafting botlarına bineceğimiz yere kadar Taşyolu
boyunca gidiyoruz. Kemaliye’nin 130 yıllık rüyası
Çantalarımızı hazırlayıp
iyi dileklerle ayrılıyoruz.
Trenimize
20:30
da
Bağıştaş istasyonundan
bineceğiz.
Posta
minibüsüne
biniyoruz
Bağıştaş’a gitmek üzere.
Güzel bir gezi yapmış
olmanın hazzı ile 15 saat
yolculuk bizi yormuyor. 6
Haziran Cumartesi öğle
sonrası
Ankara’ya
geldiğimizde yine yollar
kalabalık
yine
trafik
sıkışık. Nerden geldik
buraya
demekten
kendimizi alamıyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Anket
Grubumuzun kuruluş amaçları doğrultusunda
“gezi” ve “Ankara” içerikli olarak hazırlamaya
çalıştığımız Ankara Çiğdemi altıncı sayıya
ulaştı. Bu aşamada bültenimiz hakkındaki
olumlu/olumsuz görüşlerinizi almak istiyoruz.
Bültenimizin geleceğini bu görüşler doğrultusunda
şekillendireceğiz. Lütfen aşağıdaki seçeneklerden birini (varsa ilave
değerlendirmelerinizle birlikte) editörün [email protected] adresine yazın
veya sitemizin aşağıdaki linkinde bulunan ankete katılarak görüşünüzü bildirin.
Đlginize şimdiden teşekkür ederiz...
(a) Ankara Çiğdemi bu formatıyla devam etsin
(b) Ankara Çiğdemi’nin formatı ve içeriği hakkında eleştiri veya önerilerim var
(Lütfen belirtiniz)
(c) Ankara Çiğdemi ilgimi çekmiyor
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/polls
Gez/Dinle
GRUP KARMATE – NANĐ
Rize Çamlıhemşin’in dumanlı dağlarında dolaşırken, kulaklarımız gümbürdeyen
derelerin coşkulu sesiyle çınlıyordu. Akşam olup otelimize dinlenmeye
çekildiğimizde, mutlaka bir tulumcu gelerek kitleleri ortaya çağırıyordu. Yüce ve sarp
dağların yalnız insanları, ince ve yanık sesli bir tulumun çağrısıyla horon kuruyordu.
Gurbetin özlemini, sevdalıların hasretini dile getiren ezgiler sıralanıyordu. Bu sayede
tanıştım Grup Karmate’nin albümüyle.
Karmate, değirmen anlamına gelen Lazca bir sözcük. Bu sözcüğün seçilmesinin özel
bir nedeni varmış. Bu yörede yerleşim dağınık olduğundan, değirmenlik işi olanlar
önceden haberleşip, toplanarak imece yöntemiyle çalışırlarmış. Karşılık beklemeden
bir araya gelen, sadece emeğini ortaya koyan ve dostça paylaşan, üreten insanların
simgesi imiş değirmen Karadeniz yöremizde. Kalan Müzik tarafından çıkarılan ilk
albümlerinin adı ise yine Lazcadan seçilmiş. Nani, yani ninni!
Yöresel müziğin akustik enstrümanlarını kullanan sanatçılar ile vokalistler, bir araya
gelerek bu albümü çıkarmış. Gruptan kimsenin bireysel olarak albümün önüne geçme
kaygısı olmamış. Değirmende iş yapar gibi ortaklaşa ürün çıkarmışlar. Tulum,
kemençe, akordeon, lavta, gitar ve perküsyon gibi çalgılarla; kimisi Lazca, Hemşince
ve Gürcüce olan parçalar hep tanıdık zaten.
Şevval Sam’ın söylediği “Başındaki Çember” ile “Lazuri Nani” (Lazca ninni), Đsmail
Hakkı Demircioğlu’nun söylediği “Ayna Ayna Ellere” ezgileri dikkat çekici. Vokalist
ve enstrümanların tüm marifetini gösterdiği “Kara Duman” adlı ezgi ise; albümün ve
hatta grubun lokomotif parçası olmuş.
Dağların yeşil ve sisli atmosferine çok yakışan tulum sesine ve tulum sanatçısı Đsmail
Avcı Đsmanaşi’ye hayranlığımı dile getirmek istiyorum. Final parçası olan Potpori ile
yöresel çalgı ve ezgiler kapanış gösterisi yapıyor sanki.
Belkıs Ceyla Çetinsoy
[email protected]
Aşağıda verdiğim bağlantıdan örnek müzikleri dinleyip, albümün siparişini
verebilirsiniz. http://www.kalan.com/scripts/album/dispalbum.asp?id=4335
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Matanuska Buzulu, Alaska (A.B.D.)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Dünyadan____________ Alparslan Özyılmaz
[email protected]
ALEUTLARIN ANAVATANI ALYESKA
Alaska denilince herkesin aklına Eskimolar, soğuk ve
kar gelir. Eskimoluk, yüzölçümü Türkiye’nin iki katından
fazla olan Amerika Birleşik Devletleri’nin 49. eyaleti
Alaska’da yaşamış 11 kabileden üçünün yaşama
biçimine verilen bir addır. 1867 yılında Amerika ve
Rusya’nın ortaklaşa kürk ticareti yapan şirketinin artık
kar etmemesi üzerine sadece 7,2 milyon $’a Amerika’ya
satılan ve daha sonra petrolün bulunmasıyla yıldızı
parlayan Alaska görülmesi gereken başlıca yerlerden
sayılmalı.
Alaska tezatlar eyaleti; bir yandan petrol sayesinde
Amerikanın yıllık petrol ihtiyacının % 20’ini karşılarken
öte yandan petrolün kaynağı olan Prudhoe
Körfezi’ndeki Deadhorse’u eyaletin merkezine bağlayan
James Dalton Highway’in 30 yıldır tamamlanamamış
olması öte yandan sadece denizden ulaşılabilen
başkent
Juneau’nın
karadan
bağlantısının
sağlanamamış olması bu tezatların birkaç tanesi…
Seyahatimize Anchorage’den araba kiralayarak önce
Kuzey Buz Denizi’ne ya da diğer adıyla Arctic Ocean’a
gitmek üzere kuzeye doğru başlıyoruz. Anchorage’den
Deadhors’a giden 500 millik bu yol her gezginin içini
kıpır kıpır edecek güzellikler ve heyecanlarla dolu.
Yollar klasik Amerika yolları gibi bakımlı ve temiz
başlıyor. Fairbanks’e kadar her hangi bir aksama
olmadan geliyoruz ve eyaletin ikinci büyük şehri
Fairbanks’in aslında büyük ve düzenli bir kasabadan
farksız
olduğunu
görüyoruz.
Alaska’nın
diğer
şehirlerinde olduğu gibi insanlar sizi gördüklerinde
tebessüm ile selamlayarak yollarına devam etmelerini
ilk başlarda yadırgasak da hemen benimseyip bu yazılı
olmayan kurala biz de uyuyoruz. Sokakta yürürken hiç
tanımadığınız belki de bir daha görmeyeceğiniz birinin
tebessüm ile sizi selamlaması aynı yanıtı sizin de
vermeniz insana tarifi mümkün olmayan bir pozitif enerji
yüklüyor .
Haritamızdan tespit ettiğimiz ve burayı da görelim
dediğimiz Livengood da sadece 19 kişinin yaşaması ve
tabelasındaki No Service yazısı bizi üzse de başka bir
Alaska
orijinalliğini
daha
görmüş
oluyoruz.
Livengood’dan sonra önümüzdeki 420 millik endüstriyel
otoyolda; lambalarınızı yakınız ve dikkatli olunuz
tabelasıyla beraber asfaltın bitmesi ve yağan yağmurla
vıcık vıcık olan stabilize yolda birkaç mil gittikten sonra
sadece ön camdan dışarıyı görebiliyor olmamız bizi
önce biraz korkutuyor ama gezginlik virüsünü bünyeye
almışız bir kere, bu yolu bitirmemiz ve sonunu
görmemiz gerekiyor. Adı her ne kadar Highway olsa da
yer yer çamur, stabilize ve çok küçük bir bölümü asfalt
olan yol hakkındaki, Dalton Highway’e yanınıza iki adet
şişirilmiş yedek lastik, içme suyu, tüketilmeye hazır
gıda, motor yağı, yedek yakıt, kayış vb almadan
çıkmayın broşürünü görünce içimizdeki merak ikiye
katlandı ve yola koyulduk. Artic Circle’a gelince Kuzey
Kutup Bölgesi’ne erişmemizin sevinciyle Ankaralı
Gezginler çıkarmamızı tabelaya yapıştırıp gururla
yolumuza devam ediyoruz. DeadHorse’a kadar arada
sadece Coldfoot adında bir şehrin olduğunu ve bunun
ötesinde benzin, yemek, konaklama vb hizmetlerin
olmadığını öğrendikten sonra mecburen Coldfoot
Kasabası’nda kalmaya karar veriyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Coldfood’a gelince görüyoruz ki burası nüfusu sadece
13 olan ve Transalaska Petrol Boru Hattı’nın yapım
aşamasında işçi barınağı, depo ve bakım onarım
işlerinin yapıldığı şantiyeden bozma bir yerleşkeden
başka bir yer değil. Gece konaklamak için buraya gelen
kamyon şoförleri, turistler ve yol işçisi olduklarını ancak
görevleri başında görünce anlayabileceğimiz insanlar
Coldfoot’ta konaklamak ve yemek için geliyorlar. Geceyi
burada geçirip sabaha yola çıkmak tarifi mümkün
olmayan başka bir deneyim. Bu toprak otoyolda bile her
hangi bir çalışma yapılırken sanki kıtalar arası bir yolun
ulaşımı kontrollü olarak kesiliyormuşçasına özeni ve
çalışanları görünce ABD’nin kendi insana verdiği değeri
bir kez daha fark ediyoruz. Yol bir çamur bir stabilize
derken artık aracımız dışarıdan bakıldığında tanınamaz
halde çamurla kaplanmış durumda.
Yola çıkmadan önce depomuzu doldurmaya benzinliğe
gittiğimizde bizi bir kulübe içinde iki adet benzin
pompası ve kredi kartı makinesi, dışarıda ise iki adet,
varil üzerine sabitlenmiş benzin tabancası bekliyordu.
Petrolün kaynağında böyle bir ilkel bir benzinlik bir
başka tezat olarak dikkatimizi çekti.
Alaska’ya gelip de büyüklüğü çoğu ülkeden fazla olan
milli parkları ve buzulları görmeden olmaz. Denali bu
büyük milli parklardan biri, içinde kuşlar, ayılar, geyikler
ve bir sürü yabani hayvanın yaşadığı çok iyi
düzenlenmiş güzel ve görülmesi gereken bir park.
Kuzeyde buzul görmemişken buzul görmek için güneye
gidiyor olmamıza ne dersiniz? Seward’a giderken
Matunaska Buzulu’nu görmek ve üzerinde yürümek için
yoldan yaklaşık üç mil çıkarak uzunluğu 24, kalınlığı 4
mil olan buzulun üzerinde yürümek buraya özgü bir
başka inanılmaz bir tecrübe.
Seward’a gelince görüyoruz ki burası bol miktarda
karavan parkı, otel, hediyelik eşya satılan küçük ve şirin
bir yer. Üç saatlik küçük bir cruise gezisiyle fok balıkları,
değişik deniz kuşları, beyaz başlı amerikan kartalı, dağ
keçileri, balina ve de dönüşte Kenai Milli Parkı’ndaki
ünlü Bear Buzulu’nu gördükten sonra bir gezgin daha
ne isteyebilir ki diyor ve karaya geri dönüyoruz.
Yollarda karşılaştığımız başka bir incelik ise, üzerinde
fotoğraf makinesi resmi ve Scenic Wiev tabelalarının
olduğu yerlerin düzenlenmiş olması ve bizimde
buralarda manzara fotoğrafları çekiyor olmamız bir
gezginin isteyeceği şeylerden olsa gerek. Bu eşsiz
manzara içerisinde yer yer gördüğümüz ve anlam
veremediğimiz yanmış ormanları akıbetini daha sonra
anlıyoruz ki her yıl Alaska’nın %1’i yanıyor ve işin ilginç
tarafı; bunun normal ve gerekli bir durum olduğunu
yangın
döngüsünün
anlatıldığı
broşürlerden
öğreniyoruz.
Kah toprak kah çamur derken birde bakmışız ki
Deadhors’e gelivermişiz. Deadhorse tıpkı bir karınca
yuvası gibi, araçlar bir o yana bir bu yana gidiyor ve hep
bir şeyler yapılıyor. Konaklamak için fazla otel seçeneği
ve haliyle bir fiyat aralığı da olmadığı için Prudhoe Bay
Oteli’nde konaklamaya karar veriyoruz. 11 Eylül
2001’den sonra Prudhoe Körfezi’ne sivillerin girişi
yasaklanmış. Körfezi gezmek için aynı zamanda gezi
turu düzenleyen Caribuo Oteli’nde pasaport bilgilerinizi
vererek rezervasyon yaptırmak gerekiyor Ama sağ
olsun Coldfoot’taki Visitor Center çalışanı Mr. Mury
Shoemaker bizim için hem oteli hem de rezervasyon
işini halletmişti. Hemen tura katılarak petrol sahasını
gezdikten daha sonra Arctic Ocean’ın sahillerine ayak
basınca uzun ve zorlu bir yolu bitirmenin hazzı ile
ağustos ayında -2 derecelik havayı ciğerlerimize
çekerken kendimizi beyaz başlı Amerikan Kartalı kadar
özgür ve huzurlu hissediyoruz.
Adını, Alaska’nın güney batısındaki adalar topluluğunda
yaşayan
Aleyut
Kabilesi’nin
dilindeki
Alyeska
(Anavatan) kelimesinden alan bu eyalette çeşitli
zamanlarda yaşayan; 11 kabileye ait çeşitli görsel tema,
eşya, canlandırmaları ve yaşadıkları evlerin sergilendiği
ve günün çeşitli saatlerinde yerlilerin canlı dans
performanslarını sundukları Alaska Native Heritage
Center ise buradaki ilk ve son durağımız Anchorage’de
mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Yaz aylarında gezdiğimiz için “Beyaz Geceler”i
doyasıya yaşamış ama ünlü “Kuzey Işıkları”nı
görmemiştik.
Anhorage’deki
Gösteri
Sanatları
Merkezi’ne izlediğimiz 40 dakikalık film bu eksiğimizi de
gidermiş oldu. Dokuz günlük Alaska gezimizi, hem
ülkeyi kuzeyden güneye kat etmiş hem de
buzullarından ulusal parklarına, denizdeki ve karadaki
doğal yaşamdan geleneksel kültürlerine ait her şeyi
görmüş olmanın hazzıyla tamamlıyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Gezgince ____________________________ Timur Özkan [email protected]
MĐLLĐ PARKLARIMIZ
1993 yılında milli park ilan edilen Beyşehir Gölü’nü
(Konya) takiben 1994 yılında tam sekiz adet yeni milli
park ilan edildiğini görüyoruz. Aladağlar (Niğde, Adana,
Kayseri), Alınbeşik Mağarası (Antalya), Dilek
Yarımadası - Büyük Menderes Deltası (Aydın), Hatila
Vadisi ve Karagöl - Sahara (Artvin), Honaz Dağı
(Denizli), Kaçkar Dağları (Rize) ve Kazdağı (Balıkesir).
Daha sonra 1996’da ilan edilen Saklıkent ve Marmaris
(Muğla) milli parkları ve de Troya Tarihi Milli Parkı
(Çanakkale) ile milli parklarımızın sayısı 32’ye ulaşıyor.
2000’li yıllarda Küre Dağları (Kastamonu, Bartın),
Sarıkamış-Allahüekber Dağları (Kars, Erzurum), Ağrı
Dağı (Ağrı, Iğdır), Gala Gölü (Edirne), Sultansazlığı
(Kayseri), Đğneada Longoz Ormanları (Kırklareli), Tek
Tek Dağları (Şanlıurfa) ve Yumurtalık Lagünü
(Adana) daha çok doğal özellikleri ile milli park ilan
ediliyorlar.
Milli Park deyince akla ormanlar ve piknik alanları gelir
her nedense. Oysa milli park kavramı daha doğal
güzellikleri olduğu kadar tarihi ve kültürel öneme sahip
yerleri de kapsayan çok daha geniş bir anlam ifade
eder. Dünyanın birçok yöresinde olduğu gibi ülkemizde
de belirli kriterlere göre birçok milli park alanı
oluşturulmuştur. Bir yerin milli park olabilmesi için en
başta bilimsel ve estetik bakımdan özgün doğal, tarihi
veya kültürel bir değere sahip olması gerekir.
Böyle yerler ilgili bakanlıkların görüşü de alındıktan
sonra Çevre ve Orman Bakanlığı’nın teklifi ile Bakanlar
Kurulu tarafından milli park olarak ilan ediliyor.
Ülkemizde bu şekilde ilan edilmiş 40 adet milli park
bulunuyor. Yasal açıdan bakanlığa bağlı Doğa Koruma
ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün (*) sorumluluğu
altında bulunan milli parklarımızın toplam yüzölçümü
878 bin ha civarında. Dünya genelinde ise 5600’den
fazla milli park alanı bulunuyor.
Ülkemizin ilk milli parkları 1958 yılında ilan edilen
Yozgat Çamlığı ile Karatepe - Aslantaş (Osmaniye)
milli parkları. Ertesi yıl Soğuksu (Ankara) ve Kuş
Cenneti (Balıkesir) milli park ilan edilmişler. Daha sonra
Uludağ (Bursa), Yedigöller (Bolu), Spil Dağı (Manisa),
Kızıldağ ve Kovada Gölü (Isparta), Güllük Dağı ve
Olimpos - Beydağları (Antalya) ile Munzur Vadisi’nin
(Tunceli) milli park olduğunu görüyoruz. Bu zamana
kadar ilan edilen milli parkların bazılarının arkeolojik
değerleri olsa da genellikle doğal parklar olarak dikkat
çekiyorlar. 1973’de ilan edilen Gelibolu Yarımadası
Tarihi Milli Parkı (Çanakkale) ve 1981’de ilan edilen
Başkomutan Tarihi Milli Parkı (Afyon) dünya ve Türk
harp tarihi açısından önemine istinaden bu unvana
sahip oluyor.
Bu arada çeşitli tarihlerde Antalya’da Köprülü Kanyon,
Kastamonu’da Ilgaz Dağı, Nevşehir’de Göreme,
Trabzon’da Altındere Vadisi, Çorum’da Boğazköy Alacahöyük ve Adıyaman’da Nemrut Dağı hem doğal
hem de kültürel ve arkeolojik özellikleri ile milli park ilan
ediliyorlar.
Milli parklarımız, Türkiye’nin hemen her tarafından 35
farklı ilimize yayılmış olmakla birlikte, bu iller içinde
toplam dört parka sahip Antalya ön plana çıkıyor.
Yüzölçümleri itibariyle baktığımızda en büyük milli
parkımızın 88 750 ha büyüklüğündeki Beyşehir Gölü
Milli Parkı olduğunu görüyoruz. Bunu Ağrı Dağı (87 380
ha) ve Kızıldağ (59 400 ha) milli parkları takip ediyor.
En küçük milli parkımız ise 64 ha büyüklüğündeki
Kuşcenneti. Balıkesir’in Manyas ilçesindeki Kuşcenneti
Milli Parkı’nın bir özelliği daha var. Burası Avrupa
Konseyi tarafından tabiatın en iyi korunduğu yerlere
verilen "A Sınıfı Avrupa Diploması” ile ödüllendirilmiş.
Ayıca Göreme, Boğazköy, Nemrut ve Troya milli
parkları aynı zamanda UNESCO’nun Dünya Mirası
listelerine doğal veya kültürel varlık kategorilerinden
girmeyi başarmışlar. Buna karşılık UNESCO listesinde
bulunan Pamukkale’nin henüz bizde milli park ilan
edilmemiş olması oldukça şaşırtıcı.
Ülkemizde bunlardan başka, milli park statüsünde
olmasalar da Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından
tespit ve takip edilen bazı tabiat parklarımız (26 adet) ve
tabiatı koruma alanlarımız (31 adet) da mevcuttur.
Bunlar arasında Antalya’daki Kurşunlu Şelalesi,
Trabzon’daki Uzungöl, Artvin Borçka’daki Karagöl ilk
akla gelenler. Ayrıca çeşitli doğa olayları sonucu
oluşmuş 104 adet tabiat anıtı da Orman Bakanlığının
koruması altında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi farklı statülerde 200’den fazla doğal ve
tarihi öneme sahip varlığın yer aldığı bir ülkede
yaşıyoruz. Bu kıymetli hazineye sahip çıkabilmek için
önce buraları iyi tanımamız ve daha sonra da
tanıtmamız gerekiyor. Bu konuda başta gezginlerimiz
olmak üzere hepimize görev düşüyor. Moda ifade ile
bitirelim; bu güzellikler bize atalarımızdan miras
kalmadı, gelecek nesiller için emanet edildi...
(*) http://www.milliparklar.gov.tr
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Objektif ______________________________ Ahmet Yay [email protected]
Raja Ampat (Papua/ Endonezya) 2008
Masai Mara (Kenya) 2008
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Naivasha (Kenya) 2008
Naivasha (Kenya) 2008
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Anılarda Ankara _________________ Feyha Özsoy
[email protected]
70 yıllık Ankara’m, halkını selamlayan o sarışın baş
ve çocuk yüreğimin ilk acısı...
Ankara’yla ilk tanışıklığım, 70 küsur yıl
öncesine,
1936’lara
dek
uzanır.
4
yaşındaydım, babam Đzmir’de Demiryollarında
çalışıyordu; o yıl ticaret müfettişi olarak
Ankara’ya tayini çıkmıştı. Cebeci’de Uğurlu
sokakta bir eve yerleştik. Atamızın bize
armağan ettiği bu güzel kent, o yıllarda henüz
daha yeni yeni filizlenmekteydi.
O kış, yaşamımda ilk kez karla
tanıştım.
Bir
sabah
uyandığımızda
her
yer
bembeyazdı; ablamla hayretler
içinde
pencerelere
koşuştuğumuzu
anımsıyorum.
Uzaklarda çıplak Hacettepe’yi,
yükseklerde Çankaya Köşkü’nü
seçebiliyorduk. O yıllarda kar
yerden
aylarca
kalkmazdı.
Çocuktuk; sevinç içinde, bata
çıka o muhteşem beyazlıkta
oynar, buzlu yokuşlarda tahta
kızaklarla kayardık.
Đlkbahar ve yaz aylarında,
Atatürk
Orman
Çiftliği’nde
Karadeniz
ve
Marmara
denizlerine benzetilerek yapılmış
havuzlara çay ve gazoz içmeye
giderdik.
Trenle
Kayaş’a,
Mamak’a,
Çubuk
Barajı’na,
çevre
kazalara,
Ayaş,
Kızılcahamam
ve
Haymana
kaplıcalarına götürürdü babam bizi.
Cumhuriyet ve Çocuk Bayramlarında, 19
Mayıs’larda elimizde bayraklar, renk renk
balonlar, dudaklarımızda 10.Yıl Marşı, çocukça
bir
coşkuyla
Kızılay’da
ablamla
durmamacasına koşuşurduk. Babam ve
annemle bayram gösterilerini izlerdik; bir
keresinde at koşusuna bile gitmiştik! O güzel
atları bir okşayabilsem keşke, diye aklımdan
geçirdiğimi anımsıyorum.
Yine bir geçit resmi sonunda, hipodromda
babam beni kollarında kaldırdı; “Đşte bak, o
geçen büyük Atatürk!..” dedi. Üstü açık siyah
bir otomobilde, elinde şapkası, halkını
selamlayan o sarışın baş gözümün önündedir
hep!.. Ona elimdeki bayrakla el sallamıştım.
Bana öyle gelmişti ki, o da kendisini çok seven
bir
Türk
çocuğuna
şapkasıyla
selam
veriyordu... Ne kadar mutlu olmuştum!..
Tarihi Kızılay binasının bahçesine ev sahipliği
yapan parkta, kimi tatil günleri madensuyu içer,
dinlenirdik. Emniyet Abidesi’ndeki fıskiyeli
havuzların kenarındaki mermer koltuklara
oturur, o muhteşem heykel ve kabartmaları
hayranlıkla anlamlandırmaya çalışırdık. Hele
Ulus’taki Atatürk anıtı ve çevresindeki figürler
inanılmaz derecede etkilerdi bizi...
1938’in 10 Kasım’ı geldiğinde 6
yaşındaydım.
Atamız
Dolmabahçe Sarayı’nda hayata
gözlerini yummuştu. Bayrağa
sarılı nâşının, hafif yağmur
altında Ankara caddelerinde
önümüzden geçişini, milletinin
onu
gözyaşları
içinde
uğurlayışını
anımsıyorum...
Çocuk yüreğimin ilk acısıydı o...
1939’da
sevgili
okuluma
başlamıştım. Ablamla birlikte
Hamamönü’ndeki
Đnönü
Đlkokulu’na giderdik. Bir süre
sonra,
yine
Cebeci’de
Bahadırlar sokağına taşındık.
Kızılay’dan Dikimevi’ne doğru
uzanan caddeye yakın bir yerde,
Kurtuluş Ortaokulu’nun hemen
yanına, Dumlupınar Đlkokulu’nun
üç derslik bir şubesinin açıldığını
duymuştuk. O okula kaydoldum.
“Yavru Türk” ve “Çocuk” mecmualarını özlemle
beklerdik hafta sonları. Ablam Selma’nın
Hacettepe’deki 3.Ortaokul’a başladığı yıl müzik
dersinde öğrendiği, Schubert’ten Ihlamur Ağacı,
Beethoven’in 9. senfonisindeki Kardeşliğe Çağrı,
Brahms’dan Ninni, Schubert’ten Serenat gibi
unutulmaz melodileri Türkçe sözlerle ben de
mırıldanmaya başlamıştım. Bu sayede klasik
müzik, çocuk ruhumda unutamadığım hoş izler
bırakmıştı.
1940’lı yıllarda Ankara’nın alışveriş merkezi Ulus,
Taşhan, Karaoğlan ve Atatürk anıtı çevresindeydi.
Cumartesi günleri işten çıkan babam Hal’e uğrar,
balık, pastırma ve et alırdı. Ulus’taki tatlıcılardan
da çok lezzetli tatlılar getirmeyi unutmazdı hiç!
Sokağımızdan
dondurmacı,
kozhelvacı,
elmaşekerci eksik olmazdı. Hele o pembe beyaz
pamuk helvalar... Kış geceleri “Booozaaa...” diye
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
uzaktan yankılanan ses, elinde bakır güğümlerle
yaklaşmakta olan bozacıyı müjdelerdi bize.
Yine kış günlerinde, sırtındaki sırığın iki ucuna
asılmış kocaman tablalarda kalın, sapsarı
kaymaklı nefis Silivri yoğurtlarını taşıyan
yoğurtçular
sokaklarda
dolaşırlardı
öğle
saatlerinde. Annemin, üzerlerine
pudra şekeri serptiği bu tatlı
yoğurtları yemeye doyamazdım.
Kış geceleri radyo dinler, içini ceviz
ve fındıkla doldurduğumuz o
güzelim kuru incirlerden yerdik.
Ve sonunda 2.Dünya Savaşı
kapımıza dayanmış, korkulu yıllar
başlamıştı... Evimizin önündeki boş
arsaya sığınaklar kazıldı. Hava
akınlarına karşı halkı hazırlamak
için gece karartmaları başlatıldı.
Siyaha boyadığımız perdelerle
geceleri pencerelerimizi sımsıkı
örterdik. Işık sızarsa, bekçi gelir
uyarırdı.
Babam
sık
sık
Demiryollarında teftişte olduğu için, evde yalnız,
korku dolu geceler geçirirdik. Annem ve komşu
teyzeler endişe içinde harpten bahsederlerdi.
Komşu ülkelerdeki savaş haberlerini radyo
başında dinlemekte olan büyüklerin yüzlerinde
oluşan endişeli ifadeler bile biz çocukları
ürkütmeye yeterdi.
2.Dünya Savaşı’nın ilerleyen yıllarında, 1942
Ocak’ında ekmeği karneyle almaya başlamıştık. O
yıl babamın tayini Adana’ya çıktı. Oradaki
okullarıma da alışmış sevmiştim; ama Ankara’yı
hep özlemiş, çocukluğumun geçtiği, çok sevdiğim
bu kente belki bir gün yine döneriz, diye hep
hayaller kurmuştum.
Aradan beş yıl geçmiş ve hayallerim sonunda
gerçekleşmişti. 1947’de geri döndüğümüzde,
Ankara’da
tanık
olduğumuz
değişim karşısında gözlerimize
inanamamıştık!..
Đlk kez Opera’ya Ankara’da gittim.
Eskiden
sergi
binası
olarak
kullanılan
yapının
operaya
dönüştürülen sahnesinde Hamlet
ve
Rigoletto’yu
seyrettiğimde
kendimi
rüya
aleminde
gibi
hissetmiştim.
Bu
sahne
gösterilerinden
eve
geri
döndüğümüz geceler heyecandan
uyuyamazdım; Opera binasının
muhteşem girişi, sahnedeki o güzel
dekorlar, sanatçılar bir türlü
gözümün önünden gitmezdi.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki klasik batı
müziği konserleri cumartesi günleri dolup taşardı...
Suna Kan, Kartal Tibet, Tekin Akmansoy, Ulvi
Uraz gibi sanatçılar, gazeteci Müşerref Hekimoğlu
Cebeci çevresinde yetişmiş gençlerdi.
1940’lı yılların sonlarında, Ankara bir kültür
merkezine dönüşmüştü âdeta. Başkentimiz, her
şeyiyle Atatürk’ün milleti için düşlediği bir kent
olma yolunda hızla ilerliyordu...
1932 Nazilli doğumlu Feyha Özsoy, Lütfü Günay hocanın öğrencisi olarak
Türk Amerikan Derneği Resim Atölyesi’nde sekiz yıl resim çalışmalarını
sürdürdü. 1977’den bu yana, biri Hollanda’nın Lahey kentinde olmak üzere 21
kişisel sergi açtı. 1992’de Kültür Bakanlığı ve Ordu Valiliği’nce düzenlenen
yurt geneline açık 3.Resim Yarışması’nda Birincilik Ödülü aldı. 1979’dan bu
yana sanatçının yapıtları, resim yarışmalarında 30 kez sergilenme hakkı
kazandı. 1998’de, Slovak Cumhuriyeti’nin başkenti Bratislava’da Çağdaş Türk
Kadınları Resim Sergisi’nde 12 tablosu sergilendi. Birleşmiş Ressamlar ve
Heykeltıraşlar Derneği ile Ankara Kadın Ressamlar Derneği üyesi olan
sanatçının yurtiçindeki çeşitli koleksiyonlar yanı sıra Hollanda, Đsveç, Fransa,
Belçika, Almanya, Đngiltere, Đsviçre, Kanada, Suudi Arabistan ve Slovak
Cumhuriyeti’nde de yapıtları bulunmaktadır. Resim çalışmalarına Ankara'da
devam etmekte olan Feyha Özsoy'un yukarıda gördüğünüz "Gazi Mustafa
Kemal - Büyük Karar" tablosu iki yarışmada sergilenme hakkı kazanmıştır..
http://www.turkishpaintings.com/index.php?p=34&l=1&modPainters_artistDetailID=2001
http://picasaweb.google.com.tr/ozsoymurat/FeyhaOzsoy#slideshow
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Ankara Kütüphanesi ______________Timur Özkan [email protected]
Ankara’nın Đlk Gezi Rehberi
ANKARA GUIDE TOURISTIQUE
1878 yılında Đsviçre’de doğan Ernest Mamboury
hayatının büyük bir bölümünü Đstanbul’da geçiren bir
bilim adamı ve araştırmacı. 1906 yılına kadar memleketi
Lozan’da resim öğretmenliği yapan Mambury 1909’da
izinli olarak geldiği Đstanbul’dan bir daha ayrılmaz.
Ressam ve topoğraf olarak pek çok arkeolojik
çalışmaya katılan ve 1921’den itibaren bir süre de başta
Galatasaray Lisesi olmak üzere çeşitli okullarda
Fransızca ve Resim öğretmenliği yapar. 1953 yılında
hayatını kaybettiğinde geride bıraktığı pek çok kitabı
arasında Đstanbul ve Ankara’nın gezi rehberleri de vardı.
Mezarı Đstanbul Feriköy’deki Protestan mezarlığındadır.
Constantinople Guide Touristique” adıyla ilk kez 1925
yılında yayımlanan Đstanbul rehberi daha sonraki
baskılarında hem Türkçe hem Fransızca olarak
yayımlanmış ancak 1933 ve 34’de olmak üzere iki kez
Fransızca olarak basılan ve Ankara’nın “ilk gezi
rehberi” olan “Ankara Guide Touristique” her nedense
bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş...
Kitabımızın iç kapağında yer alan “Haydar Paşa Ankara; Boğaz Köy, Sivri Hisar ve Çevresi, Çankırı ve
Yozgat’ın isimleri, kitabın içeriğinin Ankara ile sınırlı
olmadığını gösteriyor. Ankara Guide Touristique, bu
kitabın Đçişleri Bakanlığı tarafından yayımlandığına dair
bir not ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ile
Đçişleri Bakanı Şükrü Kaya beyin birlikte bir fotoğrafıyla
başlıyor.
314 sayfalık kitap yedi bölümden oluşuyor. Birinci bölümde devlet binaları, dönemim bakanları vb
Ankara’nın resmi yüzüyle birlikte Türk alfabesi vb teknik bilgiler yer alıyor. Đkinci bölüm Ankara’nın
tarihine ve demografik yapısına ayrılmış. Bu bölümün sonunda Galatlardan başlayan Roma ve
Bizans dönemiyle devam ederek Cumhuriyet dönemine kadar uzanan kapsamlı bir kronolojiye yer
verilmiş
Ankara Guide Touristique’in üçüncü bölümünde Haydarpaşa Ankara arasını anlatılıyor. Tuzla,
Gebze, Dil Đskelesi’yle başlayan, Bilecik, Eskişehir Polatlı ile devam eden rotanın önemli
kilometreleri ayrıntılı olarak ele anlıyor. Dördüncü bölümde semtler bazında Ankara’nın turistik
yerleri listelendikten ve daha sonra kısaca tanıtıldıktan başka modern rehberlerde olduğu gibi iki üç saatlik veya günlük rotalar da hazırlanmış...
Mamboury, rehberinin en geniş bölümünü oluşturan beşinci bölümde; Ankara’nın tarihi ve turistik
yerlerini çeşitli çizim ve fotoğraflarla destekleyerek ayrıntılı bir biçimde tanıtıyor. Altıncı bölüm
Ankara’nın yakın bazı semtlerine (Dikmen, Etlik, Keçiören...), ilçelerine (Kalecik, Haymana...) ve
yakın çevresine (Sivrihisar, Bala, Çorum...) ayrılmış. Yedinci ve son bölümde ise yazı ve çizimfoto indeksi yer alıyor.
Bugün ancak bazı sahaflarda ve çok nadir olarak bulunabilen Ankara Guide Touristique Ankara
için bir “ilk” olmanın ötesinde Cumhuriyet Ankara’sı hakkında çok önemli bir belgesel niteliğinde
bir kitap. En kısa zamanda Türkçeye çevrilmesi ve yeniden yayımlanması hiç kuşkusuz Ankara
için önemli bir kazanç olacaktır.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Ankara/Ankara_________________________________________
EVLĐYA ÇELEBĐ ANKARA’DA
Türkiye Đş Bankası yayınlarından Kültür ve Sanat Dergisi’nin Eylül 1993 tarihli
19. sayısında yayımlanan Dr. Mehmet Önder’in “Ankara” başlıklı yazısından
1648 yılının 27 Mart’ında Evliya Çelebi,
Osmanlı Devleti’nin isyan bayrağını çeken
Defterdaroğlu, Mehmet Paşa ve ordusu ile
birlikte Ankara’ya gelir. Ankaralılar ”Biz
sizin gibi Celalileri Ankara’ya sokmak
istemeyiz derlerse de, Paşa’yı tutanlar çok
olduğu için, Ankara’da üç gün misafir
kalmasına izin verirler. Mehmed Paşa
Ankaralı Çavuşoğlu’nun, Paşa’nın imamı
Evliya Çelebi de Kederzade’nin evinde
misafir olur. Asker kale içinde ve dışında
kışlalara, çadırlara çekilir. Evliya Çelebi
Ankara’yı anlatmaya başlar:
(... Ankara Kalesi’ni ilk yapan Rum
Kayser’dir. Sonra nice padişahlar
geçmiştir.
Sonra
Kütahya
padişahlarından Germiyanoğlu Yakubşah ile veziri
Hezardinar’ın himmetiyle Đslam eline geçmiştir.
Sonra Osmanlıların zuhurunda Yıldırım Beyazıd’ın
eline düşmüştür... Mamur, şenlik olup üzümü çok
olduğundan Enguri demişler. Bazıları, kalesi
angarya ile yapıldığından Ankara denilmiş derler...)
(... Kalesi yüksek bir dağın doruğunda, dört kat
beyaz taştan yapılmış sağlam bir kaledir. Katları
birbirinden yüksektir. Her tabakanın arası üçer yüz
adımdır. Her kat duvarının boyu 60 arşın kadar
yüksektir.)
(Batı tarafı dört kat birbirinden geçme demir
kapılardır. Her kapı arasında asma demir kafesler
hazır olup, demir zincirlerle asılıdır. Her kafesin
demirleri pazı kalınlığı kadar vardır. Kuşatmada kale
duvarı içinden aşağı kapılar önüne bırakıp siper
ederler.)
Evliya Çelebi Ankara’da 6066 ev, 76 cami, 170 çeşme,
3000 su kuyusu, 18 tekke, 7 büyük medrese, 180 çocuk
mektebi, 3 hamam, 2000 dükkan olduğunu, en güzel
çarşıların Uzun Çarşı, Sipah Pazarı ve Tahtelkale
Pazarı adını aldığını yazar. Ankaralılar için şu notları
düşer:
(... Bu şehir ahalisinin zenginleri samur ferace, orta
hallileri serhadi çuha giyerler. Sanat sahipleri beyaz
bez cübbe, bilginleri baştanbaşa softan cübbe
giyerler. Kadınları renk renk sof ferace giyip gayet
terbiyeli gezerler. Güzelleri dünyanın süsü, herkesin
övgüsüdür...)
Ankara’nın meşhur tiftik keçisi ve sof adı verilen
kumaşları için de şunları söyler:
(Yiyeceklerinden Ankara paçası, Kütahya paçasına
yanbaşı gelir. Biber tohumu ile terbiye edilmiş
Ankara pastırması, eti misk gibi olan tiftik keçisinin
etiyle yapılır. Keçileri dağlarında çalı yaprağı yer.
Tiftik keçisi beyaz süt gibidir. Bu keçilerin tüylerini
makasla kırksalar ipliği sert olur. Ama yolsalar Eyüp
.
Peygamber’in ipeği gibi yumuşak olur.
Fakat zavallı keçileri yolarken feryatları
göğe ulaşır...)
(Sof Ankara’ya mahsustur. Dünyanın
hiçbir yerinde yoktur. Frenkler Ankara
keçilerinden Frengistan’a götürüp iplik
eğirerek sof dokumak isterler. Tanrının
himmetiyle keçiler bir yıl içinde bayağı
bildiğimiz keçilerden olur. Dokudukları
şeyler de sof olamaz. Hatta Ankara’dan
eğrilmiş ipliği alıp Frengistan’a götürüp
sof yapalım dediler, yine olmadı. Ankara
halkı kendi soflarının bu özelliğini Hacı
Bayram-ı Veli kerametine verirler. Fakat
bize kalırsa bu sır, suyunun ve yerinin
güzelliğinden
ileri
geliyor.
Halkı
çoğunlukla tüccardır. Đzmir’de Frengistan’da,
Mısır’da, Sırbistan’da, hasılı her yerde sofları
makbul olduğu için seyahat ve ticaret ederler.)
Evliya Çelebi bundan sonra Ankara’da yatan bilgin ve
şeyhleri sayar, türbeleri ziyaret eder. Önce Hacı
Bayram-ı Veli Türbesi’ni ziyaret ederek, Hacı Bayram-ı
Veli hakkında kısa, özlü bilgiler verir. Daha sonra Şeyh
Er Sultan, Şeyh Hüsamettin, Şey Katip Selahattin
türbelerine gider. Artık Ankara’dan ayrılacaktır. Ne var
ki ordu ile Çubuk Ovası’na konduğu zaman Celali
olayları, savaşlar, çarpışmalar onu bırakmamaktadır.
Fakat zekası ve politikasıyla bu ilerin içinden temize
çıkmasını bilir. Beypazarı’nı, Göynük’ü, Geyve’yi ziyaret
ederek sağ salim Đstanbul’a ulaşır. Kendisini bundan
sonra daha uzun, daha renkli seyahatler beklemektedir.
Celali: 1519’da Şeyh Celal tarafından Yavuz Sultan
Selim’e yapılan isyandan sonra genel olarak
Anadolu’da isyancılara verilen ad
Arşın: Çarşı pazarda 68 cm, binalarda 78 cm olarak
kullanılan Osmanlı uzunluk ölçüsü
Sipah: Asker, Ordu
Tahtalkale: Yüksek Kale
Misk: Erkek ceylanın karın derisinin altındaki bezden
üretilen güzel bir koku
Frengistan: Farsça Batı memleketleri
Evliya Çelebi (1611 – 1682) Altı bin sayfalık 10 ciltten
oluşan “Seyahatname” adlı eserin yazarı Evliya, varlıklı
bir ailenin çocuğu olarak Đstanbul’da doğmuş ve ömrünü
Osmanlı coğrafyasını gezerek geçirmiştir. Rüyasında
gördüğü
peygambere
“Şefaat, ya Resulallah”
diyeceğine “Seyahat ya Resulallah” diyen gezginlerin
piri önce Đstanbul’u sonra Anadolu’yu, Kafkasya’yı, Orta
Asya’yı ve Balkanlar’ı birçok kez geçmiştir. Enderun’lu
olmasından dolayı “Çelebi” unvanı alan Evliya, gezdiği
yerleri yazarak gezi yazarlarının da öncüsü olmuştur.
Günlük konuşma dili ve akıcı bir üslup ile yazdığı bu
dev kültür eserinin her sayfasında dikkat çeken meraklı
ve sanatçı kişiliği ile derin ve etkili gözlem gücü hayran
bırakır
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009)
Dizelerde Ankara ________________________________________
MEMLEKETĐMDEN ĐNSAN MANZARALARI (*)
Haydarpaşa’dan 15:45’de kalkan katar girdi sessizce Ankara Garı’na.
Saat sekizi çeyrek geçiyordu (beş dakika rötar).
Ankara Garı’na bahar:
Đstasyon polisinde artan gizli bir telaş,
üçüncü mevki bekleme salonunda köylü yapı işçileriyle
ve büfesinde göbekli bir marula benzeyen Đstanbul hasretiyle gelir.
Ankara Garı temizdir, rahattır ve bilhassa yenidir.
Fakat mermerlerinin aydınlığına rağmen
anlatılması öyle zor (yahut öyle kolay) bir şey vardır ki rüzgarında
bağrışılmaz, koşuşulmaz, yüksek sesle gülüşülme Ankara Garı’nda.
O kadar ki
kalkacak trenlerini ses büyütenlerle haykırdığı zaman
boş bulunursa insan
şaşırır, başka bir dünyadan sesleniyormuş gibi.
Mahkumlar indi trenden
bavulları ve jandarmalarıyla.
Kelepçeleri vurulmuştu yine.
Yürüdüler ilgi uyandırmadan.
(yahut uyanan ilgiler belirtilmedi).
Yalnız, bir kadın bir kadına:
“- Bunlar Alman casusu,” dedi.(sarışındı Süleyman).
Mahkumlar yola koyuldular jandarma merkezine doğru
(aktarma trenlerini ortada bekleyecekler).
Bir köylü hamal taşıyordu bavullarını.
Issızdı caddeler:
belki erken
belki geç
belki ölü bir saat,
belki duvarların arkasına çekilmiş bir hayat.
Yığın yığın
kat kat
mermer
bet on
ve asfalt
Ve heykel
ve heykel
ve heykel
Đnsan yok fakat.
Ve sonra bozkır:
en beklenmedik yerde
ve her şeye rağmen
şehrin içine kadar giren,
ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu...
(*) Nazım Hikmet Ran (1902-1963)
Memleketimden Đnsan Manzaraları
Kitap 2, Bölüm VIII (1966)

Benzer belgeler

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi Değerli Ankaralı Gezginler, burada yayımlanmasını istediğiniz kişisel etkinlik haberlerinizi ve ayrıca ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkında her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’d...

Detaylı